xxi.com.tr
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 113 < EKİM 2012 < A TASARIM < BIOMORHIS < ERGİNOĞLU & ÇALIŞLAR < GUALLART < STUDIO 7.5 < TABANLIOĞLU < URBAN THINK TANK < YALMAN < VENEDİK MİMARLIK BİENALİ
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 113 E K İ M 2 0 12 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
Ortak Zemin: Kime Göre? Bu yılki Venedik Mimarlık Bienali için küratörü David Chipperfield'ın belirlediği Ortak Zemin teması, farklı yorumlara açık tarifi yüzünden yeni argümanlar yarattı. Korhan Gümüş, Nilüfer Kozikoğlu ve Görkem Volkan da bu argümanları çoğaltmak adına görüşlerini paylaştılar.
TBWA Maya Uptown
Sipopo Kongre Merkezi
ERGİNOĞLU & ÇALIŞLAR MİMARLIK
TABANLIOĞLU MİMARLIK
A TASARIM MİMARLIK
BIOMORHIS
CAN YALMAN
GUALLART ARCHITECTS
YAZILARIYLA
L E V E N T Ş E N T Ü RK OS M A N Ş İ Ş M A N
STUDIO 7.5
URBAN THINK TANK
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr
VENEDİK MİMARLIK Bienali'nİN Öte Yanı
editör Beste Sabır beste@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr yardımcı editör Dilruba Örnekal Melike Tunç reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı burcu@depo.com.tr okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Yenigün manolya@depo.com.tr kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can muruvvet@depo.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi
XXI’in yeni sayısı, Ağustos sonu itibariyle mimarlık gündemini meşgul eden Venedik Mimarlık Bienali’ne odaklanıyor. Bu yıl 13.’sü düzenlenen ve küratörlüğü David Chipperfield tarafından üstlenilen bienal, bir önceki İnsanlar Mimarlıkta Buluşuyor temasını anımsatan bir başlıkla gerçekleşiyor: Ortak Zemin. Bienal üzerine ilk sözü açılışının hemen ardından Wolf Prix söyledi. Bienali banal olarak tanımlamakla kalmadı, temanın çağrıştırdığı uzlaşmanın, mimarların karar-verici olmaktan çıkarılmış yeni konumlarını kabullenmeleri anlamına geldiğini belirterek daha acil konular varken böylesi konularla uğraşmayı bir ölüm dansına benzetti. Chipperfield’ın bu eleştiriye yanıtı ise kişisel çekişmeleri merkezine alan ve eleştirilerine değil de bir şahıs olarak Prix’ye yanıt veren bir metin. Bienalin küratörünün altını özellikle çizdiği noktaysa, meslek içi tartışmaların medya aracılığıyla yapılmasının mimarlığın ciddiyetine verebileceği yara. Bu tartışmalarla başlayan bienal üzerine yerel konuşmaların çoğu ise neden hala bir Türkiye Pavyonu’nun olmadığı üzerineydi. 50’yi aşan ulusal pavyonunun doldurduğu
Giardini’de boy gösterecek mimarlık eleştirisi kültürüne henüz erişip erişemediğimiz ise pek gündeme gelmedi. Yine de Venedik’te hiç yok değildi Türkiye mimarlığı. Bienal yan etkinliklerinden Traces Of Centuries & Future Steps (Asırların İzleri ve Gelecek Adımlar) adlı sergide Emre Arolat Architects ile Çinici Mimarlık, 26 ülkeden 57 mimarla birlikte yer alırken PAB da Mimarlar Fuori’de Buluşuyor adlı bienal yan etkinliğinde 35 genç mimarlık ofisi ile birlikte projelerini sundu. Ortak Zemin teması biraz kaygan bir zemin sunarak çok farklı okumalara açık bir yapı sunuyor olsa da beraberinde getirdiği tartışmaları hiçe saymamak gerek. Modernizmle yüzleşmenin neredeyse tüm mimarlık ve sanat konuşmalarında alttan alta ana temayı belirlediği bu dönemde Ortak Zemin üzerine düşünmenin yeni yollar açacağı kesin. Sırf buna önayak olduğu için bile bienal bir zenginlik.
XXI
güncel
DOSYA
8 güncel
34 ortak zemin: Kime Göre?
Venedik Mimarlık Bienali’nin bu yılki küratörü David Chipperfield’ın belirlediği tema Ortak Zemin. 29 Ağustos – 25 Kasım tarihleri arasında açık olan bienalde temanın kendisi ilk anda kapsayıcılığı ve uzlaşmayı çağrıştırsa da mimarlık bağlamında bu kavramların okunma biçimleri çok fazla çeşitlilik gösteriyor. Korhan Gümüş, Nilüfer Kozikoğlu ve Görkem Volkan ortak zemin temasını kendi yorumlarıyla kaleme aldılar.
proje 46 düşey gecekondu 13. Venedik Mimarlık Bienali'nde Altın Aslan Ödülü’nü kazanan Urban Think Tank'in projesi “Torre David / Gran Horizonte” sosyal bir sergi mekanı yaratmayı amaçlıyor.
EKİM 2012 - XXI 2
İçİndekİler
10 dönme dolap / levent şentürk
50 dinamik sınır
Berlin’de İki Çocuk
24 sapkın tasarım sözlükçesi / osman şişman Sapkın Tasarım Sözlükçesi
Taipei'nin önemli limanlarından biri olan Keelung'da konumlanan meydan, Asya kentlerinin sahip olduğu kamusal alan geleneğini sürdürürken kıyı-kent ilişkisini dinamik bir şekilde kuruyor.
56 algoritmik geçiş
68 kinematik omurga
Biomorphis tarafından Edinburg'da tasarlanan ve uygulama süreci hala devam eden yaya ve bisiklet köprüsü, belirlenen ana ilkeler doğrultusunda bir algoritmadan türetilerek geliştirilmiş.
Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan Sipopo Kongre Merkezi, bulunduğu coğrafya ve kültüre dair sahip olduğu güçlü referanslarla çevresiyle uyumlu bir yapı ortaya koyuyor.
SEKTÖR
60 yere özgü
EKİM 2012 - XXI 4
İçİndekİler
Studio 7.5'in Setu'nun tasarımında tercih ettiği işlenmemiş malzemeler ile sadelik ve hafiflik gibi ilkeler, ürünün karbon ayak izini azaltmayı hedefliyor.
70 yeni ürün 76 tavan ve aydınlatma varyasyonları
Ermenistan'da konumlanan Zvartnots Uluslararası Havaalanı'nın ana terminalindeki aydınlatma ve tavan sistemleri durlum tarafından sağlandı.
64 kamusalın uzantısı
Üç katlı bir alışveriş merkezinin ofise dönüşümünü ele alan proje, ortak alanlar, çok işlevli ve karakteristik mekanlarla kurgulanmış.
80 sese duyarlı
Deka'nın en son tamamlanan projeleri arasında yer alan Antalya'daki Sun Express Genel Merkez Binası'nda Deka form çift camlı sistem kullanıldı.
82 referans proje - ofis mobilyası
96 ajanda
Derin Doxa Ofis Mobilyaları Ersa Nurus TCC -The Chair Company Tuna Girsberger Tuna Ofis
Doğrusal Çizgiler A TASARIM MİMARLIK, YAŞAMKENT CAMİ PROJESİYLE DÜNYA MİMARLIK FESTİVALİ'NDE KÜLTÜR YAPILARI KATEGORİSİNDE VE DUBAİ CITYSCAPE GLOBAL 12 ÖDÜLLERİ'NDE GELECEĞİN KÜLTÜR YAPILARI KATEGORİSİNDE FİNALDE.
EKİM 2012 - XXI 8
güncel
Yaşamkent Cami projesi Ankara’nın yeni gelişen konut bölgesinde, yakın çevresinde düşük yoğunluklu konutların bulunduğu bir arsada yer alıyor. Yerleşimin merkez bölgesinde tasarlanan cami yapısı, yeşil alan düzenlemeleri ile bütünleşerek park alanına doğru uzanıyor. Park yönünde kıbleye doğru birbirine paralel duvarların oluşturduğu alanlar açık, yarı açık ve kapalı mekanlar olarak düzenlenmiş. Cami yapısı bir dış avlu ve bahçe içinde yer alıyor. Yeşil alan içindeki düzenlemeler ve kalabalık olduğunda ibadet yeri olarak kullanılabilinen avlu; buluşma ve toplanma mekanları olarak düşünülmüş. Arazinin eğimli yapısı sonucu işlevlerin ayrımı ve düzenlenmesiyle mekanlara farklı kotlardan ulaşılabiliyor. Zemin katta çok amaçlı salon ve ibadet mekanı yer alıyor. Sağ ve sol taraftaki merdivenlerle ulaşılan ibadet mekanı içinde düzenlenen derslikler için, gün ışığı ve doğal havayı içeri alan düzenlemeler yapılmış. Yapının iki yanındaki büyük kapılarla avluya geçiliyor ve buradan, iç mekana açılan diğer bir kapıyla ayakkabılığa, son cemaat yerine ve son olarak ana ibadet mekanına giriliyor. İki kat yüksekliğindeki ana ibadet mekanının aydınlatması, büyük camlar ve alan üzerinde yer alan kubbenin dört kenarındaki açıklıklarla sağlanıyor.
Mihrabın sağında ve solunda bulunan galeri boşlukları, alt kattaki ikinci ibadet mekanına sesi ve ışığı aktarıyor. Bu katta, kuzeybatı yönünde abdesthaneler ve kütüphane bulunuyor. Avluya geçilen iki kapının yanındaki diğer kapılar, balkon niteliğindeki kadınlar bölümüne çıkan güneydoğu yönündeki merdivenlere açılıyor, kuzeybatıdakiler ise cami lojmanlarına çıkıyor. Lojman, ibadete hazırlık ve servis mekanları avlunun oluşumuyla birlikte kütlesel bir bütünlük içinde tasarlanmış. Minare tasarımında yapının doğrusal yerleşimine uygun olarak yükselen çizgiler, bir noktada kufi yazısını andıran bir forma dönüşüp sonrasında düzelerek devam ediyor ve en yüksek kotta biten çizgi, minarenin alemini temsil ediyor. Binada brüt beton, cam ve ahşap malzemenin bir arada kullanımıyla bütün mekanlarda sadeliğin ön planda olması amaçlanmış. mimari proje: A Tasarım Mimarlık, Ali Osman Öztürk mimari proje ekibi: Ali Osman Öztürk, İrem Aker Büyükkalay, Harun Karabulut, İlhan Şimşek, Tuncay Kaya, Niyazi Ayvaz, Erhan Karahaliloğullar, Hasret Devran İnci, Mehmet Güner, Nil Ece İnce, Aslı Altıntaş, Canan Arslan, Nihan Ürek işveren: Ankara Ataşehir Camii Yaptırma ve Yaşatma Derneği proje yeri: Yaşamkent, Ankara proje tarihi: 2011 statik proje: Yüksek Proje mekanik proje: Metta Mühendislik elektrik proje: Akay Mühendislik
kesitler
plan
Berlin’de İki Çocuk
Anlatması o kadar zor ki, onun gerçekliğini kendi derinliklerimden, bütün zayıflığına ve belirsizliğine rağmen, bulup çıkarmak zorundayım: Ona sözcükler kazandırmak, onu konuşturmak zorundayım.
Lydia Renziehausen için Otuz yıldır benden esirgendiğini düşündüğüm, kendi kendimden de esirgediğim o yere, hayatımın kayıp bölümünü bulmak iddiasından uzak, yalnızca orayı görmeye giderken, bugüne dek çocukluğumun o kayıp bölümünü sömürerek mi yaşadığımı, yoksa o büyük boşluğun etrafında mı dolandığımı bilmiyordum. O zaman, orada öğrendiklerimle şimdiki kendim mi oldum? O zamanın içine hapsolup kaldım mı? Sık sık düşünürüm: Yalnızca o kayıp zamandan mı ibaretim, diye. O kayıp zaman nasıl bir jeneratördür ki, otuz yıldır peşimden ayrılmıyor, beni bir gölge gibi izliyor –tıpkı Asterios Polyp’in namevcut ikizi İgnazio gibi? Bu boşluk içimde uzun süredir büyüyordu. Dayanılmaz boyutlara ulaşan bu boşluk, yaşadığım hayatın içini nicedir boşaltmıştı. Neyi yitirdiğimi bilmiyordum, neyi geride bıraktığımı bilmiyordum. Nasıl açıklayabilirim bu durumu? Başka bir ülkeyi, kendi ülkemi geride bırakmak zorunda kalıp, “kendi” ülkeme getirilmiştim. Kendi dilimi unutmak zorunda kalıp “kendi” dilimi öğrenmiş, zaman içinde bu dili sahiplenmiştim.
dönme dolap
Bunun ‘yitirmek’ olup olmadığını bile bilmiyordum; sanırım bu, yitirdiğim şeyin devasalığının yarattığı bir körleşmeydi. Ben bir başkasıydım, ama bundan başka kimsenin haberi olmasın istedim hep. Başkası olduğumu kendimden bile gizledim; sonunda da gizlenmek anlamını yitirdi, başkası olmaktan çıktım. Yapılacak tek şey kalmıştı: ‘Daha fazla’ gecikmeden, gömülmüş olan ne varsa, açığa çıkarmak.
EKİM 2012 - XXI 10
Acı çektiğim bile bir önyargıydı belki; bunu acı olup olmadığını bilmiyordum. Kendi kendime oluşturduğum bu yaşantının, yas tutma olup olmadığını bilmiyordum. Orayı ne kadar özlediğimi herkesten gizledim. Arada bir lafı geçtiğinde, bu konuda hiçbir şey yapmıyor olmaktan dolayı kendimden nefret ediyor, sonra yeniden sefil hayatıma dönüyordum. Derin bir hasret içindeydim ama hasretini çektiğim şeyi öyle bir çarpıtmıştım ki, artık bunun gerçekliğinden bile kuşku duyuyordum. Boşluğu anlatmam olanaksız. Sözcüklerle bu kaybı dile getirmem daha uzun yıllar alacak belki. Yeni yaşantıların çoğalması, kanserleşmiş geçmişin izlerini açığa çıkarabilecek sadece; ‘tedavi’ böyle gerçekleşecek.
levent Şentürk
‘Gerçek’ hayatını unutmak zorunda kalanların, o hayatla yüz yüze geldiklerinde nasıl bir acıya gömüldüklerini artık anlıyorum.
Onu, var olduğuna inandırmak zorundayım: İsteksiz bir hayaleti dünyaya çağırır gibi. Bir zamanlar ‘burada, bir başkası’ olduğumu kanıtlamak, tanımlamak zorundayım. Olduğum şey sanmadığımı belirlemek zorundayım. Kendimi gittikçe oraya ait hissediyorum. Aidiyetimin kökeninde, çocukluğumun kayıp zamanlarının tutunduğu kokular ve tatlardan gerçek hiçbir şey yok. Görüntülere güvenemem; onların değiştiğini biliyorum. Hafızama güvenemem, orada kalan ve tutunmaya çalıştığım her şeyi, belleğimin zamanın asitlerinin içinde eritip mahvettiğini biliyorum. Kişilere güvenemem, beni anımsayabilecek kişilerden ışık yılı uzaklıktayım. Tutunabileceğim, kokuların ve tatların gerçekliği. Eğer bu kokuları duyarsam, yaşamımın kayıp bölümüyle yeniden bağ kurabilecektim. Bu tatlarla karşılaşırsam, oraya aidiyetimi perçinleyecektim. Öyle de oldu, özellikle de bir kokusu hiç değişmemişti: Otuz yıldır. Yiyeceklerin tadları şaşırtıcı derecede aynıydı: Benim yasak lezzetlerim. Orayı bıraktığımda tam olarak neye benziyordu? Bunu asla bilemeyeceğim, çünkü bunu idrak edecek yaşta bile değildim. Kentin ne kadarını görmüştüm, nerelere götürülmüştüm? Bununla ilgili bir bilgim asla olmadı. Götürüldüğüm yerlere ilişkin anılarım öylesine lime lime ki, gerçeklikle bağını kurmam neredeyse olanaksız. Tek söyleyebileceğim, bir zamanlar buraya gelmiş olduğum ve şimdi yine bu yerlerde bulunduğumdu. Bu yeniden keşfetme deneyimine nedensiz, derin bir pişmanlık eşlik ediyor: Neden, bu konuda yapabileceğim hiçbir şey olmadığı halde, yine de kendimi bunca pişman hissettiğimi açıklayamıyorum. Zamana dair onarabileceklerimi düşündüğüm halde, görme alanımda oluşmuş onarılmaz bir kara leke gibi, baktığım her yere yönelen bu boşluğu içimden dışıma taşıyorum. Şimdi artık oraya dair gerçek anılarım var: Tutunabileceğim, gerçek mekanlara dair gerçek hatıralar. Bunları büyütmem, olabildiğince genişletmem lazım: Otuz yıldır bir kabın içinde bekletilmiş korkunç güçlü bir elementi ansızın ortaya çıkarmak gibi bir şey bu; mitolojik bir deneyim. Hayatımı olabildiğince kaplamasını sağlamalıyım. Yokluktan, büyük, kurtarıcı bir gerçekliğe evrilsin bu kent benim için.
Çocukluğumun hayaleti, otuz yıldır buralara gelmemi, çocuğumla çıkagelmemi bekliyorduysa, bu yarım yaşantının acısını böylelikle hafifletebilir, kayıp olduğunu düşündüğüm yaşamımı onun hayatıyla yeniden onarabilirdim. Yalnızca kendim için değil, onun için de anlamlı bir hayat deneyimi için bir fırsat yaratabilirdim, bundan sonrası için. Bu kentin küçük insanlara hürmetini gördükçe, geride bıraktığım hayaletime otuz yıldır iyi davranılmış olabileceğine bel bağlıyorum. Çocuklara her yerde değer veriliyor burada; mekanlar onlar için var. Bütün kent onlar için var: Bilgi, hayat, mekan onlar için. Gittiğim okulun, oturduğumuz eve yakınlığı, çok şaşırtıcıydı. Okuduğum okul müthişti. Bugünün standartları için bile çok ileri bir yer olarak hatırlıyorum orayı. Hayatım boyunca, okuduğum hiçbir okulda, oradaki standartların çeyreğiyle karşılaşmadım. Oysa getirildiğim ülke, asker darbeyi yaşıyordu; küçük insanlar, hürmet sıralamasında en sondaydı. Büyüdüm. Çocuğum aynı hürmetsizliğin içinde başladı okula: Ona öğretilen ilk iki şey: Sıra düzen ve cinsiyet ayrımı. Sıraya gir, kendi cinsiyetinden olmayan çocuklardan utan. Sene 1982: Kızılay Hasırca Kampı'nda, yemekhanenin duvarına asılı İstiklal Marşı’nı defterime yazmak ve ezberlemekle meşgulüm. Şimdiye kadar ezberlememiş olduğum için bunu yapıp ‘açığı kapatmalıyım’. Sene 2012: Üç yaşındaki oğlum, gözlerimin önünde, sıraya sokuluyor; arkadaşlarıyla tuvalete götürülüyor. Duvarın Batısındaki ikizim, gelmemi bekledi mi? Artık duvar bile yok. Kent, duvarından kurtulduktan sonra
ancak kendisi olabilmiş gibi bir izlenim yaratıyor. Orayı bıraktığımda, başkent bile değildi. Olan bitene dair en ufak bir fikrim bile yok; sanki geride bıraktığım yeri merak etme yasağıyla cezalandırılmıştım. Önüme çıkan herkesi dinlemek, onlara her şeyi anlattırmak, anlattıklarıyla acımı, anımı su yüzüne çıkarmak zorundayım. Yaşadığım yere gittiğimde ilk duygum, buranın fotoğraflarını asla çekmemem gerektiği oldu. Bu karşılaşmayı yozlaştırmaya başlamamalıydım. Burası ‘kendinde’ kalmalıydı. Fotoğraf çekmek, hayatımın tek Baudrillard’cıl ‘boşluğu’nu da yok etmek anlamına gelecekti: Sırrı. İlkinde geceydi: Oraya doğru yürümeye cesaret edemedim. Akşamüzeriydi, sonra; avluya girer girmez anladım, burası olduğunu. Bu anımsama, bir aciliyete eşlik ediyordu. Şimdi ne olacak? Hiçbir şey olmayacaktı: Uçurumun derinliği görünmüştü. Dolaşıp aynı yere yeniden gelince: Burası orasıydı, bir kez daha. Otuz yıldır güçlükle anımsamaya çalıştığım yer. Çok az değişmiş. Umulmayacak derecede güzeldi. Bütün boşluğu, sıradanlığı, köhneliğiyle, İstiklal Caddesi'nin arka sokaklarına benzerliği, nehre yakınlığı, iki ucundaki biri yeni, diğeri eski iki büyük kilisesi, karşısındaki okul kampüsüyle tanımlı bu sokak, benim kayıp vatanımdı işte. Orayı her şeyiyle sevmeye bu kadar hazır olduğumu hiç bilmiyordum. Sokaktaki neoklasik yapılar arasında, oturduğumuz binanın
Ne okulun yanındaki ağaçlı yolu hatırlıyorum, ne de birkaç yüzyıllık o muhteşem Güney Yıldızı kilisesine dair zihnimde en ufak bir anı var. Bu kiliseyle başka çok ünlü bir kiliseyi birbiriyle karıştırmamın açıklanır bir tarafını bulamıyorum şimdilik. Çocukken mekanları olduklarından çok daha büyük algıladığımız ve belleğimizde de o haliyle yaşattığımız gerçeğini ortaya koyuyordu bu durum. Hatırladığım yerlerin geometrisini çarpıtmış, anamorfik hale getirmiş olmam, allak bullak edip duruyor beni. Diğer yandan, çocukluğumdan aklıma kazınmış birkaç logo, yerlerinde duruyor. Oturduğumuz evin beş penceresi, birkaç basamak aşağı inilerek girilen o dar sahanlık, kapısını maymuncukla açtığımız köhne, rutubetli küçük daire ‘yerli yerinde’ydi. Kuşkusuz artık o köhneliği kalmamış. Buradaki hayatımızdan geriye bir iz aramak boşuna. Zillerde adlar yabancı. Ayın öteki yüzünü görür gibi olduğum an: Oturduğumuz bloğun sağır duvarını fark ettiğim andı. Bu duvar, simetrik avluya geçişi de sağlıyor. Bu duvarı kesinlikle hatırlamıyorum. Tek bildiğim, yıllardır, saplantılı şekilde, buna benzeyen sağır duvarların fotoğraflarını çekip durduğum.
11 XXI - ekİM 2012
Yeniden ona dönüşmek istiyorum. Bugüne kadarki kendimden sıyrılmak ve o olmak, geride bıraktığım diğer, ikiz kendim olmak istiyorum. Bıraktığım yerden. Çocukluğumun hayaletinin dolaştığı bu yeri, çocuğumla tanıştırmak istiyorum.
Eczane yerinde, küçük fırın gitmiş. Metro durağının içinde, küçük bir dükkan hatırlıyordum. Dışarıdan cam cephesi boyandığı için ilk bakışta fark edilmeyen, çok önemsiz bir dükkan, varlığıyla yokluğu belli değil. Ama burayı nedensiz yere ısrarla hatırlıyorum, elbette nedensiz olmadığını biliyorum. Benden gizlenmesine rağmen, onu yerli yerinde bulmam, hafızamın asidinde erimeden bir şeylerin kaldığı izlenimini yarattı. Daha önemli yerler varken, niye burayı hatırlıyorum? Niye kıyısında bisiklete bindiğim nehre dair hiçbir şey kalmamış aklımda? Nedir her şeyi hoyratça zihnimin içinden oyup alan? İlk kez bisiklete binmeyi öğrendiğim, okulumun avlusundaki sokağı tanıdım: Gözümde otuz yıldır canlandırdığım resmin bir benzeri, karşımda duruyordu. Ama okulun adına dair en ufak bir şey hatırlamıyorum. Carl Von Ossietzky’nin Nobel Barış Ödülü'nü Nazilerin baskısına rağmen 1935’te kabul etmekten geri durmadığını ve bu uğurda Göring gözetiminde tüberkülozdan öldüğünü, otuz yıl sonra öğrendim.
dönme dolap
cepheleri sadeydi. Sokağın bezgin, kederli ama yine de söyleyecek şeyleri olan hali. Sokak levhaları. Bütün o griliğin görkemli, açıklanamaz çağrısı.
Hayata Bağlanan Çizgiler
EKİM 2012 - XXI 12
güncel
Salt tarafından, Kalebodur desteği ve Tabanlıoğlu Mimarlık katkısıyla 21 Eylül 2012 - 6 Ocak 2013 tarihleri arasında düzenlenen Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi, 1946-1977 SERGİSİNİN KÜRATÖRLERİ PELİN DERVİŞ VE GÖKHAN KARAKUŞ'LA GÖRÜŞTÜK.
