VATAN HAİNİ
“Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet. Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.” Bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson’un 66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında amirali Amerikan bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira “Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz dedi Hikmet. Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.” Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz. Ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, Kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan … Vatan,şose boylarında gebermekse açlıktan Vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın. Fabrikanızda al kanımızı içmekse vatan, Vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, Vatan,mızraklı ilmihalse, vatan polis copuysa, Ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan Vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması, topuysa, Vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, Ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ… NAZIM HİKMET
SAYI:2-MAYIS 2018
YOLDAŞ
Merhaba sıra arkadaşım
,
Bizler de senin gibi Meslek, İmam hatip, Anadolu ve Fen liselerinde okuyan öğrencileriz. Amacımız geleceksizliğe, işsizliğe, ezberci eğitime, dinselleştirilen karşı bilimin, emeğin, demokratik, özgür ve parasız eğitimin sesi olmak. Sürekli değiştirilen rekabete sokan bu düzene karşı birlikte ses çıkaralım. Okullarımız, proje okul haline getirilerek imam hatipleştiriliyor. Zorunlu din dersi saatleri artırılırken, buna karşın evrim müfredattan çıkartılıyor. Bizler, eğitimde dinselleştirmeye karşı bilimi öğrenmek istiyoruz. Bizler, Che’nin Deniz Gezmiş’in, Mahir Çayan’ın, Berkin Elvan’ın yoldaşlarıyız.
Fanzinimizin bu sayısında, bir film tanıtımımız, 1 Mayıs işçi ve emekçi mücadele günü tarihi yazısı, Denizlerin yolunda olmak, Bolşevik Kadın devrimci Nadejda Krupskaya’a değindik.
Bizleri instagram sayfamızdan takip edebilir, yazı gönderebilirsiniz.
ÖZGÜRLÜK RÜZGARI (The wind that shakes the Barley) Ken Loach’ın çektiği önemli filmlerden biri olan Özgürlük Rüzgarı,2006 yılında vizyona girdi.Film,İngiliz emperyalizm’inin İrlandalılara yaptığı zulmü ve buna karşın başlatılan direnişi anlatmakta. 1920’li yıllarda,İrlanda yüzyıllar öncesinden bu yana,koloni olarak İngiltere’nin bir parçasıdır.İngiliz askerlerinin adadaki zulmü de,artan bir şekilde devam etmektedir.Bu şiddete tanık olduğunda eğitimini tamamlama hedefini bir kenara bırakan Damien,zulme karşı direnen İrlandalı cumhuriyetçilerin (IRA) safına katılır.Damien’in ağabeyi Teddy,bu direniş grubunun liderliğini yürütmektedir.İki kardeş,sırt sırta çok sıkı bir direniş sürdürürler.Ta ki barış anlaşması imzalanana kadar.Anlaşma koşulları,aynı idealin peşindeki bu iki kardeşi de birdenbire farklı saflara ayırır. Geçen sayıda da İngiliz sömürgesi olan Hindistan hakkında bir film tanıtımı yapmıştık.İki film tarihi emperyalistlerin ağzıyla değil,gerçek tarafıyla aydınlatıyor.Bu iki film’in benzer yanı,tıpkı ülkemizde 1968 kuşağında Deniz,Mahir,İbo’nun yaptığı gibi emperyalizm’e direnmek olmuştur.Diğer sayılarımızda da bu tarz tarihsel olaylara değinen filmleri tanıtmaya devam edeceğiz…
