İYİ DE NEDEN? Herkes birçok sorunun cevabını merak ediyor, bunlar ne zaman gidecek, ebediyyen mi kalacaklar, Türkiye’de ahlak şövalyeliği neden her daim işe yarıyor, bunları kim devirecek. Soruları çoğaltmak mümkün. Biraz tarihten girip günümüze doğru gelelim. Osmanlı’da modernleşmeden başlayalım. Osmanlı niye modernleşme yoluna gitti, toprak kaybettiğinden, toprak kaybetmesinin nedenini süngüsünün kuvvetsizliğine bağladı ve orduda ıslahlatlar başladı. Avrupa’nın bilim ve tekniği karşısında usta-çırak ilişkili ordular yok oluyordu bu yüzden Osmanlı da buna ayak uydurmak için Yeniçeri Ocağı gibi gerici bir yuvayı yıkarak tamamen Batı prensipleri ile eğitim veren Tıp ve Askeri okulları açtı. Artık ileri fikirlerin yuvası bu iki ocak olacaktı. Gökalp’e göre bu iki okulun başarılı olmasının nedeni ucube olmamasıydı. Biz sivil eğitimde medreseyi kaldırmadan, çağdaş okullar kurarak bir yandan hezeyancıları bir yandan çağdaş bireyleri yetiştirdik. Süngü kimde ise onun kuvvetli olduğu yıllardı, II. Mahmut gericileri çok şiddetle bastırmıştı bu yüzden İstanbul’da çok kuvvetliydi. Sultan Mahmud’un başlattığı çağdaşlaşma hareketinin dayanağı bu çağdaş okullardan çıkacak çocuklardı. Fakat bizde çağdaşlaşma süreci tersten işliyordu bizde jakoben iken Avrupa’da halk isyanları ile gerçekleşiyordu. Kendilerini sömüren efendilere karşı duruyorlardı, sınıf bilincine ulaşmışlardı az çok, hangi sınıfın ne istediğini biliyorlardı. Ruhban ne ister, burjuva ne ister, işçi ne ister, siyasetçi ne ister, asker ne ister hepsini kavramışlardı. Bizde ise halk yüzde doksan oranında köylerde yaşıyordu. Avrupa’da sanayileşme ile beraber şehir kavramı artık metropole doğru ilerlerken aydınların halka ulaşması ve milyonluk kitlelerin süngülerden kuvvetli gelmesi işten bile değildi. Fakat onlarda bile demokrasiler monarşilere, diktlara dönüştü, işçi ayaklanmaları oldu, grevler yaşandı, cumhuriyetler kuruldu yıkıldı. Cromweller, Napolyonlar, Hitlerler ortaya çıktı, Komünizm yükseldi alçaldı, ABD İç Savaşı yaşandı, Komünler kuruldu yıkıldı. Bizde ise halk olandan habersizdi, üstüne itaatkardı ki hala öyledir çünkü değişen devlet düzenini algılayamadılar. Hanedanlık döneminde hanedan her şeyi kendi kazanmış ve toprakları gerçekten kendisi paralı askerleri ile fethetmişti. Fakat bu düzen Tanzimat Fermanı ile değişmişti. Askerlik ve Vatandaşlık kavramı ile artık devlet padişahın malı değildi. Artık tüm vatandaşlar bu devleti hissedarıydı ama ne hikmet ise Padişahımız bilürden öteye 180 senedir geçemedik. Halkın devlet için değil devletin halk için olduğunu anlatamadık. Bu devletin varlığı Türk milletinin refah içinde yaşamasıdır diyemedik, devlet biziz, bizim sözlerimizdir. Onda hata varsa itiraz etmeyi bile hainlik olarak gösterdiler. II. Mahmut, Reşit Paşa, Fazıl Paşa gibi ileri görüşlü adamların başlattığı süreç sonrasında Midhat Paşa ile devam edip, Abdulhamid ile 32 sene ortadan kalkmış ve İTC ile yeniden ortaya çıkıp, Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyeti ilan etmesi ile çağdaşlaşma süreci bir anda hayal edilemeyecek yere varmıştır. Sonrasında iki askeri darbe, bir Muhtıra ve bir Post-modern darbe gördük bakın hala halktan kendi hakları için tepki yok. Kadın hakları için bir kadın kollektif