Türkiye'nin modernist küresel döneme eklemlendiği önemli yapılardan biri olan AKM'nin yapım sürecini, rol alan aktörleri ve üretimleri 1930'lardan itibaren inceleyen sergi, Türkiye’deki modernizmin ruhunu ve mekanlarını birçok farklı üretim alanı üzerinden inceliyor. Modernizm dönemi mimarlık ve tasarım arşivlerini kamusallaştırıp doğru ifade etmeye çabalayan sergiyle amaçlanan; avangart yaklaşımların olduğu bu dönem süresince konuyu çok farklı disiplinlerde açmak, okunur kılabilmek ve yansımalarını beklemek.
yanında Taksim Meydanı’yla birlikte o bölgenin daha geniş ölçekte, kentsel anlamda nasıl geliştiğini ortaya koymak serginin bir başka kanalı, siyasi boyut ve toplumsal yaşam ise bir diğer kanalı. Bir de tabi mimarinin kendisi var. Şimdi karşımızda duran binanın tarihsel süreci içinde, birçok farklı mimarın tasarımı mevcut, hatta hala müellifini bilmediğimiz tasarımlar da var. İlk başlarda çok geniş tuttuğumuz çerçeveyi daraltmaya ve bu konularda derinleştirmeye karar verdik. Dolayısıyla sergi, yapı ve aynı zamanda yapının bileşenlerine odaklanıyor denebilir.
Beste Sabır: Sergi modernizmi ve bu paralelde binanın geçirdiği farklı dönemleri öyküsel olarak ele alıyor. Türkiye'de şimdiye kadar bu ölçekte bir girişim olmadı. Bu dönemi belli bir kesit içinde anlatırken öncelikle neyi amaçladınız? Pelin Derviş: Aslında bahsedilen dönem çok uzun bir süreye yayılıyor. Binanın öyküsünün başladığı tarih olan 1939’dan 1977'ye kadar uzanan bir aralık içinde bu döneme bakıyoruz. Binanın parçalarına bakmak projenin sadece bir kısmı, bunun
Gökhan Karakuş: Tabii bizim için yapının fiziksel varlığı çok önemli bir parametre oldu. Binaya bakıp daha detaylı parçalar görmeye ve bu paralelde derinleşmeye başladık. Taksim Meydanı’ndan başladık, ardından cepheyi kimin yaptığını sorguladık, sonrasında cephenin yanındaki seramik duvara, içeri girip aydınlatma tasarımına doğru genişleyen bir süreçle devam ettik. bs: Araştırma süresinde yararlandığınız kaynaklar neler oldu?
gk: Tüm bu farklı disiplinler tarafından gerçekleştirilen üretimleri detaylı olarak inceledik. Bunu yaparken yararlandığımız yazılı kaynaklar ve çeşitli arşivlerin yanı sıra Hayati Bey’in arşivinden ve Bayındırlık Bakanlığı’nın 1977'deki yangın sonrasında çıkan büyük kataloğundan, ayrıca bunun öncesindeki inşaat süresinde ve açılışta hazırlanan ilk iki kitapçıktan yararlandık. Bu önemli kaynaklar olmadan projeyi tamamlayamazdık. Hayati Bey'in akademisyen bir mimar olması araştırmamıza çok şey kattı ve sonunda bu olayın kişisel boyutuyla da ilişki kurmaya başladık. Bu insanlar binanın yapım sürecinde birçok görev aldılar ama kimdi bu insanlar? “Sadi Diren, Belma Diren kim? Bu işleri neden ve nasıl yaptılar?” gibi soruların eşliğinde, yapıdan yola çıkarak hayata bağlanan çizgiler oluşturmaya çalıştık. pd: Bu sergi aslında 2007 yılının sonu 2008 yılı başlarında henüz SALT kurulma aşamasındayken başladığımız bir arşiv çalışması olan Türkiye Mimarlık ve Tasarım Arşivi'nin bir ürünü. Bu arşiv çalışması mimarlık ve
tasarıma, hatta sanatsal boyutlara bir arada bakmayı hedefliyordu. AKM de bir yapıya böyle çok boyutlu bakabilmek için çok elverişli bir bina. gk: Evet tamamıyla bir sanat eseri ve işte bu yüzden çok önemli. pd: Aynı zamanda iyi çalışan bir makine. Sahne planlaması, mekanik, aydınlatma, dolaşım gibi konular binanın tasarımında kullanılan ciddi metodolojilere işaret ediyor. Hayati Bey'in projenin içine dahil ettiği kişiler de bu işe aynı ciddiyette yaklaşmışlar. gk: Onların ciddiyeti bizi de etkiledi. Bilimsel olarak dikkatli bir şekilde konuyu araştırıp birleştirmeye çalıştık. Çünkü sadece öyküsel anlatımla aktarılacak gibi değildi, çok fazla detay vardı. Şu anda bina bilgilerinin büyük bir kısmı net olarak belgelendi ve açığa çıktı. pd: Tüm bu netliğe rağmen hala eksikleri var, bu süreçte yüksek sesle söylenmemiş projeler de görüyoruz. İstanbul Belediyesi içinde çalışılmış kimi projeler mevcut, Auguste Perret ile
karşı sayfada Hayati Tabanlıoğlu AKM eskizi (1956) bu sayfada altta: Sergi mekanından bir kare
altta solda: Sergide yer alan cephe röprodüksiyonu en altta: Sergide yer alan AKM maketi. Fotoğraflar: Mustafa Hazneci
güncel 13 XXI - ekİM 2012
SERGİ ÜZERİNE YORUMLAR Korhan Gümüş
belki daha fazla umut taşıyabilirdik, bu meselenin
Sergide AKM Projesi'nin safhalarına, içindeki
algılandığını düşünebilirdik.
deneyime baktığımda 1960'lı yıllarda kamu adına çalışan mimarların, mühendislerin, sanatçıların
Nevzat Sayın
nasıl rafine işler ortaya koyduğunu görüyorum. Bu
Sergi çok iyi yakalanmış bir kesiti sunuyor.
yapı önce entelektüel bir profesyonel deneyimin
Maketteyse, sadece yapının değil neredeyse bütün
bir kalıntısı. Bu günümüzdeki durumla hiç
bir dönemin kesitini görüyor, yapıya dair doğrudan
örtüşmüyor. Kamusal mimarlığın bugünkü
yada dolayımlı hemen her şeyi izleyebiliyoruz.
ortamda erozyona uğradığını düşünüyorum.
AKM binası ve Hayati Tabanlıoğlu’nun yanı sıra
Şu anda siyasetin sembolizmi bu kamusallığın
Aydın Boysan, Sadi Diren gibi önemli isimleri,
yerini almış durumda. Mimarlığın hazır, verili bir
alüminyumcular, aydınlatmacılar, mermerciler,
kamusal alanı da yok açıkçası. Hayati Tabanlıoğlu
seramikçiler gibi teknoloji ile zanaatı birleştiren ve
gibi insanların hayatlarını bir projeye adadıkları
işini çok iyi yapan kişi ve kurumları da tanıyoruz.
bir durum bugün mümkün mü? Bu rafine kamu
Mimarlığın sadece fiyakalı fotoğraflardan ibaret
mimarlığının bir örneği AKM idi; hiç şüphesiz
olmadığının görünür hale getirilmesi çok başarılı.
başka örnekler de vardı. Bu rafine durumdan geriye ne kaldı? Olsa olsa bu sergi gibi uğraşlar
Murat Tabanlıoğlu
kaldı. . Bu nedenle bu serginin de entelektüel bir
Sergi 1900'lerde yapılan Henri Prost'un planından
deneyim olarak bu kamusal mimarlık meselesini
bugüne kadar olan süreci anlatıyor, onun
tartışmamızı sağlayabileceğini düşünüyorum.
için çok iyi bir belgeleme çalışması olduğunu
Keşke Kültür Bakanı da bu serginin açılışına
düşünüyorum. Bu tip modernist yapılar içerisinde
katılsaydı. İstanbul Belediye Başkanı da. O zaman
belki bir pilot proje olacak.
EKİM 2012 - XXI 14
güncel
bu sayfada AKM'nin iç ve dış mekanlarından kareler. Fotoğraflar: Reha Günay
Rükneddin Güney ve Feridun Kip ikilisinin çalıştığı aralık biraz karışık. Ardından Paul Bonatz'ın eskizleri karşımıza çıktı ama o süreç de yarım kalmış gibi gözüküyor. Sonrasındaysa Hayati Tabanlıoğlu dönemi geliyor. bs: Aslında bu sürecin ve projenin üretim ilişkileri açısından çok katmanlı bir yapısı var. Seramik, alüminyum, cephe tasarımı, aydınlatma tasarımı gibi çok çeşitli üretimi içinde barındırıyor. pd: Evet aynı zamanda burada içine giremediğimiz ama arşivin kendi doğal süreci içinde açılacak olan objeler ve elemanlar da var, örneğin halılar, mobilyalar... gk: Aslında bu sergiyle insanların ziyaret edip bakmasını, öğrenmesini teşvik eden bir ortam yaratmaya çalıştık, o dönem içinde yapılan benzer binalara da bakılabilir. Temelde bu projeyle yaratmaya çalıştığımız bir arşiv çalışması. Bu paralelde genel bir tarihi de biraz yazmaya başladık ama tarih yazan insanları ve arkadaşların detaylı çalışmalarını bekliyoruz.
bs: Bu sergi ve dahilindeki arşiv çalışması bugünle de ilginç ve önemli bir ilişki kuruyor. Sizden bunu da öğrenmek istiyorum, güncel durumla kurmaya çalıştığınız ilişki nedir? pd: Bir şeye bakarken, değerlendirirken, karar verirken ne hakkında konuştuğumuza dair gerçekten yeterli bilgi sahibi olmamız lazım ki anlamlı bir fikir yürütebilelim. Burada Hayati Bey'in hayatını kaplayan 30 yıllık bir tasarım ve üretim süreci var, yangını ve sonrasını da düşününce bir insanın ömründe 30 yıl. Bu ne demektir, hangi koşullar içerisinde oluyor? Mesela 1960 darbesi oluyor ve inşaat üç yıl duruyor. O günkü ekonomik imkanları da düşünün, bu binayı yapabilme için bir direnç, inanç gerekiyordu. Karşımızda modernizmi hem bina hem de yaşam biçimi olarak çok iyi simgeleyen bir yapı var. gk: Biz de o tutku ve disiplini gün ışığına çıkarmaya çalıştık. pd: Sorunuza geri dönecek olursak bu halin günümüz mimarlık düşüncesine ve üretimine de ilham vermesini isteriz.
bs: Tüm bu arşivin sergiye dönüşme ve mekansallaşma süreci nasıl gerçekleşti? Sergide kullandığınız dil ve objelerden bahsedebilir misiniz? gk: İki kademeli bir süreçti. İlk olarak Hayati Tabanlıoğlu'nun arşivi, sonra da AKM üzerine bir arşiv çalışması yaptık. İkinci kademede yani sergi kısmında Murat Tabanlıoğlu ve ekibiyle birlikte çalıştık. pd: AKM ile yeniden bağ kurmayı biraz daha kolaylaştırmak için sergide bazı röprodüksiyonlar bulunuyor. Yapı yenileme süreci içinde Büyük Salon'a ait koltuklar da büyük ihtimalle yeniden üretilecek. Sergide bu koltukların ve pufların röprodüksiyonlarına yer verdik. Ayrıca sergi için mekandaki altıgen mobilyalardan ilhamla üretilen masalar bulunuyor. Sergide yer alan seramik pano Ayla Hanım'ın evinden sökülüp sergiye getirildi. Bu pano, AKM'de bugün gördüğümüz seramiklerin ilk numuneleri. Alüminyum cepheyi 1/5 ölçekli olarak canlandırdık. Bunlar
izleyicinin yapıyla temas kurmasını sağlayan unsurlar. Sadi Diren'i kulaklıkta dinlerken ilk seramikleri görüyorsunuz. Benzer şekilde Aydın Boysan konuşurken karşınızda cephe maketi var. Sergi süresince bir tür mekansal deneyim yaşatma isteğimiz vardı. Bu öyküsel arşivi mekansallaştırırken Tabanlıoğlu Mimarlık ekibiyle birlikte mekanı da bu paralelde kurguladık. bs: Araştırma sonucunda elde ettiğiniz kaynakları sergi dışında da paylaşıyor musunuz? gk: Sayısallaştırılan AKM ve Hayati Tabanlıoğlu arşivi zaten açılıyor. Bu süreçte incelediğimiz sanat, seramik, mimari, tiyatro, opera, bale tarihi gibi konular üzerine olan kitapları da SALT Araştırma'da sergiliyoruz. Ayrıca Auguste Perret ile başlayan, Güney ve Kip ikilisiyle devam eden, Bonatz, Hayati Tabanlıoğlu ve en son Tabanlıoğlu Mimarlık'ın yenileme projelerini kapsayan beş farklı tarih aralığında derlenen kitapçıklar da sergileniyor.
Doğal Çeşitlilik Ve Malzeme PULGÓN DISEÑO TARAFINDAN TASARLANAN İSPANYOL PAVYONU, MİMARİ TASARIM KONSEPTİ VE İÇ MEKANINDA YER ALAN SERGİYLE “EKOLOJİK ÇEŞİTLİLİK” TEMASINA ODAKLANIYOR.
EKİM 2012 - XXI 16
güncel
1960’dan beri her on yılda bir düzenlenen Uluslararası Bahçecilik Fuarı (World Horticultural Expo) bu yıl 5 Nisan - 7 Ekim tarihleri arasında Venlo'da gerçekleşiyor. Fuarda yer alan İspanyol Pavyonu, ulusal sınırlar içindeki üretim yöntemlerinin çeşitliliğine odaklanıyor. Mimari, iç mimari ve kurumsal kimlik tasarımı, görsel-işitsel ve multimedya projelerini Pulgón Diseño'nun gerçekleştirdiği pavyon, “doğal çeşitlilik” üzerine odaklanıyorken; organik ürün kullanımı, doğal zenginlik gibi konuların altını çiziyor.
Binanın yüzeyi, iç mekanda yer alan, doğal kaynaklara ve sürdürülebilirliğe göndermeler yapan sergiye süreklilik kazandırıyor. Meyve kutularından ve inşaat alanlarından elde edilen ahşap, kalas, tahrip olmuş kiriş gibi kullanılmayan malzemeler, binada taşıyıcı sistem, kaplama ve parke malzemesi olarak yeniden kullanılmış. Binada kullanılan diğer malzemelerse, fındık kabuğu ve yanmış ağaç gövdeleri gibi tarım ürünü kalıntıları. fotoğraflar: Patrick Sherlock
Tasarım ve Hız LONDRA GREENWICH'TE KONUMLANAN VE İÇİNDE BİR DE PERFORMANS MEKANI BULUNDURAN GEÇİCİ KAFE, İNGİLİZ TASARIMCI VE SANATÇI MORAG MYERSCOUGH TARAFINDAN TASARLANMIŞ.
EKİM 2012 - XXI 18
güncel
Tasarım ve hızın başarısına odaklanan The Movement Café'nin uygulama süreci 16 gün içinde gerçekleşmiş. Altı ay süreyle işletilecek olan geçici kafe, bulunduğu parselde yol sevyesinin iki metre altına inen bir amfitiyatro şeklinde konumlanıyor. Proje, bir çeşit kamusal sanat projesinin sonucu olarak Myerscough ve şair Lemn Sissay işbirliği sonucu ortaya çıkmış. Sissay, yazdığı şiirleri ve sözleri ahşap levhalar üzerine boyayarak bunları, renkli ve geometrik desenlerin olduğu binanın yapısal sistemiyle bir bütün halinde
ilişkilendirmiş. Sissay'ın şiirleri ve sözleri mekandaki tahtalar üzerine günlük olarak yazılacak. Dışarıdaki oturma alanları, ziyaretçilere korunaklı, sakin bir soluklanma mekanı yaratırken kafe aynı zamanda şiir okuma ve müzik performansları gibi çeşitli aktivitelere de ev sahipliği yapıyor. Tüm mobilyalar Morag Myerscough ve Luke Morgan tarafından tasarlanmış ve minderler ise uçurtma kumaşı kullanılarak el yapımı olarak üretilmiş.
İletişim Mekanı DENİZBANK'IN SKM PROJECTS+ TARAFINDAN TASARLANAN YENİ ŞUBESİ, TARIM+ KONSEPTİYLE ÖNE ÇIKIYOR. “Artı Hizmetler” anlayışıyla tasarlanan şubenin konsept tasarımı, uygulama, kurumsal kimlik tasarımı, danışmanlık ve teknik destek olarak tüm artı hizmetleri bir bütün şekilde gerçekleştirilmiş. Denizbank'ın tarım yatırımcısına ve çiftçiye verdiği desteği bir adım öne taşıyan proje başlangıcında, firmanın SKM Projects+'dan öncelikli isteği; yatırımcılarla ve çiftçilerle rahat iletişim kurabilen ve tüm özel ürünlerin sunulabileceği bir mekan tasarımı olmuş.
EKİM 2012 - XXI 20
güncel
Bankalarda genelde görülen keskin hatlar yerine mekanda yumuşak formlar, sıcak renkler ve özgün ikonlar kullanılarak samimi bir tasarım kurgulanmış. Dekorasyonda yer alan hayvan modelleriyle şubeye girenlerin ilk anda vezne, kasa gibi ticari
vurgular değil de; inek, horoz gibi tarımın, hayvancılığın içinde olan objeler görmeleri sağlanmış. Konsepte oturtulan kaptan köşküyle, sektörde çiftçinin dümende olduğu sembolize edilmiş. Böylelikle bankanın, ihtiyaç duyduğu anda ve istediği şekilde çiftçinin yanında olduğu anlatılmış. İç mekanda tercih edilen yuvarlak detaylarla; samimiyet ve birliktelik vurgulanmış. Bu detay, dış cephede transparan ve irrasyonel formlu ferrari tel örgü kullanımıyla devam etmiş. Transparan malzeme seçimiyle amaçlanan da yine; şeffaflığı, güvenilirliği, sıcaklığı ve samimiyeti ortaya koymak olmuş. Renk seçimindeyse bankanın ilgilendiği alanlar olan; tarım, süt ve hayvancılıktan yola çıkılarak beyaz, sarı ve yeşil gibi renkler kullanılmış.
'Lobi Yapmak' 1925 YILINDA İLK GÖSTERİMİNİ YAPAN SİNEMA SALONU STUDIO DES URSULINES'İN YENİLEME PROJESİ PARALELİNDE TASARLANAN ÇOK AMAÇLI MOBİLYA LOBİ MEKANINA VURGU YAPIYOR. Paris'te bulunan sinema salonu Studio des Ursulines'in içinde ayrıca küçük bir tiyatro salonu yer alıyor. Salonun yenileme projesi dahilinde lobiye vurgu yapılarak varolan alan, küçük olmasına rağmen toplanma, kutlama gibi etkinliklerin ve bilet satışlarının gerçekleşebileceği ve her yaş grubunun kullanabileceği bir mekan haline getirmek hedeflenmiş.
EKİM 2012 - XXI 22
güncel
Tasarım ekibinin amacı mekandaki tüm işlev alanlarını merkezi bir alanda yeniden gruplandırarak konumlandırmak ve dolayısıyla geri kalan alanı özgürleştirirken lobide periferik bir alan yaratmak olmuş. Mekanın odak noktasında konumlanan mobilya, raylar üzerinde kayıp katlanarak çeşitli kullanımlara imkan sunuyor. Kapalıyken bir tezgah-satış alanı gibi, alt kısım açıkken ise çocuklar için oturma alanı olarak kullanılabiliyor. Yan duvarların da yardımıyla depolama, kitaplık, kontrol odasına ulaşım gibi işlevler gerçekleşiyor.
Mobilyanın dinamik kullanımı, yetişkin ve çocuk kullanıcıların kendi istekleri doğrultusunda ürünü modifiye etmesine izin veriyor. Hareketli kutular açılıp nişleri ortaya çıkarıyor ve böylelikle ürün görüntüleme, depolama gibi ihtiyaçlar için kullanılabiliyor. Siyah renkli bitirme elemanları basit ve kontrast yapısıyla, pirinçten yapılmış raylı taban alanı üzerinde kayabiliyor. Sadece soyut ve eğlenceli olan bu ilginç hacmi ön plana çıkarmak için telefon, kayıt aleti, yazıcı gibi tüm donanımlar tasarımın içine gizlenmiş. Sürekli bir hareketin olduğu lobi, mekansal olarak bir sanat evi ve sinemanın gerektirdiği çeşitli ihtiyaçları karşılamayı amaçlıyor. fotoğraflar: Stéphane Chalmeau mimari tasarım: H2O Architectes müşteri: Studio des Ursulines tasarım ekibi: H2O Architectes proje alanı: Lobi; 40 m2, Sinema; 140 m2 bitiş tarihi: Ekim 2011 konum: Paris
Sapkın Tasarım Sözlükçesi Sapkın Tasarım Sözlükçesi’nin maddeleri, hakim tasarım söyleminin dolaşımdaki öğelerine yönelik bir rahatsızlıktan, giderek bir gıcıklıktan doğdu. Tasarım eğitiminde ve popüler tasarım yazınında karşımıza çıkan terim ve tanımlar tasarımın ‘öz’üne mutlak bir biçimde tekabül eden, değişmez, dönüşmez olgularmış gibi kavranıyor sıklıkla. Muhtemelen bu kavrayışın ardında, teknik terminolojinin nesnelliği iddiası, tasarıma dair kavramların tarihsizleştirilmesi, nesne üretimi ve tüketiminin sonu gelmez akışında tasarım söyleminin kendine tutunacak kimi sabitler araması, camianın eleştirellikten çekinmesi ve sair sebepler var.
Sanki karşımızda pek çok elin ve makinenin pek çok parçayı birleştirdiği ve vücuda getirdiği insan yapısı bir ürün yoktur da İsa’nın gömleğinin dikişsiz olması gibi, bir bütün halinde, bölünmez, parçalanmaz, dolayısıyla dünyevi olmaktan ziyade mükemmel ideaların alanına ait, uhrevi bir form vardır. Apple, nicedir Macbook’lara CD takmak isteyenleri müthiş bir gize davet ediyor, makinenin içini istemeden teşhir eden bir kızak kullanmak yerine. Son ürünlerinin sağlamlığını ve mükemmelliğini de kasanın tek parça aluminyum levhadan üretilmesine bağlıyor. Hadi, kalıp izinin zımparalanmasını garipsemedik, ya vidaların ortadan kaybolmasına ne buyurulur? Vida varsa, tornavida da var; tornavida varsa, onu sıkan bir el de hayal edilebilir. Ne ki, sıkı geçme varsa, üretim yok! h
Neyse ne: Belli ki ortalığı biraz karıştırmakta fayda var.
sapkın tasarım sözlükçesİ
Sözlükçe’nin amacı, bu tanımların yerine yeni hegemonik tarifler koymak değil elbet. Sümme haşa! Burası, hınzır çağrışımlarla, bahsi geçen özcülüğün altını oymanın mecrası, sadece. Yamuk bakarak, ironiyi devreye sokarak, tuhaflıklara işaret ederek, çoğunlukla da terimin doğrudan işaret ettiğini değil, çevresindeki anlam alanını tarayarak yazılan bu maddeler, bir hariçten gazelcinin tasarıma dair hezeyanları olarak okunabilir. Ciddiye alınmalarına katiyen gerek yoktur. Kapsayıcı, sistematik ve düzenli olmaktan uzaktırlar. Bir araya gelseler süpermarket raflarına değil çıfıt çarşısına, modern bir müzeye değil nadire kabinesine benzerler herhalde. Bundan sonraki her sayıda sözlükçenin birkaç maddesi yer alacak. Tahmin edilebileceği gibi, alfabetik sırayla değil. Ve kimi zaman tekrarlarla, kimi zaman birbirleriyle diyaloğa girerek, kimi zaman birbirlerini çürüterek. Sözlükçe’nin muhtevası, farklı zamanlarda, biri birine benzemez halet-i ruhiye içinde, ama çoğunlukla tasarım alemine şaşarak ve -dedim ya- gıcık olarak yazılmış fragmanlar. ü
EKİM 2012 - XXI 24
ürün anlambilimi
Osman Şişman
Hannah Arendt’in tespitiydi herhalde: İşçi sınıfının ve üretimin görünmez kılınması, toplumun da (yahut sistemin de) onların içinde bulunduğu koşullardan utanmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Tasarlanıp pazara ve kullanıcıya sunulmuş ürünlerin üzerinde ve sunuluş biçiminde, onların üretilmiş olduklarına dair işaret aramak beyhude. Bilakis, sanki kadiri mutlak bir güç (üretim kompleksinin dilimize tercüme edilemeyen karmaşıklıktaki kudreti) ‘ol’ buyurmuş, o güzel nesneler de öylece oluvermişler gibi. Sunum mevzuunu çoktandır biliyoruz: Reklamlarda tasvir edildikleri haliyle tüm nesneler, kullanıcısının hayatını sonsuza dek dönüştürecek, kendilerine içkin sonsuz bir gençliği, yıpranmazlığı onlara hediye edecek şeyler olarak görünüyor. Reklam görüntülerinin de ötesi var elbet: Reklamı geçtik, paketi açtık, nesnenin kendisinde de takip edebiliyoruz aynı hali. Roland Barthes’in Çağdaş Söylenler’indeki kısa fakat zihin açıcı metnine göre, Citroen DS’in tanrıçalaştırılması, mitleştirilmesi sürecine en önemli katkıyı, arabanın görüntüsünde üretimle ilgili detayların en aza indirilmiş olması sağlar.
herkes için tasarım
MoMA’nın tasarım küratörlerinden Antonelli, Polyanna’yla konuşmuş, haberler iyiymiş: Hızlı prototipleme ve üç boyutlu çıktı cihazları tasarımcı ve mimarların yaratıcılık sınırlarını genişletmekle kalmıyor, aynı zamanda sokaktaki adama da kullanacağı nesneyi tasarlama imkanı veriyormuş. Standartlaştırılmış üretim prosedürlerinin kısıtından sıyrılan tasarımcı neredeyse zanaat üretim yöntemlerinin, atalarına sağladığı naif özgürlüğe erişebiliyor, organik ideale koşar adım yaklaşma imkanını yakalıyormuş. Post-fordist bilişim ve üretim teknolojileri demokratikleşmeden evvelki karanlık çağda kendi yerine biçimsel kararlar alan tasarımcının otoritesinden kurtulan sıradan kullanıcı da kendi nesnesinin rengini, biçimini, parçalarını görsel bir arayüz marifetiyle belirleyip ürettirebiliyormuş. Böylece uzmanlık oligarşisinin yerini tasarım demokrasisi alıyormuş. Halbuki -tasarımcılar, mühendisler ve cümle işçi dahil- herkesin malumu: Tasarımın gerçekleştirildiği görsel arayüzler, üretime dair pek çok ayrıntıyı görünmez ve önemsiz kılar. Makinenin ve malzemenin hasbıhalinden ve müzakeresinden doğan gerekliliklerin pek çoğu, sanal ortamın maddi koşullardan münezzeh vakumu içinde, mükemmelleşmiş ama üretilemez formların aleminde susturulur. Bu yüzden tasarım öğrencileri proje sunumlarında üretilebilirliğe ilişkin yıkıcı eleştirilere maruz kalırlar; bu yüzden tasarımcılar mühendislerle geçinemezler; bu yüzden sıradan kullanıcılar sıradan ürünlerinin vasat koşullarda hayli kırılgan bir biçimde üretildiğinden bihaberdirler. Tasarım mesleğinin istikbali de bu örtme eyleminin sürdürülmesine bağlıdır, aslında.