1 MAYIS İŞÇİ VE EMEKÇİNİN MÜCADELE GÜNÜDÜR! DENİZLER’in YOLUNDA OLMAK İşçi sınıfının mücadele tarihinde 1880’li yıllarda ağırlıklı olarak kol emeği kullanılıyordu. İşçi şartlarının ağır, çalışma sürelerinin uzun, çocukların çalıştırıldığı işverenin güçlendiği, işçilerin her geçen gün daha dar boğaza girdiği süreçler yaşanmaktaydı. 14-15 saate varan çalışma süreleri, işyeri güvenliğinin olmayışı, sağlık problemlerinin çoğalması , örgütlenme ve grev temel haklarının tanınmadığı bir siyasi ve hukuki sistem ile karşı karşıyaydı. 1881 yılında Örgütlü Meslek ve Emek Birlikleri Federasyonu “8 saatlik iş günü” ülke geneline yaymak ve işçi sınıfının kararlı mücadelesini yükseltmek için çalışmalara başlattılar. ABD ‘de Chicago kentinde 40 bin tekstil işçisi bir eylem gerçekleşti, kanla sonuçlandı. Bir fabrikada 1400 işçi 8 saatlik iş günü istediği için ve greve çıkanlara ateş açıldı ve 4 işçi yaşamını yitirdi. 1 Mayıs 1886’da ABD ve Kanada’da sendikalar ve diğer örgütlerin yükselttiği mücadele sonucu 350 bin işçi greve çıktı. Bu olay ,işçi sınıfı tarihinin ilk örgütlü ve kararlı tepkisi idi.Bugünden sonra;işten atılmalar yoğunlaştı.Bu harekete öncülük ettikleri gerekçesiyle,Albert PERSONS,Adolph FISCHER,George ENGEL ve August Spies adlı 4 işçi idam edildi.Bu işçiler 8 saatlik iş günü mücadelesinin önderleridir.Albert PERSONS,eğer özür dilerse affedileceğinin söyleyen mahkemeye şunları söyledi; ”BÜTÜN DÜNYA BİLİYOR SUÇSUZ OLDUĞUMU,EĞER ASILIRSAM CANİ OLDUĞUMDAN DEĞİL,EMEKÇİ OLDUĞUMDAN ASILACAĞIM”. 1889’DA II.Enternasyonal’in Paris’te düzenlediği kongrede Amerikan işçilerinin mücadelesini desteklemek amacıyla gösteriler düzenlendi.1890’dan itibaren 1 Mayıs’ta “Uluslararası Birlik,Mücadele ve Dayanışma Günü” edildi. Türkiye’de 1 Mayıs Türkiye’de ilk düzenlenen 1 Mayıs Osmanlı döneminde 1909 son dönemde ele geçen belgelerde 1 Mayıs 196’ da İzmir’e olduğu belirtilmiştir. 1906’da yapılan 1 Mayıs’ın bildirisinde şöyle yer almakta; “Yurtsever Kardeşlerim! Şerefli gazete çalışanları! Haberiniz olsun ki, 1 Mayıs Dünya işçileri Bayramı münasebetiyle amele kıraathaneleri civarındaki tren istasyonu mevkiinde toplantı ve gösteri vardır. Dernek (cemiyeti) Reis Vekili Celil ve İsameddin Efendi 1906” 1906’da Üsküp’te, Selanik; Selanik İşçi federasyonu üyeleri katılmış. 1912’de Osmanlı Sosyalist Fırkası liderliğinde, 1922 yılında Ankara’da İmalat-ı Harbiye İşçileri liderliğinde 1 Mayıs’ta mücadele örülmüş. 1922 ‘deki Ankara yapılan 1 Mayıs hoş karşılanmamış. Avrupa’daki hayalet Anadolu’yu da etkilemeye başlamış. 1923 ‘te resmi olarak kutlanan ve ertesi yılda geniş kitlelerle kutlanması yasaklanan 1 Mayıs 1925’te yasadışı ilan edilmiş ve işçi sınıfı mücadelesinin önü kapatılmak istenmiştir. İşçi sınıfının hareketi yavaşlasa da durmamış. 1935’te 1 mayıs işçi bayramı bahar ve çiçek bayramı adı altında günün önem ve mücadele günün algısı değiştirilmeye çalışılsa da başarılı olunamamış 2. Dünya savaşının ardından ise işçi sınıfının mücadelesi daha da önem kazanmıştır. 60’lı yıllarda ise 24 Temmuz günü işçi bayramı kutlamaları olması dayatıldı. 1976’lı yıllarda kitlesel 1 Mayıs mücadele gününe katılım oldu. Dayatmalara, yasaklara rağmen işçi sınıfı, emekçisiyle, öğrencisiyle, halkıyla yaklaşık 400.000 geldi. İşçi sınıfının uyanışından korkanlar 1977’de sabote edildi. 37 canımızı katletmişlerdir. 1979’da Taksim yasağı koyulmuş ve sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. Baskılara ve yasaklar işçi ve emekçiyi durduramamış binlerce insan 1 Mayıs’ın bir kez daha mücadele günü olduğunu göstermiştir. 1996’da taksim yasağından dolayı Kadıköy’de düzenlendi. Polisin halka silah açması üzerine 3 kişi katledildi. 2008 yılında emek ve dayanışma günü olarak kabul edildi. Ancak taksim yasağı kaldırılmadı. 2009’da resmi tatil ilan edildi. Taksim yasağı halen devam etmekte, işçi sınıfının, emekçinin mücadelesini önü kesilmek istenmektedir. Yasak da, baskılar da işçi sınıfını mücadelesini durduramayacaktır. .