oluşumunun tepkisini göremezsiniz, oy hakkı için çarpışan bir halkı da. Çünkü köylerinde iptidai şartlar altında olandan habersiz yaşıyorlardı. Tek bildikleri çağrıldıklarında askere gitmek ve istenildiğinde vergi vermek. Halk değişen sistemi algılayamadı, aydınlar halka ulaşamadı. Cumhuriyetin ilk yıllarında kapalı demokrasi sistemi işletilmiş ve kontrollü gevşetme metodu uygulanmaya çalışılmıştır. Fakat ilk serbest seçimlere din ile alakalı vaatler damgasını vurmuş ve iktidara DP gelmiştir. DP’nin kurucu kadroları CHP’nin kadrolarındaki yaşam tarzından farklı bir yaşama sahip değillerdi. Adnan Menderes yahut Celal Bayar dindar bir adam değillerdi ama söz konusu iktidar olunca taşraya giderken dini bir kisveye bürünmüştürler. Halk gücünü kullanmak yerine sömürtmüştür, zira Menderes hayal ettikleri gibi bir adam değildi. Bugünün revaçtaki tabiri ile ‘’Beyaz Türk’’ idi. Aydın’da bir toprak ağasının soyundan gelen zengin bir adamdı. Cumhuriyet Halk Partisinden ayrılmasının nedeni ‘’Topraksız köylüyü topraklandırmayı amaçlayan Toprak Reformu’’ olmuştu. Çünkü kendisi de bir ağaydı. Menderes diktatörleşti, Bölükbaşı seçilmesin diye Kırşehir’i Nevşehir’e bağladı; İnönü’nün seçilmesini engellemek için de Malatya’dan Adıyaman’ı ayırdı. 1958 yılına gelindiğinde devlet iflas etmiş ve IMF kapısına gitmişti. CHP üzerine baskı artıyordu, Halkevleri ve Halkodaları devletleştirildi fakat bu devletleştirme içindeki eğitimi tamamen durdurmuş ve sonuç olarak bir taşınmaz haline gelmiş çünkü bunlar MEB’e değil doğrudan Hazine’ye aktarılmıştı! CHP’nin kaynaklarını elinden almış, basını
susturmak için kanun çıkarılmış ve bunun üzerine DP’den Turan Güneş’in başını çektiği 19 vekil istifa edip Hürriyet Partisini kurmuş, Fevzi Çakmak’ın kurduğu Millet Partisi ‘devrim karşıtı’ yaftası ile kapatılmıştır, Köy Enstitüleri, öğretmen okullarına çevrilmiştir. CHP Genel Sekreteri, esnafları ziyaret etmiş ve bunu izinsiz gösteri yürüyüşü olarak kabul edilmiş ve altı ay hapis cezasına hükmedilmiştir. 6/7 Eylül Olayları basit bir yağma olayı değil, Menderes’in Üniversiteli muhalif gençleri tutuklamak için kullandığı bir numayiş olmuştu. Öyle ya Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atanlar Türkler çıkmış ve sonra bunlardan biri Türkiye’de valilik yapmıştı. Olayların araştırılması için verilen önergeyi DP reddetmişti, masum olduğu ortaya çıkan gençler aylarca işkence görmüştü. Menderes için işler kötü gidiyordu, CHP yükselişe geçmeye başlamıştı devlet iflas etmişti. 6 Eylül 1958 tarihinde CHP’yi Irak’taki Devrimi yapmaya çalışıyor diye suçlamış ve darağaçlarını işaret etmişti. İsmet İnönü gibi bir İstiklal Kahramanına yapılan tehdit aydınların yüreğini sızlattı bunun üzerine İnönü şunu dedi: ‘’İdam sehpaları kurulursa, nasıl işleyeceğini kimse bilmez’’. Devlet görevlilerine baskı artarsa demokrasiye paydos edileceğini açıklamış ve muhalefeti şer ittifakı kurmakla suçlayıp ‘’VATAN CEPHESİ’’ kurulmuş ve hergün katılanlar radyodan duyurulmuş bununü üzerine CHP ve Hürriyet Partisi birleşip 14. CHP Kurultayı yapılmıştır. 1952 yılında başlayan baskı politikası İnönü’ye halkın arasına inmesine müsaade etmemek üzerineydi, Menderes yandaşlarını ve softaları İnönü’nün geçeceği yerlere döküp protesto ettiriyordu. Vali, İnönü’ye şehre girerse kendisini koruyamayacağını bildiriyordu, bu olayın bir benzeri de Ecevit’in Taksim Mitingi’nde yaşanmıştı, Isparta’da başına inşaattan taşlar atılmııştı. 