Kafes Dergisi 12. Sayı

Page 1


İÇİNDEKİLER

12 3

bir

Siyonist Düzen

12

Umut

21

Modern Putlar

23

Bismillah

28

Dervis

29

Aranan Genç Adamlar

35

Gariplerin Davası

39

Cenaze için Birkaç Kilo Hurma

41

Edep ve Haya

Modern Putlar/Röportaj Mustafa PALAK

31

Mete Kaan YILMAZ

Ahmet Uğur TÜRKYILMAZ

Bekir KESKİN

Darbe / Tahlil Furkan YILDIRIM

Halep/Röportaj Fatih Furkan KALTAR

25

13

10

NEZİR ALTUĞ

Muhammed Esad ÜNAL

Mustafa Said OKUTAN

ÖMER COŞKUNÇELEBİ

El-Cezeri M.Ömer İBİŞ

Geride Kalan Inciler Mehmet YILMAZ

Ahmet YAŞAR

Abdurrahim AYAZ


EDİTÖRDEN...

HALİL CEYLAN

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM Ve’l-hamdu lillah Ve’s-salatu Ve’s-selamu ala Rasulillah Emma ba’d Gayret bizden, inayet Allah’tan diyerek çıktığımız bu yolda Kafes dergimizin 12. sayısında buluştuk. Bu sayıyı da öncekiler gibi dolgun bir muhteva ile hazırlamaya çalıştık. Her geçen gün bozulan gençlik , değişen düzenler ve zorlaşan hayatla birlikte nefsimiz karşısında dirayetli bir şekilde durup birbirimize kenetlendiğimiz Anadolu Gençlik Derneği Yıldız Teknik Üniversitesi Öğrencileri olarak her dönem çıkardığımız Kafes dergisinin bu sayısında hiçbirimizin farkında olmadığı fakat bizleri hak yoldan saptırabilecek olan ‘günümüzün putlarını’ ele alacağız. Bu putlar hiç farkında olmadan bizi ateş çukurunun kıyısına kadar getiriyor. Bize düşen görev ise kıyıdan uzaklaşıp kıyıda dolaşanları çağırmaktır. Bu konuyu ele almamızı sağlayan temel neden biz Müslümanların yaratana değil de yarattıklarına yönelmemizdir. Son olarak bir hadis-i şerifte buyrulur ki; “Allah-u Tealanın yeryüzünde şehitlerden üstün Mücahidleri vardır. Bunlar insanlara iyiliği emredip, kötülükten sakındıranlardır.” Allah bizi bu Mücahidlerin arasında olmamızı ve vücudumuzu saran zincirleri eritmemizi nasip eylesin. Dergimiz için emeği geçen bütün kardeşlerimden Allah razı olsun...

/agdytü /yildizagd Bu dergi Anadolu Gençlik Derneği Yıldız Teknik Üniversitesi Komisyonu tarafından çıkarılmaktadır.

iki


RÖPORTAJ

“HALEP”

Muhterem hocam kendinizi kısaca tanıtabilr misiniz? Merhaba ben Mehmet Erel. 1996 Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunuyum. 2001 yılında İslam hukukunda yüksek lisans yaptım. Şimdi doktoranın son aşamasındayım, İslam hukuku üzerine. Uzun yıllar öğretmenlik yaptım imam hatip liselerinde. Şimdi ise Marmara İlahiyatta öğretim görevlisiyim. Halep’in İslam coğrafyası açısından önemi nedir? Şöyle söyleyeyim; gerek Halep gerekse İslam coğrafyasındaki herhangi bir şehir, dünyanın neresinde olursa olsun, bizim açımızdan hepsi aynıdır. Yani İstanbul neyse Halep de bizim için odur ve aynı yere sahiptir. Mekke-i üç

FATİH FURKAN KALTAR

Mükerreme neyse, Kudüs-ü Şerif neyse, Halep de bizim için odur, Afganistan’daki bir şehir de odur, Afrika’nın herhangi ücra köşesindeki şehir de odur. Bizim açımızdan Müslümanların yaşadığı her yer birdir. Onlar burada, biz oradayız. Onların acısı bizim acımız, onların sevinci bizim sevincimizdir. İslam bize bu şuuru veriyor. Allah bizim bu şekilde hareket etmemizi istiyor. Son zamanlarda yaşadığımız olaylar ve Suriye’deki iç karışıklıklardan ötürü; Halep, diğer şehirlerden daha fazla gündemimizde yer alıyor. Bunlar Halep’i düşürerek aslında Müslümanları terbiye etme ve ıslama, Müslümanlara gözdağı verme operasyonlarıdır. Bu açıdan baktığımızda Halep’in savunulması bütün Müslümanların savunulmasıdır. Halep’teki Müslümanların savun-


FATİH FURKAN KALTAR

“HALEP”

masının kırılmaya çalışılması hep bu nedenden ötürüdür. Ben 90’lı yıllardan beri bilfiil olaylara şahitlik eden konumdayım. Hepimiz öyle- yiz. Siz de bundan sonrasına şahitlik edeceksiniz. Benim başladığımda Bağdat’ta sıkıntılar vardı. Bağdat’ta Saddam yönetimi vardı. Saddam orada çok katliamlar yaptı, çok kötülükler yaptı. Ama Saddam her şeye rağmen Müslümanlardan birisiydi. Batılılar, şehirler üzerinden Müslümanları terbiye etme faaliyeti başlattılar. Eskilerde de yaparlardı bu işi ama artık şehirlere ve ülkelere doğrudan müdahale etmeye başladılar. Bağdat bombalandı. Amerika’nın uçakları şehirdeki sivilleri bombaladı. Akşamları füze görüntüleri aktarılırdı basına. Bağdat’ı düşürdüler. Tabi onlar saldırmadan önce ‘Orası zalim. Biz onları özgürlüklerine kavuşturacağız. Rahat bir hayat yaşamalarını sağlayacağız.’ gibi kara propagandalar yaptılar. Ve bu şekilde önce Müslümanların gözünden de Bağdat’ın değerini düşürdüler. Herkes sevindi ve işlerin normale döneceğini zannettiler. Daha sonra Serebrenitsa’da kaç Müslümanın öldürüldüğünü Allah bilir. Onun çetelesini bile tutacak bir şey yoktu. Daha sonra da Çeçenistan… Şehirler değişiyor, saldıranlar değişiyor belki ama yerler hep özellikle seçilmiş ve hep Müslümanların kanı akıyor. Şehirler üzerinden hep Müslümanlar terbiye edilmeye çalışılıyor. Sonra Grozny’de Rusya bir

RÖPORTAJ

katliam yaptı. Sonrasında Suriye peşinden İsrail’in Gazze saldırıları ve şimdi gelinen nokta Halep. Hedef, şehirler üzerinden bütün Müslüman coğrafya. Halep düştü algısının oluşturulma nedeni nedir? Morallerimizi bozmak derdi düşüncesi için. Şimdi şöyle bir hikâye var ve tam da bugünkü Müslümanlara uygun düşüyor. Aslan öküzleri yemeye karar vermiş ve saldırmış. Öküzler bir araya gelip püskürtmüşler. Aslan da bunların arasına fitne sokmuş. Bir öküz kaşınıyormuş. Aslan bunu göstererek ‘bu öküz hastalıklı ve size de bulaştırır haberiniz olsun ’demiş diğer öküzlere. Öküzler ilk başta inanmamışlar ama zaman içinde o öküzü dışlamışlar ve aslan o öküzü yemiş. Aslana teşekkür etmişler. Kendilerini o hastalıklı öküzden kurtardı diye. Aslan yine acıkıp başka bir öküz hakkında kötü propaganda yapıp onun da dışlanmasını sağlayıp onu da yemiş. Ve her seferinde öküzler aslana teşekkür etmiş. Aslan da olmasa ne yaparız diye. En son iki öküz kalmış. Onları da birbirine küstürmüş ve ayırmış. Birini yemiş ve ‘artık yalan söylememe gerek yok’ demiş. Ben seni rahatça alt ederim demiş. Öküz şaşırmış ‘ sen şimdiye kadar bize hep yalan mı söylüyordun?’ demiş. Aslan da ‘evet yalan söylüyordum’ demiş. dört


RÖPORTAJ

“HALEP”

İslam dünyasını Avrupalılar yıllardır yalan söyleyerek birbirine düşürerek tek tek indirdiler. Onların işi zaten hep kara propaganda. Ama bizim şöyle bir avantajımız var. Gerçek Müslümanların asla morali bozuk olmaz. Cenabı hak ayeti kerimede şöyle buyuruyor: ’Bize iki hayırdan birisi isabet eder; ya savaşta şehit oluruz Allah’ın rızasını kazanırız ya galip gelir zafere ulaşırız.’ İkisi de bizim için sevinçtir. Müslümanlar maalesef bu anlayışı kaybediyorlar. Bizim için her şey hayırdır. Ama bu şu demek değildir: ’Mücadeleyi terk edelim her şeyi Allah yapsın.’ Bu zaten Yahudi mantığıdır. ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın biz burada oturuyoruz’ diyorlar. Hâlbuki öyle bir hassasiyet olsa en başta Bağdat’ta Ame- rikalılar saldırdığında Müslümanlar orada tek parça olsaydı diğerleri olmazdı zaten. Ama Müslümanlar bunu yapamadı. Peygamberimiz hadiste şöyle buyuruyor ‘siz birbirinizle derin fikri ayrılıklara düştüğünüzde Allah sizin başınıza düşmanı musallat eder.’ Bugün Müslümanların üzerinde, aynen bu hadis-i şerifin tezahür ettiğini görüyoruz. Yani burada hep söylüyorum, önemli olan Müslümanların birlik şuurunun olmamasıdır. Bu da batının iştahını kabartıyor.

beş

FATİH FURKAN KALTAR

İslam coğrafyasında akan bu kanı durdurmak için biz müslümanların yapması gereken şeyler nedir? İlk önceliğimiz Avrupa Birliği gibi topluluklar mı olmalıdır? Zaten tüm sorun en baştan beri batılı güçlere güvenmekten kaynaklanıyor. Bize samimi yaklaşıyorlar. Bizim iyeliğimizi düşündüklerini söylüyorlar. Hâlbuki ayeti kerimede: ‘İnsanlardan öyle kimseler vardır ki siz onların söylediklerini çok beğenirsiniz fakat onlar sizin en azılı düşmanlarınızdır. Bir de kalplerinde size karşı iyi niyetli olduklarına dair yemin ederler. Fakat sizin yanınızdan ayrıldıkları zaman yeryüzünde fesat çıkartırlar ve nesli bozarlar.’ Biz şimdi bakıyoruz, bugün bize dost görünen, Tanzimat’tan beri, bizim için şunun iyi olacağını söyledikleri her şey, bizi onlara daha mahkûm hale getirmiştir. Ve Müslümanlar ne zaman bunların kötülüğünü anladığı zaman bunlar Müslümanların tepesine çullanmışlardır. Ve şimdi tabi ki bu tip olayların olmaması açısından Müslümanlar bir olmalıdır. İslam zaten birdir bunu aşamayanlar Müslümanlardır. Rahmetli Erbakan hocamız İslam birliği, İslam parası, İslam’ın her konuda tek olmasını istemesi ayeti kerimeye dayanıyor. ‘Allah sizin, bir binanın tuğlaları gibi kenetlenerek


