xxi.com.tr
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 110 < HAZİRAN 2012 < CEDETAŞ MİMARLIK < ÇIRAKOĞLU MİMARLIK < ELAP < KUZU < NAKIŞÇI < PEARSON LLOYD < SAYIN < YENİKAPI’NIN ÖĞRETTİKLERİ
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 110 H A Z İ R A N 2 0 12 1 1 ( KIB R IS 1 2 )
TransferKapı HER GÜN İÇİNDEN BİR BUÇUK MİLYON İNSANIN GEÇECEĞİ BİR TRANSFER NOKTASINA DÖNÜŞEN YENİKAPI İÇİN MİMARİ PROJE EDİNME SÜRECİNİ AYKUT KÖKSAL, KORHAN GÜMÜŞ, MURAT GÜVENÇ, SUHA ÖZKAN VE TANSEL KORKMAZ İLE DEĞERLENDİRDİK.
Doğan Holding NEVZAT SAYIN ATİLLA KUZU
CEDETAŞ MİMARLIK
AGÜ Yerleşkesi ÇIRAKOĞLU MİMARLIK ELAP ARQUITECTOS INGENIEROS
YAZISIYLA OT TO VON B USC H
PEARSON LLOYD
TAMER NAKIŞÇI
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr
Yenikapı üzerinden kentsel proje edinim süreçleri
editörler Özge Gürbüz ozge@depo.com.tr Beste Sabır beste@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı burcu@depo.com.tr okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Nurgün kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin grafik asistanı Ali Çelik web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP
Kentle ilgili kararları kimin verdiğini anlamak için, geçiriyor olduğumuz süreçleri incelemek iyi bir yöntem olabilir. Türkiye’de, özellikle de İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerdeki devasa kentsel müdahaleler, kimi zaman merkezi hükümet kimi zaman da yerel yönetimler tarafından gündeme getiriliyor. İlk adımın ardındansa proje süreçlerindeki kapalılık, ne karar vericilerin anlaşılmasına ne de gerçek anlamda bir katılımın sağlanmasına olanak tanıyor. Ama sonuçta bu projeler hayata geçiyor ve çok sayıda kentlinin yaşamını etkiliyor.
Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
facebook.com/xxidergisi twitter.com/xxi_dergisi
Bu karar verme mekanizmasını anlayabilmek için tekil bir örnek olarak Yenikapı’daki süreci ele aldık XXI’in bu sayısında. Jüri başkanı Suha Özkan, Yenikapı sürecini tetikleyen Korhan Gümüş ve Tansel Korkmaz ile uzun yıllardır o alan üzerinde fikir üreten ve hatta davetli mimari ekiplerde yer alan Aykut Köksal ile Murat Güvenç’i bu konuyu tartışmaya davet ettik. Yenikapı, Marmaray bağlantısının da eklemlenmesiyle devasa bir transfer noktasına dönüşecek. Bir yandan Tarihi Yarımada’daki konumu, diğer yandan da arkeolojik kazılarla ortaya çıkan tarihi belleğiyle Yenikapı’da
bu dönüşüm nasıl gerçekleşecek? Şu an itibariyle günde bir buçuk milyon kişinin geçeceği transfer noktasının Yenikapı’yı dönüştürmesine engel olunamayacağını biliyoruz. Mimarlık ve şehirciliğin bu sürece dahli ancak kentin ulaşımındaki stratejik kararlar verildikten sonra mümkün olabilecek gibi. Ulaşım için yönetim tarafından çözüm olarak sunulan verili durum içinde Yenikapı için bir proje edinim süreci yürütüldü. Beş yılı aşan ve mimari proje yarışması olarak başlayan süreç, uluslararası ön seçmeli davetli mimarlardan mimari avan proje temini hizmet alımı yöntemiyle son buldu. Yapılacak projenin, Yenikapı’daki çok katmanlı duruma karşılık gelmesini sağlayabilmek için orada karar verici olan tüm kurumların ortak uzlaşısı elzem. İşte bu nedenle de diğer müdahalelerden daha kritik bir noktada duruyor Yenikapı. Yenikapı’dan neler öğrendik ve ondan öğrendiklerimiz diğer kentsel müdahaleler için bir örnek teşkil edebilir mi? Bunun yanıtını vermek için şimdi çok erken görünebilir ama düşünmeye başlamak ve dönüştürmek için belki de hiç geç değil. XXI
güncel
DOSYA
6 güncel
24 Yenikapı’da Bugünden Sonrası
Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeo-Park Alanı Uluslararası Mimari Avan Projesi sürecini jüri başkanı Suha Özkan’ın yanı sıra Aykut Köksal, Korhan Gümüş, Murat Güvenç ve Tansel Korkmaz değerlendirdi.
proje 36 kente açık yerleşke Çırakoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan Abdullah Gül Üniversitesi Yerleşkesi, konumlandığı kayseri için rekreatif bir alan olmayı hedefleyerek kentle ilişkilenmeyi amaçlıyor.
İçİndekİler
HAZİRAN 2012 - XXI 2
40 sinematik arayüz
14 küçük müdahaleler / otto von busch
Beceri Okuryazarlığı
Nevzat Sayın’ın tasarladığı Doğan Holding Genel Müdürlük ve ofis yapısı, çevresinde gezindikçe kendini açıp kapayan ritmik cephe düzeniyle sinematik bir etkiye sahip.
46 eğitici ve oyuncu
Üç yaşın altındaki çocuklar için tasarlanmış olan kreş binası, renkler ve şekiller üzerine odaklanarak, zihinsel ve sosyal yeteneklerin gelişmesini teşvik ediyor.
SEKTÖR
64 ürün haberleri 72 akan form
Zaha Hadid tasarımı Riverside Ulaşım Müzesi Avrupa'daki endüstri, teknoloji ve bilim müzelerine verilen Micheletti Ödülü'nü aldı. Projenin çatı ve cephe kaplamalarında Rheinzink ürünleri kullanıldı.
52 iletişimin sürekliliği
Cedetaş Mimarlık tasarımı ALCE Genel Müdürlük Binası, mekanlar ve çalışanlar arasındaki iletişimi merkezine alarak işlevsellik hedefiyle kurgulandı.
58 akışkan köşeler Farklı mekanlar için esnek imkanlar sunan İntema Mutfak'ın yeni modeli Fluido, modüler yapısıyla birçok farklı kompozisyon üretme imkanı sunuyor. Tasarımcısı Atilla Kuzu ile görüştük.
74 büyük çocuklar için
Point Otel Barbaros'ta yer alan eğlence merkezi The Game'de Artstone duvar panelleri tercih edildi. Firmanın marka direktörü Burcu Yücetin, bu proje hakkındaki sorularımızı yanıtladı.
HAZİRAN 2012 - XXI 4
İçİndekİler
60 uçak çek-yatı
Lufthansa için Pearson Lloyd tarafından tasarlanan yeni business class koltuk, en yüksek seviyede konforu hedefliyor. Tasarım ofisiyle proje geliştirme süreci üzerine görüştük.
76 referans proje - bahçe ve peyzaj
90 ajanda
Hemel Işıklar Tuğla K2Plus Karaoğlu Peyzaj Kibrid Prolux Suntech & Vera
altta: Raumlabour tasarımı Mutfak Anıtı,Liverpool solda: Honey and Bunny ekibi; fotoğraf: Leo Veger altta solda: Piet Oudolf; fotoğraf: Leo Veger altta sağda: Cameron Sinclair; fotoğraf: Leo Veger
Dünyayı Tasarlamak
HAZİRAN 2012 - XXI 6
güncel
What Desıgn Can Do (WDCD/ Tasarımın Yapabilecekleri) Amsterdam’da iki günlük bir konferans olarak 11-12 Mayıs tarihleri arasında düzenlendi. Hülya Ertaş Dünyanın farklı noktalarından tasarımın çeşitli alanlarında çalışan profesyonellerin sabahtan akşama dek süren sunumlarıyla oldukça yoğun geçen iki gün. Amsterdam Valisi’nin açılış konuşmasının ardından konferans daha çok bitkilendirme konusunda uzmanlaşmış peyzaj mimarı Piet Oudolf ile başladı. Bitkilerin neler yapabileceğine odaklanan konuşması, bugüne dek yaptığı işlerin, özellikle de New York’taki High Line bitkilendirme projesinin altında yatan ana fikri sergiliyordu. Onun işlerine her baktığımda hissettiğim ama neden bunu seçtiğini anlamadığım noktayı aydınlatıyordu. Oudolf’un bahçeleri, sanki elle yapılmış gibi değil de kendiliğinden oluşmuş gibi görünür hep bana, bunun sırrını anlamazdım işte. Oudolf bitkilerin mevsim dönüşlerindeki tüm hallerini göz önünde bulunduruyor olduğu için bu kendiliğindenlik hayat buluyormuş ki bu da aslında doğada gördüğümüzün bir uzantısı olarak tanıdık bir his veriyor. Oudolf’un ardından sahneye çıkan ekip ise Viyanalı iki mimardı.
Honey and Bunny, yemek tasarımı konusundaki araştırmalarıyla her gün tüketiyor olduğumuz yiyeceklerin biçimlerinin nedenini inceliyorlardı. Pringles cipslerin aslında damağımızla aynı olan formundan dilim peynirlerin kendimizi bir ailenin parçası gibi hissetmemiz için bir çemberden kesilmiş üçgenimsi biçimine dek ilginç örnekler aktardılar. İstanbul’dan bir fotoğrafta gösterdikleri bir çubuğa takılı simitlerle de simidin şeklinin taşınmasının kolaylaşması için olduğunu anlattılar. Günün son konuşmasını yapan Architecture for Humanity’nin kurucusu Cameron Sinclair ise mimarlığın ortalama mimarlık ve yıldız mimarlık olarak ikiye bölündüğünü söyleyerek başladı şovuna. Dünyayı değiştirebilecek milyonlarca fikir olabileceğinden ama bunları uygulamaya koymadıkça tamamen işlevsiz olacaklarından dem vurarak mimarlığın politik yönünü vurguladı. Architecture for Humanity olarak dünyanın çok farklı noktalarında, topluluklar için onlarla birlikte projeler üreten Sinclair, yıldız mimarlığın çok küçük bir azınlığa hizmet ediyor
olmasına karşın kendilerinin dört milyar insana hizmet verme olasılıkları bulunduğunu söyleyerek konferansın ayakta alkışlanan konuşmacısı oldu. İkinci gün ise güvenlik üzerine konuşmalarla başladı. Kentlerdeki yaşamın daha güvenilir olması için iş yine tasarımcılara düşüyordu anlaşılan. Yapılan ihbarlardan sonra havaalanlarında bomba olup olmadığını anlamak için kullanılan bir cihazın halkın terör hissiyle yaşamaması için ne kadar gerekli olduğundan ve göçmenlerin vakit geçirdikleri parkta kaliteli bir rekreasyonun ve bu sayede daha fazla güvenliğin sağlanması için yapılan çalışmalardan söz eden tasarımcılar, yaşamın her anının tasarlanması gerektiği konusunda hemfikirdiler. Alman mimarlık ekibi Raumlabour ise, yaptıklarıyla ayrışıyordu bu görüşten. Mimarlığı kendisini dayatan ve kabul görmeyi bekleyen bir nesne olarak değil de, bir mekana atılan tohum gibi gören ekip, Avrupa’daki birkaç kente yerleştirdikleri pnömatik strüktür Mutfak Anıtları ile bunu deniyordu. Bir meydanın ortasına kondurulmuş bu yarı
saydam strüktürler, kentlilerin ilk başlarda gelip yemek yedikleri mekanlardan birlikte pişirip paylaştıkları yerlere dönüşmüş. Yaptıkları işin çoğunlukla daha önce başarısız olmuş ütopyalarla uğraşmak olduğunu söylerken Raumlabour, her şeyin aynı anda hem olanaklı hem de olanaksız göründüğü bugünün koşulları içinden geçmiş ütopyalara bakıyor. Yoğun geçen iki günün ardından, bu kadar çeşitli disiplinin bir araya gelmesinin yarattığı enerji hissediliyordu. Grafik tasarımcılardan mimarlara, sokak sanatçılarından yemek tasarımcılarına, endüstriyel tasarımcılardan moda tasarımcılarına dek farklı disiplinlerden konuşmacıların bu yılın teması olan Bağlantı (Connect) ile kurdukları ilişki benzerdi. Her biri hizmet veriyor olduğu toplulukla bağlantılar kurmak isteyen konuşmacıların, tasarımcı-olmayanlar (non-designers) şeklinde tanımladıkları toplulukla ilişkilenme yöntemleri farklıydı. Aynı olan ise 20. yüzyılın başından beri değişmemiş görünen tasarımın dünyayı değiştirme arzusuydu.
Deneyime Merak Uyandırmak SKM PROJECTS+, tasarladığı AVEA MÜŞTERİ DENEYİM MERKEZİ'NİN FARKLI DENEYİMLER YAŞAtmasını, ziyaretçileri ETKİLEMESİni VE hafızalarında yer edinmesini HEDEFLENMİŞ. Konsept tasarım, uygulama, grafik tasarım, danışmanlık ve teknik destek olarak tüm artı hizmetlerin verildiği Avea'nın yeni teknoloji showroomu Avea Müşteri Deneyim Merkezi'nin tasarımcısı, “artı hizmetler” anlayışıyla mimari çözüm ve operasyonel mühendislik hizmetini sunan SKM Projects+.
HAZİRAN 2012 - XXI 8
güncel
Tasarımdaki çıkış noktasını 'fark' yaratmak olarak tanımlayan SKM Projects+ bunu, mimaride dört boyutlu çalışmak olarak tanımladıkları; Fizik, Akıl, Ruh, Kalp = F.A.R.K. açılımı ile gerçekleştiriyor. Ana kurgu; teknolojiyi 4G’ye taşımaya çalışan markanın bu deneyim merkezini, mimarisiyle de dört boyuta taşımak ve gezenlerin söz birliğiyle kulaktan kulağa yayılarak şehirde efsaneleşen bir mekan yaratmak olmuş.
Tasarımda Avea'nın ‘V’sinden ilham aldıklarını belirten SKM Projects+ kurucu ortağı Mimar Hakan Sekmen, tasarımlarının başlangıç noktasının mekanın girişi olduğunu belirtiyor. Bir uzay mekiğine giriyormuş hissi vermeye çalıştıkları girişte 'V' formunun keskin, dik ve çekici duruşu ile yakalanmış. Ayrıca burada, içeri davet eden, merak uyandıran, teknolojik bir üsse geldiğini anlatan mimari bir dil kullanılmış. Mekanda ilerledikçe oluşturulan irrasyonel formlar, transparan geçişler, boş-dolu kurgular; verilmeye çalışılan üst düzey teknoloji algısını artıran unsurlardan. Ferrari Stamisol PVC ile özel olarak tasarlanan irrasyonel formlu paravanlar, hem duvar ve tavan panelleri, hem de bölücü olarak mekanda sıklıkla kullanılmış.
Kumaştan Mekana HANNAHOME'UN TEMSİLCİLİĞİNİ YAPTIĞI RASCH MARKASI İÇİN DUVAR KAĞIDI TASARLAYAN MODA TASARIMCISI GAMZE SARAÇOĞLU İLE SEKİZ FARKLI TEMAYA SAHİP KOLEKSİYONu ÜZERİNE GÖRÜŞTÜK. Beste Sabır: Şimdiye kadar hep beden üzerinde çalışmışken, şu an mekana yönelik bir tasarım gerçekleştirdiniz. Mekan-beden-kullanıcı ilişkisini ve mekanla desenler arasındaki ilişkiyi nasıl kurdunuz? Gamze Saraçoğlu: Kıyafet tasarlamak ve duvar kağıdı tasarlamak iki farklı disiplin. Biri benim içinde var olduğum, her alanında ekip olarak uzman olduğumuz, tecrübelerimiz doğrultusunda geliştirdiğimiz yaşam şeklimiz, diğeri ise yeni heyecanımız, bilmediğimiz ama büyük heyecanla keşfettiğimiz yeni bir macera. Ama ikisinde de heyecan ve yol aynı, aynı hisle yola çıkılıyor. Yine bir yaratma duygusu, akıldakini ürüne geçirene kadar süren uzun bir yolculuk. Sonuçta ise hep aynı his, mutluluk.
HAZİRAN 2012 - XXI 10
güncel
bs: Bu süreçte çıkış noktanız ne oldu? Tasarım süreci nasıl ilerledi, nelerden ilham aldınız? Desenlerinizi nelerle ilişkilendirdiniz? gs: Biz tasarımcılar her sene iki defile koleksiyonu hazırladığımız ve pek çok firmaya danışmanlık hizmeti verdiğimiz için, motive olmak ve ilham bulmak
bizim hayatımızın bir parçası. Bulunduğumuz mekanlarda, okuduğumuz kitaplarda, kısacası hayatın içinden çekip çıkarıyoruz ilhamı, bu sebeple de dolu dolu yaşayabiliyoruz. Esin kaynağım her zaman sokaklar ve insanlar. Rasch için hazırladığım koleksiyonda da sokaklar, insanlar, dünyadaki trendler benim yol göstericim oldu. Bulduğum her ilham üzerinde izlediğim noktalar, beni temalara ulaştırdı. Daha sonra renkler, desenler ve dokular bu hikayeler üzerinden tamamlandı ve koleksiyonu oluşturdu. bs: Tasarım-renk-malzeme ilişkisini nasıl kurguladınız? Renk ve malzeme seçimleri nasıl gerçekleşti? gs: Bir tasarımcı koleksiyon hazırlarken hikaye, siluet, doku gibi tüm detaylarla ilgileniyor. Bu detaylardan en önemlisi de desen ve renk çalışması oluyor. Biz ekip olarak defilelerimizde bu çalışmalara çok önem veriyoruz. Rasch icin yaptığımız bu koleksiyonda, daha önce defilelerimizde yapmış olduğumuz desen ve renk çalışmalarının büyük avantajını gördük.
Işık, Gölge ve Form
HAZİRAN 2012 - XXI 12
güncel
TAMER NAKIŞÇI'NIN CARWAN GALERİ İÇİN TASARLADIĞI, Yerleştirme VE ÜRÜN TASARIMI ARASINDA DURAN ÇALIŞMASI LıGHT&SHADE, IŞIĞIN VE GÖLGENİN SINIRLARINI SORGULARKEN GELENEKSEL ÜRETİM YÖNTEMLERİNİ YENİDEN YORUMLUYOR. Beste Sabır: Bir galeri için, "sergilenen bir obje" tasarlamak ve bir firma için endüstriyel olarak üretilecek "bir ürün" tasarlamak arasındaki farktan bahsedebilir misiniz? Kullanılmak üzere değil, sergilenmek üzere bir obje tasarlamak nasıl bir deneyim? Tamer Nakışçı: Benim de kendime ilk sorduğum soru buydu. Bugüne kadar birçok farklı alanda projelerim oldu, ancak daha önce hiç "limited edition" bir obje tasarlamamıştım. Sanırım bu sergiye katılmayı istememin asıl sebeplerinden biri buydu. Ürün tasarım süreci benim için her zaman vazgeçilmez olsa da, bu tecrübenin bana yepyeni bir perspektif kattığını söylemeliyim. Süreçle birlikte kafamda ürün, mekan ve obje arasındaki sınırlar oldukça değişti; ölçekler, yöntemler bir yandan birbirinden farklılaşsalar da, bir noktada mutlaka birbirlerini yakalıyorlar. Kağıt üzerinde baktığınızda hepsi birer "fikir" aslında. Kimi zaman Çin'de bir fabrikada, kimi zaman da bir zanaatkarın elinde sonlanabiliyor bu süreç. Asıl önemli olan tasarımcının keşfettiği o duygunun veya burada olduğu gibi "hikaye"nin karşı tarafa tam anlamıyla aktarılabiliyor olması. Bu projede alışılmış ürün kriterleri biraz gerideydi. "Light&Shade" bu anlamda bir çeşit yerleştirme ile ürün arasında duruyor diyebilirim. Bu, tasarımcıya çok da alışık olmadığı bir özgürlük verirken öte yandan malzeme ve detay konusunda ileri düzeyde bir hassasiyeti beraberinde getiriyor. Her ne kadar deneysel bir yaklaşımla tasarlanmış olsalar da, son ürünün kusursuz olması gerekli. bs: Light&Shade, geleneksel kilim sanatına ve üretim yöntemine farklı bir yorum katıyor. Çıkış noktanız ve ana konseptiniz ne oldu? Hangi anahtar kelimeler düşünce metodunuzu ve tasarımınızı şekillendirdi? tn: Carwan Gallery, "Ortadoğu El Sanatları'nda Çağdaş Perspektifler" (Contemporary Perspectives in Middle Eastern Crafts) Sergisi çerçevesinde, uluslararası alanda disiplinlerarası
projeler üreten, aralarında Micher&Traxler, Philip Moulin gibi isimlerin de olduğu dokuz tasarımcıyı sergiye davet etti. Amaç, dünyanın farklı bölgelerinden gelen tasarımcıları Ortadoğu el sanatları ve sanatçıları ile buluşturarak yeni bakış açıları keşfetmekti. Projenin heyecan verici noktalarından biri de bu; örneğin Avusturya'lı bir tasarımcının tasarladığı bir mobilya Beyrut'taki bir zanaatkar tarafından geleneksel yöntemleri ve el becerilerini daha önce hiç denemediği bir biçimde kullanarak hayata geçiriliyor. Ben yaşadığımız coğrafyayı temsil eden bir alanda çalışmak istedim ve bu nedenle kilimi seçtim. Ayrıca serginin topoğrafisi içerisine de oturuyordu. Çıkış noktam olan "güneş" bana bu coğrafyayı anımsatıyordu. Işığın fiziksel dünya ile olan kesişimleri üzerinde çalışmaya başladım. Işık ve gölge, yansıma ve kırılma, Ortadoğu yapılarının mimarisinde sıkça kullanılan Mashrabiya, zemin ve tavan arasındaki ilişkiler bana ilham veren noktalar oldu. Işık, ayrıca zamanı ve farklı fiziksel boyutları da temsil ediyor ki bu proje ile geleceğe uzanmaya çalışırken bir anda geçmişe dokunduğumu, geçmiş ile geleceğin kesiştiği bir nokta yakaladığımı hissediyorum. Ortaya iki ürün çıktı: Light ve Shade. Birbirlerinin zıttı, bir anlamda da yansıması gibi kurgulandılar. Light bir ışık huzmesinin parlaklığını, keskinliğini adeta hapsederken, Shade gölgenin belirsizliğini, sınırsızlığını, içerisindeki ışık oyunlarını yansıtıyor. bs: Geçmişten gelen, geleneksel yöntemleri olan bir sanatı ve üretim şeklini yeniden yorumladınız. Bu paralelde yeni teknolojileri, kesim tekniklerini ve farklı malzemeleri de ürünle birlikte kurguladınız. tn: Geleneksel üretim yöntemlerini yeni teknoloji, malzeme ve tekniklerle buluşturma fikri beni çok heyecanlandırdı. Ortaya çıkan ürünler de tam anlamıyla bu öğelerin kesişiminde duruyor. İki üründe de geleneksel desenlerin geometrik olarak
bu sayfada en üstte: Light için ışıkla yapılan çalışmalar üstte ortada: Light ürün fotoğrafı üstte: Shade ürün fotoğrafı karşı sayfada üstte solda ve sağda: Milano'daki sergiden görüntüler. Solda Light ve sağda Shade sergileniyor altta solda ve sağda: Üretim sürecinden kareler
güncel 13 XXI - HAZİRAN 2012
çözümlemesi söz konusu. Shade, dört farklı katmanın üstüste gelerek çakışmasından oluşuyor. Ortaya özenle yaratılmış gibi görünen desenler çıksa da, aslında bunlar aralarında 45 derece olan şeritlerin rastlantısal olarak oluşturdukları geometriler. Light da aynı prensiple tasarlandı, ancak burada katmanlar birleştirilerek ortaya çıkarılan desen, el dokuması dört metrelik bir kilim üzerine lazer ile kesildi ve daha sonra her bir boşluğa çelik aynalar monte edildi. Özellikle lazer kullanma fikri benim için çok önemliydi, geleneksel yöntemlerle üretilmesi mümkün olmayan bir sonuca bu sayede ulaşmış olduk. bs: Işık, geçirgenlik, gölge gibi temalarla ilişki kuruyorsunuz. Bu paralelde malzeme ve formdan da yararlanıyorsunuz. Malzeme seçimi ve üretim sürecinden bahsedebilir misiniz? tn: Süreçte malzeme ve tasarım eş zamanlı olarak ilerledi. Aynı fikir farklı malzemeler ile bambaşka sonuçlar getiriyor. Bu nedenle özellikle Shade için sayısız malzeme alternatifi ve üretim
detayı değerlendirildi. Gölge gibi sınırları belli olmayan bir forma ulaşmak istiyordum. Ürünün el dokuması etkisini koruyacak, aynı zamanda sağlam ve içerisindeki geometrilerin görünmesine de izin verecek kadar net bir malzemeye ihtiyacımız vardı. Yüzde yüz yün kullanarak iki santimetre genişliğinde şeritler dokuttuk ve bir noktada doğru kalınlık ve dokuya eriştik. Üretim süreci ise başlı başına bir tecrübe oldu diyebilirim. Bu noktada Sherbetchi atölyeleri ile çalıştık, 400 metre yün şerit; 6000 adet çivi ile kesişim yerlerinden hassas bir şekilde şablonlara sabitlendikten sonra bütün noktalar tek tek elle birbirine dikildi. İki ayrı tezgahtaki dört katman son olarak üstüste getirilerek birleştirildi. Sabır ve hassasiyet gerektiren bu süreç dört kişilik çalışmayla toplam bir hafta sürdü. Light ise lazer kesim yapıldıktan sonra yine tek tek elle işlendi, ardından bu boşlukların arkasına 1600 adet çelik ayna monte edildi. Bütün bu süreç sonunda şunu söyleyebilirim ki; benim için kalıcı olan
bu deneysel ve uluslararası projeyi hayata geçirmiş olmaktan öte, bu ürünlere el emeği veren insanların böylesine zorlu bir projede en başından beri benimle aynı heyecanı paylaşarak çalışmalarına tanık olmak oldu. Şu anda ortadaki ürünlere baktığımda bütün bu süreci görebiliyorum, el sanatlarının büyüsü de sanırım bu olsa gerek. bs: Galeri ile nasıl biraraya geldiniz? Sergi için bu konsepti oluşturup ürünü kurgulama süreci nasıl gerçekleşti? tn: Carwan Gallery, Beirut tabanlı gezici bir "pop up" galeri. Tıpkı bir kervan gibi, farklı coğrafyalara seyahat ediyor ve bu yolculuğu sırasında yeni insanları bünyesine katarak yoluna devam ediyor. Bizim yolumuz galerinin kurucuları Nicolas BellavanceLecompte ve Pascale Wakim ile geçen yıl Milano'daki ilk sergilerinde, daha sonra da İstanbul'da kesişti. Bana bu seneki sergiden ve Türkiye'den bir tasarımcı ile çalışmayı düşündüklerinden bahsettiler; özellikle el yapımı projelere ilgili, tasarımla sanat arasında duran birini arıyorlardı.
Açıkçası başlangıçta fazla ilgimi çekmedi. Sonrasında projenin aslında geleneksel üretim yöntemlerine odaklanırken bir yandan da inovatif fikirlere oldukça açık ve geleceğe dönük bir yönü olduğunu ve aslında aradıkları tasarımcının ben olduğumu farkettim. Sergi ile ilgili düşüncelerimi ve projeye nasıl bir perspektif katabileceğimi anlattığımda taşlar yerine oturdu. Daha sonra birlikte Beirut'a seyahat ettik, çeşitli zanaatkarlarla, atölyelerle bir araya geldik. O atmosfer altında birbirimizi ve projeyi daha iyi tanıdık, fikirler şekillenmeye başladı ve böylece süreç başlamış oldu. bs: Objelerin sergide mekanla kuracağı ilişkiyi nasıl kurguladınız? tn: Mekan ve sergi tasarımı Deniz Galip ve Michela Tombari'den oluşan OH!Studio'ya ait. Sergi Mart ayında Dubai Design Days'de, sonrasında Salone del Mobile kapsamında Milano'da Lambrate bölgesinde yer aldı. Bundan sonraki durak ise, Temmuz'da gerçekleşecek Beirut Art Fair olacak.
Beceri Okuryazarlığı 1990’larda ekolojist Fritjof Capra, “ekolojik okuryazarlık” ya da “eko-okuryazarlık” kavramını ortaya atarak doğal sistemlerin okunması ve anlaşılmasını tanımladı. Capra’ya göre eko-okuryazar olmak, ekosistemlerin düzenini anlamak ve böylelikle sürdürülebilirlik için daha uygun koşullar yaratılmasına destek olmak demekti. Tasarımın ekosistemleri derinden etkileyen madde ve enerji akışlarının biçimlendirilmesinde kullanılan insan becerisi olduğunu göz önünde bulundurunca daha sürdürülebilir bir dünya tasarlamak istiyorsak ekookuryazarlığın çok önemli olduğunu görürüz.
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Peki ya insan ekolojilerini de göz önünde bulundurursak ne olur? Bunu bir de beceriler üzerinden yaklaşarak, insanların becerilerini, neler yapıp olabildiklerini inceleyerek yapsak? Beceri tasarımını, tıpkı eko-okuryazarlıktaki gibi bir sistem yaklaşımıyla ele alsak ne olur? Nobel ödüllü Amartya Sen’in de önerdiği gibi insan refahını anlamak için metalara odaklanmaktansa becerilere odaklansak? Bu beceriler birinin ne yapabileceği ve olabileceğiyle ilgili olduğu için de bağlamın dinamiklerini ve sistemleri incelememiz gerek. Böylesi bir çabada eko-okuryazarlık bazı basit parametrelerle bize yol gösterebilir. Eko-okuryazarlık bireysel parçalardan ilişkiler, bağlantılar ve bağlamlara yönelmemizi sağlayan ekolojik sistemleri anlaşılabilir kıldığına göre beceri okuryazarlığı da benzer bir çıkış noktasına sahip olabilir. Sen’in beceri yaklaşımının temeli insani işleyiş biçimlerini nasıl gerçekleştirdiğimize dayanıyor. Bunlar temel oluş ve yapışlarımız, genel sağlık ve güvenlik, iş, gelir ve özsaygı gibi. Tüm işleyiş biçimleri sosyal ve çevresel ilişkiler içinde gerçekleşiyor; yalıtılmış bir şekilde değil de sistemler dahilinde vuku buluyor.