Özgün Bir Teşhir A24 DESIGN STUDIO, STEPEVI FİRMASI İÇİN TASARLADIĞI STAND TASARIMIYLA EXHIBITOR MAGAZINE'İN DÜZENLEDİĞİ 26. STAND TASARIM ÖDÜLLERİ YARIŞMASI'NDA “GÜMÜŞ ÖDÜL” KAZANDI. Stepevi firmasının katıldığı, Paris'te gerçekleşen Maison&Objet 2011 fuarı için A24 Design Studio tarafından tasarlanan ve “Yarımada Standlar” kategorisinde gümüş ödül alan stand tasarımı projesi, Exhibitor Magazine’in Mayıs 2012 sayısında yer aldı.
EKİM 2012 - XXI 26
güncel
Stepevi Halı standı, geçici bir fuar standından öte, müşteri kitlesinin kendisini evinde hissedeceği, zarif, lüks bir showroom teması yaratmaya odaklanıyor. Kullanılan doğal ahşap kaplama mobilyalar, cam ve paslanmaz çelik aksesuarlar, detaylara gösterilen özenle, standı ziyaret eden müşterilerin siparişlerini verirken dinlendikleri ve içecek-yiyeceklerle ağırlandıkları geniş, rahat bir sedir gibi
detaylarla lüks konfor teması vurgulanmış. Yeni Stepevi halı modelinin lansmanı için yaratılan vitrin bölümünün yer ve duvarları ise, beton görünümlü olarak oluşturulurken, halının kendi içindeki desenler kabartma olarak duvara uygulanmış. Koyu meşe ve paslanmaz çelikle çevrelenmiş halı numuneleri, beyaz spot ışıklarıyla aydınlatılarak lazer kesimli paslanmaz çelik desenlerle süslenmiş. Cam bölmelerse ziyaretçi ağırlama ve proje, toplantı alanlarını görüşü bölmeden ve geniş alan hissini yok etmeden ayırıyor. Bu alanlarda kullanılan koyu meşe numune çekmeceler ve duvar boyunca yer alan kayar teşhir üniteleriyle satış ekibinin işi kolaylaştırılmaya çalışılmış.
Kişiye Özel
EKİM 2012 - XXI 28
güncel
TEKNE TASARIMININ DA TIPKI EV GİBİ KİŞİSELLEŞMİŞ BİR ALAN OLDUĞUNU VURGULAYAN TASARIMCI CAN YALMAN'LA NUMARINE İÇİN YAPTIĞI SON TEKNE TASARIMI ÜZERİNE GÖRÜŞTÜK.
beste sabır: Yeni tasarımınızın daha önceki tekne tasarımı çalışmalarınızdan farklılaşan özellikleri neler? Ne gibi modifikasyonlar yaptınız? can yalman: Numarine ile beraber 10 seneden fazladır tekne tasarlıyoruz. Bu zaman zarfında tasarım, teknik ve üretim olarak kendimizi geliştirmekle beraber tekneyi daha iyi öğrendik ve müşteriyi tanıdık. Numarine tarzında tekne üreten büyük firmalara baktığınızda hepsinin kendine has birtakım detayları, nuansları olduğunu görebilirsiniz. Oranlar markalardan markalara değişirken bazıları daha yayvan, bazıları daha dinamik, bazıları ise daha elegan bir duruşa sahip olabiliyor. Özellikle teknede yan camlar markanın kimliğinin de belirleyi bir unsurudur, aynı otomobillerde ön ızgara veya farlarda olduğu gibi. Numarine teknelerini yaratırken markanın kimliğini yansıtan ve
bilinirliliğini arttırmasını sağlayacak unsurları yakalamaya çalıştık. İlk teknemiz 52 Open’da arkaya doğru yükselen sonra birden öne doğru yön değiştiren son derece dinamik bir roll bar tasarımı yaptık. Bu daha sonra 55 Fly, 78 Fly ve 102 RPH modellerine uygulanarak markanın önemli tasarım detaylarından biri oldu. Zengin ve keşfe açık inanılmaz bir hazine olan doğadan ilham almayı seviyoruz. Otomobil pazarına da baktığınızda sürat, dinamizm kavramları jaguar gibi vahşi kediler, boğalar, kuşlar, timsahlar gibi bir çok hayvanla form bulabilmakte. Biz de zaman içinde yaşamış farklı deniz canlılarından yola çıkarak HardTop serisini tasarladık. Keskin hatların, kompleks yüzeylerin, kaslı bir yapının, dengeli ve harmonik çizgilerin kompozisyonu olarak kimliğini ortaya çıkaran bir tasarım olan 78 bu serinin ilk
örneği. Bu vahşiliğin yanında son derece konforlu, içeriden 360 derece görüş, farklı yaşam alanları sunan ve gerçek sportif sürüş zevki veren, 78 modelinin çizgisini, bir küçük boyu olan 68 HardTop modeline kayıpsız taşıyabildik. Artık yan güvertede gövde renkli fiber bir vardevela ve yarattığı boşluk Numarine HardTop serisinin imzasının bir parçası oldu. Serinin vahşi karakteri daha belirgin bir şekilde en büyük boylu 105 Hard top modeline de aktarıldı. bs: İşverenin sizden öncelikli olarak istediği ihtiyaçlar ve ürün özellikleri neler oldu? cy: Tekne kullanıcılarını genellemek çok zor bir kavram. Her insanın yaşam tarzında ufakta olsa farklılıklar vardır ve bunlar tekne söz konusu olduğunda büyük ayrılıklara sebep olabiliyor. Tekneyi aslında ev gibi düşünürsek, kaçımızın evleri benzeşir ki? Evet herkesin mutfağı
vardır ama bazıları açık mutfak tercih eder, bazıları dolaba önem verir, bazıları ise hiç kullanmaz. İnsanların tüm ihtiyaçlarına cevap verebilecek, esnek tasarımlar yapmamız gerekiyor. Tekne keyif objesi olduğundan ve paylaşılarak kullanıldığından, mümkün olduğunca geniş ve farklı konumlarda olan salon, ön ve arka güverte mekanları sunmaya çalışıyoruz. İsteğe veya güneşin konumuna göre seçim zenginliği sunmak ve özellikle küçük yatlarda ferah ortamlar sağlamak bizim için önemli. bs: Tasarım süreci nasıl ilerledi ve ana belirleyici kriterler neler oldu? cy: Tasarım öncesinde; müşteri istekleri, teknolojik gelişmeler, fuar, pazar verileri ve ihtiyaçlara göre boyut, kabin sayısı, performans kriterleri belirleniyor. Tasarım olarak yerleşim ve karina ile başlıyoruz. Teknede her santimetrekarenin altın değerinde
güncel 29 XXI - ekİM 2012
olduğunu düşünürsek bu aşamada çok derin bir çalışma ile alternatifler değerlendiriliyor. Aynı zamanda genel konsept profil tasarımları ortaya çıkarıyoruz. Performans kriterlerine göre karina yüzeyleri oluşuyor ve üç boyutlu tasarıma geçiyoruz. Tüm iç ve dış detaylandırma bittiğinde yüzeylerin cnc makinası ile modellenmesi ve kalıp aşamaları başlıyor. Tasarımda Numarine ekibinin dışında Tomasso Spadolini ve Umberto Tagliovini ile beraber çalışıyoruz. Genel yerleşim planı üstünde Tomasso, hidrodinamik karina tasarımlarını Unberto, mekanik strüktürel analiz kısmını ise Numarine ekibi ve HighModulus firması ile çalışıyoruz. bs: Üretim süreci nasıl gelişti? cy: Tasarım aşamalarında arada belli olmayan veya riskli görünen noktalarda
bire bir maketler yapıyoruz. Daha sonra kalıplama öncesi yüzey kontrolü ve birleşme detaylarının çözümü açısından 1/10 köpükten modellemeler yapılıyor. Ayrıca henüz üretilmemiş tekneleri müşteriye gösterebilmek için gerçek üç boyutlu modellerden 1/20 fuar modelleri hazırlanıyor. bs: İç mekan, mobilya tasarımı ve malzeme seçiminden bahsedebilir misiniz? cy: Mümkün olduğunca standart mobilyalar kullanmaya çalışıyoruz. İç dekorasyon çalışmalarında danışmanlık aldığımız Lale Kısagün, müşterilerle malzeme, doku, kumaş, renk gibi konularda görüştükten sonra mobilyalar özel olarak tasarlanıyor. Tüm bayilerimiz için hazırladığımız malzeme kitleri sayesinde isteğe göre modern, yalın, doğal veya klasik tarzlarda seçim yapılabiliyor.
Ambalaj ve Tasarım THE DIELINE VE INWORK, 2012 YILININ AMBALAJ TASARIM ÖDÜLLERİNİ YARATICILIK, PAZARLANABİLİRLİK VE YENİLİK GİBİ NOKTALAR PARALELİNDE SAHİPLERİNE VERDİ. Ambalaj tasarımı üzerine odaklanan yayın The Dieline tarafından düzenlenen The Dieline Ambalaj Tasarım Ödülleri 2012, tasarım danışmanlık firması Inwork işbirliği ile gerçekleşti. Yarışmada yemek, içecek, sağlık, ev ürünleri, bahçe ürünleri, kitap, elektronik aletler, alkollü içecekler, şarap ve şampanya gibi 12 farklı kategoride 38 projeye ödül verilirken göz önünde bulundurulan ana kriterler yaratıcılık, pazarlanabilirlik, yenilik gibi noktalar olmuş. Kazanan projelerin tamamı için the dieline'in web sitesini ziyaret edebilirsiniz: www.thedieline.com/blog/2012/6/25/ the-dieline-awards-2012-winners.html
yemek kategorisi, eco&sustaınable thaı pomelo, yod corporatıon/tayland
yemek kategorisi, plum organıcs just fruıts, nest collectıve/usa
içecek kategorisi, 82Go/usa
güncel
güzellik&sağlık kategorisi, help remedıes redesıgn, pearlfısher/usa
EKİM 2012 - XXI 30
alkollü içecek kategorisi, sımon walker / usa
alkolsüz içecekler kategorisi, tea bar packaging, prouddesıgn/hollanda
alkollü içecek kategorisi, smırnoff caıpıroska, jwt/brezılya
yemek kategorisi, the food doctor, pearlfısher/ingiltere
Venedik Mimarlık Bienali’nin bu yılki küratörü David Chipperfield’ın belirlediği tema Ortak Zemin. 29 Ağustos – 25 Kasım tarihleri arasında açık olan bienalde temanın kendisi ilk anda kapsayıcılığı ve uzlaşmayı çağrıştırsa da mimarlık bağlamında bu kavramların okunma biçimleri çok fazla çeşitlilik gösteriyor. Hem katılımcıların temayı farklı okumaları hem de sergiyi gezenlerin çeşitli yorumlamaları nedeniyle bienal üzerine yazılıp çizilenler arasında bir ortak zemin bulmak neredeyse olanaksız. Biz de bu çeşitlemeye yenilerini davet etmek istedik. Korhan Gümüş, temanın modernizmle ilişkisini ve kente yansımalarını, Nilüfer Kozikoğlu ortak zeminde buluşma yöntemlerinden biri olarak kopyalama kültürünün bienalde nasıl işlendiğini, Görkem Volkan ise ortak zemin temasının bütün-parça ilişkisindeki olası farklı yorumlarını aktarıyor. Tüm bunlara ek olarak da Wolf Prix’nin bienalin açılışını takiben kaleme aldığı zehir zemberek eleştirisi ile Chipperfield’ın ona yanıtını yayınlıyoruz. Her ne kadar ardından yapılan tartışmalar ortak zeminde buluşamamış olsa da bienalin, sırf bu kadar çok soruyu gündeme getirmiş olması bile önemli. Hazırlayan: Hülya Ertaş
foto: Giulio Squillacciotti
EKİM 2012 - XXI 34
venedİk MİMARLIK BİENALİ
Ortak Zemin: Kime Göre?
ÖZNELLİKLERİ DIŞLAYAN DEĞİL, İÇEREN BİR "ORTAK ZEMİN" Korhan Gümüş
venedİk MİMARLIK BİENALİ
Geçtiğimiz İstanbul Bienali’ni değerlendiren üst düzey bir yerel yöneticinin sözleri hiç aklımdan çıkmıyor: "Neden Bienal’e hep yabancı küratörler buluyorlar? Yabancı küratörler bizim halkla çok alakasız işler yapıyorlar." Bu sözler insanın aklına ister istemez küratörün Türk olmasından öte şeyler getiriyor. Örneğin kent yönetimi tarafından seçilen ve kendisine gene yöneticiler tarafından "İstanbul’un Fethi, Türklerin Görkemli Sanatı, Türklerin İslam’a Katkıları" gibi temalar sipariş edilen küratörler.
Herkesin kafa salladığı, yani itirazın olmadığı bir ortamda bu yerel yöneticinin sözlerine ben şöyle bir tepki gösterdim: "Daha iyisini yapın. İstanbullular halkla daha iyi bir iletişim kuran etkinlik nasıl olurmuş bir görsünler. Bienal’den kırk misli bütçesi olan ve İstanbul halkının kaynaklarını kullanan Kültür A.Ş. de başka bir alanda bir etkinlik düzenlesin, görelim. Ama bu şehirdeki en önemli sanat etkinliği olan İstanbul Bienali’ni beğenmiyorsanız, onu çeşitli bahanelerle yok etmeye gayret etmeyin." Bu çıkışımın salonda soğuk bir hava estirdiğini fark ettim. Çünkü siyasetçinin söylediklerine katılmak için söz almayı bekleyen ve "sivil toplum" temsilcileri olarak belediye ile işleri olan bir çevrenin bu sözlerden rahatsız olmaması mümkün değildi. Madem bu sözlerle bir kere tepkileri üzerime çekmeyi göze aldım. Şöyle devam ettim: "Ama önce iki şeyi ayırt etmeyi deneyelim. İstanbul Bienali, destekçilerinin, özel kuruluşların bütçesi ile yapılıyor. İsterlerse paralarını çarçur edip, dünyanın en berbat sanat etkinliğini düzenleyebilirler. Bu onların bileceği iş. Ama kent yönetiminin bizim kaynaklarımızı çarçur etmeye hakkı yok." Bu sözlerden sonra artık kimse söz almadı, beklediğim gibi bir tartışma falan da çıkmadı. Konu kapatıldı. Malumunuz Venedik Bienali bir vakıf tarafından yönetiliyor. Ama bu vakıf bildiğimiz özel vakıflar gibi değil. Biraz İKSV’nin de kuruluşunda olduğu gibi karma bir yapı var. Ama Beyoğlu’ndan küçük bu kentin bienalinin vakfı uluslararası bir boyutta. Bu vakfın yönetiminde uluslararası şirketleri yöneten ailelerin temsilcileri ve politikacılar da var. Venedik Belediye Başkanı ise vakfın başında. Böyle bir durumda İstanbul’un yöneticilerinin hemen neyi empoze edeceklerini adım gibi biliyorum: "İtalyan küratör mü yok? Neden her seferinde ya bir İngiliz’i, ya bir Japon’u, ya da bir Yahudi’yi seçiyorsunuz?" Bununla kalsalar iyi. Arkasından ne söyleyeceklerini de adım gibi biliyorum: "Venedik’i dünyaya tanıtacak işler yapmak yerine neden bu sorgulayıcı işleri yapıyorsunuz?" 10. Venedik Bienali Mimarlık Uluslararası Sergisi’nde İstanbul’un başına gelenleri hatırlıyorum. Ricky Burdett’in küratörlüğünü üstlendiği bienale seçilen kentlerden
35 XXI - ekİm 2012
Demek ki sorun küratörlerin Türk olması değil, ki geçmişte de oldu, gelecekte de olacak. Bu sözler başka bir niyeti ele veriyor. Türk olmakla kastedilen aslında küratörlerin ve sanatçıların özgür olmaması, siyasetçilerin, yöneticilerin patronajında olması. Siyasetçiler halkı temsil ettiklerine inandıkları için hiç düşünmeden düşünce üretimi ile ilgili faaliyetleri belirleyebileceklerini zannediyorlar. Sanki bir tür fare kapanından söz ediyorlar, içine peynir koydukları. Bu sözleri söylerken şöyle düşünüyor olmalılar: "Yeter ki sanatçılar, mimarlar bu kapana bir girsinler. O zaman nasıl olsa ben istediğimi yaptırırım."
urban-thınk tank, justın mcguırk ve ıwan baan’ın torre davıd yerleştirmesi; foto: francesco gallı
biri de İstanbul’du. Kentlerin durumu ve sorunları ile ilgili Arsenale’deki büyük sergide İstanbul’a da hatırı sayılır bir yer ayrılmıştı. Bienal yöneticileri ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi arasında bir mutabakat sağlandı. İstanbul sergisi kentin geçirdiği dönüşümü, bugün karşı karşıya olduğu sorunları çözmek için ortaya konan fikirleri ve kamusal projeleri ele alacaktı. Belediye yöneticilerinin yaptığı ilk iş bu ilişkiyi onlara taşıyan mimarları ve araştırmacıları devre dışı bırakmak oldu. Devasa bütçelerle ve geniş bir ekiple İstanbul Metropoliten Planlama Ofisi’nde bir çalışma başlatıldı. Ellerinde dosyalarla kapıda karşılaştığımız bürokratlar bize hava atar gibi Venedik Bienali’ne hazırlandıklarını dile getiriyorlardı. Ama zahmet edip de toplantılara kimseyi çağırmadılar. Bienalin açılmasına bir hafta kala acı gerçek ortaya çıktı. Bu çok değerli alan için tanıtım fuarlarındaki stantlara dünyanın parasını döken kent yönetiminden para falan da istenmediği için olacak, sorumlular söz verdikleri halde, sergiyi göndermeyi unuttular. Doğrusu bu geçen sürede ne yaptıklarını da çok merak ettim. Meğerse bu geçen sürede Bienal yönetimi ile bir ilişki bile kurulmamış. Küratör, gönderdiğimiz bir kaç resimle sergiyi kendisi düzenlenmek zorunda kaldı. Bienal kataloğuna da apar topar gönderdiğimiz bir yazı kondu. Yapılan görüşmede Kadir Topbaş, Richard Senett, Joan Clos, Ricky Burdett ve Venedik Belediye Başkanı’nın olduğu ilk oturuma katılmayı kabul etmişti. Sözler verildiği ile kaldı. Ne kendisi geldi ne de gelemeyeceğini bildirdi. İsmi yazılı olduğu halde yeri masada boş kaldı ve yerine de kimse gelmedi. Daha sonra bir fırsatını bulup neden katılamadığını sorduğumda, unutulduğunu söyledi ve "Onları hemen İstanbul’a çağıralım." dedi. Oysa sergiye katılan diğer kent yönetimleri çalışmayı bağımsız küratörlere ve araştırmacılara emanet etmişlerdi. Ortaya olağanüstü bir sergi çıkmıştı. İstanbul’un sergilendiği bölümün önünden geçerken ne yaptığımı lütfen bana sormayın.