18 Nisan 1954 tarihinde DP’liler Mersin’de İnönü’ye taarruz etmişti, İnönü’yü yüksek bir duvardan aşırmak zorunda kalınmıştı. 30 Nisan 1959 yılında İnönü, Uşak’ta zamanında karargah olarak kullandığı evi ziyaret etmek istemiş fakat Vali müsaade etmemiş İnönü’yü Emniyet Müdürü ve Jandarma komutanı engellememiş bunun üzerine bu iki memur görevden alınmıştı. DP’li partizanlar aynı gezide İnönü istasyona giderken arabasını kuşatmış ve İnönü’nün başına taş isabet etmişti. İzmir’de tüm etkinlikleri yasaklandı ve Demokratik İzmir Gazetesi binası yağmalandı. 1959 yılında İnönü’nün İstanbul’a gelmesi ile taşlı sopalı partizanlar Topkapı’da İnönü’nün yolunu kesmişler görevli olmayan bir binbaşı imdada yetişmişti. Bu olaya yayın yasağı getirilmişti, İnönü 70 yaşını geçmişti, Kurtuluş Savaşı kahramanına saldırmak ancak birilerinin güvenceleri ile olabilirdi! Sonunda 1960 yılında Menderes Mecliste Tahkikak Komisyonu oluşturdu ve CHP’yi darbe düzenlemekle suçladı ve CHP’nin tüm faaliyetleri yasaklandı. İnönü meşhur cevabını verdi ‘’Bu demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli bir şeydir. Bu yolda devam ederseniz ben de sizi kurtaramam... Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır’’ 27 Nisan 1960 yılında Tahkikat Komisyonu kuruldu ve olağanüstü yetkiler ile donatıldı Komisyonun kararını eleştiri 2 yıldan başlıyordu. İnönü bunun üzerine ‘’Biz tedbir aldık. Bu tedbiri yürüteceğiz diyorsunuz... Gayrımeşru baskı rejimine girmiş olan idarelerin hepsi böyle demiştir... Bu tedbire teşebbüs eden baskı tertipçileri zannediyorlar ki: Türk milletinin Kore milleti kadar haysiyeti yoktur-Kore’deki öğrenci eylemleri ile istifa eden Rhee’yi işaret ediyor-’’ Ertesi gün İstanbul Üniversitesinin öğrencileri sokağa iniyor ve ordu sokağa inip öğrencileri derdest ediyordu. Prof. Dr.Ali Fuat Başgil, hükumete istifa tavsiyesinde bulununca Bayar ‘’Hayır, tenkit zamanı geçti. Şimdi tenik-ortadan kaldırma- zamanıdır’’ diyordu. Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’e istifa etmelerini söyler, 21 Mayıs günü Harp Okulu Atatürk Bulvarına inmiş ve 27 Mayıs günü ise Milli Birlik Komitesi tarafından Menderes ve bakanları tek tek derdest edildi. Bunun sonucu Yassıada Yargılamaları ile Adnan Menderes ve 2 bakanı idam edilmiştir. Fakat, idam edilenlerin yaptıkları unutuldu, idam edildikleri unutulmadı. Savcı Menderes’in cesedi karşısında ‘’Bin kere assak azdı’’ diyordu 27 Mayıs Hareketi, çok iyi niyetlerle yapılmış ve anı kurtarmış doğru bir hareketti ama kimsenin öngöremeyeceği şeyler vardır. Uzun süreli etkisini kimse tahmin edemedi. Anayasa Mahkemesinin kurulması veya Genelkurmayın özerkleştirilmesi ile yeniden Menderesler çıkmasın diye önlem almak istendi ama nafile. İdam edilenlerin yaptıkları unutuldu ama idam edildikleri unutulmadı. Menderes hikayesi 2019 yılında bize kimi hatırlattı dersiniz? Cepheler kurmak, muhalefetin mitinglerine engellemek, basını sansürlemek. Bakın Menderes öldü, Menderesler ölmedi. 27 Mayıs olsun diye Menderes elinden geleni arkasına koymadı. Musa’sını kendi elleri ile büyüttü.