HAZİRAN 2012 - XXI 14
Açlıktan ölmeyle oruç tutma arasındaki farkı düşünelim. Orucun ya da katı bir rejimin işleyiş biçimi, açlıktan ölmekten belirgin bir şekilde farklıdır çünkü oruç, varolmasına rağmen yemek yememeyi seçmeyi ifade eder. Böylesi bir seçim, hukuk, sosyal bağlılıklar ve düzenlemelerin olduğu bağlam sistemlerinde mümkündür. Bu nedenle özne, değerli bir amaca erişme becerisini deniyordur. Öznenin bu özgürlüğü gerçekleştirme becerisi vardır.
OTTO VON BUSCH TASARIMCI
Beceriler ancak böylesi belirli çevrelerde -ki bunlara uygulama ekolojileri diyebiliriz- gerçekleşebilir. Benim içsel becerilerim, yeteneklerim, eğitimim ancak dışsal becerilerin beni desteklediği bir ortamda anlam kazanır ve işte o zaman yeteneklerimin gerçekleşmesi için bir sistem ya da bir ekoloji meydana gelir. Becerilere böylesi ekolojik bir perspektiften bakmak içsel ve dışsal becerilerimiz arasındaki ilişkinin izini sürmemizde bize yardımcı olabilir ve tasarımımızı uygulama ekolojileriyle
biçimlendirme ya da birleştirme yöntemlerini keşfetmemize destek çıkabilir. Eko-okuryazarlıkta da olduğu gibi ilgimizi parçalardansa bütüne, içeriklerdense dokuya, metalardansa bağlama kaydırmamız gerek. Eğer bisikletimizi süreceğimiz yollar çok tehlikeliyse bisikletimizin olmasının da pek bir anlamı olmaz. Ayrıca nesnelerden ilişkilere geçmeliyiz. Nesne sadece kendinden menkul özelliklerden oluşan bir şey değil, etrafındaki ilişkilere bağlı bir dizgedir. Yeni bir spor bisiklet çalıştığı sürece mükemmel olabilir ama küçük parçaları tamirat gerektirdiğinde etrafımda mekanik yetiye sahip birini bulamazsam bisiklet tamamen işe yaramaz hale gelir. Her ne kadar biz genellikle sistemlerin katı bir strüktür biçiminde olduğunu düşünsek de eko-okuryazarlık bize sistemleri süreç olarak, etrafındaki çevreyle birlikte değişen ilişkilerin evriminin sürekli evrimi olarak ele almamızı önerir. Yaşam biçimleri, tarzlarıyla birlikte bisikletin rolü de değişir. Sonuçta, bisikletin çevresindeki kentle ilişkisi sokak dokusunun ve trafik kurallarının sabit strüktürüyle örtüşmeyebilir. Bu fikirleri Capra’nın önerdiği eko-okuryazarlığın altı ekolojik ilkesine göre yapılandıralım ama bunu yaparken ekolojiyle beceri yaklaşımı üzerinden tasarım perspektifi arasında paralellikler kuralım. ağlar
Ekolojik bir topluluğun tüm üyelerinin geniş ve karmaşık bir ilişkiler ağında olması gibi bizim yetilerimiz de bir “beceriler ağı” içinde gerçekleşir. Bunlar birbiriyle bağlantılıdır ama bizim müdahalelerimiz, genellikle bilinçli seçimler yapma ya da tüm potansiyelimizi kullanma yetilerimizi desteklemeyen ilişkiler kurmamıza ya da o ilişkileri bozmamıza neden oluyor. Hareket alanımızı kısıtlayan karmaşık teknik ve yasal yapılanmalarla engelleniyor olabiliriz. iç içe sistemler
Doğadaki ekolojiler çok katmanlı sistem strüktürlerinin sistemlerle iç içe geçmesiyle meydana gelir. Tekil bir termit midesindeki zengin bakteri ekolojisine muhtaçtır çünkü yediği ağaçları onlar parçalar. Ama termit aynı zamanda kendi kolonisine de muhtaçtır, kolonisi de çevresine. Bu sistemlerin her biri bir sınır içerisinde entegre bir bütün meydana getirir ama eşzamanlı olarak daha büyük bir bütünün parçasıdır. Benim bisikleti tamir edebilme yetim, bedenimin ve aletler, mekanik standartlar ve bisiklet parçalarının küresel ticareti sisteminin içindedir. Ama aynı zamanda benim bisiklet kullanmamın yerel sosyal kabul görürlüğü gibi bazı kütür sistemlerinin de içindedir. Ve bu sistemler sürekli olarak birbirini besler. döngüler
Bir ekolojinin üyeleri arasındaki etkileşimler zaman içinde enerji ve kaynakların sürekli döngülerle değiş-tokuşu sayesinde biçimlendirilir. Bir sistemde atık olan bir diğerinde yiyecek olarak yeni döngüleri
oluştururlar. Bu denge sabit bir denklik değildir ve sürekli dalgalanmalarla tanımlanabilirler. Bir işbölümü ya da toplumun bir durumu sabit görünebilir ama kendi üyelerinin becerilerini sınırlandırarak etkisiz, güç kaybettirici ya da adaletsiz olabilir ve bu nedenle de aslında çok kararsız bir dengede duruyor olabilir.
başlatır. Daha kısa döngüler daha uzun olanlarla, yerelden tüm gezegen biyosferi ölçeğine dek farklı ölçeklerde kesişir. Benim yeni bir seçim yapmak için sahip olduğum anlık beceri, aynı zamanda kamusal davranışlar ve değerlerin oluşturduğu daha uzun döngüye dahildir. Uzun süreli değişim istiyorsak bu anda değişimin kendisi olmamız gerekir. akışlar
Ekolojik bir perspektiften bakıldığında tüm organizmalar açık sistemlerdir ve hayatta kalmak için sürekli bir enerji ve kaynak akışına gereksinim duyarlar. Aynı şekilde benim becerilerim de yayılır ve “uygulama ekolojisi” aracılığıyla sürer. Esin veririm, örnek teşkil ederim ve diğerlerine öğretirim. Becerilerimiz biz başkalarını taklit ettikçe ya da isteklerimize göre davrandıkça sosyal hayat içerisinde hareket eder. Gelişim
Bir ekoloji içindeki tüm üyeler birbiriyle etkileşim halindedir ve birlikte evrilir ama bu evrim farklı hızlarda ve döngülerde gerçekleşebilir. Organizmalarla çevre arasında sürekli bir adaptasyon ve gelişim vardır. Benzer şekilde, yeteneklerimiz de çevremizle ilişkimize bağlı olarak evrilir. Örneğin, eşyaların fiyatı ucuzladıkça ve tamir edilmiş nesnelere ikinci sınıf muamelesi yapıldıkça tamirat yetilerimiz genel batı ekonomisinde sönümlendirildi. Ama bugün sürdürülebilirlik ve otonomluk gibi başka değerler ortaya çıkıyor ve farklı nedenlerle tamiratı yeniden önemli bir yetiye dönüştürüyor. Dinamik denge
Tüm ekolojik döngüler geri besleme çemberleri gibi davrandıklarından ekolojik sistemler dinamik bir dengeyi koruyarak kendi kurallarını ve düzenlerini
15 XXI - HAZİRAN 2012
frıtjot capra
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Capra’nın altı ekolojik ilkesi tasarımların becerileri nasıl zenginleştirebileceğinin değerlendirilmesi için bir referans ya da tasarım rehberi olarak kullanılabilir, özellikle de becerilerin çevresel sistemlere nasıl bağlantılandığını belirleyen dışsal ilişkilerde. Eğer biz tasarımcılar öncelikli olarak metalarla meşgul olmayı bırakıp becerilerle de ilgilenmeye başlarsak bu altı ilke, bir okuryazarlık edinmemiz için çıkış noktası olarak işlev görebilir ve hatta beceriler konusunda bir duyarlılık yaratabilir. Aynı şekilde “beceriler estetiği” de tasarımcıların beceriler yaklaşımını nasıl benimseyebilecekleri konusunda onlara eleştirel bir yöntem sunabilir.
Tasarım Otomotivle Buluştu İLK KEZ DÜZENLENEN OTOMOTİV PROJE PAZARI VE TASARIM YARIŞMASI, DERECEYE GİREN TASARIMCILARI SANAYİYE KAZANDIRMAK ADINA YATIRIMCILARLA BULUŞTURDU. Otomotiv sektörünün 2023 ihracat stratejisi kapsamında 17-18 Mayıs tarihleri arasında Haliç Kongre Merkezi’nde ilk kez gerçekleştirilen “Proje Pazarı ve Tasarım Yarışması”nda dereceye giren yenilikçi tasarımlar, sanayiye kazandırılmak üzere yatırımcılarla buluşturuldu. Sektörün ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan projelerin sergilendiği pazar alanında, proje sahipleri tasarımlarını sanayicilere sundu ve birebir görüşme imkanı elde etti. Yarışma, proje pazarı ve tasarım yarışması olmak üzere iki ayrı dalda, tasarım yarışması ise profesyonel ve öğrenci olmak üzere iki kategoride yapıldı. Her yarışma yenilenebilir enerji ve çevre, mekanik / fonksiyonellik, emniyet, ergonomi olmak üzere dört kategoride yapıldı. Projeler, sanayiciler tarafından satın
alınarak üretime geçirilebilecek. Yarışma ile ülkemizde Ar-Ge ve tasarım kültürünün yerleşmesi ve teknoloji ile bütünleşmesi, ilgili konularda yeterli birikimin oluşması, yeni tasarımcılar yetiştirilmesi, yerli ihracatçılar tarafından katma değeri yüksek özgün ürünlerin üretilip dünya pazarlarına sunulması amaçlanıyor. Proje Pazarı sergisiyle eş zamanlı olarak gerçekleşen Otomotiv Tasarım Konferansı’nda, küresel rekabet koşullarında yenilik yoluyla katma değer yaratmak tartışıldı. Konferansta Matthijs van Dijk, İnovasyon ve Tasarım Felsefesi; Jens Martin Skibsted, Kentsel Hareketlilik; Gadi Amit, Araba 2.0’ dan Mobilite 3.0’ a; Tom Tjaarda, Otomotiv Tasarımının Geçmişi ve Geleceği konuları ile konuşmacı olarak yer aldı.
Öğrenci kategorisi, Lastech (katılımcı proje)
HAZİRAN 2012 - XXI 16
güncel
Proje pazarı yarışması, Konfor (katılımcı proje)
Öğrenci kategorisi, Civan (katılımcı proje)
Öğrenci kategorisi, Özgür Kapı (katılımcı proje)
Proje pazarı yarışması, enerji ve çevre kategorisi, Sopranno (birincilik ödülü)
Yap-Boz Mobilya MİMAR MERT ÇOBAN'IN ÇOCUKLAR İÇİN TASARLADIĞI CÜCETTO, ÇOCUKLARIN KENDİ MEKANINI VE MOBİLYASINI TASARLAMASINA İMKAN TANIYOR. Beste Sabır: Tasarım ne gibi ihtiyaçlarla ortaya çıktı? Mert Çoban: Bir çocuk kitapçısı için çok amaçlı aktivite alanı ihtiyacını karşılayabilecek bir ürün tasarlama fırsatım oldu. Mekan içinde gerçekleştirilen okuma, oyun, gösteri, dinleti gibi çeşitli aktiviteler doğrultusunda bir araya gelebilme, şekillenebilme ve en önemlisi çocukların hayal güçlerini kullanarak değişik bütünler ortaya çıkartmaları fikri tasarımın çıkış noktasını oluşturdu.
HAZİRAN 2012 - XXI 18
güncel
bs: Ürünün özelliklerinden bahseder misiniz? Kaç farklı şekilde kullanılabiliyor? mç: Konsept üzerinde çalışırken modülasyon, düşeyde ve yatayda birleşme olasılıkları, renk çeşitliğine zemin oluşturabilme gibi özellikler ön plana çıktı. Ürün, üzerinde 12 cm çapında simetrik delikleri olan 30x60x30 cm ölçülerinde prizmatik bir kütle ile kullanım şekline göre delikleri tamamlayan 30 ve 60 cm yüksekliğinde silindirik elemanlardan oluşuyor ve bir çok farklı kullanıma olanak sunuyor. Bunlar arasında; kitap okumak, oyun
oynamak, oyunu kurgulamak, dinlenmek, mekan içinde mekan yaratmak, yeni kütleler oluşturup bunları bir oyuna dönüştürmek, belki de en önemlisi bir araya gelirken yapılanı paylaşabilmeyi sayabiliriz. bs: Malzeme seçiminizde nelere dikkat ettiniz? mç: Çocukların kullanacağı bir ürün olmasından dolayı hafif, yumuşak ama ağırlığa karşı kolay deformasyon göstermeyen, temizlenebilir özellikli malzemelerin tasarımı desteklemesi gerekiyordu. Bu kararlardan yola çıkılarak sert sünger ve silinebilir yumuşak kumaş kullandık. Bu aşama için prototip sonrası diyebileceğimiz bir ara örnek üretildi, çocukların ve büyüklerin beğenisine sunuldu. bs: Üretim süreci nasıl ilerledi? mç: Sünger malzemelerin ölçülerine göre kesimi, delik yerlerinin açılması ve silindirik elemanların üretimi bir sünger fabrikasında gerçekleştirildi. Değişik renklerdeki kumaşlar tedarik edildi. Son aşama olarak bir kaplama atölyesinde süngerlerin üzeri kumaşla kaplandı.
Şehrin Yeni Gazetesi Sokaklarda 13 EKİM - 12 ARALIK 2012 TARİHLERİ ARASINDA GERÇEKLEŞECEK OLAN İSTANBUL TASARIM BİENALİ ÖN ETKİNLİKLERİ KAPSAMINDA “NEW CITY READER” GAZETESİ şehrin farklı mekanlarında görülebilir. Geçtiğimiz günlerde İstanbul Tasarım Bienali'nin yayınladığı “New City Reader” gazetesi bienalin sonuna kadar, düzenli aralıklarla yayınlanacak ve şehrin farklı noktalarına asılacak. Kent, mimari ve kamusal alana dair makalelerin yer alacağı gazetenin editörlüğünü, mimar, teorisyen ve araştırmacılardan seçilecek konuklar üstlenecek. İki haftalık periyotlarla toplamda 16 sayı yayınlanacak sokak gazetesinin her sayısı 1000'er adet basılarak çeşitli alanlarda ücretsiz olarak dağıtılacak. Konusu “Gündem" (Agenda) olarak belirlenen "New City Reader"ın ilk sayısının editörlüğünü İstanbul Tasarım Bienali küratörlerinden Joseph Grima ve ekibi üstlendi, grafik tasarımı ise Marco Ferrari ve Elisa
Pasqual tarafından yapıldı. Bu sayıda yardımcı küratörlerden Elian Stefa, Ethel Barona Pohl ve Pelin Tan, Columbia Lab Direktörü Kazys Varnelis ve İstanbul Tasarım Bienali adına projenin koordinatörlüğünü üstlenen Benan Kapucu’nun da makaleleri yer alıyor. “Eşik/Threshold” başlıklı ikinci sayının editörlüğünü ise Pelin Tan üstleniyor. Gazetenin yayınlanan ilk sayısı, Bilgi, Yeditepe, Doğuş, Aydın, Maltepe, Kadir Has, Mimar Sinan Güzel Sanatlar, Işık, Yıldız Teknik Üniversiteleri, İTÜ Gümüşsuyu Kampüsü, Urban Cafe, DEPO, ODA Kule ve İKSV Binası’nda okunabilir. Ayırca gazetenin içeriğine İstanbul Tasarım Bienali web sitesinden de ulaşılabilir.
HAZİRAN 2012 - XXI 20
güncel
GAD Times iPAD'de GÜNCEL PROJELER VE HABERLERİN YER ALDIĞI GAD GAZETESİ GAD TIMES'IN İÇERİĞİNE ARTIK iPAD'DEN ERİŞMEK MÜMKÜN. Yaklaşık üç yıldır faaliyet gösteren ve altı ayda bir GAD yurt içi ve yurt dışı çalışmalarını, inovatif laboratuvar araştırmalarını, enformasyon mimarlığını kamuoyu, gayrimenkul sektörü ve medyayla paylaştıkları GAD gazetesi (Global Architectural Times), iPad uygulaması olarak yayınlandı. Kısa bir süreliğine ücretsiz olarak indirilebilecek olan GAD Times uygulaması, güncel GAD projelerinin yanı sıra enformasyon mimarlığı hakkında da eğlenceli ve etkileşimli sayfalar sunuyor. GAD Times, altıncı sayısını da yakında bu platformdan okuyucularla paylaşmayı hedefliyor. Uygulamaya aşağıdaki linklerden ulaşılabilir: itunes.apple.com/tr/app/gad-news/ id524346840?mt=8 www.gadarchitecture.com/?p=6715
Konseptlerle İletişim Kurmak
HAZİRAN 2012 - XXI 22
güncel
Connectıng Concepts (Konseptleri Bağlamak) sergisi, Hollanda’daki tasarım kültürünü paylaşmak için dünyanın çeşitli kentlerinde geziyor. Desıgn Week kapsamında İstanbul’a da gelecek olan sergi, tasarımların süreçlerini göz önüne seriyor.
Hülya Ertaş Mimarlık ile moda tasarımını yan yana göreceğinizi bilerek gittiğiniz bir serginin neye benzeyeceğini hayal etmek epey güç. Alışageldiğimiz bir şey değil bu. Mimarlığın yanına olsa olsa mobilya tasarımını konuşlandırabiliriz, bizim alışkanlıklarımız içinde bunu bile disiplinler arası olarak adlandırmaktan çekinmeksizin. Konseptleri Bağlamak sergisi ise mimarlık, grafik tasarım, yeni medya, ürün, takı ve moda tasarımı ekseninde hiç teklemeksizin salınıyor. Mimari proje maketlerinin yanında bir elbise, az ilerideki bisikletin yanında bir kitapevinin logo çalışmalarını görüyorsunuz ve bunların yan yanalığı size bazı şeyler düşündürüyor. Serginin küratörü Ed van Hinte tarafından belirlenmiş on tema çerçevesinde şekillenen sergide odadan odaya geçerken farklılaşan temaları bir süre sonra yazılara
bakmaksızın tahmin edebiliyorsunuz. Bunlar işleri kolaylaştırmak (işi doğaya bırakmak) ya da ötesine geçmek (hedeflenen kullanım şeklinde farklılık yaratarak inovasyona varmak) gibi kelimelerle tarifleniyor. Temalar, son ürüne değil de projelerin tasarım süreçlerine odaklanarak oradan ürettiği analojilerle kurulmuş olduğu için zaten serginin başlığı Disiplinleri Bağlamak değil de Konseptleri Bağlamak. Ve işte bu nedenle de bina maketinin yanında logo tasarımı görmek tuhaf gelmiyor. İşler tasarım süreçleri üzerinden birbirine bağlılar. Hollanda tasarımının her zaman konsepte yaptığı vurgu bu sergide daha da ön plana çıkıyor, tasarım kültürünü vurgulayan bir fikre evriliyor. Konseptlerin birbiriyle ilişkilendirilmesi için başvurulan yedi bağlantı ise zanaat, tasarım, kimlik, uzun dönem,
güncel 23 XXI - HAZİRAN 2012
yazılım, strüktür, kullanım. Bu yedi bağlantı piktogramlarla her bir ürünün açıklamasında yer alıyor. Ürün açıklamaları aynı zamanda tasarım sürecinden eskizler ve çizimleri de içeren ve çok kısaca o ürünün neden o temaya ait olduğunu aktaran eşlikçiler. Sergide yer alan hiçbir ürün, tüm yönleriyle açıklanmaya çalışılmıyor ki bu da temalar etrafında organize edilen odaları daha anlaşılır kılıyor. Konseptleri Bağlamak, kararlı bir şekilde hedefine doğru ilerleyen rafine bir anlatımla Hollanda tasarımını ziyaretçilere aktarıyor. Sergi 2011’de Hindistan’ın Ahmedabad Mumbai ve Bangalore, Çin’in Pekin ve Şanghay kentlerinde izleyicilerle buluştuktan sonra Eindhoven’daki Designhuis’e gelmiş. 6-10 Haziran tarihleri
arasında Berlin Uluslararası Tasarım Festivali DMY’ye gidiyor, sonbaharda da İstanbul’a geliyor olacak. Sergi gittiği her ülkeden tasarımlarla çoğalarak sürekli kendini yeniliyor. Başından itibaren mobil bir sergi olarak kurgulanan Konseptleri Bağlamak’ın tasarımı Bertjan Pot ve Joost Grootens tarafından yapılmış. Tasarımların ardındaki fikirleri öne çıkarmak için görselliğin daha vurgulu olmasını hedefleyen ekip, ürünleri üzerine yerleştirdikleri masanın örtüsünü fotoğraflar ve eskizlerin üzerine basıldığı bir arayüz olarak kullanma fikriyle yola çıkmış. Basit bir çelik strüktürle kolaylıkla kurulup sökülebilen sergi, Hollanda tasarımının kavramsal altyapısını dünyanın farklı kentlerindeki izleyicilerle paylaşarak bir diyalog başlatıyor. fotoğraflar: Lizzy Kalisvaart
TransferKapı
HAZİRAN 2012 - XXI 24
Fotoğraflar: Yunus Argan
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeo-Park Alanı Uluslararası Mimari Avan Projesi, geçtiğimiz günlerde üç finalist projenin belirlenmesiyle son buldu. Bu süreç aslında yarışmanın ilanıyla değil, beş yıl önce belediye ve bakanlıklar gibi çeşitli kurumlarla kurulan ilişkilerle başlamıştı. Peki, başlangıç hedeflerinden ne kadarı başarıldı? Uluslararası bir mimari proje yarışmasından, ön yeterliliği sağlayan ekipler arasında proje temini hizmet alımına dönüşen süreci anlamak için Yenikapı’nın bir transfer noktası olarak Tarihi Yarımada üzerindeki etkilerini uzun süredir araştıran aktörleri davet ettik. Jüri başkanı Suha Özkan’ın yanı sıra Aykut Köksal, Korhan Gümüş, Murat Güvenç ve Tansel Korkmaz tartışmaya katılarak süreci değerlendirdi. Yenikapı’da problem ortaya konulduktan, ana kararlar verildikten sonra mimarlık ve şehirciliğin dahil edilerek çözüm beklenmesinin imkansızlığından, transfer noktasının işlemeye başlamasıyla Tarihi Yarımada’yı bekleyen dönüşümlere dek birçok konu, izleyicilere açık olarak tartışıldı. Başta bu toplantı fikrini ortaya atan Korhan Gümüş olmak üzere tüm toplantı katılımcılarına, görüşleriyle konuyu zenginleştiren izleyicilere ve bizimle mekanını paylaşan Salt’a teşekkürlerimizle. Hazırlayan: Hülya Ertaş
aykut köksal
gerekirse bunun ilk başta yarışmacılara sunulan programda ele alınması gerekirdi. Böyle bir şeye hiç değinilmemiş bile. Hatta apriori olarak yarışmanın programı, durumu o kadar kabullenmiş ki Yenikapı'daki bu transfer noktasının Suriçi'nin ulaşımına eklemlenmesini ve entegre olmasını talep ediyor. Sorunu görüp buna göre pozisyon almak yerine göz ardı eden bir programın sunulmuş olması, sorunu daha da büyütüyor.
Tarihi Yarımada'nın ortasında yer alan bir transfer merkezinin hangi meseleleri beraberinde getireceğine bakmadan önce gelin isterseniz hepimizin bildiği bazı şeyleri yeniden anımsayalım. Tarihi Yarımada'nın, bu metropolün son yüzyıl içindeki gelişim süreci içinde nasıl bir rol üstlendiğini, nerede durduğunu görmeye çalışalım. Bugün Tarihi Yarımada'ya baktığımızda özellikle 1950 sonrasında yapı stoğunun önemli bir bölümünün değişime uğramasına, sivil mimarlık örneklerinin önemli bir bölümünün yenilenmiş olmasına karşın hala ana karakteriyle, ölçeğiyle, hatta siluetiyle ve yol örüntüsüyle bir değişime uğramadan bugüne ulaşmış bir yer olduğunu görürüz. Peki nasıl olmuş da Tarihi Yarımada metropolün nüfusunun bu denli artmış olmasına rağmen kendisini koruyabilmiş? Bunun nedeni 19. yüzyıl ortalarında merkezin Tarihi Yarımada'yı terk etmesi ve bugüne kadar da adım adım kuzeye doğru tırmanması. Yani İstanbul'un modernleşme serüvenini, İstanbul'un bütün dönüşümünü merkezin kuzeye doğru tırmanması üzerinden okuyabiliriz. Hepimizin bildiği bu tırmanış, önce Karaköy’den Galata'ya, oradan Tünel, İstiklal Caddesi, Taksim, Mecidiyeköy, Büyükdere Caddesi ve sonunda Maslak'a uzanan, sürekli kuzeye doğru giden lineer bir eksen üzerinde yer alır. Merkezin Tarihi Yarımada'yı terk etmesi ve Boğaz köprülerinin de bu kuzeye doğru tırmanışı desteklemesi Tarihi Yarımada'nın da kentin dönüşümündeki dinamiklerin dışında kalmasına neden olmuştur. Kendisi de doğal olarak bir dönüşüm göstermiş ama bir koruma nesnesi, anlamlı koruma kararlarının alınabileceği bir nesne olarak Suriçi İstanbul bugüne ulaşabilmiştir. Bu saptamaların ardından bugüne gelebiliriz.
Programın bir bölümü belirli bir yeri değil, belirli bir mekanı gösteriyor. O mekanı tanımlayalım: Başta da belirttiğim gibi Marmaray'ın, metropolün mevcut diğer ulaşım sistemlerine eklemlenmesini sağlayacak olan bir transfer noktası. Bunun çözülmesi gerekiyor. Bir de yer var. O yer neresi? Theodosius Limanı'nın bulunduğu, Tarihi Yarımada'nın içinde konumlanan Yenikapı. Baştan beri tanımladığım temel sıkıntı da tam bu noktada, yani bu mekanın o yerde yer alacak olmasından çıkıyor. İşte bu durum mimarlığın burada çözüm taşıyıcı olma potansiyelini de yanında getiriyor. Bu bir fırsat: Acaba o mekan ve o yer birbirine değmeden bu iş çözülebilir mi? Transfer noktası bir yandan temel işlevini yerine getirsin, Marmaray’ı kentin öteki ulaşım dizgelerine eklemlesin ama bir yandan da o yerden bağımsız olsun, yani yeri bir çekim noktasına dönüştürmesin. Bugünkü Yenikapı çevresindeki spekülasyonları boş çıkartan, o çevreyi ardından büyük bir dönüşüme götürmeyecek ve Tarihi Yarımada'yı da ciddi bir tahribatla karşı karşıya bırakmayacak olan bir çözüm üretilebilir mi? Eğer siz programın iki parçasını birbirinden yalıtırsanız, yer ile mekanın tanımladığı işlevleri birbirinden koparırsanız bu mümkün. Yer zaten kendi programını yanında getiriyor ki o, yarışmanın başlığında da var. Orası bir antik liman, dahası Suriçi İstanbul'un yakın dönem kültürü açısından da oldukça ilginç. Kent kültürü, folkloru, arkeolojisi açısından önemli bir yer. Bu, o yerin sahip olması gereken programı işaret ediyor; öte yanda transfer noktasının tanımladığı program var. Aslında bu iki programın birbirine değmeden çözülebilmesinin istenmesi gerekirdi, bunu çağıracak olan bir yarışma anlamlı olurdu. Böylesi bir yarışma, Yenikapı Transfer Noktası'nın daha baştan yer seçimiyle getirdiği riskleri bertaraf etme imkanını vermeye kapıları açabilirdi. Ama ne yazık ki gerek yarışmanın genel kavranış düzeyi, gerekse yarışmadaki ödüllendirmeler açısından sonuca baktığımızda benim bu söylediklerimin hiçbir biçimde söz konusu bile olmadığını, dikkate bile alınmamış olduğunu görüyoruz. Doğrusu Tarihi Yarımada için üzülüyorum. Bunu Mimarist dergisi için yazdığım yazının başlığında da belirttiğim gibi "Yenikapı için kaçan fırsat" olarak görüyorum.
Yenikapı Transfer Noktası, yer olarak Yenikapı'ya yapıldıktan sonra Tarihi Yarımada artık korunmaya devam edebilir mi? En temel soru bu. Siz istediğiniz kadar belirli kuralları, belirli yönetmelikleri, yasal düzenlemeleri yapın, o yoğunluğu taşıyan, o çekim noktasını oluşturacak olan transfer noktası Yenikapı'da yer aldığı zaman artık Tarihi Yarımada'nın korunmasına olanak yoktur. Kentsel ölçekte ciddi bir problematikle karşı karşıyayız. Peki bu problematik nasıl bir mimari problematiğe dönüştürülebilir ve bir mimari problematik olarak yarışmada nasıl ele alınabilir? Doğrusunu söylemek
Korhan Gümüş: Yaşanan sürecin geçmişine dair en çok bilgiye galiba ben sahibim. Bugün konuştuğumuz mevzunun ortaya çıkmasına bir müdahale etme ihtiyacı yol açtı. Kimler vardı bu aşamada? İhsan Bilgin, Aykut Köksal, Mehmet Kütükçüoğlu, Murat Güvenç, Tansel Korkmaz… İlk müdahale 2007 yılında oldu, o zaman Yenikapı’daki tabelada bitmiş bir proje asılıydı. Bir kalemtıraşa benzettiğim bir ulaşım yapısı ile öbür tarafta bir alışveriş merkezi benzeri, çatısı hafif dalgalı bir başka yapı ama tasarım yaklaşımı tamamen farklı bir kütle görünüyordu bu tabelada. Kazı alanında
25 XXI - HAZİRAN 2012
Aykut Köksal: Biliyorsunuz panellerde bir kural vardır: Genellikle paneli yöneten moderatör bir soru sorar ve panelist o soruyla ilgilenmez ve kendi düşündüklerini söyler. Ben bu kuralı bozmayacağım. Bir bölümünde benim de aktif olarak yer aldığım ama asıl Korhan'ın önemli bir figür olduğu yarışma öncesindeki uzun süreci kendisi anlatacaktır. Ben ondan bahsetmeyeceğim, asıl yarışmanın bütününe ilişkin bir problematiği burada konu etmek istiyorum. Bu yarışma benim için bir kentsel problematiğin bir mimari problematiğe dönüştürülebilip dönüştürülemeyeceği meselesiydi. İsterseniz son sözümü söyleyerek başlayayım: Sonunda ne yazık ki dönüştürülemedi. Dönüştürülebilirdi, bir fırsat açıldı ama olmadı. Konuyu netliğe kavuşturmak için önce şunu saptamakta yarar var: Yenikapı Transfer Noktası, iki kıta arasındaki mevcut lastik tekerlekli ulaşımın sağladığı kapasitenin 15 misli üzerinde bir ulaşım kapasitesini sağlayacak olan Marmaray'ın, metropolün diğer ulaşım sistemlerine eklemlenmesini sağlayacak olan bir transfer noktası. Böyle bir transfer noktası ilk kez gerçekleşiyor İstanbul'da. Bu transfer noktası İstanbul'un hangi noktasında yer alırsa yer alsın o noktayı çok büyük bir çekim alanına, cazibe noktasına dönüştürecektir. Gerek o yer, gerekse kentin bütünü için, o günden sonrası o transfer noktasının hizmete girmesinin öncesinden farklı olacaktır. Yani kentin ana tarihsel kırılma noktalarından birini oluşturacaktır. Bunu bir kenara çok net olarak yazalım. Bu daha ilk baştan bir veri olarak elimizde. Peki Marmaray için seçilen transfer noktasının yeri neresi? Yarışmanın başlığı bile bir yandan bir transfer noktası tanımlıyor, bir yandan da bize bir yer tanımlıyor. O yer Yenikapı ve Tarihi Yarımada'nın tam göbeğinde, Theodosius Limanı'nın bulunduğu yer.