“Onlar ölmediler yok, Ateş fitiller gibi: Dimdik ayakta, Barut ortasındalar! “
Türkiye’de takvim yaprakları 6 Mayıs 1972’yi gösterdiğinde; Deniz Gezmiş,Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi.3 Fidan’ın hakkında bu zamana kadar çok fazla ve uzun yazılar yazıldı.Hatta çoğumuz onların resimlerini taşıdı ve bir sözünü paylaştı.Fakat önemli olan onların yolunda olmaktır. Onların yolunda olmak, ne için mücadele ettiklerini bilmekle anlaşılabilir.1972’den 2018’e değişen çok şey oldu ama aslında uğruna verilen mücadele değişmedi. Denizlerin idam sehpasında attıkları sloganlar aklımıza gelmeli: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Ve “Kahrolsun emperyalizm!”. Türkiye bugün hala tam bağımsızlığını kazanabilmiş değil. Emperyalistler hala bizim adımıza karar vermekte. 1972’den bu yana sadece politikalarını değiştirmişlerdir. Bizlere düşen görev Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in bize devrettiği mücadeleyi omuzlamaktır.
Bolşevik Bir Kadın Devrimci : Nadejda Krupskaya Rus takvimine göre 26 Şubat 1869 yılında Rusya’da doğmuştur. Babası asker kökenlidir. Fakat devrimci gruplar ile iletişim içerisinde olduğu iddiasıyla askeriyeden ihraç edilmiştir. Konstantin İgnatevic askeriyeden atıldıktan sonra fabrikalarda işçilik dahil pek çok işte çalışmıştır.Krupskaya’nın annesi olan Alizaveta Tistrova ise ailesini geçindirmek için evlenmeden önce yaptığı meslek olan mürebbiyeliğe geri dönmüştür. Krupskaya’nın ebeveynleri ilerici,demokrat oldukları için Krupskaya bu ortamdan etkilenmiştir. Krupskaya ortaöğretimini tamamladığı dönemde o genç yaşına rağmen , Çarlık Rusya’sının eğitim anlayışının karşısında yer almıştır. Elbette Krupskaya’nın bu tavrı sorgulayıcı, araştırmacı özelliklerinden de kaynaklanmaktadır. Krupskaya erken yaşta emekçi sınıfların yaşamlarını yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Marksizm ile erken yaşta tanışan Krupskaya, ezilen sınıfların yaşam şartlarını iyileştirmek amacıyla da politik mücadeleye girmiştir. ‘’ O günlerde devrimci tartışmalarla epey ilgileniyor, elbette devrimcilere sempati duyuyordum.’’ (11 Ciltte Eğitimsel Çalışmalar, Cilt 1 , s.9 ) Çocukluğundan itiabren öğretmenlik mesleğine sempati duyan Krupskaya, liseyi bitirdikten sonra öğretmen okulunu kazanmıştır. Fakat okulu bitirdikten sonra hemen iş bulamamıştır. Uzun arayışlar sonucunda yatılı bir okulda özel ders vermeye başlamıştır. Krupskaya bu süreçte Tolstoy’a ilgi duymuştur. Özellikle Tolstoy’un eğitim üzerine yazdığı kitap ve çalışmalarını okumuştur. Krupskaya kalan boş zamanlarında adaletsizliğin kökeni üzerine incelemeler yapmıştır. Ayrıca bilimsel sosyalizmin kurucuları olan Marx ve Engels’i bu dönemde daha detaylı bir şekilde okumaya başlamıştır. Krupskaya 1895 yılında Lenin tarafından kurulmuş olan St.Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği’ne katılmıştır. Bir süre sonra toplantılara katılmaya başlamıştır. Bir toplantıda Marksizmi şiddetli bir şekilde savunan Lenin’in konuşmaları, Krupskaya’nın dikkatini çekmiştir. İlk göz tanışıklığı burada başlamıştır. Krupskaya bu süreçte siyasi anlamda etkin olmuştur. Fakat bir süre sonra kimliği deşifre olmuş ve 1896 yılında Lenin ile birlikte tutuklanmıştır. Lenin bir mektubunda Krupskaya ile nişanlı olduğunu ve Sibirya’ya transfer edilmesini talep etmiştir. Lenin’in bu talebi kabul görmüştür ancak tek bir şartla : Sibirya’ya varır varmaz evlenmelidirler. Nitekim böyle de olmuştur. İşte Lenin ile Krupskaya bu olay vesilesi ile evlenmiş ve yıllar sürecek mutlu bir birlikteliğe adım atmışlardır. Krupskaya 1898 yılında kurulmuş olan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nde yer almıştır. Parti daha sonra Bolşevik ve Menşevik olmak üzere ikiye bölünmüştür. 1898'de Kiev'deki grubun önderliğinde Minsk’ta partinin kuruluş kongresi düzenlenmiş ve kongrede partinin adını "Rusya Sosyalist Demokrat Partisi" seçmiştir. "İşçi Gazetesi" merkez organın gazete statüsünü almıştır. Ancak geniş tutuklama yaşandığı için parti programını yazan partinin adını izin almadan "Rusya Sosyalist Demokrat İşçi Partisi" olarak değiştirilmiştir.