norman foster tasarımı gateway yerleştirmesi; foto: francesco gallı
EKİM 2012 - XXI 36
venedİk MİMARLIK BİENALİ
"ORTAK ZEMİN"DE KARŞILAŞMALAR David Chipperfield’in küratörlüğünü yaptığı 13. Bienal’in izleme fırsatı bulduğum geçmişteki birkaçı kadar gözümü kamaştırmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Ancak yine de çok kapsamlı ve yankıları olacak bir iş var karşımızda. Hangisi daha doğru bilmiyorum: "Elitist ütopyalar ve yıldız mimarların gösterişli projeleri yerine mimarlığın insanlık kültürüne katkılarının ne olabileceğini sergilemeyi amaçlayan*" bienalin zaten göz kamaştırmak gibi bir niyetinin olmadığı varsayılabilir. Ancak bienalden yeterince uğraşılmadan sonuca doğru yönlendirilmiş ve katılımcılarla güçlü bir zihinsel iletişim kurulmamış bir sergiler bütünü izlenimi edindim. Temanın yeterince elden geçirilmemiş olduğu izleniminin nedeni belki açık uçlu bir sürecin tercih edilmesi olabilir. Ancak sonuçta hayal kırıklığına uğradığımı ve "Ortak Zemin" temasının beni heyecanlandırmadığını söyleyemem. Özellikle sergileri izledikten sonra geçen sürede bende uyandırdığı izlenimler ve kafamda yarattığı sorular açısından. Hem tarih ve hafızayla olan ilişkiler, hem topluluklarla iletişim, hem iktidar ve çıkarlar karşısında savunulması gereken ortak özgürlükler alanı, hem disipliner, siyasal ve sembolik fragmantasyona, ayrışmaya karşı daha ilişkisel bir zihinsel uğraş alanı, düşünce yapısı… gibi birçok açıdan yaklaşılabilir. Bu açıdan tek yönlü, didaktik, küratörün dayattığı bir anlamın ötesinde, her katılımcı ve izleyici için farklı göndergelere sahip olması amaçlanmış olmalı. Diğer taraftan mimarlığın tarih, coğrafya ve hafızayla kurulan biçimsel bir ilişki olarak algılanmadığını, "Ortak Zemin" in başka bir yerde arandığını söylemek bile gereksiz. Ben de bunu yorumlamaya çalışacağım. Her zaman olduğu gibi "ulusal" pavyonların yer aldığı Giardini’de de olağanüstü ilginç işler var. Yalnızca bu alandaki sergiler bile, Ömer Kanıpak’ın söylediği gibi "Mimarlık Olimpiyatları" nitelemesini hak ediyor **. Pavyonların geçen yüzyıl başındaki bir dünya fuarı alanı niteliğindeki görünümü sanki daha baştan kendi kendilerini paranteze almayı gerektirecek paradoksal bir durum yaratıyor. Yerel tasarım standartlarının sergilendiği pavyonlar yanında bu yüzden olsa gerek, her bienalde burada kamusal düzeni, politikaları sorgulayan işler de yer alıyor. Nereye getireceğimi tahmin ettiniz: Bu defa da gezerken "Türkiye burada yer alsaydı, acaba neler olurdu?" diye içimden geçirdim. Örneğin çalışmanın bağımsız kişilere ve kurumlara delege edilmesi ile Japon, Alman, Rus, İtalyan, İngiliz pavyonlarındaki gibi uğraşılmış, yaratıcı işler mi ortaya çıkardı? Yoksa Fransa, Yunanistan, Romanya, İsrail pavyonlarındaki gibi sağlam konseptleri olan nispeten daha basit işler mi olurdu? Yoksa bürokratların tercihi ile gerçekleştirilen Mısır pavyonundaki sergi gibi aykırı bir "vaka" olarak mı kalırdı? Bu soruya cevap veremedim. Çünkü bunların her biri olabilirdi. Ama gene de insan sormadan edemiyor: Görkemli bir tarihle övünmenin, emlak fuarındaki gibi projeleri pazarlamanın ya da kent yönetimlerinin her sorunu çözdüğü gibi icraatları sergilemenin -çok şükür- bu entelektüel ortamda yeri yok. Sergilerin yaratıcı ekiplere emanet edilmesi ulusal pavyonların temsil ettiği kamu düzenleri hakkında fikir verdiği kadar çoğu zaman sorunları gizlemeye de hizmet etmiyor mu? Bazı uluslararası etkinliklere katılırken entelektüellerin cephe (fasad) olarak kullanılması ikiyüzlü bir
sergeı tchoban’ın küratörlüğünü yaptığı rusya pavyonu; foto: francesco gallı
durum yaratmıyor mu? Siyasetin ve düşünsel üretimin birbirine temas etmemesi, hatta sanki aralarında gizli bir anlaşma varmış gibi alanlarını paylaşmış olması da önemli bir sorun oluşturmuyor mu? Kafamdaki bu sorularla Giardini’den Arsenale’ye geri döndüm. "ORTAK ZEMİN"= "MODERN" "Ortak Zemin"in göndergesi ne derseniz, benim için bunun cevabı "Modern". Çünkü bu tema ilk bakışta bir "uyumluluk" meselesini çağrıştırıyor gibi gözükse de, bence tersine yönelik. "Modern"in bir farkındalık biçimi, sorgulama çabası olarak kavranması gerektirdiğini hatırlatıyor. "Modern"in bir stil, bir yaşam tarzı olarak geleneksel olana karşı değil, tam tersine tarihle, geçmişle kurulan seçkinci modernist (muhafazakarlık/ yenilikçilik) ikilemi sorgulama, algılama ve dönüştürme meselesi olarak tartışılması önemli. Özellikle de bizim gibi inşa eylemi ile birlikte profesyonel heyecanlarını yaşayan ülkelerdeki mimarlık ortamı için daha da önemli.. Türkiye’deki kültür alanındaki bu modernist yarılma (kutuplaşma) mutenalaştırıcı, piyasaya ve iktidara bağımlı bir işleyişten besleniyor. Mimarlık ve kültür alanında sorun toplulukların değerlerini temsil eden, yerine geçen gelenekselcilik, muhafazakarlık ile toplulukların anlamadığı işlerin ortaya konduğu yenilikçilik, topluma dayatmacılık arasındaki bir gerilim gibi görülüyor. Oysa ki bu simgesel şiddet birçok örnekte de gördüğümüz gibi sivil topluma yönelik. Sınıfsal asimetriyi kültürel karşıtlıklarla dengelemeye çalışan bu temsil pratikleri şiddet içeren anonim kabuller üzerine kurulu. Bu açıdan bakıldığında bir sansür sistemi gibi çalışıyor. Profesyonel alandaki ifade özgürlüklerinin karşısındaki en büyük engeli oluşturuyor. Her iki yaklaşım da iktidar ve piyasa odaklı olduğu ve otoriter bir kamu düzeninden beslendiği için düşünce üretimini felç ediyor. Taksim Kışlası, Çamlıca Camii, Süleymaniye projesi, Demirören Plaza, MSGSÜ İmalat-ı Harbiye binası, Zorlu Center gibi projeler bu tartışma için bence en iyi örnekler… Şimdi gelelim mimarlığın sivil toplumla ilişkisi meselesine: Entelektüel üretimin Türkiye’de genellikle kabul gördüğü gibi sivil toplumla ilişki kurmaya değil, mesafeyi açmaya yaradığı düşünülüyor. Oysa burada söz konusu olan entelektüel uğraşın sivil toplumun, temsil edilenin yerine geçmesi değil, zihinsel enerjiyi harekete geçiren, katılımı güçlendiren eylemlilikleri öne çıkarması. Başından beri "Modern" kapitalist dönüşümün bir yansıması ya da ürünü değil, yarattığı dönüşümü algılama ve sorgulama biçimi olarak gelişti. Ancak Türkiye gibi inşaat bağımlısı mimarlık ortamlarında bu unutuluyor. Bu özgürlüğü mimarlık ortamında yalnızca yeni formlar aramaya indirgemek, sembolik alandaki bir deneyime dönüştürmek, mimarlığın seçkincileştirici, dışlayıcı bir şiddet üretmesine neden oluyor. Bu yüzden günümüzde düşünce üretiminin özgürlüğünü savunmak insani faaliyetlerin özgürlüğünü savunmakla eşanlamlı hale geldi. Bu özgürlüğün olmadığı, kısıtlandığı alanlarda şiddet kurumsallaşıyor. Yaratıcı sınıfın bağımlı olması topluluklara karşı bir işleve dönüşüyor ve kenti mutenalaştırıcı projelere mahkum ediyor. Tarlabaşı, Sulukule, Süleymaniye gibi kentsel dönüşüm projelerinde gördüğümüz gibi.
eısenman archıtects önderliğindeki ekibin yerleştirmesi; foto: francesco gallı
37 XXI - ekİm 2012
Bunları söyledikten sonra "Ortak Zemin"="Modern" göndermesine geri gelmek istiyorum. Tekrar başa dönüp "Modern"in piyasa ilişkilerinin, iktidarların bağımlı işleyişine karşı bir duruş, direniş biçimi olduğu varsayılabilir. (Boşuna değil siyasetçilerin bağımsız fikir üretimini, eleştirel düşünceyi siyasal hasımları gibi görmeleri.) Günümüzde, özellikle katı ulus-devlet projelerinin toplulukları kutupsallaştırdığı ülkelerde bağımsız düşünce üretiminin ve özgürlüğünün havada kaldığı bir aşamadayız. Bağımsız bilgi üretimi, sanat, mimarlık, tasarım, planlama, araştırma gibi konular kamu tarafından desteklenmiyor, bunlar üst sınıfların erişimine sunulan, sermayenin hizmetinde olan faaliyetler olarak gelişiyor. Şehir yönetimleri itirazların arka planında siyasal nedenler olduğunu düşünüp projeleri tartışmaya, katılıma ve rekabete açmaktan kaçınıyor. Böylece topluluklar sorunları çözme ve farklı bir deneyim üretme fırsatından halkı mahrum bırakıyor. Modernliğin bir yaşama stili gibi algılandığı, estetize edildiği koşullarda, "Ortak Zemin" yok oluyor, zihinsel üretim özenle topluluklardan ayrıştırılıyor, ilişki kuramayacağı özel mekanlara hapsediliyor. İktidarların itirazlarla (krizlerle, yıkımla) karşılaşan tasarlama düşlerinin gizlenmiş olması ortadan kalkmış olmaları anlamına gelmiyor. Modernist kanonların enkaza dönüştürdüğü bir dünyada yaşıyoruz. Oysa bu sorunlarla baş edebilmek için öznellikleri dışlayan değil, içeren bir "Ortak Zemin"e ihtiyaç var. *Ömer Kanıpak, 2 Eylül 2012, Radikal Gazetesi ** Aynı yazı
venedİk MİMARLIK BİENALİ
Nihayet "Ortak Zemin"in önemli bir meselesi de disipliner ayrımların ürettiği hakikatlerin sorgulanmasına yol açması. Bugün kentlerde daha çok ilişkisel bir yöntemle kamusal müdahaleleri yönlendirmenin koşullarının arandığını söyleyebiliriz. Ama bu ne kadar mümkün? Örneğin TOKİ konutlarının bulundukları çevreyle ne kadar ilişkili olduklarını söyleyebiliriz, peyzaj düzenlemeleri yapılmış olsa da? Bu tartışmanın aynı zamanda neoklasik, modernist dünyanın bir kalıntısı olarak tasarım uğraşının, planlama ve şehircilik pratiklerinin sanatla ilişkisine kadar uzandığı kanısındayım. Modernizm insani faaliyetler arasında semantik bir hiyerarşinin kurulması, temsil statülerinin sabitlenmesine uzanır. Böylece yaşanan anın bilgisi kadar tarih, hafıza, geçmiş simgesel alanda yeniden üretilir. Burada tasarımın sorumluluk (tekabüliyet) ilişkisi kadar sanatın temsil ilişkisinin özgürleştirilmesi üzerine düşünmek gerekir. Sanata tanınan bu özgürlüğün sanatsal olmayana uzanması (ya da tersi) nasıl mümkün olabilir? Sanatın özel alana, sermayeye ve piyasa ilişkilerine ("estetik" yaşantıya yönelik etkinlikler, ürünler) terk edilmesi kendi başına bir sorun değil mi? O zaman belki de sanata tanıdığımız özgürlüğü de gözden geçirmeliyiz, tasarıma tanıdığımız sorumluluk kadar. Peki nereden kaynaklanıyor bugün mimarlık ortamında yaşanan bu akıl almaz kafa karışıklığı? Sanki anonim kalıplar etrafında biçimlenen iktidar söylemleri ile bu sermaye odaklı girişimler, piyasa bağımlısı güçler arasında (sinsice gerçekleşen) gizli bir anlaşma var.
mıchal lıbera’nın küratörlüğünü yaptığı polonya pavyonu; foto: francesco gallı
reduce/ reuse/ recycle temalı almanya pavyonu; fotoğraf: gıorgıo zucchıattı
Eşduyumdan ve Kıskançlıktan Biçim Makineleri Nilüfer Kozikoğlu Uzun ve her noktası başka duyu, duygu ve düşüncenize hitap eden sergileri gezme yollarından biri önce hızlı bir tur atmaktır. Ben öyle yaptım, ilk gün sadece odaların, bölümlerin arasında koşar adım, sıra gözetmeden, altyazı okumadan, hiçbir noktada üç dakikadan uzun durmadan ve birkaç defa mola vererek dolandım. Bu ilk karşılaşmadan aklımı kurcalayan "Ortak Zemin" (Common ground) başlığında "common" yani alelade, her yerde varolan algısı ile "common sense" yani ortak akıl derkenki gibi sağlamlık algısıydı. "Ortak paydada birleşen ve birleştiren" mimari dil, ürün, alan her ne türde ya da boyutta olursa olsun bir uzlaşma alanının da habercisi.
EKİM 2012 - XXI 38
venedİk MİMARLIK BİENALİ
Bienal teması birbiri ile de ilişkilendirilen birkaç kolda işlenmiş: Bir arada yaşanan, bir araya getiren ortak yer anlamında kamusal alan; mimarların ortak beslenme alanı olarak mimarlık kültürü ve tarihi; mimarlık yapma biçimleri ve kopyalama. Bu alt başlıklar hem Arsenale salonlarında hem de Giardini’deki Padiglione Centrale’de titizlikle örneklendirilmiş, yoğun, örgün ve iç içe geçmiş halde karşınıza çıkıyor, düşündürüyor, bir öncekini ya da sonrakini besliyor. Cino Zucchi Architetti’nin (CZA) yerleştirmesi Copycat, Eşduyumdan ve Kıskançlıktan Biçim Makineleri bu yıl 13.sü yapılan Mimarlık Bienali’nde uluslararası jüri tarafından mansiyon aldı. Katılımları "hepimiz az çok maymunluk yapıyoruz" yargısına, kültürlerin "bulaşıcı" bir taklit (imitasyon) ile yenilik (inovasyon) kombinasyonu ile yaygınlaştığı anlayışına dayanıyor. CZA yerleştirmesi "hemen hemen aynı" objelerden ve imajlardan oluşan bir koleksiyon ile insanları ortak zeminde buluşturanın "orijinallik" değil, "benzerlik" olduğu düşüncesi ile kurgulanmış. Oded Shenkar’ın yazdığı 2010 yılında Harvard Business School yayını aynı isimli kitabı Copycats de "kopyalama" üzerine bir methiye. Shenkar, iş dünyasından örneklerle "kopya" ile öğrenme ve başarı elde etme, bir adım ileri götürerek kendi türettiği bir kelime olan "imovation" ile taklit ve yenilik karması iş ve davranış modelini örnekleri ile aktarıyor. Araştırmalarını Sabancı Üniversitesi’nin organizasyonuyla 2012 Mayıs ayında Türk girişimci iş çevreleri ile paylaşmıştı.
cıno zucchı archıtettı yerleştirmesi copycat; foto: francesco gallı
Belki İstanbul’da güncel bir konu olduğu için belki de Mimar Sinan Üniversitesi geçmişim bu alt başlıkta birleşen yerleştirmelerde daha uzun durmama neden oluyor. Her geçen gün güzel sanatların yeniden doğuşu yakındır diye uyaran iç sesimin haklı çıkmasını mı bekliyorum? Yoksa karşılaştığım öğrencilerin kütüphane bilgi ve görgüsünün eksikliği mi beni dürtüyor? Yenilikçi ruhum deneyimden öğrenmeye inanan aklımla bir araya geliyor ve izliyorum. Copycats yerleştirmesinde empati "aklın yolu birdir", kıskançlık ise "ben de aynısını isterim" diyor. Bu iki itkiyle varlık bulan biçim tercih ediliyor. Benzerlikleri ile bir araya getirilen koleksiyonda farklı obje grupları var. Hatta aralarında böcek koleksiyonu dahi var, insan elinden çıkmamış şeyleri de katarak düzenlenmiş. Bir yanda farklı ellerde ve akıllarda benzer biçimlenen objelerde gözüm gezerken aynı işe yarayıp farklı biçimlenen nesneler bulmaya çalışıyorum. Taklit etme, kopya çekme dışında bir kelime gerekmiyor mu bu hal için. Kavrama ve iterasyon içeren. Bienal direktörü Chipperfield Arsenale’nin karşılama salonuna Bernard Tschumi’nin Columbia Üniversitesi’nde öğrencilerle hazırladığı mimarlık için reklam panolarını
zaha hadıd archıtects yerleştirmesi arum; foto: francesco gallı
venedİk MİMARLIK BİENALİ
yerleştirmiş. 1970’lerden mimarlığı sıradan yapıdan ayıranın kavramsallığı olduğunu anlatan propagandasından alıntılar. Panolardan biri "Is it the looks or the process that made this look?" diyor, mimarlık için, nasıl göründüğü mü yoksa onu üreten süreç mi, diye soruyor. Çok önemsiyorum, hemen twitter’da paylaşıyorum. Herşeyin başı bu değil miydi? Bir yanım kararlı, "süreç bir değilse" yapay görüntü kalıcı olmaz ve etkisiz olur. Kime göre diyor diğer yanım. Benim yetiştirilişimle sürecin öneminden eminim, ama Las Vegas’ta Venedik biçiminde otel yapan da kendinden emin, İstanbul’da Venedik "konsept!"iyle konut yapacak olan da. Mimar Sinan bugün yaşasaydı nasıl cami yapardı diye yazıyorlar, bense cami yapar mıydı diye soruyorum. Bugün yaşasaydı hangi cephelerde çalışmış olurdu ki hangi kamusal alanı şekillendiriyordu, hangi otoritenin baş mimarıydı, hangi ekipleri idare ediyordu? Üstelik kendisinden 1000 yıl önce yapılmış bir yapıya takviye tasarlamış, benzerlerini yerlerinde etüt etmiş ve gene benzerlerini yıllarca geliştirmemiş miydi? Gene aynı sorun, iki tavır bir değil elbette; taklit değil, bu denli yoğrulmuş bir kopyalama, hangi kelime ile ifade etmeli? Ara vermişken zihnim oyunlar oynuyor. Sadece insanlar değil doğada taklidi seven; çiçek gibi görünen kelebekleri hatırlıyorum, doğada ayakta kalma savaşı bazen aynı süreçten gelmeden de benzemeyi haklı/geçerli sayabiliyor. Biz de tasarım harikası olarak görüyoruz bu haklı özentiyi. Ayakta kalma savaşı her şeyi haklı kılıyor. Ya insanlarda, tasarımda, iş modellerinde? Kamuflaj, öykünme başarısını ne zaman kime haklı saydırıyor? Arsenale’ye dönelim, diğer bir salonda bir fotokopi makinesi ile düzinelerce kitabın fotokopi ile çoğaltılmış sayfaları yerleştirilmiş. Mimari program yani hastane, okul gibi mekansal düzenlemelere ilişkin örnekler ve standartlar üzerine eski, yeni kitaplardan kopyalar. Ziyaret eden mimarlara bu sayfalardan dilediklerini seçip fotokopi ile çoğaltarak kendilerine kitap yapmaları için fırsat tanıyor. Mimari üretim sürecinde araştırma safhasına bir gönderme ve tabii kopyalama konusuna. Bu yerleştirmeyi tamamlayıcı Architectural Association’ın araştırma kümelerinden biri olan Architectural Dopplegangers Research Cluster’ın panoları var: Birinde 2012 yılında Çin Quangdong’da Avusturya’daki Alp dağlarında bir köyden kopyalanarak aynen inşa edilmiş yapıyı ve orijinalini yan yana gösteriyor. Samimiyet ile eşleştirme soruları uyandırıyor zihinde. Gene bir mola; bu kez yıllar önce ilk kez Çin yemeği yediğim günü hayal ediyorum. Londra’da Çin mahallesinde chop-stick kişisel muharebesi, hala tam
kullanamam ama hep denerim. Yeniden sergiye dönerken Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında devletin bale eğitim kurumunu, hatta özel sermaye ile kurulan filarmoni orkestralarını soyutlayıp mekanlaştırıyorum zihnimde. Bulgar Kilisesi’nin inşası canlanıyor gözümde. İthal edilen ürün, düşünce, form ya da mekan nasıl ilişkilenebiliyor ya da ilişkilenmezse adalaşıp izole kalabiliyor. Kopyalama gurusu Shenkar, kitabında bundan gizli tehlike olarak bahsediyor. Ona göre kopyanın başarısı doğru eşleşmede yatıyor. Bu da referans ve bağlam üzerinde sıkı bir çalışma demek. Taklit, iteratif uyarlama aşamaları birbiri ile ilişkilendirildiğinde bilimsel inovasyondan farksız kalıyor. Bilimsel çalışma eklektik, geçmişi geleceğe bağlayan yapısında taklide itibar kazandırıyor. Taklit bu mu, dediğim gibi, başka bir kelime gerekli. Bunları yazarken Salt Galata’da yaz sezonu açılan Graft/Aşı sergisini hatırlıyorum. Kopya edilen, süreç içerdiğinde bile bağlamla ilişkilenmesi için hangi bileşenler gerekiyor? Serginin konusu ithal edilen bir hayal, batıda modern adı verilen bir toplumsal hayal var. Aynı hayali görmek isteyen zihinler onun alameti fiziksel operasyonları ithal ediyor, bu operasyonlarda o toplumlarda da ithal olabiliyor aslında. Toplumun kendisi değişimi talep ettiğinde yeni bir hayalde bir araya gelmek istediğinde, operasyonel ithaller çarelerden biri. Tekinsizlik bana göre düşüncesizce yinelenmelerinde yatıyor, beklenen dönüşümle yeni özgün operasyonların üremediği, ihraç edilmediği durumda. Taklitten değil, sadece taklitten çekinirim. Nedir bu taklit yerine kullanabileceğimiz kelime? Zaha Hadid Architects (ZHA) bienal yerleştirmesi Arum’u tarihsel süreklilikte bugünün çağdaş mimari üretimine katkıda bulunan öncüllerine ve kolektif araştırma kanalına saygı ifadesi olarak sunuyor. Arum katlanmış eğrisel yüzeylerden oluşan metal bir strüktür, strüktürel/materyal biçimlenme süreçlerinin öncüsü Alman mimar Frei Otto’nun işlerinden türetilmiş. Enstalasyonun tanıtım dosyasında bu Chipperfield’ın bienal teması "Ortak Zemin" ile "mimari kültürün sadece tekil yeteneklerden değil, ortak bir geçmişten çeşitlilik taşıyan fikirlerin zengin sürekliliği ile var olduğunu vurgulamasına" gönderme yapılıyor. Arum’un yanı sıra Heinz Isler’in ve diğer geçmiş tasarımcıların işlerine de yer verilmiş. İlham alınan işler ve kişiler söz konusu olduğunda aklıma "hocam ben başlatmadım" deniyormuş gibi gelir. Arum’un bitmiş iş kalitesi üstün olmasa da beraberindeki düzenlemenin tarihsel süreklilikte benzer işleri bir araya getiriyor olması, bunu
39 XXI - ekİm 2012
fotokopi makinesiyle çoğaltılan kitaplar ile palladıo kopyalarından münferit fat tasarımı yerleştirme vılla rotunda redux; foto: francesco gallı
konumlandırmada farklılaştırılması, dönüşümü taklit algımızı değiştiriyor. Yeninin tamamen yeni değil de eskinin yeni yorumu ya da uyarlanması ile kazanılan başarı, farklı bir taklit anlayışını getiriyor. Aslında bu düşünce de yeni değil. Yazar Romalı gençlerin tasarım eğitiminde önce kendilerine bir model bulup onu taklit etmelerinin beklendiği, taklidin bugünkü kötü korelasyona sahip olmadığı günleri hatırlatıyor. Copycat’lerin ilk üretenlerden daha başarılı profil çizdiğini örnekleri ile aktarıyor. Apple, Easyjet gibi inovasyon ile etiketlenen birçok markanın düzenlerinin varolan araştırmaları bir araya getirişlerinde ya da sahaya uyarlanmalarında stil, kullanıcı ve yerel veri ile şekillenmelerindeki başarılarıyla nasıl ön plana geçtiklerini anlatıyor.
bernard tschumı’nin mimarlık için reklamları; foto: francesco gallı
yaparken sadece geçmişten değil, güncel ve genç bir mimarın da işlerine de yer veriyor olması beni heyecanlandırdı. Bateson’ın "düşüncelerin ekolojisi" ile bana göre anlatılan "bazı modeller, materyalleşen, makineleşen fikir kümeleri iletişim halindeki beyinlerde yeşerir ve çoğalır."
Bu kadar da zor olmamalı bu iş. Tasarımında varolanı iyi anladığı için kişilere taklit yapıyor denilemez. Bazen taklit yerine "ödünç aldı" denir. Ödünç alınan, iade edilen bir şeydir. Düşünce ödünç alınıyorsa sonra nasıl iade edilecek? Bana göre varolan modeli derinlemesine anlamaya çalışma, zihinde modelleme yani kavrama ve gerçeklikle doğru eşleştirme, yani örgün konumlama ve ilişkilenme doğrudan doğruya bir tür tasarımı anlatır. Taklit ve yenilik tasarımda iç içe zaten geçmiştir. Kaynaklar www.designboom.com/weblog/cat/9/view/23271/bernard-tschumi-ads-for-architecture-2012at-venice-biennale.html Gregory Bateson, Steps to an Ecology of Mind, 2000 (first published 1971), Chicago/London:
Yeniden Shenkar’dan alıntılarsam varolan, önceki bir düşünce, metot, araştırma ya da ürünün geliştirilerek işlenmesi, seçimi, eşleştirmede ya da
University of Chicago Press Copycat, Oded Shenkar, 2010, Harvard Business School.
banal
değil; sahte anlamlarla beslenen içi boş, muhafazakar ve hatta
Prix’ye Yanıt
Wolf Prix
popülist kabuklar gündemde. Çok iyi bir mimarlık bienalinin sahip
David Chipperfield
venedİk MİMARLIK BİENALİ
olması gereken nitelik; sıkıcı sergiler yerine, forumlar oluşturmak Praise be to Nero’s Neptune.
ve karar verme aşamalarında neler olduğunun perde arkasını ortaya
İngiliz mimari yayınların, Viyanalı bir mimarın Venedik’teki bienali
The Titanic sails at dawn.
seren temalar geliştirmek. Mesela Stuttgart'taki tren istasyonu
gezmemiş olmasına rağmen etkinlik hakkındaki yıkıcı fikirlerine bu denli
And everybody’s shouting
hakkındaki tartışmaları düşünün. Ya da Elbe Filarmoni Binası’ndaki
geniş çapta yer vermiş olması beni hayal kırıklığına uğrattı.
