xxi.com.tr
XXI < MİMARLIK TASARIM MEKAN < SAYI 108 < NİSAN 2012 < AUTOBAN < BAZ VE DURAKBAŞA < GPY ARQUITECTOS < KOÇ < M ARTI D < MVRDV < NA-MD < TRACE < KÜRESEL KENT
Yİ R M İ B İ R M İM A R L IK TASA R IM M E KA N SAY I 10 8 N İ SA N 2 0 12 1 1 T L ( KIB R IS 1 2 T L )
Küresel Kentin Sahibi Kim? SASKIA SASSEN, ASUMAN TÜRKÜN VE AYŞE ÖNCÜ İLE KÜRESEL KENTLERİN DÖNÜŞÜMÜNÜ TARTIŞTIK. İLHAN TEKELİ VE MURAT CEMAL YALÇINTAN DA MAKALELERİYLE TARTIŞMAYA KATKIDA BULUNDU.
TC Merkez Bankası Bursa Şubesi ÖMER SELÇUK BAZ VE E. DİDEM DURAKBAŞA’NIN TASARIMI Gaziemir Özel Akut Kalp Damar Hastanesi M ARTI D MİMARLIK
YAZILARIYLA KOR HA N G ÜM ÜŞ OTTO VON B USC H
AUTOBAN GPY ARQUITECTOS MVRDV NA-MD MİMARLIK ŞULE KOÇ TRACE ARCHITECTURE OFFICE
XXI, referans rehberleri hazırlamaya devam ediyor. Yeşil Binalar Referans Rehberi'nden sonra, projelere hizmet ve ürünleriyle katkıda bulunan firmalar Konut Referans Rehberi'nde bir araya geliyor. Konut Referans Rehberi'nde son yılların markalı konut projeleri yer alıyor. Siz de bu rehberde yerinizi alın, firmanızı ve referanslarınızı mimarlara ve gayrimenkul profesyonellerine ulaştırın.
Yirmibir Mimarlık, Tasarım, Mekan Depo Yayıncılık adına sahibi ve yayın yönetmeni Kuyaş Örs yazı işleri müdürü (sorumlu) Hülya Ertaş hulya@depo.com.tr
Kentlerdeki Yaratıcı Süreçleri İşletmek
editörler Özge Gürbüz ozge@depo.com.tr Beste Sabır beste@depo.com.tr sektör editörü Tuğba Demirci tugba@depo.com.tr reklam müdürü Burcu Hinginar Akıncı burcu@depo.com.tr okuyucu ilişkileri sorumlusu Manolya Nurgün kurumsal iletişim yönetmeni Mürüvvet Can kapak tasarımı Emre Çıkınoğlu sayfa tasarım ve uygulama Doğukan Bilgin grafik asistanı Ali Çelik web tasarımı Anıl Dönmez Turgay Tuğsuz basım yeri Ofset Yapımevi Yahya Kemal Mahallesi Şair Sokak No: 4 Kağıthane, İstanbul yönetim yeri Depo Yayıncılık Hacı İzzet Paşa Sokak Rota 1 Apartmanı 12/2 34427 Gümüşsuyu İstanbul 0212 251 1811 xxi@depo.com.tr genel dağıtım DPP Yerel süreli yayın. Dergide yer alan yazı ve fotoğrafların tamamı ya da bir bölümü, Depo Yayıncılık’ın yazılı izni olmadan kullanılamaz.
İstanbul her gün değişiyor; değişimin hızı da gittikçe artıyor. Kentsel alanda yeninin yüzü hemen eskiyiveriyor. Bu dinamizmin altında yatan nedenlerin karmaşıklığı, kentin gittikçe daha da kontrol edilemez bir hal almasına neden oluyor. Bir yandan hızla değişen dünyanın gereksinimlerine ayak uydurma telaşı, diğer yandan da diğer kentlerle rekabeti İstanbul’un ve de Türkiye’deki diğer büyük kentlerin gelişimini belirliyor. Ama bunlar, kentselliğin tek bir yönü olan ekonominin koyduğu kıstaslar. Peki ya kentselliğin diğer yönleri? Sosyal yaşam, politik duruş, kent hakkı? Bir kent tüm bu girdiler göz önünde bulundurularak geliştirilebilir ve halihazır küresel sistemde güçlü bir konuma sahip olabilir mi? Yoksa küresel kentin kodları bunu imkansız mı kılıyor? Saskia Sassen, Ayşe Öncü ve Asuman Türkün ile yaptığımız ve XXI'in bu ayki kapağına taşıdığımız konuşmanın ana eksenini bu soru belirledi.
bugün yaşanan değişim isteğini yaratıcı bir sürecin başlangıcı olarak okumak mümkün. Bugünün kentleri, ekonomik etkinliğin yoğunlaşarak kendisinden başka hiçbir parametreye izin vermediği yapısını korumakta güçlük çekiyor.
Saskia Sassen'in küresel kent kavramını ortaya attığı 1991'den beri küresel ekonomide ve küreselleşme kavramında değişen çok şey oldu. O zamanlar birbirinin karşıtı olarak düşünülen kavram çiftleri bugünün kentlerinde birbirlerini besleyen diyaloglara dönüştü: yerel/ küresel, kentli/yönetici, ulusal/uluslararası, eski/yeni... Bu kavramsal diyalogların yaratıcı süreçlere dönüştürülmesinin formülüyse henüz keşfedilmiş değil.
Sürekli kendini yeniden üreten mekanizmalar olarak küresel kentlerin mekansal ayrışma, eşitsizlik gibi konuların çözümünde yaratıcı süreçlere ihtiyacı olduğu kesin. Tabii ki bunun tek bir yanıtı yok ama bu sorunların kendi kendine çözülmeyeceği de ortada. Küresel kentlerin asıl sahiplerinin kim olduğu sorusu da işte burada devreye giriyor. Çünkü buna verilen yanıt, sorunlara nasıl yaklaşılacağını da belirleyerek geleceğin kentsel dünyasının özelliklerini ortaya koyacak.
Wall Street'te başlayıp dünyanın birçok noktasına sıçrayan İşgal (Occupy) hareketinden Arap Baharı'na dek kentlerde
Sassen kentlerdeki diyaloğu yaratıcı süreçlere aktarmak için sürdürülebilirliği öneriyor. Herkesin üzerinde mutabık olduğu böylesi bir kavramın ortak hedef olarak ortaya konabileceğini ileri süren Sassen, bunu kentlerin yaşanabilir olmasının önkoşulu olarak kabul ediyor. Çünkü dünyanın sonunun gelmesi korkusunu üzerimize salan çevre sorunlarının, toplumu birleştirici bir etkisinin olduğunu savunuyor. Ve dahası, bu yönde bir değişimin, daha karmaşık olan sorunlarını çözmek için deneysel yöntemlere başvuran kentlerde başlayacağını vurguluyor.
XXI
güncel
DOSYA
8 güncel
24 Küresel Kentin Sahibi Kim?
Küresel kentlerin geçirdiği dönüşümlerden işgal hareketlerine dek geniş bir yelpazede seyreden konuşmaların yapıldığı toplantıya Saskia Sassen ile birlikte, şehir plancısı Asuman Türkün ile sosyolog Ayşe Öncü de katıldı. İlhan Tekeli ile Murat Cemal Yalçıntan da metinleriyle katkıda bulundu.
proje 32 Kompakt Grid 2005 yılı Haziran ayında açılan TC Merkez Bankası Bursa Şubesi ve Lojman Binası Proje Yarışması’nda birinciliği kazanan proje, geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Böylelikle yarışma yöntemiyle elde edilen bir bina tamamlanmış oldu ki bu istisnai bir durum.
NİSAN 2012 - XXI 2
İçİndekİler
38 Kasaba Dokusundaki Okul
16 küçük müdahaleler / otto von busch
Designing Capabilities
20 soru işareti / korhan gümüş
Yaratıcılık ve Yokedicilik
Deprem sonrasında, kentsel belleğe saygı ile yeniden inşa edilen XiaoQuan İlkokulu, parçalı birimleriyle kente zarif bir şekilde eklemlenerek şehrin dokusunu izliyor.
42 Evini de Köyünü de Tasarla
60 Mekan İçinde Mekan
Düşey köy, konut kullanıcılarını tasarımcılara dönüştürmeyi hedefliyor. Doğu Asya’daki hızlı kentleşmeye çözüm olarak geliştirilen projeyi mimarı mvrdv’den Winy Maas ile konuştuk.
Havaalanı içinde yeni bir mekan deneyimi sunan tasarımda, her modül değişik işlevlere sahip mekanları kabuk gibi sararak, salon içinde arama ve keşfetme duygusuna olanak sağlıyor.
48 Dingin İşlevsellik
64 Kullanıcı Odaklı
Dış mekanla iç mekan arasındaki geçirgenliği ile dikkat çeken M artı D Mimarlık tasarımı hastane yapısı, girişi çevreleyerek kurgulandı.
Stone&More serisi, doku, form ve kullanım senaryolarını yeniden kurgulayarak kişiselleştirilebilirliği vurguluyor. Kale işbirliğinde tasarlanan seri hakkında, tasarımcısı Şule Koç ile görüştük.
SEKTÖR 70 ürün 78 Yeşil Eğitim
80 Yönlendiren Çizgiler
İçİndekİler
NİSAN 2012 - XXI 4
Rmjm New York Ofisi'nin tasarladığı ve Türkiye'deki ilk leed sertifikalı kampüs olan Özyeğin Üniversitesi Çekmeköy Kampüsü'nde Trimline ürünleri tercih edildi.
Azerbaycan'ın tek metrosunun bulunduğu Bakü'deki Dernegül İstasyonu'nun aydınlatma çözümü Durlum tarafından gerçekleştirildi.
52 Eylemin Mekansal Temsili
82 iklimlendirmede Yüksek Verim
Gpy Arquitectos tasarımı tenerife drama sanatları merkezi rampalar, sahanlıklar ve platformlarla ziyaretçileri hem seyirci hem de oyuncu olarak mekana davet ediyor.
Yenilenebilir enerji kaynakları ve iklimlendirme ile ilgili çözümler sunan Form Şirketler Grubu, Esenyurt-Bahçeşehir'de açılan Akbatı AVYM'nin iklimlendirme ürünlerini sağladı.
84 çatı ve cephe referans dosyası
56 Mütevazi ve Samimi
108 ajanda
Cerba ofis projesinin bir ay kadar kısa bir sürede gerçekleşen tasarım ve uygulama sürecini, na-md mimarlık kurucuları Nagehan Açımuz ve Merve Demirkol anlattı.
Alcas Alumil Çuhadaroğlu Işıklar Tuğla Kalebodur Kibrid Mitsubishi Plastics Euro Asia Pimeks Group Rheinzink Saray Alüminyum Schüco Vmzinc
Müsibet İle Adhokrasi EKİM 2012’DE DÜZENLENECEK İKSV TASARIM BİENALİ’NİN ODAKLANACAĞI KONULARı KÜRATÖRLERi EMRE AROLAT, JOSEPH GRIMA ve BİENAL DİREKTÖRÜ ÖZLEM YALIM ÖZKARAOĞLU'ndan Dinledik.
NİSAN 2012 - XXI 8
güncel
fotoğraf: Murat Germen
Hülya Ertaş: Bienali, birden fazla serginin aynı çatı altında toplanmasından öte bir şey yapan, onu bienal kılan nedir? Özlem Yalım Özkaraoğlu: Bienali bienal yapan, sadece bir sürekliliğin bir arada olma durumu değil. Tek bir sergi yapıp da yine iki yılda bir yapıp bir bienal oluşturabilirsiniz. Tasarımı sadece görselleştirdiğimiz haliyle ele alan bir etkinlikten ziyade, arkasındaki düşünceleri araştırmaya yönelmek ve belli temalar çerçevesinde yoğunlaşıp, farklı laboratuvarlar yaratmak bunu bir bienal yapıyor. Emre Arolat: Kelime anlamından çıkacak olursak sergi -yani exhibitionkendini ortaya koyma meselesidir. Bienal ise aslında çağrılan bir şeydir. O anlamda bir rol değişikliği olmaya başlıyor. Bienallerde ya da küratoryal durumu bu anlamda tarif edilmiş meselelerde, aslında sergiyi yapan, yani serginin öznesi haline gelen kimse, kendini ortaya koymayı talep etmiyor. Ortaya bir sorun konuyor aslında, sorunsallaştırılıyor ve onun üzerine bir şey düzenleniyor. Yani sergi malzemesi önceden olan ve herhangi bir biçimde hazır olan bir şey olmuyor da o sorunsallaştırılan meselenin üzerine kuruluyor. İşte bu nedenle de diğer etkinliklere göre daha yoğun bir çalışma ortaya konuyor, ya da en azından öyle olması bekleniyor. Bu nedenle de daha fazla vakit aldığı için zaten ancak iki
senede bir yapılabiliyor, o yüzden de bienal deniliyor. he: Sizin aslında küratoryal metninizde söylediğiniz, İstanbul'un tasarım bienaline ihtiyacı var mı sorusuna dönmek istiyorum. Gerçekten var mı? ea: İstanbul'u eksen alan ve İstanbul'u sorunsallaştırılacak bir dizi hikayenin bir parçası olarak gören bir yaklaşım ortaya konacak olduğuna göre, böyle bir bienalin de anlamlı olduğunu düşünebiliriz. Bienallerin biraz gösteri dünyasının içinde, Milano ya da Venedik gibi, merkez ülkelerin tasarımı çok önemseyen, tasarımla birlikte var olduğu düşünülen şehirlerinde olmaları alışıldık bir durumdur. Aslında bu soru da o yüzden gündeme geliyor: İstanbul tasarımıyla çok öne çıkan bir yer mi ki, İstanbul Tasarım Bienali yapılıyor? Halbuki, durum pek de öyle değil; bu soru sorulduğu için yanlış bir cevap aranıyor. “İstanbul, tasarım bienali yapmak için uygun bir yer midir?” sorusu bence daha doğru. Bunun yanıtı da evet. Çünkü dünyada şu anda bildiğim kadarıyla en hızlı dönüşen, en hızlı büyüyen metropollerden biri ve biz plan yanlısı olan insanların sık sık söylediğinin aksine o denli de plansız bir şekilde gelişmiyor. Sonuçta İstanbul mevcut iktidarın birtakım inisiyatifleri doğrultusunda ortaya çıkan kanun hükmündeki yönetmeliklerle ve yasalarla bir dönüşüm hamlesinde. Bu anlamda da İstanbul
sorunsallaştırılması en elzem kentlerden biri olduğu için burada bir tasarım bienali düzenlenmesi, bugün Venedik, Milano ya da Londra'da düzenlenmesinden çok daha anlamlı. he: Siz de aslında bütün küratoryal metninizi böyle bir sorunsallaştırma üzerine kuruyorsunuz, daha yerel dertlerle tariflenen bir kurgu öne sürüyorsunuz. Joseph Grima'nın metniyse daha küresel bir soruna odaklanıyor. Bu ikisi nasıl bir arada olacak? Bu İstanbul'un bienali mi, yoksa İstanbul'da yapılan bir tasarım bienali mi? ea: İkisi de. Yani hem İstanbul'un bienali hem de İstanbul'da yapılan bir tasarım bienali. Öyle olduğu için de Joseph'in ortaya koyduğu küresel açılımla bizim ortaya koyduğumuz yerel açılımın ya da diğer bir deyişle omurgasını İstanbul'dan alan açılımın bir arada olmasını anlamlı gördük. Bu durum İKSV'nin direktörlüğü açısından belki bir problem haline gelebilirdi, onlar da bunu anlamlı görmeselerdi, çok zorlanabilirdik. Ama tam tersine onlar da bu durumu desteklediler ve hatta biraz da tetiklediler. Joseph Grıma: Yerelden küresele doğru ölçeklenmenin önemli olduğunu düşünüyorum çünkü, sonuçta değişik perspektiflerden benzer durumlara bakıyoruz ve tasarımın günümüzdeki rolüyle ilişkileniyoruz. Umarım süreç
boyunca üretilen fikirler ve çalışmalar, birbirleriyle örtüşen hikayeler gibi, bir bütün oluşturur. he: Önerdiğiniz başlık olan “adhokrasi” burada yaygın bir pratik değil, daha çok tasarımın sosyal boyutuna yönelik ki açıkçası Türkiye’deki tasarım anlayışında alışıldık bir yaklaşım değil. jg: Yıllardır birçok farklı ölçek, konu ve kapsamda çalışmaktayım ve bunlar var olmalarına karşı henüz fark edilmiş ya da tam olarak teşhis edilmiş değiller. Türkiye'de tasarıma aktarılan bilgi, belki de diğer yerlerden daha fazla kurumsal olmayan bir yapıya sahip. Adhokrasi aslen eski bir kavram, tasarımsa yeni. Sadece Türkiye'de değil tüm dünyada böyle. Endüstriyel tasarımın dünyayı dönüştürecek bir şey olarak görüldüğü anlayışta bir kırılma noktası yaşanıyor. Şu an asıl ilginç olan, yaratmaya yönelik daha enformel tutumun endüstriyel tasarımdaki teknolojik araçların kullanımıyla birlikte bugünkü düşünme biçimlerimizle daha da çoğaltılabilmesi. Evet, adhokrasi tasarımdan eski ama tasarım anlayışımızı yeniden kurgulamamızda itici bir güç olabilir. ea: Yasaların değil de bürokrasinin eksikliğinden. Çünkü yasalara sahibiz fakat düşünce sistemimiz, yaklaşımımız ve uygulama şeklimiz yetersiz ve sistemsiz. Joseph'in de belirttiği gibi, merkezde olduğunuzda tasarım hakkındaki fikirleri, kabulleri değiştirmek
karşı sayfada solda: Bienal mekanlarından İstanbul Modern Müzesi sağda: Bienal afişi bu sayfada Galata Özel Rum İlköğretim Okulu'ndan görüntüler
güncel
hiç de kolay değil. Oturmuş kalıplaşmış fikirler düşünceler var bu konuda. Yani herkesin sabit fikri var tasarım hakkında. Fakat Türkiye'de bahsettiğimiz bürokratik eksikliklerden dolayı, tasarım hakkında herkes bir şeyler öne sürebiliyor. Sabit bir fikre sahip olmak imkansız, bu sebeple aslında bu bir avantaj. he: Öyleyse, İstanbul Tasarım Bienali kapsamında tasarım nedir? Diğer tasarım bienallerinde de gördüğümüz gibi sadece endüstriyel tasarım ya da ürün tasarımı ile sınırlı kalmayan, daha büyük bir ölçekte mimarlığın altında tanımlayabileceğimiz geniş bir disiplinlerarası alan mı? ea: Kentsel tasarım ölçeğinden başlayarak ürün tasarımına hatta doğru bir şekilde ilişkilendirebilirsek, moda tasarımına kadar giden bir ölçekten bahsediyoruz. jg: Bu ölçek meselesinin de ötesinde, tasarıma bugünlerde politik sistemler için de başvuruluyor. Üstelik bu kentsel tasarımdan da geniş bir ölçek. Bugünün kaos strüktürlerinin iç içe geçmiş yapısı tasarımla okunabilir hale getirilebilir. Sorunlara tasarım çerçevesinden bakmak toplumun içinde işlediği kavramsal çerçeveyi etkileyerek üretim becerilerinin dönüştürülmesindeki sınırları belirler. Bu kapsamda ele alındığında ölçekler üstü bir durumu işaret ediyor.
he: O zaman; tasarımı bir uygulama alanı, pratik olarak değil de bir düşünce yöntemi olarak ele almayı planlıyorsunuz. jp: Evet, tasarım maddi bir pratik, sadece belli objeler ürünler üretmek değil. Bence 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçişteki önemli kırılmalardan biri, tasarımın ne olduğu hakkındaki birçok klişenin yıkılması oldu. 19. yüzyılın sanayileşen toplumu, endüstriyel tasarımı toplumun merkezine yerleştirmekteydi. 20. yüzyılda finans ve ekonomideki değişimlerle birlikte bu anlayış değişti ve 21. yüzyılda tam anlamıyla bu anlayışın ötesine geçilerek, sadece ürün üretmenin değil, sistem tasarlamanın da önemi anlaşılmaya başlandı. Bu anlamda tasarımın, 21. yüzyılın disiplini olacağını söylemek mümkün. he: Siz bienalin küratörleri olarak seçilmeden önce, Dejan Sudijc, kusurluluk temasını önermişti. Küratoryal ifadenizi bu temayla mı ilişkilendirdiniz? jg: Kusurluluk temasının olması hem iyi hem de kötü çünkü aslında her şeyde bir kusurluluk bulunur ve yapacağınız herhangi bir şey bu konunun içinde konumlandırılabilir. Sonuçta, adhokrasiye odaklanma fikri biraz da kusurluluk temasının altına çok uygun oluşundan kaynaklanıyor. Bakış açımız birçok anlamda kusurluluğun içinde ele alınabilmekte. Geleneksel tasarım fikri 20. yüzyıldaki endüstriyel tasarımla
özdeşleştirilir ve o da endüstriyle yani üretimin mükemmelleştirilmesiyle ilgili. Günümüzde 21. yy'da ise önemli tasarımcıların ve uluslararası tasarım dünyasının kusurlulukla ilişki kuruşunu görüyoruz. Bence bu noktada önemli olan, böylesi geniş bir temayı adhokrasi çerçevesinde daha spesifik bir şekilde ele alabilmek. öyö: Küratörlerimizle tartışmaya ve düşünmeye kusurluluk teması üzerinden başladık. Bu bir başlangıç noktasıydı ve bir anlamda konuyu daraltmamızı da sağladı. Bazı noktalarda artık kusurluluktan kopmuş haldeyiz çünkü o, bir üst başlıktı. Şu an ise adhokrasi ve musibet gibi daha detaylı kavramlar üzerinde konuşuyoruz. Kusurluluk ise bienal paralelinde çeşitli üniversitelerde düzenleyeceğimiz bazı programlarda bir başlık olarak verildi. he: Bienalden beklentileriniz neler? Tüm bu parçalar birleştiğinde ortaya nasıl bir tablo çıkmasını ön görüyorsunuz. jg: Bugün tüm dünyada bir bienal patlaması yaşanıyor. Son 10 yılda bienallerin sayısı ve konumu çeşitlendi. Çünkü herkes çağdaş bir istekle farklı deneyimler peşinde. Bienaldeki deneyim televizyon ya da dergi gibi mecralar yoluyla kazanılacak bir şey değil. Bu, fikirlerle doğrudan etkileşime geçilerek, bireysel olarak katılımla olabilecek bir deneyim. Bu paralelde sergilere ve bienallere olan bu istek, bir yoğunlaşma
anı yaratıyor. Böylelikle değişik ülkelerden, şehirlerden çeşitli fikirler bir etkileşim içinde sergi mekanında bir araya geliyor. Bu karşılaşma katılımcılar, fikirler ve işler arasında bir değiş-tokuş anı yaratıyor, aynı zamanda halkla da bir etkileşim söz konusu oluyor. Sergiyi hazırlayanlarla izleyenler arasındaki doğrudan bağ çok önemli. Bu bilgi değiştokuşunu sağlayabilecek mekanizmayı yaratmaya çalışıyoruz. Bence günümüzde bir bienal, bilginin üretimi ve değiştokuşunu sağlayacak bir mekanizmayı içinde barındırmalı. ea: Özellikle herkesin her şeyden konuşabildiği Türkiye'de bu durumun bienal üzerinde olumlu bir etkisinin olabileceğini düşünüyor, umut ediyoruz. Belki bu durum bir karşıtlık, bir muhalefet yaratabilir. Bugünlerde İstanbul'da herkes değişmek ve değiştirmek istiyor. Ama değişim aynı zamanda zararlı da olabilir, geri dönüşü yoktur. Belki de bu bienal bazı soru işaretleri yaratarak bahsettiğimiz muhalefetin, karşı duruşların oluşmasına olanak tanıyabilir. Çünkü bugün herkes mimarlık hakkında, şehir hakkında konuşabiliyor ama aynı zamanda da ne olacağını bekliyor. Oysa “ne olabilir?” sorusu gündeme getirilebilir. İstanbul'da kimse bu soruyu sormuyor, herkes bir durumun oluşmasını bekliyor ve ardından bir fikir öne sürüyor. Böylesi bir adhokrasi, insanların durum oluşmadan önce bazı öneriler geliştirmelerini sağlayabilir.
9 XXI - NİSAN 2012
fotoğraflar: Refik Anadol
Hassas Koruma Europa Nostra Ödülleri'ni kazananlar arasında Cengiz Kabaoğlu / KA.BA Mimarlık tarafından restore edilen Milet İlyas Bey Külliyesi de yer aldı. Europa Nostra (2012 Avrupa Birliği Kültür Mirası) Ödülleri'ni kazananlar geçtiğimiz günlerde açıklandı. Jüri başkanlığını José-Maria Ballester’in yaptığı koruma kategorisinde Milet İlyas Bey Külliyesi de ödül sahibi oldu. Türkiye’den ödüle layık görülen bir diğer proje ise özel hizmet kategorisinde Allianoi Girişimi ve Dr. Ahmet Yaraş oldu. Milet İlyas Bey Külliyesi için jüri raporunda "Jüri, belgeleme çalışmasının kalitesini, aynı zamanda kalıntıların dikkatli ve hassas şekilde ele alınışını takdir etmiştir. 1404 yılına tarihlenen külliyenin restorasyonu, alana derinden bağlı ve yerel halk ile kültürel mirasları arasındaki bağı güçlendirmek isteyen bir sponsorun işbirliği ile gerçekleştirilmiştir. Bu güzel mabet, gelecekteki deprem şoklarına dayanabilecek şekilde sağlamlaştırılmış ve kayıp öğeleri güzelliğini tamamlamak üzere bir araya getirilmiştir." ifadelerine yer verildi. Koruma Projesi Hakkında
NİSAN 2012 - XXI 10
güncel
Milet İlyas Bey Külliyesi, ünlü Milet arkeolojik alanı içinde Aydın’ın Balat
kasabasında konumlanıyor. Külliye bir cami, bir medrese, kadınlar ve erkekler için ayrı bölümleri olan çifte hamam ve diğer bazı yapılardan oluşuyor. Projenin temel amacı külliyenin doğal ve kültürel öğelerinin bütüncül bir şekilde sunulması ve tanıtılmasını sağlayacak şekilde bir kültür mirası alanı olarak korunması. Proje, külliyenin halen yaşayan geleneksel kullanımının sürdürülmesini destekledi ve korudu. Aynı zamanda da alanı bir müze-park olarak yeniden kullanarak bölgenin çok katmanlı kültür mirasının ve bunlarla ilişkili geleneklerinin sunulmasına olanak sağladı. Proje, birbirinin içine geçmiş iki safhadan oluşuyor: Teknik alt-projeler şeklinde geliştirilen araştırma, mimari belgeleme ve projelendirme safhası ile aşamalar halinde gerçekleştirilen, alandaki incelemeler ve araştırmalardan gelen sürekli veri akışıyla beslenen uygulama aşaması. Projenin amacı tüm tarafların işbirliği sayesinde başarıyla gerçekleştirildi. Proje, bölgenin hem somut (anıtlar ve proje alanı) hem de soyut (yerel halkın alan ile bağı) kültürel mirasının korunmasını sağladı.
Hastane Zinciri MTK MİMARLIK DANIŞMANLIK TARAFINDAN IRAK'TAKİ ÜÇ FARKLI KENTTE TASARLANAN HASTANELER, BÖLÜMLER ARASINDA KURDUĞU İLİŞKİ VE DOLAŞIM ÇÖZÜMLERİYLE DİKKAT ÇEKİYOR. AGRA HASTANESİ 77.400 m2’lik bir
arsa üzerinde yer alan kompleks resepsiyon binasını (124 m2), 100 yataklı genel hastaneyi (13.467 m2), personel lojmanını (2.400 m2) ve teknik servis alanlarını içeriyor.
Hastane binasında bölümler arası ilişkiler işlevsel ölçülerde ele alındı. Servis, personel ve malzeme dolaşımlarında verimlilik ve ziyaretçi dolaşımlarının hasta ve servis dolaşımından ayrılması tasarımda önemli etkenler oldu.
agra hastanesi
SORAN VE ZAKHO HASTANELERİ
100 yataklı Agra Hastanesi'nin başarılı bulunup model olması talebi üzerine 100 yataklı Soran ve 200 yataklı Zakho Hastaneleri olarak uygulanan kompleksler hastane, lojman, morg ve resepsiyon yapılarından oluşuyor. Yörenin ihtiyaçlarından dolayı, bu hastaneler kapasitelerinin ötesinde, daha kapsamlı acil ve yanık bölümleri içeriyor. konum: Arga-Soran-Zakho, Irak inşaat alanları: 16.000 m2 (100 Yataklı Agra-Soran Hastaneleri), 23.000 m2 (200 Yataklı Zakho Hastanesi) mimari tasarım: Turhan Kayasü, Mert Kayasü tasarım ekibi: Turhan Kayasü, Mert Kayasü, Seçkin Akşit, Şebnem Gür, Ogün Tuzcuoğlu, Burak Turgutoğlu, Özgür Ateşağaoğlu, Vural Kocaoğlu proje tarihleri: Agra: 2004, Soran: 2009, Zakho: 2011 yapım tarihleri: Agra: 2004, Soran: 20102012, Zakho: 2011-2013
NİSAN 2012 - XXI 12
güncel
Biri bodrum olmak üzere dört kattan oluşan hastane yapısının ana girişi ve ön cephesi Agra kentine yöneltildi. Acil servis girişi binanın batısında, poliklinik girişi de binanın doğusunda yer alıyor. Arazideki eğimden yararlanılarak arka cephede bodrumun açığa çıkmasına olanak sağlandı; servis avlusu, morg girişi ve binanın doğu ucuna doğru olan personel girişi burada düzenlendi. Üç katlı personel yapısı altı adet süit, kadın ve erkek girişleri ayrı olan 20'şer oda ve yemekhaneler, servis mutfağı ve diğer hizmet mekanlarından oluşuyor. Kontrol odasının, ofislerin ve ziyaretçiler için olan bekleme salonunun bulunduğu tek katlı resepsiyon yapısı yerleşkenin ana girişinde bulunuyor.
zakho hastanesi
agra hastanesi
soran hastanesi
Son Yeniler Bülent Erkmen’in, 2004 yılından bu yana yaptığı çalışmalarından oluşan “Son İşler 2” sergisi Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde 5 Mayıs'a kadar izlenebilir. Erkmen, 1990-2000 yılları arasında, her biri iki yıllık bir dönemi ele alan beş kişisel sergi/kitaptan oluşan dizisinin sonrasında, 2000-2004 yılları arasındaki çalışmalarını 2004’te “Son İşler” başlığı altında sergilemiş ve kitaplaştırmıştı.
NİSAN 2012 - XXI 14
güncel
Sanat ve kültür alanına odaklanmış çalışmalarının ağırlık taşıdığı “Son İşler 2” sergisinde Lizbon Ulusal Çini Müzesi’nde sergilenen çini tasarımı, İstanbul sokak adı ve kapı numarası tabelaları, 15. Tiyatro Festivali ve 4. Tiyatro Olimpiyatları için tasarladığı “İki
Kişilik Bir Oyun” ve “İstanbul” çikolataları gibi farklı İstanbul konularında gerçekleştirdiği çalışmaları yer alıyor. Sergide Erkmen’in 15 yıldır aralıksız sürdürdüğü ve son dönemde dışarıdan taşıdığı hazır nesnelerle metaforlar yarattığı Arredamento Mimarlık Dergisi kapakları, üç ayrı sezon için üç ayrı konseptle geliştirdiği İstanbul Devlet Tiyatrosu afiş dizileri, Osmanlı Bankası Müzesi’ndeki sergilerin tasarımlarıyla Osmanlı Bankası Müzesi’nin yeni sergileme tasarımları izlenebilir. Ayrıca
Erkmen’in uluslararası etkinlikler için yaptığı “Frida ve Diego”, “Fukuda”, “Tomaszewski” ve “İran Seçimleri” afişleri ile Hrant Dink Ödülleri kimliği, “Hepimiz Hrant Dink’iz” kitabı, Ferit Edgü için hazırladığı “Elde Yapım Kitaplar” dizisi ve sekiz adede ulaşan “Akın Nalça Kitapları” da sergileniyor. Yaptığı işlerle kendine yollar açan, her bir yolda izler süren Erkmen’in “labirent/kûfi yazı” bileşimi doğrultusunda tasarladığı “Metropol” dizisinden “Berlin” ve “İstanbul” afişleri;
“Frankfurt Kitap Fuarı Konuk Ülke Türkiye” ve “Becoming İstanbul” için hazırladığı logo ve afişleri; Kahve Dünyası için tasarladığı çikolata serisi ile “İki Kişilik Bir Oyun”un sahne tasarımı da bu bağlamda görülebilir. Serginin ayrı bir bölümünü ise Bülent Erkmen’in “Gazete Tasarım Günleri”nde yaptığı konuşmanın filmi oluşturuyor. Sergilenen çalışmaların bütününü kapsayan “Son İşler 2” adlı kitap da eş zamanlı olarak satışa sunulacaktır.
