29.01.2019
KADER BİRLİĞİ SORUNU Türkiye, AKP’li 16. seçime gidiyor. Dile kolay elbet, 16 seçim hikayesi ve hepsinden birinci çıkmayı becermek. Dünyada çok az rastlanabilecek bir örnek ile sınanıyoruz. Sosyologlar, siyasetçiler kimse tam manası ile açıklayamadığı bir durum nedeni ile her seçim hükumet lehine sonuçlanıyor. Dünyada her iktidar seçimlerden yıpranarak çıkar çünkü iktidar olan partiden talepler çok fazladır hele ki oy veren seçmenin isteği olmadı ise mutlaka oy kaybı yaşarsın. Fakat Türkiye’de hükumetin PKK ile pazarlık ettikten sonra %41 aldı. Sadece yüzde 8 oy kaybı ile 7 Haziran seçimleri bitti ve sistem tıkandı. Çünkü üç benzemez partinin yan yana gelmesi imkansızdı. 7 Haziran akşamı Yalçın Akdoğan, bunlar hükumet kuramaz demişti. 1 Kasım seçimleri daha da ilginçti. Hükumet, Çözüm Süreci’ni bitirmiş ve yeniden PKK ile çatışmalar başlamış iken PKK’ya yakın HDP ile aşırı sağ diye tanımlanan MHP seçmeninin AKP potasına tekrar kaymasını kimse açıklayamaz. Hiçbir parti bölücü söylem ile milliyetçi söylemin ortasını bulamaz. Çünkü bu iki fikir birbirinin düşmanıdır. 16. Seçime doğru giderken herkes galibi tahmin etmekte zorlanamıyor. Bu seçim de galip iktidar partisi olacak. İnsanlardan ekonominin kötü gitmesi nedeni ile bir hayıflanma duyulmaya başlandı. Bu muhalifleri çok sevindirmeye başladı, muhalif seçmen ‘’aç kalsınlar anlayacaklar’’ diye bekliyor. Fakat senin, benim yanımda hayıflanan o amcalar, teyzeler seçimde yine aynı yere verecek. İşlerin kötü gitmesi onların içlerindeki bir huzursuzluk, ötesi değil. Karşımızda normal bir seçmen kitlesi yok. İnsanlar hala bunun farkında değil. Ben buna kader birliği adını veriyorum. Yusuf Akçura’nın bir makalesini düşününce bu kanıya vardım. Makalesinde, İttihat ve Terakki’nin iktidara gelişi ile beraber sınıfların hangi partilere yakınlaştığını anlatmıştır. Mesela Selanikli tüccarlardan bahsetmişti, bunlar iktidarın nimetlerinden yararlanamamaktan rahatsızlardı, Rumeli’de mektepli subaylar hakettikleri maaşları, terfileri almaz iken, İstanbul’da sarayın etrafındaki niteliksiz adamlar iktidarın tüm nimetlerinden sonuna kadar yararlanıyordu. Yani, İttihat ve Terakki, yönetimden hakettiği payı alamayan sınıfların temsilcisiydi. İttihat ve Terakki iktidarı ile beraber sarayın yanını seçip buradan ekmek yiyen herkes ekmeğinden oldu. İttihat ve Terakki’ye yakın isimler bu yerleri doldurmaya başladı. Abdulhamid’in artığı olan bu adamlar da İttihat ve Terakki tarafından etiketlendiklerinden dolayı artık ekmek yiyemeyeceklerinden, sistemi değiştirmek için İtilaf Partisine girdiler. Sarayın etrafından ekmek yiyenler aslında ‘’Abdulhamid ile kader birliği etmişlerdi’’ hepsi iyi biliyordu ki Abdulhamid beraberinde himaye ettiği herkes ile beraber gidecekti. Bunun Abdulhamid’i sevmek ile alakası yoktu. Bir kere onunla işbirliği ettiğin için artık oranın adamı olmuş sayıldın. Enver Paşa’nın 1908 Haziran ayında dağa çıktıktan sonra köylere gitmiştir. Burada nutuğundan bir parça nakledelim: ‘’Neyi düzelteceğiz bilir misiniz? İstanbul’daki idareyi. Pek a’la bilirsiniz ki İstanbul’da bir çok memurlar hiç iş görmedikleri halde binlerce liralar alıyorlar. Hafiyyelere binlerce liralar bi-hude veriliyor. Bu yüzden birçok evler kapanıyor. Sizin yalın ayak, başı kabak çalışarak ekdiğiniz ekinlerden alınan paralar hep böyle gidiyor. İstanbul’da gidenleriniz bilirler orada on yaşında çocuklara miralaylık veriliyor. Ne lazım sizin Tikveşli Hoca yüz elli lira maaş alııyor, kardaşı yazma okuma bilmezken, Meclis-i Maariften elli lira alıyor.’’ Görüldüğü üzere, Tikveşli Hoca’nın ve kardeşinin kaderi Abdulhamid’e bağlıydı, yine 10 yaşındaki miralayların, Enver Paşa’nın eniştesinin, Müşir Hasan Paşa’nın; iş görmeyen sadık binlerce hafiyyenin kaderi Abdulhamid ile birdi. Rumeli’den gelen ihtilal ateşi yalnız iktidarı değil yanındaki yiyicilerin de kellesini istiyordu. 31 Mart İsyanı için Sina Akşin şu fikir üzerinde durmuştu. Mollalık askerden kaçmak için en iyi yoldu, çünkü kimse mollaları askere alamazdı. Bu yüzden suistimal edilir olmuştu. İTC bunu engellemek için sınav getirmiş ve bu yüzden İstanbul’da molla olamayan, hem askere alınmış hem maaştan olmuştu. Bu isyanın kemik kitlesi bu memnuniyetsiz mollalar olabilir. Mollalar, kendilerine dokunmayan Sultan Hamid varken, kendine dokunup işlerini bozan İTC arasındaki seçimi doğal olarak, Sultan Hamid ile işbirliği ederek, kader birliği ederek sonuçlandırmıştı. İTC’nin karşısında duranların çoğu eskiden saraydan ekmek yiyen adamlar olmuştu. Çünkü bunlar çıkar bakımından düşmanlardı. İttihat ve Terakki’nin kendini feshi ile beraber herkes İstanbul’da İttihatçı avına başladı. Sarayın asalak yiyicileri iktidarı almak için uğraşsa da mütareke devrinin başlarında çoğu hükumet eski İttihatçılardan ibaretti. İtilaf ve Hürriyet Partisi, bir türlü taban bulamıyordu. İstanbul’daki Abdulhamid’in asalakları ve İTC düşmanları dışında sınıf bulamıyordu.
Fakat, İTC’nin subayları ve üyeleri Mustafa Kemal önderliğinde Anadolu’ya geçmiş ve şimdi tamamen halka inilmişti. O zamana kadar mesele İstanbul’a hakim olup, İstanbul’un kuvveti ile hakimiyet sağlamak iken şimdi işler değişmişti. İstanbul’da cadı avı vardı, İttihatçıların yaşama şansı ancak düşmanı kovarsa oluşacaktı. Keza Anadolu Türklüğü için de böyleydi. İttihatçılar, Anadolu halkı ile artık kader birliği yapmışlardı. Kaderleri, çıkarları, düşmanları birdi. Bu yüzden de artık İstanbul’un tarihi otoritesi geçersiz kalmıştı. Çünkü Anadolu halkının menfaati ile İstanbul’un uyuşmuyordu. İstanbul’un yaşaması için, Anadolu’nun ölmesi gerekiyordu. İşte bu tezatlık nedeni ile hiçbir zaman Damat Ferit ve avanesi İstanbul dışına çıkamadılar. Oysa Anadolu’da artık kılıçlar çekilmişti. Yunan Ankara’ya girdiği an Mustafa Kemal ile Anadolu Türklerinin kaderi aynı olacaktı. İşte bu yüzden buradaki direniş çok yüksek olmuştur. En üstteki ile alttakinin kendini aynı gemide görmesi zaferin altın anahtarıdır. Yunan, Anadolu’ya girdiği andan itibaren katliam yapmış, Rumları buralara taşımaya başlamıştı yani, yani Anadolu halkı için tek yaşam hakkı Yunanı mağlup etmekti. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının davası da bu olunca dört elle sarıldılar. Ama İstanbul için durum farklıydı buradaki tüccarlar, saraydan geçinenlerin menfaati işgale ve saraya bağlıydı çünkü bunlar bir kere taraf seçmişlerdi. Bir yanda direnişçiler bir yanda ise işbirlikçiler. İki düşman hizip, kim galip gelirse gelsin biri yok olacaktı. Bu yüzden Ali Kemal ve hain ilan edilenler için Yunan ile işbirliği artık menfaatten öte bir durum oldu.Bunlar için artık yaşam hakkı, Yunan’ın süngüsüne bağlıydı. Bir parti şüphesiz, sosyal sınıflara dayanır; eskiden daha belirli bir düzen vardı. Örneğin, Avrupa’da Komünist Partiler, İşçi sınıfına