KAFESTEKİLER 4
Mücahidlerin Ohri Günlüğü
6 Mısır’dan Geleceğe Diriliş Tohumu
8 10
Abdulhamid Han ve İnsan Kazanımı
Hasan El-Benna’dan Gençlere Öğütler
9 Şiir
13 12
Sünnetin Değeri Ve Bağlayıcılığı
Osmanlı Döneminde Gelenekler
14
Adil Düzen
18 Bizden Ne İsteniyor
20 Editörlerden
2
EDİTÖRDEN
Mustafa Palak
Bismillahirrahmanirrahim
Asıl marifet, yük altında ve hizmet esnasında sadık ve sağlam kalabilmektir. Yoksa, çay sohbetlerinde ve edebiyat kürsülerinde kahramanlık satmak kolaydır.
/yildizagd
/agdytu
Bir çiçekle bahar gelmez ama her bahar bir çiçekle başlar diyor rahmetli Erbakan hocamız. Bahar gelene kadar,kardeşinin saadeti için yaşayan bir nesil yeşerene kadar, bâtılı değil, maddeyi değil, mânayı,hakkı üstün tutan düzen gelene kadar yangına su taşıyan karınca misali Anadolu Gençlik Derneği Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencileri olarak bu hak dava uğrunda çalışmaya devam edeceğiz.Bu sebeple zincirlerimizi eritmek adına Kafes dergimizin 10.sayısını siz değerli okurlarımızla buluşturduk.Dergimizi sizinle buluşturmayı nasip eden Allaha hamd onun Resulune salat ve selam olsun. Dergimiz in bu sayısında biraz olsun ecdada uzanmaya çalışacağız. Onun mirası olan topraklardan,unutulan gelenekler ine,hakimiyetinden sonra kan ağlayan Kudüs’e dokunacağız. Git gide uzaklaştığımız peygamber efendimizin(s.a) sünnetiyle bir refah kapısı arayacağız ümmete. Hayırlara vesile olması duasıyla...
3
GEZİ
Nezir Altuğ
MÜCAHİDLERİN OHRİ GÜNLÜĞÜ
O
hri, Balkan coğrafyasının diğer pek çok şehri gibi sıradan bir şehrin barındırdıklarından daha fazlasını ihtiva eden bir şehir. Ohri gölünün kıyısına kurulmuş tarihi Türk evlerinin - bunlar Safranbolu evlerine pek benzer - eski Ohri’yi oluşturduğu şehir, bugün ise elbette artan nüfus ile birlikte farklı bir çehreye sahip. Yeni mahalleler, ‘avm’ler statlar gibi modern dünyanın gerektirdikleri… Fakat Ohri’nin bünyesinde ihtiva ettikleri ise bu eski şehirde (gevurun deyimiyle old town) mevcut. Diğer tüm Makedon topraklarında olduğu gibi Ohri’de de Müslüman Türkler üzerindeki asimilasyon politikasının izlerini yakından gözlemleyebilme imkânı mevcut. Tamamıyla Türklerin hâkim olduğu eski şehir, özellikle yerleşim yerleri, çünkü çarşı dükkânları hala Türklere ev sahipliği yapıyor, bugün Makedonların mülkü olmuş durumda ve bu bilinçli bir politikanın eseri. Fakat şükürler olsun ki bütün Balkanlarda olduğu
4
gibi komşuluk ilişkilerini en iyi şekilde sürdürüp birbirini gözetenler yine Osmanlı’nın evlatları. Ohri’de geçirdiğimiz bir Pazar gününü kalemim ile sizlere takdim etmek isterim. Cumartesi yatsı namazına cemaate iştirak etme fırsatı bulduğumuz Zeynel Abidin Paşa Camii’nin Bursalı olan ve Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından görevlendirilen imamı, bizleri Pazar sabahı icra edilen zikire davet etti. Ertesi sabah bu zikrin edasının heyecanı ile otelimizden ayrılmış ve çarşının ortasındaki Çınar Meydanı’nda bulunan yine aynı caminin bitişiğine kurulmuş olan gönüllere dirlik ve şifa veren Halvetiyye’nin Ramazaniyye koluna bağlı Hayati tekkesine varmış idik. Gecenin karanlığında çarşının ortasından görülen koca haç bizleri üzüntüye gark ederken aynı zamanda daha yapılacak çok işimiz olduğunun da haberini veriyordu.
Namazdan sonra gün doğumuna kadar icra edilen zikir ve akabinde yudumlanan tekke kahvesi ‘bir içecekten daha fazlasıyım’ lezzetini bırakıyordu damağımızda.
Dervişan ile selamlaştıktan sonra (sizlere çok selamları var) tekkeden ayrıldık ve eski şehri gezmeye başladık. Yamaca kurulmuş olan şehrin göl kıyısında kuğular ile hâlleştikten sonra tepede bulunan papaz okulunu hafızamıza yerleştirdik. Şehre hâkim olan tepede, ayrıca kale ve muhterem zatların türbeleri de bulunmaktadır. Son olarak Ohri’nin tarihinden bir nebze olsun bahis açmakta yarar görüyorum. Osmanlı’nın başına bela
olan İttihat ve Terakki’nin bu topraklarda büyüyüp geliştiğini bilmekte fayda var. Vaktiyle pek çok yenilikçi harekete ev sahipliği yapan Ohri aynı zamanda Bulgar ve Yunan çetelerine karşı İslami hareketlere de ev sahipliği yapmıştır. Çalışmalara göre 6000 yıllık tarihi olan bu şehir 1395 yılında İslam mücahidleri tarafından Roma’dan alınmış ve Osmanlı’ya ikram edilmiştir. 1912 yılına değin tam 517 sene Osmanlı toprağı olmuş ve şeref bulmuş bu diyar bizden sonra Yugoslav Krallığına esir düşmüş ve şehirdeki nice camii, medrese ve tekke tahrip edilmiş ve yine pek çoğu kiliseye çevrilmiştir. Sonrasında Yugoslavya Cumhuriyeti ve günümüzde ise 220.000 nüfusu ile Makedonya Cumhuriyeti’nin Arnavutluk sınırındaki toprağı durumundadır ve size hasretliktir.