Designing Capabilities Eğer herhangi bir tasarım dergisini elinize alırsanız, metaların tasarımının belgelendiğini ve tartışıldığını görürsünüz. Sayfaları ıvır zıvır imajlarıyla, akıllı teknik aygıtlarla, lüks mutfakların fantastik modelleriyle ve bir moda tasarımcısıyla bir araba şirketinin en son işbirliğine yönelik haberlerle doludur. Bir tasarımcı parlak bir fikirle çıkmayıversin o hemen dokunulabilir bir nesneye dönüştürülerek üretilir ve stil sahibi tüketicilere sunulur. Son birkaç onyılda bazı dergiler etkileşim, hizmet, deneyim ve hatta kuram gibi tasarımın daha soyut yönlerini ele almaya başlayarak tasarım olarak yayınlanabilecek şeylerin geleneksel sınırlarını genişletmiş olsa da bu tartışmaları akıllı görünen dahilerin siyah polo yakalı tişörtler içindeki parlak fotoğraflarıyla yayınlamaya devam ettiler. Bu, bugünün tasarım yayıncılığı dünyasının bir gerçeği; profesyonel görünen fotoğrafların olmazsa fikirlerin de önemsenmez. Ancak fotoğraflanabilir olan şey yayınlanabilir. Yayınlanabilir olduğu düşünülen de iyi tasarım olarak nitelendirilir. Biz de iyi tasarımla ilgileniriz.
NİSAN 2012 - XXI 16
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Birçoğumuzun tasarım olarak gördüğü şey, metaların tasarımıdır. Tasarımcılar ancak metalaştırılabildiği ya da en azından fiziksel bir şekle dönüştürülebildiği durumlarda sosyal ya da politik gündemlere sahip olabilirler. Bunu eğitimde de, dergilerde, fuarlarda ve sergilerde de görürüz. Arada eleştirel ya da yıkıcı projelerle karşılaşsak da bunların çok azı güçsüzleştirilme ya da ilişkilenme gibi karmaşık kavramları ele alır. Marjinelleştirilmiş gruplarla çalışırken bile geçmişte var olan unutulmuş zanaatleri yeniden canlandırmak ya da sosyal girişimleri güçlendirmek adına yapılan çalışmaların sonucunda ortaya birtakım nesneler çıkıyor ve genellikle projelerin başarısı da bu nesnelerin dış görünümlerine göre yargılanıyor. Tasarımcı, çoğunlukla süreçle ilgili bir şeyler mırıldanarak projenin başka bir gündemi olduğunu dile getirmeye çalışabilir ama tasarım dünyası anında derin bir iç çekişle projenin dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için yapılmış başarısız ve naif girişimlerden bir diğeri olduğunu düşünerek onu göz ardı eder. Tasarım dünyası ilerlemenin tek yolunun daha iyi tasarlanmış metalar olduğunu ve eğer marjinalleştirilmişlere ya da yoksullara yönelik bir şeyler yapmak istiyorsan “piramidin tabanına” erişebilecek daha ucuz şeyler yapmanın yeterli olduğunu bilir. Daha fazla ürün satılınca ekonomi ve gayrisafi milli hasıla gelişecek ve "öteki %90" mutlu olacak. İşte bu, tasarımla ilerlemedir.
OTTO VON BUSCH TASARIMCI
Ekonomi dalında Nobel Ödülü sahibi Amartya Sen, son birkaç onyıldır gayrisafi milli hasıla dışında alternatif ölçüm araçları geliştirmek üzerine yoğun çaba harcadı. Bunun için bu değerlendirme sistemine eğitim düzeyi ve yaşam beklentisi gibi sosyal gelişim değerlerini de eklemeye çalıştı. Sen’in asıl mesajı bir toplumda çok miktarda para birikmesinin daha iyi gelişim anlamına gelmediği.
Bu tartışmada asıl önemli olan Sen’in metalar ve beceriler arasındaki can alıcı farklılığı ortaya koyması. Bisiklet gibi bir metayı satın alma olanağına sahip olmak onu kullanabileceğin, bisiklet kullanmayı bildiğin anlamına gelmiyor. Metalar ekonomi için olumlu olabilir ama genel halk için daha gelişmiş beceriler ve fırsatlar sunulduğu anlamına gelmez. Diğer taraftan beceriler "senin dünyada neler olabileceğin ve yapabileceğin" demektir, kendi dünyanda sahip olduğun ve geliştirebileceğin yetenekler demektir. Eğitim ya da sahip olduğun zanaat yetenekleri içsel becerilerdir ve becerilerini hayata geçirebileceğin sosyal oluşumlarla, yani toplumun dışsal becerileriyle paralel olarak ilerler. Örneğin, yüksek eğitim almış kadınların içsel becerileri, sosyal oluşumların kadınları ikincil vatandaş olarak gördüğü bir toplumda hiçbir şey ifade etmez. Sen, gelişimi özgürlük olarak algılamamamız gerektiğini belirtiyor. Gelişim daha fazlasını yapabileceğiz ve becerilerimizi ortaya koymada özgür olacağız demek. Özgürlük ise bu becerileri kullanıma açmak, yeteneklerimizi geliştirmek ve yaptıklarımızla sivrilmek demek. Sen’in işaretlediği ana sorunlar gelişmekte olan ülkeleri ilgilendiriyor olsa da, fikirleri hepimizin içinde eylemde bulunduğu tasarım paradigmasını etkiliyor. Metalar tasarlarken şeylerin sadece yüzeylerine bakıyor ve kullanıcıların "dünyada ne olduğu ya da yaptığını" gözden kaçırıyoruz. Çizim masasında her türden etkileşim ve deneyimi önersek de kullanıcılarımızın asıl becerilerini geliştirmekte sınıfta kalıyoruz. Tasarıma sosyal bir perspektiften bakacak olursak Sen’in yaklaşımı bazı acil konuların saptanmasında yardımcı olabilir. Eğer tasarımın güçsüzleştirilme ve sosyal meselelere odaklanmasını istiyorsak metanın, beceriler buzdağının yalnızca görünen yüzü olduğunu kabul etmemiz gerekir. Aynı şekilde tasarım projesi ya da kendi içinde süreç, içsel ve dışsal becerilerin nasıl ele alındığı üzerinden yargılanmalıdır, "süreç" ya da sonuçta ortaya çıkan şeylerin dış görünümleri üzerinden değil. Tasarıma beceriler üzerinden yaklaşmak geçtiğimiz onyılda, refah düzeyi yüksek ülkelerdeki kendin-yap etkinliklerine artışın nedenini de ortaya koyabilir. Her ne kadar birçok insan, nesneler daha fazla ulaşılabilir oldukça meta meraklısı haline gelmiş olsa da, yine de hareket alanımızın arttığını ve "dünyada olduğumuz ya da yaptığımız" şeylerin çoğaldığını hissediyoruz. Daha fazla meta etrafımızı sarsa da aynı derecede çok sayıda beceriye karşılık gelemiyor: Daha fazla şey satın alabiliriz ama onların çok daha azını anlayabiliyoruz ve çok nadir durumlarda onları tamir etmeye hevesliyiz. Hiç ilişkilenemediğimiz akıllıca tasarlanmış şeylerin içinde boğuluyoruz. İşte bu nedenle insanlar havalı yeni bir İtalyan bisikleti almaktansa kendi vitesli bisikletlerini tamir etmeye, indirimlere akın etmektense örgü örmeyi öğrenmeye ya da süpermarketten hazırını almaktansa hafta sonları evlerinde çeşitli ekmekler yapmaya
tasarımından becerilerin tasarımına geçişe odaklanmamızın zamanı ki dünyada gerçekten ne olduğumuza ve neler yapabileceğimize yönelik ciddi bir gündem oluşabilsin. Fotoğraf: Nobel Edebiyat Ödüllü Amartya Sen
KÜÇÜK MÜDAHALELER
Bunların tümü çok basit bir özgürlük kavrayışına indirgenebilir; eğer kendi bisikletini nasıl tamir edebileceğini bilirsen, bilmediğin duruma nazaran bir seçeneğin olmuş olur. Eğer bisikletini tamir etmeni sağlayacak beceri, bilgi ve araçlara sahipsen bisikletini tamirciye mi götürmek istediğini yoksa kendin mi tamir etmek istediğini seçebilirsin. Zamanını ve emeğini nasıl harcamak istediğine bağlı olarak önceliklerini belirleyebilirsin. Böylesi basit bir seçme hakkından tamamen yeni bir özgürlük dünyasının kapıları açılabilir. Sen’in sunduğu tasarım perspektifi, tasarım dergilerinde sıklıkla gördüklerimizin arka yüzünü açığa çıkarabilir. Havalı arabalar ya da teknik aygıtlar gibi cilalı metalar hız ya da yeni etkileşim yöntemleri gibi yeni özgürlükler vaat ediyor olsa da böylesi tasarımlar aslen bizim gerçek becerilerimizi azaltıyor. Bir sorunla karşılaştığımızda kötü hizmet sunan karmaşık şirket yapılanmalarının insafına kalabiliriz ya da çok pahalı ve işlevsiz yazılımlara mahkum olabiliriz. Bu metalar daha havalı görünmemizi sağlayabilir ama dünya üzerinde olabileceklerimiz ve yapabileceklerimiz ciddi bir şekilde sınırlandırılmış olur. Ama zaten böylesi konuları dergilerdeki parlak resimlerde göremeyiz. Çok uzun zamandır biz tasarımcılar akıllıca tasarlanmış ürünler yaratarak özgürlüğü üretebileceğimizi sandık. Şimdiyse zaman metaların
17 XXI - NİSAN 2012
başladılar. Marketin sunduğu olanaklarla belirlenen becerilerinin sınırlarını zorlayan birtakım insanlar var artık. Tüketiciliğin zincirlerini kırmak istiyorlar. Meta satın alım güçleri olsa da nesnenin kendisinden daha fazlasını istiyorlar. Dünyadaki becerilerini etkinleştirmek ve geliştirmek istiyorlar.
Milano'ya Türkiye'den İki Sergi Bu yıl MİLANO TASARIM HAFTASI'NDA YER ALACAK SERGİLERDEN İLKİ, ULUSLARARASI DOKUZ TASARIMCININ TÜRK MERMERİ İLE OLAN ÇALIŞMALARINA YER VERİRken İKİNCİ SERGİ İSE, MOBİLYADAN AYDINLATMAYA, AMBALAJDAN KIYAFETE GENİŞ BİR ÜRÜN YELPAZESİNDE FAALİYET GÖSTEREN İSTANBULLU TASARIMCILARI AĞIRLIYOR. tasarımcının, Türk mermerleriyle yaptıkları tasarımlar sergilenecek. Mermerin “hikaye anlatıcı” rolünü üstlendiği sergide tasarımcılar, hayat yolculuğunda yaşadığımız duygusal süreçleri görselleştirdi. Sergi Zona Tortona, Superstudio Più Binası Sanat Bahçesi’nde, 900 m2'lik açık alanda, dokuz platform üzerinde yapılandırılmış olan alanda ziyaretçileri karşılayacak. Milano sonrasında ise, 2014 yılına kadar, başta İstanbul olmak üzere diğer dünya şehirlerinde turuna devam edecek.
NİSAN 2012 - XXI 18
güncel
İstanbul Maden İhracatçıları Birliği (İMİB) ve Ege Maden İhracatçıları Birliği (EMİB) tarafından, 17-22 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilecek “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You” (Ve Mermer Dedi Ki: Yol Seni Değiştirir) adlı sergide, Werner Aisslinger, Richard Hutten, El Ultimo Grito (Rosario Hurtado ve Roberto Feo), Alfredo Häberli, James Irvine, Emre Arolat, Can Yalman, Ayşe Birsel ve serginin küratörlüğünü, kurumsal kimlik ile genel mekan tasarımını da üstlenen Demirden Design'ın bulunduğu altı farklı ülkeden dokuz
“The Taste of İst” isimli sergisinde yer alan, papyondan kitaplığa, aydınlatmadan sandalyeye geniş bir yelpazedeki ürünlerin altındaki imzalar ise, farklı disiplin ve jenerasyonlardan tasarımcılara ait. Ortak noktaları ise İstanbul'un tadını tasarım yoluyla dünyaya anlatmaları. Yirminin üzerinde İstanbullu tasarımcının, birbirinden ilginç tasarımlarıyla Milano’da yer alacak sergi, 16-22 Nisan tarihleri arasında, Milano’nun Zona Tortona bölgesinde yer alacak. Sergide; Akın Nalça, Ege Kutay&Tunçin Üner, Esin Tosunoğlu,
Gamze Güven, Gökhan Akyüz, Merve Doruk, Reyhan Uras&Deniz Türkeri, Murat Akçay, Nagehan Kılıçarslan, Efecan Gürgüz&Onur Besen, Nursema Öztürk, Orhan Irmak Tasarım, Sami Savatlı, Seda Kilimcigöldelioğlu, Şule Koç, Tamer Nakışçı, Tanya Ildıroğlu ve Türkü Şahin en güncel tasarımlarıyla; Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK) da kurdukları Endüstriyel Tasarım Tanıtım Ajansı'nı (ETTA) ve Türkiye'deki Endüstriyel Tasarım sektörünü tanıtan bir film ile yerini alıyor.
Yaratıcılık ve Yokedicilik Yıllar önce bir tasarım yarışması için duyuru hazırlamıştım. Bu duyuruyu gönderdiğim bir gazetenin yöneticileri “bu ilanı basamayız” diye cevap verdiler, biraz sıkılarak. “Çünkü duyurunun içinde yaratıcılık sözcüğü geçiyor”. İlk başta şaşırdım. Hatta bu sözcükte nasıl bir sorun olabilir ki diye düşündüm. Ancak sonra anladım ki, dini duyarlılığı olan kişiler için yaratıcılık kelimesinin anlamı farklı. İktidardaki siyasetçilerin büyük bir bölümü, muhtemelen hayatları boyunca yaratıcılık sözünü dünyevi konular için ağızlarına almaktan imtina etmişlerdir. Belki de bu çevrenin, bu kavramı bizim çevreden farklı bir anlamda kullandığını düşünmemiz lazım, tam da aynı kaygılarla. Çünkü bizim gibi insanların yaratıcılık kelimesini kullandıklarında kastettikleri başka. Bundan insanüstü, metafizik bir gücü anlamıyorlar. Tam tersine insani bir yetiyi, insan zekasıyla ilgili bir meseleyi anlıyorlar. Seküler dünyada yaratıcılık kavramı düşünce ve fikir üretimi için kullanılıyor, örneğin bir siyasetçinin ya da tasarımcının düşüncesinin bir temsil olduğunu göstermek için. Modern düşünce sistemi içinde yaratıcılık, üretimin bir kurgu olduğunu ifade etmek için kullanılır, tıpkı bir resimdeki meyvaları yemeye kalkmamak gibi.
NİSAN 2012 - XXI 20
SORU İŞARETİ
Dinsel düşünce referanslı ilişkiler dünyasında yaratıcılık kelimesinin anlamının bizim kullandığımızdan farklı olduğu açık. Onlar, tek yaratıcı Tanrı olduğuna göre, bu sıfatın insanlar için kullanılmasına karşı olduklarını söylüyorlar. Bu duyarlılığı anlayabiliriz. Hatta aynı nedenlerle arkasındaki düşünce ile empati kurmakta zorlanmayabiliriz. Dinsel referanslı düşüncede yer alan yaratıcılık kavramının insanlarla ilişkisi olamaz, dünyevi olanın dışına çıkarılması gerekir. Bunun arkasında tepeden inmeci, “kral-tanrı” mitine karşı bir duruş, köklü bir muhalefet olduğunu tahmin etmek zor değildir. Tanrının soyutlaşmasında, temsili özelliklerden arındırılmasındaki amaç, iktidardaki insanın kendisini Tanrı gibi görmesini, diktatörleşmesini engellemektir. Yaratıcılık kavramını dini referanslı düşünce sistemi içinde anlamlandıranlar, bu nedenle onu Tanrı katına havale ediyorlar, insanlara böylesine bir nitelik atfetmedikleri için. Bu duyarlılığı büyük bir saygıyla karşılıyorum, hatta aynı nedenlerle olmasa bile benimsiyorum. Bu işin bir yönü. Ama keşke anlaşmazlık bununla sınırlı olsa. Zorlandığım çok daha temel bir konu var ve bu işin içinden nasıl çıkabileceğimizi, anlaşmazlığı nasıl çözebileceğimizi bilmiyorum.
KORHAN GÜMÜŞ
Asıl mesele, dini açıdan duyarlı kesimin yaratıcılık kelimesinin taşıdığı metafizik anlamdan uzak durduklarını zannederken tam da bu tuzağa düşmeleri. İşte bu sorunu nasıl çözeceğiz, bu konuda nasıl anlaşacağız, onu bilmiyorum. Belki şunu söylemekle başlayabilirim: Bizim gibi insanlar
yaratıcılık kavramını tam da bu nedenle kullanırlar. Simgesel bir faaliyetin, tam da öznelliğinin, çokluluğunun altını çizmek için. Oysa yaratıcılık kavramını kullanmayanlar, gene aynı nedenle onu tanrı katına havale ediyorlar, insanlara böylesine bir nitelik atfetmedikleri için. Buraya kadar bir problem yok. Ancak bunu yaparken simgeselliği anonimliğe terk ediyorlar ve gizlenmiş bir öznelliğin dayatılmasını önemsemiyorlar. O zaman nerede kaldı yaratıcılığın yalnızca Tanrı’nın bir vasfı olduğu konusundaki duyarlılık? Yaratıcılık kavramını kullanmaktan imtina edenler, bunu yaparken tam da amaçlarının tersine hareket ettiklerinin nasıl farkında olmazlar? O zaman bu duyarlılık şekilde kalmıyor mu? İktidarın kentle ilgili projelerdeki bu tutumu bana biraz askerlikteki durumu hatırlatıyor: Askerlikte herkes bilir, doğru da olsa, yanlış da olsa komutanlar kararlara mutlak itaat isterler. Asla verdikleri kararlardan geri adım atmazlar. Kararların tartışılması söz konusu bile olamaz. İtiraz zaten hiç mümkün değildir. Çünkü askerlik gibi hiyerarşik bir örgütlenmede önemli olan kararların disiplin içinde uygulanmasıdır. Yoksa ortaya kaotik bir durum çıkar. Oysa ki hiyerarşik örgütlerde bile karar sürecinin başlangıcında daha esnek bir durum olabilir. Bir imkan olsa, diyelim komutanın (kışla dışındaki bir yerde) yakınında bulunulsa, kararı değiştirme imkanı olabilir. Ancak kışlada söz konusu olan, otoritenin tanınması meselesidir. Alternatiflerin tartışılması itaatsizlik olarak algılanır. Askerlik gibi hiyerarşik düzenlerde kararların tartışılması, farklı alternatiflerin, fikirlerin ortaya konması asla mümkün değildir. Şimdi bir bakalım: Taksim’deki dalış tünelli kavşak projesi... Haliç'teki metro köprüsü... Araç tüneli projesi... İstanbul Kongre Merkezi... Sütlüce Kongre Merkezi... Sulukule Projesi… Tarlabaşı Projesi… Eğer hepsini tek tek saymaya kalkarsak, bunlara yalnızca basit bir "rant projesi" (birilerine çıkar sağlamak anlamında) demek yeterli mi? Bu projeleri belirleyen şey “rant” değil, daha çok otoriter işleyiştir. Yöneticiler karar verirken başka türlü bir ilişki içinde olsalar, bu projeler de pek ala başka türlü olabilir. Projelerdeki ana mesele yöneticilerin nasıl bir katılım süreci öngördükleri ile ilgili. Yöneticilerin kararlarında, kapalı uçlu ilişkiler rol oynuyor. Hiyerarşik sistemlerde kararlar sonuçta bir kişinin oluruna kalıyor. Yöneticiler kendileri karar alıyormuş gibi gözükseler bile kendileri de otoriter bir işleyişin koşullandırması içindeler. Şimdi gelelim pratik sonuçlara. Zannedersem bu durumun farkında olan Ağa Han Vakfı özellikle bu nedenle Müslüman toplulukların kültürel gelişmesini sağlamak için, bu ihmal edilen düşünce geliştirme sürecini, yani mimari projeleri (ödüller, yarışmalar ve proje uygulamaları yoluyla) destekliyor. Örneğin bugün Mısır'da, İskenderiye Kütüphanesi Akdeniz kentlerinin belki de en önemli çağdaş mimari yapısı. Kahire'deki Al-Azhar surlarının içindeki rekreasyon alanının yönetimi ve projelendirilmesi de öyle... Bu örnekler yönetimlerin kapalı uçlu uygulamalarına sahne olan bu kentlere hayat öpücüğü veriyor.
Türkiye’de kamu projelerinde fikir geliştirme ve katılım süreci ihmal ediliyor diyebiliriz.
Ancak plan yapmak demek, yönetimlerin yalnızca çok ya da az bilmesi, bu konuda bir deneyimlerinin olması ya da olmaması demek değil. Örneğin mesele en küçük yönetim birimine, apartman yönetimine indirgense, belediyelerin ya da devletin şunları söylemesi mümkün mü?: “Siz apartman sakinleri olarak neye ihtiyacınız olduğunu bilemezsiniz. Bildiğiniz bir konu varsa, o da yalnızca evlerinizi temizletmek, ısıtmak. Apartmanlarınızı bu nedenle ben yöneteceğim.
Çünkü bu yönetim modeli askeri yönetimler gibi hiyerarşik bir yapıya sahip. Hiyerarşik olması, yalnızca bir yetki ve sorumluluk kademeleri ile yapılanmış olması demek değil. Aynı zamanda zekasını, becerisini, deneyimini daima yukarı devreden, kendi ölçeğinde politik bir anlam üretemeyen yönetimlerden bahsediyorum. Buna karşılık dünyada modernleşmeyle baş etmesini becerebilen yönetimlerin bunun tersini yapmaya çalıştıkları görülüyor. Politik bir semantik üretebilmek için bürokrasi ile piyasa aktörleri arasında bölüşülmüş olan bu planlama sistemine bir üçüncü aktörü katıyorlar; yaratıcı enerji üreten bağımsız kişi ve kuruluşları. Bu durumda STK’ların da elbette taşın altına ellerini koymaları gerekiyor, işlerinin yalnızca itiraz etmekten ibaret olmadığı görülüyor. Ancak STK’ların da kamusal düzenin işleyişinde sorumluluk üstlenmeleri söz konusu, yalnızca piyasa aktörleri gibi sürece katılmaları mümkün değil. Bu amaçla planlama çerçevesi oluşturulurken yönetimler şeffaf bir şekilde STK’ları devreye sokuyorlar. Planlama sürecinin nasıl yönetileceği konusunda yönetimler bağımsız uzmanlık kuruluşları ile birlikte sorumluluk üstleniyorlar. Bu aşama piyasa aktörlerine, çıkar gruplarına kapalı. İkinci aşamada yarışmacı bir ortamda planı yapılandırma konusunda STK’ların, enstitülerin, araştırma, kültür yönetimi kuruluşlarının teklifleri alınıyor. Bu aşama da açık uçlu, yani katılıma açık. Çünkü yönetimler bu tür bir katılım olmadan, örneğin istihdam dışı kalmış bir nüfusun nasıl geri kazanılacağını, yoksul ailelerdeki kadınların nasıl sorumluluk üstlenebileceğini ya da küçük üreticilerin nasıl geliştirileceğini, yarışkanlık kazanabileceğini bilemiyorlar. Bilseler bile bunları tek başlarına yapamayacaklarını biliyorlar. Türkiye'de siyasetin ve yaratıcılığın ihmal edildiği, temsil edilenin temsil edilmeyene dönüştüğü bu kamu sistemini "yok yönetimler" olarak adlandırmayı öneriyorum, daha iyisini bulana kadar.
21 XXI - NİSAN 2012
Ancak bu siyasal model değişmedi, kamu modeli olarak kurumsallaştı. Küresel kentin ulusal politikaya ve merkeze eklemlenmesi bir savaştan çok daha yıkıcı oldu. Bedeli yüksek oldu. Ulusal politika yalnızca İstanbul’da değil, Türkiye’nin her köşesindeki semantiği araçsallaştırdı. Yerellik adeta merkezde içeriği boşaltılmış bir temsilin işlevi haline geldi. Bu yönetimin merkezileşmesine mi yol açtı? Görünüşte evet. Ama kaçınılmaz olarak merkezin de içi boşaldı, o da semantiğini kaybetti. Disipliner bir toplum modelini üretirken kendisi de disipline oldu, yaratıcılığını kaybetti. Yerel yönetimler de merkezileştiler. Onlar da merkezi yönetimin fotokopileri haline geldiler. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediyesi Planlama Müdürlüğü ilçe belediyeleri için imar planları hazırlıyor. Bu planlar ilçe belediye meclislerinin “otomatik olarak” yetki devri kararı alması ile gerçekleşiyor. Çünkü ilçe belediyelerinin plan hazırlayacak kapasiteleri yok. İlçe belediyeleri ile Büyükşehir arasındaki ilişki bana biraz devletle kent yönetimlerinin ilişkisini anımsatıyor. Merkezi otorite de kent yönetimlerinin kültür, sağlık, altyapı gibi konularda yetki kullanmasının mümkün olmadığını düşünüyor, hatta görüyor ve bu işleri kendisi merkezden yönetiyor.
Galiba Büyükşehir’in ve ilçe belediyelerinin planlama dediklerinde anladıkları bu. Planlama faaliyetinin içinde hiç şüphesiz bir apartman yönetiminde de olması gereken uzmanlık bilgileri mutlaka var. Örneğin tesisatın yenilenmesi gerektiğinde bir proje yapılması, bir uzmanın çalışması gibi. Ancak yönetimler uzmanlık işlevlerinden hareketle halkla aralarında bir mesafe koymayı alışkanlık edinmişler. Kendilerinin seçimle işbaşına gelmesini katılım için yeterli görüyorlar. Kamunun bürokrasisi de onların emrinde. Bu nedenle neyin nasıl yapılacağına kendi başlarına karar veriyorlar. Ancak bu sistemde onarılamayacak bir hata var. Çünkü her ne kadar kamu, uzmanları bu planlama işine davet etsin, teknik şartnameler ile ihaleleri düzenlesin; farklı kamu yararı kavramlarının, önceliklerinin temsiline dayanan karmaşık bir işi önceden tanımlamak mümkün değil. Üstelik kentsel tasarım, kültürel miras, sanat, sosyal hizmetler, aklınıza ne gelirse gelsin, bunlar yaratıcı işler. Yani çimento, kereste satın alır gibi ölçülerek satın alınabilecek işler değil.
SORU İŞARETİ
Ankara’dan geçici bir görevle İstanbul’a gönderilen üst düzey bir bürokrat bana ikide bir şöyle şeyler söyleme ihtiyacını duymuştu: “Siz İstanbul’dakiler Ankara’yı tanımıyorsunuz. Ah bir tanısanız, o zaman oradan dünyanın ne kadar farklı göründüğünü anlarsınız.” Doğrusu ben de onunla aynı görüşleri paylaşıyordum, her ne kadar onun kadar Ankara’yı tanımasam da. Ne zaman Ankara’ya yolum düşse, ne zaman bir kamu kuruluşunu ziyaret etmek zorunda kalsam, aklımdan aynı bu bürokratın söyledikleri geçiyordu. Onları fildişi kulelerine hapseden, insanları ayaklarının altındaki küçük karıncalar gibi görmelerini sağlayan bir takım maddi pratikler var. Şöyle bir varsayım yapalım: Cumhuriyet kurulduğunda iktidardakiler Ankara’nın belki de bütün kentleri yöneteceği, hatta İstanbul’un yerini alacağını düşünmüş bile olabilirler. Zaten mübadele dışı ve bir bakıma savaş dışı kalan İstanbul’a Varlık Vergisi vb yaptırımlar da uygulanmıştı. Zaten nüfusu da savaş sonrasında yarı yarıya düşmüştü. Buna rağmen kentin ekonomisinde Müslümanlar’ın çok küçük bir payı vardı. Milli devletin kurulması ile birlikte en önemli iş, İstanbul’un bu sınıfsal yapısını değiştirmekti. Bu yapı hızla değişti, değişmesine... Ama İstanbul piyasa aktörleri ve siyasal yenilenme hareketleri içinde yine aldı başını gitti.
Ne zaman paspas yapılacak, ne zaman ampuller yenilenecek, ne zaman boyanacak ben karar vereceğim. Çünkü bu işler kolay işler değildir…”
Grafikteki Sanat Eğilimi KÜRATÖRLÜĞÜ SİNAN NİYAZİOĞLU, DANIŞMAN KÜRATÖRLÜĞÜ MELİH GÖRGÜN VE MÜRTEZA FİDAN TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLEN “OYUNALANLARI” SERGİSİ 9 MAYIS’A KADAR SIEMENS SANAT’TA GÖRÜLEBİLİR. Sinan Niyazioğlu Günümüzün deneysel grafik tasarım üretimleri, güncel sanatın da konusunu oluşturuyor. Disiplinler ötesi üretim, sanat ve tasarım arasındaki sınırları eritiyor. Bu durumu Hollandalı yazı karakteri tasarımcısı Rene Knip "oyunalanım" diye tarif ederken İranlı meslektaşı Reza Abedini "meşkler" şeklinde, İsrailli grafik tasarımcı Oded Ezer ise "şaşırtıcı sınırlar" şeklinde ifade ediyor. Hatta İngiliz illüstratör Patrick Thomas, üretim sürecini "imge yaratımı" olarak özetliyor.
NİSAN 2012 - XXI 22
güncel
"Oyunalanları" sergisinde yer alan çalışmalar, hem üretildikleri ülkelerin görsel kültür hafızalarına yeni buluşlarla eklemlenmelerini, hem de bu üretimlerin yerleştirme, sokak sanatı ya da çevresel sanat gibi sanat eğilimlerinin medyumlarıyla disiplinler ötesi uygulamalarını gösteren bir bakışla kurgulandı. Bu sergi, uzun yıllardır
düzenlenen “Grafist: Uluslararası İstanbul Grafik Tasarım Günleri”ne davet edilmiş tasarımcıların deneysel üretimlerinden oluşan Grafist arşivinden sınırlı bir seçkiyi içeriyor. Hollanda’dan Rene Knip, “Grafik Tasarıma Dokunmak Video Seçkisi” (Hollanda’nın önde gelen grafik tasarımcıları üzerine yapılmış bu video çalışmasında Experimental Jetset, Maureen Mooren, Daniel van der Velden, LUST, Irma Boom, Stuart Bailey, Jop van Bennekom, Felix Janssens, Mevis and Van Deursen, Julia Born, Roma Publications, Will Holder, Karel Martens yer almaktadır.); İngiltere’den Alan Fletcher, Patrick Thomas, Almanya’dan Henning Wagenbreth ve İsrail’den Oded Ezer’in deneysel üretimlerine odaklanan sergi, günümüzde görsel iletişim tasarımına dönüşen grafik tasarım disiplininin yeni medyalardan yararlanması kadar, sanat eğilimleriyle etkileşime geçerek görsel düşünmeyle ilgili önerilerini paylaşıyor.
Küresel Kentin Sahibi Kim? SASKIA SASSEN 1991’DE “KÜRESEL KENT” KİTABINI YAYINLADIĞINDA KİTABA ADINI VEREN KAVRAMIN HAYATLARIMIZI BU KADAR DEĞİŞTİRECEĞİNİ TAHMİN EDEBİLMİŞ PEK AZ KİŞİ OLSA GEREK. SASSEN’İN KÜRESEL EKONOMİNİN KENTLERE VE MİMARLIĞA ETKİSİ ÜZERİNE ÇALIŞMALARIYLA YENİ BİR ARAŞTIRMA ALANI ÜRETTİĞİ AŞİKAR. YEŞİL BİNALAR ZİRVESİ İÇİN İSTANBUL’A GELECEĞİNİ ÖĞRENDİĞİMİZDE KENDİSİNİ DAVET ETTİK. BU SÜREÇTEKİ KATKISINDAN DOLAYI AHMET HAKAN YENER'E TEŞEKKÜR EDERİZ.
