"Doktorculuk" Üzerine
Devrimci Hareket ve İşçi Sınıfı
Devrimci Maceracılık
Tüm Korotiç'lere Açık Mektup
Finans-Kapitalin Yapısı(II)
Devrimden Dönüş Üzerine Tezler
ratik Devrim oorunu "Em ekEleştirisi
Burjuva Sosyalizmi Çözülürken
Türkiye'de Sosyal Demokrasi
Dünün Sosyalistleri Bugünün Feministleri
Ç ağdaş YO L A YLIK SİYA Sİ DERGİ Düşünce ve Davranış Birbirinden Ayrılmaz
Sahibi: S. Güneş Ünsal
Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Gürcan Çilesiz
Yazışma Adresi:
İÇİNDEKİLER
Mustafa Kemal Paşa Cad. Yıldırım Palas İşhanı N o :1 4 Aksaray-İST.
Dizgi:
M erh a b a ............................................................................................................ 1
DİZ Basın Yayın - 5 2 2 19 8 5
Politik D u ru m .....................................................................................................2
Baskı: Çiftay Matbaacılık
"Doktorculuk" Ü zerin e/O rh an D İN Ç O K ............................................ 4
Genel Dağıtım:
Devrimci M aceracılık/V.İ L E N İ N ............................................................ 9
Hürda
Fiyatı:
Devrimci Hareket ve İşçi Sınıfı/M ehm et Y I L M A Z E R ............... 13
3 0 0 0 .-T L
Finans Kapitalin Y ap ısı/M eh m et Ç A Ğ LA YA N ........................... 18
Yurtdışı Fiyatı: 6 DM-6 SF
Devrimden Dönüş Üzerine T e z le r..........................................................2 6
On Kapak:
Burjuva Sosyalizmi Çözülürken............................................................... 3 0
Carpanetti'nin Faşizm tarafından yüceltilen değerleri (aile, çalışma ve savaş) gösteren tablosu
Demokratik Devrim Sorunu "Emek" Eleştirisi/Kazım AKIN. . 3 2
Arka Kapak: Diego Rivera'nın Devrim Meksikası adlı duvar resminden bir kesit
Türkiye'de Sosyal D em okrasi/K em al S A R U H A N ......................3 8 Dünün Sosyalistleri Bugünün Fem inistleri/G ökçe D EM İR . . .48 Tüm Korotiç'lere Açık M ektup/M ahm ut D İK E R D E M ..............5 2
Merhaba 1 ay gecikmeyle tekrar karşınızdayız. Bu sayımızda gerek geç kalmamız, gerekse iki ayda bir yayınlanmamızdan dolayı, devrimci mücadelede önemli yer tutan olayları güncelliğini yitirmesi nedeniyle anmakla yetineceğiz. Tüm MAYIS ŞEHİTLERİMİZİ saygıyla anıyoruz.Onların direnişleri, kavgaları, bıraktıklan mücadele geleneğiyle sürüyor. Fınans-kapital kamuoyunu Olağanüstü Hal Bölgesinde gerçekleşen direnişten bihaber etmek için elinden geleni yapıyor. İlk olarak 4 1 3 sayısıyla ortaya çıkan ve ikinci Takrir-i Sükun olarak adlandmlan, Kanun Hükmündeki Kararname, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine(!) daha da sağlamlaştırılarak 4 2 4 Sayılı KHK olarak tekrar piyasaya sürüldü. Burjuvazinin Olağanüstü Hal Bölgesi'nde ne kadar sıkıştığı, adeta ölümünü gördüğü,son kararname ile açıkça ortaya çıktı. Yasalannı ve kendi hukuk sistemini bile yok sayarak, böylesine bir kararname uygulamaya koyması bunun bir göstergesidir.Ancak ikinci Takri-i Sükun ile yaratılmak istenen terör geri tepmeye başladı bile.Bölge halkının uzun soluklu mücadelesi son 'İNTİFADA' eylemleri ile doruk noktaya tırmandı. Yine Mayıs ayı gündemi, tüm dünya işçilerinin 'Birlik Mücadele ve Dayanışma' günü olan 1 Mayıs ile dopdolu geçti. İşçi sınıfı başta İstanbul olmak üzere tüm bölgelerde, bu günü özüne uygun olarak kutladı. Burjuvazinin tüm saldırılarına rağmen, 1 Mayıs'ı kutlama kararlılığı gelecek yıllar için önemli bir mesaj iletti kitlelere. Geçen yılki kanlı oyun bu kezde sahnelendi. Ve 1 Mayıs günü işçilerin emekçilerin üzerine ateş açıldı. Ancak kararlı kitle ne silahla ne de saldırılarla geriletilemedi. Bu arada 9. sayıda sivil faşit saldırılarının artacağına ilişkin tesbitimizin sonrasında gelişen olaylarla 11. sayıda da bu tesbitin doğrulandığını belirtmiştik ki bu kez de Burdur'da sol görüşlü bir öğrencinin ülkücüler tarafından öldürülmesi olayı gerçekleşti. Daha önce de oynanan bu oyunlara alet olmayacağız. Gelelim 12. sayımıza. Her zamanki gibi teorik yoğunlukta olan dergimizde, bu kez yoğunluğu eleştiri de paylaşıyor. Emek, İşçelerin Sesi, Toplumsal Kurtuluş, Kadın konusunda Yeni Öncü yazarları, İKD çevresi, 'Doktorcu' bilenen siyasetlerin eleştirilerini yayınlarken, başlatılan polemiğin aynı düzeylilikte sürmesini diliyoruz. Öte yandan dergimizde,"finans-kapitalin yapısı" konulu yazının ikinci bölümü ve "Burjuva demokrasisi" konulu yazı da yer alıyor. 13. sayıda buluşmak ümidiyle.
Çağdaş YOL
1
Politik Durum
ürkiye 1988'lere girerken kriz kapıdaydı; 1 9 9 0 ı yarılar ken kapıdan giren kriz hem ekonomik hem de siyasi cephelerde yayıldıkça yayılıyor. Bu kez başgösteren krizin de nesnel ve öznel ne denleri var. Nesnel düzlemde; 1 0 yılda 2 0 0 trilyon liranın üstünde, dev sermaye birikimi elde etmesine rağmen finans-kapital kendi gücü ve yapısında katlanma ve değişime gitmedi. 10 yılda atılıma gitmek yerine, üretici güçleri -örneğin; tekniği- geliştirmek yerine üretim ilişkileri ile arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi daha da kangrenleştirmiştir. Fınans-kapital 1 0 yıllık zaman di limini; bu fırsatı değerlendiremezken GAP ve AT kozlarını da kullanıp son bir kez atılıma geçmeyi denedi: bu da tutmadı. GAP'tan tüm olarak sermaye devşirilebilmesi için en az 1 0 -2 0 yıl gerekirken, AT için de 1990'lı yılların sonlarına doğru gün verildi!.. O halde; 1 9 8 0 -1 9 9 0 döneminde, her tür lü sömürü yöntemine, -ağırlıkla mut lak artı değer mekanizmalarıyla- ih racattaki hayali tüm dalaverelere, spekülasyonlara, Iran-Irak savaşında ki boşluktan yararlanıp yapılan vur guna, petrol fiyatındaki ucuzlamaya, dış ve iç borçlanmalarla trilyonların şırınga edilmesine rağmen; tüm bu fırsatlara rağmen, finans-kapital eko nomik mekanizmalan restore ede medi, asalaklığı tercih etti!.. Tabii ki, bu zaaflar işçi ve emek çi kesimin muzaffer olmasının da ya rarına ve çıkarınadır. 1 9 8 0 öncesi
T
2
ve sonrası sınıf savaşında yaşanılan ana farklılıklara değinerek zaafın na sıl değerlendirilmesi gerektiğini anla yabiliriz.
1 9 8 0 Öncesi 1 9 7 3 te n sonra; teğet geçen fa şizmin etkisinden sanılandan daha hızlı çıkıldı. Patlak veren grevler, CH P motivi, giderek yaygınlaşan ey lemlilikler özellikle 1 9 7 7 -1 9 8 0 ara sında finans-kapitali iyice bunalttı. Bunaltmada batıdan esen sınıf rüz garları daha etkili oldu. Ardı arkası kesilmeyen grevler ve sonraları poli tikleşen Tariş, Gültepe direniş örnek leri. Türkiye metropollerinin müca deleye damga vurmasını ve mücadelenin esas yükselticisi olması nı sağladı. Batıdan esen rüzgarlar Doğu da da toz kaldırmaya başlamış tı bile. Bunalım derinleştikçe burjuva de mokratik kurumların kullanımı daha da etkinleşti. Mücadele her alanda yükselmeye başladı. Bu ise kendi tepkisini; sivil faşist terörü, saldırılan doğurdu. Devrimci örgütlenmeler şekillen menin sancılarını yaşarken bazı istis nalar dışında programatik adımlar atılamamıştı. Kitlelerin alışkanlığı devrimci örgütleri hazırlıksız yakala mıştı! ¡ran, emperyalist bloktan kop muştu. Kıbrıs sorunu, Afganistan üzerine koparılan fırtına; ABD'de ve Avrupa emperyalist metropollerde 1970'lerde başgösteren krizle birleşince hızla yükselen sağ saldırı Türikye'nin stratejik konumuna daha da
önem kazandırdı. Finans-kapital yönetemez hale gelmeye başlamış, Cumhurbaşkanı ard arda gidiİen turlara sağmen seçilememişti. Dağın zirvesindeki finanskapital, eteklerdeki tekel dışı burju vaziyi uzlaşmaya oturtamıyordu. CHP, AP ile biraraya gelmemekte diretiyordu. Faşizmin bir darbeyle karşı dev rim saldırısına hazırlandığı sezinlen miş, FKBDC (Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi) oluşturulması öne rilmişti. 1 9 7 8 CHP'sinde oy erozyo nunu kitlelerin sosyal demokrasiden köklü kopuşu olarak niteleyen "sol cularımız" ile parlamentonun meşru görülmemesini gerici diye niteleyen burjuva sosyalistlerimiz cepheye aldı rış etmediler, gereksinim duymadı lar.
1 9 8 0 Sonrası 12 Eylül ile gelen faşizm gitme di. Adım adım, tepeden tırnağa res torasyona. organizasyona gidildi. Fa şizm KURUMSALLAŞTI!... Başta işçi sınıfı olmak üzere tüm diğer dev rimci halk kesimlerince direnişçi bir hat örülemeyince ağır yenilği kaçınıl mazlaştı. Sınıf hareketinin kendili ğinden çıkışı için 7 yıl beklendi. CH P motivi, kendiliğindenlik dalgası sona ermişti. Bu yüzden, Derby, Netaş, Kazlıçeşme grevlerine kadar uzunca bir süre zayıf da olsa çıkışlar görülmedi. 1 9 8 0 öncesindeki etki-tepki ter sine döndü. Finans-kapitali bu kez Türkiye metropolleri değil, doğudan esen rüzgarlar bunaltmaya başladı.
