xxi mart 2012

Page 1

xxi.com.tr

XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 107 < MART 2012 < AMANN CÁNOVAS MARURI < ARKİZON+MİMARLAR WORKSHOP < AVA < SHCA < TEĞET MİMARLIK < VANDER KOOIJ < ÜNİVERSİTE - PRATİK

Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 10 7 M A RT 2 0 12 1 1 T L ( KIB R IS 1 2 T L )

When Modern architecture was first practiced, it was an avant-garde movement with moral, philosophical, and aesthetic underpinnings. Immediately after World War I, pioneering modernist architects sought to develop a completely new style appropriate for a new post-war social and economic order, focused on meeting the needs of the middle and working classes. They rejected HAN TÜMERTEKİN, KENAN GÜVENÇ, the architectural practice ofÖZLEM the academic NEVZAT SAYIN VE BERBER İLE ÜNİVERSİTE - PRATİK İLİŞKİSİNİ TARTIŞTIK refinement of historical styles which served the rapidly declining aristocratic order. The YAPI KREDİ ACCR approach of the Modernist architects was to Teğet Mimarlık’tan YKB Kampüsü’ne Yeni Bina removing reduce buildings to pure forms, historical references and ornament in favor Mutluluk Fabrikaları Sergisi of functionalist details. Buildings displayed their functional and structural elements, AMANN CÁNOVAS MARURI ARKİZON+MİMARLAR WORKSHOP Y A Z I L A R I Y L A exposing steelExtensa beams and concrete surfaces Bomonti Apartman AVA Swanke Hayden Connell Mimarlık DIRK VANDER KOOIJ instead of hiding them behind decorative forms.

Çok çizen mi bilir, çok okuyan mı?

G Ü LSÜ M BAYDA R KO RH A N G Ü MÜ Ş



Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr

TEK BİR MİMARLIK EĞİTİMİ ŞART MI?

endüstriyel tasarım editörü Elif Esmez elif@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr editörler Özge Gürbüz ozge@depo.com.tr Beste Sabır beste@depo.com.tr reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Nurgün kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin grafik asistanı Ali Çelik web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.

Bu ay XXI’de üniversite ile pratik arasındaki ilişkiye odaklandık. Bugüne dek birçok platformda hep aynı şeyi dinlemiştik: "Pratikle üniversite daha yakın ilişkilenmeli." Bu genel geçer bir kabul olarak zihnimizin bir köşesine kazınmışken ilişkilenmemeleri gerektiğini söyleyen azınlığın sesi duyulmaz olmuştu. Belli ki bu yüzden Kenan Güvenç’in Archiprix jürisi ardından kaleme aldığı muhalefet şerhi öylesine sert ve doğrudandı. Bugüne dek nasıl daha çok ilişkilenebilir diye tartışılan üniversite ile pratiğin birbirinden ayrışmasının zaruri olduğunu bildiriyordu Güvenç. Bu karşı duruşun yarattığı "acaba?" sorusu üzerinden bir tartışma başlatmak için masaya Kenan Güvenç’in yanı sıra yine akademisyen olan Özlem Berber’i, pratikle üniversite arasında gidip gelen Nevzat Sayın ile Han Tümertekin’i davet ettik. Sonuçta ortaya dallanıp budaklanan bu esnada da zenginleşen bir metin çıktı. Konunun dönüp dolaşıp bir modernizm sorunsalına dönüşmesi kaçınılmazdı, ardından açılan alt başlıklarla bu daha da zenginleşti: Üniversite, kişinin kendisini eğitmek adına bir kurum mu, yoksa pratik yaşam tarafından araçsallaştırılmış bir yer mi? Neden üniversiteye gelinir? Mimarlık statükocu mudur, öyleyse hangi açıdan?

Aslında tüm bu tartışmalar konuşmacıların her birinin kendi mimarlık tanımları arasındaki farklılıklardan kaynağını alıyordu. Nasıl bir mimarlık tanımladığına bağlı olarak her biri konuyu farklı okuyor, üzerinden kendi görüşünü aktarıyordu. Bu zaten nihayetinde yaptıkları işlere ya da bir akademisyen olarak eğitime yaklaşımlarına da yansıyan bir temeldi belli ki. Kişi bazında yaşadığımız bu çoğulluğun ne yazık ki mimarlık eğitiminde görülmüyor olması ise ortak kanıydı. Türkiye’de şu an 40’ın üzerinde mimarlık fakültesi bulunmasına rağmen görünen o ki tek bir eğitim modelinin sürdürülüyor olması, üniversiteye de pratiğe de zarar veriyor. Kişi bazındaki çoğulluk, belli ki Türkiye’deki üniversite eğitimi içinde eritilip genel akışa dahil ediliyor. Üniversite eğitiminde çoğulluğun nasıl üretilebileceği ise başka bir tartışma konusu olarak kalıyor. Not: XXI'in Şubat 2012 tarihli 106. sayısında, 33. sayfadaki peyzaj öğeleri fotoğraf altı bilgisine sahip görsel, Suyabatmaz Demirel Mimarlık'a aittir; düzeltir özür dileriz.

XXI


güncel

proje

6 güncel haberler

32 çok çizen mi bilir, çok okuyan mı?

Han Tümertekin, Kenan Güvenç, Nevzat Sayın ve Özlem Berber ile üniversite ile pratik ilişkisini konuştuk. Sonunda ortaya mimarlığın tanımından üniversitenin nasıl bir yer olması gerektiğine uzanan bir tartışma çıktı.

42 yatay ayna Teğet Mimarlık’ın Yapı Kredi Bankacılık Üssü’nde tasarladığı yeni yapı, paslanmaz çelik cephesiyle çevresini yansıtarak konumlandığı topoğrafyada kendini belirsizleştiriyor.

İçİndekİler

mart 2012 - XXI 2

48 kent dokusundan cepheye

16 soru işareti / korhan gümüş

Modernleşme ile Baş Etmeyi Bilememek

28 eşik cinleri / gülsüm baydar

Büyük Şeyler

Swanke Hayden Connell Mimarlık tasarımı Extensa Bomonti Apartman, konumlandığı alanın farklı dinamikleri nedeniyle farklı cephe anlayışlarıyla biçimlendirilmiş.



52 gölgelerin içinde yolculuk

70 sonu olmayan

İspanya Murcia'da konumlanan Monteagudo Müzesi ziyaret kavramını sorguluyor ve davetlileri gölgelerle birlikte bir yolculuğa davet ediyor.

60 iç bahçelere doğru

Albaraka Türkiye Genel Müdürlük Binası’nın iç mimari tasarımında çalışma alanlarının iç bahçelere açıldığı bir mekan kurgulanmış.

Dirk Vander Kooij tasarımı Endless serisine, sadece bir sandalye ya da masa olarak bakmak yanlış olur. Ürün bizlere bir kez daha farklı malzemelerin yeni üretim yöntemleriyle yeniden nasıl şekillenerek hayatımıza katılabileceğini gösteriyor.

SEKTÖR

72 ürün haberleri

80 işlevsel ve aydınlık

Karamancı Holding Binası'nı Tuna Girsberger Ofis mobilyalarıyla yeniden tasarlayan mimar Beysun Mert, projeyi hazırlarken üzerinde durduğu parametreler hakkında bilgi verdi.

82 tasarımı deneyimleme Autodesk Türkiye Ofisi İş Geliştirme Koordinatörü Taylan Dedeoğlu Ve Toca Mimarlık Genel Müdürü Erdinç Çiftçi ile Autodesk'in BIM tabanlı ürünleri hakkında konuştuk.

İçİndekİler

mart 2012 - XXI 4

66 kamusaldan özele geçerken

AVA tarafından Porto kent merkezinde tasarlanan La Bohème'de, cephe ve iç mekan arasında kurulan bağ ve kullanılan ahşap strüktürler mekanın sıradanlığını kırıyor.

88 banyo, mutfak ve seramik referans dosyası

114 ajanda

Creavit Çimstone E.C.A. Geberit Italdeko Kalebodur Kibrid Koramic Yapı Kimyasalları Miele Seranit Villeroy & Boch Vitra



Bir Labirent İçinde

mart 2012 - XXI 6

güncel

Kale Kilit Güvenlik Merkezi, tasarımındaki keşfe davet eden kurgusuyla mekana gelen kullanıcılar için farklı bir deneyim sunarken aynı zamanda sosyal bir buluşma noktası olmayı da hedefliyor. ‘i-am’ associates Projenin amacı Kale Kilit markasının bütüncül güvenlik ürün ve hizmetlerini müşterilerine aktarabileceği bir showroom tasarlamaktı. Mekanda, müşterilerin ürünleri farklı alanlarda deneyimleyebilmelerini ve diğer markalardan ayrışan güvenlik anlayışını görebilmelerini amaçladık. Proje yaratım sürecinde İngiliz sanatçı Antony Gormley’nin White Cube Gallery’de sergilenen “Breathing Room III” isimli eserinden ilham aldık. Eserin parçalara bölünmüş dev bir labirent gibi konumlandırılmasından yola çıkarak biz de genel mekan kurgusunda buna odaklanıp standart bir showroomdan öte, ziyaretçide keşfetme isteği uyandıracak bir deneyim alanı yaratmaya çalıştık. Yarattığımız labirent etkisi sayesinde keşfe açık ve sürprizler barındıran bir müşteri yolculuğu kurgusu oluşturduk. Sürpriz mekan etkisi yaratan dijital uygulamalar kullandık. Bu etkiyi desteklemek için yarı şeffaf cam yüzeylerden oluşan mekanı bölücü öğeler kullandık. Bu yüzeylerdeki şeffaflık mekanın tektonik algısını korumamıza yardımcı oldu. Böylece mekanın çeperleri orta alandaki labirent deneyimini sarmalayan sade bir zarf görevi gördü.

Kale Güvenlik Merkezi’nde çeşitli konseptlere göre tasarlanmış dört deneyim odası tarifleniyor. Hi-tech Ev, Klasik Ev, Otel ve Ofis konseptli deneyim odalarından oluşan bu alanlarda tüketiciler; kilitten kapıya, elektronik geçiş kontrol sistemlerinden kasaya kapı ve pencere sistemlerine kadar tüm ürünleri deneyimleyebiliyor. Her bir odada farklı renk, koku ve müzik uygulaması kurguladık. Bu konsept odalarda farklı ihtiyaçlara göre güvenlik çözümleri aktarılabiliyor. Mekanda ürün sergileme anlayışını ise “see and select” prensibine dayandırdık. Dört farklı deneyim odasında yer alan ürünlerin detaylarını sağ ve sol duvarlarda ürün gruplarına göre kategorize edilmiş alanlarda sergilemeyi seçerek dijital uygulamalardan yararladık. Mekanda Kale Kilit marka yolculuğunun anlatıldığı interaktif ekranın yanı sıra “Kendi Kapını Yarat” ekranıyla da müşterilere farklı bir deneyim sunmayı hedefledik. Ayrıca, showroomun kullanım amacının ürün sergileme özelliğinin ötesinde markanın sergi, seminer, etkinlik gibi işlevleri için de kullanılabilir olmasını sağlayarak mekanı sosyal bir buluşma noktasına dönüştürmeye çalıştık.


güncel 7 XXI - mart 2012

karşı sayfada Mağazanın girişi ve iç mekandan görünümler bu sayfada en üstte: Mağaza içi bilgilendirme panolarının grafik çalışmaları üstte solda: Grafik öğelerin tasarımı üstte: Mekanın üç boyutlu çizimi solda: Labirent kurgusuyla mağazadan bir görünüm


Geri Dönüşebilen Orfis firmasına ait fuar standının tasarım süreci, alanda kullanılan elemanların fuar sonrasında da kullanılması öngörülerek başlamış.

fotoğraflar: Melis Gündoğar

mart 2012 - XXI 8

güncel

Nail Egemen Yerce Öncelikle bize göre, ahşap ofis mobilyaları üreten bir firmanın sergileme tasarımı için düşünülen malzeme seçimi önemli bir ölçüt oldu. Ahşabın ham ifadesi tasarımı oluştururken firmanın ürettiği mobilyayla yani ahşabın olgun-bitmiş ifadesiyle bir tezatlık yapabilirdi. Aynı zamanda da genellikle görüntü açısından çok yoğun olan bu tip fuar alanlarında, başta malzeme seçimi ve onu işleyişiyle farklı olmayı denemek istedik. Böylelikle gelen ziyaretçilerin

proje adı: Orfis 17. Yapı Fuarı İzmir Stant Tasarımı işveren: Orfis Orçelik Büro Mobilyaları tasarım: YERce Mimarlık / Nail Egemen Yerce yapım: Orfis Orçelik Büro Mobilyaları peyzaj: Nesil Peyzaj

üstünde baskı kurmayarak gerekli açıklığı sağlayan, rahat ve doğal ortamda firmanın ürünlerini görme zemini oluşturmayı hedefledik. Malzemeyi doğal haliyle kullanma ve peyzaj, standın "doğal" ortamını oluşturma konusunda önemli oldu. Peyzaj, tasarımı tamamlayıp taçlandırarak fuar alanıyla tezat oluşturacak şekilde kurgulandı. Böylelikle firmanın çevre konusundaki özenine de gönderme yapabildik. Genelde sergileme tasarımlarında

kullanılan belli malzemeler, fuar bitiminde ne yazık ki sadece bir kez kullanıldıktan sonra çöpe gidiyor. Gerçekleştirdiğimiz bu tasarım ile bu soruna da bir çözüm getirmek istedik. Sergileme tasarımı konusuna, en başından itibaren sadece birkaç günlük bir süreç olarak değil de “Malzemeleri geri dönüşümlü olarak nasıl kullanabilir ve fuar sonrasında da bu kullanıma nasıl devam edebiliriz?” diye bakmayı tercih ettik. Bu yüzden de tasarımı, çift işlevli olarak

düşündük. Alan için ahşaptan üretilen elemanlar, firmanın mevcut mağazasında kitaplık, bölme sistemler ya da oturma amaçlı kullanmak üzere kurgulandı. Ayrıca burada yer alan bitkilerin bir kısmı dikildi ya da misafirlere hediye edildi. Bu sergileme tasarımı ayrıca, Altın Mıknatıs başlığı altında gerçekleştirilen “Amacına En Uygun Düzenlenmiş Stant Ödülleri” nde de üçüncülük ödülüne layık görüldü.



Kobiler İçin Tasarım KOBİLER İÇİN TASARIM, TASARIM DENEYİMİNE İHTİYAÇ DUYAN KOBİ'LER VE KARİYERİNİN BAŞLANGICINDAKİ ENDÜSTRİYEL TASARIMCILARI İNTERNET ÜZERİNDEN BİR ARAYA GETİRMEYİ HEDEFLEYEN BİR PROJE. Proje, 2011 yılında İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen, Kar Amacı Gütmeyen Kurumlara Yönelik Yaratıcı Endüstrilerin Geliştirilmesi Mali Destek Programı kapsamında KOBİ’ler ve Yeni Mezun Tasarımcıların Bir Araya Getirilmesine Yönelik Web Bazlı Eşleştirme ve Danışmanlık Sistemi Geliştirilmesi projesi kapsamında gerçekleştiriliyor. Proje, yenilik yapma ihtiyacında olup endüstriyel tasarımcılara nasıl ulaşacağını ve bir tasarım projesini nasıl yöneteceğini bilmeyen KOBİ’ler ile endüstri ürünleri tasarımı bölümlerinden mezun olmuş ve iş hayatına yeni başlamış tasarımcıların bir araya getirilmesine, böylece Türkiye’de KOBİ’lerin yakın olmadıkları bir rekabet unsuru olan

endüstriyel tasarım ile tanışmalarını ve tasarımcılar ile çalışmayı deneyimlemelerini amaçlıyor. Bu kapsamda projenin önerisi tasarımcı ihtiyacı olan küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ile iş arayan tasarımcıları buluşturmak, daha da önemlisi nitelikler ve ihtiyaçlar doğrultusunda eşleştirmek. Proje KOBİ-tasarımcı eşleştirmesine yönelik internet sitesinin kurulumu paralelinde yürütülecek bir de pilot uygulama içeriyor. Proje, İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümünden Prof. Dr. Özlem Er, Araş. Gör. Deniz Leblebici Başar, Ali Gökkurt, İSO'dan ise Burçin Değirmencioğlu ve Cem Emre Memiş tarafından yürütülüyor.

içinden seçilen beş ürünü tasarlayan 16 öğrenci ve dersin öğretim elemanları katıldılar. Projenin teması “evimizin kahramanları” başka bir deyişle ev işlerinde kullanıcının daha az çaba ve zaman harcamasını sağlayan ve kullanıcıyı zorlu işlerden kurtaracak şekilde tasarlanan ürünler yer aldı. Yine aynı proje üzerine dönemin başında üçüncü sınıf

öğrencilerinin geliştirdiği ürün senaryolarını da içeren kapsamlı bir katalog hazırlandı. Ayrıca seçilen beş ürünü geleceğin evi içinde gösteren bir video filmi de yine sergide yerini aldı.

niteliklerini, kullanılan doku ve malzemelerini de değerlendirmede göz önüne alacaklar. Katılımcıların projelerini tasarlarken Electrolux geleneğini de dikkate almaları gerekiyor. İskandinav tasarım değerlerine uygun olarak tasarlanacak projelerin çevreye duyarlı, sezgisel kolaylığa ve estetik çekiciliğe sahip olması gerekiyor. Design Lab 2012’in teması ile ilgili olarak Electrolux’ün Global Tasarım Başkan Yardımcısı Henrik Otto şunları söyledi:

“Günümüzde pek çok tasarımın duyumsal algılarımıza yeterince önem vermediğini düşünüyorum. Görsellik çok fazla ön planda. Peki ya diğer duyularımızı da tasarımlarımıza dahil edersek? Telefonla kimin çağırdığını koklayabilir miyiz? Ya da televizyonda olan programı hissedebilir miyiz?” Başvurular Design Lab internet sitesi aracılığıyla 1 Haziran 2011 Cuma günü saat 23:59’a kadar kabul ediliyor.

www.kobilericintasarim.com

Home Heroes Münih'te

mart 2012 - XXI 10

güncel

HOME HEROES (EVİMİZİN KAHRAMANLARI): PROFİLO İÇİN GELECEĞİN EV CİHAZLARI TASARIMI MUNICH CREATIVE BUSINESS WEEK'TE SERGİLENDİ. ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü son sınıf öğrencilerinin 201112 güz döneminde BSH’nin (Bosch Siemens Hausgerate) Türk markası Profilo için tasarladıkları geleceğe

yönelik ev cihazları 11-12 Şubat 2012 tarihleri arasında Munich Creative Business Week’te sergilendi. Münih Başkonsolosu ve Ticaret Ateşesinin de ziyaret ettiği sergiye, 20 proje

Hazırlanan videoya; www.youtube. com/watch?v=lfGYWXDDWgM adresinden ulaşabilirsiniz.

Deneyimi Tasarla ELECTROLUX DESIGN LAB 2012 TEMASIYLA TASARIM ÖĞRENCİLERİNİ FİRMANIN GELENEĞİNDEN HAREKETLE BÜTÜN DUYULARA HİTAP EDEN EV ALETLERİ TASARLAMAYA ÇAĞIRIYOR. Electrolux Design Lab 10’uncu yılını ilginç bir temayla kutluyor. Endüstri ürünleri tasarımı öğrencileri ve bu bölümden yeni mezun olanların katılımına açık yarışmada katılımcılardan duyusal yönleri geliştirilmiş, yenilikçi ev aletleri tasarlamaları isteniyor. Tasarımlarıyla

geleceğin evlerinde yemek hazırlama ve saklama, bulaşık ve çamaşır yıkama çözümlerine ışık tutmaları bekleniyor. Katılımcılar altı ay ücretli staj imkanı ve beş bin Avro para ödülü için yarışacaklar. 10’uncu kez düzenlenen tasarım yarışmasında jüri üyeleri projelerin teknolojisini, estetik

www.electrolux.com/designlab



Su Altında Kamusal Alan BAHADIR KUL MİMARLIK OFİSİ'NİN TASARIMINI ÜSTLENDİĞİ AKVARYUM, SU ALTI YAŞAMINI SERGİLEMENİN ÖTESİNDE, BİLGİLENDİRME VE BİLİNÇLENDİRME ODAKLI BİR KURGUYA SAHİP. Yapı, tıpkı bulunduğu coğrafyada inşa edilen diğer yapılar gibi su üzerine inşa ediliyor. Farklı olarak, yeraltı ve deniz sularını kullanıyor; akvaryum suyu devinimiyle kendi elektrik ihtiyacının bir kısmını üretiyor. Ayrıca, Caretta Carettalar başta olmak üzere bölgedeki deniz canlıları için bir hastane niteliği taşıması hedefiyle tasarlandı.

mart 2012 - XXI 12

güncel

Antalya Arapsuyu Obia Kanyonu'nda tasarlanan yapının, topoğrafyaya uyumlu bir yerleşime sahip olma ve manzara içinde yok olma prensipleri tasarımın en önemli kararlarından. Ayrıca, zemin kotunun geri çekilmesiyle ortaya çıkan gölgelikli kamusal alan, Antalya ikliminde geniş bir serinlik noktası oluşturdu ve serinletici rüzgarların hakim olduğu güneybatı yönüne konumlandırıldı. Yaklaşım, dağılım ve toplanma noktası olan bu gölgelikli alan, akvaryum için bir ön hazırlık teşkil ediyor ve dalgasal formda bir kabuk ile örtünüyor. Bu kabuk, ziyaretçilere yeni bir mekansal deneyim tattırma amacıyla, kamusal alan ve akvaryum arasında yatay bir arayüzle birlikte kimi yerde zemine kadar inerek bilgilendirme

noktalarını ve fast food alanını, kimi yerde ise yükselerek amfi alanlarını ve bilet satış gişelerini oluşturuyor. Kabuğu yırtıp akvaryum ve diğer sergi ve eğlence mekanlarına ulaşımı sağlayan rampa, aynı zamanda hava akımı devamlılığını sağlayarak ışıklık niteliği taşıyor. Rampa birinci kata ulaştığında başka bir kamusal sergi alanıyla bu alanda galeriden yükselen dalga kabuk karşılaşılıyor; akvaryuma ve kar dünyasına girişler sağlanıyor. AKVARYUM Bilgilendirme, hologramlar ve dünya deniz balıkları ile başlayan gezi rotası; mağara balıkları, dünya nehirleri, deniz anaları, türkiye balıkları, yırtıcı balıklar, küçük deniz canlıları, köpek balıkları, beş milyon litre su kapasitesi ile ana tank ve 131 metre uzuluktaki tünel ile son buluyor. Rotadaki her bir durak, karakterine özgü tasarlandı. KAR DÜNYASI Antalyalılar için yılın dört mevsimi kar deneyimi yaşatacak bu alanda iglo köyü, toroslar, kızaklar ve hologram kar canlıları bulunacak.


kesit

güncel 13 XXI - mart 2012

plan

1 Rampa 2 Amfi tiyatro 3 Tünel girişi 4 Mağara konsepti 5 Manzara noktası 6 Teknik alan 7 Akvaryum çıkışı


Villadan Kuaföre ANKARA İÇ MİMARLIK'IN ÜÇ KATLI KUAFÖR SALONU TASARIMINDA RAHAT BİR KULLANIM ALANI VE İŞLEVSELLİK HEDEFLERİYLE YOLA ÇIKILARAK MEKANA ÖZGÜ BİR DİL OLUŞTURULDU.

mart 2012 - XXI 14

güncel

Ankara İç Mimarlık Ankara'nın Çayyolu semtinde 220 m2'lik bir kuaför salonu tasarlarken ilk amacımız burayı kullanacak kişilerin kendilerini rahat hissetmelerini sağlamaktı. Tasarım senaryomuzu oluşturan ilk unsur; “müşteriler bunalmadan bekleyebilmeli ve kendini samimi bir ortamda hissetmeli” oldu. Orijinalinde villa olan yapıyı kuaför ve güzellik salonuna çevirirken birinci kat saç kesim ve bakım salonu, ikinci kat güzellik merkezi, üçüncü kat masaj salonu ve son olarak bodrum kat makine dairesi olarak düşünüldü. Ticari hayata yeni

umut gürler Çankaya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık Bölümü'nden mezun olduktan sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık Tarihi alanında yüksek lisans yapmaya başladı. 2010 yılından bu yana Ankara İç Mimarlık Ofisi’nde kurucu ortak ve iç mimar olarak çalışmalarına devam etmektedir. mustafa erciyas Çankaya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık Bölümü ve Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü mezunudur. 2010 yılından itibaren Ankara İç Mimarlık Ofisi’nde kurucu ortak ve iç mimar olarak görev almaktadır.

atılan üç girişimci ortağın istekleri doğrultusunda kurum logosu da tarafımızca tasarlandı. Mekanda bir dil oluşturmak ve bu dili işlevle bütünleştirmek adına tavanda profil sistemi üzerine yoğunlaşıldı. Bu sayede mekanın alçak olan tavan yüksekliğini aydınlatma gibi sebeplerden ötürü daha fazla düşürmeden bütünsellik içeren bir aydınlatma sistemi kurgulandı. Kullanılan 80x40 profiller ile hem mekanı sarmal bir şekilde dolaşan aydınlatma sistemi hem de mekanın

dilini oluşturan bir öğe ortaya çıktı. Bu sayede hya Kuaför nerede şube açarsa açsın her yerde kullanabileceği bir tasarım dili kazanmış oldu. Saç kesim ünitelerinde lake duvar oluşturup buradan led aydınlatma sayesinde tezgah duvardan kopartıldı çünkü arkada bir derinlik isteğimiz vardı. Aynalar tavana kadar kullanıldı ve bu sayede düşük tavan etkisi azaltılmış oldu. Müşterilerin ayaklarının denk geldiği yerlerde düz ayna değil de, kolay silinebilen bir malzeme olması sebebiyle uzun yıllardır kullanılan satina

ayna kullanıldı. Kesim tezgahlarının zemin ile birleştiği yerde ferahlık hissi sağlaması için beyaz çakıl taşı tercih edildi. Müşterilerinin ayaklarını koyduğu yerin tam altına denk gelmesi sebebiyle kirlenme ihtimaline karşı üzeri kırılmaz cam ile kapatıldı. Tasarımda kullanılan malzemeler, işverenin uzun süre ek bir yatırım yapmadan dekorunu koruyabilmesini sağlamak amacıyla, kuaför salonlarında sıklıkla kullanılan oksidan gibi renk açıcı kimsayal malzemelere dayanıklı olacak şekilde tercih edildi.



Modernleşme ile Baş Etmeyi Bilememek... AKM tartışmalarında iktidara yakın çevrelerden bana sıkça gelen bir soru şu: “Siz bir mimar olarak bu kutu biçimli binanın neresini beğeniyorsunuz?” Söylenmek istenen belki de şu olmalı: “Demokratik bir siyasal ortamda geçmişin otoriter rejimini simgeleyen bir yapının yıkılmak istenmesinden daha doğal ne olabilir?” Aynı yaklaşım Taksim Gezisi için de sergileniyor. Dolayısı ile eleştiriler birtakım züppelerin halkın meşru temsilcilerine kendi beğenilerini dayatması gibi algılanıyor. Böyle olunca da müzakere edecek, sorgulayacak bir zemin kalmıyor.

SORU İŞARETİ

Bu soruyu soranların beğendikleri Sütlüce’deki mezbahanın yerine inşa edilen devasa Kongre Merkezi, Taksim’de inşa edilmek istenen Topçu Kışlası’nın replikası ya da Demirören Plaza gibi binalar olmalı. İktidarların, kent yönetimlerinin hiç düşünsel uğraş içermeyen, mimarı dahi belli olmayan bu müteahhitlik yapılarını bu kadar büyük bir ihtirasla sahiplenmeleri şaşırtıcı. Bu durumu yalnızca kent halkı açısından olduğu kadar yönetimler açısından da sıkıntı verici buluyorum. Muhtemeldir ki Türkiye'de güvenlik, eğitim, sağlık, çevre, enerji... aklınıza ne gelirse, aynı kapalı yöntemler dahilinde gelişiyor. Herkesin kendisine verilen görevi yapması gerektiği, farklı düşüncelerin dışlandığı, tipik bir itaat toplumunda yaşamamız isteniyor. Her konuda modernleşme ile baş etmesini bilmeyen bir yönetim modelinin bedelini ödemekteyiz. Faturanın ne kadar ağır olduğu anlaşıldığında ise korkarım ki artık geç olacak.

mart 2012 - XXI 16

Siyasetçileri, STK'ları, aydınları ile hep birlikte bu döngüden çıkmayı başarabilmemiz lazım. Eğer İstanbul gibi bir kentte yöneticiler Taksim meydanı gibi önemli bir kent parçasına bile hiçbir yaratıcı uğraş olmadan müdahale etmeyi planlayabiliyorsa, bunun arkasında yalnızca yöntem bilmezlik değil, başka bir şey olmalı. Bu mesele mimarlık, sanat gibi faaliyetlerin düşünsel bir faaliyet olarak değil; beğeniler, tercihler olarak algılandığı anonim bir duruma işaret ediyor. Böylece bu işlerle uğraşanların siyasal tercihlerine göre farklı pozisyonlar almaları yeterli oluyor. Başka bir şey yapmaya, düşünmeye, sorgulamaya gerek kalmıyor.

KORHAN GÜMÜŞ

Biliyorsunuz caminin bir simge olarak kentin en önemli kamusal alanına yerleştirilmek istenmesi geçmişte İslami siyasal hareketin çatışmacı, totaliter karakterinin bir emaresi olarak gösterildi. Benim için asıl şaşırtıcı olan çeşitli iktidarlar döneminde defalarca gündeme gelen ve kentin merkezini otoyollarla alt üst edecek çok daha köktenci (radikal), dönüşümün hiç tartışma konusu bile olmaması, hasıraltı edilmesiydi. Kentin caddelerini dalış

rampaları, istinat duvarları ile yok edecek; meydanın bağlantılarını tıkaca dönüştürecek yaklaşım ideolojik olmayan ve yalnızca ulaşımla ilgili bir karar olarak görüldü. Tartışılan, meydanın üzerinde hangi simgenin yer alacağıydı. Taksim Cami merkeze yerleşmeyi amaçlayan seçkinci bir hareketi temsil etti. Rahatsız edici olan da buydu. Bu nedenle (tıpkı başörtüsü meselesi gibi) 28 Şubat sürecinin en hararetli konusu oldu. Oysa bu aşamada İslami referanslı siyasal hareketin zannedersem henüz AKM’yi yıkmak gibi bir düşüncesi yoktu, her ne kadar “Opera”yı Batılı bir kültür biçimini halka empoze edilmesi olarak görse de. Bu girişim demokratik bir şekilde sorgulanmadığı için bugün “zekice” bir buluşla Cumhuriyet döneminde yıkılan Topçu Kışlası’nın sorgusuz sualsiz yeniden inşası olarak tekrar gündeme geldi. Elbette ki bu alandaki bu siyasal simgeler, “Opera” ve “Kışla” milli bir temsilin sınırları içinde rol oynuyorlar ve bu arayışların kente dair bir perspektifleri yok. Bu siyasal hareketler bu sembolleri kullanarak seçkincileştirici bir karakter kazanıyorlar. Bu noktada sınıfsal asimetri görülmez hale geliyor. “Opera” (bu yeni seçkinleri) yalnızca mimari biçimi ile rahatsız etmeye başlıyor. Çünkü milli siyaset sahnesinde katılım, müzakere gibi kavramlara yer yok. Eleştiriler ise belirttiğim gibi, yalnızca farklı siyasal tercihler olarak algılanıyor. Bu nedenle işin içinden çıkmak giderek zorlaşıyor. Kentle ilgili zihinsel-entelektüel sorunların, çelişkilerin sınıfsal koordinatlarla ilişkisi ne olabilir? Bu koordinatlara göre bu kentsel dönüşüm projelerini yönlendirenler, siyasetçiler ve iktidardan iş alan müteahhitler (bugün ne kadar zengin olsalar da) alt sınıftan gelmektedir. Bu projelere itiraz eden entelektüeller ve sanatçılar ise mevcut ayrıcalıklarını korumak isteyen üst sınıfları temsil etmektedir. Bir belediye başkanının Cihangir’deki bir semt derneğinde gönüllü çalışan kadınlar için aynı semtteki esnafların toplantısında söylediği gibi: “Bu dernekteki kadınlar sabahları önce kuaföre giderler, yarım günlerini orada geçirdikten sonra süslenip püslenip dışarı çıkarlar, kimi şikayet etsem diye sokak sokak dolaşırlar.” Siyasal ortamlarda dile getirilen farklı zevkler, beğeniler meselesini yorumlayabilmek için hiyerarşik topluluklarda “sınıfsal asimetrinin bölümlerin simetrisi” (C. L.-Strauss) ile dengelendiği1 tezini ufuk açıcı buluyorum. Cami y apma girişimi “Opera” ile ortaya çıkan sınıfsal asimetriyi dengeleyecek bir simetri arayışının imgesel bir çözümüdür. Taksim’deki mesele modernizmin ürettiği sınıfsal asimetriyi (tipik bir biçimde) kimliklerin simetrisi ile dengeleme arayışıdır. Bu arayış milli siyasetin temel koordinatlarını oluşturur: Bu kişiler itiraz edebildiklerine göre para kazanmak diye bir dertleri yoktur. “Opera” örneğinde de olduğu gibi, iktidarın projesine itiraz edenler bir üst-sınıf olarak algılanır. (Zaten yılan hikayesine dönen AKM’nin onarımı işinin sonunda Türkiye’nin önde gelen


zenginlerinden biri olan Güler Sabancı tarafından çözülmesi de anlamlıdır. Yoksa yeni bir savaş uçağı ya da bir füze projesine on milyarlarca lira ayıran devletin kendi kültür merkezine ayıracak birkaç on milyonu yok mudur?) Demek ki AKM’yi onarabilmek için gerekli koşul zengin olmak, üst sınıftan gelmek, ayrıcalık sahibi olmaktır.

Buna karşılık Kültür Bakanı, iktidara yakın mimarlık, sanat çevreleri, kentsel dönüşüm projelerine katılan tanınmış mimarlar, araştırmacılar ise simetrinin karşı bölümünü imleyerek bir demokrasi deneyimi yaşandığı hissi yaratıyorlar2. Bu projeleri tasarlayan

1. Fredric Jameson Siyasal Bilinçdışı adlı kitabında bu tezi yorumluyor. Rem Koolhas’ın fikirlerini tartıştığı“Geleceğin Kenti” başlıklı makalesinde (New Left Review Mayıs Haziran 2003) bu konuya eğilmişti. Bu makalede Jameson Koolhas’ın büyük bir “auteur” olarak nitelenmek ve bu şekilde mimarlık yapmak yerine bugünün kentini anlamaya yönelik incelemelere ağırlık vermesini yorumlamıştı. “Mimarlıkta yeni bir kamusal boyut ortaya koyan ve “star bina akımı takıntısından uzak” mimarlar olan biteni anlamayı, profesyonelliğin gerçeklerle yüzleşmesini savunuyorlar. Mimari fanteziler ile sosyal gerçeklik arasındaki boşlukta bir köprü kurmaya, mimarlıkla kamusal sorunlar arasında bir ilişki kurmaya çalışıyorlar.” 2.

Zygmunt Bauman, Bourdieu’ye referansla bilginin birbirinden

tamamen ayrı iki yoldan kullanılabildiğinden söz ediyor, “Siyaset Arayışı” kitabının sunuşunda . Şöyle diyor: Bilgi Bourdieu’nün yerinde bir adlandırmayla “kinik” ve “klinik” adınıverdiği iki şekilde kullanılabilir: “Dünya’nın adil mi, değil mi, ne olduğu fark etmez. En iyisi ben onu ben kendi işime gelecek bir biçimde kullanayım”diye düşünerek bilgiyi “kinik” bir biçimde kullanabiliriz. Oysa aynı bilgi“klinik” bir biçimde, yani sorgulamak, hissedilen bir

Bu projenin aynı siyasal rejim içinde izole edilmesi kamusal müdahalenin yöntemi açısından oldukça zorlayıcı ama “milli” sınırlar dışında bırakılarak bastırılan bir örnek deneyim oluşturuyor. İktidar değiştiğinde siyasetçiler kucaklarında hazır buldukları (ve hibe yoluyla gerçekleştiği için yarışma ve ihale koşullarını istedikleri gibi yönlendiremedikleri) bu pilot projeyi izole etmeyi amaçladılar. Bu nedenle halkın katılımını “Siz bilmiyorsunuz, bu projenin arkasında Ortodoks Patrikhanesi var. Burası Vatikan’a dönüştürülecek, Avrupa Birliği bunu amaçlıyor.” söylemi ile engellemeye çalıştılar. Böylece "AB bir Hıristiyan Birliği’dir” tezi arka fonda işlendi. Belediye tarafı yükümlülüklerini yerine getirmek şöyle dursun, projeye karşı sürekli tavır aldı. Halk “Sizi buradan sürecekler, burası Ortodoksların Vatikan’ı olacak.” diye korkutuldu. Oysa projede semtte yaşayan insanların kendi yaşama çevrelerinden uzaklaşmaması için gerekli önlemler alınmıştı. Halktan insanlar sonradan yöneticiler tarafından yanıltıldıklarını söylediler ama pilot proje sürdürülebilir olamadı, gündemden kalktı. Yenileme Yasası ile başlayan projeler ise insanların yerinden edilmeleri bir paradoks oluşturdu. Bu projelerde yer alan kent planlama, restorasyonla ilgili kuruluşlar ve mimarlar da aynı “milli” sınırları kendi av sahaları olarak korumayı amaçlıyorlar. Projelere "yabancı" parmağının değmesini, başka deneyimlerle ilişki kurulmasını istemiyorlar. Aynı şekilde Sulukule için gerçekleştirilen alternatif proje de “bizim projemizi yabancılar mı yapacak” itirazıyla karşılaştı. AB’den bir destek alınması söz konusu olduğunda bazıları “o emperyalist bir güç” diye itiraz edildi. Sulukule için iktidarın projesini ise aynı “yabancı” üniversite ile güya eğitim alanında işbirliği

sorunla mücadele etmek, etik bir duruşu desteklemek ve çözüm geliştirmek için de kullanılabilir. Bauman bilginin kişinin seçimini özgürleştirmek dışında, hangi yolu tercih edeceğini belirlemediğini, kullanım biçimi ile ilgili tercihi kişinin son kertede kendisinin yaptığını söylüyor.

