XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 132 < EYLÜL 2014 < ÇİLİNGİROĞLU < ERGİNOĞLU&ÇALIŞLAR < KIMXGENSAPA < KUL < ONE AGENCY < URKO SANCHEZ < YAZLIK DOSYASI
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 13 2 E YLÜ L 2 0 14 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
Yazlık: Hayali Bir Kaçış Yazlık tasarımını ve zamanla geçirdiği dönüşümü Alişan Çırakoğlu, Boran Ekinci, Levent Şentürk, Meriç Öner ve Şevki Pekin ile birlikte konuştuk.
Küçükçekmece Belediyesi
Bakü Power Station
MUTLU ÇİLİNGİROĞLU MİAR MİMARLIK
ERGİNOĞLU & ÇALIŞLAR
BAHADIR KUL ARCHITECTS
KIMXGENSAPA
ONE AGENCY
YAZILARIYLA
KORHAN GÜMÜŞ LEVENT ŞENTÜRK OTTO VON BUSCH
URKO SANCHEZ ARCHITECTS
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Puna Yayın adına sahibi ve genel yayın yönetmeni yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@xxi.com.tr
YAZLIK, BIR KAÇIŞ HAYALI MI YOKSA HAYALI BIR KAÇIŞ MI?
yardımcı editörler Güzin Öztok Şule Kurşuncu sektör editörü & reklam sorumlusu Tuğba Demirci tugba@xxi.com.tr okuyucu ilişkileri Duygu Erdem duygu@xxi.com.tr kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu kapak fotoğrafı Doğa Gülhan arşivinden sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Puna Yayın Serencebey Yokuşu 16/4 Beşiktaş, İstanbul 34349 0212 227 1317 bilgi@xxi.com.tr genel dağıtım Dünya Süper Dağıtım Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Puna Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi
XXI’in bu sayısı için yazlıklar üzerine bir dosya yapmayı ilk düşündüğümüzde konunun pastoral niteliği ve hafif romantizmi bizi biraz endişelendirmişti. Öte yandan da aşırı yoğun ve politik olarak da çok yorucu olan mimari gündemin biraz ötesinde yazlık gibi hafif bir konunun iyi geleceğini düşünmüştük. Geçtiğimiz aylarda Depo’da açılan Sahibinden Sayfiye sergisi ve şimdilerde Salt’ta açılan Yazlık: Şehirlinin Kolonisi sergilerinin de birer kaldıraç işlevi görmesiyle yazlığı, özellikle mimari tasarım süreci bağlamından konuşabileceğimizi düşündük. Çok sayıda yazlık konut projesi yapmış Şevki Pekin ve Boran Ekinci ile bir yazlık projeyi taze tamamlamış Alişan Çırakoğlu’nun yanı sıra Salt’taki serginin araştırmacılarından Meriç Öner ve yeni çıkan Tanıl Bora editörlüğündeki Sayfiye kitabının katkıcılarından Levent Şentürk’ün katılımıyla bir dosya toplantısı yaptık. Yazlık tasarımını konuşurken çok doğal olarak sayfiye olarak bildiğimiz yerlerin bugün aldıkları hale gelince konu, en başta olacağını düşündüğümüz pastoral konuşmadan eser kalmadı.
twitter.com/xxidergisi
Türkiye’nin her yerinde karşımıza çıkan -en kısa tabiriyleinşaatçılık, yazlıklara da sıçradığından konuşmamız yine bir ümitsizliğe büründü açıkçası. Yazlıklara inşaatçılığın
tezahürü, birbirini besleyen iki damardan gerçekleşiyor. İnsanlar yazlıklarını artan ulaşım imkanları sebebiyle artık sadece yazın belirli bir dönem için sürekli kalacakları yerler değil, bir kaçış yeri olarak görüyorlar. Öte yandan gayrimenkule yapılan yatırımların çok kısa sürede yüksek oranlarda kazanç sağlaması nedeniyle de oturmak için değil de yatırım amacıyla yazlıklar alınıyor. Bu iki gerçek karşılıklı olarak birbirini besleyerek ortaya Şevki Pekin’in sözünü ettiği gibi artık yazlık olarak adlandırılamayacak, ikinci ya da üçüncü evler çıkarıyor. Bu da bildiğimiz yazlık tipolojisinin ötesinde, sahiplerinin kentlerdeki evlerini andıran formlarıyla sayfiyeyi dolduran kütlelere denk geliyor. Bu sorunun çözümünü mimariden beklemek ne kadar doğru o kısmı tartışma götürür olsa da bu koşullar altında 1970’lerden 2000’lerin başına dek birkaç neslin hafızasına kazınmış olan yazlık imgesinin sürdürülemeyeceği aşikar. Ya inşaatın yatırım değerinin düşmesi için makro düzeyde politikalar geliştirilmesi ya da en azından yazlık mekanlara yönelik ayrıcalıklı koşulları üretilmesi gerek.
XXI
GÜNCEL
DOSYA
6 GÜNCEL
20 YAZLIK: HAYALI BIR KAÇIŞ
Yazlık ile kent içinde bir konutun tasarım süreçlerindeki farklılıkları, yazlıkların kendine has zamanını ve bugün dönüştükleri biçimi Alişan Çırakoğlu, Boran Ekinci, Levent Şentürk, Meriç Öner ve Şevki Pekin ile birlikte konuştuk.
PROJE 28 EKOLOJIK YERELLIK Kenya’da yer alan Urko Sanchez Architects tasarımı Red Pepper House, yerel mimariden beslenerek sürdürülebilir özellikler taşırken doğanın içinde kayboluyor.
EYLÜL 2014 - XXI 2
İÇİNDEKİLER
36 EĞRISEL KÜTLELERIN BÜTÜNLÜĞÜ
8 KÜÇÜK MÜDAHALELER / OTTO VON BUSCH
Tasarım ve Çelişki
14 SORU IŞARETI / KORHAN GÜMÜŞ
Galata Limanı'nda Kaçırılan Potansiyel Fırsatlar
16 DÖNME DOLAP / LEVENT ŞENTÜRK
Kos’ta “Yaban” ya da Adadan Yarımadaya Bakarken
18 FOTO-ALTI / CEMAL EMDEN
Eskiz Günlüğü
Mutlu Çilingiroğlu tarafından tasarlanan Küçükçekmece Belediyesi Yeni Hizmet Binası, bugüne dek daha çok ekolojik özellikleriyle öne çıktı. Mimarı Mutlu Bey ile bina kütlesinin bürokratik işlemlerle ilgisinden uzun vadede kullanımında ne kadar bozulabileceğine uzanan bir söyleşi gerçekleştirdik.
42 ENDÜSTRIYEL BAĞLAR
56 SIRADANLIĞINA BAKAN MOBILYA
Bakü’de endüstriyel bir bölgede gerçekleştirilen restorasyon sürecinde, binalara yeni tanımlar ve işlevler kazandırılırken kültürel eylemlerin gerçekleşeceği mekanlar farklı binaları birbirine bağlıyor.
48 KÜBIK VE MINIMAL
Yaşam alanlarını birleştirmek, farklı işlevdeki yerleri iç içe geçirmek adına şeffaf geçişler ve geniş hacimlerin tasarlandığı evde beyaz ve ahşap tercih edilmiş.
Sandalye, kitaplık ve lambadan oluşan mobilya serisi, yeni form keşfetme peşine düşmeden alışkın olduğumuz eşyalara hayali bir ayna aracılığı ile baktırıyor.
SEKTÖR 58 SEKTÖR HABERLERI 68 İŞLEVE YÖNELIK FARKLILIKLAR
Thy Turkish Technic proje müdürü Vural Halaçoğlu ile Tuna Ofis ürünlerinin uygulandığı Sabiha Gökçen Havalimanı'ndaki HABOM projesi hakkında görüştük.
72 DETAYLARIN UYUMU
EYLÜL 2014 - XXI 4
İÇİNDEKİLER
İsviçre'nin en sanayileşmiş bölgelerinden birinde konumlanan Jansen Kampüsü'nde firmanın kendi ürünlerinin kullanılması kadar yapının kendine özgü formu da dikkat çekiyor.
54 OFISTE YALINLIK
Mehmet Burak Soykurum’un tasarladığı One Agency ofisi, çalışanların yaratıcılığını ve motivasyonunu en üst seviyede tutmak için hareketli mobilya sistemine ve ihtiyaçlara göre dönüştürülebilir mekanlara sahip.
76 YEŞIL ÜRÜN REFERANS DOSYASI ACO AKG Gazbeton Baumit BTM Forbo Flooring Kalebodur Türk Ytong
90 AJANDA
Nasıl Bir Taksi Durağı?
EYLÜL 2014 - XXI 6
GÜNCEL
HAKAN TÜZÜN ŞENGÜN TASARIMI TX TAKSI DURAĞI, TASARIM ATÖLYESI KADIKÖY (TAK)'IN MAYIS 2014'TE KADIKÖY'DEKI TAKSI DURAKLARI IÇIN YENI FIKIRLER ARAYIŞINA SUNULAN PROJELERDEN BIRI
Hakan Tüzün Şengün Belki -daha doğru soru- bir taksi durağından (en fazla) ne bekleyebiliriz? İstanbul’da sıklıkla bir müştemilat, bir konteyner ya da bir polyester kabin olarak karşımıza çıkan taksi durakları kent içinde yakın çevreleri için birer çekim merkezi, haberleşme ve iletişim odağı olabilir mi? Böyle bir yaklaşımla düşüneceğimiz taksi durağı bize kent ölçeğinde güçlü bir fayda sağlar mı? Taksi durağı kentsel bir donatı olabilir mi? BIR TAKSI DURAĞININ ANATOMISI
Kadıköy’de araç sayısı fazla olan ve iş yükleri -gece ve gündüz- yoğun olan taksi duraklarının gündelik yaşantılarına bakarak durak yaşantısının doğasına dair bazı temel öğeleri gözlemlemek mümkün. Örneğin, Kadıköy’de D100 karayolu eşiğinde Medikal Park Taksi durağında göze çarpan bazı temel öğeler şöyle sıralanabilir: uydu anteni, buzdolabı, çardak, sandalye, şemsiye, masa, bilgisayar, vantilatör, bilgisayar,
ısıtıcı, bank, saksı. Bu öğeler ışığında taksi durağı ve yakın çevre yaşantısının temel bileşenlerine bakıldığında taksi durağının gece ve gündüz saatlerinde farklı biçimler ve yoğunluklarda yakın çevresi ile etkin bir iletişim ve alışveriş içinde olduğu görülüyor. Gece boyunca açık bir televizyon ya da açık alanda oturmaya yönelik çardak, şemsiye, masa ve sandalyeler gibi eşyalar ile depolamaya da imkan veren bir büyük buzdolabı durağın gündelik bileşenlerinden bazıları olarak göze çarpıyor. Bu etkileşim çoğunlukla taksi durağının hemen dışında çoğu zaman kapı eşiğinde ya da durağın yakın çevresinde sokak ya da kaldırım kotunda gerçekleşiyor. Özellikle sürücüler, taksi sahipleri, kullanıcılar ve mahalle sakinlerinden oluşan yakın çevrenin durağı dış ve içte etkin biçimde kullandığı gözlemleniyor. TX: KADIKÖY İÇIN BIR TAKSI DURAĞI ÖNERISI
Metropol ölçeğinde kentlerin yerleşik taksi duraklarına olan ihtiyacı zamanla
azalacak gibi görülüyor. Bu anlamda yakın bir gelecekte taksi duraklarının internet üzerinde çalışan ağlar ve programlarla yerini farklı ve yeni yapılanmalara bırakabileceği düşünülebilir. Ancak taksi duraklarının İstanbul gibi kentler özelinde mahalle ve semt ölçeğindeki etkisi ve gücü düşünüldüğünde taksi duraklarını birer çekim merkezi ve iletişim odağı olarak düşünmek mümkün. Bu yaklaşım çerçevesinde şekillenen TX önerisi, Kadıköy’de mahalle ve semt ölçeğindeki taksi duraklarını yeniden üreten temel donatı ve gereksinimleri optimumda bünyesinde toplayan sökülüp takılabilir, basit ve ucuz bir yapı önerisi. TX önerisi üç farklı ölçüde üretilebilecek çelik bir yapı. TX 450, TX 410 ve TX 370 sırasıyla 20,25 m2, 16,80 m2 ve 13,70 m2 taban alanında betonarme bir platform üzerinde uygulanabilir.
Öneri, taksi durağına ilişkin gündelik yaşantının zeminde boşaltılan alanın kent ve durağın ortaklaşa kullanabildiği bir yarı kamusal alana dönüştürülmesi fikri ile biçimleniyor. Yapı böylelikle dijital medya, turistik bilgilendirme ve reklam gibi mecralara hizmet edebilen bir ara mekan üretiyor. TX taksi durağı farklı ihtiyaçlar için zeminde ve üst kotta, dört farklı kullanım olanağı sunuyor. Farklı gerekler ve ihtiyaçlar çerçevesinde esnek bir biçimlenme ve açık uçlu bir kullanım imkanı üretiyor. Bu dört farklı biçimlenme olanağı ile TX zemin kotunda açık alanda oturma, bekleme, bankacılık işlemleri, para çekme, elektronik pano, turistik bilgilendirme, wi-fi, sergi - konser - reklam afişleri ve kent haritaları için elverişli yüzey ve mekanlar sunarken üst kotta, şoför odası, tuvalet, soyunma, dinlenme, uyuma, kitchenette ve depo benzeri kullanımlara imkan veriyor.
Ormanda Kaybolmak ORMANDA KAYBOLMAK (BİR SÖZLÜK HAYALİ), ERTUĞ UÇAR’IN HAZİRAN 2014’TE BASILAN ÖYKÜ KİTABI. ÖYKÜLER KENDİ ÇİZİMLERİNİ DE BARINDIRIYOR. Hocası mı? Onu reddeden kadın mı? Yıllardır haber almadığı babası mı? Kim? Olasılıkları düşünmek için bir ağaca yaslandı. Çok yorgundu. Mektup elinden düştü.”
7 XXI - EYLÜL 2014
Her kitabında bir edebi yeniliği deneyen Ertuğ Uçar, Ormanda Kaybolmak (Bir Sözlük Hayali)’nde, eşanlamlı ya da yakın anlamlı sözcükleri bir kısa öyküde tema olarak kullanıyor ve öyküye eşlik eden illüstrasyonlarla bu sözcüklerin anlamları arasındaki nüansları ortaya çıkarıyor. Kitap, Alef Yayınevi’nden çıktı.
GÜNCEL
“Bir şehir, bir orman, bir coğrafya mıydı içinde olduğu, yoksa bir formül, bir dil, bir kitap mı? Tabii şu ihtimali de görmezden gelemez: Ölüm. Ellerini kavuşturup kanıtları gözden geçirmeye koyuldu. İlk olarak, biraz önce ölümü düşünürken çıkan ani esintiyi anımsadı. Sonra botlarına bulaşan bu safran rengi toz vardı. Ufukta beliren dumanı da kanıtlar arasına katmalı. Bu bir savaş yüzünden olabilirdi. Ve nihayet ceketinin cebinde olduğunu şu anda fark ettiği mektup. Biraz modası geçmiş şekilde başlıyordu. Hal hatır soruyor, bir sorun varsa ona iletebileceğini belirtiyordu. Kimdi bu?
Tasarım ve Çelişki Tasarım genelde sorun çözen ya da gereksinimleri karşılayan bir etkinlik olarak düşünülür. Bir sorun ya da gereksinimse bela demektir. Bir şeyler bozulmuş ya da bakımsız kalmıştır ve tasarım da bunun çözümü olacaktır. Bir sorun istenmeyen bir şeydir ve kötüdür, öte yandan tasarım şeyleri iyileştirme ve düzeltmeye dikkat çektiği için iyidir. Tasarım şeylerin daha iyi olmasını sağlar. Birtakım defoları olabilir ama çok nadiren kötücül oluyor. Bu nedenle de tasarımcılar iyi insanlardır, bir kez daha dünyayı korkunç bir sorundan kurtardıkları için geceleri yataklarında rahat uyuyorlar. Tasarımcılar bir sorunu çözerken bu süreç çoğunlukla orijinal düzenin bir biçiminin onarılmasına benzer. Sorun, yaşam dengesinde bir bozukluğa, tamir edilmesi gereken bir asimetriye tekabül eder, bu da yine tasarımın şeyleri "iyi"leştirdiğini imler. Bir sorunun çözülmesiyle gündelik yaşamın dengesi tamir edilir, istikrar ve düzen yeniden sağlanır.
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Iwao Yamawaki'nin kolajı, 1932
Son zamanlarda birçok tasarımcı, arayüz, etkileşim, servis ve sosyal meseleler gibi daha elle tutulamaz konular ve materyallere odaklanmaya başladı. Biz tasarımcılar olarak bu konular -ki çoğunlukla politik meselelerdir bunlar- üzerinde çalışmaya başladığımızda çatışmaları ve sürtüşmeleri içsel olarak kötü şeylermiş gibi görmeye meyilliyizdir, bunlar düzenin yeniden sağlanması için düzeltilmesi gereken şeylerdir. Ana fikir yumuşak ve öngörülebilir bir sosyal düzen, işlevsel bir yönetim, vatandaşlar arasında adil bir sistem oluşturmak ve bu yolla uyuma ve huzura kavuşmak üzerine kuruludur. Buna karşın, tasarımcılar yalnızca kullanıcılar için ya da genel anlamda toplumun "iyi"liği için çalışmazlar. Biz her zaman başkalarının çıkarları için çalışır ve başkalarının sorunlarını üstleniriz. Ama bu nadiren tasarımın proje tanımında açıklanır ya da ilk alan gezisinde bildirilir.
EYLÜL 2014 - XXI 8
Tasarımın sosyal meselelerde kullanılmasının büyük bir riski var: Biz sosyal çatışmaları ele alıp onları çözmeye çalıştığımızda çok nadiren çatışmayı ekarte edip ortalığı sakinleştirebiliyoruz. Uyumu sağlamışız gibi görünse de aslen derinlerde olan çekişmeleri ya da çıkar çatışmalarını fark edemiyoruz. Onun yerine kendi ellerimizle adaletsizlikleri besliyor, işbirliği yaptığımız insanlara ihanet ediyor, yerel topluluğun enerjisini tüketiyor ve birtakım kırgın katılımcıları radikalleştiriyoruz. Tasarım çoğunlukla uyum yaratmaz. Bir sorunu çözüyor olabilir ama bununla eşzamanlı olarak gelecekte daha fazla sorun üretiyor olabilir. Benzer bir şekilde bir sosyal tasarım da bazı çatışmaları önlese de gelecekte daha fazla sosyal anlaşmazlık ya da sürtüşme yaratabilir. Her bir yeni tasarlanmış alternatif için önceki düzen bir kenara bırakılır ya da onun dengesi bozulur. OTTO VON BUSCH TASARIMCI
Her bir yeni sosyal düzenin ya da yeni tasarlanmış sistemin aynı zamanda bir karşı-sistem olduğunun
farkına varmamız gerek. Bizim yeni çözümümüz eskisiyle çatışma halinde olacaktır, büyük ihtimalle diğer sistemlerle de. Çok basit bir düzeyde yeni teknolojinin eskileri nasıl gereksiz hale getirdiğiyle bu konu arasında paralellikler kurabiliriz. Yalnızca otel işletmelerini değil, aynı zamanda kendi evlerimizi kullanım biçimimizi ve de içinde kimlerin yaşadığını da değiştiren AirBnB bu örneklerden biri. Bir diğeriyse yasaların, sigortaların ve ulaşım sendikalarının tamamen dışında duran araç paylaşım sistemi Uber. Öyle ki geçtiğimiz günlerde Londra’da taksiciler bu yeni asimetrik "paylaşım servisi"ne karşı grev yaptılar. Daha küçük ölçeğe geçersek gündelik tasarım örneklerinin ortaya koyduğu çatışmaları incelememiz gerekir: Bir topluluk bahçesi hangi sosyal düzeni bozuyor? Ya da bir bisiklet paylaşım sistemi? Ya da sokak kütüphanesi? Bozmak istediğimiz kuralların, sekteye uğratmak istediğimiz para akışlarının ya da bağların hangileri olduğunu nasıl bileceğiz? Uğraşmamız gereken çatışmaları nasıl daha iyi görebilir ve ona dahil olan taraflarla uzlaşmayı nasıl daha iyi becerebiliriz? İlk adımımız tasarımın problem çözümü olduğu kadar çatışma yaratma olduğunu kabullenmek olmalı. Tasarımın çatışmalarını vurgulamak için bazı başka tasarım gündemlerini deneyebiliriz. - Çatışmaları gizlemektense açığa çıkaran tasarım - Özgürlük ya da "kullanıcı tercihi" illüzyonlarını değil, gündelik bağlılıkları ve görevleri ortaya çıkaran tasarım - Güç yapılanmalarının izini süren, karşı çıkışı ve direnişi mobilize eden tasarım - "Diğer tarafı" da duyan (audi alteram partem), karşı argümanları uyum ya da fikir birliği uğruna baskılamaktansa açan tasarım. Böylesi bir yaklaşımın temellerini kurmak için kendi alanımızı ve tasarım tarihine nasıl baktığımızı yeniden incelemekle işe koyulabiliriz. Yeni öğrencilere tasarım tarihi olarak gösterilen şey, nesneler ve tarzların evrimi. Ana olarak tasarımın estetiğini, işlevini ve ergonomisini aktarmaktansa öğrencilere o dönemlerin sosyal çatışmalarını ve bunların tasarıma nasıl dönüştürüldüğünü anlatmalıyız. Arts & Craft ya da Bauhaus gibi erken modernist tasarım akımlarının kendileri zaten politik çatışmanın merkez üssü olarak estetik üzerineydiler. Peki bugün durum nasıl? Gerçekten de "daha iyi bir dünya" için mi tasarım yapıyoruz, dahası kime göre "daha iyi"? Bazıları çatışmanın tasarımı şeyleri daha iyi yapmaya ittiğini ve ortaya çözülmesi gereken bir sorun attığını söylese de sorunların çoğunun asla çözülmediğinin farkına varmamız gerek. Bunlar yalnızca bir kenara itilip genellikle tasarımcıların ya da kullanıcıların gözlerinin önünden çekiliyor sadece. Kendimize sormamız gereken soru şu: Gündelik şeylerin ya da karşılaştığımız yeni servislerin tasarımında hangi çatışmalar çözülmeksizin kalıyor ya da hatta daha da güçleniyor? Tasarımlarımızın ardındaki sosyal sürtüşmeleri, bunların nasıl hareket ettiğini ve dönüştüğünü görmezsek tasarımın sadece sığ sularında yüzmeye devam ederiz.
“Başka Alternatif Yok”: Kılıçoğlu Sineması Yıkıldı ESKİŞEHİR’DEKİ KILIÇOĞLU SİNEMASI’NIN 1950’LERDE İNŞA EDİLMİŞ SİMGESEL OLARAK ÖNEMLİ BİR BİNA OLMASI NEDENİYLE TARTIŞMALI BİR YIKIM SÜRECİ YAŞANDI VE BİR KEZ DAHA KENTSEL BELLEĞİN TAHRİBATINDA “ALTERNATİFSİZLİK” ÖNE ÇIKTI.
EYLÜL 2014 - XXI 10
GÜNCEL
Levent Şentürk Eskişehir kent merkezinin simge yapılarından biri olan Kılıçoğlu Sineması, Apartmanı ve İşhanı bileşiğinin yıkımı sonunda gerçekleşti. Sinema, 2008 yazından itibaren faaliyetine son verdiğini duyurmuş; sonraki aylarda dükkanlar ve apartman boşaltılmış ve geri dönülmez süreç fiilen başlamıştı. Ağustos 2014 itibariyle de, kentlilerin hayal kırıklığı doruk noktasına ulaşmış oldu. Kılıçoğlu Sineması, 1950’lerin başlarına tarihleniyor. Dönemin mimari Abidin Mortaş’a mal edilse de, elde yeterli belge bulunmadığı için müellifi tam bilinmiyor. Kentin modern mimarlık mirası içinde büyük önemi olan yapıların başında gelmesine rağmen korunamayarak moloza dönüştü. Bunda muktedir söylemlerin lümpen, değersizleştirici ve aşağılayıcı negatif propagandasının rolü olduğu, gazete arşivlerinden de izlenebilir. Eskişehir’deki koruma kurulu ise başlangıçta yıkıma müdahil olmamış, hatta tescil etmeme kararı vermişti. Sonradan yüksek kurulun müdahalesiyle bu durum değişmiş, ancak yapının tüm metal ve ahşap aksamı sökülüp betonarmesinin yıkımına başladığında işlem durdurulup tescil kararı alınmıştı. O zamandan beri de yarı yıkık, hayalet bir bina durumundaydı. Şimdi yeniden şantiyeye hazırlanıldığı anlaşılıyor. Kılıçoğlu sineması Eskişehir’de üç kuşak sinemaseverler ve kentliler için yıkımının başladığı 2008 yılına dek kent merkezinin, Köprübaşı’nın en önemli buluşma noktasıydı. Balkonlu büyük salonu, kentin en büyüğü ve en görkemlisiydi. Sahip olduğu pasaj, doktorlar caddesiyle Porsuk nehrini birbirine bağlıyordu. Kent merkezinin en işlek köprüsünün hemen yanında bulunması, onu, kenti tanımlayan başlıca mimari estetik unsurlardan biri haline getiriyordu. Yakın çevresindeki eski Ermeni kilisesi (ki Asri Sineması olarak yıllarca porno film gösterilmesine dair bir “ayrıntı” büyük bir utançtır), orduevi, eski millet hastanesi, Halk
Bankası, çeşitli konut yapıları ve belediye binası, Köprübaşı’nın diğer önemli mimari değerleridir. Porsuk nehriyle kentin en işlek yaya yolu olan Doktorlar (İsmet İnönü) caddesi arasında bitişik nizam 7 katlı niteliksiz yapılaşma, kentlinin nehirle ilişkilenmesindeki başlıca sorundur. Kılıçoğlu, bu bakımdan kilit bir öneme sahipti çünkü dar parsel derinliğine rağmen sinema bloğu bu gabariyi minimumda kullanan bir aralık işlevi üstleniyor, “başka türlü” bir parsel kullanımına dair tarihsel bir referans teşkil ediyordu: Yapının yok edilmesi şimdilerin neoliberal inşaatçılığı için surlardaki son gediğin de kapanması gibi meşum bir anlam taşıyor. Yapı, 1950’lerin “dönem yapısı” olması, cephelerindeki tuğla kaplamaların kentteki üretimin bir ifadesi olması, apartmanın ve sinemanın taşıdığı mekansal kaliteler gibi sebeplerle kent tarafından sahiplenilip yeniden işlevlendirilmesi gereken bir yapıyken fotoğraflar: Levent Şentürk
Karayolları Binası Yeniden İnşa Edilmeyecek Mi? MEHMET KONURALP TASARIMI 1973 TARIHLI KARAYOLLARI BINASI, YENIDEN INŞA EDILMEK ÜZERE YIKILMASINA KARŞIN ZORLU’NUN TESCIL IPTALI DAVASI NEDENIYLE ÇALIŞMALARA BAŞLANMIYOR.