Metropollerde 1 9 8 9 Nisan direnişi patlak verirken, kendiliğindenliği ağır basan bu yönelişin 1 Mayıs 1 9 8 9 ile taçlanamadığı devrimcileşmeye doğru bir sentez oluşturamadığı gözlendi. Sınıfın devrimci hareket le, sınıf çizgisiyle rezonansa gelememesi devrimci kanalı genişletmezken, eylemde süreklilik ve adım adım politikleşme de yaşanamadı, öğrenci hareketi gelişim gösterdi. Tütün emekçileri son on yılların ken diliğinden patlamasının yaratıcısı ol du; kırlardan ses geldi! • Nisbi demokratik hakların kınntılarına rağmen boşluklardan sı zan hareketlilikler bazı mevziler elde edebildi, öğrenci dernekleri, Halkev leri, demokratik kitle örgütlenmele rindeki -zayıf da olsa- sağlanan geli şim umut verici oldu. • Devrimci örgütlenmelerde parçlanma kendi anti tezini yarattı. Birleşmeler gündeme geldi. Direniş hattında kalan siyasetler bir elin par makları sayısına kadar düştü. • Finans-kapital 7 0 yıllık deniyimiyle 8 9 öncesinin bataklığına saplanmamaya çalıştı. Restore ve reor ganize ettiği devlet yapısıyla basit seçim mekanizmaları, referandumlar icat etti! Tansiyonun durduk yerde yükselmesine engel olabildi. Tüm bunlara rağmen seçimler ekonomi deki olumsuzluğu daha da perçinleş tirdi. • CH P uzlaşma için masanın kenanna ilişiken finans-kapital politika cılığına giderek evrimleşen SH P en son örneği zirve toplantısında görül düğü gibi, köşke koşar adım, DYP'den daha atak ve gözü kara çı kıverdi. SH P-D YP el ele tutuştu, Koç ve Sabancılarımız gülümsedi. • Türkiye, Ortadoğu'da sosyalist dünyadaki dengelerin sarsılması, dengelerin ve çelişkilerin Ortado ğu'ya kayması sonucunda yeniden önderliğe soyundurulmaya başlandı, ö rn ek bir demokratik İslam devleti (!) olarak Türkiye'nin İran'a alternatif olabileceğinin altı çizilirken, Türkiye Ortadoğu bataklığına yavaş yavaş itilmeye başlandı. • Cepheleşme -FKBDC- uzun süre başanlı olamazken, daha az ama daha sağlam yapılarla Devrimci Birlik Platformu inşa edildi; pratiği oluşmaya başladı. Tüm farklılıklara değindikten sonra gelişmeleri de ele alıp can alıcı soruna gelelim. Cizre olaylarından
D İ R E N İ Ş H A T T IN I Ö R M E K dün de doğru taktik adımdı, bugün de! "Daha geride mevziîenip direniş hattını örelim "d iy en ler çıkarsa onların vagondan aşağı atlayıp trene bindikleri istasyona dönmeleri gerekecektir. sonra ünlü S S Karamamasi 4 1 3 ka leme alındı. V e tüm meclisin ve mu halefetimizin de zımnen onayı alındı! Sosyalist basın-yayının propoganda gücüne ağır bir darbe indirilmesi planlandı. Daha önceleri de Halkev lerinin kapatılması, üniveristeye poli sin girmesi vb. operasyonlarla saldırı planının ana hatlarını ortaya çıkar mışlardı. • 1 0 0 . yıl kutlamaları tüm dün yada birlik, davranışma ve mücadele rolü içinde yapılan 1 Mayıs'ta Türki ye'de kan döküldü! 1 Mayıs'ta Tak sim e gücü yığmaya çalışan devrimci direnişçilere karşı finans-kapital ön de kurt köpekli çevikler, arkada marşlarla habire ajite edilen koman doları üslendirdi!.. Buna rağmen; TV'de olağandışı bir şekilde son 15 günde yapılan tüm şantajlara rağ men, Taksim fethedilemese de Tak sim e çıkartma yapıldı! Direniş hat tında bu nüans gözden kaçabildi. Bazı işyerlerinde -belediyeye ait iş yerleri, petrol iş kolu, maden iş kolu vb. kısmi işi bırakmalar (en fazla 2 saat), bildiri okumalar söz konusu olurken; Merter'de, Sefaköy'de, Kazlıçeşme'de, İncirli’de, Güngören'de, Dolapdere'de sokak gösterileri dire niş hattını Taksim dışında diğer alan lara da taşırdı. Taktik üstünlük yine sokaklarda, Taksim’de direnenlerde oldu. Türkiye, 1 Mayıs'ta eylemciye kurşun sıkılan tek ülke oldu dünya da... İşte Türkiye 2 0 00'li yıllara bu ko şullar altında, bu güçler dengesinde giriyor. Finans-kapital 4 1 3 'le 12 Ey lülde açılan gedikleri kapatmak ister ken 1 Mayısla saldırı planından san tim bile geri gitmeyeceğini ilan etti. Bu somut durumda üç siyasi ana yöneliş göze çarpmaktadır. Birincisi TBK P, S P ve Kuruçeşmecilerin başı nı çektiği ve mücadeleyi tamamen le gal alan ve yöntemlerde görenlerdir. İkincisi tam bunun karşısında tam illegeliteyi" savunan ve üçüncüsü tayin ediciliği illegelitede olan ama legalite-
yi de "istismar" da kullanmakta ısrar eden politikalar, yönelişlerdir. 4 1 3 no. lu hamleyle bu üç politik hattın içinde depremler yaşanılabilir ve özellikle üçüncü gruptan ikinci gruba savrulanlar söz konusu olabilirki bizi ilgilndirenler de daha çok bunlardır. Zaten finans-kapital de açık açık "le gal alanlardan çekilin, dergi ve gaze telerinizi basmayın, tüm demokratik kitle örgütlerinden defolun" demiyor mu? Bu tehditleri savurmuyor mu? 1980'li yıllardan 1 9 8 7 ‘li yıllara kadar Almanca konuşmayı yavaş da olsa öğrenenlerin, işçi ve emekçi kit lelerin devrim eksenine çok hızlı ol masa da girmeye başladığı bu dö nemde Fransızca konuşmanın ilk pratiklerini yapmaları; yani propa ganda ajitasyon döneminden sokak gösterileri halkasını yakalamalan ge rekiyor. Finans-kapital yukarıda saydığı mız gerekçelerle saldınnın dışında seçeneksizdir. Bunun kavramak gerekir!Amacı; örgütlenmeleri, onlann yaşama kaynağı kitlelerden kopar mak aralarına ÇİN SED'leri çekmek tir. Bu bir TUZAKTIR! "Yeraltına inin ve köstebekleşin"; işte düşmanın yeni taktiği... Şimdi kimi baylar çıkıp "saldınya geçildi, ricat edelim, legal alanlardan çekilelim" şamatacılığı ya pacaktır. Öysa bu baylara sormak gerekir: 12 Eylül 1 9 8 0 öncesi ve sonrasında köklü değişimler yaşan mıştır. 4 1 3 acaba böyle bir köklü dönüşümü mü getirmektedir? Faşiz min daha ilerisinde ne var? Yaralar sarılıyor o kadar! DİRENİŞ HATTINI ÖRMEK dün de doğru taktik adımdı, bugün de! Ama kalkıp "daha geride mevziîenip direniş hattını örelim" diyenler çıkar sa onların vagondan aşağı atlayıp trene bindikleri istasyona dönmeleri gerekecektir. Böylesi bir taktik adım mutlaka iyiniyetlidir:
"Ama cehennem e giden yol lar iyi niyet taşıyla döşelidir." ® Ç .Y .
3
TARTIŞMA
„.
"Doktorculuk" Üzerine
Orhan DİNÇOK
'li yıllarda ülkede devrimci siyaset yapan herkesin bildiği bir deyim vardı: "Doktorculuk!" Dr. Hikmet Kıvılcım lının teorik açılımları üstünde şekille nen gruplara dışındakiler tarafından böyle seslendirdi. Oldukça fazla -10'a yakın- gruba bölünmüş "Doktorcular" 701i yıllardaki kadar olmasa da halen varlıklarını sürdürüyorlar. De mek, kalıcı bir eğilim söz konusudur. Çağdaş YO L Dergisi kendisini dr. Hikmet Kıvılcımlının görüşleri etra fında şekillendirirken çeşitli yazıların da diğer doktorcuları eleştirdi, hatta kendisinin "Doktorcu" olmadığını da belirtti. Anlatılmak istenen nedir? "Doktorcular" gerçekten Dr. Hikmet Kıvılcımlının 5 0 yıllık teorik-pratik hattının devamcısı olabildiler mi? Yoksa Kıvılcımlının rezil edilmesi, politik sahnede yıpratılması mıdır yaşanan? Dr. Hikmet Kıvılcımlı; 60'lı yıllar da sürece, bütün dinamikleri kolla yan ve sağlam temellerde yükselişi hedefleyen bir tarzda yaklaştı. Burju va sosyalizmi (TİP) ve küçükburjuva sosyalizmi (MDD)'nin büyük dalgalar la yükselişini hassasça takip eden Kı vılcımlı yerinde müdahalelerle prole tarya sosyalizminin bağımsız alanını açmaya çalışıyordu. Bu alan 60'lı yıllann sonunda netleşti, 15-16 Haziran olaylanndan sonra genişleme süreci ne girdi,12 Marta kaçınılmazca içe dönük karakter kazandı. Çıkış süreci kendi doğallığını yaşayamadan tıkan mış oldu ve ilk yönelişin kazançlarıy la - ki bunlar çoğunlukla MDDden kopuşlardı- yetinilmek zorunda kalın dı. 12 Mart içinde Kıvılcımlı nın kaybı
4
ve parti geleneğinin devam etmiyor oluşu, 12 Mart sonrası çıkışı o ilk ka zanılanlara yaptırdı. İşte 74-8Û pratiği öyle gösterdi ki 7Ö-71 yıllarındaki o ilk kazançlar dan bir kısmı samimice proletarya sosyalizmine yönelirken, önemli bir kısmı da proletarya sosyalizmini küçükburjuvazinin o dönem yükselttiği mücadeleden kaçış konağı olarak kullandı. Kçanlardan bir kısmınının misafirliği l2 Mart çıkışına dek olsun dayanamayıp daha şekillenmeden bi terken (Y. Küpeli v.b.) bir kısmı 12 Mart sonrası itibarı yükselen Kıvıl cımlının itibarını kullanıp aşındırdık tan sonrda sahneden çekildi. (A. Kaçmaz,Y.Yusufoğlu, ¡.Seven, vb.) En son kalanlar da uğursuz gölgeleri ni proletarya sosyalizminin o dönem deki karargahı VP'nin üstüne düşü rüp, partiyi parçaladıktan sonra kendi küçük dünyalarına çekildiler. 7 4 -8 0 arası ."Doktorcular" içinde sürekli bir iç çatışma yaşandı. Buna şimdi biraz uzaktan bakınca, çok ç e şitli konulara yayılmış da olsa bu tar tışmaların biraz da misafirlerle, pro letarya sosyalizmine samimice yönelmiş , kazanılmış unsurların kopuşması olarak değerlendirebiliriz. Misafirlerin bir kısmı o mücadele içinde kendi burjuva ve küçükburjuva evlerine geri döndü. Bir kısmı da proletarya sosyalizminin biçimsel ala nı içinde kalarak ne olduğu belirsiz, şekilsiz yapılanmalar olarak kendile rini devam ettiriyorlar. Ancak kendi gerçek özleri ile savunduklarını iddia ettikleri teori arasındaki derin karşıt lık bunları sürekli açmazlara itmekte, tıkamakta, gelişme imkanı bulmaları
nı engellemektedir. Çağdaş Y O L Dergisi nin aynı ze minde bulunduğu pratik çizginin tarftarları, dışlarındaki devrimci gruplar ca çoğunlukla "Doktorcu olmamakla" tanımlanır. Veya "Siz nasıl Doktorcusunuz?" sorusuna çok sık rastlanabilir. Keza Kıvılcımlı çizgi si içindeki "Doktorcular" da bizlere "Doktorun inkar edildi ği' suçlamasmda bulunurlar. O halde, ne oluyor? 7 4 -8 0 arasında oluşturulan "Doktorculuk" Dr. Hikmet Kıvılcım lının 5 0 yıllık politik hayatı boyunca izlediği teorik-pratik hattın deformasyonu ve iğdiş edilmesidir. Kıvıl cımlının onurlu mücadelesinin ka zandırdığı itibar 6 yılda olmamışa çevrildi. İşte o dönemde deformasyon ve iğdiş etme girişimlerinin her adımında karşı koyan ve Kıvılcımlı'yı savunan akım bugün Çağdaş YOL'da simgelenen çizginin kökü dür. Çağdaş YOL'un teorik-pratik oluşumu 7 4 -8 0 yılları içinde oluşan "Doktorcu" akıma karşı Kıvılcımlının teorik-pratik hattının savunması ve zenginleştirilmesiyle gerçekleşti. "Doktorculuk" kategorisini oluş turan başlıca özellikleri açarak görüş lerimizi netleştirelim. Tarikatçılık: Kıvılcımlı söylenecek her şeyi söylenmesi gereken şekilde söylemiş, tekrarı ile yetinilmesi gere ken bir sonuçtur. Tipik idealist bakış Kıvılcımlıyı böyle dondurdu ve kalıp laştırdı .Onun N. "»rks-Engels-Lenin'e bile yapmadığı skoHstisizm kendisi ne uygulandı.Kitaplan papağanlar gibi ezberlendi, tezleri tartışılma dı tekrarlandı, belli döneme özgü
olarak attığı taktikler bile ebedileştiri lerek karikatürize edildi. Kıvılcım lının ölümünden sonra gelişen yeni süreçleri tahlil edip yeni teorik açı lımlar yapmak, günün koşullarına uygun yeni taktikler üretmek "günah-inkarcılık" kabul edilerek Kıvıl cımlının teorik açılımlan kısırlaştırıl dı, pratik çizgisinin günün koşullarında yeniden üretilecek et kinlik kurması engellendi. Böylece Kıvılcımlı nın tezleri ve teorik tahlille ri bir tarikatın tartışılmaz-donmuşdoğmalanna indirgenirken kendisi de tarikatın ilahi ve ulaşılmaz tanrısı na dönüştürülerek ilkelleştirildi. Kıvılcımlı 4 yıllık Elazığ Cezaevi konukluğunu korkunç bir dinamizm le üniversiteye çevirerek ülkesinin orjinal maddi-kültürel ortamının ve TKP'nin politik geçmişinin analizini yaptı. Ulaştığı sonuçlan ülkenin o dönem ki ilkel ortamından etkilen meden cesurca yayınladı. MarksEngels-Lenin'i papağanca tekrarla madan- ve bunu defalarca üstüne basarak belirterek- ülkenin ve parti nin orjinal gelişim sürecini MarksistLeninist metotla tahlil etti ve Marksizm-Leninizm'i ülke koşullarında ye niden üretti. 40'lı yıllardaki uzun ha pisliğinde ülke sınırlan dışına çıkarak ülkenin de içinde bulunduğu Şark toplumlarını hala etkileyebilen anti ka tarihin orjinal dinamiklerini yaka lamaya çalıştı. Doktorcular Kıvılcımlı nın hiç bir zaman düşmediği bir zemine düştü ler, kalanlan da hala inatla hatalarını devam ettiriyorlar. Kendilerine dev redilen teorik zenginliği dondurdu lar, orjinal dinamiklerini yakalayarak geliştirme kalitesine ulaşamayınca dar kafalı bir tutumla teoriyi tapıla cak dogmalara, kalıplara çevirdiler. Günün koşullannda politik taktik an lamında bile geliştirilmeyen pratik çizginin önü kaçınılmazca tıkanarak gelişmesi, sınıf savaşında etkinliğebelirleyiciliğe ulaşması engellendi. Tarikatçılık, devrimci dinamizmi dıştalayan, yeniliğe kapalı, canlıyaşayan hayattan kopuk metafizik bir kategorinin pratikteki şekillenişidir. Devrimci, sürekli yeninin peşin dedir, kendi kökünü her gelişmede zenginleştirerek devam ettirebilecek güce ve esnekliğe sahiptir. Tarikatçı zayıftır, hayatın gürül gürül akışın dan rahatsız olur, durdurmaya çalı şır,başaramaz, yenilir. "Doktorculuk" bugün yenilmiş, bitmiş bir akımdır.