FATİH FURKAN KALTAR

“HALEP”

mücadele etmenizi ister’ diyor ayet. Onlarla mücadele şart ve bu mücadele bu şekilde tek parça halinde olmalıdır. Kendi içimizde ‘onlar şu mezhepten, onlar şu tarikata bağlı, onlar şucu vb.’ diyerek parçalanmamamız lazım. Bunlar bizim iç meselemizdir. Müslümanların bugün bu beladan kurtulmaları için öncelikle düşmanlarına birliktelik mesajı vermelidir. Halep’te bir çocuk öldüğünde herkes onu kendi çocuğu öldürülmüş gibi kendi içinde hissetmelidir. İslam birliği önce kalplerde oluşmalıdır. Bu düzeni ilk önce kendi içinde kabul etmelidir Müslümanlar. Biz kendi düşüncemizde kendi cemiyetimizde kendi aramızda böyle bir beraberliği sağlamalıyız. En basit bir konuda bile Müslümanlar bir araya geldiğinde kavga ederek ayrılıyor, uyuşamıyor. Dini tartışmaların konusu özellikle ihtilaflı konulardan seçiliyor. Şimdi herkes kendi görüşünün üstün olmasını istiyor. Bu durumda tabi kavgalar oluyor. İnsanın kafası iyice karışıyor. Resulullah’ın (sav) hadisi var: ’İki zümre vardır ki ümmetimde, bu iki zümre düzgün olursa ümmetim de düzgün olur; bu iki zümre bozuk olursa ümmetimde bozulur. Bunlar, âlimler ve yöneticilerdir.’ Şimdi bakıyoruz yöneticiler darmadağınık. Her birisi ayrı bir şey söylüyor. Âlimler ise karmakarışık bir havada. Allah büyüktür! Müslümanlar öncelikle en başından başlamalı,

RÖPORTAJ

egomuzu bir kenara bırakıp Allah ve Resulünün etrafında kenetlenmek zorundayız. Önceler nasıl yaptıysa öyle yapmalıyız. Böyle olursa ne Halep düşer ne İstanbul düşer ne de bir başka şehir düşer. Bu eskiden vardı. Eskiden çok enteresan şeyler olmuş. Çanakkale savaşının olduğu dönemde Müslümanlar çok fakirdiler. Belki Avrupalılardan çok geriler ama kafaları İslam konusunda birler. Padişah cihad çağrısı yaptı diye Avustralya’da çalışan üç tane Afgan orada kendi- leri siper edinip Avustralyalılara karşı savaşmışlar. Böyle bir şuura sahip olan Müslümanlar olsak şu anda dünyanın herhangi bi yerinde Müslümanların kanı akar mıydı bu şekilde? İslam birliği kurulması için insanlar ne gibi çalışmalar yapmalıdır ve her Müslüman kendi üzerinde borç bilmeli midir? Kesinlikle Müslümanların liderlerinin bir araya gelmesi gerekmektedir. Çünkü kişiler liderlerine bağlıdır. Bizim de en altta yapmamız gereken şey, ihtilaflı olan konuları çok fazla kurcalamamaktır. Herkesin hassas olduğu bir konu var. O konuları bırakıp ortak noktalarımızda bulaşmalıyız. Önce biz alt seviyede ihtilaflı konuları bırakalım. Çünkü ortak noktalarımız daha çok, daha fazla ama maalesef böyle bir şey oluşmuş; hemen altı


RÖPORTAJ

“HALEP”

farklı görüşlerden başlanılıyor. Alimlerimiz, hocalarımız konuşurken sanki Müslümanlar birbiriyle kavga ediyormuş gibi teferruat meseleleri konuşuyor. ‘Kabir azabı var mı yok mu? Şefaat var mı yok mu? Bu meseleler evet birer meseledir ama ümmetin şu an ki problemini çözecek meseleler değildir. Ümmetin gerçek meselesi Halep’tir. Ümmetin acil meselesi; müslümanların bölük olmasıdır. Halep’te öldürülen her bir çocuğun vebali üzerimizedir. Ya ben Türkiye’deyim ne yapayım gibi şeyler mazeret değildir. Çünkü en azından derdi ile dertlenmek ve üzülmek gerekir. Herkes kendi imkânı çerçevesinde o kardeşine yardım etmek durumundadır. İslam kardeşliği bunu gerektirir. Benim düşüncem; önce Müslümanlar ortak konularda bir araya gelmelidir. Eskiden batılılar ordu hazırlayıp karşımıza çıkıyorlardı artık öyle yapmıyor. 1800’lerden itibaren İslam Şarkiyat Enstitüsü oluşturdular. Bu enstitülerde İslam dini araştırıldı. Şüpheli ve kafa karıştıran konular tespit edildi. Onlar sistemli şekilde kitaplaştırıldı. İslam dünyasından öğrenciler Avrupa’ya çağırıldı. Orada bu kitaplar üzerinden İslam öğretildi. Bir şekilde zehir aktarıldı. Bu insanlar memleketlerine en azından mikroplu bir şekilde döndü. Sonra şu İslamda yok bu hatalı şu yanlış denildi ve kafalar karıştırıldı. Yine 1800’lü yıllarda yedi

FATİH FURKAN KALTAR

İngiltere’de Lawrence Arabistan’da bir ajanlık işine soyundu. Orada, yaşanan islamın doğru olmadığını, insanlar türbelere tapıyor gibi lanse edilip selefilik akımı başlatıldı. Mezhepler şirktir denildi ve Müslümanlar arasında ayrılık çıkardılar. Sükûnet bozuldu ve kavgaya dönüştü. Ciddi ayrılıklar başladı. Sonra el kaide ile şekil değişti. DAEŞ ile uç noktaya ulaştı. Bunların arkasında hep batılılar vardır. Bundan iki yıl evvel ırakta DAEŞ militanları arasında yüz tane İngiliz özel kuvvetlerine ait asker yakalandı. Kraliçe, onlar istihbarat amaçlı oraya sızdı dedi. Biz de yuttuk! DAEŞ gibi bir oluşum oluşturarak İslam alemine dışlarından müdahale hakkı buluyorlar. Bir de İran’da bunun Şii versiyonunu çıkardılar. İki kesimi bir birinin üzerine saldırtıp bölgenin huzurunu bozuyorlar. Bu ihtilafları bahane ederek tek tek Müslüman camiayı bitirme gayesindeler. Sorun bu olunca demek ki çözüm de buradan başlamalı. Konuşmalarımıza dikkat etmeliyiz. Başka görüşe sahip kardeşlerimize karşı saygılı olmalıyız. İslam birliği ağızda başlar. İki Müslüman bir araya gelip bir konuda karar verip muhabbet ediyorsa, İslam birliği buradan başlar. Bu birliği yaptığımız zaman Allah’ın izni ile bu yayılacaktır. Resulullah’ın hadisi var bu konuda, bu hadisle tamamlayalım inşallah. Resulullah (s.a.v) buyurdular ki:


FATİH FURKAN KALTAR

“HALEP”

“Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Bunun üzerine sahabiler şaşkınlıkla sorarlar: “Ya Rasûlullah, o gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz (s.a.v): “Hayır” der. “Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz -çokluğunuzbir akıntıya taşınan çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.” Bunun üzerine sahabilerden biri sorar: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” O da buyurdu ki: “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ondan nefret etmek.” Günümüzde Müslümanların dünya sevgisi artmış ve ölüme karşı tavrı değişmiştir. Dünyaya bakışımız ve olaylara bakışımız değişti. Bir olay istenilen gibi olmayınca hemen suçlu arıyoruz. Hangi konuda olursa olsun. Suriyeli bir alimle konuşmuştum ve o zat şöyle demişti: Müslümanlar bir işe karar vermeden önce istişare yaparlar ve istişare yaptıktan sonra işi gerçekleştirmek için harekete geçerler. Eğer olay Müslümanların faydasına gerçekleşmezse suçlu aramazlar. Müslümanlar hiçbir vakit savaşlarda ölülerini saymazlar. Uhud savaşından önce istişare edildi. Peygamberimizin görüşü savaşmama yönündeydi. Bazı genç sahabiler ise peygambere savaşa-

RÖPORTAJ

lım diye aşırı bir ısrarda bulundular. Peygamber efendimiz de kabul etti ve ‘sabrederseniz Allah’ın izni ile zafer sizindir.’ buyurdu. Peygamberimiz zırhını giydikten sonra bu genç sahabiler ‘Ya Resulullah biz yanlış yaptık. Siz ne derseniz o olsun’ dediler. Peygamberimiz onlara şöyle cevap verdi: ‘Bir peygamber zırhını giydikten sonra savaşmadan çıkarmaz.’ Savaş Müslümanların umut ettikleri gibi olmadı ve ağır kayıplar verdi. Fakat savaştan sonra efendimizi yahut o genç sahabeleri suçlayan oldu mu? Hayır, çünkü Müslümanlar bir işe karar verir ve karar kesindir. Eğer o iş istenilen sonucu vermezse kimse suçlu aramaz. Bu Suriye’deki olaylar için illa bir suçlu aramaya gerek yok. Şimdiki Müslümanlar böyle bir hataya düşüyorlar. Olaylar oldu bir şekilde ve geçmişi kurcalamanın çok bir anlamı yok. Bizim, bu durumun içerisinde ne yapmalıyız onu konuşmamız gerekir. Çoğunda konuşmalara siyasi düşünce karışıyor. Siyasi düşünce de Allah korusun bazen bir zalimi övmeye bazen de bir salih zatı yermeye kadar götürüyor. Bunlara dikkat etmek gerekir. Şöyle bir hadisi var efendimizin: ’Savaşı temenni etmeyin ama savaş başladığında da savaştan kaçmayın.’ Savaş başlamıştır. sekiz


ŞİİR

“SİYONİST DÜZEN”

METE KAAN YILMAZ

Parayı seven zengine tapan Fakirden alan zengine veren Sülük gibi kan emen Yok olsun siyonist düzen Faizin adı kar payı Edepsizliğin adı çağdaşlık Uyan artık Müslüman Yok olsun siyonist düzen Uzaklar yakın olsun Gönüller bir olsun Birleş artık Müslüman Yok olsun siyonist düzen Bir olup birlik olursan Sünnetten ayrılmazsan Kuran’ı rehber yaparsan Nihayet yok olur siyonist düzen.

dokuz


ŞIIR

“UMUT”