“Which Side Are You on?”
gibi bütçe şişkinliklerinin altında yatan nedenleri. Camiler ve
(Bob Dylan’ın Desolation Row şarkısından, 1966)
minareler üzerine odaklanan politik argümanları, bir diğer deyişle
Benim endişelerim, zaten anlamadığım eleştirilerden kaynaklanmıyor. Bu
ideanın yerelleşmesi üzerine tartışmaları. Neden ABD'deki tek aile
bildiri ve yayınlanmasıyla tetiklenen tartışmaların mimarlık kültürümüze
Medyanın sürekli her şeyi abarttığını bilmeyen biri, -Süddeutsche
evleri pazarının çöktüğü, politik güçlerin yerleşimlerin mimarisini
yönelik olumsuz tavırları güçlendirmesinden endişeleniyorum. Wolf
Zeitung’un yaptığı gibi- Venedik Mimarlık Bienali'nin gerçekten de
nasıl şekillendirdiğini. Tüm bunlar tartışmaya değer konular, kimin
Prix, diğerlerinin pozisyonlarını hiç umursamadığını ortaya koyuyor ve
dünyanın en önemli mimari sergisi olarak nitelendirebilir.
yıldız mimar olduğu, kimin olmadığı gibi konuların aksine.
yalnızca mimarlığın kendi önceliklerine ve önyargılarına boyun eğeceğini
Yine de, “sergi” kelimesi bu bağlamda bir sergiyi tanımlamaktan
Tüm bunlara rağmen biz "İnsanlar Mimarlıkta Buluşuyor" ve "Ortak
çok etkinliği anlamlandıran bir kavram. Diğer bir deyişle, bir
Zemin" ile karşı karşıyayız. Bir diğer deyişle: Uzlaşma ile. Bundan
Bu yılki bienal, tüm zayıflığı ve hatalarıyla, bir cömertlik ruhu içinde
sektörel buluşma, bir fuar. Bazı eleştirmenler serginin amacını
daha kötüsü olamaz.
düşünüldü ve gerçekleştirildi. Bu, iyimser bir şekilde ortak eğilimler,
zannediyor.
etkilenimler ve hayal kırıklıkları ile bir araya gelen bir mimarlık kültürü
EKİM 2012 - XXI 40
sorgulamayı bir kenara itip çabucak bunu bir araya gelme, buluşma ve networkingi geliştirmenin kilit unsuru olarak adlandırıyorlar.
Bu durum bir büyüyle karşımıza bir Venedik karnavalı imajı çiziyor.
olduğu ve mesleğimizin en ünlü baş aktörlerinin bile böylesi bir diyaloğa
Hepsi bu kadar!
Hayal etsenize; tüm mimarlar palyaço kostümleri içerisinde maskeli
dahil olabileceği fikri üzerine kurulu bir bienal.
eleştirmenlerle çevrili bir halde Banalliğin Dansı’nı yapıyor. Ya da Bu dönüm noktasında şunu vurgulamak istiyorum ki 1980'de Paolo
daha güzeli, Titanik’te son şarkılarını çalan orkestra gibi mimarların
Bu bienalin temasını formüle etmeye başladığımda, paradoksal bir
Portoghesi tarafından "Strada Novissima" sergisi ile başladığından
tümü batan bir gondolda bu dansı yapıyor. Oysa bir yandan gerçek
şekilde aklımdaki isimlerden biri Wolf Prix idi. Ki bu da kendisinin yine
bu yana Venedik Mimarlık Bienali’nin, teorik argümanlara verdiği
dünyada gittikçe halden düşen sektörümüz güçsüzlük ve ilgisizliğe
bir basın bülteni aracılığıyla Viyana’daki Peek & Cloppenburg binamın
önem hızla azalmakta. Sanat Bienali ile karşılaştırdığımızda
doğru batıyor. Bu batışın nedeni ise uzun zamandır politikacılar,
"boktan" olduğunu söylemesinden birkaç ay öncesine denk geliyor.
katılımcıların verdiği kişisel önem bile daha düşüktür. İnkar
proje yöneticileri, yatırımcılar ve bürokratların yapılı çevre üzerinde
etmeyelim. Bu etkinlik pahalı bir ölüm dansı. Yağmacı bir kentte
söz hakkına sahip olması. Mimarların değil.
Eleştirinin kendisinden öte, bir mimarın kendi "meslektaşını" basın aracılığıyla eleştirmeyi seçecek noktaya gelmiş olması önemli. Eğer
(bir yağma sergisinde) bir turist güruhu (mimarlar), eğitime yönelik küçük burjuvazi arzularını tatmin etmek adına (mimarlar
Rusya’da sanatçılar inatla otoriter rejime direnirken mimarlık bienalinin
mimarların kişilikleri tüm haberlerde öne çıkıyorsa ve ciddi eleştiri
bağlamında kibir, haset, çekememezlik ve şüphe içinde) çökmüş bir
direktörü bu özelliklerin kendi mesleği için engel olabileceğini
yalnızca medya tarafından değil, mimarlar tarafından da terk edildiyse
altyapının etrafında dolanıyorlar. Ziyaretçilerin kapılması beklenen
göz önünde bulundurarak bir röportajında; mekanın genius’tan
mesleğimizin ucuz bir televizyon dizisinden daha ciddi olarak algılanması
ışıltı bile vakur ve yıldız mimarları birer film yıldızıymış gibi
ayrıştırılması gerekliliğini açıkladı. Toplumu anlayabilmesi için
nasıl mümkün olabilir?
algılayan medya tarafından uydurulmakta.
birilerinin ona Pussy Riot’u göstermesi gerekiyor.
Aslında bunların tümü sığ, zahmetli, yorucu, kasvetli ve sıkıcı. Uzun
Dahası, Venedik Mimarlık Bienali’nin yeniden organize edilmesi
tanımlamaktan aciz olması utanç verici, ve bizim basınımız da zıtlaşma
zamandır çağdaş mimari konularında ilginç tartışma ve eleştiriler
gerektiğini düşünüyorum.
olmaksızın mimarlık üzerine yapılan tartışmalarla ilgilenmiyor.
Bay Prix’nin diğerleriyle zıtlaşma olmaksızın kendi pozisyonunu
ORTAK FAYDA
Mimarlık, salt bir barınak ihtiyacını karşılamaktan öte, bulunduğu toplumun kültürel, sosyal ve teknolojik ilerleme kaydını tutar. Geçmiş dönemin mimarlığını oraya çıkarmak için yapılan arkeolojik kazılarla erişilen kalıntılar toplumun medeniyet skalasında geçirdiği evreleri, sahip olduğu konumu, gelecekteki bizlere anlatmak görevini üstlenir.
Bu yılki Venedik Mimarlık Bienali bir önceki selefinden tacını devraldığından itibaren dünya, iklim değişikliğine bağlı afetlere, petrol ve nükleer santral kaynaklı radyasyon sızıntılarına, siyasi baharlara ve tüm bu etmenlerin şekillendiricisi olan ekonomik buhrana maruz kaldı, hala da kalmakta. Bu musibetlerin ülkelere farklı şekillerde sirayet ettiğini görebilsek de Venedik Mimarlık Bienali’nde işleri sergilenen bazı mimarların bu etmenlerle benzer dalga boyunda olmadıklarını görüyoruz. İki yıl önceki teması ile insanları mimarlıkta buluşturmayı hedefleyen bienalin -People Meet in Architecturebu yılki teması ise "Ortak Zemin" (Common Ground). Bu tema ile bienal, yaşanan zorluklara karşı ortak çözümü toplu yaşam alanlarında insanın insan ile buluşmasında arıyor.
Buradan yola çıkarak mimarlığın sosyal bir hareket olmadığı sürece muhataplarına ulaşamayacağını söylemeliyiz. Ancak sosyal bir hareket çerçevesinde olsa dahi ortak zeminde toplanarak homojenize edilen bireylerin her birinin farklı özellikler sergilediği, bu özellikleri tanımlamak için birden fazla bakış açısına sahip olunması gerektiği unutulmamalı. Aksi taktirde tek merkezden, tepeden aşağı, birbirinin kopyası uygulamalarla çözüme ulaşılamaz. Ortak fayda, tektipe indirgenmiş birey tasvirine yönelik bir çözümü diğerlerine de reva görmekle değil, bireylerin kendilerini benzemezleri üzerinden anlatmalarıyla mümkün olabilir. Bunun tıpkı Hırvatistan Pavyonu’nda da ifade edildiği üzere "doğrudan bir demokrasi" anlayışı ile sağlanabileceğine inanıyorum. Bu tarifte demokrasi tepeden aşağı doğrusal ilerleyen bir yönetiliş değil, katmanlar arası "anlaşma" biçimi olarak görülüyor. Bu anlayışla benzemez bireylerin, toplulukların ancak birlikte emek verdikleri nesneler karşısında bir arada yaşamaktan memnun olacaklarına tüm iyimserliğimle inanıyorum. Bir an hayal dünyasına dalıp düşünüyorum: Kendimizden örneklersek İstanbullu olmak elitist bir sıfat yerine, herkesin ortak çaba gösterdiği, farklı özdeki insanların birlikte inşa ettikleri, emek verdikleri bir eylemler bütünü olamaz mı?
"Ortak Zemin", zemine davetli tüm muhatapları tek merkezli bir alanda, tek payda altında homojenize ettiği gibi bienalin temasını oluşturan "Ortak" ve "Zemin" kelimeleri anlam olarak bir bütünde, bir manada erime fikrini de beraberinde getiriyor. Semazenlerin bir arada ama ayrı ayrı tek bir ulvi eksende dönmeleri gibi, ortak zemine davetli olan tüm oyuncuların, tek bir ulvi eksende dönüp durmaları beklenebilir mi? Ortaklıklar bireyin özgürlük alanını kısıtlarken, ortak mekan yoluyla ortak faydaya ulaşılabilir mi? Tüm cevapları mimarlık disiplininde aramak haksızlık gibi biraz: Tek bir anahtarla tüm kapıların açılmasını beklemek aslında sorunu da, çareyi de tektipleştirir. İlk çözümden sonraki diğer uygulamalar birbirinin kopyası, ezberden ibaret, mesnetsiz çözümler haline gelir. Bunu anlatan en iyi örnek Cino Zucchi Architetti’nin bienalde kopyalama üzerine yaptığı çalışmalardı. Çerçeve içerisinde sıralanmış böcekler, aynı plan görünüşündeki tekneler, aynı prototipten
toyo ıto’nun japonya pavyonu; foto: francesco gallı
41 XXI - ekİm 2012
Mimarlık alanında önem kazanmış ve/veya kazandırılmış bir sergi organizasyonu olan Venedik Mimarlık Bienali, her iki yılda bir seçilmiş küratörün belirlediği tema üzerinden, mimari örnekler, toplumların içinden geçmekte oldukları ve atıfta bulunduğu gelecek dönemlerin şahitliğinin yapılmasına olanak verir.
Yazıya burada Cemil Meriç’in ustalığıyla ifade ettiği bir tespit ile devam etmek isterim; "Yığınlar, maruz kalır". Halbuki toplumlar birer yığın değildir, her bir katmanın, bireyin birbirinden farklı ve ilişkili bir tabiatı vardır. Bu bağlamda "Ortak Bilinç" idarenin tasarrufuna bırakıldığı taktirde, toplumun yığınlaştırılıp, tek merkezli, tektip bir yönetim şekline maruz kalmaları kaçınılmazdır.
venedİk MİMARLIK BİENALİ
Görkem Volkan "Hiçbir şey bir insanla ilgili gerçekleri onun eserlerinden daha iyi sergileyemez." Akira Kurosawa "Her varolma nedeni kaçınılmaz olarak geleceğe atıf yapar." Dücane Cündioğlu
sıralanmış insanlar... Eğer tek merkezden bakan bir gözlemciyseniz, size hepsi benzer görünür. Halbuki bir entomolog bize sıralanmış tüm böceklerin birbirinden farklı taraflarını bir çırpıda sayabilir; bir gemi mühendisi benzer görünen her bir teknenin ne taşıdığına, hangi sularda yol alabileceğine dair ayrıntılı bilgileri verebilir. Toplu halde benzer görünen bireylere yaklaştıkça, aralarındaki farklılıklar ortaya çıkar ve bu nesnel bilgiye ya ampirik bir anlayışla duygu ve deneyimler yoluyla karşılaştırmalı olarak ya da tüm öznel yargılardan uzak, "Ortak Bilinç" yoluyla nesnelerin fenomolojik tanımla; "öz"leri üzerinden ulaşabiliriz.
Doğal afete karşı doğayla anlaşmayı seçen Japonya Pavyonu küratörü Toyo Ito’nun söyledikleri ise durumu başka bir açıdan özetliyor: "Mimarlığın ne olduğu ve insanların bir araya gelmesinin ne anlama geldiği gibi temel soruları, çok özel şartlarda gerçekleşmiş -başkasının başına gelmemiş- bir olay üzerinden, o durum karşısında bulunan çözüm ile anlatabilmek..." Toyo Ito ve diğer küratörler doğal afet ve krizlerin herkesi ortak bir zeminde topladığı, tüm ihtiyaçları eşitlediği ve mimarlığın amaç olmak yerine, bulunduğu topluluğun güncel ve geleceğine yönelik durumu ile simultane ve özgün bir ilişki kurabilen sosyal bir birim olabileceğini bize başarıyla hatırlatmışlardır. Bu ilişki ürününün, kayda alınmaya değer, gelecek projeksiyonlara öngörülü, hem mimarlıktan hem de muhatabı olan insandan vazgeçmeksizin bir mimarlık üretebilmenin mümkün olduğunu gösteriyor.
"Ortak Zemin" teması ile bienalin ardında bıraktığı düşünceleri ve bunların İstanbul ile olan bağlantısını özetlemek isterim. Bütün-parça ilişkisi devingen ve de değişkendir, bu ilişkiye iki boyutlu ve tek bir çerçeveden bakılmasıyla muhatapları aynı zeminde birleştirmek mümkün olmaz. Bütün, çoğunluğun iradesi değil, iktidarın iradesidir; parça ise bireyin iradesi. Parça kendini bütünde bulamadıkça, bütün parçanın özüne sirayet edemedikçe aidiyet ve beraberindeki sorumluluk sorunu da aşılamaz. Boşluğu mekan kılan insanın varlığı. Mekanı, insan yapar ve şekillendirir. Kentlerde ortak zemin-mekan, kalp atışlarının yoğunlaştığı yerlerdir. Çevrede ne kadar çok kalp atışı varsa, hayata dahil olup mekanı da o kadar iyi hissedebiliriz. Tarihi kentlerin merkezleri hem ticari hem de sosyal olarak ortak hafızadan beslenen bilgilerle
EKİM 2012 - XXI 42
venedİk MİMARLIK BİENALİ
Ortak idareler tarafından katı bir hacim olarak görünen toplumun aslında birçok hacimden oluştuğunu en iyi anlatan sergi ise küratörlüğünü Spontaneous Interventions başlığını taşıyan Amerika Pavyonu idi. Bir arada olmayı ve birlikte üretmeyi sokak ölçeğinde, geçici, grafik, ara çözümlerle sağlayan, gündelik yaşam ölçeğindeki çalışmalar, bireyin ve bir arada yaşayan topluluğun tasarım ve mimarlıkla yakınlaşmasını sağlıyor. Pavyonun girişinde çok sayıda kırmızı küplerin bir araya gelerek yine kırmızı bir döşemeyi oluşturmaları, bir aradalığın keyfine referans veriyor. Ortalığa dağılan küplerin üzerinde konuşanları, dinlenenleri, tanışanları izlemek, gerçekten de insanların sadece toplanarak mekan
oluşturduklarını görmek sevindirici. İç mekana girdiğinizde tavanda ardı sıra sokak ölçeğindeki çözümlenmiş işlerin paftaları asılı, paftalardan birini okuma mesafesine, kendinize, zemine doğru çektiğinizde duvarda bu çözümün sorununa ait ağırlık yukarı doğru zeminden uzaklaşıyor. Daha yalın bir anlatımla; çözümü kendi ölçeğinize, zemine çektikçe, sorun zeminden, sizden uzaklaşıyor. Kentsel dönüşüm gibi büyük lokmalarla kenti, caddeleri, sokakları insandan soyutlayan bir anlayışın/anlayışsızlığın tam karşı istikametindeki bu toplu çözümler bütününü kendi başımıza gelenlere bakarak biraz da iç sıkıntısıyla izledim. Sonra da aklıma "Herkes İçin Mimarlık" ekibinin önayak olduğu atölyeler, örneğin "Atıl Köy Okulları Projesi" ve benzerleri geldi, içim huzur doldu, sergiye devam ettim.
ned cramer ile davıd van der leer küratörlüğündeki spontaneous ınterventıons başlıklı amerika pavyonu; foto: francesco gallı
venedİk MİMARLIK BİENALİ
belirlenmiş olsa da şehrin büyüme doğrultusu ile zaman içinde değişip, çeşitlenir. Tarihi kentten, metropol olmaya doğru hızla ilerlemiş olan İstanbul’da ise sorunlar da, çözümler de çok katmanlıdır. Örnekle; İstanbul’un eski kent merkezi olan sur içindeki araç trafiğinin engellenmesi başarılı bir kararken, aynı çözümün kentin Cumhuriyet dönemi merkezi olan Taksim Meydanı’nda aynı faydayı sağlamayacağı kesindir. Dolayısıyla farklı katmanlar için münferit, özgün çözümler gerekir. Bir metropol olan İstanbul’un geldiği durum ise diğer benzerlerinden farklı değil, şöyle ki; birçok arterin olduğu ama yerüstünde hiçbirinin birbiriyle kesişemediği, meydanlaşamayan, mevcut meydanların ise yalnızlaştırıldığı, bir yollar silsilesi ve bu yolların ara durakları olan çok katlı ofis binaları, AVM’ler İstanbul’un alt-merkezlerini oluşturmakta. Açık alanda, deniz kenarında, yeşilin gölgesinde bir arada olunabilecek ortak zemin/ kamu alanları, sahil yolları kenarlarındaki yeşil alanlar ile sınırlanmış, ticari amaçtan uzak kamu alanı neredeyse kalmamış. Metrekare fiyatlarının artışıyla sermaye sahiplerinin hizmetine sunulan kentte, kamusal alanların nitelik, nicelik ve ihtiyaçlarını belirleme tasarrufu sivil toplum örgütleri, bunlara bağlı mimarlık faaliyetlerinin bütünü ve idari birimlerin siyasetten uzak yaptırım gücünün ortaklaşa çalışmasıyla çözülebilir.
çin pavyonu; foto: görkem volkan
kanada pavyonu; foto: görkem volkan
korhan gümüş Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nden yüksek mimar olarak mezun olan Gümüş, 1982-2000 yılları arasında Şişecam ve Makro Mekan Organizasyonları'nda çalıştı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yerel Yönetimler Araştırma Merkezi’nde direktörlük yaptı. İstanbul 2010 Kültür Başkenti’nde yönetim kurulu üyesi olarak görev aldı. Meslek hayatına eleştirel yazılarıyla devam eden Gümüş, Açık Radyo'daki Metropolitika adlı programın yapımcısıdır. nilüfer kozikoğlu Mimar Sinan Üniversitesi'nden 1995 yılında mezun olan Kozikoğlu, eğitimine Architectural Association Design Research Laboratory'de devam etti. 2003 yılında kurduğu mimari stüdyosu Tuşpa NK'da Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Masterplan çalışması, yüksek güvenlikli sağlık kurumları örnek projesi gibi versiyonlar üreten modeller geliştirdi. Akademik işleri arasında Lifli Strüktürler araştırması, Sayasaya ve Nexus ağlı mekanlar çalışmaları yer alıyor. görkem volkan Yıldız Teknik Üniversitesi Restorasyon bölümünden 1998 yılında mezun olan Görkem Volkan, eğitimine Yeditepe Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nde devam etti. Üniversite yaşamı boyunca Pratt Institute'tan proje ve teori dersleri alan mimar, mezun olduktan sonra İstanbul ve Beyrut'taki çeşitli mimarlık ofislerinde çalıştı. 2006 yılından itibaren çalışmalarını kurucusu olduğu Mdarch Mimarlık Ofisi’nde sürdürüyor.
birleşik krallık pavyonu; foto: gıorgıo zucchıattı
43 XXI - ekİm 2012
finlandiya pavyonu; foto: görkem volkan
Düşey Gecekondu 13. Venedik Mimarlık Bienali'nde Altın Aslan Ödülü’nü kazanan Urban Thınk Tank'in projesi “Torre Davıd / Gran Horızonte” sosyal bir sergi mekanı yaratmayı amaçlıyor.
EKİM 2012 - XXI 46
yerleştİrme - venedİk mİmarLIK Bİenalİ
fotoğraflar: Iwan Baan, Daniel Schwartz, Urban-Think Tank/SuAT, ETH Zürich
torre davıd / gran horızonte
urban-thınk tank, justın mcguırk, ıwan baan
Küratoryal çalışmaları Justin McGuirk, fotoğrafları Iwan Baan işbirliğinde üretilen Urban-Think Tank'ın (U-TT) “Torre David/Gran Horizonte” projesi, didaktik bir sergi mekanı yaratmaktansa bienalin teması Ortak Zemin'in ruhu paralelinde, sosyal bir sergi mekanı yaratmanın peşine düşüyor. Yerleştirme, sergi mekanında geleneksel bir Venezuela arepa restoranı şeklinde konumlanıyor.
üstü örtük bir şekilde bu yasadışı mülkiyet işgali durumuna açık destek verdiğini savunuyor. Bu görüşlerin hiçbirinin serginin ana amacını yansıtmadığını belirten sergi tasarımcıları, politik bir taraf tutmadıklarını ve Torre David'in Venezuela mimarisini yansıtmadığını açıklıyor. Ayrıca projenin yasal/yasadışı melezlik konusunda bir deney imkanı sağladığını ve bir küresel fenomen olan resmi yaşamı kritik eden bir yapısının olduğunu savunuyorlar. Torre David binası ve benzer koşulları içinde barındıran diğer şehirler üzerinden bir tartışma geliştiren yerleştirme çalışması, serginin duyurusuna yanıt olarak çıkmış birçok mektup ve gazete makalesini içeriyor.
Bienalin temasına benzer olarak, Torre David sakinleri mekanı kullandıkları süre boyunca, kuledeki yerleşimin güçlü ve kaynaşmış bağlarını vurgulayan spor, eğlence, ibadet ve toplantı gibi farklı amaçlar için çeşitli ortak zeminler yaratmışlar. Sergi açılışından önce Venezuela mimarlık çevrelerinde tartışmalı bir konu halini alan yerleştirme paralelinde birçok insan, ulusal mimari başarılarının hiçbir zaman tamamlanmamış ve harap bir bina ile temsil edilmesi karşısında umutsuzluğa düşmüş. Diğer bir grup ise, Venezuela hükümetinin
Yasadışı bir topluluğun Torre David kulesini işgal ederek yetenek ve inançla yeni bir ev ve kimlik yaratma sürecini anlatan bu girişim jüri tarafından, yasadışı toplulukların gücünü ortaya koyan, ilham verici bir model olarak gösteriliyor. Venezuelalı mimar Enrique Gómez tarafından Karakas'ta tasarlanan 45 katlı ofis bloğu Torre David, geliştiricisi David Brillembourg'un 1993 yılında ölümü ve 1994 yılında Venezuela ekonomisinin çöküşünden sonra terk edilmiş. Burada yaşayan nüfusun düşey gecekondu
karşı sayfada Yapının çevreyle ilişkisi
yerleştİrme - venedİk mİmarLIK Bİenalİ
bu sayfada solda: Yapı-sokak ilişkisi altta sağda ve ortada: Yapının iç mekanından kareler en altta: Yapının kullanıcılarının yaşamından bir kare
47 XXI - ekİm 2012
adını verdikleri kule, bugün 750'den fazla aileye doğaçlama olarak ev sahipliği yapıyor. Alfredo Brillembourg ve Hubert Klumpner, U-TT ve ETH Zürich kapsamındaki araştırma-tasarım ekipleriyle birlikte bu harabeye dönüşmüş binada, fiziksel ve sosyal doku üzerinde bir yıl süren bir çalışma gerçekleştirdiler. Diğer insanların burada sadece başarısız bir geliştirme projesi gördüğü projeyi U-TT, yasadışı çalışmalar üzerine bir laboratuvar olarak görerek konu üzerinde Schindler Group'un da desteğiyle yenilikçi düşey hareketlilik modelleri geliştirmeye başlamış. Torre David / Grand Horizonte sergisinde ve grubun bu paralelde çıkardıkları kitapları paralelinde U-TT pratik, sürdürülebilir müdahalelere dair vizyonlarını, benzer yasadışı yerleşimlerle bağ kurarak ortaya koyuyor. Grup aynı zamanda, kentsel gelişmenin geleceğinin mimarlar, özel girişimciler ve küresel anlamdaki gecekondu sakinlerinin yapacağı işbirliğinde yattığını savunuyor. Brillembourg ve Klumpner genç mimarlara, daha adil ve sürdürülebilir bir gelecek için tasarımı odak noktaya koyarak yasadışı yerleşimler üzerinde çalışmanın, yenilikçi ve deneysel bir potansiyel taşıdığını öğütlüyor.
busayfada sağda: Yapının cephesi en sağda: Kullanıcıların farklı aktiviteler için iç mekanı kullanmaları alt sırada ve en alt sırada: İç mekandan kareler
EKİM 2012 - XXI 48
yerleştİrme - venedİk mİmarLIK Bİenalİ
karşı sayfada Venedik Bienali'nde yer alan yerleştirmenin sergi mekanından kareler; fotoğraflar: Francesco Galli
alfredo brıllembourg Columbia University Mimari Tasarım programından 1984 yılında mezun olan Alfredo Brillembourg, ikinci mimarlık derecesini 1992'de Central University of Venezuela'dan alıp 1993 yılında Karakaş Vevezuela'da Urban-Think Tank'i (U-TT) kurmuş. 94 yılından beri University José Maria Vargas, the University Simon Bolívar ve Central University of Venezuela'gibi birçok üniversitede öğretim görevlisi olarak yer almış. 2007 yılından beri Columbia Üniversitesi'nde misafir profösor. Aynı zamanda Sustainable Living Urban Model Laboratory'nin (S.L.U.M. Lab) kurucu ortaklarından biri.