17 XXI - mart 2012

Bu noktada baştaki meseleye, eleştirilerin nasıl algılandığına geri dönebiliriz: Nasıl oluyor da yöneticiler kent projelerindeki haklı itirazlara kulaklarını tıkıyor? Hatta tıkamak şöyle dursun, itirazlarını dile getiren çevreleri suçluyor? Karşı taraftan bakınca neredeyse imkansızlığı aşikar olan bu işi kolayca ve zahmetsizce nasıl başarıyor? UNESCO meselesinde, 3. Köprü’de, Sulukule’deki kent yönetimi itirazları nasıl oluyor da meşru olmayan bir çevrenin iktidar talepleri olarak algılıyor? Bu soruların cevabı belki de sınıf siyasetinin resmi siyaset ile burkulmasında, yani tersyüz edilmesinde aranabilir. Siyasetçiler genellikle kendilerini devlet sınıfı tarafından merkezden dışlanan bir konumda görüyor. Bu durumda kültürel ve doğal mirasın korunması, hatta güncel sanat gibi entelektüel işlevleri ister istemez üst bir sınıfın, elitist bir zümrenin ayrıcalıklarını korumak, iktidarını savunmak için ürettiği dışlayıcı unsurlar olarak algılıyor. Bunun sonucunda kentsel dönüşüm projelerinde bir burkulma gerçekleşiyor. (Buradaki paradoks şöyle özetlenebilir: Hem bir siyasal hareket olarak dışlanan yoksul kitleleri temsil ettiğini iddia et, hem de onları yerinden et!) Başkaları değil, bu durumu bizzat Başbakan da sıklıkla dile getiriyor: “Seçimleri kaybetme pahasına da olsa, bu kentsel dönüşüm projelerini gerçekleştireceğiz” diyerek. İktidarın ve entelektüellerin siyasal temsili, imgeleri de bu durumda iki karşıt sınıf olarak karşılaşıyor. Üretim ilişkilerinin yansıdığı temsiller inşaat sürecinin içine gizlendiği ve tartışılmadığı için paradoksal bir biçimde kararlar, yani politika ihmal edilebilir hale geliyor. Bizatihi entelektüellerin bu durumda yalnızca konuşmak, eleştirmek dışında bir şey yapmadıkları da sıkça söyleniyor. Diğer taraftan entelektüel profesyonelliğin öznelliği, iktidar ve piyasa odaklı profesyonelliğin anonimliği karşısında gene sınıfsal ayrışmanın işaretleri olarak iş görüyor. Yaratıcılık, öznellik gibi entelektüel işlevle ilgili kavramlar da bu temsil ilişkisinde dinsel olduğu kadar sınıfsal bir koordinat olarak birbirini iptal etmek şöyle dursun, örtüşerek güçlendiriyor.

yapan (ama nedense bu projede onunla ilişki kurmayı bile reddeden) öğretim üyeleri tarafından yapıldı. Bu örnekleri tartışmamız gerektiğini ve eleştirilerin de bu sınıfsal temsilin resmi siyaset tarafından burkulmasını dikkate alması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü asıl mesele iktidarın nasıl meşruiyet sağladığı...

SORU İŞARETİ

Bu durumda itiraz eylemi de, başka bir biçimde de olsa, bu kolektif bir imgeye referans veren bir biçimdir. İktidarın imgesi, artık güçlü bir yeni seçkin sınıf ile örtüşse de, bu meselede alt sınıfın temsili olarak iş görmektedir. Eleştiri/olumsuzlama da bir iktidar biçimi algılanmaktadır. Böylece sorunun asıl can alıcı noktası kamusal nitelikli bir müdahalenin zorunlu katılım koşulları ihmal edilebilir, askıya alınabilir hale gelmektedir.

mimarlar genellikle üst sınıflara hizmet veren grupta yer alıyorlar. Böylece elitler arasında bir denge kuruluyor. Bölgede yaşayan halk dışında “açıkta kalan” kalmıyor, ne kadar bağırsalar da onların sesini zaten kimse duymuyor. Zaten hiyerarşik toplulukları karakterize eden, siyasetin “milli” sınırlarını tanımlanması mücadelesidir. (Yani neyin “milli” neyin “milli olmadığı”) Merkezileşen siyasetle yerellik arasındaki ilişki, aynı zamanda bu özcü siyasetin de (ulus devletlerin bölünmezliği ve bekası için) bir ön şartıdır. Bu sınırların içine kurbanlaştırılanların, yoksulların, siyasal temsil gücü bulunmayanların, örneğin Romanlar’ın (Sulukule) girmesi mümkün değil. Her ne kadar “Biz de Müslümanız.” deseler de eylemlilikleri, yaşam tarzları ideolojik olarak onları dışarıda bırakıyor. Büyükşehirlerdeki Kürt göçmenlerin durumu da ikircikli. Siyasal merkezdeki temsil alanında hem dışlayıcı, hem de asimile edici pratikler güçlü. Kentsel dönüşümdeki ayrımcılık siyasetinin izleri Tarlabaşı’nda da görülüyor. Açıkça dile getirilmese de, çeşitli söylentiler yaratılarak bu ikircikli siyasetin popülerleştirilmesi mümkün oluyor. Bu açıdan belki de en ilginç (ve üzerinde yeterince durulmadığı için belki de en bakir) konu bir örnek çalışma olarak sürdürülebilir olması istenen ve Avrupa Komisyonu desteği ile gerçekleştirilen FenerBalat Rehabilitasyon Projesi.


Kuram Kitaplığı'nın İlk Kitabı ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ MİMARLIK BÖLÜMÜ BÜNYESİNDE GELİŞTİRİLEN MİMARLIK KURAM KİTAPLIĞI PROJESİNİN İLK KİTABI BİÇİM VE İŞLEV ARALIK 2011'DE ÇIKTI. “Bugün biz, Louis Sullivan tarafından bir asır kadar önce zekice formüle edilen 'biçim işlevi izler' özdeyişinin, ve bu formülasyonun arkasındaki düşünsel paradigmanın geçerliliğini yitirmediğini, belki de hiç yitirmeyeceğini; buna karşın, eleştirel pozisyonların ve alternatif paradigmaların bu bağlamda da biçim ve işlev üzerine tartışmanın her zaman var olacağını biliyoruz. Günün koşulları ile evrimleşmiş olsa da, biçim ve işlev tartışması hala canlı ve önemini koruyor.” Bu düşünce üzerine inşa edilen Biçim ve İşlev, Hakan Anay ve Ülkü Özten’in editörlüğünde; ODTÜ'den Doç. Dr. Güven Arif Sargın ve Doç. Dr. Mualla

Erkılıç ve İTÜ’ den Doç. Dr. Mine Özkar’ın hakemliğinde Mimarlık Kuram Kitaplığı projesinin ilk ürünü olarak okurla buluştu. Hikayesi, editörlerinin yazarlara yönelttiği “Günümüzde biçim ve işlev tartışmasının neresindeyiz?” sorusu ile başlayan kitap, mimarlığın biçim ve işlev ile ilişkisini yeniden gözden geçirip, konu ile ilgili klasikleşmiş mimarlık metinlerini dilimize kazandırırken aynı zamanda bu ilişkiyi günümüz koşullarını dikkate alan farklı bakış açılarından yeni ve özgün yaklaşımlar ile biraraya getirmeyi hedefliyor. Bu bağlamda kitapta Louis H. Sullivan, Dankmar Adler, Mary McLeod’un birer makalesinin çevirisi; Hakan Anay, Ülkü Özten, Ela Çil, Deniz Güner, A. Derin İnan ve Levent Şentürk’ün özgün yazıları ile Uğur Tanyeli’nin mimarlıkta biçim ve işlev tartışması üzerine 2011 yılında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi'nde

(ESOGÜ) yaptığı bir konuşmanın bant çözümlemesi yer alıyor. Biçim ve İşlev’in de içerisinde yer aldığı Mimarlık Kuram Kitaplığı, mimarlık kuramı alanında bir seri güncel tartışmayı hem tarihsel perspektifte ele almayı, hem de günümüze taşımayı amaçlıyor. Kitaplık, Hakan Anay ve Ülkü Özten tarafından yayıma hazırlandı. Biçim ve İşlev’in ardından Mimari Biçimcilik yayıma hazırlanıyor, üçüncü kitap ise halen çalışmaları devam etmekte olan Bauhaus’dan Ne Kaldı? adını taşıyor. Mimarlık Kuram Kitaplığı projesi, tüm tasarım alanlarından akademisyenlere ve öğrencilere yönelik bir kaynak kütüphane oluşturmayı hedefliyor. Kitabı ESOGÜ'den temin etmek mümkün. Sipariş için Hakan Anay (info@hakananay.com) veya Ülkü Özten (info@ulkuozten.com) ile irtibata geçilmesi gerekiyor.

mart 2012 - XXI 18

güncel

Istanbul City Portrait Venedik Iuav Üniversitesi - Doktora Okulu, İstanbul'un dünya çapındaki kültürel ve kentsel deneyimleri üzerine bir konferans düzenliyor. Küratörlüğünü Teresita Scalco, Moira Valeri ve Marco Vani’nin yaptığı konferans, 29 Şubat- 1 Mart 2012 tarihleri arasında, IUAV Doktora Okulu’nun ev sahipliğinde, Venedik Badoer Palas’ta gerçekleştiriliyor. Uluslararası konferansın amacı, kentin güncel dönüşümlerini geniş bir bakış açısı ile araştırmak ve yaklaşan gelişmeleri daha iyi anlayabilmek için kentsel planlamadan mimariye, sanattan tasarıma ve kültür politikaları bakış açısınına kadar disiplinlerarası bir yaklaşımla girişimde bulunmak. Bu nedenle etkinlik Açılış, Şehir ve Mimari, Şehir ve Toplum, Şehir ve Kültür olmak üzere dört oturumdan oluşuyor. 29 Şubat akşamı Magazzini del Sale’de 'Ekümenopolis: ucu olmayan şehir'

gösteriminini takiben, Imre Azem (yönetmen) ve Emine Gaye Günay (prodüktör) arasında sohbet oturumu yapılıyor. Bu uluslararası konferans, İtalyan İstanbul Başkonsolosluğu, Türk Venedik Fahri Konsolosluğu ve Venedik Şehri Kültür İşleri Dairesi himayesinde olup, İtalyan şarap üreticisi Bisol (Valdobbiadene, Treviso, Italya) tarafından destekleniyor. Konuşmacılar: Monica Centanni, Serra Yılmaz, Asu Aksoy, Meriç Öner, Korhan Gümüş, Luca Orlandi, İpek Akpınar, Murat Güvenç, Lois Papadopoulos, Superpool, Gabriel Carrascal Aguirre, Gülşen Yılmaz,

Derya Özkan, Özlem Ünsal, Tolga İslam, Giovanna Marconi, Moira Bernardoni, Lea Nocera, Pierre Raffard, Serhan Ada, Gökhan Karakuş, Vittorio Urbani, Aldo Cibic, Simona Morini, Ceren Özpınar, Rosa Chiesa, Ali Filippini, Julien Olivier Paris. Ayrıntılı bilgi için: http:// istanbulcityportrait.wordpress.com/



Herkesin Kendinden Bir Parça Bulması İçin Geçtiğimiz günlerde Galeri Işık’ta açılan Mutluluk Fabrikaları sergisi, alışageldiğimiz mimarlık sergilerinin ötesinde herkesle iletişim kurmayı amaçlıyor. Serginin küratörü Saitali Köknar, sergi tasarımını gerçekleştiren Ahmet Önder ve grafik tasarımları üstlenen Didem Ateş Mendi, popüler bir sergi yapma sürecini anlatıyorlar.

mart 2012 - XXI 20

güncel

fotoğraflar: Engin Gerçek & Aras Kazmaoğlu | Studio Majo

Saitali Köknar Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin (VÇMD) ilk etabı olan Ticari Yapılar başlığı altında yapılması planlanan serginin içeriğini kurgulama teklifi bana geçtiğimiz Mayıs ayında geldi. VÇMD her sene farklı bir yapı tipi altında kurgulanan kitabı, sergisi, panelleri, web sitesi olan ve Vitra ile Türk Serbest Mimarlar Derneği işbirliğiyle gerçekleştirilen çok ayaklı bir proje. İlerleyen yıllarda ulaşım, sağlık, konut, eğitim yapıları gibi konulara doğru açılacak. Mimarlık kültürünü toplumun tüm kesimleriyle paylaşıp çoğaltmayı hedefleyen önemli bir girişim.

kurgulanmıştı. Mimarlık alanında eksikliği hissedilen bir antoloji olacaktı. Böylelikle binalar proje kapsamında yeterince temsiliyet buluyordu. Sergi bunu tekrarlamamalıydı. Binaları sergilemeyen bir mimarlık sergisi fikri bu haklı isteğe temelleniyor. Yine de kitaba seçilen binalar oyun kartı boyutuna küçülerek sergideki yerlerini bir bilgi karşılaştırmalı kart oyunu şeklinde alıyor. Sergi için özel hazırlanan bu oyun kartları, sanırım dünyada değil ama Türkiye’de bir ilk. Arabalı uçaklı olanlarıyla oynardık ama sergideki kartlar ticari binaların özellikleri ile oynanıyor.

Sergiyi ilk toplantıda bana verilen iş tarifi ve hedeflere göre kurguladım. Özetle, kitabın sergisi olmayan, genelde bina fotoğrafı ve maketlerden oluşan mimarlık sergilerine benzemeyen, herkese erişecek bir sergi isteniyordu. Kitap son on yılda üretimi tamamlanmış ticari yapıları derleyen bir arşivleme çalışması olarak

Herkese erişme isteğini ise ben "popüler bir sergi" olarak not ettim ve projenin her aşamasında popülerliği en önemli hedef olarak korumaya çalıştım. Bilime erişmemizi kolaylaştıran popüler bilim kitapları, Bilim Teknik hatta Bilim Çocuk gibi yayınlar kurguyu şekillendirmeye başlarken kullandığım ilk metaforlar

oldu. Uzun süren prodüksiyon sürecinde projeyi betimlerken içinde gezilen gençlik ansiklopedisi benzetmesini sıklıkla kullandım. Ticari yapılar başlığı sıkıntılı bir başlık. İçinde alışveriş merkezleri, ofisler, satış ofisleri, karma yapılar var. Bir arada ele alınmalarını zorlaştıran bir çerçeve. Ama serginin içeriği tam da bu sıkıntının merkezinden çıktı. Bu yapıları bir araya getiren üretim-tüketim döngüleri serginin fikri çatısını oluşturdu. Daha en baştan mimarlığa ilişkin bilgiyi diğer disiplinlerle, sosyologlar, tarihçiler, üreticiler, mühendisler, yatırımcılar, psikologlar, filozoflarla kesiştiren bir kurgu arayışındaydım. Başlığı yeterince çok sayıda ve farklı alt başlığa ayırarak inceleme fikrinin temeli bu arzudur. Teknolojik gelişmeler, ulaşım, vitrinler, cepheler gibi alt başlıklar hiyerarşisiz, çizgisel olmayan bir ilişki ağı içerisinde tekrar örülüp bir araya gelerek ticari

yapıların doğduğu bilgi topografyasını oluşturuyorlar. Serginin kurgusu örgüyü çözüyor, gezenler kendi perspektifleriyle ticari yapılara ilişkin bilgiyi yeniden bir araya getiriyorlar. Sergilenen bir kanaat değil, kanaat oluşmasına altlık sağlayacak ilişkilere dair bilgi parçaları. Serginin kanaat belirtmeyen, kanaat belirtmekten sakınan, insanların kendi kanaatlerini kendilerinin oluşturabildiği bir ortam sunan tavrının başlığa da taşınması gerekiyordu. Herkese erişebilen, yani herkesin kendisinden bir parça bulabileceği içerik, gündelik hayat ve içine düştüğümüz tüketim toplumu konularında karşılık buluyor. Mutluluk Fabrikaları başlığı içinde yaşadığımız ofis ve AVM yapılarındaki mekan deneyimimizi açığa çıkaran oksimoron bir tamlama. Mutluluk bir iç, fabrika bir dış. İç gizlidir, dış her şeyi gözler önüne serer. Mutluluk ölçülemez ama ölçülüyor. Herkes farklı şekilde mutlu


Ticaretin Yapısını Sergilemek

durumda olan birimler. Bu amaçla farklı şekillerde açılabilen çok sayıda sandık tasarımından yatay ve

Ahmet Önder / Mono Mimari Tasarımlar

düşey düzlemler oluşturarak yine farklı şekillerde bir araya gelebilen beş tanesi grupların isteklerine göre seçilip özelleştirildi.

Başlarken Serginin ne olacağından çok ne olmayacağı tanımlıydı galiba başlarken. Süre belli değil, ne zaman

Sergileme birimleri tasarımındaki bir diğer önemli kriter geri dönüştürülmüş ya da tamamı geri dönüşebilen

olacağı bilinmiyor. Mekan belli değil. Gezici bir sergi olması öngörülüyor. Bir kitap var, henüz hazırlanma

malzeme kullanımıyla, ileri teknoloji, özel imalat ve proses gerektirmeyen detay kullanımı oldu. Bu anlamda

aşamasında ama sergi zaten kitabın sergisi değil. Hele ki binaların başrolü oynadığı mimari bir sergi hiç

alışılageldik mobilya aksesuar ve detaylarından kaçınıldı. Elbise askı boruları ve su borusu kelepçeleri birer pivot

değil. İçeriği oluşturacak 14 farklı tasarımcı grup var ama içerik de tam olarak belli değil. Dolayısıyla

mekanizmasına, duş spiralleri kablo koruyuculara dönüşerek sandıklara eklemlendi. Böylelikle “tasarlanmış bir

içeriğe dair verilerin bir fiziksel karşılığı da henüz yok ortada. Tek tutunacak dal serginin adı:

kabalık” hedeflenip sandıkların birer mobilyaya dönüşmesinin önüne geçildi.

“Ticari Yapılar Sergisi”. Bir de Saitali’nin her şeyin ucunu açık bırakan, tasarımlarımızı olabildiğince özgürleştiren yaklaşımı. Peki öyleyse... “Önce iyice bir dağıtalım ki sonra toplayabilecek bir şeyler

Sandıkların boyutlandırılmasındaki çıkış noktası ise üzerlerinde yer aldıkları europalet boyutları oldu. Yine kendisi

olsun.”

de bir “ticari yapı” olan, (hem de dünya üzerinde bir standarda sahip tasarım nesnesi olarak sayıca en çok olan) bu paletler üzerindeki sandıkların kendileri de, üzerlerindeki nakliye dünyasına ait grafik ikonlarıyla, sergilenen

Heyecanımızı tetiklemeye bu yetmiş olmalı ki Didem ve Güven (Mendi) ile ortak bir grafik/mimari

birer ürün haline dönüştüler.

dil oluşturmak adına daha ilk bir araya gelişimizde bir anda netleşiverdi ilk tavır. “Ticaretin Yapısı” Sergi mekanının içindeki birimlerin yerleşme düzenindeki belirleyici ise serginin belli bir gezi rotasını dikte

kelime. Birkaç direk, branda, sandıklar ve ip. Hafif, ucuz, kolay taşınabilir. Tıpkı bu sergi gibi bugün

etmeyen, kronolojik, tematik, şu ya da bu olmayan, kısacası doğrusal olmayan kurgusu oldu. Bu tavır ilk bakışta

burada, yarın başka bir yerde. Bir anda pazaryeri, market ve çalışma dünyasının tüm elemanları grafik

bir yerleşme özgürlüğü doğuruyor gibi gözükse de aslında serginin bütünsel olarak okunabilirliği açısından temel

ve mimari tasarımın içine akmaya başladı, serginin kurgusunu oluşturmak üzere. Yazarkasa fişlerinden

bir zorluğu barındırıyordu. Sergideki her birim birbiriyle kimi biraz daha kuvvetli kimi biraz daha zayıf bağlarla

kablo spirallerine, ofis sandalyelerinden elbise askılarına, seçme özgürlüğü kandırmacasından

ilişkiliydi. Başka sergi mekanlarında pek de rastlanmayan bir diğer zorluk ise Galeri Işık’ın yoldan geçerken tüm

hipermarketlerin “hiçbir yerliği”ne, mandallardan çöp kovalarına. Ticaret ve üretim dünyasında

serginin görülebilmesini sağlayan bir vitrine sahip olmasıydı. Bu iki durum karşısında ilk tasarım yaklaşımımız

aklımıza gelen her şeye bir başka gözle bakıp bunlar üzerinden yeni bir akıl üretmeye başladık. Mimari

birimler arası ilişkiler üzerinden bir yakınlık şeması çıkarmak oldu. Bu şema çerçevesinde yerleşim kararlarını

anlamda ilk tavır netleşmişti artık. Sergi kendi mekanını kuracak, içinde yer aldığı yapının fiziksel

şekillendirip birimleri mekan sınırlarına çekerek serginin daha girişten itibaren bir bütün olarak algılanabilmesini

olanaklarına bel bağlamayacaktı.

sağlamaya çalıştık. Sergileme birimlerinin sırtlarını vitrine vererek, merak uyandıran ancak sürprizlerini sergiyi gezenlere saklayan bir sergileme düzeni yakalanmış oldu.

Sonrasında hem Galeri Işık’ın ilk sergi mekanı olarak seçilmesiyle mekansal boyutların küçülmesi, hem de içeriği oluşturan ekiplerinin çok farklı yaklaşımlarla konularını ele aldıklarını gözlemlememiz

Birimler arası zayıf ve kuvvetli ilişkiler bir başka katmanda kablo ağı ve dönkartlarla görünür kılınarak, serginin

sonucunda ilk eskizlerimizi revize edip, ilk tasarım yaklaşımımız olan “pazaryeri” kurgusu içindeki

içinde yer aldığı mekandan bağımsız kendi mekanını oluşturması hedeflendi.

sandıklarımızı başrole çıkardık. Mimari tasarımın omurgası da bir başka ticari yapı olan “depo”ya

Sergileme birimlerinden bağımsız olan kablo, boru ve dönkart gibi yardımcı mekansal öğelerin taşınmasına

dönüştü. Bu sayede serginin bütünselliğini zedelemeden diğer tasarımcı gruplara içeriklerini diledikleri

olanak sağlayan kutular ise sergi süresince depolama ve oturma elemanları olacak şekilde tasarlandı.

gibi ifade edebilecekleri bir hareket alanı sağlanmaya çalışıldı. Sonsöz Sergileme Birimleri

Hepimiz aslında ta en başından farkındaydık. Zor bir işe kalkışmıştık. Çok geniş katılımlı, çok aktörlü,

Sergileme birimi olarak sandıkların tasarımında tüm gruplar için tek kısıtlayıcı kriter, içlerine

çok katmanlı, çok emekli. Ama sonuçta kimsenin ağzına zorla söz koymayan, anlamaya çalışan, soran,

yerleştikleri sandığın içeriği sökülmeden tekrar kapatılabilmesi şartı oldu. Açılınca bulunduğu mekanı

sorgulayan ve işaret eden bir iş oldu. Ve artık yaklaşımıyla, kürasyonuyla, süreç yönetimiyle, içeriğiyle,

bir sergiye dönüştüren, kapatıldığında da tekrar bir başka yerde sergilenmek üzere transfere hazır

sözüyle, mimari ve grafik tasarımıyla böyle bir sergi var.

tasarım aşamasından çalışma modelleri

eskiz

sergileme alanı modeli

sergileme birimleri modelleri

21 XXI - mart 2012

Sergileme Düzeni

bu dünyanın içinden çıkmalıydı. En temel ticari mekansal kurguya geri dönelim: “Pazaryeri” anahtar

güncel

sergilenecek olduğuna göre bizim tasarım yaklaşımımız da sergilenerek masaya yatırılması düşünülen


sergi adı: VitrA Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar: Mutluluk Fabrikaları / Ticari Yapılar Üzerine Bir Sergi sergilenme: 07.02.2012-17.03.2012, Galeri Işık küratör: Saitali Köknar sergi koordinatörü: Pelin Derviş sergi tasarımı: Ahmet Önder, Nehir Gümüşlü (asistan) / Mono Mimari Tasarımlar grafik tasarım: Didem Ateş Mendi / anonim.istanbul bölüm editörleri B01 Q: Bilgi Karşılaştırmalı Kart Oyunu TAG Platform, Bengi Güldoğan, Kıvanç Başak A01+05 HHD: Halihazır Durum - Ticari Yapıların Kent İçindeki Hareketi Selva Gürdoğan, Gregers Tang Thomsen, Irene Guzman, Derya İyikul, Hande Karakaş, İpek Kosova, Elif Gözde Öztoprak / SUPERPOOL Didem Ateş Mendi / anonim.istanbul A02 SLS: Silsile - Ticari Yapıların Evrimi Şebnem Şoher, Zeynep Aydemir, Benek Çinçik, Bengi Güldoğan

mart 2012 - XXI 22

güncel

A03 TG: Teknolojik Gelişmeler - Muhteşem Makinalar ve Sıradan Yaşamları Alexis Şanal, Murat Şanal, Phillippa Tamsin, Cibeles Sanchez,

olabilir. Herkes farklıdır. Fabrika her şeyi, zamanı, üretimi, tüketimi, ışığı, deneyimi aynılaştırarak standartlaştırıyor. Sergi daha adından başlayarak bir tebessüm eşliğinde soru sormaya, farklı kanaatlerin oluşmasına alan açıyor. Serginin açılmasına yaklaşık üç ay kala elimde serginin alt başlıklara parçalanmış kurgusunu betimleyen uzunca bir metin ve imkansız bir takvimle araştırmacı kimlikleriyle öne çıkan mimari ekiplere gitmeye karar verdim. İki gün içerisinde 14 mimari ekiple görüşüp sergiyi anlattım. Sergi alt başlıkları işleyen birimlerden oluşacaktı; hayır, henüz bu birimlerin şekli belli değildi; hayır, kabaca içerik belli olmadan grafik ortak bir dil oluşturulamazdı; birimler, içerik zenginleştirici adını verdiğim ekiplerin dünyasına girdiğimiz merak dolaplarına benzeyeceklerdi; düşük teknoloji kullanacaktık; dokunarak deneyimleyerek

Orkun Beydağı, Merve Akdağ, Hazar Arasan / Şanal Mimarlık Planlama / Fotoğraf: Refik Anadol A04 AY: Anahtar Yapılar - İyi Kötü Çirkin Cem Kozar, Işıl Ünal, Ilgın Külekçi / PATTU A06 YD: Yatırım Değeri - Umut Tarlaları Ömer Kanıpak Veriler, Firuz Soyuer ve Dilek Pekdemir / DTZ Pamir & Soyuer’in değerli katkılarıyla hazırlanmıştır. A07 KMS: Kamusallık - Dikkat Kaygan Zemin! Özlem Berber, Tutku Sevinç, Didem Sağlam A08 ULS: Ulaşım - Siz Yemeğe Başlayın Ben Trafikte Sıkıştım Zeynep Aydemir, Benek Çinçik, Bengi Güldoğan / Oppo A09 TTG: Ticari Teknolojik Gelişmeler - Zararına Satışlar Zeynep Aydemir, Benek Çinçik, Bengi Güldoğan / Oppo, asistan: Tümer Keser A10 AGL: Ticari Ağlar - Görünmeyenin İlanı Şebnem Şoher, Bihter Çelik Banu Özarslan, Elif Özdemir (danışmanlar)

bilgiye erişilecekti; popüler bir sergi olacaktı. Tüm meslekler uzmanlık, uzmanlık ise kimsenin henüz erişemediği bilgiyi keşfetmeyi gerektiriyor. Halbuki popüler olabilecek bilgi tam da akla ilk gelen, en bariz olan, uzman için paylaşılmaya değer olmayan bilgi. Kelime anlamıyla önemsiz olan "trivial" olan bilgi. Bu yüzden ekiplerden iki saat içerisinde başlıkları altında neyi sergileyeceklerine karar vermelerini, kalan iki ayda bunu nasıl erişilebilir şekilde sergileyeceklerini düşünmelerini istedim. Sergi bu nedenle bir veri görselleştirme arayışı olarak da değerlendirilebilir. Ekipleri seçerken geçmiş üretimleriyle elimdeki başlıklar arasında bir yakıştırma yapıp, "bu başlığı bu ekip çok iyi çalışabilir" diyerek ilgi alanlarını çakıştırmaya dikkat ettim. Birimlerin nasıl şekilleneceği, grafik dil bu noktadan sonra ivme kazandı. Ekiplerden ne yapmak istediklerinin

A11+12 AOY: AVM ve Ofislerde Yaşam - Çalışmasam; Mutluluk Fabrikaları Özel Ses (OST); Sergi Hatırası çalışma masaları: Cem Akaş, Cem Altun, Sevim Aslan, Mike Berg, Başak Caka, Banu Cennetoğlu, Alper Derinboğaz, Pelin Derviş, Banu Durmuşoğlu, Boğaçhan Dündaralp, Ümit Engin, Itır Erhart, İdil Erkol, Hülya Ertaş, Cana Gedik, Ilgın Genç, Murat Germen, Kağan Gözen, Berk Güldoğan, Zeynep Gülşen, Ahmet İğdirligil, Bilge Kalfa, Okay Karadayılar, Aylin Kartal, Elif Kılıç, Sinan Kılıç, Nilüfer Kozikoğlu, Saitali Köknar, Burçak Madran, Didem Ateş Mendi, Güven Mendi, Ahmet Önder, Meriç Öner, Metehan Özcan, Nüvit Parçaoğlu, Yavuz Parlar, Mathilde Pinon, Ayfer Saltan, Senem Sinem, Berker Sirman, Cem Somer, Funda Uz Sönmez, Yasemin Sünbül, Alexis Şanal, Ebru Şener, Serkan Taycan, Evren Uzer, Murat Cemal Yalçıntan, Oğuz Yaşargil, Deniz Yenihayat Mutluluk Fabrikaları Özel Ses (OST) Ses Kayıt ve Postprodüksiyon Güneş Tanış a.k.a. SØL A13 VTR: Vitrinler - Vitrine Kapılmak Sevince Bayrak, Oral Göktaş / SO? www.evirecevire.com (dijital sunum)

taslakları istendi. Mimar Ahmet Önder serginin gezici olacağı fikrinden hareketle taşıma sandıklarına dönüşen birimleri bu taslaklara göre şekillendirdi. Birimlerin tasarımı ekiplerle paylaşıldı. Uyarlamalar için gitli gelli yazışmalar sürdürüldü. Grafik tasarımı hazırlayan Didem Ateş Mendi bu sırada elinde olmayan içeriğe yönelik kullanmayı düşündüğü renkleri, fontları, işaretleri içeren bir kılavuzu hazırlayıp ekiplerle paylaştı. Ekipler, prodüksiyon kalemleri, mimari ve grafik tasarım arasında e-posta fırtınaları şeklinde gerçekleşen, koordinasyonu son derece güç müzakere süreci, Pelin Derviş’in tecrübe ve sabrı olmadan aşılamazdı. Sandıkların şekli müzakere edildi. Grafiklerin şekli ve yerleri müzakere edildi. Birimlerde sergilenecek özel imalatlar müzakere edildi. İçerik en başta belirlenmiş bir şablonun içine yerleştirilmedi. Şekil içerik gelişirken

A14 CPH: Cepheler - Bu Şehirde Sanal Reklam Uygulaması Vardır Pınar Gökbayrak, Ali Eray, Burçin Yıldırım, Samim Magriso / PAB Mimari Tasarım istanbul görselleri: yandex.com.tr’nin A15 PRG: Program - Kendi AVM’ni Kendin Yap Devrim Çimen, Sertaç Erten / SekizArtı Kıvanç Başak (asistan) Alaattin Alptekin (maket işleri); Doğan Can Karakurt (Pleksi işleri) A16 SNT: Ticari Yapılar ve Sanat - Sanat = ? N. Aslı Üner A17 MTL: Mutluluk - Komşunun Tavuğu Tomris Akın, Ali Paşaoğlu A18 FBR: Fabrika Üretim Araçlarından Tüketim Araçlarına Hakkı Yırtıcı, Erdem Üngür, Pelin Çetken, Ünal Ali Özger / Mekanar Mekan Araştırmaları A19 CHR: 24 Saat Tasarım Maratonu - Ütopya 2052: 40 Yıl Sonra Ne Olacak? maraton yürütücüleri: Funda Uz Sönmez, Cenk Dereli değerlendirme grubu: Alişan Çırakoğlu, Nilüfer Kozikoğlu, Kerem Piker video kayıt ve post prodüksiyon: Mahir Duman, Ecem Hopa

oluştu. Serginin eğer bütünlüklü bir dili varsa bu dil, yönetilmesi her ne kadar zor olsa da bitmek bilmez bir müzakere sürecinin ve mimar, grafik tasarımcı, koordinatör ve ekiplerin emeğinin sonucudur. Ortaya çıkan birimlerde sergilenen ürünleri "mimari iş" olarak tarif etmek sanırım uygun olur. Mimarlık alanına ilişkin bilgilerin görselleştirildiği birer yorum oldular. Birimlerin ekiplerin işleri olarak hatırlanmaları için konu başlığından başka bir de isimleri var: Kamusallık başlığı altında ‘Dikkat Kaygan Zemin’, Mutluluk başlığı altında ‘Komşunun Tavuğu’ adlı işler gibi. Tüm birimler bir araya geldiğinde binalar olmadan ticari yapıları anlamaya çalışan zengin içerikli popüler bir sergi ortaya çıkıyor, ya da en azından sergi bunu hedefliyor.


TARİHSEL, SOSYAL, EKONOMİK ŞARTLARIN ZARURİ NETİCESİ Didem Ateş Mendi / anonim.istanbul

ÜRETİM ZAMANI! Hala pekçok şeyin görsel ve bilgi grafikleriyle anlatıldığı günümüzde, ürün çöplüğü ile çevrili bir dünyadan bizlere el sallayan kadın ve erkek figürü fikri ile Ticari Yapılar sergisinin işaretini hazırladım.

Vitra’nın Çağdaş Mimarlık Dizisi’nin ilk sergisi olarak “Ticari Yapılar Üzerine Bir Sergi”nin tüm grafik işlerini yapmamı Saitali bana ilk teklif ettiğinde benim için serginin ismi kadar soyuttu.

Matbaada basılan işlerin tamamında; kullanılan renklerin tonlarından, tramlı zemin desenlerine kadar hepsinde tipo baskı yapılmış gibi bir etki yakalanmak istendi. Bu etkiyi bir adım daha ileri götürebilmek için

Ticari yapıların geçmişi, bugünü ve geleceğine dair pek çok konu başlığı Saitali tarafından oluşturulmuştu

de geri dönüşümlü ve kırık beyaz zeminli olan bir kağıt kullanıldı. Kağıdın emiciliğinin fazla olması sebebiyle

ve bu başlıkların da mimari ekipler tarafından araştırılması, araştırmalar sonucunda ortaya çıkan bilgilerin

mat ve 30’lu yada 40’lı yıllarda basılmış işlere yakın bir görünüm elde ettik.

de sergilenmesi planlanıyordu. Mimarlar açısından buraya kadar olan kısmı gayet açıktı. Ancak bir yandan serginin popüler olması konusunda birtakım konuşmalar yapılıyor ve nasıl olacağı hakkında akıl

Basılı işlerin toparlanması süreci sonunda Ahmet Önder’in sandık tasarımları ortaya çıkmış, mekana dair

yürütülüyordu. Popüler bir sergi talebi ile birlikte grafiklerinin nasıl olması gerektiği konusunda benim

yerleşim kararları netleşmiş, gruplardan bilgiler yavaş yavaş dökülmeye başlamıştı. Serginin geriye kalan

açımdan durum henüz o kadar açık değildi. Popüler bir sergi olması beklentisine karşın elimde Ticari

grafik işlerini de üç gruba ayırdık: sergileme birimlerinin dış yüzey grafikleri, sergileme birimlerinin iç bilgi

Yapılar isminden başka bir şey de yoktu. Ayrıca Ticari Yapılar kitabını tasarlayan mimari ekip tarafından daha

grafikleri, sergi mekanının grafikleri (serginin vitrini camlar, dönkartlar)

önce belirlenmiş görsel yapı da önüme konmuştu. Ahmet ile beraber çalışırken başından beri en net olduğumuz konu sergileme birimlerinin dış yüzeylerine gelecek grafiklerdi. Taşıma talimatlarını gösteren standart piktogramları stencil yöntemi ile sandıkların

telaffuz etti. Bu duygu olarak beni yakalayan, aklıma hemen yerleşen ve sonrasında serginin görsel grafik fikrinin

üzerine uygulamayı planlamıştık. Daha sonra bunlara birimin hangi gruba ait olduğunu gösteren kod+isim

de temelini oluşturacak olan "Mutluluk Fabrikaları" başlığıydı. Hemen sahiplendim! Çünkü basit, derdini anlatan,

bilgisi ve sergi işareti de eklendi. Birimler kapalı olduğunda da birbirinden ayırt edilebilirliği sağlanmış oldu.

güncel

Lakin meslek icabı benim başka bir söze, bir slogana ihtiyacım vardı ve yaptığımız ilk toplantıda Saitali bunu

herkese açık, popüler hatta yakinen tanıdığımızdı. Vitra ile yapılan toplantıların sonunda "Mutluluk Fabrikaları" ismi kullanılmaya kesin olarak karar verildiğinde Ticari Yapılar isminin yanına bir isim daha eklenmiş oldu.

Giderek büyüyen grafik tasarım ölçeği 5x9 cm’lik kuartet kartlarından 180x250 cm’lik sandık içlerine ve 300x400 cm’lik duvara kadar uyarlanabildi. Çok katmanlı ve çok katılımlı bu serginin grafiğine talip olmak, çok parçalı bir yap-bozu referans resmi olmadan tamamlamaya çalışmak gibiydi. Bilgiler geldikçe parçalar

geçmişle bağ kurabilmenin derdine düşmüştüm. Çünkü konu bizim de çocukluk dönemlerimizi içine alan hatta

yerine oturdu. Resmin bütünü görmem ancak her şey mekana yerleştikten sonra oldu. Çıkan sonuçtan

daha da gerilere kadar uzanan mutluluk meselesine gelip dayanmıştı. Mutluluk deyince gözümün önüne hep

hepimiz mutlu olduk!