NİSAN 2012 - XXI 24
Küresel KENT
Fotoğraflar: Yunus Argan
SASKIA SASSEN İLE BİRLİKTE TOPLANTIYA ŞEHİR PLANCISI ASUMAN TÜRKÜN İLE SOSYOLOG AYŞE ÖNCÜ de KATILDI. KONUŞMALAR KÜRESEL KENTLERİN GEÇİRDİĞİ DÖNÜŞÜMLERDEN İŞGAL HAREKETLERİNE DEK GENİŞ BİR YELPAZEDE SEYRETTİ. TOPLANTIYA KATILAMAYAN İLHAN TEKELİ İLE MURAT CEMAL YALÇINTAN DA METİNLERİYLE KATKIDA BULUNDU. BU SAYEDE TARTIŞMAYA TÜRKİYE’DE, ÖZELLİKLE DE İSTANBUL’DA YAŞANANLARI SASSEN'İN SÖYLEDİKLERİYLE İLİŞKİLENDİREN YEREL ARGÜMANLAR EKLENMİŞ OLDU. KÜRESEL KENTİN SAHİBİNİN KİM OLDUĞU İSE GİTTİKÇE KARMAŞIKLAŞAN PARAMETRELER İÇİNDE İYİCE BULANIKLAŞTI GİTTİ. HAZIRLAYAN: HÜLYA ERTAŞ
saskıa sassen
asuman türkün
Ayşe Öncü
Hülya Ertaş: Küresel kent terimini ortaya koymanızın üzerinden çok zaman geçti ve çok şey değişti. Bunu ilk dile getirdiğiniz 1990’lardan bugüne küresel kentin tanımında ne gibi değişiklikler oldu? Bugünün küresel kentleri hangi açılardan 1990’lardakinden farklı?
Hatırlatmak isterim ki Küresel Kent kitabı 1991’de çıkmıştı! O zaman başlangıç aşamasında olan, 1990’lar ve 2000’ler boyunca büyüyen bir şeyi keşfetmiştim: Böylesi kapasiteye sahip bir kente yöneltilen sistematik talep aslında şirket sermayesine yönelikti. Bunu nasıl ölçülendirdiğinize bağlı olarak İstanbul, Buenos Aires ve Jakarta’yı da küresel kentlere katabilir, kapsamını genişletebilirsiniz. Şu an yüze yakın küresel kent var ki bunların 40’ı ana küresel kent olarak tanımlanabilir. Bu dünya çapındaki ağ, küresel sermaye için gerekli altyapıyı çoğaltıyor. Küresel sermayenin en stratejik kısmı, en zor anlaşılabilir olanı: Küresel sermayenin tüketici tarafı değil, organizasyon tarafı. Tüketici tarafında şirketler her yerde olmak istiyor. Ama tüketim sektörlerinin organizasyon tarafında tarafsız bir kent arayışında oluyor. Benim yaptığım analiz aracı (intermediate) ekonominin analizi. Bu da öylesine soyut bir tanımlama ki ancak bu konuşma kapsamında onun küresel sermayenin organizasyon tarafı olduğunu söyleyebilirim. Küresel sermaye ne gökten zembille indi ne de bir seçim olarak ortaya çıktı. Küresel sermaye gerçekten karmaşık bir sürece sahip ve bu yüzden de basit işlevleri yerine getiren yerlerden küresel olarak işleyen şirket ve pazarların çok karmaşık işlevlerini yerine getiren yerlere dek her türden mekana gereksinim duyuyor. Mimarlık ve şehircilik alanındaki uzmanların çoğunlukla gözden kaçırdıkları ise çok daha bilindik olan küresel kentin ekonomik üretim işlevinin yanı sıra tanımlamış olduğum ikinci bir üretim işlevi ki o daha çok politikayla ilgilidir:
Küresel kent dezavantajlıların -azınlıkların, göçmenlerin, ister zengin ister yoksul olsun eşcinsellerin- kendi yaşam projelerini geliştirebilecekleri ve küçük bir köy ya da kasabada yapamayacakları şekilde kendi hakları için savaşabilecekleri bir mekan. Tam da bu nedenden ötürü Occupy hareketi çok ilgi çekici. Evet, küresel şirket sermayesi ve küresel finans da kendi projelerini bu kentlerde geliştirirler ama bu, bu sektörlerin aynı zamanda elektronik mekanı da içeren yörüngesindeki noktalardan biridir. Paris, Londra ve Tokyo gibi ülkelerdeki enformel ekonomi, şu anki küresel ekonominin çoğunluğuna sahipler. Açıkçası çizelgenin tepe noktasını inceliyorum. Birçok kentte olup bitenler çizelgenin orta kısmında kalır. Oysa uç değerler keşfe açıktır ve yeni şeyler anlamamızı sağlar. Politik üretim işlevine geri dönecek olursak onu da ikiye ayırıyorum. Bunların ilki tariflediğim gibi azınlıklarla ilgili. Bir diğeriyse bu küresel şirketlerin enformel bir politik projeyi hayata geçirebilmesiyle ilgili ki bu da neoliberalizm projesinin bir parçası. Şu anda tüm bu karmaşık yapıyı okuyabiliyoruz. Ama Küresel Kent kitabımın ilk baskısından insanların anladığı şirketlerin ekonomik olarak küreselleşmesi, soylulaştırma, yersizleştirme gibi konulardı sadece. Evet bunlar çok önemli başlıklar, kitapta daha fazlası vardı. Ancak onları görmeleri, mesela enformel ekonomiyi küresel şirket ekonomisiyle ilişkilendirmeleri kolay değildi. İlginçtir ki 2001’de kitabın yeni baskısıyla birlikte tamamen yeni bir izleyici kitlesi, özellikle ilk baskıda daha az görünür olan o konulara odaklandılar: Kültür politikaları, azınlıklar ve göçmenler gibi başlıklara ilgi göstermeye başladı. Bunun sonucunda da okuyucular, ilk baskıdan daha iyi bir şekilde çalışmamın tamamını anlamış oldular. Bu ikinci baskıya asıl ilgi antropologlar ve kültür araştırmacılarından geldi. Küresel kent kısmen çok tehlikeli bir kapasiteye işaret ediyor. Neden? Tüm maddi zenginliği içine alıp dönüştürüyor ve çoğunlukla onu akışkanlaştırarak küresel dolaşıma girmesini sağlıyor. Bunun örneklerine bakacak olursak aklımıza ilk gelenlerden biri Brezilya olur. Küçük arsa sahibi çiftçiler tarafından yürütülen büyük tarım alanları vardı Brezilya’da. Şimdi anlatacağım öykü birçok ülkede yaşandı ama Brezilya’daki durum çok dramatik. Bu çiftliklerde üretilen ürünler halkın ana besin kaynağıydı ve bu nedenle de açlık yaşanmıyordu. Sonraları bu
25 XXI - NİSAN 2012
Geliştirdiğim bu metodoloji aracılığıyla anladım ki benim küresel kent olarak adlandırdığım şey birisinin çıkıp da "haydi yeni bir kent inşa edelim" demesiyle olan bir şey değil. Sistematik bir talep var; tabi ki karar vericiler birtakım küresel şirketler ama yine de ortada buna yönelik sistematik bir talep var. Bu aynı zamanda şu anlama da geliyor: Küreselleşme büyüdükçe ve genişledikçe özellikle de 1990’lar boyunca dünya üzerinde daha fazla sayıdaki kent küresel kent formatına sokuldu.
“Küresel kent kısmen çok tehlikeli bir kapasiteye işaret ediyor. Neden? Tüm maddi zenginliği içine alıp dönüştürüyor ve çoğunlukla onu akışkanlaştırarak küresel dolaşıma girmesini sağlıyor.” saskıa sassen
Küresel KENT
Saskıa Sassen: Ben genellikle küresel kent terimini popülerleştiren kişi olarak gösterilirim. Oysa ben sadece konuya daha farklı yaklaştım: Keşfettiğim bir dinamik vardı, yerel ile küresel arasındaki gerilimi işaret edecek bir şekilde o dinamiği nasıl adlandırabileceğimi düşündüm ve küresel kent adında karar kıldım. Küresel kent benim yapıştırdığım bir yafta. Fark edilmesi zor bir noktayı yakaladım. Elektronik ağlarda dolaşıma sunulan özel sermayenin neredeyse görünmez olan yeni biçimlerinin tek bir alansal anda toplaşmasına küresel kent adını verdim. Yakaladığım ikinci bir diğer noktaysa şuydu: Sermaye ne kadar dijital ve mobil olursa o alansallığa ihtiyacı o kadar fazla olur ki bu da bir gerilim ve zıtlıktır çünkü çoğunlukla dijitalin bir alana gereksinimi olmadığını düşünürüz. Bu noktaya varırken çıkış noktam kentler değildi, çünkü ben bir şehir plancısı değilim. Küresel pazarlar, finans, küresel şirketleri araştırarak işe koyuldum ve onların nerede somutlaştığını araştırdım. New York ve Los Angeles üzerinde çalışmayı planlıyordum ve bunun için de bir metodoloji geliştirmiştim. Küresel akışları ve küresel ekonomik aktörleri inceleyerek sermayenin nerelerde daha yoğun olarak yerleştiğini araştırdım. Evet, New York’ta yerleşmişti ama Los Angeles’ta değil. Diğer ikisi ise Londra ve Tokyo’ydu. Bu sonuçlara vardıktan sonra projemi yeniden düzenlemem gerekti çünkü bu iki kenti de dahil etmeliydim. Bunu yapmak için Tokyo ve Londra’ya gittim ve proje tam 10 yılımı aldı. Bu zorlu bir uğraştı çünkü ben bir şehir plancısı değilim. Diğer yandan da kolay bir işti çünkü çok iyi bildiğim belirli ekonomik dinamiklerin izini sürüyordum. Bu kentlerdeki mimarlık tarihini, kentin tarihini ya da mahallelerin ne gibi değişimler geçirdiğini anlamam gerekmiyordu. Sadece soylulaştırma gibi vahşi anlara odaklanabiliyordum. Sonuçta şehir plancısı olmayışım bu işi başarmamı sağladı. Yani aslında o proje sonunda çıkardığım küresel sermayenin alansal olarak çok belirgin bir şekilde somutlaşmasıydı. Bir diğer çıkarsamam da göçmenler üzerineydi; ilk kitabım İşgücünün Coğrafi Hareketliliği ve Sermaye (The Mobility of Labor and Capital) de göç ve sermaye akışına odaklanıyordu.
Benim o zaman keşfettiğim ve şimdi genel olarak kabul görmüş olan şey, bir çeşit sistematik değişim, bir sistemin dönüşümüydü. Göçmenler küresel kente geliyor çünkü bu kentlerin ekonomilerinde devasa bir dönüşüm var; çok daha az sendikalı iş ve çok daha fazla oranda enformel ekonomi. Enformel ekonomiye sahipseniz aslında çok esnek bir sisteminiz var demektir çünkü çok da denetim altında değildir. Hep en tepedeki şeylerden söz edilir ya, enformel ekonomi de en altta vuku bulur. Bunlar oldukça üretken enformel ekonomilerdir ve tasarım endüstirileri, kültürel sektörler ve birçok ileri teknoloji özel imalat gibi gelişmiş ana ekonomik sektörlerle bağları epey kuvvetlidir. Sao Paulo gibi mega kentlerdeki sadece hayatta kalmak üzerine kurulu eski enformel ekonomiler gibi değildirler. Bugün Sao Paulo gibi bir kentte hem eski yaşamsal enformel ekonomi hem de yeni tip enformel ekonomi hüküm sürer. Paris, Londra ve New York gibi kuzeyin küresel kentlerinde gelişmiş sektörlerle sıkı sıkıya bağlı yeni tip enformel ekonomiye rastlanır. Hülya Ertaş: İşgal (Occupy) hareketinden söz ettiniz. Bugünün kentleri için önemi nedir sizce?
“Benim yaşanabilir kent hayalim hala sokakların olduğu ve insanların sokakta birbirine dokunabildiği bir kent.” ayşe öncü
Saskıa Sassen: Dünya çapında önde gelen sanat dergilerinden biri olan Art Forum dergisi için bir yazı kaleme aldım. Benden İşgal hareketi üzerine bir makale yazmamı istediklerinde bir sanat dergisinin bu konuyla ilgilenmesine çok heyecanlandım. Yazıma işgalin gösteriden farklı olduğunu anlatarak başladım. Öncelikle işgal, çok zor bir iş. Gün be gün, haftalar boyunca süren bu eylemde bir sürü şey vuku bulabilir. İşgalcilerse birtakım beceriler geliştiriyorlar ki bunlar da sosyal becerilerin üretimine yol açıyor. Kendi aralarında huzuru sağlamak, kötü hava koşullarında hayatta kalmak, yiyecek tedariğinin güvenliğini ve sürekliliğini sağlamak gibi beceriler bunlar. Bir dönem Wall Street’teki işgalciler her gün 5.000’den fazla sayıda kişinin yiyecek gereksinimini karşılıyorlardı ve o dönem yerel üretilmiş, organik besinlere vurgu yaptılar. Kitap koleksiyonlarının olduğu bir kütüphaneleri ve bir kablosuz ağ noktaları vardı. Kısacası, bunların tümü işgalcilerin beceriler geliştirdiği anlamına geliyor. Hiçbir şeyin değişmediğini öne süren, bir liderleri olmadığı için hiçbir yere varamayacaklarını savunan görüşe katılmıyorum. Şimdiye dek iki konuda katkıda bulunduklarını
Küresel KENT
alanlar sadece soya üretilen çiftliklere dönüştürüldü ki bu sayede Brezilya’nın zenginliğinin bir kısmı küresel dolaşıma açılsın. Bu çok karmaşık bir hal alabilir, tıpkı gayrimenkul endüstrisinin finansallaştırılması gibi. Küresel kent, eski imparatorluk başkentlerinden farklı olarak stratejik bir sınır mekanıdır, bu nedenle de sayıları artar. Bugünün Uzak Batısı, koloni sınırı odur. Buenos Aires, Sao Paulo ve İstanbul’dur ve onların zenginliklerini akışkanlaştırabilecek becerilere sahiptir. Yapılar maddi olarak var olur ama finansal araçlarla temsil edilir, tıpkı soya ekim arazilerinin finansallaştırılması gibi.
kentlerin tarihteki değişimi
• Fordist üretim biçiminden esnek üretim biçimine,
büyük önemde ve yarışabilirliklerinin yükselmesinde, küçük ve orta
İlhan Tekeli
• Ulus devletler dünyasından küreselleşmiş dünyaya,
boydaki yenilikçi firmaların bir araya gelerek yarattığı dışsallıklar
• Modernist bir zihniyetler dünyasından postmodernist bir zihniyetler
belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu kentlerin, yenilikçilik kapasitesi yüksek
Türkiye’de uygulanan ve uygulanacağı ilan edilen projeler ile özellikle
dünyasına, geçiş olarak formüle edildiği üzerinde bir görüş birliği
olan küçük ya da orta boy firmalara küresel etkinlik sağlama olanağını
büyük kentlerimiz hızla değişiyor. Bunların büyük bir kısmı toplumun
bulunmaktadır. Burada bir türden diğer türe sıçrama halinde bir geçiş
açmakta olması, kentlerin yarışabilirliğini yükseltmek bakımından
gündemine, oluşmuş olan güçlü kamu ve özel kesim kuruluşları
değil, önceki bir türün içinden karşıtının doğarak hakim hale gelmesi
kritik bir öneme sahiptir. Bu kentler, gücünü, dikey iş bölümünü
tarafından, kamusal alanda müzakere konusu olmadan emrivakiler
şeklinde bir dönüşümün söz konusu olduğunun farkında olmak gerekir.
gerçekleştirmesinden değil, yatay iş bölümünü kolaylaştırmasından almaktadırlar.
NİSAN 2012 - XXI 26
halinde sokuluyor. Bu tür emrivakiler güçlü karşıtlıklar yaratıyor. Hakikaten bugün bir izleyici olarak kentlerde olup bitenlere bakarsanız,
Bu çok yönlü dönüşümün, kentlerin 1980’ler öncesindeki yapılarında,
büyük bir karmaşanın yaşandığı hissine kapılırsınız. Yani bizim geçmişte
konumuz bakımından önemli dört değişim yarattığı söylenebilir. Birinci
Yaşanan ikinci dönüşüm kentlerin formunda gerçekleşmektedir. Sanayi
idealleştirdiğimiz gibi; bir planın ve bu plana uygun gelişmelerin varlığı
dönüşüm ülkelerin yerleşmeler sisteminde yaşanan değişmelerdir. Ülke
toplumunun tek merkezin hakimiyetindeki metropoliten kentlerinden;
söz konusu değil. Kent planlama alanında sakin sakin konuşarak, ortak
sınırları artık ülkeleri bir kapalı kap haline getiremiyor. Yeni dünyanın
büyük bir alana yayılan, her parçası küreselle ilişkilenmiş, çok merkezli
aklın oluşturulması olanaksız hale geliyor.
mekan organizasyonu üzerinde konuşabilmek için mekanın ağ biçiminde
bir kentsel bölge haline dönüşmektedir. Bu merkezlerde yeni üretim
temsil edilmesi gerekiyor. İletişim teknolojilerindeki gelişmeler bir
biçiminin gerektirdiği hizmetler üretilmekte; yatay koordinasyon, ağsal
Benim gibi planlama ve sosyal bilim alanından gelen bir kimseden
yandan insanların zaman ve mekan algılamalarının menzilini artırırken
ilişkiler içinde, bu parçalanmış mekanda gerçekleştirilmektedir. Kentsel
beklenen sadece bu konudaki huzursuzluğunu dışa vurmak değil,
öte yandan zaman mekan sıkışmasını doğuruyor. Bu durumda yerellikler
bölge olarak tanımlanan alan içindeki sanayi ve servisler birbirleriyle
bunun neden böyle olduğunu açıklamaya/anlamaya çalışmak, daha
doğrudan küresele eklemleniyor. Ulusal ekonomiler artık büyük kentlerin
işbirliği ve etkileşim içinde, yer aldıkları coğrafi alanın kültüründen
sonra rahatsız olunan sonuçlardan kaçınabilmek için nasıl müdahaleler
performansları üzerinden yarışmaya başlamıştır. Ülkelerin büyük
etkilenerek ve bir bölümü yazılı olmayan yerel bilgiyi kullanarak hızlı bir
yapılması gerektiği konusunda bir şeyler söylemektir. Bunun zor
kentleri, göreli önemlerini sürekli olarak artırmaktadır.
gelişme göstermektedir. Başka bir deyişle; kentsel bölge içinde oluşan yığılma ekonomileri, pozitif dışsallıklar yaratarak ekonomik faaliyetlerdeki
olduğunu biliyorum ama deneyeceğim. Günümüz dünyasında büyük kentlerdeki yığılmaların artması, ister 1
gelişmeyi hızlandırmakta ve artık bu tür gelişmeler metropoliten
1980’LERDEN BERİ DÜNYADAKİ KENTLERDE NE TÜR
John Friedmann’ın “dünya kenti” , ister Saskia Sassen’in “küresel
DÖNÜŞÜMLER YAŞANIYOR?
kent” kavramlarıyla açıklanmaya çalışılsın, küresel denetim işlevlerinin
1980’li yıllardan beri dünya çok yönlü ve önemli bir dönüşümü yaşıyor.
yoğunlaştığı bu kentlerde sadece tüm dünyaya yayılmış üretim koordine
Bu konudaki deneyimi dört boyutlu kavram çiftleriyle birlikte algılamaya
edilmemekte, aynı zamanda yeni üretim biçiminin gerektirdiği karmaşık
Yaşanan üçüncü dönüşüm kentlerde toplumsal tabakalaşmada ortaya
çalıştığımız söylenebilir. Bu kavram çiftlerinin;
hizmetler üretilmekte ve ayrıca iki kritik işlev olan finansman ile
çıkmaktadır. Bir yandan esnek üretime geçilmesi, öte yandan bu
• Sanayi toplumundan bilgi toplumuna,
yeniliklerin pazarı olma gerçekleştirilmektedir. Bu kentlerin kazandığı
kentlerde sanayisizleşmenin yaşanmaya başlanmasıyla birlikte çalışanlar
2
alanın merkezinden çok, yeni oluşan kentsel bölge içinde meydana 3
gelmektedir.
>>
düşünüyorum. Bunlardan ilki eşitsizlik kelimesinin ağza alınmasının neredeyse günah olarak kabul gördüğü çok muhafazakar bir ülke olan Amerika’da eşitsizlikten söz edilebilecek semantik bir mekan yaratmış olmaları. İkincisiyse geliştirmiş oldukları bu beceriler. Kolektif olarak nasıl hareket edeceklerini, nasıl kolektif üretime katkıda bulunacaklarını öğrendiler ki bu ülkede bunlar büyük başarı sayılır.
Saskıa Sassen: Bilmiyorum. Tahrir Meydanı’nda olanlar Mısır’da bir değişime yol açtı. O meydandaki işgalciler daha güçlü bir konuma gelmediler ama tarih yazdılar. Alan, Otorite, Haklar: Ortaçağdan Küresel Kitlelere (Territory, Authority,
>>
içinde mavi yakalılar azalmakta, beyaz yakalılar artarken kentlerde
topluma emrivakiler yaratılmıyor. Toplumun değişik katmanlarından
binaların dönüşümüne, ikincisi ise gecekondu alanlarının dönüşümüne
yeni orta sınıflar yükselmektedir. Bu orta sınıflar içinden küçük bir
gelecek tepkiler aşırı yetkilendirilen kamu aktörleri kanalıyla aşılmıyor,
ilişkindir. Bu dönüşümler gerekçesini geleceğin düzeninin gereklerinden
grup da ekonomi için kritik bir öneme sahip yenilikçi bir alt sınıf olarak
demokratik süreçlerin işleyişi engellenmeye çalışılmıyor. Bu geçişte
değil, geçmişteki ihmal edilmişliklerinden almaktadır.
gelişmektedir. Bu nitelikteki bir sınıf oluşumu, yeni bir yaşam biçimi,
planlar doğrultusunda devletin gerçekleştirdiği altyapılar, gayrimenkul
yeni bir tüketim kalıbı ve tüketim mekanları, AVM’ler yaratmakta;
alanındaki geliştiricilerin (developer) uygulamaları, doğrudan üretim
Üçüncüsü ise yaşanan dönüşümlerin gerek özel kesimde, gerek kamu
bunlar da emlak piyasasının ve kültürel endüstrinin gelişmesine katkıda
alanındaki girişimcilerin yatırımları ve tek tek konut kullanıcılarının
kesiminde güçlü aktörler eliyle gerçekleştirilmekte olmasıdır. Bu
bulunmaktadırlar. Böylece “kentsel bölge”lerdeki toplumsal tabakalaşma
kararlarıyla gelişen soylulaşma süreçleri etkili roller oynuyorlar.
dönüşümün kamusal aktörleri olan Büyükşehir Belediyeleri ve TOKİ
27 XXI - NİSAN 2012
Asuman Türkün: Bu eylemlerin gelişimi için nasıl bir senaryo öngörüyorsunuz? Politika üzerinde etkili olabilecekler mi?
Küresel KENT
Bu konu üzerine yaptığım bir başka çalışmaysa benim küresel sokak olarak adlandırdığım uzun bir akademik makaleydi. Küresel sokak illa ki bir sokak olmak zorunda değil, bir meydan da olabilir. Burada anahtar nokta, orasının kolayca erişilebilir bir mekan olması, herkese açık olması. Küresel sokağı politika yapmak için gerekli formel araçlara erişimi olmayanların politikayı belirlediği, tarih yazdığı bir mekan olarak görüyorum. Sonuçta sosyal ve politik olanın oluşturulmasında büyük rol oynuyor. İşgal hareketi de bunun bir parçası. Onu meydanla karşılaştırdığımda -ki mimarlıkla temas ettiğim noktalardan biri olarak görülebilir bu- Avrupa’daki kamusal mekan imgesinin prototipi olan meydan, ritüellerin gerçekleştirilmesi için ortaya çıkmıştır. Bunların tümü bizim kamusal, kamusallık ya da kentsellik olarak adlandırdığımız kavramların oluşturulmasında çok önemli rollere sahiptir. Ama ikisi de birbirinden oldukça farklıdır: İlki ritüelleri gerçekleştirmek içinken bir diğeri inovasyona açık, bir şeyleri değiştirmeye yönelik bir mekan. Bu ayrım çok önemli. Mevcut durumu analiz etmek için gerekli mevcut formel araçları kullanmaksızın çok yönlü küresel hareketle ilgili. Bu yalnızca mevcut iktidarın devrilmesiyle alakalı değil. İyi ya da kötü niyetlerle iktidarları devirmek isteyen ne ayaklanmacılar gördük biz. İktidarı ele geçirme hedefiyle yola çıkmayan İşgal hareketi günümüz dünyası için oldukça ilginç bir gelişme. Değişimi isteyen ama "kurum"a erişimleri olmayan kişilerin politikası.
Rights: From Medieval to Global Assemblages) adlı yeni kitabımda küresel ve ulusalı inceliyorum. Kendi kendime sorduğum ilk soru tarihi kimin yazdığıydı. Ve özel olarak gücü elinde bulundurmayanların tarih yazıp yazmadığıyla ilgileniyordum. O noktadan hareketle şu sorunun yanıtını aramaya başladım: Gücü elinde bulundurmayanlar tarih yazarken güçlenmeyebilir ve bu esnada görünmez kalabilirler mi? Evet, bence bu oluyor, her zaman değil ama oluyor. Tarihçiler çoğunlukla bu görünmez olanları kolaylıkla kavrayamıyor. Buna örnek olarak feminist tarihçilerin aile yaşamı üzerine yaptıkları araştırmaları gösterebiliriz, onların çalışmaları aile yaşamının bugün modernite ya da kapitalist gelişim olarak adlandırdığımız süreçteki önemini ortaya koydu. Standart tarih yazımında görünmez olanı görünür kılacak bir alan yarattılar. Yani bazı durumlarda önceleri görünmez olan fark edilebiliyor. Ama bunu yapmak genellikle çok zor. Gelecekteki 30 yıl içinde daha somut bir değişim yaşanırsa, bugünkü İşgal hareketine, bu enformel politik sürece doğru kolaylıkla izini süremeyebiliriz. Ama aslında o, İşgal hareketi süresince geliştirilen beceriler ve uzun süredir sessiz kalmış ortalama vatandaş için açılmış semantik mekanla yakından ilişkili olabilir. Becerilerin geliştirilmesi önemli. Karşıdevrimciler Tahrir Meydanı’na develer üzerinde saldırdıklarında ben de Fas’taydım. Aslen Fas’ta yaşayan bir grup Mısırlı ile konuşurken dediler ki eğer eline bir Kahire haritası alıp kentte olayların olduğu yerleri dijital olarak aydınlatsan ve bir de Tahrir Meydanı’ndaki işgal hareketinden önceki halinden yola çıkarak bu haritanın aynısından yapsan bu ikisini karşılaştırabilirsin. Göreceğin manzara şu olacaktır: Önceki haritada tüm eski Arap mahalleleri sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi karanlık görünecektir, bütün ışık yeni Kahire’deki finans merkezinde, lüksün yeniden inşasında olacaktır. Tahrir Meydanı’nın işgaliyle birlikte bu eski mahallelerin yeniden aydınlandığını gördük. Dahası, dediler ki, şu an olanların birçoğu 30 yıl önceki aktivist hareketlerden kaynaklanıyormuş. Bu eski Arap mahallelerinde 30 yıl önce büyük gösteriler düzenlenmiş. Ve aslında bugün olanların büyük kısmı bu protesto tarihinden besleniyor ve kaynaklanıyor. Tahrir Meydanı’nda neden o kadar çok sayıda insanın, özellikle de kadının olduğunu bu açıklıyor. İnsanların böylesi yoğun bir şekilde destek vermelerinin nedeni bu olayın aslen 30 yıllık bir geçmişi oluşuyla oldukça alakalı. Ama bu geçmiş Arap mahallelerine aitti ve sadece Kahire’deki finans merkezindeki değişikliklere
olağanüstü yetkilerle donatılmıştır. Tabii ki bu olağanüstü yargısına,
yeniden belirlenmektedir. TÜRKİYE’DE YAŞANMAKTA OLAN DÖNÜŞÜMÜN FARKLILIĞININ
demokratik hukuk devletlerinin pratikleriyle mukayese edildiğinde
Yaşanan dördüncü dönüşüm demokrasi ve yönetim konusundaki
NEDENLERİ ÜZERİNDEKİ SAPTAMALAR
ulaşılmaktadır. Özel kesim aktörleri ise büyük özel kesim kuruluşlarıdır.
anlayışlarda gerçekleşmektedir. Modernizmin içinden postmodernizmin
Türkiye'de kentlerin bilgi toplumuna geçerken yaşadıkları dönüşüm
Bunların önde gelenleri gayrimenkul yapı ortaklıklarıdır. Bu kesim içinde
doğuşu, bu bakımdan dünyanın önüne yeni ufuklar açmaktadır. Araçsal
süreçleri en belirgin biçimde İstanbul’da gözlenmektedir. Bu nedenle
bulunanları tamamlamak için iktidara yakınlığını kullanarak yükselen bir
rasyonalizmin yerini iletişimsel rasyonalitenin almaya başlaması ve
Türkiye’de yaşanan dönüşümü İstanbul örneğine bakarak değerlendirmeye
kesimin varlığını da eklemek gerekir.
insan haklarına gösterilecek özenin verilen kararların meşruiyetinin ön
çalışacağım. Türkiye kentlerinin yaşadığı dönüşüm, aynı süreçler içinden
koşulu haline gelmesi modernitenin yönetim anlayışının yerini yönetişim
geçerek yaşandığı için, dünyadaki kentlerde yaşanan dönüşümlerle
Türkiye’deki pratiğin farklılığının dördüncü nedeni Türkiye’de siyasal
anlayışının alması sonucunu doğurmuştur. Günümüzün yönetişim
benzer yönlere sahiptir. Ama önemli farklılıklar da bulunmaktadır. Bu
kültürün iktidar olmayı otoriter/totaliter bir bakışla büyük ölçüde
anlayışı içinde tepeden verilen kararlarla o toplumda yaşayanlara
farklılıklar özellikle yaşanan dönüşümünün gerçekleştirilme biçiminden
özdeşleştirmekte olmasıdır. İktidar olanın başarısının, sorunların
emrivakiler yapılmasına yer yoktur. Bu, insanların onurlu yaşam
kaynaklanmaktadır. Bunların beş nedenden kaynaklandığı söylenebilir.
çözümünde oydaşma (temel toplumsal değerler üzerindeki anlaşma) oluşturmaya bağlı olduğu konusundaki anlayış, Türkiye’nin siyasal
haklarına açık bir saldırı olarak görülmektedir. Bunlardan birincisi İstanbul’da yaşanan dönüşümün bir sanayi
kültüründe yeterince ağırlık kazanmamış olduğu için dönüşüm
Gelişmiş demokratik hukuk devletleri içinde sanayi toplumunun küresel
dönemi metropolünden bilgi toplumunun kentsel bölgesine olan bir
konusunda alınan kararlar şeffaf olamamakta, katılımcı pratiklere açık
metropollerinin bilgi toplumunun kentsel bölgelerine dönüşmesi değişik
dönüşümden çok, bir azman sanayi kentinden kentsel bölgeye geçiş
hale gelememektedir.
süreçler ve aktörler eliyle oluyor. Yeni bir planlama biçimi gelişiyor.
halinde yaşanmakta olmasıdır. Beşinci faktör olarak Anadolu’da oluşan, temelde muhafazakar değerlerle
Müzakereci ve şeffaf bir planlama süreci işliyor. Bu süreçte tarihsel mirasa ve doğal değerlere ve insan haklarına/hukuk devleti anlayışına
İkinci farklılığın nedeni meşruiyetini, gelişmiş ülkelerin dönüşüm
yoğrulmuş olan Anadolu burjuvazisinin ideolojisini, kapitalist gelişmeye
saygılı kalınıyor. Bu süreç içinde sonuç ahlakı değil, deontolojik planlama
problemlerinden farklı nedenlerden alan dönüşüm projelerinin varlığıdır.
engel olmayacak bir içerikle yeniden yorumlamayı başarabilmiş olmasını
ahlakı hakim oluyor. Opak süreçlerle, siyaset kanalları kullanılarak
Bunlar temelde iki türdedir. Bunlardan birincisi depreme karşı dayanıksız
sayabiliriz.
