LİSELİ
YOLDAŞ SAYI: 7 2019
“Filozoflar şimdiye dek dünyayı yorumlamakla yetindiler. Oysa mesele onu değiştirmektir” Karl Marx
YOLCULUK GAZETESİ ÖZEL SAYISIDIR!
EĞİTİMDE GERİCİLİĞE SON, BİLİMSEL EĞİTİM İSTİORUZ TALEBİMİZİ DİLE GETİRİYORUZ Merhaba sıra arkadaşım. Bizler, senin gibi Anadolu, Fen, İmam Hatip ve Meslek liselerinde okuyan öğrencileriz. Amacımız geleceksizliğe, işsizliğe, ezberci eğitime, gericileşmeye karşı bilimin, emeğin, demokratik, özgür ve parasız eğitimin sesi olmak. Sürekli değiştirilen eğitim sistemini ve rekabet kültürünü bizlere dayatan bu düzene karşı birlikte ses çıkaralım. Bir yandan okullarımız, proje okul haline getiriliyor ve özelleştiriliyor. Diğer yandan zorunlu din dersi saatleri artırılırken,buna karşın evrim müfredattan çıkartılıyor. Onlar, sorgulamayan bir gençlik yaratmak için tüm imkânlarını kullanıyor. Düzenin kulluğunu yapan itaatkâr bir gençlik yaratmak istiyorlar. Bizler eğitimde gericiliğe karşı sorgulamayı ve bilimi öğrenmeyi istiyoruz. Ezberci ve içi boş sisteminin alternatifini oluşturmak bizim ellerimizde. Dünyayı değiştirebilmek,öncelikle onu anlamaktan geçer. Bizler Liseli Yoldaşlar olarak, sömürünün, adaletsizliğin,zorbalığın ve gericiliğin kuşatması altında yaşamak istemiyoruz. Genç insana yakışan eşitlik,adalet ve özgürlük için mücadele etmektir. Onurlu bir yaşamı var etmek için birlikte öğrenecek ve mücadele edeceğiz. LİSELİ YOLDAŞ
K
YAPAY ZEKA
apitalist tekelci sistem her gecen gün yeni bir teknolojik gelişmeye imza atıyor. Bunlardan biri de yapay zeka ve robot teknolojisi. Bu teknoloji şimdiden hayatımızda yer edinmiş durumda. Tarım sektöründen tutun avukatlık mesleğine katar her alanda boy göstermeye başlayan kapitalizmin deyişiyle “artırılmış insanlık” dediği ve hayatımızın her alanını piyasalaştırılıp, kontrol ve baskı altında tutmaya çalıştığı, yeni bir çağa girmek üzereyiz. İleri teknolojiler egemen güçlerin elinde bir baskı ve savaş aracına dönüşürken, kapitalist üretim ilişkilerinin nasıl şekilleneceğine yakından bakmak gerek. 2000‘lerin başında, işçi sınıfının değiştiği, sanayi devrimi ile ortaya çıkan sanayi işçisinin yerini hizmet sektörü işçisi aldı.
Yapay zekanın toplu gözetleme ve savaş yürütme için kullanılması, bu dönüştürücü teknolojinin kapitalizm altında kullanılıyor olmasından kaynaklanan yıkıcı hedeflerden yalnızca biri. Zira yapay zekanın toplu gözetleme için de kullanılıyor . Bu teknoloji çoktandır Amazon şirketinin depolarında, çalışanların her yaptığını takip etmek ve işçilerin tek vardiyada yürümek zorunda oldukları 25 km’den önce dinlenmek için durursa ustabaşıları tarafından uyarıldıkları bir sistem olarak kullanılıyor. Yapay zeka insanlık için gerçek manada fayda sağlayabilir, örneğin iş saatlerini düşürebilir, iş koşullarını iyileştirebilir, daha güzel bir dünya bile yaratabilir. Fakat bu teknolojinin kapitalizm gibi bir canavarın elleri arasında ne kadar fayda vereceği ortadadır.