AHMET UĞUR TÜRKYILMAZ

Canlardan bir şeyler kopuyor, bilirim Aşktan ve umuttan yana Hayatta yaşamaya değer ne varsa bir bir, Tek tek çekiliyor bir girdabın koynuna, Sürükleniyoruz çıkmaz umutlara Varmadan daha bizler farkına... Bir umut işte Ansızın bir kanat çırpıntısı yüreklerde Gökleri fethederek inen yeryüzüne Bir umut ışığı saçıyor gençliğimizin Kalplerine, beyinlerine ve en önemlisi de Dokunuyor hislerine şefkat ile Yaşım daha on sekiz fakat Kırk yıllık fırtınalar işlemiş içime Sinsice ve Sessizce

on


onbir


KİTAP TAHLİLİ

“DARBE”

FURKAN YILDIRIM

‘Arkasındakilerle ve Türkiye’nin kayıplarıyla Darbe’ Kitabın isminden de anlayacağımız gibi aydınlığa, refaha giden ülkemizin önüne konan engeller, Türk siyasetinin önemli isimlerinden Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın ağzından kaleme alınmıştır. Gizli ve açık belgeleriyle karanlık 12 Eylül ve 28 Şubat dönemlerinin ana hedefi olan Milli Görüş hareketine oynanan oyunları açıkça göstermiştir. Yeniden Büyük Türkiye hedefini de gerçekleştirmek isteyen Necmettin Erbakan’ın gerek ağır sanayi hamleleri gerekse sosyal kalkınma hamlelerini kabullenemeyen Siyonist ve Emperyalist güçlerin nasıl tuzaklar kurduğunu basın ve STK’ları kullanarak yaptıkları “post modern’’ darbenin iç yüzünü açıkça ortaya koyuyor. Darbenin komutanlarının 12 Eylül öncesi ve sonrası tutumlarını, Kıbrıs Barış harekatının nasıl başarılı olduğu ve yapılması için verilen

mücadeleyi gözler önüne seriyor. 12 Eylül döneminde neler yaşandığını da detaylı anlatan Necmettin Erbakan Kenan Evren’in vatan millet derdi olmadığını ve darbenin dış güçlerce yapıldığını askerin de bu milletin evladı olduğunu açıkça gösteriyor. ‘Askerimizi eğitmeliyiz onlar da bu vatanın evlatları, olan bitenleri onlar da görüyor‘ sözüyle de durumu anlatıyor. Bu kitap darbelerin asıl amaçlarını, son yapılan 15 temmuz kalkışmasını tanıtmış oluyor. oniki


RÖPORTAJ

“MODERN PUTLAR”

Kıymetli hocam kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz? 1973 yılında Erzurum’un Horasan ilçesinde doğdum. İlk, orta ve lise eğitimime devam ederken bir taraftan da medrese eğitimi almaya başladım. 1999-2004 yılları arasında Mısır’da bulundum. Mısır’da hem Arapça’yı hem İslami ilimleri kapsayan bir çalışma içerisinde bulundum. 1994 yılında Sultangazi’de önce vakıf şubesi olarak sonra Hikmet Derneği adı altında sosyal çalışmalara başladım. 2010’da Siyer Araştırmaları Merkezi kuruldu. 2010 yılından bu tarafa kadar gerek halk irşadı gerek eğitim çalışmaları gerek talebe hizmetleri gerekse yazı onüç

MUSTAFA PALAK

çalışmaları içinde bulundum. Hocam dergimizin bu sayısındaki konumuz modern putlar üzerine. Evvela dergimizde put yahut tağut kavramlarını İslami açıdan tanımlayacak olursak nasıl tanımlayabiliriz? Tabi put meselesi önemli bir mesele Allah’a şirk koşma noktasındaki adımlar insanoğlunun başlangıcından itibaren hiç hayatlarından eksik olmamış. Mesela biz Kuran’da Maide Suresi’nde Hz. Adem’in iki oğlunun kıssasını okuyoruz. Orada Kabil’in yaptığı aslında Allah’a bir şirk koşmadır ve böylelikle bir alan ihlalidir . Bunun için ille de put


MUSTAFA PALAK

“MODERN PUTLAR”

deyince bizim aklımıza filmlerde izlediğimiz tahtadan, taştan yapılmış; insanların önüne geçip tanzim ettikleri şey gelmemeli. Put kavramı bizim zihnimizde güncellenerek yenilenmesi gereken bir kavram. Şöyle bir genel tanım aslında puta vermemiz lazım. Allah’a ait olan alanları paylaştığımız her ne ise bu puttur. Diyelim ki Allah’ın sevgisi sevgilerin en üstünde olması gereken bir şeydir. Eğer siz Allah’ı sever gibi bir şeyi severseniz -bu bir insan olabilir, bu bir karşı cinsten birisi olabilir, bir ideoloji olabilir, bir lider olabilir, bir fikir olabilir her ne ise- Allah’ı sever gibi sevgi adına yerine konumlandırdığınız onun adı puttur. Dolayısıyla Kuran o gün Mekke’deki bilinen putların isimlerini verir. Lat, Uzza, Menat, Necm Suresi’nde söyler, sonra Hz. Nuh’un döneminden sonra ortaya çıkan beş tane put ismini de verir isim vermeden Mekke’nin en meşhur putu olan Hubeli biz siyer kitaplarından okuruz, İshaf, Naile gibi putları okuruz. Peygamber döneminde Mekke’de 365 tane Kabe’de put olduğunu biliriz. Bunların hepsini biliriz ama bildiğimiz bir hakikat

RÖPORTAJ

daha var ki tağut dediğimiz kavram ki Kuran’ın kullandığı bir kavramdır. Allah’a ait olan alanı paylaştığınız her ne ise o odur ve onun yerini almıştır. Dolayısıyla biz put dediğimiz zaman bazen aklımıza bir şahıs da gelmeli bazen bir ideoloji bazen bir eşya gelmeli. Böyle genel bir anlama bürünmeli. Böyle anlarsak eğer bugün biz bu çağda putların yerini tespit edebiliriz. Yani biz La ilahe illallah kelimeyi tevhidini dediğimiz zaman üç alanı tevhide teslim etmemiz gerekir. O alanlardan bir tanesi uluhiyettir(Allah’tan başka ilah yoktur), birisi ubudiyettir(Allah’tan başka ibadet edilecek yoktur), bir diğeri de rububiyettir(Allah’tan başka hüküm koyacak yoktur). Bu alanlardan eğer herhangi birini birileriyle ihlal ettiğimiz zaman oraya konumlandırdığımız şeyin tahtadan, taştan olması gerekmez. O da puttur o da size put vazifesi görür. Bugün gençle- rimizin büyük bir kısmının hevasını put edindiklerini görüyoruz. Biz Kuran’da da bunu okuyoruz zaten. Onlar hevalarını put edinmişlerdir diyor. ondört


RÖPORTAJ

“MODERN PUTLAR”

Eğer insan şehveti, hevasını, hazzını, kulluk vazifesi olarak yaratılış amacının önüne geçirirse o da onun putu olabilir. Dolayısıyla bugün çağdaş putlar dediğimiz zaman çok çok şeyler sayabilirsiniz ama genel kavramın içerisinde biz böyle anladığımız zaman buna göre diğer her şeyi sınıflandırabiliriz. Geçmişten bu zamana kadar putların seyri nasıl olmuştur? Geçmişte insanlar neyi put edinirdi bugün neyi put ediniyorlar? Yahut her zaman aynı mı olmuştur? Şöyle bir genel ifade kullanmak lazım. Aletler değişir ama adetler değişmez. Aletler değişir evet, o gün için putların biraz önce söylediğim isimleri ve şekilleri vardı ama o gün Mekke müşriği o putu ne için kullanıyordu ise, hayatında o putu ne için istihdam ediyordu ise bugün de o maksatla başka şeyler kullanılabiliyor. Bir somut örnek vereyim iyice anlaşılsın. Mekke’nin en meşhur putunun adı Hubel idi. Hubelin asıl anlamı onbeş

MUSTAFA PALAK

kelime olarak da İbranice’den Arapça’ya intikal etmiş bir kelimedir habaldır aslında. Habal Er-Rab demektir Arapça’da. Er-Rab ne ise bir insanın hayatında Mekke müşriklerinin Hubele yükledikleri anlam odur. Mesela o put Mekke’ye gelir gelmez insanlar bir yolculuğa mı çıkacaklar, Hubelin önünde bir kura çekiyorlardı eğer git deseydi kuranın neticesi giderlerdi gitme deselerdi gitmezlerdi. Evlilik mi kuracaklar o evlilik için yapayım mı yapmamayım mı diye fal okları çekerlerdi eğer putun önünde çekilen o fal oku yap deseydi yaparlardı yapma deseydi yapmazlardı. Bugün de bu manada bu işi ihlal eden çağdaş putlar yok mu? Mesela insanlar kendilerine uğurlu sayılar ediniyorlar, insanlar kendilerine uğurlu eşyalar ediniyorlar. İnsanlar ideolojilerini bu hale getiriyorlar, helal haram koyma yetkisi sadece ve sadece Allah ve Resulünün iken bugün kendilerine Müslüman diyen nice insanlar helal ya da haram sınırlarını başkalarına koyduruyorlar. Bir bakıyorsunuz adamın bu manada


MUSTAFA PALAK

“MODERN PUTLAR”

hiçbir yetkisi yok. Bu yasaktır, bu haramdır, bu helaldir diyebiliyor ve ona ittiba eden(ona tabi olan) binlerce insan da bunu yapabiliyor. Allah’ın kitabında faiz haram değil mi? Kim bunu helal edebilir? Bunu helal eden kimse onun adı tağuttur. Allah’ın bir helalini haram kılmaya ya da haramını helal kılma yetkisini Allah peygamberinden başka kimseye vermemiştir. Peygamber de Allah’tan aldığını söyler zaten. O da haşa kendi kafasına göre bunu yapmaz. Dolayısıyla bu manada meseleye baktığınız zaman adetler aynı, yani bir put dediğiniz şeyin bugün 21. asırda etkisi 6. asırdaki putlarla aynıdır. Değişen bir şey yok sadece değişen araçlardır ve o araçlar da tabi ki değişecek. Belki bundan 10 sene sonra, 20 sene sonra, 50 sene sonra başka başka aletler çıkacak ortaya ama insanın hayatını işgal ettiği noktada eğer Allah’a ait olan alanları işgal ediyorsa, onlara da biz çok rahat bir biçimde put diye bakacağız ve nazarlarımıza öylece yerlerini konumlandıracağız.