D erlenişçilik: 60'lı yıllar, 2 7 Ma yıs sonrasının özgür or tamında 2 7 Mayısı da doğuran önemli neden lerden biri olan tarihi sınıfsal kopuşmaların yılları oldu. Maddi kopuşmalar siyasi sahne de kendi temsilcilerini doğurdu, bu sosyaliz min içine de yansıdı. Bir yerden sosyalizm ülke çapında yaygınla şırken, proletarya dışı sınıf ve zümrelerin sos yalizme yönelişleri ve kendi sınıfsal yapılarına uygun sosyalizm anla yışlarını üretmeleri ya şandı. Ülke sathında sosyalizm epey geniş bir yığınsal sempatiye yaslanırken sosyalizm içi ayrışmalar nüve ha linde gelişmiş çizgiler olmaya doğru yol aldı. İçiçe geçen bu sü reçler ister istemez sos yalizm için, dışardan bakınca bir anarşi-kaos ortamı yaratıyordu. Proletarya sos yalizminin 20'li ve 30'lu yıllarda net leştirdiği çizginin bir kez daha kendi ni ispatlaması, pratikteki anarşiyi dağıtarak belirleyici olabilmesinden geçiyordu. Henüz ayrımlar netleş memiş, nüve halindeydi. Pratikte ka ba bir devrimciler-oportunistler (TİP dışı-TİP) ayrımından öte netleşmiş çizgiler yoktu. Kıvılcımlı bu noktada "Anarşi Yok ,Büyük Derleniş!" şia rıyla TİP-TKP dışındaki devrimcileri VP programı etrafında "Derleniş"’e çağırdı. En başta belirtmeliyiz ki bu çağrı, bir stratejik amaç değil o günkü poli tik ortamın yarattığı dinamiklerin doğru tahliline dayanan sıçratab il mesi, en uygun taktik adımdı. 50'li yıllarda TKP'nin dağılma' gerçekliğini sonutça tahlil eden Kıvılcımlı önüne koyduğu partinin reorganizasyonu taktik amacını gerçekleştirebilmek için; o günlerde henüz tam bir stratejik-taktik ayrışmaya uğramamış ve pratikte Dev-Genç içinde, toprak iş gallerinde, işçi direnişlerinde birlik te,yanyana olan devrimcileri bu reorganizasyonun yapı taşları olmaya çağırıyordu. Kıvılcımlı "Anarşi Yok Büyük
Derleniş !" e dek TİP içinde bir dev rimci mayalanmayı farketti ve bunu reorganizasyonun taktik amacı hali ne çevirebilmek için TİP'e önerilerde bulundu. Çeşitli makaleleriyle birlikte "Uyanmak İçin Uyarmak, Uyanmak İçin Uyanmalı!" broşürüyle görüşleri ni açıkladı. "Anarşi Yok Büyük Der leniş!" taktiğinde ise TİP zemini terketilmiş "Derleniş Komiteleri" zemininde bir reorganizasyonun im kanı gösterilmektedir. Bu bir çelişki midir? Donuk kafalar için belki ama yapılan sadece devrimci hareket ta rafından 6 0 -6 9 aakında TİP'in aşıl ması gerçekliğini saptamaktan iba rettir. Basit bir benzetme yaparsak, şayet Kıvılcımlı 6 9 yılında kaybedil miş olsaydı "Doktorcular" hala TİP içinde derlenişi savunabilirlerdi. Ve bunu da Kıvılcımlı dan yaptıkları alın tılarla destekleyeceklerdi. İşte "Derlenişçilik"in başlangıç noktası Kıvılcımlı nın o günün koşul lannda hemen 12 Mart öncesindeki politik sürecin tahliline dayanan bir taktiğinin gerçek özelliğinden somut durumun yarattığı somut bir taktik adım olam özelliğinden kopanlarak adeta bütün devrim sürecini kapla yan bir stratejik hedefe çevrilmesidir.
3
Doktorun ömrü boyunca hep en üstte tuttuğu "parti ve partili yaşam" böylece örgüt-süreç menşevik mantı ğıyla- ve Kıvılcımlı adına- somut ya şayan gerçeklikler olmaktan çıkanlıyor, ulaşılamayacak bir "cennet'e çevriliyordu. Pratikte ise Kıvılcım lının Türkiye pratiğine yönelik açı lımları birkaç çapsız tekke şefinin kaprisleriyle idare edilen grup ve grupçukların sonuçsuz çabalarına terkediliyordu. Başlangıç aşamasında örgütsüreç oportünizmine dayanarak yola çıkan "Derleniş" kavrayışı zamanla örgüt alanını aşıp politik mücadele nin tüm alanlarını baskı altına alan bir karabasana çevrildi. Teori bir ta rafa politik taktik dahi üretme yete neğinden yoksun Derlenişçi tekke şefleri hayatın her alanından üstleri ne yığılan sorunlar karşısındaki aciz liklerini her cümlenin başına bir Der leniş" eki koyarak, her sorunu "derlenişin olmayışına" bağlayarak kapatmaya çalıştılar. Bu yeniden üretemeyiş ve kısırlık politik müca delenin yaşandığı alanın dışına itil meyi, doğal olarak kitleselleşememeyi, kısır şahsiyetçiliği ve amip gibi sürekli bölünmeleri zincirleme arka sından getirdi. Taktik, politika sanatının en has sas ve belirleyici noktasıdır. Siz şayet politika konusunda araştırma yapan bir profesör veya ekol-akım değil de, sınıflann savaşında aktif rol alma id diasında bir siyasi yapılanmaörgütseniz her yıl, her ay, her gün kendinizi yeniden-yeniden üretmek, hayatın ütüm zenginliğiyle önünüze yığıdığı sorunlara coşkuyla ve sürekli pratik yanıtlar üretmek ve sadece üretmek de yatmez, doğru yanıtlar üreterek başanlı sonuçlar almak zo rundasınız. Bir önemli taktik hata on yılın başırılı pratiğini haketmediği sancılara itebilir .Taktik bütün ideolojik-politik birikimin pratiğin mihenk taşına vurulduğu bir sırat köprüsü dür. Usta pollitikacı odur ki sırat köprüsünden her seferinde düşme den geçebilir. "Derleniş"taktiği 60'lı yıllardaki somut gelişmelerin bir sonuca bağ lanmaya yöneldiği 12 Mart'ın önce sindeki zaman dilimine denk düşen,' düğümleşen kaosu proleter sosyalist zeminde çözmeyi amaçlayan bir po litik adımdır. Pratiğe geçme olanağı bulamadan 12 Mart darbesiyle önü kesilmiştir. 12 Mart içinde ve sonra
6
sında ise 6 0 ’lı yıllardan filizlenen si yasi çizgiler olgunlaşmış farklı sınıf ve zümrelerin sosyalizm içindeki söz cüleri noktasına ulaşmışlardır. O aşa mada bu çizgilerle aynı parti içinde derlenişi savunmak, proletarya sos yalizmini burjyuva ve küçükburjuva sosyalizmleriyle bulamaç yapma ve bağımsız-devrimci niteliğini sulandır ma oportünizmidir. Proletarya parti sinin reorganizasyonu ise Kıvılcım lının görüşlerini savunan grup ve tek tek kişilerin büyük çoğunluğunun ka tıldığı 1977 kongresi ile sağlanmıştır. Bu somut gerçeklik bazı küçükburju va aydınlarını tatmin etmemiş olabi lir. Onları kendi tatminsizlikleriyle başbaşa bırakmaktan başka çare yok. Çağdaş YOL'un bağlı olduğu gelenek, kökünü işte bu kongreden almakta. Kongrenin mimarı ise 12 Mart sonrasındaki cesur çıkışıyla "Kı vılcım" gazetesidir. Bu gün zayıf da olsa Çağdaş Y O L dışında varlıklarını devam ettirebilen "Doktor" savunu cularının hepsi Derlenişçidir. "Derlenişçilik" bugün bir yönüyle de artçılığın teorisidir. Bütün ufkunu "Derleniş' in gerçekleşeceği "o müt hiş günle" sınırlayan bir yapı günlük pratikte önçü olamaz, öncülük insiyatif almaktan,alınan insiyatifi doğru kullanarak sürekli genişletmektenve iktidara yürüme ferspektifiyle dav ranmaktan geçer. Derlenişçi için hem iktidar ufku hem de pratik insiyatif "Derleniş" olmadan anlamsız hatta yanlıştır. Dikkatini kendi gücü ve pratiği üzerinde değil, derlenmeyi hayal ettiği diğer çizgilerde yoğunlaş tırır.Sürekli gönderilen ve artık epey ce kabak tadı veren D erleniş ricala rı siyasi pratik haline dönüşür. Cevapsızlık öfkeyi doğurur, ricalar son "BTDK" toplantılarında olduğu gibi karikatürize ültimatomlara veya 16 Haziran örneğinde "evini yakarak ısınma "ve derleniş ricasını bombalann gürültüsüyle besleme çaresizliğine dönüşür, istendiği denli ültimatom çekilsin veya gürültü çıkarılsın, derlenişçiliğin buradaki özü siyasi güçsüz lüktür. Kıvılcımlının kendisi hayatının büyük bölümünde partili kalmış ve partili mücadeleyi savunmuştur. Kı vılcımlı adına Derleniş maskesi arka sında partisizliği meşrulaştırmak, Doktorun 5 0 yıllık siyasi pratiğinin reddidir. Derlenişçiliğin izleri 7 7 kongresi sonrasında başka kılıklara girerek proleter hareket içinde kendi gölge
sini düşürmüştür. Bu insiyatif almak ta, belirleyici olmakta, herkesten ön ce davranıp herkesin önünde olmak ta yetersizlikle kendini gösterdi. Derlenişçiliğin "siyasetler arası trafik polisi" perspektifi partinin günlük pratiğine, başkalarını eleştirip doğru pratiğe zorlamayı başa geçirmekle yansıdı. Bağımsız-devrimci tavır pa tikte öncü olup "göstererek" iknayı ve giderek pratik gücüyle gündemi belirleyebilmeyi başa geçirir.İşte, za ten herşeyin üstüne inşa edileceği zemin de bundan başka birşey değildir.(l)
Eylem sizi ik-Icazetçilik: Bütün umudunu tamamen mad di dünya üstü (uhrevi) bir büyük derlenişe bağlayan ve söylenecek herşe yin Kıvılcımlı tarafından söylendiği iddiası ile sosyal gelişmelere ilgisizleşip içine kapanarak tarikatlaşan “Doktorcu" eğilim, konumunun do ğal bir sonucu olarak eylemsizleşti. Eylem pratiğin ürünüdür. Eylemliliği zorlayan, besleyen ve yükselten pra tiğe duyulan ilgi ve pratiğin bizzat kendisidir. Doktorculann ise böylesi "küçük" işlerle uğraşacak zamanlan pek yoktur. Uğraşanları kendilerinin bulunduğunu farzettikleri teorinin yüksek katlarından eleştirmek epey daha kolay bir yol olarak tercih edil miştir. Pratiğin çamurlu yollannda paçalarını kirletmeye cesaret edeme yenlerin, teori adına yaptıklan kara lamaların ise kimse tarafından ciddi ye alınmadığı,alınmayacağı yaşanan bir gerçektir. Gerçek yaşamdan kopuşan "Doktorcu" eğilim günlük pratiğe is ter istemez girdiği zaman da ön açıcı-inisyatif alıcı ve halkı düzene karşı saf tutturucu bir tarzda değil, günlüksıradan işlerin rutin akışı içinde inisi yatif boğucu tarzda çalışmıştır. Gün lük pratiği sıçratarak halkı düzenle karşı karşıya getirecek eylemlerin hiç zamanı gelmedi, işte bu nokta da, "Doktorcu" tekke şeflerinin kü çük burjuva devrimciliğinden prole tarya sosyalizmine geçişlerinin temel sebebinin bir sınıf intiharı değil, fa kat küçük burjuva devrimciliğinin o dönem yükselen eylemliliğinden ka çış olduğu açığa çıkmaktadır. Eylem sizlik "Doktorcu'luğun temel kriterle rinden biridir. Bize eylem sayılmasın! Varolan eylemler belirli bir taktik plan dahilinde değil dış or tamın fiili zorlamasıyla kaçınılmazca yapılan reflekslerdir. Eylemlilik mev-
P roletaryanın devrimci önderliği, proletaryanını zaaflarını sınıfın devrimci potansiyelini dumura uğratan ve savaşarak ezilecek engeller olarak görür. Dışardan sınıfa Man-ı aşka, etm ek yerine sınıfın içinde başarılı bir pratik çizgiyle sürekli genişleyen mevziler tutar ve giderek sınıfın kontrolünü ele alır. cut koşulların doğru tahlili üstüne oturtulan doğru bir taktik çizgi için deyse anlam kazanır. Gerisi ayakta kalabilmenin doğal refleksidir. Eylemsizlik giderek kendisine bir icazet alanı yaratacaktır. Kendisine vurmayana düzen neden vursun? Tencere yuvarlanır kapağını bulur. Eylemsizleşen ve bunu bir karakter haline getiren "Doktorculuk" en Or todoks Marksist-Leninist "laflan et mesine rağmen düzenden darbe ye mez. Düzen ona "laf söylemesi ama eylem yapmaması” şartıyla bir icazet alanı açmıştır. Bu bataklık alanın gevşetici ve boğucu etkisi içine düşe ni kısa zamanda esir alacak yoğun luktadır. Ve siz orada en devrimci laflan dahi etseniz onları aşındırmak tan başka bir şey yapmış olmazsınız. Küçükburjuva devrimciliği için eylem herşeydir, amaçtır. Bütün pratiği "marazı eylem yapm a" süb jektif isteğinin baskısı altındadır ve inmelidir. "Doktorculuk" için durum tersinedir. İcazetçilik tüm çizgi belir ler ve inmelendirir. Kıvılcımlı 5 0 yıllık pratiği içinde hep en önde ve hep icazet alanının dışında olmuştur. Eİüzen bunun be delini Kıvılcımlı'ya epey ağır ödettir miş ve işkence, mapusluk, kişisel ha yatının belirleyicileri olmuştur. İzleyicisi olduğunu iddia eden "Doktorcular" ise anlaşılan bu pek hoş ol mayan olgulardan gereken dersleri (!) çıkararak siyasi pratiklerini icazetçiliğin açtığı alan içinde topaç oyna yarak geçirdiler ve geçiriyorlar. Ş a yet Avrupa'da bir ortaçağ kentinde yaşasalardı, Doktor şüphesiz bir şö valye, "Doktorcular" ise hokkabaz olacaklardı.