GÜNCEL 11 XXI - EYLÜL 2014
kent merkezlerini saran AVM’cilik furyasının son kurbanına dönüştü. Yapıların önce boşaltılması, sonra kısmen yıkılıp uzun süre yağmura, yangına, vandalizme, sosyal çöküntüye açık hale getirilmesi, neoliberal yıkım ve inşa devirdaiminin bildik iş görme biçimlerinden biri. Bu sayede “başka alternatif yok” [1980’lerin ünlü Thatcher’gil sloganı: “There is no alternative” TINA] dayatmasıyla toplumda rıza üretimine katkıda bulunuyor. Bu çift taraflı bir ikiyüzlülük niteliği de taşıyor. Devlet, hem öldürüyor hem de cesedin gömülmesine izin vermiyor. Diğer bir ifadeyle “spaciocide” (mekankırım: ‘soykırım’dan türetme) cürmüne çanak tutulurken mekanı başka biçimlerde kullanmayı da imkansız hale getiriyor. Sözgelimi sanatçıların, aktivistlerin, vb. işgal ederek burayı alternatif kentsel/otonom bir kullanıma evriltmelerine asla izin verilmiyor. Özel mülk, “özel” olmaya ve “mülk” olmaya dair bütün niteliklerini kaybetmesine rağmen sermayeyi temsilen iktidarla
eklemlenmesi gereği “özel”liğini muhafaza ediyor. Yapının yıkımından sonra ortaya çıkan moloz görüntüsü, İranlı genç heykeltraş ve performans sanatçısı Behrouz Vatankhah’ın dikkatini çekmiş ve eylül başlarında bu molozu kullanarak boyalı bir performans gerçekleştirmeyi planlamıştı. Ne var ki, bu iş gerçekleşemedi çünkü moloz apar topar kaldırıldı. Kılıçoğlu, yeri doldurulamaz varlığını, önümüzdeki on yıllarda kentlilerin gittikçe artan biçimde hissedeceği bir yapıydı. Genişleyen kent merkezinde artan bisiklet kullanımı, yayalaşma ve rekreasyon olanaklarının bollaşması önemli gelişmeler. Bununla beraber, bu kentli kitlenin Kılıçoğlu sineması gibi kendi geçmişine ait çok özel mekansal mesnetlerden yoksun kalması, bellek erozyonu üzerine kurulu turizm ideolojisinin monoton pazarlama dünyasının ekmeğine yağ sürmekten başka işe yaramayacak gibi görünüyor. Eskişehir’de KINA –pardon– TINA vakti.
Hülya Ertaş “Zincirlikuyu'daki Karayolları Binası, yeniden yapılmak üzere yıkılmış olmasına karşın işveren Zorlu Holding'in itirazları nedeniyle inşa edilemiyor. 1973'te mimarı Mehmet Konuralp tarafından tasarlanarak Büyükdere Caddesi'nin ilk gökdeleni olarak yükselen Karayolları Binası, 2004 yılında tescillenerek koruma altına alınmıştı. Arsanın Zorlu Holding tarafından alınmasının ve Zorlu Center'ın inşasının başlamasının ardından Karayolları Binası, Anıtlar Kurulu'nun altı ay içinde yeniden inşaatına başlanması şartıyla verdiği kararla 2013’te yıkılmıştı. Yıkıma gerekçe olarak da bugün pek çok yapıyı tehdit eden aynı bahane, yani deprem dayanımı gösterilmişti. (Bundan bir süre önce benzer bir bahaneyle Nişantaşı Valikonağı'ndaki Tekeli-Sisa tasarımı Yapı Kredi Vakfı binası için de yıkım kararı çıkarılmaya çalışıldığını duymuştum.) Yıkımın ardından önce Koruma Kurulu'na itiraz ederek yapının tescilini
kaldırarak onu yeniden inşa etmemeye çalışan Zorlu, kurulun itirazı kabul etmemesinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı'na dava açtı. Şu an gelinen noktada hiçbir çalışmanın başlamadığı yapının akıbeti için Konuralp ile görüştüğümüzde Karayolları binasının Türkiye için bir kilometre taşı olduğundan ve bir devlet yapısı olduğu için Türkiye’nin modern mimari korkusunu yenmesini sağladığından söz etti. 1970’ler döneminin ekonomik zorlukları içinde tamamlanan yapının güzel ya da çirkin olarak değerlendirilmesinden ziyade temsil ettiği durumu konuşmanın daha anlamlı olduğunu belirten Konuralp, bugünkü amacın tüm tarihi röperleri yerinden kaldırarak yeni bir imge yaratmak olduğunu söyledi. Özel bir şirketin bir tescilli yapının tescilini sorgulama hakkını kendinde gördüğü ve bunu bakanlığa dava açarak en üst düzeyde dile getirdiği durumda Konuralp’in sözünü ettiği "yeni imge"yi hayal etmek bile tüyler ürpertici.
Mekanın Toplumsal Üretimi: Urfa 11 Nisan Alanı
EYLÜL 2014 - XXI 12
GÜNCEL
YIKIM-YAPIM SÜREÇLERİNİN TUHAF MEKANSAL OLGULARINA DİKKAT ÇEKEN BİR ÖRNEK OLAN URFA 11 NİSAN ALANI’NIN YAŞADIKLARI, KAMUSAL MEKANIN BİRLİKTE ÜRETİMİ DÜŞÜNCESİ İLE BOŞLUĞUN SUNDUĞU OLANAKLARI TETİKLİYOR.
Zemzem Taşgüzen 11 Nisan Alanı; eski 11 Nisan Stadyumu, kapalı spor tesisi ve çay bahçeleri olmak üzere 42 dönümlük alanı kaplayan, kentin Balıklıgöl Platosu’na uzanan ana aksın üzerinde yer alan, bugün mağaza, konut, alışveriş ve eğlence mekânlarıyla her yaştan kentliye hitap eden, Urfa’nın son derece canlı ve yoğun nüfusa sahip Bahçelievler bölgesinde yer alıyor. 11 Nisan alanındaki yapıların inşasına 1960’larda başlanmış. Stadyum, spor tesisi, yüzme havuzu, çay bahçesi yaklaşık yarım yüzyıllık kullanımlarının ardından 2012 yılından itibaren yapıldığı gibi aşama aşama yıkılarak bugün proje üretim sürecinden hazırlanan projeye kadar üzerinde konuşulan, tartışılan ve öneriler sunulan potansiyel bir inşaat alanına dönüşmüş durumda. Alan için Şanlıurfa eski İl Özel İdaresi tarafından hazırlattırılan projeye, TMMOB da dahil olmak üzere üç dava açıldı ve TMMOB Şanlıurfa Temsilciliği’nin açtığı davada yürütmeyi durdurma kararı alındı. Üretim güçleri, 11 Nisan alanından en yüksek karı elde etmeye çalışırken özellikle eski stadyumun olduğu bölgede yaşayanlar ve çalışanlar olmak üzere büyük bir çoğunluk da “eski spor ve rekreasyon” alanının, “nefes”
alabilecekleri bir park ve yeşil alan olması yönünde taleplerini dillendiriyor. Urfa’nın farklı dinamikleri, bir yapılar dizisinin yıkımından oluşan bu boşlukta çeşitli eylemler ve kent performansları sergiliyor. Kişiler bu performanslarla yöneticilere beklentilerini ve ihtiyaçlarını ifade ediyor. “11 Nisan Meydan Projesi” olarak kamuoyunda yer bulan proje süreci, Urfa’da şu ana kadar üzerinde en uzun tartışılan ve gündemde kalan projelerin de başında geliyor.
TMMOB Şanlıurfa Şubesi tarafından 11 Mayıs’ta başlatılan “11 Nisan Stadının Yerinde Betonlaşmaya Hayır! Yeşil Alana Evet” kampanyası çerçevesinde ilk etapta toplanılan bin yüz on yedi imza Şanlıurfa Valiliği’ne teslim edildi. Diğer yandan iki yıllık zaman süresince TMMOB Şanlıurfa Temsilciliği, Şanlıurfa Barosu ve çeşitli STK, dernek ve inisiyatiflerinin de bulunduğu yürüyüş, basın açıklamaları ve fidan dikme eylemleri gerçekleştirildi.
“Doldurmak için yıkmak” kent ve kentli için ne ifade ediyor? Yıkmak-doldurmak döngüsü kırıldığında bu durum kentliye nasıl imkanlar tanıyor? Yapmak için yıkmanın neredeyse tartışmasız kabul edildiği ortamlarda “boşluk” kimi zaman tahmin edilemeyen imkânlar barındırıyor. 11 Nisan alanının, iki yıla yaklaşan bir süredir gündemde kalmasının önemli nedenlerinden biri de bu “boş alanın" kermesten spor etkinliğine, şenlikten fuara kadar çeşitli performanslara ev sahipliği yapmış olması ve vatandaşların beklentilerini bu eylemler yardımıyla göstermiş olması.
Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın “Gelin Spor Yapalım” etkinliğinin, Urfa’nın eski spor yapılarından boşalan alanda gerçekleşmesi Urfa kent tarihine bir ironi olarak geçti. Urfa’nın çeşitli okullarından getirilen öğrenciler bu alanda şişme oyun parkurlarında spor yaptıktan sonra gün sonunda gezici tır Urfa’dan ve alandan ayrıldı.
2013 Şubat ayında, eski çay bahçelerinin bulunduğu alanda bazı STK’lar tarafından gerçekleştirilen kermes bu eylemlerin ilki oldu.
Urfa’da çalışmalar yürüten bir kent inisiyatifi olan Düşhane, proje sürecine ilişkin katılımcı anlayışı sorgulamak için 11 Nisan alanında gerçekleştirdiği eylemde, etkinliğe katılan Urfalıları, “Burada Ne Görmek İstiyorsunuz?” sorusunu cevaplamaya çağırdı. İşçi sendikaları ve Stk’ların düzenledikleri programla 1 Mayıs İşçi
Bayramı 11 Nisan alanında kutlandı, neo liberal kentsel dönüşüm politikaları sonucu binalardan arındırılmış alanda “emekçi bayramı” kutlamaları ikinci ironi olarak kent tarihinde yerini aldı. Urfa Yapı Fuarı 2013-2014 ve Tarım Fuarı, kentin en stratejik alanlarından birinde Urfa 11 Nisan Alanı’nda gerçekleştirildi. 11 Nisan Alanı, 2014 Mart yerel seçimler sonucunda büyükşehir olan Şanlıurfa Belediyesi mülkiyetine geçti. Yerel seçimler öncesi odalar, Stk’lar ve sürecin takipçisi olan vatandaşlar, belediye başkan adaylarından 11 Nisan’ın park yapılmasına ilişkin söz istemişlerdi ve seçime katılan tüm parti adayları bu sözü verdiler. Şu sıralar alana ilişkin iki yeni projenin daha hazırlandığı biliniyor. Diğer yandan proje sürecinin takibi ise yapılamıyor. İki yılı aşkın bir süredir proje sürecinin şeffaf yürütülmesine ilişkin beklentilerin dillendirildiği 11 Nisan alanı için, katılımcı anlayış zeminini genişletmeye çalışan inisiyatif, meslek odaları, Stk ve bireylerden oluşan bir çoğunluk, bir yandan yerel yönetimle iletişimi devam ettirirken diğer yandan kamuoyu baskısı oluşturmaya yönelik çabaları sürdürüyor.
Galata Limanı'nda Kaçırılan Potansiyel Fırsatlar
EYLÜL 2014 - XXI 14
SORU İŞARETİ
Geçen sene bir özelleştirme ihalesi ile bir şirkete devredilen devasa kıyı şeridi Salıpazarı-FındıklıTophane arasındaki Antrepolar ve Gümrük Limanı, Yolcu Salonu, eski Denizcilik Bankası ile Karaköy’e kadar uzanıyor. Kısaca tarihine bakarsak, limanın gelişmesini üç ayrı evreye ayırmak mümkün: İmparatorluk Akdeniz'deki en güçlü devlet halini aldığında, bu bölgede kışlaların, imalathanelerin kurulduğunu ve savaş gemilerinin silah donanımlarının yapıldığını biliyoruz. Bu dönemden kalan Tophane binası bu işlevin bir göstergesi. Şehrin tarihindeki önemli bir kırılma noktası olan Kırım Savaşı sonrasında modern limanın Galata sahilinden buraya doğru uzandığını söyleyebiliriz. Pera'nın şehrin finans ve ticaret merkezine dönüşmesi ile bu bölgede yeni liman inşa edilir. Endüstri devrimi ile birlikte Haliç’te fabrikalar kurulmaya ve buharlı gemiler çalışmaya başlar ve Karaköy’den itibaren dış ticaret limanı olarak düzenlenir. 1930'lardan sonra liman ve denizcilik hizmetleri devletleştirilir. Şehrin savaştan sonra tekrar canlanan dış ticaretinin merkezi yönetim tarafından denetlenmesi ve gümrüklü sahanın genişlemesi için 1958 yılında Antrepolar inşa edilir. 1987 yılında Beyoğlu’nun finans merkezi olmaktan çıkması ve Haliç yıkımları nedeniyle dış ticaret limanı işlevsizleşir. Neredeyse bir otuz yıl boyunca Antrepolar ve hizmet binaları boş kalır. Bu uzun süre içinde şehir yönetiminin bu alanla bir ilgisi ve fikri bulunmadığı için bu devasa alan bir duvar gibi Beyoğlu'nu çevreler, şehrin denizle ilişkisini koparmaya devam eder. Nihayet yetki Özelleştirme İdaresi’ne devredilir ve yapılan bir ihale ile bir şirkete otuz yıllığına kiralanır. Böylece İstanbul’un kültür ve sanat merkezi olan Beyoğlu’nun Boğaziçi (Galata Limanı) ve Haliç (Tersaneler) kıyılarının neredeyse tamamı özelleştirilmiş olur. Merkezi yönetim şehrin en değerli kamusal alanını özelleştirerek gelir elde etmeyi ve dönüştürmeyi hedefler. KAMUSAL NITELIĞI OLUŞTURAN, PIYASA DIŞI MEKANIZMALARDIR
Zannedersem önce şunu düşünmek yerinde olur: İhaleyi alan şirkete sanki sorun ilk defa ve sanki bugün karşımıza çıkıyormuş gibi “Neden katılımcı değilsiniz, neden şehrin en değerli kıyı alanını soylulaştıracak bir proje yapıyorsunuz?” gibi sorular sormak anlamlı mıdır? Yoksa yaşanan gelişmelerin arkasındaki temel sorunları anlamaya çalışmak ve bununla ilgili olarak kamuoyuna ve siyasetçilere ikna edici öneriler getirmek mi gerekir?
KORHAN GÜMÜŞ
Karşımızda bir şirket var. Muhtemelen bu şirket bu alandaki imar durumunu değiştirecek, bölgeyi verilen iznin ötesinde yapılaşmaya açacak bir
uygulama yapamayacak. Hatta belki projeyi bir kamu kuruluşundan daha iyi yönetmeye çalışacak. Şirket ne kadar iyi niyetli olursa olsun, gene de bir şirkettir. Yatırım yapan bir şirket öncelikle ihale için ödediği parayı çıkartmaya ve onun üstüne kar etmeye çalışır. Zarar eden bir şirketin iyi yönetildiği söylenemez. Ona “Burası şehrin en değerli kamu alanı, burada öyle lüks mağazalar, alışveriş merkezleri, oteller, rezidanslar olmasın, halkın erişebileceği hizmetler, etkinlikler olsun. Bu işlevini yitirmiş olan alan şehrin zenginleşmesi, küresel bir merkez olması için deneysel sanat ve bilim etkinliklerine ayrılsın.” diyemezsiniz. Bunu söylemek tıpkı bir hafriyat şirketine “Sen toprak kazmaktan çok iyi anlıyorsun, şehirdeki en önemli arkeoloji kazılarını da sen yap.” demek ya da bir turizm şirketine “Sen tarihi yerleri gezdirmekten, pazarlamaktan çok iyi anlıyorsun, gel müzeleri sen yönet.” demek gibi bir şeydir. (Çok şükür, henüz o aşamaya gelmedik.) Şirket elbette ki elinden geldiğince bölgede kültürel etkinliklere yer vermeye çalışır, kamusal alanlara benzeyen yerler yaratmaya çaba gösterebilir. Ama bir şirketin amacı şehri zenginleştirmek değil, her şeyden önce kar etmektir. Bu nedenle ortada bir kullanım amacı, bir proje olmadan yapılan ihale iptal edilmelidir. İptal edilemiyorsa o zaman kamusal amaçları tanımlayacak, perspektifi geliştirecek bir organlaşma ile proje yönetilmelidir. ÖZELLEŞTIRME DIŞINDA BAŞKA YÖNTEM YOK MU?
Şehre yaşam enerjisi verecek bu devasa kıyı şeridini, bu önemli kamusal alanı devlet mi yönetmeli? Geçmişte olduğu gibi yalnızca kendi amaçları için mi kullanmalı? Elbette ki hayır. Devlet 30 yıl önce “Benim burada işim bitti.” diyerek dünya aleme zaten ilan etmiş. Burayı tıpkı bir askeri alan gibi halka kapalı tutmuş. Kıyısından, köşesinden ticari etkinlikler ve ayrı kurumsal amaçlar için işgal edilmiş. “Biz İstanbullular olarak şehrin tarihsel merkezindeki bu önemli kıyı bölgesinin halka kapalı tutulmasından ve bu şekilde kullanım dışı kalmasından çok memnunduk. Aman sakın ha bir değişiklik yapmayın.” mı diyeceğiz? Ayrıca karşımızda sayısız kamusal alan işgali örneği var: Örneğin bir ara Taksim Gezisi’ni İstanbul Valiliği otopark olarak kullandırıyordu. İnanılmaz zorluklarla boşaltıldı. Şu anda Eminönü sahilleri otopark olarak kullanılıyor. İstanbul’u planladığını iddia eden kişilerin olduğu Metropoliten Planlama ofisi yıllarca Tepebaşı’nı, şehrin en değerli meydanını otopark olarak kullandı. Bu da yetmedi şehrin kültürel etkinlikler, sergiler için kullanılabilecek en elverişli mekanını, eski TÜYAP Fuar ve Sergi Merkezi’ni uyduruktan düzenlenmiş bir büroya çevirdi. Hadi diyelim öyle bir işlevlendirme yapılsın, dünyanın parası harcanan bu alan hiç olmazsa yenilikçi şehircilik deneyimlerinin sergilendiği, halkla iletişim kurduğu ilginç bir merkez olamaz mıydı? Şehrin en değerli mekanının -üstelik de bizim paramızla- paspal bir büroya çevrilmesine ve işgal edilmesine kimsenin bir itirazı olmadı. Bu alanın böylesine kötü bir şehircilik uygulaması
SORU İŞARETİ
DÜNYADA FARKLI BIR DÖNÜŞÜMÜN ÖRNEKLERI VAR
Dünyanın her yerinde, bütün şehirlerde benzer sorunlar ve benzer deneyimler yaşanıyor. Kamusallığı yeniden inşa etmenin, canlandırmanın çeşitli yöntemleri aranıyor, bulunuyor. Önemli olan eski, tepeden inmeci kamu anlayışı ile bugünkü özelleştirmeci, her gelişmeyi piyasaya, şirketlere terk eden ve aradan kendisine siyasal ve parasal çıkar sağlayan kamu anlayışındaki sürekliliğin farkına varmak. Geçmişte şehri haraca bağlayan devlet, bu defa da aynı alanı sermayeye satarak, kiralayarak gene aynı modeli ve merkeziyetçi yönetim anlayışını sürdürüyor. Sorun da tam burada. Şirketlerden hizmet alınabilir, hatta belli bir zaman diliminde bir bölgenin yönetimi bir özel kuruluşa dahi bırakılabilir. Ama yönetim işlevleri, yani bu alanın nasıl dönüşeceğine, nasıl kullanılacağına dair politikalar özel sektöre bırakılamaz. Eski devlet anlayışının aktörleri halk adına doğrunun ne olduğuna, halkın ne istediğine kendileri karar verdikleri için bu alanda bir politika üretmelerinin imkanları yok. En fazla yapabildikleri, ihale ile uyduruk bir plan hazırlatmak ve proje yönetimi, uygulama işlerini yatırımcıya bırakmak. Peki bu sistem nasıl dönüşebilir? Bugünkü model atları arabanın arkasına koşmaya benzetilebilir. İhale gerçekleştikten sonra her şey bitmiş oluyor. Fikir
geliştirme aşamasının piyasa mekanizmalarının dışına alınması gerekiyor. Bunun için de AKM’de 2009 yılında yapıldığı gibi misyon odaklı bir yönetim organının oluşturulması düşünülebilir. Bu yönetim organı onaylanan hedefler doğrultusunda bu alanda gerçekleştirilecek etkinlikleri planlayabilir. Örneğin mevcut yapı kapitali elden geçirilerek önce deneysel birtakım etkinlikler, uluslararası projeler için kullanılabilir. Burada bienaller, tiyatro festivalleri, müzik etkinlikleri, sergiler yer alabilir. İstanbul gibi büyük bir şehrin bu tür etkinlikler için bir kamusal alana ihtiyacı var. Madem bunca yıl bekledik, varsın İstanbul bir kaç yıl da bu mekanları olduğu haliyle ya da yeniden düzenleyerek kullansın. Ayrıca Sedad Hakkı Eldem tarafından tasarlanan bu yapılar kültür mirası örnekleri olduklarına göre, bence bunu İstanbul’da 1. grup tarihi eser statüsünde olduğu kabul edilen neoklasik yapılardan çok daha fazla hakkediyorlar. Bu yapıların içine-dışına birtakım ekler, geçişler, platformlar, asansörler yapılarak kullanım performansları geliştirilebilir. İçine bir proje dahilinde yiyecek-içecek, yayın gibi bazı ticari etkinlikler de katılabilir. Yönetim, bağımsız bir profesyonel yapıya, organa devredileceği için sürekli gözden geçirilerek elde edilecek deneyimin dünyaya bir örnek teşkil edeceğini söyleyebilirim. Ancak başta da söylediğim gibi en önemli kazanç ihale gibi kapalı uçlu süreçlerle dönüştürülen bir kamu alanına değil, açık uçlu bir süreç olarak kamu fikrinin canlandırılmasına örnek teşkil edebilir. Bu alanın yaratıcı etkinlikler yoluyla bir ihale ile Ankara’nın elde edeceği kiradan çok daha fazlasını şehre vereceğine eminim.
15 XXI - EYLÜL 2014
olarak kullanılması karşısında “Hiç olmazsa TÜYAP bu mekanı kiralamış olduğunda kitap fuarı falan düzenliyordu, bugünkünden çok daha iyi kullanılıyordu.” diye iç çekmekten başka ne yapıldı? Şu anda kamu bir şirketten bile daha hesap vermez, kamusal alanlar için fikir geliştiremez durumda. Peki bu durumda ne yapmalı?
Kos’ta “Yaban” ya da Adadan Yarımadaya Bakarken
-Efe Moral için-
EYLÜL 2014 - XXI 16
DÖNME DOLAP
Bodrum Yarımadası’nda Turgutreis’i batı ucu kabul edersek, Gümüşlük ve Yalıkavak’a doğru kuzey; aynı noktadan aşağıya, Akyarlar, Yahşi ve Bitez’e doğru güney, tam bir “Klanlar Yarımadası”na dönmüş durumda: Bir sahil kesiti düşünün ki kan, rüşvet ve gözyaşıyla; iflas ettirme, el koyma ve fahiş karlar ile ele geçirilmiş olsun; işte bizdeki site topluluklarının Ortadoğu tipindeki [O Tipi] kapalı yapılaşması böyle: Kentsel bir bütünlük kurgusundan yoksun, ama kendi içinde beton gibi “büsbütün”. Herhangi bir kentsellikten kopuk ve maksimizasyon dışında herhangi bir kuraldan azade, kuralsız. Aynı statik mülki bölgeler salkımlanması, dallanıp budaklanması, yığışması biçiminde gelişmiş, kuşatılmış bir yarımadadır Bodrum.
LEVENT ŞENTÜRK
Sanki tüm Çin, bir temmuz gecesi, Bodrum Yarımadasında yatıya kalacaktır: Hırçın ve sömürgeci bir yapılaşma anlayışı egemendir Ege’nin doğu anakarasına yıllardır. Her tür mimari olanağın üstün bir biçimde seferber edilmesi sonucunda (set set, yan yana, üst üste, alt alta, vb.) iki katlı, bön, kübik beyaz kütlelerden oluşan yeknesak bir koloni mimarisi pompalandı 1980’lerden sonra. Bu biçimci bönlük büyük ölçüde kırılmaya yüz tutsa da, onun türevlerinin üretimi için dağ-taş, diken, körek, kaya, zeytinlik, çalı, kaktüs, mandalinlik, sabırlık demeden tarumar edilen fiziksel çevrede yaşamak bir ayrıcalık şimdi güya: Bu doğaseviciliğin “fıtrat”ında, manzara-sevicilikle deniz-seviciliğin tehlikeli bir bileşiminin yattığı belli. Bodrum tipi beyaz küpçülüğün, mimarlığın reel politiğini temsil ettiği açık. Bu biçimin üretilmiş meşruiyetinin arkasına sığınarak her tür talanı yapmak mümkün olabilmiştir. Piyasa, meşruiyetine zemin oluşturacak bu biçim diline kökten bir tepki geliştirmek yerine, o biçimin içine hızla yerleşerek kendi karlarını katlamaya baktı.