“Yenikapı Transfer Noktası, yer olarak Yenikapı'ya yapıldıktan sonra Tarihi Yarımada artık korunmaya devam edebilir mi? En temel soru bu.”
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
Hülya Ertaş: Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeo-Park Alanı Uluslararası Mimari Avan Proje Yarışması geçtiğimiz günlerde üç finalistin belirlenmesiyle sonuçlandı. İki aşamalı olarak düzenlenen yarışmada ön seçim yeterlilik koşullarını sağlayan dokuz mimari ekibin projeleri Nisan başında jüriye sunuldu. Bu sunumlar aynı zamanda herkes tarafından izlenebiliyordu, projeler de bir ay boyunca İMP'de sergilendi. Biz bugün bu süreci konuşacağız. Öncelikle bu yarışmanın ilanından önce de Yenikapı ve çevresinde çok aktörlü bir yönetim planı için çalışmalar yapıldığını biliyoruz. Dahası zaten tarihi bir liman olarak özel bir yer olan Yenikapı'nın, Marmaray bağlantısının sağlanmasıyla birlikte yakın gelecekte büyük bir öneme sahip olacağını bugünden söylemek mümkün. Yarışma öncesindeki çalışmaları da göz önünde bulundurarak bu alan için açılan yarışma nasıl bir katılımcılık öngördü?
“Bizde kamu yaratıcı enerjiyi kullanmayı, geliştirmeyi, desteklemeyi beceremiyor. Tam tersine anonim kalıplar altında onu söndürüyor.” korhan gümüş
Diyeceksiniz ki siz kim oluyorsunuz da bu projeye müdahale ettiniz? Kentle ilgili konular genellikle yönetimlerin aldığı kararlar üzerinden tartışılır. Ama kentle ilgili kamu politikalarının geliştirilmesinde uzmanlar, basın önemli bir rol oynar. Yenikapı’daki gibi farklı aktörleri kapsayan, farklı öncelikler içeren ve ilişkisel bir şekilde ele alınması gereken bir planlama ve projelendirme konusunun olağan koşullarda üretilmesi zaten mümkün değildi. Biz de bu konuda bir gelişme sağlamak için bu süreci etkilemeyi hedefleyen profesyonel bir diplomasi üretmeye çalıştık. Ulaştırma Bakanı'nı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nı ve Kültür ve Turizm Bakanı'nı ve elbette bu süreç için uygun olabilecek bir yapıyı, 2010 Ajansı’nı ikna etmeye çalıştık. Bu çalışma, yani
HAZİRAN 2012 - XXI 26
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
konumlandırılan ulaşım yapısı Marmaray ekibi tarafından, 40.000 m2 civarındaki alışveriş merkezini andıran diğer yapıysa belediye tarafından projelendirilmişti. İki metro ve Marmaray hattının buluştuğu noktadaki transfer alanında yapılar arasındaki bağlantı bu aşamada çözülmemişti. Hatta şaşırtıcı ama ilk başta iki transfer merkezi arasındaki mesafenin bir kilometreye yakın olduğu biliniyordu. Yani ilk başta “100 Ada” denilen yere Marmaray'ın transfer merkezinin yapılacağı öngörülmüştü, metro istasyonları ise bugünkü bulunduğu yerde olacaktı. Neyse ki burada yapılan kazılarda yerinde korunması gereken kültür varlıkları ortaya çıkınca bu lokasyondan vazgeçildi ve iki istasyon birbirine yaklaştırıldı.
eısenman archıtects & aytaç mimarlık (finalist)
bağımsız ve gönüllü bir çalışma grubunun yarışma sürecine de yol açan müdahalesi bu şekilde gerçekleşti. Marmaray projesi, bugün artık herkes biliyor uzun bir geçmişi olan bir proje. Benim tanışmam Arnavutköy-Kandilli arasında yapılması planlanan 3. Köprü mücadelesi sırasında oldu. O tarihlerde Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu köprü için ihaleye çıkılacağını ilan etti. Biz de köprünün geçeceği mahallelerde toplantılar başlattık. Çok ilginç bir şey oldu. İhaleye çıkılacağını açıklayan Bayındırlık Bakanlığı bize karşıyken, Ulaştırma Bakanlığı bizimle temas kurmak istedi ve biz de kabul ettik. Müsteşar düzeyinde Ulaştırma Bakanlığı’yla 1997'lerde temas kurduk ve aynen şöyle söylendi: "Siz madem Boğaz’a yapılacak 3. Köprü’ye karşısınız o zaman Marmaray'ı destekleyin, böylece köprü ihtiyacı kendiliğinden ortadan kalkar." O zaman İstanbul Büyükşehir Belediyesi de köprüye karşıydı ve bizim yanımızdaydı. Dolayısıyla büyük toplantıları Büyükşehir Belediyesi'nin meclis salonunda yapmaya başladık. Ulaştırma Bakanlığı da bizim bir partnerimiz olarak bu toplantılara katılmaya başladı. Fakat proje gerçekleşirken ortaya şöyle bir başka sorun çıktı: Marmaray için Ulaştırma Bakanlığı'nın seçtiği hat 19. yüzyıldan kalma sahildeki eski endüstriyel ulaşım hattıydı. Çünkü kamulaştırma yapılmayacak en uygun olan yer kendi arazisiydi. Bu nedenle de kentin omurgasını oluşturacak bu hattın başka bir yere kaydırılması düşünülmedi ve Marmaray Tarihi Yarımada’yı bir ulaşım platformu haline getirecek bir şekilde belirlendi. Sonuçta Marmaray merkezi yönetimin planladığı bir ulaşım projesiydi. Bizim yapmaya çalıştığımız da onu kentselleştirmeyi amaçlıyordu. Yenikapı’yı bir pilot uygulama olarak ele almaya çalıştık. Burada çok aktörlü bir yönetim modeline ihtiyaç vardı ve yönetimi misyon odaklı bir örgütlenme gerektiriyordu. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Yasası da bu tür bir misyon odaklı yönetim modeli için fırsatlar sunuyordu. Başka bir fırsat daha vardı: 2004 yılında UNESCO Dünya Miras Komitesi Direktör Vekili Minja Yang ile birlikte bölgede yapılan ilk geziden sonra o da aynı konuya dikkat çekmişti. UNESCO Miras Komitesi’nin İstanbul'dan beklediği Alan Yönetim Planı için de eşi benzeri olmayan bir uygulama fırsatı sunuyordu Yenikapı. Yani Yenikapı Transfer Merkezi'nde yapılacak mikro bölgeleme çalışması o saha üzerinde gerçekleştirilecek olan kurumlar arası işbirliği ve proje yönetimi gibi konularda bize çok büyük bir deneyim fırsatı sunuyordu. Çünkü UNESCO Dünya Miras Komitesi'nin aldığı kararda sadece yönetim planının yapılması değil, aynı zamanda uygulama alanlarının ortaya çıkarılması da isteniyordu. Zaten biz de Marmaray projesinin, Kara Surları Bölgesi, Sultanahmet Arkeoloji Parkı, Süleymaniye, Zeyrek hatta Sulukule gibi alanların yanı sıra bir mikro bölgeleme önerisi olarak Kültür Başkenti programının ana meselesi olacağını ve bir gelişme sağlanabileceğini düşünüyorduk. Bu önerimiz büyük bir heyecanla kabul gördü. Bu gelişmenin sağlanmasında İhsan Bilgin'in ve başta saydığım kişilerin çok önemli katkıları oldu. Ulaştırma Bakanı'na, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’na Yenikapı’nın bir 2010 projesi olarak önerilmesi uzun tartışmalar sonucunda mümkün oldu. Farklı kurumların Yenikapı’da, kentin en önemli transfer merkezi olacak alanda
Murat Güvenç: Ben yarışmaya katılan ekiplerden birinde yer aldım. Bu, mesleki deontoloji açısından bazı sorumluluklar getiriyor. Bu sorumluklar altında konuşmak elbette çok zor. Bu nedenle Korhan ve Aykut'un söylediklerini açıp bu yarışmadan neler öğrendiğimi, EAA takımı olarak neler yapmaya, nelerden kaçınmaya çalıştığımızı anlatayım.
murat güvenç
Başlangıç olarak iki noktayı vurgulayayım. Aykut'un söz ettiği kent ölçekleriyle mimari ölçeklerin birbirine karışması yeni ve bu projeye özgü olmaktan çok yeni dönemin problemi. İMP gibi kentsel tasarım ve metropoliten planlama gibi alt ve üst ölçeklerin beraber kullanıldığı kurumlar bize özgü olmadığı gibi bir eleştirel ölçüt de değil. İkinci olarak İstanbul'un kendisine özgü konumunu ve küreselleşme sürecinde sergilediği dönüşümleri göz ardı etmemek gerekiyor. İstanbul gecekondulu, dolmuşlu, işportalı, bir küçük üreticiler kentinden, bir azman sanayi kentinden, bir kentsel bölgeye, küresel kente dönüşüyor. Bu dönüşümünü nasıl yapıyor? Nasıl yapabilirdi, nasıl yapıyor? Bu konuyu tartışma imkanını verdiği için Yenikapı yarışması çok önemliydi. Ben burada Yarımada’yla ilgili emrivakilerin, dışarıdan verilen kararların tümünü yan yana koyduğumda yapılanın hak edilmemiş bir işkence veya bir cezalandırmaya dönüştüğünü düşünüyorum. İstanbul ve Tarihi Yarımada bunu hiç hak etmedi, etmiyor da. Metafor olarak bir şey söyleyeyim. Belçika'da toplum dil üzerinden farklı kültürel bölgelere ayrılırken bir sürü öneri ortaya çıkmış. Jacques Brel bir şansonunda bu konuda “Eğer bizim çocuklar size bir kötülük yapmadılarsa niye onları Flamanca öğrenmeye mecbur ediyorsunuz?" diye sorar.
atelye 70 & francesco cellını & ınsula archıtettura e ıngegnerıa (finalist)
27 XXI - HAZİRAN 2012
Orada dalgalı çatısı olan bir alışveriş merkezi yapılsaydı kimsenin sesi çıkmayacaktı, herkes huzur içinde bu uygulamayı seyredecekti İstanbul'un diğer noktalarında olduğu gibi. Biz bu işe çomak soktuk, değiştirdik, üstelik de bütün aktörlere kabul ettirdik, daha doğrusu ettirdiğimizi zannettik. Ama bürokrasinin pratikleri bu şekilde gerçekleşmedi ve süreç iki sene gecikti. Başbakan çanak çömlek çıktı diye bizi beş sene oyaladılar demişti ya işte o beş sene bu süreci yapılandırmak için altın fırsattı. Kazılar devam ederken bir an önce halkın hizmetine açma stresi ortadan kalktığı için çok kolay yapılandırılabilirdi bu süreç. Kamu diplomasisinin sadece yönetim tarafından değil, sivil girişimler, basın, yazarlar, sanatçılar gibi diğer aktörleri tarafından da sahiplenilmiş olsaydı, merkezi yönetimin idaresi altında böylesi bir kaynak aktarma konusuna dönüşmeseydi bu mümkündü. Fakat ne yazık ki Kültür Başkenti'nin bitmesi beklendi bu projenin uygulamaya geçebilmesi için. Ne zaman ki Temmuz ayında ajans kapılarını kapattı, ondan sonra artık işler yürüyormuş gibi olmaya başladı. Bizim için çok da yarışmadan ibaret değildi bu süreç. Onun arkasındaki fikir, çok daha farklı bir stratejik yaklaşımla birlikte Aykut’un demin işaret etmiş olduğu bu dönüşümü kavrayabilecek, buradaki parçalı yönetim modelini dönüştürebilecek ve bu projeyi kentselleştirecek bir adım atmaktı. Bunu başarabildiğimizi zannetmiyorum.
“Tarihi Yarımada'nın İstanbul'da bu haliyle bugüne gelmiş olması bir mucizedir. Mucizeler de tanımları gereği kendini sıklıkla tekrarlayan şeyler değildir.”
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
değişik öncelikleri, talepleri bulunuyordu. Ama bu değişimin yönetilmesi için yeterli değildi. Kültür Başkenti Yasası ise bütün kamu kuruluşlarını birlikte çalışmaya zorlayabiliyordu, proje yönetiminde çok aktörlü bir yapıya olanak tanıyordu. 2010 Kültür Başkenti'nin üstelik bu projeye maddi destek vermesi önemliydi. Ayrıca Tarihi Yarımada Alan Yönetimi Planı’nın da programa alınması sağlandı. Bütün bunlar, bu projenin yönetimi açısından, yani ortak bir program geliştirme hazırlığı için bütün kurumları bir alan çalışmasına davet etmesi eşsiz bir fırsattı. Fakat sonradan görüldü ki bu o kadar kolay bir iş değilmiş. Ulaştırma Bakanı’nın kabul etmesine, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın yarışmaya çıkılana kadar sürekli bu projeye büyük destek verdiğini söylemesine rağmen bürokrasi aynı şekilde çalışmadı. Birçok yanlış algılama, engelleme oldu. Biz burada geçici bir sergi yapmak istiyorduk. Gönüllülerle birlikte gece yarıları, hafta sonları çalışarak kazı alanının ön cephesinde üstelik proje için hiçbir bütçe olmadan çok başarılı bir sergi ve proje yönetim ofisi teklifi hazırladık. Bu geçici projenin Koruma Kurulu tarafından onaylanması gerektiği söylendi. Sunduğumuzda kurul projeyi reddetti, çünkü bu sergiyi burada yapılacak transfer merkezinin ön projesi zannetmişler! Biz bir şeyi karıştırıyorduk ama neyi karıştırdığımızı bir türlü anlayamadık. Birileri bu işten rahatsız oldular ve proje sürecini engellemeye çalıştılar.
“Değişimle korumayı birlikte düşünmek gerekiyor, temel soru şu: Bu anda ve durumda neyi, nasıl koruyacağız ve neyin, nasıl dönüşümüne zemin hazırlayacağız? ” tansel korkmaz
Burayla ilgili kararlar çevre koşulları itibariyle mimarın, tasarımcının elini ayağını bağlıyor. Problem çözme sanatı olarak tasarımın devreye girdiği bir durumla değil de, adeta dışarıdan çözülmüş bir problemin, bir emrivakinin mekana eklemlenmesi problemiyle karşı karşıyayız. Eleştirel bir çerçevede ele alınmadığı takdirde proje bir tür teğelleme, iliştirme alıştırmasına dönüşebilir. EAA ekibi problemi bu terimlerle ele almayı reddederek alternatif bir dünya tasarlamayı denedi. Mesela neler yaptık? Harem'de batırılıp Yenikapı'nın doğusunda, Ahırkapı'da yüzeye çıkan lastik tekerlekli araçlar için yapılan Avrasya Tüneli'ni 2,5 km öteledik. Birçok aksı yayalaştırdık. Projenin vizyon sınırının ötesine geçtik. Bunu yaparken de tabi ki yarışmanın kavramsal çerçevesinin dışına çıktığımız için kazanamayacağımızı biliyorduk. EAA projesi filmde de belirtildiği üzere kazanmak için yapılmış bir projeden çok bir hayal, bir alternatif projesidir. Ama projede sistem detaylarından bölge analizine kesitten makete
HAZİRAN 2012 - XXI 28
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
Tarihi Yarımada'nın da kimseye bir şey yaptığı yok. Ne istiyorsunuz ondan? EAA sunuş filminde de vurgulandığı üzere Tarihi Yarımada'nın İstanbul'da bu haliyle bugüne gelmiş olması bir mucizedir. Mucizeler de tanımları gereği kendini çok fazla sıklıkla tekrarlayan şeyler değildir. Şansımızı daha fazla zorlamamamız yararlı olabilir.
cafer bozkurt mimarlık & mecanoo archıtects (finalist)
istenilenler yapılmıştır. Ortada bir alternatif gelecek var mı? Herkes isterse olabilir. Neden olmasın? Açtığı tartışma platformu ve ardından öğrendiklerimiz açısından bu yarışma çok öğreticiydi. Parçası olduğum geniş EAA ekibinin pek çok katılımcısının da böyle düşündüğünü biliyorum. Son olarak İstanbul’un ve Yenikapı'nın özel konumlarıyla ilgili birkaç noktaya değinmek istiyorum. Tarihi Yarımada’nın Türkiye ulusal devletinin sınırları içerisinde oluşu, orada istediğimiz gibi tasarım yapma olanağı vermiyor. Burası bir dünya kültür mirası. Nasıl Boğaziçi'nin uluslararası su statüsü nedeniyle her istediğimizi yapamıyorsak buraya da saygılı davranmamız gerektiği açık. Orada 1.500-2.000 yıldır duran binalar, temeller; 8.000 yıllık bir yerleşim merkezi var. Bu mucizenin nasıl oluştuğu, kırılganlığı ve nasıl tehditler altında olabileceği konusu herhangi bir genel modelin içerisine oturtulabilse söylediklerime hiç gerek olmazdı. Ama Boğaz ve Haliç nedeniyle İstanbul çok ilginç bir şehir. Köprü kurmak için fazla geniş, ciddiye almak için fazla dar kalan bu iki engel nedeniyle İstanbul'un makroformu Mercedes-Benz armasını andıran üç parçalı bir forma benzer. 20. yüzyıl boyunca kentin aralarında 120 derece fark bulunan büyüme vektörlerinin bileşkesi (veya ağırlık merkezi) hep Tarihi Yarımada'da Eminönü'nde, Yeni Cami civarında kalmış. 250 metre güneye 300 metre kuzeye kaysa da 50 yıldır buradan kıpırdamadığını görüyoruz. (Mercedes arması metaforu da buna işaret ediyor.) Boğaz ve/veya Haliç’in görünmez korunma kalkanları olmasa Tarihi Yarımada Manhattan’a dönüşme potansiyeli taşıyor. O zaman nasıl korunuyor? Tabi ki Boğaz ve Haliç sayesinde. Boğaz ve Haliç burayı tıpkı fırtınanın sakin odağı gibi korumuş ve koruyor! Hiç bir müdahale olmasa daha çok uzun yıllar korumaya devam ederdi. Ne var ki yan yana konmuş 14 Boğaz Köprüsü’nün taşıyacağı kadar yolcuyu İstanbul’un farklı yönlerine aktarma ya da değişik yönlerden gelenleri Marmaray’a bağlama işleminin tam da Yenikapı’da yapılma kararı işte bu görünmez koruma kalkanını örseliyor! Günde 1,5 milyon kişiyi bir yönden bir yöne aktaracak büyük bir transfer merkezi yetmezmiş gibi E-5 denizi tünelle geçip Ahırkapı'ya bağlanıyor. Tünelin bu koruma kalkanını bir kez daha delmenin yanında etrafa egzoz saçacak havalandırma çıkışları nedeniyle bir diğer sorunu var. Tünelin içerisindeki gazı etrafa konsantre bir şekilde saçacak bu bacalar, çevresindeki yaşam için çok da olumlu değil, en azından bunu biliyoruz. İstanbul'un bir dağ yamacına kurulu bir Doğu Akdeniz kenti değil de denizlerle bölünmüş bir kent olarak kurulması müthiş bir kentsel dönüşüm problematiği
yaratıyor. Bunu Yenikapı'dan bağımsız olarak söylüyorum. Dağ yamacına kurulu şehirler elbette dağ yönünde gelişemedikleri için ovaya yayılıyor. Ve ovaya yayılma sürecinde eski tarihi merkezin erişilebilirliği düşerken gelişme baskısı adım adım azalıyor. Oysa İstanbul hangi yöne büyürse büyüsün, merkezi alanları üzerindeki baskı hep artıyor. Eski çeperler yeni makroform içinde çok merkezi bir yere geliyor. Dolapdere’yi gözümüzün önüne getirelim. Sürekli gündemde olmasa da asıl üzerinde düşünmemiz gereken problem tam da burada.
Tabldotta sunulan yemekleri uslu uslu yemeye devam edenlerin yakında kendilerinin bile tanıyamayacağı bir şehirde yaşayacaklarını düşünüyorum. Kentsel dönüşümün yavaş ve sinsi büyümesi nedeniyle olgunun adı koyulduğunda genellikle geç kalınmış olunuyor. Tam da bu nedenle kentsel muhalefet, henüz olmamış müdahale projeleri üzerinden yapılmak zorunda!
Tansel Korkmaz: Yarışmanın iki şekilde başarısız olduğunu düşünüyorum, bunlardan ilki yarışmanın organizasyonu, ikincisi de sonuçları açısından. Süreçle başlıyacak olursak, ilk kez 2006 yılında Mehmet Kütükçüoğlu, Bilgi Mimarlık’ta stüdyoda “transfer merkezi ve onun tetiklediği dönüşümler” olarak bunu gündeme getirdi. Yenikapı küresel kentin yeni merkezi olacak, dolayısıyla burası nasıl dönüşecek? Yani belli ki, burası müthiş bir değişim baskısı altında olacak ki bu aynı zamanda bir çekim, canlılık demek ve dolayısıyla eğer baskıyı tümüyle engellersek, mutlak bir koruma, bir tür müzeleştirme çevrenin değişim ve canlılık kapasitesini de öldürmek anlamına geliyor. Sonuç olarak değişimle korumayı birlikte düşünmek gerekiyor, temel soru şu: Tam da bu anda ve durumda neyi, nasıl koruyacağız ve neyin, nasıl dönüşümüne zemin hazırlayacağız? Yenikapı, Bilgi’de stüdyoda çalışıldıktan sonra Milano Politeknik Üniversitesi'ne yine Mehmet tarafından konu olarak önerildi, o jürilerine de katıldı. Bu birikimle 2007 yılında biz, Korhan'ın da davetiyle 2010 Ajansı'nda bir sergi açtık ve orada bir toplantı
düzenledik. Çünkü Yenikapı'nın öneminin ve nasıl bir potansiyeli olduğunun o sırada kavranamadığını düşünüyorduk. Ondan sonra Korhan’ın da bu işi sıkı takip etmesiyle uluslararası bir yarışma olarak gündeme geldi. Akabinde Harvard'la yaptığımız paralel stüdyoda (Cem Çelik grubu ve Hashim Sarkis grubu) konuya bakışımız derinleşti. Bu konunun Bilgi Mimarlık’la gündemde olmasının nedeni özet olarak bu: konunun önemini erken kavrama, etraflıca çalışma ve spesifik düşünce üretme çabası. Bu çerçeve içinde de alanı yalıtılmış bir parsel olarak değil de bütün İstanbul makroformunun değişimine eklemelenecek boyutlarıyla anlamaya çalıştık ve nelere gebe olduğunu düşündük. İBB’nin 2010 Ajansı’yla uluslararası bir yarışma düzenlemek konusunda protokol imzalamasının ardından 2010 Ajansı'nda çok tuhaf süreçler yaşandı. Belediye Başkanı ile Ajans Genel Sekreterinin imzaladıkları protokol kayboldu. Korhan Gümüş: Filmlerdeki kovalamaca sahnesi gibi bir sahne oldu. İmza töreninden sonra protokol kaçırıldı, arabayla takip edildi ama yollar kesildi ve protokol alınamadı. Nedenini biliyor musunuz? Yenikapı projesi onaylanmış olmasına rağmen, birileri onu programdan çıkarmaya çalıştı. Kadir Topbaş’la yapılan toplantıda tekrar programa alınmasını, hatta yapılacak basın toplantısında protokolün imzalanmasını önerdim. Bunun üzerine bu karışıklık yaşandı.
eaa - emre arolat archıtects
29 XXI - HAZİRAN 2012
Evet, karmaşık sistemlerin sonuçlarını tam olarak kestiremiyoruz. Felaket tellalı gibi görünmek, işitilmek istemem. Ancak bazen görünen köy kılavuz istemiyor, eğilimler de pek fazla ümit vermiyor. Zaten bu karmaşık sistemin yeni dengesini nasıl kuracağı hemen ortaya çıkacak!
suha özkan
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
Çevrecilerin 29. gün metaforuyla bitireceğim. Bir nilüfer çiçeği her gün, önceki gece kapladığı alanı iki katına çıkararak su birikintisini 30 günde tümüyle kaplıyor. Bilmecede yüzeyin yarısının kaçıncı günde kaplanacağı soruluyor. Lineer düşünce bizi 15. gün yanıtına yöneltirken birden doğru yanıtın 29. gün olduğunu fark ediyoruz. (Nilüferimiz 28. gün gölcüğün dörtte birini, 27. günde sekizde birini kaplıyor olacaktı!)
“Şimdiki durumda İstanbul'un kimliğini kim saptayacak? Bu çok önemli. Yani İstanbul gelecek 30, 40, 50 yıl için kendine bir kimlik tanımlamak durumunda.”