Aydın düşm anlığı-G ençliğe güuen m em e: Gençlik, (2) toplumsal gelişmeye en açık ve düzenle bağlarının henüz zayıf olması ndan dolayı düzenin yaşam tarzı tarafından pek örselen memiş insancılığı ile öne atılmaya en istekli bir zümre. Türkiye'de gençliğin devrimci dinamizmi tarih-
selliği olan, gelenekselleşmiş bir top lumsal olgu. Devrimci bir çizginin dikkatinin önemli bir bölümünü yo ğunlaştırması ve son derece ciddiye alarak değerlendirmesi gereken bir dinamik. Aydınlar ise yenilikleri en hassasça inceleyebilecek ve sosyaliz min teorisini ilk aşamada koruyabile cek bilgi potansiyeline sahip bir top lumsal zümre. Proletaryaya aktarılacak sosyalist teorinin parti ta rafından kontrollü aktarıcılarıpropogandistler olma özelliğine sa hipler. "Doktorcu'lar gençliğe tepeden bakarak küçümsemeyi, aydınları da ha ileri giderek sürekli aşağılamayı karakter özelliği haline getirdiler. Bunlara alternatif olarak proletarya göklere çıkarılıyor, böylece birbirleri ile sımsıkı kaynaşması gereken ilerici toplumsal dinamikler, düşman haline getiriliyordu. Gençliğin devrimci di namizmi ve aydınların araştırıcı kim liği küçükburjuva maceracılığı ve la fazanlık olarak küçümsendi. Bunlara alternatif olarak somut gerçekliğin den kopartılarak göklere çıkartılan "kitabi" bir proletarya getirildi. Ger çekle karşılaşınca da proletaryanın devrimci dönüşümü değil zaaflanna tapınılması yaşandı. Tabii "Doktorcu" tekke şeflerinin hepsi üniversite den yeni mezun olmuş aydınlardı. Gerçekte yaşanan; icazetçilerin gençliğin eylemciliğine tepki göster mesi ve teoriyi kalıplara çevirenlerin araştırmacı kimlik karşısında kemik leşmesidir. Proletaryanın kendisi ise ne gençlik ve ne de aydın düşmanı dır. Şayet bu yönde bazı zaaflar var sa bunlar bir devrimci öncü açısın dan tabi olunacak değil, aşılacak engellerdir. Kıvılcımlı 7 0 yaşına geldiği za man dahi üniversite forumlarında 17 2 5 yaşlarındaki gençleri son derece ciddiye alıp coşkuyla tartışan, kendi sine gençlerce yapılan sert eleştirile ri, anlayışa doğru giden köprünün inşaat gürültüsü sayabilecek denli es nek bir gençlik dostuydu. Aydınlara
olan güvensizliği ise kendi siyasi pra tiğinin doğal bir sonucu ve kesinlikle aydın düşmanlığıyla yozlaşmamış sı nırlı bir koruma tedbirinden başkası değildi. "Doktorcu'lar 7 4 -8 0 arası pratikleriyle Doktoru gençlikten ve aydınlardan kopanp, dışardan baka na ürperti veren soğuk bir mumyaya çevirdiler. Bugün Kıvılcımlıyla tanı şan gençlik ona coşkuyla sahip çıkı yor. Bu sahip çıkış Devrimci Dire nişçi G ençlik olgusunu yaratıp, yurt ölçüsünde yaygınlaştırabilecek sevi yeye sıçrayabiliyor. Halkın Devrimci dinamiklerini görememe: Dışlanan sadece gençlik ve ay dınlar olmadı. Proletarya dışındaki emekçilere soğuk yaklaşıldığı gibi Türkiye'nin orjinal ilerici dinamikleri görülemedi. Gençliği küçümseme zaten Dev-Genç’te somutlaşan ön Türk geleneğine pratik müdahaleyi imkânsızlaştırıyordu. Kürt sorunu ko nusunda eldeki hazır teorik hazine uzun müddet açığa çıkartılamayarak dört dörtlük bir beceriksizlik örneği verilirken, açığa çıkınca var olan pratik zayıflık nedeniyle değerlendiri lemedi. Kürt meselesinde öne atıla rak inisiyatif alınabilecekken, siyasi pısırıklık olguları kendi doğallığında akışlara itti ve sancılı bir süreç sonu cunda ulusal kurtuluş hareketi prole tarya sosyalizminden hiçbir ideolojik-pratik etkilenme olmaksızın tamamen bağımsız tarzda doğdu. Bunun ne gibi sonuçlan doğuracağı önümüzdeki yıilann sorunu olacak tır. Gericiliğe karşı doğal bir hakkı savunması olarak şekillenen ve tarihi boyunca hep merkezi otoriteyle ka pışmış,mevcut durumda da T.C.'de hakim sunni mezhebi tarafından baskı altında tutulan Alevi geleneği ne yönelik özgün bir politika oluşturulamadı. Proletarya sosyalizmine oldukça yaygın bir kitle desteği sağ layacak ve onu zenginleştirecek mil yonlarca insanın ülkemize özgü kül tür bağı değerlendirilmedi. Kıvılcımlı her üç örnek içinde or jinal araştırmaları olan ve genel ola rak ülkesini, ülkesinin orjinal dina miklerini teorik araştırmalannın ortasına koyan, yaşadığı olağanüstü kısır politik ortamda dahi bu orjinal dinamikleri proletaryanın devrimci önderliğine çekecek pratik öneriler de bulunan usta bir önderdi. Doktorcular proletarya üzerine nutuk çekmekten, ülkenin orjinal di
7
namiklerini değerlendirmeye vakit bulamadılar. Proletarya tapılacak tannya dönüştürülerek, somutluğun dan kopartıldı. Zaaflan bile erdem olarak sayılmaya başlandı. Proletar yanın arkasında secdeye yatanların ona önderlik iddiaları tabii ki sınıfın kendisi tarafından ciddiye alınmadı. Doktorcilar sınıf üzerine kopardıkları gürültünün yüzde biri kadar olsun sı nıf içinde pratik mevzi kazanamadı. Proletaryanın devrimci önderliği, proletaryanını zaaflarını sınıfın dev rimci potansiyelini dumura uğratan ve savaşarak ezilecek engeller olarak görür. Dışardan sınıfa Man-ı aşka, etmek yerine sınıfın içinde başarılı bir pratik çizgiyle sürekli genişleyen mevziler tutar ve giderek sınıfın kontrolünü ele alır. O noktada -ve tabii o noktaya gelmeden ve ilk an dan başlayarak,sınıf kendi dar çıkarlannın içine kapatılmayarak, tam tersine sınıfın ilgi alanı ülkenin tümü ne yayılacaktır. Ülkedeki her politik gelişme, diğer sınıf ve zümrelerin her kıpırdanışı proletaryayı doğru dan ve herkesten çok ilgilendirir. Proletaryanın öncü kolu herkesten önce olayı görüp, sınıfı öncü davra nışa yönlendirebilmelidir. Sınıfın ön derliği kuru bir iddia olmaktan ger çek bir olguya ancak böyle bir pratikle çevrilebilir. Ülkenin orjinal dinamiklerini de en iyi değerlendirip pratiğe yönlendirecek olan proletar yadır. Şayet bu dinamikler proletar ya tarafından değerlendirilmezse, düzen her an işlettiği otomatik me kanizmalarla zaten bunları emerek yoketmeye çalıştığından, işi kolaylaş mış olacaktır.
Teorisizlik: Düşünceyi öldürmeninyoketmenin yolunu mu anyorsunuz? Kolay bir yol olarak o düşünceyi mumyalamak,tapılacak tabu haline getirmenizi önerebiliriz. Gerçek ya şamdan kopan düşüncenin gelişme dinamikleri körelerek yok olacak ve giderek düşüncenin kendisi taşlaşacak-kireçleşecektir. Kıvılcımlı, Marksist-Leninist teo riyi tamamlanmış bir dogma olarak değil, süreçleri açıklayan bir metot olarak gördü. Kendi pratiğinde bu lunduğu ülkesini temel alarak Türki ye gerçekliğini açıkladı, oradan doğu toplumlannm orjinalliklerini inceledi. M-L'i yakalayabildiği her ucundan tu tarak geliştirdi. "Doktorcular" Dok torun bu kalitesini zerre kadar olsun
8
yakalayamadıkları gibi kendisinin nefret ettiği mumya/tabu donmuşluğunu Doktora bulaştırdılar. Hala da inatla gericiliklerini devam ettiriyor lar. Kıvılcımlıya uygulanan mumyalaştırma işkencesi, pratikten şeytan dan kaçarcasına uzaklaşmış tarikat bozuntusu yapılanmaların sosyal ko numlarının ürettiği kaçınılmaz bir ol gudur. Pratiğin besleyici kanallarını kendi elleriyle kesen politikacıların, teoride hangi sıçramayı nasıl yaptık larına dair tek bir örnek gösteremez siniz. Burada söz konusu olan bir araştırma gurubu veya araştırmacı değil, kendilerine pratik sınıf savaşın da öncü iktidar savaşçısı sıfatını ta kanların pratikten bir çok yolla kaç malarının kaçınılmaz ucubeliğidir. İçe kapanarak hayattan kopan yine heyattan kopuk "derleniş" ütopyası pe şinde hayal kuranların pratikte oldu ğu gibi teoride de cüceleşmeleri "Doktorculuğun" hayat hikayesidir. Teori kalıplara konmuş, skolastik ka faların buz dolaplarında dondurul muştur. Kıvılcımlı yı mumyalaştıranların kendilerinin orjinal teori üretebilme leri doğal olarak imkansızlaşırken günlük taktik üretmede dahi bir başıbozukluk-dengesizlik ve hayattan ko pukluk sözkonusudur. Pratikle derdi olmayanların, iktidar savaşını somut bir pratik süreç olarak göremeyenle rin taktik adına yaptıkları, kaçınılmaz pratik zorlamalır sonucu ayakta kala bilme için yapılan isteksiz-baştan sav ma saptamalardır. Taktiğin ciddiye alınması pratiğin ciddiye alınması nın, somut başanlma ve kazanılacak pratik mevzilere duyulan yakıcı ihti yacın ürünüdür. Dondurdukları Kıvıl cımlı düşüncesine taparak yüksek te ori yaptıklarını sanan politik cücelerin taktiği, sözüm ona küçüm seyerek ondan kaçacakları bellidir.
Ö rgütlenm ede
m o d ern leşem e
miş: ""Doktorculuk" örgüt planında parti düşmanlığına denk düşer. Orji nal bir parti düşmanlığı! Ülkemizde küçükburjuva devrimciliği genel ola rak "hareket" tarzı örgütlenmeyi ter cih eder ve partiyi sürece bırakır. "Doktorcular" ise partiyi günün en yakıcı ve en acil problemi görür, ha reket tarzı örgütlenmeyi savunanları oportünistlikle suçlar ama sonuçta kendileri de hep ve sürekli partisiz dirler. Hareket tarzı, örgütlenmede
oportünist bulunduğundan sonuçta ortada ne olduğu belirsiz yapılanma lar kalır. Sağlıklı ama şanssız bir ananın doğurduğu ucube bebek. örgütlenme tarzı örgüt içi ilişkile ri de doğrudan belirler. "Doktorculu ğun" en temel hastalıklanndan biri de "adam harcamak"-"adam kayır mak"-" mevki peşinde koşmak"...vb. pratik görüntülerinden hepimizin ta nıdığı, şahsiyatçılık ve kişi tepişmele rinin pratiğin önüne geçmesidir. Do ğu toplumlarında bireyselleşmenin güdük kalmasının uzantısı sahsiyatçıiığın panzehiri, modem örgüt-parti ilişkileridir. İlişkiler belirli kurallar içinde yürüyecektir. Grupçuluk veya tarikat tarzı örgütlenmede ise şef ve adamları vardır. Bu her türden kişicil çürümeyi besleyen bir mekanizma dır."Şefin niyeti ne olursa olsun! Tekrarından yarar görüyoruz. Kıvılcımlı'nın kendisi pratik politik ha yatının büyük kısmını partili olarak yaşamış, ancak burjuvazinin TKP'yi fiili tasfiyesiyle objektif olarak farklı bir konuma sürüklenmiştir. Kendisi nin dört yanındaki kısır kişicil çekiş melerle Y O L isimli eseriyle daha baştan sınırını çizmiş ve mücadele tarzını belirlemiştir. Şahsiyatçılığa te nezzül etmeyen prensip savaşçılığı ! O günün kısır koşullarında pek de ğer etmese de bizlere sımsıla sanlacağımız bir gelenek bırakmıştır. "Doktorcular" ;"derlenişçi olmak'temel özelliklerinden sürekli partisizliğe ve sonuçta kısır kişisel çekişmelere, amip gibi bölünmelere mahkumdurlar. "Doktorculuk" kimi yerde komediye dönüşse de iki yön lü trajedidir. Savunulduğu iddia edi len Hikmet Kıvılcımlı, kendisinin zıd dı yönden biçimsizleştirilerek öne çıkmaya yöneldiği bir momentte tecrite uğratıldı. "Doktorcular"in kendi leri ise boşa giden çabalann anlam sız nesneleri olmaya mahkum olmuşlar ve eser olarak da proletar yanın devrimci ideolojisini bir on yıl lık dönemde "öldürmeye teşeb b ü sten tarih önünde suçlu durumuna düşmüşlerdir. ■ DİPNOT: 1-Bugün farklı dinamiklerin oluşturduğu farklı bir zeminde ko münistlerin birliği sorunu filizlen mektedir. Ayrı bir yazının konusu olacaktır. 2- Kastedilen öğrenci gençliktir.