Sanayi devriminden beri kapitalizm teknolojideki her gelişmeyi, bir insan bastırma ve zorbalık aracına çevirmiştir. Aynı zamanda bu teknolojiler toplumu kontrol Çok değil 15-20 yıl içinde pek çok işin robot teknolojisi tarafından yapılacağını düşünürsek birçok eden egemenlerin elinde işçi sınıfını kolluk kuvvetleri işin yok olacağını ve bu süreçte birçok işçinin de işini yoluyla zapt etmek istedikleri toplumlar karşısında bir sopa haline gelmiştir. kaybedeceği bir gerçek. Bu bağlamda bakıldığında kapitalizm içinde bulunduğu krizi daha da büyütecek, şuan bile milyonlarca Aynı teknoloji farklı ellerde farklı sonuçlar işsiz, evsiz, aç insan varken bunlara yeni milyonların doğuracaktır. katacağı kesin. Ortaya çıkacak olan yeni işsiz yığınlarının, sermaye- Sosyalist bir toplumda bu teknoloji muazzam sonuçlar ortaya çıkarabilir. yi, zenginliği elinde bulunduran birkaç hovardaya Hem halkın ekonomik refahını sağlarken hem de bir karşı baş kaldırmaması olanaksızdır. Bu şartların yeni devrimler doğuracağı, sınıf savaşlarının en belir- kültür yükselişi sağlar. Fakat vahşilerin elinde teknoloji de vahşileşir. gin dönemlerini yaşayacağımız kesin. Bu gelişmelerin en yoğun yaşandığı sektörlerden biri de şüphesiz savaş ve istihbarat alanı . Geçtiğimiz aylarda 3000 ‘den fazla Google çalışanı ABD nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika genelinde on binlerce insanı öldüren yada sakat bırakan insansız hava aracı süikastlerine karşı tavır alan mektup yayınladı.
Bu bağlamda insanlığın önünde iki yol bulunmaktadır; kapitalizmin yolu vahşiliğin, yoksulluğun, ölümün, diktatörlüğün pervasızca yükselmesini önermektedir.
Sosyalizm yolu ise bütün dehşetlerden kurtulup refah ve kurtuluş yolunu önermektedir. İnsanlığın kurtuluşu; sosyalizme giden yolu döşemek adına şüphesiz bizim ellerimizdedir. Google çalışanları şirketin ABD‘nin insansız hava Biz mücadeleyi her safhaya taşırsak, ufuktaki teknoaracı programı ile bütünleşmiş insansız uçaklarla toplu gözetleme sisteminden çekilmelerini istedi. Bu lojik devrimi ancak o zaman insanlığın köleliği değil, bir gerçek ki yapay zeka sadece üretim yapmak için kurtuluşu için bir devrime dönüştürebiliriz. değil insanların hayatlarına son vermek için de kullanılıyor ve kullanılacak. LİSELİ YOLDAŞ
FİDEL’İN ARDINDAN K
üba devriminin büyük komutanı Fidel Castro’yu ölümümün 2. yılında anıyor, verdiği mücadeleyi anlıyor ve Castro ve yoldaşlarının yaktığı meşaleyi bugün hala taşıyoruz. Amerikan emperyalizmine ve oligarşiye karşı savaş ile geçmiş 90 yıllık bir mücadele demektir Fidel Castro! Şeker kamışı üreticisi emekçi bir ailenin brş çocuğundan biri olarak büyümüş, Küba devlet başkanı olduğu andan itibaren çalışmalarını toprak ve emek üzerine kurmuş, her zaman emekçiden yana ve halkçı bir önder olmuştu. Fidel, bir liderdi ama burjuva rejimlerde rastladığımız liderlerden farklı olarak, halkla arasına yabancılaşma