dayanırken, Muhafazakar Partiler, dindar halka aynı zamanda sermaye sahiplerine dayanırdı. Bu klasik ayrımlar bugün ne kadar geçerli bilinmez ama elbet her partinin bir demografik yapısı ve dayandığı sınıflar vardır. İşte bunları tahlil etmek gerek. Bu sınıflar kader birliği mi yapmışlar görmek gerek. Kader birliği meselesini hafife almamak gerek. Bu düşünce eğer bir sosyal sınıf tarafından benimsenirse, o partinin kemik diye tabir edilen kitlesi oluşur ve bu kitle hiçbir olaya reaksiyon vermez. Nasıl ki Milli Mücadele’de olan bir hata yüzünden halk asla, İstanbul hükumetine bağlanmayı düşünmedi ise kader birliği yapmış sınıf da asla yer değiştirmeyi düşünmez. Kader Birliği yapan sınıflar niye toplumsal geçişkenliğe katılmazlar diye sorarsanız, Kader Birliği diye tanımladığımız bu zihniyetin olması için bir tehdit olması gerekir. Tehdit varlığını korudukça, bu birlik bozulmaz. Bugün, AKP ve seçmeni arasında bir kader birliği anlayışı vardır. Bu çok açık görülebilir, partinin yöneticileri sürekli ‘’Biz gidersek’’ ile başlayan cümleler kuruyor. Bu cümleler ile tehditin hala yaşadığını söylüyorlar. Yani cümleyi daha da açarsak, ‘’Biz gidersek, CHP ve onun alt partileri gelecek, tüm kazanımlarımız yok edilecek, 2002 yılına tekrar döneceğiz’’ diyerek korku yayıyorlar. Bunu yapabilmek elbette kolay olmadı. Öncelikle, iktidarın alternatifi olan CHP’nin 15 senedir büyük bir sağcı linç ile karşı karşıya kaldığını görmekteyiz. Erdoğan dün, CHP daha da marjinalleşecek demiş doğru demiş. Bu marjinaleşmenin nedeni, linçtir. CHP, camilere bunu yaptı, CHP türban karşıtı, CHP dinsiz, CHP bizim kültürümü yasakladı, CHP zihniyeti çöplüktür, yağ sırasıdır gibi nice safsata ile CHP’nin şeytanlaştırılması söz konusudur. CHP, kazanamadıkça daha da uçlara kayacak. Burada CHP’nin Kılıçdaroğlu ile başlayan Kürtçü ve ezilenlerin partisi-her ezilen haklı mıdır? Bu da ayrı bir sorun- havasını bir kenara koyuyoruz. Burada bir kere sınıflar kavgası oluşturulmuştur. AKP’li seçmenin şeytanlaştırılmış CHP’ye oy veremeyeceği gerçeği ortada. Çünkü AKP’nin köylü, işçi ve zengin muhafazakar sınıflarının düşüncesi, CHP’nin bu sınıfların cellatı olacağıdır. Bir anda tüm Türkiye bir pozitivist hava ile din düşmanı olacağına olan inanç yaygındır. Bir zamanlar Demirel de bunu denemiş ama becerememiş, ‘’Din iman elden gider Zühtü’’ diye bir seçim şarkısı var. Aslında hiçbir olgu, spontane değildir. Aslında hepsinin çok iyi planlanmış olduğu ortada. Ben eminim ki yarın CHP’yi kapatalım, AKP’nin yöneticileri kara kara düşünmeye başlarlar, çünkü CHP, AKP’nin 15 senedir yatırım yaptığı bir seçim kozudur. Bir anda seçim meydanlarında, cami, türban, din tartışmaları durulacak ve AKP’li seçmen daha somut ve güncel şeyler bekleyecek. AKP’nin seçmenine göre karşıda bir şeytan ve şer ittifakı var. Bunu niye sürekli vurguluyorlar? Kader birliğinden kopmalar olmasın diye vurguluyorlar. Bu şeytanlaşmanın sonucu, Erdoğan’ın bir saftatası türedi, ya karasın ya ak safsatası. Bu safsataya göre, Erdoğan’ın karşıtlarından en şeytanisi muhattap alınıp, diğerlerinin de bununla özdeşleştirilmesi, geneleştirilmesi söz konusudur. Örneğin, ‘’Bunlar HDP ile yan yana’’ ‘’Bunlar FETÖ ile yanyana’’ ‘’Bunlar dış güçlerle yanyana’’ gibi söylemler ile, ‘’Bana muhaliflik eşittir, vatana ihanet demektedir’’ noktasına getirip, şimdi de kendi kaderini Türkiye ile birleştirmeye çalışıyor.