Devrimci maceracılık
V.İ.LENİN usya tarihinin dev adımlarla ilerlediği fırtınalı günlerde ya şıyoruz ve bazan her yıl, dur gun geçen onlarca yıldan daha bü yük önem taşıyor. Reform sonrası dönemin yarım yüzyıllık sonuçları to parlanıyor ve önümüzdeki uzun, çok uzun yıllarda bütün ülkenin kaderini belirleyecek sosyal ve siyasi yapının temel taşları döşeniyor. Devrimci hareket şaşırtıcı bir hızla gelişmeye devam ediyor; bu arada "bizim akım larımız" da alışılmadık bir hızla ol gunlaşıyor (ve solup gidiyor). Rusya gibi hızla gelişen kapitalist bir ülke nin sınıf sisteminde sımsıkı kök sal mış akımlar çabucak kendi düzeyleri ni buluyor ve bağlı oldukları sınıflara yavaş yavaş yaklaşıyorlar. Bunun bir örneği de, Bay Struve'nin gösterdiği evrimdir; daha bir buçuk yıl önce devrmici işçiler ondan bir marksistin "maskesini düşürmesini" istemişlerdi, oysa şimdi Bay Struve'nin kendisi yüzüne bu maskeyi bile geçirmeden dünyaya bağlılıkları ve ağırbaşlı de ğerlendirmeleriyle gururlanan liberal toprak ağalannın bir önderi (yoksa uşağı mı?) olarak ortaya çıkmış bulu nuyor. ö te yandan, sadece aydınlann belirsiz ve ara kesimleri tarafın dan savunulan görüşlerin geleneksel tutarsızlığını yansıtan akımlar, belli sınıflarla yakınlaşmak için, gürültülü bildiriler, olayların patırtısı arttıkça gürültüleri artan bildiriler yayınlama ya çalışıyorlar. "Hiç değilse, müthiş bir gürültü koparalım." İşte, olayların girdabına kapılmış ve ne teorik ilke leri ne de sosyal kökleri bulunan devrimci düşünceli birçok kimsenin sloganı budur.
R
"Sosyalist-Devrimciler "de, çehre leri gittikçe berrak bir şekilde ortaya çıkan bu "gürültücü" akımlara men supturlar. Proletaryanın, bu çehreyi daha yakından incelemesinin ve top lumun gerçekten devrimci sınıfıyla yakın bağları olmadan ayrı bir akım olarak varlıklarını sürdüremeyecekle ri kafalarına dank ettikçe proletarya nın dostluğunu her zamankinden da ha büyük bir ısrarla isteyen bu insanların gerçek niteliği hakkında berrak bir fikir sahibi olmasının tam zamanıdır. Sosyalist-Devrimcilerin gerçek yüzünün açığa çıkarılmasında üç du rumun bize yardımı dokundu. Bun lardan birincisi, devrimci SosyalDemokratlar ile "Marksizmin eleştiri si" bayrağı altında ortaya çıkan opor tünistler arasındaki bölünmedir. İkin cisi, Balmaşov'un Sipyagin'i öldürmesi ve bazı devrimcilerin dü şüncelerinde yeniden terörizme doğ ru bir dönüşün meydana gelmesidir. Üçüncü ve esas olarak da, iki cami arasında beynamaz ve hiç bir prog ramı bulunmayan kimseleri ister iste mez bir program müsveddesiyle or taya çıkmak zorunda bırakan en son köylü hareketidir. Bir gazete makale sinde ancak ana noktaların kısa bir özetinin verilmesinin mümkün oldu ğunu, çok büyük bir olasılıkla bu so runu yeniden ele alacağımızı ve birdergi makalesinde ya da broşürde daha ayrıntılı olarak ortaya koyacağı mızı belirterek. En sonunda Vestnik Russkoy Revolutsiy'in 2 .sayısında SosyalistDevrimciler bir teorik ilke açıklama sıyla ortaya çıkmaya karar verebildi
ler ve "Dünyanın Gelişimi ve Sosya lizmin Buhranı" adlı imzasız bir baş yazı yayınladılar. Teorik sorunlardaki tam bir ilkesizlik ve yalpalama konu sunda (ve ayrıca bunu parlak laflar ardına gizleme sanatı konusunda) açık bir fikir edinmek isteyen herke se bu yazıyı hararetle tavsiye ederiz. Bu son derece kayda değer yazının bütün içeriği birkaç kelimeyle ifade edilebilir. Sosyalizm dünya çapında bir güç haline gelmiştir; ama artık sosyalizm (=Marksizm), devrimcile rin ("bağnazlar") oportünistlere ("eleştiriciler") karşı açtığı mücadele sonucunda bölünmektedir. Biz Sos,yalist-Devrimciler "elbette" opor'oinizme hiçbir zaman yakınlık doyma dık, ama bizi bir doğmadan ku’rtaran "eleştiri'den büyük sevinç buyuyo ruz; biz de bu doğmanın revizyona tabi tutulması için uğraşıyovuz ve he nüz eleştiri yoluyla ortaya koyacak hiçbir şeyimiz yoksa da (burjuvaoportünist eleştiri hariç), henüz ke sinlikle hiçbir şeyi revizyona tabi tut mamışsak da, teori karşısında özgür kalmamızı başarı saymak gerekir. Bu en büyük başarı sayılmalıdır, çün kü teori karşısında özgür insanlar olarak, genel birliği kararlılıkla savu nuyor ve ilkeyle ilgili bütün teorik tartışmalan şiddetle mahkum ediyo ruz. Vestik Ruskoy Revolutsiy (sayi:2, s. 127) bütün ciddiyetiyle şunu ileri sürüyor: "Ciddi bir devrimci ör güt, her zaman bölünmeye yolaçan tartışmak sosyal teori sorunlannı çözmeye çalışmaktan vazgeçmelidir; ama bu elbette teorisyenleri kendi çözümlerini aramaktan alıkoymamalıdır." Ya da daha açık bir şekilde
9
söyleyecek olursak: Bırakın, yazarlar yazsın, okurlar da okursun ve onlar bu işlerle uğraşırken, biz de geride kalan boşlukta keyfimize bakalım. Hiç şüphesiz, sosyalizmden sa pan bu teorinin (özellikle tartışmalar konusunda) ciddi bir tahliline giriş mek gereksizdir. Kanımızca, sosya lizmin buhranı, ciddi sosyalistlerin en azından teoriye bir kat daha önem vermelerini, yani daha kararlı bir şe kilde kesin tavır almalannı ve kendi leri ile yalpalayan ve güvenilmez un surlar arasına daha kesin bir sınır çekmelerini zorunlu kılmaktadır. Oy sa Sosyalist-Devrimcileri göre, eğer karışıklık ve bölünme gibi şeyler 'Al manlar arasında bile" mümkün olabiliyorsa, biz Ruslann nereye sürüklen diğimiz konusundaki bilgisizliğinizle övünmemiz bir tann buyruğudur. Bizce, teorinin olmayışı, devrimci bir akımın varolma hakkını ortadan kal dırır ve onu eninde sonunda kaçınıl maz olarak siyasi iflasa mahkum eder. Sosyalist-Devrimcilere göre ise, teorinin olmayışı, "birlik için" en bulunmaz ve en elverişli bir durum dur. Gördüğünüz gibi, SosyalistDevrimcilerle bir anlaşmaya varabil memiz mümkün değildir, çünkü ger çekte tamamen farklı diller konuşu yoruz. Tek bir ümit var: Kendisi de (yalnız daha ciddi olarak) doğmanın kaldırılmasından sözeden ve "bizim" işimizin bölünmek değil, birleşmek olduğunu (proletaryaya çağrıda bulu nan her burjuvanın işi budur) söyle yen Bay Struve, belki onların akıllannı başlanna getirebilir. Acaba Sosyalist-Devrimciler, Bay Struve'nin yardımıyla, birlik uğruna sos yalizmin feda edilmesi siyasetlerinin ve sosyalizmin feda edilmesi tem e linde kurulmuş birliğin gerçekte ne demeye geldiğini hiç görmeyecekler mi? Şimdi de ikinci soruna, terörizm sorununa geçelim. SosyalistDevrimciler, yararsızlığı Rusya dev rimci hareketinin tecrübeleriyle ka nıtlanmış olan terörizmi savunurlar ken, terörizmi sadece kitleler arasındaki çalışmaya bağlı olarak ka bul ettiklerini, bu yüzden de Rusya Sosyal-Demokratlarının bu mücade le yönteminin doğruluğunu çürüt mek için (kaldı ki, bu yöntemin doğ ruluğu uzun bir zamandır çürütülmüş bulunuyor) ileri sürdükleri görüşlerin kendileri için geçerli olmadığını iddia ederlerken, bir hayli zor durumda
10
kalmaktadırlar. Burada, onların "eleştiri'ye karşı tavırlarına çok ben zeyen bir şey kendini yeniden belli ediyor. Sosyalist-Devrimciler, bir yandan biz oportünist değiliz diye haykırıyorlar, öte yandan da sırf oportünist eleştiri nedeniyle proleter sosyalizmi dogmasını rafa kaldırıyor lar. Sosyalist-Devrimciler, bir yandan biz teöristlerin hatalarını tekrarlamı yoruz, dikkatleri kitleler arasında ça lışmadan saptırmıyoruz, diye bizi te min ediyorlar; bir yandan da, Balmaşov'un Sipyagin'i öldürmesi gi bisinden eylemleri Partiye hararetle tavsiye ediyorlar. Ama artık, bu eyle min kitlelerle uzaktan yakından hiç bir ilişkisi olmadığını ve böyle yürü tüldüğü sürece olamayacağını bu terörist eylemi yapan kişilerin kitlele rin belli bir eylemini ya da desteğini ne akıllarının ucundan geçirdiklerini, ne de umduklarını herkes gayet iyi biliyor ve görüyor. Bütün saflıklarıyla Sosyalist-Devrimciler, ta başından beri, kendi sınıf mücadelisini veren devrimci sınıfın bir partisi olmak için en küçük bir çaba göstermeden ken dilerini işçi sınıfı hareketinden uzak tutmuş olmaları ve hâlâ da uzak tut maya devam etmeleri ile teröre eği lim göstermeleri arasında ister iste mez sıkı bir bağ bulunduğunu bir türlü kavrayamıyorlar. Hararetli te minatlar, böylesine zorlu bir hazırlığı gerektiren şeyin değeri konusunda insanı çoğu zaman şüpheye ve tereddüte düşürür. Acaba verdikleri bu te minatlardan bıkkınlık getirmiyorlar mı? Sosyalist-Devrimcilerin ileri sür dükleri görüşleri okurken, hep şu sözler aklıma takılıyor: "Biz terörizmi savunmakla, kitleler arasındaki çalış mayı gözardı etmiyoruz." Hem de bu teminat, kitleleri gerçekten seferber eden Sosyal-Demokrat işçi hareke tinden daha şimdiden kopmuş olan ve şu yada bu teori kırıntısına sarıla rak kopmaya devam eden kişilerden geliyor. "Sosyalist-Devrimcilerin Partisi nin" 3 Nisan 1902'de yayınladığı bil diri. yukarda anlatılanlara mükem mel bir örnek teşkil edebilir. Bu bildiri, onların bugünkü önderlerine çok yakın, en gerçekçi ve en sağlam kaynaktır. Revolutsionnaya Rossiya'nın (sayi:7, s .2 4 ) çok değerli ta nıklığına bakılırsa, bu bildirideki "te rörist mücadele sorununun konuluşu", "Parti görüşleriyle tama men uyuşmaktadır."