4
>>
odaklanmış olanlar (gazeteciler, yazarlar ve politikacılar) için görünür değildi. Bu görünmez geçmişler birden bire ortaya çıkıyor ve Kahire’yi artık yalnızca modern bir iş alanı ve yeni uluslararası profesyonel elitin mekanı olarak görmeyi bir kenara bırakıyoruz. Bu hareketin ne yöne doğru ilerleyeceğine yönelik sorunuza kısmen yanıt vermiş oldum. Peki, İşgal hareketi sorunların formüle edilmesinde belirli bir rol oynayacak mı? Sanmıyorum, asıl hedefin bu olduğunu düşünmüyorum. Asıl hedef, hem çok zor hem de çok zor fark edilebilir bir proje. Bunun bir postkolonyal ya da postmodern proje olmadığını düşünüyorum çünkü en azından biz Batı’dakilerin değişimle ilişkilendirdiği araçsallıktan yoksun. Daha çok çoklu öğrenme eğrileri halinde ilerliyor. Ayşe Öncü: Orta Doğu’dan bildirenler son zamanlarda oldukça karamsar demeçler veriyor. Saskıa Sassen: Dediğim gibi bu hareketin kesin bir şekilde sonlanacağını düşünmüyorum. Ama bu hareketin ektiği tohumlar belirli bir rotaya yönelinmesini sağladı ve o rota kaybolmayacak. Amerika'daki siyahların insan hakları hareketini düşününün. Yüzyıldan daha uzun bir süre savaştılar, o dönem boyunca çok kez yenik düştüler, mevcut durum öylece sürüp gitti. Ta ki 1964'te meclis onlara bazı haklar tanıyana dek. Siyaset bilimi literatüründen bakanlar bunu liberalizme bağlayarak açıklıyorlar. Oysa öyle değil. Elbette liberalizmin de etkisi vardı ama aynı zamanda o rota uzun yapma süreçleriyle meydana getirilmişti. Ayşe Öncü: Ancak Orta Doğu bağlamında partizan politik alan, laikler ile İslamcılar arasında bölünmüş halde. Bu durum İstanbul’da da böyle. İstanbul’daki yıkımların ya da büyük yatırımcılarla yerel yönetimler arasındaki koalisyonlarla gerçekleştirilen büyük projelerin ardında bu partizan kümelenme var. Yeni aktörler kentsel alanda rol almaya başlıyor. Saskıa Sassen: Her zaman bu şekilde yürüdüğünü düşünmüyorum. Karmaşık durumların sonucunda ortaya çıkıyor o projeler, formüle edilmiş ya da
NİSAN 2012 - XXI 28
Küresel KENT
>>
tasarlanmış bir sistem olarak değil. Benim asıl üzerinde durduğum güce sahip olmayanların da tarih yazabiliyor olmaları ve bunu nasıl gerçekleştirdikleri. Ayşe Öncü: Amerika’daki Çay Partisi de bir taban hareketi ama bir yandan da oldukça muhafazakar. Saskıa Sassen: Beceri kelimesini bir değişken olarak ele alıyorum. Bildiğiniz gibi birçok yıkıcı beceri de var. İngilizce'de bu olumlu bir karşılık öneriyor. Fakat bu terimin hem olumlu hem de olumsuza atıfta bulunduğunu savunuyorum. Hülya Ertaş: Güce sahip olmayanların nasıl güçlendirileceğinden bahsediyoruz fakat tarih boyunca mimarlık ve şehir planlama gücün aracı olarak işlev gördü. Bugünün dünyasındaki ana gücü neoliberalizm olarak tariflersek mimarlık ve şehircilik perspektifinde değişen bir şeyler var mı? Saskıa Sassen: Bu o kadar genel bir soru ki hemen evet diye yanıtlanabilir. Fakat şunu soruyorum: Kendinden menkul olan o kadar güçlü müdür ki onun aslında kendinden menkul olmadığını görmemizi engeller? Bence Tahrir Meydanı kendinden menkul bir şekilde ortaya çıkmadı. Hiç kimse öyle bir şeyin başlayabileceğini ve bu kadar süreceğini tahmin etmiyordu. Bilimsel bir araştırmacı olarak "analitik taktik" diye adlandırdığım yöntemi kullanırım. Bu, metottan farklıdır. Metot, sizi kesin sınırları olan ve içinden çıkamayacağınız bir alana sıkıştıran bir disiplindir ve çok önemli olmasına rağmen bana göre bu bir sorun. Dolayısıyla bazı sorularla uğraşırken -sorunları ortaya çıkarmak, tüm yönlerin arkasına saklanmış güçlü bir anlam bulmaya çalışmak içinanalitik taktiklere ihtiyaç duyuyorum. Çünkü bir analitik taktik, çok güçlü bir açıklama ile karşılaştırıldığında tümünün kendinden menkul gibi görünmesini sağlar. Beni görmekten alıkoyduğu şeyi hemen görmek isterim. Bir görüntüde ışık ne kadar güçlü bir şekilde bir nesnenin üzerine yansırsa o nesneyi o kadar derinlemesine görebilirsiniz ama etrafındakileri, o ışığın gölgesinde kalanları algılayamazsınız. Mesela ben "göç"ten bahsederken bu kelimeyi eledim. Göç kelimesini kullandığınızda aslında çok şey söylüyorsunuz ve bu büyük bir çerçeve.
Bu beş faktörden ilk ikisinin, Türkiye’de kentlerde yaşanmakta olan
yakından ilgilidir. Çok sağlam görünen bir meşruiyet gerekçesi olarak
Kentsel dönüşüm projelerinin savunması için de genellikle toplumun
dönüşümün kapsamını, gelişmiş ülkelerde yaşanan dönüşümlere
ileri sürülmektedir. Söylemin ikinci ayağında ise kentte yaşayanların
muhafazakar olsun olmasın yükselen orta sınıflarının değerlerine
göre daha geniş hale getirdiği söylenebilir. Ama kanımca, yaşanan
doğal afetler, daha spesifik olarak deprem karşısında risklerini ortadan
hitap edilmektedir. Bu söylem içinde genellikle gecekondulunun adı
dönüşümün esas farklılığını yaratan faktörler, üçüncü ve dördüncü
kaldırma üzerinden kurulmaktadır. İstanbul 1999 yılında çok önemli
yoktur. Onlara vaat edilenler yasal ve insanca yaşanabilir konutlara
olarak sayılanlardır. Dönüşümün güçlü aktörler eliyle ve otoriter/
bir depreme maruz kalmıştır. Yaşanan bu felaket büyük bir ikna
kavuşturmaktır. Borçlandırıldıklarında “kira öder gibi kolayca ev sahibi
totaliter eğilim taşıyan iktidarlar döneminde gerçekleşmekte olması
ediciliğe sahiptir. İnsanın yaşam hakkını gerçekleştirmek için yaşadığı
olacaklar”dır.
müzakereci, demokratik süreçlere yer bırakmamaktadır. Bu durumda
konutların depreme dayanıklı hale getirilmesine karşı çıkılması kolay
emrivakilerle dolu bir gelişme dinamiğini ortaya çıkarmaktadır. Beşincisi
değildir. Söylemin üçüncü ayağını da gecekondu alanlarının tasfiyesi
Kentsel dönüşüm projelerinin girişimciler açısından karlı hale
ise yaşanmakta olan dönüşüme karşı doğabilecek çeşitli dirençlerden
oluşturmaktadır. Türkiye’de yönetici elitler, gecekondunun Türkiye’nin
gelebilmesi genellikle imar haklarının artırılmasıyla olmaktadır. Kentlerin
önemli birinin neden ortaya çıkmadığına bir açıklama getirmektedir.
sanayileşmesini kolaylaştıran bir çözüm olduğunu hemen hemen hiçbir
yoğunluğunun artmasının savunulmasında bir yan desteğin olabileceği
zaman fark edememişler, topluma hep bir sorun olarak sunmuşlardır.
söylenilebilir. Bu destek sürdürülebilirlik ilkesinden geliyor. Günümüzde
KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJELERİ TOPLUMA SUNULURKEN NASIL
Bu nedenle gecekondu alanlarının gerçeğini bilmeyenlerde bu alanların
sürdürülebilirliğin ancak kompakt şehirlerde gerçekleşebileceği
BİR SÖYLEME OTURTULUYOR?
dönüştürülmesi gerektiği hakkında geniş bir oydaşma bulunmaktadır.
konusunda Avrupa Kentsel Şartı’nda ve başka benzer belgelerde
Toplumda gayrimenkul alanına giren güçlü aktörlerin, kentin değişik
5
bir oydaşma olduğunu biliyoruz. Şehirleri kompaktlaştırmamız
yerlerinde büyük uygulamalara girerek, kentin anlam alanlarını
Bu üç ayaklı söylemin genelde dönüşüm projeleri konusunda olumlu
gerektiği söyleniyor. Aslında Türkiye’de şehirler kompakt. Amerika’nın
değiştirecek biçimde kentleri dönüştürmeye çalışması konusunda
bir hava yarattığı gözlenmektedir. Kentsel dönüşüm projelerinin bu üç
sürdürülebilirlikte karşılaştığı en önemli problem kompakt olmayan,
olumlu bir hava yaratmak kolay değildir. Bu kabulü sağlamak için
temel meşruiyet kaynağının genelde içten değil, dıştan teknisyenlerce/
çok dağınık şehirlerinin olması. Bizdeyse zaten kompakt bir kentleşme
olumlu bir dönüşüm söyleminin oluşturulmuş olması gerekir. Yaşanan
plancılarca yapılan değerlendirmelere dayandırıldığı söylenebilir.
var. Biz de kompakt kentin nasıl kullanılacağını ve nasıl geliştirileceğini
dönüşümleri haklı göstermekte nasıl bir söylem kullanılıyor?
bilmiyoruz. İlginçtir ki kentsel dönüşümü savunan söylemlerde bu konu Kentsel dönüşüm projeleri ve buna dayanarak yapılan operasyonların
yer almıyor.
Bu söylemi kentsel dönüşümün en yoğun yaşandığı İstanbul’da neler
savunmasının dayandırıldığı söylemlerde başka mekanizmalardan
söylendiğinden yola çıkarak kurgulamaya çalışalım. Kurulan söylemin
da yararlanıldığı gözlenmektedir. Bunlardan biri kentsel ya da mimari
Kentsel dönüşüm konusu toplumda yalnız bir savunucu söylemle değil
birinci boyutu İstanbul’un bir dünya kenti/küresel kent haline gelmesi
tasarımlara dayanılarak, güzel ve estetik olanın vaat edilerek, eskinin
estetize edilmiş bir güç gösterisiyle yer almaktadır. Bu, postmodernitenin
üzerinden kurulmaktadır. İstanbul’un dünya kenti haline gelebilmesi
yıkılarak yeninin yapılmasının savunulması olmaktadır. Geçmişin
siyasal kararları ahlak üzerinden değil, estetize ederek meşrulaştırma
ve dünyada yarışma gücünü artırabilmesi için kentsel dönüşüm
yıkılması, geleceğin güzel olacağı üzerinden savunulmaktadır. Yeni
eğiliminin bir parçası olarak da yorumlanabilir. Kenti dönüştürmekte
projelerinin hayata geçirilmesi gerektiği üzerinden kurulmaktadır.
yapılacak henüz yapılmadan güzel; yıkılacak olan da onların kullanıcılarının
rol alan ister özel ister kamu aktörleri olsun bunlar kamu alanında
Bu bir bakıma başlangıçta sözünü ettiğim, dünyadaki dönüşümle
değerlendirmelerini dışlayarak çirkin olarak ilan edilmektedir.
bir biçimde güç sergiliyor ve bu gücü dönüşüm projelerinin arkasına
>>
Eğer göç ile ilgili bir konu üzerinde çalışıyorsam -bu çerçevede olmayan-, bu kelimeyi bir kenara bırakırım. Aynı taktiği bir çok konu için kullanıyorum. Dolayısıyla mimarlıkla ilgili bu soruyu bana sorduğunda, bu kendinden menkul bir niteliğe işaret eden bir durum. Peki, değişen bir şey var mı? Yalnızca değişimin çok kuvvetli yaşandığı ana baktığımda, her zaman değil ama beni mimarlığın diğer yönlerini görmekten alıkoyduğundan şüpheleniyorum.
Hülya Ertaş: İnternet herkesin sesinin duyurabildiği demokratik bir alan olarak düşünülür genellikle. Bilgi teknolojilerindeki yenilikler kentlerdeki eşitsizlikleri bertaraf etmede rol oynayabilir mi?
>>
Yakın zamanda Facebook üzerinden bir kitap bölümü yazdım ve bunu “minimalist Facebook” olarak adlandırdım. Amerika’da son dönemlerde Arap Baharı için söylenip duran Facebook ve Twitter Devrimi tanımlamasından bıktım. Bunlar tabi ki bir rol oynuyor ama oradaki altyapı bambaşka. Asıl iletişim ağı camilerde. Bu bir tür üst üste binme. Bu teknolojileri seviyorum ama romantik olmak gerekmezmiş gibi geliyor. Bize önemli ölçüde kolaylık sağladıkları doğru fakat tüm problemleri çözmüyorlar ve kendi kendilerine devrim yapma gibi bir yetenekleri yok.
koyuyorlar. Bu söylemde güç kullanılması utanılır saklanılır bir
Unutulmamalı ki, kentlerde bulunan boş alanlar korunması gerekli çok
İstanbul emlak piyasasının Dubaileşmesi olarak nitelenmektedir. Bu
şey olmaktan çıkıyor, satış kampanyalarının parçası haline gelerek
değerli varlıklardır. Oraya hemen bir bina yapmak gerekmez. Bundan
gelişmeyi bir yazarın “meskun olmadan, metruk olan konutlar” olarak
sergileniyor.
bir süre önce Cumhurbaşkanlığı ODTÜ’den Atatürk Kültür Merkezi’nin
adlandırması konutun finansal spekülasyon aracı haline gelmesini çok
olduğu yer ile ilgili bir rapor istedi, biz de bir rapor yazdık. Grup olarak
özlü olarak ifade ediyor.
Estetiğe dayanarak, geçmişi yıkıcılığı meşrulaştırmanın bir yolu olarak
şunu anlatmaya çalıştık; kentin içinde yarıklara ihtiyaç vardır, boş
tarihselcilik kullanılmakta, Yeni Osmanlıcılık ya da Selçuklu yüceltmesi
alanlara ihtiyaç vardır. İstanbul Boğazı’nı ele alalım, iki yakası var. Bu
Bu süreçler sonucu kapitalizm mekana yerleşerek kenti kapitalizmin
yapılmaktadır. Siyasetçilerin yapı stillerinde bu tür tercihleri yapmasını
iki yaka arasındaki boşluk İstanbul’un en önemli zenginliğidir. İki yaka
öznesi haline getirince, mekan bu yeni bağlam içinde eşitsizliklerin
demokratik bir rejimle bağdaştırmak olanağı yoktur. Demokratik
arasında 1200-1500 metre uzunluğunda güzel bir açıklık bulunuyor,
üretilmesi ve sürdürülmesi açısından daha önemli bir işlev görmeye
rejimlerde bu tür siyasal tercihler yapıldığında, yetki sınırlarının dışına
binalar tek tek algılanıyor, zengin perspektifler doğuyor. Şimdi bir
başladı. Dönüşüm söylemi içinde emekçi, enformel sektör, düşük gelirli
çıkılmış olduğunun hemen farkına varılır.
düşünce deneyi yapalım: İki yakayı birbirine bitiştirelim, boşluğu
grupların adı yok. Estetik adına, modernist meşruiyet adına geliştirilen
kaldıralım. İstanbul ne hale gelir? İzmir Körfezi’ne gelince, orada
dönüşüm söylemi içinde gayrimenkul sermayesine fırsatlar tabak
BU SÜREÇLERİN ORTAYA ÇIKARDIĞI BAZI SONUÇLAR ÜZERİNE
boşluğun genişliği 5-6 km. Ancak ışıklar algılanıyor, orada bir başka
içinde sunulurken düşük gelirli gruplar da dışlanıyor. Genel olarak
Yaşanan bu dönüşümler zihniyetlerde, anlayışlarda önemli
algılama problemi var. Bir başka düşünce deneyi yaparak daire şeklinde
küçük ve büyük inşaat sermayesi her zaman siyaset içinde etkili olmaya
değişiklikler ortaya çıkarmaktadır. Geçmişte siyasetçiler hazine
bir Anadolu kentinin ortasına bir yarık açalım, iki kenarın arasını açalım,
çalışmışlardır. Ama bir müteahhitler ordusunun merkezi iktidarın
topraklarını kentte yaşayanlara kamu hizmeti sunmakta kullanılacak
kentlinin yaşamına ne kadar zengin perspektifler katılacağını kolayca
uzantısı haline gelmesi, günümüzde zirveye ulaşmış haldedir.
bir fırsat olarak değerlendirmekteydiler. Oysa şimdi iş bitirici
kestirebiliriz. Oysa bizde önemli bir kesim kentin içindeki boş bir yere
siyasetçilerde kent planlamasına bir yapsatçı mantığıyla yaklaşmak
tahammül edemiyor. O tahammülsüzlüğümüz bizim gelecekteki
1 John Friedmann:”The World City Hypothesis”, Development and Change, Cilt 17,
hakim olmuş durumda. Kentte her boş toprağı bina yapılacak yer
bütün kent planlaması, algılama, zengin yaşam biçimlerini oluşturma
1986,s.69-84.
olarak görme ve bu yolla yandaşlarına rant dağıtma fırsatı olarak
olanaklarımızı elimizden alıyor. Yapsatçı zihniyetten kurtulamayanların
2 Saskia Sassen: The Global City: New York, London, Tokyo, Princeton University
değerlendirme eğilimi hakim. "Seçilmişler atanmışlardan üstündür."
dar görüşlülüklerinin maliyetini uzun erimde toplum ödüyor.
Press, Princeton N.J. 1991. 3 Bu konuda Bknz: E. Soja: Postmetropolis: Critical Studies of Cities and Regions,
diyerek ilgili kamu bürokratlarını da kendi eğilimleri doğrultusunda davranmaya zorlamaktalar. Hatta daha önce kentin merkezindeki
Yaşanan bu dönüşümler konut üretiminde ve emlak piyasasında
Blackwell Publishers, 2000.
eski kamu hizmet alanlarını gelir getirici gayrimenkul yatırımlarına
nitelik değişikliklerine yol açmıştır. Konut üretimi, üretim maliyetinden
4 Bu konuda bir tartışma için Bknz: Beylü Dikeçligil vd.leri: Bir Sanayi Odağının
açmaktalar. Bu kamu topraklarının değerlendirilmesinde siyasal
kopararak kentsel arsa rantı üzerinden finansal spekülasyon aracı haline
Sosyolojik Yapısı Hacılar İlçesi, TÜBİTAK/SOBAG Proje.No. 106K314, Şubat 2008,
ahlakta önemli bir değişimin olduğunu göstermektedir. Bu ahlak
gelmiştir. İstanbul’da emlak piyasasının spekülatif bir piyasa olarak
Kayseri. Eurepean Stability Initiative (2005), İslami Kalvinistler: Orta Anadoluda
değişimi, gelecekte, kentlilerin yaşam kalitelerinde daha önemli
örgütlenmesiyle birlikte, konut piyasası patlamış, medyada yaratılan
Değişim ve Muhafazakarlık, Berlin/İstanbul, www.esi.org
kayıplara yol açacaktır.
yaşam biçimi, hayaller üzerinden pazarlanmaya başlamıştır. Bu gelişme
5 Jean-François Pérouse:İstanbul’la Yüzleşme Denemeleri, İletişim, İstanbul,2011,s.126.
29 XXI - NİSAN 2012
Saskıa Sassen: Tabi ki hayır. Benim esas düşüncem şu ki; interaktif alanda sosyallik dijital dünyada üretilir. Birincisi, bu interaktif teknolojiler, teknik olmayan öğeler içeren ekolojiler aracılığıyla fayda sağlıyor. Kültür, sosyal sınıf, politika, tüm bunlar önem taşıyabilir ve sanal gerçeklikte (cyberspace) neler olup bittiğine etki edebilirler. İkincisiyse bunun hibrit olmadığı. Çünkü dijital ve dijital olmayan kendi özgünlüklerini sürdürürerek var olmaya devam ediyor. Birlikte çalışan bir karşılıklı bağlılık var ortada ama bu ikisinin karışımı olan üçüncü bir sınıf oluşmuyor. Dijitallik, dijital olmayandan çok daha farklı. (Bu bağlamda ben kesin tanımlamalardan hoşlanıyorum.). Bir ara dijital ile güç ilişkisine odaklandım. Bu teknolojiler güçlüleri daha da güçlü hale getirebiliyor ya da güçsüz insanlara da belirli ölçüde bir güç sağlayabiliyor. Ama tüm bunlar dijital olmayan araçlarla yapıldığı gibi gerçekleşiyor.
“Gidişat en fazla verene bir şeyin satılıyor olması, yani toprağın metalaşması yönünde.” asuman türkün
Küresel KENT
Geniş anlamıyla şunu söyleyebilirim, mimarlık gücün hizmetkarıdır. Fakat her zaman böyle olduğunu düşünmüyorum. Mevcut durumdaki rahatsızlıkları işaret eden mimarlıklar da var. Sistemi sarsıyorlar. Bu ilginç çünkü uzun yıllardan beri nasıl bina yapılacağına dair bir çerçeve var. Bizim dikkatimizi çeken, yoksul bölgelerde yaşayan yoksul insanlara ilginç gelen yapılar mevcut. Bogota'nın gecekondu bölgelerinde Bogota Valisi Enrique Penalosa'nın yaptırdığı kütüphaneleri düşünün. Ya da David Adjaye’nin halkı çekmek, mekanı bir arzu nesnesi haline dönüştürmek için fikir mağazası olarak tanımlayarak Londra'da yaptığı kütüphaneyi. Aslında mimarlık bunu da yapabiliyor.
BAŞKA BİR KÜRESELLEŞME MÜMKÜN!
Ardından mesafeyi kapamak üzere çeşitli okumalar yaptım, XXI
Bu coğrafyada küreselleşme literatürünü tartışmaya başlayalı iki
Murat Cemal Yalçıntan
için yapılan yuvarlak masa notlarını gözden geçirdim ve doğrusu
onyıl oldu. Başlarken kendimizce yarattığımız dikotomiyi sürdürmeyi
konuşmasında yer alsa panayırcıların uykularını kaçıracak
başardık tartışabildiğimiz kamusal alanları yaratma beceriksizliğimiz
argümanlar geliştirdiğini gördüm.
üzerinden! Küreselleşme ya neoliberal bir proje idi kategorik reddi
Sassen okuması doktora çalışmalarımın önemli bir parçasıydı.
gereken ya da kaçınılmaz, tersine çevrilemez, alternatifsiz olan;
Popüler hale gelen "The Global City" isimli kitabı parça parça ama hızla bir araya gelen bir literatürün New York, Londra ve Tokyo
Diyordu ki Sassen; küreselleşme finans sermayenin ellerine
kaçırdın mı bir daha binemeyeceğin bir tren! Bu dikotomiyi
üçlüsü üzerinden derlenmesi ve test edilmesi niteliğindeydi.
bırakılacak bir iş değildir ve aslen küresel kent karmaşık bir mekana
kırmak üzere okumak gereken yazarların eserleri çevrilmeye değer
Zaman içerisinde eşitsizliklere, devletin küreselleşme süreçlerinde
karşılık gelir; iktisat bu karmaşık yapının bileşenlerinden yalnızca
bulunmayıp yayınlanmadı bile bu coğrafyada…
oynadığı role dair çalışmalar yapmış da olsa Sassen okumasının
birisidir... Yaşanabilir kent yaşayanlarını yabancılaştırmayan,
ana eksenini küresel finans devrelerinin organizasyonu ve küresel
herkesin olan kenttir... Siyasal olanın yeniden üretiminin
Kavramın gündemi işgal etmeye başladığı 1990’ların ilk yarısında
kentler üzerinden yönetilmesi oluşturuyordu. Açıklayıcı bulgularını
alanlarından birisi de "küresel sokak”tır. Küresel sokak, formel
Keyder, İstanbul’un küreselleşme süreci içindeki rolünü biçmekte
kavramsallaştırmadaki -bence yersiz- ısrarı eleştirel çevrelerin
siyaset ağlarına erişimi olmayan kesimlerindir… Çok güçlü bir
gecikmedi: İstanbul ya popülist politikaların peşi sıra gitmeye
olduğu kadar haplaştırılmış kavramlara mahkum neoliberal
sisteme karşı mücadele etmek ardı ardına yenilgiler getirebilir ama
devam edecek ve küresel ligdeki klasmanına razı olacak ya da
çevrelerin de ilgisine mazhar olmasına neden oldu. Nihayet iki
tarih ancak bu şekilde inşa edilebilecektir… İşgal, toplumsal olanın
büyüme odaklı politikalara terfi edecek ve parlayacaktı!
sene kadar önce İstanbul’da düzenlenen, ABD’de birçok insanın
yeniden üretimine karşılık gelir (bu bağlamda gecekondu da bir
evsiz kalmasının nedeni Deutche Bank tarafından desteklenen
işgal biçimi olarak toplumsalı yeniden üretir). Kolektif düşünmeyi,
İstanbul değil ama İstanbul’un merkezde ve yereldeki politika
ve İBB tarafından neoliberal bir kent panayırına çevrilen Urban
kolektif hareketi, kolektif üretimi teşvik eder. Tüm bu süreç bir
yapıcıları Keyder’in işaret ettiği yola girdiler. Bu eşsiz coğrafyayı
Age etkinliğinin de baş misafirlerinden birisi konumundaydı.
yeniliktir ve siyasal olanı yeniden tanımlar… Mimarlığın sistem
yalnızca beş yıldızlı oteller, gökdelenler, kapalı siteler ve alışveriş
Doğrusu doktora çalışmaları sonrası takip etmediğim Sassen’in
içerisinde araçsallaştığı doğrudur ama dünyanın dört bir yanında
merkezleri ile yatırımcılar, iş insanları ve "yuppie"ler için değil
konuşması tatmin edici olmaktan uzak, kendisine odaklanan
kurumsal tahayyüllerin ötesinde üretimleri ile ortalığı karıştıran
aynı zamanda eşitsizlikleri, dışlanmaları, kutuplaşmaları inceleyen
ilgiyi dağıtmamaya itina eden bir genel geçerden ibaret kaldı.
mimarlar olduğunu da unutmamak gerekir…
araştırtmacılar için de parıldayan bir hale getirdiler. Artık
“Küresel kent dezavantajlıların kendi yaşam projelerini geliştirebilecekleri ve kendi hakları için savaşabilecekleri bir mekan.” saskıa sassen
bir anlamı var ve bu da fazlasıyla tekdüze ve içi boşalmış durumda. Belirli kategorileri tarihsel kökenlerinden bağımsız bir şekilde düşünmeliyiz. Yani, şimdi alan yaratmak dediğimde, ulus devletin kendine ait alanından söz etmiyorum. Alanı bu anlamından çıkarıp, daha analitik bir şekilde işleyelim. Bu konuyu bu şekilde serbest olarak ele almalıyız çünkü göçebe bir toplum ya da dinler de alan oluştururlar ki bunlar ulus devletten çok farklı şekilde olur. Ayşe Öncü: Alanı tanımlayışınız mekanın kolonileştirilmesi terimini andırıyor.
NİSAN 2012 - XXI 30
Küresel KENT
Hülya Ertaş: Arap Baharı’nda ya da İşgal hareketlerinde bu sosyal medya devrimi tanımı çok kullanıldı. Ama bunun olumsuz bir etkisi de olmuyor mu sizce? Örneğin İstanbul ile ilgili bazı mitingler düzenleniyor, Facebook’ta 2000 kişinin katılacağı görülürken mitinge gelen kişi sayısı 200 olabiliyor. Saskıa Sassen: Bu sorun değil. Tahrir Meydanı'nda yaşananın özgünlüğü online olarak üretilemez. Aralık Ocak gibi ikinci Tahrir işgali yaşandığında yeni başbakanlarından memnun değillerdi. Başlangıçta Tahrir Meydanı'ndaki işgale sadece 300 kişi katıldı. Bence eğer Twitter ya da Facebook'ta bunu duyurabilmiş olsalardı bile kimse oraya gitmeyebilir, medya görmezden gelebilirdi. Kısmen bu yüzden Facebook ve Twitter kullanmak olayları içeriden ve belirli bir çerçeveden bakmaya sebep oluyor. Yani meydanı işgal etmenin güçlendirici etkisi, megafon etkisi milyonlarca tweetten daha çok işe yaradı. Aynı olay Wall Street işgalinde de görüldü. Medyanın dikkatini çeken bir olaydı fakat çok küçük bir insan grubu vardı orada. Bunlar tüm medya tarafından duyuruldu ve önemli bir hale geldi. Yani bazen yalnızca bir meydanda 200 kişi toplansa da bu, büyük bir medya olayı haline gelebilir. Ayşe Öncü: Yine de fiziksel mekanın önemi baki. Arap Baharı’nda El Cezire kanalının, sosyal medyanın etkileri fazlasıyla gündeme getirildi ama Tahrir Meydanı aslolan. Fiziksel mekan hala önemini koruyor, her ne kadar henüz kuramsallaştıramamış olsak da. Saskıa Sassen: Evet. Bunu tanımlamak için alan (territory) kelimesini kullanıyorum. Bence bu işgaller alanı yaratıyor. Alan basit bir arazi, yer ya da fiziksel mekan değildir. Tüm bu unsurları kapsayan bütün bir üründür. Aynı zamanda güç ve yetkinin mantığını da içinde barındırır. İşgalciler Wall Street'te bu eylemi sürdürürlerse küresel finansın alanının kendi mantığından çok farklı bir alan yaratacaklar. (Küresel finans, Wall Street ve çok sayıda merkezi iş alanından oluşan, egemen ulusal alanın demokratik anlamından farklı bir alan.). Alanı, analitik şekilde işleyebilmesi için serbest bırakmalıyız çünkü günümüzde sadece
Saskıa Sassen: Eylemi kendi alanında gerçekleştirmekten ve orada alanını yaratmaktan bahsediyorum, bu önemli bir konu ve kolonileştirmekten ayrışıyor. Aynı zamanda bunun başka şekillerde, başka topraklarda da yapılışını görebiliyoruz. Mesela Çin, Zambiya Ormanları'nda 2,8 hektarlık bir alanı satın alıp burayı bir ekim alanına, kırsal üretimin yapıldığı, küçük ölçekli tarımsal bir mekandan devasa bir ekim alanına çeviriyor ve bu eylem de Zambiya topraklarını başka bir şeye dönüştürüyor. Burası artık Çin'e ait bir alan oluyor, orayı Çin'in alanı haline getiriyor. Ya da büyük bir maden şirketi, bir bölgede madencilik yaptığında, burada kendilerine ait bir alan yaratmış oluyorlar. Alan yaratmak da değişken bir terim, hem olumlu hem olumsuz sonuçlar doğurabilir. Ben alan yaratmanın, dramatik ve soyut yanını, mekana karşı ve mekandan farklı olan tarafını ele alıyorum ve bunun başlı başına bir gücü olduğunu düşünüyorum. Zenginlerin daha çok sayıda ve daha yüksek binaları yapmaları da bu alan kavrayışıyla yakından ilişkili. Hülya Ertaş: Bu aynı zamanda büyük şirket ana binalarının ikonik olmasını da açıklıyor. Tüm bu parametreler ışığında küresel kentlerin daha yaşanabilir olması için ne gibi araçlar geliştirilebilir? Saskıa Sassen: Bildiğiniz gibi her şehrin farklı özelliklerde gereksinimleri ve yerel yöneticileri var. Bu anlamda yaşanabilir kentten kastettiğimiz nedir? Çevreyle ilgili sorunları ciddi bir şekilde ele alırsak oradan toplumun tüm kesimlerine hitap edecek çözümler üretebiliriz. Çünkü çevre sorunları tüm her şeyin ötesinde dünyanın devamlılığıyla ilgili, bu açıdan yaklaşıldığında şehirlerdeki nüfusun kentselleşmesine de katkıda bulunabilir çünkü şu an kentsizleşme riskine sahipler. Çevre sorunlarına çözüm arayışında çeşitli mahalleler, toplumsal sınıflar ya da dinlerin ötesinde bazı değerler üretilebilir ve ondan da bir kentsellik doğabilir. Bu yüzden, yaşanabilir kentlerin öncelikli olarak bu yolla, yani herkesin üzerinde mutabık olduğu bazı değerlerle yaratılabileceğini düşünüyorum. Bu değerlerden
>>
>>
İstanbul’un para peşinde koşan iş insanları kadar konu peşinde koşan
İstanbul’u önce azman bir sanayi kentine çeviren, doyumdan sonra
Planda yeşil alan diye belirlenen, önce kamulaştırılıp sonra
araştırmacı ve sanatçı misafirleri de var! Birinci grup Maslak civarında
küreselleşmesine imkan veren kentin merkezinde eskimiş konut
sermayeye peşkeş çekilen parseller gördük!
konuşlanırken ikinci grup Beyoğlu civarında sürdürüyor arayışlarını; ve
stoğunda ucuza yaşayan yoksullar ile kentin çeperinde yine ucuza
evet İstanbul küreselleşti nihayet!
yaşayan emekçiler “istenmeyen” ilan ediliyor, kendilerine kentin daha da
Çeşitli gerekçelerle yıkım kararı çıkarılan ama bir türlü kıyılamayan
çeperinde ucuz konutlar inşa ediliyor, taşınmayanlar döve döve kutulara
üniversitelerimiz, otellerimiz, diğer yandan bir gecede yanıp kül
sokuluyordu!
olan ya da yıkılan tescilli yapılarımız var bizim!