Ayrım, topluma bölgesel olarak bölünme olarak yansıdı. Kadıköy, Beşiktaş gibi köylülerin yerleşemediği pahalı araziye sahip yerlerde mutlu azınlık yaşıyor ve yeni yerleşimlerde ise köylüler ağırlıkta bunun seçimlere yansıması kolaylıkla görüldüğü gibi yaşama yansıması da çok iyi görülüyor. Giyinişler, tipler, eğitim düzeyi, yaşam tarzı 40 kilometrede tamamen değişiyor. Bir tarafta çağdaş yaşam varken diğer tarafta maalesef hala Orta Çağımsı düşüncelerde, tavırlarda insanlar var. Gerek nezaket gerek insan ilişkileri, saygı gibi bir çok başlığı gözlemlerde hissetmeniz mümkün. Bir CHP’li ile AKP’liyi siyaset konuşturduğunuz an sınıfsal bir kavga oluşmakta. Sanki kendi sınıfının yaşaması için onun ve sınıfının yok olması gerekiyor. Peki iktidarların aç destekçilerinin korkusu bu, peki menfaat çeteleri niye kader birliği yapsın? İktidardan ekmek yiyen her daim hedeftedir, kim Cengiz İnşaat, Kolin, Makyol, Altur, Albayraklar, Demirören, Turkuvaz Medya gibi şirketleri unutacak? Şimdi milyarlarca dolarlık bir şirketler ağı ve bunlar interaktif bir ilişkideler, etkiliyor, etkileniyor. Kar ediyor, kar ettiriyor. . Şimdi her sıradan muhalifin sayacağı bu şirket sahipleri neden iktidar değişiminden korkmasın? İlk incelenecek ve yargılanacak olanlar bunlar iken neden iktidara büyük paralar vermesinler? Artık iktidarın kaderi ile ortaktırlar. Eskiden çok moda tabirler vardı, Dünya Harbi zenginleri, Demirel zenginleri, Özal zenginleri gibi. Bu zenginlerin çoğu, zenginliklerini sürdüremediler çünkü lehine esen rüzgar ile ilerliyordu fakat kader ortağı olan iktidarlar düşünce hem rüzgarları kesildi hem de rüzgar aleyhine döndü. Bu yüzden Erdoğan, bu şirketleri gizli tutmak yerine önplana çıkmasını sağlıyor böylelikle, iktidarın arkasından oyun yapacak durumları kalmıyor. Düşünün bu adamlar yarın yeni bir iktidar partisi için en büyük risktir, suları ısındığını anladıkları anda sermayelerini yurtdışına çıkaracaklar ve ülkede bir kriz havası olacaktır. Erdoğan’ın iktidarı köy kökenli niteliksiz niceliğe ve nitelikli azınlığa dayanıyor. Bu nitelikli azınlığa fikir kadroları, yönetim kadroları ve sermayedarlar dahildir. On altıncı seçime gidiyoruz ve değişen şey ancak küsuratlar olacak. Fakat iktidar için küsuratlar yetmez, Erdoğan’ın altından sınıfları almak gerek. Dayandığı sosyolojik sınıfın kader birliğini gevşetmek gerek. Erdoğan ile aynı gemide olmadığını, Erdoğan’ın iş adamları ile aynı gemide olmadığını anlatmak gerek. Erdoğan ancak, ‘’Erdoğan giderse’’ diye başlayan korku cümleleri bir daha kurulmadığında yıkılır. Fakat durum hiç öyle gözükmüyor. Yerel Seçime gidiyoruz, belediye, muhtarlık, meclis üyelileri için sandığa gideceğiz fakat bu bir anda beka sorunu oluyor, bu seçimden galip çıkmaz isek dış güçler müdahale edecek, sistem tartışmaya açılacak, şer ittifakı diye bir tabir de çıkardılar.Donald Trump uyandığında, Maltepe ve Kartal Belediyesini bizim çocuklar mı kazandı diye soracak galiba. Karşı taraf nerede Türkiye düşmanı varsa onlarla kol kolaymış. Bunu destekleyecek, CHP’nin Kürtçü eylemi yok diyemiyoruz da acısı. Tam bir kutuplaşma iklimi ile karşı karşıyayız. AKP, kendi kitlesi ile kader