girmedi, aralarındaki açı büyüyeceğine kapandı. Küba devrimi, başlayıp biten bir başarı, belirli tarihlere sığan bir süreç değil, yaşayan bir olgudur; sürekli bir özgünlüğü bir yaratıcılığı olmuştur. Küba, Sovyetlerin dağıldığı, maddi ve moral desteğin kesildiği dünyada da var olmayı bildi. Bu koşullarda Fidel Castro, bir devrim önderinin nasıl olması gerektiğinin, Küba ise bir devrimin sadece iktidarı ele geçirmekten ibaret olmadığının, uzun-zorlu ve sürekli yaratıcılık gerektiren bir sürecin kaçınılmaz olduğunun somutlanmış göstergesi oldu. Bugün içinden geçtiğimiz kanun hükmünde kararnamelerle kalıcılaşmış OHAL’i yaşadığımız tek adam rejimi koşullarında Fidel Castro, “ne yapmalı” ve “nasıl yapmalı” sourularının yanıtıdır.Onun militan ruhu, devrim yolunda örgütlü bir şekilde ilerlememizin, devrim yolunda inancımız ve kararlılığımızın esin kaynağıdır. 1 Ocak 1959’da ABD’nin yanı başında anti-emperyalist, anti-oligarşik, demokratik bir halk devrimi gerçekleştiren Fidel, Che ve yoldaşları, yeni sömürge ülke devrimcilerine yöntemsel önemde kazanımlar sunmuştur. Vietnam, Angola vb. pratiklerin de kattıklarıyla beraber ortaya çıkan bu zenginlik, Mahir Çayan’ın üretimlerinde Türkiye’nin Marksizmi olarak tanımlanabilecek bir bütünlüğe dönüşmüştür. Mahir Çayan, Küba devrimini Marksizm-Leninizm hazinesine büyük bir katkı olarak görmüş; Fidel Castro, Che Guevara ve arkadaşlarından öğrenecek çok şeyin olduğuna dikkat çekmiştir. Bugün hangi ülkede olunursa olunsun, Fidel’in yaptığı gibi gerektiğinde iktidardaki zorbayı hukuksal yöntemlerle de teşhir etmeli ama yine Fidel gibi gerektiğinde en radikal yöntemleri programının bir parçası haline getirmeli. O, mahkeme salonundan “Tarih beni beraat ettirecektir” diye haykırmıştı; aradan geçen süreçte tarih ve halklar nezdinde beraat etmekle kalmadı, zamanlar üstü bir pusula haline geldi. LİSELİ YOLDAŞ
Castro-Che ve yoldaşları, Küba halkının diktatörlükten kurtuluşuna önderlik etmekle kalmamış, aynı zamanda iç içe geçmiş demokratik ve sosyalist dönüşümleri soyuttan somuta taşımıştır. Castro’nun, devrimi “alçakgönüllü insanların, alçakgönüllü insanlarla birlikte alçakgönüllü insanlar için” yaptığını söylemesi ve tüm acil ihtiyaçları karşılandıktan sonra hedeflerini “bolluğun sırf ötesine geçmek değil geride kalanlara yardım etmek” biçiminde saptaması, sosyalizm konusunda ezberle değil dönemin koşullarını dikkate alan bir yaratıcılıkla hareket ettiğini gösterir. Castro, 1955’te Küba’dan ayrılarak Meksika’ya geçti ve 26 Temmuz Hareketi adlı yeni bir örgüt kurdu. Castro ve arkadaşları, gerilla savaşı eğitimi gördüler ve 2 Aralık 1956’da Granma yatıyla Küba’ya dönerek Oriente’de karaya çıktılar. Burada hükumet kuvvetleriyle girişilen çatışmalarda arkadaşlarının çoğunu yitiren Castro, aralarında kardeşi Raul Castro ve Ernesto Che Guevara’nın da bulunduğu 12 arkadaşıyla birlikte Oriente’nin güneybatısındaki Maestra Dağlarına çekildi. Bu dağlarda iki yıl boyunca Batista’nın kuvvetlerine karşı bir gerilla savaşı yürüttü. 