3 Nisan bildirisi, teröristlerin "en son" düşünce modelini övgüye değer bir şaşmazlıkla izliyor. İlk göze çar pan şu sözler oluyor: "Biz terörizmi, kitleler arasında çalışmanın yerine değil, aksine sırf bu çalışma için ve onunla birlikte savunuyoruz." Bu sözler özellikle göze çarpıyor, çünkü metnin geri kalan kısımlarından üç kere daha büyük harflerle dizilmişler (tabii bu, Revolutsionnaya Rossiya'nın sık sık başvurduğu bir marifet tir). İşte bu kadar basit! "Yerine de ğil, birlikte" sözlerini büyük dizeceksiniz ve SosyalDemokratlann bütün iddiaları tarihin bütün öğrettikleri, yer ile yeksan ola cak. Ama bildiriyi sonuna kadar oku yun, o zaman iri harflerle dizilmiş te minatın, kitlelerin adını boş yere andığını göreceksiniz. "Emekçi hal kın karanlığın içinden çıkacağı ve güçlü halk dalgasının demir kapılan paramparça edeceği günler "ne ya zık ki!" (henüz çok uzaklardadır ve bu uğurda ne kadar çok kurban veri leceğini düşünmek bile ürkütücü dür!". Bu sözler, "ne yazık ki, henüz çok uzaklardadır" sözleri, kitle hare ketini asla kavramadıklarını ve kitle hareketine asla inanmadıklarını açık ça göstermiyor mu? Bu iddia, daha şimdiden harekete geçmeye başla yan emekçi halkla bile bile alay et mek olmuyor mu? Ve nihayet, bu bayat görüş aslında boş ve saçma ol duğu ölçüde iyi savunulsaydı bile, ondan gene iri harflerle çıkan sonuç terörizmin yararsızlığı olurdu; çünkü emekçi halk olmadan bütün bomba lar güçsüzdür, hem de gerçekten güçsüzdür. Bir de şunu dinleyin: i n dirilen her terörist darbe, istibdadın gücünün bir parçasını koparıyor ve bütün bu gücü (!) özgürlük uğruna savaşanların safına aktanyor (!)" "Ve eğer terörizm sistemli bir şekilde uy gulanırsa (!) terazinin kefesinin en sonunda bizim tarafımıza ağır basa cağı açıktır." Evet, gerçekten de bu rada herkesin apaçık görebileceği gi bi teröristlerin en büyük önyargılarından biri en kaba biçimiy le karşımızda duruyor; bizzat siyasi cinayet "güç aktarır"! Böylece, bir yandan güç aktarma teorisi, öte yan dan da "yerine değil, birlikte"... Aca ba bu teminatlan tekrarlamaktan usanmıyorlar mı? Ama bu daha başlangıç. Esası şimdi geliyor. "Darbeyi kime indir meliyiz?" diye soruyor Sosyalist-
"Emekçi halk olmadan bütün bombalar güçsüzdür." Devrimcilerin partisi ve cevabı ken disi veriyor: Çara değil, bakanlara indirmeliyiz; çünkü "Çar işlerin aşırı gitmesine izin vermez" (!! Bunu nasıl keşfettiler acaba??), ve zaten "bu da ha kolaydır" (tam tamına böyle di yorlar!): "Hiçbir bakan kendisini sa rayda bir kalede olduğu gibi gizleyemez." Ve bu görüş SosyalistDevrimcilerin "teori'sinin modeli ola rak ölümsüzleştirilmeyi hak eden bir muhakemeyle sona eriyor. "İstibda dın, kalabalığa karşı koyacak asker leri, devrimci örgütlere karşı koya cak gizli ve üniformalı polisi vardır; ama ardı arası kesilmeden ve hatta birbirlerinden habersiz olarak (!!) sal dırıya hazırlanan ve saldıran tek tek bireylere ya da küçük gruplara karşı onu kim koruyabilir?" ("onu" derken ne kastediliyor? İstibdat mı? Yazar farkında olmadan bir hedef olarak istibdadı, darbe indirilmesi daha ko lay olan bir bakanla bir tutuyor!) "Kıvraklığa karşı hiçbir kuvvet sök mez. Dolayısıyla görevimiz açıktır: tstibdadın her kudurgan zalimini, isı-bdadın bize buraktığı (!) tek yolla, .anı öldürerek yoketmem." Artık,
Sosyalist-Devrimciler, kitleler arasın da çalışmayı rafa kaldırmadıklan ya da terörizmi savunmakla bu çalışma yı parçalamadıkları yolundaki temi natlarıyla sayfalar da doldursalar, onlann bu laf yağmuru, bildiriden aktardığımız bölümün modern bir te röristin gerçek ruh halini yansıttığını örtbas edemez. Güç aktarma teorisi sadece geçmişin bütün tecrübesini değil, aynı zamanda bütün sağduyu yu da tepetaklak eder, kıvraklı teori sinde doğal bütünleyicisini bulur. Devrimin tek "umudu" "kalabalıktır", ancak bu kalabalığa önderlik edebi len (lafta değil, fiiliyatta) bir devrimci örgüt polise karşı savaşabilir; bütün bunlar bu işin alfabesidir ve bütün bunları ispat etmek zorunda kalmak utanç vericidir. Ancak her şeyi unut muş ya da hiçbir şey öğrenmemiş kimseler "bunun tam tersi bir sonu ca" vararak, istibdadın, askerler tara fından kalabalıktan ve polis tarafın dan da devrimci örgütlerden "kurtarılabileceği", ama bakanları av layan tek tek bireylerden hiçbir kur tuluşun olmadığı yolundaki saçma ve gülünç ahmaklığa erişebilirler!!
Yanlışlığının mutlaka anlaşılaca ğına inandığımız bu saçma görüş hiç de garip değildir. Tersine, öğretici dir. Çünkü mantıksızlığı adım adım kanıtlandığında, teröristlerin "Ekono mistler "le paylaştıkları ("Ekono mistler "in kaybolup gitmiş eski tem silcileriyle mi, diye sorulabilir) başlıca hatalarını ortaya çıkarmaktadır. Da ha önce de birçok defa belirttiğimiz gibi, bu hata hareketimizin temel za afını kavrayamamalanndan ibarettir. Hareketin son derece hızlı gelişmesi yüzünden önderler kitlelerin gerisin de kaldılar, devrimci örgütler prole taryanın devrimci faaliyetinin düzeyi ne ulaşamadılar, kitlelerin önünde yürümeyi ve onlara önderlik etmeyi başaramadılar. Hareketi birazcık ta nıyan dürüst bir kimse, böyle bir zıt lığın varlığından şüphe edemez. Böyle olunca da, günümüz teröristle rinin gerçekten de aynı ahmaklığa, ama tam zıt yönde bir ahmaklığa va ran tersyüz edilmiş “Ekonomistler" oldukları açıktır. Devrimcilerin güçle rinin ve daha şimdiden harekete ge çen kitlelere önderlik etme imkanla rının yetersiz olduğu bir zamanda, birbirini tanımayan tek tek bireyler ve grupların bakanları öldürmesini örgütlemek gibisinden terörist ey lemlere başvurulması için çağnda bulunmak, sadece kitleler arasındaki çalışmayı kösteklemekle kalmaz, ay nı zamanda bu çalışmanın bütünüyle darmadığın olmasına yolaçar. 3 Nisan bildirisinde şunları oku yoruz: "Biz devrimciler çekingen kü meler halinde biraraya gelmeye alış kınızda; ve hatta (burasına dikkat) son iki üç yıldır ortaya çıkan yeni ce saret ruhu, bireylerden çok kalabalı ğın heyecanını yükseltmeye yaramış tır. Bu sözler, farkında olmadan, bir gerçeği dile getiriyor. "Ve terörizmin propagandalarına ezici darbeyi indi ren de, işte bu gerçektir. Her aklı başında sosyalist bu gerçeğe baka rak, grup eylemini daha güçlü, daha cesur ve daha uyumlu bir şekilde yü rütmek gerektiği sonucunu çıkarır. Ama Sosyalist-Devrimciler şu sonu cu çıkarıyorlar: "Vur, kıvrak birey; çünkü halkın kümeler halinde birara ya gelmesi ne yazık ki henüz çok uzaklardadır ve zaten bu kümenin karşısında askerler vardır." Bu görü şün iler tutar yanı yoktur, beyler! Bildiri, terörizm teorisinin yemim da eksik etmemiş. Bize deniyor ki: "Bir kahrramanm giriştiği tek tek
11
çarpışmalar bizim mücadele ruhu muzu ve cesaretimizi yükseltiyor." Ama hepimizdeki mücadele ruhunu ve cesareti gerçekten yükselten biri cik şeyin, kitle hareketinin yeni bi çimleri ya da kitlelerin yeni yeni ke simlerinin bağımsız mücadeleye atılışı olduğunu hem geçmişten bili yor, hem de bugün gözlerimizle gö rüyoruz: Oysa tek tek çarpışmalar, Balmaşovlar tarafından yürütülen tek tek çarpışmalar olarak kaldıkları sürece, ilk başta anlık bir heyecan uyandıran bir etki yaratırlar, ama bu arada dolaylı olarak da, bir kayıtsızlı ğa ve gelecek sefere kadar pasif bir bekleyişe yolaçarlar. Daha ileride şöyle deniyor: "Her terörizm alevi zi hinleri aydınlatır." Ne yazık ki, terö rizmi öğütleyen SosyalistDevrimcilerin partisi için biz bunun doğru olduğunu göremedik. Bir de önümüze, büyük iş, küçük iş teorisi getiriliyor. "Daha büyük güce, daha fazla imkana ve daha büyük kararlılı ğa sahip olanlar küçük işlerle yetin mesinler; kendilerine kitleler arasın da terörizm propagandası (!), çapraşık terörist eylemlerin... (kıv raklık teorisi çoktan unutulmuş!) ha zırlanması gibi daha büyük bir iş bul sunlar ve kendilerini ona adasınlar." Ne kadar da akıllara durgunluk ve ren bir zeka: Yerini alçak Plehve'nin alacağı alçak Sipyagin'den öç almak uğruna bir devrimcinin hayatını feda etmek, buna büyük iş deniyor. Ama örneğin, kitleleri silahlı bir gösteriye hazırlamak; bu da küçük iş oluyor, özellikle bu nokta Revolutsionnaya Rossiya'nın 8. sayısında açıklanmaktadır: "Belirsiz ve uzak bir geleceğin bir sorunu olarak "silahlı gösteriler hakkında” yazmak ve konuşmak ko laydır, ama şimdiye kadar bütün bu laflar teorik nitelikte olmaktan öteye gidememiştir." Sağlam bir sosyalist inancın zorunluluklarından ve her türden halk hareketinin ağır tecrübe lerinden çok uzak olan bu adamların kullandığı dili biz iyi biliriz! Onlar, kı sa sürede elde edilebilecek ve gürül tü koparabilecek sonuçlar ile pratiği birbirine karıştınrlar. Onlann gözün de, sınıf tavrına sıkı sıkıya bağlı kal mayı ve hareketin kitle niteliğini ko rumayı istemek, 'bulanık teori yürütmektir." Kesin olmak, onların gözünde, her düşünce karşısında kö lece boyun eğmek ve... ve boyun eğişin sonucu olarak da her defasın da kaçınılmaz bir şekilde çaresizliğe
12
düşmektir. Gösteriler başlar başla maz, bu gibilerin dudaklarından kan lı kelimelerin, sonun başlangıcı hak kında sözlerin döküldüğünü görürüz. Ama gösteriler durdu muydu, bunlann kolları da çaresizce aşağı iner ve hemen bağırmaya başlarlar: "Halk, ne yazık ki. henüz çok uzaklarda..." Çarın uşakları yeni bir saldırıya geç tiler mi, bunların hemen kendilerine, bu saldırıya mükemmel bir karşılık oluşturacak "kesin" bir tedbir, derhal bir "güç aktarması" yaratacak bir tedbir gösterilmesini isterler ve bu aktarmayı sağlayacaklarını gururla vaat ederler! Bu adamlar, işte bu güç "aktarması" vaadinin siyasi ma ceracılık olduğunu ve maceracılıklannın da ilkesizliklerinden kaynaklandı ğını kavrayamıyorlar. Sosyaİ-Demokratlar, maceracılğa karşı her zaman uyarıda buluna caklar ve kaçınılmaz olarak tam bir hüsranla sonuçlanan hayalleri aman sızca teşhir edeceklerdir. Devrimci bir partinin ancak devrimci sınıfın hareketine fiilen rehberlik ettiği za man adına layık olabileceğini akıldan çıkarmamalıyız. Gene, herhangi bir halk hareketinin sayısız biçimlere bü ründüğünü. durmadan yeni biçimler geliştirildiğini ve eski biçimleri ıskar taya çıkardığını, değişiklikler getirdi ğini ya da eski ve yeni biçimlerin ye ni bileşimlerini yarattığını hiç unutmamalıyız. Mücadelenin araçlannın ve yöntemlerinin oluşturulması sürecine faal olarak katılmak, görevi mizdir. Öğrencilerin yardımına koş maları için çağrıda bulunmaya başla dık (Iskra, Sayi:2). Ama bunu, gösterilerin biçimlerini önceden kes tirmeye kalkışmadan, bu gösterilerin derhal bir güç aktarmasıyla ve zihin lerin aydınlanmasıyla sonuçlanacağı nı ya da özel bir kıvraklığı vaat etme den yaptık. Gösteriler güçlendi ğinde, gösterilerin örgütlenmesi ve kitlelerin silahlandırılması için çağnda bulunmaya başladık ve bir halk ayaklanması hazırlama görevini öne sürdük. Şiddet ve terörizmi ilke ola rak asla reddetmeksizin, kitlelerin doğrudan katılışını sağlayabilecek ve bu katılışı güvence altına alabilecek şiddet biçimlerinin hazırlanması için çalışılmasını istedik. Bu görevin zor luklarına gözümüzü kapamıyoruz. Tersine bu sorunun "belirsiz ve uzak bir geleceğe" ait olduğu yolundaki itirazlara aldırmadan, bu görevi yeri ne getirmek için kararlılıkla ve sebat