Ohri/Makedonya 3 Şubat 2016
5
BİYOGRAFİ
Ömer Coşkunçelebi
MISIR’DAN GELECEĞE DİRİLİŞ TOHUMU Ahir zamanın fitnelerinin yavaş yavaş boy gösterdiği bir devirde, 14 ekim 1906’da Mısır’ın Buhayre iline bağlı Mahmudiye kasabasında doğdu. İlk eğitimini babası Hanbelî âlimi Ahmed b. Abdurrahman el-Bennâ’dan aldı ve ardından sekiz yaşında Mahmûdiye’deki klasik eğitim veren Medresetü’r-Reşâdi’d-diniyye’ye girdi ve burada kuran’ın bir kısmını ezberledi. Orada tanıştığı medresenin yöneticisi olan Şeyh Muhammed Zehrân Hasan el-Bennâ’nın hayatında derin izler bıraktı. Şeyh Muhammed Zehrân’ın buradan ayrılmasıyla modern bir tarzda eğitim veren el-Medresetü’l-İdâdiyye’ye kaydolan Hasan el-Bennâ, burada bir yandan da hafızlığını tamamlamaya çalıştı. Daha talebeliği esnasında,’Mezun olduktan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?’ şeklindeki bir kompozisyon sorusuna şu cevabı vermiştir; ‘’Mezun olduktan sonra biri özel, biride genel olmak üzere iki emelim vardır. Özel emelim, yapabildiğim kadar ailemi ve yakınlarımı mutlu etmektir. Genel emelim de gündüz öğrencilere, gece de babalarına dinlerinin aslını öğreten bir mürşit olmaktır.’’ aslında bu cevap onun nasıl bir mücahit olacağının ilk belirtisiydi.Daha sonra Mısır yönetiminin idadileri kapatması üzerine Demenhur’daki ilk okula geçti. Bu dönemde Hassâfiyye tarikatı şeyhi Abdülvehhab el-Hassâfi’ye intisap etmesi, onun mutasavvıf çevrelerle yakın bir ilişki kurmasında etkili oldu.
6
İlköğretimini bitirmesinin ardından Kahire’ye giden Hasan el-Bennâ, burada “Küçük Ezher” olarak bilinen Dârülulûm’a kaydoldu. Kendisini derslerine ve ilmî faaliyetlerine adadığı bu yıllarda, fırsat buldukça Kahire’ye giden ve saat tamirciliğine devam eden babasına yardımlarda bulundu. Vakit geçtikçe Hasan el-Bennâ daha da olgunlaşmaya başladı ve her olgun müslüman gibi Mısır’ın İngiliz emperyalizminin sömürgesi altında olmasını kabullenemedi. İçi gitgide yangın yerine dönen Hasan el-Bennâ her mücahit gibi öğrencilik yıllarında Allahın bir müslümana farz olarak kıldığı cihadı yerine getirmeye fiili olarak başladı.
Bu dönemde yoğun bir faaliyet içine giren Hasan el-Bennâ öncelikli olarak dönemin tanınmış alimleriyle temas kurarak onları bir araya getirmeyi başardı. Bu devirlerde; Ali Bedir, Lebbi Nevvar, Abdurrahman, Saati ve Said Bedr gibi mücahit kardeşlerini de yanına alarak ‘’Haramların işlenmesini önleme cemiyeti’’ kurdular. Daha sonra davasını İsmailiye’de her hafta üç kahvehanede anlattı.
Yolunu açan yüce mevlam daha 22 yaşında iken altı arkadaşıyla birlikte (İhvan-ı Müslim’in) Müslüman Kardeşler Cemiyetini kurmasını nasip eyledi. Vaktinin çoğunu İhvan-ı Müslimîn’in faaliyetlerine adayan Bennâ, erkek ve kız çocuklarına yönelik okullar açılmasına ön ayak olmuş; İskenderiye’de bir mescid ve bir merkez açmıştır. Teşkilat faaliyetlerini, dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi birçok farklı alana yaymış ve bu çerçevede Şebrâhit’te bir lokal ve fabrika, Mahmûdiye’de birer tekstil ve halı fabrikası ile tefsir ve hadis eğitimi yapan bir medrese kurmuştur. Hedef olarak dengeli ve adil bir toplum modelinin inşa edilmesini belirlemiştir. Zaman geçtikçe İhvan-ı Müslimîn büyüdü, Ancak II. Dünya Savaşı sırasında Mısır’da iktidarı elinde bulunduran hükümetlerin, İngilizler’in talepleri istikametinde Hasan el-Bennâ ve arkadaşları birçok defa tutuklandı lakin her mücahit gibi Allahın yardımıyla onlarda her daim direnenlerden oldular.
8 Ekim 1945’de yapılan genel kurul sonunda yeniden ve ömür boyu teşkilat başkanlığına seçilen Hasan el-Bennâ’nın Mısır’daki sömürgeye son vermek için İngiltere’ye savaş ilan
etmesi, teşkilat üzerindeki hükümet baskılarını artırdı. Ancak baskılara direnç gösteren teşkilat, uzun zamandır Hasan el-Bennâ’nın içini kemiren Filistin meselesine de el atmış ve düzenlediği büyük bir protesto gösterisi ile İngiliz desteğindeki Yahudi göçü ve devleti aleyhine belli bir kamuoyu oluşturmuştur. 6 Mayıs 1948’de teşkilatın Mısır ve Arap ülkelerine Yahudilere karşı savaş konusunda yaptığı cihad çağrısı ve Filistin’e gönderdiği çok sayıdaki taraftar, teşkilatın mevcut hükümet tarafından yasadışı ilan edilmesine, hatta 12 Ocak 1949’da da kapatılmasına yol açmıştır. Teşkilatın kapatılması üzerine ülkeyi terk eden çok sayıda üye, fikirlerini komşu Arap ülkelerine de taşımışlar ve ayrıca Suriye ve Yemen’de buna benzer partiler kurulurken; Filistin ve Ürdün’den de teşkilata aktif bir destek gelmiştir. Teşkilatın kapatılması üzerine, kurucusu olduğu Şübbânü’l-Müslimîn’de faaliyet göstermeye başlayan Hasan el-Bennâ, 12 Şubat 1949 günü teşkilat merkezinden evine dönüşü sırasında otomobiline açılan ateş sonucu şehadet şerbetini içmiştir. Mısır’ın yaşadığı bu buhran ve düşüşün sebebini İslam’a olan bağlılığın gevşemesine ve gördükleri batılı eğitim sonucu kendi din, tarih ve medeniyetlerine yabancılaşan Mısır yöneticilerinin halkı kimlik buhranına sürükleyen sorumsuz yönetimlerine bağlayan ve ülkenin tek kurtuluş çaresinin İslam’ın temel değerlerine dönüş olacağını savunan ve de bilhassa bütün ömrünü bu yolda geçiren bu mücahidin şehadetini yüce Allah izzeti dergahında kabul etsin.