HAZİRAN 2012 - XXI 30
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
mimarlar / han tümertekin & hashım sarkıs studıos
Tansel Korkmaz: Bu hiç anlaşılır bir süreç değil; kurum, sekiz ay kendi projesini kendi kurullarından geçiremedi. 2010 Ajansı bittikten sonra da süreci İMP devraldı. Sanki İMP devralınca resmi süreç başlamış oldu. Takip eden süreçte de İMP Yarışmalar Bölümü’nü kendi kemikleşmiş alışkanlıklarının dışında bir uzlaşma kültürü oluşturacak bir süreç tariflemeye ikna edemedik. Oysa burada birçok kurum vardı: Ulaştırma Bakanlığı-Marmaray, Büyükşehir Belediyesi'nin Ulaştırma Dairesi, İSKİ, Devlet Demiryolları, Yenileme Kurulu, Koruma Kurulu, Tarihi Yarımada Alan Yönetimi, Fatih Belediyesi. Ve biz aslında defalarca şunun altını çizdik: bütün bu kurumlarla birlikte katılımcı bir model, bir uzlaşma kültürü geliştiremezsek bu yarışma sadece bir mimari düşünce temrini olur (ki öyle de olamadı sonuç olarak); bu da fena olmaz ama sonuçta uygulanamaz. Ben buradan çok önemli bir ders aldım. Kurumlar alışkanlıklarını kolay kolay değiştirmiyorlar. Bütün bu aktörleri bir vizyon etrafında bir araya getirmek gerektiğini bir sene kadar sürekli söyledik ve görünüşte herkes bize hak verdi ama hiçbir zaman bunu gerçekleştirmek üzere bir adım atmadılar. Belediyenin bütün iç bölümleri, Ulaştırma Bakanlığı, Devlet Demiryolları gibi kurumların hepsinin farklı farklı projeleri var ve kimsenin kimseden haberi yok. Hepsi bir diğerinin projesini duyunca hayretler içinde kalıyor. Sonuçta da bunca enerji, yatırım, dinamizm bir sinerji oluşturmak şöyle dursun birbirinin önünü kesiyor, heba oluyor. Dolayısıyla enformel kent dediğimiz zaman sadece fiziksel yapıdan bahsetmiyoruz, dönüştürülmesi çok daha zor. Zira tam da fiziksel enformellik gibi bu da artık bu yoksunluğu telafi etmek için değil, iktidarda olanların keyfince davranabilmeleri için bir strateji olarak kullanılıyor. Transfer merkezi burayı dönüştürecekti, biz de bu dönüşümle mimarlığın nasıl baş edebileceğini anlamak istiyorduk. Geldiğimiz noktada baktık ki Marmaray bitmek üzere, İBB de metro binasını ihaleye çıkardı. O zaman da yarışma diye bir şey kalmadı ortada; bunun devam etmesi, hele uluslararası bir yarışma olması hiç anlamlı değil. Daha sonra süreç bir şekilde “dostlar alışverişte görsün” şeklinde devam etti. Bizim için ise orada bitti aslında. Ben bu haliyle bir “transfer merkezi” yarışmasının çok anlamlı olduğunu düşünmüyorum. Orada çevreyi gezmeye giderseniz görecekseniz, her şey tamamlanmak üzere. Biz bütün aktörlerin bir arada olduğu katılımcı bir model geliştiremedik, bir uzlaşma kültürü oluşturamadık. Kurumların alışkanlıklarını kırmayı başaramadık. Bu süreç böylece başarısız oldu. İnsanla doğanın ilişkisi her zaman şiddet üzerine kurulu. Hannah Arendt, İnsanlık Durumu adlı kitabında bunun çok güzel altını çizer. İnsan ne zaman doğa ile ilişki kursa, bu bir şiddettir aslında. Dolayısıyla tek tek insanların müdahalesi değil de, bütün bir kentin inşası çok daha korkunç bir şiddettir. Bunun kaçınılmaz bir şiddet olduğunu ve Tarihi Yarımada'nın dönüşeceğini kabullendikten sonra bizim için problem şuydu: Bu dönüşüm nasıl olmalı? Dönüşme potansiyelleri nereye yoğunlaşmalı, diğer taraftan neler korunmalı? Yani korunması gerekenle, dönüşmesi gerekeni ayrıştırmak için
spesifik bir düşünce kanalı geliştirmek gerekir. Diğer taraftan konunun daha genel problemlerin uzantısı olan kırılganlıklarıyla (örneğin bütün Tarihi Yarımada'nın kıyısıyla kurduğu problemli ilişki) daha kendine özgü sınır ve potansiyellerini ayırt etmek de önemli. Küresel bir kente dönüşen İstanbul’un dev altyapılarla nasıl baş edeceğini öğrenmesi gerekir, bu bütün İstanbul’un problemi. Batı'da bildiğimiz örneklerden de çok farklı çünkü İstanbul hem yapısı hem de ilişkileri açısından bir enformel kent. Bu enformel kentle dev altyapılar nasıl bir arada olabilirler, birbirlerini nasıl dönüştürürler? Bu önemli bir soru. Bir yandan bütün Marmaray boyunca bazı önemli durakları sahile bağlayan düşey akslar oluşmaya başlayacağını gözden kaçırmamak gerekir. Bunlar şehrin yeni önemli merkezleri olacak. Biz Yenikapı'yı çözerken aslında bu düşey akslar için de bir fikir geliştiriyor olacağız. Diğer yandan daha özel, buraya özgü problemler de var: Buradaki arkeolojik buluntular, Yenikapı'nın geçmişi burayı biricik kılıyor. Bütün bunları düşünmek gerekiyor. Bu çerçevede yarışmaya sonuçları açısından bakacak olursak, -ben projeleri çok iyi göremedim ama gördüğüm kadarıyla- aslında beş sene boşuna uğraşmışız. Korhan’ın sözünü ettiği o tabelada yer alan proje de pekala yapılabilirmiş gibi geliyor, bazı projelerle arada sadece bir stil farkı var. Oysa buraya güzel bina yapmak değil problem. Transfer merkezinden her gün Eskişehir nüfusunun iki katına yakın sayıda insan geçecek, dolayısıyla böylesi bir baskı altında olan bir yerin dönüşmeyeceği düşünülemez. Böyle bir kalabalığa ev sahipliği yapmak, aslında herkesin orada olmak isteyeceği anlamına geliyor. Peki, mimarlık bununla nasıl baş edecek? Bu bir stil problemi, bina yapma problemi değil; ilişkileri yeniden düşünme problemi. Bu nedenle de bütün çevresini nasıl dönüştüreceğini, Tarihi Yarımada'yı nasıl etkileyeceğini düşünerek ele almak gerekir. Suha Özkan: Özellikle İstanbul üzerine genelde kaygılanan sevgili meslektaşlarıma katılıyor, onları kutluyorum. Söylediklerine katılmamak elde değil. İstanbul ya da büyük kentlerin başına gelen en büyük felaket 1980'e kadar var olan metropliten master plan bürolarının kapatılmasıyla başladı. Master plan bürolarının hepsi yok edilince kentlerin makro plan hedefleri, niyetleri, kimlikleri, gelecekleri politik erke bırakıldı. Sonunda “Napolyonik” kurallar geçerli olmaya başladı, yani her belediye başkanı bir şekilde kendi özlemleri ya da kendi doğruları nedeniyle kentin tamamını ve geleceğini ilgilendiren projeleri yönlendirmeye başladı. Bu tutumun en trajik örneği benim doğduğum, büyüdüğüm, hala yaşadığım Ankara kentinde görülebilir. Gelinen sonuç bir felaket. Ankara yayaların toptan dışlandığı bir kent oldu. Kaldırım kalmadı, artık Ankara'da yürüyebileceğiniz yer yok. Planlama örgütleri yok edilince olay tümüyle ortada kaldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kurduğu İMP ciddi bir iyi niyet göstergesi olmasına karşın, hiç bir yasal yaptırımı olamadı. Benim ne zaman görüşüm sorulsa, İMP'nin İstanbul Master Plan
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
bürosu olarak karar verici, uygulayıcı, danışıcı, geliştirici bir büro olmasını istedim, özledim. İMP kuruluşundan itibaren 70-80 uzmanlık alanını içinde barındıran, çalışmaları iyi niyetle yönlendiren bir danışma kurulu niteliğindedir. İşin etkin olamayan yanı İMP’nin bir danışma kurulu olmasıdır. Danışırlar size, siz de bildiğinizin en iyisini verirsiniz. Zaten iyi bir danışman inandığını söyleyendir. Yöneticinin doğrultusunda fikir belirtene, danışman denmez. O bilginin kent ortamında nasıl değerlendirileceği ya da kullanılacağı belli değildir. Şimdiki durumda İstanbul'un kimliğini kim saptayacak? Bu çok önemli. Yani İstanbul gelecek 30, 40, 50 yıl için kendine bir kimlik tanımlamak durumunda. Biz bunu sürekli konuşuyoruz ve diyoruz ki İstanbul kesinlikle tarih, kültür, iş, finans şehri olmalı; İstanbul'da endüstri olmamalı. İstanbul'da sanat, zanaat vs gibi üretimler olmalı ancak. Çünkü endüstri kuruluşları hak etmedikleri kadar büyük alanları kaplıyor ve kenti parça parça öldürüyorlar. Yaşatmaya da kalktığınızda yine yürümüyor iş; Kartal'da yapılan bunun bir örneği, Küçükçekmece'de yapılamayan da bir başka örneği. Dolayısıyla İstanbul'un kimliğini saptayacak, yani sizler gibi şehri sahiplenecek insanların etkin rol alması ve demokratik yöneticileri ikna etmesi lazım. İstanbul’un gelişimi ürkütücü. Kentsel gelişim, ormanları yiyor. Her altı ayda bir, kimi üniversite kampüsü gibi iyi niyetlerle, kimi spekülasyon amacıyla sürekli yüzyılların ormanları eriyor. Bir yeşil parça yok oluyor. İstanbul’un kuzey gelişimi kontrolsüzdü, o zamanın politik erki olan Thatcherist, Reaganist politikalar tarafından belirlenmişti: “Önce inşa edelim, sonra planlarız.” Bunu Londra'da da yaptılar. Önemli olan ölü alanları hayata geçirmek, şehrin içinde yeni iş alanları yaratmaktı. Sonrasındaysa, İstanbul korkutucu bir ivme ile Büyükdere Caddesi doğrultusunda gelişti. Bu sayede de eski kent biraz kurtuldu çünkü üzerindeki basınç gitti. Ama o basınç başka sorunlar yarattı çünkü uygulanan plansız bir gelişmeydi. İstanbul kendi içme suyunu kirleten bir şehir. Böyle bir şey görülmemiştir. Dünyanın hiçbir yerinde buna izin verilmez. Su havzaları denilen yerlerde tarım yapılıyor, kullanılan gübrenin suyu göle akıyor ve sonra biz de arıtılmış su diye düşünüp onu içiyoruz. Bu küçümsenecek bir felaket değil. İstanbul kendi su kaynaklarıyla, kentsel kaynaklarıyla iç içe bir şehir. Bir de üçüncü boğaz köprüsü yapıldığında görün siz olacakları. O su kaynaklarının ve jeolojik yapının da ne olacağı, nasıl değişime gireceği, ne tür bir çevre felaketi yaratacağı belli değil. Endüstriyi İstanbul dışına yönlendirmek genellikle arazi kullanım verimini artırmak içindir. Yani bugün bir karar alınırsa gelecek 20 yıl içinde İstanbul'da endüstri kalmayacaktır. Türkiye’de İstanbul’daki endüstriye ihtiyacı olan bir yığın kentimiz var, hepsi kucak açarlar. Nitekim büyük firmalar da Kartal'daki yerlerini terk edip İç Anadolu'nun değişik kentlerine gittiler bile. Bu kendi kendine oluşmakta ama İstanbul'un bir başka sorunu dünyanın en tuhaf lojistik dağıtım şehri olmasında. Konteyner limanı denilen yer Haydarpaşa! Bütün iri hacimli mallar oraya, küçük bir
kısmı da Avcılar'a geliyor, sonra oradan dağılıyor. Yani kentin içindeki ulaşım ve aktarım sorununu plansızlıktan dolayı bu konuyu düşünüp, planlayıp yer sağlamayarak yaratıyorsunuz. Oysa bütün büyük şehirlerde lojistik merkezler kentin girişinde, deniz, demiryolu ve kara ulaşımının birleştiği yerlerde olur. Doğal olarak Pendik ve Silivri'de büyük lojistik merkezlerinin olması lazım. Bugün İzmit'e kadar onlarca lojistik şirketi var ve kapladıkları alanlar devasa. Alışveriş merkezleri de aynı şekilde kentin içsel dokusunu öldüren yapılar. İnsanlar, sırf otomobillerini rahat park ettikleri için bir yere alışverişe gidiyorlar. Ama köşedeki bakkalın, esnafın ne olacağını kimse düşünmüyor. Sonunda kent, enerjisini periferiye, kentin dışına doğru akıtarak kendi kendini eritiyor. Bu süreç içinde yarattığı fazladan trafik de işin cabası. Bunların hepsinin çözülmesi için ciddi bir stratejik planlama, bir örgütlenme lazım. Arkadaşlarımın buradaki acılarını paylaşıyorum. İyi niyetle girişiliyor, birçok kurumla görüşülüyor. Çözümler üretiliyor, sonra “protokol otomobille kaçıyor.” Böyle bir ortamda neyi, kime soracaksınız? Onu bilemiyorum. Yenikapı'da Nuri Çolakoğlu’nun Avrupa Kültür Başkenti direktörlüğü yaptığı zaman, iki toplantıya katıldım. Benim görüşlerim farklıydı, sonra da esrarengiz bir şekilde çağrılmadım başka hiçbir toplantıya. Sonrasında birden bire bu “çömlek” ve “geçmiş” tartışması başladı. Bir politik erk diyor ki: “Oradaki birkaç bin çömlek için İstanbul'un geleceğini tutsak edemezsiniz.” Başka bir politik erk de: “İstanbul'un tarihini yeniden yazıyoruz, bu akıl almaz fırsatı değerlendirelim.” Buradakinin benzeri bir olay Beyrut'ta olduğunda, yani Burc Meydanı'nın altında bir Grek kenti çıktığında Refik Hariri tüm planlamayı durdurdu. Beyrut Amerikan Üniversitesi, yeni arkeolojik bulguların ışığında, Beyrut'un tarihini yeniden yazdı. O alana dokunmadılar. Bugün hala bütün arkeolojik alanı görürsünüz. Bizdeki iki kutuplu politik erkten birinde iyi niyet ve derinlik var. Bu iyi niyet de Yenikapı Yarışması’yla biçimlenmiş durumda. Yarışmaların şartnamesini işveren hazırlar. Jüri üyeleri de işverene önerilir, işveren kabul eder. Yenikapı yarışmasında işveren aslında biraz bulutsu. Bir kuruluş var: İMP. İMP'nin bağlı olduğu bir anonim şirket var ki o da direktiflerini politik erkten, kent yönetiminden alıyor. Kimin, nerede, neye karar verdiğini bilmek çok zor. Sadece iyi niyetle ve şeffaflıkla girerseniz bir şey yapabilirsiniz, en azından bu süreç içinde kirlenmezsiniz. Benim bu yarışmada koyduğum temel ilke olan sunumların ve jüri tartışmasının açık olmasıydı, çok kişi karşı çıktı. Ama gerçekleşti. Projeler herkesin önünde sunuldu. Değerlendirme zaten jürinin kendi özgün hakkıdır. Seçilen projeler, üzerinde belirli bir uzlaşma olmuş projeler işverene önerildi. Üç projenin de aldığı oy sayısı eşitti: Yedi. Verimliliğine baktığımızda da projelerin içinde tarihsel bir kendini adamışlık var. Projelerden birinin müellifi olan Cafer Bozkurt, Langa Bostanı’nda
31 XXI - HAZİRAN 2012
selgascano (estudıo cano lasso + db mimarlık)
tabanlıoğlu mimarlık
Yarışma sonundaki değerlendirme sürecinin ben dünyada örneğini bilmiyorum. Bileniniz varsa bana hatırlatsın. Teklif edilen bütün projelerin açıkça herkes tarafından tartışıldığı, hatta doğrudan jüri üyesi olmayan kişilerin bile görüşlerini paylaştığı bir ortam oldu. Jüri kendi kararını bir şekilde verdi. Bence uygun bir karar da oldu. Üç alternatif seçildi ki daha geliştirilsin, o gelişim içinde başka katılımlar alınsın. İnternet sayfasında yayınlanan jüri raporu da jürinin her projenin içinde olumlu gördüğü ya da çekincesi olan konuları belirttiği ciddi bir çalışma. Ama bu çalışmanın sonrasında ne olacağına karar vermek için onu sahiplenmek gerek.
Aykut Köksal: İlkin, bir önceki turda konuşulanlara bazı şeyler eklemek istiyorum. Murat'ın, benim sözlerime de eklemlendiğini düşündüğüm tüm fikirlerine katılıyorum ama Tansel'in “Madem Transfer Merkezi burada yer alacak, Yenikapı eninde sonunda dönüşecek. Öyleyse neresinin dönüşmesi, neresinin korunması gerektiğiyle uğraşmalıyız.” sözleri tartışılmalı. Bu sözler son derece tehlikeli. Transfer Merkezi'nin yaratacağı dönüşüm dinamiklerini ve baskıyı siz ne mimarlık, ne yönetmelik, ne yasa üzerinden, ne de copla, biber gazıyla hiçbir şeyle engelleyemezsiniz. O sınırları saptamanız mümkün değil. Biz Tarihi Yarımada'dan bahsediyoruz, onun içinde bir sınırdan nasıl söz edebiliriz? Tarihi Yarımada'da belli bir alanı koruyup da belli bir alanı dönüşüme bırakmak görüşünü telaffuz etmeye bile hakkımız yok. Ancak Murat'ın söylediği gibi, o meseleyi yok sayarsanız, ona karşı böyle bir soruyu da yok sayan bir yanıt oluşturursunuz. Bizim de bunun dışına çıkmamız belki kolay değil. Doğrusu benim içinde yer aldığım ekipte uğraştığımız buydu. Ne kadar başarı gösterip göstermediğimiz tartışılır tabii. Ama en azından sorunsalı böyle tarif etmek gerekir: Transfer Merkezi'nin tanımladığı işlev ve program Tarihi Yarımada'yla ilgili değil. Tarihi Yarımada -hepimiz kabul ediyoruz ki- o işlevin orada yer almasıyla birlikte vahşi bir şekilde dönüşecek, o zaman biz niye o programı tanımlayan mekanla o yer arasındaki sınırları çizme, o ilişkiyi çözme meselesi üzerine gitmiyoruz, öyle bir mekanın başka bir yerde de olabilirliği ile eşdeğer bir durum yaratmıyoruz? Nasıl Murat sahil yoluna bağlanacağı ileri sürülen o lastik tekerlekli taşıtlar için yapılan tünelin çıkışını kendi projelerinde sur dışına attıysa, biz de başka bir yere atmadan başka bir yere atılmış olma durumunu yaratacak bir çözümü niye orada tartışmayalım? Oysa Tansel'in dediği gibi durumu baştan kabullenmiş olsaydık hiçbir şey yapamazdık. Hele mimarlık ölçeğinde hiçbir şey yapamazsınız. Doğrusunu söylemek gerekirse pek bir şey yapmak isteyen çalışmalar bence zaten yok gibiydi. Kentle dönüşüm projeleri arasındaki ilişkiyi yeniden düşünmek, bazı durumları apriori olarak kabul etmemek gerektiğini düşünüyorum. Bununla bir çözüme ulaşacağımız için değil ama bu tartışma bizim başka kanallar, başka alanlar açmamıza fırsat vereceği için.
Hülya Ertaş: Aslında İstanbul'da bugüne kadar yapılmış olan kentsel müdahaleleri düşününce Yenikapı'nın kendine özgü bir durumu olduğunu söyleyebiliriz. En azından Taksim Projesi gibi ihaleye çıkarılıp bir gün önümüze konulmadı. Dolayısıyla hem bu süreci başlatanlara hem de sürdürenlere teşekkür ederek devam etmek istiyorum. Buradan yola çıkıp Yenikapı Yarışması sürecinden öğrendiklerimizin İstanbul'daki diğer kentsel müdahaleler için bir örnek teşkil edip edemeyeceğini konuşabiliriz. Burada belli ki apriori bazı durumlar var: Marmaray'ın orada olacak olmasını değiştiremiyoruz. Onun orada olmasından ötürü Tarihi Yarımada'da oluşacak olan baskıyı da sıfıra indirmek mümkün değil. Ama tüm bunları tartışmaya olanak tanıdığı için kendi adıma yarışmayı önemli buluyorum. Bunun nasıl başka modellere dönüştürülebileceğini ve İstanbul için genel olarak nasıl bir yöntem izlenilebileceğini tartışarak devam edebiliriz.
Korhan Gümüş: Diğer örneklere bakılacak olursa Haliç Metro Köprüsü’nde de benzer bir sorun vardı, bu projeye de itiraz oldu ama bu şekilde dönüştürülemedi. Taksim Projesi'ne baktığımızda ki İstanbul'da dördüncü defa gündeme geliyor, onda da benzer bir şey olmadı. Sütlüce Kongre Merkezi'ne baktığımızda yine olmadı. Çünkü bunlar müteahhitler tarafından ya da ihaleyle yapılan projeler. Aykut'un söylediği yeni bir yaklaşım uyumluluk modunda, piyasa aktörleri tarafından gerçekleştirilebilecek bir yaklaşım değil. Orta sınıf pratikleri içinde mimarlık profesyonelliği, planlama şirketleri, ihale vb yöntemlerle bir değişiklik yaratılması mümkün değil. Teknik resim düzeyinde çizimler yapabilirsiniz, kapalı uçlu süreçlere uygun işleri yaptırabilirsiniz, perspektif çizdirebilirsiniz, maket yaptırabilirsiniz ama yeniliği bu yöntemle gerçekleştiremezsiniz. Ben bu açıdan Hülya'nın söylediğine katılıyorum. Bu noktaya gelmek başarıdır. Biraz önce kötümser bir konuşma yaptım ama burada bir başarı olduğunun farkına da
HAZİRAN 2012 - XXI 32
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
büyümüş. Kim daha iyi bilebilir ki orayı? Aynı şekilde bir diğer müellif Hüseyin Kaptan da neredeyse milimetrik olarak İstanbul'u bilen, tanıyan, seven bir insan. Ama çözüm üretmek farklı. Çözüm üretmek sürekli diyalogla, o alanı sürekli işlemekle, paylaşmakla olan bir şey. Yani 2007 yılında bu 2010 Avrupa Kültür Başkenti konferansları olurken oraya iskele kurup üzerine büyük örtüler örterek bunları şimdiden meraklılara açmayı konuşmuştuk. Meraklıların tüm gelişim sürecini de görmelerini amaçlayan projemiz bile maliyetleri epey uygun olmasına rağmen karşılığını bulamadı. Korhan Gümüş: Kurul reddetti o projeyi. Suha Özkan: Düşündüğümüz şey 2010 yılında yaratıcı, önceden düşünülmeyen bir öneri getirmekti. Beş liralık plastik kask 30 liraya satılıyor. Üzerinde “Yenikapı Theodosius Limanı” yazıyor. Hem bilet oluyor, hem de orada güvenli gezmiş oluyorsun, sonra da hem alıp “anı olarak” evine götürüyorsun. Şu anda oraya girmek mümkün değil. Böyle bir gelişim, böyle bir ortam nasıl kentin, kentlinin ve meraklının kendisinden sakınılır? Oysa orayı görebilmelisiniz ki sevip sahiplenesiniz. Bu mümkün değil. Sürekli olarak bir yapılaşma var. Bu da tam anlamıyla ne kurtarılırsa kardır mantığıyla başlayan bir süreç.
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
varalım. Bunu Ulaştırma Bakanlığı'na, 2010 Ajansı'na, Büyükşehir Belediyesi'ne, Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne kabul ettirmek büyük başarıdır. Birbirlerini ezen hegemonik yönetimlere sahip, işbirliği yaptığı konuda birbirini dışlayan kamu aygıtının içinde genel olarak bir mutabakat oluşturabilmek bir mucizedir. Bu mucizenin bence kıymetini bilelim. Ulaştırma Bakanlığı “İki sene daha mı bekleyeceğiz. Yapacaksanız yapın, biz inşaata başlıyoruz” dediğinde biz ilk ültimatomu aldık. Biz o ana kadar umutluyduk ama gecikmeden dolayı proje yönetimi ciddiye alınmadı. Bakanlık bekliyordu ki proje yarışmayla elde edilecek, kendisi de içine entegre olacak. İlk başta Ulaştırma Bakanlığı'yla yaptığımız protokolde böyle bir madde vardı. Onun üzerinden tam iki sene geçti ve bir adım atılmadı. Çünkü kurumlar felç olmuş bir şekilde duruyor ve birbirinin ayağına basmamak için bekliyordu. O gerilimi çözmek mümkün değildi. Bunun en güzel örneği bence İBB'nin 2010 programından dışlanmasıdır. Çünkü Kültür Başkenti programı aslında kentteki kültürü entegre yönetim noktasına taşımak, kentin geleceği üzerinde bilgi yönelimli bir süreç yaratmak için eşi bulunmaz bir fırsattı. Ama daha ilk başta, yasayla birlikte Kültür Başkenti merkezi otoriteye bağlandı. Kim ne yapıyorsa, Kültür Başkenti de onu yapmaya başladı. Büyükşehir restorasyon mu yapıyor, sokak mı kaplıyor, etkinlik mi düzenliyor, kitap mı basıyor, o da yapmaya başladı. Aslında bu kurumların hepsini kucaklayacak başka bir şeydi Kültür Başkenti. Ben burada merkezi otoritenin çok etkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü kent yönetimi stratejik karar üretmede başarılı olamıyor, UNESCO meselesinde gördüğümüz gibi. Bu uluslararası işbirliği çok güzel bir fırsat olabilecekken bir çekişme haline getirildi. Ve o yüzden iktidar meselesi içinde kaynayıp gitti, hepimiz unuttuk. İBB'nin 2010 sürecinden dışlanmasıyla, 2010'un ana aktörü olması, merkezi otoritenin kapasite geliştirici olarak kenti entegre bir yönetim modeline taşıması yerine, iki kuruluş birbiriyle yan yana duran, birbirini dışlama ilişkisi kuran rakip bir yönetim şekline dönüştü. Kültür Başkenti’ndeki asıl sıkıntı bence burada ortaya çıktı. Yoksa bazı küçük projelerde iyi deneyimler oldu. Mesela Küçükyalı'daki Satyros Manastırı'nda arkeolojik alanla kentsel dönüşüm fikri halkla birlikte tartışıldı. Çok küçücük bir bütçeyle olduğu için kimse onu fark etmedi bile. Orada bir yönetim planı vardı, gönüllüler vardı ve çok sayıda ülkeden arkeologlar davet edildi. FIAT ve Koç Üniversitesi sponsorluk yaptı. Ondan sonra baktık ki uluslararası topluluklar konser vermeye başladı, halk sahiplendi. Muhtarından imamına herkes bir uygulama aktörü haline geldi. Deneyim için insanlar birlikte çalışmaya başlayınca ilk baştaki önyargılar kırılabiliyor. Ama o çalışma noktasına geçmek gerekiyor. Çalışmaya başlamadan kurumlar kendi pratikleri içine kapanıp kalıyorlarsa, kendi doğrularını üretiyorlarsa, biri sadece müze diye bakarken diğeri sadece ulaşım yapısı diye bakıyorsa bir sorun var demektir. Bu dönüşümün kentle ilişkisini kurmak için birlikte gayret göstermeden sadece bir teknik işlev olarak algılıyorlarsa, projeleri yaratıcılığa, katılıma açmak mümkün değil.
Yenilikleri çıkar ortamında, orta sınıf pratikleri içinde üretmek mümkün değil. Diğer mimarların işi olduğunu söyleyip kamusal işleyişe karışmak istemeyenler oluyor. Mimarlık piyasasında kamuyla ilgili yüzlerce iş yapılıyor ve kamusal işleyişe kimse sesini çıkaramıyor. Taksim için belediye başkanına gittiğimizde “Farkında mısınız ben 3.000 tane proje yönetiyorum ve bunları hep ihaleyle yapıyorum. Siz onlara niye karışmıyorsunuz da Taksim'e karışıyorsunuz?” diyebiliyor. Bu ihale sistemi içinde yenilikçi deneyimler üretilemiyor. Benim aklıma zamanında Ağa Han Vakfı genel sekreterliği görevini yürütmüş olan Süha Özkan'ın burada olmasından dolayı şu geliyor: Proje geliştirmesi için Ağa Han Vakfı’nı davet edelim. Çünkü vakfın proje geliştirme sürecine yaptığı müdahaleleri çok olumlu buluyorum. Dahası müdahaleyi sadece proje düzeyinde yapmadığı örnekler de var. Mesela Al-Azhar bölgesinde, Selahattin Eyyubi Surları içindeki bölgenin projesini yapmakla kalmadı Ağa Han Vakfı, bunu uygulama projesine çevirdi ve çok başarılı bir örnek olarak gerçekleştirdi. Demek ki olabiliyor. Bizde kamu yaratıcı enerjiyi kullanmayı, geliştirmeyi, desteklemeyi beceremiyor. Tam tersine anonim kalıplar altında onu söndürüyor. “Yarışması mı olurmuş, Taksim'deki Kışla'yı ihale ettik.” diyebiliyor bir belediye başkanı. Bunun bir diktatörün heykel tasarımı yapmasından ya da bir Kültür Bakanı'nın senaryoya karışmasından ne farkı var? Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Böyle bir şeye müdahalenin normal koşullarını sağlamanın çok radikal bir şey olduğunu ve bunun uyumluluk modundaki çıkar grupları pratikleriyle gerçekleşemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü bu sembolik sınıf kendisini sivil toplum zannediyor ve kendi çıkarını temsil ediyor. Bütün mutabakatlar, bütün çatışmalar, bütün kavgalar ve sivil toplumla özdeşleşen siyasi alanın ideolojik formasyonlarının tümü bu arayüz içinde gerçekleşiyor. Bunun için eğer yenilik üretilecekse bu kentte, bunun ulusal yönetimin semantiğini dönüştürmekle başlaması gerektiğini düşünüyorum. İlk önce burada bir kopuş yaratmak lazım. Çünkü bu kent Ankara'nın yönettiği bir yer olmamalı. Kentin tek kalan kamu alanları bu şekilde, sadece özelleştirme perspektifinde dönüştürülemez; başka fikirlere de ihtiyaç var. Bunun için gerekli entelektüel üretimin de sadece filantropik alana izole olması bu kente yapılmış çok büyük bir haksızlık, bu üretim kamu alanına da taşınmak zorunda. Bu, sadece ticarete, piyasa odaklı bir dönüşüme bırakılabilecek bir kent değil. Dolayısıyla burada bilgi yönelimli bir sürecin kamuyla ilişkisini kuracak yeni bir akıma, harekete ihtiyaç var. Profesyonelliğin kamusal işleyişe müdahale etmesi gerekir. Bunu yapmayan profesyonelliğin profesyonellik olduğunu pek düşünemiyorum. Murat Güvenç: Senaryo çok iyimser değildi. Ancak yenilgiyi kabule de pek hazır değilim. İlk olarak İstanbul gibi 15 milyon nüfusa sahip bir kentin nasıl davranacağını geçmiş eğilimleri uzatarak kestiremiyoruz. Diğer taraftan kentin geleceği bugün yapmayı seçtiklerimizle ve yapmadıklarımızla şekillenecek. İşte bu nedenle bu tür tartışma platformları çok değerli.