Yönetim kurulu meselesinde kongre kararını kabul eden çoğunluk (Bolşevik) ile bunu eleştiren azınlık (Menşevik) olmak üzere ikiye bölünmüştür. Bir ara Plehanov ve Lenin Iskra'yı yönettiyse de Plehanov'un Menşevik'e geçmesiyle Lenin Iskra'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Krupskaya , partide yaşanan bu olaylar sonucunda devrimci kanatta yer almış ve diğer bolşevik yoldaşları ile birlikte partiden ayrılmıştır. Krupskaya , Bolşeviklerin Partisi’nde hiç durmadan kadnı işçilere sınıf bilinci kazandırılması ve onların eğitilmiş mücadele güçleri olarak harekete üye olmaları konusunda çaba göstermiştir. Krupskaya, kapitalist devletlerdeki, özellikle de Almanya’daki proleter kadın hareketinin gelişmesini ayrıntılarıyla izlemiştir. Krupskaya Sibirya’da kadın işçiler için ilk Rusça propaganda broşürü olan ‘’Kadın ve Kadın İşçi’’yi yazmıştır. Bu broşür anonim olarak Şubat 1901’de basıldı fakat o kadar başarılı oldu ki , Ağustos’da ikinci baskısı yapıldı. O , çabalarında Rusya’da topalanan kadın işçileri Batı Avrupa’daki kız kardeşleriyle dayanışma içinde birlikte eyleme yöneltmeye uğraşıyordu. 1910’da Kopenhag’da Uluslararası Kadınlar Konferansı tarafından kararlaştırılan Emekçi Kadınlar Günü, Rusya’da da tüm ülkelerin proleterlerinin dayanışmasını ilan etti. Sosyalist Devrim’in zaferi Krupskaya’nın önüne eğitim faaliyetleri açısından yeni kapılar açar. Örgütsel, politik ve eğitsel çalışmalara yoğunlaşır. Eğitim Halk Komiserliği'ne Anatoli Lunacharsky'ye vekaleten atandı. Bu dönemde Lenin'le birbirlerini oldukça seyrek görebildiler. Krupskaya 1921'den itibaren Politik Eğitim Enstitüsü'nde dersler verdi. Uzun yıllar yeni eğitim sisteminin pedagojik yönleriyle ilgilenir ve Yeni Bir Hayata Doğru isimli bir dergi çıkartır. Bu dönemde Krupskaya tüm parti kongrelerinde delege olarak görev alır. Yönetim organlarında üyelik, üst düzey hükümet mercilerinde vekillik yapar. Kendisi Emeğin Kızıl Bayrağı Nişanı (1929) ve Lenin Nişanı (1933) ile ödüllendirilir. 1931’de SSCB Bilimler Akademisi’nin onur üyesi olur, 1936’da ise kendisine pedagoji bilimleri doktorası verilir. 1937’den itibaren Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti Başkanlığı’nda üye olarak çalışır. Devrimden sonraysa, hayatını işçi ve köylülere yönelik herkesin erişebileceği kütüphanelerin açılması gibi çabalarıyla, eğitim imkânlarının ıslahına adayan Nadejda Krupskaya, 27 Şubat 1939’da hayata veda etti. Külleri Moskova’daki Kızıl Meydan’da, Lenin mozolesinin yanındaki Kremlin duvarının içine konulmuştur. Clara Zetkin’in dediği gibi, Nadejda en yüksek mutluluğu gördü. O proleter sosyalist devrimi yaşadı. En büyük acıyı da o tattı. Erken ölüm, eşi aynı zamanda yoldaşı Lenin’i yanından koparıp aldı. Bu kaybın yarası hiç kapanmadı yine de onun devrimci çalışma için isteği o kadar güçlüydü ki korkunç yarası onu asla yıkamadı. ‘’Krupskaya yoldaşın özü ve faaliyeti granitten bir birlik, ışıklı bir örnektir. Kadın yoldaşlarla, Sovyetler Birliği’nin emekçi kadınlarıyla birleşmiş olarak, bir uluslararası komünist kadınlar mutluluk dileyenlerin saflarına katılıyor ve ona diyoruz ki : Sana bize verdiklerin ve bizim için ifade ettiğin anlam için teşekkür ediyoruz. Bu öne atılan, ileriye doğru çabalayan insanlık yaşamıdır.’’ Clara Zetkin