Her seçimden sonra haritalı grafiklerde ifadesini bulan ve AKP ile kemikleştiği ileri sürülen Anadolu/Ege kutuplaşmasının “O Tipi” yapılaşma bakımından anlamlı bir fark olduğu kanısında değilim: Durumun Mardin’den Muğla’ya çok değişmediği söylenebilir. Doğu’dan Batı’ya çizilecek yatay bir sayfiye hattı boyunca, inşaatlar, kapalı toplumsallığın gerek milliyetçi/dinci/siyasi İslama yaslı, gerekse seküler/ulusalcılığa yaslı veçheleri, kapışırken ortaklaştıklarını bilmeyen kitlelerin rızasıyla ve oluruyla, (Bülent Diken’in güzelim benzetmesiyle) “birbirine yapışmış iki sülük gibi” birbirini emen aynı muhafazakar biopolitik saiklerle üretilmeye devam etmekte, edebilmekte. Milyonlara karşı milyonlar: Birbirine yapışmış, birbirinin öfkesini, hıncını emerek büyüyen iki nüfus kitlesi; kimin kimi yarattığı belli değil: Açık olan bir şey varsa, sınırsız inşaat ideolojisinin ülkenin her yerine egemen olduğu. “O Tipi” [Ortadoğu Tipi] yapılaşma, olağan kentsellik (asgari olarak hakları tanımlanmış varolma biçimi) talep edenlere, zalimane bir biçimde “kapalı” ama bu hegemonik anlayışın bir parçasına (parayı bastırıp) sahip olmayı isteyecek aynı kentliye “açık”: Açık dediysem, klana katılıma açık; klana tabi olmak serbest, anlamında. Kısacası: “Kendi rızanızla kapanabilirsiniz ama sakın bizi değiştirmeye kalkışmayın, bedelini ödersiniz.” Bodrum’da hayalgücü yoksunluğu, sadece klanlaşmanın, araba bağımlısı ikinci konuta yapışık, donup kalmış tatilciliğin mekanıyla sınırlı değil. Sözümona bir tüketim ideolojisinin ürünü olan bu yapılaşma biçimi, bu noktadan bile hayli geride bulunuyor. Hayalgücü yoksunluğu/ezbercilik, alternatif tüketim biçimleri, kullanım tarzları ve deneyim ortamları üretmekte (daha doğrusu üretememekte) de kendini gösteriyor. Toplumun kendine çizdiği moral sınırların moronluk katsayısıyla (mutaassıp beyaz erkek patronun mensup
Kos limanı adanın kuzeydoğusunda. Daha kuzeye doğru Lampi sahili boyunca ve burundan yeniden batıya doğru kuzey hattı boyunca Tigari’ye doğru yaptığımız küçük bisiklet turu, eğlenceli ve öğretici oldu. Öte yandan, ne Bodrum’da ne de Ege’nin veya Akdeniz’in herhangi bir sahil kasabasında bisikletle özgürce turalamak, tasavvur edilecek şeyler. Hal böyleyken, Türkiye’de otellerin şaşaasıyla veya türlü şarlatanlıklarla övünmenin hiçbir kentsel ve sosyal gerçeklik taşımadığı açık. Kos’ta, (en azından merkezde) Bodrum’dakinin tersine, mekan politikasının delinmeye çalışılmadığı; büyük bir ekonomik kriz yaşamalarına rağmen komşularımızın gayretkeşliğe kapılmayacak kadar onurlu oldukları görülüyor. Sahil tesisleri son derece net tanımlı ve ucuza kaliteli mekansal hizmet veriyor. Adada, liman çevresinde bisiklet başlıca ulaşım aracı. Limandaki ve daha güneydeki restoranlar hem mekansal açıdan birbirine alternatif olacak kadar birbirinden farklılaşıyor hem de sundukları mutfak ürünleri bakımından. Çeşitlilik, küçük ölçekte ve ucuz; Türkiye’de ise çeşitliliğin ancak üst sınıfa özgü bir şey olduğu yanılsaması egemen sahillerimizde. (“Başka türlüsünü istiyorsan kesenin ağzını açacaksın.”) Kos’ta sahildeki tesislerin hepsinde bisiklet parkı mevcut. Bisiklet yollarının sürekliliği, dolaşımı, bir
Avrupa metropolü kadar özgürleştirici. Bisiklet kiralama hizmeti yaygın ve geniş bir seçenek skalasına sahip; ayrıca ucuz. Dahası, akla gelebilecek her türlü motorlu taşıtın kiralanmasında aynı geniş yelpaze var. Motosikletle otomobil arasında birkaç sıklette taşıtlar etkin şekilde kiralanıyor. Adanın turistik ve beledi motorlu ulaşım hizmetleri de iyi işliyor. En dramatik mekan deneyimi ise, kilometrelerce uzanan kumsal boyunca kendini gösteriyor. Çünkü yaklaşık yüz metre enindeki kıyı bandında hiçbir biçimde yapılaşma söz konusu değil. Bunun yerine, kumulların, çalıların, sazlıkların, likenlerin, ağaçların ve her türden bitkinin yabanıl özgürlüğü söz konusu. Uzanıp giden doğal peyzajdan Yarımada’ya doğru bakınca, katmer katmer beyaz yığınlardan oluşan yekpare inşaat ülkesi Türkiye görünüyor. Sanki bu ülkenin orta sınıfı, kendini bu beyaz peynir kalıplarından biriyle temsil etmeye adamış. Yoklamayla, büyükşehirlerin varsılları listelenebilirdi: Herkes “burada!” diye haykırıyor sanki, bembeyaz bir gayretkeşlikle. Türkiye’de sahil yabana terk edilmeyecek kadar “değerli”dir ya; biz onları denize döktüğümüzden beri Yunanlılar bunu anlamamış gibi görünüyor! Kos’ta doğaya terk edilmiş alan, bizde en çok işgal, talan ve tahrip edilen yer: Ne kadar övünsek azdır. Kos’ta bu sahile yakın bir otel, en iyi ihtimalle, denizden yüz metre geridedir. Elbette otel müşterileri, denize girebilmek için kumulların üzerine inşa edilmiş yarım metre genişliğindeki ahşap dek boyunca birkaç yüz metre yürümek zorundadır. Ne otel işletmesi, ne devlet, ne de belediye, “müşteri velinimettir” yılışıklığına kapılarak daha fazlasını vaat etmiştir. Bu kumul alana değil arabayla, motorlu hiçbir taşıtla girilmez; bisiklet parkları bile bu bandın gerisinde konumlanır. İzlenimleri genişletmek için hem Kos’ta Antimahia’dan Kefalos’a doğru yatayda, hem de Mastihari’den Kardamena’ya dikey eksende dolaşmak gerek...
Hesapta mahir olmadığımız ortada: Çin nüfusu için üretmemiz, “ne kadar çok, o kadar iyi” mantığımız tıknefeslikle sonuçlandı. Binlerce kilometre uzunluğundaki kıyılarımız boyunca sıkış tepiş, izdiham yaşanmayan bir koy bulunmaz hale gelmesinin aynı hesap hatasından kaynaklandığının farkına varmak yerine, bunu nüfus artışına bağlıyoruz saflıkla. Tüm kıyıları kaybetmekle kalmadık; kendimizi, içinde havasızlıktan ve hareketsizlikten bunaldığımız tatil sitelerine kapatılmış olarak bulduk. Bodrum Yarımadası'na birkaç mil mesafedeki Kos, Yunan adalarının en gözdesi veya en görkemlisi değil kuşkusuz. Ama böyle olması Kos’u ne daha az kentsel kılıyor, ne bir ada olarak yalıtık, ne de seçenekler
fotoğraflar: Levent Şentürk
17 XXI - EYLÜL 2014
Bağlanma duygusunu üreten şey, “yabancı”nın kısa yoldan parasını alıp postalamak için harcanan ucuz çabalar değil, bir yere adımını atar atmaz o “yabancı”nın sanki hep oradaymış gibi kendini ait hissedebilme arzusuna cevap verebilen neşeli alternatifler yaratabilme becerisi olsa gerektir. Bu aidiyet duygusu elbette geçicidir ve lunapark mekanikliğinde olması da gerekmez. Ama bir yeri tanıma ve tüketme, zihinde yeniden üretme ve sonunda o yeri kendi varlığının içine yerleştirme sürecinin; kısaca gezme deneyiminin duygusal eşlikçisidir. Gezmeni kesimlik hayvanmış gibi alıkoyan turizm mezbahaları, yani tatil köyleri ve beş yıldızlı işgalcilik ve oburluk otelciliği döneminin sonuna geliniyor hızla: Birilerinin, Avrupalı müşterileri tokatlayıp işletme zengini, köylüleri tokatlayıp arazi zengini olmak için çıktığı şanlı yolun sonu göründü.
bakımından sınırlı. Tersine: Bodrum Yarımadası ile kıyaslandığında, merkezdeki tarihsel yapıların genel durumundan bitki örtüsüne, yapılaşma düzeyinden ulaşım seçeneklerine, restoran çeşitliliğinden kıyı kullanımına ve barındırdığı uluslararası insan trafiğine kadar Bodrum’dan daha gelişkin görünüyor. Bodrum’un ticari hacminin çok gerisinde olabilir ama aynı şey kentsel açıdan söylenemez. Türkiye’nin adalarının kanıksanmış yalıtıklığına kıyasla Kos’un ilk izlenimde, bir anakaranın hareketliliğine sahip olduğu görülüyor. Bodrum Yarımadası’nda rastlanmayacak anıtsal ağaçların varlığı, başka bir farklılığa işaret ediyor: Kos’taki zengin floranın titizlikle korunduğuna; doğanın bu adada bir tür kült statüsünde bulunduğuna.
DÖNME DOLAP
olduğu paleolitik gen havuzunun tatil macerası) doğru orantılı bir seçeneksizlik dünyasıyla kuşatılmış haldeyiz. “Starfox”, klonlana-yavrulaya şu “X Dünyası”nı, o “X Diyarı”nı, beriki “X Keyfi”ni “esinliyor” en fazla; bunun ötesinde bir üretim tarzı ne biliniyor ne de üzerinde düşünülüyor bunun. Farklı mekan üretimlerine dair uluslararası turist beklentilerinin farkında görünmüyor kimse Bodrum’da: Bu konularda profesyonel geçinen bol yıldızlı otellerin, asgarinin asgarisi bir konfor dünyasıyla müşterilerine yeni bir güvenlik duvarı inşa etmekten öte bir işlevlerinin olmaması, beklenti dolu kısık gözleri onlara dönük olan binlerce küçük işletme sahibinin kapitalist ufkunu da ebediyen fiyaskoya yargılı hale getiriyor ne yazık ki. Yalıkavak’ın şimdinin metruk, mübadele öncesinin Rum köyü Sandıma’ya giden Kayacık caddesi üzerinde bir kahvaltıcı mı açıldı; ertesi yıl yol boyu kopyalarının açılacağını garanti edebiliriz. Sahilden köye kadar kahvaltıcıların sıralanması, hayalgücünün "reelmekan"ını, dolayısıyla da ekonomi politiğini çizecektir. Buradaki klan mantığı, metropoldeki çıkarcılıkla taşralı çıkarcılığının bir alaşımı olarak, şu şekilde gösteriyor kendisini: Sanki konuşmayı bilmeyen varlıklar, aralarına bir kelimeyle dönmüş kişiyi hemen tanrıları ilan etmiştir. Derhal, o tanrının bildiği tek kelimelik kelamı pazar eylerler! Müşteri profiline gelince: Avrupa piyasasında bulunabilen en üst segmentten sıfır kilometre araçlarıyla bu sapa yola gönül indirmişlerden oluşur. Ama yalınlık ve pastoral nostaljinin yaza özgü sınırları burada başlayıp biter. Yağını iyice emmiş böreklerin yutulmasını, sindirim zorluğuyla güneşin altında yatılan tatlı sahil saatleri izleyebilir...
EYLÜL 2014 - XXI 18
FOTO-ALTI
Eskiz Günlüğü
Bu fotoğrafı Cemal ilk gösterdiğinde hala eskiz çizen mimarlar olduğunu yeniden anımsadım. Mehmet Konuralp, kendini objektife eskizleriyle birlikte sunduğuna göre onun için özel bir anlamı olmalıydı. O nedenle Konuralp ile telefonda konuşarak eskiz yapmanın onun için ne demek olduğunu anlamak istedim. Ona göre eskiz, hayalden bilgiye geçerken başvurduğu bir araç. "Ama hayal kalemle kurulamaz çünkü o zaman şekil üretimi olur, tasarım değil. Çünkü kalem şekil üretir, hayal değil." Konuralp’in eskizleri aslen onun kişisel not tekniği, yoksa projeyi başkalarına anlatmak için başvurmuyor eskizlere. Neye bulursa ve ne bulursa çiziyor aslen. Yine de tercih etme şansı varsa daha duru bir ifade verdiğini düşündüğü biraz saydam ve geçirgen bir kağıt seçiyor. Kalem olarak ise son 30 yıldır Aurora’nın Marco Zanuso tasarımlı Hastil kalemini kullanıyor, bazen kuru kalemlerle boyuyor. Eskiz defterlerine ne olduğunu sorduğumdaysa Konuralp, bir kısmının durduğunu bazen yok olduklarını belirtiyor. Saklamak için değil, düşünmek için yapılan eskizlerin birer arşiv malzemesine dönüşmesi önemli değil onun için. Konuralp’in eskizleriyle kurduğu bağı, onları katılaştırmamak üzerine belli ki. fotoğraf: Cemal Emden yazı: Hülya Ertaş
EYLÜL 2014 - XXI 20
YAZLIK
Yazlık: Hayali Bir Kaçış
Yazlıklar, hafifliklerinden mi göz önünde olmayışlarından mı bilinmez mimari jargonumuzda pek yer tutmazlar. Oysa az sayıda da olsa çok güzel örnekleri bilindik mimarlarımızca tasarlanmış, kıyısından köşesinden değişimlere uğrasa da bugüne dek bir kısmı ayakta kalmıştır. Ama yazlıklar mimari üretimin anca hobisi gibi görülür nedense. Son 10-15 yılın sürekli artış grafiği çizen konut üretimi mimarlık ofislerini ve doğal olarak mimarlık medyasını kentsel alanlarda ev tasarlamakla epey meşgul etti. Peki ya yazlıklar? Bodrum ve Çeşme gibi bugünün popüler turistik mekanlarını göz önünde bulundurunca son 10-15 yılda orada yaşananların da epey dramatik olduğunu fark ediyor insan. Peki neden yazlık, bizim mimari konuşmalarımızın hep kıyısında köşesinde? Bu sorunun yanıtı, belki Alişan Çırakoğlu’nun dediği gibi diğer projelerdeki duruma benzer şekilde kendi içinde bir tasarım problemi olabilir; belki de Şevki Pekin’in sözünü ettiği gibi yazlıkların artık ikinci evlere dönüşmesinde yatabilir. Yazlık ile kent içinde bir konutun tasarım süreçlerindeki farklılıkları, yazlıkların kendine has zamanını ve bugün dönüştükleri biçimi Alişan Çırakoğlu, Boran Ekinci, Levent Şentürk, Meriç Öner ve Şevki Pekin ile birlikte konuştuk. Hazırlayan: Hülya Ertaş
Hülya Ertaş: Yazlık ve konut tasarımı arasındaki farkları konuşmak için bir araya geldik. Bu konuşmayı da yazlık tasarlamış mimarlarla ve bu işin daha çok araştırma kısmında çalışmış kişilerle yapmamızın faydalı olacağını düşündüm.
Meriç Öner: Bu ikili durum Salt’taki “Yazlık: Şehirlinin Kolonisi” sergisi için yaptığımız araştırmalarda da karşımıza çok çıktı. Arkitekt dergilerini karıştırırken gördük ki 1930’lu yıllardan itibaren bir kısmı tavsiye niteliğinde çok sayıda örnek var. Bunlardan popüler kültür dergilerinde de var. İki katlı bir imge olarak bu yapılar, "Sizin de bir yazlığınız olabilir" fikriyle herkese yönelik olarak sunuluyordu. Daha sonraki yıllardaysa, özellikle İstanbul’da yaşanan değişimle, artık herkesin kolaylıkla ulaştığı, elinin altında olan bir imkan olmaktan çıkıyor tekil evler. Bu yapılara bakarken onlarda Türkiye’de tasarımın ev halinin, yazlığa yani sayfiyeye yüklenmiş olduğunu düşünmüştüm. Sonraları 1970’lerde, daha büyük ölçekli projeler söz konusu olduğunda, Datça Aktur gibi yazlıklar mimarların bu defa şehirde yapamadıkları denemeleri gerçekleştirdikleri bir alan olarak okunabilir. Başka bir soruya ya da başka bir ortamın koşullarına yanıt aramaktan çok, normalde ele geçmeyecek bir fırsata yanıt verilmiş olarak algılıyorum. 2000’lere gelene kadar durum yaklaşık olarak böyle ele alınmış. Şevki Pekin: Kendi hayatımdan örneklerle yazlık konusundan bahsedeyim. İlk hatırladığım yazlıklar, İstanbul nüfusunun 1-1,5 milyon olduğu zamana, 1950’li yıllara ait. O yıllarda Taksim haricinde park yoktu, bir sürü ağaç vardı, herkesin oyun alanları olarak sokaklar vardı, fakat aileler şehirden kurtulmak için yazlığa giderdi. Anneler, babalar sabahın köründe çıkar, tren, minibüs vs çeşitli vesaitle bir şekilde işe gider, akşam yorgun argın dönerdi. Çocuklar ortalıklarda oynardı. Bu yanılmıyorsam o devirde, şehrin baskılı hayatından, ya da o dönemde baskılı hayatı zannedilen hayattan kurtulmak içindi. Çoğunlukla da Asya tarafına, Bostancı ve ilerisi ya da Suadiye civarlarına gidilirdi. Oralardaki yapılaşmanın tamamı bahçeli evlerdi, apartman hiç yoktu. O yıllardan benim hatırladığım iki tane çok güzel örnek vardır. İlk örnek; Florya’da İstanbul Belediyesi’nin yaptığı yazlık. Bir oda ve bir oturma odasından oluşan, önünde de ufak bir terası olan yaklaşık 30-40 metrekarelik yapılardı. Fakat ortak yüzme yeri yani plajı, futbol ve voleybol sahaları vardı. Bütün gençler çoğunlukla orada vakit geçirirlerdi. Ailelerin yazlığa gitmeleri de daha çok gençlerle ilgiliydi, kendileriyle değil. Bunlar belediyeye başvurularak belirli dönemler için kiralanan yerlerdi. Mülkiyetin söz konusu olmadığı, cüzi bir para ödenerek edinilen yerlerdi. Zaten pek fazla uzağa da gidilemiyordu, gidilecek en uzak yer Yalova’ydı. Çünkü Fethiye’ye gideyim deseniz bu yolculuk en az üç gün sürüyordu. İkincisi de gençliğimden hatırladığım Kumburgaz’da yanılmıyorsam Yılmaz Sanlı’nın yaptığı dairesel planlı site. Oradaki yazlıklar da Florya’dakilerle neredeyse aynı, yani bir oda, bir salon toplamda 40 metrekare civarlarında yapılardı. 15-20 günlüğüne
“Bir dönemin yazlıklarını başka bir soruya ya da başka bir ortamın koşullarına yanıt aramaktan çok, normalde ele geçmeyecek bir fırsata yanıt verilmiş olarak algılıyorum.”meriç öner
21 XXI - EYLÜL 2014
“Yazlık tasarlamak hakikaten kendi nişini oluşturan bir iş midir yoksa mimarlık proje üretme süreçlerinden herhangi biri midir?”alişan çırakoğlu
YAZLIK
Alişan Çırakoğlu: Yakın zamanda bir yazlık projesi üzerinde çalıştık ama aslen kendimizi yazlık tasarlıyor gibi bir hisse kaptırmamıştık. Sonradan bakınca acaba öyle bir motivasyonumuz var mıydı, yoksa herhangi bir tasarım problemi gibi kendi kriterleri olan bir konuyu mu ele aldık, bilmiyorum. Sonuçta ürünü düzgün çıkarabilmek için çabaladık. Sanki pek de “yazlık” tasarlamak gibi özel bir durumun adını koymamıştık. Ama yazlık deyince benim aklıma son zamanlarda mimarlık medyasında da göz önüne çıkan tasarlanmış yapılardan ziyade, çok tasarlanmamış, ailelerimizin vakitlerini geçirdiği sayfiye yerleri geliyor. Ailemin kooperatif yoluyla elde etmiş olduğu bir sitenin içindeki evleri aklıma geliyor mesela. O yüzden yazlık tasarlamak bende biraz o soruları gündeme getirdi. Yazlık tasarlamak hakikaten kendi nişini oluşturan bir iş midir yoksa mimarlık proje üretme süreçlerinden herhangi biri midir?
toplantı fotoğrafları: Emre Kapçak
Tekil olarak yazlığı tartışabileceğimiz gibi onun içinde bulunduğu ortamı da ele almak ilginç olabilir. Sayfiye ile kent birbirinden farklı koşullara ve peyzajlara sahipler, tabi öte yandan sayfiye olarak addettiğimiz yerlerin giderek şehirleşmeye başladığı da su götürmez bir gerçek. Yine de yazlık yerle kent arasında bir zaman farklılığı var. Yazlığın kendine has bir zamanı var, hayat daha yavaş oluyor, şehirdeki zorunluluklar esnekleşiyor. Bu durumun mekana nasıl yansıdığı da bir tartışma konusu olabilir. Yazlık ve normal konut arasında mahremiyet seviyeleri bakımından farklılıklar var mı? Tarihsel gelişimine de bakarak iki oda ve bir verandadan mürekkep sade yazlıkların bugün neden daha büyük yapılara dönüştüğünü de konuşalım. Mimarlık tatil deneyimi olarak otantisite ya da yerellik ile nasıl başa çıkıyor? Bütün bu soruları iç içe konuşarak yazlık ve konut tasarım sürecinin farklılığını açabiliriz.
EYLÜL 2014 - XXI 22
YAZLIK
yazlık fotoğrafları: Ekin Özbiçer, 2013, "Yazlık: Şehirlinin Kolonisi" sergisinde yer alan "Mavi Bayrak" dizisinden
kullanabildiğiniz maliyeti çok düşük, tek katlı, çok basit yapılardı. Deniz kenarında konumlanan ve biraz peyzaj düzenlemesi de olan bu yerde mesela bugünün parasıyla 50 bin lirayla 15-20 gün kalabileceğiniz bir yazlığınız olabiliyordu. Kalkıp da Marmaris’e, Fethiye’ye ya da Bodrum’a gitmeniz zaten mümkün değildi. Öte yandan gidilebilecek otel sayısı da sınırlıydı, benim hatırladığım kadarıyla Tusan’ın biri Bergama’da öteki Çanakkale’de olmak üzere iki tane moteli vardı sadece. Dolayısıyla tatil fikri, yazlık fikrine eşitti o devirde. Bugünün yazlıkları başka tabi, bugün konu çok farklı bir yere geldi.
Levent Şentürk: Ben Hülya’nın konuşmanın başlangıcında koyduğu ayrımlara geri dönerek kentteki bir konutla sayfiye konutu tasarlamak arasında ne gibi temel farklar olduğuna eğileceğim. Ama doğrusu ben onun mimari ayrıntılarına çok vakıf değilim ve eleştirel bir perspektif geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Son dönemde yazlık mimarisine, ikinci konut denilen konut stoğunun güncel durumuna, onun üretilme dinamiklerine ilişkin çok yazılıp çiziliyor. Yakın zamanda Tanıl Bora editörlüğünde yayınlanmış olan Sayfiye kitabı var. Onun içinde bizim de burada konuştuğumuz Türkiye’nin sayfiyeleri ile sayfiyenin tarihsel arka planına ilişkin makaleler var.
Boran Ekinci: Bizim de Alanya’da bir yazlığımız vardı, sizin söz ettiğiniz gibi tek odalı bir yapıydı. Harika bir çocukluk geçirdik orada. Fakat şimdi Şevki Bey söyleyince bu yazlık, tatil fikrini aklıma getirdi. Biz oraya giderdik, Alanya’da oturanlar da yaylaya çıkardı. Mardin’de yaptığım staj esnasında da Mardinlilerin yazın gittiği yeri görmüştüm, serin, yayla gibi bir yerdi. Tatil düşüncesi aslında daha serin ve sulak bir yerle özdeş.
Türkiye’deki egemen konut üretim tarzının kendi içerisinde bir sürü çelişkisi var. Temel çelişki şu: Neden çok sınırlı bir zaman diliminde kullanılan bir yapı türü bütün bir ekoloji üzerinde böylesine bir hakimiyet kuracak biçimde inşa ediliyor? İlk akla gelebilen şey bu ama bunları tabii ki hızla çeşitlendirebiliriz. Mesela sınıfsal, ekonomik, gündelik hayata ilişkin ya da kentsel çelişkilerden söz edebiliriz. Ben bütünlüklü bir ele alış yapmaya çalışacağım. Öncelikle yazlık kavramı etrafında birazcık tanımlama yapmaya ya da bildiğimiz nitelikler üzerinden düşünmeye çalışacak sonra yazlık zamanından bahsedeceğim. Boran Bey’in de değindiği Mardin’e ilişkin bir örnekten dönüşüm meselesine ve son zamanların temel eleştirel güzergahlarından biri olan kentsel dönüşüm meselesine dair bir şeyler söylemeye çalışacağım. Sonra sözünü ettiğim derin çelişkinin mekansal karşılığı olan sıfırlama yönteminden devam ederek, egemen sınıfların yapısına ve mekan üretme biçimlerine ve dolayısıyla bunun mimarlıkla ilişkisine, mimarlık ve güç ilişkilerine değinip en sonda da ne yapılabileceğine ilişkin birkaç varsayım ortaya koyacağım.
Şevki Pekin: Yurtdışında epey uzun kaldıktan sonra Türkiye’ye döndüm. İlk işlerimden biri Adana’daydı, işveren de Mersin’de yazlığa gidiyordu. Bina 26 katlıydı, her katta altışar dairesi vardı. Asansörde bir sürü bikinili ve mayolu kadın ve erkek aşağıya iniyor, oradaki devasa havuza giriyordu. Deniz çok sıcak olduğundan zaten gidilmiyordu. Bu evin yanında çok kıymetli Adanalı bir mimar olan Zeki Yüzüak’ın yaptığı çok güzel bir yazlık ev vardı. Onunki üç katlı görünüyordu ama aslen iki katlıydı çünkü alt kısım tamamen boş bırakılmıştı. Bu tipoloji 1970’lere geldiğinde birden bire 26 katlı yazlıklara dönüştü. Boran Ekinci: Biz de şimdi birtakım konutlar tasarlıyoruz, yazlık diyemeyeceğim artık bunlara. Bunlar aslında yazın gidilen ama aslında sürekli yaşanılmak istenen evler. İnsanlar için yaşadıkları kentten kaçmak için birer hayal. İklimi daha sıcak olan, yaşamı daha rahat olan, ağırlıkla Bodrum olmak üzere birçok noktaya bir dolu insan taşınıyor ve artık ömürlerini orada geçirmeya başlıyorlar. Bu evleri yazlık olarak mı addedeceğiz? Pek de mümkün değil. Durum böyle olunca da onlar, insanların şehirdeki evlerinden büyüklük olarak çok farklı olmuyor. Temel farklılık, burada apartman yoğunluklu bir yaşam varken orada daha çok alçak yapıların olması. Alçak yapı eşittir bahçe, yani dış alanlarla olan ilişki. Tasarımda en büyük farklılıkları orada görüyoruz. Düz ayak bahçelere çıkabildiğin, açık alanlarda ağacın gölgesinde oturabildiğin yerler oluyor. Hülya Ertaş: O zaman ısıtma sistemi de konuluyor. Boran Ekinci: Evet, artık konulmayan yok, o geçmişte kaldı. Mesela Datça Aktur ilk yapıldığında evlere doğrama koymamışlar; pencereleri yok, sadece panjurlar var. Yazın evlere gittiklerinde her tarafı toz toprak içinde buluyorlar. Sonra sonra takılıyor doğramalar. Odalara da açık havadan giriyorsun, çok güzel bir planlaması var.
Yazlık meselesi aslında burada da konuşmaya başladığımız üzere öncelikle kentsel bir olgu. Ve kentli orta sınıfın yarattığı sosyo-ekonomik dinamiğin ürünü olan bir üretim biçimi. Sayfiyeler ortaya çıktıklarından beri dönüşüm geçirmeye devam ediyor. Bu dönüşümü belki makro ve mikro olmak üzere çeşitli saikleri var. Makro düzeyde olan dönüşüm daha çok biyo-politik dinamikler üzerinden, mikro olanları bireysel direnme üzerinden yürüyor. Mimarlık pratiğinin gerilim alanını temsil eden şey de büyük oranda bu. Makronun sultası karşısında mikroya doğru bir kaçış güzergahı çizmeye çalışıyor tasarımcılar. Sayfiye ne için üretiliyor? Kent dışında inşa edilmek üzere üretilen bir şey. Sayfiye, kentin bir tür değil’i ya da kontrpuanı gibi. Kent zamanını inkar etmek üzere kurgulanmış bir şey, bu yüzden de kentin ütopyası aslında. Ama buna rağmen kentin içinden çıkan, kent tarafından üretilmiş olan bir şeyden bahsediyoruz. Kentten çıkıp, kentin dışına doğru yayılan bir icat. Kentte son derece tanımlı ve bölünmüş bir zaman içerisinde yaşıyoruz. Buna emek zamanı ya da mesai diyebiliriz. Buna karşılık sayfiyede bölünmemiş bir zaman kurgusu var. Ya da en azından onun, bölünmemiş zaman hayali etrafında biçimlenen bir mekan olduğu söylenebilir. Fakat bu bölünmemiş zaman idealinin garip bir biçimde sayısız etkinlikle doldurulması da söz konusu.