33 XXI - HAZİRAN 2012
mvrdv & aboutblank
terry farrel & partners
HAZİRAN 2012 - XXI 34
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
Geleceğin İstanbul'u nasıl olacak? Şimdiden kestiremediğimiz heyecan verici dönüşümler de kötümser senaryolar da gerçekleşebilir. Çok ilginç bazı potansiyeller de var. Suha Hoca'mın katılımcı stratejik plan vurgusu çok önemli. İstanbul büyüklüğündeki bir yerin stratejik planı nasıl yapılabilir? 1970'lerin stratejik plan anlayışı, seçkinci planlama kültürüyle başarılabilir mi? Bugün dünya bambaşka bir yönde evriliyor. Belki de çok naif kaçacak ama basit bir sorudan, “Biz bu İstanbul'a ne yapacağız?” sorusundan başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Oysa bugün tam tersini yapıyoruz. Sorudan başlamak yerine çözümlerin teknik uyarlaması üzerinde düşünce üretip proje yarıştırıyoruz. İlginçtir katılım, çözümden sonra gerçekleşiyor! Halbuki problem üzerinde düşünce üretmemiz gerekmiyor mu ? Geleceğin İstanbul'unun tasarımı, planlanması, gelecek vizyonu İstanbul il sınırları içinde kalınarak yapılabilir mi? Yanıtımız evetse, buna nasıl emin oluyoruz? O sınırların kerameti ne? Hayırsa, bu sınırları nereye kadar genişletmeliyiz? Bu sınırların ötesine geçmeyi kabul edebiliyor muyuz? Etmeliyiz. Ama yapabiliyor muyuz? Hayır. Çünkü sınırlar çok bağlayıcı. Peki biz İstanbul'u sürekli gelişen, yeniden yapılanan bir kentsel bölge olarak düşünebilir miyiz? Bence düşünebiliriz. Ancak buna hazır olmamız gerekiyor. Bu konuda düşünmeli ve hem ülkemizde hem de dünyadaki uzmanlıklardan yararlanmalı, bu hizmeti almaya hazır olmalıyız. Otobüs alırken, doğalgaz ve su temini sistemlerinde uluslararası ekspertize yönelmekte bir beis görmememize karşılık; karmaşık metropollerin kentsel bölgelerin gelişme süreçlerini yap-sat sisteminin genelleştirilmiş versiyonlarıyla kendiliğinden gerçekleşeceğini düşünüyor olmalıyız! Bence asıl sorun burada. Geleceğin hiç katkımız olmadan kat karşılığı daire pazarlığı üzerinden şekilleneceği, bunun da toplumsal açıdan iyi olanı üretebileceğini düşünüyor olmalıyız! Aksi halde daha farklı davranırdık. Ve eğer bu konu üzerinde uzlaşır, problemi düşünmeye başlarsak, daha olumlu çözümlere ve gelecek tasarımlarına yönelebiliriz. Konuşmam aksine işaret etse de ben onulmaz bir iyimserim! Tansel Korkmaz: Yarışma sürecindeki organizasyonla ilgili problemi söylerken hep başka kurumlara kızdık. Okları kendimize, mimarlık camiasına da çevirmeliyiz. Yarışma jürisini oluştururken hem Türkiye'den olanlar hem de olmayanlar için İstanbul'u iyi biliyor olmak ve büyük operasyonların mantığına aşina olmak, benzer operasyonların içinde olmuş olmak birer kıstas olmalıdır. Her bir kişiyi belli bir alanın temsilcisi olarak, dolayısıyla fonksiyonel düşünmek gerekir; bu jüri kompozisyonunda ne yazık ki böyle bir şey okuyamıyoruz. Jüri, yarışmanın web sayfasında yayınlandıktan sonra Türkiye’den olan jüri üyeleri değişti: İhsan Bilgin, Doğan Hasol, Korhan Gümüş, Mehmet Konuralp jüriden çıkarıldı. Bunların hepsi çok saygın meslek insanları; bu konuyla da mimarlığın diğer disipliner sorunlarıyla da meşgul olmuş kişiler. Bu değişikliğin neden yapıldığı hiçbir zaman anlaşılmadı. Birinin çıkıp özür dilemesi gerekiyor sanırım. Bu kabalık karşısında nasıl tavır alındı peki? Benim aklıma hemen şu örnek geldi: Adolf Loos Looshaus'u yaparken karşısında yer alan saray bu mimari tasarımın sadeliğinin/
çıplaklığının bir hakaret olduğunu söyleyerek inşaatı mühürletiyorlar ve Loos’a projeyi değiştirtmeye çalışıyorlar. Loos da inatçı, asla değiştirmiyor. Sonunda işverenler yapının cephesini değiştirmek için yarışma açıyor. Loos'un agresif tavrını, her gün kendi meslektaşlarına hakaretler yağdıran gazete yazılarını biliyoruz. Bu karakterine rağmen hiç kimse katılmıyor o yarışmaya. Loos'u sevdiklerinden değil aslında, mimarlık disiplinine, pratiğine sahip çıkan bir dayanışma bu. Başka kurumların alışkanlıklarını kırmadığına dair sitem ediyoruz ama belki kendi alışkanlıklarımıza da sitem etmeliyiz. Tarihi Yarımada zaten çok uzun zamandır ve çok kontrolsüz bir şekilde dönüşüyor. Dönüşüm lafı sıfırdan başlamayı ima etmiyor hiçbir zaman ama hayatiyetin, canlılığın taşıyıcısı. Ben hayatiyetini kaybetmemesini istediğimiz her şeyin dönüşmesini düşünmekten yanayım. Bu tür travmatik gelişimler bazen beklemediğimiz kadar iyi şeylerle de sonuçlanabilir, tersi de olabilir. Burada, her dönüşümde olduğu gibi, neyi kesinlikle korumamız gerekiyor, neyin değişmesi gerekiyor diye düşünmeliyiz. Tarihi Yarımada iki sene önceki halinden de farklı. Dolayısıyla her an düşünmek gerekiyor nasıl dönüşeceğini. Her zaman travmalarla karşı karşıya olacak. Bu travmalarla nasıl baş edileceği asıl soru. Aldo Rossi'nin de söylediği gibi koruma bazen patolojik de olabiliyor. O zaman da kent dinamiklerini oradan çekiveriyor, artık orası çürümeye başlıyor. Hayatiyeti devam ettirmek için korumayı istediğimiz şeylerin, etrafına bir jeneratör gibi enerji vermesine izin vermemiz gerekiyor. Artık planlama kadar mimarlığın da bir disiplin olarak dönüştüğü bir noktadayız diye düşünüyorum. 1980'lerden bu yana içinde düşündüğümüz disipliner sınırlardan çok farklı bir yere geldik. Bu kentin dönüşümündeki belirsizliklerle nasıl baş edecek mimarlık? Dolayısıyla bu belirsizlik içinde mimarlığın kendi sınırlarının ve mimarın bir aktör olarak rolünün ne olduğunu temelden farklı bir şekilde düşünmemiz gerekir. Suha Özkan: Sevgili Korhan’ın bana atfettiği misyondan Ağa Han'dan söz ederek başlayacağım. 1983 yılında bir seminer yaptık. Seminerden sonra Ağa Han dedi ki bize “Kahire'ye bir armağan vermek istiyorum, ne yapmalıyım?”. Biz de hizmetindeki mimarlar olarak: “Park yap, şehir boğuluyor.” dedik. Üç tane arazi seçtik. Bir tanesi hemen kalenin eteklerindeki çöplük. En geniş olan arazi. Üzerinde bir şey yetiştirmek bile mümkün değil. Onu seçti. Orayı yeniden verimli hale getirebilmek için bazı doğal çevre tasarımcıları ve ziraatçilerle projeler geliştirildi. İstanbul’daki Tarlabaşı’na benzeyen Darb al-Ahmar Mahallesi’nin çok yakınındaydı bu alan, biz de bu mahalledeki insanların yararlanmaması halinde parkın yaşayamayacağını öne sürdük. Bir noktadan sonra bu fikir kabul gördü. Çünkü o örgüt içinde tüm problemleri “kazan-kazan” (winwin) formülüne oturtmak zorundaydık. Tam 29 yıl uğraşıldı o proje üzerinde, bugün 29. yılı. Sürekli çalışan bir büro oldu; beceremeyenleri bırakılıp, yeni büroları devreye sokuldu. Çok yakınında yaşayan nüfusun bu parktan ekonomik ve sosyal olarak nasıl yararlanacağı önemliydi. Sonunda bu proje, BBC'ye birkaç saatlik bir belgesel oldu. Neticede sahiplenmek ve uğraşmak lazım. Biz çalışanlar olarak Ağa Han'ı rahatsız
etmeseydik, belki o proje öyle olmayacaktı. Şimdi tümüyle kuruluşun projelendirme yapısı değişti. Tarihi kentler geliştirme programı bambaşka bir yapıya kavuştu. Artık başarılarını kitaplaştırmaya başladı.
2010 yılında biz İstanbul’da ev temizliği yaptık. Sanki misafir gelecekmiş gibi, İstanbul bir şekle sokuldu. Şöyle projeler gelmeye başladı: “Evlere tabela asalım, eskiden hangi önemli şahsiyetlerin orada yaşadığı bilinsin.” Bir kent kendi yapar bunları zaten. Bugün Londra'ya gidin Jimi Hendrix'in yaşadığı evin yanında Handel'in evi var. Kimse de bunu proje olarak görmüyor. Böyle anmalar doğan sorumluluklardır. 2010, İstanbul'u güzelleştirmeyi, misafire hazırlamayı değil; İstanbul'u odak noktası haline getirmeyi hedeflemeliydi. Bu olmadı, ben de bunu orada söyledim sonra da bir daha beni çağırmadılar. Model kesinlikle yanlıştı ve doğru sonuçlar da doğurmadı.
Cafer Bozkurt: Tarihi Yarımada'da doğmuş ve büyümüş; aynı zamanda Koruma Kurul Başkanlığı da yapmış biri olarak orayı en iyi bilenlerden olduğumu düşünüyorum. Yoğunluklar başka bölgelere kaydırıldığı için zaman içinde büyük yapılaşma olmadı. Bu sevindirici. Yalnız Koruma Kurulu zamanımda özellikle izlediğim şunlar oldu: Büyük projeler Ankara'dan emirle geldi. Marmaray, metro, hafif raylı sistem, Avrasya Tüneli vb. Daha önce yapılan bütün çalışmalara rağmen zaten şu an yapılmış olan ve inşaatı neredeyse bitmekte olan yapılar var. Bizlerin yapabileceği bir şey yok. Dahası Tarihi Yarımada'da nerede dönüşüm yapmak istedilerse onlar için Yenileme Kurulu’nu çıkarttılar. Tarihi Yarımada ile ilgili bu boşluklar var ama ben önemine inandığım Marmaray için kurul üyeliğimden dolayı çok fazla yardımcı oldum. Yenikapı'da ortaya çıkan kalıntılar için Japonlar’ın bir de müze yapmaları gündeme gelmişti. Ben de bunun bir proje ile elde edilebileceğini ve hatta İMP'nin de bunun karşısında olacağını dile getirdim. Ben bu yarışmayı birçok kişiyi ikna edip çıkaran kişiyim. Sonra Temmuz’da kuruldaki görevim bitti benim ve yazın Amerikalı bir mimarlık ofisinden yarışmaya yerel ortak olarak katılmamız için bizi davet eden bir e-posta aldım. Biz ise daha güçlü bir ortaklık olması için Mecanoo ile işbirliğine gittik. Geçtiğimiz ay XXI’de yayınlanmış halini göz önünde bulundurmayın çünkü bizim projemizin asıl kuvvetli olan kentsel tasarım kararlarını göstermekte yetersiz kalıyor. Projemizin seçilme sebebi kentsel tasarımı. Bizim projemizde farklı olan, hiç yapı önermemiş oluşumuz. Ağır trafiği alttan geçirip, hafif trafiği üste verdik. Tüm halkın yaya ulaşımını kademeli olarak kıyıya ulaştırmaya çalıştık. Kesilmiş olan doğu-batı yaya sirkülasyonunu sağlamaya çalıştık. Kısacası orada kentsel tasarım ile ilgili kararlarımız önemliydi. Bu proje bir şekilde seçildi ama ben İstanbul'da bir mimar olarak kamu adına görev yaptığımı düşünüyorum. Ne olacağını bilmiyorum. Uygulamaya yönelik bir planın, plansızlıktan ya da müteahhitlerin elinden çıkan bir şeyden daha iyi olacağını düşünüyorum. O yüzden madem seçildik, bizim fikirlerimizden yararlanılırsa sevinirim. Murat Vefkioğlu: İMP Kentsel Tasarım ve Yarışmalar Grubu yürütücüsüyüm. Öncelikle çok teşekkür ediyorum bu tartışma ortamı için. Bu bana 2007 yılında İhsan Bilgin’in Kartal Kentsel Dönüşüm, Küçükçekmece-Avcılar İç Kumsal'ın kentsel tasarım uluslararası davetli mimarlardan proje alımından sonra yapılan “Siyaset değil mimarlık konuşalım.” başlığıyla düzenlemiş olduğu toplantıyı hatırlattı. Yenikapı için yapılan bu
Güven Erten: Hem panelistlerden hem de söz alan diğer kişilerden geçmişe dönük önemli bilgiler edindik. Ama geleceğe bakacak olursak bundan sonra projenin sahibi kimdir, bu üç projenin seçilmesinden sonraki aşamaları nedir? Daha önce gördük eğer bir proje belli aşamalardan sonra kapı arkasında kalmaya başlıyorsa kentsel bir proje altyapı projesine dönüşebiliyor. Tansel Korkmaz: Benim gördüğüm kadarıyla böyle bir projeyi yapacak bir kamusal irade İstanbul'da yok. O yüzden ben herhangi bir projenin yapılabileceğini düşünmüyorum. Suha Özkan: Ben bir ufak anı anlatıp bağlamaya çalışabilirim belki. ODTÜ ağaçlandırması Ağa Han Ödülü almıştı. O zamanki ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş'ı bu projenin sürdürülebilir bir şey olmadığını, Ankara’nın göbeğinde böyle bir ormanlık araziyi ellerinde tutamayacaklarını söyleyerek sıkıştırıyorlar. Kemal Bey de “Korkmayın benim orada 33 milyon askerim var, onlar korurlar.” dedi, ağaçları kastederek. Yenikapı’da İstanbul Arkeoloji Müzesi müdiresi 70 küsur dalda araştırma yaptırıyor, gıda arkeolojisinden teknoloji tarihine kadar. Bu yarışma sırasında o da bana dedi ki “Hocam korkmayın, ben orada herhangi bir tahribata müsaade etmem. Bizim orada kaç yüz bin parçamız var.” Sahiplenmek bu. Bundan sonrasının nasıl yönetileceğini bilmiyorum ama o alanı tahrip ettirmeme güdüsü o projeyi götürecek. Başka bir enerjimiz yok. Şanslıyız ki yönetimin bir kısmı bunu çanak çömlek olarak değil, İstanbul'un geleceği yansıtacağı yeni tarihi olarak görüyor.
35 XXI - HAZİRAN 2012
Yenikapı sürecindeyse bana jüride kimlerin olabileceğini sordular, ben de uzun bir liste verdim yabancılardan oluşan. İçinden bazıları seçildi ama seçim sürecini gerçekten bilmiyorum. Sonra bunlar internet sitesinde ilan edildi ve o kişiler mühim bir adam olduğumdan değil, tanıdıkları bir kişi olduğum için beni aramaya başladılar. “Biz jüriye girmişiz, senin haberin var mı?” diye. Sonra jüride yeniden bir yapılanma oldu. İşveren seçiyor jüri üyelerini sonuçta, ben ısrarla ilan etmiş oldukları yabancı üyeleri değiştirmemelerini rica ettim. Ayıp olacaktı çünkü. Bir tek Koolhaas'ın takvimi uymadı, diğerleri aynı kaldı. Tansel’in verdiği cephe yarışması örneğine atfense değerli meslek kuruluşumuzun da bir cephe yarışması açmış olduğunu ve çok kişinin de o yarışmaya katıldığını belirtmek isterim.
yenİkaPI'nın ÖĞRETTİKLERİ
2010'a “İstanbul Avrupa Kültür Başkenti” çalışmalarına biraz değinmek istiyorum. Nezaketen beni çağırdılar, sahnede de birbirinden saygın bir sürü insan vardı. O zaman ben şunu söyledim: “Böyle bir misyon bu sahnedeki insanlar tarafından sahiplenildiği sürece başarısız olamaz.” Ama sonuçta yapılan projelerin hepsi altyapı projesi, Korhan'ın dediği gibi, Belediye’nin yapması gereken projeler. Bütçenin ne kadar olduğunu bilmiyorum ama onun yarısından fazlasını Belediye’ye verselerdi ve o işleri Belediye yapsaydı da; geri kalanıyla doğru dürüst işler yapılsaydı, daha etkin olurdu.
çalışma da, Kartal kadar önemli, hem bizim hem de İstanbul için. İMP'nin mutfağa girişi Mayıs 2008'dir. Korhan Gümüş bizi ziyaretinde dedi ki “Yenikapı Projesi'ni yapacağız ve bunu davetli yarışma şeklinde yapmayı düşünüyoruz, uluslararası olacak, katılır mısınız?” Biz de katılacağımızı belirterek süreç içerisine girdik. O tarihten itibaren İBB'ye bağlı birim ile 2010 arasındaki diyalogları kurduk. İBB adına bu projenin 2010 Ajansına veriliş süresi altı aydır. Bunun bir yarışma değil, hizmet alanı olduğunu belirtmek isterim. Çünkü 2010 Avrupa Kültür Başkenti'nin yasaları içerisinde hizmet alımı yapılması söz konusu olabiliyordu. 4134 sayılı İhale Kanunu Yarışmalar Yönetmeliği’nin dışında bir hizmet alımı yapabilme yetkisine haizdi ajans. Eşit bedelde bir ödeme karşılığında uluslararası ölçekte uluslararası gruplardan proje alma hakkına sahipti. Ve bu çalışma o yolda yürüdü. Bir hizmet alımıdır, bedeli eşit miktarda katılımcılara verilmiştir. Davetli değildir, ön seçmelidir. Bunun çatkısının oluşması da İhsan Bilgin ile bir sohbet esnasında ortaya çıktı. Altı tane uluslararası grup getirmektense, eşit olarak herkesin katılabileceği bir yöntemde yapmayı o sohbette ben önermiştim. O da kabul etti ve biz teklifimizi o şekilde verdik. Ama belediyenin verdiği bu altı aylık süre içerisinde 2010 Ajansı’ndaki yönetimin değişmesinden sonra bunu davetli yapmayı önerdiler. Biz teklifimizi yenileyerek davetliye çevirdik. Bu hakikaten uzun bir süreç. 2008'den 2012 yılının Mayıs ayına geldik ve daha dün bizim çalışmamız nihayetlenmiş oldu. Bu dört yılın yaklaşık iki buçuk senesi 2010 Ajansı’yla olan ilişkiler vasıtasıyla harcanmıştır. Hizmet alımının protokole geçişi 31 Kasım 2010'dur. Ama protokole bunu erkene alalım dediler, bir ay öncesinden yazılar ve o şekilde imzalanarak geldi. Ama esas çalışma o zaman başlamadı, bundan evvel de çalışmalar vardı. Bütün görüşmeler resmi olmasa da kurumlarla, aktörlerle, ilgilerle, herkesle yapıldı. Ama bir şey yazamıyorduk, yapamıyorduk. Çünkü elimizde 2010'un imzalamış olduğu protokol yoktu. Ajansı 30 Haziran 2011 tarihinde tasfiye ettiler. Bütün dosyalar, işin sahibi, teklifi yapan İBB’deki ilgili başkanlığa aktarıldı. Ve o süreç içerisinde de çalışmalar devam etti. Desing brief hazırlandı, yarışma şartnamesi değil. Akademisyen arkadaşlarla birlikte bu çalışmalar yapıldı. Bu, hepimiz için ilginç bir proje geliştirme metodudur. Bana kalırsa başarılı olduğumuz yerler de hatalarımız da var. Bu hatalar eksikliklerden kaynaklanan hatalardır. Bu hataların düzeltilmesi, İhale Kanunu’nun dışında yapılacak yarışmalar ve proje geliştirmelerin camiamız tarafından da desteklenmesi lazım diye düşünüyorum. "Kamu alanları yarışmayla yapılmalıdır" sloganına katılıyorum. Ama Beylikdüzü Yarışması, Maltepe Bölge Parkı Yarışması, Başakşehir Kent Merkezi Yarışması gibi deneyimlerde sonuç ne oluyor? Hangisi gerçekleştiriliyor bu projelerin? Şu anda sadece Maltepe Bölge Parkı Yarışması birincisi arkadaşımız idareyle ilişki içerisinde. Uzlaşma, dayanışma, şeffaflık içerisinde yapmış olduğumuz hizmet alımlarında işlerimiz daha süratli gitti. Onun için camiadaki herkesin bu konuyu tartışması ve tekrar ele alması lazım. Hizmet alımlarının kamu kurumlarını destekleyici bir şekilde ilgili kurum ya da kişiler tarafından yürütülmesinde fayda var diye düşünüyorum.
Proje – ÜNİVERSİTE YERLEŞKESİ - KAYSERİ HAZİRAN 2012 - XXI 36
Kente Açık Yerleşke ÇIRAKOĞLU MİMARLIK TARAFINDAN TASARLANAN ABDULLAH GÜL ÜNİVERSİTESİ YERLEŞKESİ, KONUMLANDIĞI KAYSERİ İÇİN REKREATİF BİR ALAN OLMAYI HEDEFLEYEREK KENTLE İLİŞKİLENMEYİ AMAÇLIYOR. Çırakoğlu Mimarlık
Abdullah Gül Üniversitesi Yerleşkesi
çırakoğlu mimarlık
Yeni kurulmuş bir üniversite olarak saygın ve değerli bir kurum olmayı hedefleyen Abdullah Gül Üniversitesi yerleşkesinin tasarımında nitelikli bir kampüs ortamı yaratmak için evrensel değerlerle yoğurulmuş yenilikçi bir anlayış benimsedik. Yerel dinamikler ve bölgeye has tarihsel referansları, bu yenilikçi tutuma katkı sağlayacak unsurlar olarak kabul ettik. Kayseri'nin doğusunda, kent merkezinin dışında yer alan yerleşke alanında kentsel anlamda da bütünlük gösteren bir fiziksel çevre tasarımı yapmayı amaçladık. Kampüs yaşantısının sadece araştırma ve eğitimden ibaret olmadığı düşüncesinden yola çıkarak fiziksel çevrenin, burayı kullanacak topluluğa sahiplenme ve aidiyet duygusu yaşatacak niteliklere kavuşması en önemli hedeflerimizden biriydi. Yerleşke, kent dışında konumlandığından kentle bağlantısını güçlü tutacak bir ulaşım ağı oluşturmanın ötesinde, bu alanı kent için önemli bir rekreasyon ve kültür alanı olarak tarifleyecek bir kurgu belirledik. Yerleşke alanına yaklaşımda
üniversite yapılarının algısı önemsenirken, özellikle prestij yapısı olma özelliği taşıyabilecek olanları bu durumu göz önünde bulundurarak konumlandırdık. Kampüsün aynı zamanda Kayserililerin kullanımına açık bir kent parkı olması fikrini geliştirirken, peyzaj ve yeşil alan düzenlemeleriyle olduğu kadar, kentsel karakteri güçlü olan ve içinde kültürel, yeme-içme ve ticari işlevleri de barındıran karma kullanımlı bir çekim merkezi olmasını öngördük. AGÜ yapılarının her birinin nitelikli mimari ürünler olması ve bir araya geldiklerinde özgün karaktere sahip bir yerleşim tanımlamaları tasarımın temel prensiplerinden biriydi. Yapılara eğitim anlayışını ve üniversitenin vizyonunu yansıtacak nitelikte mimari bir dil kazandırdık. Bölgenin tarihinden gelen ve sahiplenilmesi beklenen mimari mirasa ait değerler, yeniden yorumlanarak ve birebir temsil düzeyinden uzak durularak tasarıma ilave edildi. Özellikle Selçuklu mimarisindeki açık alan-avlu-mekan hiyerarşisinin mekan algısına katkıları yeni bir yorumla kullanılırken, birbirine akan açık, yarı açık ve kapalı alanlar oluşturduk. İdari, sosyal ve kültürel yapıların bulunduğu aks ile eğitim yapılarının yer aldığı aksta birbirine kontrast oluşturacak şekilde iki farklı kütle
Proje – ÜNİVERSİTE YERLEŞKESİ - KAYSERİ 37 XXI - HAZİRAN 2012
karşı sayfada Su öğesi üzerinde konumlandırılan Köprü, yerleşkenin ana omurgasını oluşturuyor. bu sayfada üstte: Kayserililerin de kullanımına açılacak olan rekreatif alanlar solda: Kütüphane yapısı arka sayfada Köprü ile birbirine bağlanan yapı kütleleri
kurgusu önerdik. İlkinde daha katı ve net kütleler, sürekliliği olan platformların oluşturduğu taştan bir kaide üzerine yerleşirken, ikincisinde yapılar daha hareketli, geçirgen ve yerden yükseltilmiş kütlelerle oluşturuldu. Su ve çevre duyarlılığı Su öğesinin önemli bir unsur olarak yer bulduğu yerleşkede kurumuş dere yatağının ıslah edilerek canlandırılması ve arazi içinde iki adet gölet oluşturulması planlandı. Kendi mikro-klimasını da yaratacak olan bu göletlerin hem üniversite yaşantısı için hem de Kayserililer için etkili bir çekim unsuru olarak işlev görmesini hedefledik. Yerleşim alanına yakın olan Küçük Göl’ün, etrafındaki peyzajla kampüsün algısında önemli bir etken teşkil etmesini, rekreasyon ve spor alanlarına yakın olan Büyük Göl’ün ise Kayseri kenti için önemli bir su unsuru olarak kentin doğal çevresine katkıda bulunmasını amaçladık. İki göl arasında kademeli bir şekilde alçalan dengeleyici havuzlar ise, bir akarsu izlenimi veren ve kıyısı boyunca gezinti rotası tanımlayarak kampüsteki ana rekreasyon aksını belirleyen öğeler haline geldi. Medeniyetlerin önemli kısmının su kenarlarında yeşermeye başladığı olgusu ile yeni kurulan bir üniversitenin fiziksel
kurgusunda da suyun oldukça büyük bir yer kaplamasının kurumun kimliğinin oluşumunda önemli bir yer tutacağını öngördük. Planlı gelişen bir yerleşke olmasının avantajı da kullanılarak AGÜ’deki tüm yapılaşma ve çevre düzenlemesinin topyekün bir sürdürülebilirlik anlayışı çerçevesinde gerçekleşmesi planlandı. Enerji kullanımının optimizasyonu ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını ana kurgunun bir parçası olarak ele aldık. Bu kararların mimari çözümlere farklı ölçeklerde yansımaları olan güneş kontrolü, yönelimler, doğal havalandırma gibi konuları mimari tasarımın önemli kriterleri olarak düşündük. Ulaşım Kampüs içindeki tüm yapılara araç erişimini, yerleşim alanını çevreleyen ring yolundan dallanan çıkmaz ara yollarla sağladık. Bu sayede yaya yollarının araç trafiğiyle kesişmesi ve gelişim alanları ile ilk etap yapılar arasında kesinti oluşmasını engellemiş olduk. Yine yaya trafiği ile kesişmemesi için Köprü’ye bağlanan ara yollar platformların altına çekilerek yapılara giriş ya da servis sağladı. Tüm yapılara ve etkinlik alanlarına bisiklet ile ulaşmanın mümkün olduğu kampüste, bisiklet yollarını
motorlu araç yolları ile mümkün olduğunca az noktada kesişecek şekilde planladık. Yaya yolları ile kesişme bölgelerinde şiganlar oluşturularak, bisikletlerin yaya yollarına hızlı girmelerini engelledik. Tüm binalarda ve etkinlik alanlarında yeterli sayıda bisiklet parkı oluşturulmasını öngördük. Ulaşımın büyük ölçüde yaya olarak yapılmasını planladığımız yerleşkede araç trafiğinden arındırılmış yaya yolları oluşturduk. Ana yaya trafiği Köprü üzerinde ve Alle’de yer alırken, yurtlar bölgesine, rekreasyon ve spor alanlarına yine bu hatlardan bağlantı sağladık. “Köprü” ve Yapılar AGÜ yerleşkesinin yönetimsel, sosyal ve kültürel işlevlerini, her iki ucunda bir odak noktası bulunan doğrusal bir hat üzerine konumlandırdık. Bu odak noktaları arazinin iki tepe noktasını birbirine bağladığından, aralarında kalan mesafe boyunca alçalıp tekrar yükselen bir alan oluşturduk. Hattın ortasında kalan en alçak bölgede merkezi bir çekim unsuru oluşturmak için su öğesini kullandık. Ortadan uçlara doğru teraslanarak yükselen platformlar ana omurganın kaidesini oluşturdu. Hattın sürekliliğini sağlamak amacıyla suyun
Proje – ÜNİVERSİTE YERLEŞKESİ - KAYSERİ HAZİRAN 2012 - XXI 38
üzerinden geçirilen Köprü’yü, yerleşkenin görsel karakterini oluşturan unsurlardan önemli biri olarak ele aldık. Platformlar teraslanarak yükseldiğinden, düşeyde birbirleri arasında kalan bölgeler genel olarak ticari işlevler için kullanıldı. Üniversite dışından gelen ziyaretçilere de yoğun olarak hizmet edecek bu ticari alanlarda, kafe, restoran, kitapçı, hediyelik eşya dükkanı, market gibi işlevlere sahip mekanlar oluşturuldu. Yaya bölgesi olarak tasarlanan bu alanda düşey dolaşım, merdivenler, rampalar, asansörler ve yürüyen merdivenlerle sağlandı. İki noktada platformların altından geçerek yapılara giriş ve servis veren araç yollarının yaya trafiği ile çakışmaması sağlandı. Köprü tanımını, sadece suyun üzerinden geçen bölümü ile değil de, hat boyunca platformlar üzerine dizilen yapıları ile de yüklenen omurgayı, yerleşkeye kentsel karakter kazandıracak temel unsur olarak önerdik. Köprü’nün bir ucunda yer alan Kongre Merkezi’nin, barındıracağı kültürel işlevlerle bu noktada bir çekim merkezi yaratmasını hedefledik. Müze ile paralel olarak yürütülebilecek etkinliklerle yerleşkenin yaşantısında
önemli bir yere sahip olacak olan Kongre Merkezi, protokol girişleri de düşünülerek Rektörlük Binası ile yakın bir noktaya konumlandırıldı. Üniversiteye ve Kayseri’ye yaklaşımda karayolundan ilk algılanacak yapılar arasında bulunan Kongre Merkezi’ni, bulunduğu tepe üstü konumuyla AGÜ’nün görsel algısını belirleyecek unsurlardan biri olarak ele aldık. Protokol girişlerine olanak sağlayacak bir noktada konumlandırılan Rektörlük Binası’na aynı zamanda tüm eğitim yapılarından da kolayca ulaşılabilecek. Üst kottan protokol girişi alınırken, alt kotlarda idari bilimler ve öğrenci işleri yer alacak. Kütüphane ile ortak etkinliklere de ev sahipliği yapacak olan Bilim Merkezi’nin, özellikle genç ve çocuk ziyaretçileri kampüs yaşantısının içine alarak yüksek öğrenim ortamını tatmalarını hedefledik. Platformların üzerine yerleştirilen farklı işlevlerdeki yapıların aralarında farklı ölçeklerde avlu ve meydanlar oluşturduk. Yapıların işlevlerine göre kendi iç avlularıyla da bağlantılı olan bu alanlar yerleşke yaşantısına zengin bir kentsel karakter kazandırırken, karma kullanımlar arasında ortak alanlar meydana getirdi. Müze ve Rektörlük arasında kalan ve tören alanı olarak
kullanılabilecek nitelikteki meydanı ise, girişte ziyaretçileri ilk karşılayan alan olarak belirledik. Kütüphane binasını, bilginin üretilmesi, korunması ve sunulması konularının AGÜ için önemini vurgulamayı da hedefleyerek Köprü’nün tam ortasında, suyun üzerinde konumlandırdık. Öte yandan, kampüsün merkezine konumlandırılarak yapının hem tüm yerleşkeden algılanmasını, hem de içindeki kullanıcıların kampüsün merkezinde olduklarını hissetmelerini sağlamış olduk. Sadece fiziksel kitaplara değil, sayısal ortamdaki bilgiye de hızlı erişimin sağlanacağı Kütüphane’nin öğrenciler ve araştırmacılar arasındaki etkileşimi artıracak mekansal kurgulara sahip olmasını planlandık. Köprü’nün diğer ucunda ise yine sosyal etkileşimi artıracak ve çekim noktası olabilecek Kafeterya ve Cami yapıları yer aldı. Kafeterya’nın sadece yemek saatlerinde değil, geniş bir zaman aralığında AGÜ mensuplarına ve ziyaretçilere hizmet vermesi ve alternatifli yeme-içme olanakları sağlamasını planladık. Enerji verimliliğini de tasarımın birincil ölçütlerinden biri olarak düşünerek yapıların bundan sonraki aşamalarda ele alınacak çözümlerinde temel unsurlardan biri olmasını amaçladık.