2 yılın ardından yenilgiye uğrayan Batista 31Aralık 1958’de Dominik Cumhuriyeti’ne kaçtı. 1959’da artık devrim gerçekleşmişti, Fidel Castro devlet başkanlığına seçildi. Castro, 1968’e değin bağımsız sosyalist bir politika izledi. Güney ve Orta Amerika ile Afrika’daki devrimleri destekledi. Küba’da ilan ettiği okuma yazma seferberliğinin sonunda okuryazarlık oranı yüzde 90’ın üzerine çıktı. Yeni okullar açtı ve eğitim olanakları yaygınlaştırdı. Zenginlik kaynaklarının, ulusal gelirin ve sağlık hizmetlerinin dağılımında köklü değişiklikler gerçekleştirdi. İşsizliği büyük ölçüde ortadan kaldırırken herkese çalışma yükümlülüğü getirdi. 47 yıl boyunca yürütmekte olduğu devlet başkanlığı görevini 2006’da yaşadığı sağlık sorunları sebebiyle geçici olarak, başkan yardımcısı ve kardeşi olan Raul Castro’ya devretti. 2008’de ise devlet başkanlığı görevini bıraktığını açıkladı. 25 Kasım 2016’da hayata gözlerini yumduğunda 90 yaşında olan Fidel, emperyalistlerinyanı başında ve kapitalizmin bütün saldırılarına rağmen sosyalizmi yaşatmayı başarmış bir komutan olarak ölümsüzleşti. Devrimci Yol’umuzda bugün mücadelenin gerekleri yerine getirilirken, Castro’nun birikiminden ve Küba pratiğinden öğrenilmesi gereken çok şey olacaktır. Onlar, eskimiş-çürümüş olanı yıkmakla kalmamış, yeninin inşasında da önemli mesafeler kat etmiş, hacmi küçük ama işlevi büyük bir ada ortaya çıkarmış, umudu tüm halklar adına büyütmüştür. Şimdi, hep beraber “Zafere kadar daima”/“Kurtuluşa kadar savaş” deme zamanıdır; bu, aynı zamanda Fidel’i yaşatmanın da gereğidir. Geçtiğimiz bu karanlık günlerde, engebeli ve sarp yollarda önümüze çıkan her engeli öz gücümüz, birlikte mücadelemiz ile aşacağız. Cesaret, inanç ve kararlılık ile devrim yolunda Fidel olacağız. Haramileri de onların saltanatlarını da elbet yıkacağız. Herkesi, her alanda mücadeleyi adım adım büyütmek için Liseli Yoldaş saflarına çağırıyoruz; sesimiz her liseden her sınıftan yükselip tek bir seste birleşecek, adımlarımız sıklaşacak, omuz omuza yürüyecek, liselerden memleketin her yerine umudu taşıyacağız. LİSELİ YOLDAŞ
2
ERDAL EREN
5 Eylül 1964’de Giresun’un Şebinkarahisar ilçesinde doğan Erdal Eren, Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisiydi. Okul hayatında ve kısa süren gençlik çağında, atılgan, fikir sahibi, öncü bir fidandı. Karakterinde barındırdığı bu özellikler kısa zamanda bulunduğu çevrede ve gerçekleştirilen eylemlerde ön plana çıkmasına neden olmuştu. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi olan Erdal, kendisi ile aynı bölüngü de bulunan ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Partili Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak, öldürülmesi üzerine, 2 Ocak 1980 günü düzenlenen gösteride çıkan çatışmadan sonra gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı.