Gastronomiden tutun cinselliğe, spordan tutun keşfe ve eğlenceye varana kadar gerçekte bir sürü yorucu aktiviteyle tıka basa doldurulmuş durumda. Tatil zamanınız da tanımlanıyor. İşe gitme zorunluluğundan kurtuluyorsunuz belki ama tatil zamanında da iyi bir tatil geçirmeniz için size vaaz edilen sayısız şeyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Tatil zamanı, çalışan sınıf, işçi sınıfı ve orta sınıf için önemli bir zaman dilimi. Çünkü çalışma zamanını başlıca güdüleyen şey bu arzu zamanı ya da tatil zamanı. Özellikle de 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren kentliler bireysel olarak hareket özgürlüğü kazanmaya başladıktan sonra, kişisel araba sahipliğinin artmasıyla beraber, bu tatil zamanı da büyük oranda görsel ideolojiler tarafından bir sömürü nesnesine dönüştürüldü. 20. yüzyılın ikinci yarısı için ağırlıklı olarak bunun sömürüldüğü bir dönem olduğu söylenebilir. Tatil zamanı, biyo-politik belirleyicilerin operasyon halinde olduğu, reklam, medya ve turizm sektörünün devamlı üzerinde operasyon yaptığı bir zaman dilimi.
“Biz de şimdi birtakım konutlar tasarlıyoruz, yazlık diyemeyeceğim artık bunlara. Bunlar aslında yazın gidilen ama aslında sürekli yaşanılmak istenen evler. İnsanlar için yaşadıkları kentten kaçmak için birer hayal.”boran ekinci
Boran Ekinci: Bu söylediğin turistik tatile çok uyuyor bence, belirli bir yerdeki bir otele gidildiğinde tamam da bu söylediklerin yaşanıyor. Yazlıktaysa pek de böyle bir durum yok bence. Meriç Öner: Yazlığın dönemlerine bakmak önemli. Çünkü 1970'lerden 1990'lara dek Şevki Bey’in de anlattığı gibi daha yayılarak, siteleşerek kurulan ortamda annenin çalışmadığı bir durum daha yaygın olabilir. Baba muhtemelen haftasonu geliyordur. Sekiz ailenin muhtemelen birleşip bir evde kaldığı durumları gözümüzün önünde canlandırmamız mümkün. Bu dönem kendine göre adetler oluşturmuş. Bugün neredeyse rezidansa dönüşen evlerse başka bir sınıfa ait, başka bir şeyin göstergesi. Farklı dönemlerde farklı alışkanlıklar var. Arabayla gidebilmek ya da gidememek, uzun kalabilmek ya da kalamamak değiştiriyor her şeyi. Boran Ekinci: Bizim gittiğimiz Alanya’daki yazlık komik paralara alınmış, döküntü bir yerdi. O zaman çok yazlık da yoktu Alanya bölgesinde ama ekonomik olarak çoğu kişi ulaşabiliyordu. Bugün baktığımızda yazlık konusu düşük gelirden tamamen çıkmış durumda. Hatta orta sınıftan da çıkmış durumda. Ancak ailesi Ege'de filan eskiden beri yaşıyorsa belki gidebiliyordur. Yani yazlık işi tamamen sermayeye dönen bir şey oldu. Şevki Pekin: Yazlık eskiden ailenin tatiliydi. Bugün Türkiye'de yazlık diye bir şeyin kalmadığını düşünüyorum, onun yerine ikinci ya da üçüncü evler var. Çok zavallı bir durum. Sebebi ise Türkiye'deki en büyük sorundan, bir şey yapıp sonradan tarif etmeye kalkışmamızdan kaynaklanıyor. Bütün şehirlerde böyle, binalar dikilir önce, sonra altyapının olmadığını fark ederiz. Kimse düzgün iş yapmayı düşünmez. Yazlık diye bir şey bugün bence yok. Meriç Öner: Yenileri yapılmasa da eskiden yapılmış olan ve pek çok adetiyle günümüze kalan baskın bir doku hala mevcut. Şevki Pekin: Eskiden yapılmış olanların hepsi de ikinci ve üçüncü ev haline dönüştü. Peki bu ne demek? İki şık var. Eğer yeterince varlıklıysanız siz gelmeden ev temizlenmiş
“Yazlık eskiden ailenin tatiliydi. Bugün Türkiye'de yazlık diye bir şeyin kalmadığını düşünüyorum, onun yerine ikinci ya da üçüncü evler var.”şevki pekin
23 XXI - EYLÜL 2014
Levent Şentürk: Yıl boyu tatilinizi planlarken bütün o şeyler size yükleniyor ve siz de çalışan sınıfa mensup bir birey olarak zorunlu olarak o zamanı başından itibaren planlıyorsunuz. Bu biraz da sistemin insanlardan beklediği bir şey.
YAZLIK
Alişan Çırakoğlu: Turizm denen şeyle bizim bugün konuştuğumuz yazlık mevzusu birbirinden biraz farklılaşıyor. Her şey dahil otel sistemine kadar giden turizmdeki kalıplara uyma güdüsü yadsınamaz. Ama onu reddeden ya da bir şekilde kendini ondan uzak tutan bir topluluk zaten eskiden beri alışkanlığı olan yazlık meselesini başka şekilde görüyor. O tüketim durumuna çok da kapılmadan, doğa vurgusunun ya da kentsel yaşantıdan kaçışın ön planda olduğu bir deneyimi arıyor. Birçok yazlıkta televizyon bile bulunmayabiliyor. Orada daha başka türlü bir rutin oluyor. Kendi düzenini de oluşturabiliyor. Yazlık denen şey emeklilerin yoğunlukta olduğu bir ortamsa kendi çay bahçesinin ritüelleri oluşuyor zaman içinde, okey taşı sesleri vs yükselen bir yer olabiliyor. O kendi topluluğunu ve alışkanlıklarını oluşturan bir şey. Senin bahsettiğinse daha çok turizm tesislerinin dayattığı bir tatil algısı için geçerli. Yazlık konusu biraz daha ondan farklı bir noktada tartışılabilir. Gerçi herkesin tatilden ya da yazlıktan anladığı da kişisel deneyimlerine bağlı olarak çok farklı olabiliyor.
“Sayfiye evi diye yola çıkılarak sayfiye olmayan evler ortaya çıkıyor. Plan tipleri de hiç ama hiç bir yazlık yaşama uygun olmuyor.”şevki pekin
düzenlenmiş olur. Muhtemelen bir ikinci araba da lazım. Çünkü arabayla havaalanına gidip oradan öbür havaalanından çıkıp taksiyle vs eve gidersiniz, kendi ikinci arabanız da orada sizi bekliyordur. İkinci şıktaysa biraz daha az gelirliyseniz iki - üç haftalığına gidiyorsanız her gittiğinizde zaten bir haftanız evi temizlemekle geçiyordur. Bence Türkiye'de özellikle güney ve kuzey Ege'de yapılanlar tamamen ikinci, hatta üçüncü ev. Eğer aileniz Karadeniz'de bir yerdeyse orada da bir tane eviniz oluyor, bir tane İstanbul'da eviniz oluyor, ondan sonra belki Bodrum'da da bir tane eviniz oluyor. Marmaris de çok pahalı değilmiş, bir tane de oradan ev alayım diyorsunuz. Bu bence mimarinin, Türkiye'nin genel sorunlarından birisi: Önce yap, sonra düşün. Kimse hesaplamıyor. İkinci evi alınca düşük maliyeti nedeniyle kolaylıkla az az ödeyeceğini her şeyin orada kapanacağını sanıyorlar. Oysa ondan sonra yol parası, kaldırım parası vs derken maliyeti korkunç bir hal almaya başlıyor. Varlıklıysanız ikinci eviniz belki birinci evinizin ayarında oluyor. O zaman da mimari olarak yapının şekli şemali abuk sabuk oluyor. Sayfiye denebilecek bir yerdeki ikinci evin planı ve dış görüntüsü, birinci evdekinden daha beter oluyor. Muhtemelen daha kapalı oluyor. Isıtmalar, klimalar, dışarda barbeküler vs. Sayfiye evi diye yola çıkılarak sayfiye olmayan evler ortaya çıkıyor. Plan tipleri de hiç ama hiç bir yazlık yaşama uygun olmuyor. Zaten Türkiye'deki planlama hep parsel bazında gerçekleştiriliyor. Yüz dönümlük parsel üzerine evler oturtulurken iklimsel koşullar hiç gözetilmiyor. Yan yana iki parseldeki evlerin biri bir tarafa ötekisi başka tarafa bakıyor. Gariplikler çıkıyor. Parsel bazında yapılanmadan kaynaklanan bir şekilde bu ikinci evler zaten ortalığın canına okumakla meşgul. İlk başta anlattığım sayfiye eşittir tatil fikri ulaşımın hızlanması ve insanların her yere yayılmasıyla farklılaşıp ikinci ya da üçüncü eve dönüştü. Onlar da plan tipi, yapı, iç-dış özellikleri olarak farklılığını yitirdi. Belki bazen bahçesi var. Avlulu açıklığı olan bir yapı tarzı, çok nadiren bireysel olarak mimarların bir aileye yaptığı evlerde görülebiliyor. Sayfiye ve tatil evi konusu, tek aile evinden uzaklaştı. Fethiye'nin güneyi ya da Antalya gibi yerler bir mimarın tek bir aileyle oturup karşılıklı görüşmelerle yaptıkları yapıların çok ötesinde. Hülya Ertaş: İkinci ev konusu ilginç bence de. Bir tane evim var ve zaten orada konvansiyonel bir şekilde yaşıyorsam ikinci evimde daha deneysel bir kurguyu talep etmez miyim? Bu daha hafif, minimum, ara mekanlara sahip bir yer olabilir. Ama orada da emsal üzerinden maksimum metrekarenin nasıl elde edileceği hesabına indirgeniyorsa konu, yeni bir şey beklemek zaten imkansız değil mi?
EYLÜL 2014 - XXI 24
YAZLIK
Boran Ekinci: Bana çok öyle gelmiyor. Şevki Bey'in bahsettiği Mersin'deki 26 katlı apartman içindeki yazlık evler, gerçekten yazlık ev. Oraya insanlar yazlık ev diye gidiyor ve orayı o amaçla kullanıyor. İyi bir örnek olmayabilir ama gerçek. Ben de Bodrum’da çok iş yaptım. Birtakım planlama farklılıkları oluyor fakat şu hissiyat hep var: Eğim ve manzara birincil faktörken inşaatçı her zaman fazla yapı yapıp az istinat yapmak istiyor. Bu gibi birtakım gerçeklerle ortaya çıkan şey bir yığın oluyor. Yığına dönüşmeyen enteresan bir çözüm bulsan çok iyi olur tabi ama bütün yarımada yığın halinde. Ve iyi bir yapılaşma sunmuyor. Bunlar yazlık mı? Evet, birçok insan için öyle. Ben mesela çocuklarım için yazlık kiralıyorum. Hayatları değişiveriyor, kendi akranlarıyla bahçede sokakta oynama şansları oluyor. En önemli mesele bu. Sen de şort giyip pinekliyorsun ya da bir şeylerle uğraşıyorsun.
“Temel çelişki şu: Neden çok sınırlı bir zaman diliminde kullanılan bir yapı türü bütün bir ekoloji üzerinde böylesine bir hakimiyet kuracak biçimde inşa ediliyor?”levent şentürk
Levent Şentürk: Sayfiye dendiğinde hep denizi düşünüyoruz ama Güneydoğu'nun sayfiyesi de Mardin. Orada bir mimar arkadaşım Can Bulgu, eski taş yapılardan birini kiraladı. Kiradayken de yavaş yavaş dönüştürmeye başladı. Bu alternatif bir durum. Eski Mardin'deki bir taş evi alıp onu dönüştürmesi üzerinde durabiliriz.. Eve kendi serüveni ve süreci olan, zamana yayılan bir şey olarak bakıyor, yapım sürecinin kendisini önemsiyordu. Yerin niteliklerini de gözetti. Evlerin hepsi heterojen ve farklı farklı dönemlerde oluşmuş bölümlere sahip. Önce bir kayanın içine oyularak yapılmış odadan başlayan, sonra onun yanına eklemlenen taş bölme ve ardından betonarme eklentileriyle bir yapı ve denetimsiz biçimde oluşmuş bir çevre var. Bu nitelikleri gözeterek yaptığı müdahaleyi etkileyici buldum. Mimari girişim olarak evin programını güncelliyor ve gerilla tipinde müdahale ediyor çünkü kendi evinde değil, kirada. Öte yandan daha seküler ve özgürlükçü bir bakış açısıyla bunu şekillendiriyor olması da bugünün dinamikleri açısından farklılaşan bir nokta. Ayrıntıları ele alması, yorumlaması ve evin detaylarını yeniden ortaya çıkarması açısından; kısacası heterojenliği muhafaza eden ve özgürlükleri müdahale ettiği yapıya geri veren bir girişim olarak bana değerli geliyor. Çünkü bunun beşeri hayatı da dönüştürme potansiyeli var. Yatayda yayılan bir
restorasyon bu, kendi içinde otonom ve görece daha paylaşımcı bir ekonomiye sahip. Egemen mimari anlayıştan farklılaşan bir şey. Bence Türkiye'de de zaten yapılması gereken şeylerin başında bu özgünlükteki deneyimlerin artması için fikir üretmek geliyor.
Şevki Pekin: Şehirdeki yapının her tarafı kapalı, merdivenden çıkıp kendi hücrene giriyorsun. Şehirde bahçeli ev çok az. Bir ayınızı geçireceğiniz sıcak bir yerde şehirdekiyle aynı yapı tipini oraya koymakta bir yanlışlık var. İmar planları elden geçirilip o çerçevede iyi şeyler yapılabilir. Mimar olarak yorumda bulunmak olabilir. Yoksa her şeyin birbirinin aynısı haline geliyor.
Boran Ekinci: Mardin gerçekten bir sayfiye midir? Levent Şentürk: Eski ve yeni Mardin var. Eski Mardin Güneydoğu’nun sayfiyesi. Yeni Mardin'e göre yukarısı bir sayfiye sayılabilir. Turistik çekim merkezi aynı zamanda. Meriç Öner: Yine de Mardin bir kent olduğu için turistik çekim merkezi deyince daha kolay anlaşılıyor.
Levent Şentürk: Alakası şurada olabilir. Egemen bir sınıf, egemenliğini mekanda nasıl ifade edecek, nasıl meşrulaştıracak? Bunun cevabını sayfiyede de üretecek tabi ki ama kentte yaptığı gibi yapamaz bunu. Eğer kentte yaptığı pratiklerle yaparsa bu kez sayfiyede göze batar. Mesela Bodrum’da o talanı gerçekleştirmek için herkesin kullandığı yollardan giderek onu yapacak. Örneğin beyaz renk Bodrum’u inşa etmede müthiş bir ikiyüzlülük olarak kullanılıyor çünkü o beyaz rengin arkasına saklanarak her türlü dalavereyi yapmak mümkün. Biçimsel bir kılıf. Boran Ekinci: Bodrum'da yapılan iş kötü fakat Türkiye'de yapılan en iyi işlerden biri olduğunu söylesem bana karşı çıkabilir misiniz? Kuşadası, Alanya, Ayvalık ne hale geldi? Diğer yerlere bakamıyoruz bile.
Alişan Çırakoğlu: Yakın zamanda tamamladığımız ve sonucundan memnun olduğumuz Gümüşsu Evleri projemizden bahsedebilirim. Biz mekanlar arası geçişleri çalışabildik ve sonuçta da iyi bir proje oldu. Arsadaki emsalin yüzde beş olmasının yanında yatırımcının da bu zihniyete yatkın olması sonucu rahat çalıştık. Hem fiziksel çevreye hem doğaya saygı duyan bir iş çıktı. Bunların çoğu satış amaçlı olan projeler. Doğrudan kullanıcının gelip mimara iş verdiği durum çok nadir yaşanıyor. Biz de hep son kullanıcısını bilmediğimiz projeler üstünde çalıştık. Tasarım aşamasındaki kriterimiz ne yazlık olması ne de hangi dönemde kullanılacağı üzerineydi. Daha çok içinde konumlandığı doğaya, güneşe, manzaraya tutumumuzla proje belirlendi. Birçok konut projesinde gerçek anlamda bir mimarın yer almıyor oluşu ya da yatırımcının belirli konulara duyarlı olmayışı neticesinde kötü örnekler oluşuyor. Boran Ekinci: Senin yaptığın proje daha özel bir durum, yüzde beş emsalle yapılan yazlık ev ya da site projesi yok denecek kadar az. Bu emsalle yapılmış olan herhangi bir yer baktığında o kadar rahatsız etmiyor. Çünkü ağaçlar arasında tek katlı evler çıkıyor ortaya, köy hissiyatı veriyor. 0,60 emsalle arasında 12 misli fark var. Hülya Ertaş: Belki de şehirde kurmadığımız ilişkileri yazlıkta hala kurabiliyoruz, örneğin komşuluk hala var. Yazlık yer, kentin antitezi mi? Meriç Öner: Yazlık, Osmanlı sarayının yazın toptan ve uzun süreli olarak kışlık saraydan yazlık saraya göçmesinin devamı gibi. Bugün için yazlık dendiğinde birkaç aylığına bir yere gitme hali kafamda canlanıyor. Gümüldür, Özdere, Kuşadası gibi çok çirkin diyebileceğim yerlerde yazlık hayatı %90 hala devam ediyor. 30-40 sene önce müteahhidin elinden çıkmış yap-sat evin kendi kendine değişme ritmi, giyinme, süslenme hali gözlenebiliyor. Şehirde kimi zaman kısıtlı olan ihtiyaca göre büyüme isteğinin orada tekrarlandığını görebiliyoruz. Yazlıkçıların bir usta ile orayı, yıkıp burayı büyüttüğü durumlar sonucunda ortaya garip bir yaşanmışlık izi çıkıyor. Şehrin antitezi olarak adlandırır mıyım? Bilmiyorum. Ama bir kaçma hali olduğu kesin. Zaten su, telefon ve elektrik de sonradan gelmiş. Şimdiyse beş çeşit süper market var.
Şevki Pekin: Ben de bu fikre katılırım. Ama Bodrum’da yapılan da çok kötü bir iş. 200 milyon yapı var dünyada yaklaşık olarak. Her yapıdan mimari olarak bahsetmek mümkün değil. Bodrum'da yapılan işi illa mimari diye görmemize gerek yok. İnşaatla mimariyi birbirinden ayırmak lazım. Benzerliği var ama eşit değiller. Bodrum kötü oldu derken mimariden başka yerlere doğru gitmiş oluyoruz. Mimarlar tarafından çizilmiş ikinci ve üçüncü evlerde en büyük sorun, plan nitelikleri, planlama düşünceleri ve evlerin şekli şemali. Kısıtlı dönemde kullanılacak ve çoğunlukla sıcak dönemde kullanılacak yapılar, bu özelliklere hiç de uygun olmayan şekilde planlanıyor. Tamamen kapalı bir kütle ve onun dışında teras ve pergola ile planlanıyor. Bu, amaçlanan kullanıma ters. Sıcak bir yerde kısıtlı süre için ev planlıyorum, muhtemelen sıcakta gidilecek, bir ihtimal de nadiren soğuk dönemlerde kullanılacak. Evlerin ne avlusu var ne ona benzer ara mekanları, kutu gibiler. Anca bir tane terası var. Bu plan tipi, onun yazlık olarak değil, ikinci ve üçüncü ev olarak görülmesinden kaynaklanıyor.
Komşulukta normalde şehirde yaşamayacağın tipte karşılaşmalar yaşanıyor. Biri Ankara'dan, diğeri İzmir'den, ötekisi Aydın'dan gelmiş oluyor. Hele evlerin içi eskiden kalma mobilyalar ile döşenmişse, bir başkasının evine ziyarete gittiğinde çok ciddi farklılar tespit ediyorsun. Zaten bahçede, açıkta geçen hayat da buna vesile oluyor. Tümü 1980'ler ve 1990'lar kültürünün de önemli parçaları. Mesela kooperatiflerin içinde ve dışarıya karşı gruplaşmalar oluyor. Hepsinin içinde teker teker insanlara ve alışkanlıklara dair bakılacak çok şeyler var. Sergi için 20 kişilik bir öğrenci grubu ile kısa bir araştırma yürüttük. Tespitlere göre mimari ilke ya da morfolojik dilede anlatılacak bir ortaklık çıkmadı. Ama konu, ev olduğu için herkesin kendine has dokunduğu, değiştirdiği ve denediği hikayeler var ki bunların apartman dairesi hayatıyla kıyaslanınca garip bir özgürlük duygusuyla desteklendiklerini görüyoruz. Ev meselesi tatil ile birleştiğinde başka bir hikaye oluşmaya başlıyor. Şimdiki dönem yapılarının ise bambaşka bir durumu var. Şehirdeki rezidans hayatının tamamen kopyalanması üzerine kurulmuş başka bir tavır var.
Alişan Çırakoğlu: Bahsettiğiniz sorun sadece ikinci konuta özgü bir sorun değil. Şehirde yeni yapılan konutlara bakarsanız onlarda da coğrafi özelliklerin ön planda tutulduğu bir üretim olmadığını görürsünüz.
Şevki Pekin: Yatırım için ev sahibi oldu herkes. Bu yatırımlarda 100 koyulup 200 alındı. O yüzden ikinci ve üçüncü evler ortaya çıktı. Bankadaki paranızı bu şekilde artırmanız mümkün değil. Şehirde sizin rıza göstereceğiniz bir yeri almak için de 100
25 XXI - EYLÜL 2014
Boran Ekinci: Bu sözünü ettiğin sıfırlanma durumunun sınıfla değil, imarla ve kentlileşmeyle ilgisi var. Diyarbakır'da mesela PKK olayları olduğunda halk kentlere göçtü. Sonunda ortaya çıkan kentin aldığı hale çok şaşırdım. Ankara'da Yenimahalle, İstanbul'da Gaziosmanpaşa, Yenibosna, İkitelli vs sıfırlanmış durumda. Sınıfla hiç bir alakası yok bu durumun, imarla ilgili.
Şevki Pekin: Benim için ana sorun Kemerburgaz'la Bodrum'daki evin aynı olması zaten.
YAZLIK
Levent Şentürk: Eski Mardin'de merkezi bir güç tarafından yapılan kentsel dönüşüme bakıldığında renovasyonlarla bir türdeşleştirmeye gidildiği açık. Butik oteller var, fetişleştirme ve yeniden oryantalize etme söz konusu. Bu dinamikler nasıl ki Bodrum'u tektipleştiriyorsa aynı şekilde Mardin'i de tektipleştiriyor. Son dönemde yapılan dönüşümle sonradan yapılan yapıların tamamı aslına rücu ettirilmeye başlandı. Bu da bir sıfırlama eğiliminin tezahürü aslında. Egemen mimarinin kendisi dinamik bir sıfırlama biçimi. Bir tabiat parçasında egemenlik kurma, tatil zamanını özelleştirme gibi birtakım soyut olgulardan hareketle tamamen fiziksel sonuçları olan ve çevrenin sıfırlanmasına yol açan bir müdahale yapılıyor. Zaten bir sınıf bir başka sınıfın sermayesini ele geçirdiğinde önceki sahiplerin izlerini ortadan kaldırarak işe başlıyor. Bu anlamda geçmişini de sıfırlıyor o arazinin. Ağaçları söküp atması, kayalıkları dümdüz etmesi, varsa eski taş yapıyı talan etmesi, hatta toprağın da tamamını atması, fiziksel bir güç gösterisi. Tabii yerine yenisini koyuyor. Yeni bir peyzaj yaratıyor ve seyirlik temaşa yaratıyor. Bu kavramsal durum da yeni bir mekansal itaat üretmeyi sağlıyor.
Boran Ekinci: Farklılaşanlar oluyor ama İstanbul'da da Kemerburgaz'daki evleri düşünün. Emsalin 0,25-0,50 arası olduğu yerde yapılan binalar nadiren farklılaşıyor, çoğu birbirine yakın oluyor. Bodrum'da emsali 0,20-0,40-0,60 veriyorlar, arazide anca kutu kutu binalar çıkıyor. Avlulu ev vs yapılamıyor.
değil, 300 vermeniz lazım. O nedenle bu ikinci ve üçüncü evlere yönelindi. Parası olan şehre yatırım yapar zaten. Daha az parayla yatırım yapıp onu kısa zamanda çoğaltmayı hep ikinci ve üçüncü evlerde düşünüyorlar. Bu da bu yapıların oluşmasında çok önemli bir konu.
Şevki Pekin: Yeşilliği içine alarak planlamak yüzde yüz şart. Biz yaptığımız bir projede ona çok dikkat ettik, evleri ikiye böldük ve ortası yeşil kaldı. Evlerin ortasında birbiri içine giren parklar oldu. Plan tipiyle ve bahçe kullanımıyla ikinci evin farklılığını ortaya çıkarmak lazım.
Boran Ekinci: Bence çocuk konusu hala geçerli. Ben yazlık alamadım ama çocuklarım için isterim, çünkü onların orada geçirecekleri iki ayın burada şehirde yaşayacaklarından çok daha kıymetli olduğunu düşünüyorum. Fırsatlarımı zorlayıp bunu yapmaya çalışırım. Gerçi güneyde gidecek yer de kalmadı, eleştirdiğimiz Bodrum ve Çeşme dışında.
Alişan Çırakoğlu: İki farklı uçta talep gelebiliyor aslında. Kimisi şehirdeki konforunu orada da sürdürmek istiyor, hatta daha konforlu bir ortama girmek istiyor çünkü gittiğinde iki gününü temizlikle geçirmek, çocukların çamaşırlarıyla uğraşmak ya da evin ısıl konforunu dert edinmek istemiyor ki bu gibi konular onun tatil zamanından çalmasın. Kimisi de tam tersine kampa gider gibi küçük bir korunma alanına gitme sevdasıyla davranıyor. Bu iki farklı tutum da biz tasarımcılara farklı yollar çıkarıyor. Hangisi önümüze gelirse ona göre tasarlıyoruz. Hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu söylemek bana doğru gelmiyor. Belli kabulleri yaptıktan sonra onun üzerindeki seçimler biraz daha kullanıcı ya da yatırımcı istekleriyle şekillenebiliyor. Yazlık demek yerine bundan sonra belki kaçış mekanı demek daha doğru olacak, çünkü mevsimsel ayrımların ötesinde insanın rutininden kaçacağı bir yer gibi görülmeye başlandı bu evler. Zihnimizdeki tipik yazlık, bizim tasarımcıların pek de konusu olmamaya başladı, olmayacak gibi de görünüyor. Kendiliğinden oluşmuş, teşekkül etmiş yazlık alanları gerek İstanbul çevresinde, gerek Akdeniz ya da Ege kıyılarında bir dönem kendi varlıklarını sadece bir tasarımcı ya da plancı iradesiyle değil, sosyolojik boyutuyla oluşturmuş. Bizim işimiz belki biraz daha kaçış mekanlarını tasarlamak çerçevesinde kalıyor. Orada da Şevki Bey’in bahsettiği gibi tipolojik olarak kendini farklı kılan çözümler arama çabası olması gerektiğini düşünüyorum.