birliği yaptığını düşündürürken şimdi yeni bir dalga geliyor. AKP ile Türkiye’nin kaderi aynıdır diye bir söz etti, çok Sayın Cumhurbaşkanımız. BU, AKP yıkılırsa Türkiye yıkılacak söyleminden başka bir şey değil. Hatta bu söylemin altını da dolduruyorlar, artık sadece din kisvesi yok bir de küresel düşmanların ortaklığına dayanan bir ‘’millilik’’ kisvesi da var. Erdoğan bir anda dini kurtaran halifeden, Türklüğü ayakta tutan direk imajına doğru adım atıyor. Türkiye düşmanlarına karşı duruyor ne de olsa, şer ittifakı var karşısında. İşte, bugün siyasal sistemi tıkayıp Erdoğan’ın yüzde 40 altında oy almamasını sağlayan şeyin nedeni budur, Kader Birliği. Kader Birliği, köprü ile yol ile fabrika ile değil, ideoloji ile oluyor. Biz bunu dini kisve ile yaşamış olduk. Milyonlarca kişi AKP gittiği an fişlenme, kovulma, ezilme, dışlanma gibi problemler ile karşılaşacağını sanıyor. Yani, AKP’yi kendi sınıflarının temsilcisi olarak görüyorlar tüm mesele burada. Mesele dini ve ideolojik olunca da ekonomiymiş, liyakatmış, adaletmiş bunlar çok önemsiz oluyor. Çünkü bunladan vazgeçebilecek milyonlarca ahmağımız var. Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet giderdi ne ezan diyen adamın oyu kime biliyorsunuz. Aslında yaşadığımız bir sınıfsal kavga, köylü ile kentli arasındaki medeniyet farkı, kültür farkı, düşünce farkı, yaşam farkının siyasete yansımasını görüyoruz. Kim kime neyi dikta edeceğini düşünüyoruz. Bunun en büyük müsebbibi Menderes’tir, Köy Enstitülerini, Halkevlerini, Halkodalarını; oy uğruna kapattırıp çağdaş yaşamın, devrimlerin köylere inip oralarda kök salmasına müsaade etmediklerinden şimdi yıllarca Orta Çağ zihniyetinde izole bir şekilde yaşayanların bir anda kentlere akını ile beraber bir kavgaya tutuştuk ve bu kavganın galibi
olmayacak. Bir taraf iptidai hayat şartlarında yaşarken diğerleri o günün tüm meyveleri ile yaşıyordu. Sonuç, bir kavga çıktı, Türkiye’nin hakimi kimdir? Diyeceksiniz, iyi güzel analiz ettiniz de, çözüm nerede? Bunları, 10 saatlik bir çalışma ile tahmin etmek imkansız olsa gerek, sadece basit bir şekilde tehditlerin ortadan kalktığına ikna etmek gerek veya AKP’ye benzer kontrollü bir sağ parti türetmek gerek ki AKP’nin yerine bu partiye oy verdiğinde kader birliğinin bozulduğunu hissetmesin, şu an dindar seçmene göre tehdit CHP olduğundan ve alternatif de CHP olduğundan sistem tıkanıyor.Kesin bildiğimiz ise düzlüğe çıkacağımız tarih hakkında bir tahmin AKP iktidarının bitişinden sonraki 25. yıl düzlüğe çıkmış olabilir çünkü, bir nesil 25 senede yetişiyor, aynı dilimde bir nesil ölüyor. Bozulmuş nesli düzeltmek, sağlam nesiller yetiştirmekten zordur. Ekrem İmamoğlu’nun ve Muharrem İnce’nin teyzeler ile imtihanını hatırlayın, hiçbir iyi niyet ve samimiyet onları iknaya yetmiyor çünkü karşısındaki kişinin taşıdığı rozet onlar için bir şeytani bir simge haline getirildi. Erdoğan bu sistematik karalama kampanyasının ekmeğini daha uzun süre daha yiyebilir. Bizden söylemesi! Bu karalama bir günde olmadı ki bir günde düzelsin, buradaki problem bir gerçeğin yanına sıkıştırılmış on yalanın albenesi, işte bunları yıkacak yiğit aranıyor ve hala çıkmadı.
-FURKAN AY