27 Mayıs sonrası 1961 Anayasası onaylandı ve Senato, Anayasa Mahkemesi hayatımıza girdi bu demokrasi için bir denetim mekanizmasıydı. 1965 yılına kadar İnönü’nün üstlendiği Başbakanlık döneminde sancılı zamanlar yaşanmış ve Talat Aydemir ve Fethi Gürcan iki kez darbeye teşebbüs etmişlerdir. Sonunda sahaya Menderes’in bürokratı ve barajlar kralı diye anılan rahmetli Süleyman Demirel iner. Demirel, Menderes’in din istismarı politikasını birebir uygulamıış bu yüzden de CHP de aynı politikalara doğru eğilmeye başlamıştı. Falih Rıfkı Atay bu teşebbüsler sonrası CHP’ye sırtını dönmüştü. Oy uğruna Süleymancıların, Nurcuların ve Ticanilerin büyümesine müsaade ediliyor hatta mebusluk elde ediyorlardı. Kendi memleketim olan Kastamonu’nun taşralarna devletten önce cemaatlerin yurt yapması ilginç değil midir? Kırsalda 50-60 sene önce koyu dindarlık kavramı yoktu çünk din bile öğretecek kurum yoktu. Müslüman olduklarını ve namaz kılmayı bilecek kadar dindarlardı fakat bu cemaatlerin bilgisiz halkı kandırması ile işte süreç terse doğru ilerlemeye başladı. Demirel de kendisini dayandırdığı softalara benzemeyen bir adamdı. Komünizm korkusu yayılması ve din elden gidecek korkusu ile memleket idaresini ele alıyordu. Meşhur seçim şarkısı ‘’Zühtünün’’ nakaratlarını hatırlayalım: ‘’Din iman elden gider Zühtü ‘’Komüniste kanma Zühtü’’ bu ya beyazsın ya siyahsın safsatasının başlangıcıydı. Ya benim yanımdansın ya da komünistlerin yanındasın. Fettullah Gülen’in terör örgütüne uzanan cemaati ABD’nin Komünizm ile Mücadele Derneklerine dayanmıyor mu? Korkuları kaşımaktan başka hiçbir şey yapmadılar, oysa Ecevit’in seçim şarkısının ilk kıtası ise: Müjdemiz var dostlar gözünüz aydın, Yeni bir Türkiye doğacak bizden, Kalkınan bağımsız güçlü ve saygın Yeni bir Türkiye doğacak bizden İki siyasi ekolü anlamak için çok güzel bir örnektir, birisi Kominste kanma zühtü, din iman elden gider zühtü derken diğeri, ise ilkeleri bestelemişti. Yetmişli yıllarda bir siyasi figür daha ortaya çıkmıştı, Konyalı bir makine mühendisi olan Necmettin Erbakan. Bu isimin önemi çok başkadır çünkü o güne kadar softaların desteklediği partilerin liderleri ‘’Beyaz Türk’’ dediğimiz şehirlilerden iken şimdi ise doğrudan softaların içinden gelen bir adam siyasetin içindeydi. Cumhuriyetin 50. senesine doğru giderken merkez sağ partiler sağı dizginlerken şimdi radikal sağ geliyordu. 12 Mart 1971 yılında ordu içindeki NATO’cular, Komünizm yükseliyor dedi ve Demirel’e muhtıra verildi ver Demirel hükumetten ayrıldı. İşçilerin grevleri sert şekilde bastırıldı. Böylece demokrasinin olağan süreçleri ve sancılarına müsaade edilmiyordu. Sağ yükselirken, sol eziliyor. Dinciler Komünizm ile mücadele ayağına devlet tarafından meşru görülüyoru. Demirel şapkasını almıştı fakat uzun sürmedi. Yeniden hükumete döndü. İnönü ve Demirel arasındaki seçim savaşları hiç olmadığı kadar kızışıyordu. Demirel’de Menderes’in izinden gidip ‘’Milliyetçi Cephe’’ hükumetlerini kurdu. Erbakan ve Türkeş bu hükumetlere dahil oldu. Cephe kelimesinin demokraside işi nedir? Ecevit’e karşı milliyetçi cephe kurulmuştu, sanırsınız o günki CHP ve Ecevit milliyetsiz cepheydi. CHP, Ecevit’in halka eğilme politikaları ile iktidara yürüyordu, 1977 seçimi 1950 yılından beri CHP tarihinin en yüksek oy oranıydı, yüzde 41,4. Fakat Demirel’in uzlaşmasız tutumu demokrasiyi bir krize götürmüştü, Görev süresi dolan Fahri Korutürk’ün yerine 5 ay boyunca Cumhurbaşkanı seçilememişti. Ekonomi bozulmuş, siyasi bir buhran vardı, anlaşmazlıklar sayesinde Genelkurmay Başkanı olan Evren, 12 Eylül günü bir askeri darbe yaptı ve siyasi partiler yasaklandı ve liderlerine siyaset yasaklandı. Darbe yapıldığında hükumet Demirel’deydi. Fakat bu bir iktidar darbesi değil sistem darbesiydi. Devlet Başkan Kenan Evren, Özal’ı ortaya çıkardı. Evren, sistemi tamamen değiştirmişti, 1961 Anayasası’nın bol geldiği kanaatindeydi. Özal 1977 yılında Milli Selamet Partisinden Milletvekili adayıydı ama seçilemedi. Evren’in atadığı Bülend Ulusu hükumetinde Başbakan Yardımcılığı yaptırılmıştı. Askerin denetiminde ANAP kuruldu. Eski liderlerin siyasi yasağı ve baraj Türk demokrasisinin doğal süreçlerini alt üst etti. ANAP’da merkez sağ çizgisinde devam etmiş, Türkiye’de Neo-Liberal rüzgar esiyordu. Dincilik yapanların partisinden vekil seçilemeyen Özal’ın tek laik tarafı ‘’Eşiydi’’ diye bir zamanın espirisi vardır.
Türkiye şehirleşiyor ve köylerde ülke yönetiminden habersiz olan, okuma yazma bilmeyen insanlar şimdi, azıcık aldıkları tahsil ile yönetime katılmışlardı. Bilinçsiz halk kitlelerin yönetime katılması ile beraber düzen tamamen değişmeye başladı. Köylü fakirdi, çocuklarıını okumak için gönderiyordu buralarda kalacak yerleri devlet değil cemaatler temin ediyordu ve bu saf Türk çocuklarını kandırıyorlardı. CHP’nin Tek Parti döneminde kontrollü demokrasiden tam demokrasiye geçiş planı belliydi. Köy Enstitüleri ve Halkevleri aracılığı ile eğitim seviyesi arttıkça yönetime katılmaya müsaadeydi. Fakat, Menderes bu iki kurumu yok etti ve devrimler köylere inemedi. Devrimleri özümsememiş ve anlamayan halk yığınları şehirlerde, kasabalarda dinci propagandaya kandı. Şehirlerde kültür şoku yaşadılar ve kendilerinden farklı yaşayan insanlara anlamsız bir kin duydular. Bunda şehirli insanların köylüleri hor görmesi de etkili olmuştur. Köylülerin entegrasyon süreci başarıyla tamamlanamadı. Sosyolojik bir gerçektir, AKP’nin bazı şehirleri Büyükşehirleştirmeden önce şehir merkezlerinde CHP’nin açık bir egemenliği vardı, Büyükşehir olduğu zaman oylamaya köylüler ve diğer ilçeler de katıldığından CHP bir çok ili böyle kaybetmişti. Devrimlerin köylere, taşralara inmesine müsaade etmeyen Menderes’in günahı çok büyüktür. Din tüccarlarının ve cemaatlerin dilekleri gerçekleşsin diye bu kurumları yoketti. Halkevleri yerlerine Cemaat yurtları, cemaatlerin medreseleri yerleşti, Menderes’e bu günah yeter.