RÖPORTAJ

Biraz daha genç kardeşlerimize dokunacak olursak, yani genç kardeşlerimizin kendine put edindiği şeylere somut örnekler verebilir misiniz? Mesela bugün bilgi dediğimiz şey puta dönüşmüştür. Bu bilginin bir tezahürü olan diploma, kariyer bunlar öyle bir hayatımızı işgal etmiş halde ki neredeyse bu konuda ilah nazarında bakılabilecek bir noktaya gelmiştir. Gençlerin büyük bir kısmının şehvet dediğimiz şeyi puta dönüşmüştür yani bu konuda sınırsız hareket edildiği için Hududullah’a riayet edilmeden yapıldığından dolayı bu hale gelmiştir. Karşı cinsle münasebette ister erkek kadınla ister kadın erkekle bu manada Allah’ın koyduğu sınırlar ihlal edildiği için birbirleriyle kurdukları o ilişki, o bağ Allah’ın istediği gibi olmadığı için birbirlerini puta dönüştürmüştür. Bunun gibi onlarca put örneği sayabilirsiniz.

onaltı


RÖPORTAJ

“MODERN PUTLAR”

Bugün mesela futbola yüklenen aslında olması gerekenden daha farklı bir anlam, birçoklarının dünyasında futbolu puta dönüştürmüştür. Kapitalizmin bugün bize dayattığı birçok şeyler var. Sanki zaruri eşyaymış gibi algılanan ve olmazsa hayatımızdan büyük bir parçanın yok olduğu anlamında oluşturulan algıdan dolayı hayatımızı işgal eden birçok eşya bugün puta dönüşmüştür. Dolayısıyla en başta söylediğimize yeniden dönmemiz lazım Allah kendisine ait bir alan tayin ediyor ve o alanda da başka hiçbir ortaklık kabul etmiyor. Yani siz deseniz ki; bir mümin olarak, %99 Allah’ın olsun ama %1’ide başka bir şeyin olsun. O %1 olarak ayırdığınız parçanın adına Kuran şirk diyor. Bunun oranının %10 olmasıyla %90 olmasının arasında bir fark yoktur. Allah’a ait olan alanı bir şey ile paylaştığınız anda onun adı şirk oluyor ve şirk büyük bir zulüm oluyor. Çünkü siz haksızlık etmiş oluyorsunuz. Allah’ın hakkına tecavüz etmiş oluyorsunuz. Öyle olduğu için buna kapılonyedi

MUSTAFA PALAK

mamak adına Allah’a ait olan alanların çok ciddi bir biçimde tespit edilmesi gerekir. Sadece tevhidi inanç bağlamına sıkıştırmamak gerekir. Sevgide tevhid, korkuda tevhid, ümitte tevhid, beklentide tevhid… Bunların hepsinin alanlarında tevhidi hakim kılmak gerekir ki puta, putçuluğa, putlara ait olan herhangi bir şeye hayatlarımızda yer kalmasın. İnsanlar farkında olmadan da putlara tapabiliyor mu? Yahut bazı şeyleri putlaştırabiliyor mu? Bunlara karşı nasıl önlemler alabiliriz? Nasıl mücadele edebilir? Birçok insan farkına varmadan bunu yapar. Çünkü zihninde put deyince aklına hep miladi 6. asırdaki araçlar kaldığı için ben bugün ne yapabilirim ki put adına diye düşünür. Mesela diyelim ki biz bugün televizyonda bir belgesel izlerken bir Budist’in Buda heykelinin karşısındaki tanzimini 21. asırdaki bir insan olarak bu kadar akılsızlık olur mu diye yorumlarız ya da diyelim ki bir Hindu’nun bir ineğe kar-


MUSTAFA PALAK

“MODERN PUTLAR”

şı saygısı ve tanzimini yadırgarız. Bu insan nasıl olur da bunu yapar diye düşünürüz ama inanın tam anlamıyla bu işin muhasebesini yaparsak bugün bir Hindu’nun ineğe karşı olan yaklaşımının aynısı bizim hayatlarımızda da var. Değişen sadece inektir. Sen hayatında bir şey eksildiği zaman ortalığı velveleye veriyorsan, tevekkül anlayışı zedelenmişse, teslimiyet anlayışı zedelenmişse, helal ve haram çizgileri birbirine karışmışsa, senin hayatında belki bir inek yok ama senin hayatında da başka bir şey var onun yerini gasp eden. Dolayısıyla burada bizim zihnimizde güncelleştirmemiz gereken en önemli şey bu manada şirk dediğimiz; Allah’ın düşman olduğu ve affetmeyeceğini söylediği günahın hayatımızda olup olmadığı konusunda ciddi bir muhasebedir. Bu muhasebeyi iyi bir şekilde yaparsak eğer tespit edebiliriz yani bunu herkes bilir. Kalbimizin ayarını başkası bilmez ama biz kendimize döndüğümüz zaman bilebiliriz. Bugün Allah ne kadar hayatımızda ve kalbimizde Cenab-ı Hakka ait olan

RÖPORTAJ

şeyleri biz ne kadar muhasebesini yaparak tesisini yapmışız, sergilemişiz? Bütün bunlar meselenin aslında muhasebe boyutunda bizim vardıracağımız nihai noktada işin selameti açısından mesajlar verir. Genelde, sistemin getirisi ile bazı şeyleri putlaştırıyoruz diye söylediniz. Bu konuda şimdiki ve gelecek nesillere ne gibi bir bakış açısı sunabilirsiniz? Bizim gençlerimizin şunu çok iyi anlamaları lazım. Değerler sıralamasını ancak ve ancak Kuran ve sünnet inşa edebilir. Eğer biz değerler sıralamasında bir şeye verilecek kıymet ve değeri başka şeylere eğer bırakırsak, başka şeyler onları sıralamaya koyarlarsa orada ortaya çıkacak netice zulümdür. Şimdi Allah’ın kitabına sordunuz, peygamberin hayatına, sünnetine sordunuz, size bir sıralama ortaya koydu. Çünkü peygamberlerin gönderiliş gayelerinden bir gaye de dünya ahiret dengesini temindir. Dünya ahiret dengesinin temininin anlamı işte o onsekiz


RÖPORTAJ

“MODERN PUTLAR”

değerler sıralamasının anlaşılmasıdır. Şimdi daha somut bir örnek vereyim ki gençlerimiz daha iyi anlasın. Bir resmi daireye girdiğiniz zaman eşyaların hepsi kayıt altına alınmıştır. Bazılarının üzerinde kırmızı, bazılarının üzerinde yeşil, bazılarının üzerinde başka renk etiketler vardır. Oralarda o etiketlendirmeleri renklere göre yangında ilk kurtarılacak eşyalar diye sınıflandırırlar. Neden? Çünkü orada önemli bir eşya vardır. Onun yangından ilk kurtarılması gerekir. Maddi planda bu böyle iken aslında uhrevi anlamında da yani dinimize ait meselelerde de Cenab-ı Hak böyle sınıflandırmıştır. Yangında 1. , 2. ve 3. öncelikli olanlar böyle bir sıralamaya tabi tutulmuştur ki onun adıdır değerler sistemi. Siz bunu peygambere söylettirirseniz, efendimizin kutlu sözlerinde bu var. Allah’ın onuncu sıraya koyduğunu birinci sıraya koyamazsınız. Koyduğunuz anda orada zulüm işlemiş olursunuz. Onuncu sırada olması gerekeni yüzüncü sıraya bırakamazsınız, yüzüncü sırada olması gerekeni beşinci sıraya ondokuz

MUSTAFA PALAK

alamazsınız sıralama neyse ona göre olmalıdır. Bugün bir genç de eğer kulluk adına bir ıstırabı varsa bunu Sünnet-i Muhammed’den ortaya çıkarmalı tespit etmelidir. Bu sıralama ortaya çıktığı anda işte bu konuda kendisine bir yol edinmiş olur ve uca buca sapmaz artık. Çünkü, sıralama ona bir yol tayin edecektir, yangında kurtarılması gereken öncelikli eşyaların neler olduğu ortaya verecektir. O da dinini iffetini bir başka hassasiyet geliştirecektir. Dolayısıyla bizim yapmamız gereken aslında bu. Keşke bunu bütün gençlerimize yaptırabilsek, keşke bunu çok daha fazla gündem edip değerler sıralamamızı Allah’ın kitabına göre tekrardan tanzim edebilsek. Sadece bunu yapsak bile hayatımızda ne puta ne tağuta ihtiyaç bırakmayacak kadar selim ve salim bir biçimde bir tevhid akidesini inşa etmiş oluruz.


MUSTAFA PALAK

“MODERN PUTLAR”

Son olarak bu hususta Anadolu Gençlik Derneği gibi çalışmalar yapan toplulukların, üniversitelerde özellikle gençler arasında bu hususta ve genel manada üzerine düşen görevler nelerdir? Gençlere özellikle sizler, işin farkında olan, şuurunda olan gençler olarak bu işin farkında olmayanlara bu işleri hatırlatma gibi bir sorumluluğunuz var. Elhamdülillah yapıyorsunuz ama daha ötesini yapmamız lazım. Çünkü bugün üniversitelerde ciddi bir potansiyel var ve biz bu potansiyelin çok az bir kısmına hitap edebiliyoruz, çok az bir kısmına İslama ait bazı şeyleri anlatabiliyoruz. Ne yapıp edip peygamber metodu ve yöntemi olan birebir insan kazanma ve birebir insanla ilgilenme adına hepinizin bir gayret içinde olmanız lazım. Efendimiz belki de defalarca kovulduğu kapılara yeniden bir kez daha gitti. Bizim bugün de yapmamız gereken de budur. Sizler gideceksiniz bu işlerden habersiz olanlara, imanla bağını hafifletenler,

RÖPORTAJ

kopartanlara Kuran’la hiçbir şekilde bağ kurmamış olanlara bu işin ehemmiyetini anlatacaksınız ve çağdaş putları o insanların dünyasından taşıyıp onların da bu çağın İbrahim’i olması adına bir yol açacaksınız. Şu anda putlar yine var ama putlar karşılarında elinde balta olan İbrahimler bekliyor. O İbrahimler siz olacaksınız ve bu işten habersiz olanların ellerinde, yüreklerinde ve hayatlarındaki var olan putları kırabilecek baltaları siz vereceksiniz. Aslında bugün yapmamız gereken şey budur. İnşallah bu konuda daha kapsamlı çalışmalar yaparak bu çağın gençlerinin dünyasında bu farkındalığı oluşturarak kaybettikleri ve unuttukları yerleri ve yolları onlara gösterip tayin edip bu manada onların da Allah’ın istediği bir kul olma adına gayret içerisinde olacaksınız. Allah yar ve yardımcınız olsun.

yirmi


DENEME

“MODERN PUTLAR”

Tarih değişti; insanlık gelişti, ilerledi. Çağlar eskitildi, yenileri açıldı. Sürekli bir gelişim ve değişim içerisinde olan insanoğlu,ne yazıktır ki eskilerde yaptığı yanlışları da günümüze taşıdı. Hamzalar(ra) Ömerler(ra) boş durmadı, Ebu Cehiller, Ebu Lehebler de batıl için çalışmaya devam ettiler. Ebu Hureyreler (ra), Enes bin Malikler(ra) efendimizin yaşantısını,sünnetini günümüze taşırken, Ebu Cehiller batılı, şirki günümüze taşıdılar. Günümüzde batıl için çalışan Ebu Lehebler,Ebu Leheb olduklarının farkında değil, Allah’a şirk koşanlar yirmibir

BEKİR KESKİN

şirke düştüklerinin, çünkü çağımızdaki putlar o kadar sıradanlaşmış ki, insanoğlu onu yönettiğini zannederken, aslında onun kölesi olduğunun farkına bile varamıyor. Makama, paraya, kadına, şöhrete,güce ve belki adını hatırımıza dahi getiremeyeceğimiz birçok şeye taptığının farkında olmuyor. Belirli ücret mukabilinde kendisinden istenilen her şeyi yapmaya hazır olan insanoğlu, Allah için bir şeyler yapması gerektiği dile getirilince “yorgunum, daha gencim, hazır değilim” demekten geri kalmıyor ve bunları kendisine tavsiye eden şahsı anlamıyor, anlayamıyor.