Hesapsız kitapsız bir büyüme makinesi şeklinde çalışan TOKİ’nin ucuz
Sermayeye kollarımızı açtık Keyder’in dediği gibi, treni kaçırmamak
kutuları boş kalıyor, Kürtlerin, Romanların, gecekonducuların yoğun
için kollarımızı iyice gerdik neoliberal küreselleşme literatüründe
Teknolojik olarak Avrupa’nın en iyisi olduğu iddia edilen metro
yerleştirildiği kutular arasında kalan kutular huzuru inşa etmesi için
aktarıldığı gibi ve koşulsuz teslim olduk. Artık büyümüş bir
sistemimiz bir türlü tek bir hattan ileriye geçemiyordu!
güvenlik görevlilerine tahsis ediliyordu!
ekonomimiz var! Hayırlara vesile olsun…
Uluslararası ilk voleybol sahasını inşa etmekten gurur duyduğumuz
Gecekondu mahallelerinin dibine inşa edilen sitelere komşu sokaklar
Bengiller ile küreselleşme vesilesiyle tanıştığımız, yeri geldiğinde
İstanbul’un mahallelerinde spor, televizyondan izlenen bir aktivite
sitelerin güvenlik güçleri ve kameralar tarafından işgal ediliyordu!
çeşitli mücadeleler için omuz omuza verdiğimiz ziyaretçi ve
Dünyanın en büyük adalet binasını İstanbul’a inşa ettiğimiz dönemde adalette dünya klasmanında sınıfta kalıyorduk; basın, öğrenci ve son olarak mahalle dernekleri üzerindeki sistemik baskılar giderek artıyordu!
Yoksul ile zenginin yaşadığı ve kullandığı alanlar tarihte eşi benzeri
“treni kaçırmayangillere” değil de, daha çok tüm bu sürece araç
Öğrenci Cihangir’den sonra artık Beşiktaş’ta da yaşayamaz hale
görülmemiş bir hızda ayrışıyor, kutuplaşmalar artıyor, İstanbul’un sınıf
olmayı tercih eden meslektaşlarımız ile bu sürece karşı hala “biz
geliyor, Beyoğlu’nda 50 kuruşa ziftlenilen mekanların yerini önünde
haritası belirginleşiyordu!
%99’uz” hareketini kurmayanlara!
merkezlerinde, tiyatro üniversitelerde izlenir hale geliyor, müziğe bir
Yapılan alışveriş merkezlerine yol getirmek için evler, mahalleler yıkıldı
Peşini bırakmaya niyetimiz yok ama: Başka bir dünya mümkün ve
haller oluyordu!
bu coğrafyada!
başka bir küreselleşme; haydi herkes küresel sokağa!
Küresel KENT
muhtemel zaman içinde “uçucu” yabancı dostlarımızın hayreti
olmaktan öteye gitmiyordu!
“bodyguard”lar bekleyen seçkin mekanlar alıyor, sinema alışveriş
Hülya Ertaş: Belki de küresel kentin tanımı gereği orada yaşanabilirliğin sağlanması mümkün değildir. Saskıa Sassen: Küresel kenti, diğer mekanlarda da yaşanan süreçlerin çok daha keskin olarak ortaya çıktığı bir zon olarak ele alabiliriz. Kendi aramızdaki farklılıklardan daha büyük bir sorunla karşılaştığımızı düşünün. Farklılıkların olduğu bir kasaba düşünün bir yandan da. Kasabada da eşitsizlik olacaktır ama hiçbir zaman küresel kentteki kadar değil. Buradan hareketle diyebilirim ki küresel kentte çok fazla şey oluyor ve o nedenle de sorunlar kaçınılmaz bir şekilde daha keskin ve çözülmesi zor bir hal alıyor. Ama işte bu nedenden ötürü de küresel kentler deneysel yerlerdir. O deneysel yerde çevresel sorunların çözümü de üretilebilir ve yaratılan yeni değer sistemi yaşanabilir kenti olanaklılaştırabilir. Ayşe Öncü: Ama herkes için yaşanabilir bir kent fikri gerçekçi değil, ütopik. Türkiye'de özelikle büyük kentlerdeki yerel yönetimlerin zihninde bir Dubai hayali var. Bu nasıl bir hayal? Çok varlıklı mahallelerin yaratıldığı, yoksul mahallelerin giderek suç yuvası olarak görülerek bir kenara itildiği, kentin ana arterlerinde alışveriş merkezleriyle üst gelir grupları arasında gidip gelen geniş bulvarların olduğu trafik kentleri. Ankara o hale dönüştü, yayalar için yaşanamaz bir şehir halini aldı. Benim korkum tarihsel olarak yaya şehri olan İstanbul’un da Dubai gibi hiç yürünecek yeri olmayan bir kente dönüşmesi. Benim yaşanabilir kent hayalim hala sokakların olduğu ve insanların sokakta birbirine dokunabildiği bir kent. İstanbul önümüzdeki 10 yıl içinde bu özelliğini kaybedecek diye düşünüyorum. Bu mega projeler şehir merkezindeki sokakları belki daha temiz ve
güzel görüntülüyor, fakat oraları aynı zamanda korunaklı yarı-özel mekanlara da dönüştürüyor. Hülya Ertaş: Özellikle kent merkezinde toptan bir sterilizasyon eylemiyle düşük gelirli gruplar uzaklaştırılıyor. Ayşe Öncü: Bunun İstanbul’daki ilk örneklerinden biri Fransız Sokağı'ydı. Oradaki binaları teker teker satın alıp o alanı soylulaştıran bir mimar-yatırımcı vardı. Fransız Sokağı'nın eski halini hatırlıyorum, Kürt nüfus oturuyordu orada, onlardan evvel de Beyoğlu'nun eski Musevi mahallesiymiş. Ama şimdiki projeler, örneğin Tarlabaşı Kentsel Dönüşüm Projesi çok büyük sermayeyle belediye ortaklı olarak gerçekleştiriliyor. Çok önemli rantlar söz konusu. Asuman Türkün: Bu durumun ardında toprağın çok ciddi bir sermaye birikim kaynağı haline gelmesi yatıyor. Kentteki bütün mekanlar en fazla ranta doğru dönüştürülüyor. Bu dönüşüm için de kentin kullanıcısı, tüketicisi değiştiriliyor ki daha fazla gelir elde edilsin. Tabi her yerin aynı değerde çok ödeyebilen bir kullanıcısı olmayabilir ama kentin öyle mekanları var ki, bir tür soylulaştırma hamlesiyle yüksek tüketime uygun hale getirilebilir. Mesela İstiklal Caddesi'nin son beş-altı yıldaki dönüşümüne bakarsak, sürekli bir değişim görürüz. Tıpkı alışveriş merkezleri gibi, yoğun alışveriş caddelerinin de tasarlandığını görüyorsunuz. Önceleri daha küçük, bağımsız işletmelerin ve esnaf lokantalarının yer aldığı İstiklal Caddesi’ne de birtakım zincir markaların gelmeye başladığını görüyoruz. Bunun da şöyle bir tehlikesi var: Siz İstiklal'i her yere benzetmeye çalışırsanız, kendi özelliği kalmaz. Dubai bunun gibi çeşitli nedenlerle çöktü, başka yerlere benzediği için artık ilgi görmüyor. Turizme yönelik yatırım yapmanın da böyle bir riski var. Ciddi bir yatırım yaparsınız ama özeliğini kaybederse insanlar daha özgün bulduğu yeni şeylere yönelecektir. Bu durum bir tür homojenleşme getiriyor. Gidişat en fazla verene bir şeyin satılır olması, yani toprağın metalaşması yönünde. Bunun değişim ve kullanım değerinin çok üstünde anlam kazanması arazi fiyatlarındaki spekülatif artışları da beraberinde getiriyor. Sonuçta da belli kesimler oradan ayrılmak zorunda kalıyor. Siz piyasaya herhangi bir müdahalede bulunmazsanız piyasanın gücü buna doğru evriliyor. Bu, dünyanın her yerinde böyle. Siz kamu olarak İstiklal Caddesi'ni tamamiyle piyasaya bıraktıysanız, her yer gibi orası da en fazla verene doğru evrilecektir. Ama siz kamu olarak bellek mekanlarını, ondaki geçmişin izlerini ve tarihsel önemini, onun kullanım değeri üzerinden birtakım değerlerini ön plana çıkarıp korumaya çalışmazsanız, o yerin gelişimindeki tek parametre karlılık olacaktır.
31 XXI - NİSAN 2012
bugün en olası olanı da çevresel sorunlara karşı ortak bir kanıyı paylaşmak. Çünkü bu, bizim farklılıklarımızdan daha büyük bir şeylere değer verdiğimiz ya da bizim farklılıklarımızdan daha büyük olan bir şeyden korktuğumuz anlamına geliyor. Bu, zaten tarihsel olarak şehirlerin önemli bir parçası ve konusu olagelmiştir. Bu bağlamda, eğer hayal edebildiğiniz ortak bir çıkar varsa, bu bizim farklı mahallelerdeki farklılığımızdır. Yani fakir bir mahallenin bu konuyla kurduğu ilişki, zengin bir mahalleninkinden farklı olacaktır. Ama yine de tek bir şehir olacak. Bence yaşanabilir kent, herkesin kentidir. Eğer birisi kendisine bu kimin kenti diye sorarsa, bu benim kentim diyebilmelidir. Fakat şu anda başka şehirlerde yaşayan birçok insan bunu söyleyemiyor, o şehir artık onların şehri değilmiş gibi hissediyor. Diğer yandan birçok yabancı ve zengin ise, gittikleri şehir için evet bu benim kentim diyerek sosyo-ekonomik mekanda dalgalanma yaratabiliyor.
yapı - banka şubesİ - BURSA NİSAN 2012 - XXI 32
fotoğraflar: M. Cihan Poçan
Kompakt Grid 2005 Yılı Haziran ayında açılan TC Merkez Bankası Bursa Şubesi ve Lojman Binası Proje Yarışması’nda birinciliği kazanan proje, geçtiğimiz günlerde tamamlandı. Böylelikle yarışma yöntemiyle elde edilen bir bina tamamlanmış oldu ki bu istisnai bir durum. Ömer Selçuk Baz ve E. Didem Durakbaşa
TC Merkez Bankası Bursa Şubesi Hizmet Binası
ömer selçuk baz ve e. didem durakbaşa
Mimari Yaklaşım (Yarışma Projesi Raporu'ndan) Yarışma alanı, Bursa’da santral garajın batısında yer alan Ankara - İzmir yolu üzerinde yer alıyor. Lojman ve şube binaları için düşünülen arazilerin arasında santral garaj Fomara kesişimine bağlanan bir yaya yolu ve Osmangazi metro istasyonu bulunuyor. Proje temel olarak dışardan ve içeriden okunaklı basit mimari prensipler üzerine kurgulandı. Şube yapısında yoğun güvenlik önlemleri gerektiren, karmaşık para akışlarının gerçekleştiği ve teknik bölümlerin bulunduğu alanlar, sınırları dışarıdan okunabilen bir kaide altına alındı. Zemin düzlemi müşteri girişinin
gerçekleştiği saydam bir bölge olarak düşünüldü. Birinci ve ikinci katlar yönetim ve ofis alanları olarak düzenlendi. Şube binası bütün işlevleri kavrayıp kuşatan sert bir kabuk gibi davranıyor. Bu tavır binanın işleve göre özelleşmiş zırhını oluşturuyor. Tasarımda mümkün olduğunca kompakt bir yapı hedeflendi. Banka, işlemlerinin karmaşıklığı ve işleyiş şekli itibariyle birbirini tetikleyen bir düzenek gibi çalışır. Döşemelerde açılan birbiri üstüne tekabül etmeyen galeri boşlukları ve cam çatılar yapı içerisinde farklı noktalarda farklı derinlikte algılar oluşturuyor. Yapı cidarı bu sistemi birlikte tutan homojen bir düzen üretiyor ve hareketli iç mekanı dışarı yansıtıyor. Bu şekliyle yapının, üç boyutlu gridal bir düzenden boşaltmalar yapılarak elde edilen bir hacimsel düzen olduğu iddia edilebilir. Bankanın masif kütlesi kuzey-güney yönünde devam eden bir platform üzerine oturuyor. Bu platform
bu sayfada altta solda: Yapıya, üzerinde bulunduğu Ankaraİzmir yolu üzerinden bakış ve bu yöndeki eğimli güvenlik bölgesine vurgu altta: Yapının kavrayıcı özelliğini yansıtan dış cephesi
yapı - banka şubesİ - BURSA
karşı sayfada Yapının bütününe dışarıdan bakış
33 XXI - NİSAN 2012
güney tarafında giriş ön meydanını oluştururken kuzey cephesinde eğimli bir güvenlik bölgesi olarak tanımlanıyor. Aynı zamanda bu eğimli güvenlik bölgesi İzmir - Ankara yolundan binanın algısını güçlendirirken, gürültü kesici bir unsur olarak da işlev görüyor. Yaya girişleri güney cephesindeki şeffaf kırmızı bir duvar yüzeyinden gerçekleşiyor. Süreç (Ömer Selçuk Baz’ın Kaleminden) Bu yapının belki her yapı gibi bir hikayesi var. Sanırım bu noktada en önemli olan bu yapının bir yarışma projesiyle genç iki mimarın hayatını değiştirmedeki becerisi. Bu iki mimarın böyle bir yapıyı böyle bir işverenden doğrudan alma şansı hiç yoktu. Bir yarışma projesi sonunda seçilen proje onlarınkiydi. Bilindiği üzere ülkemizde yarışma yolu ile çok fazla yapı yapılamıyor. Sorunların bazıları jürilerin idarenin isteklerini şartnamelerle ve seçimleriyle ifade
edememelerinden ya da yarışmayı açan kurumların kendilerini doğru ifade edememeleri ve beklenen sonuçlara ulaşılamamalarından kaynaklanıyor olabilir. Çok başka nedenler de sıralanabilir. Neden yarışmayla yeterince yapı yapamıyoruz? Bu sorunun cevabını bulmak çok da kolay değil. Ama en azından yapılmış olanlara bakıp bu proje elde etme yönteminin bir fark yaratıp yaratmadığı tartışılabilir. Eğer yaratabiliyorsa bunun üzerine gitmeye değer olduğunu düşünmeye başlayabiliriz.
değiştirebileceğinin hiç farkında değildik o anda. O teslimi yaparken sadece mimarlık yapmak vardı akıllarımızda. Ve o telefon çaldı. Birincilik ödülünü kazanmıştık 3-2 oy çokluğuyla. Biraz da kıl payı, boyun farkıyla. Jüri Üyesi Emre Arolat aramıştı Didem’i, o da bana haber vermişti. Bu telefonu toplam altı kez aldım ama Didem’in beni araması ile aynı değildi hiçbiri. O çok başkaydı.
Her yarışma süreci bir kararla başlar: "Yapalım!". Biz de bu sürece o şekilde başladık. Aynı ofiste (Atelier Stelzhammer, Viyana) çalışan iki mimar olarak (Ömer Selçuk Baz, Didem Durakbaşa) "Yapalım!" dedik.
Tabi ki zarftan çok genç bir ekip çıkınca banka yetkilileri ve biraz da jüri tedirgin olmuştu. Raporda yapıdaki bazı iyileştirmelere dikkat çekiliyordu. Ama yapının mimari dili, üçüncü boyutta kurduğu boşlukdoluluk ilişkisi, iç mekanlarda dışarıdan bütün algısı olan üç boyutlu gridin eksilerek oluşturduğu hacim ve ışık etkisi, kütle kompozisyonu da övülüyordu.
Her yarışma gibiydi aslında. Sabahlara kadar çizimler, görseller, maketler ve raporlar. Didem’le iyi bir iş çıkardığımızı düşünmüştük, bu sürecin hayatlarımızı
Ödül töreninden üç-dört gün önce Ankara’ya gittik. Yapının temel kararlarına dokunmadan işlev şemalarını yeniledik Didem’le. Bu çok da kolay oldu
Jürİ Raporu
kolayca dönüşebileceği ve değerlerini yitirmeyeceği
Her iki yapıda da yer yer yırtılarak ışık alan bir
fikri jüride hakim olmuştur.
çeper-kabuk içinde oluşan üç boyutlu gridal yapının, her katta farklı bir biçimde içinden
Lojman yapısında da sürdürülen benzer tutumun
koparak eksildiği, bu yolla oluşan iç boşluklarla
oluşturduğu tutarlı ve yüksek nitelikli plastisite
doğal ışığın yapının iç derinliklerine nüfuz ettiği bu
değerli bulunmuş ancak özellikle iç boşluğa bakan
proje, gerek dış yüzeylerdeki yalın ve yetkin
odaların bulundığu konut çözümlerinin yeniden
tutumuyla, gerekse iç kurguda oluşan zengin
gözden geçirilmesi gerekli görülmüştür. 3-2 oy
mekan akışkanlıklarıyla öne çıkmıştır. Banka
çokluğuyla birinci ödüle layık görülmüştür.
yapısının farklı seviyelerde, farklı izdüşümlerdeki Jüri Üyeleri: Prof. Dr. Hasan Şener (Y. Müh.
birbirleri ile kurdukları yatay ve düşey ilişkilerde,
Mimar), Oral Vural (Y. Müh. Mimar), Emre Arolat
özellikle 3,50 kotu döşemesindeki sorunlu bölümler
(Y. Mimar), Nesrin Yatman (Jüri Başkanı, Y.
dikkati çekmiş, ancak oluşturduğu esnetilebilecek
Mimar, Rest. Uzmanı), Prof. Dr. Haluk Sucuoğlu
sistematik sayesinde ana fikrinden kopmadan
(İnşaat Mühendisi)
NİSAN 2012 - XXI 34
yapı - banka şubesİ - BURSA
döşemelerin boşaltılmasıyla elde edilen katların
çünkü yapı çok esnekti. İdare sonuçtan memnundu ve bize yapıyı yapmak istediklerini söylediler. Viyana’da devam eden bir hayatımız vardı. Diğer yandan bir yarışma kazanmıştık ve işveren yapıyı yapmak istiyordu, üstelik o işveren Merkez Bankası idi. Bir karar vermemiz gerekiyordu Didem’le kafa kafaya verdik ve bu işi yapalım dedik. Kaç kez birinci olabilirdik ki bir yarışmada ve bu şansı kaç kez yakalayabilirdik yaşantımız boyunca? Ve bir yarışmayla hayatımız değişti. İstanbul’da Didem ile Denge Mimarlık bünyesinde beş sene sürecek ortaklığımız başladı. O dönemde her ofis gibi zor zamanlar geçirdik, bazen geldiğimize pişman olduk ama sıkıntılı zamanlarımızda bu hikayeyi hatırladık ve mimarlıkla mutlu olduk. Denge Mimarlık ile projeyi tamamladık. Yüzlerce pafta, yüzlerce detay. Çok keyifliydi. Biraz da acemiydik, ne Türkiye’yi tanıyorduk ne de bu kadar büyük ve önemli bir yapının projesini tek başımıza tüm disiplinleri ile
koordine etmiştik. İdare işten çok memnun kaldı ama gecikmiştik, güzel bir ceza yedik. Yapılar da biraz insanlar gibidir. Kimi biraz utangaç, kimi cüretkar, kimi teşhirci, kimi mütevazi, mazbut, bazısıysa geveze ve otoriter. Bir banka yetkilisi kötü zırhlanmış kruvazöre benzetmişti bizim binamızı da çok gülmüştük. Bizimkisi de böyle bir şeydi, azıcık içine kapanık, biraz baba gibi mağrur, mükemmel değil, azıcık aksak. Her duygusunu göstermez ama biraz vakit geçirince, onun içinde olup biteni hissedersiniz, gözlerinden, duruşundan. Biz projeyi yaptık, yapı uzun ve sıkıntılı bir süreçle inşa edildi. Müteahhitler iflas etti. Araya bir kriz girdi ve yapı 2011 sonunda nihayet tamamlandı ve açıldı. Bizim ufak hayatlarımızı değiştiren yapının ufak öyküsü böyle. Bizi değiştiren ve peşi sıra Türkiye’ye sürükleyerek mimarlığın içine çeken yapı işte buydu.
yapı - banka şubesİ - BURSA 35 XXI - NİSAN 2012
karşı sayfada Yapının oturduğu platformun güney yönünde oluşturduğu meydan ve yapıyla kurduğu ilişki bu sayfada üstte solda: Birinci kattaki asma kat özelliği ve zemin kata bakış üstte: İkinci katta bulunan açıklık solda: Müşteri girişinin sağlandığı zemin kat
kesit proje adı: TC Merkez Bankası Bursa Şubesi Hizmet Binası proje mimarı: Denge Mimarlık Hizmetleri (Ömer Selçuk Baz, E. Didem Durakbaşa) proje yılı: 2005 inşaat mühendisi: Probi İnşaat Proje (Fikret Berker) makine mühendisi: Öcen Mühendislik (Ömer Köseli) elektrik mühendisi: Öneren Proje (Hilmi Öneren) inşaat alanı: 5.200 m2 taşıyıcı sistem: Betonarme
üç boyutlu çizim
NİSAN 2012 - XXI 36
yapı - banka şubesİ - BURSA
zemin kat planı
üç boyutlu çizim 1. kat planı
ömer selçuk baz 1978 yılında Almanya’nın Nürnberg şehrinde doğdu; ilk, orta ve lise öğrenimini Antakya’da tamamladı. Lisans eğitimini 2002 yılında Bursa Uludağ Üniversitesi’nde tamamladı. 2002 yılında yüksek lisans çalışmalarına Viyana Teknik Üniversitesi'nde başladı ve Atelier Stelzhammer’de çeşitli mimari projelerde görev aldı. 2005 yılında Türkiye’de açılan TC Merkez Bankası Bursa Şubesi yarışmasında birincilik ödülü alarak İstanbul’da Denge Mimarlık'ı kurdu. Denge Mimarlık bünyesinde ulusal ve uluslararası proje ve yarışmalar için tasarımlar üretti. Şehir plancısı ortağı Okan Bal ile kurduğu Yalın Mimari Tasarım ile çalışmalarına devam ediyor.
e. didem durakbaşa 1971 yılında İstanbul'da doğdu. Orta ve lise öğrenimini Robert Kolej'de tamamladıktan sonra mimarlık eğitimi için Avusturya'ya gitti. 2002 yılında Viyana Teknik Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra da 2005 yılına kadar Viyana'da Atelier Stelzhammer'de çalışmaya devam etti. 2005 yılında Türkiye'de açılan TC Merkez Bankası Bursa Şubesi yarışmasında birincilik ödülü alarak ortağı Ömer Selçuk Baz ile birlikte İstanbul'da Denge Mimarlık’ı kurdular; çeşitli ulusal ve uluslararası yarışmalara katıldılar, birçok ödül kazandılar ve uygulamalar gerçekleştirdiler. Halen çalışmalarına Denge Mimarlık bünyesinde devam ediyor.
2. kat planı
yapı – okul - sıchuan NİSAN 2012 - XXI 38
fotoğraflar: Yao Li
Kasaba Dokusundaki Okul DEPREM SONRASINDA, KENTSEL BELLEĞE SAYGI İLE YENİDEN İNŞA EDİLEN XiaoQuan İLKOKULu, PARÇALI BİRİMLERİYLE KENTE ZARİF BİR ŞEKİLDE EKLEMLENEREK ŞEHRİN DOKUSUNU İZLiYOR. Hua Li
xıaoquan ilkokulu
tao (trace archıtecture offıce)
Eski XiaoQuan'daki ilkokul, 2008 yılındaki 5,12'lik Sichuan depreminin ardından ağır bir hasar alarak yıkılmıştı. Okul, çeşitli sponsorların bağışlarıyla XiaoQuan eski şehir merkezinde yeniden inşa edildi. Öğrenci kapasitesi 900'ün üzerinde olan okulun programında derslik binaları, çeşitli etkinlikler için atölyeler, öğretmenler için çeşitli birimler, öğrenci yurtları ve yemekhane bulunuyor. Okul, çeşitli mekanların birlikteliğine olanak sağlayarak, öğrencilerin deneyim ve etkinliklerini zenginleştirecek küçük ölçekli bir şehir olarak ele alındı. Tasarımdaki küçük birimlerin kümelenmesi, mikro ölçekli bir şehir kampüsünü andırıyor. Yapı bütün bir kütle olarak tasarlanmak yerine, parça parça, çeşitli tipolojilerdeki mekanları tarifleyerek tasarlandı. Bu parçalı kümelerin içinde sokaklar, meydanlar, iç bahçeler ve merdivenler bulunuyor. XiaoQuan kentsel dokusundan yola çıkarak tasarlanan ölçek ve dokudaki bu oluşum, okulun içinde günlük
yaşam hissini uyandırıyor. Okulun içindeki bu mekanlar ise, öğrencilerin mekan içindeki çok çeşitli ve anlık etkinliklerini teşvik ediyor. Farklı birçok ölçekte tasarlanan oyuncu köşeler ve labirentler, pasajlar ve oyun alanları olarak öğrencilerin merakını ve hayal gücünü artırmayı amaçlıyor. Bununla birlikte, deprem alanlarında tipik olarak yapılanın aksine bina, XiaoQuan şehrinin kentsel belleğini de koruyarak, geçmişe saygı ile kaba ve baskın bir anlayıştan kaçınılarak tasarlandı. Tasarım aynı zamanda Sichuan'ın sıcak ve nemli iklimine de cevap veriyor. Güneş kırıcılar, doğal iklimlendirme ve ısı azaltımı, tasarımda göz önünde bulundurulan önemli noktalardan. Sichuan'daki yapılaşmanın aksine, binanın malzemeleri ve inşaatında çalışan işgücü bölgeden sağlanarak yerel kaynaklar kullanılmış, böylelikle yerleşmeye ekonomik bir girdi sağlanmış. Öncelikli olarak yerel malzemeler olan ahşap, tuğla ve bambu, pencereler, duvarlar ve tavanlar için değerlendirildi. Depremden hasar görüp yıkılan eski binadan kalan tuğlalar, yer döşemesi olarak yeniden kullanıldı. Strüktürel malzeme olarak ise, yerinde döküm beton kullanıldı ve inşaat yerel bir yüklenici tarafından gerçekleştirildi.
yapı – okul - sıchuan 39 XXI - NİSAN 2012
karşı sayfada Okul binası ve spor alanından görünüş bu sayfada üstte sağda: Çok işlevli derslikler ve sokak mekanı solda: Sokak mekanı
yapı – okul - sıchuan NİSAN 2012 - XXI 40
bu sayfada en üstte solda: Binanın omurgasını oluşturan, geçişlerin olduğu mekan en üstte ortada: Sokak mekanından görünüş en üstte sağda: Pasaj-geçit mekanı üstte: Binanın içinden sokak mekanına bakış sağda: Pasaj-geçit mekanı karşı sayfada solda: Giriş sağda: Ön bahçe
yapı – okul - sıchuan 41 XXI - NİSAN 2012
vaziyet planı
proje adı: XiaoQuan İlkokulu proje yeri: XiaoQuan, Sichuan, Çin inşaat alanı: 8.900 m2 inşaat maliyeti: 14 Milyon RMB tasarım tarihi: 2008-2009 inşaat tarihi: 2009-2010 mimar: Hua Li / TAO (Trace Architecture Office) yardımcı mimarlar: Zhu Zhiyuan, Jiang Nan, Li Guofa, Kong Desheng işveren: Sichuan Huaxiluyi Construction Co. strüktürel sistem: Güçlendirilmiş beton sponsorlar: Jiangsu Taicang Red Cross, Canton Liuzu Buddhism Temple, Tsinghua_HKCU MBA Group, Peking University HSBC School of Business PE Fund, Qiaoai Organization, Sichuan Society for Promotion of the Guangcai Program
maket
lı hua Li Hua 1994 yılında Tsinghua Üniversitesi Mimarlık Bölümü'nden mezun olarak 1999 yılında Yale Üniversitesi'nde yüksek lisansını tamamladı. New York'ta Westfourth Mimarlık ve Herbert Beckhard Frank Richlan & Associate'de bir süre çalıştı. 2003 yılında Çin'e dönerek Pekin'de bir süre çalıştı. 2009’da TAO'yu kurdu, çalışmalarına mimari, kentsel, peyzaj tasarımı ve mobilya tasarımı alanlarında devam ediyor.
NİSAN 2012 - XXI 42
proje - konut
fotoğraflar: mvrdv Arşivi
Evini de Köyünü de Tasarla DÜŞEY KÖY, KONUT KULLANICILARINI TASARIMCILARA DÖNÜŞTÜRmeyi hedefliyOR. DOĞU ASYA’DAKİ HIZLI KENTLEŞMEYE ÇÖZÜM OLARAK GELİŞTİRİLEN PROJEYİ MİMARI MVRDV’DEN WINY MAAS İLE KONUŞTUK. Hülya Ertaş
vertıcal vıllage
mvrdv
he: Öncelikle projeye nasıl başladığınızı sorarak başlamak istiyorum. Düşey Köy (Vertical Village) projesinin ana fikri nedir? Wıny Maas: Yarının Müzesi'nde (Museum of Tomorrow) Taipeili bir işverenimiz tarafından, kentlerin geleceğini irdeleyen bir yerleştirme yapmamız istendi. Geçmişte, kendi şehirlerindeki pirinç tarlalarını yeşillendirerek yorumlayan, ilgi çekici projeler olmuştu. Müşterimiz bize enformel, birbirinin üzerine binmiş yapıların olduğu bir alan verdi. Amacı, burada yeni bir kütle inşa etmekti. Bize verilen alan alt gelir grubuna ait, fakat sosyal açıdan zengin bir yerleşimdi. Projenin doğuşu bu şekilde oldu. Doğu Asya şehirlerinde görebileceğiniz üzere, sosyal olarak çok zengin olan eski yerleşimler, hızlı kentsel gelişme ile kırsal bir yapıdan yüksek katlı apartmanlara dönüşmekteler. Bizim gerçekleştireceğimiz projenin, bu gelişimin karşısında durmasını ve sosyal çevreyi daha yoğun bir şekilde hissederek doldurmasını amaçladık.
he: Düşey Köy'ün ana fikirlerinden birinin, doğu ve batıdaki yaşam tarzları arasındaki farkı vurgulamak olduğunu söyleyebilir miyiz? wm: Gün geçtikçe daha çok kişi yaşam tarzlarını -doğulu ve batılı olmanın dışında- kendi istedikleri şekilde seçmekte. Şu andaki durum ise; “seçecek bir şeyin olmaması”. Bunu bir yaşam tarzı olarak ele almak yerine, durumu olduğu gibi kabul etmek gerekmekte. Gelişen refah seviyesi ve olasılıklar paralelinde, orta sınıf nasıl bir yaşam mekanı istediğini düşünür ve tartışır duruma geldi, bunu sadece batılı bir yaşam tarzı olarak nitelendiremeyiz. Şunu söyleyebilirim ki, daha batılı bir yaşam tarzı olarak düşünülebilecek tek nokta, refah seviyesi gelişmiş bir orta sınıfın mevcut oluşudur. Ve bu durum kendi evine sahip olma istediğini ortaya çıkarıyor. Ama unutmamalıyız ki, Asya yerleşimlerinde ev sahipliliği oranı yüksektir, sıra evlerden avlulu evlere çeşitlenen bir yelpazede herkesin kendine ait bir evi vardır. Bu paralelde, konuyu doğu ve batı arasındaki bir ikilem şeklinde yorumlamamak gerekiyor. he: Fakat Asya'da gerçekleşen hızlı kentleşme, Avrupa'dakinden çok daha travmatik. wm: Bu travmatik durum, birçok ülkede tartışılmıyor
proje - konut 43 XXI - NİSAN 2012
karşı sayfada Düşey Köy için olası çeşitlemeler bu sayfada üstte solda: Kentsel tasarımda gözetilmesi gereken değerleri gösteren çark üstte: Doğu Asya'daki şehircilik tarihinden kesitlerin olduğu bölüm solda: Düşey Köy'ü yaratmak için kullanılabilecek parçalar arka sayfada Düşey Köy kitabından Doğu Asya'daki şehirciliğin gelişimini ve farklı yönlerini gösteren bölümler
proje - konut NİSAN 2012 - XXI 44
olduğu için durum daha da travmatik bir hale geliyor. Önceleri böyle bir travmanın olmayışının sebebi, herkesin kendi yaşam çevresinde, kendi evinde mutlu olmasıydı. Sonrasında insanlar, kentlere göç ederek bir şekilde ev sahibi oldular. Konunun birçok farklı boyutu var. Çin'de yeni bir protesto söz konusu, Huotong ve Pekin yerleşimlerinin tahrip edilmesine karşı olanlar, yeni planlama sistemini de eleştiriyor. Çin'de proje geliştiricilerin eski konut tipolojilerini, alışveriş merkezi ve diğer projelerde kullandığını görüyoruz ve anlaşılıyor ki, bunun için büyük bir istek var. İnsanların giderek artan bir eğilimle şehrin çeperlerindeki alanlarda konut arayışı içinde olduğunu görmekteyiz ve bunu yaparken kaliteye de önem veriyorlar. Bu tarz tek ailelik bir evde yaşayıp sonrasında yüksek katlı bir apartmanda yaşamak, Singapur ve Pekin gibi kentlerde henüz bir travma haline gelmedi. Bu paralelde şehirlerdeki köylerin düşünülmesi, arzulanması ve bu tür yerleşimlerin artması desteklenmeli. he: Siz bu durumu “blok saldırısı” olarak adlandırıyorsunuz. Peki Düşey Köy bu saldırıya nasıl cevap veriyor? Projeniz kentsel yoğunluk ile nasıl bir bağ kuruyor?