50’li yıllara ait siyah/beyaz mutlu aile fotoğrafları geliyor, internette gezinirken sürekli bu fotoğraflara bakarken buluyordum kendimi. Saitali, Ahmet, Güven ve Pelin’le beraber diğer yandan sürdüğümüz toplantıların sonunda

VE TÜKETİM ZAMANI..

üst üste yığılmış bir sürü fikrimiz ve görsel malzememiz olmuştu. (Sonra bunların pek çoğunu sergide görsel

Sergi 6 Şubat 2012 tarihinde saat 19.00’da Galeri Işık Teşvikiye’de tüketime açıldı. İstanbullular için iki ay

eleman olarak kullanabildik.) Bu süre zarfında ise ben hala mutluluk kavramına asılı kalmıştım. İnebilmek için de

süre ile tüketime açık kalacak Mutluluk Fabrikaları sergisi sonbaharda Ankaralıların tüketimine sunulacak.

herkesin bildiği bir formülü kullandım. ÜRET+TÜKET= MUTLU OL! Balık hafızamı tazelemek, bugünlere nasıl geldiğimizi hatırlamak için internette dolanırken, tarihsel olarak 1900’lü yıllara kadar geri gitmiş, dönemsel olayları, Gerd Arntz’ın piktogramlarını/izotip sembollerini, seri üretime geçişin süreçlerini, seri üretimle birlikte değişen ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların neleri doğurduğunu, dönem grafiklerini, tipo ve tifdruk baskı örneklerini incelerken Eames’lerin el ele tutuşarak poz verdikleri, çok sevdiğim ve unuttuğum o fotoğrafa da tekrar denk geldim. Mutluluk kavramının biz insanlar tarafından pazarlanabilir/satılabilir bir şey olduğunun keşfinden, günümüze kadar geçen zaman diliminde; konuya olumsuz tarafından bakarak bir tarif oluşturdum. - Ticari yapıların içeriği bana göre siyah, tadı acı, çok şey vaat eden, yan yana/iç içe durmayı, aynı olmayı ve belki de yürüyen merdivenle hep bir üst kata çıkmayı zorlayan; hatta katlar arasında kaybolup, bir türlü çıkış yolunun bulunamadığı, sürekli ürettiren, ürettirdikçe tükettiren bir "ihtiyaç fazlası" ürün çöplüğüne dönüşmüştü zihnimde görsel olarak. Bu da sergi işaretini üretmek için yeterliydi.

bilgi karşılaştırmalı oyun kartları

poster, davetiye ve mekandaki görsel

mimari ekiplerin işlerinin piktogramlarla anlatıldığı kartpostallar

sergi broşürünün ön ve arka yüzleri, katlanmış haliyle 10x10,5 cm

sergileme birimi iç bilgi grafikleri

23 XXI - mart 2012

Tasarlamayı planladığım sergi işaretini Mutluluk Fabrikaları ismi üzerine kurmaya karar verdikten sonra, biraz


Tasarım Bienali'ne Proje Başvuruları Başladı BİENALİN KÜRATÖRLERİ EMRE AROLAT VE JOSEPH GRIMA'NIN BİENALİN TEMASINDAN YOLA ÇIKARAK HAZIRLAYACAKLARI BAĞIMSIZ SERGİLERE SON BAŞVURU TARİHİ 2 HAZİRAN 2012. İKSV tarafından, 13 Ekim–12 Aralık 2012 tarihleri arasında gerçekleştirilecek İstanbul Tasarım Bienali, kentsel tasarımdan, kentsel ve bölgesel planlamaya ve mimariye,

endüstriyel tasarımdan fotoğraf, grafik, moda, tekstil ve interaktif tasarıma, ilgili tüm diğer yaratıcı alanlar da dahil olmak üzere çok geniş bir yelpazeye sahip olacak.

İstanbul Tasarım Bienali’nin teması, Londra Tasarım Müzesi Direktörü ve aynı zamanda İstanbul Tasarım Bienali Danışma Kurulu Üyesi olan Deyan Sudjic’in önerisi ile “Kusurluluk” (Imperfection) olarak belirlenmişti. Küratörler Emre Arolat ve Joseph Grima ise bienalde bu temayı ayrı ayrı yorumlayarak, bağımsız çalışmalarla iki farklı

Çokçok ve Zikzak

mart 2012 - XXI 24

güncel

Küratörleri Max Borka ve Anna Pannekoek'un 100 günlük İstanbul seyahatlerinde biriktirdikleri gündelik objelerden oluşan “Istanbul Alphabetçokçok’tan zikzak'a” sergisi 9 Nisan'a kadar Berlin'deki Museum der Dinge'de görülebilir. Sergi küratörlerinden Anna Pannekoek sergi hakkında şunları söylüyor: “Çıkış noktasının, bilindik tasarımlar ve nitelikli markalardan çok, her türlü ölçekte günlük hayatımıza giren ve kullanır olduğumuz ama aslında bunun da çok farkında olmadığımız objelerin bir araya gelmesi. Aslında bu objeler de tasarlanmış birer tasarım ürünü ama belki sadece tek bir kişinin elinden çıkma değil. Kullanıcıların nesilden nesile, kendi ihtiyaçlarına göre şekillendirdikleri gündelik objeler bunlar. Belki de çoğu; çirkin, sıradışı ya da her yerde ulaşılabileceğiz tasarımın genel kuralları ve estetik çerçevesi dışında

üretilmiş. Bu objeleri her yerde bulmak olanaklı ama özellikle İstanbul gibi büyük kentlerde rastlamamızın bir nedeni de bu objelerin İstanbulluların hayatlarında gerçekten büyük bir rol oynamış olması.” Istanbul Alphabet sergisi, ilki Marta Herford Museum’daki Spagat! İstanbul Tasarımı sergisi olarak gerçekleştirilen serginin ikinci ayağı. Şaşırtıcı ve etkileyici yerleştirmelere yer verileceği söylenen sergide, küratörler, ziyaretçilerine ev sahipliği yaparak onlara çay ikram edecek ve birlikte İstanbul’u değerlendirecekler.

Sergide yer alan tasarımcılar ve sanatçılar

Erdem Akan & maybedesign, Refik Anadol, Ali Bakova, Alper Böler, Ela Cindoruk, Karel De Backer, Nezaket Ekici, Ömer Ozan Erdogan & Creative Bonanza, Gürsan Ergil, Aykut Erol, Arzu Firuz & Paul Huber, GAEAforms (Tugrul Gövsa & Pınar Yar), Serhan Gürkan, ilio & Demirden Design (Nil Deniz, Demir Obuz, Mehtap Obuz, Sema Obuz), Meriç Kara, Aslı Kıyak İngin & Made in Sishane, Defne Koz, Mashallah. Design, Hande Akçaylı, Murat Koçyiğit, Tamer Nakışçı, Nerdworking, Koray Özgen, Kunter Şekercioğlu ve diğerleri.

yaklaşım sunacak. Emre Arolat’ın “Musibet”, Joseph Grima’nın ise “Adhokrasi” başlıklarını taşıyacak İstanbul Tasarım Bienali sergilerine katılmak isteyenlerin proje başvurularını 2 Haziran 2012 tarihine kadar göndermeleri gerekiyor. Bienalde yer almak isteyen projeler için disipliner ve coğrafi bağlamda herhangi bir sınırlama yapılmıyor.



Biçimsizin Kayboluşu Merter’de tasarlanan ve proje aşamasında kalan gökdelen, kentteki dönüşüme paralel olarak biçimsizliği arıyor. mert eyiler, bizimle tasarım sürecini paylaşıyor.

mart 2012 - XXI 26

güncel

Davet mektubu

Garage Grup için sürdürdüğümüz konut geliştirme işi için çalışırken yeni projeleri için davet edildik. Bağlantıda olduğumuz uluslararası işbirlikleri, sorgulama ve üretme biçimimiz, iş geliştirme becerimiz sebebiyle davet edilmiştik. Bu durum, yani gelişimini tamamlamış profesyonel ofislerle yarışmak tedirginlik yaratsa da, bizim ölçeğimizde bir atölye için heyecan vericiydi. Kazanmaya odaklanmak yerine bu talebin yarattığı "umut" ile durumu daha genişletmeye, potansiyellerini artırmaya çabaladığımız süreç böyle başladı. Kentin bu kadar hızla dönüştürülüyor, hafızasının yok sayılıyor olması bizi kentin katılımcısı olarak endişelendirirken tasarımcı olarak buna çözüm üretmek için masaya çağırılıyor olmak heyecanlandırıyor ki bu ikilem bugüne kadar yapageldiklerimizin tam da kendisi aslında.

merkezi olacağı sorunsalından hareketle kullanım değeri olarak itibarı eksilen "boşalan" yer ile değişim değerinin peşinden gelen "yeni kullanıcı" arasındaki gerilimi sorguladık. Yeni gelenlerin beklentileriyle yerin hafızası arasındaki uyuşmazlık o yeri "yer" olmaktan koparıp yersizleştiriyor; dümdüz, bomboş bir "medya" (tabula rasa) kılıyor. Ve yeni medya üzerine mimar; ideası için çalışmaya başlıyor. Mimarın Rolü / Atölyenin Duruşu

Anlatmak istediklerimizin yapısal ve inşai gerekler dışındaki temel önermesi; bugün mimarlığın ne olması ve modernitenin getirdiği toplumsal koşullarla nasıl ilişkilendirilmesi gerektiği üzerine kurulu. Buradan hareketle mimar olarak ne kadar farklı pozisyon alınabileceği ve de MeMA’nın kendini nasıl konumlandırabileceği araştırdık.

Merter Sorunsalı

Merter’in endüstri bölgesi olma halinden sıyrılıp kentsel dönüşümün

Çalışma için Paul Davis & Partners ile kurduğumuz ilişki çalışma

süresinin sınırlı-sıkışık olması sebebiyle askıya alındı. Uzun süredir ortak iş ürettiğimiz İbrahim Eyüp "eyusta atölyesi" ve üretme biçimine inandığımız dostlarımız Umut Durmuş, Deniz Gezgin ile çalışmaya devam ettik. Tüm süreç boyunca stajyerimiz Eyüp Özkan staj çalışmasının ötesinde katkı sağladı. Biçimsiz

Merter’de E5’e komşu, küçük atölyelerden oluşan endüstri bölgesinin taşınması sonrasında boşalacak alanlardan Garage Grup’a ait olan bölümünün konut ve ticaret yerleşimi için tasarlanması isteniyordu. E5’e ve yeni ulaşım bağlantılarına bu kadar açık bir noktada (Cevizlibağ metrobüs durağı, kıyıyla bağlantı kuran Merkez Efendi yeşil bandı ve Kazlıçeşme durağı ile Marmaray bağlantısı gözetildiğinde metrobüs ile Zekeriyaköy’e, Marmaray ile Kartal ve Küçükçekmece hattında hareket edebildiğiniz bir düğüm noktasında) durmanın nasıl olacağını sorguladık.

Metafor olarak kapı: müze Yaya hareketinin önemi ve toplu taşıma olanaklarının kentli profil için en verimli seçenek olduğuna inancımızdan, kamusal alan bağlantılarının uzantılarını çizdik. Bu uzantıların kesişim noktasını, hedeflediğimiz birikme alanının temsili için ayırdık ve bu kesişim noktasına bir müze önerdik. Müze hem bölgenin hem de önerdiğimiz yerleşimin kapısı oldu. Çarşı, konut ve (alternatifli olarak) ofisler için tüm yaya hareketini bu kapıdan yönlendirdik. Yerin hafızası ile yeni gelen hayatın yüzleşmesini amaçladık. İstenen: "iki kule" Müzeyi tanımladıktan sonra istenen iki "şey" (iki nokta kule) için vaziyet planı kararlarını hızla verdik. Fallik "geceyükselenlere" (birbirinin aynı katların üst üste konarak yükseldiği bloklara "gecekondu" demek yerine kullandığımız tanım) alternatif olarak; ofis ve konut yerleşimlerini çeperlere dayayarak tek noktadan yükselmek yerine yatayda işleyen mekanlar kurguladık.


karşı sayfada solda: Alttaki müze kütlesiyle birlikte yapının görünümü sağda: Yapının üzerine oturduğu kamusal alandan yukarı doğru bakış bu sayfada en solda: Cephenin açılı yüzeyi solda: Kesit altta solda: Gökdelenin kent dokusunda görünümü altta: Konutlar için planlanan üçlü sistem

güncel 27 XXI - mart 2012

Avlunun müzeye yakın yüzünde konutları, avlunun araç hareketi egemen diğer yüzünde ise ofisleri konumlandırdık. Ortak alan müze ile kurulan sıcak bağlantıyla hem müzenin hem çarşının bahçesi olarak tasarlandı. Konut bloğu için geliştirdiğimiz yatay kullanımı, beş kata yayarak ofisler için de önerdik. Konutlarsa tabanda en uzun ve en dar aralığı kullanarak (20x100 m) üç kat yüksekliğinde devam eden yeşil alanlarla kurguladığımız yatay yaşantıyı sağlamak adına sürekli olarak son kat duygusu yaratacak şekilde eksilerek yükseldiler. Konut bloğu, ünitelerin sırt sırta dizilerek oluşturduğu katlar ve katların yeşil yarıklar aracılığı üçlü birliktelikler oluşturacak şekilde üst üste gelmesiyle tanımlandı. Ünitelerin ve üçlü birlikteliklerin dağılımı değerleme danışmanlığı aldığımız grup Epos Gayrimenkul Danışmanlık ve Değerleme ile ortak kararlaştırıldı. Bizden beklenen yoğunluğu (49.000

m2 inşaat alanı + 30.000 m2) önerdiğimiz dar ve uzun yerleşim üzerinde zemin kotu ile en yüksek nokta arasını (yeraltındaki bölümlerle toplamda 155.50 m) değerleme ekibinin öngörüsüne göre biçimlendirmeye başladık. Kayboluş 1

Farklı yoğunlukta ızgaralardan oluşan ağın kapladığı binanın geometrisi bir kerede açıklanamıyor. Anlam üzerinden değil de biçim üzerinden oluşturulmuş egemen mimarlık kültürü içinde biçimsiz duruş bir tür kayboluş yaratıyor. Bu kayboluşa paralel olarak E5’in kıyısında endüstri bölgesinin içinden tezat bir biçim de onun görünürlüğünü artırıyor. Son

Tüm bu tartışmaların üstüne eklemlenen Hüseyin Yanar’ın projeyle ilgili görüşünü paylaşmak isterim: "...Bence daha büyük, son büyük sır yüksek binada saklı. Bunun üzerine çalışmalı ve onun ilkesini çok ileri götürmelisiniz, daha ileriki projelerde

belki. Sanki dev bir masif kütle, belki de diğerlerine benzer bir kaya parçasının etrafı sarıldıkça sarılmış. Başka bir açıdan bakılırsa Christo’nun yapıtlarında her şeyi paketler gibi sarıp sarmasını andırıyor ama o daha organik ve figüratif yapıyor elbette bunu. Biraz da abartırsak bu yapı, onun belki de çok soyutlanmış hali. Kolonlu taşıyıcılı sistemlerin ötesinde hacim aramaları olduğunu görüyorum. Binanın binalıktan çıkma isteği var. Ya da bu tartışma içindesiniz uzaktan bakıldığında. O da tabii başka bir yerlere doğru işleri yönlendiriyor, figüratiften soyut bir yola gidiş olarak da anlaşılabilir. Burada tabii kütlenin yüreğini ya da yüreğinin parçalarını düşünmek, yani işin içini daha belirgin kılmak, harika senaryolar yazmak önemli. Büyük kütlenin darbelerinde küçük ve büyük 45 derecelik kesmeler olsa da kütle hala düşey ve yatay çizgilere uyuyor. Belki onlardan da kurtulabilir mi kütle, daha da özgürleşebilir mi, heykelleşebilir mi diye düşünüyor insan. Ama zaman içinde neler olacaksa olacak."

1"Jean baudrillard: Elbette, "kayboluş estetiği" terimi üzerinde anlaşmak gerek…Kaybolmanın bin çeşidi var, ama en azından soyu tükenme anlamındaki -Paul Virilio'yu düşündürenkayboluş ile ağlar içinde kaybolmak olgusunu karşı karşıya koyabiliriz- bu hepimizi ilgilendiriyor ve bu daha ziyade bir uçuculaşma. Benim sözünü ettiğim kayboluş başta gündeme getirdiğim değersizlik ya da hiçlik kavramını beraberinde getiren bir kayboluş; bir bicimin bir başka bicimde kaybolması, bir başkalaşma (metamorfoz) biçimi: bir beliriş-kayboluş. Burada tamamen farklı bir oyun var; bu herkesin başka bir şeyin klonu ya da metastazına dönüştüğü ağlarda kayboluş değil, herkesin kaybolması gerektiği, her şeyin kendi kayboluşunu içerdiği bir zincirleme formlar dizisi. Her şey kayboluş sanatında. Onu ifade etmek için, ne yazık ki, yalnızca bir sözcük var ve aynı şey "değersizlik" terimi için de geçerli - farklı anlamalarda kullanılabilir." (Tekil Nesneler - Jean Baudrillard, Jean Nouvel )


Büyük Şeyler Mimarlık, resim, heykel gibi alanlarda nesnelerin ölçeğini büyüterek temsil etmenin tarihsel bir çekiciliği var. Bunun örneklerini 7. Yüzyıl Japonya’sındaki devasa Buda’lar ve Barok dönemi heykellerinden, postmodern kültürün temel örnekleri arasına giren sosisli sandviç biçimindeki satış büfesine kadar izlemek mümkün. Kuşkusuz her örneği kendi bağlamında ele almak, kullanıcısı ya da izleyicisiyle kurduğu ilişkiyi bu çerçevede tartışmak gerekiyor. Devleştirilmiş nesneler dini ya da siyasi otoriteyi temsil edebildikleri kadar tüketimi tetikleyen araçlar haline de gelebiliyorlar. Bu yazıda tarihsel örneklerin nedensel çözümlemelerini bir yana bırakıp günümüz sanat ve tasarım alanlarında yaygınlaşan büyütme stratejilerinin kurguladığı algı biçimlerini gündeme getirmek istiyorum.

Eşİk cİnlerİ

Bir nesneyi büyüterek kopyalamak, her kopyalama eyleminde olduğu gibi bir tür tekrarlama içeriyor. Her tekrar da doğası gereği tekrarladığı nesneden farklı olmak durumunda. Bu farklılık başta boyut olmak üzere, renk ve malzeme gibi niteliksel temelde betimlenebilir. Ancak bu temel, hiçbir zaman tekrarlanan nesne üzerinde kurulabilecek söylemin nihai sınırını belirleyemez. Nesnelerle kurduğumuz ilişki söylemsel olduğu kadar bedenseldir de çünkü. Peki nedir söylemsel olanla bedensel olanın ilişkisi? Farklılık durumu sadece iki nesnenin niceliksel ya da niteliksel karşılaştırmasına indirgenmediği zaman ne tür açılımlar yaratabilir?1 Tekrarlanan nesne ne ölçüde tekrarladığı nesneden özgürleşip anlamlandırma mekanizmalarımızı dönüştürmeye başlar? Bu soruları somut nesneler üzerinden tartışmakta yarar var. Eğlenti nesneleri

mart 2012 - XXI 28

Bugün büyütülmüş nesnelerin büyük bir kısmı çekicilikleriyle kamu alanlarına renk ve canlılık katmak amacıyla karşımıza çıkıyor. Kullanım amaçları dönüştürülmüş de olsalar farklı nesneleri büyüterek kopyalayan binalar bunların en belirgin örneklerini oluşturuyor. Ohio’da sepet üreten bir firmanın piknik sepeti biçimindeki yapısı, Kansas’ta bir garaj binasının kitap rafı şeklinde düzenlenmiş cephesi, Yeni Delhi’deki lotus çiçeği biçimindeki tapınak ilk akla gelenlerden. Bunların üç boyutlu nesneler olarak taşıdıkları özellikler değil yüzeyleri kopyalanarak, içleri bilinen yapı işlevleriyle dolduruluyor.

gülsüm baydar gulsum.baydar@ieu.edu.tr

Bir de işlevleri ortadan kaldırılmış ve heykele dönüştürülmüş nesneler var. Rimini Belediyesi'nin plajına yerleştirdiği dev kum kovaları, şezlonglar ve şemsiyeler en belirgin örneklerden. Ayakkabı, dondurma külahı, gitar gibi popüler imgesi güçlü heykellere hemen her coğrafyada rastlanabiliyor.2 Bunlar varoluşlarındaki işlevsel değerlerini yitirmiş olduklarından, gerek söylemsel gerek işlevsel açıdan içi boş temsil nesneleri haline gelmiş durumdalar. Sepet biçimindeki yapının ait olduğu sepet fabrikasını, kum kovasının plajı ve yaz mevsimini temsil etmesi gibi. Çoğu kez reklam aracı olarak kullanılmaları da tüketim nesnelerine dönüşmelerinin metaforu denebilir bu bağlamda.

Kamusal alanda yer alan ölçeği büyütülmüş gündelik yaşam nesneleri tüm duyuların önünde görme duyusuna hitap ediyorlar. Üstelik bir kez görüldükten sonra bir kez daha baktırmayı gerektirecek hiç bir özellikleri yok hemen hemen. Yani büyük olmanın dışında bir kimliği olmayan, sadece bu nitelikleriyle dikkati çeken, dolayısıyla da kolayca tüketilivermeye mahkum popüler eğlenti nesneleri olmanın ötesine geçemiyorlar. Hayranlık nesneleri

Büyütme dürtüsü sanat alanında öncelikle doğa temalarında ortaya çıkıyor.3 Lisa Goesling’in devasa çiçek ve bitkileri resim alanında, Claude Nuridsany ve Marie Perennou’nun yönettiği 1996 yapımı Microcosmos ise film alanında ilk akla gelenler. Bunlardaki anahtar sözcük estetik. Belgesel olarak sunulan Microcosmos bile seyircisini sunduğu gerçekliğin ötesinde estetik gücüyle etkiliyor. İnsan yapısı çevrenin unutturduğu ve yok ettiği, doğada var olduğu kurgulanan uyum kavramını mercek altına alıp estetik kategorisinde yeniden sunuyorlar. Bu tür işlerde eğlenti nesnelerindeki ayrıntı yokluğu, yerini ayrıntı çokluğuna bırakıyor. Eğlenti nesneleri ne kadar çabuk ve kolay tüketilmeye açıksa bunlar da izleyicilerinden o denli yoğun bir ilgi ve dikkat talep ediyorlar. Büyütülmüş doğa temsillerinin oluşturduğu hayranlık hem resmedilen organizmaya hem de bunu temsil eden ortamın kullanımındaki ustalığa yöneliyor. Nuridsany ve Perennou’nun kullandığı üstün çekim teknolojileri ve kimi zaman antropomorfik boyutlar içeren bakış açıları izleyiciyle doğa arasında sadece akıla ve göze değil, duygusal ve algısal dünyalara da seslenen imgeler sunuyorlar. Günlük yaşantımızda çoğu kez varlıklarını bile farketmediğimiz, bazen korktuğumuz, hatta iğrendiğimiz minik böceklerin


gerek. Bu dayatmanın başlıca aracı estetik alanda gerçekleştirilen idealizasyondan başka birşey değil. Tekinsiz nesneler

Kendi dışımızdaki “şey”leri mercek altına aldığımızda bunları tüketime yönelik ya da estetik nesnelere dönüştürmemizin örnekleri çoğaltılabilir. Kocaman şezlonglar ve kum kovaları zaten bizim imal ettiğimiz nesneler olduklarından, aynı imalatı büyüterek tekrarlamak sevimli bir şaka etkisi yaratmanın ötesine geçmiyor. Doğanın büyütülmüş temsilleri ise bildiğimizi varsaydığımız bir dünyayı bilim alanından sanat alanına taşıyarak hayranlık uyandırıyorlar.

Büyütülerek kopyalanan hiçbir nesnenin sadece boyu büyümüyor. Plaj yerleştirmeleri örneğinde olduğu gibi bu nesnelerin bağlamları değişmese bile, alışageldiğimiz boyutlarıyla olduklarından farklı bir gerçeklikle karşılaştırıyorlar izleyicilerini. Bunların birinin mutlak olarak diğerinden daha üstün olduğunu iddia etmek anlamlı değil. O zaman önemli olan büyütülen nesnelerin oluşturduğu yeni gerçekliğin niteliğinin ne olduğu, hangi niteliğin hangi bağlamda kullanıldığı ve anlamlandırma mekanizmalarımızı ne ölçüde ve nasıl değiştirdiği. 1 Bu soruların kaynağı için: Gilles Deleuze, Difference and Repetition

(Londra: Athlone, 1997). 2 Büyük nesnelerin fotoğraflarının amatöre bir koleksiyounu için:

www.jimsbigthings.com 3 lisagoesling.com/artists-statement/ 4 Mueck aynı yaklaşımla minyatür figürler de üretiyor. İki ölçeğin

farklı etkilerini bu yazı kapsamının dışında bırakıyorum.

In Bed (Yatakta), herhangi bir kadını, A Girl (Bir Kız) herhangi bir bebeği temsil ediyor örneğin. Mueck’in hiç bir figürünü mutlulukla, ya da daha iyi bir dünya ile özdeşleştirmek olası değil. Tümünün yüz ve beden dilleri çaresizliğe, umutsuzluğa, bitkinliğe, endişeye ve son kertede ölüme dair. Uyandırdıkları etkiyi tanımlayan en yerinde kavram tekinsizlik. Tüm anatomik ayrıntılarıyla “gerçekliği” dolayısıyla yaşayan canlıyı kopyalayan bu figürlerin dev boyutlardaki çaresizlikleri izleyicilerini yaşamla ölüm

Lisa Goesling’in çarpıcı imgeleri de, resim yüzeyini seramik yapımında kullanılan bir tür toprakla sıvayıp sonra basit bir aletle farklı düzeylerde basınç uygulayarak mikroskopik ayrıntıları resmedebildiği özgün bir teknikle ortaya çıkıyor. Resimlerin hemen her birinin hem ilk çizilen kontürleri, hem siyah beyaz ayrıntıları, hem de renklendirilmiş son aşamayı içermeleri, Mikrokosmos’taki imgelerin tersine izleyiciye bir temsil dünyasıyla karşı karşıya olduğunu hiçbir zaman unutturmuyor. Dolayısıyla hayranlık hem sanatçının el ve gözlem maharetine hem doğanın gözden kaçan ayrıntılarının estetize edilmiş karmaşıklığına yöneliyor. Bu ve benzeri örneklerin yarattığı etkiler eğlenti nesnelerinin görsel tüketiminden farklı. Görsel sanatlar alanında yer almalarına karşın algısal dünyamıza da sesleniyorlar çünkü. Daha önce dikkat etmediklerimizi ya da görmediklerimizi farketmemizi sağlamalarının değeri yadsınamaz. Ancak bu yapıtlarda ötekine (yani doğaya) kendi dilimizi dayattığımız gerçeğini de görmezden gelmemek

karşı sayfada altta: Basket Building, NBBJ Architects, Ohio üstte solda: Rimini plajinda şezlong üstte sağda: Rimini plajinda kova bu sayfada en solda üstte: Uğurböceğine yakından bakış en solda altta: Texas Thistle, Lisa Goesling solda üstte: In Bed (Yatakta), Ron Mueck, 2005 solda altta: A Girl (Bir Kız), Ron Mueck, 2006

29 XXI - mart 2012

yakın çekimleri onlara bir tür kişilik ve kimlik atfetmemize neden oluyor. Çiftleşen salyangozların ya da yeşillikler arasında karşılaşan böceklerin imgelerinde sevgi ve şefkat okumak ekrandaki görüntüyle empati kurmaya dayanıyor büyük ölçüde. Tüm gereksinimleri, yaşam ve ölüm mücadeleleriyle “bizimkinden farklı” bir canlılar dünyasının farkına varıp hayranlık duymak ancak bu denli büyütülüp estetize edildiğinde mümkün olabiliyor.

Bitirirken

Eşİk cİnlerİ

İnsan bedenini konu alan Ron Mueck’in dev figürlerine bakınca işin içine farklı bir boyut giriyor. Bunlarda ne görsel tüketim, ne de idealizasyon söz konusu. Metal iskelet üzerine kaplanan polyesterle “gerçek” görünüm kazanan bu yapıtlarla izleyicilerinin kurdukları ilişkiler alabildiğine karmaşık. Mueck’in dev figürlerini sadece cansız heykeller olarak algılamak olası değil.4 Bunlar izleyicilerinin yanlız gözlerine ya da algılarına değil psişik derinliklerine de sesleniyorlar çünkü. Bunu da olağanüstü ölçeklerine karşın alabildiğine olağan durumları sergileyerek yapıyorlar üstelik. Örneğin Mueck’in heykellerindeki kadınları “güzel” ya da bebekleri “tatlı” olarak nitelemek zor. Bunlar sıradan, her an karşımıza çıkabilecek niteliklerdeki insan figürleri.

arasındaki sınıra yaklaştırıyor. Mueck’in figürleri bir yandan neredeyse ismini hatırlayamadığımız eski bir komşuyu çağrıştıracak kadar somutken bir yandan da insanlık durumunu sorgulatacak kadar soyutlar. Dolayısıyla bu beden kopyaları tekrarladıkları varsayılan bedenlerin ötesinde bir gerçeklik üretiyorlar - kendi insanlık durumumuzla yüzleşmenin getirdiği üretken bir tekinsizlik bu.


Bağlamsal Peyzaj Sancaktepe’deki Rıngs ıstanbul projesinin peyzaj tasarımı Mayer mimarlık tarafından gerçekleştiriliyor.

proje adı: Sancaktepe Rings İstanbul Peyzaj Projesi yer: Sancaktepe, İstanbul mimari proje: Hakan Kıran Mimarlık peyzaj tasarımı: Mayer Mimarlık proje alanı: 240.000 m2 bitiş tarihi: Yapım Aşamasında

peyzaj tasarımı master planı

mart 2012 - XXI 30

güncel

rings club pergola içi görünüşü

İstanbul, Sancaktepe Belediyesi sınırları içindeki 233.126 m2 alana, yapımı Selin Yapı (Selçuklu Holding) tarafından yürütülmekte olan yaklaşık brüt toplam 215.403 m2 inşaat alanına sahip Rings İstanbul (Sancaktepe) toplu konut, AVM, rezidans, villa, sosyal tesis projelerini kapsayan mimari proje Hakan Kıran Mimarlık ve Yapı Hizmetleri bürosu tarafından gerçekleştirildi. Projenin peyzaj düzenlemesi 165.400 m2 alan üzerine 1, 24, 25, 27, 19 no’lu parseller olmak üzere beş etaplı olarak peyzaj çözüm ortağı Mayer Mimarlık tarafından projelendirildi. Hedefler ve Stratejiler

Kurgulanan çevrede tasarım stratejisi olarak iki temel unsura dikkat edildi. Öncelikle mimari yaklaşımın çerçevelediği bağlama uygun bir karşılık oluşturulup bina-çevre ilişkisi arasında diyalektik bir bağ kurulmaya özen gösterildi. Ayrıca proje

programında vurgulanan “Rings” teması bu doğrultuya tamamlayıcı olarak senografide aranacak ikonografik karakteri belirledi. Yaklaşım olarak biçimsel düzeyde, estetik önyargıların biçimlendirdiği bir “doğa” alegorisi dışında arayışlara gitmek projenin başat hedefi oldu. Bu nedenle mimari bağlam ve öngörülen kullanımlar senografinin bağlayıcı bir unsuru olarak kabul edildi. Buradan hareketle gerek malzeme seçiminde gerek mekan kurgusunda bu duyarlılık vurgulanmaya çalışıldı. Ekolojik düzeyde, kurgulanan mekanlar aynı zamanda birer biyolojik yaşam ortamı anlayışıyla ele alındı. Böylelikle belli bölgelerde öngörülen kullanımlara uygun düşecek “yaşam ortamları” yer yer sergilendi. Projede çeşitli mizansenlerin biçimsel karakterini ekolojik içeriklerle buluşturmak hedeflendi.

rings club’a genel bakış

Rings Club peyzaj konsepti

Proje alanının ortasında yer alan kamusal içerikli kullanımların yoğunlukta olduğu bu parselde (parsel 25) yaratılan perspektiflerde ve peyzaj elemanlarının konumlandırılmasında ofis binası ön plana çıkarılmaya çalışıldı. Havuz, ikonografik düzeyde ofis binasının biçimsel bir karşılığıdır. Havuz bölümünü çevreleyen elma (Malus) espalier’sinden oluşan pergola, altındaki yol döşemesinde belirecek organik gölge dokusu eşliğinde bitkisel bir arkad oluşturarak havuz bölümü sirkülasyonunu organize ediyor. Bu arkad sistemi Rings Club sosyal tesisinin toplu konut bölgesindeki hem işlevsel hem de coğrafi merkezlilik konumuna işaret ederek havuz bölümü için bir meydan algısı oluşmasına hizmet ediyor. Ofis binası çevresinde ise öncelikle giriş önündeki yol boyunca,

girişi tanımlayacak ağaçlı bir gezi yolu öngörüldü. Ayrıca binanın çevre bitkilendirmesi, yapıyı merkeze alması alarak ve havuz kısmını sararak bina çevresinde yapıyı mümkün olduğunca öne çıkaran monokültür bir prensiple kurgulandı. Toplu konut mahalleleri peyzaj konsepti

Rings Club ile proje alanının kuzey doğu ucundaki AVM’nin arasında yer alan toplu konut mahallelerinde (parsel 27) öncelikle binaların oturduğu, otoparkları içeren dairesel platformlar ve bu platformların araziyle olan biçimsel ilişkisi peyzaj kurgusu için temel unsurlar olarak kabul edildi. Bu biçimsel durumdan hareketle yaratılan meydanlarda ve bina girişlerinde mahremiyet/kademelenme ilişkisi çözüldü, mahallelerin komşuluk istenci meydan tasarımındaki iç-dış kontrast ikiliğine dayandırılarak mekanın rekreatif özellikleri öne


avm ana teras kotu bitki parterleri

güncel

toplu konut mahalleleri master planı

avm peyzajının görünüşü

mahalle 1 görünüşü

çıkarıldı. Buradan hareketle yeraltı otoparkı üstünde oluşturulacak meydanlardaki ayna havuz ve üzerindeki vazolara alınmış ağaçlar (gösterişli çiçeklenme yapan; prunus, malus türleri) yaratılan mizansenin temel unsurları haline geldi. Bu senografiye fon oluşturacak çevreleyici yükseltiler ise mekanda hedeflenen erişim kademelenmesinin ve yarıkamusal mahremiyetin (komşuluk) temel unsuru olmaları öngörüldü. Mahalleler arası bölgeler, dairesel platformlarla site duvarı arasında kalan mekanlardan oluşmakta. Bu mekanlar programa uygun olarak çocuk oyun alanlarıyla işlevlendirildi. Bu güzergah, bisiklet ve yayanın buluştuğu salt bir parkurdan ziyade yol boyunca dolu/boş dengesi gözetilerek birbirini takiben değişen eşikler, sekanslar ve mizansenler eşliğinde meydancıklarla omurgalandırılmış bir gezinti yolu olarak kurgulandı.

Alışveriş merkezi peyzaj konsepti

Proje alanının kuzey doğu ucunda yer alan AVM (parsel 1) yapısının mimari karakteri ve parsel içindeki oturumu peyzaj kurgusunu doğrudan belirleyen iki temel unsur. Peyzaj tasarımında parsel ile yapı arasındaki açık ve dolaysız ilişkiye uygun figüratif bir karşılık arandı. Buradan hareketle bina girişleri, meydan, oturma grupları ve bitki havuzlarının kurgulanmasında bina-parsel ilişkisine doğrudan riayet edildi. AVM’nin iki kanadı üzerindeki parterlerden oluşan teras kotunda ise katlı bahçelere yönelik görsel çekicilik oluşturulması amacıyla proje alanı boyunca işlenen rings teması stilize edildi. Bu teras kotu yer yer az bakım gerektiren yer örtücü (Sedum türleri) parterleri ve serbest çakıl yüzeylerinden oluşmakta. Bu monokültür parterler modüler olarak iç içe geçmiş yarım daireler halinde

bir yüzeysel doku oluşturarak AVM terasına ikonografik bir karakter kazandırmak hedeflendi. AVM’nin batı kanadındaki oturma birimleri, parsel üzerinde cadde-bina ilişkisinden çıkan iki ana doğrultunun kesiştiği bir noktada konumlandırıldı. Oturma birimleri alanın bu bölümünün salt bir geçiş mekanı olmadığını vurgulayarak, meydanı, dükkanları, alışveriş yapan insanları ve binayı bir sahne olarak algılayan bir anlayışla çizgisel-sıralı bir biçimde kurgulandı. Bu bölgede kullanılan bitkisel katman ise bu çizgiselliği güçlendirici; taç formu belirgin; kompakt, ve uçuşanamorf eşleşmelerinden oluşan, kent şartlarına dayanıklı türlerden seçildi. Çizgisel oturma birimleri doğrultusunda tasarlanan sıralı cam panellerin, parselin batı kanadı, Kanuni Caddesi boyunca saydam ve aydınlatılmış renkli yüzeyler şeklinde üst üste çakıştırılmasıyla, AVM,

konut cephe ve teraslarının oluşturduğu katmanlı yüzeylere cevaben bir mizansen elde edildi. Böylelikle bu cam yüzeyler yerleştirildikleri çizgisel doğrultunun cadde kısmında alana girişi ifade ederek, mekanın kentsel karakter ve işlevini hatırlatıcı bir biçimde aynı zamanda tamamıyla geçirgen mekansal bir eşik niteliği oluşturmaktadır. Yer ve kimlik kavramlarının jenerik tarifler bulduğu bu tarz yerleşimlerde peyzaj, yapılı çevreyi salt konfor boyutuna indirgemeden, dayatılan yalancı doğa arketiplerinin dışında arayışlara giderek, bağlamsallaşarak özgünlüğünü sağlayabilir. Bu bakımdan projede kurgulanan peyzaj yarattığı sekanslar, ambiyanslar, eşikler ve çeşitli mizansenlerde mimariyle iletişimden kaçınmadan, bağlamsal kalmayı hedefledi. Projenin temel karakteri bu doğrultudaki hassasiyetlerle belirlendi.