BEKİR KESKİN

“MODERN PUTLAR”

Pek tabi gözünü makam hırsı bürümüş, bir koltuğa oturabilmek için varını yoğunu ortaya koyan insanlar, hayallerini şehitlik makamıyla süsleyen İslam’ın çocuklarını nasıl anlayabilirler? Güce sahip olmanın, şöhret ve ün kazanmanın; Allah’ın rızasını kazanmanın yanında nasıl bir mahiyeti olabilir ki? Makamı, şöhreti, gücü, hakkı gözeterek kullanmamanın ne büyük bir hata olduğunu bilseler… Bu dünyanın geçici olduğunu…”Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan ibarettir.Ahiret yurdu,işte asıl hayat odur,KEŞKE BİLSELERDİ.”(Ankebut-64) Günümüzde bu modern putların yanında maalesef ki dünya hayatının neredeyse her döneminde tapılmış taştan putlar da bulunuyor.Kendi yaptıklarına tapan insanlar ve kendilerinin seçmiş olduklarını putlaştıran insanlara bile tövbe kapısını kapamayan Rabbimize sonsuz hamdü

DENEME

senalar olsun. Halk tarafından seçilmiş olup, oturduğu koltuğu ve makamı putlaştıran; kendisini, vekili olduğu halktan üstün gören insanlara da tövbe kapısını kapamayan Rabbimize hamdolsun. Rabbim putların ve putlaştıranların sonunu görmeyi bizlere nasip etsin, bu büyük yanlışın içinde olanlara da hidayet nasip etsin. Batıl zail olmaya mahkumdur. Asım’ın nesli tükenmez biiznillah. Filler çoğalsın…Ebabilden umut kesilmez Firavun azsa da, Nil’den umut kesilmez. Zalimler ölmüyor diye yese kapılma Sabret hele…Azrail’den umut kesilmez. Abdurrahim Karakoç

yirmiiki


DENEME

“BİSMİLLAH”

NEZİR ALTUĞ

Bismillah

Akıbeti çok mühim mi? Evet

Döndük, dolaştık, gel-

mühim, lakin an itibariyle o

dik yine kaybettiğimiz haslet-

safhaya eremiyoruz. Pekala

lerimizden birisine.

vaktiyle bu diyarların vazgeçilmezi olan bu dostluklara

Son zamanlarda ne

niye şimdi sahip olamıyoruz?

kadar da çok konuşur olduk

Zamane gençliğinin, çağdaş-

kaybettiklerimizi. İyi mi kötü

larımın dostluklara ihtiyacı

mü bilemedim. Kazanımla-

mı yok ? Biricik oyuncağı

rımız hiç yok mu, yoksa ten-

olan telefonu mu yarenlik

kit etmeyi seven ve meslek

ediyor ona? ‘refik’i, ‘refika’sı

edinmiş bir millet olduğu-

bu oyuncağı mı oluverdi bir

muzdan mı konuşuruz yine

anda?

bilemedim.

yirmiüç

Vaktiyle bu diyarlarda

Niceler, nice cevaplar

verdiler, nice sebepler saydı-

pek çok dostluklar kurulmuş,

lar bu duruma. Acizane ben-

yürümüş ve yıllarca sürmüş.

deniz de bu vesile ile şuraya


NEZİR ALTUĞ

“BİSMİLLAH”

bir sebep koyuvereyim.

DENEME

Rabbime hamdolsun

ki gençliğimizin bir kısmında

Vaktiyle bu diyarlarda

büyüklerimizin bir nasihatine

‘vakıf’ kültürü var imiş. Pek

kulak kabarttık ve Millî Genç-

tabi vakıf olunca ‘vakıf insan’

lik Vakfı çatısı altına sığındık.

da var imiş. Vatan toprağının

‘İyilerle beraber olunuz’ dedi-

en ücra köşesine kadar mı

ler biz de işittik.

var imiş? Evet efendim, var

imiş. Sivaslı bir ‘dost’ anlat-

dostlar edindik ardımızı aynı

mıştı. Vaktiyle köylerindeki

taşa yasladığımız. Çevremiz-

caminin halıları senede bir

den çokça dostlar edindik

defaya mahsus olmak üzere

kendisi bilfiil içerisinde olma-

köyün hatun kişileri tarafın-

sa da anasından, babasından,

dan derede yıkanır imiş. İşte

dedesinden vakfedebilmeyi

bu durum ‘vakıf insan’ı izah

öğrenmiş olan.

İşte bu sayede pek çok

eder. Tabii yekpare makine halısı icat olunmuş ve süpür-

Ön kabul ne imiş öyley-

ge bulunagelmiş ve bu adet

se, vakfolunmuş insan imiş.

bitmiş. Hasılı, imece bir vakıf mamülüdür bu diyarlara

Bir ‘dost’ tavsiyesi

miras kalan. Tam teşekküllü

olarak; merhum Fethi Ge-

müdür? Hayır fakat vaktini,

muhluoğlu’nun kaleminden

çabasını, hayatından bir şey-

‘Dostluk Üzerine’ kitapçığını

leri veya tamamını başkaları-

okuyuveriniz.

na harcayabilmektir vakıf.

yirmidört


DENEME

“EL CEZERİ”

Yaratılıştan aciz ve muhtaç olan insan, kendi üzerindeki yükü hafifletmek için tarihten günümüze sürekli bir araştırma içinde olmuştur. Amacı enerji ve zamandan en yüksek oranlarda tasarruf sağlayarak en verimli işi el etmektir. Eşyayı incelemiş, onu en etkili şekilde kullanmaya gayret göstermiştir. Sonucunda mühendislik ilimleri doğmuştur. Mühendislik kelime kökeni bakımından ‘geometri ile uğraşan’ anlamına gelen Arapça hendese kelimesinden türemiştir. Eski zamanlarda toprak paylaşımı, mimari, basit makinelerin yapımı gibi temel amaçlarda uygulanan mühendislik, bilginin aktarılması ve birikmesi sonucu gelişmiş ve girilen komutlara uygun eylemyirmibeş

MUHAMMED ÖMER İBİŞ

ler yapan ve bu eylemleri denetleyen mekanizmalar ortaya çıkmıştır.

İnsan aklına komutlar ve denetleme bilgisayarları getirmektedir. Ancak bilgisayarın icadından yüzyıllar önce robotlar ve kimi otomatik sistemler kodlar ve elektrik olmadan sadece mekanik ilimler yardımıyla geliştirilmiştir. Öncelikler kendiliğinden otomatik sitemler meydan


MUHAMMED ÖMER İBİŞ

“EL CEZERİ”

gelmiştir. El-Cezeri ‘’kendi kendine çalışırken, kendi kendine dengeler kuran ve ayarlamalar yapan sistemler’’ kurarak otomasyon tarihinde önemli bir yere sahip olmuştur. Ayrıca bilgisayarın temellerini atan alim ve dünyanın ilk sibernetik bilginidir.

ve otomatik çocuk oyuncakları gibi birçok makine tasarlamıştır. Makineleri misallendirelim:

DENEME

Abdest Otomatı:

Tam ismi, Ebu’l-İz İbni İsmail İbni Rezzaz El-Cezeri’dir. Cizre Tor (Dağkapı) Mahallesi’nde doğdu. Türkçe, Arapça, Farsça ve Latince bilirdi. 60 makinenin mucididir. Eserlerini aktardığı iki kitabı bulunmaktadır.

En ilginç otomat makinele Verimli hayatının rinden bir tanesi Artukoğbüyük başarılarına karşın lu hükümdarının buyruğu son derece alçak gönüllü üzerine yaptığı ‘’ Otomatik bir üslubu olan El-Cezeri, Abdest Alma Makinesi’’dir. eserlerini Arapça yazar. Artuk hükümdarı, makineArtukoğulları sarayında nin yanına yaklaştığı anda görev yapmıştır. Robot, sa- ‘’Otomat Adam’’ elinde atler, su makineleri, şifreli tuttuğu testiden hükümkilitler ve kasalar, termos darın eline su dökmeye yirmialtı


DENEME

“EL CEZERİ”

MUHAMMED ÖMER İBİŞ

başlıyordu. Hükümdar, abdest alma işini tamamladığında ‘’Robot Adam’’, bu kez diğer elinde tuttuğu havlu ve tarağı hükümdara uzatıyordu. Robot Hizmetçi: El-Cezeri misafirlere ikramda bulunan makineler yapmıştır. Otomatik Tavus Kuşlu İkram Makinesi’nde, tavus kuşunun ağzından dökülen su, hükümdarın ve konuklarının ellerini yıkamasını sağlıyordu. Bu yıkama süresince havuzda toplanan suyun kaldırdığı şamandıranın harekete geçmesi ile yukarıda makinenin ortasındaki gizli bir kapıdan Otomatik Hizmetçi elinde, içecek ya da meyve çömleği ile çıkıyordu. Konuklar hayret dolu bakışlar ile bu içecek ve meyveleri alınca, bu kez Otomatik Hizmetçi aynı gizli kapıdan yirmiyedi

içeri çekiliyordu. Onun yerine elinde Havlu Tutan Otomat ortaya çıkıyordu. Konuklar şimdi ellerini yıkayıp, Robot Hizmetçi’nin uzattığı havlu ile kurulanabilirdi.