wm: Evet, asıl konu bu: Küçük ölçekli yerleşimleri, daha yüksek bir yoğunlukla nasıl kurgulayacağız? Projemizde, yoğunluğu farklı şekillerde ele aldık. Sembolik bir şekilde yapıları üst üste bir yığın şeklinde kurgulayabiliriz ama acaba henüz bu yoğunlukta ve yükseklikte yaşamaya hazır mıyız? Şu anda çok farklı konut tipolojileri görmekteyiz. Tasarladığımız düşey köy ile yüksek yoğunluklu, kompakt bir yerleşme tipolojisinden bahsediyoruz. Bu paralelde geliştirdiğimiz herkesin kendi köyünü tasarlayabildiği bir yazılım olan “Village-maker” bireysellik ile yoğunluk arasında bir bağ kurarak, yoğun bir bilgiyi içinde barındırıyor. he: Düşey Köy’de parçalar nasıl bir araya geliyor? Herhangi bir minimum - maksimum değer ya da farklı hacimleri bir araya getiren parametre var mı? wm: Teorik olarak hayır. Fakat bu; binanın bütçesini en düşük seviyede tutunca şeffaf bir binaya sahip olamayacağımızı garantileyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bu durumda, makul fiyatlı bir Düşey Köy için bir aralık geliştirdik. Belirli bir bütçe içinde kalmak istiyorsanız, optimum çözümler için bu projede sunulan sınırlara uymanız gerek.
he: House-maker ve Village-maker olarak adlandırdığınız iki yazılım bulunmakta. 1960'ların sonunda Yona Friedman, kendi evinizi tasarlayabileceğiniz bir daktiloyu andıran Flatwriter isimli bir proje tasarlamıştı. House-maker’ı onun devamı olarak görebilir miyiz? wm: Projemizin Flatwriter'a dayandığını söylemek çok zor. Günümüz teknolojisi ile şu an, o zamanlarda tasarlanabilecek bir yazılımdan çok daha karmaşık ve detaylı bir yazılım tasarlamak mümkün. Tasarladığımız yazılım iki önemli bileşenden oluşmakta. Birinci bileşen kendi evini tasarlamaktan bahseden House-maker, ikincisiyse evinizi konumlandırmanızı sağlayan Village-maker. Flatwriter'ın Village-maker'ı içinde barındırdığını düşünmüyorum, ama çalışmamızı Flatwriter'la karşılaştırmanız çok güzel. he: Evinizin özelliklerini House-maker ile tanımlayabiliyorsunuz. Ve bu da demek oluyor ki, insanlara kendi evlerini istekleri doğrultusunda tasarlama iznini veriyorsunuz. Bunu mimarlığın konut tasarımından çekilmesi olarak da yorumlayabilir miyiz?
bu sayfada sağda: Herkesin kendi evini tasarlamasına olanak veren House-maker yazılımı alta: Düşey Köy için hazırlanmış analiz paftaları altta sağda: Delft Üniversitesi'ndeki öğrenciler tarafından tasarlanmış olan alternatif Düşey Köy önerileri
NİSAN 2012 - XXI 46
proje - konut
wıny maas 1959 yılında Hollanda'nın Schijndel kentinde doğdu. 1983 yılında RHSTL Boskoop, Peyzaj Mimarlığı bölümünden mezun oldu. 1990 yılında Delft Teknik Üniversitesi'nden Mimarlık ve Kentleşme dalındaki yüksek lisans diplomasını aldı. 1991 yılında Jacob van Rijs and Nathalie de Vries ile birlikte MVRDV'ı kurdu. Bir yandan Delft Teknik Üniversitesi'nde prefosör ünvanıyla Mimarlık ve Kentsel Tasarım bölümünde eğitim verirken diğer yandan proje çalışmalarını sürdürmektedir.
wm: Evet, bu yazılım aracılığıyla büyüklük, bahçe, pencere çeşitleri, yer döşemeleri, malzemeler gibi birçok özelliği tanımlamak mümkün. Bence mimarlık zaten çoktandır başka aktörler tarafından gerçekleştiriliyor, birçok geliştirici yaptığı evleri zaten kendisi tasarlayıp üretiyor. İstanbul ve Ankara'nın çeperlerine gittiğimizde bunu görmek mümkün. Bir mimarın bu üretim sürecinde yer almış olduğunu sanmıyorum, bahsettiğim bu projeler geliştiriciler, müteahhitler tarafından üretilmekte. Yapı sektöründe, kitlesel üretim ve gelişmelerin verimliliği ile birlikte mimarlık zaten bir etki alanını, zeminini kaybetmiş durumda ve tahminimce iç mimarlık da benzer bir süreci yaşayacak. İkea vb. gelişmelerle, mobilya endüstrisi de iç mimarların görevini teslim alacak. Bu paralelde sanayi ile ilişkiyi yeni baştan düşünmek önemli. Bu gelişmeleri sorgulayıp yönlendiren ve nitel bir şekilde parametrelere döken bir yazılımdan bahsediyoruz. Mimarlar, bilgileri paralelinde bu yazılıma çeşitli bileşenler ekleyebilirler. Böylelikle müşteriler değişik bir istekle mimarlara geldiklerinde, bu yazılımla önemli farklılıklar yaratmak mümkün olacaktır. Biz
öncelikle mimarlığın kaybettiği zemini yeniden düşünüp güçlendirmeyi amaçladık, bu şekilde mimarlar için her zaman, alana ve programa dair bir zemin he: Yapılaşma yıllarca tipoloji üzerinden tartışıldı. Bu yazılım belki bize yeni ev tipolojileri için ipuçları da sunabilir. wm: Bugünlerde katılımın desteklendiğini görüyoruz, orta sınıfın büyümesi, refah seviyesindeki artış ve bilginin genişlemesi gibi durumlar bu anlamda önemli. Bence kendi kuşağımıza güvenmeli ve kendimize bu gelişimler için zaman tanımalıyız. Bunun, çoğunlukla insanların tanıdık olduğu şeyi seçmesi demek olduğunu görmezden gelmek saçmalık olur fakat diğer taraftan, tamamıyla yeni ve farklı şeyler isteyen insanlar da bulunmakta. Bence Villagemaker insanlara gelecekteki yeni isteklerini göstermede büyük bir rol oynuyor, henüz bilmedikleri ama geleceğin tercihlerinden oluşan evlerden bahsediyor, bu yöntemlerimizden biri. İkincisiyse; tamamen yeni, öncesinde hiç yapılmamış bir çalışma olan, evlerin
konumlandırılma konusu, bu şehircilik bağlamında Avatar'dan bile daha şaşırtıcı. he: Evler orta sınıfa hitap ediyor; ev sahibi aynı zamanda evi tasarlayan. Bu bağlamda mimarlığın genel halkla bağı yeniden kurgulanıyor çünkü uzun süreler boyunca sadece üst gelir grubunun mimari hizmetlerden faydalandığını söylemek mümkün. wm: Amerika, Belçika gibi ülkelerde orta sınıfın kendi evini tasarlayıp inşa etmesi büyük bir gelenek. Bu gelişmenin Avrupa'da da gerçekleştiğini gözlemlemekteyiz, Çin'de de bu yönde bir istek olduğunu söyleyebilirim. Bence bu tamamıyla meşru bir talep ve bunu daha ulaşılabilir hale getirmek, günümüzün ana uğraşılarından biri haline gelmeli. he: Sergiyi görme şansınız oldu mu? Tepkiler nasıldı? wm: Henüz sergiyi ziyaret etme fırsatını bulamadım ancak bildiğim kadarıyla beklediğimizin üstünde bir katılım gerçekleşti, yaklaşık 30.000 kişi sergimizi ziyaret etti. En önemli konu ise okulların öğrencileri sergiye yönlendirmesi, gelecek kuşaklar için bu önemli bir durum.
yapı – hastane – İzmİr NİSAN 2012 - XXI 48
fotoğraflar: Cemal Emden
Dingin İşlevsellik dış mekanla iç mekan arasındaki geçirgenliği ile dikkat çeken m artı d mimarlık tasarımı hastane yapısı, girişi çevreleyerek kurgulandı. M artı D Mimarlık
Bina, sağlık yapısı imarlı; yan, ön ve arka bahçe çekme mesafeleri, gabarisi imar koşulları ile belirlenmiş bir köşe parsel üzerinde; konut ve imalathaneler gibi farklı yapı tipolojileri içeren fiziksel yapılanmasını tamamlamamış bir çevrede konumlanıyor. Hastane 50 yatak kapasitesiyle hizmet vermek üzere tasarlandı. Tasarım yaklaşımı olarak mekan organizasyonunda yalın ve akılcı bir işleyiş kurgusunu oluşturmak; kütle estetiği ile mekan algısında da sağlık hizmetlerinin çağrıştırdığı temiz, güvenli, dingin, hayat veren kavramlarını mekansallaştıracak bir kimlik kurma fikri benimsendi.
gaziemir özel akut kalp damar hastanesi
m artı d mimarlık
Acil müdahale ve poliklinikler ile tetkik odalarının bulunduğu giriş katında kafeterya ile danışma kayıt gibi idari mekanlar da yer alıyor. Ameliyathane ve yoğun bakım, teknik ve servis mekanları bodrum katta konumlandırıldı. Girişin üstündeki iki kat ise hasta
yatak odaları ve doktor çalışma odaları olarak organize edildi. Giriş; teşhis ve tedavi birimlerini, acil müdahale alanını ve hasta yatak odalarını dış mekana hem bağlayan hem de ayıran kütle içinde büyük bir boşluk, içe ait bir dış mekan olarak kurgulandı. Bu yarı geçirgen toplayıcı/ayırıcı büyük boşluk; sakin, dingin, sessiz olması istenen hasta dinlenme alanları ile dinamik alanları koparan ortam olarak düşünüldü. Giriş mekanı binanın kalbi, diğer tüm mekanlar onun çevresinde, ona sarılmış olarak konumlandırıldı. Kavramsal hissiyatı artırmak için cephe ve iç mekanlarda kullanılan malzeme ve renklerde çeşitlenmeye gidilmedi. Beyaz ve gri, bina iç ve dış yüzeylerinde hakim renk olarak kullanıldı. Cephe malzemesi olarak seçilen Afyon tundura gümüş mermer galeride de devam ettirilerek mekanın dışa ait olma durumunu vurgulamak amaçlandı. Girişe açılan hasta yatak katlarındaki boşluklara farklı renklerde şeffaf panolar takılarak, gün ışığının farklı yansımaları ile koridor mekanlarında da değişkenlik hedeflendi.
bu sayfada Cephe özellikleri, giriş noktalarının dış mekanla kurduğu ilişkiye ve yapının dışarıdan içeriye geçişteki geçirgen özelliğine vurgu yapıyor
yapı – hastane – İzmİr
karşı sayfada Yapının bütününe dışarıdan bakış
49 XXI - NİSAN 2012
NİSAN 2012 - XXI 50
yapı – hastane – İzmİr
bu sayfada sağda: Bağlayıcı olarak kurgulanan giriş boşluğu altta, en altta ve altta sağda: Katlar arası geçişler ve bu ilişkiselliğe ait detaylar
kesitler
cephe görünüşleri
alan grafiği
51 XXI - NİSAN 2012
zemin kat planı
yapı – hastane – İzmİr
proje yeri: Gaziemir, İzmir işveren: Ulusal Kalp Özel Sağlık Hizmetleri tasarım ekibi: Metin Kılıç, Dürrin Süer yardımcı mimar: Seden Cinasal Avcı mimarlık ofisi: M artı D Mimarlık ana yüklenici: Karyıl İnşaat statik projesi: Tamer Paker elektrik projesi: Namık Onmuş mekanik-tesisat projesi: Ekrem Evren proje tarihi: 2008 yapım tarihi: 2008 - 2011 arsa alanı: 2.110 m2 toplam inşaat alanı: 4.180 m2 engelli erişimine uygunluğu: Uygun
yapı - sanat merkezİ - tenerİfe NİSAN 2012 - XXI 52
fotoğraflar: Teresa Arozena, Miguel de Guzmán, Roland Halbe, Efraín Pintos, Joaquín Ponce de León
Eylemin Mekansal Temsili GPY ARQUITECTOS TASARIMI TENERİFE DRAMA SANATLARI MERKEZİ RAMPALAR, SAHANLIKLAR VE PLATFORMLARLA ZİYARETÇİLERİ HEM SEYİRCİ HEM DE OYUNCU OLARAK MEKANA DAVET EDİYOR. Tenerife Drama Sanatları Merkezi, kendini, kent için bir sahne olarak sunuyor, fonda ise kent ve peyzaj bulunuyor. Zig zag çizen platformlar ve rampalarla yapı, yapay bit topoğrafya yaratıyor.
tenerife dramatik sanatlar müzesi
gpy arquıtectos
İç mekandaki üstü örtülü avlu, üç boyutlu ahşap çatı yüzeyinin katlanmasından yola çıkılarak üretildi ve şehre açılan, manzaralı bir kutu olarak ele alındı. Bu kutu, binanın mekansal referans noktası ve ilişki kurulan, etkileşimin olduğu bir mekan olarak kente açılıyor. Eğimli bir yüzey olarak tarif edilen avlu, aynı zamanda bir açık hava oditoryumu ve yaya aksının omurgası olarak çalışıyor; binanın sahnesini bir rampa sistemi şeklinde meydana getirip, eğrisel bir geometri ortaya çıkarıyor.
Binanın bütünü aynı zamanda bir performans mekanına, kamuya açık bir tiyatroya dönüşebiliyor. Ziyaretçiler rampalar, platformlar ve sahanlıklardan gösterileri izlerken hem birer seyirci, hem de birer oyuncu olarak mekanda yer alabiliyor.
proje adı: Tenerife Drama Sanatları Merkezi proje yeri: Tenerife, İspanya mimari tasarım: Juan Antonio González Pérez Urbano Yanes Tuña proje ekibi: Félix Perera Pérez, Gustavo García Báez, Constanze Sixt teknik ekip: Luis Darías Martín, José Miguel Navarro inşaat mühendisi: Martínez Segovia, Fernández, Pallas y Asociados işveren: Tenerife Adası Konseyi + Kanarya Adaları geliştirme projesi: Eğitim, Kültür ve Spor Konseyi yüklenici: Necso Entrecanales Cubiertas inşaat alanı: 3.360 m2
karşı sayfada Binanın ana girişi bu sayfada solda: Bina girişi ve çevresi altta: Sahne olarak kullanılan orta avlu
yapı - sanat merkezİ - tenerİfe
arka sayfada üstte solda ve sağda: İç mekan ve atölyeden görünümler ortada, altta solda ve sağda: Sahne olarak ele alınan orta avludan ve girişten görünümler
53 XXI - NİSAN 2012
NİSAN 2012 - XXI 54
yapı - sanat merkezİ - tenerİfe
yapı - sanat merkezİ - tenerİfe
zemin kat planı
doğu cephesi görünüşü
1. kat planı
iç avlunun kesiti
2. kat planı
gpy arquıtectos GPY Arquitectos, Juan Antonio González, Urbano Yanes and Constanze Sixt tarafından kuruldu. Ekip mimarlığı, yeni formların arayışında, insan ve çevresiyle ilişkilenen bir disiplin olarak tanımlıyor. ar+d Award - Emerging Architecture (2003), Miami + Beach Bienali kapsamında bronz ve gümüş madalyaları stüdyonun aldığı ödüllerden bazıları. Ayrıca ofis, 2003 yılında Mies van der Rohe Ödülü'ne ve 2008'de Lakov Chernikhov Uluslararası Ödülü'ne layık görüldü.
55 XXI - NİSAN 2012
batı cephesi ve rampaların kesiti
İç mekan - ofİs - İstanbul NİSAN 2012 - XXI 56
fotoğraflar: Gürkan Akay
Mütevazi ve Samimi CERBA OFİS PROJESİNİN BİR AY KADAR KISA BİR SÜREDE GERÇEKLEŞEN TASARIM VE UYGULAMA SÜRECİNİ, na-md MİMARLIK KURUCULARI NAGEHAN AÇIMUZ VE MERVE DEMİRKOL ANLATTI. Beste Sabır
cerba ofis projesi
na-md mimarlık
bs: Cerba ile işbirliğiniz nasıl başladı? na-md: Cerba’nın ortaklarından biri ile önceden tanışıyorduk, bizim projeye ve mekana yaklaşım tarzımızı bildiğinden, içinde bulundukları yeni oluşum için bizi ortağıyla bir araya getirdi ve böylece işbirliğimiz başlamış oldu. bs: Firmanın sizden istediği mekan özellikleri ve sizi kısıtlayan parametreler neler oldu? na-md: Cerba bir denizcilik firması ve bizden öncelikle istenen, ofisin mütevazi, steril, açık, samimi ve zamansız olmasıydı. Tasarım ve malzeme seçimi anlamında bizi kısıtlayan herhangi bir konu olmadı ancak bizden tasarım dahil, uygulamanın bir ay içerisinde tamamlanması beklenmekteydi. Bu da, malzemelere ulaşım ve uygulama anlamında, kısa sürelerde hazır olabilecek ya da stoklu ürünler üzerinden seçim yapmamıza sebep oldu.
bs: Cerba ofisin mekan kurgusu ve onu diğer ofis tasarımlardan ayırt eden tasarım parametreleri neler oldu? Tasarımı ilginç kılan noktalar neler? na-md: Her ne kadar günümüzde enformasyona ulaşım ve yeni teknolojilerle insan ilişkileri arasındaki sınırlar eriyor olsa da, birtakım hiyerarşiler bazı firmalarda kurumsal kimlik anlamında hala devam etmekte. Ofis içerisinde, açık ofis ve operasyonel personel gruplarının bulunuyor olması artık sık rastladığımız bir durum iken, firma sahipleri yine de kendilerine özel birtakım yönetici odaları talep etmekte. Burada hem bizler hem de çalışanların motivasyonu için en önemli konulardan biri, firma sahibi iki ortağın böyle bir talepte bulunmayıp, muhasebe departmanı dışında tüm ofisin açık ofis şekilde kurgulanarak, kendilerinin de operasyonun içinde bulunmak istemesi oldu. Bunun dışında en önemli konu, açık ofis, toplantı odaları ve muhasebe departmanlarının orta noktasında bulunan bar-açık mutfak. Tasarım aşaması öncelikle kapalı, küçük bir mutfak talebi ile başlamıştı fakat sonunda, gün içerisinde yemek yenilen, aynı zamanda dinlenme mekanı olarak da kullanılabilen ve samimi toplantıların da yapıldığı bir mekana dönüştü.
önceki sayfada Ana giriş bölümü bu sayfada solda: Ana giriş ve ofisler altta: Ofis mekanı arka sayfada üstte solda: Bar üstte sağda ve altta: Toplantı salonu
İç mekan - ofİs - İstanbul 57 XXI - NİSAN 2012
bs: Ana konsepti oluşturduktan sonra tasarım ve uygulama süreci nasıl gelişti? na-md: Ana fikir oluştuktan sonra aslında hem genel tasarım hem uygulama süreci başlamış oldu. Çünkü mekanı kiralamışlardı ve bütün projenin bir ay içerisinde tamamlanması önemli bir noktaydı. Genel plan yerleşimi, fonksiyonların oturtulması ve onaylanmasının ardından, mevcut mekanın tamamının duvarları kırılmaya başlandı. Bu noktadan sonra, tasarım ve malzeme seçimleri, neredeyse uygulama ile senkronize olarak devam etti. bs: Mekan içindeki fonksiyonlar, kullanım alanları nasıl organize edildi? Mekandaki sirkülasyon, ıslak hacimler ve toplantı odaları gibi hacimleri nasıl konumlandırdınız? na-md: Toplantı odalarının açık ofisten ve muhasebeden bağımsız olarak, misafirleri ofis içine sokmadan, ana ofis mekanından daha izole bir yerde konumlandırılması talep edilmişti. Bu sebeple ana giriş, mekanı bu anlamda ikiye böldü, yani açık ofis, muhasebe, mutfak ve tuvaletler bir tarafta, toplantı odaları diğer tarafta olacak biçimde şekillendi. Bir diğer önemli konu, aslında ofisin iki girişi olması. Denizcilik firması olması, gün içerisinde gemi
personeli ve ailelerinin çok sık ziyaret ettikleri bir ofis olmasını gerektirdiğinden, bu personeli çalışma saatleri içerisinde ofis alanında bekletmemek adına, farklı bir arka giriş ve küçük bir toplantı odası organize etmemiz istendi. bs: Havalandırma, mekanik ve aydınlatma gibi elemanlar mekanın içinde saklanmadan, açık bir şekilde kurgulanmış. Burada mekanın yüksek tavanları ve kaset döşemelerin etkisi de var galiba? na-md: Tavandaki kaset döşemeler, mekanın kendi karakteri açısından bizler için saklamaktan ziyade ön plana çıkarılması gereken unsurlardı, bu sebeple onları kapatmayı hiç düşünmedik, havalandırma ve aydınlatma da haliyle kaset tavanlara entegre oldu. Bunun dışında bütün ofisi dolaşan orta çekirdek duvarı bulunmakta, bu duvar üzerinde herhangi bir kaplama yapmadan, onu dokulu bir boya ile kaba olarak bırakmayı tercih ettik, bu bizim için, açık tavan, mekanik sistem, aydınlatma tavaları ve aydınlatma elemanları ile genel olarak mekanın bütünlük sağlaması anlamında önemli idi. Yani aslında zeminin doğal taş olması, kullandığımız ahşapların doğal olması, tavanların açık olması, ofiste düşey bir
hiyerarşi olmaması, açık ofis olması gibi unsurların tamamı, ortak bir fikrin yansımaları. bs: Tasarım paralelinde ışık, gölge, mekanın şekli, büyüklüğü gibi faktörlerden yararlandınız mı ? na-md: Proje alanı 400 m2 idi. Bütün duvarların kırılması ve talep edilen ofis planının açık ofis olması, hem ışıktan faydalanma hem de ofis sirkülasyon alanlarının geniş kullanımına imkan verdi. Bütün ofisi dolaşan pencere hattı ise, ofis içerisindeki bütün fonksiyonlara ışığın aynı şekilde ulaşmasına imkan verdi. bs: Özellikle kullandığınız malzeme ve mobilyalar oldu mu? na-md: Genel olarak malzemelere bakıldığında, doğal taş zemin ve ahşap kaplamalar ön plana çıkıyor. Seperasyonlar ise, mekanın algısında çok önemli rol oynuyor, bunun sebebi ise açık mutfak ve ofis alanının devamı ile bekleme ve karşılama mekanını ayırmabirleştirme rolünü üstlenmesi. Onun geçirgenliği, mekanları birbirinden ayırmasını ve birleştirmesini, ışığın, sesin, algının sürekliliği ve bütünlüğünü sağlıyor. Toplantı odalarını tasarlarken mekanları, yine açık tavan, havalandırmalar ve aydınlatmaların altyapılarının da görülebileceği şekilde düşündük. Bununla birlikte ahşap
NİSAN 2012 - XXI 58
İç mekan - ofİs - İstanbul
proje adı: Cerba Ofis proje yeri: Balmumcu, İstanbul proje alanı: 400 m2 işveren: Cerba (Cerrahoğlu Baran Denizcilik) mimari tasarım-uygulama: Nagehan Açımuz, Merve Demirkol aydınlatma: Dark Lighting mekanik proje: Şimşek Klima elektrik proje: Arslan Elektrik zemin: Agk Halı hareketli mobilyalar: Nurus ahşap işleri: Eda Ahşap, Süleyman Ocakçı proje başlangıç-bitiş tarihi: Mayıs 2011
duvar kaplamaları, doğallıkla birlikte, mekana özel toplantı odası kimliğini eklememize imkan verdi. bs: Mekanda kullanılan mobilyalar sizin tasarımınız mı, yoksa kullandığınız belli markalar var mı? Ayrıca renk seçimi ve kurumsal kimlik arasında kurulan ilişkiden de bahsedebilir misiniz? na-md: Mekandaki hareketli mobilyalar Nurus'tan alındı, bunun dışındaki tüm mobilyalar tarafımızdan tasarlandı. Aslında firma köklü iki ayrı firmanın ortaklığı iken, bu ofis ve Cerba yeni bir oluşum idi. Firma sahiplerinin yeni neslinin ortaklıkları ile yeni bir logo, yeni bir kurumsal kimlik ile yeni bir ofis mekanı tasarlanmış oldu. Bu ofis tasarımı içerisinde de firmanın genç neslinin etkileri, açık ofis, sade ve zamansız çizgiler, açık mutfak, bar ve birtakım görsellerle desteklenerek yerini buldu. bs: Mekan tasarımında sizi zorlayan noktalar ya da öne çıkarmak istediğiniz bir nokta var mı? na-md: Mütevazi fakat bir o kadar da firmanin kurumsal kimliği ve geçmişe ait köklerini yansıtacağı, bizim çizgimizden ödün vermeden ortak paydada buluşabileceğimiz zamansız bir mekan yaratmak esas hedefti. Müşterimiz tasarımın başından, malzeme seçimlerine kadar bizi sonuna kadar destekledi, o anlamda keyifli bir proje süreci yaşandı.
İç mekan - ofİs - İstanbul 59 XXI - NİSAN 2012
kesit
nagehan açımuz 1980 Ankara doğumlu. 2003 yılında İTÜ Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. Yüksek Lisansını İTÜ Mimarlık Bölümü ile Eindhoven Teknik Üniversitesi ortak programı ile tamamladı, halen İTÜ'de Mimari Tasarım Doktora çalışmalarına devam ediyor. 2004-2005 yılları arasında Net Mimarlık’ta çalıştı. 2005-2010 arasında Habif Mimarlık ortağı olarak mimari proje çalışmalarına devam etti. 2010'da Merve Demirkol ile NA-MD Mimarlık'ı kurdu. merve demirkol 1984 İstanbul doğumlu. 2008 yılında Kocaeli Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü'nden mezun oldu. 2008-2009 yılları arasında Londra’da Chealsea College of Arts and Design’da renk teorisi sertifika programına katıldı. Eğitimi sürecinde Habif Mimarlık bünyesinde staj yaptı. 2010'da Nagehan Açımuz ile NA-MD Mimarlık'ı kurdu. bu sayfada üstte solda: Bekleme salonu üstte sağda: Açık ofis mekanı
plan
İç mekan – yolcu salonu - İstanbul NİSAN 2012 - XXI 60
fotoğraflar: Bülent Özgören
Mekan İçinde Mekan HAVAALANI İÇİNDE YENİ BİR MEKAN DENEYİMİ sunan TASARIMDA, HER MODÜL DEĞİŞİK İŞLEVLERE SAHİP MEKANLARI KABUK GİBİ SARARAK, SALON İÇİNDE ARAMA VE KEŞFETME DUYGUSUNA OLANAK SAĞLIYOR. İstanbul Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali'nde yer alan CIP (THY Özel Yolcu Salonu) Autoban tarafından yeniden tasarlandı. Farklı işlevlerdeki bölümleriyle 3.000 m2’lik bir alan ve 2000 kişilik yolcu ağırlama kapasitesine sahip.
türk hava yolları cıp lounge
autoban
Salonun tasarım yaklaşımında mevcut havalimanı kabuğunun altında yeni bir kabuk, mekan içinde ikinci bir mekan oluşturma fikri temel oluşturuyor. Geleneksel mimaride yer alan revak sisteminden faydalanılarak kurulan ana strüktür, küresel formların belirlenmiş bir sistem üzerinde bir araya gelmesinden oluşuyor. Yalın bir görsel dile sahip olan bu küreler, planda kare alanlara bölünmüş salonu, birbiri arasında
geçişlerin sağlandığı bölümlere ayırarak iç mekan kombinasyonları yaratıyor. Tasarlanan mimari formun strüktürel yapısını oluşturan ve modülleri birbirine bağlayan çelik taşıyıcılar, elektrik ve mekanik sistem çözümü için de kullanılmış. Aynı zamanda, endüstriyel tasarım anlayışıyla üretilen kürelere, görsel dengesini kazandıran detayları oluşturuyor. Autoban, önerdiği mekan deneyimi ile havaalanı tecrübesinde yeni ve farklı bir boyut yaratmayı amaçlıyor. bekleme salonunda tasarlanan her modül, işveren tarafından belirlenen kütüphane, sinema, çay bahçesi, restoran, dinlenme odası gibi işlevleri üstleniyor. Her bir modül bu işlevleri bir kabuk gibi sararak, kurguları ve iç mekan tasarımlarıyla, kullanıcılara yeni bir mekan tecrübesi sunmayı hedefliyor. Yolcuların salon içerisinde ilerlerken hissettikleri arama ve keşfetme duygusu, tasarımı kullanıcı ile kuvvetli bir şekilde buluşturuyor.
bu sayfada solda: İç mekandan genel görünüş solda ortada ve altta: Dinlenme modülü
İç mekan – yolcu salonu - İstanbul
önceki sayfada Bekleme salonu
altta: Bekleme modülü
61 XXI - NİSAN 2012
arka sayfada üstte: Restoran bölümü ortada: Farklı işlevlere sahip mekanlardan görüntüler. altta: Sinema
NİSAN 2012 - XXI 62
İç mekan – yolcu salonu - İstanbul
proje adı: THY CIP Lounge proje yeri: Yeşilköy, İstanbul tasarım ekibi: Seyhan Özdemir, Sefer Çağlar, Efe Aydar proje ekibi: Gökhan Uzun, Sedef Gökçe, Ebru Tabak proje alanı: 3.000 m2 tasarım yılı: 2011
autoban Seyhan Özdemir (1975) MSGSF Mimarlık Fakültesi'nden, Sefer Çağlar (1973) MSGSF İç Mimarlık Fakültesi'nden 1998 yılında mezun olup mesleki açıdan yeterli deneyimi kazandıktan sonra mimari, iç mimari ve ürün tasarımı çalışmalarını bir isim altında toplamaya karar vererek 2003'te Autoban'ı kurdular. 2004’te ekibe katılan Efe Aydar’ın 2007’de üçüncü ortak olmasıyla birlikte, bugün 35 kişilik bir ekiple 2009'dan beri Tünel'deki ofisinde çalışmalarına devam ediyorlar. Bugüne kadar 300’den fazla farklı alanda projeye imza atan Autoban’ın ilk galerisi, 2006 yılında, iç mimari projeler için tasarlanan mobilyaları sergilemek üzere İstanbul’da açıldı. Bugüne kadar iç mimari proje ve ürün tasarımı çalışmalarıyla 15'den fazla uluslararası ödüle layık görülmüş, 35 kitap ve 500'ün üzerinde basılı yayında yer almıştır. Dünya Mimarlık Festivali (WAF) 2010’da finale kalan ilk mimari projesi, Nef Flats 163’ün inşaatı, İstanbul’un gelişmekte olan bölgesi Gültepe’de halen devam ediyor.