49 XXI - ekİm 2012
hubert klumpner University of Applied Arts in Vienna'dan 1993 yılında mezun olan Hubert Klumpner, bir süre Enrique Miralles ve Paul Rudolph'la çalışmış. 1997 yılında Columbia Üniversitesi'nde master programını tamamlayıp 1998 yılında U-TT'a katılmış. 2007'den beri Columbia Üniversitesi'nde misafir profösor olarak görev alıyor. 2010 yılından beri ise Swiss Institute of Technology-ETH, mimarlık ve Kentsel Tasarım departmanında bölüm başkanlığı yapıyor.
yerleştİrme - venedİk mİmarLIK Bİenalİ
proje adı: Torre David/Gran Horizonte proje yeri: Karakas, Venezuela sergi küratörü: Justin McGuirk katılımcılar: Urban-Think Tank (Alfredo Brillembourg & Hubert Klumpner - ETH Zürich); Iwan Baan
Dinamik Sınır TAİPEİ'NİN ÖNEMLİ LİMANLARINDAN BİRİ OLAN KEELUNG'DA KONUMLANAN MEYDAN, ASYA KENTLERİNİN SAHİP OLDUĞU KAMUSAL ALAN GELENEĞİNİ SÜRDÜRÜRKEN KIYI-KENT İLİŞKİSİNİ DİNAMİK BİR ŞEKİLDE KURUYOR.
EKİM 2012 - XXI 50
peyzaj mİmarlığı - meydan - taİpeİ
fotoğraflar: Adriá Goula
Asya'daki en önemli konteyner limanlarından biri olan Keelung aynı zamanda canlı, çok yönlü ve merkezi bir ticari alan özelliğine sahip. Limanın konumlandığı kent Taipei, hızlı ekonomik büyümenin bütün izlerini taşıyor. Başlıca ulaşım altyapıları olan yollar, demiryolu hatları ve limanın kendisi, şehir alanında kaliteli kamu alanlarının oluşturulmasını sınırlandırıyor. Bu gibi noktaların paralelinde yetkililer, liman ve kent arasında etkileşimi sağlayarak yeni geçitler yaratacak projeleri bir yarışmayla davet etti. Aslında çeşitli projeler tarafından çözülmesi gerekli olan temel sorun, kent için yaratılacak yeni kamusal alanın özelliklerinin, kentliler tarafından da tanımlanabiliyor olmasıydı. keelung denizcilik meydanı
guallart archıtects
Ancak son yıllardaki ekonomik gelişimler kamusal alan gelişimini; iç mekanları klimalı, araçlı ulaşıma
dayalı, araba park yerleri içeren, Amerikan modeli bir kamusal alan tipolojisine doğru yöneltir durumda. Bu durum ise, geleneksel kamusal alan kullanım ihtiyaçlarının tanımlanmasını zorlaştırıyor. Keelung'da varolan durum birçok Amerika, Avrupa ve Avustralya kentinde de gözlemlendiği üzere, liman-şehir ilişkisi paralelinde, liman alanlarında kamusal alan kullanım sürecinin başladığı gözlemleniyor. Böylelikle merkezin sınırları ve etki alanı içinde yer alan tarihsel dokular; liman tarafından kente devredilen ve eğlence alanları, ticari kullanımlar, spor alanları, otel ve konut bölgeleri olarak kullanılan bölgeler haline geliyor. Proje stratejileri arasında; sembolik ve işlevsel bir merkez yaratmak, kentin doğu ve batı yakasının bağını güçlendirilmiş bir kent yapısı ile desteklemek, kamusal özellikleri olan yeni alanlar elde etmek, ilişkisel kullanımları güçlendirmek, ulaşım alanlarını yenilemek, sosyo-kültürel anlamda alanı güçlendirmek, yaya ulaşım ağını genişletmek bulunuyor. Projenin mantığı; insancıllaştırmak ve ölçme başlığı altında iki ana ilke üzerinde
peyzaj mİmarlığı - meydan - taİpeİ 51 XXI - ekİm 2012
temelleniyor. İnsancıllaştırmak başlığı; kent parçalarının niceliksel modellerden çok niteliksel modellerle dönüşmesini ve şehrin yayalaştırılmasını öngörüyor. Ölçme başlığı altında ise, süreksizlik, yeniden biliş, ölçeklendirme, doğal-yapay gibi kavramlar üzerine odaklanılıyor. Yarışmayı kazanan proje, liman otoritesi tarafından belirlenen çalışma hattı ile sınırlıydı. Buna rağmen bu sınır, dinamik bir sınır halinde, çeşitli ahşap platformlarla esnek bir kamusal alan kullanım imkanını ortaya koyuyor. Ahşap platformların üzerindeyse, bir kafe, kayaks iskelesi ve küçük bir oditoryum binası bulunuyor. Sabit bir kıyı şeridinde kentsel sınırlar ile platformlar arasındaki dinamik çizgi üzerinde tasarımın konumlandırılması fikri üzerinde temellenen proje paralelinde önerilen pergolaysa, ticari alanlardan başlayarak istasyona doğru uzanarak ahşap platformlar yoluyla, dinamik olarak genişliyor. Doğrusal bir şekilde tasarlanan pergola, düşeyde ve yatayda kıvrılarak K-E-E-L-U-N-G harflerinden türetilen kentsel mobilyaları ve dinlenme alanlarını oluşturuyor.
giriş sayfasında Meydan, liman ve kıyı ilişkisi önceki sayfada Meydanın aydınlatma tasarımı, kentsel mobilyalar ve kentsel yaşamdan kareler bu sayfada Dinamik sınır olarak bahsedilen ahşap yüzeyler, kent mobilyaları, aydınlatma elemanları ve kıyı kullanımı
EKİM 2012 - XXI 52
peyzaj mİmarlığı - meydan - taİpeİ
arka sayfada üstte: Kıyının çevredeki konut dokusuyla ilişkisi ortada: Dinamik yüzeyleri, meydan ve kentsel mobilya detaylarını gösteren şematik çalışma altta: Kentsel mobilyaların aydınlatılması
EKİM 2012 - XXI 54
peyzaj mİmarlığı - meydan - taİpeİ
cvıcente guallart Urban Habitat'ın 2011'den beri direktörlük görevini üstlenen Vicente Guallart, 1993 yılında Guallart Architects'i kurmuş. Doğa, teknoloji ve mimarlık arasında bağ kurmaya çalışarak kentsel, sosyal ve kültürel alanlarda çalışmalarını sürdürüyor. Önemli projeleri arasında, Valencia'daki Sociópolis, Gandia'daki Sharing Bloks, Taiwan'daki Fugee Port bulunuyor. proje adı: Keelung Denizcilik Meydanı inşaat tarihi: 2003-2009 mimari tasarım: Vicente Guallart, Maria Diaz partner: J.M. Lin The Observer Design Group proje yeri: Taipei, Taiwan modeller: Fabián Asunción, Soledad Revuelto, Ángel Luis Gaspar, María José Bizama, Ruth Martín üç boyutlu çalışmalar: Lucas Cappelli + UokU. com net-architects. Lucas Jagodnik, Julieta Serena, Mariano Castro, Horacio Suaya, Martin Eschoyez, Franco Cappelli turizm danışmanlığı: Jose Miguel Iribas sürdürülebilirlik: Rafael Serra Florensa. UPC solar enerji danışmanlığı: Oscar Acebes TFM yapısal danışmanlık: Willy Muller, WMA liman mühendisliği: Vicente Cerdá, UPV
yapı - köprü - edinburg EKİM 2012 - XXI 56
fotoğraflar: Biomorphis
Algoritmik Geçiş BIOMORPHIS TARAFINDAN Edinburg'Da TASARLANAN VE UYGULAMA SÜRECİ HALA DEVAM EDEN YAYA VE BİSİKLET KÖPRÜSÜ, BELİRLENEN ANA İLKELER DOĞRULTUSUNDA BİR ALGORİTMADAN TÜRETİLEREK GELİŞTİRİLMİŞ. Edinburg Belediyesi, kentin önemli caddelerinden biri olan Leith Walk için şehrin bütününü etkileyecek bir vizyon arayışındayken bölgedeki çeşitli alanları bağlayacak bir ağın, bu konuda bir anahtar olabileceği düşünülmüş. Fakat bunun herhangi bir ağ değil, kentin tarihine ait, tarihsel dokuyu ve buradaki yolları üst üste harmanlayarak bağlayacak bir ağ olması tercih edilmiş. Diğer yandan İskoçya’daki ulaştırma sektörünün ürettiği yüksek hacimlerdeki sera gazı emisyonu sebebiyle ulaşım kent gündemindeki temel konulardan biri haline gelmiş.
yaya köprüsü
bıomorphıs
Edinburg’un mevcut bağlantılarla paralel çalışacak yeni bir peyzajın yanı sıra, kentin ana arterlerinden biri olan Leith Walk’ın doğu ve batı yakasındaki bisiklet yollarını birbirine bağlayacak bir köprüye
ihtiyaç duyması, bu projeyi gündeme getirmiş. Bu köprünün bisiklet ve yaya akışını yönlendirerek kentte bir işaret öğesi olarak yer alması da ana hedeflerden biriymiş. 1980 yılında yıkılan köprünün yerine tasarlanarak inşa edilecek bu yeni köprünün aynı zamanda Kuzey Edinburg’un dönüşümüne de etki etmesi bekleniyor. Projenin ana fikri, düşük enerji kullanımı ile hafif bir yapı tasarlamak üzerine odaklanıyor. Bu sebeple ahşap malzeme kullanmanın doğru olacağı, yerel ve biyolojik kaynaklı ahşap malzemelerin mükemmel bir ekolojik çözüm olacağı düşünülmüş. Yapının çerçevesi, eski köprünün kalıntılarına iki adet çelik halatla demirlenmiş şekilde, basit ahşap levhalardan optimize bir sistem yaratacak şekilde tasarlanmış. Köprünün tasarımında obje odaklı düşünme metodundansa sistem odaklı düşünme metodu tercih edilmiş ve yapı, süspansiyon, tekrarlama ve hizalamadan oluşan üç ana rehber ilkeye cevap verecek şekilde bir algoritmadan türetilerek geliştirilmiş.
yapı - köprü - edinburg 57 XXI - ekİm 2012
karşı sayfada Köprünün ahşap yapısal detayı ve çevre ilişkisi bu sayfada en üstte solda, sağda ve üstte: Tasarımın, üzerine eklemlendiği eski köprüve çevreyle kurduğu ilişki solda: Kentsel dokunun içinden geçen merdivenlerle yaya köprüsüne giriş arka sayfada Yapının tasarım ve geliştirme aşamaları
kuzey görünüşü
batı görünüşü
boy kesit
en kesit pıerre forıssıer Ecole Nationale Superieure d'Architecture de Paris Belleville'de lisans derecesini tamamlayan Pierre, yüksek lisans eğitimini Gilles Deleuze ve Bin Yayla çalışması paralelinde üretken sistemleri inceleyerek aynı okulda tamamlamış. Londra Zaha Hadid Architects'te 10 yıl çalıştıktan sonra kendi ofisi Biomorphis'i kuran Pierre, çalışmalarında uyarlanabilir sistemler, sürdürülebilirlik ve sanat üzerine odaklanıyor. University of Edinburg'da mimari tasarım dersleri veriyor. proje yeri: Leith, Edinburg, İskoçya mimari tasarım ve mühendislik: Biomorphis tasarım ekibi: Pierre Forissier, Adriana Koluszk işveren: Edinburg Şehir Konseyi breeam danışmanı: Fiona Adam proje bitiş tarihi: 2013
tasarım sürecinde başvurulan algoritmalar
EKİM 2012 - XXI 58
yapı - köprü - edinburg
plan
maket
Yere Özgü TABANLIOĞLU MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN SİPOPO KONGRE MERKEZİ, BULUNDUĞU COĞRAFYA VE KÜLTÜRE DAİR SAHİP OLDUĞU GÜÇLÜ REFERANSLARLA ÇEVRESİYLE UYUMLU BİR YAPI ORTAYA KOYUYOR. Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından Orta Afrika'da bulunan Ekvator Ginesi’nin başkenti Malabo'da tasarlanan Sipopo Kongre Merkezi, okyanus kenarında ormanlık bir alanda konumlanıyor. İki katlı dikdörtgen formlu yapı, yarı geçirgen yapısıyla güneşin zararlı ışınlarından koruyan, aynı zamanda iç mekanlarda gün ışığından en yüksek şekilde fayda sağlayacak biçimde tasarlanan bir kabuğa sahip. Bunun yanı sıra, cam duvar sistemi sayesinde ziyaretçilerin okyanus manzarasından maksimum şekilde faydalanması sağlanıyor.
EKİM 2012 - XXI 60
yapı - kongre merkezİ - malabo
fotoğraflar: Emre Dörter
Sipopo Kongre Merkezi
tabanlıoğlu mimarlık
Kabuğun motifleri arasından sızan ışıklar, malzemenin saydamlığı sayesinde iç mekanlara dağılan çevrenin doğal dokusuyla manzara, cam duvarların yansımaları ve gün ışığının kontrollü içeri alınmasıyla lokanta bölümü başta olmak üzere, lobi ve diğer toplantı mekanlarının doğa, orman ve okyanus ile tam bir bütünlük kurmasını sağlıyor. Geniş ve hacimli ana lobi ise, ferahlık uyandırarak bir geçiş mekanı olduğunu hissettiriyor. Yeni bina ile varolan binayı birbirine bağlayan şeffaf köprünün oluşturduğu koridordan ana lobiye girişte
konumlanan ışıklandırılmış Afrika haritası, liderleri karşılayarak Kongre Merkezi'nin Afrika’ya özgün bir değer olduğunu vurguluyor. Birinci katta bulunan dikdörtgen formlu, dairesel oturma düzenine sahip ana konferans salonu bütün katın merkezi rolünü üstlenip üç ana zonu bağlayarak çekirdekte güvenli bir konumda yer alıyor. VIP salonları ana konferans holünün arka tarafında sıralı bir şekilde yer alıyor. Lokanta, fuayenin devamı olarak okyanusa bakan cephe boyunca konumlanıyor. Proje her anlamda dengeleri gözetiyor, ışık ile gölge, kamusal alanın şeffaflığı ile özel alanın gizliliği arasındaki oranlar, projenin fiziki değerlerinde biçimleniyor. Projede özellikle ahşap, yerel taş ve cam tercih edilerek yerel dokuya uygun malzeme kullanımına önem verilmiş. İç mekan duvarları farklılıklar gösteren alternatiflerle, çevreden referans alarak tasarlanmış, duvarların tasarımında mimari detaylar kadar akustik çözümlere de dikkat edilmiş. Genellikle kapalı kutular şeklinde gerçekleştirilen bu tür yapıların aksine Afrika’ya, bulunduğu coğrafya ve kültüre dair güçlü referansları olan yapı, çevresiyle uyumlu bir yapı ortaya koyuyor. Kongre Merkezi'nin, ülkenin bayrağında Ceiba ağaçıyla birlikte yer alan birlik, barış, adalet gibi sembollerin hayata geçmesini hedefleyen toplantılara ev sahibliği yapması öngörülüyor.
yapı - kongre merkezİ - malabo 61 XXI - ekİm 2012
karşı sayfada Kongre Merkezi çevre ilişkisi bu sayfada en üstte: Dış cephe solda, ortada sağda ve üstte: Cepheden kareler
EKİM 2012 - XXI 62
yapı - kongre merkezİ - malabo
sağda ve altta: Cephe detayları altta ortada: Koridordan ana lobiye girişte konumlanan ışıklandırılmış Afrika haritası altta ortada sağda: İç mekandan cephe malzemelerinin algılanışı en altta: Kongre salonu en altta sağda: İç mekandaki dolaşım alanları
boy kesit
proje adı: Sipopo Kongre Merkezi proje yeri: Malabo, Ekvator Ginesi işveren: Oficina Nacional de Planification Y Seguimiento de Proyectos de Guinea Ecuatorial “GE- Proyectos” yüklenici: Onur-Summa J.V. mimari tasarım: Tabanlıoğlu Architects, Melkan Gürsel & Murat Tabanlıoğlu tasarım ekibi: Salih Yılgörür, Ali Çalışkan, Sertaç Tümer, Utkan Yonter, Emre Çetinel, Elvin Erkut, Tugce Güleç iç mimari tasarım: Tabanlıoğlu Architects, Hacer Akgun Marino, Eda Lerzan Tuçbil, Esra Çanakkale, Gonca Yılmaz, Anday Bodur, Banu Dasargöl peyzaj tasarımı: Tabanlıoğlu Architects statik mühendisi: Emir Mühendislik, Adnan Öğüt mekanik ve elektrik mühendisi: DT Mühendislik mimari aydınlatma: ZKLD Studio cam, metal ve aliminium cephe: Arte Yapı Sistemleri ahşap işleri, mobilya: Nurus
63 XXI - ekİm 2012
1. kat planı
melkan gürsel tabanlıoğlu İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden 1993 yılında mezun oldu. Metropolitan Catalunya Politeknik Üniversitesinde sürdürdüğü Yüksek Lisans eğitimi ve çeşitli mimari deneyimlerden sonra 1995 yılında Tabanlıoğlu'na ortak olarak katıldı. Yurt içi ve yurt dışı jurilerde yer alan, konferanslar veren, AIA (Int'l. Assoc.) üyesi olan Melkan Gürsel Tabanlıoğlu 2008 yılında “The European Centre for Architecture Art Design and Urban Studies” tarafından Avrupa’nın 40yaş altı en iyi 40 mimarından biri oldu. MEA- Middle East Architect Award 2010 “Architect of the Year” değerlendirmesinde Murat Tabanlıoğlu ile birlikte yılın mimarları seçildiler.
yapı - kongre merkezİ - malabo
murat tabanlıoğlu Viyana Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden 1992 yılında mezun oldu. Ardından Türkiye'ye dönerek 1990 yılında babası Dr.Hayati Tabanlıoğlu ile birlikte Tabanlıoğlu Mimarlık'ı kurdu, 1994 yılında Hayati Tabanlıoğlu'nun vefatına kadar birçok önemli projede birlikte yeraldı. Son dört akademik yılda Bilgi Üniveristesi’nde olmak üzere çeşitli üniversitelerde mimari stüdyo dersi veren, RIBA (Chartered) ve AIA (Int'l. Assoc.) üyesi olan Murat Tabanlıoğlu 1999 yılından beri yurt içi ve yurt dışında konferanslar vermektedir. 2013 Agahkan Ödülleri Master Jüri üyesi olan Tabanlıoğlu AIA ve WAF gibi uluslararası yarışmalarda ve ulusal değerlendirmelerde jüri üyeliği yapıyor.
İç mekan – ofİs - İstanbul EKİM 2012 - XXI 64
fotoğraflar: Cemal Emden
Kamusalın Uzantısı ÜÇ KATLI BİR ALIŞVERİŞ MERKEZİNİN OFİSE DÖNÜŞÜMÜNÜ ELE ALAN PROJE, ORTAK ALANLAR, ÇOK işlevli VE KARAKTERistik MEKANLARla kurgulanmış. Varolan ofislerin zaman içinde yetersiz kalması sonucu TBWA'nın yeni bir mekan ihtiyacı içine girmesiyle proje şekillenmeye başlamış. İstanbul'da çeşitli lokasyonlar incelenip gelecekteki gelişimleri, fizibiliteleri analiz edildikten sonra mekana karar verilmiş, 4500 m2'lik bir alışveriş merkezinin reklam ajansı binasına dönüşümü paralelinde tasarlanan yeni mekanlar kamusal alanın bir uzantısı olarak ele alınmış.
TBWA Maya Uptown
erginoğlu & çalışlar mimarlık
Yapı bütününde ofis alanları ve onların kaçınılmaz karmaşası arka planda bırakılarak sakin bir çalışma alanı sağlanmış. Ortak alan galeri sahiplerine, sanatçılara ve koleksiyonlara ev sahipliği yapacak şekilde tasarlanmış. Projenin dinamizmi, çalışma alanlarına da taşınarak, periyodik olarak sanatçılar ve
küratörlerin aktiviteleriyle canlanacak olan bu alan, yapılan her etkinlik paralelinde, tek seferlik bir deneyim mekanı olarak algılanacak şekilde ele alınmış. Dolaşım alanlarının bir galeri gibi algılanması amacıyla bu mekanlar sanat objeleriyle zenginleştirilerek, malzeme olarak açık renkler ve açık meşe ahşap kaplama kullanılmış. En alt kat, çalışma saatlerinin dışında kullanılacak dinlenme ve toplantı alanlarına ayrılmış. Aynı katta alışveriş merkezinden kalan üç adet sinema salonundan iki tanesi fotoğraf ve ses stüdyosuna dönüştürülürken diğerinin sinema salonu fonksiyonu korunmuş. Atrium tasarımında amaçlanan nokta, her üç kattaki farklı işlevli ofisler arasındaki ilişkiyi sağlamlaştırmak olmuş ve bu nedenle ajans çalışanları tarafından kullanılacak, fikir paylaşımı gibi etkileşimlere de imkan sunan çalışma alanları, mekanda eşit olarak konumlandırılmış.
bu sayfada solda: Çalışma alanları altta solda: Çalışma ve dinlenme alanları altta sağda: Üst katların alt kattaki barla ilişki kurması ve büyük galeri boşluğu en altta: Toplantı salonu
İç mekan – ofİs - İstanbul
karşı sayfada İç mekandan bir kare
65 XXI - ekİm 2012
Doğal ışığın enerji ve motivasyon üzerindeki olumlu etkisini göz önünde bulunduran projede zemin seviyesinin 10 metre altındaki alanlarda doğal ışık eksikliğini aşmak için, cepheler genişletilmiş ve mümkün olan her mekana pencereler konumlandırılmış. Başucu aydınlatma elemanları açık çalışma alanlarına doğru yöneltilirken, toplantı odalarındaysa bu dezavantajı tersine çevirmek için göreceli olarak daha karanlık, spot aydınlatmalar kullanılmış. Tünel etkisini önlemek için, yansıtıcı yüzeylere sahip olan ahşap toplantı odaları tasarlanmış. Siyah arkafona sahip olan ve su beraberinde konumlanan yansıtıcı yüzeyli toplantı odası “kutucukları”, ajansın selamlık olarak adlandırılan, haremliğin tersine gündelik ve özel olmayan görüşmelerinin yapıldığı mekanlarını oluşturuyor. Ayna etkisiyle birlikte kutuların arasında akan su, mekana sonsuzluk duygusunu ekliyor. Şu andaysa mekanı daha yaratıcı ve yenilikçi kılma sırası TBWA ekibinin ellerinde.
İç mekan – ofİs - İstanbul EKİM 2012 - XXI 66
en üst sırada: Sirkülasyon alanları üstte: Merdiven kovası ve galeri boşluğuna bakan mekanlar üstte sağda: Toplantı odaları sağda: Ortak kullanıma açık mekanlar
proje adı: TBWA Maya Uptown işveren: TBWA Reklam Ajansı mimari tasarım: Kerem Erginoğlu, Hasan Çalışlar tasarım ekibi: Emre Erenler, Türkan Yılmaz, Yasemin Hacıkura, Ayşe Selin Gürel, Serdar Demir proje tasarım ve inşaat tarihi: 2011 proje yeri: Etiler, İstanbul
giriş kat planı (0.00 kotu planı)
1. kat planı (4.50 kotu planı)
kesit
2. kat planı (8.25 kotu planı)
kesit
kesit
67 XXI - ekİm 2012
hasan çalışlar 1992 yılında Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu, yüksek lisans çalışmalarını ise Yıldız Teknik Üniversitesi’nde “Mimarlıkta Güç ve İktidar” ilişkisi üzerine yaptı. 1993 yılından bu yana mesleki çalışmalarını Erginoğlu Çalışlar Mimarlık Ltd. Şti. adı altında Kerem Erginoğlu ile beraber sürdürmektedir. Bursa Uludağ Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde davetli öğretim görevliliği yapmıştır.