Erdal Eren, çıkan çatışmada yaşamını yitiren er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiası ile tutuklandı. Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldığı sürece ağır işkencelere maruz kalan Erdal, 1980 darbesi ile ülkenin başına geçen Kenan Evren’i ve ülke içerisinde yaşanan olayların simgesel haline dönüşen öncü isimlerdendi. Erdal yargılandığı süreçte, Askeri Yargıtay 3. Dairesi’nin önce delillerin noksanlığı ile esastan, ardından da idam cezasının, müebbet hapis cezasına çevrilmesini öngören Türk Ceza Kanunun 59.maddesinin uygulanmaması nedeniyle usulden bozmasına rağmen, Daireler Kurulu iki kararı da reddetti. Güvenlik konseyi tarafından onaylanan idam kararı ile birlikte tüm dünya genelinde “Erdal Eren idam edilemez ve idamı durduralım“ şeklinde yürütülen protestolara rağmen Erdal Eren, 13 Aralık 1980 tarihinde Ankara Merkez Cezaevi’nde idam edildi. Erdal’ın çocuk yaşına rağmen yüreğinde büyüttüğü kavga ve inançlılık, idama giderken geçirdiği kısa mahkeme sürecinde yaptığı savunma ile birlikte idam sehpasına kadar geçen sürede en ufak bir tereddütte düşmeden, büyük bir kararlılık ile gözler önüne serdi. Erdal Eren, hücrede yazdığı mektubu iç çamaşırında saklayarak önce avukata sonra da ailesine ulaştırdı. Mektubu ise en ufak bir korku duymadığının, en büyük kanıtı idi. İşte o mektup: LİSELİ YOLDAŞ
Sevgili annem, babam ve kardeşlerim; Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemizde olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) Bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var. Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağınıçok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizinde bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler. Cezaevinde yapılan (Neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda Ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi içten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım ya da meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar,başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur. Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum. Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat acısının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar. Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz. Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim. Devrimci selamlar. LİSELİ YOLDAŞ
E
EVRİM DERSLERİ 4
vrim Dersleri başlığı altında sürdürdüğümüz yazı dizimizde geçen sayı insansılar olarak bildiğimiz Hominid’lerin özelliklerinden bahsetmiştik ve insanın evrim ağacı aşamalarını kronolojik bir sırayla görmüştük. Bu sayıda dördüncü ders konumuz ise insanın evrim ağacını tanımlanmış en eski atamızdan başlayarak sırayla incelemek üzerine olacak.
Fosil kalıntılarına ilk defa 2001’de Kenya’nın kuzeyindeki Tugen dağlarında rastlanılıyor. Orrion kelimesi yörenin halk dilinde “has adam” anlamına geldiği için Tugen’in Has Adamı ismini almış. Literatürde Milenyum Adamı olarak da biliniyor. Bu türe ait 13 adet fosil örneği bulunmuş. Yapılan tarihleme çalışmalarıyla günümüzden 6 milyon yıl önce yaşadığı tespit edilmiş. Bulunan diş örneklerinde yapılan incelemelerde bitkilerle beslendiği anlaşılmış. Küçük bir beyin hacmine sahip ve boyu 1 metre 20 cm. Dik durma kabiliyetine sahip fakat yürürken ellerini ön ayakları olarak kullanma alışkanlığını tam olarak terk etmediği ve ağaçlarda yaşamaya devam ettiği anlaşılmış.
SahelantropusTahadensis Hominid – Pongid ayrımından sonra, Hominid olarak kabul edilen ilk fosil. Fosil örnekleri Afrika’da tespit ediliyor. Önce 11 adet birbirinden farklı bireylere ait iskelet fosilleri bulunuyor. Bunlar diş, çene, kafatası ve üst kol kemiklerinden oluşuyor. Daha sonra araştırmalar devam ettikçe 90 fosil daha bulunuyor ve SahelantropusTahadensis türüne ait bir iskeletin %45i farklı bireylere ait parçalarla tamamlanmış oluyor. Yapılan tarihleme çalışmalarıyla günümüzden 7 milyon yıl önce yaşamış olduğu anlaşılıyor. İki ayak üzerinde durabiliyor, insan beynine oranla 3/1 beyin hacmine sahip. Bulunan diş örneklerinde yapılan incelemelerden anlaşıldığı üzere meyve ve yemişler ile beslenmiş. Bu tür henüz avcı değil, yırtıcı hayvanlar için bir av konumunda.
Ardipithecus Ramidus Ramidus Bu türe ait 11 iskelet fosili Etiyopya’da AddisAbaba Awarash nehri yakınlarında bulunmuştur. Bu fosiller diş, çene kafatası ve üst kol kemiklerinden oluşuyor. Bu fosillerin bulunmasında Tim White isimli bilim insanının önemli bir rolü olmuştur. Yapılan tarihleme çalışmalarında günümüzden önce 5.5/4 milyon yıl önce yaşadığı belirlenmiş. Dik bir duruşa sahip ve iki ayak üzerinde yürüyor. Boyu 1.20 metre boyutlarında. Bulunan diş örneklerinde yapılan incelemelerden anlaşıldığı kadarıyla meyve dalları ve yapraklar, yemişler ve meyveler besin kaynaklarını oluşturuyor. Buradan hareketle yaşam alanının ağaçlıklı ve nemli olduğu anlaşılıyor.