7
Hasan El Benna’dan Gençlere Öğütler
Şartlar ne olursa olsun ezanı duyduğunuz zaman namaza kalkın. Kur’an’ı Kerim’i okuyun, inceleyin veya dinleyin. Azıcık zamanınızı bile yararsız işlere ayırmayın. Dilinizi düzgün konuşmaya çalışın. Çünkü bu Müslüman olmanın belirtisidir. Arapça’yı öğrenin, çünkü Kur’an en güzel şekilde Arapça ile anlaşılır. Hiç bir konuda aşırı tartışmayın. Zira gösteriş hiç bir zaman yarar sağlamaz. Fazlaca gülmeyin. Çünkü Allah’a bağlı olan gönül, sakin ve vakarlı olur. Maskaralık yapmayın. Çünkü mücahid bir millet, ciddiyetten başka bir şey tanımaz. Dinleyicinin işiteceğinden fazla sesinizi yükseltmeyin. Çünkü bu bencillik ve eziyet vermektir. Kişileri çekiştirmek ve tavırları küçümsemekten sakının. Hayırdan başka bir şey konuşmayın. Karşılaştığınız kardeşlerinizle sizden istemese bile tanışmaya bakın. Görevler vakitlerden fazladır. Vakitten yararlanmak için başkasına yardımınızı esirgemeyin. Yapacak bir göreviniz varsa onu en kısa yoldan en güzel şekilde bitirmeye çalışın. Ahdinize, sözünüze ve vadinize vefa gösterin. Şartlar ne olursa olsun bunlara muhalefet etmeyin. Okuma ve yazmanızı sağlamlaştırın. Müslümanların gazete ve dergilerini çokça mütalaa edin. Küçük de olsa kendinize ait bir kütüphaneniz olsun. İhtisas sahibi iseniz branşınızda derinleşin. Hükümet vazifelerine düşkün olmayın ve onları rızkın en dar kapısı olarak bilin. Ama size verildiği zaman da reddetmeyin. Davanın vecibeleri ile tamamen çatışmadığı müddetçe bu vazifelerden ayrılmayın. Malınızın bir kısmı ile davaya katılın, üzerinize farz olan zekâtı cemaate verin. Geliriniz ne kadar az olursa olsun, ondan fakir ve yoksullara bir hak ayırın. Durmadan tevbe ve istiğfar edin. Uyumadan evvel birkaç dakikanızı nefsinizi muhasebeye ayırın. Şüpheli şeylerden kaçının ki harama düşmeyesiniz. Eğlence yerlerine yaklaşmak şöyle dursun, onlara karşı bir savaşa girişmelisiniz. Bütün konfor ve rehavet görüntülerinden uzaklaşın.
8
ŞİİR
Ahmet Uğur Türkyılmaz
KUDÜS
Kudüs’te şiir misali gözlerden sızan yaşlar Kimliğimizdir, O masum yaşların ıslattığı kirli yaşmaklar Bakışlara inmiş korku, hüzün ve umutsuzluğun dirilişi İslam’ın gözyaşlarıyla ıslanan yeryüzünde Çığlıkların can çekişi Bulsam en şifalı ilaçları, merhemleri arayıp Kudüs’üm sürsem o rahiyası yanık Bağrını okşayıp...
ÖLÜM
Ölüm kulağını çınlatıyor Her fiskesinde ömrün Dolanıyor ayaklar altında Omuzlar üstündeydi daha dün Ölüm her yerde Hayat ecel kovalamaca Ruh küser bedene Kavuşunca canana...
9
TARİH
Resul Altuntaş
ABDULHAMİD HAN VE İNSAN KAZANIMI II. Abdülhamid 1842 de dünyaya gelmiştir. Babası Sultan I. Abdülmecid’dir. Gençlik yılları çok gariptir Şehzade Hamid Efendi’nin. İçine kapanık, yalnız kalmayı seven bir yapısı vardır. Aynı zamanda tasavvufla ilgilenmiştir. Kendisi Şazeli tarikatına mensuptur. Bir gün şu anda Fatih’te bulunan Bozdoğan kemerinin sağındaki Şazeli tekkesindeki mürşidi, Şehzade Hamid Efendi’ye “Hazırlan Tahta geçeceksin” der. Fakat bunu söylediğinde taht için önünde üç kişi vardır. Fakat Şehzade Hamid Efendi taht hazırlıklarına başlar. Devir bozuk olduğundan insanlar maddeciliğe, mala mülke tamah ettiğinden kendine güvenilir adamlar toplaması gerekmektedir ve bunun için liste hazırlamaya başlar Şehzade Hamid Efendi. Babasının yaptırdığı Dolmabahçe Sarayı’nda vakit geçirmeyip sık sık bizim pek bilmediğimiz Maslak Kasrı’na gidip orada kendine çeşitli uğraşlar bulmuştur. Günlerden bir gün Maslak Kasrı’na giderken bugün üniversitemizin de bulunduğu Barbaros Bulvarı’nda yol kapalıymış ve 2 asker, bir çavuş yolu kesmiş. Yaver faytondan inerek yolun açılmasını istemişse de çavuş padişahın kesin talimatının olduğunu söylemiş bunun üzerine yaver de faytonda zaten padişahın oğlu Şehzade Hamid Efendi’nin olduğunu söyleyince çavuşun cevabı ise “Şehzade mehzade tanımam padişahtan başkasını dinlemem.” olmuş. Bu sırada Şehzade Hamid Efendi faytondan kafasını çıkararak uzatmayalım başka yerden gidelim fakat bu genç çavuşun ismini not alın demiş. Yıllar sonra
10
padişah olunca bu genç çavuşu Yıldız, Dolmabahçe ve Çırağan saraylarını korumakla görevlendirmiş. Görevlendirildikten sonra ise Ali Suavi baskınını bu çavuş engellemiştir. İsmi ise Yedisekiz Hasan Paşa’dır.