EYLÜL 2014 - XXI 26
YAZLIK
Şevki Pekin: çocukların için bir yerde bir şey alırken karşına üç-dört seçenek çıkıyorsa onlar arasından da yatırım olarak sana daha fazla geri dönecek olanı tercih ediyorsun. Akçakoca ile Bodrum arasında bir seçim yaparken, çocuklar ikisinde de pek mutlu olacaksa yatırım değerinden ötürü Bodrum’u tercih ediyorsun. Kendi deneyimlerimden biliyorum ki yazlığa gitmek ama artık Rusya’da, Finlandiya’da ya da Amerika’da da geçerli. Farklı tiplerde de olsa birer kaçış mekanı gibi, insanlar deniz ya da okyanus kenarında yazlarını geçiriyorlar. Bu biraz dünyanın zenginleşmesiyle ilgili. İlk başta söylediğimiz tatil için sayfiyeye gitmek daha çok gelir düzeylerinin düşük olduğu dönemler için geçerli. İstanbul’da geliri yüksek olanlar Büyükada’ya ya da Bostancı, Caddebostan’a gidiyor, bahçe içindeki evlerde uzun süreler kalıyorlardı. Şimdi zenginleşince her tarafa gidilebiliyor, Amerika’da da Avrupa’da da öyle. Öte yandan şimdiki durumda Türkiye’de yazlık için kullanılan evlerin plan tipleri beni oldukça rahatsız ediyor. Ben epey yazlık ev yaptım, şu anda da bir tane yapıyorum Assos civarında. Avlusu, açıklığı olmayan, yazın kullanıma uygun şekilde iç mekanla dış mekanı birbiri içine girmeyen yapılar beni oldukça rahatsız ediyor. Boran Ekinci: Yazlık dediğimiz zaman iklimi daha sıcak olan deniz kenarında bir yer algılıyoruz. Böyle bir yerde yapılaşma nasıl olmalı diye düşününce, oda düzenlerinin temel mantığında kenttekine göre bir farklılık olmaz ama ortak kullanım mekanları kışın yaşadığımıza göre daha küçük olabilir rahatlıkla. Çünkü kapalı mekanda yaşamaya o kadar ihtiyaç yok ve yaşanmıyor da. Aslında hayat ağırlıklı olarak dışarda geçiyor. Her daim gölge olan mekanlar aranıyor. Gölge epey bir ön plana çıkıyor. Ağaçla, saçakla, avluyla gölge yapmak ya da suyla serinliği yapmak gibi çözümler deneniyor. Dış mekandaki müdahalemiz bir anda öne çıkıyor. Uyunacak yerler ve diğer kapalı mekanlar iş görsün ama açık alan çevreyle, doğayla toprakla iyi ilişkide ve iyi yaşanan yerler olsun istiyoruz. Ve alçak yapılaşma olsun. İdealinde bence yazlık dediğimiz zaman bu tip mekanların düzenlenmesi en büyük farklılık olarak ortaya çıkıyor.
Meriç Öner: Diğer Avrupa örneklerini de düşününce bu evler, yazlıktan ikinci konuta dönüşmeye başladığı an itibariyle bütün dünyada bir çaba ve arayış oluşmaya başladığını fark ediyorsunuz. İngiltere’de ikinci evlerin vergilendirmesinde farklı bir usule geçip bunların boş kalmamasına gayret gösteriyorlar. Türkiye’de de 1980’lerden itibaren devletin turizm politikasıyla yazlıkların oluşması hep birbiriyle çelişiyor. Çünkü devlet, kıyıları tamamen bacasız endüstri olarak gördüğü turizm üzerinden geliştirilecek bir mal olarak görüyor. Ama insanlar bütün hukuki ve imarla ilgili tartışmalar arasında yazlık evlere sahip oluyorlar. Mücavir alan tanımı, onların arsalaştırılarak yazlık için kullanılabilir hale getirilmesi üzerine çok tartışmalar var. 1980’li yıllardan itibaren devletin görevlendirmesiyle yazlık konut miktarının belirlenmesine yönelik anketler yapılıyor. Evlerin ne kadarının kısıtlı dönemlerde kullanıldığı tespit ediliyor. Ve 1980’li yıllardan itibaren sürekli olarak ikinci konutların turizm için işlevlendirilmesi konusu gündemde, bu konu üzerine tezler yazılmaya halen devam ediyor. Bütün dünyada farklı uygulamaları varken Şevki Bey’in sözünü ettiği Florya’daki gibi kiralanabilen daha küçük ölçekli yapıların yaygınlaşmaması, devremülkün Türkiye’de tutmamış olması üzücü. Aktur girişimi aslında kiralanmak üzere yapılmış bir yerdir,
hisse satılmıştır ilk başta, binalar değil. Ama bu yöntem de tutmamıştır. Burada sosyolojik anlamda bakılması gereken tercihler ve baskın bir malsahibi olma iddiası var ki bu da inşaatın yatırım değerinin yüksek olmasıyla ilişkili olabilir. Kıyı inşaatının bütün öyküsü kanunlar üzerinden açıkça takip edilebiliyor. Kıyı kanunun çok geç yapılmış olması, yapılan kanun iptal edilirken o arada yapıların olduğu haliyle kalması vs. gibi kıyı yapılaşmasında ciddi bir çekişme var. Sonuçta bugün rakamlara baktığınızda Ege en büyük ağırlığı taşıyan ve yazlık konuttan adeta ezilmiş olan kıyı. Onu Marmara takip ediyor, o da yüksek kendi çapında. Akdeniz ise planlama düzeyinde en başından beri daha çok turizme yönelik olarak geliştiriliyor.
Diğer taraftan homojen fiziksel çevrelerden, yani site mimarisinden ve bloklaşmanın ketum yüzünden bahsettik. Bu, büyük bir açmaz. Sahil bantlarının bütünüyle işgal altında olması bizim artık neredeyse kanıksadığımız bir olgu haline geldi. Ama bu bizim en büyük problemlerimizden biri, binlerce kilometrelik sahil şeridi olan bir ülkenin denize girecek çok az yerinin kalmış olmasını biz sadece nüfusun artmasına bağlayamayız. Dolayısıyla burada da çözüm bekleyen ciddi bir tıkanma var. Bir de tabii sayfiyelerdeki hizmet anlayışının kopyalayıcı ve klonlayıcı bir şey olmaktan çıkması, hizmet anlayışının daha yaratıcı bir biçimde ilerlemesi lazım. Bu statik yazlık anlayışının artık dönüşmesi gerektiği ve hatta dönüşmekte olduğunu söyleyebilirim. Alternatif ikinci konut ya da yazlıkların ortaya çıkması lazım. Dolayısıyla yazlığa dair klişelerin de kırılması lazım, bu iyi bir şey olacaktır. Bir de bizim yeni ve kibirli olmayan bir ekoloji felsefesine ihtiyacımız var. Biz derken mimarları değil, çoğunluğu kast ediyorum. Mimarları bunun dışında tutuyor ve toplumun mimarların bu kibirli olmayan ekoloji felsefesinin öncülüğünü ettiklerinin farkına varması gerektiğini düşünüyorum. Bir başka konu da site yapılanmasının tam bir klan mantığına dayanması. Bir yere gidip sahiplenen ve orayı kendinden başka herkese kapatan bir yapılanma mantığı söz konusu. Ve bu klan mantığı Türkiye’nin her tarafına egemen. Sadece yazlıklar bağlamında değil, tüm kentleri saran bir kapalılaşma ve kapalı toplum söz konusu. Bunun aşılması gerekiyor, bunun için neler yapılabilir mesela? Madem devlet kolayca denetleyebileceği binaların yapılmasını teşvik ediyor, o zaman biz de denetlenemeyecek ve bina olmayan yazlık türleri, örneğin tasarımsal olarak mobil yazlık üretim biçimleri üzerine gidebiliriz. Bunların yaygınlaşması için çaba gösterebiliriz.
“Ama konu, ev olduğu için herkesin kendine has dokunduğu, değiştirdiği ve denediği hikayeler var ki bunların apartman dairesi hayatıyla kıyaslanınca garip bir özgürlük duygusuyla desteklendiklerini görüyoruz.”meriç öner
“Yazlıklardaki tıknefes yığınsallığın yanı sıra sosyal çevre olarak da müthiş bir seçenek azlığıyla karşı karşıyayız. Bunların yaratıcı bir şekilde çoğaltılması lazım.”levent şentürk
27 XXI - EYLÜL 2014
Hayal gücünü körükleyen yanından, yazlıkların her zaman bir kaçış ve özgürlük alanı olarak insanların zihninde haritalandığından söz ettiniz. Bu önemli bir şey tabii ki, elimizde kalan az şeyden biri, çünkü kentliler olarak kaçabileceğimiz çok fazla yer yok. Ya kentin içinde bulacağız bunu ya da dışında. Fakat bu hayal gücüne ket vuran bazı şeyler de var. Bunları da özeleştirel bir değerlendirme yaparak görmek lazım. Bodrum ile hemen yanı başındaki Kos’u kıyasladığımızda ya da dünyanın başka yerlerinde olup biten şeylere bakmaya başladığımızda kendimize dönüp eksiğini görmemiz gereken birkaç nokta var. Mesela seçenek azlığıyla mustaribiz, yazlıkların tıknefes bir yığınsallık oluşturmasının yanı sıra bir de sosyal çevre olarak -gastronomide, eğlence seçeneklerinde ya da ulaşımda- müthiş bir seçenek azlığıyla karşı karşıyayız. O çok meşhur Bodrum gecelerindeki eğlence seçeneklerine bir bakacak olursanız onların da bir elin parmaklarını geçmediğini görürsünüz. Bodrum’da bisiklet kiralamaya çalışın, on dakika içerisinde kim bilir kaç kişi sizi ezmeye çalışacaktır. Ulaşım alternatiflerini geliştirmemiz lazım, zira motorlu taşıtlarda da tek seçenek araba değildir. Bunun ara segmentleri olan sayısız taşıt iki adım dibimizdeki Kos’a gidildiğinde hızla kiralanabiliyor. Bunların yaratıcı bir şekilde çoğaltılması lazım.
YAZLIK
Levent Şentürk: Yazlık inşaatçılığı herhalde dolu dizgin devam edecek. Bu iktidar bloğunu oluşturan muhafazakar neoliberal kesim varlığını sürdürdüğü ve iktidarda olduğu sürece bu, artan bir ivmeyle devam edecek. Bu inşaatçılığın bu tür bir ekonomik rejimle desteklenmesinin başka nedenleri de var. Bunlara biraz değinmek istiyorum. Mesela yapının olduğu yerde duruyor olması, bunun iyi kötü bir imar planına dayanıyor olması, bina dediğimiz şeyin kolayca denetlenebilir bir yanı olması ve bunun her şeyden öte özel mülkiyet tarafından biçimleniyor olması devletin bunların çoğalması yönündeki arzularını körüklüyor. Diğer taraftan mobilize olan bir nüfustan bahsediyoruz, en başta da dediğimiz gibi tatilini planlayan ve ona göre yer değiştiren büyük bir mobilize nüfus var. Onların boş zamanlarını düzenlemek için yazlıktan daha kolay bir denetim mekanizması da bulunamazdı zaten. Dolayısıyla bunlar teşvik edilmeye devam edecek. Yani insanlar, boş zamanlarında başı boş bırakılmayacak elbette. Bu zaten muhafazakar ve çoğunlukçu iktidarların her zaman işine gelen bir şey.
YAPI - KONUT - LAMU EYLÜL 2014 - XXI 28
fotoğraflar: Stevie Mann, Alberto Heras
Ekolojik Yerellik KENYA’DA YER ALAN URKO SANCHEZ ARCHITECTS TASARIMI RED PEPPER HOUSE, YEREL MİMARİDEN BESLENEREK SÜRDÜRÜLEBİLİR ÖZELLİKLER TAŞIRKEN DOĞANIN İÇİNDE KAYBOLUYOR. Urko Sanchez
RED PEPPER HOUSE
urko sanchez archıtects
Fernando Torres, Lamu’yla ilişki içinde olan fakat yine de şehir merkezinden kendini ayıran özel bir konut istedi. Torres’in mimarlığa büyük bir tutkusu var ve aynı zamanda doğayla temas halinde olmayı seviyor. Bu iki niteliğin bir aradalığı geleneksel el sanatları ve modern ihtiyaçların dengesini taşıyan organik mimarlığın çalışılması için büyük bir şans oldu. Torres, tasarımın doğaya zarar vermemesini istedi. Aynı şekilde, inşaat süreci ve nihayetinde yaşanılan ev de aynı özellikleri paylaşmalıydı. Evin bölgelere ayrılarak bazen bütün aileye yetecek kadar alan sunması bazense Torres yalnızken bir kişinin ihtiyaçlarına göre tasarlanması gerekiyordu. Arkadaşı Rafa için ayrılmış 4000 metrekarelik bir arsaya yerleşen bir konut da istiyordu. Ayrıca ev sahibinin diz problemi olduğu için evin tek katlı olması gerekiyordu. Araziden çok da uzakta bulunmayan Anidan Çocuk Barınağı’nın bağışçısı olması ve yetimhaneyle yakın
bir ilişki kurma konusunda çok istekli olması sebebiyle evin bazı kısımlarının kiralanmasını istedi. Fakat bunu yaparken iki tarafın da kendi özel alanı arasında bir mahremiyet sınırı kurulmasına önem verdi. Bu ihtiyaçlara karşılık verebilmek için Swahili geleneksel çözümler kataloğunu yeniden değerlendirme gerekliliği hissettik. KONUM Lamu Adası’nda kuzeyden kentin sonuna kadar konumlanan arazi, bitki örtüsüne gömülü ve güneybatı yamaçlarında sahille sınırlandırılmış. Çoğunlukla mangrovlardan (tropikal bir bitki) meydana gelen orman çok az açık alan sağlıyor ve kuşların ötüşünün zenginliğine ev sahipliği yapıyor. Bu doğal özelliklerle birlikte ev tasarımında çevresiyle uyumlu bir şekilde diyalog kuran bir yapının gelişmesine çalıştık. Yapı, yerli halktan tamamıyla kopmadan, etrafını çevreleyen doğa ile mahremiyetin korunabildiği bir konumda yer alıyor. YERELLIK Bir ayağı geçmişte kalırken geleceğe doğru bakan, yerel geleneklerle belirgin bir biçimde ilgili olmayan özel
YAPI - KONUT - LAMU 29 XXI - EYLÜL 2014
isteklere cevap verebilen ve bunu yerel inşaat sistemleriyle, işçilikle ve mekan algısıyla gerçekleştirmek üstesinden gelmemiz gereken en büyük zorluktu. Yerel Lamu yapım teknikleriyle ilgili bilgi kazanarak projeyi çevreye büyük bir saygı içerisinde ele aldık. Organik mimarlıkla diyalog kuran, adanın doğası ve tarihi ile bütünleşen bir ev tasarımı için çalıştık. ALAN DAĞILIMI Ana fikir bütün büyük ağaçlara saygı duymak ve onların düzenlemelerinden meydana gelen açık-kapalı ve güneşli-gölgeli alanlardan faydalanabilmekti. Ayrıca evin taban alanı, arazide ağaçların olmadığı alanları kapsadı. Bu taban alanı, duvarları olmayan çatı strüktürüyle kaplanmış alanla uyum sağladı. Evin tek kapalı alanı olan yatak odaları devam eden çatının altında birleştirildi. MİMARİ DİL Mimari, iç ve dış mekan kavramları arasında geçiş yaratan kapanmaların farklı seviyelerini kapsıyor. Lamu’dan eve gelirken kumsalda mercan taşı işçiliği yapan küçük evlerin oluşturduğu yayılmış kentsel örüntüyü fark ettik. Bu örüntüyü ve malzeme tercihlerini
YAPI - KONUT - LAMU EYLÜL 2014 - XXI 30
giriş sayfasında Yapıya genel bir bakış önceki sayfada üstte: Yapının doğayla ilişkisi altta: Evin girişi bu sayfada en üstte: Yapının arazideki konumu ve geleneksel çatı örtüsü üstte: İçeriden dışarıya bakış üstte ortada: Yaşam alanı üstte sağda: Evin arka kısmı sonraki sayfada üstte: Yarı açık alanların doğayla ilişkisi ortada solda: Yemek bölümü ortada sağda: Yaşam alanı altta: Evin taban alanı
kapalı, güvenli ve sıcak olması beklenen yatak odalarını tasarlarken kullandık. Swahili mimarlığında makuti isimli çatı strüktürü kullanılıyor ve bu çatı evden bağımsız geçici bir strüktür olabiliyor. Torres’in evinde dağınık bir düzende yerleşen odaları tek bir çatı altında toplamak için makuti çatı strüktürünü genişlettik ve böylece güneşten ve yağmurdan korunan tek bir geniş alan oluşturduk. Çatı geniş bir alanı taradığı için odaların haricindeki dış mekanlarda, kullanıcılar çatının altında doğa ile yakın ilişki kurabildi. Bu bağlamda geleneksel unsurlar arasındaki ilişkiye Torres’in isteklerini karşılamak adına müdahale ettik. ÇEVRE Bütün tasarım ve inşa sürecini mümkün olduğunca çevre dostu olarak düzenledik. Evin kapladığı açık alanlardaki mangrovların kesilmesini engelledik. Tamamen insan gücü kullanımı, ahşap ve mercan taşı gibi yerel malzeme tercihi sayesinde projenin karbon ayak izini azalttık. Yerel zanaatkarlar ise geleneksel el işini tamamladı. Lamu’nun güneşli havasından
faydalanmak amacıyla projede iki farklı güneş enerjisi toplama cihazı bulunuyor. Güneş enerjili su ısıtıcıları sıcak su sağlıyor ve günün her saati bu ihtiyaç karşılanabiliyor. Elektrik enerjisi ihtiyacı içinse fotovoltaik güneş pilleri kullanılıyor. Güneş enerjisi kullanımı daha düşük karbon salınımını sağlıyor. Evde musluklara ve duşlara su göndermek için yerçekimini kullanan bir su kulesi olduğu için basınç pompası ihtiyacı ortadan kalkıyor. ISI KONTROLÜ Lamu, gece ve gündüz boyunca çok sıcak olabiliyor. Bu yüzden pasif havalandırma araçları tercih ettik. Rüzgarın estiği tarafta geniş açık alanlar ya da pencerelerle çapraz havalandırma yaparak yapının rüzgar almayan tarafları boyunca hava akımını sağladık. Böylece odalar da soğuyabiliyor. Denizin üzerinden gelen rüzgar evin içine serin bir esinti getiriyor ve enerji kullanımının azlığı süreç içerisinde yapıyı daha da sürdürülebilir yapıyor. Kullanılan malzemeler de yapıyı soğuk tutmada rol alıyor. Geleneksel makuti çatısı güneşten korunma ve iyi bir ısı yalıtımı sağlıyor. Yapımda kullanılan mercan taşları da aynı şekilde odaları soğuk tutacak nitelikler taşıyor.
EYLÜL 2014 - XXI 32
YAPI - KONUT - LAMU
vaziyet planı
zemin kat planı
EYLÜL 2014 - XXI 34
YAPI - KONUT - LAMU
görünüş
urko sanchez Urko Sanchez Madrid’te doğdu. 1988 yılında mimarlık eğitimine başladı. Seyahat etmeye karşı olan büyük tutkusundan dolayı eğitim süreci on yıl sürdü. Kenya’ya taşındıktan sonra kurduğu Urko Sanchez Architects olarak pek çok ödül aldı. Sanchez, 2014 Afrika Genç Mimar Ödülü’nün sahibi oldu. Projeleri, Afrika’daki Genç Mimarlar sergisi kapsamında 14. Uluslararası Venedik Mimarlık Bienali’nde sergilendi. mimar: Urko Sanchez Architects konum: Lamu, Kenya yıl: 2007-2009 işveren: Fernando Garcia Torres işbirliği: Satt, Fernando Navadijos, Francesco Pol, Iñigo Torrens brüt alan: 1500 m2
strüktür şeması
YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL EYLÜL 2014 - XXI 36
fotoğraflar: Cemal Emden
Eğrisel Kütlelerin Bütünlüğü MUTLU ÇILINGIROĞLU TARAFINDAN TASARLANAN KÜÇÜKÇEKMECE BELEDIYESI YENI HIZMET BINASI, BUGÜNE DEK DAHA ÇOK EKOLOJIK ÖZELLIKLERIYLE ÖNE ÇIKTI. MIMARI MUTLU BEY ILE BINA KÜTLESININ BÜROKRATIK IŞLEMLERLE ILGISINDEN UZUN VADEDE KULLANIMINDA NE KADAR BOZULABILECEĞINE UZANAN BIR SÖYLEŞI GERÇEKLEŞTIRDIK. Hülya Ertaş
KÜÇÜKÇEKMECE BELEDIYESI YENI HIZMET BINASI
mutlu çilingiroğlu miar mimarlık
he: Küçükçekmece Belediyesi'nin hizmet binasının projesi size nasıl geldi? Mutlu Çilingiroğlu: Ne siyasi bir grupla, ne kulüple ne de benzer bir yapıyla ilişkim var. Bu dönemde gayriihtiyari herkesin kendi taraftarına yardımcı olduğuna dair bir yargı var ama benim bu işi almam tamamen tesadüfler sonucu oldu. Daha evvel iş yapmış olduğum birisi Küçükçekmece Belediyesi fen işlerinin mimar arayışında olduğunu duyarak beni o birimin müdürü ile tanıştırdı. Kamusal binaların zorlukları olduğunu düşünüyordum. Öte yandan son zamanlarda ofislerde sadece konut projesi yoğunluğu var. Hiç kamusal bina çalışmamış olmam ve konut projelerinden uzaklaşma isteğim benim açımdan
belediyenin projesini enteresan kıldı. Yani başka bir çalışma konusuna odaklanmayı mesleki bir ihtiyaç olarak değerlendirdim. Ardından belediye ihtiyaçlarını anlattı, biz de bir avan proje hazırladık ve sunduk. Herkes projeyi benimseyince işi aldık. Bütün bu süreç de inşaatla birlikte üç sene sürdü. Karşılıklı görüşmeler ve tartışmalar içinde projeyi ilerlettik. Devlet yapısı olmasına rağmen beni yüzde seksen tatmin eden bir üretim oldu diyebilirim. Bütün çalışanlar da gönülden çalışıp ürettiler. İç mekan tasarımını üstlenen Tanju Özelgin ve Arif Özden ile konsept çalışmalar esnasında çok uyumlu çalıştık. Belediye daha evvel Tanju ve Arif gibi mimarlar ile çalışmadığı için onları benimsemeleri gerekti. Tanju ve Arif ise biraz daha katı kuralları olan, yapıdan taviz vermeyen bir karakterde oldukları için ben biraz daha arabulucu gibi davrandım ve daha çok çalışarak her şeyi çözdük. he: Süreç nasıl ilerledi? Kamuyla çalışılırken normalde en baştan bütün proje çiziliyor, ihaleye çıkılıyor ve
solda: Belediye girişi altta ve en altta: Farklı açılardan cephe görünüşü
YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL
karşı sayfada Yapıya genele bakış
37 XXI - EYLÜL 2014
YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL EYLÜL 2014 - XXI 38
ardından nihai durum üzerinden şantiye yürüyor. Siz de bu süreci mi yaşadınız? mç: Evet o süreç çok zorlayıcı. Tekrar bir devlet yapısı çalışsam proje bazında kalmayı tercih ederim. Mukaveleler, şartnameler çok zorlayıcı. Onları okusan mesleğini gerçekleştiremezsin. Bu projede bütün o dertleri aştık. Şartname dosyası da teslim ettik fakat orada, her seferinde "Bu toplamın içinden alternatif üretilirse masada görüşülür" diye belirttik. Yani anahtar teslim gibi çalışarak her şeyi kontrol ettik ama açık kapı da bıraktık. Devlet yapılarının dertlerini burada en aza indirgemeye çalıştık. Mimari öğeleri standartlaştırmak kolay değil gerçekten. Ama nihayetinde bina ortaya çıktıkça hepimiz keyiflendik. he: Devlet binalarının kötü kullanılmasının sebebi biraz da herkesin kendini geçici görmesi diye düşünüyorum. Binayı bir ekip yaptırıyor ve sonra gidiyor. Bu durumda bina sahipsiz mi kalıyor? mç: Bizim bu yapıyı yaptığımız ekip, seçimlerde tamamen değişti. Fen işlerinden benim tanıdığım
kişiler ile iletişimde kalıp binayı konuşuyoruz. Yine de sadece kamu kurumlarında daha genel olarak yaşadığımız sorunlar var. Mesela büroda patron olan birini düşünelim. Her şeye "ben bilirim" şeklinde yaklaşırsa bir önceki patronun yaptıklarına mutlaka müdahale eder. Yine de bu tür yapılarda o durum daha az aslında. Bizim yaptığımız projede yapılacak müdahale ancak dekoratif olabilir. Bir seferde çıkmış bir bina olduğu için ana unsuru bozmak zor. İç kurguyu biraz değiştirebilirsin ama dediğim gibi bunlar dekoratif düzeyde kalan değişimler olabilir ancak. he: Forma çok müdahale edilemesin diye mi eğrisel formları tercih ettiniz? mç: Hayır, bugüne kadar böyle düşünmemiştim. Ama benim bir seferde çıkmış formlara karşı eğilimim var. Mimarlık eğitiminde çok karşımıza çıkan bir tümden gelim ve tüme varım ikiliği vardır. Bence bu ikisini iç içe koyabildiğin zaman daha başarılı olabiliyorsun. Belediye binası da aslında o
bölgenin halkını temsil eden bir yapı. Simgeselliğinden rahatsızlık duyulmayacak bir yapı olması gerektiğini düşünüyordum, onu da başardık. he: Yapının bürokratik işlev şeması ile formu nasıl bir araya geldi? mç: Üçgen bir arsa vardı. Sivri uçta ulaşım aksına bağlanan bir meydan bulunuyordu. Öncelikle o meydana geliniyor ve buradan üçgen arsaya ulaşılıyordu. Burada en önemli unsurun belediye meclisi olduğunu anladığımız için onu arsanın bu kısmına yerleştirdik. Çok da analitik yaklaşımı olan bir proje değil, aslen optimumların kesiştiği bir bina. Bürolar arkadaki iki kütlede konumlanarak göle bakıyor. Bu tür bir formda dış cidar en uzun kaldığı için ışıklı alanın metrekaresi daha fazla. Projenin maket perspektifi ile bitmiş binanın perspektifine baktığımda binanın çok fazla değişmediğini görüyorum. Arsanın üçgen şeklini ve birikimimi kullanarak bir şema oluşturdum. Ahengi elimle, aklımla, gözümle yakalamaya çalıştım.
karşı sayfada İç mekan sirkülasyonundan kesitler solda ve altta: Belediye meclisi salonu solda altta ve en altta: Belediye başkanı odası
YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL 39 XXI - EYLÜL 2014
he: Yapının bütüncül bir formu var. Girişleri bunun içine nasıl yerleştirdiniz? mç: Halkın girdiği kot ile diğer giriş arasında dokuz metrelik bir fark var. Halk girişinin olduğu katta onların en çok tercih ettiği işlemlerin yapıldığı emlak ve imar müdürlükleri var. Daha sonra belediye meclisi katı ve basın katı var. Herkes her yerden girebiliyor ama simgesel olarak günlük işlem kapısı ile protokol girişini ayırdık. Meclis olduğu zaman bu meydanda ve çevrede halk kulis faaliyetleri, bekleme, belediye meclis üyesine derdini anlatma, kafede oturup görüşme gibi eylemleri gerçekleştirebiliyor. Öte yandan burası sergi alanı olarak da kullanılabiliyor. Bu açıdan bakınca kopuk bir protokol girişi değil yani. Ama işlevsel olarak alt giriş, halkın ihtiyacı olan belediye hizmetlerinin müdürlükleri olduğu için var. Göl kısmında da teknik giriş var. he: Ekolojik bir bina talebi sizden değil belediyeden geldi. Siz bu durumu nasıl yönettiniz?
mç: “Ekolojik bina” olarak kavramsallaştırılmasını sevmiyorum. Bu özellikler zaten her binada olması gereken özellikler. Her binanın ihtiyaçlarına göre tasarım yapılır. Sürece dahil olan her birim çok iyi çalışınca ortaya iyi bir ürün çıktı. Biz de iyi malzemeler seçtik. İyi bina, iyi stat, iyi aile diyerek iyi kelimesini çok kullanırız ama Türkler iyiyi sevmiyor ve pek beceremiyor. Sertifikada da öyle ayrıntılar isteniyordu ki Türkiye'de mevcut birikimle onları karşılamamız mümkün değildi. Kamyonun kullandığı lastiğin geri dönüşümü olup olmadığını ya da Pendik'ten Küçükçekmece Belediyesi'ne bisiklet yolunun varlığını sordular mesela. Bunlar hiç gerçekçi değil. Biz de üçüncü sıradaki sertifikadan aldık o yüzden. Bence iyinin temsilcisi olmalıyız. Kullanım esnasında binanın bakımının yapılması meselesi de var tabi. he: Tekrar kamusal iş yapar mısınız?
mç: Büyük keyifle yaparım sanırım. Şimdi Bursa'da yaşlılar evi için bir proje hazırladım, değerlendirme aşamasındayız. Devletin iyiyi seçerken koyduğu kriterler iyiyi seçmeye yardımcı olmuyor. Yeterlik belgesi o işi düzgün yaptığın anlamına gelmiyor. Görgü, bilgi, kültür, işe bağlılık, hassasiyet, organizasyon gibi noktalar önemli. he: İnşaat sürecinde sıkıntı çektiniz mi? mç: Belediye başkanı ve ekibi, yani mal sahibi benim arkamda olduğu için üretime tavır koyabiliyordum. Bu da işin niteliğini belirledi. Haftada en az üç kez oradaydım. İnşaat, oradaki insanın üreticilik seviyesinde kalıyor. O yüzden hep başında durmak durumundayız. Belki o sebeple de biz butik bir büroyuz, toplamda 10 kişilik bir ekibiz. Bu sayede aldığımız işleri detaylarına dikkat ederek üretebiliyoruz. Ben de üstümde yüksek bir baskı hissetmemeliyim ki üretken olayım.