OrrionTugensis
İnsanın evrim ağacında tanımlanmış en eski atamızdan başladık ve kronolojik sırayla devam edeceğiz. Bu ders için burada ara veriyoruz. Gelecek sayıda kaldığımız yerden günümüze doğru gelerek insanın nasıl insan olduğunu anlamaya devam edeceğiz. LİSELİ YOLDAŞ
T
TOPLUMLAR TARİHİ - 4
oplumlar Tarihi yazı dizimizin bu sayı ki konusu, kapitalizmin tarihsel gelişimi. Kapitalizmin nasıl işlediğini öğrenirken, burjuvazinin tarih sahnesine egemen sınıf olarak nasıl çıktığını görürüz. Burjuvazi, her ne kadar 13. ve 14. yüzyılda (özellikle yaşam tarzı olarak) İtalyan şehir devletlerinde ortaya çıksa da, üretim ilişkilerinin değişimi ile iktidara gelmesi 16. ve 17. yüzyıl civarlarında gerçekleşmiştir. 16. yüzyılda coğrafi keşiflerden sonra dünyanın en zengin iki devleti İspanya ve Portekiz’di. Büyük sömürgeler kurarak, büyük miktarda altın ele geçirdiler. İspanya ve Portekiz’in hakimiyetini bir süre sonra Hollanda Cumhuriyeti ele geçirdi. Hollanda, 16. yy. içerisinde burjuva devriminden sonra ticaret alanında dünyanın en önde gelen devleti durumuna geldi. ‘Deniz hamalları’ lakaplı Hollanda Cumhuriyeti, İspanya ve Portekiz örneğinde olduğu gibi, hakimiyeti ‘Deniz Köpekleri’ lakabıyla bilinen İngiliz korsan-tüccarlarına kaptırdılar.
İNGİLİZ BURJUVA DEVRİMİ 17.yüzyılın ortalarına doğru sömürgeler üzerinden gelen hammaddenin artışının ciddi etkisi ile birlikte, sanayi, tarım ve ticaret olağanüstü gelişim gösterdi. Böylece zengin ve güçlü bir burjuva sınıfı doğdu. Fakat bu gelişim, meslek loncaları ve İngiltere’nin büyük kesimini kapsayan feodal tarım ve krallığın mutlak iktidarı tarafından ayrı ayrı engellenmekteydi. Atölye sanayisinin gelişimini sürdürmesi ve toprağın verimini artıracak yeni tarım yöntemlerinin uygulanması; mutlak monarşi yıkılmadan, yani feodal soylu sınıf ve Anglikan kilisesinin otoritesi yıkılmaksızın olanaksızdı. Yani, iktidarı ele almak, devrim olmadan imkansızdı. İngiliz burjuva devrimi süreci; yeni soylular sınıfı ile ittifak yapan burjuvazi, feodal soylulara ve mutlak krallığa karşı başlamış olan halk ayaklanmasının başına geçme sürecidir. Burjuvazi, böylece, iktidarı ele geçirdi ve ticaretin, sanayinin ve kapitalist tarımın hızla gelişmesi için gerekli şartları kendisine oluştururken, halkın üzerindeki baskı ve sömürüyü iyice pekiştirdi. Burjuvazi, halkın desteğiyle ele geçirdiği iktidarı, daha devrimin ilk dönemlerinde halka karşı kullanmaya başladı. İngiliz burjuva devriminin önemi, dünya tarihinde kapitalist rejimi başarıya ulaştıran ilk devlet olma niteliğidir. Sanayi Devrimi ile birlikte; “fabrikalarda ve atölyelerde, tüm üretim araçlarına sahip olan ve işçileri sömüren mülk sahiplerinden oluşan burjuva sınıfı ile üretim araçlarından yoksun ücretli işçilerden oluşan proletaryanın doğuşu” gerçekleşti . LİSELİ YOLDAŞ