la çalışacağız. Evet, beyler, biz hare ketin sadece geçmişteki biçimlerini değil, gelecekteki biçimlerini de sa vunuyoruz. Biz, geçmişte mahkum edilmiş şeylerin "kolay" bir tekrannı değil, geleceği olan uzun ve çetin bir çalışmayı tercih ediyoruz. Biz, ma lum dogmalara karşı lafta savaş açan, ama fiiliyatta güç aktarma, bü yük iş, küçük iş aynını ve elbette tek tek çarpışmalar teorileri gibi küflen miş ve zararlı görüşleri savunanlan her zaman teşhir edeceğiz. 3 Nisan birdirisi şöyle sona eriyor: "Eski çağ larda halk savaşlan nasıl halk önder lerinin tek tek çarpışmaları şeklinde verildiyse, bugün de teröristler Rus ya'nın özgürlüğünü istibadada karşı tek tek çarpışmalarla elde edecekler dir." Böyle cümlelerin sadece tekrarlanmalan bile çürütülmeleri için yeterlidir. Devrimci çalışmasını proletarya nın sınıf mücadelesine gerçekten bağlı olarak yürüten herkes, prole taryanın (ve onu destekleyebilecek halk kesimlerinin) bir yığın acil ve doğrudan talebinin yerine getirilme den öylece durduğunu çok iyi bilir, görür ve hisseder. Bilir ki, bir çok yerde, geniş bölgelerde, emekçi halk eyleme geçmek için kelimenin tam anlamıyla yanıp tutuşmakta, ancak yayınların ve önderliğin yetersizliği ve devrimci örgütlerin güç ya da araçlardan yoksun oluşu yüzünden onun bu coşkusu heba olup gitmek tedir. Ve kendimizi, uzun zamandır Rusya dev-riminin başına bir uğur suzluk alameti gibi çöreklenmiş bulu nan o aynı kısır döngünün içinde bu luruz; nitekim buluyoruz da. Bir yandan yeterince aydınlatılmamış ve örgütlendirilmemiş kalabalığın dev rimci coşkusu boşa giderken, öte yandan da düzenli bir şekilde ilerle me ve kitlelerle el ele çalışma imka nına olan inancını kaybeden "kıvrak bireylerin ateşlediği silahlardan yük selen dumanlar havada kaybolur gi der. Ama işler gene de yoluna konu labilir, yoldaşlar! Gerçek bir davaya olan inancın kaybedilmesi, bir kural değil, ender bir istisnadır. Terörist eylemlere girişme eğilimi geçici bir hevestir, öyleyse, Sosyal-Demokratlar saflarını sıklaştırsınlar ve dev rimcilerin militan örgütü ile Rusya proletaryasının kitle kahramanlığını tek bütün halinde birleştirsinler! ■ 1 Ağustos 1 9 0 2
Devrimci Hareket ve İşçi Sınıfı Mehmet YILMAZER
M V?C> hareketi, kuşku y ok ki, ■ toplum sal m u halefetin ekseİ n l olacaktır." (İşçilerin Sesi, Melih Pekdemir'le Söyleşi) 12 Mart deneyinden sonra işçi sı nıfının mücadele içindeki öneminin arttığını söyleyen D. Yol, 1 2 Eylül sonrası bir adım daha atarak işçi ha reketinin "toplumsal m u halefetin ekseni" olacağını ileri sürüyor. Böy le bir tesbit D.Yol açısından önemli dir. Onun ideolojik gıdası M.Çayan'ın "Kesintisiz Devrim deki tezlerine dayanır; o tezlerde ise Tür kiye'de işçi sınıfının "fiili ön derli ğ in in değil, ancak "ideolojik ö n d er liğ in in mümkün olduğu tesbiti yapılmıştır. "Köylü ordusuyla kırlar dan şehirler kuşatılacaktır". Son yirmi yılda Türkiye'deki sınıflar yapı sı değişmediğine göre bazı siyasetle rin Türkiye'yi kavrayışı değişmekte dir. Yani inkar edilemez "inatçı gerçeklikler" düşünceleri eğitmekte dir. Küçükburjuva devrimciliğinin son yirmi yılda çizdiği eğrinin genel de ğerlendirmesi, özünde onun işçi sını fına karşı tutumundaki değişimin bir değerlendirmesidir. Sınıfa karşı tu tum alışta elbetteki iki önemli basa mak 12 Mart ve 1 2 Eylül, önemli rol oynamıştır. Her dönem kendi öz gül koşullarıyla küçükburjuva radika lizmini işçi sınıfına doğru itmiştir. S ı nıfsal güçler açısından sorun hiç şüpehesiz ki, küçükburjuva devrimci liğinin proletarya sosyalizmine ev rimleşmesi değildir. Böyle bir evrim leşme sınıf ya da tabakaların bütünü açısından ele alındığında mümkün değildir, ö t e yandan, tek tek kişile
rin kendi eski sınıf kökenini terkedip proletarya sosyalizmine varmaları da konumuz değildir. Bu mümkündür ve esasen böyle bir akım bütün dev rimci mücadele sürecinde-iniş çıkış larla da olsa-sürekli olarak varolacak tır. Burada sorun, küçükburjuva devrimciliğinin, yaşanan deneyler ışı ğında işçi sınıfına yaklaşımındaki de ğişme ve gelişimdir.
İŞÇİ SINIFINA YÖNELİŞLER VE GENEL ANLAMI Demokratik devrim görevlerinin tamamlanmadığı bir ülkede proletar ya hareketi ile burjuva, küçükburjuva kaynaklı demokrat hareket bütünüy le birbirinden ayrışamaz. Onların içiçe yaşayabileceği bir alan daima ola caktır. ö te yandan, mücadelenin ikili karakteri, sosyalist ve devrimcidemokrat güçleri sürekli birbirinden ayrıştırmaktadır. Sürecin bu diyalek tiği, küçükburjuva devrimciliğinin işçi sınıfından etkilenmesinin yanında, onun sınıfı kendi devrimci-demokrat siyasi talepleri doğrultusunda etkile mesi sonucunu da doğurur. 1 9 6 0 sonrasının mücadele dene yi, küçükburjuva radikalizminin ge nellikle yenilgi yıllarında sınıfa yönel me eğilimi gösterdiğini ortaya koymuştur. 12 Mart çıkışında oldu ğu gibi, 12 Eylülde de bir kere daha Lenin'in "Ne Yapmalı?" kitabı gün deme gelmiş, sınıf içinde örgütlen me sorunlan, parolaları ve biçimleri en fazla tartışılan konular arasına girmiştir. TH KP-C ve THKO köken li bazı siyasetler iki faşizm dönemin de de böyle bir süreç yaşamıştır.
Kurtuluş, TKEP, TD Y, HK, Dev. Partizan böyle bir evrimleşmeden geçmiştir. Her biri farklı özellikler taşısa da, ortak olan yön işçi sınıfına geçmişe oranla daha fazla yönelmelerindedir. Kurtuluş, HK ve bir ölçü de TKEP bu sürece 12 Mart sonra sı; TDY, Dev. Partizan ve en son D. Yol ise benzer bir sürece 12 Eylül sonrası girmişlerdir. Küçükburjuva radikalizminin işçi sınıfı gerçekliğini yalnızca teoride de ğil, pratik mücadele içinde de belli ölçülerde kavraması hiç şüphesiz ki, başlı başına bir olumluluktur. Ancak bu sürecin yalnızca olumlu değil, ay nı zamanda olumsuz bir yanı da var dır. 12 Mart sonrası yaşananları göz önünde tutarak bir belirleme yap mak gerekirse, işçi sınıfına yönelen küçükburjuva devrimci eğilimlerin, genellikle radikalliklerini yitirdikleri, sağ bir ka rakter kazandıkları söy lenmelidir. Bu karekter değişikliğinin başlıca iki nedeni vardır. İlki, küçükbuıjuva devrimciliğinin kendi özelli ğinden gelir. Genellikle yenilgi son rası, erken devrim umutları kırılmış bir şekilde sınıfa yönelen küçükburjuvazi, bu adımı atarken aslında dev rimci bir ruh hali taşımamaktadır. Sı nıfa yöneliş, hayal kınklıklannın, teorik yeni arayışların, siyasi bulanık lığın koyu izlerini taşımaktadır. Böy le bir zeminden sınıfa yöneliş, hiç şüphesiz ki işçi sınıfına gerçek bir devrimci enerji taşımaz. İkincisi, işçi sınıfı içindeki egemen eğilimlerin kü çükburjuva devrimciliğini etkilemesi dir. Sınıf içinde sendikalizm; siyasi olarak da sosyal-demokrat ve burju
13
va sosyalist eğilimler hala güçlüdür. Kendisi, bir yenilgi sonrası eski dü şüncelerine yeterince güvenemez bir konumda olan küçükburjuva devrim ciliği, bu aşın zaaflı yapısıyla sınıfa yönelince, sınıfın bilincini yü kselt m ek yerine, onun geri eğilimlerine tabi olm a durumuna düşen bir siyasi eğilim, aslında sınıf açısından dev rimci bir kazanç değildir. 1 2 Mart sonrası sınıfa yönelişler, küçükburjuva devrimciliğinin sağ bir karakter kazanması sonucunu do ğurdu. 12 Eylül sonrası yaşananlar. 12 Mart sonrasının elbette ki tam bir kopyası olamazdı, olmadı. Devrimci hareket ve işçi sınıfı ara sındaki ilişki konusunda 12 Eylül sonrası en tipik eleştiri Yeni ön cü tarafından dile getirilmiştir. ‘Türkiye'de sosyalizmle işçi hare ketinin birleşmesi zorunluluğunun di le getirilmesi üzerinden uzun yıllar geçti, en azından bir 1 5 yıl geçti. Ancak bunu 'dile getirmek' başka birşey, 'teorik olarak açıklamak' ise başka birşey, Yani teorik olarak bu sorunun üzerinde yeterince duruldu ğunu, gerekli incelemelerin araştırmalann yapıldığını ve sağlıklı tartışmalann yürütüldüğünü söylemek mümkün değildir, işçi hareketi ile sosyalizmin ayrı biçimde varolduğu ve ayrı yollarda yürüdüğü dönem Türkiye'de hala sürüyor." (Yeni ö n cü, S: 15) Burada iki önemli tesbit yapılmak tadır. Birincisi, sosyalizmle işçi hare ketinin birleşmesi sorunu üzerinde
"teorik olarak yeterince" durulmadıği; İkincisi, "en azından 15 yıl" g eçm esin e rağm en hala sosyalist h areket ile işçi hareketin in ayrı yollarda yürüdüğü, iddia ediliyor. Sorunun teorik yanının yeterince ele alınmadığını söylemek gerçekliği yansıtmaz, fakat l 2 Eylülün yarattı ğı "hafıza kaybına" çok tipik bir ör nek olabilir. 1 9 6 0 öncesini bir yana bırakırsak, bu sorunun teorik o la rak en yoğun tartışıldığı dönem 1 9 6 5 -7 1 arasıdır. Daha sonraki yıl larda da çeşitli nedenlerle aynı sorun üzerinde tekrar tekrar durulmuştur. Yeni ö n cü "sosyalizmle işçi hareke tinin birleşmesi zorunluluğunun., te orik olarak" açıklanmasından ne an lıyor? Eğer bu konu üstüne genel Marksist görüşlerin bıktıncı bir tekran anlaşılmıyorsa, o zaman geriye, Türkiye sınıflar yapısının doğru bir tesbiti ve tarihsel olarak da "narod-
14
nik" eğilimlerden kopuşmak, "sosya lizmle işçi hareketinin birleşmesinin teorik açıklaması" olur. Oysa Yeni ö n cü , bu konuda yete rince inceleme, araştırma yapılmadı ğı kanısındadır. Genel olarak dev rimci hareketi dikkate alırsak, sözü edilen konu hakkında ciltler tutabile cek emek ürünü birikmiştir. Elbette ki doğrusu ve yanlışıyla birlikte... Bu konudaki "hafıza ka y b ı'Vırn bir anla mı olmalıdır. Bugüne kadar yapılan "teorik tesbitler" Yeni Öncüyü tat min etmiyor olmalı... O zaman "ye ni" arayışlar kaçınılmazdır. Ancak konu sosyalizm ve işçi hareketinin birleşmesi olunca, bunca teorik ve pratik çabaya rağmen ortada bir tat minsizlik varsa, böyle bir tepki kişiyi ya da bir siyasi eğilimi Marksizm dışı teorik zeminlerde bir arayışa götü rür. ö z e l olarak Yeni ö n cü açısından durum nedir? "Kesintisiz Devrim "in inkarından sonra yerine somut Tür kiye gerçekliklerini kucaklayan bir teorik çözümleme koymak yerine, yıllarca g en el M arksist görüşlerin tekrarıyla yetinildi. O nedenle, Yeni ön cu n in sözü edilen konu hakkındaki teorik incelemeleri yetersiz bul ması, aslında kendi teorik kısırlığı nın itirafından başka birşey değildir. Ve "en azından 15 yıldır" bu kısırlık aşılamadıysa, artık bu konuda Yeni ön cü açısından Marksizm zeminin de kalarak bir teorik çerçeve üretme nin imkansız olduğu ortaya çıkar. İkinci olarak, Yeni ö n cü "hala sos yalist hareket ile işçi hareketinin ayn yollarda yürüdüğünü" iddia ediyor. Sınıfa yönelmek için "yeterli bir teo rik araştırma" yapılmadığı ileri sürü lürse. çok doğal olarak iki h a r ek e tin "hâlâ" ayrı yürüdüğü d e iddia edilecektir. Gerçeklik böyle değildir. 1 9 6 0 sonrası gelişmeleri dikkate aldığımızda, genel olarak sosyalist hareketle işçi hareketinin birleşmesi 1 9 7 0 lerde gerçekleşmiştir. Daha genel olarak söylersek, 12 Mart 1 9 7 1 e kadar olan dönemde ağırlıklı yön, sosyalist siyasetlerin teorik, tak tik şekillenmesidir. Bu anlamda bir leşme, bu dönem süresince belli öl çülerde kendiliğinden gerçekleşmiştir denebilir. 12 Mart sonrası yıllarda ise ideolojik ve programatik olarak önemli ölçüde şekille nen siyasetlerin işçi hareketiyle bir leşmesi daha bilinçli bir karakter kazanmıştır. 19741er sonrası her