MUHAMMED ESAD ÜNAL

‘Gitme oğlum.’ dedi derviş, ‘Gelemezsin!’ Betonarme mülkiyet mabedlerinin gaye olduğu, kalbe sevda diye yerleştiği, takdir edildiği ve örnek gösterildiği böyle bir zaman-mekân ikilisinde çokları dostluklarını ve güzel hasletlerini yitiriyor. Nefsinin ve iştihasının peşinde fikirden istifa etmek, vicdanı ile mutabakat sağlamak istiyor. Hak Dinimiz İslam ise zaman geçtikçe, kıyası abes bir noktada, hakikati daha ışıltılı parlatmış; gün yüzüne çıkartmış. Sanki bugünün buhranlı gencine hitap edercesine ‘Akletmez misin?’ diye soruyor. Kulu, şakasının bulunmadığı bir imtihanla yüzleştiriyor; pek güzel mükafatları, pek şiddetli cezaları seçenekler olarak sunuyor. ‘Ok yaydan çıktı, bu işittiğimiz kıyametin ayak sesleridir. Gecelerden bereket çekiliyor, kalemler bir bir kırılıyor ve kemiyet keyfiyete tercih ediliyor, kelimeler sükut ediyor. Tam bu nokta-

“DERVİŞ”

DENEME

da tefekkür; insana, insanın bir ihtiyacı olarak farz kılınıyor. Arapça ‘fkr’ kökünden gelen bu kelime düşünme, düşünüş, düşünce kelimelerini kapsıyor. Örnek şahsiyet efendimizin Kur’an’ın tatbikatı olan yaşantısında görülüyor, hadis-i şeriflerle de destekleniyor. Tatbikatta ise yaratılış gayesi üzerine fikir etüdü olarak sıkça karşımıza çıkıyor. Namazın, ibadetin, hayatın ve ölümün ve bütünüyle bir dünyanın ilminin temel prensipleri muhattap olduğu insanla buluşuyor. Bütün bunlara hakim tefekkür enfüsi ve afaki olmak üzere başlıca iki metodu bulunuyor; zaman, mekan ve karaktere bağlı olarak çoğu zaman biri diğerine baskın çıkıyor. Tümleçlere sığdırılmış dizinlerin ötesinde kişinin yakinini artırıyor, kişiyi manevi hastalıklardan arındırıyor, olgunlaştırıyor, makamını yüceltiyor; inşallah Rıza-yı İlahi’ye nail ediyor. (Dahası ehliyeti bulunan makamlara sevk edilmiştir.) yirmisekiz


DENEME

MUSTAFA SAİD OKUTAN “ARANAN GENÇ ADAMLAR”

Hz. Ömer için anlatılan kıssada sahabe efendilerimizden bir grupla arasında geçen sohbetten bahsedilir. Hz. Ömer odadakilerden birisine sorar ‘Eğer Cenab-ı Allah duanı kabul edecek olsaydı ne isterdin?’ diye. O zat da bu oda dolusu gümüş isterdim, sonra da onu Allah yolunda infak ederdim der. Sonra Hz. Ömer bir başkasına da aynı soruyu sorar. Sorunun muhatabı olan zat ‘ben de bu oda dolusu altın ister ve onu Allah yolunda infak ederdim’ der. Bu cevapların üzerine odadakilerden biri de ‘peki ya Ömer sen ne isterdin?’ diye aynı soruyu sorar. Bunun üzerine Hz. Ömer ‘ben de bu oda dolusu Talha, Osman, Ali ister ve onları Allah yolunda görevlendirirdim’ der. Bu kıssadan ve buna benzer kıssalardan da anlayacağımız gibi vasıflı-yetişmiş kadrolar her zaman yirmidokuz

aranmıştır ve aranmaya devam edecektir. Bir insanın hayatında fedakârlık konusunda en cömert davrandığı zamanı gençlik dönemidir. Ve bu dönem aynı zamanda insan hayatında vakit sıkıntısının en az yaşandığı dönemdir. Dünyevi kaygıların az olduğu bu dönemde insanlar çabuk kararlar alır ve aldığı kararların peşinden sonuna kadar gider. Bu sebeplerden dolayı bütün hareket ve oluşumlarda hareketin sürükleyici gücü gençlik olmuştur. Gençliğin, bu yönlerini ve vaktini Allah’ın rızası doğrultusunda kullanması sonucunda genç dava adamları ortaya çıkmış olur. İnsanların pek azı gençliğinin önemini fark eder. Bu aksiyon döneminin önemini anlamak ve hesabını verebilmek kolay bir mesele değildir. Resulullah (sav), bir hadisinde ahirette cevap vermeden insanın


MUSTAFA SAİD OKUTAN

“ARANAN GENÇ ADAMLAR”

bir adım dahi atamayacağı sorulardan bahseder. Bu sorulardan birisi “gençliğini nerede tükettin” sorusudur. Ömrünün en güzel zamanını nerede ne için tükettin? Dünyalık bir takım işlerin peşinden mi koştun? Yoksa dünyayı ahiretin tarlası olarak görüp rabbinin rızasına uygun mu yaşadın? Bu soruların cevabını veremeden bir adım dahi atılamayacağının haberini verir Allah Resulü. İşte dünyasını ahiretin tarlası olarak gören gençler, aranan genç adamlardır. Onlar fakültesinde, sınıfında bir kardeşine daha hakkı anlatmanın, bir kardeşine daha doğruyu, güzeli göstermenin derdindedirler. Onlar, inancı ve idealleri uğrunda dünyalarından vazgeçebilenlerdir. Onlar bir kimsenin hidayetine vesile olmanın, dünyanın içindeki her şeyden daha hayırlı olduğuna iman eden kimselerdir.

DENEME

Fedakârlık yapabimek kolay bir mesele değildir. Zaten kolay bir mesele olsaydı aranan genç adamlar olmazdı. Gayenin rızayı ilahi olduğu en ufak bir işte dahi şeytan sağdan soldan öyle yaklaşır ki dünyalık bir şeyi -gelip geçici olan- o kadar sevimli gösterir ki, insan hayırlı işlerden geri kalır veya üzerine almış olduğu bir sorumluluğun gereğini yapamaz, ya da çoğunun yaptığı gibi bir dünyalığın peşinden sürüklenir gider. Kısacası, içinde bulunduğumuz gençlik dönemi hayatımızın en önemli kısmıdır. Eğer bizler bu dönemi Rabbimizin emirleri ve Efendimiz ’in (sav) sünneti doğrultusunda şekillendirebilirsek inşallah kurtuluşa erenlerden olabiliriz.

otuz


DENEME

“GERİDE KALAN İNCİLER”

Hiç şüphesiz Osmanlı dönemi, milletimizin; kültür, edebiyat ve bilim yönünden büyük gelişim gösterdiği zaman diliminin başını çeker. Peki, ecdadımıza ait unuttuğumuz gelenekleri ve âdetleri hiç merak ettiniz mi? Osmanlı dönemine ait bir kaç âdeti görünce ecdadımızın ne kadar kibar, ne kadar düşünceli ve ne kadar alçakgönüllü olduğunu anlayabilirsiniz. İşte birbirinden güzel birkaç Osmanlı âdeti; O dönemler bir evde hasta veya uyuyan bebek varsa pencere önüne saksı konur, sokaktakilere otuzbir

MEHMET YILMAZ

mesaj verilirdi. Çocuklar dahi buna saygı gösterir, oyunlarını başka tarafta oynarlardı. Seyyar satıcılar bağırmadan geçerdi o mahalleden. Şimdi ise seyyar satıcının kalmadığına mı üzülelim, çocuklarımızın sokağa çıkıp oyun oynamamasına mı yoksa sokaktakilerin birçoğunun saygısız oluşuna mı? Evler mümkün mertebe kıbleye dönük inşa edilirdi. Eğer ön kısmında boş arazi olan binaların dibine yeni bir yapı kon-durulacaksa, önce o evin sahibinden helallik alınır ve akabinde güneşini


MEHMET YILMAZ

“GERİDE KALAN İNCİLER”

engellemeyecek şekilde yapılmasına özen gösterilirdi. Şimdiki gibi daha çok daire hırsıyla insanların şifa kaynağı olan güneş engellenmezdi. Ebru, hat ve çini sanatları özellikle camilerde fazlaca kullanılırdı. Sosyal aktivite olarak özellikle bayanların en çok tercih ettiği sanatların başında gelirlerdi. Günümüze nazaran; altın günü ve matine gibi toplantılar o dönemler yoktu. Hanımlar, vakitlerini ilim ve sanata ayırıyorlardı. Kıraathaneler, bugünkü anlayıştan oldukça uzaktı. Okey, tavla, pişti gibi oyunların oynatıldığı yerden daha çok Cuma çıkışları erkeklerin sohbet ettikleri mekân olarak kullanılırdı. Ayrıca kıraat kelimesi “okumak” anlamına geldiği için “kıraathane” geleneği, Kur’an okunan

DENEME

yer olarak da kullanılıyordu. Şimdi ise sorumsuz ve şans oyunu düşkünü erkeklerin uğrak mekânı halini almış vaziyette. Osmanlı’da ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan zimem defterini, veresiye defterini, çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele say¬faların yekûnunu yaptırıp, “Silin borçlarını! Allah kabul etsin” der, çeker gider¬di. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi. Sadaka taşları, taş bloklardan oluşan ve genellikle cami veya türbe köşelerin¬de bulunan, ortası çukur, bir buçuk-iki santimetre yüksekliğinde taşlardı. Bu taşlar Osmanotuziki


DENEME

“GERİDE KALAN İNCİLER”

lı’da sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerin umut kapısıydı. Fakirler dilenmekten, zenginler riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alıp, geriye kalanını kendisi gibi bir başka fakire bırakırdı. Şimdi ise eller çelik kapılardan içeri uzanır, zenginler ise daha zengin olmanın derdine düşer oldu. Osmanlı kapılarının tokmakları bile başlı başına bir kültür olup, Osmanlı insanının sosyal hayata bakışının bir simgesidir. Osmanlı insanı, hayata “helâl” ve “haram” perspektifinden bakardı. Kapı tokmakları bile bu hassasiyeti yansıtırdı. İç içe ya da üst üste bindirilen tokmaklardan biri kalın, diğeri ise ince ses çıkarırdı. Erkek konuklar kalın ses çıkaotuzüç

MEHMET YILMAZ

ran kapı tokmağını, kadın konuklar ise ince seslisini kullanırlardı. Böylece ev sahipleri, kapıdaki misafirin kimliği hakkında bilgi sahibi olur ve ona göre karşılarlardı. Aslında bu bir kaç örnek ile dahi nereden nereye geldiğimizi görebiliyoruz. En azından bu bir kaç örnek yaşadığımız hayatı bizlere sorgulatıyor. Neden bu haldeyiz? Nasıl bu hale geldik? Bu hale gelmemizi isteyenler kimler? Bu halden nasıl kurtuluruz? Bizi bu şekilde kültürümüzden, birbirimizden, yardımlaşma ve dayanışmadan velhasıl Müslümanca yaşamaktan uzaklaştırmak isteyen ehl-i küfrün oyunundan nasıl kurtuluruz derdine düşmeliyiz. Ancak bu şekilde, yani ‘’helal ve haram perspektifinde’’, yaşarsak eğer huzurlu ve mutlu yaşayabiliriz.


otuzdรถrt


DENEME

“GARIPLERIN DAVASI”