Yedisekiz Hasan Paşa
Bu listede bir başka misal olarak Sultan Abdülhamid’in Başyaveri Nadir Ağa vardır. İngilizlerin Habeşistan’dan kaçırıp köle pazarlarında sattığı, ailesini katlettiği bu zenciyi Abdülhamid köle pazarlarından alıp kendi yanında yetiştirerek başyaveri yapmıştır. 19.yy ‘da siyahileri alt kesim olarak gören sözde modern Avrupalıların, onları köle olarak kullanıp işkence ettiği dönemde bizim ceddimiz onları alıp yetiştirip başyaver yapıyorlardı. Tıpkı Hz. Ebu Bekir‘in Bilal-i Habeşi‘yi Ümeyye bin Halef’in işkencelerinden kurtarması, Peygamberimiz Hz. Muhammed(sav)’ın onu kendine müezzin yapması gibi.
Nadir Ağa
Abdülhamid Han kimilerinin dediği gibi “Kızıl Sultan” değil aksine merhametli ve af yolunu tutan bir padişahtı. Örneği alemlere rahmet olarak gelen Muhammed Mustafa(sav)’di. Uhud’da Hz. Peygamber (sav)’in çok sevdiği Allah’ın arslanı Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi affetmiş hatta Vahşi hakkında ayet bile nazil olmuştur. Hz. Vahşi daha sonra müslüman olarak sahabeden olmuştur. Bu hadisenin bir benzerini Abdülhamid’in hayatında da görmekteyiz. Amcası Abdülaziz tahttan indirilip gözaltında tutulduğunda Feriye Sarayı’nda onu öldürten Mithat Paşa hakkında idam kararı çıkmasına rağmen padişah bu kararı sürgüne çevirmiş ve af yolunu tutmuştur. Sultan Abdülhamid aynı zamanda insan kazanmada konusunda da çok maharetliydi. 21 Temmuz 1905 günü Yıldız Hamidiye Camii önünde bir cuma selamlığında Sultan Abdülhamid’e tarihteki ilk bombalı suikasti hazırladılar. En ince ayrıntısına kadar
düşünülmüş bir suikastti bu. Aylarca cuma selamlıklarını takip etmişler ve o güne kadar camiden çıkıp arabasına binmesi düzenli olarak 1 dakika 42 saniye sürmüştür. Suikast içinde bu süre belirlenip sayaç başlatıldı. Fakat Şeyhülislam Cemaleddin Efendi’nin padişahın camiden çıkacağı sırada bir soru sorması üzerine bomba patladı ve padişah yara almadan kurtuldu. Fakat 26 kişi öldü ve 58 kişi yaralandı bu saldırıda. Suikasti düzenleyen Belçika vatandaşı Edward Joris tutuklandı. 2 yıl sonra sultan Joris’i kendi adına çalışıp istihbarat toplaması için salıverdi. Sultan Abdülhamid Han insan kazanıp onu kullanmakta işte bu kadar maharetli bir kişiliğe sahipti.
Edward Joris
Hayatını inceleyip araştırdığımızda bu gibi misallerin onlarca kez tekrarlandığını görürüz. Chicago’dan Çin’e Afrika’dan Londra’ya dünyanın her yerini kucaklamış ve 33 yıl boyunca ülkeyi muazzam bir şekilde yönetmiş bir padişahtır Sultan Abdulhamid.
11
KİTAP
Mustafa Said Okutan
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Allah’a sonsuz şükürler olsun ki Kafes’imizin 10. Sayısında bir adım daha atabilmek, zincirleri eritebilmek için biz de bir köşede yer bulduk. Rabbim çalışmalarımızı hayırlara vesile kılsın. Dergimizin bu sayısında sizin için seçtiğimiz eser, çağımızın önde gelen İslam âlimlerinden olan Muhammed Taki Osmani’nin küçük hacimli fakat muhteva olarak saadet reçetemiz olan Efendimiz (sav)’in sünneti hakkında çok kıymetli bir eserdir. Sünnetin bağlayıcılığı ve değeri (The Authority of Sunnah); Yazar önsözünde şöyle demektedir: Hz. Peygamber’in (sa.) sünnetinin mahiyetini, geçmişten geleceğe bütün zamanlarda ve bütün Müslümanlar üzerinde nasıl bağlayıcı bir otoriteye sahip bulunduğunu, Kur’an-ı Kerim’in ona verdiği statüyü ve ümmetin onu muhafaza etmek gayesiyle uyguladığı metotları öğrenmek isteyen genel okuyucu hedeflenmektedir. Bu konu hakkında 19. yy itibaren çeşitli eserler verilmiştir. Taki Osmani’nin eseri en son yapılan çalışmalardandır. Bu eseri seçmemizin gayesi Rasulullah (s.a) Efendimize yapılan doğrudan ya da dolaylı saldırıların sebeplerini bir kez daha düşündürmek ve bu konuda bilgi dağarcığımızı genişletmek için başvurulabilecek önemli eserlerden biri olmasıdır.
12
Biz inanıyoruz ki, Efendimiz’in (sa.) sünnetine yapılan saldırılar İslam’ın temelinedir. Bizler biliyoruz ki saadet reçetemiz Efendimiz’in (sa.) sünnetidir. Bu kitap ile dünya ve ahiret saadetimiz için büyük bir adım daha atmış olacağız. “Kim Rasul’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.”(Fussilet 41:80) “Kim Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelirse, onun için cehennem ateşi vardır. Onlar orada ebediyyen kalacaklardır.” (Cin72:23) *İFAV yayınlarının baskısını tavsiye ediyoruz.
OSMANLI DÖNEMİNDE
Abdullah Albayrak
Osmanlı’nın saat düzeni günümüz saat düzeninden çok farklı şekildeydi. Bu saat düzeninde gün fecr(sabah namazı vakti) ile başlar; akşam ezanı vakti ile 12’yi bulurdu. Ahmet Haşim’in deyimiyle; fetihleri, İslam düzenini o saatle beraber tarihe gömdük. Günümüzde bu saat düzeni Fatih-İsmailağa Camii’sinde hala kullanılmaktadır.