Proje – ÜNİVERSİTE YERLEŞKESİ - KAYSERİ
mimari proje: Çırakoğlu Mimarlık mimari tasarım: Alişan Çırakoğlu, Ilgın Avcı ekip: Engin Maçoro, Deniz Yazıcı, Merve Gül Özokçu, Diğdem Angın, Aslı İngenç proje tarihi: 2011yapım tarihi: 2011proje yeri: Kayseri toplam inşaat alanı: 360.000 m2 işveren: Abdullah Gül Üniversitesi
ılgın avcı Ilgın Avcı 1985 yılında Ankara'da doğdu. 2004 yılında Ecole d'Architecture et de Paysage de Bordeaux'da başladığı mimarlık eğitimini 2008 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nde tamamladı. 2010 yılında aynı bölümde başladığı Mimari Tasarım yüksek lisansına halen devam etmektedir. 2008 yılından beri Alişan Çırakoğlu ile beraber çalışmalarını sürdüren Ilgın Avcı, 2011 yılında Çırakoğlu Mimarlık ortaklarından biri oldu. Avcı, 2008 yılından bu yana İTÜ Mimarlık Fakültesi proje stüdyolarına konuk jüri üyesi olarak katılıyor.
alişan çırakoğlu Alişan Çırakoğlu 1975 yılında Çorum'da doğdu. 1996'da ODTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. 1999'da aynı bölümde yüksek lisansını tamamladı. 1996'dan 1999'a kadar İstanbul ve Ankara'da çeşitli bürolarda çalıştı. 2001 - 2003 yılları arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde yarı zamanla öğretim görevlisi olarak çalıştı. Çalışmalarını 2002 yılında kurduğu ofisi Çırakoğlu Mimarlık’ta sürdürüyor ve Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nde yarı zamanlı olarak stüdyo derslerine giriyor.
vaziyet planı
39 XXI - HAZİRAN 2012
kesitler
yapı – genel müdürlük binası – İstanbul HAZİRAN 2012 - XXI 40
fotoğraflar: Studio Majo / Engin Gerçek, Aras Kazmaoğlu
Sinematik Arayüz Nevzat Sayın’ın tasarladığı Doğan Holding Genel Müdürlük ve ofis yapısı, çevresinde gezindikçe kendini açıp kapayan ritmik cephe düzeniyle sinematik bir etkiye sahip. Hülya Ertaş
doğan holding genel müdürlük ve ofis yapısı
nevzat sayın mimarlık hizmetleri
Hülya Ertaş: Doğan Holding’in cephesi oldukça sinematik, yürüdükçe kendini kapayıp açan bir karaktere sahip. Gelmeden önce fotoğraflara baktığımda daha çok, tapınakları andıran, arkaik bir ritmi olduğunu düşünmüştüm ama etrafında yürürken çok daha sinematik bir etkisi var. Nevzat Sayın: Yapının ancak karşısına geldiğin zaman pencerelerinin olduğunu görebilirsin. Aksi halde büyük, kocaman, kapalı bir duvar gibi algılanıyor. Güneş güneye ve güneybatıya geçtiğinde, bu cephe düzeni çok işe yarıyor, iç mekanı güneşten oldukça koruyor. Aslında çok basit bir şemaya sahip. O cephe düzeni içinde bazı bölüntüler kapalı çünkü onların arkasında pencere olmasını gerektiren bir durum yok. Dolayısıyla aynı şeyin tekrarına dayalı bölüntülerle,
neresinin kapanmasını istiyorsan orayı kapatabiliyorsun. Özel bir durum getirmiyor, içerideki mevcut durum üzerine bir cepheyi yeniden tasarlamak gerekmiyor. Yapının kendisiyle dışarısı arasındaki bu arayüz -cepheye değmeden önce yapıya yaklaşırken bakanı üzerinde tutan şey- tüm bunları yapma düzlemini de oluşturmuş oluyor. Onun için de belki de eski yapılarla bir benzerlik kurulabilir. Yapıdan önce yapının cephesinde var olan ve günün çeşitli saatlerindeki ışık ve gölgelerle her zaman değişen o arayüzün izlenmiş olduğu söylenebilir. Bu arayüz başlangıçta taşıyıcı strüktürdü, yani yapı bunun üzerinde taşınıyordu. Ancak bu emsale dahil edilince taban alanı büyüklüğünü ve toplam inşaat alanını değiştirdi ve bu değişiklik bize oldukça fazla alan kaybettirdi. Bu da Türkiye'deki yönetmeliklerin tuhaflığından kaynaklanıyor gerçekten. Öyle olunca biz de taşıyıcı sistemi içeri aldık, dış cephedeki arayüzü prekast eleman olarak bıraktık. Başından beri düşündüğüm, yapının güneşle ilişkisi gibi konuları bu elemanla da sağladım ama bunu bir taşıyıcı sistemle
karşı sayfada Yapının giriş cephesi
yapı – genel müdürlük binası – İstanbul
bu sayfada altta: Arka cephe solda ve en altta: Aks gridinden boşaltılarak oluşturulan yarık
41 XXI - HAZİRAN 2012
bu sayfada üstte: Arka cephenin baktığı bahçe ve zemindeki ışıklıklar üstte sağda: Avludan köprüye doğru bakış sağda: Yapının kentsel doku içindeki görünümü
HAZİRAN 2012 - XXI 42
yapı – genel müdürlük binası – İstanbul
karşı sayfada Toprak altında konumlanan ama yarıklarla günışığı alan yemekhane
yapacağıma, kaplama gibi yapmak durumunda kaldım. he: Peki bu cephe düzeni içerideki organizasyona herhangi bir şey dikte ediyor mu? ns: Yapı altı metrelik bir aks sistemi üzerine kurulu; onu ikiye bölünce üç metre, onu da ikiye bölünce bir buçuk metrelik bölümler elde ediliyor. Bu bizim minimum aralığımız, böylece küçük odaların her birinde bir ya da iki tane pencere açıklığı kalmış oluyor. Bu şekilde içeriyi dolaylı bir biçimde tayin etmiş oluyor aslında. he: Bir anlamda tasarıma tersten başladığınızı söyleyebilir miyiz, önce cephe düzeninin çıktığını ve sonra yapının ona göre biçimlendiğini? ns: Cepheden başlamadık ama oraya geldik. Sonuçta cephe o kadar baskın bir hal aldı ki oradan başlanmış hissi veriyor. Oysa değil, önce vaziyet planı çıktı. Yapının çevresindeki yollarla ilişkisinde hala bazı belirsizlikler var. Yapıya üç farklı yoldan girilebilme olasılığı var. Dolayısıyla binayı öyle konumlandırmak
istedim ki tüm bu olasılıklar içinde binanın giriş pozisyonu değişmesin. Bu nedenle yapının batı cephesini yoldan uzaklaştırıp hiçbir durumda yol bağlantılarına maruz kalmayacak olan arka cephesini parsel sınırlarına yakınlaştırarak, ama bunu yaparken de alt katların ışık alabileceği mesafeyi bırakarak, vaziyet planını çözdük. Sonrasında bir ofis düzeni kurabilmek için gerekli minimum büyüklüğü saptadık. 6x6 metrelik bir aksın içerisinden 1,5 metreye yakınını sirkülasyona ayırırsak, geriye kalanını kendi içinde üç metrelik ara akslarla bölerek açık ya da kapalı ofisler düzenine götürebileceğimizi düşündük. Bu kararı verince aslında, altı metrelik aksa da karar vermiş olduk. Bu altı metrelik aks, aynı zamanda aşağıdaki otoparkın da aksını sağladığı için uygun oldu. Bu altı metrelik aksta yaptığımız bölümlemeler, yapı içindeki düzeni de belirledi. Belirli büyüklüklerden daha küçük bir avlu ya da ofisin olamayacağını kararlaştırınca yapının en kesitini ortaya çıkardık. Sonrasında da o en kesiti ne kadar uzatmamız gerektiğine karar verdik. Bu sabit kesite oturan en uzun planı elde ettikten sonra,
onu vaziyet planı içerisinde yerleştirdik ve konu bitti. Aslında çok basit bir akıl yürütmeyle kurulmuş bir şeydi. Her şey böylesi basit bir geometri üzerine kurulu. Malzeme tercihleri de onu destekler nitelikte. Çok az şeyle yapılmış bir yer diye düşünülebilir. Bunlar sonrasındaki aşama, kesitte arka bahçe ve toprak altının nasıl kullanılacağına dair bir yol bulmaktı, çünkü burada inşa edebileceğimiz yapı büyüklüğüyle programda bizden istenen büyüklük arasındaki bir problem vardı. Daha çok yere ihtiyaçları olduğu için toprak altlarının kullanılması gerekti. Gerek avlularda gerekse arka bahçede açılan yarıklarla toprak altında yer alan mekanlara aydınlatma elemanları ile yapılamayacak bir ışık akıyor. Özellikle yemekhanenin konumlandığı alan ve ona bakan galeride iç ile dış mekan arasındaki ilişki bulanıklaşıyor, birtakım ara mekanlar ortaya çıkıyor. he: İç avlular alt katlara ışık taşımanın yanı sıra sirkülasyonun gelip dayandığı bir mekan olarak da işlev görüyor.
yapı – genel müdürlük binası – İstanbul 43 XXI - HAZİRAN 2012
HAZİRAN 2012 - XXI 44
yapı – genel müdürlük binası – İstanbul
solda ve altta: Avlular arasındaki köprüdeki düşey sirkülasyon altta sağda: Yemek odası en altta: Ofislerle avluyu ayıran sirkülasyon alanı
ns: Bu iki avluyu başlangıçta üzeri örtülü iç mekanlar olarak düşünmüştük, yandaki ofislerin içine baktığı mekanlardı. Daha sonra belediye buna izin vermedi ve kapalı avlulara dönüştürüldü. Duvarları kapatıldı ve bir dış mekana dönüştü. Çıkılmaz ama bakılır ingiliz bahçeleri gibi, her yerden oraya bakılabiliyor. Ofislerin sirkülasyon alanlarının buraya bakmasının yanı sıra, o iki avlu arasındaki köprü de tüm düşey sirkülasyonu taşıyor. Köprünün ve avluya bakan diğer camların farklı yansıtıcı özellikleri var, dolayısıyla ışık kırılarak yansıyor etrafa. Avluya bakan sirkülasyon alanlarında birkaç kişi aynı anda hareket ediyorsa kimin nerede olduğunu anlamak gittikçe zorlaşıyor, karmakarışık bir hal alıyor. he: Tüm bu kurgu içinde ofislerin olduğu mekanlar hem tanımlı hem de korunaklı aslında. Bir yanda cepheden ikinci bir arayüzle, diğer yanda sirkülasyon alanlarıyla avludan içeri çekiliyor. ns: Evet, nerdeyse sadece çalışanların birbirlerini görebildikleri bir durum yaratmak istedik. Son derece korunaklı olması tanımlarından biriydi. Çalışma mekanlarının hiçbir şekilde kapısı ya da özel bir girişi olmadığı halde, daraltılmış etki insanları oraya
yönlendirmiyor, yani kendi başına biri oraya girmeye cesaret edemiyor. Bu da ofisleri korumuş oluyor. Çok sayıda bölme ama çok az kapı var. he: Dışarıdan bakıldığında cephedeki arayüzün tekrarının yarattığı bir anıtsallık var ama içeri girdiğiniz an, bina küçücükmüş gibi geliyor. ns: Bunu duymak çok güzel çünkü en başından beri Aydın Doğan bunun kurumsal bir yapı olması gerektiğini belirtiyor, bu nedenle görkemi üzerinde duruyordu. Bunu sağlamamız gerekiyordu. Ama diğer yandan da çalışanların günlük hayatını sürdüreceği yerlerin öylesi bir görkemi barındırması gerekmediğini düşünüyoruz. Yapıyı gezdirirken kurduğum “İşte bu kadar bu yapı” cümlesi, çok severek kurduğum bir cümle. Aslında son derece konvansiyonel düzen içinde bazı kural ihlalleriyle oluşturulmuş bir yapı. O kural ihlallerine de pratik nedenlerle başvuruldu, çünkü metrekare haklarını doldurmuş olmamızdan ötürü inşaat yapamayacağımız alanlar ortaya çıktı. Dolayısıyla kullanışlılık ya da strüktür gibi çeşitli noktalardan yola çıkıp mimariyi tanımladık ki bu da benim kıymet verdiğim bir yöntem.
nevzat sayın 1954’de Hatay, Dörtyol’da doğdu. 1978 yılında Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Mimarlık Bölümü'nü bitirdi. 1980-1984 yılları arasında okul sonrası eğitim için Cengiz Bektaş ile çalıştı. 1985’ten beri kendi mimarlık atölyesinde çalışmalarını sürdürüyor. Bursa Uludağ Üniversitesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nde proje stüdyosu yürütücülüğü yaptı.Bilgi Üniversitesi mimarlık yüksek lisans programının kurucu üyesi olan Sayın, Türkiye’deki mimarlık okullarında yaz okulu ve jüri çalışmalarına katıldı. Mimalık yazıları ve röpörtajları yayınlandı; çeşitli mimarlık ve fotoğraf sergileri hazırladı.Ulusal Mimarlık Ödülleri kazandı ve Ağa Han Mimarlık Ödülü'ne dört kez aday gösterildi. 2004 yılında ‘’Nevzat Sayın Düşler Düşünceler İşler’’ adıyla bir kitabı yayınlandı.
zemin kat planı
1. kat planı
vaziyet planı
2. kat planı
kesit
45 XXI - HAZİRAN 2012
1.bodrum kat planı
yapı – genel müdürlük binası – İstanbul
2.bodrum kat planı
proje adı: Doğan Holding Genel Müdürlük ve Ofis Yapısı mimar: NSMH / Nevzat Sayın proje ekibi: Hakan Deniz Özdemir, Ahmet Korfalı, Sibel Özdoğan, İbrahim Eyup, Metehan Kahya, Bahar Lakerta, Ayşe Aydoğan, İlker Kütükoğlu, Tuğba Okçuoğlu statik: Altıneller Mühendislik elektrik: Erde Mühendislik mekanik: ABC Mühendislik işveren: D Yapı yapımcı: İMPA inşaat alanı: 12.200 m2 ana işlev: Ofis ana strüktür: Betonarme projelendirme tarihi: 2006 inşaat bitiş tarihi: 2011 inşaat süresi: 20 Ay
Eğitici ve Oyuncu ÜÇ YAŞIN ALTINDAKİ ÇOCUKLAR İÇİN TASARLANMIŞ OLAN KREŞ BİNASI, RENKLER VE ŞEKİLLER ÜZERİNE ODAKLANARAK, ZİHİNSEL VE SOSYAL YETENEKLERİN GELİŞMESİNİ TEŞVİK EDİYOR.
HAZİRAN 2012 - XXI 46
yapı - kreş - almeria
fotoğraflar: Jesus Granada, David Frutos
“Bir bina kullanıcıların ihtiyaçlarına cevap vermelidir ve eğer üç yaşındaki çocuklardan bahsediyorsak, eğlenceli olmalıdır” diyen Elap Arquitectos Ingenieros kurucularından Luque ve Pascual, projenin birçok detayında rengin küçük çocuklar için olan önemini vurguluyorlar. Çocukların ilk birkaç yıldaki bilişsel gelişiminde büyük role sahip olan rengin yanı sıra, bulmacalar, yapbozlar da önemli. İçgüdüsel olarak erken yaştaki çocuklar çizimlerinde kırma çatıyı ev ile ilişkilendiriyorlar: Çatı, kutu, kapı ve pencereler yaptıkları çizimlerinden izleniyor. Tasarlanan kreş binası, onların zamanının çoğunu geçirdiği "büyük bir ev" olarak ele alınmış ve bu fikir projenin çıkış noktası olarak kabul ediliyor.
vélez-rubıo'da kreş
elap arquıtectos ıngenıeros
Yapı, merkezi bir avlu etrafında konumlanıyor. Avlunun bir tarafı çok amaçlı oda tarafından, geri kalan kısımlarsa yaşlara göre ayrılmış üç grup için tasarlanmış sekiz tane sınıfla çevreleniyor. Ayrıca
yemek odası, mutfak ve çocukların oyun oynadığı avluda dağılmış idari ofisler bulunuyor. Sınıflar açık alanlarla bağlantılı şekilde tasarlanmış ve bu durum belirgin bir iç-dış mekan ilişkisine izin veriyor. Farklı yaş gruplarındaki çocukların kullandığı alanlar, vinil laminant yerler ve duvarlarda farklı renklerin kullanımı ile birbirinden ayrışıyor. Bir yaşından küçük çocuklar için tasarlanmış sınıflar için seçilen mavi renk; gevşeme, deniz ve düşlerin dünyası gibi kavramları çağrıştırıyor. Bir-iki yaş aralığındaki çocukların sınıflarında turuncu renk kullanılarak, psikomotor stimülasyonu ve aktivite anlamında vurgu yapılırken, iki-üç yaş aralığındaki çocukların sınıflarında, doğayla ilişkiye vurgu amacıyla yeşil renk seçilmiş. Ortak alanlarda kullanılan karışık renklerse, toplum ve kolektifliğe gönderme yapıyor. Yapının programının tasarlanmasının ardından, cephe üzerinde çeşitli kararlar alınmış. Çevrede sıklıkla rastlanan geleneksel pencere tipleri kullanılmak istenmemiş ve binanın sıradan bir bakım merkezinden farklılaşması için binaya farklı bir karakter katacak yeni bir tipoloji arayışına girilmiş.
yapı - kreş - almeria 47 XXI - HAZİRAN 2012
karşı sayfada Tüm renklerin birarada kullanılarak toplum ve lolektifliğe gönderme yapan ortak alanlar. bu sayfada üstte: Yapının dışarıdan görüntüsü, çevre ile ilişkisi. ortada: Avlu etrafında konumlanan derslikler ve içeride solda ortak alan altta: Cephenin kullanıcılarla kurduğu ilişki
yapı - kreş - almeria HAZİRAN 2012 - XXI 48
bu sayfada üstte: Cepheden bir kare ortada solda: Bir yaş altı çocukların sınıfında mavi renk kullanılmış; gevşemei deniz ve düşlerin dünyası gibi kavramlara gönderme yapıyor. ortada: Ortak alanlardan bir kare. ortada sağda: Cephedeki dairesel formlar aynı zamanda masa, koltuk, hamak gibi amaçlarla da kullanılıyor altta: İç avlunun cephesinin çocuklarla kurduğu ilişki.
Bu sebeple cephenin içindeki boşlukların içinde dağılan bir bilmece şeklinde basit bir panel sistemi oluşturulmuş. Bu dairesel boşluklardan oluşan pencerelerin lamine camları içine yeşil, sarı, mavi ve mor renklerdeki özel filmler yerleştirilmiş. Bu sayede gün boyunca mekanın içi farklı renklerle dolarken gece de iç mekan ışıkları cepheyi aydınlatıyor ve çevresindeki mahalleye eğlenceli bir görüntü katıyor. Binanın cephesi, dışarıyı içeriden ayıran bir unsur olarak ele alınıp, cephedeki delikler ve kullanıcı arasında bir ilişki kurulmaya çalışılmış. Daireler; delik, göz, oyun, ay gibi bir çok benzeşim öne sürüyor ve bunun ötesinde, cephedeki bu alanlar açıları ve yüzeyleri sayesinde masa, koltuk ve hatta birer hamak gibi kullanılabiliyor. “Çocukların dünyası, büyüklerinkinden 1.30 metre yüksekliğinde duvarlarla ayrışmaktadır” diyen Luque ve Pascual, bu uzunluğun bir çocuğun mekansal görüş yüksekliği olduğunu ve bu limitin üzerinde duvarların yüzeylerini bitmemiş olarak göreceklerini belirtiyorlar. Bu sebeple çoğu mekan içindeki duvarda bu uzunluktan yola çıkılmış.
ADVERTORYAL 49 XXI - HAZİRAN 2012
beıjıng natıonal grand theatre, pekin/çin
Çelikten Dayanıklı, Alüminyum Kadar Hafif: Sıra Dışı Cephelerin Malzemesi ALPOLIC/fr TCM Titanyum Mıtsubıshı Plastıcs Inc.'in sunduğu ALPOLIC/fr TCM Tıtanıum Composıte Materıal, Çin'de bulunan Beıjıng Natıonal Grand Theatre ve Tayvan'daki Taıpeı Arena gibi birçok önemli projede tercih edildi. Mitsubishi Plastics Inc.'in yüksek teknolojisiyle Japonya'da üretilen ALPOLIC/fr TCM Titanium Composite Material, sıra dışı projelerde tercih edilen ve tüm dünyada giderek talep gören çok özgün bir cephe kaplama malzemesi. Güç ve dayanımı çelikten daha fazla ve neredeyse alüminyum kadar hafif olan titanyum, yapıya yük getirmediği gibi günümüzde korozyona ve pek çok kimyasal etkiye karşı en dayanıklı metal olarak biliniyor. ALPOLIC/fr TCM paneller ayrıca gün ışığını ve gökyüzünün renklerini, titanyumun kendine özgü etkisiyle yansıtarak cephede değişken ve çarpıcı
bir estetik yaratıyor. Dünyanın çeşitli metropollerinde ALPOLIC/fr TCM Titanyum kullanılarak yapılan projeler, çarpıcı cepheleri sayesinde çağdaş mimarinin ikonları olarak göz alıyor. ALPOLIC/fr’ın diğer serileri gibi ALPOLIC/fr TCM paneller de özel mineral dolgulu yapısıyla, önemli uluslararası standartları karşılayan üstün yangın dayanımını; gelişmiş kaplama teknolojisiyle pürüzsüz bir yüzeyi garanti ediyor. Tüm ALPOLIC/fr paneller, sertlik ve sağlamlık özellikleri ile esneklik ve işlenebilirlik avantajını bir arada sunarak sıra dışı tasarımlara olanak sağlıyor.
taıpeı arena, taıpeı/tayvan
mıtsubıshı plastıcs Euro Asia ltd.
bağlarbaşı kısıklı cad. no:4 sarkuysan-ak iş merkezi s-blok teras kat altunizade - üsküdar / istanbul
t: 0216 651 86 70 f: 0216 651 86 73 www.alpolic.com info@alpolic.com.tr
zemin kat planı
birinci kat planı
yapı - kreş - almeria
eva luque-garcía 1999 yılında Seville Üniversitesi (ETSA) Bina ve Planlama Bölümü'nden mezun olan Eva, 2009'dan beri aynı üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Alejandro Pascual'la 2005 yılında Elap'ı ve 2008 yılında ise Irreversible yayın evini kurdular. Çalışmalarında yaratıcılık, yenilik, düşük maliyet, sürdürülebilirlik gibi noktalara odaklanıyorlar. Ana ilkeleri ise; çevre ile diyalog halinde, kullanıcılarla çevre arasında bir bağ kurmak.
HAZİRAN 2012 - XXI 50
alejandro pascual soler 1991 yılında Polytechnic University of Madrid (ETSICCP) Mühendislik Bölümü'nden mezun olan Alejandro, 1999 yılında Seville Üniversitesi (ETSA) Mimarlık Bölümünü bitirdi. 2008 yılından beri ETSA Alicante'de öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Eva Luque ile 2005 yılında Elap'ı ve 2008 yılında ise Irreversible yayın evini kurdular. Çalışmaları ulusal ve uluslararası birçok yayında yer aldı.
proje yeri: Vélez-Rubio, Almeria-İspanya mimari tasarım: Elap Arquitectos Ingenieros (Eva Luque Garcia, Alejandro Pascual Soler) tasarım başlangıcı: 2004 inşaat başlangıcı: 2006 inşaat bitişi: 2009 arsa alanı: 874 m2 inşaat mühendisi: Alejandro Pascual Soler makine mühendisi: Secoal SL müşteri: Velez-Rubio Belediyesi ana yüklenici: Ajumi aydınlatma danışmanı: Troll metal İşleri: Calvometal
kesit ve görünüşler
proje – İç mekan – İstanbul HAZİRAN 2012 - XXI 52
fotoğraflar: Cemal Emden
İletişimin Sürekliliği CEDETAŞ MİMARLIK TASARIMI ALCE GENEL MÜDÜRLÜK BİNASI, MEKANLAR VE ÇALIŞANLAR ARASINDAKİ İLETİŞİMİ MERKEZİNE ALARAK İŞLEVSELLİK HEDEFİYLE KURGULANDI. Serkan Atilla Cedetaş
Tasarımda öncelikli olarak ALCE Genel Müdürlük binasının yönetim ve operasyonel ofisler ile yeni kurumsal kimliğinin ön plana çıkacağı genel mahallerin yeniden kurgulanması hedeflendi. Kullanımına devam edilen bina içerisinde oluşturulan senaryoya göre mimari uygulamalar hayata geçirildi ve süreç devam etmekte olup, dış cephenin renovasyonu ile birlikte proje sonuçlandırılacak. Kapalı ve birbirleriyle iletişimi kesilmiş olan eski mekan yapısı; açık, sürekli iletişim halinde ve çalışma düzenini daha aktif hale getirecek şekilde yeniden tasarlandı.
alce genel müdürlük binası
cedetaş mimarlık
Yeni mekansal kurgu gereği tercih edilen detaylar ve malzemeler mimari tasarımın bütünlüğü içerisinde özel olarak oluşturuldu. Mulaj gibi oluşmuş yapı
üzerine giydirilen yeni öğeler tasarımın başından uygulamanın sonuna kadar sürekli etkileşim halinde dönüşerek kendilerine hayat buldular. Mekanları oluşturan seperasyonlar özellikle şeffaf bırakıldı. Oluşturulan çekirdekte ve mahal geçişlerindeki masif yüzeyler birbirlerine akıyor, mekan tanımları hacimlerin farklılığı ile sağlanıyor.
proje yeri: Pendik, İstanbul mimari tasarım: Cedetaş Mimarlık uygulama: Cedetaş Mimarlık işveren: ALCE Elektrik mekanik: Aksan Mühendislik elektrik: MC Elektrik aydınlatma: Kare Dizayn grafik tasarım: Alemnuma inşaat alanı: 2.400 m2 proje yılı: 2011-2012
proje – İç mekan – İstanbul 53 XXI - HAZİRAN 2012
HAZİRAN 2012 - XXI 54
proje – İç mekan – İstanbul
serkan atilla cedetaş 1975 yılında doğan Serkan Atilla Cedetaş, Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. 2000 yılında başladığı meslek hayatını, kazandığı deneyimlerin ardından kurduğu ve konut, fabrika, ofis gibi mimari programlar ağırlıklı olmak üzere İstanbul merkezli çalışmalar yürüttüğü Cedetaş Mimarlık firması üzerinden sürdürmektedir.
1. kat planı
HAZİRAN 2012 - XXI 56
proje – İç mekan – İstanbul
zemin kat planı
kesitler
kesitler
ürün tasarımı - mutfak mobİLYASI HAZİRAN 2012 - XXI 58
Akışkan Köşeler FARKLI MEKANLAR İÇİN ESNEK İMKANLAR SUNAN İNTEMA MUTFAk'IN YENİ MODELİ FLUIDO, MODÜLER YAPISIYLA BİRÇOK FARKLI KOMPOZİSYON ÜRETME İMKANI SUNUYOR. TASARIMCISI ATİLLA KUZU İLE GÖRÜŞTÜK. Beste Sabır
FluIDO
atilla kuzu
bs: Takip ettiğimiz kadarıyla bir önceki seriniz Open'ın ardından İntema mağazalarının iç mekan tasarımlarını yaptınız. atilla kuzu: Aslında ikisi birlikte gelişen bir süreçti. Open Serisi mutfak tasarımıyla birlikte, İntema'nın üç ildeki (Ankara, İzmir ve İstanbul) showroomlarını da düzenledik. Tasarımların hepsinde belirli bir amaç doğrultusunda hareket ettik. Mesela Open'da tasarım bir mutfağı amaçladık, ileriye dönük mevcut örneklerden farklı bir şey yapma isteği ve talebi vardı. Şimdi Fluido ile, İntema'nın imalat olanakları doğrultusunda, günümüzün trendlerindeki nabzı yoklayıp ortaya farklı bir şey çıkarmayı amaçlıyoruz. Neticede imalatı kolay, seri üretilebilir, farklı mekanlara rahatlıkla uyarlanabilir yeni bir mutfak tasarımı yaptık. Diğer serilerden farklılığı; belli bitirme (finishing) noktalarını çok daha yumuşak çizgilerle geçiyor olması, S hareketi, radyus bombeli bitişleri.
Ayrıca üst dolap-alt dolap bitişlerindeki üç boyutlu dönüşleri ile eski buzdolaplarını anımsatan bir çizgisi de var. Yani her iki yönde de bombeli bitirmeler yaparak daha farklı bir seri oluşturmaya çalıştık. bs: Open Serisi'nde ürünün biraz daha mobilya gibi mekanın ortasında, mesela bir loftta kullanılabilir olduğu farkediliyor. Fluido'da ise her eve, her mekana uyarlanabilir modüler bir sistem görüyoruz. Belki de burada biraz daha markanın ihtiyacına yönelik bir çalışma yapılmış olması durumu söz konusu. ak: Open Serisi'nde üç alternatif vardı ve mekan doğrultusunda değiştirilebilir özelliklere sahip değildi. Fluido'da durum daha farklı. İntema'nın proje tanımında zaten her mekana uyarlanabilir olma özelliğinden bahsediliyordu. Dolayısıyla tasarımı başlangıcıdan itibaren bu doğrultuda, modül modül, belli mekanlara uyarlanabilir şekilde ele aldık. Neticede sınırlı, ufak mekanlarda da, loft gibi geniş mekanlarda da kullanılabilir. Bu bağlamda ürün imalat kolaylığı, çabuk imal edilip mekana adapte edilebilmesi gibi özellikleriyle tüketiciye sunuluyor.