ürün tasarımı - Duvar kaplaması / doğal taş NİSAN 2012 - XXI 64
Kullanıcı Odaklı STONE&MORE SERİSİ, DOKU, FORM VE KULLANIM SENARYOLARINI YENİDEN KURGULAYARAK KİŞİSELLEŞTİRİLEBİLİRLİĞİ VURGULUYOR. KALE İŞBİRLİĞİNDE TASARLANAN SERİ HAKKINDA, TASARIMCISI ŞULE KOÇ İLE GÖRÜŞTÜK. Beste Sabır
stone&more
şule koç
bs: Bildiğimiz kadarıyla Kale firması ile ilk kez bir araya geliyorsunuz ve aynı şekilde doğal taşla da ilk kez çalışıyorsunuz. Bu işbirliği nasıl başladı? Şule Koç: Başlangıçta Kale'nin öne sürdüğü proje tanımı zaten doğal taş mozağinin tasarımına yönelikti. Bu konuda Türkiye'de sanatçılar tarafından özel üretilen ve bir tablo gibi döşenen mozaikler dışında, endüstriyel bir ürünün, bir tasarımcı ile çalışılması anlamında bu proje bir ilk. Kale böyle bir proje teklifi ile bana geldi ve ardından sürecimiz başladı. bs: Proje tanımından sonra sizin kafanızda nasıl bir konsept oluşmaya başladı? şk: Doğal taşın yapısal anlamdaki doku çeşitliliğini, yeni form ve kullanım senaryoları ortaya koyan bir tasarım diliyle kurgulayarak,
kullanıcı-mekan ilişkisinin daha geniş bir aralıkta kurulmasını sağlamaya çalıştım. Tasarım, diziliş, form, doku ve farklı malzemelerin beraber kullanımıyla her seri, kullanıcının kişiselleştirmesine açık yani, kullanıcıya çeşitli alternatifler, farklı malzemelerle sağlanabilecek farklı sonuçlar öneriyor. Anahtar kelimelerden bir tanesi kişiselleştirmeydi. Doğal taş, üzerinde çok düşünülmemiş, çalışılmamış bir malzeme, Türkiye'de de bu alanda çok fazla ürün yok. Biz bir de kişiselleştirme özeliğini ekledik. Mesela Eclipse hem yatay hem dikey kullanılabiliyor, tek bir modülün tekrarı olduğu için dağınık bir şekilde, farklı formlarda da kullanıp, sadece bir heykel gibi de duvarınızda kullanabiliyorsunuz. Vertica ise, iki çeşit fileden oluşuyor. Bir fon karosu var isterseniz sadece fon karosuyla döşeyebilirsiniz, istediğiniz noktada diğer fileden başka bir modülü ona ekleyebiliyorsunuz. Kullanıcının yaratıcılığını öne çıkaran ve onu sahiplenmesini de sağlayan bir özellik bu. Doğal taşta aslında
ürün tasarımı - Duvar kaplaması / doğal taş 65 XXI - NİSAN 2012
insanlar bunu daha da az düşünürler, çünkü çok rijit bir malzeme. O yüzden biz şimdi biraz da onun üstüne gitmiş olduk. Umarım bundan sonra da daha çok alanda karşımıza çıkıcak.
farklı boyutlardaki modüller bir araya geldiğinde derinlik hissi kuvvetli bir doku oluşturuyor ve kullanıldığı yönde yatay ve dikey etkisini artırarak, mekanlara akıcı ve sıcak bir hareketlilik getiriyor.
bs: Koleksiyon iki seriden oluşuyor, bu iki serinin özelliklerinden bahsedebilir misiniz? şk: Aslında koleksiyonu oluşturan iki seri, kendi içlerinde farklılıklar sergilerken, koleksiyonun tümü birbirini tamamlayan kavramsal bir temele sahip. Bütününde, birbirini tekrar eden form, boyut ve renk farklılılarıyla çeşitlilik ve akışkanlık kazandırıyor. Vertica serisi, birbirine paralel diyagonal kesimiyle ve keskin hatlarıyla, dinamik bir karaktere sahip. Fon modülüyle, kullanıcının istediği noktada hareketi ve durağanlığı elde edebilmesini sağlıyor. Ana modülün pek çok renk ve dokudan oluşması ve bunların birçok farklı şekilde bir araya gelebiliyor oluşu da kullanıcının mekanı kişiselleştirmesine olanak tanıyor. İkinci seri Eclipse ise, yumuşak hatları ve birbirini takip eden çok katmanlı formuyla, yalın ve akışkan bir duruşa sahip. Perspektif algısını kuvvetlendiren
bs: Ürünlerin kullanım alanı sadece ıslak mekanlar mı? Kullanım alanlarında mekansal çeşitlenmeler de var mı? şk: Proje başlangıcında daha çok ıslak mekanlar üzerine düşünüldü. Fakat sonrasında, çok farklı tasarımlar ortaya çıktı, böylelikle başka kullanım alanları da ortaya çıkmış oldu. Ürünler bir otelde de kullanılabilir, evin salonunda da. Kısaca kullanım alanı süreç içerisinde genişledi. bs: Öncelikli olarak hangi taşları tercih ettiniz? Form, bu seçimde etken oldu mu? şk: Doğal taş çok mekanik bir üretim yöntemine sahip, seramikten de farklı. Şimdiye kadar o yüzden hep standartlaşmış yöntemler, kare, dikdörtgen gibi formlar kullanılmış. Bunlar tabi üretim yönteminden kaynaklanan durumlar, kendine has bir şekilde üretiliyor ve kıstaslarımız
aslında bir taraftan çok fazla, bir taraftan da az -yani kısıtlısınız. Ama yine de, o üretim yöntemleriyle bir sürü şey yapılabilir aslında. Mermer, volkanik taşlar, traverten gibi çeşitli taşları kullandık ve doğal taşın kendi özelliğinden yararlandık, dokusal olarak değerlendirdik. Mesela fon karosunda bir traverten taşı da var, mermer taş da var. Ama az bulunan bir taş, fon karosu olarak kullanılmadı. Ya da daha az sağlam olan taş, kesimleri zor olduğu için ona göre bir formda kullanıldı. Bu şekilde elendi ve renk alternatifleri de taşın kendi doğasına göre şekillendi. Taş ve taşın neye elverdiği tüm bu süreci çok etkiledi. Yani hem tasarım hem üretim sürecini taşın kendisi şekillendirdi, sürecin en başından beri malzememiz belliydi, biz ona göre ne yapabiliriz diye düşündük. Çoğunlukla prototipler üzerinden ilerledik, yani tek bir aşamadan geçilmedi, birçok aşamada prototipler yapıldı, ölçüler tutmadıysa tasarıma geri dönüldü ve tabi tasarım da o süreç içerisinde değişti, üç prototipin sonunda en son haline geldi.
NİSAN 2012 - XXI 66
ürün tasarımı - Duvar kaplaması / doğal taş
şule koç 2004 yılında ODTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü'nden mezun oldu. Red Dot Tasarım Ödülleri (2009) ve Design Turkey Superior Tasarım Ödülleri'ne (2008) sahip. 2006 yılında Demirden Design ekibine katıldı, 2010 yılından günümüze kendi firmasında, ürün, mekan tasarımı ve tasarım danışmanlığı alanlarında çalışıp, üretkenlik ve sürdürülebilirlik kavramları üzerine odaklanmakta. Çalışmalarını basit, duygusal, kışkırtıcı ve düşündürücü olarak nitelendiriyor.
giriş sayfasında Vertica Serisi önceki sayfada üstte solda ve sağda: Eclipse Serisi altta solda ve sağda: Vertica Serisi bu sayfada Serilerin üç boyutlu çizimleri
JEAN MARIE-MASSAUD ITALDEKO'DA
2011 yılında Milano'da düzenlenen mobilya fuarında Poliform için bir koltuk ve sandalye koleksiyonu hazırlayan Jean Marie-Massaud ürünleri Italdeko showroom'unda sergileniyor. Doğal kumaşların, ham ketenlerin kullanıldığı koleksiyonda özellikle estetiğin yanında ergonomi ön planda. Ventura, Carmel,
Metropolitan, Wallace ve Santa Monica modelleriyle yalın çizgilere sahip, farklı yorumlanan koltuklar, ikili ve üçlü sofalar, sandalyelerde ceviz, yanık meşe ayaklar ve toprak renklerindeki kumaşlar göze çarpıyor. 2010 yılından itibaren Poliform Mobilya'nın Türkiye temsilciliğini üstlenen Italdeko'nun Mecidiyeköy'de bir showroom'u bulunuyor. www.italdeko.com
VİTRA RED DOT ÖDÜLÜ SAHİBİ OLDU
NİSAN 2012 - XXI 68
FİRMA HABERLERİ
Dima Loginoff ile Defne Koz'un Vitra için hazırladığı karo koleksiyonları Red Dot: Product Design 2012 ödülüne layık görüldü. Koleksiyonları inovasyon, estetik, hayata geçirilebilme potansiyeli, işlevsellik ve ergonomi gibi ölçütlerle değerlendirilen Vitra, bu yıl Türkiye'nin Red Dot ödülü kazanan tek seramik üreticisi oldu. Loginoff'un Vitra için
hazırladığı, duvarlarda farklı bir görsellik yaratan koleksiyonlar "IF Product Design Award 2012" ödülüne sahip. Defne Koz'un Vitra için tasarladığı karo seramik koleksiyonu 4D ise modern yaşamın üç boyutlu dünyasından ilham alarak, karoya yeni bir tarz kazandırıyor. Flu dokuların, renklerin ve geometrik şekillerin hakim olduğu koleksiyon, özgün malzemesi ve üretim tekniğiyle farklılaşıyor. www.vitra.com.tr
CEMDAĞ TASARRUF VAAT EDİYOR
2011 yılında saatte dokuz boğaz köprüsünü aydınlatabilecek kadar armatür üreten Cemdağ, yapmış olduğu Ar-Ge çalışmaları sonucunda %40'a varan tasarruf sağlayan armatürlerin üretimine başladı. 7 Mart tarihinde İstanbul'da gerçekleşen
basın toplantısında Cemdağ Yönetim Kurulu Üyesi Sina Cem "Türkiye'de altı milyon sokak armatürü olduğunu düşünürsek, çift kademeli sistemle çalışan basınçlı yeni nesil armatürlere geçerek yılda 300 milyon lira civarında enerji tasarrufu sağlanabileceğini öngörüyoruz." diye konuştu. www.cemdag.com
INTERFACE TANITIM EVİ'NİN KAPILARINI AÇIYOR
Interfaceflor'un tasarım ve sürdürülebilirliğini anlatan Tanıtım Evi, Hollanda'nın Scherpenzeel kasabasındaki terk edilmiş bir fabrikanın alınıp işlevselliğin ön planda tutulmasıyla farklılaşan bir mekana dönüştürüldü. Bu mekan çeşitli kısımlardan oluşuyor; bir bölümü ofisler için ayrılmış olan
Tanıtım Evi’nde bir sürdürülebilirlik köşesi, ürün ve marka deneyimi alanları, yeni ürünlerin ve katkıda bulunan sanatçıların eserlerinin sergilenebildiği bir galeri bulunuyor. Toplantı odalarının da yer aldığı projede, projektörlü bir amfiyle tamamlanan, kapasitesi 400 kişiye kadar çıkabilen bir konuk süiti de bulunuyor. www.interfaceflor.com
SERANİT SERRA'YI HAYATA GEÇİRDİ
Seranit, Türkiye'nin yanı sıra İtalya ve İspanya'nın ünlü tasarımcılarının imzasını taşıyan Serra markası ile 2012 yılında yaklaşık 30 milyon dolarlık ihracat payına ulaşmayı hedefliyor. Çırağan Sarayı'nda Serra'nın tanıtımına ilişkin toplantıda konuşan Seranit Yapı Grubu Başkanı Hamdi Altunalan; en
büyük ebatın yanı sıra tasarım, teknoloji ve kalitede en yüksek mükemmelliği sunduklarını belirtirken sözlerine "Serra bugüne kadar Türkiye'de yapılmayanı, başarılmayanı başaracak, sektör liderliğindeki haklı yerini alacaktır. Amacımız Türkiye'nin ilk 250 şirketinden biri olmak, hatta sektörde dünyadaki ilk üç firma arasında yer almaktır." diye devam etti. www.seranit.com.tr
ERSA'DAN GENÇ TASARIMCILARA DESTEK
Ekonomi Bakanlığı'nın koordinatörlüğü ve Ersa Ofis Mobilyaları'nın eşsponsorluğunda düzenlenen Ulusal Mobilya Tasarım Yarışması'nın ödül töreni İstanbul Rahmi Koç Müzesi'nde gerçekleştirildi. Ev, ofis ve mutfak-banyo mobilya tasarımları kategorilerinde düzenlenen yarışmaya Türkiye, Fransa, İtalya, Almanya ve
KKTC'den toplam 808 tasarımcı başvurdu. Yarışmacıların 196'sı tasarımcı ve uygulayıcı, 231'i lisans öğrencisi, 353'ü ise ilk ve ortaöğretim öğrencilerinden oluştu. Başvurular Prof. Dr. Önder Küçükerman, Reşit Soley, Aziz Sarıyer, Jan Nahum, Mustafa Toner, Memduh Şen, Kaan Dericioğlu, Ahmet Kaleli, Didem Çapa ve Fatih Kıral'dan oluşan jüri tarafından değerlendirildi. www.ersaofis.com.tr
İÇ MİMARLIK VE DEKORASYON EĞİTİM PROGRAMLARI Bilişim Eğitim Merkezi, mekan tasarımında yeteneklerini geliştirmek isteyenlere yardımcı olacak İç Mimarlık ve Dekorasyon Akademik Programları'nın tüm eğitim içeriklerini bilgisayar destekli olarak veriyor. Alınan teorik, pratik ve teknolojik eğitimler hem Milli Eğitim Bakanlığı onaylı sertifikalarla
hem de Adobe, Autodesk ve Microsoft sertifikalarıyla belgelendiriliyor. Autodesk, Adobe, Microsoft, Cisco, Sta4-CAD yetkili eğitim merkezi olan Bilişim Eğitim Merkezi, uluslararası fiziki standartlara uygun teknik altyapısıyla eğitimlerinde ilgili yazılımların en güncel sürümlerini kullanarak öğrencilerine koşulsuz öğretme garantisi sunuyor. www.bilisimegitim.com
POLİSAN BOYA, KADIN SORUNLARINA DİKKAT ÇEKİYOR
Polisan Boya'nın katkılarıyla ilk kez gerçekleştirilen, "Her Ses Bir Nefes" adlı sosyal sorumluluk projesi 58 ünlü kadını bir araya getirdi. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) Türkiye Temsilciliği'nin teknik destek verdiği proje kapsamında düzenlenecek olan fotoğraf sergisi için her sanatçı iki
farklı konseptte poz verdi. Fotoğraf çalışmasında toplumsal cinsiyet eşitsizliği, çocuk gelinler, eğitim eksikliği, sağlık sorunları, taciz, aile içi şiddet, ekonomik bağımlılık gibi konulara dikkat çekiliyor. Proje kapsamında Polisan Boya tarafından Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı'nın dayanışma merkezi ofisi ve kadın sığınaklarının yenilenme çalışması ve tadilatı yapılacak. www.polisan.com.tr
FLUIDO
NİSAN 2012 - XXI 70
YENİ - ÜRÜN
Mimar ve tasarımcı Atilla Kuzu tarafından İntema Mutfak için tasarlanan Fluido modern, şehirli ve feminen bir seri olarak tanımlanıyor. Ayrıcalıklı bir mutfak konsepti sunan seri, yumuşak hatları ve konforlu tasarımıyla dikkat çekiyor. Fluido'nun modüler bir yapıya sahip olması her türlü mekan için esnek proje imkanı
sunarken iki farklı tip radyuslu kapak seçeneğiyle birçok farklı kompozisyon üretmeye imkan tanıyor. Estetik ve kullanım kolaylığını birleştirerek tasarlanan Fluido, parlak lake ve mat lake olarak özel seçilmiş 22 renk seçeneğinin dışında, özel teknolojisiyle kişiye özel yüzlerce farklı renk seçeneği de sunuyor. www.intemamutfak.com.tr
LIVING LIGHT
CERMIX
İstenilen tüm form ve tuş kombinasyonlarının serbestliği ile oluşturulabilen Bticino Living Light serisi, kullanıcılarına özgürlük sunuyor. Renk çeşitliliği, incelik ve kolay kullanımıyla duvarlara estetik kazandırıyor. Krom, bronz, civa ve sayısız renk seçeneklerinin yanında tasarımı ile de anahtarlar için geleneksel görünümün dışına çıkmış yeni bir tarz yaratıyor. Bticino Living Light serisi, geleneksel ürünlerden My Home (ev otomasyonu) ürünlerine ve görüntülü interkom sistemlerine kadar çok geniş bir ürün yelpazesine sahip.
Koramic Yapı Kimyasalları’nın Cermix markalı ürünleri, havuzlardaki karo uygulamaları için sunduğu çözümlerle ıslak zeminlerin ömrümü uzatıyor. Havuz uygulamalarına başlanmadan önce yüzeyin Cermifilm ile astarlanması tavsiye ediliyor. Su izolasyonu için Cermiproof FF su yalıtım malzemesi kullanılması gerekiyor. Karo seramik döşeme
www.bticino.com.tr
ESSA Prolux tarafından tasarlanan Essa serisi, ray ve ankastre spotları özel soğutma kanalları sayesinde ısıyı en aza indiriyor. İşlevsel bir tasarıma sahip olan Essa serisi bu tasarımı sayesinde daha hareketli ve güvenli. Farklı açılarda reflektör seçenekleri ve CDM-T, CDM-R 111, AR-111 ampul çeşitleriyle daha uzun tutulan ışık kırıcı çerçevesi sayesinde etkili bir aydınlatma sağlıyor. www.prolux.com.tr
işleminde yapıştırıcı olarak Cermipool havuz için karo seramik yapıştırıcısı, derz dolgu işlemi için de Cermijoint Eposol veya Cermijoint 2-10 HRC derz dolgu malzemeleri kullanılabiliyor. Uygulama sonrasında ortaya çıkan derz ve inşaat artıklarını temizlemek için Cerminet asit esaslı sıvı karo seramik temizleyicisi kullanıma hazır mekanlar yaratıyor. www.cermix.com.tr
QUEENS
NİSAN 2012 - XXI 72
YENİ - ÜRÜN
Hanna Home'un temsilcisi olduğu Rasch markasının modern şehir hayatından ilham alarak hazırladığı Queens koleksiyonu uyum ve rahatlığı doğallıkla birleştiren desenleriyle hayata modern yaklaşımlar sunuyor. Koleksiyonda yer alan city silhouette (şehir silueti) temalı duvar kağıtları, kozmopolit şehir hayatını göz yormadan, zengin bir ifadeyle yaşam alanlarına taşır nitelikte. Modern binaların gümüş detaylarla sonlandırılmış siluetini
duvarlara yansıtan desenler, siyah ve beyaz olmak üzere iki farklı renk seçeneğiyle sunuluyor. Tasarımında uyumu merkezine alan Queens, yumuşak geometrik geçişler ve akıcı yuvarlak formlara sahip. Avrupa Kalite RAL sertifikası bulunan koleksiyonun renk seçenekleri arasında; krem, gümüş, mor, gri, siyah ve yumuşak toprak renkleri bulunuyor. www.hannahome.com.tr
LIGHT LUSION Villeroy & Boch'un teknik ve estetikle yorumlanmış yeni karo serisi Light Lusion, dokunsal ve görsel tasarım yoğunluğunu ışık ve gölge oyunlarıyla vurgularken aynı zamanda yumuşak bir etki bırakıyor. Minimalist çizgisiyle dikkat çeken seri, çağdaş mimariden ilham alıyor ve etkileyici bir mimari tema uygulayarak her duvarı farklı bir tasarıma dönüştürüyor.
NİSAN 2012 - XXI 74
YENİ - ÜRÜN
Light Lusion serisi beyaz, krem, pudra gibi yumuşak ve açık tonlarda renk yelpazesine sahip. 30x60 cm ve 25x70 cm boyutlarında tasarlanan ana fon karolar, iki farklı boyut ve renk seçeneği sunuyor. 30x60 cm boyutlarındaki karolar beyaz ve metalik gümüş renklerinde rölyeflere sahip iki farklı tasarımdaki dekorlarla zenginleşiyor. Yumuşak geçişleri
mümkün kılan beyaz fon karolar her alanda bütünsel bir görsellik yakalamayı sağlıyor. 10x60 cm boyutlarındaki bordürler de seriyi tamamlıyor. 25x70 cm ölçülerinde ise krem ve bronz metalik renkler ön plana çıkıyor. Krem metalik karolar hassas ve uyumlu kabartma yüzeyi sayesinde aynı zamanda geniş yüzeylerde kullanım olanağı sağlıyor. 25x70 cm ve 10x70 cm boyutlarındaki dekoratif karolar seri ile uyum sağlıyor, güçlendirilmiş renk derinliğiyle her odaya farklı bir vurgu kazandırıyor. Her iki boyuttaki karolar da birbirini takip eden desenleri sayesinde hem yatay hem de dikey olarak kullanılabiliyor. www.villeroy-boch.com
uygulama - bölme duvar sİstemlerİ - İSTANBUL NİSAN 2012 - XXI 78
Yeşil Eğitim RMJM NEW YORK OFİSİ'NİN TASARLADIĞI VE TÜRKİYE'DEKİ İLK LEED SERTİFİKALI KAMPÜS OLAN ÖZYEĞİN ÜNİVERSİTESİ ÇEKMEKÖY KAMPÜSÜ'NDE TRIMLINE ÜRÜNLERİ TERCİH EDİLDİ. Esnek ve modüler bir anlayışla inşa edilen Özyeğin Üniversitesi Çekmeköy Kampüsü, kaynak ve işletme maliyetlerinin ekonomik kullanımıyla örnek oluşturacak bir model olarak planlandı. Tasarımının her aşamasında sürdürülebilirlik konusu ana çıkış noktası olurken gün ışığını tüm hacimlerde en yüksek seviyeye getirecek çözümler üretildi. Bu noktada Trimline'ın tek camlı düşey profilsiz bölme duvar sistemi Straehle 3400, toplam 4 cm kalınlığındaki kesiti, cam cama birleşim detayları, ışık ve şeffaflığı vurgulayan yapısı sebebiyle projede kullanıldı. Bu sayede
pek çok mekan, günün büyük bir kısmında yapay aydınlatmaya ihtiyaç duymazken gün ışığı atriumlara kadar aktarılabiliyor. Yönetim ofisleri, kütüphane ve rektörlük bölümlerinde sistemin şeffaf ve minimal görüntüsü, cam üzerine uygulanan renkli ve şeritli filmler sayesinde farklı birer kimlik kazanıyor. Doğal malzeme kullanımının ön planda tutulduğu projede, Trimline ahşap sistemlerine ait uygulamalar da mevcut. Ahşap lamellerle yaratılan ahşap duvar giydirme ve kiriş detayları, yemekhane ve kafe binasında yer alan amfinin sosyal toplanma mekanı özelliğini güçlendiren bir etki yaratıyor. 10 cm kalınlığındaki tam boy ahşap paneller ve tavandaki yansıması olarak ahşap kirişler, mekana hem estetik hem de akustik açıdan katkı sağlıyor.
Oditoryum tasarımındaki minimal yaklaşım Trimline'a ait lake duvar giydirmelerinde de ön planda tutuldu. Paneller net ve pastel tonların hakim olduğu tasarımlarıyla dikkat çekiyor. Farklı duvar kalınlıklarına kolayca uygulanabilmesi, Trimline ayarlanabilir alüminyum ve ahşap kasalı-pervazlı kapıların seçilmesinde en önemli etken oldu. Bu kapılar, bulunduğu mekana göre seçildi ve mekana özel uygulamalarla geliştirildi. Örneğin derslik kapılarında ve yurt binasında özel cam ışıklık ve menfezler uygulandı. Özyeğin Üniversitesi Çekmeköy Kampüsü'nde Trimline ahşap ve bölme duvar sistemleri projenin mimari gerekliliklerini yerine getirirken estetik çözümleriyle de göze çarpıyor.
uygulama - bölme duvar sİstemlerİ - İSTANBUL 79 XXI - NİSAN 2012
uygulama - aydınlatma - BAKÜ NİSAN 2012 - XXI 80
fotoğraflar: Stüdyo Şahin
Yönlendiren Çizgiler AZERBAYCAN'IN TEK METROSUNUN BULUNDUĞU BAKÜ'DEKİ DERNEGÜL İSTASYONU'NUN AYDINLATMA ÇÖZÜMÜ DURLUM TARAFINDAN GERÇEKLEŞTİRİLDİ. Azerbaycan'ın başkenti Bakü'deki metro ağının kurulmasına dair ilk planlar 1930'lu yıllardan beri mevcut. İkinci Dünya Savaşı'nın çıkması bu projenin hayata geçirilmesini geciktirdi. 1967 yılında 23 istasyonu kapsayan metro ağının ilk bölümü açıldı. 1990 yılında proje tekrar durduruldu ancak 2006 yılında yeniden ele alındığında modern bir istasyon inşası gerçekleştirildi. Dernegül İstasyonu'nda diğer istasyonlarda var olan dekoratif zenginlikler bilinçli olarak azaltıldı fakat kültürel bağlamlardan ve değerli malzemelerin kullanımından kaçınılmadı.
Ülkenin tek metrosunun bulunduğu Bakü'deki Dernegül İstasyonu'nun mimari yaklaşımı Durlum'un aydınlatma tasarımıyla da yansıtılıyor. Bu tasarım mimariyle bütünleşiyor, yolcular için güvenliği sağlıyor ve yönlendirmeyi kolaylaştırıyor. Giriş alanının tavanına doğrudan ve dolaylı aydınlatma özelliği olan Alouette aydınlatma armatürleri monte edildi. Yürüyen merdivenlerin yanında bulunan duvarlarda kullanılan Wallwasher armatürler yolu perona kadar aydınlatıyor. Özel geliştirilmiş, eğrisel Lumeo ışık yüzeyleri ve üzerindeki eğrisel yelken tavanları ile peron alanı homojen biçimde aydınlatılıyor. Işık yüzeyli yelken tavanların arka kısmına
entegre edilmiş Tangenta - Q18 LED aydınlatması dolaylı olarak yansıyan ışığı vurguluyor. Eğrisel yelken metal tavanlara entegre Punteo - J80 LED gömme armatürler, Lumeo ışık yüzeylerinin aydınlatma etkisini destekliyor. Peron kenarlarında ise özel geliştirilmiş paslanmaz çelik profiller ve cam yüzeyi ile zemine yerleştirilen Tangenta - Q18, LED bir ışık kanalı olarak seyahat eden yolcularla tren arasındaki gerekli güvenlik mesafesini vurguluyor. Bakü Dernegül İstasyonu'nun aydınlatması Durlum ile True Group'un işbirliği sonucunda ortaya çıktı. Bu işbirliğinin 2012 ve sonraki yıllar için planlanan iki istasyonun yeniden tasarımıyla sürdürülmesi hedefleniyor.
uygulama - aydınlatma - BAKÜ
mimar: True Group, Bakü aydınlatma çözümü: Durlum GmbH proje bitiş tarihi: 2011
81 XXI - NİSAN 2012
uygulama - İKLİMLENDİRME - İSTANBUL NİSAN 2012 - XXI 82
İklimlendirmede Yüksek Verim Yenilenebilir enerji kaynakları ve iklimlendirme ile ilgili çözümler sunan Form Şirketler Grubu, Esenyurt-Bahçeşehir'de açılan Akbatı AVYM'nin iklimlendirme ürünlerini sağladı. Akbatı AVYM'nin iklimlendirme sistemleri için Form Grup'un temsilcisi olduğu Climatemaster marka su kaynaklı ısı pompaları ve Decsa marka soğutma kuleleri seçildi. Kurulan sistemler yüksek enerji tasarrufu sağlayabilme özelliğine sahip. Climatemaster su kaynaklı ısı pompası cihazları 1,50 kW-100 kW aralığında soğutma ve ısıtma kapasitelerine sahip. Her bir cihaz kompresör, fan evaporatör, su soğutmalı kondenser ve pano içeren paket bir klima. Sessiz çalışma için fan ve kompresör
bölümünde özel izolasyonlar yapıldı. R410A soğutucu akışkan ile yüksek verimli çalışma ve yeşil bir çevre hedeflendi. Ürünün yüksek verimlilik değerleri sayesinde en az seviyede işletme maliyeti sağlanıyor. Isı pompası sisteminde amaç, tüm ünitelerin enerji paylaşımlarını sistemin çevrim suyuna aktararak, bu çevrim suyu sıcaklığının belli bir aralık içinde tutulması. Genelde bu ısı, 20 derece ile 30 derece aralığında. Yani çevrim suyu sıcaklığı 20 - 30 derece aralığında kaldığı sürece hiçbir ilave ekipman çalışmıyor, 30 derece sıcaklığına ulaşıldığında kule devreye girerek artışı engelliyor, 20 derece sıcaklığına düşüldüğündeyse kazan devreye girerek bu sıcaklığın altına inilmesi önleniyor. Bu sırada kendi
içinde geri kazanım yapmış oluyor; enerji tasarrufu ve yüksek verimli çalışma sağlanıyor. Projede Decsa soğutma kulelerinden her biri 3500 kW soğutma kapasitesine sahip dört adet kapalı tip soğutma kulesi kullanıldı. Özel Axi-Silent fanlar kullanılarak oldukça sessiz bir çalışma sağlandı. Kulelerin her biri korozyon koruması ve paslanmaya karşı özel kaplama Decsaprot ile kaplandı. Fanlar frekans kontrollü olarak denetlenerek ihtiyaç duyulan kapasiteye göre kuleler devreye giriyor ve bu sayede enerji verimliliği sağlanıyor. Projede, kışın yapılacak soğutma ihtiyacına karşılık free-cooling yapabilen cihazlar seçildi. Ürünün bu projede tercih edilme nedenleri olarak sessiz çalışması ve yüksek verimliliği sıralanabilir.
ALCAS
NİSAN 2012 - XXI 84
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
Nur Alüminyum Tic. Paz. Ltd. Şti.'nin patentli markası olan Alcas Aluminium Profile Systems, Çorlu'da 30.000 m2 arazi üzerinde 16.000 m2 kapalı alana kurulmuş tesisinde 1.800 ve 2.800 tonluk ekstrüzyon preslere sahip tesisinde üretim yapıyor. Yıllık üretim kapasitesi 22.000 ton olan ve diagonal olarak 1 cm'den 32 cm genişliğine kadar her türlü profil üretimi yapabilen firma, pres profil olarak 13,60 cm'ye kadar termikleme ve sevketme imkanına sahip. Yıllık 11.000 ton profile eloksal yapabilen eloksal tesisinde polisajlı parlak profiller, satineli mat profiller ile gümüş, sarı, bronz, siyah renkli eloksalları aynı anda yapmak mümkün oluyor. Yıllık 7.000 ton alüminyum profilin 180 çeşit RAL renklerinin boyanabildiği elektrostatik boya hattında, 7,80 cm uzunluğuna kadar profil boyanabiliyor. Gelişmiş CNC makineler ve ekipmanlarla donatılmış kalıphanede yıllık kalıp üretim kapasitesi 1400 adet. Firmanın Ar-Ge bölümünde geliştirmekte olduğu sistemlerin kalıpları hassasiyetle üretiliyor ve çeşitli testlerden sonra profil üretimine geçiliyor. 6063, 6060, 6061, 6005, 6082 alaşımlı hammaddeden f18 ve f31'e kadar çeşitli sertlikte yapılabilen üretimlerin tümü DIN 12020, 12021, 12022 normlarına uygun. Üretiminin %40'ını başta Avrupa ülkeleri olmak üzere 21 ülkeye ihraç eden firma, yurt içinde de 300'ü aşkın bayi ve kurumsal müşteriye hizmet veriyor. Almanya/ Frankfurt, İran/Tahran, Romanya/ Bükreş ve Kosova/Priştine'de bulunan ofisleri aracılığıyla hızlı, yerel ve güvenilir hizmet sunan firma, TSE, GOST, CE, CPTP, ISO, QUALONAT, IFT gibi birçok kalite ve standart belgelerine sahip.
alanya dıamond otel
malatya hilton
ınternatıonal black sea unıversıty
www.alcas.com.tr • Alanya Diamond Otel, Antalya • Astana Stadyumu, Kazakistan • English Village, Irak • Garden City Esenyurt, İstanbul • International Black Sea University, Gürcistan • İşmekan Bahçeşehir, İstanbul • Loca Bahçeşehir, İstanbul • Malatya Hilton, Malatya • Malatya Park AVM, Malatya • Medical Park Göztepe, İstanbul • Mega Mall, Irak • Realistanbul, İstanbul • Tavakol, İran • Uğur Plaza, Gaziantep
loca bahçeşehir
ALUMIL
NİSAN 2012 - XXI 86
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
Alumil S.A., dört kıta ve 45 ülkede varlığı ile dünya çapında bir alüminyum ekstrüzyon üreticisi. Mimari profil sistemleri dizaynı ve üretim kapasitesi açısından Yunanistan’da ve tüm Güney Doğu Avrupa'da birinci sırada yer alıyor. Avrupa, Afrika, Orta Doğu, Rusya ve ABD'de 27 şubesi bulunan Alumil, sayıları 70’i bulan ve son teknolojiyi içeren üretim tesisleri ve depoları ile Avrupa'nın en büyük perakende ağlarından birini oluşturuyor. Sektördeki 30 yılı aşkın deneyimi ile Alumil, alüminyum profil sistemleri, yüksek kalite, estetik, çağdaş tasarım, işlevsellik ve diğer sistemlere kolaylıkla entegrasyon kabiliyetiyle ön plana çıkıyor. Şirket bünyesinde bulunan Ar-Ge departmanı tarafından tasarlanan ve geliştirilen Alumil alüminyum profil sistemleri, IFT Rosenheim (Almanya), AAMA (ABD), Instituto Jordano (İtalya), EKANAL (Yunanistan) ve diğer AB sertifikalı kuruluşların uluslararası akredite kurumları tarafından test edilip onaylandı. Alumil International, Alumil’in son dönemde dünya genelindeki trendler ve talepleri gözönüne alarak geliştirdiği, üst düzeydeki mimari ihtiyaçlara hitap eden serilerinin tanıtımı için oluşturduğu yeni bir birim. Alumil’in en önemli özelliği ise; sahip olduğu nitelikli iş gücü ve 20 ülkeye dağılmış 100'den fazla çok uluslu mühendis ekibiyle büyük ölçekli inşaat projelerine kapsamlı teknik ve mühendislik hizmetleri/çözümleri sunabilmesi. Tüm bu çalışmalar mimarlar, proje geliştiricileri ve inşaat firmalarıyla işbirliği içinde yürütülüyor. www.alumil.com.tr • Al Fateh Üniversitesi, Tripoli/Libya • Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Ankara • Bab Ezzouar Alışveriş Merkezi, Cezayir • BAOB Akademik Odalar Birliği Yerleşkesi, Bursa • DMC Doğan Medya Center, Ankara • Grand Tarabya Hotel, İstanbul • Grozny City, Grozni/Rusya • Haydar Aliyev Havalimanı Re-Cladding Projesi, Bakü/Azerbaycan • Khan Shatyr Residences, Astana/ Kazakistan • Kongre Salonu, Astana/Kazakistan • Mardan Palace Oteli, Antalya • Rixos Premium Hotel, Belek/Antalya • Royal Holiday Palace Hotel, Antalya • Royal Wings Hotel, Antalya • Symirna Park Konutları, İzmir
astana tarih müzesi
al fateh üniversitesi
grozny cıty
bab ezzouar alışveriş merkezi
bakü havaalanı
NİSAN 2012 - XXI 88
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
ÇUHADAROĞLU İSO 9001, QUALANOD, QUALICOAT ve TSE Belgesi sahibi Çuhadaroğlu Alüminyum Sistemleri, tüketici ihtiyaçları doğrultusunda ilklere ve en iyilere imza atıyor. Firma, alüminyum cephe, kapı-pencere, mimari uygulama sistem profilleri, her türlü ham ve yüzey işlemli alüminyum profil cephe kaplama sistemleri, özel sistem serileri, otomatik kapılar, cam kapı aksesuarları, kapı kapatıcı mekanizmalar, alüminyum aksesuarları, kompozit cephe, kaplama sistemleri, yangına, kurşuna, hırsıza karşı dayanıklı doğrama sistemleri ve bombaya dayanıklı cephe sistemleri alanlarında hizmet veriyor. Çuhadaroğlu Alüminyum Sistemleri, Yüzey İşlemleri tesisinde satinaj, polisaj, zımparalama gibi ön işlemlerin yanı sıra alüminyum profil üretimi, delme, kesme, frezeleme ve aksesuar üretimi gibi mekanik işlemler de yapıyor. DIN normlarına uygun profilleri ve aksesuarları da tüketicisine sunan firma; müşteri ve bayilerine sunduğu hizmetle birlikte, bünyesinde yapılan AR-GE çalışmalarıyla daha geniş bir ürün yelpazesi yaratmayı hedefliyor.
sabancı üniversitesi nanoteknoloji bölümü
www.cuhadaroglu.com.tr • City’s AVM, İstanbul • Courtyard Marriot Otel, İstanbul • EN-Yapı, İstanbul • Florance Nightingale Hastanesi, İstanbul • İpekyol Tekstil Fabrikası, İstanbul • Kanyon AVM, İstanbul • Nevşehir Avanos Hilton, Nevşehir • Nuhun Gemisi Oteli, Kıbrıs • Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Bölümü, İstanbul • Simpaş Silivri Sealybria Evleri, İstanbul • Sungate Port Royal, Antalya • Tefken Oz, İstanbul • TOBB Üniversitesi Yurt Binaları, Ankara • Tüpraş Genel Müdürlük, İzmit • Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kıbrıs
en yapı
courtyard marrıot otel
nuhun gemisi oteli
IŞIKLAR TUĞLA 1974 yılında Bartın'da kurulan Işıklar Tuğla, kil hammaddesinin yüksek ısılarda pişirilmesiyle elde edilen klinker tuğlalar üretiyor. Cephe kaplama ve zemin döşeme malzemesi olarak kullanılan klinker tuğla ürünlerinin Türkiye'de ilk üreticisi olan firma, dekoratif yapı ürünleri sektörüne yeni malzemeler katılmasına öncülük ederek geniş ürün yelpazesi sayesinde yapıların ve mekanların tasarlanmasında ihtiyaç duyulan hemen her türlü detayın çözümüne olanak tanıyor.