31 XXI - mart 2012

avm oturma grubunun kuzeyden görünüşü


Çok Çizen Mi Bilir, Çok Okuyan Mı?

mart 2012 - XXI 32

Fotoğraflar: Yunus Argan

ünİversİte - PraTİK

AYLAR ÖNCE ARCHIPRIX JÜRİSİNİN ARDINDAN KENAN GÜVENÇ BİR MUHALEFET ŞERHİ YAYINLADI. O GÜNE DEK HEP ÜNİVERSİTE İLE PRATİĞİN İLİŞKİSİZLİĞİ ÜZERİNDEN TARTIŞMALAR YÜRÜTÜLÜYOR VE ARALARINDAKİ İLİŞKİNİN NASIL GÜÇLENDİRİLEBİLECEĞİ KONUŞULUYORDU. GÜVENÇ İSE TAM TERSİNE O İLİŞKİSİZLİĞİN ASLINDA ÜNİVERSİTEYE VERİMLİ BİR ALAN AÇTIĞINI BELİRTEREK BU TARTIŞMAYA YENİ BİR BOYUT KAZANDIRDI. METNİNE, MİMARLIĞIN STATÜKOCU OLDUĞUNU BELİRTEREK BAŞLIYOR, ÜNİVERSİTENİN MİMARLIĞIN BEKLEME SALONU OLMAMASI GEREKTİĞİNİ ANLATARAK DEVAM EDİYORDU KENAN GÜVENÇ. ÖYLEYSE BU TARTIŞMA, PRATİĞİN İÇİNDEN ÜNİVERSİTEYLE İLİŞKİLENEN MİMARLAR ile AKADEMİSYENLER ARASINDA GEÇMELİYDİ. MASAYA KENAN GÜVENÇ’İN YANI SIRA, ÖZLEM BERBER’İ VE DE HEM ÜNİVERSİTEDE HEM DE PRATİKTE FAAL OLAN NEVZAT SAYIN İLE HAN TÜMERTEKİN’İ DAVET ETTİK. SONUNDA ORTAYA MİMARLIĞIN TANIMINDAN ÜNİVERSİTENİN NASIL BİR YER OLMASI GEREKTİĞİNE UZANAN BİR TARTIŞMA ÇIKTI. BİR SONUCA VARMAYAN, Daha çok SORU ORTAYA ATAN BİR METİN. GÖRÜŞLERİNİ PAYLAŞARAK KONUYU ZENGİNLEŞTİREN TOPLANTI KATILIMCILARINA VE DE Toplantı MEKAN için SAĞLAYAN SALT’A TEŞEKKÜR ediyoruz... HAZIRLAYAN: HÜLYA ERTAŞ

han tümertekin

kenan güvenç

nevzat sayın

özlem berber


Hülya Ertaş: 2011 Archiprix jürisinin ardından Kenan Güvenç'in muhalefet şerhinin başlattığı tartışmayı derinleştirmek için toplandık. Türkiye’de uzun süredir mimarlık alanında pratik ile üniversite ilişkisinin zayıf olduğu ve bu ilişkinin kuvvetlendirilmesi gerektiği yaygın bir görüş olarak dillendiriliyor. Kenan Güvenç ise şerhinde bunun tam tersini vurgulayarak üniversitenin pratikle ilişkilenmemesi gerektiğini vurguluyor ve üniversiteyi pratiğin bekleme salonu olarak tanımlıyordu. Üniversitenin pratiğin bekleme salonu olmasının ne gibi sakıncası olabilir?

Nevzat Sayın: Mimarlık mı hayatımızda olmaması gereken bir şey?

Nevzat Sayın: Nasıl bir mimarlık tanımı yapıyorsun? Kenan Güvenç: Mimarlık bir tür sosyalizasyon aracı, olay ekonomisine ait bir konu. Han Tümertekin: Mesela barınma sorunu yok mu onun içinde? Kenan Güvenç: Barınma, inşaat gibi konular durum ekonomilerine aittir. Yani bunların içerisinde kontrol edebildiğiniz bir alan kurabilirsiniz. Bilginin rasyonel akışları vardır ve o rasyonel akışları örgütleyerek inşaatın kendisini maddi bir durum olarak ayağa kaldırırsınız. Burada aktörler ve onların rolleri kesin tanımlıdır. Fakat olay ekonomileri iki kutup arasında asılı dururlar. Mimarlık mühendislikle sanat arasında asılı duran gerilimli bir yapıdır. Hep bu kutupsallığa ihtiyacı vardır çünkü mimarlık zaten mekansal olarak kökensiz bir şeydir. Mimarlığın eşanlamlısı modernizmdir, 19. yüzyılda başlayıp modernizmle birlikte gelmiştir. Modernizmden başka bir mimarlık türü olamaz. Han Tümertekin: Modernizm öncesi mimar olmadığını mı söylemek istiyorsun? Kenan Güvenç: Hayır, mimarlıktan bahsediyorum. Mimarlığın kendisinin açık uçlu, iki kutuplu olduğunu, boşluğa asılı durduğunu, kutupların sürekli değiştiğini, bu yüzden inşaattan ayrıştığını söylüyorum. Bu nedenle de mimarlık kendini sahte bir kültür olarak sunabiliyor. Mesela mimarlığı zanaatla sanat arasındaki ilişkiye asabilirsiniz ya da üniversiteyle piyasa arasına. Mimarlık sürekli olarak bunlar gibi iki kutup kullanıyor. Han Tümertekin: 13. yüzyılda da mimarlık vardı. Kenan Güvenç: Yoktu. Han Tümertekin: Neydi peki o? Kenan Güvenç: Bizim kullandığımız mimarlık kavramı, 19. yüzyıl mimarlığının örgütlenmiş şekli. Nevzat Sayın: Mimarlığın 19. yüzyıl tanımını esas alıp 19. yüzyıldan önce olmadığını söylüyorsun. Bunda itiraz edilecek bir nokta yok ki. Paul Valéry'nin sadece Eupalinos metnini düşününce bile mimarlığın senin biraz önce tarif ettiğinden çok daha kadim bir tarihi olduğunu söyleyemez miyiz? Han Tümertekin: Mimarlık faaliyeti bugünkü örgütlenme biçimiyle 19. yüzyıldan bu yana oluşmuş olabilir. Bunda mimarın birey olarak tanınmasının da rolü olsa gerek. Ama öncesindeki binlerce yıllık imar faaliyetinin mimari boyutu yok muydu?

Kenan Güvenç: Bir taş duvar ustasıyla tasarımcı arasında, mimar değil tasarımcı diyorum, şöyle bir fark olması gerekiyor: Taş duvar ustası taşın hükmü altındadır, yani taşın ona gösterdiğini açığa çıkarmaya çalışır. Taş, ustanın hükmü altında değil, bunu bir tür tasarruf ekonomisi gütmesinden de anlıyoruz. Yonttuğu parçaları moloz olarak dolgularda kullanmak gibi yöntemlerle elinde şekillendirdiği aracın kendisi üzerinde bir ekonomi geliştiriyor. Geliştirdiği ekonomi, taşın ona hükmettiğine işarettir. Ama tasarımcı, duvar gibi esasında olmayan, soyut, yapısız ama bir olanak halinde şurada duran bir şeyin, belirsiz ve ölçülemez bir durumun peşinden koşuyor. Sürekli olarak duvar, kısa sürelerde ve insan sayısına bağlı olarak yaratılabildiği halde, taş duvarda ufacık bir değişiklik yapmanız onlarca yıl alabilir, üzerine yeni bir şey koyamayabilirsiniz. Özlem Berber: Ama hükümdar mimarından en büyük kubbeyi yapmasını isteyebiliyor. Yani iktidarla bir ilişkisi olabilir yine mimarın. Kenan Güvenç: Emeğin soyut olarak ayrışması, mimarlığın zanaat fikrinden kendini ayırması, 19. yüzyıl modernizmine ait bir şey. Hemen akabinde de tektonikler üzerine teoriler türemeye başlıyor, Gottfried Semper aracılığıyla. Zihnin yapma faaliyetinin kendisiyle özdeş olduğu halinden yapma faaliyetinin kendisini bileşenlerine ayırdığı noktaya geçmesi itibariyle mimarın bugün anladığımız anlamdaki rolü de belirmeye başlıyor 19. yüzyılda. Nevzat Sayın: 19. yüzyıldan önce var olmadığını söylediğin mimar mı, mimarlık mı? Mimarlığı konuşmak başka çünkü mimarlık her zaman mimarlar tarafından üretilmiş olmak zorunda değil. Kenan Güvenç: Mimarın konumunu açabilirsem uğraştığı işteki değişimi de anlatmam mümkün. Daha önceki dönemlerde neden mimarlık olmadığını söyleyeceğim zaten. Emeğin soyut bir değer olarak yapma faaliyeti içerisinde ayrışması ile birlikte mimar, bir bilgi türünün temsilcisi olarak ortaya çıktı. Ama bu yeterli değildi çünkü bunun aynı zamanda iktisadi altyapısının da olması gerekiyordu. İktisadi altyapıyı mühendislik alanından devşirdi. Mühendislik alanının kendisindeki gerçekleştirme faaliyetine ait bilgiyi kendisinde varolduğunu düşündüğü özel bir bilgi türüyle meşrulaştırmaya çalıştı. Dolayısıyla modernizm içerisinde mimar, iktisadi olarak aslen sahip olmadığı şeyi, başka iktisadi asli alanlardaki konaklamalarıyla elde etti. Bu açıdan sürekli bir yere misafir olarak gezgin bir profil çizdiği için kendini misafirliğinin üzerinde bir üstyapı olarak lanse etti. Bu noktada şöyle bir durum beliriyor: Bunun olabilmesi için mimarın uğraştığı işin, mimarlığın kendisinin değişmiş olması gerek. Mesela Yunan mimarlığı aslen bir tür doluluklar mimarlığıdır. Tarihsel bir yanılgı olarak bugün bizim Yunan mimarlığına retrospektif olarak atfettiğimiz altın oran gibi şeylerin hiç biri gerçekte yoktu. Onları inşa edenler bu konulardan habersiz, sadece bir doluluğun içerisinden dünyaya bakabiliyorlar. Yunan yapı faaliyetinin kendisinin tasarımsal olarak geliştiği nokta, daha sonra gelişecek olan yapı bileşenlerinin keşfinden ibarettir, sütunların, düzenlerin oluşumu gibi. Yunan mimarlığından önce ise tarım toplumlarının başlangıcında henüz bu faaliyetler ayrışmaz. Metafor olarak söylüyorum ki sizin algı sisteminiz beş duyunun ayrışık biçimleri halinde cereyan etmez, birleşik vaziyettedir. Sizin hayatınızın içine bütün bu faaliyetler gömülü vaziyettedir. Sanatın kendisi de zaten ayrışmaz onun içerisinde. Eğer bir kap

33 XXI - mart 2012

Kenan Güvenç: Evet. Mimarlığın kendisinin yerküre üzerindeki serüvenimizi yoksullaştırdığını düşünüyorum.

Nevzat Sayın: Biliyorsunuz romandaki telif meselesi 18. yüzyılda tartışılmaya başlıyor. Bugün anladığımız anlamda bir romanın kime ait olduğu ilk o zamanlarda gündeme geliyor. Roman gazete gibi basılamayacağı için ödemenin neye göre yapılacağı da kestirilemiyor ve sayfa sayısına endeksli bir ödeme şeması çıkıyor ortaya. Aynı dönemde mimarın kimliği ve telif hakkı meselesi de ilk defa gündeme geliyor.

ünİversİte - PraTİK

Kenan Güvenç: Sakıncası yok, kendi mantığı içerisinde tutarlı bir öneri. Mimarın bakış açısından bakınca öyle, peki üniversitenin bir bakış açısı olabilir mi? Bence olamaz; üniversitenin kendisini bir kutup olarak görmüyorum. İnsanın kendisini bir kutup olarak addediyorum. Şerh metninde de sürekli tasarım konusuna değinerek bunu vurgulamaya çalıştım. Mimarlığın kendisi zaten bir sosyalizasyon aracı, üniversite de bunun parçası. Aslında üniversite insanları sosyalleştirirken mimarlıkla dekore ediyor. Mimarlığı ve üniversiteyi konumlandırmak gerekiyor öncelikle sanırım. Ama ben kesinlikle ayırıyorum, belirttiğim gibi. Mimarlığın hayatımızda olmaması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum.

“Mimarlığın kendisi bir sosyalizasyon aracı, üniversite de bunun parçası. Aslında üniversite insanları sosyalleştirirken mimarlıkla dekore ediyor.” kenan güvenç


Kenan Güvenç: Yunan tapınaklarına girdiğinizde büyük sorunlar vardır mesela. Devasa bir heykel vardır ortada, oraya nasıl sokulduğu da belli değildir çünkü orada yapılır zaten. Tüm bu faaliyetler doluluğa aittir. Boşluk fikrinin gelişimini çok bekleyeceğiz, bu ta 19. yüzyılda ortaya çıkıyor zaten. Duvarın keşfi bile ancak Ortaçağ’da yapılır, söylendiğinin aksine duvarın keşfi Roma'ya ait değildir. Ortaçağ’da adamlar duvarı belirli bir mesafeye kadar çıktığında sorun olmadığını görüyor, belirli bir noktadan sonraysa duvarın kendi kendini taşıyabilmesi için kalınlığını artırmaya başlıyor. Ama yükselmek için duvarın kesitini genişletmenin de bir sınırı var sonuçta. Ama yükselmesi de gerekiyor. Bunun sağlanabilmesi için öncelikle nefler beliriyor, ardından da payandalar. Duvarın kendisi giderek içindeki boşaltmalarla incelmeye uğruyor. Nevzat Sayın: Duvarın keşfi değil, inceltilmesi, hafifletilmesi ya da boşaltılması Ortaçağ'da gerçekleşiyor.

“Mimarlık eğitiminin rasyonelliğinin piyasa gerçekliğinin araçsal rasyonelliğinden başka bir şey olması gerekir.” nevzat sayın yapıyorsanız, yaptığınız kap sanatsal bir girişimin ürünü değildir. Buğdayın yetiştiği topraktan başka bir şey değildir o. Sadece zamansal olarak oradan oraya aktarılır. Dolayısıyla tarım toplumunda bütün bu faaliyetler kendi içerisine gömülü durumdadır. Burada hiçbir şekilde ne mimarlıktan ne de sanattan bahsedilebilir.

Kenan Güvenç: O zamana kadar duvar yoktu. Roma'nın 18 tane duvar örgü sistemi var ama hepsi duvarın içinde bir dolgu alan olarak kalmış, dışında perdahlanmıştır. Akıl, bir perdah olarak dışarıda vardır ama içerisi bir tür dolgu gibidir Roma duvarının. Duvarı kendi strüktürel yapısıyla duvarın anlamını birleştiren Gotik'tir. Duvar gibi bizim bugün mimarlığın ana öğelerinden saydığımız bir şeyin 13. yüzyılda ortaya çıktığını bilirken, nasıl o zamana kadarki faaliyetin mimarlık olduğunu söyleyebiliriz? Duvar bileşenin keşfinden itibaren giderek mimarlık ölçülemez olana yöneliyor. Ölçülemez olanın içerisinde, boşluğun kendisinin örgütlenmesi fikrine geçtiği andan itibaren sosyal olanla karşılaşmasını örgütlüyor. İşte o karşılaşmanın örgütlenmesinden de mimar çıkmıştır. 19. yüzyıl öncesinde mimarlık boşluk üzerinden örgütlenmediği için bugünkü anladığımız anlamda mimarlık yoktu. Bence mekan da yoktu. Nevzat Sayın: Nasıl yoktu? Basbayağı vardı. Didim Apollon Tapınağı'nın içinde bugün bile bütün eksikliğine rağmen müthiş bir mekan görebiliyoruz. Kenan Güvenç: Bugünkü dünya anlayışını oraya aksettiriyorsun. O zaman onu yapan ya da onu yaşayan insanların bakışı içerisinde bu anlayış yok.

mart 2012 - XXI 34

ünİversİte - PraTİK

Nevzat Sayın: O zaman hiçbir şeyin adı yok ki, kendisi var. Nevzat Sayın: İnsanoğlunun faaliyetlerini en aza indirdiğinizde şu ikisinin kaldığı söylenir: yatay üretim olarak tarım ve düşey üretim olarak duvar. Yunan mimarlığının doluluklar mimarlığı olduğunu söylediğinde aslında bir şey söylemiş olmuyorsun. Selçuklu mimarlığı da doluluklar mimarlığı. Neden? Henüz duvarı delmeyi bilmediği için. Önemli bir kural var; duvarın eni o duvarın yüksekliğinin 10'da 1'i kadardır, daha az yapamazsın. Bu yüzden doluluklar mimarlığı olduğu söylenebilir. Delinmemiştir, açılmamıştır, bu yüzden ışık da problemlidir. Doluluklar mimarlığı derken başka bir şey söylüyor olabilir misin? Kenan Güvenç: Dalyan tarafındaki kaya mezarlarının olduğu yere ait iki fotoğraf gözünüzün önüne getirin. İlkinde kaya mezarları yok, tabiat, zeytin ağaçları, yamaçlar var. İkincisindeyse alınlıkların, sütunların olduğu bir manzara var. İlk fotoğrafın çekildiği dönemdeki insanlar bakıyor ve o doluluğun içinde bir sonraki düzeni görüyor, böylelikle ikinci fotoğraf oluşuyor. Benim doluluktan kastım o. Bence Yunanlılar bunu kabul edilebilir bir yoğunlukta uygarlık belirtisi olarak ortaya çıkardı. Diğerlerinde bu fikir bütünleşemedi. Likya'da örneğin coğrafyanın ayırt edici öğesi olarak ortaya çıkamadı.

Kenan Güvenç: Bence modernizmin dönüştürdüğü konulardan en önemlisi bu. Aynı zamanda tarihi de geriye doğru modernizm olarak işletebiliyor. Nevzat Sayın: Mekanın kendisi ile adının ayrıştığı yerden söz ediyorsun. Mekan olmaz olur mu? Vardı tabii ki ama belki adı yoktu. Kenan Güvenç: Mekanı mimarlığa bağlayanın da modernizm olduğunu söylüyorum. Siz hangi kavramlarla tartışıyorsanız osunuzdur. O kavramların geçerlilikleri sorgulanmadığı sürece ben ne yapsam modernist söylemin içerisinde kalırım. Modernizm hayatımızı oluşturan tüm bileşenlerin ayrıştırılıp kategorize edilerek dışarıdan okunabilir hale getirilmesiyle kendini yükümlü tutar. Nevzat Sayın: Evet, şeylerin adlarıyla kendilerinin ayrıştığı yerdir modernizm ama bu bilgi bu tartışmada ne işimize yarayacak?

Kenan Güvenç: Evet, bunlar inşaat faaliyeti ama mimarlık değil. Bizim anladığımız anlamda mimarlığın belirebilmesi için boşluk fikrinin belirmesi lazım.

Han Tümertekin: Biz mimar olarak zaten mekan yaratmakla meşgul olduğumuz ve böyle bir gerçekliğin içinden davrandığımız için adlandırma şekli ne olursa olsun somut bir durumla karşı karşıyayız. Konunun dinamiğini başka bir yerden kurarsak belki daha iyi olur. Şöyle bir soru atsak ortaya: Bir insan neden mimar olmak ister? Mimar olmayı istedikten sonra, bunun için edinmesi gereken bilgi ve donanımı nereden sağlar? Bu konunun temelini oluşturan kısmen bu sorunun cevaplarıdır. Mimarlık, okulundan mı öğrenilir? Ve eğer öyleyse bu okul, mimar olmak isteyeni nasıl formüle etmelidir? Bu, teknik meslek lisesi eğitimi mi olmalıdır, yoksa yaratıcılığını ve zihnini açacak türde bir eğitim mi olmalıdır? O eğitim açık tutulur, teknik bilgi ve donanımı içermezse, o zaman mimar olmak isteyen ne yapmalıdır?

Özlem Berber: "Bizim anladığımız anlamda mimarlık" diyorsunuz, burada sanırım kritik olan bu ifade. Modern dünyanın modern koşulları bağlamında beliren mimarlık tanımı.

Kenan Güvenç: Farklı gerçeklik alanları var, bunların birbirleriyle olan münasebetlerini anlamak için kuvvetler ayrımını göz önünde bulundurmamız lazım. Mimarlığın kendisi bir meslek sosyolojisi. İnsanın üniversiteyle olan bağınınsa daha fazla bir şey ifade

Han Tümertekin: Peki ya Mezopotamya'da yapılanlar? Kubbe, kemer mesela? Kenan Güvenç: Bizim doğal olanın kendi olanaklarının üst üste gelmesiyle imal ettiğimiz şeyle, onun üzerinde yapay bir doğa oluşturma süreçlerimiz birbirinden farklı. Han Tümertekin: İnşaat faaliyetleri değil midir her ikisi de zaten?


ARCHIPRIX 2011 JÜRİ ÇALIŞMALARINDA DEĞERLENDİRME SONUCUNA 081 NOLU PROJE LEHİNDE MUHALEFET ŞERHİ Kenan Güvenç Mimarlık statükocudur. İşbirlikçisi üniversitedir. Archiprix 2011 “mimari projeciliğin” bir cenaze salonuydu. Ama her zaman bir ümit vardır; çünkü tasarım, insanın özgürleştirici gücüdür. Bu noktaya doğru hareketlenen tek öneri olarak 0811. Aslında her şey; epey bir süre önce, iki alametiyle belirmişti. Birincisi;

ünİversİte - PraTİK

2005 UİA Kongre Vadisi Mimari Proje Yarışması birincisi projesinin, uygulanmasının bizzat Mimarlar Odası Genel Merkez Yönetimi'nce engellenmesinde, diğeri ise; birkaç yıl önceki “Prosteel” adına düzenlenen “İskele” konulu Öğrenci Proje Yarışması birincisinin, gerçekte yurtdışında uygulanmış bir projenin intihali olduğunun ortaya çıkması üzerine. Her iki skandal da, hak ettiğince mimarlık ortamında tartışılmadı. Tartışılmadı çünkü; mimarlık statükonun yeniden üretilmesi için etkili bir sistem aracıydı ve bu yüzden mimarlar da ideolojik olarak ‘statükocuydu’. Bu şerh kapsamında değinilmesi şart olan vaka; Prosteel vakasıdır. Mesele sabık birincilerin ‘ahlak’ sorunu muydu? şekilde ancak düşünce bulanıklığı-bunalımı içinde kotarabileceği, üniversite yapımı bir tasarım yerine, jürinin ödül verme kriterleri -artık

kapsar. O halde meslek olarak mimarlık, üniversiteye ne olması, ne

dudakları arasında imal edilmiş olduğu için, ancak ve şayet 20. yy

yerine oturmuş bir mimarlık ofisinin yapacağı türden bir projenin

yapması gerektiğini söyleyemez. Filin hortumu filden daha önemli

Modernizm'inden, zamanda geri doğru giderseniz, neo-klasist Ecole

aranmasını gerektirmekteydi- doğrultusunda bir proje önermesiydi.

olamaz. Bu nedenle, üniversitenin araçları ve akıl formları, meslek olarak

Beaux-Art'la karşılaşabilirsiniz. Zanaatı entelektüalize eden ve tasarımın

O ekipte bunu yapmıştı ve onlara kızmanın bir anlamı yoktu. Ortaya

mimarlığın araç ve formlarına benzemez, benzememelidir. Üniversitenin

“Yapma Zihnini” asimile etme misyonunu mimarlık adına üstlenen

çıkan skandal, jürinin - ki akademisyenler dahil- (eğer karşı oy vermedi

zihinsel aracı ve akıl formu, “design”dır, “project” değil. (Bilerek yabancı

tektonik kuramcılarının –örnek Gottfried Semper- Batı'da ortaya

iseler) üniversiteyi, daha sonra mesleki pratiğin tamamlayacağı bir

dil sözcükleri kullandım). Tasarım bir fiildir, ürün ya da üretim değil.

çıkmasının bu zamanlara denk gelmesi bir tesadüf müdür? Tasarımla,

eksikliğin doğduğu yer olarak görmelerinden kaynaklanıyordu. Mimarlık

Tasarım; zihnin duyumsal ağının dış dünyaya irkilmesiyle beliren bir

mimarlık işi arasında, onların doğalarından gelen ayrımı, sanki türdeş

eğitimi verilen mekan olarak üniversite, daha sonra geçilecek dış

kırılma, farkına varma ama en önemlisi bir karşılaşma anıdır. Yani

olgularmış gibi vazetme alışkanlığını aklımıza Bauhaus soktu. Bu ülkenin

dünyanın bekleme salonu ya da basınç odası değildir! İnsanlık ülküsü

tasarım , bir kişi olmanın, biri ve kendi olmanın eşsiz olanağıdır ve bu

hemen tüm üniversitelerinde, çarkları paslanmış Gestaltçı, Bauhaus’cu,

bunu söylüyor. Evet üniversite sosyal olanın bir parçasıdır ama, ancak

sosyal olana, mimarlığa değil hayatın kendisine ait bir şeydir. Bu nedenle

garabet şey hala ısıtılıp ısıtılıp birinci sınıfların önüne temel tasarım dersi

mutasyon halinde olduğu zaman var olabilen bir parçasıdır. Aynı

tasarım öğretilemez, aynı bir bebeğe ağlamanın öğretilememesi gibi.

diye koyulmuyor mu? Tasarımın temel olduğu düşüncesinin utangaç bir

yarışmalar gibi, üniversite de organizma içinde aslen olması gerektiği gibi

Fakat üniversite, bir Çin Bilge sözündeki gibi “şimşek yükseltir, yağmur

ikrarıdır bu sanırım.

genetik bir bozukluktur, sistemden sapmadır –tabii ki pozitif anlamda.

döller” deki şimşeğin ta kendisidir – maskulen bir ifade olmasına pek

Böyle addedilmesi gerekir, fakat bugün buna ne kadar uzağız ?

takılmayınız, kastedilen bu değil. Yükseltir ve tasarım fiiline hazırlar.

Nasıl başkasının yerine hasta olamıyorsanız, kişi olmaklığınızı da ne

Zihnin, kişinin kendini inşa adına dış dünyayla karşılaşmasına doğru

ikame, ne de takas edebilirsiniz. Oysa sosyal emir size başka bir şey

Mimarlık bir sosyalizasyon süreci olduğu için bir meslek olarak

aktifleştirici enzim görevi üstlenen şey; tasarımdır. Oysa proje salt bir

söyler: “İletken ol” der. Sosyolojileri, üslupları, tarzları, tanrıları üzerinden

tanımlanır. Toplumsal olanın görünmeyen tarafının, otoriteryen

uygulama kalıbıdır, hem sosyal, hem kültürel. Ahlak gibi, geometri gibi

akıt ve öte tarafa geçir. Bir şeyler hissedeceksin ama bu asla “kendini

inşacılarından biridir. Üniversite ise, tarihsel olarak aklın özgürleşmesi

projeden önce varolan “asli bir şey” olmadan, projenin salt kendisinin,

kendin olarak hissetme hali” olmayacak der. Her şey ve herkes olabilen

olanağı olarak doğmuş ve Batılı değerlerin gelişmesinde rol oynamıştır

kuru kalıp olmaktan öte hiçbir varlığı yoktur. Tasarım, vakadan

biri haline gel, senin görevin sosyalize olmak, eserler yaratan mimar

ama sosyal olanın güncel etkilerinin üzerine çıktığı, gündem

-faaliyetten- bir durum yaratmaktır. Aynı üzümün gelişme seyrine

olmaktır. Oysa Archiprix, belki de farkında olmadan, konumlandığı bölge

oluşturandan daha ‘fazla’ olduğu zamanlarda, yani eleştirelliğini

yapılan müdahale - sezgisel akıl baskısı- ile hiç kendisine benzemeyen

itibariyle bu emri ihlal edecek türde bir katılıma açık duruyor. Ekip olarak

yitirmediği, otonom bir yapı olabildiği sürece. Yeri gelmişken

şarabın edinilmesi gibi. Tasarım bünyesi itibariyle bir ürün ya da üretim

katılamadığınız, bir yarışma olduğu için sosyalize anonim bir varlık

hatırlatmama izin verin: Boulougne ormanlarında kurulan, bugün

olamaz. Mevcut olmadığı halde mevcudun içinde kayıtlı duran olanağın,

olmama şansını da size veriyor. Parmak iziniz geçerlidir ve aranmaktadır.

Paris 8 Üniversitesi olarak bilinen Vincennes Üniversitesi, 1980'ler

başlangıçların zihnidir ve salt izlenebilir - kişisel bir süreç olarak belirir,

081 işte bu boşluğa; her üniversiter tasarımcı için elzem olan bir zaaf

Fransa’sında, sonradan Cumhurbaşkanı olacak Jack Chirac’ın emriyle

zaptedilemez, elle tutulamaz, ortaya çıktığı bilgiyi, deneyimi, öğrenilmiş

taşıdığı için düşebilmiştir; şüphe, tamamlanmamışlık duygusu, düşünce

buldozerlerle ve bir gecede yıkılmıştı. -Vincennes de kimler yoktu ki,

olanı – ölçülebilir olanı kendisinden sile sile ilerler. Bu yüzden ne geçmiş

ve eylemde ikiye bölünmüşlük zaafı. Bu yüzden sunum paftasında

seversiniz ya da sevmezsiniz ama Deleuze, Foucault, Lyotard, Popper,

zamanı, ne geleceği barındırmaz, şimdinin bir sureti olarak belirir. Bu

gezinirken, bir yandan yüksek akıl belirmeleri, keskin yargılar, kendi

Debord gibi gerçekten çok sıkı herifler! Ben üniversitenin, bir gece

yüzden kaosa aittir, belirsiz, açık uçlu ve çok kutupludur. “Tasarım

jargonunu inşa arzusu ile, aynı anda tamamlanmamışlık duygusu,

yıkılmaya gelinecek olanını severim. Evet, üniversite mesleki olanın

tavırdır”. Felsefe aklıdır, kuramlaştırılamaz. zaman inşa eder ama tarihin

statik belirlemeler, artık ağızda sakız olmuş, hiçbir işe yaramaz kullanım

ötesinde, bir şeyler anlattığı için üniversitedir. Siz, ofisine AVM projesi

konusu haline getirilemez. “Proje” ise bir vakaya, yani “mevcuda” yeni

menüleri arasında salınıp duruyorsunuz. 081'in işte bu tasarımcı tavrı

işi almış bir meslek insanı olsanız, üniversitede gayet doğal bir şekilde

kostüm biçmekten öte gidemeyen şekil imalidir, şarap yapmak için iki

hali hürmetine tüm diğerlerinden ayırıp, bir tavır olarak destekledim.

anlatılan, belki ola ki tasarım atölyelerinde sık sık bahsi geçen skolastik

çuval üzümü ‘çiğner’, ama ‘şarap’ olmaz.

Diğer önerilere ise; şu ya da bu yoğunlukta “mimari kaliteler” taşıdığı

felsefe ile ne işiniz olabilir ki? Ama üniversite bunun gibi “nice hiçbir

Tasarlama eyleminin, projeden ayrı bir şey haline gelmesinin Batı

-taşımadığı- için, fakat tam da bu yönde kaygı taşıdıkları kanısıyla, yine

işe yaramayacak şeyden” bahsediyor ve bahsedecek. Laf kalabalığı,

Düşüncesi içinde derin ve özel bir yeri olduğu hakkında yargılarım var.

bu yüzden bir üniversite yapımı olmadıkları için ilgisiz kaldım.

over-design’lar yapacak, şaşkınlık, çaresizlik, şüphe ve zafiyet üretecek.

Bu konuya oldukça kısa bir değini şart: Kapitalizm, endüstriyalizme

Tuvaletin kapısının nereye açılmasının doğru olacağından bahsetmeyi

doğru evrim geçirirken, tasarıma örtük bir şekilde, seçilime uğramamış

1 Tüm katılımcılar arasında, ofis işi proje değil de üniversite yapımı tasarıma en yakın

hocalık saymayacak.

organ ya da kuş muamelesi yaparak, sinsice zanaat zihninin içine

gördüğüm, yegane ‘tasarım’ olduğunu düşündüğüm ve jüri çalışma süreci boyunca

tıkıştırıp paralize eden şeyin, Modernizm'in hijyeni olduğunun

hakkında oy kullandığım (sadece birinciliği için) tek öneri; yarışmada 2. Ödülü kazanan

Üniversite karmaşık bir yapıdır. Meslekler -mimarlık- sosyolojik bir

farkındayım. Bu durumun önünü, 18 .yy Beaux- Arts Ekolü'nün

081 sıra no'lu öneri. 1.lik tercihini tam puanla 081 üzerine yapan diğer jüri üyesi Jacob

kalıbın etki sınırlarına indirgenemez, çünkü kavrayış derinliği onu da

neo-klasist kanonları açmış olsa da, bu jargon dahi Modernizm'in

van Rijs'di. Gerçekte 081'in atölye yöneticisini de kutlamak elzem, kutlarım.

35 XXI - mart 2012

Tabiî ki hayır, mesele; bir öğrencinin gayet doğal olarak, olması gerektiği


statükocudur. Bu kaçınılamaz bir durumdur. Ayırım buradan tarif edilebilir mi? Mimarlık, ve hatta hukuk, tıp gibi alanların da ‘keyfiyet’ taşıma lüksü yok. Biri senden bir şey istediğinde mimarlık yaparsın ve o yaptığın şey yasalara, yönetmeliklere, mühendisliğe, kalıcılığa, iklime ve daha bir çok şeye bağlı olarak gelişecek ve ayrıca bir başka faza geçip, kendine özgü bir söylem de üretebilecek. Yapılıp edilenlerle onların düşünsel altyapısını geliştiren şeylerin prensipleri birbirine benzemiyor. Hatta ne kadar benzemezse sonuç o kadar iyi oluyor. Mimarlık eğitiminin rasyonelliğinin piyasa gerçekliğinin araçsal rasyonelliğinden başka bir şey olması gerekir.Bu anlamda da mimarlık eğitiminde ortaya konan problemlerin çözüm yollarının da olabildiğince gerçeklikle gereksiz yere zorlanmayan yöntemler olmasında yarar var. Gerçeklikle değme noktaları olması şart ama bütünüyle gerçeklik üzerine kurulması fazla indirgemeci bir tutum. Kenan Güvenç: Olta balıkçıları statükocu mu sence? Nevzat Sayın: Tuttuğu balıklarla ilgili ticari bir kaygısı varsa kuşkusuz statükocudur.

mart 2012 - XXI 36

ünİversİte - PraTİK

“Hiç gerçeklik içermeyen bir mimarlık bilgisi, benim için söz konusu değil. Çünkü mimarlık, sonunda gerçekte ifadesini bulan bir alan.” han tümertekin etmesi lazım. Kişisel dünyasının kendine özgü araçlarla dış dünyayla ve tabiatla karşılaşmalarından elde edeceği içsel etkiyi, entelekti harekete geçirmek üzere çalışmalı üniversite, tasarım üzerinde kurulu olmalı. Tasarım ise mimarlığın aksine sosyal bir eylem değildir. Üniversite bu sosyal olmayan alan üzerine kurulu olmak zorunda. Sosyalleşme süreçlerinin üniversite dışında gerçekleşmesi gerekiyor. Çünkü sosyalleşmenin kendisi, sizin önceden belirlediğiniz bir çerçeveye başka insanların nasıl oturacağına ilişkin bir yolu aydınlatır. Halbuki üniversitede insanın kendisini sosyalleşmeye hazır hale getirecek kişisel inşasını gerçekleştirmesi gerekir. Doğal olarak ikisi birbirinden ayrışıktır. Üniversite bir karşılaşmalar mekanını örgütler, kendisi de ne olacağını söylemez. Han Tümertekin: Düşünün ki beynimde ur var ve ameliyat olmam lazım. Beni kim ameliyat edecek? Bu ameliyatı yapacak olan kişi bütün bu tartışmaların neresinde ve onu biçimlendiren, ona o bilgiyi aktaran ve nihayetinde benim hayatımı kurtarmasını sağlayacak olan süreç nerede gerçekleşecek? Kenan Güvenç: Birincisi, beyin diye bir şeyin ve onun ayrışık bir organ olduğunun; ikincisi, bir kanser olarak urun varlığının; üçüncüsü, senin buna müdahale edecek pozisyonda olduğunun; dördüncüsü, buna ait bir mekan bulunduğunun kabulü hep sosyal kurgulardır. Buradan tartışmaya başlarsak, mimarlığı ilgili olduğu bütün alanlara uzantı olarak yaymak zorunda kalırız. Yani üniversiteye de bu sosyalleşme biçimini aktarırsınız. Halbuki şöyle de bakabiliriz: Benim bedenim bir toplanma, bütün bunların bir araya gelerek bulutsu bir şekilde toplandığı bir şey. Bu noktada ben beden tanımam, beyin tanımam diyorum. Senin söyleminin içinden bakarsak beyin var, ur var, doktor var. Benimkinden bakarsak da bunların hiçbiri yok. Özlem Berber: Han Bey pratik bir yanıt bekliyor aslında bu soruya. Mimar olmak için gereken bilgi ve donanım nedir sorusunun üniversite bağlamındaki karşılığı müfredattır. Birileri bir zaman için bir müfredat hazırlar ve o müfredat da başka birileri ya da başka bir zaman için ne yazık ki bir deli gömleğine dönüşür. Han Tümertekin: Benim derdim üniversite değil; bilgiyle donatılma sürecini merak ediyorum. Nevzat Sayın: Kenan, metninde, mimarlığın statükocu olduğunu belirtiyor ama zaten keyfiyet taşımayan, en azından bir bölümü zorunluluklardan oluşan bütün yapıp etmeler statükocudur. Düşüncenin geliştirilmesi düzleminde kaldığı sürece statükocu olmasına gerek yok, hatta yararı da yok ama yapıp etme bağlamına geçtiğinde

Kenan Güvenç: Konuya sosyalleşme açısından yaklaşalım; olta balıkçılığının gerçekleştirildiği o ana bakarım. Nevzat Sayın: Bense kimin gerçekleştirdiğine bakarım. Eğer tuttuğum üç tane balığı alıp gideceksem statükocu değilim. Kenan Güvenç: Yaptığımız işi gerçekleştirirken dünya ile olan temasımızın ara yüzeyinden bahsediyorum. Seçimlerinizi ve araçlarınızı neyle ilişkilendirmek istiyorsanız dünyaya onu yayarsınız ve bu karşılaşma karşılıklı birbirinizi değiştirme ilişkisi üzerinde cereyan eder. Statüko ise o ilişkinin kendisinin bir kalıba dökülmüş, şekillenmiş ve başkaları tarafından geriye dönülüp tekrar faydalanabileceği hafıza haline getirilmesidir. Hülya Ertaş: Peki bu açıdan mimarlık statükocu olmadığı bir durumu üretebilir mi? Dağ başında etraftaki çalıdan çırpıdan bir aile evi yapsa mesela? Kenan Güvenç: Mimarlık üretemez, hep statükocu olmak zorundadır. Ama tasarım değildir. Nevzat Sayın: En son yaptığın tanıma göre geriye dönük bilgi biriktirmeyi statüko olarak tanımladığın için mimarlık eğitimi de statükocu olmak zorunda. Kenan Güvenç: Üniversitenin tasarıma dönük olması lazım. Mimarlığa dönük olmaması gerekiyor. Benim eleştirdiğim mimarlığın varlığı ya da yokluğu değil. Eleştirdiğim mimarlığın kendi gerçeklik alanını, tasarımın gerçeklik alanının içerisine sokup onu ve dolayısıyla üniversiteyi de paralize etmesi. Üniversitenin kendisi de mimarlığın bir uzantısı olarak kendisini görüyor. Halbuki üniversitede mimarlık diye adlandırılan, sosyal olarak kategorize edilen şey tasarım üzerine, karşılaşmalar üzerine kurulmalı. Nevzat Sayın: Bu, tek tip okullara sahip olmamızın getirdiği bir problem. Farklı mimarlık eğitimleri olması gerekli. Kendi mimarlık eğitimi anlayışlarımızı konuşarak devam edebiliriz diye düşünüyorum. Ben gerçek bir akademik değilim. Bildiğimi aktaracak kadar akademik dünyanın içerisindeyim. O yüzden de Bilgi'deki Mimarlık Yüksek Lisans Programı'nı kurarken biraz pragmatik bir yol izlemiştik. Dört yıllık temel eğitimin ardından mimarlık tarihçisi olacaksam yüksek lisansta bu doğrultuda bir programa katılıyorum, yapı malzemeleri üzerine geliştireceksem izleyeceğim yol farklılaşıyor, mimarlıkla sosyal olgular arasındaki ilintilerin peşinde koşacaksam sosyolojide yüksek lisans yapıyorum. Fakat ‘mimarlık’ yapacaksam, yani yapı yapacaksam, benim eğitim sonrası bütün üretimim yapılar ve ayağa dikilen, fiziksel ortamı hazırlayan şeyler üzerine olacaksa eğitimime devam edebileceğim bir program ne olacak? Okuldan mezun olup, dört yıllık eğitimden sonra, gerçekliğe çarpa çarpa öğrenmesi de önerilebilir. Fakat bunun böyle olmaması gerektiğini, gerçek dünyanın parametrelerinin de sıkı bir şekilde öğrenilmesi gerektiğini düşündüğümüz için Bilgi’deki programı başlattık. Şimdi çok daha gelişmiş bir örüntü olan program böyle bir niyetle başlamıştı. Yapılar mimarlığıyla ilgilenecek olanlar için dört yıllık lisans eğitiminin üstüne yapılan iki yıllık bir devam programı olarak, 4+2 şeklinde de tarif edilebilir. Bir yapı nasıl ayakta durur, bir duvar nasıl taşınır, iklim nedir, sıcaklık-


soğukluk nedir, malzeme ne demektir, doğrusu nasıl anlaşılır, onların hakkındaki düşüncelerimiz nasıl gelişir, program çalışması ne demektir,ihtiyaç nasıl tanımlanır gibi hayatın gerçek alanından devşirilmiş bilgileri de kendi ilgi alanlarımız ve dolayısıyla öğrencilerin ilgi alanlarına sokabilir ve herkesin bildiği zannedilen bu konulara doğru dürüst cevaplar bulabilir miyiz diye bir derdimiz de vardı.