Bismillahirrahmanirrahim Sözlerime yüce Mevlama Hamdu senalar ve habibi olan iki cihan serveri Muhammed Mustafa’ya (s.a.v) salat getirerek başlarım. İslam garip olarak başladı yine garip olacaktır diyen Resulullah’ın (s.a.v) da dediği gibi İslam yine gariplerin davası haline dönüştü son zamanlarda, peki burada garipten kasıt nedir? “Garib” uzak olan demektir. Güneş, bizden uzaklaşıp kaybolduğu için “Güneş gurub etti.” denilir. İslam davasının garipler davası olmasının sebebi ise gerçek İslam anlayışının gitgide ekseninden kopması sonucu ümmetin buhrana uğraması ve haliyle bunu da idrak edebilecek ve de bilhassa kalbiyle tasdik edebilecek potansiyelin sadece insanlığın garip otuzbeş

ÖMER COŞKUNÇELEBİ

olanları olması hasebiyledir. Kalp ile tasdik edebilmemiz içinse bu dünyadaki varoluş gayemizi idrak etmemiz bilhassa önem arz etmektedir. Nedir bu hayattaki insanın varoluş gayesi? Nice insan Âdem’den (a.s) bu yana imtihan halinde... Kimi imtihanın farkında ve de haliyle bu imtihanı güzel bitirmeye çalışıyorken nice insan ise daha imtihanda olduğunun farkında bile değil. Bu dünyada daha varlığının amacını idrak edemeyen bu güruhu yüce Mevla’mız kitabında BELHUM ADALL(canlı varlıkların en aşağılık seviyesi) sıfatı ile tasvir ediyor. Allah-û Teâlâ, Tin suresinin 4. ve 5. Ayetlerinde şöyle buyurur: “Gerçekten biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu(bazı fertlerini) aşağıların en aşa-


ÖMER COŞKUNÇELEBİ

“GARIPLERIN DAVASI”

ğısına çevirdik”. Bu iki ayetin ifadesinden anladığımız üzere; yüce Mevla’mız, insanı ruh ve beden bakımından tüm canlılar içinde en muntazam bir surette yaratmıştır. Bu yaratılıştan sonra insan hür iradesiyle ya İlahi çizgilere uyarak en güzel surete lâyık olarak kalacak ya da aksi yönde hareket ederek canlı varlıkların en aşağı seviyesinde yerini alacaktır.

DENEME

olsun bizleri de kendisine layık bir ümmet eylesin). Habibi kibriyanın bu ilahi çizgilerin zirvesi olarak tanımladığı “emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker”se, ahir zamanın son demlerinde ümmetin neredeyse tamamı tarafından adeta görmezden geliniyor. Peki, “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker ” den kasıt nedir?

İyiliği emretmek ve Yüce Mevla’mız bizkötülükten men etmek(leri elbette en güzel suret- CİHAT) anlamına gelen bu lerle yaratmıştır. Korunup söz kendini Allah rızası için sakınanları görmek için biz- adama davasının adıdır. leri imtihana tabi tutmuş, Bu dava bize tüm peygamhidayet yollarını açmış ve berlerimizin bilhassa da cennetine ulaşalım diye son peygamberimiz Mude cennet kılavuzları gönhammed Mustafa(s.a.v.)’in dermiştir. Son peygamber emanet bıraktığı davadır. Muhammed Mustafa (s.a.v) Bu dava öyle üç beş kişinin da diğer peygamberler feraha kavuşması için oluşgibi kendi görevini (Emr-i muş bir dava değildir. Bu bi’l ma’rûf ve nehy-i anil dava kendisi için istediğini münkeri) en iyi şekilde ihya dünyanın her neresinde edip, ahirete intikal etmiştir olursa olsun her kardeşi (Allah ondan her daim razı içinde istemektir. Bu dava otuzaltı


DENEME

“GARIPLERIN DAVASI”

tüm dünyanın saadetinin adıdır. Ümmet-i Muhammedin ahir zamanın son safhalarında bu denli acı çekmesinin sebebi nedir? Nedir bizi bu denli buhrana sürükleyen? Ne yaptık onca kardeşimizin acımasızca şehit edilmesine karşın, elimizden ne geldi onbinlerce bacımızın ırzına geçilmesini seyretmekten gayrı, peki ya binlerce günahsız çocuğun acımasızca katledilmesini kınamaktan başka... Vallahi bu dünyada bu ırkçı emperyalist zihniyet devam edip bu düzen içinde hiçbir şey yapmadan bu çarklar altında son nefesimizi verirsek “mazallah” ahirette hesabını veremeyeceğiz yükler altında kalacağız. Bundan ötürüdür ki biz bu davanın garipleri olmaya aday olanlara çok büyük bir otuzyedi

ÖMER COŞKUNÇELEBİ

görev düşüyor. Son zamanlarda yaygın olarak cihaddan uzak bir İslam anlayışıyla yaşamak, biz Müslümanlara neler kaybettirdi? Bu soru karşısında vereceğim cevap o kadar üzücü ki. Aslında ne diyeceğimi bilemiyorum. Ne yazık ki, biz cihadsız bir yaşamla ümmet kardeşliğimizi yitirdik ve de hala bunun farkında olmayan onca insan var ki bu acziyetimizden Allah’a sığınırım. Şu an İslam toplumuna ’neden yanı başında ki kardeşin için bir şey yapmıyorsun?’ diye sorsak en duyarlı olanlarının bile çoğundan alacağımız cevap şunlardan farksızdır: ‘Ne edelim içimiz kan ağlıyor.’ ‘Hele bir zamanı gelsin inşallah bunların hepsinin hesabını soracağız.’ ‘Allah’ın izniyle bir 20 seneye kadar zaten ekonomi devi oluruz. Sonra dünyadaki


ÖMER COŞKUNÇELEBİ

“GARIPLERIN DAVASI”

zulme de son veririz.’ Bu cevabın acziyetinden yüce Mevla’ma sığınırım. Ne demek zamanı gelince? Sen kimsin ki kendine seferden değil de zaferden pay biçmeye kalkışıyorsun (Hadi oradan!). Sorsan bu adama fil suresini bilir misin? diye. Ooo efendim başlar sana ebabil kuşlarının hikâyesini anlatmaya. Peki, sorsan bu adama Ebrehe’nin ordusunu kuşlarla yenen yüce Allah, Amerika’yı yenebilir mi? diye adam başlar sana sayıklamaya. Kardeşlerim artık şunu idrak etmemiz gerek ki bize ne güç ne de para gerek. Bize Hz. Bilal’in samimiyetinden, Hz. Ömer’in kararlılığından, Hz. Ebubekir’in sadıklığından, Hz. Ali’nin tevekkülünden ve de Hz. Osman’ın hayâsından gayrı hiçbir şey gerekmez. Bu beş temel mihenk taşı bir garibin mayasını teşkil

DENEME

eder. Bu temellerden biri bile eksik olursa o kişinin mayası bozuk olur ve de vallahi bu mayası bozuklarla değil 20 sene sonra bin sene geçse de Allah-u Teala yardımını göndermez. Kardeşlerim biz İslam davasının birer kölesiyiz. Kölesi olduğumuz bu davada Allah için atacağımız her adımın biiznillah karşılığını kat ve kat alacağız. Yeter ki cihadı Allah rızası için yapalım. Vallahi Bilal-i Habeşi ölmedi! Nice ‘Bilal’ler bu mazlum coğrafyada bizleri halen beklemektedir. Tek farkı ise taş altında beklemek yerine bombalar altında bekliyorlar. Bu mazlum coğrafyanın acılarını dindirmek için çabalayacak olanlara velhasılı Allah için cihad edecek gariplere selam olsun!

otuzsekiz


AHMET YAŞAR

“CENAZE İÇIN BIRKAÇ KILO HURMA”

FILM TAHLILI

Bu adam o adam gelip gider Senin ellerinde rüyam gelip gider Her affın içinde bir intikam gelir gider Bu şiirimi anlayınca beni anlayacaksın.

İran 2006 yapımı olan bu filmin asıl ismi; Chand Kilo Khorma Baraye Marassem-e Tadfin’dir. Süresi yaklaşık 80 dakikadır. Filmin içeriği ise eskisi kadar kullanılmayan bir yoldaki benzin istasyonunda çalışan iki adamın dramatik sevgilerini konu alır. Sadri Ağa, bahsedilen eğreti benzin istasyonunu işletir. Yadi de çocuksu tavırları olan yardımcısıdır. Postacı Abbas ise benzin istasyonunun birkaç ziyaretçisinden biridir. Postacı Abbas bir yandan yaşlı babası ve zihinsel engelli kardeşi, diğer yandan da karlı kış gününde bisikletten motora terfi etmeye çalışmaktadır. otuzdokuz

Sadri Ağa, hiç görmediği sadece sesini duyduğu bir kadına âşık olur. Bu yüzden alay konusu olur. Ve bir gün kendini başka bir kadına dertlerini anlatırken bulur. Yadi’yi göndermeye çalışır sırf ona yatacak bir yer bulabilsin diye. Kar yağışını sevmeyen bu adam sevmeye başlar bir anda.


FILM TAHLILI

“CENAZE İÇIN BIRKAÇ KILO HURMA”

Yadi ise asker arkadaşının kız kardeşine yanıktır. Hiç cevap gelmeyen mektuplar yollar. Ona gittiğini zanneder mektupların. Kendi yalnızlığıdır gerçek olan. Ve film sırf Sadri Ağanın gökyüzüne bakıp “Gözümü kör ettiğinde, senin olanı geri aldın demiştim. Şimdi çok şey mi istiyorum senden? Biraz kar yağsa dünyanın sonu mu gelir? Biraz kar yağdır ki, bana verdiğini koruyabileyim. Niye bana karşısın?”

AHMET YAŞAR

şeklindeki yakarışı için bile izlenebilecek bir film. Sevdiği insanı karlar altında saklamak gibi poetik bir fikri konu edinen bir film. Beklemek, sabır etkiler en çok bizi çünkü hepimizin hissettiği duygulardır bunlar. Hepimiz Sadri Ağa ya da Yadi olmuşuzdur ya da olacağızdır hayatımızda.