1987 yılında siyasi yasakların kalkması ile Özal, bürokratı olduğu Demirel’in sahaya inmesi ile oy kaybına uğramıştı. Şimdi sağ içinde kim cemaatlere en büyük kemiği verecek yarışı vardı. Bunalımlar içinde ağır aksak ilerleyen Türkiye vardı. Özal öldü ve askerin kontrol ettiği siyasetçiler yerine yeniden eskilerinin ağırlığı hissediliyordu. Refah Partisi, yükseliyordu. Büyükşehirlerde göç ve 5-6 partinin bulunması nedeni ile dörtte bir oylar ile Refah Partisi lider çıkıyordu. Erbakan’ın Çiller ile kurduğu Refah-YOL hükumeti, asker tarafından hoş karşılanmadı çünkü 12 Eylül sonrası bu istemedikleri bir gelişmeydi. Solu ezip tüketmişlerdi, grev, gösteri yürüyüşü, protesto gibi her şeyi ezdikleri için köylünün, işçinin solcu olma imkanı kalmamış ve onlar da ‘’şükür etmeyi öğütleyenlerin’’ yanına geçmişlerdi. 28 Şubat 1997’de askerin sokağa inmesi ile Meclisteki dengeler değişmiş ve bu hükumet yıkılmıştı. Çok katı tedbirlerle cemaatlerin üstüne gidilmişti fakat asker hiçbir zaman nedenlerle uğraşmaz o sonuçlara odaklıdır. Cemaatlerin altyapısına, halkın din tüccarlarına niye kandığını hiç incelemediler sadece süngüyü ortaya koydular ve süngü ortadan kalkınca ortaya Erdoğan çıktı. Bu sorun çok boyutlu bir sorun iken olayı süngüye indirgemek herhalde aptallıktır. Bu sorunu tümden kaldırmak yerine baskılayıp ötelemeyi seçtiler. Bu yüzden de Erdoğan’ın çıkabileceğini hiç tahmin etmediler. Demagojiyi çok iyi yapan, Erdoğan her türlü mağduriyeti kullandı. ABD’nin desteği ile 90’lı yılların bunalımından çıkılıyordu. 2001 Krizi sanki tasarlanmış gibiydi, tüm partiler baraj altıydı, muhalefet partisi nasıl baraj altı kalabilirdi? AKP yeni kurulmuş iken seçime katılacak kadar büyük paraları nasıl bulduğu, 28 Şubat Süreci devam ederken medyada ve toplumda nasıl yer verildiği sorusunun cevabı yok. Başörtü ile Üniversiteye kadınlar giremez iken, Erbakan’ın partisindena ayrılanların tek başına hükumet kurmasına niye izin verdiler? 2002 ile beraber, Bir sağ parti ve bir de sol parti kalmıştı. CHP sanki özellikle seçilmiş gibiydi. Artık Erdoğan’ın günah keçisi belliydi. Merkez sağ partilerin lidersiz kalması ile oradaki oylar da AKP’ye kaydı ve sonuç bugünlere kadar geldik. 2019 yılına girdik ve AKP iktidarının 17. senesine doğru gidiyoruz. CHP’nin ortaya çıkması ilginçtir, Erdoğan için bulunmaz bir nimet vardı, Sağ için Türkçe ezanı getiren, Sarıklıları asan, dil devirimi yapan, özümüzü unutturan parti, CHP’ydi. Erdoğan her seçim geçmişe dem vurmadı mı? Erdoğan’ın Özal gibi Amerikancı politikaları ve AB’ye katılım ile ilgili sözleri ile Avrupa’dan Türkiye’ye büyük sermayeler akmış, Devlet kurumları özelleştirme ile yabancılara satılıp ülke içinde bir gelişme havası yakalanmıştı. Türk şirketleri, AB ve ABD bankalarından aldığı kredi ile tıpkı Menderes’in ilk yıllarındaki gibi bir gelişme yaşanmıştır. Fakat 1958 yılına gelindiğinde borcun faizi bile bütçeden büyüktü. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti aynı yollara gitmiyor mu? Aynı Amerikancı politikalar, üç şahsiyette de çok belirgin şekilde gözüküyor. Buügn Hükumet için işler iyi gitmiyor, yolsuzluk skandalları, yozlaşma, parti devleti, Çözüm Süreci, mülteci politikası, Arap Baharı, Türk ekonomisinin çarklarının yabancılaşması, yargının siyasallaşması, Meclisin kapatılması yerine işlevsiz bırakılması gibi nice skandallar yaşadık.