Bu gevşetme ve sıkıştırmaların öğrencileri iyi bir yerde tutabileceğini düşündük. Mimarlık gibi, keyfi olarak başlayacak olsa bile, hiçbir şekilde keyfi olarak devam edemeyecek bir alanda, konuyu geliştirme süreci içerisinde dayatılan noktaların, bir kere daha insanın zihninden geçirilip sonuçların öyle üretilmesi açısından önemli bir yöntem olarak gördük bunu. Aslında yaygın olarak,çok düz ve ‘hedef’e kilitlenmiş bir mimarlık eğitimi var bugün. Bu bu yüzden benim de içinde olduğum okulun bu şekilde ince ayar yapılanmasını önemsiyorum. Mimarlığın daha çok meslek gibi örgütlenmesini, mesleğin parametrelerinin anlatılmasını ve her bir parametrenin olduğu gibi dayatılmaksızın, geliştirilen karşı görüşler doğrultusunda esnetilerek ve göze alınabildiği ölçüde cesurca altı oyularak ele alınmasını hedefledik. Özlem Berber: Bu tarif ettiğiniz lisans sonrası bir yüksek lisans programı, değil mi? Nevzat Sayın: Evet bu bir yüksek lisans programı ama eğer farklılıklar üzerine bir mimarlık eğitimi benimsenecek olsaydı bu anlayışta bir lisans eğitimi de olabilir ve kimi okullar böyle yapılanabilirdi. Kenan Güvenç: Sizin Bilgi yüksek lisans programında yaptığınız daha çok tahkimat gibi gözüküyor. Nevzat Sayın: Evet, lisansı tahkim etmeyi, güçlendirmeyi hedefliyoruz. Ama belirli bir doğrultuda güçlendirme diyelim buna. Yapmak istediğimiz ya da olsun istediğimiz ve apaçık ilan ettiğimiz doğrultuda.Bu çok kolay bir iş değil çünkü lisanstan gelen öğrencilerde lisans eğitiminin alışkanlıklarının kemikleşmiş yapılar oluşturduğunu gördük. Çok çalışkan ve öğrenmek için yanıp tutuşan bir öğrenciyi bile o tutunduğu yerden başka bir yere çekemiyoruz, bu özellikle İTÜ'lülerde görülüyor. İyi öğrenci olduğu ona bir şekilde hissettirilmiş olduğu için çok iyi bildiği şeyleri bırakması, bilmediği bir alana geçmesi kolay olmuyor. Hep sağ elini kullanan birinin sol eliyle desen yapması gibi yeni şeyler keşfedilebilecek bir noktada sıkı bir şekilde ayak diremeyle karşılaştığımız oluyor. Zorluk çektiğimiz bir diğer konuysa öğrencinin çizimler ve maketlerle zihninden geçen şeyi, herkesin anlayabileceği bir biçimde aktarma sürecindeki tıkanıklık. Bunun da ayrıca öğretilmesi gerektiğini düşünüyorum ve bunu lisans alışkanlıklarıyla gelen ve bunlardan vazgeçmeye niyeti olmayan bir öğrenciye yüksek lisansta öğretemediğimiz oluyor. Özlem Berber: Bu yaklaşımın amacı gerçekliğe mümkün olduğunca yakın bir simülasyon ortamı üretmek mi? Mümkün olduğunca yakın, ama öte yandan

Nevzat Sayın: Yapmaya çalıştığımız şeyi tam olarak tarifleyen şey gerçekliğe mümkün olduğunca yakın bir simülasyon ortamı mı? Emin değilim. Derdimiz şu: Masaya konulan konunun, sorunun gerçek olmasını, sorunsallaştırma içinse gerçekliğe ihtiyacımız olmamasını istiyoruz. Yani konu Kağıthane olmalı, kağıthanenin mevcut imar durumu değil. Han Tümertekin: Gerçekliğin ne oranda işin içinde olması gerektiğini hep tartışırım. Hiç gerçeklik içermeyen bir mimarlık bilgisi, benim için söz konusu değil. Çünkü mimarlık, sonunda gerçekte ifadesini bulan bir alan. Dolayısıyla ben gerçekliğin oranının hep yüksek olmasına yatkınım mimarlık eğitiminde. Özlem Berber: Ama o gerçeklik Kağıthane'yi konu olarak almakla kurulmuyor. Nevzat Sayın: Önemli olan Kağıthane’yi konu almak değil, konu alma biçimi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nden yollarını, imar durumunu, plan kotesini, elde edebileceğiniz bütün haritalarını, Kağıthane'yle ilgili elde ettiğimiz tüm dokümanı, o yerin geçmişine dair tüm kaynakları ortaya koyuyoruz. Ama problem tanımını bunun üzerinden yapmıyoruz. Kendi zihnimizde olanla gerçeklik arasında bir yer üretiyoruz çünkü oranın nasıl bir yer olmasını istediğimize dair bir görüşümüz oluşuyor. Mesela ele geçirdiğimiz paftalardan birinde, Kağıthane Deresi'nin etrafında dört geliş, dört gidişli bir çevreyolu vardı. Bunu bir öğrenciye veri olarak sunup onun içerisinden bir proje üretmesini talep etmenin hiçbir anlamı yok. Bu nedenle de diyoruz ki; yol verilerini yok sayın. Bu sayede hem gerçek hem gerçek olmayan birleşiyor. Özlem Berber: Kağıthane ya da başka bir gerçek kent mekanı masaya yatırıldığında değil, aktüel olanı verili olarak tarif ettiğiniz anda, yani verili olan üzerinden olasılıkları geliştirmeye başladığınız anda gerçeklik sorunlu bir konu haline geliyor. Oysa ki üniversitede aktüel olanın değil olasılıkların önde durması lazım. Nevzat Sayın: Ama olasılıklar öğrencinin bulup çıkaracağı bir şey, onları biz tayin etmemeliyiz. Bu aslında çok güzel bir tanım olabilir: Üniversite, daraltılmış verili gerçeklik girdileri üzerinden genişletilmiş bir olasılıklar ortamı hazırlar. Kenan Güvenç: Mevcut mimarlık paradigmasıyla bakıldığında, üniversite bir yanılsama olarak bu olasılıklar ortamını sunar. Senin açılımını yaptığın şeyi çok iyi anlıyorum; zihnen buna karşı çıkacak ya da bunu eleştirecek bir pozisyonum yok. Eğitim neden çeşitlenmiyor, üniversitelerde farklı mimarlık eğitimi yapılanmaları doğmuyor sorusuna geri dönecek olursak, mimarlık üzerinden yaklaşıldığı sürece, bunun gerçekleşme olasılığının olmadığını düşünüyorum. Neden? Çünkü mesela bilimsel devrimin tarihini anlatırken Kuhn paradigmalardan bahseder. Oksijenin yanmadaki etkisini bildiğimiz andan itibaren, bunun henüz keşfedilmemiş olduğu dönemdeki Filojiston Teorisi'nin bugün gülüp geçeceğimiz türden bir şey olduğunu söyler. Oysa Lavoisier'den önce Filojiston Teorisi gerçekti. Diyelim ki mimarlık bununla uğraşıyor, yanmayla ilgili bildiği tek gerçek Filojiston Teorisi. O gerçeğe yönelik bir mimarlık eğitimi kurguladığınız zaman, yarın öbür gün Lavoisier’in paradigması baskın hale geldiğinde siz bu sefer o yeni gerçekliğe geçersiniz. Zaten bütün gerçeklikler daha sonra başka bir gerçekliğe dönüştürülmek için vardır. Bu nedenle mimarlığın içinden bakarsanız zaten bu

37 XXI - mart 2012

Ele aldığımız her konu iki ucundan tartışılabilir, irdelenebilir, alaşağı edilebilir konulardı. Tek bir konuyu yücelterek ve çok önemseyerek de ele alabilirsiniz, altını oyarak da. Biz tam da bunu yapmaya çalıştık. Bu kadar genel bir bakıştan sonra, bizim ayrıntılı bir bakışımız ve değerlendirme kriterimiz olamazdı, ancak öğrencinin olabilirdi. Ve bunu anlamaya, geliştirmeye, bunun üzerine gitmeye çalışıyorduk. Bir tane kuralımız vardı: Anlatılacak olan her neyse, kendi içinde tutarlı ve yeterince maddi sonuca ulaşmış olmalıydı. Yani çizimler, eskizler, maketler, dijital ortamdaki sunuşlarla bir bütün olarak sunulmalıydı.

öğrencilerin hareket alanı çok daralmasın diye de imar kuralı gibi parametreler bu ortama dahil değil.

ünİversİte - PraTİK

Bunun için derste ele aldığımız her şeyin, gerçek bir konu olmasında ısrarcı olurum. Haliç, Dolapdere, Kağıthane, Taksim, İstiklal Caddesi gibi gerçekte karşımıza gelen, günlük hayatın içinden bir konu olmalıydı ama konunun ele alınışı gerçek parametrelerle olmamalıydı. İmar durumu, Anıtlar Kurulu kararları, yükseklik sınırlamaları, teknik dayatmalar, vs gerektiğinde hiçe sayabilirlerdi. Bir sürü kural içerisinde sıkıştırılmış halde üretmenin başka bir yaratıcılık gerektirdiğini biliyorum, bu anlamda kişisel olarak sevdiğim bir durumdur o sıkışıklık hali. Ancak bunun bir öğrenci için büyük haksızlık olacağı sonucuna varmıştık. Niye bu kuralları şimdi öğrensin ki? Nasıl olsa hayatın gerçekliği içinde öğrenecek.

“Neyin nasıl yapılacağı ve yapılması gerektiği başkaları, mesela stüdyo yürütücüleri tarafından aktarıldıkça öğrenciler doğrudanlıklarından ve hayatla yakın temasta olmaktan uzaklaşıyorlar.” özlem berber


GENÇ YETENEK İSRAFI

Kuşku yok ki, yaratıcı hayal gücü ve yetenek ortada. Ancak bu tür çalışmaların mimarlık disiplininin

Patrik Schumacher

ilerlemesine katkısını görmek zor. RIBA Eğitim Direktörü David Gloster, benim bu konudaki eleştirilerimdeki haklılık payını güçlendiriyor: “En iyi işin kendi dünyasını yaratırken yaratıcıları

RIBA Başkanlık Madalyası için yapılan başvurular, İngiltere'deki mimarlık eğitiminin paralel bir

etrafında olup biten her şeyi yansıtma becerisi cezbedici.” Gloster bunu ayrıca "belirgin bir politik

evrende işlediğini bir kez daha gösteriyor. Şimdiki neslin (en iyi?) öğrencilerinin tıpkı öğretmenleri

uç" olarak değerlendiriyor ve öğrencilerin hala “mimarlıktaki değişimin katalizörü” olduğunun kanıtı

gibi, çağdaş toplumun sıradan yaşam süreçlerinin, avangardın dikkatini çekemeyecek kadar

olarak değerlendiriyor. Mimarlığın toplumun diğer alt sistemleri olan politika, medya, bilim vb ile

sıkıcı olduğunu düşündükleri görülüyor. Çağdaş gerçekliğin yarattığı sorunlardan daha ilgi çekici

birlikte geliştiğine inanıyorum. Bu birlikte evrimleşmede inovatif mimari, bilim, medya veya politik

senaryoların icat edilişine tanık oluyoruz. Projelerin çoğunluğunun çıkış noktası, sembolik mesajları

sistemdeki inovasyonlar kadar katalizör görevi üstlenebilir. Ancak buna ulaşmadaki yolun, öteki

ya da şiirselliği hedefleyen, imkansız anlatılar. Bu doğrultuda, sonuçta elde edilenler, tasarımdan çok

dünyaların keşfi olduğundan şüpheliyim, her ne kadar öteki dünyaların keşfi tasarımda yaratıcılığa yol

bir bildiri ya da alegori olarak okunabilir.

açıyor olsa da. Ayrıca mimarinin, radikal politik aktivizme uygun bir alan olduğundan da şüpheliyim. Mimarlığın, söylem ve pratikte sui generis - nevi şahsına münhasır bir disiplin olarak özel toplumsal

Bu durum, çok az ya da hiçbir tanımlama olmaksızın görselleştirilen mekan organizasyonlarını,

sorumluluk ve yetkinliklerle donanmış bir disiplin olduğuna inanıyorum. Bu paralelde mimarlık;

sosyal yaşam döngülerini ve kurgularının karşısında vurgulanan çağrışımlı ve atmosferik görüntülerle

sanat, bilim / mühendislik ve politika gibi diğer yetkinlikler karşısında sınırlarını belirgin bir şekilde

iyice belirginleşiyor. Örneğin, Bronz Madalya’ya (birinci kategorideki birincilik ödülü) sahip proje,

çizmelidir.

Bangalore'da bir taşocağına “akustik lirik bir mekanizma” yerleştirilmesini öneriyor: “Bina rüzgar tarafından çalınmakta, taşocağının rahatsız edici seslerini akustik olarak dönüştürmektedir.” Gümüş

Mimarlar, çağdaş ekonomik ve politik hayata uygun kentsel ve mimari formlar geliştirirler. David

Madalya (ikinci kategorideki birincilik ödülü), Brixton'un “dejenere ve robot işgücünün yaşadığı

Gloster'in da öne sürdüğü gibi, mimarlar ne bir politikayı haklı çıkarmakla ne farklı bir politika ortaya

göz ardı edilmiş” bir süreçte dönüşümünü önerip, kendini bir distopyacı bilim kurgu filmi şeklinde

atmakla ne de küresel politikanın konsensüse vardığı noktalar karşı çıkmakla yükümlüler. “Eleştirel

göstermektedir. Robotlar güya göçmen emekçileri sembolize ediyor, ırkların sömürülmesini temsil

mimari”, doğru politik sürecin yerine kendini koyma yanılgısını üstlenir. Sonuç iyi bir provokasyon

ediyorlar. Önde giden projelerden biri, lüks malları sahte bir tavırla tamir eden eko-sanayi için, kendini

olabilir, ama genellikle naif, saf bir duruş olarak yerini alır - gösterişli bir duruşla desteklenmezse.

alaycı bir şekilde “doğa fabrikası için bir genetik mühendis” olarak sunuyor. Brixton'un robotları gibi

Dünyada başarı bu tür arayışlardan beklenmemelidir. Yaratıcı hayal gücü ve usta görselleştirme

bu "doğa fabrikası" da bir tasarım değil ama eleştirel bir yorumu amaçlayan ironik bir alegori.

becerileri, bir ödüle sahip olmak için yeterli değildir. En iyi okullardaki öğrenci ve öğretmenlerden, yenilikçi çözümlere katkı sağlamalarını beklememeli miyiz?

Bu kategorideki diğer projeler RIBA Journal tarafından seçilip proje açıklamalarıyla bütün olarak yayınlanmış. Sıradaki başlıkları birbiriyle ilişkilendirin: Bir yosun izleme tesisi, Ovid'in

En iyi okulların, yapılı çevre için kalıcı inovasyonlar geliştirmekle yükümlü avangart oluşumlarda

Metamorfoz’undan gelen Echo için bir yer -kurgusal bir anlatıya dayanan ve tüm vatandaşların

önemli bir yer tutmaları gerektiğini düşünüyorum. Okuldaki sistematik araştırma ve ciddi tasarım

güvenlik kutularına (daha sonrasında yüzleşmek üzere) yaşamları boyunca kişisel eşyalarını

deneyleri, profesyonel pratikteki iş yapma süreçlerinin olanak tanıdığından daha ilkeli ve ileriye

depolayacağı bir sığınak ve depolama binası. Buna karşın, diğer katılanlar hakkında çok az açıklama

dönük şekilde yürütülebilir. Akademik tasarım araştırması, tasarımcıların yapılı çevrenin özelliklerine

ve proje başlığı var: Pirolitik santral, tsunami uyarı topluluğu, hidrodinamik peyzaj, mantar çiftliği,

dair belirli görüşleri seçip odaklanmalarına ve onu diğer konulardan soyutlamalarına olanak tanır.

deri tabakçıları ve kasaplar loncası gibi. Bunun yanı sıra çoğu karanlık, bulutlu, şiirsel ve distopik olan

Akademik tasarım araştırması -ya da bir yüksek lisans projesi- tüm dertleriyle gerçek bir projenin tam

atmosferik görüntülerle, gerçekçi olmayan bir tasarım tanımına dair kendine has öneriler sunuluyor.

anlamıyla bir simülasyonu değildir. Bu paralelde, akademik bir tez projesinde, ne tasarımın tanımı ne de çözümü, doğrudan pragmatik olmak zorunda değildir. Buradaki gerçeklik daha zarif ve ince bir

Son iki yılın sonuçları da benzer şekilde. 2010 yılı kazananı bir deniz enkazı alanıydı. 2009'un

düzendedir. Gerçeklik çağdaş dünyadaki fırsatları göz önünde bulundurarak daha iyimser bir inceleme

kazanan projesi ise "iklim değişikliği bakımından insanlık için bir uyarı cihazı olarak, hareketli kıyı

gerektirir ve geçici bir heves olarak kurulan öte dünya anlatılarını üretkenliğin karşısında görür.

mart 2012 - XXI 38

ünİversİte - PraTİK

savunma kuleleri" öneriyordu. Bunlar sosyal hayatı çerçeveleyen mekansal tasarımlar değil, çağrışımlı görüntülerin öne sürdüğü anlatılar ve mesajlardır.

sorunu çözemezsiniz. Tam tersine bir paradigma değişikliği yapılması gerektiğini düşünüyorum. Mesela mimarlığın kendisi, insanların kişisel yaşam dünyalarını sosyal olana tercüme etmek üzere vardır. Mimarlık eğitiminden bahsetmiyorum, üniversitenin fikrinde bir paradigma değişikliğin olması gerektiğini düşünüyorum. Üniversitenin, tıpkı dil öncesi çocukluk çağı gibi, sosyalizasyon öncesi bir ortamı paylaşması gerektiğini, zihinsel olarak bunun entelektini kurması gerektiğini, tasarım üzerine yoğunlaşması gerektiğini söylüyorum. Eğer böyle olmazsa yeni türden eğitim yapılanmaları, ekoller, karakterler beliremez. Hep tek tipleşme olacaktır çünkü modernizm bunu öneriyor.

Bu makale, Architectural Review dergisinin Şubat 2012 tarihli 1380. sayısında yer almıştır. Derginin ve yazarının izniyle.

Kenan Güvenç: Bireyin İngilizcesi individual’dır, yani daha fazla bölünemeyen anlamındadır. Şimdi bizi alt parçalarımıza doğru bölseler hepimiz şahıs (person) olmaktan uzaklaşırız. Ortak, atomik, anonim bir biçimlenme haline dönüşürüz. Sosyallik fikriyse bireyi öne çıkarır. Halbuki bir diğer seçenek de kişi olmaktır, kendisi için olan bir şey haline gelmektir. Mimarlığın kendisi sürekli bireyi, sosyallik kapsamında bölünemez olanı öne sürer. Hanı'ı artık Han olarak göremeyiz . O karaciğerinin akciğerinin toplamından oluşan bir organizmadır. Kişi olmaksa bir kuruluş, kendi gerçekliğinin inşasını gerektirir. Han Tümertekin: Bunun için üniversite ihtiyacı var mıdır? Yoktur.

İki paradigma arasındaki farklılık nedir? İlkinde, mimarlık eğitiminden bahsettiğimiz sürece mimarlık nasıl gerçekleştirilecek diye bir çerçeveye doğru koşarız. İkinci paradigmanın içerisinde ben mimarlıkla nereye doğru, ne için gideceğim, mimarlıkla ben kişisel hayatım için ne yapıyorum sorularını ararız. İlkinde mimarlık varmam gereken, çerçevesi daha önce başkaları tarafından çizilmiş bir olguyken, ikincisinde benim için bir tür refakatçi, içsel bir eşlikçidir. İkisi arasında çok büyük farklılıklar var. İlk paradigma dahilinde, yani modernist yaklaşım içinde yeni bir üniversite fikrine varma olasılığı yok. Han Tümertekin: Mimarlık faaliyetinin bu kadar bireysel olması önkabulü tartışılır bir konu değil mi? Mimarlık eylemi içinde mimarın kendisi bu kadar etkin ve ağırlıklı yer almalı mıdır? Özlem Berber: Kenan Güvenç’in söz ettiği bir mimar değil; kendini gerçekleştirmeye, inşa etmeye çalışan bir birey diye anlıyorum ben.

Kenan Güvenç: Bu, sizin üniversite fikrinize bağlı. Eğer insanlık ülküsü olarak ele alıyorsanız üniversite bu tür şeyleri bir araya toplayan toplanma mahali olarak geçerli. Ama siz üniversiteyi sosyalliğin yeniden üretildiği bir kurumsallık olarak görüyorsanız zaten onun çerçeveleri belli. Nevzat'ın söz ettiği eğitim modeline bakarsak görürüz ki, ne yapılırsa yapılsın gardan sonra üçüncü istasyondan öğrenci katılıyor o sürece. Çünkü daha önce eğitimci tarafından o konunun seçilişiyle belirmiş bir sınırlama zaten var. Eğitimci o konuyu seçerek, öyle bir konuyu ilişkilenme vasıtası haline getirerek öğrenciye ne yapması gerektiğini en baştan, muğlak bir şekilde de olsa söylüyor. Nevzat Sayın: Ama öğrenciden o konunun gerçekliğini sürdürmesini talep etmiyoruz. Birkaç gerçeklik var ve onları birbirinden ayırmak çok önemli: konunun gerçekliği, benim gerçekliğim, bütün bunların içinde bulunduğu dünyanın gerçekliği. Örneğin Haliç diye bir yer var, tüm geçmişiyle orada duruyor. Benim oraya bir bakışım var. Tam senin söylediğin gibi, benim o konuyu alıp oraya taşımamın bir nedeni var. Bu benim


kişisel meselem değil, dönem başında sıkı bir şekilde tartışarak bulup oraya taşıdığımız bir konu. O konuda düşündüklerimi bazen örtülü bir ima ile, bazen açıklıkla doğrudan, aktarabilirim öğrencilere. Ama çalışmalarını mutlaka belirli bir kulvarda geliştirmelerini talep etmem. Kendilerine ait bir düşünceyi oluşturmaları çok önemlidir. Orada içtenlikle geri çekilirim. Ama diyeceksin ki, bu kadar şeyi verdikten sonra geri çekilsen ne olur.

Annemi hatırlıyorum, onun meseleler karşısındaki duruşu, her zaman aklımı karıştırmıştır. Biz kendi aramızda dünyayı kurtarmak üzere sıkı tartışmalar yaparken bize çay getirir sonra da üç-dört kelimeyi geçmeyen bir cümle ederdi. Ve o mutfağa seyrederken biz arkasından bakakalırdık. O cümleyi edebilmesi için bütün gün konuşmamızı dinlemiş, anlamış olması ve dahası bu sonucu çıkarabilmek için bir üst bilgiye sahip olması gerekirdi. Üniversite, bulunduğumuz yerde uzun süre sükunetle durmamızı sağlayacak bir alan değil. Tam tersine, kafası karışık, şüpheci, her şeyi öğrenmek isteyen ama öğrendikçe sorgulayan ve yeniden şüpheye düşen insanların yeri olmalı. Senin söz ettiğin durum için üniversiteli olmak gerekmiyor. İyi yürekli Budist bir rahip olmak daha anlamlı olabilir. Kenan Güvenç: Bu açıdan baktığımızda çok farklı bir şey söylüyorsun. Ben de diyorum ki, yaşamın bütünlüğünü kavrayışın, onu kompartımanlara ayırarak ihtisaslaşmış bölgeler halinde kavrayışından çok daha başka toplumsallıklara yol açacaktır. Bir anlamda, bu dünyayla aramızdaki bir mutlak ilişki, dinsel bir durum ya da dışarı kapalı bir bağ kurma biçimi olarak görülebilir. Diğer taraftan hayatı o kadar çok altbölgelere ayırdık ki, artık biz o altbölgelerin bir parçası haline geldik. Bu parçalanmanın kendisinden ziyade, bir durumun içerisinden bütünü kavramamız, daha sonra hayat yolunda ne gerekiyorsa onun içerisinden çözerek gitmemiz doğrudur. Bu, bir bilgelik değildir, sadece yöntemsel bir durumdur. İlkinde giderek parçalanan, dağılan ve seyrelen bir dünya fikri var, diğerindeyse bir seferde kavranmış, kendisini de onun sürekliliğinde görüp çözündüren bir dünya fikri var. Toplumsal olarak sosyalleşme türlerinin eleştirisi gerekiyor. Bu sosyalleşme tek bir türde olmamalı. Üniversiteler de tek bir sosyalleşme türünün peşinde koştukları için aynılaşıyorlar. Mesele bu. Mimarlığa bakışımızı değiştirerek üniversitelerdeki mimarlık eğitimini değiştiremeyiz. Ben son dört yıldır, önce Osmangazi Üniversitesi’ndeki, ardından da Kocaeli Üniversitesi’ndeki yaklaşık 20 kişilik atölyelerimde sadece kulübe tasarlamalarını istiyorum öğrencilerimden. Nevzat Sayın: Osmangazi Üniversitesi'nde bir diploma jürisinden bir örnek anlatabilir miyim? Kenan ile Murat Uluğ’un olduğu grupta bir öğrenci porsuk nehri kenarında bir üniversite için kafes anolojisi üzerinden bir önermede bulunmuştu ve diploma projesi olarak sadece şunu teslim etmişti: içi tamamen iki yönlü ızgaralarla doldurulmuş bir kafes ve içinde de bir kuş. Masanın üstünde duran şey buydu. Bunun ne bir çizimi, ne de detayı vardı. Ben bu çalışma üzerine konuşmayı

Kenan Güvenç: Bunu hiç kimse savunmuyor şu an. O 1999 yılındaki bir olaydı ama hepimiz bir dolu aşamadan geçiyoruz zamanla. Öğrencilere diyorum ki, tarlada bulunmuş bir şeyin sergilenmesi için bir kulübe yapın. Örneğin 50 cm’ye 6,5 m boyutlarında belirli bir döneme ait bir yazıt buluyorsunuz, onun için bir kulübe yapın. Öğrencilerin hiçbiri böyle basit bir şeyi ayağa kaldıramıyor. Ama kültür merkezi yapmalarını isteseniz yaparlar. Çünkü onun benzerinin repertuar halinde gerçekleşme, uygulanma kalıpları var. O uygulama kalıplarının içine girdiğiniz andan itibaren şu ya da bu şekilde onu beceriyorsunuz. 30 bin metrekarelik projeleri yapıyorlar ama kendilerinden hareketle, basit, temel bir şeyi, bir kulübeyi yapmalarını istediğinizde iflas ediyorlar. Nevzat Sayın: Projenin verilişine bağlı bu. Eğer kültür merkezini yapabiliyorsa, o kulübeyi de yapar. Han Tümertekin: Kulübeyi yapamıyorsa zaten o kültür merkezini de yapamıyordur. Mekansal kalitelerini analiz ettiğin anda çöptür o da. Programları yerleşmiş, gayet tutarlı bir şekilde çiziyorlar ama giremezsiniz bile o 30 bin metrekare binaya. Kenan Güvenç: Sonuçta insanlardan dünyayı kendilerinden başlatmalarını talep ettiğimiz andan itibaren iflas ediyorlar. Ama onları sosyalliğin bir durağından başlattığınız, zaten sosyal olarak oluşturulmuş olan bir çerçeveye dahil olmalarını talep ettiğiniz, bir kültür merkezi ya da hükümet konağı yapmalarını istediğiniz anda çoktan hazırlar. Çünkü sosyalleşmiş bir parça olarak, birey olarak, sosyalleşmiş olanın, o sürekliliğin içerisinde kendilerine yer bulabiliyorlar. Ama diğerinde bulamıyorlar, dünyayla temaslarında bir sorun var. Özlem Berber: İflas kelimesi çok ağır geliyor kulağa. Çünkü aslında o kadar zor bir şeyden söz ediyorsunuz ki. İnsanın tamamen kendisi olması, bütün varlığını üretimiyle ortaya koyması, hele de gerçekten o tarlada, o yazıtın yanında, o toprağın üstünde otururken değil de bir stüdyo ortamındayken söz ettiğiniz türde bir ilişki kurabilmesi kolay mı? Temas edebilmek için çok uğraştıklarına eminim. Kenan Güvenç: Evet doğrudur, ama sonuçta ortaya çıkan üründe mimarlık açısından geçerli olmayan bir durum var. Diğer yandan insani olarak, üniversite eğitimi açısından geçerli olan bir durum oluşuyor. Özlem Berber: Kesinlikle katılıyorum. Kültür merkezinde kişisel bir uğraşı, bir çeşit savaş vermesi gerekmiyor. Öğrenci refleks olarak önceden verili, kodlanmış şeyleri çağırıp bir araya getirebiliyor. Nevzat Sayın: Ben bunun o kadar umutsuz bir vaka olmadığını düşünüyorum. Uzun bir süre öğrencilerin hiçbir şey anlamadıklarını, hiçbir şey okumadıklarını, dünyayı merak etmediklerini, bu donuk ve meraksız halleriyle nereye kadar gidebileceklerini sandıklarını düşüne düşüne, onlarla kavga eder hale geldim. Biraz vakit almakla birlikte sonraları, bunun bir durum olduğunu, iyi ya da kötü olarak yargılamanın bana düşmeyeceğini, bu konuda yargılarımı bir kenara bırakmam gerektiğini kavradım. 45 derece eğimli bir yerde senden bir bina istendiğinde keşke düz olsaydı diye düşünme şansın yoktur. Eğer o binayı yapacaksan düşünmeye o durum üzerinden başlarsın. Bu benzetmeden yola çıkarak ben de karşılaştığım durumu bir sorun olarak değil de, bir girdi olarak alıp buradan başlamam gerektiğini düşündüm. İşte o zaman da fark ettim ki aslında öğrenciler düşündüğümüz kadar tembel ve zamanını heba eden kişiler değil.

39 XXI - mart 2012

Nevzat Sayın: Peki, üniversite eninde sonunda buraya öğrenmek üzere gelen bir sürü genç insanın bulunduğu bir yer değil mi? Bu kadar şeyi öğrenirken aynı anda bu kadar şeyi unutmak mümkün mü? Bence bir üniversite öğrencisi o suya bakarken bütün anıları ve üstelik ayrıntılarıyla bakan kişidir. Senin söylediğin anlamda, sadece suyla kendisinin ilişkilendiği yer için üniversiteye ne gerek var?

reddetmiştim ve patırtı çıkmıştı. Kafes, kuş, üniversite ve eğitim meselesi böyle anlatılırsa onun nesini konuşabiliriz ki?

ünİversİte - PraTİK

Kenan Güvenç: Bütün bunların ötesinde bir durumun var olduğunu düşünüyorum. Geldim ben, Haliç'in kenarında duruyorum. Etrafımdaki şeyleri görmüyorum, insani bir şeye bakmıyorum, sadece suya bakıyorum. Bu suya bakışımda hangi yüzyılda olduğumu da hangi coğrafyada olduğumu da bilemem. Bu bakış sadece su ile benim aramdaki o arkaik ilişkinin tecellisi olarak gerçekleşir. Burada zaman yoktur, silinmiştir ve azadedir. Kafamı bir kaldırdığımda Ayasofya'yı görüyorsam başka bir durum ortaya çıkar. İlk bakış bir gerçeklik alanıyken, ikincisi gerçeklerin alanı. Değişmeyen şey: insanın suya teması. Tıpkı bunun gibi benim dünyayla ilişkilenmem soyçekimime bağlı olarak asla değişmeyecek. Geçenlerde Metis'in ajandasında okudum: "Bir maymunu ormanın içinden çıkarabilirsiniz ama ormanı maymunun içinden çıkaramazsınız." diye bir deyiş var. Yani bizim içimizde bir orman var ve o ormanın kendisini sosyalleştiremezsiniz. Tasarım da tam bunun üzerine yaslı, gerçeğin yeniden inşası için çok etkili bir araç. Üniversite bu aracı verir ve dışarı çıktığınızda kendinizi inşa biçiminizi ister mimarlıkla ister politikayla ister başka uğraşlarla sosyalleştirirsiniz.