ürün tasarımı - mutfak mobİLYASI 59 XXI - HAZİRAN 2012
atilla kuzu Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü, İç Mimarlık Ana Sanat Dalı'ndan 1987'de mezun oldu. Redesign şirketinin beş ortağından biriydi. 1994 yılında Levent Çırpıcı ile birlikte ZOOM TPU firmasını kurdu. Büyük mağaza ve butik tasarımları üzerinde ağırlıklı olarak çalıştı. Bir çok ürünü çeşitli firmalar tarafından üretilen Atilla Kuzu hala büyük mağaza projeleri ve mobilya tasarımı üzerinde çalışmalarını sürdürüyor.
bs: Bu süreçte İntema’nın tasarım ekibiyle olan ilişkiniz nasıl ilerledi? ak: İntema’nın şu ana kadar sunmuş olduğu ürünlerle edindiği, bizim sahip olmadığımız birtakım tecrübelerini paylaşma imkanımız oldu. Bu anlamda hem İntema bizim tasarım çizgimize adapte oldu, hem de biz İntema'nın tecrübesine ve imalat imkanlarına adapte olup ortaya yeni bir ürün çıkardık. bs: Peki bunun devamı niteliğinde başka bir ürün gelecek mi? ak: Bilmiyorum. Ama mesela bunu tasarlarken, zaten çok farklı çeşitlerini de düşündük. Belki ilk çıkan ürünün farklı renk çeşitleri, farklı materyal uyarlamaları gibi birtakım uyarlamalar olabilir. Çünkü aslında böyle şeylere imkan verecek bir yapıya sahip. bs: Her renk, her malzeme ve formla uygun olmayabilir. Fluido’da 550 farklı renk seçeneği bulunuyor. Bu durumu nasıl kurguladınız? ak: Çalışmanın başlangıcında ürünü beyaz renkte, tıpkı bir heykel gibi düşünüyoruz. Bu sayede
hatalarını veya yapmamız gereken müdahaleleri daha net görebiliyoruz. Ama mesela mavi yaparsanız, o tasarım komple yok olabilir. Ya da öyle bir renk ve materyal kontrastı getirirsiniz ve tasarımın kendi bünyesinde bulundurduğu formlar kendini öyle ortaya koyar ki, tasarım çok farklı bir hale dönüşebilir. Dolayısıyla Fluido’nun hem modülerliği, hem de bitirme parçaları olarak düşündüğümüz radyuslu yumuşak formları farklı şekilde bir araya getirmesi açısından sadece tasarımcısı olarak ben değil, bunu kullanacak olan mimarların da farklı uyarlamalarına imkan sağlayacak bir yapısı var. Mesela bir S formlu, bir de yumuşak formlu kapağı var. Belki ikisi bir araya gelip bambaşka bir şey ortaya çıkarabilir. Şu anda temel bir formda. Rengi istenildiği gibi kurgulanabilir ve tabi materyal adaptasyonları da olabilir. Diğer mutfaklarda da buna imkan tanıyan özellikler olabilir ama burada farklı olan; ürünün bitirme parçaları. Yani alt ve üst çıtaları, kapak içleri, farklı çeşitleri de ortaya çıkartacak bir yapıya sahip. Ürün şu an için parlak lake ve mat lake olarak üretiliyor, renk imkanlarının sınırsıza yakın oluşu buradan geliyor. İntema,
ağırlıklı beyaz olmak üzere diğer trend renklerle de kombinasyon yapmayı planlıyor. bs: Yani mimar veya son kullanıcı, ürünü kendi isteği doğrultusunda kurguluyor olacak? ak: Evet, son kullanıcı, belki de tasarımcının hiç hayalinde olmayan bir şey ortaya koyabilir. Bu tüketici de, tüketiciye o hizmeti veren mimar da olabilir. Ürün çok enteresan kombinasyonlar ortaya çıkartabilecek bir yapıya sahip. Zaten bu durum aynı zamanda İntema’dan gelen fikirlerle birlikte ortaya çıktı, İntema'nın geliştirmeleri de işin içerisinde. Yani sadece tasarımcının rolü değil, işveren ve tasarımcının bir aradalığı da çok önemli bir durum. bs: Bu ürünler genelde uzun ömürlü oluyor. Beş-altı sene sonra ana strüktürü tamamen koruyup, kapaklar veya malzemelerde değişiklik yapma imkanı var mı? ak: Aslında, bu durum tamamen üretici firmanın teknolojik gelişmesine bağlı olarak değişiyor. Geçen süreçte çok radikal bir değişiklik olmadıysa, evet uyarlanabilir. Ama komple üretim sistemi değiştiği taktirde, o zaman biraz daha zor olabilir.
ürün tasarımı - oturma bİrİmİ HAZİRAN 2012 - XXI 60
fotoğraflar: Jens Goerlich
Uçak Çek-Yatı LUFTHANSA İÇİN PEARSON LLOYD TARAFINDAN TASARLANAN YENİ BUSINESS CLASS KOLTUK, EN YÜKSEK SEVİYEDE KONFORU HEDEFLİYOR. TASARIM OFİSİYLE PROJE GELİŞTİRME SÜRECİ ÜZERİNE GÖRÜŞTÜK. Beste Sabır
lufthansa, busıness class koltuk
pearson lloyd
bs: Tasarım sürecinden biraz bahsedebilir misiniz? Firmanın sizden öncelikli olarak istedikleri ve sizin ana tasarım kriterleriniz neler oldu? Pearson Lloyd: Firmanın öncelikli isteği doğrultusunda koltuk sayısını en yüksek sayıda kullanırken yolcuların konforunu da en üst seviyede tutmak ana amaçlarımızdandı. Uçağın iç mekanının oturma düzenini anahtar veri olarak ele aldık. İşlevsel parçaların açısı ve yapılandırılması ön tasarım aşamasında önemli noktalardı. Ayrıca form dilinin sakinliği, yalınlığı ve sürekliliği de bunları destekleyen konular oldu. Mümkün olan en iyi koltuk ve yatak alanını yakalamak adına, mekanı en verimli şekilde kullanmaya çalıştık. Sonuçta, iki farklı konsepte sahip, 1.98 metre uzunluğundaki koltuklar ortaya çıktı. “V” konseptindeki komşu iki koltuk bir merkez ekseni boyunca birbirlerine doğru açılı olarak eğiliyor. "H" konseptinde ise, koltuklar birbirine paralel olarak konumlanıyor ve dış kabin duvarına doğru hafifçe
eğimliler. Bu çözüm kullanıcıların temel isteklerinden biri olan seyahat yönüne bakar şekilde oturma veya uzanma isteğini karşılamak için tasarlandı. Ayrıca komşu yolculara daha fazla mahremiyet imkanı sağlıyor. bs: Ürünün ergonomisinden ve kullanıcı ile kurduğu ilişkiden bahsedebilir misiniz? pl: Öncelikle burada sezgiselliğin önemli bir rol oynadığını söylemeliyiz. Tasarım eğer doğal hissettirmiyorsa, muhtemelen yanlıştır. Ayrıca ürünün, kendini tek başına anlatabilmesi gerektiğine inanıyoruz. Piyasada birçok business class koltuk tasarımı bulunuyor ama çoğu çok daha fazla yer kaplayan ürünler. Bu anlamda aslında her şeyin kompakt olarak bir mekanda aynı anda bulunması, mühendislik ve iç mimarlık anlamında zorlayıcı veriler. Pearson Lloyd ve Lufthansa, yeni business class koltuğun tasarımı için bu süreçte kullanıcı odaklı bir yaklaşımı benimsedi. En yüksek konforu sağlamak adına ürün geliştirme süreci boyunca bir dizi teknik kullanılarak fiziksel birçok faktör değerlendirildi. Bunlara örnek olarak; yolcu kontrol ünitesini çok yönlü, ayarlanabilir bir koltuk mekanizmasına
karşı sayfada Koltuk ve yatak kullanımı
arka sayfada üstte solda: Monitörün katmanları ve soğutma sistemi çizimi üstte sağda: Alt bölümü çılmış koltuğun, sehpa ve ekranın görüntüsü altta solda: Komşu iki koltuğun görünüşü altta sağda: Koltuğun konumunu değiştirmeyi sağlayan tuşlar
61 XXI - HAZİRAN 2012
son sayfada üstte solda ve sağda: Tasarım süreci eskizleri ortada üstte solda: Tasarım ve ergonomiye dair eskizler altta solda: Tasarım süreci eskizleri altta sağda: Proje geliştirme sürecinden bir örnek, ergonomi denemeleri
ürün tasarımı - oturma bİrİmİ
bu sayfada üstte: Kabin iç mekan görünüşü ortada solda ve sağda: Koltuğun kendi etrafındaki hareketi altta: Depolama gibi ek özellikler ve koltuğun konumunu değiştirmeyi sağlayan tuşlar
ürün tasarımı - oturma bİrİmİ HAZİRAN 2012 - XXI 62
dönüştürmek adına, üzerindeki düğmeleri etkinleştirmek için gerekli olan kuvvetlerin araştırılması çalışmasından bahsedilebilir. Bilişsel ergonomi paralelinde PCU, monitör ayarı, sehpanın yerleştirilmesi gibi detayların hepsi sezgisel ve eğlenceli bir deneyim sunmak için geliştirildi. bs: Hangi malzeme ve renklerle çalıştınız? Seçim süreciniz nasıl ilerledi? pl: Renkler ve malzemeler, Lufthansa’nın güncel kurumsal tasarım kuralları paralelinde değerlendirildi ve seçildi. Firmanın amacı; Lufthansa’nın renk paletindeki sarı, mavi, beyaz ve gümüş rengini, rahatlık hissini ön plana çıkaracak şekilde kullanmaktı. Bizim amacımız ise firmanın bu isteğini bir adım öne taşıyıp piyasada bir anlamda tasarım bilincini yaratmaktı. Kabin içini yumuşatıp iç mekanı iyimser, aydınlık ve istenen renkleri vurgular yapıda kurguladık. Aynı zamanda Lufthansa’nın koltuğun performansı, maliyeti, ağırlığı, dayanıklılığı ve sürdürülebilirliği anlamında iddialı hedefleri vardı. Her parçanın ihtiyaçları ve genel tasarım gerekleri göz önünde bulundurularak malzemelerin uygulaması ve bakımı için bir strateji geliştirildi. Performans karakterine göre koltuk çok hafif ve yüzeylerdeki her parça ihtiyaç halinde kolaylıkla değişebiliyor. Malzeme olarak;
koltuklar yünden imal edildi, konsol ve kol dayama bölümleri deriyle kaplı, yüzey kaplaması ise suni deri. Koltuklar genel olarak alüminyum, titanyum ve karbon fiberden meydana geliyor. bs: Tasarım ve üretim aşamaları ne kadar sürdü? pl: Tasarım safhası 2007 yazında başladı, ardından 2008 Ocak ayında Lufthansa ile yapılan anlaşmanın sonunda proje geliştirme sürecimiz başladı. Ürün, 2012 Ocak ayı itibariyle hizmet vermeye başladı. Tasarım, proje geliştirme ve üretim süreci anlamında beş yıllık bir çalışmamız oldu. bs: Tasarladığınız koltuk aynı zamanda konforlu bir yatağa dönüşebiliyor. Birçok farklı ürünün ayrı ayrı içeriğinde bulundurması gereken özellikleri tek bir üründe bir araya getirdiniz. Bu süreç nasıl ilerledi? pl: Ürünün uyuma, yemek yeme, çalışma, serbest zaman sistemi gibi farklı kullanımlarda yüksek oranda bir konfor sağlaması gerekiyordu. Öncelikle her farklı kullanım senaryosu için ürünün yüksek bir performans göstermesi sağlandı. Tasarımın erken aşamalarında oluşturulan ergonomi maketleri ile mekanı en yüksek verimlilikte kullanmaya ve mekan-yolcu arasında etkileşim kurulmasını sağlamaya çalıştık. Bu temel prensiplerin kabulünden sonra daha detaylı bir çalışma
yapıp mekanı tarayarak farklı kullanım ihtiyaçlarını karşılayan en uygun çözümler üzerinde çalıştık. Tasarımcılar ve mühendisler arasında birçok pazarlığın yapıldığı bir süreç oldu. Renklerin ve malzemelerin uygulama stratejisi de mekandaki ve üründeki işlevlerin ayırt edilmesi sürecine katkı sağladı, ürünü basit ve kullanımı eğlenceli hale getirdi. bs: Bu süreçte kullanıcı ve yolcularla çeşitli anket ve araştırmalar yaptınız mı? Lufthansa ile işbirliği süreci nasıl ilerledi? Aranızda bilgi paylaşımı oldu mu? pl: Lufthansa’nın yolcu beklentilerine dair önemli deneyimleri bulunuyor. Onların sahip olduğu bu bilgi ve deneyim, tasarımımızın ana çekirdeğini oluşturdu ve proje geliştirme süreci boyunca bize çok yardımcı oldu. 2007 yılında Lufthansa, kullanıcıların tercihlerini ve Business Class koltuk gereksinimlerini anlamak amacıyla 500'den fazla kullanıcıyla, el ilanları yoluyla bir anket çalışması yaptı. Özel istihdam test ekibi toplamda 1.349 prototipi değerlendirip test etti, ayrıca 2010 yılında FrankfurtNew York-Frankfurt rotası üzerinde sekiz haftalık bir deneme yapıldı. Bunların sonuçları önemli girdiler olarak tasarım sürecinde kullanıldı. Bu anlamda firmanın tasarım sürecimize know-how ve deneyim anlamında önemli katkıları oldu.
tom lloyd Nottingham Üniversitesi Mobilya Tasarımı Bölümü’nden 1991 yılında mezun olan Tom Lloyd, yüksek lisans eğitimini 1993 yılında Royal College of Art’da Endüstriyel Tasarım alanında tamamladı. Bir süre Daniel Weil ile ürün, mobilya, iç mekan tasarımı gibi çeşitli ölçeklerde çalıştı. Ofisin kazandığı ödüllerden bazıları; 2012, 2011, 2009, 2008 Red Dot Design Award, 2010 Good Design Award, 2012 ve 2011 Design Guild Mark.
ürün tasarımı - oturma bİrİmİ
luke pearson The Central St. Martins Sanat Okulu’ndan 1991 yılında Mezun olan Luke Pearson, Yüksek Lisans eğitimini 1993 yılında Royal College of Art’da Mobilya Tasarımı üzerine tamamladı, ardından Ross Lovegrove ile mobilya ve ürün tasarımı üzerine çalışmaya başladı. İsviçre’deki Ecole Cantonale d'Art de Lausanne’de uzun süre öğretim görevlisi olarak çalıştı, Royal College of Art’da ise altı yıl boyunca tasarım ürünleri üzerine dersler verdi. 1997 yılında Tom Lloyd ortaklığında kurduğu Londra merkezli tasarım stüdyosu PersonLloyd’da, mobilya, ürün tasarımı, ulaşım ve kamusal alan tasarımı gibi farklı ölçeklerde disiplinlerarası çalışmalar yapıyor.
63 XXI - HAZİRAN 2012
SHEE Banyoları ihtiyaç üzerine kullanılan bir mekan olmaktan çıkarıp yaşayan bir merkez haline getiren Creavit, Shee serisiyle kadınlara estetik bir seçenek sunuyor. Kırmızı, beyaz ve afromozyanın bir arada kullanıldığı banyo mobilyası lavabo modülü, aynalı üst modül ve boy dolaptan oluşuyor. Lavabo modülündeki kapak ise sürgülü. Beyaz lake gövde ve afromozya tezgah bütünsellik yaratırken mini çekmecede
kırmızı lake kullanılarak tasarımda kadınlara ayrıcalık sunuluyor. Lavabosunun kare formuyla uyumlu armatür hem modern çizgilere sahip hem de kullanışlı. Temizlik kolaylığı sağlayan ve renkleri canlı gösteren lake ile armatürlerin pırıltılı yapısındaki uyum dikkat çekiyor. Göz yormayan, ferah ve modern bir banyo mobilyası takımı olan Shee, beyazın sadeliği ve ince detaylarıyla kullanıcılarıyla buluşuyor. www.creavit.com.tr
JUNO SWAROVSKI
HAZİRAN 2012 - XXI 64
YENİ - ÜRÜN
Juno made with Swarovski Elements serisi Artema ve Swarovskiyi bir araya getiriyor. Yeni Swarovski taşlı kumanda kolları, Juno armatürlerin klasik çizgisine farklılık katıyor. Altın ve krom renk seçenekleriyle sunulan Juno made with Swarovski Elements, ankastre ve normal batarya seçenekleri sayesinde farklı lavabolarla kombinlenebiliyor. Seri, özel debi legülatörlü perlatörü sayesinde su tasarrufu da sağlıyor. Serinin aynı özelliklere sahip klasik seçeneği olan Juno Classic lavabo bataryası da porselen görünümlü kollara sahip. www.artema.com.tr
KLEEMANN ASANSÖR
JOY
Kleemann'ın son tasarımları otomobil tasarımcısı Andreas Zapatinas imzasını taşıyor. BMW, Alfa Romeo ve FIAT için modeller tasarlayan Andreas Zapatinas, Kleemann Design ekibi için asansör kavramını yeniden yorumluyor ve işlevselliği en iyi şekilde kullanıyor. Marka, Kleemann Design ve Andreas Zapatinas tasarımı olan ürünlerini 50 farklı ülkede dört haftada teslim etme vaadiyle sunuyor. Ayrıca bina yapısına ve tipine göre gelişmiş mühendislik olanakları ve kişiselleştirilmiş çözümler de üretiyor.
Çebi kulpların her modeli, kullanıldığı yüzeylere mobilyaların tasarım çizgisine ve üretim malzemelerine uyum sağlaması için farklı kombinasyonlar hesaplanarak üretiliyor. Çebi kulpların çağdaş yorumlardan klasik modellere kadar yüzlerce çeşidi bulunuyor. Çebi koleksiyonlarından Joy Collection, rengarenk ve eğlenceli tasarımlarıyla genç odalarına olduğu kadar dinamik yaşamayı tercih edenlere de hitap ediyor. Yapısında kurşun gibi sağlığa zararlı madde içermeyen Joy Collection ürünlerinde "soft touch" boya kullanılıyor.
www.kleemannlifts.com.tr
www.cebidesign.com
DERİN 2012 KOLEKSİYONU Derin Sarıyer'in art direktörlüğünde ve Aziz Sarıyer'in danışmanlığında hazırlanan 2012 tasarımları, bugünü anlatan formlardaki mobilyalardan oluşuyor. Koleksiyonun tasarımcıları arasında Aziz Sarıyer, Arif Özden, Andrew Foxall & Gregers Tang Thomsen, Defne Koz ve Derin Sarıyer yer alıyor. Ahşabın ön plana çıktığı 2012 koleksiyonundaki tasarımlar, melez kimlikleri ile hem çalışma mekanları ve oteller gibi sosyal alanlarda hem de evlerde kullanılabilecek özelliklere sahip. İnovasyon odaklı düşünceye dayanan 2012 koleksiyonundaki tasarımlar Mayıs ayından itibaren Derin Design’ın Akaretler’deki mağazasında sergileniyor.
Chamfer - Aziz Sarıyer
ini - Defne Koz
Ar - Arif Özden
www.derindesign.com
Dolphin - Aziz Sarıyer
HAZİRAN 2012 - XXI 66
YENİ - ÜRÜN
Nas - Derin Sarıyer
Fek - Derin Sarıyer
Mild - Derin Sarıyer
Flow - Aziz Sarıyer
Wave - Aziz Sarıyer
Three - Aziz Sarıyer Wide - Derin Sarıyer
ÖDÜLLÜ PROJELERDE MİMARLARIN TERCİHİ KALEBODUR
raif dinçkök kültür merkezi
Arkiparc Gayrimenkul Ödülleri'nde Kalebodur ürünlerinin kullanıldığı beş proje ödül almaya hak kazandı. Konut kategorisinde ödüle layık görülen Nef 04 Apartments’ın ıslak hacimlerinde Kalebodur’un Botticino Serisi ile projeye özel geliştirilen ürünler kullanıldı. Otel kategorisinde ise ödüle Hilton Garden
Inn Golden Horn Sütlüce Projesi layık görüldü. Bu projenın cephe kaplamasında Kalebodur’un Heraklia Serisi mimari ofis tarafından tercih edildi. Ofis kategorisinde ödüle, Tekfen Kağıthane Ofispark Projesi değer görüldü. Projenin satış ofislerinin zeminlerinde, Kalebodur’un 1x3 m
tekfen kağıthane ofispark
hılton garden ınn
ölçülerinde ve 3 mm kalınlığı ile Kalesinterflex ürünü kullanıldı. Karma kullanım kategorisinde ödül Mersin Marina projesine verildi. Projede mimari ofisin zemin kaplamalarında tercihi Kalebodur’un yoğun sirkülasyona tabi olan alanlarda dayanımı yüksek olan ürünü Kalestone ve Kalewood oldu.
Alternatif Yatırımlar kategorisinin birincisi Raif Dinçkök Kültür Merkezi oldu. Binanın ıslak hacimlerinde Kalebodur’un genç tasarımcı Tamer Nakışçı’ya tasarlattığı ve 2010 yılında Red Dot alan ürünü Dot kullanıldı. www.kale.com.tr
HAZİRAN 2012 - XXI 68
fİrma haberİ
NURUS'UN İTHAL MARKALARI MİLANO MOBİLYA FUARI'NDAYDI Nurus Mobilya’nın Türkiye’de temsil ettiği Walter Knoll, Arper ve Segis markaları Milano’da gerçekleşen ve uluslararası alanda en itibarlı fuarlardan biri olan Saloni Uluslararası Mobilya Fuarı (Salone Internazionale del Mobile)'na en yeni ürünleri ile katıldı. Walter Knoll markasının tasarımcıları arasında Pearson Lloyd, Norman Foster, EOOS, Preben Fabricius ve Jörgen Kastholm gibi isimler yer alıyor. Walter Knoll ürün çeşitliliği, farklı boyut ve özelliğe sahip serileriyle ev, ofis, otel, restoran ve cafe gibi farklı kullanıcı profillerinin taleplerini karşılıyor.
Tasarımcıları arasında Lievore, Altherr, Molina, J. M. Massaud gibi isimler yer alan Arper; ev, ofis, otel, cafe, restoran gibi yerleri yaşam alanına dönüştüren ürünleri ile dikkat çekiyor. Segis ise Carlo Bartoli önderliğindeki tasarım ekibiyle (Bartoli Design) plastik sandalye, döşemeli oturma birimleri ve masalardan oluşan zengin bir ürün gamına sahip. Çalışma alanlarındaki tüm ihtiyaçları karşılamayı amaçlayan Delight ve ahşap malzeme odaklı oturma birimleri Multipla, Segis’in diğer markaları. www.nurus.com.tr
sergıs rıver
sergıs cult
walter knoll jaan lıvıng
TÜRKİYE'NİN YEŞİL MALZEME PLATFORMU
Yeşil bina konusunda uzman bir ekip tarafından kurulan www. yesilmalzemeler.com.tr, yapı sektöründeki bütün paydaşlara güvenilir ve tarafsız olarak çevre dostu malzemeler, ürünler ve sistemler sağlayan sanal bir platform oluşturuyor. Yenilikçi ve tarafsız kimliğiyle Türkiye'de
yeşil bina sektörüne yön vermeyi hedefleyen site, yeşil malzemeleri herkes tarafından kolay erişilebilir hale getirmek, bu konuda sektörü bilinçlendirmek, yeşil malzeme üreten firmalar ile inşaat yatırımcılarını, proje yöneticilerini, müteahhitleri, mimarları, mühendisleri, yeşil bina danışmanlarını tek bir adreste buluşturmakla birlikte Yeşil Bina (LEED, BREEAM vb) sertifikasyonu sürecinde faydalanabilecekleri bir rehber ve kaynak oluşturuyor. www.yesilmalzemeler.com.tr
VİTRA ÇAĞDAŞ MİmarLIK DİZİSİ'NİN İLK KİTABI YAYIMLANDI
HAZİRAN 2012 - XXI 70
FİRMA HABERLERİ
Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi kapsamında Türkiye'deki çağdaş mimari yaklaşımların tipolojiler üzerinden aktarılmasını amaçlayan kitaplardan ilki yayımlandı. Ticari Yapılar adını taşıyan kitapta Türkiye'de 2000 yılından sonra inşa edilen ticari
yapıların farklı karakteristiklerini örnekleyen 50 seçkiye yer veriliyor. Yabancı mimarların Türkiye'deki, Türk mimarların yurt dışındaki uygulamalarını da kapsayan kitap ticari yapıları; alışveriş merkezleri, karma yapılar, ofis yapıları ve ticari sergileme alanları olarak dört kategoride ele alıyor. www.vitracagdasmimarlikdizisi.com
NOLTE DOĞAYA OLAN SORUMLULUĞUNU YERİNE GETİRİYOR
Dünya çapında kabul gören sertifikalandırma sistemleri olan; sosyal yaşama ve çevreye uyumlu ormancılık ürünlerini onaylayan Forest Stewardship Council (FSC) ve Programme for the Endorsement of Forest Certification (PEFC) sertifikalarına sahip olan Nolte, tüm
üretiminde 2012 yılının Ocak ayından itibaren iklime zarar vermeyen ekolojik elektiriğe geçti. Markanın Almanya’daki fabrikaları için Ludwigshafen’de bulunan Pfalzwerke şirketinden aldığı elektrik; “Grüner Strom Label in Gold/Altın Etiketli Yeşil Enerji" kalite logosuna ve Ren Nehri'nden elde edilen ekolojik ve doğal hidroelektrik enerjisi olma özelliğine sahip. www.nolte.com.tr
ARCHIPRIX TÜRKİYE'NİN ANA SPONSORU SERRA OLDU
Seranit'in yeni markası Serra, Türkiye'de mimarlık alanındaki en iyi diploma projelerini seçmek üzere 18 yıldan bu yana düzenlenen Archiprix Türkiye'nin ana sponsoru oldu. 2012 yılı dahil olmak üzere altı yıl boyunca
yarışmanın sponsorluğunu sürdürecek olan Serra, genç mimarların ve sektörün geleceği için de önemli bir adım atmış oluyor. Archiprix Türkiye 2012 kapsamında Serra özel ödülü kazanacak olan öğrenci Hollanda'ya gerçekleştirecek bir mimari geziye katılma şansı elde edecek. www.seranit.com.tr
KLİMAPLUS DÜNYA OFFSHORE ŞAMPİYONASI'NDA
2012 Işıklar Dünya Offshore Şampiyonası, Fatih Belediye Başkanlığı Grand Prix'i sezonu yeni sporcuları ve yeni takımları ile Eski Galata Köprüsü’nde açtı. Efe Project-Mitsubishi Electric Racing Team sezona pilotlar Nevzat Arman ve Onur Özgül ile başladı. Sezon içinde takımın diğer pilotları İbrahim
Bayram ve Ufuk Maya da kokpit içinde yer alacaklar. Işıklar Dünya Offshore Şampiyonası'nın 2012 sezonu yarışlarına yeni katılan Efe Project-Mitsubishi Electric Racing Team, 6 Mayıs Pazar günü yapılan yarışta dokuzunculuğu elde etti. Dünya Offshore Şampiyonası'nda Klimaplus sponsorluğunda yarışan Efe Project-Mitsubishi Electric Racing Team, yarışmadaki tek Anadolu takımı. www.klimaplus.com.tr
IDC 2012 TÜRKİYE CIO ZİRVESİ SPONSORLUĞU
Schneider Electric'in platin sponsor olarak desteklediği IDC 2012 Türkiye CIO Zirvesi, Belek Cornelia Diamond Golf Resort & Spa Otel'de 16-17 Nisan 2012 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Bu yıl üçüncüsü
düzenlenen ve sektörden üst düzey yöneticilerin yanı sıra işletmeler ve BT uzmanlarını bir araya getiren ICT odaklı zirvede "kurumsal yönetim ve yazılım" alanındaki yenilikler ele alındı. Schneider Electric ise zirvede DCIM pazar lideri olarak yakın zamanda elde ettiği başarıları paylaştı. www.schneider-electric.com
SCHÜCO TÜRKİYE YAPI FUARI'NDA YENİ ÜRÜNLERİNİ TANITTI
Schüco Türkiye, Energy3 konseptine uygun olarak, enerji tasarrufu sağlayan, enerji kazanan ve enerji fazlasını ağa dağıtan sistemlerini Yapı Fuarı 2012'de fuar katılımcılarıyla buluşturdu. Schüco ayrıca fuarda en son geliştirdiği cephe ve doğrama sistemleri ile Prosol TF+ güneş enerjisi sistemini de tanıttı.
Schüco Türkiye bu yıl standında önemli bir konuğu da ağırladı. Berlin Ulaştırma, İmar ve Kentsel Gelişim Federal Bakanlığı’nda Dışişleri Genel Sekreteri olarak görev alan Rainer Bomba, Schüco standını ziyaret ederek, Schüco International KG Yönetim Kurulu üyesi Dr. Jörg Westphal ve Schüco Türkiye Genel Müdürü Can Eren ile görüştü. www.schueco.com.tr
YAPI FUARI'NIN EN İYİ STANDI YTONG'UN
Stant tasarımını 167 projenin yarıştığı ulusal bir mimari tasarım yarışmasıyla belirleyen Ytong, fuarda yarışmada üçüncülük kazanan projeyi uyguladı. Kendi ürünleriyle tasarlanmış farklı ve işlevsel
stant Altın Mıknatıs - En İyi Stant Tasarımı Birincilik Ödülü'ne değer bulundu. Ytong, fuarda çevre dostu ürünler, ısı yalıtımı ve enerji tasarrufu konularına dikkat çekti. Son dönemlerin en beğenilen yalıtım ürünlerinden olan Ytong Isı Yalıtım Plağı'nın farklı uygulama yöntemleri de ziyaretçilere tanıtıldı. www.ytong.com.tr
uygulama - çatı ve cephe - glasgow HAZİRAN 2012 - XXI 72
Akan Form zaha hadıd tasarımı rıversıde ulaşım müzesi avrupa'daki ENDÜSTRİ, TEKNOLOJİ VE BİLİM MÜZELERİNE VERİLEN MICHELETTI ÖDÜLÜ'NÜ aldı. projenin ÇATI VE CEPHE KAPLAMALARINDA RHEINZINK ÜRÜNLERİ KULLANILDI. Önceleri eski bir tramvay deposunda, 1987’den sonra ise Kelvin Hall Fuar Merkezi’nde yerleşik olan Ulaşım Müzesi’nin, 2004 yılında Clyde Nehri kıyısında yeni bir binaya taşınmasına karar verildi. Bu kararın alınmasında hem mevcut yerde tüm ürünlerin sergilenememesi hem de liman bölgesine değer katma isteği etkili oldu. Bu amaçla 2004 yılında Glasgow Şehir Konseyi tarafından bir proje yarışması düzenlendi. Yarışmayı Pritzker ödüllü mimar Zaha Hadid kazandı ve böylece yeni müze binasının planlanması ve uygulanması için Zaha Hadid Mimarlık-Londra ofisi ile sözleşme yapıldı.