YAPI - BELEDİYE BİNASI - İSTANBUL EYLÜL 2014 - XXI 40
1. bodrum planı
zemin kat planı
1. kat planı
3. kat planı
proje adı: Küçükçekmece Belediyesi Yeni Hizmet Binası mimari tasarım: Mutlu Çilingiroğlu mimari proje ekibi: Mutlu Çilingiroğlu, Göksel Kılınç, Tülin Ulaş, Meltem Ergüler, Dağhan Çam, Merve İpek, Hüseyin Penbeoğlu, Betül Alioğlu işveren: Küçükçekmece Belediyesi yüklenici: Yeni Yapı yüklenici mimari proje sorumlusu: Sevil Gül iç mimari: Arif Özden, Tanju Özelgin peyzaj: Arzu Nuhoğlu aydınlatma danışmanı: Zeki Kadirbeyoğlu, ZKLD breeam danışmanı: Duygu Erten, Turkeco inşaat mühendisi: İsmet Babuş , Serap Babuş Tozan mekanik tesisat: GN Mühendislik elektrik tesisatı: HB Teknik cephe danışmanı: Kaan Kuran, Priedemann modelleme danışmanı: Zerrin Yılmaz, Ekomim yangın danışmanı: Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç zemin danışmanı: Prof. Dr. Mete İncecik cfd analizi: Anova Proje
mutlu çilingiroğlu Galatasaray Lisesi’nden sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Yüksek Okulu’ndan 1974 yılında mezun oldu. 1974-1981 yılları arasında Günay Çilingiroğlu Mimarlık Bürosu’nda mimarlık çalışmaları yaptı. Mesleki çalışmalarını 1981-1988 yılları arasında İsviçre Lozan’da Hans Schaffner Mimarlık Bürosu’nda tasarımcı mimar olarak sürdürdü. 1987-1999 yılları arasında, Adnan Kazmaoğlu ile birlikte kurduğu Miar Mimarlık’ta yaptığı mimarlık ve kentsel tasarım çalışmalarını 1999 yılından itibaren Mutlu Çilingiroğlu MİAR Mimarlık olarak sürdürmekte.
vaziyet planı
YAPI – KÜLTÜR MERKEZİ – BAKÜ EYLÜL 2014 - XXI 42
fotoğraflar: Cemal Emden
Endüstriyel Bağlar BAKÜ’DE ENDÜSTRİYEL BİR BÖLGEDE GERÇEKLEŞTİRİLEN RESTORASYON SÜRECİNDE, BİNALARA YENİ TANIMLAR VE İŞLEVLER KAZANDIRILIRKEN KÜLTÜREL EYLEMLERİN GERÇEKLEŞECEĞİ MEKANLAR FARKLI BİNALARI BİRBİRİNE BAĞLIYOR. Projede, Bakü’nün güney tarafında bulunan bir koyda, petrol platformlarında çalışan teknelerin doğal bir liman olarak yanaştığı, eski tersanenin bulunduğu bölgede yer alan Power Station’ın restorasyonu ve bu bölgenin master planını ele aldık. 1900’lü yılların başında Siemens tarafından yapılan enerji santrali binası, işlevini yitirmekle beraber görkemli bir taş bina olarak bölgenin karakterini belirleyen bir etkiye sahip.
POWER STATION MASTER PLANI
erginoğlu & çalışlar
Master planın şekillendirilmesinde verdiğimiz en önemli karar, mevcut “Power Station” binalarının istenilenin aksine, yıkılıp yeniden yapılması yerine restore edilmesi ve bölgeye yeni bir kimlik kazandırılması yönünde oldu. Bu doğrultuda binaları, Bakü’nün hızlı gelişimine paralel olarak doğan eğlence
ve kültür mekanları ihtiyacına cevap verecek şekilde yeniden işlevlendirdik. Power Station binalarını farklı organizasyonlara imkan tanıyan, içerisinde caz kulübü, kongre, seminer ve fuarların gerçekleşeceği çok amaçlı salonların olduğu bir yapı grubu olarak tasarladık. Power Station’ın tasarım çalışmalarında, binaların çevreyle kurduğu ilişkiyi önemseyerek gelecekte karşı kıyı ile ilişki kurabilecek ve bir köprü ile bağlantılandırılacak bir aks kurguladık. Bu aksın bir ucunu, içerisinde dünyanın en yüksek bayrak direğini bulunduran Bayrak Meydanı’na bağlanırken diğer ucunu ise küçük limanın karşısında oluşturulacak ve yeni işlevlere hizmet edecek olan gelişim bölgesine bağlanacak şekilde tasarladık. Power Station’ın, endüstriyel bina denildiğinde kolektif hafızamızda beliren imgeden uzak olmayan, çağdaş bir karaktere sahip olmasını tasarımın ana kriterlerinden biri olarak belirledik. Yapıların yüksek tavanlı ve geniş iç hacimlere sahip özgün yapısı, binada yer alacak işlevlerin
YAPI – KÜLTÜR MERKEZİ – BAKÜ 43 XXI - EYLÜL 2014
kütlenin içine yerleştirilmesinde üstünlük sağlayan bir tasarım verisi oldu. Mevcut iki kütle arasında bir köprü ile geçiş sağladık. Böylelikle bina içindeki farklı alanlara kolaylıkla ulaşımın sağlandığı özel bir kompleks oluşturduk. Yapı kompleksindeki restoran, caz kulübü ve konser salonları arasında geçişler yaratılarak mekanda dinamik bir sirkülasyon yarattık. Bakü’nün rüzgarlı ve yağmurlu iklimi nedeniyle, binaların önünde buluşma alanları yaratmak amacıyla geniş saçaklar düşündük. Mevcut endüstriyel karakter, çinko çatı ve ahşap yüzeyler ile oluşturan hafif degaje cephe sayesinde endüstriyel imajını korudu. Bakü’nün güneye doğru uzanan sahildeki büyük yürüyüş yolunun en son noktası bu alana kadar geldiği için insan trafiğini binaya yönlendirebilmek ve koyun sonuna doğru döndürebilmek için peyzaj çalışmaları da gerçekleşti. Enerji santralinden sökülmüş olan bobin, türbin, elektrik direği gibi endüstriyel unsurlar temizleterek peyzaj elemanı olarak kullandık. Engelli erişimine de uygun olan bina 2014 yılında hizmete açıldı.
giriş sayfasında Yapıya genel bakış önceki sayfada Girişe genel bakış
EYLÜL 2014 - XXI 44
YAPI – KÜLTÜR MERKEZİ – BAKÜ
bu sayfada sağ sırada: Ara mekan kurguları altta: İki yapının birbiriyle ilişkisi altta sağda:en altta: Cephe görünüşü
YAPI – KÜLTÜR MERKEZİ – BAKÜ
üstte solda: Büyük iç hacim üstte sağda: Çok amaçlı salon solda: Giriş holü
45 XXI - EYLÜL 2014
proje adı: New Power Station tasarım ekibi: İ. Kerem Erginoğlu, Hasan C. Çalışlar, Fatih Kariptaş, Serhat Özkan, Zeynep Şankayanağı, Sezen Bilge, İdil S. Yücel, Füsun Seçer Kariptaş işveren: Pasha Construction proje tarihi: Ağustos 2010 - Mayıs 2011 inşaat tarihi: Mayıs 2011 - Mayıs 2013 proje yeri: Bakü, Azerbaycan arsa alanı: 12000 m2 toplam inşaat alanı: 10000 m2 kapalı alan: 8100 m2 yapım türü: Betonarme+Çelik proje tipi: Mimari Proje statik proje: URAL Mühendislik mekanik proje: D&T elektrik projesi: D&T aydınlatma danışmanı: LDC iç mekan tasarımı: Erginoğlı&Çalışlar, BSH tesisat projesi: D&T ana yüklenici: Pasha Construction
EYLÜL 2014 - XXI 46
YAPI – KÜLTÜR MERKEZİ – BAKÜ
bodrum kat planı
1. kat planı
kesitler
hasan çalışlar 1969’da İstanbul’da doğdu. İstanbul Saint Michel Fransız Lisesi’nin ardından başladığı Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden 1992'de mezun oldu. 1993 yılından bu yana mesleki çalışmalarını Erginoğlu Çalışlar Mimarlık Ltd. Şti. adı altında İ. Kerem Erginoğlu ile beraber sürdürüyor. Bursa Uludağ Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde davetli öğretim görevliliği yaptı. Mimarlık yarışmalarından kazandığı çeşitli ödülleri bulunuyor.
kerem erginoğlu 1966'da Zonguldak'da doğdu. İstanbul Saint Joseph Lisesi'nin ardından 1986 yılında Mimar Sinan Üniversitesi'nde mimarlık öğrenimine başladı. 1996 yılında aynı üniversitede yüksek lisansını tamamladı. 1993 yılından bu yana mesleki çalışmalarını Hasan C. Çalışlar ile beraber sürdürüyor. Ayrıca, Bursa Uludağ Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Yıldız Teknik Üniversitesi ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde davetli öğretim görevliliği yaptı. Mimarlık yarışmalarından kazandığı çeşitli ödülleri bulunuyor.
vaziyet planı
YAPI - KONUT - KAYSERİ EYLÜL 2014 - XXI 48
fotoğraflar: KET Kolektif - BKA
Kübik ve Minimal YAŞAM ALANLARINI BIRLEŞTIRMEK, FARKLI IŞLEVDEKI YERLERI IÇ IÇE GEÇIRMEK ADINA ŞEFFAF GEÇIŞLER VE GENIŞ HACIMLERIN TASARLANDIĞI EVDE BEYAZ VE AHŞAP TERCIH EDILMIŞ. Bahadır Kul
BK EVI
bahadır kul archıtects
BK Evini, aynı arazi içerisinde aynı konsepte sahip dört villa olarak tasarladık. Şehrin içerisinde fakat yer yer oradan izole bir yaşam şekli düşünerek tasarım kriterleri oluşturduk. Kütlesel açıdan kübik bir forma sahip evin tasarımında modern çizgiden ödün vermeden minimal, yalın ve şeffaf bir tarz benimserken sıcak bir ev ortamı hissi oluşturduk. Villaları dört kişilik bir ailenin yaşam standartlarını düşünerek tasarladık. Salon bölümü, yemek odası, mutfak ve giriş kısmı ile iç içe tasarlanan zemin katı evin merkez noktası olarak düşündük. Zemin kattaki tüm mekanları tek bir hacim içerisinde topladık. Galeri boşluğunun altında kalan salondan tüm mekanlar algılanıyor ve bu mekandaki kişiye ferah bir yer hissi veriyor. Böylece salon, mutfak ve yemek
bölümünden oluşan farklı işlevdeki mekanları tek bir kullanım alanına dönüştürdük. Geniş ve şeffaf açıklıkların kullanıldığı zemin kata giren doğal ışık ile beraber bu etkiyi kuvvetlendirdik. Dekorasyonda yalın dinlendirici renkler kullanırken yatak odalarının dekorasyonunda yoğun mobilya tercihinden kaçındık. İçerideki yalın etkiyi kırmak için beyazın aksine siyah ve diğer sıcak renk tonları kullanarak bu yalınlığa sıcak ve dinamik bir etki kazandırmayı amaçladık. Bu çizginin devam ettirilmesi için iç mekan zeminlerinde ve mobilyalarda da ahşap kullandık. Evin iç dekorasyonunda yapı minimalliğini ve şeffaflığını destekleyecek açık renkler kullandık. Ağırlıklı olarak beyazın hakim olduğu renk tonu ile beraber farklı birkaç sıcak renk kullanımı ile sıcak ve dinamik bir ortam hissi vermeye çalıştık. Tasarlanan her bir mekanı tek tek ele alarak detay projelerini hazırladık.
YAPI - KONUT - KAYSERİ 49 XXI - EYLÜL 2014
Tasarımda ahşap ve cam malzemeyi iç içe kullandık. Dış cephe detaylarında ahşap kullanımına yer verirken içeride de bu etkiyi sürdürdük. Özellikle zemin kat cephelerinde geniş cam açıklıklar iç-dış etkisinde bütünlük sağlıyor. Cephe, nano teknoloji alüminyum kompozit ile kaplandı. Duvarlarda briket üstü kaba sıva uygulandı. Bahçe peyzajında serme çim uygulaması yapıldı ve leylandi bitkileri bütün çevreye dikildi. İç mekanlar tamamen silinebilir saten boya ile boyandı. Alçıpan ters tavan uygulaması yapıldı. Bütün mekanların aydınlatma sisteminde LED teknolojisi kullanıldı. Zeminler doğal meşe ve masif ahşaplarıyla kaplandı. proje adı: BK House konum: Kayseri mimari tasarım: BKA Architects proje yılı: 2010 uygulama süreci: 2012 - 2014 arsa alanı: 1000 m2 toplam inşaat alanı: 450 m2 işveren: Bahadır Kul
karşı sayfada Villalara genel bakış bu sayfada üstte solda: Kübik form ve cephe genel görünüşü üstte sağda: Cephe aydınlatması solda: Cephedeki farklı malzemelerin kombinasyonu
YAPI - KONUT - KAYSERİ EYLÜL 2014 - XXI 50
en üstte: Havuzdan villaya bakış en üstte sağda: Katlar arası ilişki üstte: Salona genel bakış sağda ortada ve sağda: İç mekandan görüntüler
güney cephesi
zemin kat planı
EYLÜL 2014 - XXI 52
YAPI - KONUT - KAYSERİ
kesit
bahadır kul 1979’da Van’da doğdu. 1999 yılında Erciyes Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. Eğitimi sırasında birçok ulusal yarışmada ödüller kazandı, mezuniyetinden sonra özellikle iç mimari tasarım uygulamalarına yönelik çalışmalar yaptı. Sonrasında Erciyes Üniversitesi Mimarlık, Peyzaj ve Kentsel Tasarım programında yüksek lisansını tamamladı. 2003 yılında BKA’yı kurduğu günden bu yana, mimarlık ve kentsel tasarım üzerine olan birçok projesi yayımlandı. 2008 ve 2009 yıllarında Erciyes Üniversitesi Mimarlık stüdyolarında proje yürütücüsü ve jüri olarak görev aldı.
1. kat planı
vaziyet planı
İÇ MEKAN - OFİS – İSTANBUL EYLÜL 2014 - XXI 54
fotoğraflar: Seokkee Min
Ofiste Yalınlık ONE AGENCY'NIN TASARLADIĞI ONE AGENCY OFİSİ, ÇALIŞANLARIN YARATICILIĞINI VE MOTİVASYONUNU EN ÜST SEVİYEDE TUTMAK İÇİN HAREKETLİ MOBİLYA SİSTEMİNE VE İHTİYAÇLARA GÖRE DÖNÜŞTÜRÜLEBİLİR MEKANLARA SAHİP. Mehmet Burak Soykurum
ONE AGENCY TÜRKIYE TASARIM VE PROJE YÖNETIM OFISI
one agency
One Agency tasarım anlayışını estetik, verimlilik ve yalınlık kavramları üzerine kurmuş bir ofis. Çalışma alanlarında bu kavramların dışavurumu net bir şekilde görebiliyoruz. Tasarımsal bütünlük, şirketin projelerdeki başarı yüzdesini arttırıyor ve yaratıcılık, estetik, teknoloji kullanımıyla işlevsel üretime imkan veren ofis tasarımı sayesinde çalışanlar ofiste farklı deneyimler kazanabiliyor. Cam ve ahşap malzeme ilişkisinin dengeli kurgulandığı One Agency ofisinde farklılaşan deneyimlere olanak sağlayan ve çalışanlarına keyif veren mekanlar yaratmak üzerine çalıştık. Tasarım kriterlerinden biri mevcut boş alanları tanımlı hale
getirmekti. Bunun için yetersiz olan toplanma alanlarını arttırdık ve çalışanlar için ofis içesinde rahat ve işlevsel kutu hacimler oluşturduk. Dış mekandan görece ayrılmış mekanlar olan bu hacimler toplantı odası olarak kullanılıyor. Düşük motivasyon ve düşük iş başarısı olmaması için çalışanların istedikleri gibi mobilyaları düzenlemesini istedik. Bu sebeple kutu hacimlerin yanında bulunan mobilyalar hareketli bir sisteme sahip oldu. Mobilyalar iç içe girebiliyor, sayısı arttırılıp azaltılabiliyor. Öte yandan ergonomik bakış açımız hem ürünlerde hem çalışma alanlarında geçerli oldu. Çalışanların, ofisin belirli noktalarında anlık toplantılar gerçekleştirmesi için ofisteki çoğu duvarı beyaz boyalı camlar ile kapladık. Zeminde farklı halı desenleri kullanarak ofise hareket kazandırdık. Kullanılan halının mikrop üretmeyen, kolay yürünebilen, akustik derecesi yüksek, kolay
proje konumu: İstanbul, FlatOFIS proje alanı: 756 m2 proje yöneticisi: Mehmet Burak Soykurum proje tasarımcısı: Seung A Ryu grafik tasarımcı: Ozan Gülen proje yılı: 2013 yapım yılı: 2013
karşı sayfada Ofis giriş alanı bu sayfada solda: Çalışma düzeni altta solda: Çok amaçlı kutu hacim altta: Kütüphane ve dinlenme odası en altta: Kutu hacim ve çalışma mekanı
İÇ MEKAN - OFİS – İSTANBUL
mehmet burak soykurum Mehmet Burak Soykurum 1987 yılında Zonguldak’ta doğdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. Bu süreç içerisinde Universidad Politecnica de Valencia’da mimarlık eğitimi aldı. Profesyonel hayatında Madrid’te Ezquiaga Architects’te ünlü ispanyol mimar Jose Maria ile çalıştı. Birçok ödüle sahip olan Burak Soykurum, World Architecture Festival, Everywhere 2011 Barcelona’da ödül kazandı. Türkiye’ye geri döndükten sonra ulusaluluslararası firmalarda çalışmalarına devam etti. Şu an One Agency Turkey’de proje yöneticisi olarak çalışıyor.
55 XXI - EYLÜL 2014
temizlenebilme gibi özelliklere sahip olmasıyla ofiste sağlıklı bir ortam kurguladık. Aynı anda kütüphane, oyun alanı ve dinlenme alanı olarak kullanılması üzerine tasarlanan mekanın amacını kullanıcıların çalışma ortamını değiştirerek farklı bir alanda dinlenmesi olarak belirledik. Mekana zenginlik ve derinlik katan raf sistemi, sunum konusunda kolaylık sağlıyor. Ayrıca ladin ağacı masifinden üretilen raflarda kitap dışında tasarım alanında kullanılan malzemeler de sergilendiği için çalışanlara malzeme seçiminde kolaylık sağlanıyor. Danışma ve bekleme alanında tüm dünyadaki One Agency ofislerinin bulunduğu şehirlerin yerel saatlerini gösteren saatler duvarda sergileniyor. Farklı uzunluklarda ve doğrusal bir yapıda bulunan aydınlatma elemenlarını danışma masasının üzerine konumlandırdık. Ayrıca farklı geometrik yapılarla oluşan mobilyalar giriş alanına dinamik bir düzen kazandırdı.
ÜRÜN - MOBİLYA SERİSİ EYLÜL 2014 - XXI 56
fotoğraflar: KIMXGENSAPA
Sıradanlığına Bakan Mobilya SANDALYE, KİTAPLIK VE LAMBADAN OLUŞAN MOBİLYA SERİSİ, YENİ FORM KEŞFETME PEŞİNE DÜŞMEDEN ALIŞKIN OLDUĞUMUZ EŞYALARA HAYALİ BİR AYNA ARACILIĞI İLE BAKTIRIYOR. Narcissus koleksiyonu, sudaki yansımasına aşık olan Yunan mitolojisindeki Narkissos’un anlatısına benziyor. Narkissos’un hikayesi trajik bir şekilde sonlanıyor ama benliğin daha evvel görünür olmayan yanlarının keşfedilip geliştirilmesi ve kendine değer verme fikrini hikayenin olumlu yanları olarak yakaladık. Sıradanlığı takdir ederek ona yakından baktığımızda sıradışı olanı kavradık. Hayali bir aynanın, sıradan mobilyaları yansıtarak onları sıradışı hale getirdiği konsepti böylece özetleyebiliriz.
NARCISSUS MOBILYA KOLEKSIYONU
kımxgensapa
Günlük hayatımızda sıkça karşılaştığımız, hemen herkesin zihninde canlanan, alışılmış sandalye tiplerini keşif sürecimizde Narcissus koleksiyonu
kafamızda şekillenmeye başladı. Sandalyeler, farklı amaçlar doğrultusunda kullanıcıların özelleştirmesiyle diğer eşyalar ile birleştirilebiliyor. Örneğin sandalye, çoğu zaman bir askıya ya da kitaplığa dönüşebiliyor. Tam bu noktada oldukça sıradan olmakla birlikte şiirsel de bulduğumuz aynalı sandalyeyi düşündük. Böylece sandalyenin kendi yansımasını esas fikir olarak benimseyip bütün Narcissus koleksiyonu konseptini oluşturduk. Narcissus’un ana fikri bu yüzden nesnenin kendi yansıması ile ilgili. “Işığın altında, kitaplığa yaslanan ve sandalyenin tepesine yerleşen ayna” fikrini betimledik. Yeni bir form tasarlamak ve çözmek üzerine çalışmıyorduk, onun yerine tanıdık gelen ve aynı zamanda taze olan bir his üzerine ilerledik. Bu sebeple mobilyaların günlük halleri, tasarım sürecinde “öz” olarak kaldı. Narcissus kitaplık, sandalyenin kendisini yansıtmasından farklı olarak odanın duvarına
ÜRÜN - MOBİLYA SERİSİ
kımxgensapa Güney Koreli Mun Kim ile Hindistanlı Tsewang Gensapa ikilisinden oluşan tasarım ekibi İtalya’da çalışıyor. Milano’daki Istituto Europeo di Design okulundan endüstriyel tasarımcı olarak mezun oldular. İyi detaylandırılmış günlük nesneler ve sıradanlık üzerine çalışıyorlar.
57 XXI - EYLÜL 2014
yerleştirilmiş bir aynanın köşedeki gizli birimi açığa çıkarması fikrine göre şekillendi. Birbiri üzerine yerleştirilen iki adet LED ışık çubuğu ve beş adet ahşap çubuk, iki farklı ışık etkisi yarattı. Lamba tasarımında, ahşap çubukların hareketi ışık tarafından yakalanmış gibi gözüküyor. Narcissus’daki fikrin gücünü artırmak için sadece tek bir malzeme kullanmaya karar verdik. Herkese tanıdık gelen bir malzeme olması nedeniyle ahşabı tercih ettik. Marangozlarla gerçekleştirdiğimiz çalışmalar sonucu, taze renklerdeki dokusu ve ucuzluğu nedeniyle tulip ağacı kerestelerini bütün mobilyalarda kullandık. Salone Satellite 2014 Milano Fuarı, tasarımlarımızı ilk kez büyük kitlelere sunduğumuz bir deneyimdi. Henüz tasarım felsefemizi kesin olarak oluşturmadık fakat sıradan şeylerin sıra dışı yanlarını keşfetmek ilgi alanımız içinde.