“Üniversiteler de tek bir sosyalleşme türünün peşinde koştukları için aynılaşıyorlar. Mimarlığa bakışımızı değiştirerek üniversitelerdeki mimarlık eğitimini değiştiremeyiz.” kenan güvenç


Bunu fark etmek için mimarlık dışında ne yaptıklarına bakmak gerekiyordu: Sokakta nasıllar, boş zamanlarında nasıl vakit geçiriyorlar, sevgilileri kim, inandıkları politik bir duruş var mı? Ve o kadar da anlamsız bir hayat sürmediklerini gördüm. Bu deneyimimden yola çıkarak diyebilirim ki: Bir kültür merkezini yapıp bir kulübeyi yapamamak senin bir yöntem olarak meseleyi nasıl ortaya koyduğunla ve onu nereye kadar götürmeye çabaladığınla çok ilgili. Konu sadece öğrenciyle bir yazıtın nasıl sergileneceği üzerine problematize edilmiş bir kulübe arasında kalamıyor.

mart 2012 - XXI 40

ünİversİte - PraTİK

Bir öğrenci, bizim düşündüğümüzden daha çok bir hocaya ihtiyaç duyuyor. Bir hoca olarak düşündüklerini söylemekten çekinmedikçe, ama bunları dayatmadıkça, ilginç bir yöntem aktarabiliyorsun. Ve en iyi eğitimin, eninde sonunda bir şeyin bilgisini değil de, yöntemini aktarmakla olduğunu fark edince, kulübeyi yapmakla kültür merkezini yapmak arasında onların davranışları açısından da çok büyük bir fark olmayacağını görüyorsun. Ama hayatın en büyük hakikatini, bir yazıtın sergileneceği bir kulübe olarak ortaya koyar ve sonra çekilirsen, öğrenciler için orada kocaman bir boşluk kalır. Muhtemelen yapamadıkları için yaşadığın hayal kırıklığı da buradan kaynaklanıyor. Kenan Güvenç: Yapamamalarından ötürü bir hayal kırıklığı yaşamıyorum. Kendi gerçekliklerine yakın durarak yaptıkları bir şey var ortada. Ama bildiğimiz, konvansiyonel bakış açısına uygun bir mimarlık ürünü gerçekleştirmiyorlar. Baksanız, bir çocuğun yapacağı şeyler dersiniz bunlara ama onunla uğraşma biçimleri, onu işleme biçimleri, konunun kendi içerikleri, öğrencilerde derin izler bırakıyor. Bunu onların bir tür başarısızlığı olarak görmüyorum, tam tersine beklenmedik bir alandan, beklenmedik bir şey üretmeye başlıyorlar. Mesela benim atölyelerimde devamsızlık ve meraksızlık hiç olmuyor. Bu, benim kendi yetkinliğimden kaynaklanmıyor. Bunun nedeni öğrencilerin kendi dünyalarından hareketle, tasarımın kendisinin geriye doğru, arkaik olana doğru hareketle ilerlemesi. Halbuki, mimarlık bilgisi, kişinin kendisinden değil, içinde bulunduğu zamanı geriye ve ileriye doğru süpürdüğü alandan başlıyor. Atölyede üretmeye kendilerinden başladıkları için sürekli o merakı içlerinde sıcak tutuyorlar, gerçekten kendileriyle ilgili problematikleri sezmeye başlıyorlar. Asıl demek istediğim bu. İflas eden aslında atölyedeki öğrenciler değil. Bu durumun mimarlık açısından bir iflas olduğunu söylüyorum. Nevzat Sayın: Ben her yıl 10 ila 15 arasında öğrenci alıyorum. O öğrencilerle İzmir, Dikili'de bir yaz okulu yapıyoruz. Köydeki durumları inceliyoruz, diyelim ki köyün yıkık mescidini ne yapacağımızı tartışıyoruz: Süpürelim, bunu güzelce temizleyelim ve orası bir park mı olsun, yeni bir mescit mi yapalım, yoksa başka bir şey mi yapalım? Bunun yanıtını bulmak için öğrenciler köyde dolaşıyor, köy mezarlığına gidiyor, insanlarla konuşuyor, çarşaflardan sinema perdesi yapıp eski okulun bahçesinde film gösterimi yapıyor, köylülerle yemeğe katılıyor, vs. Tüm bunları yaparken bir taraftan da bugünkü dünyada hala yerelliğin olup olamayacağını, malzemenin ne olduğunu, zanaatkarlığın anlamını, otonom bilginin varlığını tartışıyoruz. Bunu olanaklar dahilinde farklı gelir gruplarından, farklı etnik gruplardan öğrencilerle bir dikey stüdyo olarak yapıyoruz, yani

birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar farklı düzeylerdeki öğrencileri almaya çalışıyoruz. Bu esnada ilginç bir gözlem yapma fırsatım oldu: Küçük sınıflar kesinlikle büyük sınıflardan açık ara daha iyiler, enerjileri, fütursuzlukları, yapma bilgileriyle çok daha iyiler. Başlarken küçük sınıfların ezilebileceği yönünde endişeleniyorduk, oysa hiç de öyle olmadı. Özlem Berber: Bence küçük sınıfların başarısı, ürettikleriyle kendileri arasındaki mesafenin diğerlerininkinden daha kısa olmasından kaynaklanıyor. Okul, müfredat, her çeşit bilgi depolanması bu mesafeyi üretiyor. Nevzat Sayın: Ben bu noktada okulun bir yöntem öğretememiş olduğunu, hatta olanı da hırpaladığını düşünüyorum. Yani küçük sınıflardakiler daha çok anneme benziyorlar, ama büyüdükçe değişiyor ve bilgisini doğrudan arttıramaz hale geliyorlar. Özlem Berber: Başlarda kendisi fazla bir şey bilmediği için meselelerle doğrudan ilişkilenirken asıl yöntem bellemeye başladıkça mesafe büyüyor diye düşünüyorum. Neyin nasıl yapılacağı ve yapılması gerektiği başkaları tarafından, mesela stüdyo yürütücüleri ya da diğer derslerdeki hocaları tarafından aktarıldıkça o doğrudanlıklarından ve hayatla yakın temasta olmaktan uzaklaşıyorlar. Nevzat Sayın: Bu sözünü ettiğin durum,bilgi birikimi arttıkça oluyor.Oysa bilgiyi değil de yöntemi öğrenmiş olsaydı, karşılaştığı şeyle ilişkisini yeniden anlamlandırmaya çalışırdı. Ben Dikili’de geçirilen 15 günlük süreyi üçe ayırıyorum. İlk beş gün yadırgama, ikinci beş gün anlamak üzerine kurulu, üçüncü beş gündeyse oradan biri gibi oluyorlar. Bugüne kadar yüzlerce öğrenciyle bunu denedik, yadırgama aşamasında kalan sadece birkaç örnekle karşılaştık. Oradaki deneyimimizle ilgili üç noktaya değinmek istiyorum. İlki, öğrencilerin içinde bulundukları durum değiştirilince, öğrenme biçimleri ve üretme biçimleri de değişiyor. İkincisi, düşüncelerini aktarırken bir şeye benzetmek konusundaki endişelerinden uzaklaşıyorlar. Sanıyorum köy, ne kadar çok bilgiye sahip olduklarını anlatabilecekleri bir ortamı onlara dayatmıyor. Tam tersine, her şeyi unutabileceklerini içtenlikle söylüyor. Yani gördükleri her şey o kadar az ki, onun içerisinde rahatlayabiliyorlar. Üçüncüsüyse, araçları kullanırken, yani maket yaparken, çizerken çok daha samimiler. Atölyenin şöyle bir şartı var: istedikleri kadar dijital ortamda hazırlamış olsunlar, A3 bir dosya teslim etmek zorundalar. Bu, yaklaşık 90 sayfasını ortaklaşa oluşturdukları, geri kalan 10 sayfayı da herkesin bireysel olarak ürettiği yaklaşık 100 sayfalık bir A3 dosya. Okuldaki eğitimle Dikili’dekinin farklı olmasından yola çıkarak tekrar aynı noktaya varıyorum aslında: Okulların birbirinden farkı ne kadar çok olursa, o kadar çok sayıda iyi öğrenci yetişme ihtimali doğar. Mimarlık eğitimi için tek tip bir tanım olması yerine çokluğun sağlanması önemli. Hülya Ertaş: Aslında üniversiteyi kendi içine kapatınca pratiği de kendi içine kapatıyorsunuz. Dolayısıyla, mevcut gündelik hayatımızda karşımıza çıkan kentsel ortamın müellifi, sadece pratiğin kendisi oluyor. Ama pratik tek başına onu iyileştirebilecek ya da mimarlığın daha çok aktör olabileceği bir pozisyon edinebilecek araçlara sahip değil. Bunu yapabilmesi için üniversitenin beslemesine gereksinimi var.


Kenan Güvenç: Benim için sıfır noktası düşüncesi esasında şöyle bir şeye tekabül ediyor: Balık sudur benim için, değirmen rüzgarın bir biçimidir, portakal güneş ışığıdır. Nevzat Sayın: Balık sudur dedin ama değirmen sudur demedin. Demek ki orada da bir bilgi var. Kenan Güvenç: Bu bilgi değil, idrak çünkü onunla hiçbir şey yapamam. Ama eğer benim suyla karşılaşmam söz konusuysa, su sadece benim o anda karşılaşmak üzere yeniden inşa ettiğim bir şey olarak varolur. Sıfır noktası, başlangıçlar fikri budur benim için. Yoksa bilgide zamansız bir noktaya geri çekilmekten bahsetmiyorum. Özlem Berber: Mümkün de değil herhalde öyle bir geri çekilme.

Nevzat Sayın: Açıklık fikri niye yazılamasın? Az önce senin söylediğin Ortaçağ mimarlığını, Gotik’i strüktür üzerinden okursak, temel meselesinin açıklıkların arttırılması üzerine kurulu olduğunu görürüz. Kenan Güvenç: Benim açıklıktan kastettiğim geçtiği mesafenin niceliksel ölçüsü değil. Açıklık, boşluğun örgütlenmiş biçimi. Nevzat Sayın: Ama Gotik bir kesit, bir kırılma noktası. Niye tarihi yazılamasın? Kenan Güvenç: Yazdığınız şey konstrüksiyonun, katedralin, gotik yapım yöntemlerinin tarihi. Açıklığı yazamıyorsunuz. Açıklık açıklıktır, o bir boşluktur ve sizin ona erişme olasılığınız yok. Özlem Berber: Yazılsa da daha çok efsaneler, hikayeler biçiminde olur gibi geliyor. Bu arada ben sizin tartışmanızı izlerken aslında Nevzat Sayın’ın bazı işlerinin Kenan Güvenç’in aktardığı bakışla oldukça paralel olduğunu düşünüyorum bir yandan. Mesela bir yamacın kenarında konumlanan bir ev boşluğa doğru uzuyor, ince uzun bir terasla... Çok şematize etmiş olabilirim. Elbette o durumu yapılandırmak için hiçbir şeyin bilinmediği bir sıfır noktasından başlamıyorsunuz ama tam oradaki durumu ya da o durumun içinde sizce çok temel olan şeyleri keşfedip açığa çıkarmaya, boşlukta durmaya, boşluğa bakmaya, denizden yansıyan ışıkla baş başa kalmaya yoğunlaşıyor olabilirsiniz diye düşünüyorum. Ama siz buna ısrarla itiraz ediyorsunuz.

Kenan Güvenç: Ama hepimiz sonuçta içinde yaşadığımız durumun bir kavşağıyız. Nevzat Sayın: Asıl konunun merdiven değil,bir kottan öbürüne çıkmak olduğunu belirtip, nasıl çözmeye çalışacağımızı düşünüyoruz. Ama bu bile insanın kendi hafızasından taşıyıp getirdiği bir soru. Onun için o sıfır noktası meselesini anlıyorum ama içselleştiremiyorum. Kenan Güvenç: Merdivende değil de basamak fikrinde sıfır noktasından başlayabilirsin. Bunlar benim için strüktürlerdir, başlangıçlarda bulunan şeylerdir, bunların tarihi yazılamaz. Mesela, uç gibi. Ucun tarihi yazılamaz. Bir yapının kendi gelişme süreci içerisinde bir başka şeye dönüşmek üzere olduğu yığılma anını, mevcut yapısını koruyamayacak bir düzen kırılmasına uğramak üzere olduğu anı uç olarak tanımlıyorum. Bunun tarihi yazılamaz ama buradan tasarımsal olarak bir dolu fikir geliştirebiliriz. Eşik fikrini, sınır fikrini geliştirebiliriz; tasarımın kendisine kaynaklık edecek, kendisinin bir şekli olmadığı halde birçok şekilden birinin içinde

Nevzat Sayın: Anlamlandırmak için belki şöyle bir şey söylenebilir: Sıfır noktasından başlamıyorum ama oraya varıyorum. Tasarıma başlarken daha maddi şeylerden başlıyorum: arsanın eğimi, rüzgarı, ışığın konumu gibi. Ama sonunda nasıl bir adamsam öyle bir yapı ürettiğim için, yani kendimden çok uzakta bir yere gidemeyeceğim için, benim yapılanmam içerisinde öyle bir ürün ortaya çıkıyor. Kenan'ı dinlerken senin fark ettiğin şeyleri ben de fark ediyorum ama onlar benim başlangıçlarım değil. Başlangıçta görmediğim, ancak sonuçta görebileceğim bir şey oluyor. Kenan Güvenç: Bu da çok doğal çünkü tasarımın kendi yapısı bu. Ancak geriye dönüp baktığımızda ne yaptığımız fikrini edinebiliriz. Nevzat Sayın: Korkarım hayatın da yapısı böyle, sadece tasarımın değil. Kendine vay canına der mi bir insan? Oysa geriye dönüp bakınca öyle anlar olabiliyor.

41 XXI - mart 2012

Nevzat Sayın: Burada benim bir itirazım var. Sıfır noktasından başlamak kelimesi bana da hep sihirli gelmiştir. Ama tabiatı gereği bu imkansız bir şey. Şöyle bir ayrımı koysak: Bilmediğimiz bir konuda sıfır noktasından başlayabiliriz, diğerindeyse anılarımızla, bilgimizle başlarız. Sıfır noktasından başlamak ancak hiç bilmediğin bir konu için geçerli olabilir. Bir atom reaktörünü nasıl tasarlayacağım konusunda, sıfır noktasından başlarım. Ama bana bir okul binası tasarlama işini verseler bütün bildiklerimi nasıl bir kenara bırakabilirim?

bölünüp kaos yapısı olarak tasarımın önünü açan şeylerden bahsedebiliriz. Basamak da öyle, basamak bir strüktürdür. Merdivense basamağın inşa edilmiş halidir. Bazı kavramlar vardır ki mimarlığı da kapsadığı halde, bizim mimarlık kavrayışımızın ötesinde dünyanın genel fikrine ilişkin bir şeyden bahseder. Bu noktalardan tasarımı başlatmak benim için sıfır noktasıdır. Mesela, açıklık sıfır noktası fikridir. Açıklığın tarihi yazılamaz. Ama açıklığı inşa eden şeyin, doğramanın tarihi yazılır. Ben de açıklık fikrinden başlatırım tasarımımı, doğramadan başlatmam. Doğramadan başlatırsam, mimarlık üzerinden başlatmış olurum.

ünİversİte - PraTİK

Kenan Güvenç: Eğer teori ve pratik arasında böyle bir ayrım zorunlu hale gelmişse söylediğinde haklısın. Ama tasarım, metinsiz bir eylemdir; bu, onun bir tür praxis olduğunu gösterir. Teoriyle pratiği birbirinden ayırt edemediğimiz, düşünmenin kendisinin fiile dönüştüğü süreçlerden bahsettiğimiz, tekil ve birleşik bir çabadır bu. Dolayısıyla eğer teori ve pratik ya da söylem ve yapma diye de ayırt edersek, böyle kalıplara ayırırsak söylediğiniz şey tutarlı. Ama tasarım metinsiz, ben her seferinde tasarım yaparken sıfır noktasından başlıyorum. Bütün edindiğim donanımların, sosyal anlamdaki tecrübenin ötesinde, hafızasız bir bilgi türünü sıfır noktasından ayağa kaldırmaya çalışıyorum. Her seferinde bu sefer yapamayacağım kaygısıyla başlıyorum, dolayısıyla tasarlama eyleminin bir belleği yok.


yapı - ofİs - kocaelİ mart 2012 - XXI 42

fotoğraflar: Cemal Emden

Yatay Ayna Teğet Mimarlık’ın Yapı Kredi Bankacılık Üssü’nde tasarladığı yeni yapı, paslanmaz çelik cephesiyle çevresini yansıtarak konumlandığı topoğrafyada kendini belirsizleştiriyor. Hülya Ertaş

Yapı Kredi ACCR

teğet mimarlık

he: 2009’da Gebze’deki Yapı Kredi Bankacılık Üssü’ne Akademi Binası’nı yapmıştınız. Şimdi aynı kampüste daha kapsamlı bir projenizle karşı karşıyayız. Tüm bunlar bir master planın parçası mı? Ertuğ Uçar: Hem hayır hem de evet. Hayır, çünkü Akademi’ye başlarken bu ikinci grup işten habersizdik. Banka yönetiminin de net planları yoktu. Öte yandan, evet çünkü banka bir şekilde şehir içinde farklı yerlere dağılmış organizasyonel parçalarından uygun olanlarını, o gayrimenkulleri elden çıkararak ya da kira bedellerinden tasarruf ederek Gebze’ye taşımak arzusundaydı. Akademi’den sonraki kapsamlı proje, banka yönetiminin isteklerine bizim de katkılarımızın eklenmesiyle, kısa bir ön çalışma döneminden sonra bir master plana dönüştü. 2008’den bugüne eklediğimiz 20.000 metrekarenin üzerinde kullanılabilir alanla üs neredeyse 1999’daki halinin 1,5 katına çıkmış oldu.

he: Hem Akademi, hem de ACCR ve diğer ekler için mevcut bir yerleşime eklenmenin zorlukları nelerdi? eu: Biliyorsunuz YKB Bankacılık Üssü geniş arazisinin master planıyla birlikte 1999’da hizmete açıldı. Proje, İngiliz mimarlık şirketi Mc Aslan&Partners’ın. Master plan ortalarındaki avludan ışık alan dokuz adet ofis kutusu ve bunların içine yerleştiği bir iç sokak ızgarasından oluşuyor. İyi işleyen, net bir planlaması var. Tabii sorunlu yerleri de vardı; servis girişi, bazı servisler, mutfak, yemekhane gibi birimler ofis için ortaya konmuş 30x30’luk modüle iyi oturmuyordu. Ayrıca iç sokak sistemi iki adet girişi saymazsak gidip gidip tıkanıyordu, yani sokaklar sonlanmıyordu. Mevcut yerleşime eklenirken öncelikle bu sistemi artıları ve eksileriyle analiz ettik. Burada ana omurgayı korumak bizim için önemliydi. İyi bir denge tutturduğumuzu düşünüyorum. Yeni yapıların varlığıyla mevcut kutular başka bir anlam kazandı, daha iyi okunur hale geldi. Öte yandan yeniler kendi varlıklarını ortaya cesurca koyuyorlar. Genel planlamada da yeni işlevlerin, eklenme biçimleriyle mevcut sistemin tıkanıklıklarını


yapı - ofİs - kocaelİ 43 XXI - mart 2012

solda: Yapının yatayda uzayan görüntüsü altta: Gece aydınlatmayla vurgulanan saçak


yapı - ofİs - kocaelİ mart 2012 - XXI 44

çözdüklerini, üssü gridin katı kıskacından kurtardıklarını düşünüyoruz. he: ACCR yatay olarak uzuyor ve saçağıyla da bunu özellikle vurguluyor. Akademi’deki daha dikey kurgu sonrasında bu yataylığın seçilme nedeni nedir? eu: Bu biraz programdan doğdu. Tek katta çözülse iyi olacak çağrı merkezi ve yemekhane işlevlerinin büyüklükleri zaten kütleyi uzamaya zorluyordu. Akademi ise sonradan tek bir boşluk tarafından birleştirilecek şekilde dikeyde parçalanmaya müsait bir programa sahipti. he: Akademi’de sınıflar vardı. ACCR’nin programında neler var? Hangi işlevler eklendi Gebze’deki bankacılık üssüne? eu: Ana işlevler ACCR, Arşiv-Call Center-Restoran kelimelerinin kısaltması. Bu yapıyı yönetim, üssün Akademi tarafına, yani TEM tarafına yerleştirmeyi istiyordu. Şu anki konumunu biz önerdik. ACCR mevcut sistemden bir iç sokak eni kadar uzaklaşıyor. Dört yüksek katı var: İki bodrum katta arşiv, arada büyük bir çağrı merkezi katı ve üstündeki yemekhaneden oluşuyor. Ayrıca eski servis avlusunun brüt beton duvarlarını kullanarak çelik bir fitness merkezi tasarladık. Çöplerin toplandığı ve kağıtların imha edildiği bir servis yapısı ile

ayrı bir arıtma tesisi ekledik. Eski garajı enerji ve posta merkezine dönüştürdük. Tüm bunları bağladığımız yeni bir vaziyet planıyla birlikte Gebze’deki üs 2010 sürümüne geçmiş oldu. he: Akademi mevcut sisteme tek bir noktadan bağlanıyordu. ACCR binasında bu nasıl oldu? eu: ACCR binası iri ama etrafıyla çok girift bir bağlantılar ağı kuruyor. İki ayrı kottan ve iki ayrı yönden iç sokak sistemine bağlanıyor. Bir giriş, sokaklardan birinin sonuna eklenen uzun bir rampa köprü vasıtasıyla gerçekleşiyor. Buradan çağrı merkezine ya da rampanın devamında yemekhanenin servis hattına ulaşıyorsunuz. Servis hattının olduğu noktaya tamamen başka bir istikametten de yaklaşabilirsiniz. Üssün diğer tarafından, bu projeyle revize edip genişlettiğimiz girişten, fitness merkezi boyunca yürüyebilir ve bir köprüyle yine yemekhane servis başlangıcına ulaşabilirsiniz. he: Mevcut bina brüt beton, alüminyum ve cam malzemeden kurgulanmış. Sizin malzemeye yaklaşımınız nasıl oldu? eu: Mevcut yapı malzeme açısından brüt bir şekilde ele alınmış. Temelde bu yaklaşımı sürdürdüğümüzü düşünüyorum. Kütlelere bakarsak, Akademi gerdirilmiş bakırdan bir prizma, ACCR ise paslanmaz

çelikten bir kutu. İkisi de bir yandan ilk bakışta uzun süredir oradalarmış gibiler; öte yandan da iyi yıllanıyorlar. ACCR, Akademi’nin üssün topoğrafyasından fırlayan oranlı kütlesinden çok farklı. Akademi ikonik bir yapı. Üsle ve toprakla kurduğu ilişkinin gerilimiyle kurduğu grafik bir duruşu var. Işığa göre değişiyor. Onu kaplayan bakır tül akşam ve gündüz, yaz ve kış çok farklı hallere bürünüyor. ACCR ise kocaman bir kütle. Üsten uzaklaştıkça yamaca saplanıyor. Biz ACCR’yi paslanmaz çelik panellerle kapladık. Kütlesini yok etmek, nerede başlayıp bittiğini belirsizleştirmek istedik. Önünde geniş bir çayır var, sonra da içi ağaçlarla dolu bir vadi var. Cephe yüzeyi o yeşilliği yansıtıyor hep. he: İç mekanlar sanki üsse oranla daha renkli tasarlanmış. Bunun nedenleri nedir? eu: Evet, iç mekanlarda daha renkli ve rahat davrandık. Zaten çağrı merkezi çok kalabalık ve siz bir şey yapmasanız da insanlar ve eşyalarıyla dolup renklenen bir yer. Burada ses yalıtımına çok dikkat ettik. Geniş yüzeylere malzemeler tanımladık. Duvarlarda perfore ahşap, kumaş paneller; tavanlarda gerdirilmiş metalden paneller, alüminyum lameller ve paslanmaz çelik panolar; zeminde yüzey sertleştiricili beton, halı ve ahşap kullandık.


yapı - ofİs - kocaelİ 45 XXI - mart 2012

karşı sayfada üstte: Yapı Kredi ACCR’nin üs içindeki görüntüsü altta solda: Paslanmaz çelik panellerdeki yansımalar altta sağda: Yapı bağlantı koridoru bu sayfada en üstte: Cephedenin yarı-geçirgenliği üstte: Yemekhane solda üstte: Kafe solda: Call center arka sayfada Yemekhane ve yapıyı örten uzay kafes sistem


yapı - ofİs - kocaelİ mart 2012 - XXI 46

he: Yapı, en üst katta, yemekhane katında farklılaşıyor? Bunu açabilir misiniz? eu: ACCR’nin en üst katı iki vardiyada 2.000 kişi kapasiteli büyük bir yemekhane. Gerektiğinde büyük toplantı veya partilere ev sahipliği edebilecek bir altyapıya sahip. Önünde yapı boyu uzanan bir terası, bir yanında VIP terası, diğer tarafındaysa yaz mevsiminde açılan, iç mekanın devamı niteliğinde bahçesi var. Akslar bu katta seyreliyor ve bir uzay kafes sistemle kolonsuz bir mekan elde ediliyor. Kuzeye açılan dişli çatıyla gerdirilmiş metal tavandan gün ışığı süzülüyor. Burayı büyük bir sera gibi düşündük, içeride özel olarak seçilmiş bitki grupları var. he: Üs için başka projeler var mı yolda? eu: Bundan sonra belki bir otel talepleri olabilir. Bu konu masadaydı. Akademi’de eğitim görmek için Türkiye’nin her yerinden gelen banka çalışanlarının üste kalabileceği 250 yataklı bir yapıdan söz ediliyordu. Biz de böyle bir ek nasıl olabileceğini araştırarak onu master plana ekledik. Akademi ve ACCR’nin aksi yönde başka bir iç sokak bitişine bu kez de zarif ve küçük bir dikey kütle koymayı düşündük. Böyle bir öneri sunduk ancak şu anda gündemde değil.


zemin kat planı

1. kat planı

kesit

vaziyet planı

47 XXI - mart 2012

proje adı: YapıKredi Bankası Hizmet Binası (ACCR Binası) proje yeri: Gebze, Kocaeli mimari proje: Teğet Mimarlık proje mimarları: Mehmet Kütükçüoğlu, Ertuğ Uçar mimari proje ekibi: Alev Dağlı, Elena Giugni, Tuberk Altuntaş, Mert Üçer, Onur Akın proje tarihi: Eylül 2009 - Ocak 2010 yapım tarihi: Şubat 2010 - Ocak 2011 işveren: Yapı Kredi Bankası statik projesi: Aydın Pelin & Can Binzet Mühendislik elektrik projesi: Promer Mühendislik mekanik projesi: Okutan Mühendislik aydınlatma projesi: Kroma Aydınlatma altyapı projesi: Seyaş Mühendislik proje yönetimi: İşte Proje Yönetimi yapım türü: Betonarme + çelik konstrüksiyon arsa alanı: 198.000 m2 toplam inşaat alanı: 15.500 m2

yapı - ofİs - kocaelİ

teğet mimarlık Teğet Mimarlık 1996’da Ankara’da kuruldu. Mehmet Kütükçüoğlu ve Ertuğ Uçar tarafından yönetiliyor. Ortaklar profesyonel mesleki yaşamlarının yanı sıra mimarlık ortamına çeşitli alanlarda destek veriyor; konuk öğretim üyesi, jüri üyesi, proje yürütücüsü, konferansçı olarak eğitim süreçlerine katılıyorlar. Mehmet Kütükçüoğlu ODTÜ’den mezuniyetinden sonra Los Angeles Sci-ARC'ta yüksek lisansını bitirdi. Ertuğ Uçar ise lisans ve yüksek lisans eğitimini ODTÜ’de tamamladı. Kütükçüoğlu ve Uçar’ın mimarlık ve tasarım yazıları dergi, kitap ve gazete gibi çeşitli ortamlarda yayınlanıyor.


yapı - konut - İstanbul mart 2012 - XXI 48

fotoğraflar: Cemal Emden

Kent Dokusundan Cepheye Swanke Hayden Connell Mimarlık tasarımı Extensa Bomonti Apartman, konumlandığı alanın farklı dinamikleri nedeniyle farklı cephe anlayışlarıyla biçimlendirilmiş. Özge Saka

Extensa Bomonti Apartman

swanke hayden connell mimarlık

Swanke Hayden Connell Mimarlık, Extensa İstanbul tarafından Şişli, Bomonti’de bir konut yapısı tasarlanması için görevlendirildi. Projenin amacı, imar planında blok yapılaşma ile sınırlandırılmış arsada, maksimum alanda optimum konut çözümleri geliştirirken bir yandan da bölgedeki kentsel ve tarihi dokuya uyumlu, yatay ve alçak katlı bir yapı tasarlamaktı. İstanbul’un eski semtlerinden biri olan Bomonti’de bulunan arsa, konumu

itibariyle iki farklı dokuyla çevrelenmişti. Yapı da bu iki farklı dokuya cevap veren iki temel cephe karakterine sahip. Batı cephesi, ortasında Organik Pazar’ın konumlandığı panaromik bir açıklığa bakıyor. Batı cephesine yatay ve dinamik karakterini kazandıran da bu geniş ve önü açık alan. Cephe tasarımında pazar yerinin devingen karakterinden yola çıkılarak yatay düzlemde gruplanmış daireler rastgele bir düzen içinde konumlanmış ahşap balkonlar ile bölüntüleniyor. Yapının doğu cephesi ise eski ve dar bir sokağa bakıyor. 70 metre uzunluğundaki bina cephesi, bu cadde üzerinde düşeyde daha küçük apartman bloklarına bölünerek, tasarımıyla çevredeki geleneksel konut


yap覺 - konut - 襤stanbul 49 XXI - mart 2012


giriş sayfasında ve önceki sayfada Yapının cephe görünümleri

mart 2012 - XXI 50

yapı - konut - İstanbul

bu sayfada sağda ve sağda altta: Kat holleri altta: Cephe eskizi en altta: Daire iç görünüşü

formuna ve bu üstlubun en güçlü öğelerinden biri olan sıra ev yaklaşımına gönderme yapıyor. Her bir düşey blok, cephe yaklaşımında ortak bir kimlik taşırken kendi içinde kütlesel nüanslar ve farklı tonlardaki cephe kaplamaları ile öne çıkıyor. Sekiz katlı yapıda stüdyo, 1+1, 2+1 ve 3+1 daire tiplerinden oluşan toplam 92 adet daire yine bu farklı cephe yaklaşımları ile uyumlu bir şekilde planlandı. Düşey bloklardan meydana gelen doğu cephesinde daha büyük ve aileler için uygun olan 3+1 ve 2+1 dairelere yer verilirken daha serbest ve organik bir mimari forma sahip batı cephesi genç çiftlerin, bekarların ve öğrencilerin tercih

edebileceği 1+1 ve stüdyo dairelerden meydana geliyor. Çatı katta ise atrium ve teras alanlarına sahip dubleks konutlar planlandı. Konut birimlerine ek olarak projede dokuz adet dükkan da yer alıyor. Yapının bu dükkanlar ile aynı hatta konumlanan, doğuda ve batıda olmak üzere iki apartman girişi var. Cephe kabuğu, yerel yönetmelik gerekliliklerinin üzerinde ısı yalıtımı sağlıyor. Isıtma ve soğutma sistemleri merkezi olmakla beraber, her daireden bağımsız olarak kontrol edilebiliyor. Böylelikle, binanın enerji verimliliği ve konfor şartları geliştirilmiş oldu. Güneşin yıl boyunca en yatay ve

güçlü vurduğu batı cephesinde, güneş kontrolü için ek olarak ahşap panjurlar öngörüldü. Yapının orta noktasında planlanan düşey ışıklıkla katlardaki ortak mahallere doğal ışık sağlandı. Bina cephesinde ise, doğal taş ve ısıl ahşap gibi doğal malzemelerin kullanımına önem verildi. Yapının ana girişinin bulunduğu batı cephesi dükkanlar, karşısındaki organik pazar ve yarattığı açık alan ile birlikte yaşayacak şekilde tasarlanırken doğu cephesinde yapının baktığı dar sokak önünde geliştirilen peyzaj yaklaşımıyla, Bomonti'ye bina ölçeğine uyumlu, kent mobilyalarının ve kafe alanlarının bulunduğu bir kent meydanı kazandırıldı.


proje adı: Extensa Bomonti Apartman proje yeri: Bomonti, İstanbul mimari proje: Swanke Hayden Connell Mimarlık tasarım ekibi: Steve Brown, Özge Saka, Patrick Spears proje ekibi: Esra Dogan, Ayca İrmek Çolak, Adlen Ayla Hilmioğlu iç mimari proje: Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık peyzaj tasarım: Lal Bahçeleri

statik proje: Erbora mekanik proje: OTM Mühendislik elektrik proje: Özay Mühendislik yangın danışmanı: Prof. Dr. Abdurrahman Kılıç akustik danışmanı: Duyal Karagözoğlu işveren: Extensa İstanbul proje tarihi: 2008 - 2010 yapım tarihi: 2010 - 2011 toplam inşaat alanı: 19.150 m2

özge saka 1980’de Ankara’da doğdu. 2003 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi’nden mezun oldu. 2004 yılından beri SHCA’da çalışmakta, tasarım ve proje liderliği görevlerini üstlenmektedir.

zemin kat planı en kesit

3. kat planı

vaziyet planı

51 XXI - mart 2012

1. bodrum kat (ana giriş) planı

yapı - konut - İstanbul

swanke hayden connell mimarlık SHCA, 1995’ten bu yana da Swanke Hayden Connell Mimarlık adı ile Türkiye’de hizmet vermektedir. Kent merkezinde, birçok yerel proje ile birlikte uluslararası yatırımlara liderlik eden İş Bankası Kuleleri, Tekfen Tower, Microsoft İstanbul Ofisi, Extensa Bomomti Apartman, Palladium Tower projelerini tamamlamıştır. SHCM, son altı yıldır, Londra ofisi ile kurduğu güçlü işbirliği ile farklı yelpazelerde proje tasarımı hizmeti yürütmektedir.


Gölgelerin İçinde Yolculuk İSPANYA MURCIA'DA KONUMLANAN MONTEAGUDO MÜZESİ ZİYARET KAVRAMINI SORGULUYOR VE DAVETLİLERİ GÖLGELERLE BİRLİKTE BİR YOLCULUĞA DAVET EDİYOR.

mart 2012 - XXI 52

yapı - müze- murcia

fotoğraflar: David Frutos

Monteagudo Tepesi'nin güney bölgesinde konumlanmış olan bina bir paraziti andırıyor. Yapı, Monteagudo Kalesi'ne ulaşımı kolaylaştırırken aynı zamanda kaleyi kullanılabilir ve güvenli bir hale getiriyor. Dağın eğimli olan bölümünde, tarih öncesi dönemden kalan strüktür ve malzemeler bulunuyor. Bölgede Arkaik Dönem'den itibaren sırayla Roma ve Arap medeniyetlerinin yaşamış ve iz bırakmış olduğu biliniyor. Alanın ziyaretçi merkezi olarak seçilmesinin temel sebebi, Arkaik ve Roma Dönemi özeliklerini taşıyan, iyi korunmuş bir köy oluşu. Ayrıca burada bulunan San Cayetano Tapınağı, bölgeye belli bir karakter kazandırıyor.

monteagudo müzesi

amann-cánovas-maruri

Önerilen yapı, koşullarını çoklu sınır durumlarına korumacı bir anlayışla cevap verir şekilde adapte etmeyi amaçlıyor; mekanı yamaçla ve kaleden görünüşlerle çok boyutlu bir şekilde ele alıyor. Bina

dağa tıpkı bir parazit gibi yapışmış durumda ve bir yolculuğu sembolize ediyor. Bina içindeki sirkülasyona dair problemler rampalarla çözüldü ve parçaların yoğunluğu çevre ile entegre edildi. Bir parazit olarak bina renkleri ve şekilleri harmanlarken kaligrafik bitki yüzeyleri ve kabukları da binanın tümünü kaplıyor. Zemin kat, kamusala bir davet sunuyor. Binadaki çelik makas duvarlar, bazı bölümlerde kayarak açılıp kapanıyor. Bu bölüm, dışarıyla korunaklı bir bağlantı oluşturuyor. Burası gölgelerin içinde bulunan bir mekan. Üst katta kontrollü bir şekilde vadiyi ve kaleyi izlemeye olanak tanıyan galeriler yer alıyor. Böylelikle bina aynı zamanda bir kameriye görevi görüyor; bir pencereye, bir camekana dönüşüyor. Bina zemin katta, brüt beton yapısal ekranlar ve kepenklerle inşa edildi. Üst kattaki metal strüktürler ve bölmeler, uzun mesafeli bölümlerin algısını çözüp azaltıyor. Bu bölümler su geçirmez, delikli Cor-Ten çelik panel levhalardan oluşuyor ve havalandırmayı sağlarken bina cephesinin son katmanını oluşturup, iklimlendirmeyi konu alıyor.


yapı - müze- murcia 53 XXI - mart 2012

karşı sayfada Bitki yüzeylerinden ve kabuklarından esinlenerek oluşturulan cephe özelliğinin yapının bir bölümünden yansıtılması bu sayfada solda üstte: Aradaki ilişkiyi anlatan bir görünüm, arazinin yüksek noktasından yapıya bakış solda: İç avlunun, cephe özelliğinin ve toporafyayla ilişkinin görülebildiği bir açı altta: Doğaya uyumlu cephe detayı


yapı - müze- murcia mart 2012 - XXI 54

bu sayfada Havuzun bulunduğu avludan yapıya bakış sonraki sayfada Üst katta yer alan binanın bir kameriye gibi algılanmasını sağlayan ve sınırlı manzara izleme olanağı tanıyan galeriler



mart 2012 - XXI 56

yap覺 - m羹ze- murcia



kesit

kesit

kesit

mart 2012 - XXI 58

yapı - müze- murcia

kesit

üç boyutlu çizim

vaziyet planı

amann-cánovas-marurı Atxu Amann, Andrés Cánovas ve Nicolás Maruri 1987 yılında Madrid'de kurdukları ofislerinde faaliyetlerine devam ediyorlar. O zamandan beri, Madrid Mimarlık Okulu'nda (ETSAM) öğretim görevlisi olarak, yeni konut tipolojileri ve çağdaş kamusal alanlar gibi konular üzerinde akademik çalışmalarını sürdürüyorlar. 70'den fazla ödüle hak kazanan ekibin projeleri Londra AA, Rotterdam NAI, Arizona CAPLAN, Venedik Bienali, Berlin AEDES Galeri, Londra RIBA gibi mekanlarda sergilendi ve 300'ün üzerinde dergi ve kitapta yer aldı.

proje yeri: Plaza de San Cayetano, Monteagudo, Murcia mimari tasarım: Atxu Amann Alcocer, Andrés Cánovas Alcaraz, Nicolás Maruri González de Mendoza proje ekibi: Javier Gutiérrez, Ana López, Patricia Lucas, María Mallo, Mónica Molero, Carlos Ríos, Antonio Rodríguez teknik mimar: Rafael Checa sponsor: Consorcio Turístico “Murcia Cruce de Caminos” inşaat: Intersa proje tarihi: 2006-2007 inşaat tarihi: Haziran 2008- 2010



İç mekan – ofİs – İstanbul mart 2012 - XXI 60

fotoğraflar: Sedat Anday, Umut Kılıç, Yusuf Ceylan

İç Bahçelere Doğru Albaraka Türkiye Genel Müdürlük Binası’nın iç mimari tasarımında çalışma alanlarının iç bahçelere açıldığı bir mekan kurgulanmış.

Albaraka Türkiye Genel Müdürlük İç Mekan Projesi

arkizon+mimarlar workshop

İstanbul’un gelişmekte olan finans merkezlerinden Ümraniye’de inşa edilen Albaraka Türkiye Genel Müdürlük Binası, ülke ekonomisinin canlı yapısını yansıtan eğrisel formu ve iç mekandaki özgün çözümleriyle kullanıcılarına farklı mekansal deneyimler kazandıran bir yapı. Binanın iç mekan projesi genel müdürlüğün prestij giriş katı ile üç adet yönetim katının düzenlenmesinden oluşuyor. Tasarımda öncelikli karar, bankanın kurumsal kimliği ve gelecek hedefleri doğrultusunda bir mekansal deneyim sunmak üzerineydi. Bu doğrultuda finans sektörünün hayata bakışındaki netliği, o maddi dünyayı yumuşatmaya ve zenginleştirmeye dönük, doğayı iç mekanlara davet eden yaklaşımlar geliştirildi.