İç mekan – ofİs - İstanbul
kerem erginoğlu 1990 yılında Mimar Sinan Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi'nden mezun oldu. 1996 yılında Mimar Sinan Üniversitesi'nde "Tarihi Dokuda Yeni Bina Tasarımı" üzerine yüksek lisansını tamamladı. 1991 yılında mesleki araştırmalar yapmak üzere ABD'ye gitti. 1993 yılından bu yana mesleki çalışmalarını Erginoğlu Çalışlar Mimarlık Ltd. Şti. adı altında Hasan Çalışlar ile beraber sürdürmektedir. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde proje dersleri vermektedir.
Kinematik Omurga STUDIO 7.5'in SETU'nun tasarımında TERCİH ETTİĞİ İŞLENMEMİŞ MALZEMELER ile SADELİK ve HAFİFLİK GİBİ İLKELER, ÜRÜNÜN KARBON AYAK İZİNİ AZALTMAYI HEDEFLİYOR. Beste Sabır
EKİM 2012 - XXI 68
ürün tasarımı – sandalye
fotoğraflar: Studio 7.5
Tasarımın çıkış noktası ve ana hedefi nedir? Ofisteki çalışma düzenlerindeki değişimi inceleyip bu paralelde özellikle toplantılarda ne olduğuna bakılmadan bir sandalye kapıp oturulduğunu, ergonomiye hiç dikkat edilmediğini gözlemledik. Geçici bir süreliğine sandalyeye sahip kullanıcılar olarak ergonomik düzenlemelere dair düşünmek için zaman ayırmıyoruz ve bilgisayar karşısında zaman geçirirken bu kullanışsız ve sağlıksız oturma şeklini farkedemiyoruz. Basit sandalyelerin rahat olmadığını, rahat sandalyelerinse basit bir kullanıma sahip olmadığını farkettik. Böylelikle ergonomik oturma hakkındaki bilgiyi, kullanıcıyı rahatsız etmeden sandalyeye entegre etmek projenin ana hedefi haline geldi ve amaç, birkaç parçadan oluşan, mafsallı, yüksek ergonomik özelliklere sahip ama aynı zamanda korkutucu bir mekanizması olmayan bir sandalye tasarlamak oldu.
setu
studıo 7.5
Bu paralelde ürünü ergonomik ve hafif kılan özellikler neler?
Setu kinematik ve esnek şekilde hareket edebilen omurga yapısıyla, başka bir ek ünite gerektirmeden ve hareketleri yönlendirmek için herhangi bir bağlantıya ihtiyaç duymadan, bahsedilen ergonomik isteklere cevap verebiliyor. Yani setu sandalyede kinematik sistem, açıkça tasarımın ayrılmaz bir parçası, rahat, sade ve hafif görünümüyle karmaşık yapıdan tamamiyle uzak, olabildiğince basit çalışan bir sisteme sahip ve ürün, yükseklik ayarı dışında herhangi bir ayarlama düğmesine sahip değil. Hangi malzemeleri kullandınız ve bu süreçte hangi konulara öncelik verdiniz? Yüzeyde kullanılan nefes alabilen membran malzeme, kullanıcının rahat etmesini sağlıyor. Fikir olabildiğince az sayıda ve işlenmemiş hammadde kullanarak ürünü tamamlamak üzerine odaklanıyordu. Üründe alüminyum kullanmamızın sebebi, herhangi bir kaplama ve parlatma ihtiyacı olmayan, korozyon önleyici, paslanmaz bir alaşım olması. İki plastik kıvrımlı parçadan oluşan ürünün bu kıvrılabilir bölümleri, aynı zamanda yüzey malzememiz olan elastik membran polipropileni taşıyor. Bir çok uygulamada plastik, diğer pahalı malzemelerin yerine kullanılmakta. Her ne kadar yeni çeşit yüksek performanslı plastikler geliştirilse de, amacımız gerilme mukavemeti olan malzemeler
ürün tasarımı – sandalye
ürünün kolay kavranabilir ve adapte edilebilir yapısını gösteren kareler
69 XXI - ekİm 2012
üretim sürecinden prototip çalışmaları
gibi diğer malzemelerin özelliklerini taklit etmek oldu. Malzeme ve ağırlıktaki bu azaltma ve sadeleşmenin ürünün zerafetini sağladığı kadar karbon ayak izini de azalttığını düşünüyoruz. Ürünün mottosu nedir? Bu tasarımla birlikte Buckminster Fuller'ın bahsettiği ve insanlığın yaşam koşullarını geliştirmek amacıyla çeşitli tasarımlarını adlandırdığı “Dymaxion” ilkesi doğrultusunda, ağırlık performansının oranı hakkında yeni bir referans yaratmayı yani daha az ağırlık, zaman ve enerji ile tasarımı gerçekleştirmeyi amaçladık. Bu paralelde “ bir molekül bile fazla değil” düşüncesi mottomuz oldu. Ürünün özelliklerinden, tasarım ve üretim sürecinden bahsedebilir misiniz? Sandalye 18 kilodan az, 300 kilo ağırlığına kadar taşıma kapasitesine sahip ve kullanıcıya 12 yıllık garantili bir kullanım süresi sunuyor. Bunu sunabilmek için tasarım süreci boyunca ürünün formu üzerinde sayısız değişiklik yaptık ve birçok prototiple çalıştık. Tasarımımız dört yıllık bir süreçte 30 farklı prototip çalışması ve evrimsel bir süreç sayesinde son haline ulaştı ve ürünün formu, kısıtlı imkanların bir sonucu olarak ortaya çıktı.
studıo 7.5 1992 yılında Berlin'de kurulan Studio 7.5 Wilkhahn, Expo2000, Schering AG, Kempinski AG, Wasa, L&C stendal, Herman Miller gibi markalar ve işverenler için tasarımlar gerçekleştirdi. Ofisin kurucu partnerleri ise; mühendis Roland Zwick, endüstriyel tasarımcı Claudia Plikat, Burkhard Schmitz ve Carola Zwick. (Fotoğrafta soldan sağa: Roland Zwick, Claudia Plikat, Burkhard Schmitz, Carola Zwick.)
ORBITAL Ferrari’nin de tasarımcısı olan Pininfarina tarafından tasarlanan ve Calligaris tarafından geliştirilen Orbital masa, sadeliği ve özel patentli mekanizması ile dikkat çekiyor. Orbital, birkaç saniyede açılarak sekiz kişilik büyük oval bir masaya dönüşüyor. Tüm parçalarıyla form ve işlevi bir araya getiren ürün, otomatik sistemi
BEL
www.calligaristurkiye.com
yaratmalarına imkan sağlıyor. Termoform kaplama ve lake yüzey seçeneklerinin 10 renkte sunulduğu seride yer alan dolaplı ve düz aydınlatmalı aynalar, etajerli ve çanak lavabolarla kombinlenerek işlevsel bir bütünlük yaratıyor. Burgbad Bel serisi, Alman tasarım grubu Nexus Product Design tarafından tasarlandı. www.burgbad.com
MARİS Franke'nin sunduğu IF Tasarım ödüllü Maris Davlumbazlar, siyah cam ve paslanmaz çeliğin bir araya geldiği 60 ve 90 cm seçenekleri, 660 m2 emiş gücü ve 250 w’lık motor gücü sayesinde mutfaklardaki kötü kokuları yok ediyor. “Intensive timer” özelliği sayesinde ani oluşabilecek kokulara karşı sahip olduğu emiş gücünün çok daha üzerinde
performans göstererek 10 dakika boyunca kokuları yoğun bir şekilde çekebiliyor. Maris davlumbazlarda bulunan “auto stop çalıştırma” özelliği ise komut verildiğinde 30 dakika boyunca çalışıp bu süre sonunda otomatik olarak kapanabiliyor. Bu sayede davlumbazı kapatmak için mutfağa geri dönmeye gerek kalmıyor. www.franke.com
EKİM 2012 - XXI 70
YENİ - ÜRÜN
Avrupa’nın önde gelen banyo mobilyası üreticisi Burgbad’ın 2012 yılında piyasaya sunduğu Bel serisi, ürün çeşitliliği ve modüler yapısıyla dikkat çekiyor. Farklı genişlik, derinlik ve yükseklik seçeneklerine sahip lavabo dolapları, ince ve zarif hatlı mineral döküm lavabolarla bir araya getirilerek, küçük/büyük tüm banyolarda kullanıcıların kendi tasarımını
sayesinde tek bir hareketle kolayca açılıp oval şeklini koruyarak genişliyor. Yumuşak kıvrımları ve teknolojik olarak en gelişmiş malzemelerin birleşiminden oluşan tasarımıyla modern mobilyalara uyum sağlayabilen Orbital'in siyah ve beyaz metal ayak ile şeffaf ve füme cam tabla seçenekleri bulunuyor.
KARRE KIDS Viko, yeniden tasarladığı Karre Kids koleksiyonuyla çocuk odalarına Looney Tunes kahramanlarını getiriyor. Bugs Bunny, Tweety ve Sylvester, Taz gibi karakterlerle özel olarak tasarlanan elektrik anahtarları aynı zamanda güvenli kullanımıyla da dikkat çekiyor. Karre Kids koleksiyonu, renk uyumu, yalınlık,
dayanıklılık ve rahat kullanımın yanı sıra çocukların güvenle kullanabilmesi için tasarlandı. Koleksiyon, çabuk bağlantı özelliğiyle de montaj aşamasında kolaylık sağlıyor. Viko'nun ilk çocuk odası koleksiyonu olan Karre Kids elektrik anahtarları, çocuk odalarının dekorasyonunu tamamlıyor. www.viko.com.tr
HASSAS KARIŞIMLAR
CERMITHERM
AkzoNobel Marshall'ın 2012'nin beş ana renk trendinden biri olarak belirlediği “Hassas Karışımlar” teması sessizlik ve görsel dinginlikten ilham alıyor. Temayı oluşturan renk paleti, demir, çelik, beton ve alüminyum, ahşap, bakır ve deri malzemelerin nötr tonları ile sıcak toprak tonlarının mercan ve pudra pembeleriyle birleşimini yansıtıyor. Bu paletteki renkler, rafine, hassas, zarif, yumuşak, gösterişli ve abartısız sıfatlarıyla temsil ediliyor.
Koramic Yapı Kimyasalları'nın Cermitherm markasıyla pazara sunduğu dış cephe ısı yalıtım sistemi, kullanıldığı binalarda %40-60 oranında enerji tasarrufu sağlıyor. Cermitherm ürünleri, hem farklı yalıtım malzemelerinin kullanımına imkan veriyor hem de binalardaki ısı yalıtımını en verimli şekilde yerine getiriyor. Sistem ayrıca her iklim koşuluna uygunluk, uygulama kolaylığı ve uzun ömürlü olma gibi özelliklere de sahip.
www.marshallboya.com.tr
www.cermix.com.tr
NATURE SIDE
EKİM 2012 - XXI 72
YENİ - ÜRÜN
Villeroy&Boch'un yeni porselen karo serisi Nature Side, estetik parke görünümü ve yıllarca ışıltısını korumanın dışında temizlenmesi kolay yüzeyi ile de hem zemin hem de duvar kaplamalarında tercih ediliyor. Doğal görünümlü porselen karolar, sadece doğal malzemelerden yapılmış olmaları ile değil, aynı zamanda farklı avantajlarıyla da kullanıcılarına uygun çözümler sunuyor. Nature Side, kireç beji, kızıl kahve, gri ve kahverengi seçenekleriyle sunuluyor. Seri, temizleme kolaylığının yanı sıra yıllarca parlaklıklarını yitirmiyor. Dijital
LUNA Suntech Luna kavisli desteksiz açılır-kapanır pergola sistemi, kötü hava koşullarında bile yıllarca kullanılabiliyor. 117 km/saat rüzgar şiddetine dayanabilen sistem, kara, yağmura ve güneş ışığına dayanıklı olarak tasarlanmış. Sistemin profilleri, yüksek dereceli 6063 ekstrüzyon alüminyumdan, elektrostatik toz boya yöntemiyle boyanarak üretiliyor ve açık alan uygulamalarında yüksek performans sağlıyor. Tüm civata, vida ve pimler sistemin uzun ömürlü kullanılmasını sağlamak için yüksek kalite paslanmaz çelikten üretiliyor. Luna ray profilleri, özel izolasyon profiliyle yan yana sıfır toleransla monte edilebiliyor, bu sayede iki sistem arasında su sızması engelleniyor. Alüminyum ray aparatı ise sistemin sekiz metreye kadar ileri açılmasını sağlıyor. www.albayrak.com
baskı tekniği sayesinde parke görünümünü porselene başarılı bir şekilde yansıtan seri, porselen karonun tüm avantajlarını da bünyesinde barındırıyor. Ahşap parke tasarımında ayırt edici bir etki yaratan bu seri, R9 kaymazlığına sahip 22,5x90 cm ve 11,25x90 cm olarak iki farklı boyut seçeneğiyle sunuluyor. Yer ve duvar dekorasyonunda kullanılabilen mozaikler seriyi zenginleştirirken, serinin tüm renkleri için sunulan 7,5x90 cm boyutlarındaki süpürgelikler zeminlerdeki parke görünümünü destekliyor. www.villeroy-boch.com
İNTEMA MUTFAK SOSYAL MEDYADA
Eczacıbaşı'nın mutfak mobilyaları alanında faaliyet gösteren markası İntema Mutfak, yenilikçi ve modern bakış açısıyla sosyal medyada yerini aldı. Yakın zamanda web sitesini yenileyen marka, kullanıcılarıyla sosyal medyada buluşuyor. Gün
geçtikçe yaygınlaşan sosyal medya kanalları Facebook ve Twitter'dan İntema Mutfak sayfalarını takip ederek markaya ait birçok bilgiye ulaşılabiliyor. Sayfalarda mutfak modelleriyle ilgili bilgi görsellerinin yanı sıra mutfakla ilgili bilgiler ve yemek tarifleri de bulunuyor. www.intemamutfak.com.tr
OSRAM 2014 DÜNYA KUPASI'NI AYDINLATIYOR bütün bileşenler tek bir kaynaktan sağlanacak. Dış cepheye kurulacak olan 170x20 metre boyutlarındaki LED ekran, resim görüntüleyebilecek, skor detaylarını verebilecek ve video oynatabilecek. Osram kuruluşu Traxon'un ürettiği toplam 34 bin LED'den oluşacak panellerle dünyanın en büyük LED stadyum ekranı oluşturulacak. www.osram.com.tr
National Geographic Channel’ın modern mühendislik harikalarını ve perde arkasında yaşananları en çarpıcı haliyle gözler önüne serdiği “Mega Yapılar” belgesel dizisi E.C.A. SEREL sponsorluğunda ekranlara geliyor. Belgesel dizisi, dünya üzerindeki çok sayıda yapıyı
yerinde, yapım aşamalarında, en ince detaylarına kadar takip ederek, proje yöneticileri, mühendisler ve mimarlarla röportajlar yaparak ve CGI gibi ileri teknolojiler kullanarak en gerçekçi şekliyle izleyicisiyle buluşturuyor. Daha önce ekrana gelmeyen iki yeni belgesel Ekim ayında izleyiciyle buluşuyor. www.eca.com.tr
ÇANAKKALE SERAMİK TOPKAPI SARAYI'NI YENİLİYOR Çanakkale Seramik Topkapı Sarayı'nın tuvaletlerini, yüzlerce yıllık Osmanlı mimarisi ve dekorasyonunun vazgeçilmez unsurlarını, modern formlarla yeniden günümüz banyolarına taşıyan Saraylı Koleksiyonu ile yeniliyor. Kale Grubu Yapı Ürünleri Grubu Pazarlamadan Sorumlu Başkan Yardımcısı İhsan Karagöz'ün sözcülüğünde gerçekleştirilen basın toplantısında proje hakkında detaylar
aktarıldı. İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğü ile imzalanan protokol kapsamında Çanakkale Seramik, Topkapı Sarayı'nın tuvaletlerinin yenilenmesi konusunda tasarımcı Zeynep Fadıllıoğlu ile işbirliği yaptı. Yenilenen mekanlarda tarihi dokuya sadık kalınarak yapılan dekorasyonda Saraylı Koleksiyonu'nun çeşitli ürünleri kullanıldı. www.kale.com.tr
EKİM 2012 - XXI 74
FİRMA HABERLERİ
Spor alanları aydınlatmasında uzman firma Osram, 2014 Dünya Futbol Şampiyonası'nın açılış maçına ev sahipliği yapacak olan Sao Paulo'daki Corinthians Arena'yı en yeni enerji tasarruflu aydınlatma teknolojisiyle donatıyor. Osram'ın dünyanın en büyük LED stadyum paneline dönüştüreceği stadyumun dış cephesi, dev bir ekran görevi görecek. İç aydınlatma ve oyun alanlarındaki projektör sistemine kadar
E.C.A. SEREL MEGA YAPILARA SPONSOR OLDU
AUTODESK 30 YAŞINDA
Üç boyutlu tasarım, mühendislik ve eğlence yazılımlarında dünyanın önde gelen şirketlerinden Autodesk 30. yaşını kutluyor. İlk olarak tasarım dünyası için AutoCAD’i piyasaya süren Autodesk, bugün 100’den fazla ürünüyle mimarlardan tasarımcılara, mühendislerden sanatçılara kadar tüm
KNAUF ARENA YAPI DÜNYASINI BULUŞTURUYOR yaratıcı gruplar için özel yazılımlar hazırlıyor. Aynı zamanda dünyanın en karmaşık tasarım, mühendislik ve sürdürülebilirlik sorunlarını çözmek için özel ürün ve hizmetler sunuyor. Şirketin yazılım portföyü başta AutoCAD, Autodesk Revit, Autodesk Inventor, Autodesk Maya ve Autodesk 3ds Max olmak üzere çok sayıda ürün içeriyor. autodesk.com.tr
Knauf, 3-7 Ekim tarihleri arasında CNR Expo'da yapılacak Knauf Arena'da bütünleşik yapı ve performans çözümlerinin sunulacağı bir buluşma gerçekleşiyor. Knauf'un en yeni ürün ve sistemlerini tanıtacağı Kanuf Arena, henüz Türk yapı sektörüne girmemiş ürün ve sistemleri yapı
sektörü profesyonelleri ve tüketicilerle buluşturuyor. Knauf Arena'da 1200'ü aşkın ürün, 150'den fazla sistem ve 24 farklı dayanım performansı sergileniyor. Ürün ve proje hizmetlerinin tanıtımının yanı sıra ısı ve ses yalıtımı, yangın emniyeti ve deprem dayanımı konularıyla ilgili paneller, paralel oturumlar ve performans gösterileri de yapılıyor. www.knauf.com.tr
ADVERTORYAL 75 XXI - EKİM 2012
Deka Form Modüler Bölme Duvar Sistemi Bitmiş zemin ve tavan arasına montajı yapılan Deka Form modüler bölme duvar sistemi, çalışma alanlarının değişken yapısına uyum sağlayabilen, rahat ve hızlı montajıyla ofislerde yeni mekanlar oluşturuyor.
deka
boyacıköy yokuşu keleşoğlu apt. no:13/1, baltalimanı/istanbul t: 0212 287 04 44 ebu ziya tevfik sokak no: 4/5 çankaya/ankara t 0312 440 9206 f 0312 440 9809 www.dekaas.com.tr
Deka Form'un en önemli özelliği günümüz ofislerindeki ışık ihtiyacına cevap veren bir sistem olması. Sistem, ışığın bir mekandan diğerine geçmesine izin verirken, manuel ya da otomatik mikro jaluzi sistemi ve kumlu cam özelliğiyle çalışma alanlarında kişisel mekanlar yaratılmasına imkan tanıyor. Cam cama birleşimde polikarbon fitil ya da yedi milimetre kalınlığında alüminyum H profiller kullanılıyor. Deka Form sistemi tamamen tavan ve zemin profillerinin içinde çalışıyor. Taşıyıcı dikmeleri, yatay bağlantıları, istenilen RAL
renklerinde uygulanabiliyor. Zemin ve tavan kılavuzlarıyla mevcut zemin, yükseltilmiş döşeme, tavan ve asma tavan sistemlerine kolayca bağlanıyor. Sistemde camlı paneller, zemin ve tavan profillerinin içine oturtularak monte ediliyor. Sistemin dış yüzeyinde hiçbir bağlantı elemanı görülmüyor. Sistem, ihtiyaca göre düz camlı, kumlu camlı, çift cam arası mikro jaluzili, değişik renk seçenekleriyle melamin, kumaş ve metal kaplı olabiliyor. Yüzey elemanları, sistemin demonte özelliği nedeniyle montaj sonrasında da ihtiyaca göre sökülüp farklı renkte veya farklı
özellikteki başka bir yüzey elemanıyla değiştirilebiliyor. Demonte panel sistemi; elektrik, haberleşme ve veri kablolarının geçişine imkan veriyor. Bazalardan ve dolu panellerin her noktasından kablolama sisteminin çıkışı sağlanabiliyor. Ses izolasyonu için dolu panellerin arasında 50 mm kalınlığında 52 kg/m3 yoğunluğunda kayayünü kullanılıyor. Dolu modüllerde RW 45 dB, camlı modüllerde RW 43 dB yalıtım değeri sağlanıyor. Dolu modüllerdeki yangın geçirmezlik süresiyse 40 dakika.
uygulama – aydınlatma ve tavan – zvartnots EKİM 2012 - XXI 76
fotoğraflar: Artur Hovakimyan
Tavan ve Aydınlatma Varyasyonları ERMENİSTAN'DA KONUMLANAN ZVARTNOTS ULUSLARARASI HAVAALANI'NIN ANA TERMİNALİNDEKİ AYDINLATMA VE TAVAN SİSTEMLERİ DURLUM TARAFINDAN SAĞLANDI. Zvartnots Uluslararası Havaalanı'nın 2011 yılı sonunda yeni açılan ana terminali sadece açık mimarisiyle değil, aynı zamanda iç alandaki farklı tasarımı ile de dikkat çekiyor. Arjantinli mimarlar Lucas Monsalvo, Marcelo Minoliti ve Karina Luna tarafından durlum firmasının çeşitli metal tavan ve aydınlatma çözümleri, tasarım unsurları olarak devreye sokulmuş. Tavan sistemi yalnızca bir havaalanının ihtiyacı olan yüksek akustik beklentisini karşılamakla kalmayıp, aynı zamanda deprem bölgesi olarak bilinen alanda özel bir koruma da sağlıyor. Luna, Minoliti ve Monsalvo’nun iç mekan konsepti yaratıcı değişkenliği
önemsiyor ve değişik tavan sistemlerini kullanarak terminalin çeşitli kesimlerini vurguluyor. Havaalanının herkese açık olan bölgelerinde, durlum’un modern, yüksek akustik etkili Polylam dikey lamelleri kullanılmış. Bir metal tavanın önceliklerini garantiye almak ve aynı zamanda özel bir görsellik elde etmek için mimarlar burada geniş kısımlarda tik ağacı baskısından oluşan bir çeşitlilik oluşturmaya karar vermişler. Böylece insanların yoğun olarak bulunduğu havaalanlarında iyi bir akustik sağlayan bu Baffle sistemi, renk konseptine uyumlu bir şekilde dahil olmuş. İşlevsel tasarım, terminalin kontrol ve geliş bölgesinde de devam ediyor. Kontrol bölgesinde özel perforeli dur-SOLO ada tavan kaplamaları dikkat çekiyor. Sıralanmış şeritler halinde monte edilmiş olan kaplamalar 20 metrelik
optik uzunluklarına rağmen açık bir atmosfer yaratıyor. Bu arada kaplamalar arasındaki mesafeler sadece tavan alanına canlılık vermekle kalmayıp, aynı zamanda yangın koruma tertibatlarının ve aydınlatmanın tasarıma kolayca dahil olmalarına da izin veriyor. Bunun dışında dur-SOLO tavan kaplamaları yeni terminalin geliş salonunda bulunuyor. Bunlar kendilerini büyük boyutlarıyla ve kavisli uçlarıyla gösteriyorlar, böylece salona oldukça özel, sonsuzluk hissi veren bir karakter sağlıyorlar. Monsalvo, Minoliti ve Luna özel vurgulama olarak VIP bölgesi için Tomeo-R tavan-ışık kombinasyonunu seçmişler. Yuvarlak Lumeo-R ışık alanlarıyla kombine edilmiş yuvarlak tavan unsurları tam olarak kafe tasarımına uyarlanmış ve ziyaretçileri zaman geçirmeye davet eden rahat bir ortam yaratmış.
uygulama – aydınlatma ve tavan – zvartnots EKİM 2012 - XXI 78
proje adı: Zvartnots Uluslararası Havaalanı mimar: Lucas Monsalvo, Marcelo Minoliti, Karina Luna işveren: Corpóracion América, Buenos Aires işbirliği: Aksoy Aluminyum, Profal LLC aydınlatma ve tavan sistemleri: durlum GmbH
Uygulama – bölme duvar sİstemİ – antalya EKİM 2012 - XXI 80
Sese Duyarlı DEKA'NIN EN SON TAMAMLANAN PROJELERİ ARASINDA YER ALAN ANTALYA'DAKİ SUN EXPRESS GENEL MERKEZ BİNASI'NDA DEKA FORM ÇİFT CAMLI SİSTEM KULLANILDI. Projede kullanılan Dekaform bölme duvar sisteminin en önemli özelliği aynı profil tipiyle çift camlı modülden tek camlı modüle kolay geçiş imkanı yaratması. Bu özellik sayesinde ürünün uygulandığı mekanlarda ses hassasiyeti istenildiği şekilde ayarlanabiliyor. Sistemin diğer bir özelliği ise cam ile ahşabı birleştirerek ister yatayda ister düşeyde uyumlu bir şekilde kullanım kolaylığı sağlıyor olması. Sistemin cam birleşimlerinde şeffaf polikarbonat veya yedi milimetre kalınlığında alüminyum H profilleri kullanılabiliyor. Ayrıca alüminyum dikme profilleri üzerine laminat ya da doğal kaplama malzemeler kullanılarak hazırlanan dolu modül uyumuyla ahşabın sıcaklığını bir sistemde birleştiriyor.