PIETRA BASALTINA İtalyan seramik markası Edilgres, geliştirdiği yeni doğa koleksiyonu ile seramik ürünlere özgün yüksek kalite, mimari ve iç tasarımın çağdaş trendlerine açılıyor. Edilgres'in ortaya çıkardığı Stone Lab koleksiyonunun doğala en yakın 10 serisinden biri olan Pietra Basaltina, Kale Italia teknolojisiyle üretilerek tüketicinin beğenisine sunuluyor. Edilgres, İtalya’nın Bolsena Gölü bölgesindeki yüksek silikon içerikli magma kayasından ortaya çıkan bazalt taşını, Pietra Basaltina serisi ile yaşam alanlarına taşıyor. Çok sert bir yüzeye
ve porfirik yapıya (kayacı oluşturan tanelerin farklı boylarda olması) sahip demir gri renkli kaya, bu alanda geniş bir ürün portföyü sunan Edilgres’in uzmanlığı ile birebir seramiğe yansıtılıyor. Doğada bulunan taşların renk ve yüzey dokularının olduğu gibi korunduğu ve bu özel taşların orijinal güzelliğinin tekrar ortaya konulduğu bir üretim sürecinden geçen ürün, doğal taşın eşsizliğini ve şıklığını yaşam alanlarına yansıtmayı sevenlere cevap veriyor. www.edilgres.it/tr
SEKTÖR HABERLERİ
CANTATA Eğitim, kamu, sağlık sektörlerin mekanları için Koleksiyon tasarımcıları tarafından tasarlanmış olan Cantata, eğitim salonları, ortak çalışma alanları, derslikler, kafe ve bekleme salonlarında kullanılmak üzere tasarlanmış bir aile. Cantata masalar; kafe masaları, bistro masalarından oluşuyor. Ayak tasarımı ve birleştirme sistemi Koleksiyon tarafından patentli olan masalar montajlama çözümüyle de dikkat çekiyor. Masaların yüzey seçenekleri arasında iç ve dış mekana uygun dayanıklı malzeme alternatifleri bulunuyor. Cantata sandalyeler ise; üç renk seçeneğiyle farklı mekan konseptlerine uyum sağlıyor. Farklı mekanlar, davetler ve çalışma alanları
EYLÜL 2014 - XXI 58
SLIDE-DOWN Silverline Ankastre'nin sunduğu Slide-down, kullanılan yenilikçi entegre hava yönlendirme sistemiyle yüksek performans sağlıyor. Kullanım sırasında açılan içbükey kayar cam panel, dumanı çekişe yönlendirirken duvara yağ sıçramasını da engelliyor. Davlumbaz kullanılmadığında kapanan içbükey kayar cam panel, mekanik detayları gizliyor. LED aydınlatma ünitesi ergonomik ışık yayma açısı sayesinde tüm pişirme alanını hedef alarak geniş bir aydınlatma alanı yaratıyor. Inox gövdesi siyah ve beyaz cam alternatifine sahip ürün, uzaktan kumanda ile kontrol edilebiliyor. Slide-down, Plus X Awards tarafından yüksek kalite, tasarım, kullanım kolaylığı ve fonksiyonellik dallarında ödüle layık görüldü. www.silverline.com
için akıllı çözümler sunan Cantata ürün grubunun üyeleri bir arada kullanıldığında şık ve düzenli bir görünüm sunuyor. Eğitim ve seminer salonlarında kullanılmak üzere tasarlanmış Cantata seminer sandalyesi ise tekerlekli yapısı sayesinde mekanda kolay hareket edebiliyor. Yazı tablası sandalye kabuğunun etrafında dönebilen mekanizmasının patenti Koleksiyon’a ait. Kullanıcıların sağ ya da sol tabla tercih etmesine gerek kalmadan pratik bir kullanım sağlıyor. Ayrıca altında bulunan sepet sayesinde kullanıcıya eşyalarını koyabileceği bir depolama çözümü de sunuluyor. Eğitim sektöründe kullanılmak üzere tasarlanan Cantata tekli masaların
altındaki kitap rafının yanı sıra masa tablasına monte bir de çanta kancası bulunuyor. Böylece Cantata daha organize bir çalışma ortamı sunuyor. Cantata ailesinde ortak alanlarda kullanılmak üzere bir de bar taburesi bulunuyor. www.koleksiyon.com.tr
NURUS'UN YENİLENEN WEB SİTESİ SIRA DIŞI BİR DENEYİM SUNUYOR
EYLÜL 2014 - XXI 60
SEKTÖR HABERLERİ
Türkiye'nin nitelikli tasarımları ile lider mobilya üreticilerinden Nurus'un web sitesi firmanın vizyoner bakış açısı ile yenilendi. Nurus yenilenen web sitesi ile ziyaretçilerine birbirinden özel tasarımlar arasında keyifli ve farklı bir deneyim yaşatmayı hedefliyor. Ürünlerden tasarımcılara, markanın farklı sektörlere yönelik sunduğu özel çözümlerden mağazalarına ve DNA'sına kadar birçok bilgiye çok daha kolay ve keyifli bir şekilde ulaşılabiliyor. Web sitesindeki en önemli farklılıklardan biri kapsamlı ve doyurucu içeriği ile ziyaretçilere her bir ürünü deniyormuşçasına özel bir yaklaşım sunan "Ürünler" bölümü. Bu bölümde ihtiyaç duyulan ürüne tıklandığında birçok bilgiye ulaşmak mümkün. "Genel Bakış" bölümünde
ürün tüm açılardan incelenebilirken, "Galeri" bölümünde ürünün farklı alanlarda kullanımına ait detaylar görülebiliyor. "Tecrübeler" bölümünde ilgili ürünü kullanan kişilerin deneyimleri okunabiliyor, "Ergonomi" bölümünde ürünün farklı eğim hareketleri deneyimlenebiliyor. "Çevre" bölümünde ürüne ait malzemeden üretime ve atık yönetimine kadar birçok detay öğrenilebiliyor; "Versiyonlar" bölümünde ürünün farklı çeşitleri incelenebiliyor, "Tasarım" bölümünde ise ürünün tasarımcısına ait bilgi edinilebiliyor. Nurus, yenilenen web sitesi ile müşterilerine kolay, pratik ve keyifli bir deneyim sunuyor. www.nurus.com
BLANCOAXIS Blanco tarafından sunulan Blancoaxis II 6 S-IF, kesme tahtası ve çok işlevli süzgeç gibi pişirmeye yardımcı olan aksesuarları ile uyumlu bir kombinasyon oluşturuyor. Blancoaxis II 6 S-IF'in tasarım özellikleri, buharda pişirme yaparken dolu kapları buharlı pişiricinin üzerine koyup kaldırma işleminin zahmetini ortadan kaldırıyor ve bu işlem nedeniyle tezgah ıslanmasının önüne geçiyor. Üründe yer alan çok işlevli süzgeç alanı, eviyede ergonomik çalışma alanı yaratmak üzere paralel olarak yerleştirilmiş bulunuyor. Aynı zamanda buharlı pişiricilerin aksesuarlarının
bire bir aynısı olan bu bölüm, buharda pişirmenin hazırlık aşaması için bir başlangıç oluşturuyor. Ana kaseye kancalanmış ve buharlı tencerelerin standardı ile donatılmış olan paslanmaz tepsi ise taşıyıcı görevi görüyor. Esnek tasarımı ile dikkat çeken ve hazırlanan malzemelerin doğrudan tencereye aktarılmasını sağlayan eviye üzerindeki kesme tahtası da oldukça kullanışlı. Paslanmaz çelik tasarımı sayesinde uzun ömürlü olan Blancoaxis kolay temizlenebilme özelliğine sahip.
Vestel olarak elimizi taşın altına koymaya hazırız.” diye konuştu. Enerjisini daha etkin ve verimli kullanabilen bir Türkiye için LED ürünlerine geçiş sürecinin önemini vurgulayan Göz şunları söyledi: “Şimdiki tüketim alışkanlıklarımızla sahip olduğumuz doğal kaynaklardan çok daha fazlasına ihtiyacımız var. Bu durum doğal kaynakları verimli ve etkin kullanan ürünlerin önemini de artırıyor. Biz de Vestel olarak, LED aydınlatma ürünlerimizle kullanıcılarımızın minimum enerji ile
aydınlanma ihtiyaçlarını karşılaması hedefiyle hareket ediyoruz. Ürünlerimizin sunduğu faydalar ve ulaşılabilir fiyat avantajıyla da Türkiye’nin LED ürünlere geçiş sürecini hızlandırmak için çalışıyoruz.” 12 Eylül Cuma günü Fransız Sarayı'nda gerçekleşecek, Perpa ve Şişhane bölgesindeki elektrikçilerle Vestel LED Aydınlatma yetkililerinin bir araya geleceği etkinlikte LED Panel ve LED Tube ürünleri tanıtılacak.
www.blanco.com.tr
EYLÜL 2014 - XXI 62
SEKTÖR HABERLERİ
VENIDA Villeroy&Boch Karo tarafından geliştirilen yeni duvar ve zemin serisi Venida, gri ve bej renklerinden oluşuyor. Altın ve gümüş gibi yüksek kalitede dekoratif unsurlar içeren şerit dekorlar zengin bir tasarımın yakalanmasını mümkün kılıyor. Altın ile gri, gümüş ile bej karolar kombinlenebiliyor. Sırlı ve mat cilalı vilbostone porselen yer karoları 30x90 cm gibi büyük boyutlarda sunuluyor. Pürüzsüz ve yıkanmış görünümlü karolar bakım kolaylığı sağlayan ceramicplus kaplama özelliği taşıyor. Temel karolar bej ve gri-beyaz renklerinde ve aynı formata sahip gümüş-bej, gri-altın gibi gerçek altın kakmalar ile tamamlanabiliyor. Yatay veya dikey olarak döşenebilen karolar,
daha farklı dekorasyon için de 7,5x90 cm ve 5x30 cm boyutuna sahip bej-gümüş ve gri-altın renklerindeki çizgili bordürler ile zenginleştirilebiliyor. Koleksiyonun tüm renklerine sahip köşe ve süpürgelikler, metal kenar süsleri ve köşe süpürgeliklerin yanı sıra iç ve dış köşelerle de eşleşerek anlamlı olduğu kadar estetik duvar tasarımları oluşturuyor. Venida zemin karoları 60x60 cm formatında kaba cilalı yüzeye sahip sırlı vilbostone porselenden üretiliyor. Duvar ile mükemmel uyum yakalayan gri ve bej renk seçeneklerine sahip karolar 10 mm kalınlığında rektifiye edilmiş olarak sunuluyor. www.villeroy-boch.com
VESTEL LED AYDINLATMA, LED VE LED AYDINLATMA FUARINA DESTEK OLUYOR
Vestel LED Aydınlatma, bu sene onuncusu düzenlenen LED ve LED Aydınlatma Fuarı'na LED Konferansı Ana Sponsoru olarak destek veriyor. LED aydınlatma sektöründeki en son teknolojilerin inceleneceği, LED'in enerji verimliliğine katkılarının ve sektördeki diğer konuların tartışılacağı konferansta Vestel LED Panel ve LED
Tube ürünlerinin tanıtımı da yapılacak. Vestel LED Aydınlatma Pazarlama ve Satış Müdürü Tunç Göz “Piyasaya yeni süreceğimiz ürünlerimizle pahalı olarak algılanan LED ürünlerini daha ulaşılabilir fiyatlara sunacak, bütün bütçeler tarafından tercih edilebilir hale getireceğiz.” dedi. Türkiye'nin LED ürünlerine özel tek fuarına destek olmaktan duydukları memnuniyeti belirten Göz, “LED teknolojili ürünlerin tanınması, LED'li ürünlerdeki kalite bilincinin yükselmesi ve sektörün pozitif gelişmesi için
www.vestel.com.tr
42 MASLAK'TA SCHÜCO ÜRÜNLERİ KULLANILDI Rezidans, ofis, otel, alışveriş merkezi ve yaşam merkezi barındıran karma proje 42 Maslak'ta Schüco tarafından bu proje için özel olarak tasarlanan cephe ve sürme kapı sistemleri uygulandı. LEED Platin sertifikasına hak kazanan 42 Maslak'ın cephesinde projeye özel üretilen Schüco panel sistem kullanıldı. İçten bakıldığında sabit panel cephelerde toplam 100 mm ve 110 mm ön görünüşüne ve 150 mm derinliğe sahip düşey ve yatay hatlar belirgindir. Dıştan bakıldığında ise mimari tasarıma göre bazı bölümlerde 100 mm'lik ön görünüme sahip görsel amaçlı kapaklar kullanıldı, bazı bölümlerde
ise cam cama görünüm sağlandı. Panel sisteminde ısı yalıtımı, poliamid bariyerler aracılığıyla sağlandı, cam ana çerçeveye strüktürel silikon uygulaması ile monte edildi. Cephede alüminyum kompozit spandrel bölgeler bulunuyor. Yapının şıklığı, cepheye entegre edilen ve aynı zamanda doğal havalandırma imkanı veren Schüco AWS 102 SK kanatlar ile tamamlandı. Schüco ASS 50 sürme sistem ile giriş çıkışı sağlanan balkona ait boşluklar ve parapetler de yine cephe paneli içerisinde çözüldü. www.schueco.com.tr
EYLÜL 2014 - XXI 64
SEKTÖR HABERLERİ
MONOLITH PLUS İsviçreli sıhhi tesisat markası Geberit, banyolardaki kötü koku sorununu ortadan kaldıracak işlevsel ürünler geliştiriyor. Hem duvar önü hem de duvar arkası çözümler sunan marka, enerjiiden de tasarruf ediyor. Geberit Monolith Plus rezervuar modülü sunduğu ek işlevlerle modern banyolar yaratmak isteyenlere şık alternatifler sunuyor. Duvar önü rezervuara entegre edilmiş koku alma sistemi sayesinde
MEDEPAN-FR VE TEKNOPAN-FR kötü kokular klozetin içinden emiliyor ve seramik petek filtrede temizlenerek ortama geri veriliyor. Dokunmatik tuşlar, deşarj sürecini nazikçe başlatıyor. Yedi farklı renk seçeneğiyle sunulan ComfortLight özelliği kullanıcıyı uzaktan algılıyor, banyoya girildiğinde otomatik olarak devreye giriyor ve banyoda hoş bir atmosfer yaratıyor. www.geberit.com.tr
Kastamonu Entegre Ağaç Sanayi, MDF (Orta Yoğunlukta Lif Levha) ürünü Medepan-Fr ve yonga levha grubunda yer alan Teknopan-Fr ile mobilya ve iç dekorasyon dünyasında kullanıcılara güvenli ürün seçenekleri sunuyor. Düşük tutuşma değerine sahip Medepan-Fr ve Teknopan-Fr, yangına dayanıklı dekoratif ürünler için ana gövde olarak kullanılabilen MDF Medepan-Fr ve yonga levha Teknopan-Fr, mobilya ve iç dekorasyon,
fuar stantları, sinema mobilyaları, otel dekorasyonu, duvar ve tavan kaplamaları, resmi kurumlarda, hastane, bölme duvarlar ve kapılar gibi her türlü alanda dekoratif kaplama malzemesi olarak kullanılabiliyor. Düşük tutuşma değeri, düzgün ve homojen yüzeye sahip ürünler, EN 13501-1 standardına göre b-s2 do sınıfında sertifikaya sahip. www.kastamonuentegre.com.tr
MARSHALL "ÖLÇÜLEBİLEN FAYDA" PALETİ 2014 RENK KATALOĞUNDA Marshall’ın dünya çapında yürüttüğü ve bilimsel bir uzmanlıkla değerlendirilerek hazırlanan 2014 kataloğunda yer alan paletlerden olan “Ölçülebilen Fayda”, matematik ve bilimin güvenilir ve kesin yapısının insanları cezbeden doğasından esinlenilerek oluşturuldu. Hayatın temposu sürekli yükselirken artan karmaşayı sadeleştirmek üzere bir denklem, bir yıldönümü tarihi ya da uğurlu sayı veya dinginlik verecek
geometrik bir sembolü doğrudan mekanların duvarına işlemek çok yaratıcı bir fikir olarak dikkat çekiyor. “Ölçülebilen Fayda” isimli renk paletinde yer alan renkler de aynı amaca hizmet ediyor: “Olabileceğinin en iyisi, en sağlıklısı olmak ve mükemmel bir iş-özel yaşam dengesi kurma baskısını hafifletmek.” Marshall 2014’te, beş ana renk paleti altında sunulan kombinasyonlardan,
Ölçülebilen Fayda paleti, mimari bir görüntüye sahip maskülen nötr renklerden oluşturuldu. Renk şeması, macun, sıva ve tuğlanın bu sofistike tonları ve en koyu zümrüt yeşili veya kırmızı gibi kıvamlı renklerle zenginleştirildi. Parlak vurgular, grafiksel bir sınır oluşturdukları için küçük ve önemli dokunuşlara vesile oluyor. Parlak okyanus yeşili, açık kırmızı ve toprak sarısı, daha çok birincil renk vurgularına şaşırtıcı ve olgun bir alternatif sunuyor. www.marshallboya.com
EYLÜL 2014 - XXI 66
SEKTÖR HABERLERİ
SECRET ZONE Küçük banyolar düşünülerek geliştirilen Secret Zone, eski zamanların hamamlık adı verilen dolap içindeki banyolarını hatırlatıyor. Vitra tarafından tasarlanan duş ünitesi, duvara doğru katlanarak dar banyolara ferahlık getiriyor. Açıkken 0,9 m2 yer kaplayan ürünün ihtiyaç duyduğu alan, kapandığında 0,3 m2'ye kadar düşüyor. Böylece banyoda %70'e yakın yer tasarrufu sağlanıyor. Secret Zone'un duş kabini kapakları reflekte yapısıyla kapandığında ayna işlevi görüyor. Bir yanında bornoz asmak için bölme bulunan Secret Zone'un diğer yanındaki cam raflar ise kozmetik ürünleri ve aksesuarları koymak için akıllı ve zarif bir çözüm sunuyor. www.vitra.com.tr
LG ARTCOOL STYLIST LG Electronics'in sunduğu Artcool Stylist Inverter V klimalar, LG'nin üç yönlü yumuşak hava akışı, incelikli LED aydınlatma ve yenilikçi akıllı uzaktan kumanda özelliklerini sunuyor. Klima tasarımını farklı bir seviyeye taşıyan IF Product Design Award 2014 ödüllü Artcool Stylist, kullanım özelliklerinin yanı sıra şıklığıyla da göze çarpıyor. LG'nin uzman tasarım ekibi tarafından daire ve kare biçimlerinde geliştirilen ürün başta evler, ofisler, restoranlar olmak üzere tüm mekanlarda tercih ediliyor. Artcool Stylist’in sekiz farklı renk ayarına sahip aydınlatm özelliği, klimanın aydınlatmasının günün farklı saatleri için özelleştirilmesine imkan veriyor. Çıkış kanatlarının ön panelin arkasına yerleştirilmesi, iç ünitenin
sadece 121 mm kalınlığa inmesini sağlıyor. Tasarım ekibi aydınlatma efektlerini de güçlendirmek amacıyla Artcool Stylist’in beyaz renkte olmasını tercih ediyor. LG’nin oluşturduğu "Elinde ve Üzerinde" konsepti (kullanıcının elinde ve masanın üzerinde) ergonomik uzaktan kumandanın kullanıcının avucuna rahatça sığarken, kullanılmadığı zaman da bulunduğu yerde estetik görünmesini sağlıyor. Kumandanın yuvarlak biçimi iç ünitenin ön paneli üzerindeki dairesel motifi yansıtıyor. Kolay kavranan dokunmatik arayüzü bir akıllı telefonun arayüzüne benziyor ve çeşitli etkileşim modlarını destekliyor. www.bosch.com.tr
UYGULAMA – OFİS MOBİLYASI – İSTANBUL EYLÜL 2014 - XXI 68
fotoğraflar: Gürkan Akay
İşleve Yönelik Farklılıklar THY TURKISH TECHNIC PROJE MÜDÜRÜ VURAL HALAÇOĞLU İLE TUNA OFİS ÜRÜNLERİNİN UYGULANDIĞI SABİHA GÖKÇEN HAVALİMANI'NDAKİ HABOM PROJESİ HAKKINDA GÖRÜŞTÜK. Tuğba Demirci: Projenin yerleşim planı ve işleyişinden kısaca bahseder misiniz? Hangi bölümler bulunuyor? Vural Halaçoğlu: HABOM-Havacılık Bakım Onarım ve Modifikasyon Merkezi projesi THY Teknik A.Ş.'nin gelişim ve dönüşüm projesidir. Havacılık alanında uçak bakımı ve komponent bakımı konusunda kendi uçakları ile bölgesel alanla diğer havacılık firmalarına bakım merkezi olacak şekilde planlandı. 3000 kişilik personel istihdam edecek olan tesisin LEED Altın sertifikası alması hedefleniyor. Proje bu sistemin bağlı olduğu kriterlerin yanı sıra havacılık kuralları ile havaalanı sınırları içerisindeki yapı kurallarına bağlı olarak işlevselliğiyle beraber teknolojik alt ve
üst yapısı ile ön plana çıkıyor. Mimari projesi AE Mimarlık-Mimar Ahmet Erdinç tarafından çözümlenmiş proje birbirinden farklı işlevlerdeki binalardan oluşmasına rağmen bir bütün olarak teknolojik bir sanayi yapısı niteliğinde. Bu yapı grubunun merkezi aynı anda 11 uçağa bakım imkanı sağlayacak olan dar gövdeli uçak hangarı+anexx birimleri ile üç adet uçağa bakım hizmeti verebilecek olan geniş gövdeli uçak hangarı+anexx birimleri ve bu bölümlerin devamı olan atölye binasıdır. Hava alanı sınırları içersinde gümrüklü alan bölgesinde faaliyet gösteren tesis işleyiş olarak hava sahası ve kara sahası binaları olarak ayrılmıştır. Kara sahasında güvenlik, eğitim ve giyinme/soyunma binaları, otopark, atık merkezi ve yönetim binası yer alır. Hangarlar, atölye, enerji merkezi, kimyasal depo ve arıtma tesisi ile sosyal merkez hava sahasındadır. Tüm binalar havadan köprü, toprak altından galerilerle birbirine bağlıdır. Hangar ve
güvenlik binaları çelik taşıyıcı strüktür, diger binalar betonarme sistem ile yapılmıştır. td: Tuna Ofis ile işbirliğiniz nasıl gerçekleşti? vh: Tuna Ofis ile olan işbirliği HABOM projesi kapsamında yapılan davet usulü mobilya alım ihalesi sonucunda başladı. Kurum kimliğimizi projeye yansıtacak, zaman ve teslim koşullarımıza uyacak, konsept oluşturabilecek ve en önemlisi devamlılığı sağlayacak düzeyde bir firma ile çalışma düşüncesiyle yola çıktığımız süreçte, ön çalışmalar davet edilen tüm firmalar ile tarafımdan yapıldı ve ihale öncesinde her firmaya ait konsept kendi ürünlerine bağlı olarak fakat bizim isteklerimiz doğrultusunda ortak payda içinde bir araya getirildi. İhale sonucunda Tuna Ofis Mobilyaları ile 2011 sonunda başladığımız, tasarım, üretim, teslimat ve montaj süreçleriyle 2014'ün ikinci yarısına kadar süren işbirliği, her
EYLÜL 2014 - XXI 70
UYGULAMA – OFİS MOBİLYASI – İSTANBUL
işveren: Turkish Technic mimari grup: AE Mimarlık kapalı alan: 372.000 m2 proje yılı: 2012-2014 konum: Sabiha Gökçen Havalimanı, Tuzla
giriş sayfasında Form-X work station serisi, Prego çalışma koltukları, Libero misafir koltukları, Dama puf, Inbox dolaplar bu sayfada üstte: Form-X operasyonel masalar, Inbox dolaplar, Prego çalışma koltukları, Dama puf, Libero misafir koltuğu üstte sağda: Float toplantı masası, Topic toplantı koltukları sağda: Novar yemek masası, Sixty yemek sandalyesi, Pony puf
iki tarafın da mutlak memnuniyeti ile tamamlandı. td: Tuna Ofis'in pek çok farklı ürününün bu projede uygulandığını görüyoruz. Ürün seçimi aşaması nasıl gelişti? vh: HABOM projesindeki tüm ürün grupları Tuna Ofis'in uzmanlığı ile geliştirdiği çözümler içerisinden belirlendi. Projede yer alan birimler bina bazında işleverine uygun olarak gruplandırıldı. Seçilen ürünlerin tip ve modelleri belirlenmiş, renk düzenlemeleri yapılmış olarak birbirini tamamlayacak, değiştirilebilecek, ilave ya da eksiltme yapılabilecek şekilde modern, ince ve sert çizgilerle detaysız, işlevsel ve ergonomik olduğu kadar renkli düzenlemelerle proje oluşturuldu. Projede kullanılan ürünler, yönetim binası idari bölümü hariç metal konstrüksiyonlu, sac gövdeli, melamin kapak ve tablalı olarak mahallerin
yoğunluğu ve büyüklüğü göz önüne alınarak, çalışma ortamına rahatlık kazandırması açısından beyaz olarak tercih edildi. Toplantı mekanları ile özel atölye birimlerinde gri, antrasit ve kompakt ürünler kullanıldı. Genel olarak açık ofis düzeni içerisinde ergonomi ve işlevden ödün verilmeden boyut, aksesuar ve renk farklılıkları kullanılarak hiyerarşi yapıldı. İdari bölüm haricinde tüm masa, dolap, çalışma koltuğu, misafir ve toplantı odalarındaki koltuklar aynı model üzerinden üretildi. Yemekhane, kafeterya, sınıf gibi mekanlarda sağlamlık ve dayanım süresi ön planda tutularak, farklı kullanıcılar göz önüne alınarak kompakt malzemeler, proje genelinde kullanılan detay ve tercih edilen renk alternatifleri ile şekillendirildi. td: HABOM projesine özel olarak mobilya üretimi yapıldı mı? Bu üretim ile hangi ihtiyaçlar karşılanmış oldu?
vh: Tuna Ofis'in dünya çapında çalıştığı tasarımcıların ürünlerinin tercih edildiği yönetim binası idari ofisleri ile özel toplantı odası ve tesis girişinde bulunan resepsiyon bankosu, özel kaplama türleri ve imalat yöntemleri ile ahşaptan üretildi. Tuna tasarım ekibinin ihtiyaçlarımız ve taleplerimiz doğrultusunda şekillendirdiği bu ürünler proje kapsamında özel olarak üretilmiş bize ait tasarımladır. Özellikle toplantı odasındaki masa boyutu form ve detay özellikleri ile duvar kaplamaları, giriş bankosunun ışık veren duvar sırt panosu tesisin ana girişinin önemini, tesisin büyüklüğünün simgesini, kurumun gücünü yansıtan bütünlük ile verilmesini istemiş olduğum etkiyi özellikle yönetim kurulu başkanı odasının özel tasarımına paralel olarak sağlıyor. td: Çalışan profili ile tercih edilen ürünler arasında nasıl bir ilişki kuruldu?
vh: Havacılık sektöründeki her personel uzun eğitim süreçleri sonrasında belli bir konuma geliyor. Eğitim süreçleri hiçbir zaman sonlanmıyor ve periyodik olarak sürüyor. Bu yapı hem uzmanlıkları hem de birimleri arasındaki değişkenleri içeriyor. 24 saat yaşanan, yaşatılması gereken bir sürecin çalışma alanları da bu doğrultuda planlanmaya çalışıldı. Ergonomisi ve işlevselliği ön planda olmak üzere değişkenliği olan, kurumun enerjisini dışarı yansıtan, yenilikçi, yaşayan bir mekanın yaşayan birer parçası olarak belirlenen ürünler ile düşünülen-gerçekleşen ilişkisi başarıya ulaştı. Doğru firma-doğru işbirliği sonucunda projemizin başarıyla tamamlanmış olmasından duyduğumuz memnuniyet ile projeye katkıları için tüm emeği geçen Tuna Ofis ailesine teşekkür ederim.