Karın yağdığını görünce/ Kar tutan toprağı anlıyacaksın Toprakta bir karış karı görünce/ Kar içinde yanan karı anlayacaksın. Allah kar gibi gökten yağınca/ Karlar sıcak sıcak saçlarına değince Başını önüne eğince/ Benim bu şiirimi anlayacaksın.

kırk


DENEME

ABDURRAHİM AYAZ

“EDEP VE HAYA”

Edep; akıl çerçevesinde hareket edip, Cenab-ı Hakk’ın emrettiği gibi yaşamaktır. Hayâ ise, utanma duygusu olup, utanç verici durumlardan sakınmak ve nefsin arzularını terk etmektir.

miz (s.a.v.) bunu şu şekilde ifade etmişlerdir “Hayâ ile iman, ikiz kardeştir. Biri giderse diğeri de gider”. Diğer bütün güzel hasletlerde olduğu gibi edepte de en güzel örnek Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dir. Peygamber efendimiz in-

kırkbir

Edep ve hayâ bulun-

sanlarla konuşurken onları

duğu insanı hem maddi

incitmemeye özen gösterir,

hem de manevi olarak

onların hata ve kusurlarını

güzelleştirir. Aynı zamanda

yüzüne vurmadan söyleme

edep imanın da bir gerek-

çalışırdı. Karşısındaki konu-

liliğidir. Peygamber Efendi-

şurken onu dinler ve karşı-


ABDURRAHİM AYAZ

“EDEP VE HAYA”

DENEME

sındakinin sözü bitmeden

Öyle ki kimsenin

konuşmazdı. Ne yüksek

kimseye güvenmediği, kö-

sesle konuşur ne de karşı-

tülük ve pisliklerin zirvede

sındakinin anlayamayacağı

olduğu cahiliye devrinde

kadar kısık bir sesle konu-

bile herkesin güvendiği bir

şurdu.

şahsiyet olmuş ve Muhammed-ül Emin olarak adlan-

Nitekim Peyamber

dırılmıştır.

Efendimizin ahlakını soranlara Hz. Aişe cevaben

Hayatımızın her ala-

“O’nun ahlakı Kuran’dı”

nında olduğu gibi edep

demiştir.

konusunda da peygamber efendimizi örnek almalı ve

Peygamber efendimiz

bir hadislerinde ise “Ben

onun gibi olmaya çalışmalıyız.

güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyur-

Şunu da belirtmeli-

muşlardır. Peygamber

yim ki, edebin başı insanın

efendimiz güzel ahlakın en

kendini bilmesidir. Haddini

zirvesinde bulunan yegâne

bilen insan çevresindekiler

şahsiyettir ve kimseyle mu-

tarafından saygı görür ve

kayese edilemeyecek kadar

sevilir. Haddini bilmeyen

edep ve haya timsalidir.

kişi ise sevgi ve saygıdan

mahrum kalır; çevresinde-

kırkiki


DENEME

ABDURRAHİM AYAZ

“EDEP VE HAYA”

kilerin nefretini kazanır. İn-

getirmiştir.

san edebe muhalif hareketlerden kaçınmalı, ağzından

Tasavvuf terbiyesinde

çıkan sözleri, hareket ve

de edebin çok önemli bir

davranışlarına son derece

yeri vardır. Onun her kade-

dikkat ederek yaşamalıdır.

mesinde edep ön plandadır; baştan sona kadar hep

Evet bütün güzel

huyların ve güzel ahlakın

edep üzerine bina edilmiştir.

kaynağı edeptir. Bu hususta yazılmış şu mısralar konuyu çok güzel özetler;

Odadan dışarı çıkan

bir kişinin arkasını dönmesi edebe muhaliftir. Aziz Mah-

İlim meclisine girdim, kıl-

mud Hüdai Hazretlerinin

dım talep,

şeyhi olan Üfdade Hazret-

İlim tâ gerilerde kaldı, illâ

lerinin Bursa’da bulunan

edep illâ edep

türbesinin kapısının üzerine, “Edep Ya Hû” kapının

Şair bu sözleriyle

edebin önemine dikkat

arkasına ise, “Edeple giren lütufla çıkar” yazılıdır.

çekmeye çalışmış ve ede-

kırküç

bin ilim öğrenmeden bile

İnce düşünce, has-

önemli olduğunu ve edep

sasiyet, nezaket, zarafet,

olmadan ilim öğrenmenin

edep ve hayâ insani müna-

mümkün olmayacağını dile

sebetlerde de çok önem-


ABDURRAHİM AYAZ

“EDEP VE HAYA”

DENEME

lidir. Büyüklerin yanında

lenler, alay edenlerden daha

yüksek sesle konuşmamak,

iyidirler. Birbirinizi karala-

yaşlılara hürmet etmek,

mayın, birbirinizi kötü lakab

konuşan herhangi bir kim-

ile çağırmayın. İmandan

senin sözünü kesmemek,

sonra fasıklık ne kötüdür.

meclis içinde fısıltılı veya

Kim tövbe etmezse işte o

gizli konuşmamak ve kah-

zalimlerin ta kendisidir.”

kaha ile gülmemek de edep ve hayâdandır.

Cenab-ı Hak, bu ayet-

lerle kullarına edep ve

İnsanları aşağılamak,

hayâ dersi vermektedir.

onlarla alay edip küçük düşürmek, su-i zanda bu-

Yani toparlayacak

lunmak, insanların gizli

olursak islam dininde edep,

hallerini araştırmak ve la-

kişinin her halinin takip al-

kap takmak da edebe mu-

tında olduğunun şuurunda

haliftir. Nitekim bir ayette

olmasıdır.

mealen şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Bir topluluk

Nefsini ıslah edip

bir diğerini alaya almasın.

iffet, vakar, sabır, neza-

Belki onlar (alay edilenler)

ket, zarafet ve tevazu gibi

kendilerinden (alay edenler-

hasletlerle edeplenenler,

den) daha iyidirler. Kadınlar

Allah’a yakınlaşır ve O’na

da diğer kadınları alaya

dost olurlar.

almasınlar. Belki alay edikırkdört


DENEME

“MUHABBET VE BİZ”

Alemlerin Rabbi olan Allah müteal sıfatına haiz olduğu için hiçbir şeyi sebepsiz boş yere ve başıboş yaratmamıştır. Allah-ı Azimüşşan sebeplerin sebebi yani müsebbibül esbabtır. Şu halde benim bahsetmek istediğim alemlerin ve insanın yaratılma sebebi hikmeti ve gayesidir. Kendi hüsnün hublar şeklinde peyda eyledin Çeşm-i aşıktan dönüp sonra temaşa eyledin. Allah azze ve celle buyuruyor ki ben gizli bir hazineydim bilinmek istedim. Zaten Kuran-ı Kerim’de Yüce Mevla ben cinleri ve insanları bana kul olsunlar diye yarattım diyor. Burada hemen Peygamber Efendimizin(sav) bir hadisini hatırlayalım. “Nefsini bilen Rabbini bilir.” Demek istediğim kul olabilmek için nefsimizi yani Rabbimizi bilmeli ve tanımalıyız. Alemlerin ve kırkbeş

GÖKAY EMRE

bizlerin yaratılış sebebini bu şekilde hülasa edebiliriz. Fakat bu işin bir yönü. İşte şimdi baştaki beyitin anlattığı hakikate geldik. Günümüz Türkçesine tercüme edersek şu mana çıkıyor. Kendi güzelliğini, güzeller şeklinde ortaya çıkardın, sonra aşığın gözünden kendi güzelliğini kendin seyrettin. Gerçekten iki satıra ciltler dolusu manayı sığdırmışlar. Naçizane buradan anlamamız gereken şu: Bu alemin ham maddesi de başı da sonu da Aşk’tır. Allah aşk için bu alemleri yaratmıştır. Çünkü: Habib-i Edib-i Zişanını yaratmayı murad etmiştir. Salat-u Selam O büyük söz bitmez, lakin Aşk satırda yazmaz sadırda yazar. Yaratılış hakikatimiz aşkta saklıdır. Aşk imiş meğer her ne var alemde İlim bir kıll u kal imiş ancak


GÖKAY EMRE

“MUHABBET VE BİZ”

İşte Fuzuli ne güzel ifade etmiş, anlamaktan öte yaşamak nasip ola. Şimdi insanın mahiyetine ve birlik sırrına temas etmeye çalışalım. Hoşça bak zatına kim zübbeyi alemsin sen Merdum-u dide-yi ekvan olan ademsin sen Şeyh Galip Bu meşhur beyit üzerinden gidelim. Mealen; kendini ezik görme, hakir görme, hoşça bak zatına çünkü sen alemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın. Allah’ın bilinen bilinmeyen birçok sıfat-ı ilahiyyesi vardır. İşte alemler bu sıfat-ı ilahiyyelerin tecelli sahasıdır. Yani alemler bu sıfat-ı ilahiyyellerin tecelli ile yaratılmıştır. Lakin bu sıfat-ı ilahiyyelerden öyle ikisi vardır ki bunlardan

DENEME

Masivaullahta nasip yoktur. Bunlar Halık ve Beka sıfat-ı ilahiyyeleridir. Şiirimize dönersek işte alemin özü olan insan demek sıfat-ı ilahıyyelerin insanda cem olması demektir. Bazısı galebe halinde bizde zahir olur bazısı da bizde yenik halde meknuz bulunur. Bu yüzdendir ki kendimize hoşça bakmalıyız. Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğumuzu unutmamalıyız, öyleyse Rahmetellil Alemin olan Sevgili Peygamberimize nasıl bakmalıyız? Ayinedir bu alem her şey Hak ile kaim Mirat-ül Muhammedden Allah görünür daim Peygamber Efendimiz insanlar için bir ayna gibidir. Çünkü: O sıfat-ı ilahiyyelekırkaltı


DENEME

“MUHABBET VE BİZ”

rin en mükemmel bir surette tecelliğahıdır. Nitekim Ebu Cehil peygamberimize bakıp kendini görmüş ve ne çirkinsin demiş, Hz. Ebubekir bakmış ve ne güzelsin Ya Resullullah demişti. İşte peygamberimizi sevmeyen yoktur, sevmediğini iddaa edenler onu tanımayanlardır. Bizler peygamberimizi tanımalı, onunla hemhal olmalı ve hiç dilimizden düşürmemeliyiz. Muhabbetten Muhammed oldu hasıl Muhammedsiz muhabbetten ne hasıl O’nun sevgisinden bahsetmek bile bize yaraşmıyor amma O’ndan bahsediyoruz ki kelimelerimiz şeref bulsun. Yine konuyu dağıtmamak için bu bahse ara verelim, yani peygamber sevgisine. İnsanın hakikati bu şekilde olduğu için eşref-i mahlukattır. Bizi yokken var eyleyen Allah’ımıza kırkyedi

GÖKAY EMRE

karşı oysaki biz çok nankörüz. Buradan birlik konusuna da deyinelim. Kıyameti vaktimin feleket-i aşk imiş Kurtuluşu canımın hidayet-i bir imiş Kendi yazmış olduğum bu beyit üzerinden gidelim. Aşk gerçekten bir felakettir. Çünkü gam, keder ve ayrılık olmadan aşk olmaz. Tabii biz ilahi aşktan bahsediyoruz. İnsan böyle bir yolun yolcusudur, gayesi vasıl-ı illallah olmaktır. Bu bitmez tükenmez yol bu yüzden felakettir ve aşık bundan kaçmaz. Can veren pervaneler gibi ateşe atlar ve hiçlikte var olmayı seçer, Aşktan maksat canını cananına feda etmektir. Bu iş ne dile ne de satıra gelir. Allah bizleri razı olduğu ve kendinden razı olan kullarından eylesin.


kÄąrksekiz



elli



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.