Türkiye’de genç nüfus çok fazladır yarın ne olacağı bilinmez, sosyologlar da Z Kuşağı karşısında çaresiz. Gençlik merak ediyor ne zaman gidecekler, nasıl gidecekler, doğal yollarla mı yoksa cunta ile mi, sokak eylemi ile mi? Bülent Ecevit’e göre 27 Mayıs olmasaydı, CHP bir dahaki seçimi kazanacaktı. Ama darbe ile Menderes’in yaptıkları unutuldu, asıldığı unutulmadı. Aydınlar gitme sürecini hızlandırdı, halkı bu adamdan kurtardılar ama Menderes bir sonuçtu, onu oraya getiren nedenleri Anayasa veya onun mahkemesi defedemezdi. Menderes devrildi yerine Demirel geldi; Demirel gitti bürokratı Özal geldi; Erbakan devrildi onun Belediye Başkanı ve kadroları başa geldi. O zaman soralım asker üç kez müdahale etti ne değişti? Bataklığın olduğu yerde biz sivrisineklerle uğraşıyoruz, hiçbir süreç sancısız ve yumuşak olmaz, Türk aydınları ise hep mükemmel olsun istediler. İnsanın doğası nasihatle değil, acı çekince vazgeçmeye eğimli Adem’den beri böyledir. ABD’de demokrasi tesisi öyle bir anda olmuş mudur, İç Savaş yaşamadılar mı, İnsan Hakları Beyannamesini yayınlayıp kölelikten ancak kaç sene sonra vazgeçtiler? İngiltere’de Magna Carta ile başlayan süreç Cromwell gördü, İşçi Partisi gördü. Almanya’da devrim hareketleri görüldü, tam zıttı Nazizm görüldü, bölündüler tekrar birleştiler Fransa, İç Savaş yaşadı, isyan yaşadı, İmparatorları olan Napolyon ile felakete uğradı, sonra 3. Napolyon ile uğradı, demokrasileri Nazilere yıkıldı tekrar kuruldu ne kadar sancılı değil mi? Biz ise almaya alıştık, önümüze duvar çıktı, aydınlar halk bunu aşsın diye bekleyemedi, kendileri o duvarı tek başına yıktı, halka önderlik etmeyi bile düşünmediler. Avrupalılar, 45 saatlik maksimum çalışma sınırı için ne büyük mücadeler verdiler peki bize halktan gelen bir tazik sonucu mu bu geldi? Asgari Ücret için sokaklara kimse dökülmez, bir gün bir kahvede oturuyorum, asgari ücret açıklanıyor ve belediyenin temizlik görevlileri de orada. Açıklandı 1603 TL, bereket versin dediler hiçbir yorum yapmadan ne çok ne fazla dediler. Bizde öyle bir korku var ki özellikle Amerikan eksenlidir bu, Komünistte tahammül yoktur. Oysa Avrupa’da Komünist iktidarlara bile müsaade ettiler çünkü patronları savunan parti olacak da işçiyi savunan niye olmasın? İşçi hakkı deyince, grev, toplu sözleşme deyince bile seni hemen komünist olmakla suçlarlar. Biz doğal süreçleri bastırdık, Avrupalının 250 senede aştığı mesafeleri bir anda aşmaya çalıştık fakat onlar bu süreçleri çok acılarla deneyimlediler. Paris Komünü, Prusya İç Savaşı, Hitler, Musollini ,Franco gibi diktatörleri, İşçi Partisi iktidarlarını, radikal sağ iktidarlarını gördüler. Soruya dönelim, Erdoğan ne zaman gider, bu soru bile bizim için makul değil, Erdoğan gider; Erdoğanlar gelmeye devam eder. O yüzden Erdoğan felakete sürükleyene kadar bekleyeceğiz, Hitler’de bir tanrı gibiydi, hiçbir şekilde devrilmesi mümkün değildi ama felakete sürükledi ve sadece Hitler değil; Hitlerlerin zihniyeti öldü. Erdoğan’ın gitmesi önemli değil, Menderes’i yazdık bakın Erdoğan’dan hiçbir farkı yok. İsimler değişir zihniyet değişmez çünkü bu süngünün işi değil, üstüne süngü işe girdikçe işten çıkmak daha da zor oluyor. Askerlerin Atlantik peşinde Solu ezip Sağı çıkarma politikası nedeni ile ezik bir sol ve güçlü bir sağ var çünkü sağın siyasi kadrolarına kimse dokunmadı. Erdoğan gücü elde ettikçe bocalıyor ve felakete sürükleniyor. Bırakalım da yanında tek kişi kalmayana kadar devam etsin, Erdoğan’ı oraya halk getirdi ve o halk ondan ve onun gibilerin ne kadar kötü bir seçim olduğunu anlayana kadar devam etsin. Erdoğan’ı bir puanla yenmek önemli değil, önemli olan onun zihniyetini dirilmemek üzere mağlup etmek görünen o ki Erdoğan’ı ancak Erdoğan devirir; tıpkı Menderes gibi.