Projede öncelikle şeffaflık ilkesi ön planda tutulmuş, tamamen camlarla bölünmüş şeffaf ve ferah alanlar yaratılması amaçlanmış. Bununla birlikte tek cama göre daha fazla ses yalıtımı ve gerektiğinde daha modern olan motorlu jaluzi sistemleriyle istenen mekanlarda mahremiyet sağlanabilmesi amacıyla özellikle çift cam tercih edilmiş. Camlar arasında kullanılan özel ve tamamen şeffaf polikarbonat H profilleri sayesinde sadece camdan oluşan 60 metre uzunluğunda koridorlar merdana getirilmiş. Dekaform sistem detayları ile aralarda hiçbir kayıt kullanmadan bu uzunluklarda sistemi kurmak mümkün olmuş. Ayrıca kapıların ve kapı yanı teknik panellerin ahşap olması da monotonluğu engellemiş. Şeffaflık ve doluluk, zıtlık yaratarak bir bütün oluşturmuş. Oda araları tamamen dolu panel kullanılarak çözülmüş ve böylelikle ahşap ile camın birleşmesiyle farklılık yaratılmış.
Uygulama – bölme duvar sİstemİ – antalya
proje adı: Sun Express Genel Merkez Binası proje yeri: Antalya mimar: DNA Mimarlık, Nail Atasoy yapım tarihi: Temmuz 2012
81 XXI - EKİM 2012
DERİN
REFERANS PROJE - ofİS MOBİLYASI
Derin Sarıyer ve Haldun Kilit ortaklığındaki Derin, 1971 yılından bu yana çağdaş mobilya tasarımı ve üretimi alanında faaliyette bulunuyor. Derin ürünleri inovasyona dayanan yaratıcılığa açık bir tavırla, ofis ve ev ortamlarına uygun olarak tasarlanıyor. İstanbul merkezli Derin, özgün sadeliği ile uluslararası düzeyde saygın bir marka konumunda. Firma, gerek tasarım gerekse üretim süreçlerinde doğallık ve uzun ömürlülük ilkelerini benimsemekte. Malzeme seçiminden kullanılan yapıştırıcıya, nakliyeden enerji tüketimine kadar çevreci bir stratejiye sahip olan Derin, tasarım odaklı, pür, dürüst, güvenilir ve tutarlı. Derin koleksiyonu tasarımcıları: Arif Özden, Aziz Sarıyer, Bülend Özden, Defne Koz, Derin Sarıyer, Jale Kulin Akgün, Mehmet Ermiyagil, Nazar Sigaher ve Tanju Özelgin. Firmanın katıldığı fuarlar ise; İstanbul Design Week, Milan Design Week, New York ICFF, Paris Maison&Objet, Koln Messe.
sap genel müdürlük
Merkezi Akaretler'de yer alan Derin'in Gayrettepe'de de bir şubesi bulunuyor. www.derindesign.com • Borusan Araç Teslim Salonu, İstanbul, 2012 • SAP Genel Müdürlük (Yalın Tan & Jeyan Ülkü İç Mimarlık), İstanbul, 2009 İstanbul, 2008 • Dumankaya Satış Ofisi (Zoom Mimarlık), İstanbul, 2008
EKİM 2012 - XXI 82
borusan araç teslim salonu
dumankaya satış ofisi
DOXA OFİS MOBİLYALARI 2007 yılında Çanakcılar Şirketler Grubu bünyesinde Zonguldak'ın Devrek ilçesinde kurulan Doxa Ofis Mobilyaları, sektörün en genç firması olmasına rağmen yarım asırlık sanayicilik geleneğinin vermiş olduğu güvenle ve deneyimli kadrosuyla kısa zamanda tanınan bir firma haline geldi. Kurulduğu dönemde 16.000 m2 alanda üretim yapan firma, geçen yıl tamamlanan yatırımlarıyla kapalı alanını 50.000 m2'ye çıkartıp, makine parkurunu da üç kat artırdı. Günlük 1000 modül üretim yapmakta olan firma, her geçen yıl yatırımlarına devam ediyor. Doxa Ofis Mobilyaları, müşterilerine siparişlerini 72 saat gibi kısa bir sürede teslim ediyor. Türkiye genelinde 100 adet bayiye sahip olan firma, 15 ülkeye de ihracat yapıyor. Doxa Ofis Mobilyaları geniz bir ürün yelpazesine sahip ve her beğeniye uygun ürünler tasarlıyor.
EKİM 2012 - XXI 84
REFERANS PROJE - ofİS MOBİLYASI
www.doxa.com.tr • 19 Mayıs Üniversitesi, Samsun, 2012 • Mevlana Üniversitesi, Konya, 2012 • Sağlık Bakanlığı, Ankara, 2012 • Samanyolu Koleji, Ankara, 2012 • Seramik Federasyonu, İstanbul, 2012 • Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İstanbul, 2011 • Karabük Demir Çelik Fabrikası, Karabük, 2011 • Karayolları Bölge Müdürlüğü, Van, 2011 • Özel NPİ Nöropsikiyatri Hastanesi, İstanbul, 2011 • Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı, Zonguldak, 2010 • Batman Havaalanı, Batman, 2010 • Antalya Havaalanı Dış Hatlar Terminali, Antalya, 2009 • Unifree Duty Free A.Ş., 2012 • Üsküdar Üniversitesi, 2012 • Mey İçki, 2009-2012
ERSA
EKİM 2012 - XXI 86
REFERANS PROJE - ofİS MOBİLYASI
Güvenilirliği ve kalitesiyle Türkiye’de ofis mobilyası üreticileri arasında önemli bir yere sahip olan Ersa, sektöre adımını 1958 yılında attı. Bugün ailenin üçüncü kuşak üyelerinin de yönetimde görev aldığı Ersa, ofis mobilyalarının yanı sıra koltuk ve kanepe gibi oturma elemanları da üretiyor. Çağdaş çalışma hayatının en önemli unsurları arasında yer alan verimliliğe motivasyonla ulaşılabileceğine inanan firma, işlevsel, pratik, ergonomik ve kişiselleştirilebilen tasarımlarla çalışanların ofis ortamındaki mutluluğunu artırmayı hedefliyor. Ürünlerini, doğal malzemeler, aydınlatma üniteleri, teknoloji ürünlerini entegre eden parçalar gibi, kullanıcılara kendini iyi hissettiren küçük ayrıntılarla destekliyor. Renkli, kimi zaman neşeli tasarımlarıyla, çalışma ortamının enerjisini yükseltiyor. Tasarımlarının odağına insanı koyan Ersa, modern çalışma ortamına rahatlık ve değer katan, pratik, kullanıcı dostu ürünler üretiyor. Çevre ve insan sağlığıyla dost hammadde ve aksesuarlar kullanarak; ergonomik, sıhhi, kullanıcıyı daha az yoran, geri dönüşümü mümkün mobilyalar tasarlıyor. Kendi tasarımlarını yaratan Ersa; Aykut Erol, Ece Selamoğlu Yalım, Murat Erciyas, Oğuz Yalım, Sezgin Akan, Tamer Nakışçı, Yalın Tan gibi Türk; Claudio Bellini, Paola De Francesco, João Ramos Silva gibi uluslararası tasarımcılarla çalışıyor. Ersa’nın, Ece ve Oğuz Yalım tarafından tasarlanan Frame adlı yönetici masa takımı, “Design Turkey 2010” kapsamında “Üstün Tasarım”, Twins adlı koltuk ise “İyi Tasarım” ödüllerinin sahibi oldu. Twins ayrıca, Red Dot'a da layık görüldü. 2011 yılında “Good Design” ödüllerinde Mag ve Join’le birlikte mobilya kategorisinde dünyanın en iyi tasarımları arasında yer alan Frame, 2012’de Red Dot ödülüne de sahip oldu.
çukurova tower
inci deri
arçelik ar-ge yönetim merkezi
inci deri
www.ersaofis.com • Arçelik Ar-Ge Yönetim Merkezi, Ankara, 2012 • Çukurova Tower, İstanbul, 2012 • İnci Deri - Flat Ofis, İstanbul, 2012 • Marmara Üniversitesi, İstanbul, 2012 • Ormo Yün İplik Sanayi - Tekfen Ofispark, İstanbul, 2012 • Salt Araştırma Merkezi, İstanbul, 2012 • Denizbank, Türkiye Geneli, 2011-2013 • İTÜ Ayazağa Kampüsü, İstanbul, 2011 • Danıştay, 2011 • Kaya Palazzo, 2011 • Papirus Plaza Satış Ofisi, 2011
salt araştırma merkezi
NURUS İnsanı ve işlevselliği merkeze alarak sürdürülebilir ve yenilikçi tasarımlar geliştiren Nurus, yaklaşık 30 ülkede 100’ü aşan bayisiyle profesyonel ofis mobilyası sektöründe hizmet veriyor. 2012’de 85. yılını kutlayan Nurus, ofis mobilyası sektörüne getirdiği yeniliklerle dünya çapında tanınan ve güçlü referanslara sahip olan bir marka haline geldi. Çalışma ve yaşam alanları için teknoloji ve bilgi birikimini harmanlayarak tasarımlar geliştiren firma, bu alanda dünyada en geniş ürün gamına sahip marka konumunda.
EKİM 2012 - XXI 88
REFERANS PROJE - ofİS MOBİLYASI
Nurus, operasyonel masalar, üst-orta düzey yönetici çalışma üniteleri, oturma üniteleri (soft-seating), sosyalleşme, dinlenme, bekleme salonu, kabul ve karşılama alanları, toplanma sistemleri, konferans sistemleri ve ortak kullanım alanlarına özel ürünleriyle tek bir noktadan tüm ihtiyaçları karşılayabiliyor. Nurus, geniş ürün yelpazesiyle müşterilerine yönetim sistemleri, operasyonel sistemler, kamusal alan çözümleri, panel sistemleri ve havalimanı mobilyası için çözümler sunuyor. Kalite, çevre yönetimi ve sürdürülebilirlik üzerine çalışan ve ürünlerinde geri dönüşümlü malzeme kullanarak hizmet verdiği müşteriler başta olmak üzere çevreci şirketlerin sayısını artırmayı hedefleyen Nurus, EN ISO 9001:2001 Kalite Yönetim Sistemi, EN ISO 14001:2004 Çevre Kalite Yönetim Sistemi, OHSAS 18001:2007 FIRA ve BIFMA İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetim Sistemi sertifikalarına, ayrıca IF, Red Dot, DesignPreis, Good Design, Design Turkey gibi uluslararası tasarım ödüllerine sahip.
başak groupama
lig tv
flat ofis
mıcrosoft
turkcell teknoloji
doğuş power center
www.nurus.com • NTV, İstanbul, 2011 • Garanti Portföy, İstanbul, 2010 • Flat Ofis, İstanbul, 2009 • Lig TV, İstanbul, 2009 • Microsoft, İstanbul, 2009 • Philips, İstanbul, 2009 • Unilever, İstanbul, 2009 • Başak Groupama, İstanbul, 2008 • Turkcell Teknoloji, Gebze, 2008 • Doğuş Power Center, İstanbul, 2007 • Eczacıbaşı, İstanbul, 2007 • Lafarge, İstanbul, 2007 • Vodafone, İstanbul, 2007 • Nokia, İstanbul, 2005 • Doğan TV Center, İstanbul, 2003
EKİM 2012 - XXI 90
REFERANS PROJE - ofİS MOBİLYASI
TCC -The Chair Company Türkiye’nin ilk amortisörlü büro koltuğunu Bursa tesislerinde üreten Alman menşeili TCC-The Chair Company, ergonomiyi ön planda tutarak geliştirdiği tasarımlarıyla ürünlerini pazara üç farklı markayla sunuyor: Grammer Office, TCC ve Projects. Büro, sinema ve konferans koltukları alanında uzmanlaşan TCC-The Chair Company, koltuklarını kullanıcıya özel bir anlayışla geliştiriyor. Almanya’daki Ar-Ge merkezinde ergonomi konusunda uzmanlaşmış bilim adamları, ortopedi uzmanları, ergonomistler, fizyoterapistler ve doktorlarla birlikte tasarımı gerçekleştirilen vücuda tam uyumlu koltuklar, bedene, ağırlığa ve sırt yapısına göre ayarlanabiliyor. Chuck Pelly, Ray Carter, Stauss & Pedrazzini, DesignWorks, Françoise Hélène Jourda tasarımı ürünler, ideal form, ergonomi ve işlev, anlam ve estetik, değer ve yeni buluşların bir birleşimini sunuyor. Firma pazarın üst segmentinde gerek ergonomik, gerekse tasarım ve özgünlük olarak çok üst düzeydeki ürünlerini Grammer Office markası adı altında kullanıcılara sunuyor. Türkiye'deki ofis mobilyası pazarının orta segmentinin hedeflendiği ürün grubu ise TCC markasıyla sunuluyor. Firmanın diğer ürün alanları arasında sinema, konferans, dershane, okul, havaalanı, bekleme salonları gibi toplu kullanım amaçlı proje koltukları yer alıyor. www.grammerburo.com.tr • Akbank, Tüm Şubeler, 2012 - ... • ING Seminer Salonları, 2012 - ... • Yapı Kredi Seminer Salonları, 2012 - ... • Garanti Bankası, Tüm Şubeler, 2011 - ... • BASF, Tüm Türkiye, 2011 • Albaraka Türk, Tüm Şubeler, 2010-2011 • Astra Zeneca, İstanbul, 2009-2011 • Media Mark, Tüm Şubeler, 2008-2011 • Eurobank Tekfen, Tüm Şubeler ve Genel Merkez, 2010 • Hilton/HiltonSA, Ankara-Adanaİstanbul-İzmir-Mersin, 2010 • Ülker, İstanbul, 2010 • Eczacıbaşı, İstanbul, 2007-2009 • Bank Asya, Tüm Şubeler ve Genel Merkez, 2007 - ... • Florence Nightingale, İstanbul, 2007 • Axa Oyak Merkez ve Bölge Müdürlükleri, 2006
TUNA GİRSBERGER 22 yıldır Avrupa'nın en önemli ofis koltuğu markalarından, 115 yıllık Girsberger Holding AG ile ortaklığını sürdüren Tuna, Türkiye'de ofis mobilyası sektöründe yabancı ortaklık yapan ilk ve tek şirket unvanına sahip. Aynı zamanda Tuna bu işbirliğiyle İsviçreli Girsberger Holding AG'nin de dünyadaki tek ortağı oldu. Bu ortaklık sadece Tuna'ya değil, Türkiye'ye de çok şey kazandırdı. Sağlıklı oturma ve ergonomik çalışma kültürüne katkı sağlayan Tuna Girsberger AŞ, sadece uzmanlık alanı olan ofis koltukları üretiyor. Tuna Girsberger ofis koltukları 29 model ve binin üzerinde çeşide sahip. Bu kolktukların 70 farklı kumaş/renk seçeneği bulunuyor. Üstün tecrübesi ve sahip olduğu teknik uzmanlıkla Türkiye'deki lider kuruluşlardan biri konumunda olan Tuna Girsberger, sunduğu yenilikçi çözümlerle adından söz ettirmeye devam ediyor.
albakara
uğur metal
uğur metal
EKİM 2012 - XXI 92
REFERANS PROJE - ofİS MOBİLYASI
www.tunaofis.com • Albaraka Şubeleri, Tüm Türkiye, 2012 • Alcon İlaç, İstanbul, 2012 • Concept Reklam Ajansı, İstanbul, 2011 • ING Emeklilik, İstanbul, 2011 • TT Arena, İstanbul, 2010-2011 • Akbank Operasyon Merkezi, Gebze, 2010 • Albaraka Genel Müdürlüğü, İstanbul, 2010 • Teknosa, İstanbul, 2009 • Yapı Kredi Operasyon Merkezi, Gebze, 2009 • Tüpraş, Gebze, 2008-2009 • Uğur Metal, 2012 • Yapı Kredi Şubeleri, Tüm Türkiye
alcon ilaç
ıng emeklilik
uğur metal
TUNA OFİS Yüksek standartlardaki ürün kalitesiyle 42 yıllık deneyimi bir araya getiren Tuna Ofis, bugün ofis mobilyası sektörüne öncülük ediyor. Türk mobilya sektöründeki yenilikçi kimliğiyle, tasarıma verdiği önemle göz önünde olan firma, müşterilerine her zaman en iyi hizmeti vermeyi vizyonunun temel ilkelerinden biri olarak görüyor.
EKİM 2012 - XXI 94
REFERANS PROJE - ofİS MOBİLYASI
Kapasite olarak Türkiye'nin önde gelen ofis mobilyası ve ofis koltuğu üreticisi olan Tuna Ofis, Silivri-Kınalı mevkiinde toplam 35.000 m2 kapalı alan üzerindeki fabrikasında sektörün en modern teknolojilerini kullanarak üretimini sürdürüyor. Dünya çapında yüksek bir teknolojiyle üretim yapan fabrika, aynı zamanda Avrupa'daki sayılı tesislerden biri. Sadece Türkiye'de değil uluslararası alanda da adından söz ettiren bir isim haline gelen Tuna Ofis'in ürün kategorisinde şirket merkezleri için her türlü yönetici takımları, oturma grupları, misafir koltukları, çalışma masaları ve çok amaçlı dolap sistemleri gibi çok çeşitli ofis mobilyaları bulunuyor. Tasarımcı kimliğinin uzantısı olarak projeler için özel ürün ve konsept geliştirme konusunda uzmanlaşmış olan Tuna Ofis, bu alandaki başarısını Türkiye'nin önde gelen finans kurumlarının tedarikçisi olarak belgeliyor. Tuna Ofis sunduğu yenilikçi çözümlerle ofis mobilyası sektöründe adından söz ettirmeye devam ediyor.
uğur metal
albaraka
www.tunaofis.com • Albaraka Şubeleri, Tüm Türkiye, 2012 • Alcon İlaç, İstanbul, 2012 • Concept Reklam Ajansı, İstanbul, 2011 • ING Emeklilik, İstanbul, 2011 • TT Arena, İstanbul, 2010-2011 • Akbank Operasyon Merkezi, Gebze, 2010 • Albaraka Genel Müdürlüğü, İstanbul, 2010 • Teknosa, İstanbul, 2009 • Yapı Kredi Operasyon Merkezi, Gebze, 2009 • Tüpraş, Gebze, 2008-2009 • Uğur Metal, 2012 • Yapı Kredi Şubeleri, Tüm Türkiye
alcon ilaç
albaraka
ıng emeklilik
albaraka
EKİM ajandası 1 - 4 Ekim
1 - 5 Ekim
1. Ulusal Cami Mimarisi Sempozyumu
Sempozyum, “Gelenekten Geleceğe Cami Mimarisinde Çağdaş
MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Fındıklı, İstanbul
www.camimimarisisempozyumu.com
Tasarım ve Teknolojiler” başlığıyla gerçekleşiyor.
“Kusurluluk” Atölyesi
İstanbul'un, Tasarım Bienali'nin ana teması “Kusurluluk”
İTÜ Taşkışla, İstanbul
www.kentseltasarim.itu.edu.tr
TMMOB Mimarlar Odası Büyükkent Şubesi, İstanbul
www.mimarist.org
çerçevesinde okunması ve yorumlanmasını hedefleyen atölye çalışmaları düzenleniyor.
1 - 29 Ekim
Kent Düşleri VII Sergisi
Mimarlık ve Kent Şenliği'nin ilk günü, Dünya Mimarlık Günü'nün ardından Kent Düşleri VII sergisinin açılışıyla devam ediyor.
2 Ekim
3 - 5 Ekim
8 - 10 Ekim
The City Dark Film Gösterimleri: Karanlığı Aramak - İstanbul 1
19:30'da başlayacak gösterim, PLD Türkiye girişimiyle Türkiye
İstanbul Moda Akademisi, Nişantaşı, İstanbul
www.citydarkistanbul1.eventbrite.com
yapı sektörü profesyonelleriyle buluşuyor.
Dünya Mimarlık Festivali (WAF) 2012
Dünyanın en büyük mimarlık festivali birçok mimar, tasarımcı
Marina Bay Sands, Singapur
www.worldarchitecturefestival.com
Expo Real 2012
Bu yıl 15.'si düzenlenen fuar, 1998 yılından bu yana her Ekim
Yeni Fuar Merkezi, Münih, Almanya
www.exporeal.net
MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Fındıklı, İstanbul
www.icmimarliksempozyumu.org
Kocaeli Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Kocaeli
docomomo.kocaeli.edu.tr
Mardin
www.mardinbienali.org
İstanbul Modern/Özel Galata Rum Okulu, İstanbul
istanbultasarimbienali.iksv.org
Salt Galata, Beyoğlu, İstanbul
saltonline.org
YTÜ Oditoryumu, Beşiktaş, İstanbul
www.mmr.yildiz.edu.tr
başlığıyla gerçekleşen söyleşi saat 14:00'te başlıyor.
2012 Ulusal Mimarlık Sergisi: Gaziantep
En yüksek katılımın sağlandığı Ulusal Mimarlık Sergisi Ankara,
Gaziantep
www.mo.org.tr/ulusalsergi
İstanbul Buluşmaları 2012 “Afet ve Dönüşüm Kıskacında: İstanbul'da Planlama”
Etkinlik, başta İstanbul olmak üzere kentlerdeki yapılaşmış
YTÜ Oditoryumu, Beşiktaş, İstanbul
www.spo.org.tr
Konut Konferansı 2012
Saat 9:30'da başlayacak konferans, Türkiye konut sektörünü
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.konutkonferansi.com
ve girişimcinin katılımıyla bu yıl Singapur'da gerçekleşiyor.
ayında Münih'te gerçekleşiyor.
10 - 12 Ekim
3. Ulusal İç Mimarlık Sempozyumu
Teması "Mekan Tasarımında Endüstriyel Boyut" olarak belirlenen sempozyum, günümüz mekanları ile endüstriyel üretimin etkileşimini ortaya koymayı hedefliyor.
12 - 14 Ekim
Türkiye Mimarlığında Modernizmin Yerel Açılımları VIII
DOCOMOMO Türkiye Çalışma Grubu'nun “Türkiye Mimarlığında Modernizmin Yerel Açılımları” konulu etkinlikler dizisinin sekizincisi Kocaeli Üniversitesi Mimarlık Fakültesi ev sahipliğinde gerçekleşiyor.
... - 21 Ekim
2. Mardin Bienali
Küratörlüğünü Paolo Colombo ve Lora Sarıaslan’ın yaptığı bienalin bu yılki başlığı “İkinci Bakış/Double Take” olarak
EKİM 2012 - XXI 96
ajanda
belirlendi.
13 Ekim - 12 Aralık
İstanbul Tasarım Bienali
Bienal, kentsel tasarım, mimarlık, iç mimarlık, endüstriyel tasarım, grafik tasarım, yeni medya tasarımı ve moda tasarımı gibi yaratıcı tüm alanlara açık.
13 Ekim - 22 Aralık
Atölye Serisi: Hayal Et, Tasarla, Tartış
Atölye, Salt Yorumlama tarafından, Modernin İcrası: Atatürk Kültür Merkezi, 1946-1977 sergisi kapsamında lise öğrencileri için düzenleniyor.
15 Ekim
15 - 22 Ekim
16 - 17 Ekim
18 Ekim
Prof. Dr. Uğur Tanyeli Söyleşisi
“Mimarlık imgelerini nereden buluruz, nasıl kullanırız?”
İstanbul, Bodrum, Kayseri ve İzmir'in ardından Gaziantep'te.
alanların büyük bir kısmının afet riski altında olmasını ve ihtiyaç duyulan yeni yasal düzenlemeleri konu alıyor.
“Değişim/Dönüşüm” başlığıyla ele alıyor.