Zaha Hadid, alışılmadık mimarisi ve sıra dışı tasarımı ile Glasgow Limanı’nı yeni bir cazibe merkezi haline getirecek bir bina tasarladı. Tasarım ve düzeni ile yeni Riverside Ulaşım Müzesi, başında ve sonunda komple camlı ve üç köşeli duvarlardan oluşan düzensiz katlanmış bir peçeteye benziyor. Projenin özelliklerinden biri, binanın hem dışında hem de içinde "her şeyin aktığı" fikrinden yola çıkılmış olunması. Riverside olarak bilinen bu mevki, Clyde ve Kelvin nehirlerinin birleşim noktası olan bölgede bulunuyor. Ve bu müze projesi de "akan" formu nedeniyle bölgede üçüncü bir nehir görünümüne sahip. Bisikletlerin, arabaların, tramvayların, otobüslerin ve lokomotiflerin sergilendiği müzenin yeni halinde ziyaretçi, caddede akan trafiğin içindeymiş gibi ya da Clyde Nehri'nden
akan su gibi farklı sergi alanlarının içinden geçiyor ve yaklaşık 3.000 objeyi görme şansına sahip. Zaha Hadid, ziyaretçilerin hiçbir engelle karşılaşmadan bir zaman tünelinde ilerler gibi gezebilecekleri sütunsuz ve desteksiz bir proje tasarladı. Ziyaretçileri durduracak ya da yönlerini değiştirecek tek şey müzede sergilenen objeler. Bu yumuşak ve akıcı geçişler müzenin dış tasarımını da karakterize ediyor. Çatı ve cephe kaplamalarında da bu fikirden yola çıkılarak akıcı bir uygulama yapıldı ve RHEINZINK GmbH &Co. KG tarafından Almanya’nın Datteln kentinde üretilen titanyumlu çinko paneller kullanıldı. Olağanüstü dayanıklılığı, estetik görünümü ve bakım gerektirmeyen karakteristik yüzey özellikleri ile dikkat çeken RHEINZINK, mimarın projeyi
uygulama - çatı ve cephe - glasgow 73 XXI - HAZİRAN 2012
tasarlarken düşündüğü tüm detayları uygulamasına olanak sağladı. Bu proje için patinalı yüzey seçeneklerinden deniz ortamı ile uyum sağlaması nedeniyle RHEINZINK-“mavi-gri patinalıpro” yüzey seçildi. 21 Haziran 2011’de Glasgow’da resmi olarak açılışı yapılan Riverside Ulaşım Müzesi; muhteşem mimarisi, yumuşak ve akıcı formu ile etkileyici bir görünüme sahip. Çatı ve cephe kaplamalarının titanyumlu çinko ile kaplanması, Zaha Hadid Mimarlık ile RHEINZINK ürünlerinin buluşmasını sağladı. Eski Ulaşım Müzesi, yıllık yaklaşık 500.000 ziyaretçisiyle İngiltere’nin en çok ziyaret edilen ikinci müzesi oldu. Riverside Müzesi yetkilileri bu veriden yola çıkarak yenilenen ve kapsamlı hale gelen müzenin ilk yılda 800.000 kişi tarafından ziyaret edileceğini düşünüyorlar.
müşteri: Glasgow Belediye Meclisi mimar: Zaha Hadid Architects, Londra mühendislik firması: Buro HAPPOLD çatı ve cephe kaplamaları: RHEINZINK rheınzınk uygulayıcısı firma: Varla UK Ltd., Chester çatı kaplaması: 18.790 m2 RHEINZINK mavi-gri patinalıpro Çift Kenet Sistem cephe kaplaması: 15.648 m2 RHEINZINK mavi-gri patinalıpro Klasik Kenet Sistem
uygulama - duvar panelİ - İstanbul HAZİRAN 2012 - XXI 74
Büyük Çocuklar İçin POINT OTEL BARBAROS'TA YER ALAN EĞLENCE MERKEZİ THE GAME'DE ARTSTONE DUVAR PANELLERİ TERCİH EDİLDİ. FİRMANIN MARKA DİREKTÖRÜ BURCU YÜCETİN, BU PROJE HAKKINDAKİ SORULARIMIZI YANITLADI.
kendilerine ait hissettikleri mekanları oluştururken şıklığı, sadeliği, estetiği ve doğallığı aynı anda yansıtan ve mekan algısını farklı boyutlara taşıyan bir proje.
td: Artstone olarak birçok projede yer aldınız. Sizin için uygulama aşamasında The Game’in diğer projelerden bir farkı oldu mu? Burcu Yücetin: Kuruluşumuzdan itibaren Artstone olarak yurt içi ve yurt dışında 3000’e yakın projeye çözüm ortaklığı sağladık. Özel konutlar, turizm işletmeleri, restoranlar ve alışveriş merkezleri başta olmak üzere çeşitli sektörlerdeki prestijli marka ve kuruluşların projelerinde yer aldık. The Game for Big Kids dünyada bir ilk. Point Hotel Barbaros’un içinde yer alan 1.500 m2'lik dijital eğlence merkezi. “Yaşlanınca oyunu bırakmayız, oyunu bırakınca yaşlanırız.” sözünü felsefe olarak benimseyen, müşterilerine
td: Projede kullanılan ürünler seçilirken nelere dikkat edildi? by: The Game, en popüler oyun konsollarına, oyun dünyasının en son teknolojileri, her yere görüntü ve ses taşıyan esnek bir alt yapıya sahip. Bu projede; Ladrillo Blanca ve Ladrillo Rojo ile eskitilmiş tuğla dokusunun sıcaklığını, Hormigon ve Hormigon Plus ile beton dokusunun maskülenliğini ve Picada Blanca Castellana ile kale duvarlarının gösterişliliğini ön plana çıkarttık. Play Station ve Wii bölümüne maskülen bir etki katmak adına Hormigon ve Hormigon Plus ürünlerimiz kullanılırken Karaoke bölümünde Ladrillo Blanca ve Ladrillo Rojo ürünlerimizin sıcaklığı ve Picada
Tuğba Demirci
Blanca Castellana ile kale duvarlarının ihtişamı birleştirildi. td: Projede kullanılan ürünler ve özellikleri hakkında kısaca bilgi verir misiniz? by: Birebir taş dokusuna ve görünümüne sahip, dokunulduğunda taş hissi veren panellerimizden tuğla, beton ve kale örgü dokusunun örnekleri bu projede kullanıldı. Esnek yapısı sayesinde birçok değişik formlar alabilen fiber panellerimizin istenilen her yüzeye kolayca monte edilebilme özelliği ve cepheye fazladan bir yük bindirmemesinden ötürü büyük metrajlardaki rahat kullanımı, ürün avantajlarından sadece bazıları. Pratik montajı ile kısa zamanda sonuca ulaşabilme imkanına sahip oluşu, bunun yanı sıra demonte edilebilme özelliği, revaçta bir ürün oluşunun en önemli nedenlerinden.
giriş sayfasında Hormigon
uygulama - duvar panelİ - İstanbul
bu sayfada solda: Ladrillo Blanca solda altta: Picada Blanca Castellana altta ve en altta: Hormigon Plus
75 XXI - HAZİRAN 2012
td: Proje sürecinden kısaca bahseder misiniz? by: Sektörün önde gelen mimarlık ofisleri ile çözüm ortaklığı yapılarak ilgili projenin detaylı incelendi ve konsepte göre ürünler kararlaştırıldı. Uygulama alanının keşfi süreçlerinin ardından, beş yıl montaj garantisi ile çalışan profesyonel Artstone uygulama ekibinin gerçekleştirdiği işlem sonrasında “dünyada bir ilk” olan bu projenin bir parçası olabilmek bizim için heyecan vericiydi. Dünya çapında en son teknoloji kullanılarak bambaşka bir proje tasarlandı. Hayata geçip sonuçlandığında ise ilk aklımızda kalan bu projede olmanın keyfi ve hazzı oldu. Projenin başından sonuna genç, dinamik bir ekiple ve keyifli bir ortamda çalıştık.
HEMEL
HAZİRAN 2012 - XXI 76
REFERANS PROJE - BAHÇE VE PEYZAJ
1966 yılında kurulan Hemel, yıllardır ahşap koruma ve boya sistemleri ile inşaat sektörüne hizmet veriyor. Hemel'in ahşap sektörüne sunduğu, tüm dış cephe ahşap elemanlarının çürümeye karşı korunmasında ve tarihi ahşap binaların restorasyonunda kullanılmak üzere Arch’ın ABD ve Avrupa'da yürürlüğe giren standartlara uygun olarak ürettiği Tanalith E emprenye maddesi, nefes alan su ve solvent bazlı ahşap boyası Hickson Decor uzun yıllardır güvenle kullanılıyor. Hemel Tik Yağı, Hemel Deck Stain ve Hemel Deck Cleaner’dan oluşan ahşap bakım ürünleri, Hemel Panel Door Paint, Sayerlack doğrama ve parke ürün gruplarıyla doğramadan cephe kaplamasına, balkon korkuluğundan dış cephe ahşap elemanlarına, tüm bahçe ve çevre düzenleme elemanları ile bahçe mobilyalarının korunması ve boyanması gibi her türlü ihtiyaca cevap veriyor.
çarmıklı 7800
göcek portvılle
46 yıldır Türkiye’de ahşap uzmanlığının öncüsü ve en yaygın uygulayıcısı konumunda olan Hemel, bugüne dek sayısız uygulamaya imzasını attı. Arch’ın tecrübe ve bilgi birikiminin yanı sıra Ar-Ge ve kalite kontrol laboratuvarlarından da yararlanan Hemel, ahşabı ilgilendiren tüm konularda Türkiye çapındaki 100’ün üzerinde yetkili bayisi ile hizmet vermeye devam ediyor. www.hemel.com.tr
koç holding binası
göcek portvılle
• Kartal Hotel, Kartalkaya • Merinos Kültür Merkezi, Bursa • Yılanlı Yalı, İstanbul • Çarmıklı 7800 • Fiba Yüksel Çubuklu Vadi Evleri • Göcek Portville • Koç Holding Binası • Samsun Feribotu • Taksim Residence
fiba yüksel çubuklu vadi evleri
IŞIKLAR TUĞLA 1974 yılında Bartın'da kurulan Işıklar Tuğla, kil hammaddesinin yüksek ısılarda pişirilmesiyle elde edilen klinker tuğlalar üretiyor. Cephe kaplama ve zemin döşeme malzemesi olarak kullanılan klinker tuğla ürünlerinin Türkiye'de ilk üreticisi olan firma, dekoratif yapı ürünleri sektörüne yeni malzemeler katılmasına öncülük ederek geniş ürün yelpazesi sayesinde yapıların ve mekanların tasarlanmasında ihtiyaç duyulan hemen her türlü detayın çözümüne olanak tanıyor.
HAZİRAN 2012 - XXI 78
REFERANS PROJE - BAHÇE VE PEYZAJ
Üstün teknolojik tesislerde el değmeden üretim metodunu kullanan firma, ürün geliştirmeye büyük önem veriyor. İhtiyaç durumunda projeye özel tasarımlar geliştiren firma, proje tasarım, uygulama konularında da kullanıcılarına destek veriyor. Firmanın ürün grupları arasında; klinker kaplama tuğlaları, pres tuğlalar, taban tuğlaları, terra cotta cephe kaplama ürünleri, ısı yalıtımlı tuğla sistemleri ve kiremit yer alıyor.
marıtına pıne beach
Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında 20'yi aşkın ülkede pek çok projede tercih edilen Işıklar Tuğla ürünleri, yapılara çatıdan cepheye ve yer döşemesine kadar her kademede çözüm üretebiliyor. www.isiklartugla.com.tr • Büyükhanlı İnşaat/Dilman Park Konutları Erenköy, İstanbul • Cevahir Otel Şişli, İstanbul • Club Konaklı Otel, Antalya • Çınaraltı Üst Geçidi, İzmir • Divan Pub Elmadağ, İstanbul • Elit Life Sitesi, İstanbul • Fenerbahçe Orduevi, İstanbul • Margi AVM, Edirne • Maritina Pine Beach, Antalya • Marriott Hotel Ataşehir, İstanbul • Ortaköy Meydan Projesi, İstanbul • Swissotel, İzmir • Venosa Beach Didim, Aydın
divan pub elmadağ
swıssotel
venosa beach didim
margi avm
K2PLUS K2Plus, ürünlerin sadece elektronik detaylarına odaklanmak yerine, kurucularının 10 yılı aşan deneyimleri sayesinde proje hizmeti, ürünlerin dış kabuk tasarımı, montaj hizmeti, ürün aksesuarları ve ürün serilerinin birbirlerini tamamlaması gibi detaylarla tamamen kendine has bir çizgi izliyor. K2Plus aynı zamanda klasik aydınlatma ürünleri yerine LED çözümlü ürün kullanımının daha sürdürülebilir bir çevre için yararlı olduğuna inanıyor. LED aydınlatma ürünleri klasik tipteki aydınlatma ürünlerine kıyasla daha az enerji tüketiyor ve çok daha uzun ömürlü. LED çözümlü ürünler kullanarak tasarruf edildiği gibi doğaya da katkıda bulunuluyor. Diğer önemli bir nokta ise K2Plus ürünlerinden hiçbirinin kurşun ya da civa gibi çevreye zararlı ağır metalleri içermemesi ve geri dönüşüm süreçlerinin çok daha kolay ve ucuz olması.
malabo conventıon center
HAZİRAN 2012 - XXI 80
REFERANS PROJE - BAHÇE VE PEYZAJ
www.k2plus.com.tr • Acıbadem Hastanesi, Bodrum • Akbatı AVM, İstanbul • Astana Media Center, Kazakistan • Borusan Süser Plaza, İstanbul • Bryela Evleri, İzmir • Club Mesasaray, Antalya • Hilton Hampton Otel, Bursa • Ice Bar, İstanbul • İtalyan Kültür Merkezi, İstanbul • Kale İş Merkezi, İstanbul • Maçka Residence, İstanbul • Malabo Convention Center, Ekvatoryal Gine • Miss Sixty&Energie, İstanbul • Windowist Tower, İstanbul • Yemek Sepeti, İstanbul
kaşıbeyaz restaurant
kaşıbeyaz restaurant
mado
bryela evleri
REFERANS PROJE - BAHÇE VE PEYZAJ
KARAOĞLU PEYZAJ Yaşanabilir bir çevre yaratma hedefiyle 1993 yılında çalışmalarına başladı. Peyzaj konusundaki deneyimi, estetik anlayışı ve makine - ekipman parkı ile yurt içinde ve yurt dışında büyük başarılara imza atan Karaoğlu Peyzaj, alanlarında uzman, dinamik ve yaratıcı teknik kadrosuyla, kısa zamanda düşük maliyet ve en iyi güvenlik ölçütleriyle bilinçli bir şekilde hareket ediyor. Bugün güçlü idari ve mali yapısı, geniş imkanlar sunan teknolojik altyapısı ile Karaoğlu Peyzaj, sektör piyasasında belirli bir seviyeyi yakalamış, yüksek pazar payına sahip bir firma. Karaoğlu Peyzaj, konut ölçeğinden başlayarak kentsel mekanlar, spor alanları, kent parkları, toplu konutlar, oteller, tatil köyleri, yat limanları, sanayi bölgeleri, fabrikalar, hastane ve okul bahçeleri, alışveriş merkezleri, enerji santralleri, barajlar, devlet yolları, demir yolları ve otoyollarda yapısal ve bitkisel peyzaj uygulamalarının yanı sıra; hydroseeding yöntemiyle çimlendirme, bitkilendirme, erozyon kontrolü ve doğa onarım sistemleri, periyodik bahçe bakımı, teras bahçeler, dikey bahçeler, teknik danışmanlık, bitkisel materyalin üretimi ve temini konularında hizmet veriyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği öncülüğünde AllWorld Network ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı işbirliğinde gerçekleştirilen "Türkiye 25" değerlendirmelerinde 2008–2010 dönemindeki satış geliri artış hızına göre yapılan sıralamada %68’lik büyüme gösteren Karaoğlu Peyzaj Türkiye’nin en hızlı büyüyen ilk 25 şirketi arasında yer aldı. www.karaoglu.com.tr HAZİRAN 2012 - XXI 82
folkart narlıdere konutları
• Anadolu Sağlık Merkezi, İstanbul • Angora Evleri, Ankara • Ankamall AVM, Ankara • Bahçeşehir II. Etap II. Kısım, İstanbul • Bandırma Doğalgaz Çevrim Santrali, Balıkesir • Beykoz Konakları, İstanbul • Bursa Çevre Yolu Yalova Ayrımı Turanköy Köprülü Kavşağı, Bursa • Folkart Narlıdere Konutları, İzmir Gaziantep - Şanlıurfa Otoyolu Gaziantep Çevre Yolu Kesimi, Gaziantep • Gaziantep - Şanlıurfa Otoyolu Suruç Şanlıurfa Kesimi, Şanlıurfa • Kanyon AVM, İstanbul • Park Oran Konutları, Ankara • Sığacık Teos Marina, İzmir • Sofia Ljulyin Otoyolu, Bulgaristan • Tepe Prime, Ankara
kanyon avm
angora evleri
HAZİRAN 2012 - XXI 84
REFERANS PROJE - BAHÇE VE PEYZAJ
KİBRİD Kibrid, zoraki nesnel yaşam alanlarında, tipikleşmiş mekan ve tasarım anlayışına karşı çıkmak, içten ve kişiye entegre olmuş çevreler yaratmak için var oldu. Diyalektiğini, insanı anlamak ve onu yaşadığı mekanlarda tasvir etmek üzerine kurdu. Kibrid, üst üste yığılmış şehirlerde, kendini keşfetmek, sosyal çevresine öznellik katmak isteyenlere, tasarım ve danışmanlık hizmetleri veriyor. Kibrid'de maddenin yapaylığı bireyin doğallığıyla şekilleniyor, insan çevresiyle sentezleniyor. Kibrid, satış temsilciliğini yaptığı Apavisa, Mosa, Wovin gibi, dünyaca ünlü pek çok tasarım markasıyla çalışmakta olup, bugüne kadar birçok önemli ve özel projenin içinde yer almayı başardı. Temsil ettiği markalarda önce estetik ve kaliteyi hedefleyen Kibrid hem iç, hem de dış mekanda her alanda kullanılabilecek birçok farklı ürüne sahip. Sonsuz kullanım alanı olan S-Plasticon dekoratif paneller, Wovin, 3DWalldecor ve Lithos Design markalarının üç boyutlu duvar ve tavan kaplamaları, Apavisa ve Royal Mosa zemin, duvar ve cephe porselen ve seramikleri, Extratapete özel tasarım duvar kağıtları, Steinberg banyomutfak armatür ve aksesuarları gibi çok çeşitli ürünler sunan Kibrid’in referansları arasında otelden hastaneye, alışveriş merkezinden ofise, özel villadan üniversiteye, restorandan mağazaya kadar birçok farklı mekan bulunuyor. Kibrid, katıldığı uluslararası fuarlar, internet ve diğer medya kaynakları vasıtasıyla yenilikleri yakından takip ediyor ve vitrinini sürekli yeniliyor. Kibrid Shop'u ziyaret ederek vasati 40 talepte bulunmak mümkün.
mosa - terra maestrıcht
mosa - terra maestrıcht
apavısa - quarrystone
mosa - terra xxl
mosa - terra maestrıcht
www.kibrid.com • Le Meridien Hotel, İstanbul, 2012 • Abbott Ofis, İstanbul, 2011 • Apple Store, Adana, 2011 • Armaggan Store Nuruosmaniye, İstanbul, 2011 • Atakule GYO Ofis, Ankara, 2011 • Berko İlaç Ofis, İstanbul, 2011 • Çubuklu Vadi Konutları, İstanbul, 2011 • Eureko Sigorta Ofis Binası, İstanbul, 2011 • İstinye Park AVM, İstanbul, 2011 • Nokia Evo Store Palladium, İstanbul, 2011 • Northerland Construction, Kıbrıs, 2011 • Nu Textile Shop, İstanbul, 2011 • Plot 4 Otel, Moskova/Rusya, 2011 • Mont Blanc Shop, Ankara, 2010 • Swarowski Shop Bağdat Caddesi, İstanbul, 2010
mosa - terra maestrıcht
kibrID design consultancy
www.kibrid.com
lava
kibrID'in SATIŞ TEMSİLCİLİĞİNİ YAPTIĞI APAVISA'NIN ANTI-SLIP DIŞ MEKAN PORSELEN KAROLARI, GELİŞMİŞ ÖZELLİKLERİ VE GENİŞ KULLANIM ALANI SAYESİNDE BİRÇOK MEKANDA TERCİH EDİLİYOR. Dünyanın önde gelen porselen üreticilerinden Apavisa Porcelanico, İspanya’nın Castellon kentinde, nitelikli personelin yeteneğini ve yüksek teknolojiyi, 200.000 metrekarelik bir tesiste bir araya getiriyor. Dünya çapında 90’ı aşkın temsilcisiyle sektörüne zamanında ve doğru hizmet veren Apavisa, profesyonellerin ve tüketicilerin güvenini kazanmış ve bu güveni korumaya devam ediyor. Aynı zamanda bir U.S. Green Building Council üyesi olan Apavisa, yüksek kalite ve mükemmel
lava
teknik özelliklere sahip, geniş ürün yelpazesiyle mekanlara ayrıcalık katıyor. Apavisa Full Body Teknik Porselenin Özellikleri • Yüksek kırılma mukavemeti (61 N/ mm2), • Düşük su absorbesi (+/- 0,1%), • Donmaya, termal şoklara ve kimyasallara dirençli, • Kir ve leke barındırmaz, • Daimi renk sabitliği ve çok yönlü kullanım,
85 XXI - HAZİRAN 2012
Apavisa’dan Anti-Slip Dış Mekan Porselen Karoları
ADVERTORYAL
ortaklar cad. ünsal sok. saruhan apt. no:1/b mecidiyeköy / istanbul t 0212 347 25 05
neocountry
• Mikro-kapatma ve mono-kalibre
uygulamalı, • Zemin ve duvarda kullanılabilir, • İç ve dış mekan uygulamalarına elverişli, • 60x120, 20x120, 90x90, 45x90, 22,5x90 ve diğer ölçülerde çeşitlilik, • Stok fazlalığı sayesinde hızlı temin süresi, • Temiz ve sağlıklı. Bütün bu üstün özellikleri ile Apavisa; havaalanı ve alışveriş merkezleri gibi çok yoğun trafiğin yaşandığı mekanlarda
outdoor
dahi işletme maliyetlerinin düşüklüğü ve uzun ömrü sayesinde en ekonomik çözüm haline geliyor. Anti-slip özelliğiyle havuz ve ıslak zeminlerde kullanılabilen Outdoor, Lava, Neocountry ve Evolution, ahşabın dayanıklı alternatifi WOOD serileri, doğal taşların dokusunu yakalayan STONE serileri, metallerin sıra dışı dokularından oluşan METAL serileri, beton görünümlü CONCRETE serileri, hexagonal kesimle yenilikçi Xtreme ve 3 boyutlu duvar ve cephe alternatifleri ARCHCONCEPT diğer farklı tasarımlar.
PROLUX Teknik ve dekoratif aydınlatma çözümleri sunan Prolux, aydınlatma sektöründeki 36 yıllık tecrübe ve birikimiyle tasarım ve üretim odaklı bir firma olarak çalışmayı sürdürüyor. Aydınlatma armatürü tasarımı ve üretiminin yanı sıra bünyesinde bulunan mimar ve aydınlatma tasarımcılarıyla aydınlatma projeleri hazırlıyor, mimarlığın dördüncü boyutu olan aydınlatmayı farklı bir bakış açısıyla ele alıyor. Geniş ürün yelpazesi ve ihtiyaca yönelik özel üretimleriyle iç ve dış mekan aydınlatmasında ürün kalitesini önceliği olarak belirleyen firma, proje bazında yaptığı çalışmalarda mimari tasarım süreciyle birlikte yürütülen, mimariyle bütünleşik aydınlatma çözümleri üretiyor.
HAZİRAN 2012 - XXI 86
REFERANS PROJE - BAHÇE VE PEYZAJ
www.prolux.com.tr • Acıbadem Hastanesi, İstanbul • Arçelik, Tüm Mağazalar • Beko, Tüm Mağazalar • Doğuş Oto, İstanbul • Emaar İnşaat, İstanbul • Gap, Tüm Mağazalar • Garanti Bankası, Tüm Şubeler • Kale, Tüm Mağazalar • Koton, Tüm Mağazalar • Lacoste, Tüm Mağazalar • Memorial Sağlık Grubu, İstanbul • Mövenpick Hotel, İzmir • Radisson Hotel, İzmir • The Savoy Hotel, Kıbrıs • Yeşil İnşaat, İstanbul
Suntech & VERA Tente sektöründe 1976 yılından beri faaliyet gösteren Albayrak, kazandığı birikim ve tecrübeyle 2000 yılında Silivri'de üretim tesisi kurdu. Kurulan bu tesis sayesinde yurt içi ve yurt dışı üretimi hız kazandı. Firma, tente sistemlerini yurt içi ve yurt dışına Vera ve Suntech markalarının kalite ve güvenirliği altında satışa sunuyor. Profesyonel yönetim kadrosu, tecrübeli pazarlama departmanı, etkili CRM politikası ile en üst seviyede müşteri memnuniyeti elde eden firma, bu sayede müşteri portföyünü devamlı genişletiyor.
HAZİRAN 2012 - XXI 88
REFERANS PROJE - BAHÇE VE PEYZAJ
Firma, tecrübeli ve hızlı satış kanalları ile de müşterilerine kaliteli ürün ve iyi hizmet sunarken bu anlayışı ve felsefeyi başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerine ihracat yaparak tüm dünyaya gösteriyor. Albayrak, teknolojiye yaptığı yatırımlar sayesinde modern ve yüksek kaliteli ürünleriyle iç ve dış pazarda adından sıkça söz ettiren bir firma konumuna geldi.
saray muhallebicisi
Uluslararası ve ulusal standartlara göre üretim yapan Albayrak, müşteri odaklı kalite anlayışı ile ISO 9001 sertifikası almaya uygun görüldü. Ayrıca, ürünlerinin kalitesi uluslararası tarafsız gözetim kuruluşu olan TÜV tarafından onaylanarak CE ve TÜV GS sertifikaları ile belgelendi. www.albayrak.com • Bodrum Kordon • Cevahir AVM • Çanakkale Kordon • Çubuklu Vadi Evleri • Develi Restaurant • Fatih Üniversitesi • Günaydın Restaurant • Hilton • Kahve Dünyası • Lagün Villaları • Metrocity AVM • Rixos • Saray Muhallebicisi • Toskana Vadisi • Yeditepe Üniversitesi
bodrum kordon
kahve dünyası
HazİRAN Ajandası ... - 16 Haziran
3 İnovatif Tasarım + 1 Arayış
KTM Atölye'nin ilk yürütücüsü Denis Şener, bilişsel bilime dayalı "(yeniden) tasarım süreçleri" atölyesiyle Kale Tasarım
Kale Tasarım Merkezi, Santralistanbul, İstanbul
iletisim@kaletasarimmerkezi.com
Bilgi Üniversitesi, İstanbul ODTÜ, Ankara
www.bilgi.edu.tr
Havagazı Fabrikası, İzmir
tasarimmaratonu.blogspot.com
Merkezi'ne konuk oluyor.
9, 11 ve 12 Haziran
David Harvey Konferansları
Konferansların konusunu, 2008 kriziyle başlayan dönemin özellikleri, kentsel dönüşüm ve buna karşı mücadeleler ile David Harvey'in antikapitalist grev ve eylemlere dair deneyimleri ve tanıklıkları oluşturuyor.
9 - 10 Haziran
Tasarım Maratonu - TaM24sa
İlki Mayıs 2011'de "Taşkışla: Ütopya" teması ile gerçekleştirilen etkinliğin ikincisi İzmir Havagazı Fabrikası'nda yapılıyor.
11 17 Haziran
Body - Movement - Space
Performans sanatçısı Ninel Çam'ın yönettiği atölye Yeditepe
Yeditepe Üniversitesi, İstanbul www.yeditepe.edu.tr
Üniversitesi’nde gerçekleşiyor.
12 - 22 Haziran
13 Haziran
15 - 18 Haziran
Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi, Beyoğlu, İstanbul
www.beyoglu.bel.tr
Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi, Bursa
www.uube.anadolu.edu.tr
info@istype.com
amaçlayan bir konuşmalar ve atölye çalışmaları serisi.
Salt Galata ve Sabancı Üniversitesi Karaköy İletişim Merkezi, İstanbul Çaka ve Kargı Köyleri, Ordu
herkesicinmimarlik.org
Barselona, İspanya
www.mekanar.com
Londra, İngiltere
www.lfa2012.org
İLEM, Konya
www.tlck.org.tr
Kadir Has Üniversitesi, İstanbul
permacultureturkey.org www.rpc2012.com
Şehir Plancıları Odası Şubeleri ve İl/İlçe Temsilcilikleri
www.spo.org.tr
Şişli Belediyesi, İstanbul
www.sislibelediyesi.com
Salt Galata, Karaköy, İstanbul
www.saltonline.org
Geçmişten Günümüze Beyoğlu'nda Tasarım Sergisi
Sergide, Beyoğlu'nun yaşam tarzı, modaları ve üretim çeşitliliği;
Kentsel Dönüşümde Ekolojik Planlama Modeli
Seminere konuşmacı olarak Prof. Charles Waldheim ve
İSType 2012: Transmit/Aktarım
Onur Yazıcıgil ve Alessandro Segalini'nin inisiyatifinde kurulan
dönem objeleri ve fotoğraflar aracılığıyla izleyiciye sunuluyor.
Frederick Steiner katılıyor.
İSType, Türkiye'de tipografik okuryazarlığı teşvik etmeyi
15 Haziran - 28 Temmuz
Atıl Köy Okulları Projesi Tasarım ve Uygulama Atölyesi: Çaka ve Kargı
Proje ile Türkiye'de taşımalı eğitim sistemiyle birlikte işlevini
21 - 26 Haziran
Mekanar Mimarlık Gezisi: Barselona
Bu yıl dördüncüsü düzenlenen gezi boyunca Barselona'nın 200
yitirmiş boş okulların yeniden değerlendirilmesi amaçlanıyor.
yıllık gelişimi ve çeşitli kentsel planlama bölgeleri incelerek eski
ajanda
ve çağdaş mimarlık eserleri gezilecek.
23 Haziran - 8 Temmuz
Londra Mimarlık Festivali (LFA)
The Architecture Foundation, the British Council, New London Architecture ve RIBA London tarafından düzenlenen festival Londra'nın üç bölgesine odaklanıyor.
29 Haziran - 1 Temmuz
Türkiye Lisansüstü Çalışmalar Kongresi: Kent ve Değişim
Kongre, İlmi Etüdler Derneği (İLEM) tarafından yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin ortak bir dil geliştirmelerini teşvik
HAZİRAN 2012 - XXI 90
etmek amacıyla düzenleniyor.
30 Haziran - 21 Temmuz
Akdeniz'de Permakültür
Permakültür Tasarımı Sertifikası Kursu (PDC), doğaya karşı mücadele etmek yerine doğayla birlikte çalışmak ve gözlem üzerine kurulu, kendi kendine yeterli bir yaşamın nasıl mümkün olabileceğinin yöntemlerini içeriyor.
10 Temmuz (son başvuru)
23 Temmuz (son teslim)
Şehir ve Bölge Planlama Öğrencileri Bitirme Projesi Yarışması 2012
Şehir ve bölge planlama bölümünde diploma projesi, bitirme
Şişli Halide Edip Adıvar Külliyesi Ulusal Mimari Proje Yarışması
Yeniden yapılması düşünülen Halide Edip Adıvar Külliyesi'nin
projesi, bitirme tezi ya da bitirmeye esas proje ve rapor hazırlayan tüm öğrenciler bu yarışmaya katılabilir.
Şişli ilçesinin kent kimliğine katkıda bulunması ve külliye kavramı ile örtüşen örnek bir mimari eser oluşturulması bekleniyor.
... - 26 Ağustos
Modern Denemeler 5: Aşı
Türkiye'nin modernizm sürecini farklı yönleriyle ele alan "Modern Denemeler" proje dizisinin beşinci konuğu; araştırmacı ve mimar Aslıhan Demirtaş.