Siyaset ve toplum yaşayan bir organizma gibidir, nasıl ki vücut mikrobu kendisini rahatsız edene kadar ellemez ise ateşler içinde tepki vermez ise toplum da mikrobu farkedene kadar ellemez. Erdoğan’ı kendi hırsı devirecek, muhalifleri değil. Gençler darbelere askerlere bakarak iç geçiriyor ama yaptılar sadece Menderes’i devirdiler ama onu üreten onun gibilerine Menderes olma şansı veren ortamı yenemediler. İşte onu yenecek şey ise eğitimdir, aklı hür vicdanı hür nesillerdir. Erdoğan sayesinde gençler uyanıyor, Erdoğan’ı gördükçe hürriyet ne büyük nimetmiş diye insanlar tarihine sahip çıkıyor, fikirlerine sahip çıkıyor. Erdoğan, Türk Aydınlanmasına sekte vurmaya çalışırıken onu yeniden diriltecek, bu Firavun’un Musa’dan kaçmak için önlem alırken Musa’yı kendisinin büyütmesi gibidir. Menderes kaybedeceğini düşündükçe zalimleşti, zalimleştikçe kendini ipe götüren yolları açtı. Eğer muhalefeti baskılama, aydınları susturma politikası gütmeseydi, asla ona bu muammele yapılmazdı. Her diktatör kaybetmeye başladıkça, zora başvurur ve bu onu devirecek yolları yaratır. O yüzden hiçbir süreçten korkmamak gerek bırakalım da toplum adındaki organizma bu virüsü farketsin ve ne büyük illet olduğunu anlayıp ona tepki versin. Yoksa o mikroplara karşı dikkatli davranmaz. Erdoğan gider yenisi gelir, tıpkı anlattığımız süreç gibi. Fikir en büyük silahtır, o yüzden ki teröristlere yapılmayan muamele fikir suçlarına yapılır. Silah yok edilir ama fikir yok edilemez, hapsedilemez, susturulamaz, saraylar silahtan korunur ama fikirler sarayın duvarlarında yankılanır ve içindekileri içten içe delirtir.
Korkmamalı, Türk milleti kendi başına bırakılmalı tıpkı uçmayı öğrenmesi gereken kuşu bir anda annesinin boşluğa gitmesini istemesi gibi. Türk milleti elbet deneyimleyerek iyi ve kötüyü ayırt edip acı tecrübelerle aydınlığa çıkacaktır. Halk iradesini ortaya koysun, onlar Erdoğan’dan bıkıp nefret edene kadar, Erdoğanlardan korkana kadar devam edelim. Menderes’in yaptıklarını köylüler görmedi, asıldığı için de efsaneleşti, bırakalım millet yarattığı putu kendisi yıksın, zira başkası yıkınca kıymete biner. Türk milleti bu kötü günlerinde üstesinden gelecek, belki 5 sene sonra belki 10 sene sonra belki 20 sene sonra ama unutmamalı, Erdoğan sadece bir kişi ama Erdoğanları, Menderesleri doğuran zihniyet yok edilmezse bu memleketin yakasından düşmüyor.
3.1.2018 Furkan AY