İnşa edilen kabuk bir kurum çatısı olarak kabul edilerek mekansal olanakların artırılması yoluna gidildi. Giriş katında bina geometrisinden dolayı kolonların sıklaştığı bölge tamamen yeşil alana terk edilerek açık alandaki bahçelerle bütünleşme sağlandı ve yönetim katlarıyla ortak bir dil oluşturularak ziyaretçilerin bina girişinde yeşil bir alana davet edildiği bir atmosfer yaratıldı. Projede, genel geçer ofis ihtiyaç programının dayattığı statik biçimlenmeden uzaklaşmak amacıyla yönetim katlarını boş bir hacim olarak kullanma olanağı veren, çalışanların ve ziyaretçilerin yeşille bütünleşebileceği, dışarıyla görsel ilişkinin ağaçlar arasından bakılarak sağlandığı iç bahçeler önerildi. Katlardaki şeffaf toplantı odaları ve ahşap çalışma birimleri bir hol ya da koridor doğrultusunda sıralanmak yerine tekil birer hacim olarak ele alındı ve binanın eğrisel formunu takip ederek ikinci bir iç hacim oluşturan bahçelerin arasına yerleştirildi;


İç mekan – ofİs – İstanbul 61 XXI - mart 2012

karşı sayfada Ofis iç bahçesinden görünüş bu sayfada solda ve üstte solda: Yönetim kurulu çalışma odası üstte: Giriş bankosu arka sayfada üstte: Katlarda firma logosunun kullanılışı ortada: Özel kalem bankosu altta: Toplantı odası


İç mekan – ofİs – İstanbul mart 2012 - XXI 62

zeminden ve tavandan kopartılarak boşluğun içinde adeta yüzen birimlere dönüştüler. Malzeme seçimlerinden aydınlatma elemanlarına ve mobilyalara kadar eğrisel formların tercih edildiği projede kırmızı-turuncu renklerden oluşan kurum logosu kullanılmadı; karşılama bankosu logonun bir yorumu olarak ele alınarak biçim ve renk olarak logoyu yansıtacak şekilde tasarlandı. Logo ayrıca projede dekoratif bir eleman olarak parlak gri bir tonda üretilerek katların görsel etkisini artıran çeşitli kullanımlarla ele alındı. Albaraka Türkiye Merkez Binası iç mimari projesi, tüm yapıya görsel olarak estetik değer katan ve nefes alma alanları sağlayan iç bahçeleri, ofis programının teknolojik ve mekansal olarak günümüzün değişen ihtiyaçlarına yanıt verebilen, bildik kütlesel çözümlerinden farklı olanakları ve esnekliği ile kullanıcılarına keyifli bir çalışma alanı sunuyor.



1 Giriş / Bekleme Holü 2 Toplantı Odası 3 Yönetim Kurulu Çalışma Odası 4 Yönetim Kurulu Çalışma Odası 5 Yönetim Kurulu Çalışma Odası 6 Yönetim Kurulu Çalışma Odası 7 Özel Kalem 8 Toplantı Odası 9 Genel Müdür Ofis 10 Genel Müdür Dinlenme Alanı 11 Genel Müdür Toplantı Odaso 12 WC 13 Asansör Holü 14 WC + Depo Alanları 15 Servis / Kitchennette

18. kat planı

mimari proje: Mimarlar Workshop (Mehpare Evrenol önderliğinde, Alp Evrenol, Gufran Gülge) Arkizon Mimarlık (Emin Balkış, Elvan Çalışkan, Esma Çetin, Yasemin Karabulut, Merve Kuyucu, Ali Önalp) işveren: Albaraka Türk aydınlatma: Yıldız Ağan, Hi-Tec inşaat alanı: 2.240 m2 proje tarihi: 2010

17. kat planı 1 Giriş Holü / Bekleme 2 Danışma 3 Back Ofis 4 Güvenlik 5 Kafe 6 Lounge & Bekleme 7 Wi-Fi Alanı 8 Giriş 9 Asansör Holü

mart 2012 - XXI 64

İç mekan – ofİs – İstanbul

1 Asansör Holü 2 WC / Depo 3 Servis / Kitchennette 4 Yönetim Kurulu Toplantı Odası 5 Çok Amaçlı Fuaye

mimarlar workshop Mimarlar Workshop, kültürel mirasın kazandırdığı mimari değerleri koruyup yeniden yorumlayan; sosyoloji, psikoloji, sanat, bilim ve teknik gibi düşün ve üretim alanlarını bir potada eriten; projelerinde özellikle kent kültürünün gelişmesine katkıda bulunan, yapılı çevrenin doğa ile olan ilişkisini önemseyen; deneyimli ve genç ekibiyle “atölye” anlayışında projeler üreten bir mimarlık ofisidir.

arkizon mimarlık ArkiZON; mimarlığın geleneksel biçim-işlev ilişkisini yapı, sirkülasyon ve programın da katılımıyla yeniden değerlendirip, yaşam alanlarımızın daha ritmik bir şekilde kavranışına katkıda bulunan, teknolojinin olanaklarını kullanarak, modern mimarinin tanımlanmasında rol oynayan ve modernizmin geleneğini daha da ileriye götürüp, mekana ve mimariye yeni anlamlar yüklemeye çalışan bir mimarlık ofisidir.

1 Giriş Holü / Bekleme 2 Danışma 3 Back Ofis 4 Güvenlik 5 Lounge & Bekleme

a-a kesiti

1 Kafe 2 Lounge & Bekleme

zemin kat planı

b-b kesiti



İç mekan - bar - porto mart 2012 - XXI 66

fotoğraflar: José Campos

Kamusaldan Özele Geçerken AVA TARAFINDAN PORTO KENT MERKEZİNDE TASARLANAN LA BOHÈME'DE, CEPHE VE İÇ MEKAN ARASINDA KURULAN BAĞ VE KULLANILAN AHŞAP STRÜKTÜRLER MEKANın SIRADANLIĞInı kırıyor. ava

bar “la bohème entre amıs”

ava (atelıer veloso archıtects)

“La Bohème” adlı bar, Porto kent merkezinde bulunan Galeria de Paris Caddesi'nde yer alıyor. Proje, mekana yeni bir kimlik kazandırıp karakterize ederek müdahale etmeyi amaçlıyor. Bunu da, ahşabın doku ve renginin mekanda yarattığı etkiyle sağlıyor. Strüktürün mekanla kurduğu ilişki ise bir diğer konu. Duvarlar ve tavanlar boyunca konumlanan bu strüktür, mekanın okunuşunun sıradan düzenini bozarak, mekanın algısına dair yeni bakış açıları ve keşiflere imkan tanıyor. Giriş, bodrum ve bir asma kattan oluşan binayı sonlandıran asma kat; girişin zeminiyle görsel bir ilişki kuruyor. Barın girişi kamusal alanın bir

uzantısı şeklinde. Konumlandırılmasında fonksiyonel bir çözümle, kullanıcılara daha büyük ve kullanışlı bir mekan sağlanmaya çalışıldı. Bodrum kat tasarımının zor kısmı, dışarıyla ilişki kuramayan bir mekan olması. Bodrum kattaki bu durum ahşap strüktürlerle kırılarak ve mekanda şarap şişeleri ile bir vitrin yaratarak çözmeye çalışıldı. Binanın cephesi taş ve granitle kaplı. Pencereler ise daha önce komşu binalarda olduğu gibi ahşap doğramalara sahipken “Afizélia” adlı doğal renkli ahşap doğramalarla yenilendi ve lamine renksiz camlar eklendi. Önerilen fonksiyonel çözüm, işletmeye yeni örgütlenme alanları da yaratıyor. Cephedeki çerçevenin tasarım ve kompozisyonunda ise iç mekan göz önünde bulunduruldu ve iç mekana dikey doğrularla bir ritm kazandırılarak cephe tasarımıyla bir bütün halinde düşünüldü.


İç mekan - bar - porto 67 XXI - mart 2012

karşı sayfada Bar girişi ve kamusal alanla kurduğu ilişkinin vurgusu bu sayfada Kamusal alanla ilişkiyi kurmada rol oynayan tezgah ve ahşap strüktür detayları


İç mekan - bar - porto mart 2012 - XXI 68

üstte: Asma kattan giriş kata bakış, ahşap strüktürün mekanla kurduğu ilişki üstte sağda: Bodrum kat, giriş kat ve asma kat bağlantıları sağda: Giriş katın arka kısmından tezgaha ve sokağa bakış


proje yeri: Rua Galeria de Paris, 36/40 – Porto, Portekiz müşteri: Alberto Nuno Oliveira da Fonseca mimari ofis: AVA (Atelier Veloso Architects) mimarlar: Carlos Jorge Coelho Veloso, Rui Filipe Coelho Veloso genel koordinatör: ConstruPóvoas (Sr. Manuel Póvoas ve Sr. Tiago Póvoas) inşaat alanı: 165,00 m2 malzemeler: Ahşap, cam ve metal strüktür proje tasarım tarihi: Temmuz - Ekim 2011 proje inşaat tarihi: Ekim - Aralık 2011

giriş kat planı

asma kat planı

eskizler

kesit bodrum kattan görüntü

69 XXI - mart 2012

ruı fılıpe c. veloso 1970 yılında Guarda'da doğdu. Oporto Mimarlık Okulu'ndan 2001 yılında mezun oldu. Portekiz'de çeşitli okullarda 2004 yılından beri dersler veriyor. 2007 yılından beri Rui Filipe C. Veloso ortaklığındaki atölyelerinde faaliyetlerine devam ediyor. Çalışmaları Portekiz, İspanya, İngiltere, İtalya, Almanya, Brezilya, Çin ve Japonya'da sergilendi.

İç mekan - bar - porto

bodrum kat planı

carlos jorge c. veloso 1970 yılında Guarda'da doğdu. 1996'da Oporto Mimarlık Okulu'ndan mezun oldu ve 1997'de lisansüstü çalışmalarını tamamladı. 1999 yılında kendi atölyesini kurdu, 2007 yılından beri Rui Filipe C. Veloso ortaklığındaki atölyelerinde çalışmalarına devam ediyor. Aynı zamanda University Catholic Portuguese (Viseu) ve ESTG Viana do Castelo Polytechnic Institute'de doçent olarak çalışıyor.


Dırk Vander Kooıj tasarımı Endless serisine, sadece bir sandalye ya da masa olarak bakmak yanlış olur. Ürün bizlere bir kez daha farklı malzemelerin yeni üretim yöntemleriyle yeniden nasıl şekillenerek hayatımıza katılabileceğini gösteriyor.

mart 2012 - XXI 70

ürün tasarımı - oturma bİRİMİ ve masa

Sonu Olmayan Endless’in üretim süreci öncelikle onu meydana getirecek malzemenin oluşturulmasıyla başlıyor. Malzeme olarak tercih edilen eski buzdolabı parçaları, geri dönüştürme merkezlerinde küçük parçalara kadar ayrıştırılıyor. Bu küçük parçalar, Endless'in üretimi için özel olarak programlanmış bilgisayar destekli robota aktarılıyor. Tasarımın arkasındaki fikir, tasarımcısı Dirk Vander Kooij’in Eindhoven’daki Design Academy’den mezun olmak için tasarladığı bir proje aslında.

endless

dırk vander kooıj

Aslında projenin adından da anlaşılacağı gibi geri dönüştürülmüş malzemelerin tasarlanan bu üretim tekniğiyle beraber sonsuz olasılığa referans veriliyor. Ürünlerin üretimini sadece bir yazıcı mantığıyla çalışarak ortaya çıkaran ise tekrardan programlanmış eski bir endüstriyel robot. Robot, malzemeyi bir macun gibi eritip bilgisayarda tasarlanan ürünü aralıksız bir hareketle gerçeğe dönüştürüyor.

Prototipin bir adım ötesinde, bitmiş ürünle bizi başbaşa bırakıyor. Dirk Vander Kooij, üretim sürecinde görece daha esnek çözümler sunan bu yöntemle, sadece plastik enjeksiyon yöntemi sayesinde üretilen plastik mobilyalara bir alternatif sunuyor. Plastik enjeksiyon yöntemi tek seferde tek bir ürünü birden fazla sayıda üretmek adına oldukça etkili bir yöntem olsa da bu üretim tekniği için gerekli kalıplar ise oldukça pahalı ve sistem sadece çok sayıda ürün üretildiğinde kendini döndürebiliyor. Endless'de ise, tasarımcıya yapmış olduğu tasarımın üretimi sırasında her seferinde üzerinde ekstra bir maddi yük olmadan değişiklik yapmasına olanak tanıyor. Sistemde güzel olan belki de tasarımcıya istediği ürün ortaya çıkana kadar üzerinde çalışma imkanı veriyor oluşu. Olmuyorsa tekrardan programlayıp yeni bir sürece hemen başlayabilme olanağı tanıması. Örneğin, sallanan sandalye Endless Flow'un üretim sürecinde 54 tane prototip gerçekleştiren tasarımcı, her prototiple birlikte sandalyeyi geliştirerek, gerçekten onu daha rahat bir sandalyeye dönüştürmek adına çalışmış. Endless'in üretim sürecini linklerden izleyebilirsiniz: www.youtube.com/watch?v=FvRTHynk9KA&feature=player_embedded


ürün tasarımı - oturma bİRİMİ ve masa 71 XXI - mart 2012


PANEL DOOR PAINT Hemel, panel kapılarda ve diğer iç mekan ahşapların bakımında kullanılabilecek su bazlı yeni ürünü Hemel Panel Door Paint'i pazara sunuyor. Ürün, panel kapılar için özel olarak geliştirilen, diğer iç cephe ahşaplarında da kullanılabilen, ahşabın dokularını kapatmadan koruyuculuk

YENİ - ÜRÜN

www.hemel.com.tr

THEA NEVA

LEDS DECO

Dünyanın ilk mavi LED aydınlatmalı anahtar priz markası Thea'nın yeni serisi Neva'nın, mavi renkli, yumuşak ve dekoratif LED'leri düşük olan enerji tüketimiyle dikkat çekiyor. “Line efekti” ile sunduğu tasarım sayesinde yaşam alanlarına hareket katan ürün, bronz, gümüş ve siyah renk seçeneklerine sahip. Altı farklı kombinasyon seçeneği de bulunan Thea Neva, düşük enerji tüketimiyle çevre dostu tasarımların arasında yerini alıyor.

Osram'ın yeni ürünü Leds Deco, mekanın renklerini değiştirme imkanı sunarken 16 milyon farklı renk seçeneğine sahip. Kolay monte edilebilen ürün, kendinden yapışkanlı yapısı sayesinde istenilen yüzeye kolayca yapışabiliyor ve yuvarlak köşelerle eğri düzeylerde esnek yapısı sayesinde kolay uygulama imkanı da sunuyor. Ayrıca ürün, geleneksel aydınlatma sistemlerine göre daha uzun ömürlü ve daha az enerji harcıyor.

www.viko.com.tr

www.osram.com.tr

S80

mart 2012 - XXI 72

sağlayan, yarı mat, su bazlı, örtücü bir boya. Kullanıma hazır ve iki kat olarak uygulanan ürün, iki katta yaklaşık dörtbeş m2 alan kaplıyor. Hemel Panel Door Paint, örtücülüğü yüksek, kolay uygulanabilen, fiziksel etkilere karşı dirençli, sert ve dayanıklı olma gibi özelliklere de sahip.

Alumil'in sunduğu S80, mümkün olduğu kadar az bir profil görünümüyle yüksek performans değerlerini yakalayan bir sistem. Çok ince alüminyum görünürlüğüne sahip gizli kanat, dış görünür yüzeyi çok dar olarak tasarlanmış “T” ve adaptör profili sayesinde, profil kombinasyonlarının aynı görünür alüminyum çerçeveye sahip olması

nedeniyle farklı profil görünüşlerini dışarıdan bakınca tespit etmek mümkün olmuyor. Ürün, standart üçlü cam uygulaması ile azami enerji tasarrufu sağlıyor, sistemde kullanılan son teknoloji ürünü polyamid ısı köprüleri ise yüksek ısı izolasyonuna izin veriyor. Ürün, 80 mm'lik kasa profil derinliği sayesinde sağlam bir konstrüksiyona da sahip. www.alumil.com

PYTHA Durlum'un yeni petek asma tavanı Pytha, eşkenar üçgenlerle oluşan çok yönlü bir tavan olduğundan dolayı sayısız kombinasyon olasılıkları sunuyor. Aydınlatma koşullarına bağlı olarak farklı açılardan bakıldığında tavanda değişik görsel efektler oluşturuyor. Çok yönlü bir ürün olan Pytha, aynı zamanda tavanda homojen bir görünüm sağlıyor ve böylelikle tavan boşluğunu en iyi şekilde gizliyor. www.durlum.com.tr



ALPOLIC/FR TCM TİTANYUM Mitsubishi Plastics Inc.'in yüksek teknolojisiyle Japonya'da üretilen ALPOLIC/fr TCM Titanium Composite Material, sıra dışı projelerde tercih edilen ve tüm dünyada giderek talep gören çok özgün bir cephe kaplama malzemesi. Güç ve dayanımı çelikten daha fazla ve neredeyse alüminyum kadar hafif olan titanyum, yapıya yük getirmediği gibi günümüzde korozyona ve pek çok kimyasal etkiye karşı en dayanıklı metal olarak biliniyor.

mart 2012 - XXI 74

YENİ - ÜRÜN

ALPOLIC/fr TCM paneller ayrıca, gün ışığını ve gökyüzünün renklerini, titanyumun kendine özgü etkisiyle yansıtarak cephede değişken ve çarpıcı bir estetik yaratıyor. Dünyanın çeşitli

metropollerinde ALPOLIC/fr TCM Titanyum kullanılarak yapılan projeler, çarpıcı cepheleri sayesinde çağdaş mimarinin ikonları olarak göze çarpıyor. ALPOLIC/fr’ın diğer serileri gibi ALPOLIC/fr TCM paneller de özel mineral dolgulu yapısıyla, uluslararası önemli standartları karşılayan üstün yangın dayanımını, gelişmiş kaplama teknolojisiyle pürüzsüz bir yüzeyi garanti ediyor. Tüm ALPOLIC/fr paneller, sertlik ve sağlamlık özellikleri ile esneklik ve işlenebilirlik avantajını bir arada sunarak sıra dışı tasarımlara olanak sağlıyor. www.alpolic.com



SUNTECH KATLANIR PERGOLA VE TAVAN SİSTEMLERİ

mart 2012 - XXI 76

YENİ - ÜRÜN

Suntech, mimari açılır-kapanır pergola ve tavan sistemleri geniş nihai ve ticari uygulama alanları için her türlü hava koşullarında kullanılabilen gelişmiş çözümler sunuyor. Bahçe, restoran, bar ya da ticari projelere uygun farklı Suntech modelleri bulmak mümkün. Suntech sistemleri, her projeye uygun ölçülerde ve saatte 117 km rüzgar şiddetine kadar dayanım sağlayabilmesi amacıyla yüksek kaliteli malzemelerle üretildi. 13 metre genişlik ve 10 metre ileri açılım ölçüleriyle kumandaya tek dokunuşla 130 m2'ye kadar uygulanabilen Suntech sistemleri, patentli izolasyon birleştirme profili sayesinde birden fazla sistemin birleştirildiği uygulamalarda bile %100 su geçirmezlik sağlıyor.

Avrupa teknolojisi kullanılarak sistemin uzaktan kumandayla motorun dakikada 34 devir gibi yüksek hızla kontrolü, yüksek dereceli ekstrüzyon alüminyum ray profilleri, paslanmaz çelikten üretilen bağlantı elemanları Suntech'in sektöründe ön sıralarda olma nedenlerinden. Alman üretimi, alev yürütmez ve %100 su geçirmez blackout PVC membran kumaş, maksimum stabilite ve sıcaklık, nem ve kir direnci sağlıyor. Üretim teknolojisiyle eşit esneme özelliğine sahip ve torbalanma yapmıyor. Üst akrilik kaplama, sonraki yıllar için temizlemeyi ve bakımı kolaylaştırıyor. www.albayraktente.com



K2 PLUS FULYA TERRACE'DA

K2 Plus, yeni LED çözümlerini Fulya Terrace'da açtığı yeni ofisinde müşterileriyle buluşturuyor. Özellikle dış mekan içinde LED olan her

KOLEKSİYON MİMARLARI AĞIRLAMAYA DEVAM EDİYOR üründe sektörün ön sıralarda olmayı hedefleyen firma, çevre ve doğa ile barışık özel tasarım LED ürünleri, montaj hizmeti, profesyonel ve genç ekibiyle hizmet veriyor. www.k2plus.com.tr

FİLLİ BOYA ATIKLARININ GERİ DÖNÜŞÜMÜNÜ SAĞLIYOR

Enerji verimliliği uygulamalarını, sürdürülebilirlik faaliyetlerini, çevreye duyarlılığını bir yaşam felsefesi haline getiren Filli Boya, 2011 yılında bünyesinde açığa çıkan 1150 tonu tehlikeli atık olmak

üzere toplam 3300 ton tehlikeli atığın geri dönüşümünü sağladı. Filli Boya, "Ambalaj Atıkları” ile “Değerlendirilebilir Tehlikeli Atıklar” olarak iki ana grupta topladığı atıkları, 152.000 m2 üzerinde yaklaşık 90.000 m2 kapalı alanda kurulu, yıllık üretim kapasitesi 348.000 ton olan Gebze tesislerinin Atık Depolama ve Geri Dönüşüm Merkezi’nde ayrıştırıyor. www.filliboya.com.tr

mart 2012 - XXI 78

FİRMA HABERLERİ

ELBİ ELEKTRİK’E ÜÇ YENİ BÖLGE OFİSİ ELBİ Elektrik büyüme hedefleri doğrultusunda yurt içindeki çalışmalarına da devam ediyor. Türkiye’de açtığı üç yeni ofis ile bölgelere daha kaliteli hizmet vermeyi amaçlıyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge ofisi Adana’da, Ege ve Akdeniz bölge ofisi İzmir’de ve İç Anadolu bölge ofisi ise

Ankara’da açıldı. Bölgelerdeki partnerleri ve diğer tüm müşterilere daha yakın olmayı ve herkesin en yakın bölge ofisine ulaşarak en iyi hizmeti almasını sağlamayı amaçlayan ELBİ Elektrik, ihtiyaçlara daha hızlı yanıt verecek. Yeni ofisler ile birlikte büyüyen satış ekibinin de daha organize bir şekilde çalışmasını sağlamak hedefleniyor. www.el-bi.com

TARİHİ YAPILARDA LED TEKNOLOJİSİNİN ÖNEMİ

Pek çok önemli yapının aydınlatmasını gerçekleştiren Philips, tarihi yapılarda LED teknolojisi kullanarak doğru aydınlatmanın önemini vurguluyor. Philips Aydınlatma Türkiye Genel Müdürü Ülkem Kırımlı: “LED lambalar enkandesen lambalara oranla 25 kat dah uzun ömürlü olmalarının yanı sıra %80 oranında daha az enerji tüketiyor. Geleneksel aydınlatmayla

karşılaştırıldığında LED'li aydınlatma ürünleri UV ışını yaymadığından tarihi dokular üzerinde herhangi bir olumsuz etki yaratmıyor. Mekanın renklerine uygun ışık renginde seçenekler sağlanabiliyor. Örneğin Ayasofya Camii gibi tarihi mekanlarda dokuya uygun nitelikte ve ışık renginde aydınlatma sağlanmasının yanı sıra, gün boyunca kullanılan bu tür yapılarda LED'li aydınlatma kullanımı en doğru çözüm olarak öne çıkıyor.” diye konuştu. www.philips.com.tr

Koleksiyon Mobilya, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği (İstanbulSMD) işbirliği ile mimarları ağırlamaya devam ediyor. İlk olarak Erginoğlu&Çalışlar

sergisinin gerçekleştirildiği seri kapsamında bu defa çalışmalarıyla Boran Ekinci Koleksiyon Forum'un konuğu oluyor. Sergi iki ay boyunca Koleksiyon Forum'da ziyaret edilebilir. www.koleksiyon.com.tr

SCHÜCO TÜRKİYE ÇEVRE ÜLKELERLE BÜYÜYOR Türkiye pazarına girdiğinden bu yana sürekli yükselen bir başarı grafiği çizen Schüco Türkiye, yeni ülkelerle birlikte cirosunu artırmayı hedefliyor. Orta Asya ülkeleri, Azerbaycan ve İran satış hakları resmi olarak Schüco Türkiye’ye ait ülkeler arasında yer alıyor. İstanbul,

İzmir ve Ankara bürolarının yanı sıra Bakü bürosu da bulunan Schüco Türkiye 2012’nin ilk yarısında yurt dışında Kuzey Irak, Özbekistan ve Türkmenistan yurt içinde de Kayseri ve Adana’da birer şube açmaya hazırlanıyor. Ayrıca Afrika ülkelerine de satış yapan Schüco Türkiye, 250 milyon nüfuslu bir pazara hizmet veriyor. www.schueco.com

WILO TÜRKİYE enerji verimliliği haftası'nda Dünyanın en büyük pompa sistemleri markalarından biri olan, Türkiye’de sektörünün lideri konumundaki WILO, Enerji Verimliliği Haftası kapsamında düzenlenen UEVF 2012-3. Ulusal Enerji Verimliliği Forumu ve Fuarı’na katıldı. Fuarda enerji tasarruflu ürünlerini sergileyen

WILO, etkinliğin seminerinde ise enerji tasarrufu ve önemi konusunda bir bildiri sundu. Sektörünün Avrupa’daki ilk LEED Altın sertifikalı yeşil binasını yaparak enerji verimliliği konusuna öncülük eden WILO Türkiye, katıldığı Ulusal Enerji Verimliliği Forumu ve Fuarı’nda enerji tasarruflu ürünleri Stratos Giga ve Helix Excel'i sergiledi. www.wilo.com.tr

SCHNEIDER ELECTRIC LIFE SPACE SHOWROOM'UNU AÇTI

Schneider Electric, her türlü yaşam alanında kullanılmak üzere son kullanıcıya yönelik ürettiği Life Space ürün çeşitlerini İstanbul Göztepe’de açtığı Life Space Showroom’unda sergiliyor. KNX Merten ürün grubu, anahtar priz serileri ve ofis çözümleri, kullanım alanlarını temsil edecek şekilde tasarlanan alanlarda sunuluyor. Firmanın Life Space işkolunda ürettiği

son kullanıcıya yönelik ürünleri, daha verimli, daha konforlu ve daha güvenli yaşam alanları yaratıyor, yüksek enerji faturalarını azaltarak konforu artırıyor ve çevre korunmasına yardımcı evler yaratıyor. Bunlar içerisinde ev otomasyonu ürünleri, dijital anahtarlar, aydınlatma ve iklimlendirmenin uzaktan kumandayla kontrolünü sağlayan sistemler ve ev tipi kamera sistemlerine kadar, yaşam alanlarında ihtiyaç duyulabilecek tüm çözümler bulunuyor. www.schneider-electric.com



uygulama - Ofİs Tasarımı mart 2012 - XXI 80

İşlevsel ve Aydınlık Karamancı Holding Binası'nı Tuna Gırsberger Ofis mobilyalarıyla yeniden tasarlayan Mimar Beysun Mert, projeyi hazırlarken üzerinde durduğu parametreler hakkında bilgi verdi. Genel olarak mimari tasarım anlayışınız nedir? Beysun Mert: Modadan uzak, eskimeyen, zamansız, çağdaş mekanlar tasarlamaya çalışıyorum. Tasarlayacağınız bir mekana bakarken neler düşünürsünüz? Öncelikleriniz nelerdir? bm: Mekan boşluğun tanımlanmasıdır. Kendini doğal çevreden en dış duvarlarıyla ayırmış mevcut bir mekanın, muhtelif nedenlerden dolayı iç mekan kurgusunun değişmesi günümüzde çok sık karşılaşılan bir durumdur. Örneğin; iş merkezlerindeki

mekanlar, kullanıcı ve kullanım değişikliğinden dolayı sürekli çehre değiştirir. Her değişim noktasında mevcut mekanın kurgusuna bakılarak önce mekan ile ilgili veriler değerlendirilir. Ben bu işe "soygiydir" adını taktım. Bu adım, tıpkı bir doktorun hastasını muayene etmesi, onu tanımaya çalışması gibi önemli bir adımdır. Mevcut mekanın hastalıkları var mı? Bunlar neler? Bu soruların cevabı, problemi kurma ve çözmede bize çok önemli ipuçları verir. Ben buna "Mekanın sesini dinleme" diyorum. Onunla ilk karşılaşmanızda mekana kulak verirseniz dertlerini, zaaflarını size bir bir anlatır. Nasıl bir doktor hastasını muayene ederken işe nereden başlaması gerektiği doktorun doktorluk performansı ile ilgiliyse, mekanı deşifre ederken ve yeniden kurgularken öncelikler

sıralamasını nasıl yapacağını tanımlamak da mimarın mimarlık performansıyla ilgilidir. Bu iki meslekte de matematiksel kesinlikler yoktur. Ben bu durumu mekandan kaynaklı öncelikler ve kullanıcıdan kaynaklı öncelikler olarak iki başlık altında değerlendiriyorum. Karamancı Holding'de yaptığınız proje hakkında bilgi verir misiniz? bm: Öncelikle mekanın bana söylediklerini dinledim. 1989'larda yapılmış bu iş merkezinde bizim yenilediğimiz 1.000 m2 alana sahip iki katta en önemli mekansal sıkıntı yükseklik ve gün ışığı sorunuydu. 243 cm yükseklikte, iki cepheden gün ışığı alan 500 m2'lik alana sahip kat çözümünde, mutlaka yükseklik bir yanılsamayla daha fazla hissedilmeliydi.


uygulama - Ofİs Tasarımı 81 XXI - mart 2012

Müşterime proje başlangıcından itibaren çok iyi bir aydınlatma kullanmalıyız diye öneride bulundum. Bu, sıkıntıyı algılanamaz hale getirebilmek için şarttı. İyi bir aydınlatma ve diğer yapılanlarla yüksekliği problem olmaktan çıkartabildik. Mekanı kullanacak olan kişiler yani çalışanlar açısından olaya nasıl yaklaştınız? bm: Kullanımdan ve kullanıcıdan kaynaklı öncelikler olarak değerlendirdik. Ömrü dört gün olan bir fuar standı yapılırken ömürlük malzemeler kullanılmasına ihtiyaç yoktur. Birinci öncelik ürünle veya ürün için yapılmış mekanla dikkat çekmesidir. Yani rakiplerinden daha önce, önünden geçen insanlara kendini fark ettirmesidir. Oysa kamusal alanda

bir müze yapılırken uzun soluklu, zamansız bir şey yapılmalıdır. Bir mağaza sattığı ürünleri iyi sunmak ve müşteriyi etkilemek üzere kurgulanır. Gösteriye, vitrine çalışan mekanlardır. Bunu bazen mekan ile bazen ürün ile yapar. Ancak burada personel en son önceliklidir. Oysa bir ofis yapılırken özellikle de ofis çalışanlarının işleri daha çok ofisten hiç çıkmadan, sürekli masasında oturarak bilgisayarla yapılan işlerse, sağlıklı bir ofis hayatı kurgulamak mimarın sorumluluğudur. Ofislerde çalışanların sağlığı açısından ergonomik mobilyaların önemi ve mimarın buradaki sorumluluğu nedir? bm: Düşünün her gün sekiz saat oturulan çalışma koltuğunun ergonomik olarak doğru seçilmemesi sonucu yedi-sekiz yıl içinde kullanıcıların bel ve omurga

hastası olması durumunda bunun sorumluluğu kime aittir? Bunun bir doktorun yanlış tedavi ile hastasına zarar vermesinden farkı nedir? Sorumluluklarının ve uzun vadede verebileceği zararların bilincinde olan meslek insanı, tercihlerini kullanırken öncelik sıralamasını ve bütçe planlamasını bu bilinçle yapar ve nedenleriyle anlatarak kabul ettirir. Karamancı Holding projesinde Tuna Ofis'in hangi ürünlerini kullandınız? Bu ürünleri tercih etme nedeninizi anlatır mısınız? bm: Tuna Girsberger’in Yanex çalışma koltuğunu bu iş için temel ürün olarak seçtim. Formu, ergonomisi, sağlamlığı ve ürün sürekliliği tercih nedenlerim oldu. Girsberger Pronto modelini hiç tamire ihtiyaç duymadan 17 yıldır kullanan müşterilerim

var. Günün sekiz saatinin, ömrün neredeyse üçte birinin geçtiği ofislerde özellikle iyi tasarlanmış çalışma koltuğu seçimi çalışan için yaşamsal öneme sahiptir. Ofis tasarımlarında çalışanların küçük detaylarda kendilerini ifade edip kişiselleştirdikleri alanlar tanımlarken oluşturulan kurumsal kimliğe ve kurumsal mekan algısına dokunamadığı bir kurgu yapılmalı. Sonuç olarak bu mekanlar ev kadar da kişisel değil. Çalışma alanlarının düzenlenmesi sırasında alternatifli çalışma-dinlenme yerlerinin oluşturulması günlük hayatın monotonluğunu kırmak, küçük nefes alanları oluşturmak “körleşme”yi önleyerek, verimliliği artırmak için üzerinde özenle durulması gereken hususlardır.


söyleşİ - MİMARİ YAZILIM mart 2012 - XXI 82

görseller: Toca Mimarlık

Tasarımı Deneyimleme AUTODESK TÜRKİYE OFİSİ İŞ GELİŞTİRME KOORDİNATÖRÜ TAYLAN DEDEOĞLU VE TOCA MİMARLIK GENEL MÜDÜRÜ ERDİNÇ ÇİFTÇİ İLE AUTODESK'İN BIM TABANLI ÜRÜNLERİ HAKKINDA KONUŞTUK. Tuğba Demirci

td: Autodesk ile Toca Mimarlık arasındaki işbirliği nasıl gerçekleşti? taylan dedeoğlu: Autodesk'in dört senedir Türkiye'de ofisi bulunuyor. Ürünler daha önceleri iş ortaklarıyla temsil edilip belli bir noktaya gelinmiş. Kaynakların kısıtlı olması nedeniyle daha doğru ve verimli kullanılması gibi ihtiyaçlar söz konusu olmuş zamanla. Bu durum özellikle tasarım konusunda ortaya çıkıyor. Birincisi eskisi kadar fazla arazi yok; ikincisi kaynaklar kısıtlı; üçüncüsü de talep yüksek olduğu zamanlarda daha hızlı arz etmek, maliyetleri daha öngörülebilir şekilde yönetip yaptığınız tasarımın uygulanabilirliğini önceden görmek gerekiyor. Böyle olduğunda sahada sürprizlerle karşılaşmıyorsunuz. Autodesk'in Türkiye ofisi olarak

amacımız; Türkiye'deki sektörü dijital kalem-kağıttan dijital modellemeye taşıyabilmek. Bizim için önemli olan kendi sektörlerinde öncü isimlerle bu durumu belli bir noktaya getirebilmek. Toca da Autodesk ürünlerini Türkiye'de çok iyi kullanan bir ofis. erdinç çiftçi: Toca'yı 2008 yılında şimdiye kadar mimari pratiklerde, mimari çevrede gördüğümüz eksikliklerden kazandığımız deneyimlerden faydalanarak bir platform yaratmak üzerine kurduk. Burada amacımız gerçekten tasarım yapmaktı. İş yapış tarzımızı değiştirerek, baştan kurguladık. Örneğin biz her personelimizin tasarım aşamasına katılmasını istiyoruz. Fakat bu pratiği hayata geçirebilmek için herkesin aynı anda çalışabileceği bir altyapıya ihtiyacımız vardı. Yurt dışındaki örneklere baktığımızda tasarım odaklı çalışan grupların BIM tabanlı programlar kullandıklarını, bu

sayede de tasarıma daha fazla vakit ayırabildiklerini gördük. Biz de bunu yapmayı hedefledik. Mimari tasarım hep birbirini bekleyen süreçlerle yönetiliyor. Arada bu süreçleri hızlandırıcı esnek bir eleman olması lazım. Bunun için Revit programını seçtik. Revit'in CAD programlarından temel farkı düşünce biçiminizi değiştiriyor olması. td: Toca Mimarlık olarak Autodesk'in BIM tabanlı programlarına geçiş sürecinde nasıl bir yöntem izlediniz? erdinç çiftçi: Biz bir süre CAD kullanımını askıya alıp sadece Revit'i aktif olarak kullandık. Bu şekilde ürüne geçiş sürecini tamamladık. Üründen ve bize sağladığı esneklikten, kazandırdığı zamandan, süreç yönetiminden gayet memnunuz. Süreç yönetiminden kastım şu: Genelde ofislerde bir tasarım süresi var ve bu sürede daha çok müşterinin ihtiyaçları belirlenerek ona hizmet verecek konsept üretimi yapılıyor. Konseptin onaylanmasından sonra diğer aktörlere



mart 2012 - XXI 84

söyleşİ - MİMARİ YAZILIM

Toca Mimarlık tasarımı Bakü Olimpiyat Stadyumu'nun üç boyutlu çizimleri

(mühendisler, müteahhitler vs.) aktarılabilir hale getirmek için uygulama projelerine geçiliyor ve sonra da bu aşamada revizyonlarla uğraşılıyor. Bu süreçte en az süre tasarıma, neredeyse en çok süre revizyona ayrılıyor. BIM programları kullanıldığındaysa yine uygulamaya aynı zamanı ayırıyorsunuz, revizyona neredeyse hiç zaman ayırmanıza gerek kalmadığı için tasarım yapacağınız vakti daha geniş tutabiliyorsunuz. BIM programları kullanmaya geçiş bir yönetim kararı olmalı ve personelin bir süre programın avantajlarını keşfetmesine imkan verilmeli. Bu programları kullanacak kişilerin de o geçiş sürecinde sabır göstermesi gerekiyor. td: Autodesk ürünleri proje üretim süreçlerinizde ne gibi kolaylıklar sağlıyor? erdinç çiftçi: CAD programlarında her pafta ayrı ayrı üretilir ama BIM programlarında tasarlanan yapı tek bir

dosyadadır. O nedenle revizyon yapmanız kolaydır. Örneğin; yapının kat yüksekliğini 20 cm değiştirmek istediğinizde yalnızca bir ölçüyü değiştirerek bunu sağlayabilirsiniz. Bunu yaptığınızda cephe de, merdiven ve merdiven detayı da değişir ya da merdiven detayını değiştirirseniz kat yüksekliği de değişir. CAD programlarında bu değişikliklerin hepsini kendiniz yapmanız gerekir. Bir projenin planıyla kesiti aynı ürünü ifade etmelerine rağmen bağımsızdırlar. BIM programlarında bir projenin tek bir dosyası vardır ve bilgileri girdiğinizde her eleman, her model o yapının bir parçası olarak tanımlanır. Büyük bir proje yönetiyorsanız kişilere çok bağlı kalırsınız. Aynı model üzerinde bir çok kişinin çalışmasını kontrol etmek zordur. BIM programlarında eğer bir duvar çizmemişseniz bir kapı yapamazsınız ya da bir tavanınız yoksa bir asma tavan yapamazsınız. Böyle olduğu için gerçekçi şeyler yapmak

zorundasınız. O zaman yapılan işi kontrol etmek de kolaylaşıyor. Eş zamanlı aynı proje üzerinde çalışan bir grubunuz varsa, proje aşamalarını görme açısından da yararları var programın. İsterseniz projeyi hiyerarşik olarak bölebiliyorsunuz. Örneğin statikle ilgili ekibiniz dışındaki kullanıcıların statikten gelen elemanları değiştirme izni yoktur, oralara müdahale edemezler. Böyle bir işlem gerekiyorsa, ilgili kişilerden onay alınarak projede değişiklikler yapılabilir ve yapının strüktürü belirlenirken iç mimarisi de tasarlanabilir aynı proje üzerinde. taylan dedeoğlu: Autodesk'in BIM ürünlerinin bir özelliği de yaptığınız modeli çeşitli efektlerle, çeşitli kozmetik alternatiflerle (renk, kaplama vb) deneyimleyebiliyorsunuz, içinde gezebiliyorsunuz, çok yüksek kalitede görseller alabiliyorsunuz. Bu açıdan Toca, Revit'in görselleştirme özelliklerini başarılı bir şekilde kullanıyor.