UYGULAMA – ST. GALLEN EYLÜL 2014 - XXI 72
fotoğraflar: Pino Musi
Detayların Uyumu ISVIÇRE'NIN EN SANAYILEŞMIŞ BÖLGELERINDEN BIRINDE KONUMLANAN JANSEN KAMPÜSÜ'NDE FIRMANIN KENDI ÜRÜNLERININ KULLANILMASI KADAR YAPININ KENDINE ÖZGÜ FORMU DA DIKKAT ÇEKIYOR. 1923 yılında kurulan Jansen AG, İsviçre'nin doğusunda ilk Minergie standardına sahip sanayi yapısı olarak söz edilen M Tesisi'ni inşa etti. İsviçreli mimar Davide Macullo'nun (Lugano) tasarımına göre şekillenen Jansen Kampüsü kendine özgü formu ile tasarım açısından da bir örnek teşkil ediyor. Burada mimarın görevi, zaman içinde büyüyen bu sanayi bölgesindeki yerleşim alanının yapı mirasını geliştirmek ve ele almak oldu. Ancak tasarımda, çalışanlar için yaratıcı bir çevrenin de oluşturulması koşulu vardı. Macullo, işveren ile yakın işbirliği içinde, kendini keskin geometrik hatları ile tanımlayan ve
böylece geleneksel bir aile işletmesinin kalite, kesinlik ve kalıcılık taleplerini öne çıkaran bir yapı tasarladı. Sivri kenarlardan oluşan görüntüsü ile yeni yapı, fondaki Alp dağlarının görüntüsüyle bir necef taşını andırıyor. Genişletilmiş sac kaplı bina cephesi ve Rheinzink ile kaplı çatı bu etkiyi daha da güçlendiriyor. Katların ötesine geçen, çelik ve camlardan oluşan kare şekilli, eğik yerleştirilmiş dev pencereler Jansen Kampüsü'nün işlevini açıkça gösteriyor: Yapıcı birliktelikler için iletişim kurmaya ve toplanmaya hazır bir mekan. Yeni yapı, görüntüsü itibariyle diyagonal şekilde üstü açılmış iki küp üzerine yerleştirilmiş bir şekle sahip. Parçalar birbirine biraz mesafeli olarak oturtulmuş ve farklı yüksekliklerde. Yapının dört parçası birbirine cam
kaplı bölmeler ile bağlı; bu durum heybetli kütleye bir hafiflik katıyor. Yapının en alçak kısmı aşağı çekilmiş çatı yüzeyi ile sokağın karşı tarafındaki konutlarla bağlantı kuruyor. Bina girişi Jansen'in en eski üretim holünün karşısında yer alıyor. İki yapının birbiriyle bağlantısı zengin bir peyzaja sahip bahçe ile sağlanıyor. Yapı, işlevsel alanları yatay olarak düzenlenmiş üç ana kat ve bir çekme kattan oluşuyor. Giriş, kabul alanı ve yine yeni tasarlanan personel restoranına giden halka açık alanlar zemin katta yer alıyor. Diğer alanlar ofis veya toplantı odaları olarak kullanılıyor. Çelik ve betondan yapılmış taşıyıcı konstrüksiyon zemindeki üçgen alanı çevreliyor, bu sayede iç mekan esnek ve büyük alanlı bir ofis olarak kullanılabiliyor. Dikey bağlantılar ise iki ana öğeye ayrılmış: Merdivenli ve asansörlü ana bağlantı
UYGULAMA – ST. GALLEN
konum: Oberriet Köyü, St. Gallen, İsviçre mimar: Davide Macullo Architects kullanılan ürünler: VISS SG - Yapı cephesi strüktürel cam kaplama sistemi, TABS (Termoaktif Yapı Parçası Sistemi) - İnovatif havalandırma konsepti, Janisol 2 El30 - Otomatik yangından koruma sürgülü kapıları
73 XXI - EYLÜL 2014
birimi ve yangın durumunda kaçış yolu olarak kullanılacak merdiven alanı. Jansen'in ürettiği ve tüm dünyaya ihraç ettiği ürünlerin bir çoğu yeni yapılarda kullanılıyor. Bina cephesindeki büyük boyutlu aralıklarda uygulanan yeni çelik profil sistemi VISS SG, Jansen'in yapı cephesi strüktürel cam kaplama sistemi. Filigran desenli çelik profiller ve boyutları 2,5x5 metreye kadar olan cam yüzeyler ile binanın etrafındaki kılıfın şeffaflığı hissedilir şekilde artırılabilir. Değişken cam ankrajları ile 70 mm'ye kadar kalınlığı olan iki veya üç katmanlı izolasyon camları monte edilebiliyor. VISS SG sisteminde cephe tasarımcıları, mimarlar ve yapı sahipleri asgari bileşen ile azami olanaklardan faydalanıyor. İnovatif havalandırma konsepti TABS (Termoaktif Yapı Parçası Sistemi) da kuruluşun kendi üretimi. TABS, ticaret
ve sanayi yapılarının soğutulması ve ısıtılmasında kullanılan en son teknoloji. Kütlesi itibariyle beton, soğuk ve sıcağı en iyi saklayan malzemelerden biri. Zemin ve tavanların betonlu alanlarına Jansen plastik boruları döşenerek binanın tamamı iklim koşullarına göre yönetildi. Sıcak dönemlerde geleneksel uygulama yapılan binalarda ısı, tahliye edilemediği için bina içinde yavaş yavaş birikirken TABS, ısıyı atmak üzere karotu soğuk zemin suyu ile yıkıyor. Kış aylarında borulardan sıcak su pompalanıyor. Böylece yüzeylerde, ortamın soğuk havasını ısıtan kalıcı bir sıcaklık oluşuyor. Bu sayede her mevsim rahat ve rüzgar akımsız bir mekan ısısı sağlanıyor. İnovatif TABS ile Jansen Kampüsü, çağdaş enerji konseptinden beklenenleri örnek bir şekilde sağlıyor. Yangından kaçış yolları çelik ve camdan yapılmış şeffaf yangından
koruma konstrüksiyonları ile sağlanıyor. Janisol 2 El30'dan üretilen, yangından koruma bölgelerinin bağlantı yerlerine yerleştirilen otomatik yangından koruma sürgülü kapılarını Jansen henüz kısa bir süre önce piyasaya tanıttı. Kapının kendisi ve kasa profili için sadece 25 veya 50 mm'lik bir gövde genişliği ile ürün piyasadaki en dar yangından koruma sürgü kapısı olarak kabul ediliyor. Akıllı sensör tekniği sayesinde ileri gelişmiş sistem konsepti yüksek güvenlik ve otomatik çalıştırma özelliği ile de büyük konfor sağlıyor. Yüksek dayanıklılığa sahip olan çelik profil sistemi, Janisol 2 El30'dan yapılmış konstrüksiyonlar güvenli işlevleri tasarımdan beklenenler ile bir araya getiriyor. 3 m yüksekliğe sahip camlı yangından koruma kapıları, mimar ve işverenlerin; merdiven alanı,
restoran, ofisler ve eğitim odaları girişlerinde talep ettikleri şeffaflık ve açıklığı sunuyor. Çelik profil sistemi Janisol 2 El30'un performans kapasitesi yurt dışında çeşitli yangın testlerinde birçok farklı cam ürün kombinasyonunda kendini kanıtladı. Uyum ayrıntıları konusunda birçok başka örnek gösterilebilir: Standart iş yerlerinin mobilyaları İsviçreli bir üreticiden alındı ve mobilyaların yükseklik ayarları için Jansen çelik boruları kullanıldı. Diğer mobilyalar yine kendi tedarikçileri arasında Jansen'in yakın çevresinden (Milano) ürün alan üreticiler tarafından satın alındı. Kendi üretiminden çıkan ürünlerin bilinçli olarak kullanımı çalışanların kuruluşları ile kendilerini özdeşleştirmelerini sağlarken aynı zamanda Jansen Kampüsü'nü de eşsiz kılıyor.
ACO Kalitesinden ödün vermeden müşterilerine yenilikçi çözümler sunan ACO’nun uzmanlık alanı su yönetimidir ve bu alanda dünya pazar lideridir. Bugün dört kıtada 40 ülkede 3.800’den fazla çalışanı ve bağımsız firmaları bulunan ACO’nun 12 farklı ülkede 31 üretim tesisi bulunuyor.
EULÜL 2014 - XXI 76
REFERANS PROJE - YEŞİL ÜRÜN
ACO banyolarda tasarımı ve işlevselliği bir arada sunuyor. Izgaraları üstün lazer teknolojisiyle imal edilen duş kanalları, bu sayede pürüzsüz bir üst yüzeye sahip. Ayrıca paslanmaz çelikten olan ve kolay çıkartılabilen koku tutucu kilidi, rahat temizlik imkanı sağlıyor ve olası koku rahatsızlığını önlüyor. Göze çarpmayan estetik dizayn ACO Fuga drenaj sistemleri, peyzaj çalışmalarında yeni olanaklar sunuyor. Çok amaçlı kullanılabilen sistemin ızgaraları paslanmaz çelik veya galvanizden imal ediliyor. Polimer beton kanalın üzerine yerleştirilmiş olan ızgara, yüzey sularının içeri girmesine olanak sağlıyor. www.acoturkiye.com • Selimiye Cami, Edirne, 2014 • Divan Otel, Gaziantep, 2013 • Next Level Loft Ofis, Ankara, 2013 • Shangri La Otel, İstanbul, 2013 • Tarabya Otel, İstanbul, 2013 • Zorlu Center, İstanbul, 2013 • Flame Towers, Bakü/Azerbaycan, 2012 • Haydar Aliyev Kültür Merkezi, Bakü/ Azerbaycan, 2012 • Toskana Vadisi Evleri, İstanbul, 2012 • Aşkabat Stadyumu, Aşkabat/ Türkmenistan, 2011 • Kağıthane OfisPark, İstanbul, 2011
EULÜL 2014 - XXI 78
REFERANS PROJE - YEŞİL ÜRÜN
AKG GAZBETON Gazbeton sektöründe Türkiye'deki üretimin yüzde 40'ını gerçekleştiren AKG Gazbeton, blok ürünler ve donatılı elemanlardan oluşan geniş ve yeşil bir ürün yelpazesine sahip. Bu ürün yelpazesi içerisinde lento ve söveler, duvar ve hafif asmolen blokları, Minepor ısı yalıtım plağı ile duvar, çatı ve döşeme panelleri yer alıyor. AKG Gazbeton ürünleri sahip olduğu güçlü ısı yalıtımı, hiç yanmazlığı ve kolay uygulanabilme özelliklerinin yanı sıra çevreci olması nedeniyle de tercih ediliyor. Tarım toprağı kullanılmadan doğal hammaddelerle üretilen AKG Gazbeton ürünleri, radyoaktif ve toksik madde içermiyor. Diğer yapı malzemelerine kıyasla daha az hammadde ve enerji kullanılarak üretilen AKG Gazbeton ürünleri doğal kaynakların korunmasına katkı sağlıyor; üretim aşamasının yanı sıra inşaat aşamasında da çevreyi kirletmiyor. AKG Gazbeton ürünleri sağladığı güçlü ısı yalıtımı sayesinde ısıtma ve soğutma için kullanılan enerjinin verimliliğine ve karbon salınımının azaltılmasına yardımcı oluyor. Fireleri üretimde değerlendiren firma sürdürülebilirliğe büyük katkı sağlıyor. Bu katkılar ile pek çok ödül alan AKG Gazbeton, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) tarafından gazbeton atıklarının üretime geri kazandırılması projesiyle ilk çevreci proje ödülüne layık görüldü. Çevre Dostu Yeşil Binalar Konseyi (ÇEDBİK) üyesi olan AKG Gazbeton, geniş ve “yeşil” ürün yelpazesi ile çevre dostudur. Blok ürünlerine EPD Belgesi alan AKG Gazbeton ülkemizde ve dünyada yeşil bina projelerinde tercih ediliyor. AKG Gazbeton hizmet verdiği ve üretim yaptığı her alanda “çevre dostu” yaklaşım sergilerken, geliştirdiği projelerle enerji verimliliğine önemli katkılar sağlıyor. Sanayide Enerji Verimliliği Proje Yarışması'nda Kırıkkale İşletmesi tarafından geliştirilen proje ile %50 enerji tasarrufu sağlayan AKG Gazbeton, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü tarafından ödüle layık görüldü. Tüm işletmelerinde “sürekli gelişim-sürekli verimlilik” yaklaşımı ile enerji, çevre, atık yönetimi gibi konularda önemli adımlar atan firma, gazbetonun yeşil binalarda tercih edilmesinden, binalarda sağladığı enerji verimliliğine, EPD Belgesi ile yeşil ürün olmasının belgelenmesinden aldığı ödüllere kadar tüm alanlarda kurumsal sorumluluk duygusuyla çalışıyor. www.akg-gazbeton.com
BAUMİT İnsanoğlunun çok temel ihtiyaçları olan korunma ve barınma aslında pek çok yeni ihtiyacı da beraberinde getirdi. En eski dönemlerde mağaralardan Eskimoların buzdan kulübelerine ve günümüzün çok katlı yapılarına kadar taşınan bu ihtiyaçların başında kendini soğuktan ve sıcaktan koruma ihtiyacı vardı. Yapıların iç ve dış etkenlerden doğru biçimde korunması ve değerini kaybetmemesi yalıtım ile sağlanabilir.
EULÜL 2014 - XXI 80
REFERANS PROJE - YEŞİL ÜRÜN
Günümüzde yalıtım sistemlerinin amacı; yapının zararlı boyutlarda ısı hareketleri ve buhar yoğunlaşması sonucu zaman içinde yapı hasarlarının (nem, küflenme, demir aksamının çürümesi-korozyonu vs.) ortaya çıkmasını önlemektir. Dolayısıyla yapının bakım masraflarını sınırlı düzeyde tutmak, yaşanılan iç ortamın konfor şartlarına uygun, kışın ısıtma, yazın soğutma enerjisinden tasarruf ederek enerji tüketiminde %50 oranında tasarruf sağlamak mümkün. Ayrıca CO2 emisyonunun azaltılması ile de çevre korumasına katkıda bulunulabilir. Avusturya’nın yapı malzemeleri alanında köklü markalarından Baumit’in İnovasyon Merkezi’nde geliştirdiği ısı yalıtım sistemleri yenilikçi özellikleri ve kalitesiyle farklılığını ortaya koyuyor. Sistemler, her ülke ve iklim tipine göre test ediliyor. Baumit, Türkiye’de ETAG 004 belgesine sahip ilk firma. ETAG 004 teknik onay normu belgesi için sıvalı dış cephe ısı yalıtım sistemleri bileşenlerinin performansı bir bütün olarak değerlendirmekte, iklimlendirme (aşırı soğuk, sıcak, rüzgar ve yağmur gibi çevresel etmenler) ve yaşlandırma (25 yıllık) testleri ile gerçek dayanıklılıkları belirlenmektedir. Baumit’in Open®, Pro ve Star Isı Yalıtım Sistemleri Avrupa Birliği tarafından yetkilendirilmiş bağımsız denetim kurumları ile her yıl denetlenmekte ve belgesini yenilemektedir. www.baumit.com.tr • Dumankaya Modern, İstanbul • İnnovia Ispartakule, İstanbul • The İstanbul, İstanbul
BTM Türkiye'nin bitki köklerine dayanıklı su yalıtım örtüleri lideri BTM, Almanya'nın yeşil çatı çözümleri uzmanı Optigreen firması ile işbirliği içinde 2011 yılından bugüne Türkiye'nin çatılarını BTM Optigreen markasıyla yeşillendiriyor. Daha çevreci, görsel zenginliği yüksek ve yaşanılası mekanlar yaratmak BTM Optigreen Yeşil Çatı Sistemleri ile gerçeğe dönüşüyor.
EULÜL 2014 - XXI 82
REFERANS PROJE - YEŞİL ÜRÜN
2013 yılında BTM’nin ürettiği bitki köklerine dayanıklı su yalıtım örtüsü TS EN 13948 CE kalite belgesine sahip oldu. İki yıl Almanya'da WEIHENSTEPHANTRIESDORF Üniversitesi'nde zorlu kök bitkilerine karşı yapılan testten zarar görmeden çıkan Elastobit PE4 Botanik ürünü ile BTM, Türkiye'de TS EN 13948 belgesine sahip ilk firma olarak prestijli projelerin tercihi haline geldi. Yalıtım katmanında Botanik PE4 kullanılan bahçe çatı detaylarında, ayrıca kök tutucu kullanmaya gerek kalmadığı için malzeme ve işçilikten tasarruf sağlanıyor.
apec sakura park evleri
BTM Optigreen Ekonomik Çatı Çözümü; düz ve beş dereceye kadar eğimli çatılarda tercih ediliyor. Kullanılacak bitki cinsine, toprak kalınlığına, sulama sistemine ve çatıdaki ısı yalıtımına göre bileşenler değişkenlik gösteriyor. BTM Optigreen Eğimli Çatı Çözümü; ekonomik ve güvenli kaydırmazlık sistemine sahip. Binaların çatısı yüksek sıcaklıklara, soğuğa, UV ışınlarına yoğun yağışlara karşı etkin korunuyor. 5-45 derece arasındaki eğimlere göre kullanılacak bileşenler değişiyor, üç ayrı kaydırmazlık önleyen sistem ile çatıya çözüm sunuluyor. www.btm.co • Afyon Botanik Parkı, Afyon • Apec Sakura Park Evleri, Yalova • Balat Foresta Konutları, Bursa • Bergama Belediyesi Hizmet Binası, İzmir • Çeşme Şato Ayasaranda Otel, İzmir • Double Tree Hilton Otel, Malatya • Ege Yapı Batışehir Konutları, İstanbul • Florya Akvaryum Otel, İstanbul • Küçükçekmece Hizmet Binası, İstanbul • Mamak Belediyesi Nikah Sarayı, Ankara • Özçelik İmaj Tan Konutları, Ankara • Pekdemir Evimiz Kocaeli Konutları, İzmit • Şişli Bomonti Hilton Otel, İstanbul • Tuzla Piri Reis Üniversitesi, İstanbul • Uşak Üniversite Binaları
rönesans mecidiyeköy plaza
çeşme şato ayasaranda otel
FORBO FLOORING Marmoleum Modular ile Harika, Dayanıklı, Sürdürülebilir, Hijyenik mekanlara... Doğal ve sürdürebilir koleksiyonlarıyla Forbo Flooring sizi renk ve motifler ile oynamaya davet ediyor. Forbo Flooring; Marmoleum Modular serisi ile 44 yeni renk ve tasarım ile mekanlarınıza yeni bir soluk kazandırıyor. Koleksiyonda yer alan gölge, renk ve mermer esintilerini 25 x 25 cm, 25 x 50 cm, 50 x 50 cm karo ebatlarıyla kombin ederek tasarımlarda özgürce hareket edilmesini sağlıyor. Teknik içeriği; keten tohumu yağı, reçine, odun unu, kiraç taşı ve tamamen doğal pigmentlerden oluşan homojen zemin kaplamasıdır. Optimum boyutsal stabiliteyi sağlamak amacıyla homojen karışım polyester alt tabanın üzerine kalenderlenir.
EULÜL 2014 - XXI 84
REFERANS PROJE - YEŞİL ÜRÜN
Topshield2 yüksek performanslı yüzey koruması, çift katmanlı UV kürü ile malzeme dayanımını arttırarak renklerin netliğini ve canlılığını korumasını sağlar. Çevreye duyarlı malzemelerden %88 doğal hammaddeden oluşur. %58'i geri dönüşümlü, %76'sı ise hızlı yenilenebilirdir. Plastikleştirici içermeyen ve doğal bakteriyostatik özellikli ürünleri ile sağlığa elverişlidir. www.forbo-flooring.com • Alessi Store, Milano/İtalya • Biblioteca Campus Mostoles Universidad Rey Juan Carlos, Madrid/ İspanya • Bilfen Kurtköy İlkokulu, İstanbul • Clinica Las Condes, Santiago/Şili • Eyespace, Viareggio/İtalya • Hospital Israelita Albert Einstein, Sao Paulo/Brezilya • Hospital Marin de Hendaye, Hendaye/Fransa • Hotel Villa Park, Siedlce/Polonya • Kooyman Assurantien, Papendrecht/ Hollanda • Lumo, Vantaa/Finlandiya • Montreal (Dorval) International Airport, Montreal/Kanada • National Guard Hospital, Riyad/Suudi Arabistan • Nike Denmark, Kokkedal/Danimarka • OPSM, Melbourne/Avustralya • Service Training Centre Skoda Auto, Çek Cumhuriyeti
KALEBODUR Küçükçekmece Belediyesi Yeni Hizmet Binası, Mutlu Çilingiroğlu MİAR Mimarlık tarafından tasarlandı. Uluslararası ölçeğin getirdiği doğal kaynakların akıllıca kullanımı ilkesi çerçevesinde sürdürülebilirlik bilincini kamuya daha kolay aktarabilmek için yeni yapılacak binanın “yeşil bina” özelliklerini içermesi istendi. Türkiye’nin ilk BREEAM sertifikalı kamu binası olacak bu projenin, çevre duyarlılığı içeren birçok yenilik getirmesi bekleniyor.
EULÜL 2014 - XXI 86
REFERANS PROJE - YEŞİL ÜRÜN
Binayı çepeçevre dolaşan eğrisel cephe tamamen camdan oluşuyor. Böylece hemen hemen tüm katlar doğrudan güneş ışığından faydalanıyor. Özellikle iki katı yer altında olmak üzere toplam dokuz katı olan ofis binası için bu yaklaşım son derece işlevsel. Aynı şekilde, belediye meclis binasının bulunduğu alan da tamamen gün ışığını alan korunaklı bir iç avlu şeklinde. Binanın her iki yanında yer alan yedi katlı otoparkı ve tek katlı teknik hacimler binası gibi ışık alması gerekmeyen alanlarsa yer altında çözüldü. Cephede Kalebodur'un Kalesinterflex ürününün Innovation serisinden beyaz renk kullanıldı, iç mekanların zeminlerinde ise koyu gri tercih edildi. Çift cephe sistemine sahip cephe uygulamasının ilk cephesinde Kalesinterflex kullanıldı, ikinci cephe ise cam giydirme cephe oldu. Binanın “yeşil bina” adını almasını sağlayan temel özellikleri yüksek oranda pasif iklimlendirme ve doğal aydınlatma imkanı sağlayan çift cidar ve galerileşme, ekonomik su kullanımı, geri-dönüşebilir malzeme seçimleri, yeşil çatı ve uyumlu ortam bitkileri tercihleri oldu. Tüm bu sürdürülebilir öğelerin genel mimari form ve işlev anlayışı dahilinde bir bütünün parçaları şeklinde işlenmiş olması, son ürünü eklektik bir yapıdan çok daha tutarlı bir örnek yapı haline getirdi. Tasarımda enerji kullanımı, CO2 salınımı, su tüketimi, malzeme seçimi, yüzey suyunun kontrolü, atık kontrolü, kirlilik denetimi, sağlık ve ekoloji alanlarına bütünsel bakılarak bir ön derecelendirme yapıldı. Binada yüksek seviyede yalıtım, düşük hava geçirgenliği, pasif solar enerji stratejileri, az enerji kullanan aydınlatma, çevreye en az zarar verecek şekilde üretildi. www.kale.com.tr fotoğraflar: Cemal Emden
TÜRK YTONG Türk Ytong, çevre dostu ürünleriyle sağlıklı ve modern yapılaşmaya yön veren, sağladığı enerji tasarrufu ile ülke ekonomisine de önemli katkıda bulunan bir şirkettir. Yüksek ısı yalıtımı özelliği nedeniyle, kullanıldığı binalarda enerji tüketimini ve ısınma maliyetini düşürür. Mineral esaslı ve doğal olarak difüzyona açık bir inşaat malzemesidir. Su buharını ve nemi doğal yoldan dış ortama iletir. Kapalı gözenekli yapısı nedeniyle su ya da nem tutma özelliği yoktur. Bu nedenle iç ortamda oluşan nem dışarı verilir. Bu sayede yapı iç ortamı doğal yoldan konfor düzeyine ulaşır.
EULÜL 2014 - XXI 88
REFERANS PROJE - YEŞİL ÜRÜN
Ytong dünyaca kabul edilen bir çevre etiketi olan ve Alman İnşaat ve Çevre Birliği IBU (Institut Bauen&Umwelt) tarafından onaylanan Çevresel Ürün Deklarasyonu'na (EPD - Enviromental Product Declaration) Türkiye'de sahip olan ilk marka ve üründür.
nef 11
unıq istanbul
Ytong bu çevre etiketi ile yeşil bina sertifikasına aday olan projelerin tasarım ve inşaatından sorumlu mimar ve mühendislere ihtiyaç duydukları detaylı bilgileri şeffaf bir şekilde sunmakla kalmayıp sahip olduğu çevre dostu özellikleri ile yüksek puanlar toplayarak hedefledikleri sertifikayı almalarına katkıda bulunuyor. www.ytong.com.tr • Akbatı AVM & Residences, İstanbul • BASF Dilovası Yönetim Binası, Dilovası/Kocaeli • BASF Laboratuvarları GOSB Binası, Gebze/Kocaeli • Halk GYO Levent Urban Hotel, İstanbul • Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn, İstanbul • Mall of İstanbul, İstanbul • NEF 03 Office, İstanbul • NEF 11 Office, İstanbul • NEF 11 Residental, İstanbul • Nida Palladium Offices, İstanbul • Rönesans Tower, İstanbul • Siemens GOSB Kampüsü, Gebze/ Kocaeli • UNIQ İstanbul, İstanbul • Varyap Meridian, Ataşehir/İstanbul • Wilo Pompa Sistemleri, Tuzla/ İstanbul
varyap merıdıan
wılo pompa sistemleri
EYLÜL AJANDASI 5 Eylül - 16 Kasım
Yazlık: Şehirlinin Kolonisi
SALT Beyoğlu, İstanbul
www.saltonline.org
Louisiana Modern Sanatlar Müzesi, Danimarka
www.louisiana.dk
yerleştirmesi ile bölgenin doğal yapısını müzenin içine taşıyor. Maltepe Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, 2. İstanbul
Hangar, İstanbul
mimarlik.maltepe.edu.tr
ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Ankara
utak@metu.edu.tr
İTÜ Taşkışla ve Gümüşsuyu Kampüsleri, İstanbul
www.eaa2014istanbul.org
Yapı Endüstri Merkezi, Fulya, İstanbul
www.yemetkinlik.com
Salt Galata, İstanbul
iapscsbe.maltepe.edu.tr
Londra, İngiltere
www.100percentdesign.co.uk
Arter, Beyoğlu, İstanbul
www.arter.org.tr
Raffles İstanbul, Zorlu Center, Zincirlikuyu, İstanbul
www.yesiliskonferansi.com
buluşuyor Yarışma kapsamında; mimarlık öğrencilerinin kent, kentsel
Kayseri
www.kaymimod.org.
Müstakil evlerden sitelere, Türkiye kıyılarındaki yazlık ortamına dair detaylı bir araştırma niteliğindeki “Yazlık: Şehirlinin Kolonisi” sergisinde bir sahil beldesinde ev sahibi olma arzusunun tetikleyicileri ve neticeleri ortaya konuyor.
...- 4 Ocak 2015
8 - 13 Eylül
Riverbed "Dön Bug" Atölyeleri
Ulusal Tasarım Araştırmaları Konferansı
Olafur Eliasson ilk kişisel sergisi olan Riverbed isimli
Tasarım Bienali kapsamında “Dön Bug” adlı bir dizi atölye çalışması düzenliyor.
10 - 12 Eylül
10 - 14 Eylül
11 Eylül
Avrupa Arkeologlar Birliği 20. Yıllık Kongresi
Endüstriyel tasarım eğitiminin, mesleğinin ve araştırmalarının
Kentsel Dönüşüm Sürecinde Bina Yenileme
Kongrenin ana konusu "Birleştiren Denizler, Sınırlar Aşan
IAPS-CSBE Kültür ve Mekan Tasarım Atölyesi 5
Yenileme çalışmalarıyla tanınan mimar Jamie Fobert, kendi
Türkiye'deki mevcut durumuna dair çalışmalar paylaşılıyor.
Kültür İlişkileri" olarak belirlenmiş.
projeleri üzerinden bina yenileme ve güçlendirme üzerine “Doku ve Biçim” başlıklı bir sunum gerçekleştiriyor.
15 - 19 Eylül
İstanbul'u Düşlemek Ulusal Öğrenci Fikir Yarışması
“Bir Palimpsest Kent Olarak İstanbul’da Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil” ana teması çerçevesindeki seminer, film gösterimleri ve atölye çalışmalarına başvuru için son gün 10 Eylül.
15 Eylül (son kayıt)
100% Design 2014
“İstanbul’u Düşlemek” fikir yarışmasında, katılımcılardan İstanbul’un “geçmişi ve bugününe” dair yapacakları yorumlamalar aracılığıyla alternatif gelecek senaryoları üretmeleri ve bu senaryoları mekansallaştırmaları bekleniyor.
17 Eylül - 20 Eylül
Göçebe Bakış
17 - 20 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek olan “100%
AJANDA
Design” mimarlar, iç mimarlar, tasarımcıların katılımıyla Londra Tasarım Festivali boyunca gerçekleştirilen en büyük etkinlik.
17 Eylül - 4 Ocak 2015
Güneydoğu Asya'dan Güncel Sanat
Iloa Lenzi’nin küratörlüğünü üstlendiği sergide, Gündeydoğu Asya’nın çeşitli bölgelerinde yaşayan sanatçıların kültüre dair
EYLÜL 2014 - XXI 90
çoklu perspektiflerini ve kendi yerelliklerinin içinden ve dışından sundukları bakışları yansıtan çalışmalarına yer veriliyor.
23 - 24 Eylül
30 Eylül (son teslim)
Yeşil İş Konferansı
Kayseri, Bel-Sin Semt Pazarı Ve Yakın Çevresi Ulusal Öğrenci Mimari Fikir Projesi Yarışması
Konferansla iş dünyası sürdürülebilir iş modelleri için
mekan ve değişen gereksinimler karşısında bu mekanların yeniden değerlendirilmesine yönelik fikir üretmeleri amaçlanıyor.