Osmanlı toplumunda camii,imarethane gibi sosyal kurumların önünde ‘sadaka taşı’ bulunurdu. Halk o gün vermek istediği sadakayı yatsı namazından sonra taşa atar, ihtiyacı olan kişi gecenin karanlığında ihtiyacı kadar alırdı. Böylece yapılan hayrı gizli ve kimseyi incitmeyecek şekilde yapılıyordu.
Osmanlı mekteplerinde her çocuk kendi ilgi alanı ve yeteneğine göre değerlendiriliyor ona göre eğitim veriliyordu. Bütün öğrencilere aynı dersler verilmiyor ve mekteplerin duvarlarında şöyle yazıyordu: ‘Burada hiçbir balık uçmaya hiçbir kuş yüzmeye zorlanamaz.’
Osmanlı’da mezar taşları ayrı bir ilim ve sanat alanı sayılabilir. Öyle ki mezar taşında işlemeler ve kişi hakkında mezhebinden tutun mesleğine kadar hatta bağlı olduğu tarikata kadar yazardı.
13
RÖPORTAJ Kendinizi tanıtır mısınız? Öncelikle teveccühünüzden dolayı teşekkür eder, bütün genç kardeşlerime selam ederim. 1978 Elazığ doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimimi Elazığ’da tamamladım. Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora öğrenimimi ise Konya Selçuk Üniversitesi’nde tamamladım. Kısa bir dönem ABD’de misafir öğretim üyeliği yaptım. Şu anda Şırnak Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktayım.
1-)Adil ekonomik düzen nedir?
Adil Ekonomik Düzen, Allah’ın cc. son hak din olan İslam ile insan fıtratına uygun olarak temel esaslarını ortaya koyduğu ve teorilerinin bu esaslar çerçevesinde içinde bulunulan çağdaki ekonomik olaylara göre belirlendiği, yeni ve adil bir ekonomik düzenin adıdır.
14
Mustafa Palak
Bu ad, son dönem İslam mütefekkiri ve Müslümanların lideri Prof. Dr. Necmeddin Erbakan tarafından konulmuş, sistemin oluşumu ve gelişimi yine Erbakan Hoca liderliğinde devam etmiştir. Adil Ekonomik Düzen’i Türkiye’ye ve dünyaya duyuran da yine Prof. Dr. Necmeddin Erbakan olmuştur.
2-)Mevcut düzen(faiz sistemi) nasıl işler? Öncelikle faizin ekonominin içerisine nasıl dahil olduğunu birkaç cümle ile açıklamak gerekmektedir. Faiz hak dinlerin tamamında haramdır. Şu anda dünyada en fazla mensubu bulunan hak dinlerden Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’da da faiz haram olmakla birlikte tahrif edilmiş Yahudilik ve dejenere edilmiş Hristiyanlıkta Faiz caiz hale getirilmiştir. Tahrif edilmiş Yahudilikte kendi aralarında faiz haramdır fakat başkaları ile ilgili muamelelerinde caizdir. Bundan dolayı emperyalist Yahudiler, faiz kazancı elde edebilmek için, faize kesinlikle ve şiddetli bir biçimde haram diyen Müslümanlardan önce Hristiyanlara yönelmişlerdir. Çünkü onlara göre küresel ekonomik sistemde dünyanın büyük bölümü faizi kullandığı zaman İslam Dünyası da ayak uydurmak zorunda kalacaktır. Nitekim İslam Dünyasının içinde bulunduğu durum düşündüklerinden çok farklı değildir.
Hristiyan ekonomistler başlangıçta faize haram derken Protestanlık ile birlikte faizi haram sınıfından çıkarmışlardır. Protestanlığın kurucusu sayılan Luther ve Calvin, faiz hayatın gerçeğidir, yasaklanamaz, küçük oranlarda faiz olabilir benzeri cümleler kullanarak faizin gerçek hayatta kabul görmesini sağlamış ve faizin caiz hale gelmesinde önemli rol oynamıştır. Böylece Hristiyan alemini sermaye sahibi Yahudiler için kolay lokma haline getirmişlerdir. Sonrasında iktisat ilminin içerisine faiz ile ilgili araçlar birer birer girmeye başlamış ve faiz Kapitalist iktisadi sistemin bir numaralı enstrümanı haline gelmiştir.
Çok basit bir anlatımla bir kişi örneğin 1000 TL bankaya yatırır, ikinci kişi bankadan kredi çekmek ister, zorunlu karşılık oranının yüzde 10 olduğu varsayılırsa banka 100 TL’yi tutar, ikinci kişiye 900 TL kredi verir. İkinci kişi 900 TL ile ev alır, ev sahibi bu defa başka bir bankaya bu parayı yatırır. O banka da yüzde 10’unu tutar, 810 TL başka bir kişiye verir o kişi de bu para ile araba alır. Arabasını satan kişi 810 TL’yi götürür bankaya yatırır. Bu süreç böyle devam eder. Dikkat edilirse ilk kişiye gerçek bir 900 TL kredi olarak verildiği halde ikinci kişiye hiç var olmayan bir 810 TL kredi olarak verilmiştir. Sonraki bankaların tamamı da olmayan bir parayı kredi olarak verecektir. Böylece piyasada yüzde 10 zorunlu karşılık oranı olduğu bir durumda 1000 TL gerçek paradan mevduat toplamı 1000+900+810+… =10.000 TL
Dünyanın İlk Bankası
Dünyanın büyük bölümünü oluşturan Hristiyan dünyasında faizin meşru hale gelmesi ile birlikte bankalar ortaya çıkmış ve süreç, banknot adı verilen paralar aracılığı ile insanların alışveriş yapmasını kolaylaştıran kağıt para ve en son kredi kartı gibi plastik paralara kadar devam etmiştir. Ancak para sistemi bir yandan gelişirken yine para sahipleri bankacılık sisteminde kısmi rezerv sistemini keşfetmişler ve faizi artık gerçek nakit paralardan değil piyasada olmayan paradan da almaya başlamışlardır
kaydi bir para ortaya çıkmış olacak ve bankalar bu olmayan parayı devlete ve halka kredi vererek olağanüstü büyük miktarlarda faiz kazançları elde edeceklerdir. Bu kazançlar o kadar yüksektir ki 80 milyon nüfuslu Türkiye’de her bir kişi yıllık 3.125 TL faiz ödemektedir. Yani 4 kişilik bir aile her yıl yalnızca faiz olarak ortalama 12.500 TL faiz ödemektedir. Bu faizi vatandaşlar ya direkt bankalara ödemekte veya vergiler aracılığıyla devlete ödemektedir.