1789 FRANSIZ DEVRİMİ 1789 Fransız Devrimi de, İngiltere’deki gibi, kentlerde sömürülen tabakanın ve burjuvazinin hoşnutsuzluğundan, yani üretim ilişkilerinin ilerlemesini sekteye uğratan feodalizm ve mutlak monarşiye karşı çıkıştan temelini alır. Fransız burjuvazisi feodaliteye karşı güçlü halk hareketine katıldı ve yönetimi ele geçirdi. Tarihte sıkça ismini duyduğumuz Jakobenler, 18.yy.’da Fransız Devrimi’nde büyük tarihsel rol oynadılar. Feodaliteyi yıktılar ve Fransa’da kapitalizmin ve burjuva egemenliğinin işini kolaylaştırdılar. Büyük burjuvazi, iktidarı ele geçirince kurucu meclis aracılığı ile kendi yasalarını çıkarmaya başladı. “İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi” ile burjuva rejimi temel ilkesini belirliyordu. Bu bildirgede geçen bir pasaj: “Mülkiyet dokunulmaz ve kutsal bir haktır; hiç kimse bundan yoksun bırakılamaz”. Böylece burjuvazi, kendi mülkiyet özgürlüğünü garanti altına almak istiyordu, fakat devrimde asıl rolü oynayan halk kitleleri zaten yoksuldu. SONUÇ İngiltere ve Fransız burjuva devrimleri, kendilerinden sonraki sürece örnek teşkil ettiler. Bu devrimleri, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecindeki sınıflar mücadelesi için temel birer örnek niteliğinde değerlendirebiliriz. Burada devrimin niteliği ile ilgili önemli bir noktaya değinmeliyiz: Burjuva devrimi ile proleter devrimi arasındaki fark nedir? Her iki devrimde de temel güç halk yığınları olsa da, burjuva devrimleri sonrası, iktidar burjuvazinin eline geçmiş ve kendinden önceki toplumlardan farklı bir sömürü sistemi gelişmiştir. Sömürünün niteliği “ücretli emek” üzerine kurulmuş ve sınıf-sömürü ortadan kalkmamıştır. “Burjuva devrimi ile proleter devrimini birbirinden ayıran temel fark şudur; burjuva devrimi, bir grup sömürücü yerine başka sömürücü sınıfı iktidara getirmekle yetinir; oysa proleter devrim, insanın insan tarafından sömürüsüne, mülk sahipleri ve sömürücüler sınıfının egemenliğine son verir, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetle birlikte bütün sömürü kaynaklarını kurutur. “ (Yakın Çağlar Tarihi, N.V. Yeliseyeva)
LİSELİ YOLDAŞ
LİSELİ YOLDAŞ ULAŞ’IN YOLUNDA
D
evrimci Gençlik Dernekleri’nin, 1968 kuşağının önderlerinden Ulaş Bardakçı nezdinde düzenlediği anma programına Liseli Yoldaşlar da katıldı. Mezarlıkta yapılan konuşmada şu ifadeler kullanıldı: Ulaş Bardakçı, 1968’den bugüne hayatı ve devrimci kişiliğe ile bize önder ve örnek oldu. Bugün, Ulaş’ı anmamızın sebebi, tarihten aldığımız mücadele görevini yerine getirme sözüdür. Onlar, Dolmabahçe’de 6.Filo’yu denize döken, Vietnam kasabı Kommer’e, ODTÜ’yü dar edenlerdir. Bizler de bugünün ülke koşullarında emperyalizm’e ve faşizm’e karşı mücadeleden vazgeçmeyecek, demokratik ülke talebimizi zafere ulaştırana kadar mücadele edeceğiz. Lise sıralarından, amfilere biz varız. Hele Ulaş’a Ulaş’a Ulaş benziyor güneşe Ancak sen ölürsün böyle Böyle yiğit biz ölürüz Düşmanların aklışaşa Ulaş benziyor güneşe Bundan sonra yeryüzünde Hep çiçekler Ulaş aça” LİSELİ YOLDAŞ
KOMÜNİST MANİFESTO
171 YAŞINDA! yoldasfanzin@gmail.com
@liseliyoldasfanzin
Yoldaş Fanzin
@YFanzin