NİSAN 2012 - XXI 90
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
Üstün teknolojik tesislerde el değmeden üretim metodunu kullanan firma, ürün geliştirmeye büyük önem veriyor. İhtiyaç durumunda projeye özel tasarımlar geliştiren firma, proje tasarım, uygulama konularında da kullanıcılarına destek veriyor. Firmanın ürün grupları arasında; klinker kaplama tuğlaları, pres tuğlalar, taban tuğlaları, terra cotta cephe kaplama ürünleri, ısı yalıtımlı tuğla sistemleri ve kiremit yer alıyor. Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında 20'yi aşkın ülkede pek çok projede tercih edilen Işıklar Tuğla ürünleri, yapılara çatıdan cepheye ve yer döşemesine kadar her kademede çözüm üretebiliyor.
vehbi koç vakfı kültür ve sanat merkezi
divan pub
orange county
www.isiklartugla.com.tr • Divan Pub, İstanbul, 2011 • Erciyes Üniversitesi Hızıroğlu Konağı, Ankara, 2010 • İl Özel İdaresi Gayrettepe Anaokulu, İstanbul, 2010 • Kent Plus Kartal, İstanbul, 2010 • Vehbi Koç Vakfı Kültür ve Sanat Merkezi, Gölcük, 2010 • Zengin Bahçe Evleri, İstanbul, 2008 • Mesa Evleri, İstanbul, 2007 • Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul, 2007 • Riva Konakları, İstanbul, 2005 • Orange County, Antalya, 2002 • Wow Kremlin Palace, Antalya, 2000 • Sabancı Üniversitesi, İstanbul, 1999 • Olivium Alışveriş Merkezi, İstanbul, 1998 • Saray Halı Merkez Binası, İstanbul, 1998 • İncek Villaları, Ankara, 1996
wow kremlın palace
kalebodur
NİSAN 2012 - XXI 92
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
Türkiye’de milyonlarca yapıda yer alan, adı seramik karo ile özdeşleşen Kalebodur, yenilenen ürün gamı ile profesyoneller için ilham dolu bir dünya sunuyor. Benzersiz tasarımlar ve rakipsiz teknolojiler sunan Kalebodur, ürün gamı ile mimarların ve profesyonellerin tercihi olmaya devam ediyor: Türkiye’de sadece Kalebodur tarafından üretilen, 3 mm kalınlığındaki 1x3 m porselen seramik levha Kalesinterflex, etkileyici yapılara eşlik eden seramik dış cephe çözümleri, eşsiz güzellikte havuzlar yaratmak için porselen havuz karoları, dış mekanlardan bina cephelerine kadar sunduğu teknik avantajlarla vazgeçilmez olan klinker karo ve cephe sistemleri, her biri özgün tasarım ve boyut seçenekleri sunan onlarca farklı seri.
lütfi kırdar kongre merkezi
meydan batıkent
Malzeme, renk, biçim ve dokusu ile Kalebodur, ilham veren tasarımlar, yaratıcı fikirlere hizmet eden seçenekler sunuyor. Bir tarafta estetik ve biçim kaygıları bir tarafta teknik sınırlamalar. Sektörle kurduğu yakın ilişkiler sayesinde profesyonellerin tüm ihtiyaçlarını yakından takip eden Kalebodur, sunduğu çözümlerle engelleri kaldırıyor, yeni, şaşırtıcı ve harika olanı hayal etmek için çizgileri aşmaya davet ediyor. www.kale.com.tr • 15300 Misia, Bursa • Avrupa Konutları TEM, İstanbul • Becikoğlu AVM, Bolu • Carrefour Bahçelievler, İstanbul • Crystal Park Evleri Pendik, İstanbul • Çukurova Üniversitesi İletişim Fakültesi, Adana • Darüşşafaka Metrosu, İstanbul • Florence Nightingale Hastanesi Çağlayan, İstanbul • Hilton Garden Inn Sütlüce, İstanbul • Lütfi Kırdar Kongre Merkezi, İstanbul • Mesa Park Oran Konutları, Ankara • Meydan Batıkent, Ankara • Sabiha Gökçen Havalimanı, İstanbul • Selçuk Ecza Deposu, İstanbul, Ankara • TOBB Öğrenci Konukevi, Ankara
carrefour bahçelievler
mesa park oran konutları
darüşşafaka metrosu
NİSAN 2012 - XXI 94
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
KİBRİD Kibrid, zoraki nesnel yaşam alanlarında, tipikleşmiş mekan ve tasarım anlayışına karşı çıkmak, içten ve kişiye entegre olmuş çevreler yaratmak için var oldu. Diyalektiğini, insanı anlamak ve onu yaşadığı mekanlarda tasvir etmek üzerine kurdu. Kibrid, üst üste yığılmış şehirlerde, kendini keşfetmek, sosyal çevresine öznellik katmak isteyenlere, tasarım ve danışmanlık hizmetleri veriyor. Kibrid'de maddenin yapaylığı bireyin doğallığıyla şekilleniyor, insan çevresiyle sentezleniyor. Kibrid, satış temsilciliğini yaptığı Apavisa, Mosa, Wovin gibi, dünyaca ünlü pek çok tasarım markasıyla çalışmakta olup, bu güne kadar birçok önemli ve özel projenin içinde yer almayı başardı. Temsil ettiği markalarda önce estetik ve kaliteyi hedefleyen Kibrid hem iç, hem de dış mekanda her alanda kullanılabilecek birçok farklı ürüne sahip. Sonsuz kullanım alanı olan dekoratif paneller, Wovin, 3DWalldecor ve Lithos Design markalarının üç boyutlu duvar ve tavan kaplamaları, Apavisa ve Royal Mosa zemin, duvar ve cephe porselen ve seramikleri, Extratapete özel tasarım duvar kağıtları, Steinberg banyo-mutfak armatür ve aksesuarları gibi çok çeşitli ürünler sunan Kibrid’in referansları arasında otelden hastaneye, alışveriş merkezinden ofise, özel villadan üniversiteye, restorandan mağazaya kadar birçok farklı mekan bulunuyor. Kibrid, katıldığı uluslararası fuarlar, internet ve diğer medya kaynakları vasıtasıyla yenilikleri yakından takip ediyor ve vitrinini sürekli yeniliyor. Kibrid Shop'u ziyaret ederek vasati 40 talepte bulunmak mümkün. www.kibrid.com • Le Meridien Hotel, İstanbul, 2012 • Sistema Ofis, İstanbul, 2012 • Abbott Ofis, İstanbul, 2011 • Apple Store, Adana, 2011 • Armaggan Store Nuruosmaniye, İstanbul, 2011 • Atakule GYO Ofis, Ankara, 2011 • Çubuklu Vadi Konutları, İstanbul, 2011 • Eureko Sigorta Ofis Binası, İstanbul, 2011 • İstinye Park AVM, İstanbul, 2011 • Nokia Evo Store Palladium, İstanbul, 2011 • Northerland Construction, Kıbrıs, 2011 • Nu Textile Shop, İstanbul, 2011 • Plot 4 Otel, Rusya/Moskova, 2011 • Mont Blanc Shop, Ankara, 2010 • Swarowski Shop Bağdat Caddesi, İstanbul, 2010
ortaklar cad. ünsal sok. saruhan apt. no:1/b mecidiyeköy / istanbul t 0212 347 25 05 www.kibrid.com
kibrID'den - 3 Boyutlu Doğal Taş Koleksiyonu LITHOS DESIGN DOĞAL TAŞ KATALOĞU, 3 BOYUTLU DEKORATİF DUVARLARDAN KENDİ BAŞINA AYAKTA DURABİLEN BÖLME DUVARLARA KADAR 30'DAN FAZLA ÇÖZÜM SUNUYOR. Le Pıetre Incıse Ayrıntılı dokuları ile heykeltıraş çalışmasına benzer antika işçilikle sunulan Le Pietre Incise koleksiyonu şimdi de kavisli plakalarıyla duvarlara hareket ve derinlik veriyor. "Luce" ürünleri ise hem iç hem de dış mekanda sağladığı innovatif duvar modelini kendinden aydınlatma ile kombine ederek farklılık yaratıyor. Le Pietre Incise modülleri 60x60x2, Le Pietre Incise Curve - Curve Luce modülleri ise 60x60x14 ölçülerine sahip.
yüzeyleri ve yüzeyi sıyıran derin oyukları ile büyüleyici bir etki oluştururken, taşın doğal güzelliğini de artırıyor. Pierre Bleue taşından elde edilen 4 model, gümüş veya altın yüzey seçenekleriyle modüler olarak 60x60x2 cm ölçülerinde sunuluyor.
Le Pıetre Incıse Palladıo Tekrarlayan şekillerden oluşan Palladian tasarım, dokuya bağlı değişen kalınlıklarda (3, 4, 5, 6 cm) titiz bir çalışma ile yeniden yorumlanarak 60x60 cm ölçülerinde kullanılıyor.
Murı dı Pıetra İşlevsel ve dekoratif olarak tasarlanan, kendi başına ayakta durabilen bu bölücü duvarlar aynı zamanda mekana ışık ve derinlik katıyor. En önemli özelliklerinden biri modülerlik olan koleksiyon, iki veya daha fazla elemandan oluşuyor, yatay veya dikey genişleyebiliyor ve bazı modellerde köşe dönüşleri de sağlanabiliyor. Onda modeli 60/90x20x10 cm, Traccia - Biblos - Graffio modelleri ise 60/90x20x30 cm ölçülerine sahip.
Luxury Yeni bir dekoratif stil ve mükemmel estetik değer yakalamak için altın ve gümüşü doğal taş ile buluşturan yenilikçi Luxury koleksiyonu, yumuşak hatları, fırçayla boyanmış hissi veren
Nuance Yüzeydeki açık ve koyu parçaları, zıtlık düzeyleri ve ışık-gölge oyunları ile hayal edilebilecek her türlü nüansı 3. boyuta taşıyan koleksiyon, 80x40x2 cm ölçülerinde sunuluyor.
luxury - luxury 2
le pıetre ıncıse - quadro
luxury - luxury 4
le pıetre ıncıse - curve luce
95 XXI - NİSAN 2012
murı dı pıetra - onda
ADVERTORYAL
kibrID design consultancy
MITSUBISHI PLASTICS EURO ASIA Mitsubishi Plastics Inc. firması 40 yıldan beri kompozit levha üretiminde faaliyet gösteriyor. Firmanın alev almayan özel mineral dolgulu Alpolic marka metal kompozit levhaları, son yıllarda modern mimarinin en fazla rağbet gösterilen yapı malzemesi haline geldi. Türkiye’de de yaygın bir kullanım alanı bulunan yüksek teknoloji ürünü bir cephe kaplama malzemesi olan Alpolic levhalar, birçok yapıda mimarlar tarafından tercih ediliyor. Yangına dayanıklı Alpolic levhaların üreticisi Mitsubishi Plastics Inc., Türkiye ofisini 2006 yılında İstanbul’da açtı. 2011 yılında Mitsubishi Plastics Euro Asia olarak şirketleşen bu yapı, aynı zamanda Doğu Avrupa ve Balkan Ülkeleri, Türk Cumhuriyetleri ve Orta Doğu Ülkeleri’nin bir kısmını da kapsayan 20’den fazla ülkeden sorumlu olarak faaliyetlerine devam ediyor.
korumaks alışveriş merkezi
bahreyn dünya ticaret merkezi
NİSAN 2012 - XXI 96
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
www.alpolic.com • Akkom-Albarakatürk Genel Müdürlüğü, İstanbul, 2010 • Egerpark Moda ve Alışveriş Merkezi, İzmir, 2010 • Nishistanbul, İstanbul, 2010 • Sabiha Gökçen Havalimanı, İstanbul, 2010 • Tepe Prime İş ve Yaşam Merkezi, Ankara, 2010 • Bahreyn Dünya Ticaret Merkezi, Bahreyn, 2009 • Caja Vital Kutxa, İspanya, 2009 • Loft II, İstanbul, 2009 • Terrace Fulya Yaşam Merkezi, İstanbul, 2009 • Korumaks Alışveriş Merkezi, Bursa, 2008 • Tat Tower, İstanbul, 2008 • Crown Plaza Otel, İzmir, 2002 • Beytem Şişli Plaza, İstanbul, 2007 • Ulusal Kongre Merkezi, Çin, 2007 • Burj Al Arab, Birleşik Arap Emirlikleri, 1999
caja vıtal kutxa
egerpark moda ve alışveriş merkezi
terrace fulya yaşam merkezi
PİMEKS GROUP Uyguladığı sistemler ve yaptığı prestijli projelerle tanınan Pimeks Group, dünya çapında üstünlüğünü kanıtlamış Schüco ve Warema gibi dev markalarla çalışmakta. Ürün kalitesini, üretim kalitesinde de yakalayan, Avrupa standartlarında olan fabrikası ve üretim hatlarıyla alüminyum cephe sistemlerinden her tür cephe kaplamasına, PVC’den çelik ve paslanmaz çelik üretimine kadar birçok imalatı kendi bünyesinde çözdüğü fabrikası ile üretiminin ortalama %75’ini yurtdışına ihraç ediyor.
NİSAN 2012 - XXI 98
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
www.pimeks.com • Atlantis City & AVM, Ankara • Calista Luxury & Resort Otel, Antalya • El-Aurassi Otel, Cezayir • IBA (International Bank of Azerbaijan) Merkez Binası, Azerbaycan • JW Marriott Otel, Ankara • JTI (Japan Tobacco International) Merkez Binası, Kazakistan • Jumeirah Venu Bilgah Otel, Azerbaycan • Nata Vega - Anatolium AVM, Ankara • Premium Villaları, Azerbaycan • Rescate Otel, Van • QUBA Rixos Otel, Azerbaycan • Serena Otel, Tacikistan • Sheraton Otel, Gürcistan • Varan Movenpick Otel, Ankara • Yenigün İnşaat Merkez Binası, Ankara
jw marrıott otel
serena otel
jumeırah venu bılgah otel
el - aurassı otel
rescate otel
RHEINZINK
NİSAN 2012 - XXI 100
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
Rheinzink GmbH & Co. KG, 1966 yılında Ruhr bölgesinin Datteln şehrinde kuruldu ve merkezi halen bu şehirde bulunuyor. Avrupa'daki ilk üretici olan Rheinzink, geleneksel haddeleme sistemi yerine tamamen yeni ve inovatif teknolojiye sahip sürekli ve geniş bant döküm hattı sistemine geçti. Firma bugün beş kıtada ve yaklaşık 30 ülkede faaliyet gösteriyor. Titanyumlu çinkodan oluşan çatı ve cephe kaplama sistemleri, 500 parçanın üzerinde elemandan oluşan yağmur indirme sistemleri ve titanyumlu çinko ile gelişen solar enerji teknolojisini birleştirdiği solar sistemleriyle her türlü yapı formuna uygun çözümler sunuyor. %99,995 saflıkta çinko alaşımı olan ürün, en az 80-100 yıllık dayanıklılık süresine sahip. Bakım gerektirmeyen ve %100 oranında geri dönüşümlü olan Rheinzink titanyumlu çinko ürünlerinin tamamı sızdırmazlık garantisi sunuyor. Estetik görünümü, yanmaz ve paslanmaz yapısı, uzun ömürlü olması, bakım gerektirmemesi ve çevreye karşı duyarlı oluşu nedeniyle geleceğin malzemesi olarak nitelendiriliyor.
zınkhuset
hotel beau rıvage palace
pılz villası
Rheinzink, Türkiye’de 2005 yılından beri faaliyetlerini sürdürüyor. Donanımlı kadrosu ile hem mimarlara tasarımlarını gerçekleştirebilme özgürlüğü tanıyor hem de uygulayıcılara her konuda teknik destek hizmeti sunuyor. www.rheinzink.com.tr • Exim Dış Ticaret Genel Merkezi, İstanbul, 2011 • Extensa Bomonti Apartmanı, İstanbul, 2011 • Florya Avrupa Konakları, İstanbul, 2011 • Kemerburgaz Kahve Dünyası, İstanbul, 2011 • Mersin Marina, Mersin, 2011 • Murathan Mungan Evi, İstanbul, 2011 • T.C. Başbakanlık Kağıthane Milli Arşiv Sitesi, İstanbul, 2011 • Kaş Marina, Antalya, 2010 • Kervansaray Butik Otel, İzmir 2010 • Marbella Hotel, Muğla, 2010 • Mısır Konsolosluğu, İstanbul, 2010 • Pera Palas, İstanbul, 2010 • Sakıp Sabancı Vakfı Mardin Müzesi, Mardin, 2010 • Sunrise Otel, Muğla, 2010 • Taksim Gezi Oteli, İstanbul, 2010
papıstella villası
tony ryan akademisi
the bırd vıllası
rıversıde ulaşım müzesi
SARAY ALÜMİNYUM 30 yılı aşan tecrübesiyle pencere-kapı, sürme, giydirme cephe, güneş kırıcı sistemleri ile alüminyum kompozit panel ve Saray Cotta gibi mimari sistemleri geliştiren firma, aynı zamanda sanayi ve mühendislik için yüksek kalitede alüminyum profil üretimi yapan lider yerli firmalardan biri. Saray Alüminyum, geliştirmekte olduğu mimari sistemler sayesinde yapılar için gerekli olan çözümleri hızlı ve ekonomik bir biçimde kullanıcılara sunuyor. Toplam 70.000 m2 kapalı alanda üretim yapan firma, Türkiye'nin en büyük 300 sanayi firması içerisinde yer alıyor. Sektörünün ihracat birincisi olarak 45 ülkeye mal tedarik ediyor. Saray Alüminyum, gelişmiş Ar-Ge departmanı ve sahip olduğu ileri teknolojiyle her türlü mimari yapıya çözüm sunmayı hedefliyor. Tasarladığı her ürünü mimari bir değer olarak gören firma, ürünlerinde ve sunduğu hizmette tam kalite anlayışıyla en iyisini sunmak için çalışıyor.
ınnovıa
varyap merıdıan
• Autopia, İstanbul, 2011 • Ginza Corner, İstanbul, 2011 • Kübist, İstanbul, 2011 • Varyap Meridian, İstanbul, 2011 • Akasya, İstanbul, 2010-2011 • Innovia, İstanbul, 2010-2011 • Divan Hotel, İstanbul, 2010 • Firello Çorlu Evleri, Çorlu, 2010 • Ginza Lavinya, İstanbul, 2010 • Kuyumcukent, İstanbul, 2010 • Pelican Mall, İstanbul, 2010 • EPDK, Ankara, 2009) • Portakal Çiçeği, Ankara, 2009 • ASO, Ankara, 2008
portakal çiçeği
epdk
NİSAN 2012 - XXI 102
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
www.saray.com
autopıa
SCHÜCO Binaların geride bıraktıkları yılların etkisi önce dış yüzlerinden anlaşılıyor. Yerleşim alanlarına değer katan, işlevsel bu binaların yıkılması söz konusu olamayacağı gibi, içerideki çalışma düzeninin de sekteye uğramadan yenilenmeleri kullanıcıları için büyük önem arz ediyor. Schüco’nun mevcut ve yeni cephe ve pencere sistemleri bu noktada doğru çözümler sunuyor.
NİSAN 2012 - XXI 104
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
Schüco’nun yeni ERC 50 modernizasyon cephe sistemi, özellikle cephe yenileme ihtiyaçları için geliştirildi. Bu yeni alüminyum sistemi sayesinde eski tip pencerelere sahip binalar modern bir cephenin tüm özelliklerine kavuşturuluyor. Bina kabuğunun değişimi dışarıdan bir işlem ile yürütüldüğünden içeride çalışma hayatı aynı şekilde devam edebiliyor. Schüco pencere sistemleri ise Schüco cepheler ile entegre edilerek birçok farklı kullanım ihtiyacına ve mimari gerekliliğe hizmet edebiliyor. Schüco pencere sistemi AWS geniş bir profil yelpazesinden, çok çeşitli açılış şekillerine kadar birçok özelliği bir arada sunuyor. Schüco AWS 90.SI+ sistemi ise alüminyum malzemenin artıları ile pasif ev düzeyi ısı yalıtımını bir araya getiriyor.
hyatt regency
www.schueco.com.tr • 4Winds, İstanbul • Anthill, İstanbul • Astana Media Center, Astana • Bomonti Rixos, İstanbul • Esentai Residence, Kazakistan • Flame Tower, Bakü • Hotel Ibis, Gaziantep • Hyatt Regency, Duşanbe • Japan Imperial Tobacco, Almatı • Levent Loft, İstanbul • Moscow City Plot 10-9-4, Rusya • Next Level, İstanbul • Nish, İstanbul • Sapphire, İstanbul • TV Kulesi, Türkmenistan
anthıll
astana medıa center
nısh
japan ımperıal tobacco
NİSAN 2012 - XXI 106
REFERANS PROJE - çatı ve cephe
VMZINC Çatı mimarisinde devrim yaratacak çinko ilk kez 1837 yılında Vmzinc fabrikalarında üretildi. Literatüre “Paris Mansard eğimli çatıları” olarak geçen çift eğimli ve çıtalı (kepli) çatı kaplamaları zamanla tüm Avrupa'ya yayıldı. Son 50 yılda teknolojideki gelişim, üstün Ar-Ge çalışmaları sonucunda alaşıma katılan titanyum ve bakır sayesinde Vmzinc çinko malzeme çok daha esnek ve dayanıklı hale getirildi. Vmzinc birçok farklı en, boy, kalınlık ve yüzey rengine sahip mamul veya yarı mamulü piyasaya sunuyor. Altı farklı doğal patinası sayesinde suda çözünmeyen, paslanmayan, tüm iklim koşullarına dayanabilen ve estetiğini ilk günkü gibi koruyan kimlikli binalar inşa edebiliyor. Doğaya dost, çevre ve tüm doğal yapı malzemeleriyle uyumlu Vmzinc çatı ve cephe kaplamaları EN 988 standartlarının da üzerinde kalite ve prestij garanti ediyor. Tüm çevre sertifikaları ve garanti belgelerine sahip Vmzinc, bugün bir dünya markası ve 2010 yılından itibaren Türkiye’deki irtibat ofisinden mimarlara ve yatırımcılara direk ulaşıyor. Ürün satışı yanında mimarlara yönelik tasarım desteği ve seminerler, mimarın görmek istediği kaliteyi garantileyen uygulayıcılara yönelik teknik destek ve eğitimler veriliyor. www.vmzinc.com.tr
belkıs apartmanı
kuruçeşme ofis binası
üsküdar hükümet konağı
fıba showroom
• Belkıs Apartmanı, İstanbul, 2012 • Kalkandere Eğitim Kompleksi, Rize, 2012 • Şehrizar Konakları, İstanbul, 2012 • Yenice Camii, Çanakkale, 2012 • Divan Otel Taksim, İstanbul, 2011 • Eyüp Belediye Satış Üniteleri, İstanbul, 2011 • Kapadokya Forum AVM, Nevşehir, 2011 • Üsküdar Hükümet Konağı, İstanbul, 2011 • Bilkent Üniversitesi ve Lojman Binası, Ankara, 2010 • Kaleiçi Türk Evleri Restorasyonu, Gaziantep, 2010 • Gıda SA İdari Bina ve Fabrikası, Hendek, 2009 • Kadir Has Üniversitesi, Silivri, 2009 • Mercedes Galeri Esenyurt, İstanbul, 2009 • Merinos Kültür Merkezi, Bursa, 2009 • ODTÜ Kapalı Spor Salonu ve Teknoloji Müzesi, Güzelyurt, 2009
odtü kapalı spor salonu
Nİsan Ajandası ... -14 Nisan
Andrew Barton: Final Frontier/ Son Bilinmeyen
Dinlerin son bilinmeyen gibi gözüken uzaya yayılması fikri üzerine kurgulanan sergide üç büyük dinin uzay boşluklarından
Soda İstanbul, Nişantaşı, İstanbul
www.sodaistanbul.com
İstanbul Moda Akademisi (İMA), Nişantaşı, İstanbul
www.istanbulmodaacademy.com
TOBB ETÜ Sosyal Tesisleri, Ankara
www.etu.edu.tr
oluşan parçalar yer alıyor.
3 - 28 Nisan
İMA Nisan Workshopları
İstanbul Moda Akademisi (İMA) Nisan Workshopları, moda tasarımında photoshop, moda sektöründe girişimcilik, 360 derece moda sektörü, bir moda markası yaratmak başlıkları altında düzenleniyor.
4 Nisan
Tasarım Kültürü ve Eğitimi Paneli
Tasarımın farklı alanlarından profesyonellerle öğrencileri ve akademisyenleri buluşturmayı amaçlayan etkinlik saat 14:00'te başlıyor.
4 - 8 Nisan
Vernal Atölye
Mimarlık, tasarım ve sanat disiplinlerinden profesyoneller,
Santralistanbul, Eyüp, İstanbul vernal.bilgi.edu.tr
sanatçılar ve akademisyenleri bir araya getiren atölye çalışması, uluslararası bir platform içerisinde disiplinlerarası üretim ve paylaşımı teşvik etmeyi amaçlıyor.
10 Nisan
Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi Sunar: ZİP-ŞEHİR
Nil Aynalı moderatörlüğünde, 15:00 - 17:00 saatleri arasında
Erciyes Üniversitesi, Kayseri
www.vitracagdasmimarlikdizisi.com
Salt Galata, Karaköy, İstanbul
saltonline.org
Frankfurt, Almanya
light-building.messefrankfurt.com
Milano, İtalya
www.tasarimparki.com.tr
Milano, İtalya
www.thusspokethemarble.com
Swissotel The Bosphorus, İstanbul
www.surdurulebilirlikakademisi.com
Uludağ Otomotiv Endüstrisi İhracatçıları Birliği (OİB), Bursa
www.otomotivprojeyarismasi.com
MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu, Fındıklı, İstanbul
greenage2012.blogspot.com
İzmir Ekonomi Üniversitesi Balçova Yerleşkesi, İzmir
fadf.ieu.edu.tr/agd2012
İtalya
www.veraedu.com
gerçekleşecek olan etkinliğin konuşmacıları Neyhan Bolak, Ertun Hızıroğlu, Alı Osman Öztürk ve Atilla Yücel.
13 Nisan - 17 Haziran
Modern Denemeler 4: Salon
Salt'ın Türkiye'nin modernleşme sürecini farklı yönleriyle ele alan Modern Denemeler serisinin dördüncü sergisi, nesneye ve nesnenin ortamına dair bir program.
15 - 20 Nisan
Light + Building 2012
Temel konusu enerjinin etkin kullanımı olan etkinliğin odaklandığı diğer başlıklar ise aydınlatma ve yapıların dijitalleşmesi ile yapıların yeşil güç kaynağı olarak kullanımı.
16-22 Nisan
The Taste of IST
Milano’nun Zona Tortona bölgesinde, mobilyadan aydınlatmaya, ambalajdan kıyafete geniş bir ürün yelpazesinde faaliyet gösteren İstanbullu tasarımcıların dayanışması sonucu
ajanda
hayat bulacak.
16-22 Nisan
Ve Mermer Dedi Ki: Yol Seni Değiştirir
Mermerin “hikaye anlatıcı” rolünü üstlendiği sergide aralarında Emre Arolat, Can Yalman, Ayşe Birsel ve serginin küratörlüğünü üstlenen Demirden Design'ın da bulunduğu altı farklı ülkeden dünyaca ünlü dokuz tasarımcının Türk mermerleri ile yaptıkları
NİSAN 2012 - XXI 108
tasarımlar sergileniyor.
17 Nisan
20 Nisan (son başvuru)
Yeni Nesil İklimlendirme Çözümleri
Sürdürülebilirlik Akademisi ve Rehau işbirliğiyle gerçekleşecek
Türkiye Otomotiv Sektöründe Ar-Ge Proje Pazarı ve Tasarım Yarışması
Otomotiv Tasarım Yarışması ve Ar-Ge Proje Pazarı olmak üzere
olan seminere Prof. Dr. Gerhard Hausladen da katılıyor.
iki alanda düzenlenen yarışmalar, sektörde çalışan profesyoneller, araştırmacılar, akademisyenler ve ilgili alanlarda eğitim gören öğrencileri hedefliyor.
26 - 27 Nisan
Green Age 2012 Uluslararası Sempozyum
Ekolojik bilincin toplumun tüm kesimlerinde yaygınlaştırılmasını amaçlayan sempozyum, tüm dünyadan katılımcıların buluşmasına ve farklı ölçeklerde yeşil çözümlerin tartışılmasına olanak sağlamayı hedefliyor.
26 - 28 Nisan
Akdeniz/Gıda/Tasarım Sempozyumu
İzmir Ekonomi Üniversitesi, yedi sene aradan sonra Tarıma Dayalı Sanayilerde Ürün ve Hizmet Tasarımı Sempozyumu ve Sergisi organizasyonuna tekrar ev sahipliği yapıyor.
4 Mayıs (son başvuru)
Domus Academy Interior Design Yarışması
Domus Academy, 2012 Eylül dönemi master programı, Interior and Living Design bölümü için üç öğrenciye burs veriyor.