15
3-)Neden adil ekonomik düzen? Adil ekonomik düzen işte bu sömürü ve zulüm çarkını ortadan kaldırmak, çalışana ve üreticiye hakkını vermek ve sermaye sahibi olan ve haksız kazanç sağlayan rantçılara engel olmak için geliştirilmiş bir sistemdir. Adil ekonomik düzende haksız vergi, faiz ve enflasyon yoktur. Çünkü bunlar yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin yapan ekonomik araçlardır.
Örneğin devlet ödediği faiz karşılığında vergilere başvurmaktadır. Faiz, başta devlete borç veren bankalara ödenmektedir. Bankaların sermayelerinin yarısı yabancı yarısı yerli zenginlerin mevduatlarından oluşmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2000 yılı sonrası dönemde her yıl ortalama 50 Milyar TL faiz ödemesi yapmıştır. Bu faizin finansmanı yine halktan yapılmaktadır. Öyle ki kar elde eden işyerlerinden toplanan miktar toplam vergi gelirlerinin ancak yüzde 10’u düzeyindedir. Geriye kalan yüzde 70 dolaylı vergiler vasıtasıyla bütün halktan toplanmakta, yüzde 20 ise gelir vergisi vasıtasıyla maaş sahibi halkın tamamına paylaştırılmaktadır.
16
Netice olarak devlet vasıtasıyla ödenen faiz yine orta tabaka yada yoksul olan halktan tahsil edilmekte ve zengin sermaye sahibi 2000 aileye ve yabancılara ödenmektedir. İşte Adil Ekonomik Düzen’de faiz ödemesi yoktur, faizin neden olduğu enflasyon da yoktur, bunların ortaya çıkardığı haksız vergi de yoktur. Şu anda temel prensipleri ortaya konmuş olan Adil Ekonomik Düzen’de aslında vergi tamamen yoktur. Devletin harcamaları farklı bir şekilde finanse edilmektedir. Çok kısa olarak söylemek gerekirse devlet üreticiye beşinci üretim faktörü gibi elektrik, su, arsa gibi katkılarda bulunacak ve bunun karşılığında üretimde kara ortak olarak önemli bir gelir elde edecek ve bu gelir şu anki toplanan vergilerden bile fazla olacağından dolayı bütün vergiler ortadan kaldırılacaktır. Böylece refah düzeyi olağanüstü bir şekilde artacak ve halk sömürüden kurtulmuş olacaktır. Ülkenin bütün kaynakları harekete geçirildiğinden dolayı en büyük ekonomik adaletsizlik olan işsizlik diye bir sorun da kalmayacaktır.
4-)Adil düzeni getirmek için bize düşen görevler nelerdir? Bir binanın inşa edilebilmesi için önce eski çürümüş ve harabeye dönmüş olan binanın yıkılarak hafriyat yapılması gerekmektedir. İşte çürümüş olan şu anki Kapitalist sömürü sistemidir. Önce bu sistemin nasıl bir sömürü sistemi olduğunu insanlara anlatmak lazımdır. Bu sistem yalnızca Müslümanları değil küçük bir azınlık dışında bütün dünyayı sömürmektedir. Sonrasında yeni bir düzenin kurulabileceğine ikna etmek gerekmektedir. Öyle ki en zor olan da budur. Kapitalist sistemin yıkılabileceğine, yıkılması gerektiğine ve yakında yıkılacağına insanları inandırmak çok güç değildir. Ancak yerine getirilecek olan faizsiz, vergisiz ve enflasyonsuz refah düzeyinin yüksek olduğu bir ekonomik düzenin gerçekleşebileceğine inandırmak zordur. Çünkü yüzyıllardır batının sömürüsü altında hayatlarına devam eden insanlığın yeni bir düzene olan inancı zayıflamış durumdadır. Bundan dolayı Adil Ekonomik Düzen üzerinde uzmanlaşmak ve onun prensiplerini teknik anlamda profesyonelleştirmek için var gücümüzle mücadele etmemiz ve bu şekliyle insanımızın karşısına çıkmamız gerekmektedir. Refahyol hükümeti ve önceki Erbakan Hükümetleri döneminde yapılan ekonomik uygulamalar Adil Ekonomik Düzen’in gerçekleşebileceğine dair önemli deliller barındırmaktadır.
Örneğin Refahyol Hükümeti döneminde 10 Milyar Dolar faizden kurtarılmış ve en az yüzde 100’ün üzerinde maaş zamları olarak bütün kamu personeline yansıtılmıştır. Özellikle önceki Erbakan Hükümetleri döneminde de Türkiye’nin dört bir tarafına ağır sanayi tesisleri yapılmış, Türkiye çok büyük kalkınma sıçramaları göstermiştir. Sonuçta da Cumhuriyet tarihinde en büyük ortalama reel büyüme Necmettin Erbakan’ın başbakanlığı döneminde gerçekleşmiştir. Irkçı Emperyalist rantçı kesimlerin rantlarının kesilmesi dolayısıyla suni bir kargaşa çıkarılarak yerli işbirlikçileri vasıtasıyla hükümet düşürülmüştür. Bu hükümet dışında henüz Adil Ekonomik Düzen’i uygulama yolunda adım atan bir parti iktidara gelmemiştir. Adil Ekonomik Düzen’i benimseyen ve bu yolda çalışmalarını sürdüren tek parti ise Saadet Partisi’dir. Bir yandan ilmi altyapı hazırlıklarını sürdürürken bir yandan da Adil Ekonomik Düzen’i fiilen uygulamaya geçirmek ve Milli Görüş idealinin iktidara gelmesi gerekmektedir. Vatanını, milletini ve ümmeti seven bir gençliğin yapması gereken bu sürecin hızlanması için elinden gelen bütün gayreti göstermesidir. Bu vesileyle bu yolda olan bütün gençlerimizi alnından öpüyor ve bütün samimi duygularımla bağrıma basıyorum. Ümmet sizi beklemektedir, gelecek planlarınızda ümmeti ihmal etmeyin. Allah’ın selamı üzerinize olsun.