erdinç çiftçi: Biz birçok projemizde Max programına gerek duymadan doku ve perspektifleri Revit ile alabiliyoruz. Tasarımlarımızı anlatabilmek için yaptığımız konseptlerde, basit perspektiflerle üç boyutlu ve gerçek kamerayla, gerçek ışıkla görüntüler elde edebiliyoruz. Birlikte çalıştığınız ofislerle aynı programı kullandığınızda entegre olmanız çok kolay. Örneğin biz iç planları yaparken aynı anda cephesi başka bir ofis tarafından yapılabiliyor. Siz sadece işinize odaklanıyorsunuz, ortaya çıkan teknik sıkıntılarla uğraşmıyorsunuz. İki mimar arasında teknik çizimle değil tasarımla ya da mimari fikirlerle ilgili konuşmalar geçiyor. Mimarın çizen kişi değil aslında tasarlayan kişi olduğunu hissediyorsunuz öyle bir durumda. Çizgileriniz değil fikriniz sorgulanıyor.





mart 2012 - XXI 88

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

CREAVIT 1960’lı yıllarda küçük bir atölyede mozaik tuvalet taşı üretimiyle başlayan süreç, 1980'li yıllarda fabrikasyona dönüşerek devam etti. Vitrifiye seramik sağlık gereçleri üretimi her geçen yıl daha da büyütülerek günümüze kadar ulaşıldı. Sektörün öncülerinden Creavit, kaliteli ve seçkin ürünlerinin %40'ını 50 ülkeye ihraç ediyor. Gökçebey Vitrifiye Üretim Tesisleri, sektörel üretim kapasiteleri göz önüne alındığında, tek bir merkezde kurulu en büyük iki-üç tesisten biri konumunda. Creavit’in de içinde bulunduğu Çanakcılar Şirketler Grubu şemsiyesi altında hizmet veren diğer markalar; Doxa ve Armica. Banyo ve ofis mobilyaları, banyo, lavabo ve mutfak bataryaları, gömme rezervuar ve klozet kapakları üretim tesislerinin de bulunduğu, 2006 yılında kurulan Çaydeğirmeni Üretim Tesisleri, Creavit markalı banyo mobilyaları, gömme rezervuar ve klozet kapakları ile Doxa ofis mobilyaları ve Armica armatür üretiminin tamamını karşılıyor. Creavit’in yurt içi satış ve pazarlama faaliyetleri İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Samsun, Antalya ve Zonguldak’ta yer alan showroomlu bölge müdürlükleri, Trabzon ve Diyarbakır’daki bölge temsilcilikleri aracılığıyla yönetiliyor. Yenilikçi perspektifte gerçekleştirilen tüm çalışmalar ISO 9000, ISO 14000, ISO 18000 ve ISO 10002 yönetim sistemlerine göre yönetiliyor. www.creavit.com.tr • 18 Mart Üniversitesi, Çanakkale • Atatürk Üniversitesi, Erzurum • Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Tesisleri, İstanbul • Cevahir AVM, İstanbul • Çırağan Sarayı, İstanbul • Dionysos Hotel, Antalya • Doğa Koleji, İstanbul • Gazi Üniversitesi Hastanesi, Ankara • Hedef Resort Otel, Antalya • İstanbul Teknik Üniversitesi, İstanbul • Kemer Country, İstanbul • Kemer Rose Beach Otel, Antalya • Mimar Sinan Üniversitesi, İstanbul • TED Koleji, Ankara • Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul



ÇİMSTONE

mart 2012 - XXI 90

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

Tüm dünyada kullanımı hızla yaygınlaşan kuvars esaslı taş üretiminde Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren Çimstone, İtalyan Breton teknolojisiyle üretim yapan İzmir’deki üretim tesisi, İstanbul, Ankara ve İngiltere Northampton’daki bölge ofisleri ile ülke geneline ve dört büyük kıtaya yayılmış çözüm ortaklarıyla işlevsel ve estetik yaşam alanları için birbirinden güzel seçenekler sunuyor. 15 yıldır Türkiye’de ve dünyada pek çok prestijli projeye imza atan Çimstone; tezgah, zemin, cephe gibi her tür yüzeyde artan beklentileri üstün kalite ve çeşitteki ürünleriyle karşılıyor. Değişen mutfak kültürüyle biçimlenen günümüz mutfaklarının tamamlayıcısı olan Çimstone, farklı renk, doku ve tasarım seçeneklerine sahip banko ve tezgahlar ile şık, estetik ve konforlu yaşam alanları yaratıyor. Yapısını oluşturan yedi mohs sertlikteki kuvars minerali sayesinde, diğer tüm tezgah malzemelerinden daha yüksek çizilme ve aşınma dayanımı gösteren Çimstone, basit bir bakımla uzun yıllar ilk günkü görünümünü koruyor. TSE, NSF ve LGA sertifikalarıyla hijyenik yapısı onaylanan ve Türk standartlarına uygun üretim yapan Çimstone, mutfak ve banyo bankoları için markalı ürün ve müşteri odaklı hizmet sunuyor. www.cimstone.com.tr • Atlantis City Konutları, Ankara • Beykoz Vadi Konakları, İstanbul • Çengelköy Mesa Konutları, İstanbul • Katal İnşaat Güneşli Evler, İzmir • Mahir Vural Şahintepe Evleri, İzmir • Mavişehir Modern, İzmir • Mavişehir Residence, İzmir • Mi’marin Paşa Limanı Evleri, İzmir • Nuh'un Gemisi Otel, Mi’marin • Rodosta Konakları, Tekirdağ • Royal Konakları, İstanbul • Saklıkent Evleri, İstanbul • Toskana Vadisi Evleri, İstanbul



E.C.A.

mart 2012 - XXI 92

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

E.C.A., 60 yılı aşkın deneyimini ve üstün teknolojisini fotoselli ve zaman ayarlı lavabo bataryaları ve pisuar muslukları ile termostatik banyo ve duş bataryalarında buluşturuyor. Su tasarrufu sağlayan ve aynı zamanda el ile temas gerektirmediği için hijyenik olma özelliği taşıyan E.C.A. Fotoselli Lavabo Bataryası ve Pisuar Muslukları, sektörün profesyonelleri tarafından tercih edilen ürünlerden. E.C.A. Fotoselli Lavabo Bataryaları'nda pilli, elektrikli, pilli-elektrikli çeşitlerin yanında, tek ve çift girişli seçenekler de mevcut. Uzaktan kumandalı olan ürünlerin temizliği, devreden çıkarılarak yapılabiliyor, uzaktan kumanda ile akış süresi ayarlanabiliyor. E.C.A. Fotoselli Lavabo Bataryaları, yoğun kullanımda normal armatürlere göre su tasarrufu açısından önemli avantajlar sağlıyor. E.C.A. Zaman Ayarlı Lavabo ve Pisuar Musluklarında ise kullanılmak istenen yerin ihtiyaçlarına göre su akış süreleri 60 saniyeye kadar ayarlanabiliyor. Böylece bir süre sonra kendiliğinden su akışı kesiliyor ve musluğun açık unutulmasında ortaya çıkabilecek su kaybının önüne geçiliyor. Tek ve çift su girişli olarak üretilen zaman ayarlı ürünlerin akış debisi dakikada maksimum beş litre olarak gerçekleşiyor ve %50 oranında su tasarrufuna imkan tanıyor. E.C.A. Termostatik Banyo ve Duş Bataryaları üzerindeki kırmızı buton emniyet amaçlı olup, maksimum 38 derecede su akışına müsaade ediyor. Eğer tüketici 38 dereceden daha sıcak su kullanmak isterse, kırmızı emniyet butonuna bastırarak volanı çevirdiğinde su sıcaklığını daha da artırabiliyor. www.eca.com.tr • Avrupa Konutları Ispartakule, İstanbul, 2011 • Bizim Evler 3, 2011 • Medicana Hastanesi, Trabzon, 2011 • Özyeğin Üniversitesi, İstanbul, 2011 • Sur Yapı Adapark, 2011 • Kiptaş, İstanbul, 2010 • Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ankara, 2010 • Skyport, İstanbul, 2010 • Süleyman Demirel Üniversitesi, Isparta, 2010 • TOBB Üniversitesi Öğrenci Konuk Evi, İstanbul, 2010



mart 2012 - XXI 94

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

GEBERIT 1874 yılında Albert Gebert tarafından kurulan Geberit, 1905 yılında ahşap dış kaplamalı ve kurşun armatürlü ilk rezervuarı çalışır hale getirdi, 1912 yılında patentini alarak tüm Avrupa'ya açılmayı başardı. 1935'te metal malzemelerin yerine plastik kullanmaya başladı, 1953'te Geberit adı tescil edildi ve üçüncü nesil işin başına geçti. 1955'te Almanya ve daha sonra Avusturya ve Fransa'da fabrikalar kuruldu. 1956 yılında plastik pis su boru ve sifon imalatlarına başlandı. Geberit, 1976 yılında Amerika'da kurmuş olduğu firmasıyla kıralar arası bir kuruluş oldu. Avrupa haricinde Kanada, Çin ve Singapur'da da kendi firmalarıyla faaliyet göstermeye başladı. 1991'den itibaren profesyonellere devredilen firma 1997'de İngiliz finans kuruluşu Doughty Hanson&Co’ya devredildi. 41 ülkede kendi ofisleri, 59 ülkede temsilci ofisleri ile 100 ülkede faaliyet gösteriyor. Geberit Sigma80 kumanda kapağı banyo tasarımlarına teknolojik, modern ve şık bir yaklaşım sunuyor. Sigma80 kumanda kapağı sadece elin dalgası ile deşarj sürecini başlatıyor, otomatik bekleme sistemi elektrik tüketimini minimumda tutmayı garantiliyor. Ürünün siyah cam ve aynalı cam olmak üzere iki farklı seçeneği bulunuyor. Kapağın üzerindeki düğmeyle ayarlanabilen beş farklı renk seçeneğine sahip. 2012 IF tasarım ödülüne sahip ürünün sade tasarımı banyolara gerçek bir yenilik getiriyor. Sigma80 mimarlar, tasarımcılar ve banyosunu tasarlamak isteyen herkese fark yaratma imkanı sunuyor. www.geberit.com.tr • Avrupa Konutları Atakent 3, İstanbul, 2011 • Avrupa Konutları Ispartakule, İstanbul, 2011 • Bolu Highway AVM, Bolu, 2011 • Çağlayan Adalet Sarayı, İstanbul, 2011 • Forum AVM, Kayseri, 2011 • İstanbul Sapphire, İstanbul, 2011 • Marmara Forum AVM, İstanbul, 2011 • Marriot Otel, Ankara, 2011 • Mavişehir Modern, İzmir, 2011 • Trump Towers, İstanbul, 2011



ITALDEKO

mart 2012 - XXI 96

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

2007 yılında kurulan Italdeko, mobilya, mutfak, banyo, kapı, parke, aydınlatma ve aksesuarlarda perakende ve projelerde en iyi kalite ve en iyi hizmet politikasıyla yola çıktı. Prensibini yaptığı projelerde daima çözüm ortağı olarak en iyisini sunmak olarak belirleyen Italdeko, kurulduğu yıldan bu yana her geçen gün yeni markaların katılımıyla sektöründe güçlenerek büyüyor. Italdeko bünyesinde bulunan markalar; Varenna ve RecordéCucine mutfak, Poliform, Erba, Saba, Ulivi, Busnelli, Driade ve Kartell mobilya, Falper, Idea, Disenia ve AdattoCasa banyo, Jielde, Belux, Penta, Vistosi, Le Klint, Petite Friture ve Driade aydınlatma, Itlas ve Florian parke, TréPiu kapı-sürgü sistemleri, Sub-Zero, Gaggenau, Siemens, Elica, Bertazzoni ve White-Westinghouse ankastre, Blanco, Newform ve Dornbracht eviye ve armatürler olarak sıralanıyor. www.italdeko.com • Seba Vadi Evleri, 2011 • Fatih Evleri, 2010 • Gayrettepe Residence, 2010 • Gölpark Evleri, 2010 • Portakal Çiçeği Residence, Ankara, 2010 • Sirte Villaları, Libya, 2010 • VIP Villaları, Libya, 2010 • Baku Palace, Bakü, 2009 • Seba Dream, 2009 • Seba Haydarbey Evleri, 2009 • Seba Serenity, 2009 • Kemer Stüdyo Evleri, 2008



mart 2012 - XXI 98

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

kalebodur Türkiye’de birçok yapıda yer alan ve adı seramik karoyla özdeşleşen, benzersiz tasarımlar ve teknolojiler sunan Kalebodur, ürün gamıyla mimarların ve profesyonellerin tercihi olmaya devam ediyor. Doğada bulunan en özel doğal taşların seramik karolara uyarlanmasıyla ortaya çıkan Kalestone koleksiyonu ve modern formları yeni bir yaşam felsefesiyle harmanlayan Cube&Dot serisi, yalnızca Kalebodur tarafından üretilen, 3 mm kalınlığında ve 1x3 m boyutlarındaki porselen seramik levha Kalesinterflex, seramik dış cephe çözümleri, porselen havuz karoları, dış mekanlardan bina cephelerine kadar sunduğu teknik avantajlarla vazgeçilmez olan Klinker karo ve cephe sistemleri ve her biri özgün tasarım ve boyut seçenekleri sunan onlarca farklı seri sunuyor. Malzeme, renk, biçim ve dokusuyla ilham veren tasarımlar, yaratıcı fikirlere hizmet ediyor. Estetik ve biçim kaygıları içerisinde üretimlerini gerçekleştiren firma, sektörle kurduğu yakın ilişkiler sayesinde profesyonellerin tüm ihtiyaçlarını yakından takip ediyor. www.kale.com.tr • Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn, İstanbul (solda ve ortada sağda) • Vehbi Koç Vakfı Ford Otosan Sosyal Yaşam Merkezi, İzmit • Ankara Arena Spor Salonu, Ankara, (en altta) • Arketip Evleri, İstanbul, • Bahçelievler Carrefour AVM, İstanbul, • Barselona Metrosu, İspanya • İstanbul Kongre Merkezi, • İtob, İzmir • Marmara Forum Alışveriş Merkezi, İstanbul • Merinos Kültür Merkezi, Bursa • Misia15300 Projesi, Bursa • Montenegro Alışveriş Merkezi, Karadağ • One & Ortaköy, İstanbul • Pendorya Alışveriş Merkezi, İstanbul • Pulver Kimya Sanayi, Kocaeli • World Fitness Center, Kazakistan • Yapı Kredi Akademi, Kocaeli



mart 2012 - XXI 100

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

KİBRİD Kibrid, zoraki nesnel yaşam alanlarında, tipikleşmiş mekan ve tasarım anlayışına karşı çıkmak, içten ve kişiye entegre olmuş çevreler yaratmak için var oldu. Diyalektiğini, insanı anlamak ve onu yaşadığı mekanlarda tasvir etmek üzerine kurdu. Kibrid, üst üste yığılmış şehirlerde, kendini keşfetmek, sosyal çevresine öznellik katmak isteyenlere, tasarım ve danışmanlık hizmetleri veriyor. Kibrid'de maddenin yapaylığı bireyin doğallığıyla şekilleniyor, insan çevresiyle sentezleniyor. Kibrid, satış temsilciliğini yaptığı Apavisa, Mosa, Wovin gibi, dünyaca ünlü pek çok tasarım markasıyla çalışmakta olup, bu güne kadar birçok önemli ve özel projenin içinde yer almayı başardı. Temsil ettiği markalarda önce estetik ve kaliteyi hedefleyen Kibrid hem iç, hem de dış mekanda her alanda kullanılabilecek birçok farklı ürüne sahip. Sonsuz kullanım alanı olan dekoratif paneller, Wovin, 3DWalldecor ve Lithos Design markalarının üç boyutlu duvar ve tavan kaplamaları, Apavisa ve Royal Mosa zemin, duvar ve cephe porselen ve seramikleri, Extratapete özel tasarım duvar kağıtları, Steinberg banyo-mutfak armatür ve aksesuarları gibi çok çeşitli ürünler sunan Kibrid’in referansları arasında otelden hastaneye, alışveriş merkezinden ofise, özel villadan üniversiteye, restorandan mağazaya kadar birçok farklı mekan bulunuyor. Kibrid, katıldığı uluslar arası fuarlar, internet ve diğer medya kaynakları vasıtasıyla yenilikleri yakından takip ediyor ve vitrinini sürekli yeniliyor. Kibrid Shop'u ziyaret ederek vasati 40 talepte bulunmak mümkün. www.kibrid.com • Le Meridien Hotel, İstanbul, 2012 • Abbott Ofis, İstanbul, 2011 • Apple Store, Adana, 2011 • Armaggan Store Nuruosmaniye, İstanbul, 2011 • Atakule GYO Ofis, Ankara, 2011 • Berko İlaç Ofis, İstanbul, 2011 • Çubuklu Vadi Konutları, İstanbul, 2011 • Eureko Sigorta Ofis Binası, İstanbul, 2011 • İstinye Park AVM, İstanbul, 2011 • Nokia Evo Store Palladium, İstanbul, 2011 • Northerland Construction, Kıbrıs, 2011 • Nu Textile Shop, İstanbul, 2011 • Plot 4 Otel, Moskova, 2011 • Mont Blanc Shop, Ankara, 2010 • Swarowski Shop Bağdat Caddesi, İstanbul, 2010


ADVERTORYAL

dıagonal up

pulpıs gold

ortaklar cad. ünsal sok. saruhan apt. no:1/b mecidiyeköy / istanbul t 0212 347 25 05 www.kibrid.com

kibrID'in satış temsilciliğini yaptığı Apavısa'nın yeni koleksiyonu Archconcept üç boyutlu duvar ve cephe kaplamaları, birçok farklı form ve yüzey seçenekleri sunuyor. Apavisa’nın yeni koleksiyonu Archconcept; en son üretim teknolojileri ve güncel mimari eğilimlerine dayanarak porselen yüzeylerde geleneksel kavramların dışına çıkarak 3 boyutlu özelliklere sahip yeni bir kaplama felsefesi getiriyor. Archconcept, Apavisa’nın uzman olduğu doğal taş, metal ve çimento görünümlü yüzeylere yeni boyutlar ilave ederek porselenin iç ve dış mekan tasarımındaki rolünü geliştirmeye yardımcı oluyor.

seçenekleri yaratan, dikkat çekici kabartma ve yüzey farklılıklarına sahip bir koleksiyon. Archconcept’in yerleştirme seçenekleri ayrıca mekanlara derinlik ve yoğunluk kazandırırken, mimari görünüşlere de esneklik sağlıyor. Archconcept, yarattığı bu yeni yaklaşımı “sınırı olmayan mimari” olarak tanımlıyor.

Sonuç; porselenin benzersiz nitelikleri ve mükemmelliği ile zenginleştirilmiş, çok fazla çeşide sahip yerleştirme

Archconcept, bump hexagonal, bump 60x60, diagonal up, corner up, curve, bend, wave ve nexus olmak üzere sekiz farklı forma ve pulpis gold, pulpis silver ve fiberglass bronze olmak üzere üç farklı yüzeye sahip.

bump 60x60

bump hexagonal

curve

bump 60x60

bend

101 XXI - mart 2012

Apavisa Archconcept - 3 Boyutlu Duvar ve Cephe Porselen Kaplamaları

kibrID


KORAMIC YAPI KİMYASALLARI

mart 2012 - XXI 102

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

Türk yapı kimyasalları sektörüne farklı ürünlerle adım atan Avrupa’nın en güçlü markalarından biri olan Cermix, banyo ve mutfaklarda da kaliteyi artırıyor. Sektörde yeni ürünlerin geliştirilmesi ve üretilmesine öncü olan Koramic Yapı Kimyasalları, ürün kalitesinin artırılması konusunda çalışmalarını sürdürüyor. Yaşam alanlarında sunduğu sistematik çözümlerle hayatı kolaylaştıran Koramic Yapı Kimyasalları’nın geçtiğimiz yıl piyasaya sürdüğü yeni markası Cermix, banyo ve mutfakları farklı mekanlar haline dönüştürüyor. Koramic Yapı Kimyasalları'nın yeni markası Cermix, yapıştırma harçları, derz dolgu malzemeleri, performans artırıcı astarları, tamir harçları ve yüzey temizliğine yönelik ürünleri ile sektör profesyonellerine mükemmel çözümler sunarak farklılığını ortaya koyuyor. Cermix, yüksek yapışma mukavemeti ve esnekliğe sahip yapıştırma harçları, kolay ve hızlı uygulama imkanı sağlayan, hijyenik, kir tutmayan derz dolgu ürünleri, sentetik reçine esaslı yüzeyde emiciliği dengeleyen astarların da içinde bulunduğu toplam 58 adet ürüne sahip. www.cermix.com.tr



MIELE

mart 2012 - XXI 104

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

112 yıl önce Reinhard Zinkann ve Carl Miele Almanya'nın küçük bir kasabasında Miele & Cie adlı şirketi kurdular. Miele ürünleri sadece Almanya'nın Westfalen bölgesindeki fabrikalarda üretiliyor ve 40'tan fazla ülkeye ihraç ediliyor. 1999 yılında kurulan Miele Türkiye ise Almanya'dan gelen Miele solo ve ankastre ev aletleri ve profesyonel cihazlardan oluşan geniş ürün yelpazesini 150 acentesi aracılığıyla Türk tüketicilerine sunuyor. 60 yetkili ve eğitimli servisiyle de satış sonrası hizmeti veriyor. Miele ürünleri uzun yıllar ilk günkü performans ve görünümlerini koruyorlar. Bu kaliteyi yaratan yüksek teknoloji, kaliteli malzeme kullanımı ve üretim kalitesi. “Immer Besser (Her zaman daha iyiye)” olarak ifade edilen Miele'nin felsefesi, kolay beğenmeme, iyiyle tatmin olmayıp mükemmeli arama anlamına geliyor. Yüzyıldır Miele, teknolojinin insan hayatında günlük yaşam kalitesini maksimum ölçüde yükseltebileceğini gösteriyor. Çok özel ihtiyaçları saptayıp, insanların pratik sorunlarına pratik çözümler getiriyor. Ayrıca seçkin zevkler için de özel ürünler üretiyor. www.miele.com.tr • ARY Group - Maçka Vişnezade, İstanbul, 2012 • Büyükhanlı - Göztepe, İstanbul, 2012 • Koru Florya, İstanbul, 2012 • Onaltı Dokuz, İstanbul, 2012 • Varyap Meridian, İstanbul, 2012 • Mashatten, İstanbul, 2011 • Ofton - Bomonti, İstanbul, 2011 • Royal City, Ankara, 2011 • Trump Towers, İstanbul, 2011 • Yalıkavak Seba Green Bodrum, Muğla, 2011 • Aloha Evleri, Ankara, 2010 • Hill Park İstinye, İstanbul, 2010 • L'ist, İstanbul, 2010 • Park Vadi, Ankara, 2010



mart 2012 - XXI 106

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

SERANİT Sunduğu göz alıcı çözümlerle iç ve dış mekanların Türkiye'de ve dünyada en çok ilgi gören porselen karo üreticilerinden Seranit, yeni markası Serra ile yaşamında farklı görsellikler arayan kullanıcılara yepyeni ve seçkin seçenekler sunarken, renk kurgusundan ebat seçeneklerine, standartları zorlayan efektlerinden ödünsüz kalite anlayışına kadar her alanda mükemmel seçenekler sunuyor. 19 yıldır porselen sektörüne öncülük eden Seranit, seramik sektörüne yeni bir yorum getirmeye hazırlanan Serra için, tasarım alanında dünyanın en iyisi olarak kabul edilen İtalya ve İspanya’nın yıldız isimlerini bir araya geldi. Türkiye’den de ünlü tasarımcı Bahar Korçan’la işbirliği yapan Serra, Mart 2012’de gerçekleştirilecek lansmanla sektörün beğenisine sunulması amaçlanıyor. Mükemmelliğin sınırlarını zorlayan Serra, Seranit’in bugüne kadar pazara sunduğu en önemli ve özgün markalardan biri olma özelliğine sahip. Yine aynı dönemde, Unicera 2012’de Serra’nın sanatla olan ilişkisini de sektöre lanse edecek olan Seranit, Emine Gönüllü’nün yedi yıllık soyut seramik sergisiyle bu önemli organizasyonda yerini alması hedefleniyor. Yeni Serra markasının yanı sıra, bu zamana kadar pazara sunulan diğer markalarıyla birçok yenilikçi, farklı ve göz alıcı seçeneği de yeni dönemde kullanıcılarıyla buluşturacak olan Seranit, ödüllü tasarımları, kalite odaklı ürün gamı ve yenilikçi bakış açısıyla sektöre yön vermeyi sürdürmeyi amaçlıyor. www.seranit.com.tr



VILLEROY & BOCH

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

Merkez ofisi Almanya’nın Mettlach kentinde bulunan Villeroy & Boch, Avrupa, Meksika ve Tayland’daki fabrikalarıyla üretimini gerçekleştiriyor. 260 yılı aşan tarihiyle gelenekselleşen Villeroy & Boch, karo seramik, sofra ürünleri, banyo ve sağlık gereçleri çatıları altındaki geniş ürün yelpazesiyle bugün 125 ülkede yaşam tarzına yön veren bir marka. Villeroy & Boch’un her zevke hitap eden karo seramik ve banyo ürünlerinin seçkin ürün yelpazesi ve estetik çizgisi Eczacıbaşı güvencesiyle Türkiye genelinde, dördü Villeroy & Boch konsept mağazası olmak üzere toplam 31 satış noktasında yer alıyor. Loop&Friends koleksiyonu, minimalist tasarımı, geometrik formu ve farklı ebatlardaki geniş ürün yelpazesiyle sayısız kombinasyon seçeneği sunarken, kare, dikdörtgen, oval ve yuvarlak olmak üzere dört farklı geometrik forma sahip. L'Aura armatür serisi, içerisindeki sıkıştırılmış air jet ile su akışını dakikada yedi litreye kadar düşürüyor. L'Aura yıkama standı, musluk serisi, bide musluğu, duş musluğu, küvet ve duş için vanalar olmak üzere beş farklı grupta tasarlandı. Memento New Glory mat yüzey ve parlak formlarıyla koleksiyona estetik kazandırırken, tasarımı destekleyen ek mobilya çekmece ve depolama alanlarıyla küçük misafir banyoları için tüm işlevsel beklentileri karşılayan çağdaş bir tasarım yaratıyor.

mart 2012 - XXI 108

www.villeroy-boch.com • İstanbul Sapphire AVM, İstanbul • Point Hotel, İstanbul • Ulus Savoy Konutları, İstanbul • Zorlu Center Pr. Sn., İstanbul



VILLEROY & BOCH Villeroy & Boch'un sunduğu Classic Glam serisi (ortada solda) duvar karoları, 25x70 cm boyutlarında tasarlanarak kullanıldığı mekanlarda çoklu tasarım seçenekleri sunuyor. Beyaz ve krem tonlarında mat yüzeyli fon karolarla birlikte, ipeksi mat yüzeye sahip beyaz ve krem tonlarında iki farklı dekoratif karo seçeneği bulunuyor.

mart 2012 - XXI 110

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

My Earth serisi (en altta), doğal taşın yüzey zenginliğini renk ve desen çeşitliliğiyle ifade ediliyor. Seri, 30x60 cm ve 60x60 cm boyutlarındaki ana fon karolarını; açık bej, antrasit, gri ve bej olmak üzere dört farklı renk seçeneğiyle sunuyor. Bu fonların R9 ve R11B kaymazlığında iki farklı yüzeyi bulunuyor. Nature Side serisi porselen karolar (en üstte), temizlenmesi kolay yüzeyi ile hem zemin, hem de duvar kaplamalarında tercih ediliyor. Kireç beji, kızıl kahve, gri ve kahverengi seçeneklerine sahip serinin, R9 kaymazlığında 22,5x90 cm ve 11.25x90 cm olarak iki farklı boyut seçeneği bulunuyor. Duvar ve yer serisi Opulent Chic'in (ortada sağda), duvar için saten mat yüzeye sahip seramik fon karolar 30x90cm ölçülerinde, krem, cappuccino ve kahve renklerinde, 30x90 cm formatındaki sofistike dekorlar ise krem-gold ve kahve-gold renk seçenekleriyle sunuluyor. Seri 30x60 cm ve 30x30 cm koyu kahve yarı parlak porselen yer karolarıyla tamamlanıyor. www.villeroy-boch.com • Dedeman Hotel, Zonguldak • Keyland Hotel, Muğla • Lotus Evleri, Ankara • Radisson Blu Istanbul Asia, İstanbul • Rixos Downtown, Antalya



VİTRA

REFERANS PROJE - banyo - mutfak - seramİK

Ülkemizin ilk seramik sağlık gereçleri markası Vitra’nın yolculuğu 50 yıl önce başladı. Bugün Vitra, inovasyon ve sürdürülebilirlik odaklı üretim ve yönetim anlayışıyla, teknoloji, işlev ve estetiği tasarımla buluşturan ürünleriyle, doğduğu toprakların seramik geleneğine ve banyo kültürüne değer katan bir dünya markası olarak yolculuğunu sürdürüyor. Banyoyu bir yaşam alanı olarak tanımlayan Vitra’nın ürünleri; uzman ekibinin yanı sıra, Defne Koz, Dima Loginoff, Hakan Helvacıoğlu, İnci Mutlu, Matteo Thun ve Ross Lovegrove gibi tasarımcıların, Indeed, Nexus, NOA ve Pilots Design gibi dünyaca ünlü tasarım ofislerinin imzasını taşıyor. İnovatif ve sürdürülebilir özellikleriyle de pek çok ödül alan Vitra’nın ürünleri, yurt dışındaki önemli projelerde tercih ediliyor. Tasarım, teknoloji, malzeme zenginliği ve sürdürülebilir kalkınma hedefi çerçevesinde bütünsel banyo çözümleri sunan Vitra; seramik sağlık gereçleri ve kaplama ürünlerinin yanı sıra, banyo mobilyaları, küvet ve duş tekneleri üretiyor. Vitra’nın, boyutları 1x1 ile 60x120 cm arasında değişen seramik, porselen ve cam karolardan oluşan 4.000 çeşitlik koleksiyonu, iç mekan çözümlerinin yanı sıra, bahçe, havuz ve dış cepheye uygun seçenekler sunuyor. Banyo ve karo ürünlerinin toplamında Türkiye’de pazar liderliğini elinde bulunduran ve Türk yapı ürünleri sektöründeki en geniş ürün yelpazesine, üretim ve satış ağına sahip olan Vitra’nın ürünlerine dünya çapında yaklaşık 2.500 satış noktasından ulaşılabiliyor.

mart 2012 - XXI 112

www.vitra.com.tr • Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom, Arena • Astana Kongre Merkezi ve Stadyumu, Kazakistan • Dom Aquaree Berlin Radisson SAS, Berlin • Ice Bar, Londra • Kahire Kulesi, Kahire (ortada sağda) • Levent Ofis Binası, İstanbul • Londra Heathrow, Münih, Berlin Schönefeld, Moskova Sheremetyevo ve Dublin Havalimanları • Marina Promenade, Dubai • Queen Mary II (en altta) • Roomers Hotel, Frankfurt • Sabiha Gökçen Havalimanı, İstanbul • Sirena Apartments, Bulgaristan • Trump Towers, İstanbul • W Hotels, Doha (ortada solda)



mart Ajandası 9 Şubat - 10 Nisan

Marimekko: Desen ve Tasarım

Cernmodern, Ankara

www.marimekko.com

Tarih Vakfı Bilgi-Belge Merkezi, Eminönü, İstanbul

www.tarihvakfi.org.tr

Mardin Artuklu Üniversitesi Yenişehir Yerleşkesi, Mardin

www.artuklu.edu.tr

İstanbul Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü, İstanbul

az.bilgi.edu.tr

Cannes, Fransa

www.mipim.com

FMV Işık Okulları Nişantaşı Kampüsü, İstanbul

vitracagdasmimarlikdizisi.net

Siemens Sanat, Fındıklı, İstanbul

www.siemenssanat.com

Lefkoşa Atatürk Kültür Merkezi, Kuzey Kıbrıs

arch.emu.edu.tr/konutkurultayi3

Tüyap Fuar ve Kongre Merkezi, Büyükçekmece, İstanbul

www.unicera.com.tr www.kitchenworldfair.com

CNR Expo Fuar Merkezi, Yeşilköy, İstanbul

www.yapidayeniurunler.com

sunuluyor. Ecobuild, dünyanın sürdürülebilir tasarım, inşaat ve yapılaşmış

Londra, İngiltere

www.ecobuild.co.uk

MSGSÜ, Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Fındıklı, İstanbul

www.dogaltaslatasarliyorum.com

ATO Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi, Ankara

www.cyffuar.com.tr

San Francisco, ABD

openarchitecturenetwork.org

Bern, İsviçre

www.schindleraward.com

Sergi, Finlandiya Büyükelçiliği, Helsinki Design Müzesi işbirliğiyle gerçekleştiriliyor.

12 Şubat - 14 Mart

22 Şubat - 23 Mayıs

5 Mart - 23 Mayıs

6 - 9 Mart

Tarih Vakfı Atölye Çalışması Tarihsel Verilerin Değerlendirilmesi: Kullanıcı Dostu Modelle Yeni Yönetim ve Yaklaşımlar

İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi ve

Mardin Artuklu Üniversitesi Mimarlık Bölümü Bahar Semineri 2012: Mekan Deneyimleri

Seminerin ana bölümlerinde sinema, video, resim, fotoğraf,

A'dan Z'ye İstanbul'u Keşfetmek - Uluslararası ve Disiplinlerarası Tasarım Çalıştayı

İstanbul Bilgi Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Yüksek

MIPIM 2012

Dünyanın en büyük gayrimenkul buluşmalarından biri olarak

vakıf yönetim kurulu üyesi Prof. Dr. Murat Güvenç tarafından yönetilecek atölye her Pazar saat 10:00 – 13:00 saatleri arasında gerçekleşiyor.

çizgi film gibi sanat uğraşları konu ediliyor.

Lisans Programı, 5 - 14 Mart ve 14 - 23 Mayıs tarihleri arasında uluslar ve disiplinlerarası iki aşamalı bir tasarım çalıştayı düzenliyor.

nitelendirilen MIPIM 2012'de Türkiye'den de birçok katılımcı yer alıyor.

7 Mart

Yersizler: Ticari Yapılar Üzerine Bir Panel

VitrA ve Türk Serbest Mimarlar Derneği tarafından düzenlenen panelin konuşmacıları; Kazım Çizmeci, Korhan Gümüş, Sinan Kafadar ve Tansel Korkmaz.

7 Mart - 9 Mayıs

“Oyun Alanları” Sergisi

Sergi, uzun yıllardır düzenlenen “Grafist: Uluslararası İstanbul Grafik Tasarım Günleri”ne davet edilmiş tasarımcıların deneysel üretimlerinden oluşan “Grafist Arşivi”nden sınırlı bir seçkiyi içeriyor.

ajanda

9 - 10 Mart

14 - 18 Mart

Konut Kurultayı III - “Kıbrıs'ta Konut: Planlama, Tasarım ve Uygulama”

Etkinlik, Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesi, Konut

Unicera 2012 ve 8. Kitchen World Fuarları

İnşaat sektörü profesyonelleri ve bireysel tüketiciler tarafından

Eğitim Araştırma Danışmanlık Merkezi ve KTMMOB Mimarlar Odası tarafından düzenleniyor.

ziyaret edilmesi beklenen fuarlarda; seramik kaplama malzemeleri, granit, cam mozaik, vitrifiye ürünler, banyo ve

mart 2012 - XXI 114

mutfak mobilyaları ve aksesuarları sergileniyor.

15 - 18 Mart

20 - 22 Mart

8. Yapıda Yeni Ürünler Fuarı

Ecobuild 2012

Fuarda, yapı sektörünün en yeni ürünleri ziyaretçilere

çevre, İngiltere'nin ise en büyük yapı etkinliği.

29 - 30 Mart

Doğal Yaşam – Doğal Taş Sempozyumu

Sempozyum, İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü işbirliğiyle gerçekleşiyor.

22 - 25 Mart

Yapıdecoor Ankara 2012

Organizasyon, mimar, mühendis, müteahhit, kamu kurumları, yatırımcı kuruluşlar gibi sektör profesyonelleri ile ihtiyaç sahibi nihai tüketicileri, katılımcı firmalarla buluşturmayı hedefliyor.

31 Mart (son başvuru)

2011 Open Architecture Challenge Tasarım Yarışması

Architecture for Humanity tarafından düzenlenen yarışma bu

30 Nisan (son başvuru)

Schindler 2012 Uluslararası Mimarlık Yarışması

İki yılda bir düzenlenen yarışmanın ana teması: “Herkes için

yıl “[un]restricted access” teması altında düzenleniyor.

Erişim” olarak belirlendi.




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.