17
DENEME
İbrahim Can Temiz
BİZDEN NE İSTENİYOR Evvela şu kalbimize bir dayanak arıyoruz bu dünyada. Her işimizde, her eylemimizde bir dayanak ki ortaya koyduklarımızı hayra ve başarıya çıkarsın. Hayra çıkardığı ağırlığınca kalplerimizi huzura daldırsın. Evet, inanıyoruz ki biz gençlerin ve tüm ümmetin yapacağı nice işimiz var. Koca üstad Akif’in kalbinden diline ve kalemine dökülenlerle; ‘uğraş ki telafi edecek bunca zarar var…’ Pekala, bize tam bu noktada bir kuvvet lazım. Bizde eylemi, azmi, çabayı, başarıyı, sabrı ortaya koyacak bir kuvvet lazım. Öyle bir kuvvet ki bizi hedefe doğru harekete geçirecek büyüklükte ve yoldan hiç saptırmayacak bir doğrultuda olsun. Menfaat, benlik, kibir, hırs, makam, mevki, şehvet, ağlayamamak, paylaşamamak, sevememek, samimiyetsizlik ve dertsizlik gibi, önce kuvvetimize sonra mesuliyetimize karşı koyan bütün tepki kuvvetlerini yenip yola çıkaracak bir kuvvet olsun. Şimdi bu denli bir kuvveti nerede arayacağız ve bulacağız? Bu kuvveti kendi kalbimizde ve en derinlerinde bulacağız. İşte o zaman aradığımızın, kalbimizin en derinlerindeki İman ve İslam’ın da tam kalbinde yer aldığını hissedeceğiz. Keşfedeceğiz; Kalbin içerisinde bir kalp, aşkın içerisinde bir aşk, hareket içerisinde bir hareket… Kuvvet ise; MESULİYET… Mesuliyet; kendimizde bulmak… Kendi kalbimizle ve mesuliyetimizin bizde ortaya çıkarıvereceği irademizle yola koyulmak… Ben sadece denileni yaparım diyerek sadece başkasından görev bekleyip durmamak. Eylemlerimizdeki kuvveti, inancımızın kalplerimize verdiği görev ve sorumluluklarımızda bulmak. Kalbimizden güç alarak mesuliyetimize varmak... Tarihimizin ve ecdadımızın, anaların ve babaların, ümmetin ve yetmiş iki milletin, mazlum ve mağdurların, bitki ve hayvanların, bilim ve teknolojinin, sanat ve mimarinin, müzik ve filmin dahi gözleri, kalplerindeki iman ve İslam’ın yüceliğinden kaynakla benliklerini mesuliyetle dolduracak olan gençlerin üzerindedir. Evet, mesul olduklarımız(mesuliyetimiz) bizde bir irade ortaya koyacak ve o irade en güzel bir üslub ile de ortaya eylemimizi koyacaktır. Nedir eylemlerimiz? Ne koyabiliriz ortaya? Gerçi soruyorum da, ne yok ki… Dedik ya onca işimiz var hakkıyla yapılacak. İnancımıza ve tarihimize sahip çıkacağız, ana babaların dualarını alacağız, dünyadaki tüm mazlum ve mağdurlar için gece gündüz bölümlerimizde ve içtimai hayatımızda gayret sarf edeceğiz, daha gözyaşı dökebilmeyi öğreneceğiz.
18
Akıbetimizin hayr olması için her yaptığımız işin en iyisini yapacağız. Güzel insanlar, emin insanlar, vatanına ve milletine hayırlı insanlar olacağız. Tüm insanlığın selameti ve huzuru için gayret sarf edeceğiz bulunduğumuz yerde ve anda. Kendimizi kandırmadan, menfaat için değil başkaları için dileyen (diğergam) ve didinen olacağız… İşte nice dertlere merhem olacak, Allah için azmi ve sürekliliği sağlayacak iradeyi ortaya koyduracak; mesuliyetimizi idrakimizdir. Bizden istenen; KALB ADAMI ve MESULİYET ADAMI olabilmek… İsteneni bulmalıyız. En güzel kıvamda elbet buluşmalıyız. Mesuliyetimizin idrakine ve farkına vararak her daim üzerimizde hissetmeliyiz. Gönüllerimiz imanla dolsun, kabarsın, taşsın. İçimizde ateşler yansın. Güzelliklerle beraber azim ve heyecanımız, mesuliyetimizle benliğimizi ve eylemlerimizi sarsın. Allah ayaklarımızı kaydırmasın. Niyetlerimiz bizlere idrak, tefekkür, akıl, kalp, iman ve tüm nimetlerini bahşedenden sapmasın. Yolumuz açık, Allah yar ve yardımcımız olsun.
İnancımıza ve tarihimize sahip çıkacağız, ana babaların dualarını alacağız, dünyadaki tüm mazlum ve mağdurlar için gece gündüz bölümlerimizde ve içtimai hayatımızda gayret sarf edeceğiz daha gözyaşı dökebilmeyi öğreneceğiz. Akıbetimizin hayr olması için her yaptığımız işin en iyisini yapacağız.
Ya kendiniz başkaları için yaşayacaksınız, ya başkalarını kendi yaşayışınız uğrunda kullanacaksınız. Birinci yolu seçmek için insanda kalb lazımdır. İkinci yol, hayatı koruma içgüdüsünün yarattığı, kalbe düşman zekanın yoludur.
19
EDİTÖRLERDEN
Yüce Allah’a hamd ü senalar , O’nun elçisi Hz. Muhammed(sav)’ e salat ve selam olsun. Yıllar geçtikçe yaşadıklarımızın kıymetini daha iyi idrak ediyoruz ve işin asıl kısmını söylemek gerekirse özlüyor insan yaşanmış olan o güzel günleri. Birileri muhakkak anlıyor beni, bundan eminim ve o güzel anılarımdan birisi de Kafes Dergisi’nde ufak da olsa bir çalışma yapmak olmuştu. Tabi ki sloganının dilimize pelesenk olduğu ve onu duyunca düşüncelere daldığımız Yıldız AGD’ lilerin çıkardığı Kafes Dergisi. Amaç
20
olarak birçok şey sayılabilir tabi ama derginin hazırlanış aşamasında yaşanılanları unutamıyor insan. Yazılarıyla okuyanları şaha kaldıran Engin Doğru kardeşim, tasarım aşamasında bana gecelerini ayıran corel programı dahisi Yasir Bilgin kardeşimle yaşadıklarımız, derginin üslubu için peşinden koştuğumuz Zahid Kaya ağabeyimizle muhabbetimiz derginin konusunu(Modernizm) belirlerken aslında sadece dergi çıkarılmasına ve editörlüğe odaklanmam Ebubekir Sifil hocamızın bu konuda beni aydınlatması ve yaşanılan diyalog, derginin basımı için kıran kırana pazarlık yapan Talha Aksoy kardeşim ve sadece kapak tasarımıyla bile tüm üniversite teşkilatlarının dergilerine öncülük etmiş olan Kafes Dergisi’nden bahsediyorum. Bunları beraber çalışma yaptığım kardeşlerim çok iyi hatırlayacaktır, elbette tebessüm edeceklerdir benim gibi. Umarım siz Yıldız AGD’li kardeşlerimiz de bu çalışmaları en güzel şekilde devam ettirirsiniz ve yaşadıklarınız yıllarca zihninizde güzel bir hatıra olarak kalır. Öncelikle bu kutlu davada Allah rızası için çalışma yapmış ve çalışmaya devam eden tüm ağabeylerim ve kardeşlerime , ayrıca bu derginin çıkarılmasında en ufak dahi emeği geçen tüm ağabeylerim ve kardeşlerime selam ederim, Allah kendilerinden razı olsun.
Muzaffer Ayzit
bu dergiyi. Yazı yazmayı öğütleyen, kitap tavsiyelerinde bulunan, bu işi plan ve program çerçevesinde yapmamızı sağlayan gizli kahramanımız İsmail Okumuş kardeşimizi anmadan geçmeyelim. Bir de dergiyi basıma hazırlayan usta tasarımcımız Dezam Ahmet Bekiroğlu. Samimiyetiyle Zahid (Can) Kaya dostumuz. Son olarak da duvar dibinde ilk dergi toplantısında bize eşlik eden, fikirleriyle ufuklar açmaya çalışan Abdurrahman Kaya abimiz. Böyle başlayan bir yolculuk…
Salı akşamı kafes dergimizden sorumlu Mustafa kardeşimiz arayıp dergi ile ilgili bir şeyler karalamamızı isteyince ilk aklıma gelen şey tabi ki derginin çıkartılma sürecinde yaşadığımız heyecandı. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olan Yıldız Teşkilatına yakışan da böyle bir derginin hala daha varlığını koruyor ve koruyacak olmasıdır. Bu kapsamda yapmamız gereken ilk işlem vefa duygusunu teslim etmektir. Böyle bir derginin hala varlığından bahsediyorsak ilk hatırlayacağımız kardeşimiz Yasin Torun’dur. Aşırı heyecanlı tavırlarına fikirleri fiiliyata dökmesine borçluyuz
Neydi peki böyle bir derginin çıkartılmasının amacı? Okuma oranın düşük, yazma oranın ise nerdeyse yok denecek kadar az olduğu bir toplumda yaşadığımız hepimizin malumu. Okumak iyi bir şey mi o da ayrı bir soru. Bilgi mi yoksa malumat mı? İlim mi yoksa ilmin künhüne varmak mı? Gördüğünüz üzere basit gibi görülen bir soru ardından binlerce cevaplanması gereken sorular yumağı… İyisi mi biz niyetimize dönelim. Okuyarak bir şeyler karalayarak bir nebze de olsa kendimizi yetiştirmek, davası olan ve bu uğurda yalpalamadan, cebini doldurmanın derdine düşmeden yaşamak… Çünkü “Yaşamak umrumuzdadır”...
Muhammed Emin Hacıbekiroğlu
21
EDİTÖRLERDEN
BİZE AİT Bir Dergi3
2010 yılı mühendislik öğrencilerinden ne kadar edebi bir ürün beklenirse bizler de öyle bir şey ortaya koymaya çalıştık o yıllarda. Derginin başlangıcı, bir sorumluluk ve görev bilinci ile başlamıştı. İsminin 80’li yıllarda üstatların çıkarmış olduğu mavera olması bile geçmişti aklımızdan daha sonra bu derginin Yıldız’a ve AGD gençliğine özel olması gerektiği düşüncesi bizi “kafes” ismine götürdü. Dergi ilk hazırlanırken Yıldız Üniversite’si gençliğinin tamamına hitap etsin okunsun fikri olsa da İslami ve siyasi içerikli daha çok bize ait bir dergi olarak ortaya çıkmıştı. Tabi ki testinin içinde ne varsa dışarı o çıkar misali... İlk sayı siyah beyaz fotokopi olsa da daha sonraki sayılar İHH nın matbaa desteği dergimizi renklendirdi. Sonuç olarak renkli iyi ya da kötü ele alınıp okunabilen Yıldız AGD mühendis geçliğinin İslami, edebi, sanat dergisi orta çıkmıştı. Belki de kafes kırılırdı, belki de erirdi zincirlerimiz.
Yasin Torun
22
Gençliğimizin düşüncelerini,fikirlerini ve ideallerinin kafese konulmak istendiği bu dönemde “ emri bil mâruf nehyi anil münker” çerçevesinde kafesin dışında da hayat olduğunu anlatmayı gaye edinmiş Yıldız Teknik Üniversitesi Anadolu Gençlik Teşkilatımızın en önemli çalışmalarından biri olan Kafes Dergimizin 10.sayısının çıkacağını duymaktan dolayı memnun olduğumu belirtmek isterim. Mühendislik Öğrencilerinin yoğun olduğu teknik üniversitelerde böyle dergilerin çıkarılmasının ne kadar meşakkatli olduğunu gerçeğini göz önüne alarak bu çalışmalarda bulunan kardeşlerimizi tebrik ediyorum.
Vedat Balıkçı