hangi bir "sosyalist" siyasetin etkisini yada doğrudan öncülüğünü taşıma yan grev yada işçi gösterisi yok de necek kadar azdır. Eğer bu noktada Yeni ö n cü , "İşçi içinde bugüne ka dar daha çok TKP gibi siyasetler et kindi, bunu sosyalist hareketle işçi hareketinin birleşmesi olarak kabul etmiyoruz" derse, böyle bir belirleme gerçekliğin sübjektif kuruntularla in karı olur. Hareketlerin teorik şekil lenmesi, onların aynı zamanda sınıfa karşı tutumunu da belirler. Rus Sosyal-Demokratlan, Narodnilderle kopuşup sınıfa yöneldikleri momentte "ekonomizm" bir akım olarak şekil lenmiştir. Daha sonraki süreçte ise, ekonomizm, Menşevizm biçiminde varlık bulmuştur. Türkiye sosyalistle ri de, ülkedeki sınıflar yapısını kavra yışlarına ve mücadelede işçi sınıfına tanıdıkları misyon ölçüsünde sınıfla bağ kurdular. Bu konuda Yeni öncü , aynca, sosyalist hareketle işçi hareketinin birleşmesi ve sınıfa bir ya da birkaç siyasetin öncülük etm esi sorununu karıştınyor. Sosycilist hareketle işçi hareketinin birleşmesi, bütün sınıfın sosyalizme eğilim duyması demek değildir. Birisi genel olarak sosyalist hareketin teorik şekillenme dönemi nin kapanmasını; diğeri ise hergünkü pratik mücadele içinde eğilimle rin döğüşünün sonuçlanmasını çınlatır. Hiç şüphesiz ki, özellikle kü çükburjuva devrimciliği içinden kritik momentlerde işçi sınıfını yeni yeni keşfedenler çıkacaktır. Bunlar ka panmış bir tarihsel sürecin bir bakı ma kalıntıları gibidir. Kalıntılar eski dönemi geriye getirmez, ama kendi leri yeni dönemin baskısıyla erirler. O nedenle bugün, henüz sınıfla birleşilemediğinin söylenmesi, siyasi eğilimlerin teorik-taktik şekillenmesi nin henüz tamamlanmadığının söy le nmesiyle aynı şeydir. Oysa bu dö nem esas olarak 1 2 Mart sürecinde tamamlanmıştır. Ancak, henüz sınıfa devrimci anlamda bir yada bir kaç si yasetin öncülük edemediği söylenir se, bu bir gerçekliktir. Fakat bu, özel olarak sınıf içinde, genel olarak ülke çapında yoğun mücadele süreciyle varılabilecek bir aşamadır. Yeni ön cü nün bu konudaki en önemli yanılgısı soruna yenilgi yıllannın içinden bakmasından kaynakla nıyor. 1 9 8 7 ’lerde hemen hiçbir siya set sosyalist hareketle işçi hareketinin birleşemediğini iddia et-
memiştir. Faşist darbenin devrimci öncülerle yığın arasındaki bağları bü yük ölçülerde koparmasından sonra, bunu "sosyalist hareketle işçi hareke tinin hâlâ ayrı ayrı yürümesi" biçi minde yorumlamak, farklı karakterli süreçleri birbirine karıştırmak olur. Sosyal gelişimin normal bir sonucu olarak yaşanan sınıflar kopuşm ası siyasetlerin şekillenmesi için objektif bir ortam yaratır. Düne kadar birbiri nin içinde görünen sosyal çıkarlar aynşmaya başlar ve kendi yordamlannda davranışa geçerler. Bu tarihcil dönem bizde en hızlı biçimde 12 Marta kadar akan süreçte yaşanmış tır. Daha sonraki süreçte ise esas yön, kopuşan sınıf ve tabakalann mücadelesidir. 1 2 Eylül, bu süreçte; işçi sınıfı ve halk için bir yenilgi mo menti oldu. Taktik olarak bir geri çe kilme yaşandı. Ve sınıflar savaşının bu yeni koşulları hiç şüphesiz ki siya setleri etkiledi, çeşitli yönlerde evrimleştirdi. Böyle yenilgi yıllan ne kadar derin olursa olsun sınıflar kopuşması ger çekliğini geriye döndüremez, yok edemez. 12 Eylül bunu çok denedi. Toplumu sırf göstermelik iki parti ile sözde 'bölünmüşlükten" kurtaracak tı. Oysa yaşanan on yıl sınıflar saf laşmasının boyutlannı çok daha faz la yaygınlaştırdı. Fakat böyle yenilgi yıllan sınıf ve tabakalar arasındaki güçler dengesini değiştirebilir, eski kuruluş dengeleri bozabilir. Yaşanan da budur. Bu iki ayn olgu birbiriyle karıştırılır ve 12 Eylül yenilgisine neden olarak "sosyalist hareketle sınıf hareketinin birleşememesi" gösterilirse böyle ya pılarak yenilgiyi getiren som ut tak tik hatalar örtülmüş olur. ö t e yandan, yenilgi dönemi bir si yaseti taktik ve belli ölçü d e programatik sorunlardan öteye kendi teo rik tem ellerin e götürüyorsa, böyle köklü bir geriye kayış, o siyasi yapı nın teorik çüzümlemelerinin son de rece zaaflı ve gerçeklerden uzak ol duğunu gösterir. "En azından 15 yıl sonra" hâlâ sınıfa yönelik "yeterli bir teorik araştırma ve incelemeden" yoksun olmak artık gelecek on yıllar boyunca da sınıfla birleşilemeyeceğinin dolaylı itirafından başka bir an lam taşıyamaz. Sınıflar mücadelesi nin canlı pratiğinin dışına düşen, herhangi bir sınıf ya da tabakanın somut siyasi çıkarlanndan kopuşan, deklase olan unsurlar, her türlü teo
I ^ u g ü n , faşizme karşı "gerçek demokrasi" mücadelesinin ancak "işçi sınıfına şiarıyla" birlikte gerçekleşebileceğinin söylenmesi, aslında önceki mücadele yollarının tıkandığının ue iflas ettiğinin itirafıdır. rik mirastan tatminsizlik duyarlar. Yeni Öncü, sınıfla kendi konumu nu irdelerken aslında böyle bir itiraf ta bulunmuş oluyor.
*** Yenilgi yıllarının teorik ve pratik çöküntüsü içinden sınıfa yönelişlerin taşıdığı zaaflara belki de en uç örnek Yeni üncüdür. Bu tesbitlerden son ra, "işçi sınıfına" çağrısıyla D. Yol bu süreci nasıl görüyor, irdelemeye çalı şalım. "Yeri gelmişken, bir saptama yap mak istiyorum. Türkiye solunda ye nilgi dönemleri' sonrasında görülen, artık kanıksanmış bir özeleştiri biçi mi vardır. Bazı siyasi akımlar, genel likle solun ve kendilerinin yenilgisini 'işçi sınıfı içinde örgütlenememiş ol malarına, sosyalistlerin işçi sınıfı ile bağ kuramamış olmalanna' bağlar lar. Bu arkadaşların,... işçi sınıfı ile bağ kurmak için onlara götürecek doğru bir siyasete sahip olmak ge rektiğini ... anlamadıkları görülü yor." (işçilerin Sesi, S: 14, M. Pekdemir) "Doğru bir siyaset" gerekliliği can alıcı bir tesbit. Sınıfa yönelme çaba sına giren siyasetlerin çoğunun bel ki de en büyük zaafı böyle bir prog ramdan yoksun olmaları, genel tekrarlarla yetinmeleriydi. Ancak D. Yol açısından durum daha parlak değildir. "İşyeri komite ve konseyle ri" parolası sınıfa yönelmek için ye terli bir siyaset değil, yalnızca gel geç, döneme denk düşen taktik bir parola olabilir. Bundan öteye D.Yolun siyasi tesbitleri, ideolojik kaynakları bu yeni yönelişinde yeter li olmak bir yana, pratikçe yalanlan mış, zaaflı bir öze sahiptir. Mesele sı nıfa yönelirken "doğru bir siyasete sahip olmak" gerektiğini tekrarla mak değil, bunu bir an önce ortaya koyabilmektir. Sınıfa yönelişte M. Pekdemir'in ikinci uyarısına gelelim. "Dün sınıf mücadelesinden kaçma nın, hayatın diğer alanlarındaki mü cadelelerde yer almamanın mazereti
olarak işçi sınıfına gidelim' klişesini kullanarak sendikal platformlarda köşe kapmacalara yönelen revizyonist-reformist çalışma tarzı ile bizim bugün doğrudan sınıfın çağnşına ce vap verme olarak beliren devrimci çalışma tarzımızın birbiriyle yakın uzak ilgisi yoktur." (ay) Burjuva sosyalizmine yöneltilen bu eleştirinin şüphesiz haklı yanlan var dır. Ancak THKP-C kökenli siyaset ler ideolojik kaynaklannın doğal bir sonucu olarak, sınıfa gitmeyi genel likle "sendikal platformlarda köşe kapmaca' yla özdeşleştirmişlerdir. "Demokratik hak ve özgürlüklerin kullanılamadığı-rafa kaldırıldığı-bütün geri bıraktmlmış ülkelerde bu tip kla sik 'kitle çalışması'... düşmanın aske ri üstünlüğü ve baskısı karşısında, güçsüzlüğe düşecek., giderek de iyi ce sağa kayacak tır. (M. Çayan, Bü tün Yazılar, s. 3 4 0 ) Bu mantık Cep he kökenli siyasetlerin yığın çalışmasına her zaman yansımıştır. "İşçi sınıfına gitmeyi" "mücadeleden kaçaklık" olarak görmek, TK P ben zeri siyasetlerin bayağı reformizmine sınıfı terketm ek gibi bir sonuç do ğurmuştur. Bu da bir mücadele ka çaklığıdır. Ve bunun bedeli 12 Ey lülde fazlasıyla ödenmiştir. Şimdi, sınıfa yönelirken, bu yöneli şin "revizyonist-reformist çalışma tar zı" ile bir ilgisi olmadığı özellikle vur gulanıyor. Dün "sınıfa yönelme" sözünde "reformizm" bulan bir anla yışın bugün böyle bir vurgulama yapması doğaldır. Ancak değişen nedir? D. Yolu sınıfa yönelten geliş meler nelerdir? Yukardaki sözler dik katle incelenirse, D. Yol yine kendisi sınıfa gitmemekte, tersine "doğru dan sınıfın çağrısına cevap vermek"tedir. Öyleyse işçi sınıfına yö nelişin altında bu çağrı yatmaktadır. O zaman, sınıfın çağrısının ne anla ma geldiğini irdeleyelim.
İŞÇİ SINIFINDAN "ÇAĞRI" "İşçi sınıfına! Çünkü bugün top lumsal muhalefetin önünde yürüyen
15
işçilerle birleşik devrimci muhalefet hareketi yenilmez kılınabilir. İşçi sını fına! Çünkü bugün 1 2 Eylülle birlik te işçilerin içine itildikleri açlık, sefa let ve tüm haklannın gaspedilmiş olduğu konum, onlann eyleminin her zamankinden daha fazla ve sü rekli bir hak mücadelesi olarak geli şeceğini göstermektedir. İşçi sınıfı na! Çünkü bugün konjoktürel olanın içinden 'tarihsel' olan fışkırmaya baş lamaktadır... "Bugün işçi hareketinin kazanmak ta olduğu nitelik böyle bir çabayı zo runlu kılmakta, 'İşçi sınıfına' çağrısı nı, sınıfın kendisi yapmaktadır." (ay) M. Pekdemir'in bu değerlendirme si özellikle 1989'un ilk yansında pat lak veren yaygın işçi eylemlerine da yanmaktadır. Artık "konjoktürel olanın içinden tarihsel olan fışkırma ya" başlamıştır ve "işçi sınıfına" çağnsını bizzat sınıfın kendisi yapmak tadır. Kaba görüntü, herşey yerli yerin de görünüyor. Fakat bu değerlendir me bizleri ister istemez 1 9 6 0 sonra sı mücadele tarihimize geri dönmeyi ve bu güne kadar sınıf tarafından ya pılmış başka çağrılann olup olmadı ğını sorgulamaya itiyor. Her siyasi eğilim, olaylan kendi bulunduğu konumdan görecektir, bu nedenle dün görülemeyenlerin bu gün görülmesi doğaldır, ö t e yandan bizzat bu olay, Türkiye'de sınıflar mücadelesi sürecinde nasıl güç kay m aları yaşandığının en güzel kanıtı dır. D. Yol sınıfın bugüne kadar yap tığı çağnlardan ancak 1989 başmdakini algılıyorsa, bu, öncekile rin gerçekliğini ortadan kaldırmaz, fakat D. Yolun sınıfa göre konu mundaki değişim ini açıklar. İşçi sınıfının 1 9 6 0 sonrası müca delede yaptığı çağrılan gözden geçi rerek en son 1989'daki çağnmn an lamını açıklamaya çalışalım. İlk önemli çağrı, hiç şüphesiz ki 1 5 -1 6 Haziran olaylandır. İşçi sınıfı o zaman sendikal haklarının kısıtlan ma girişimine tepki göstererek, ka nun tasarısının meclisten geçmesini engellemiş, fakat 12 Mart faşizminin gelişini durduramamıştı. Söylemeye bile gerek yok ki, 1 5 -1 6 Haziran olaylannı yalnızca sendikal hakların kısıtlanmasına karşı bir tepki olarak algılamak siyasette aşın dar kafalılık olurdu. 1 5 -1 6 Haziranın gerçek an lamı, o günkü sınıflar mücadalesinin genel seviyesi, teorik-siyasi sorunları
16
bütünüyle göz önüne getirilince orta ya konabilirdi. Böyle yaklaşıldığında, 1 5 -1 6 Hazi ran olayları dar sendikal boyutlanndan çok öteye bir anlama sahipti; iş çi sınıfının devrimci harekete yaptığı, deyim yerindeyse, stratejik bir çağnydı; sınıf öncülüğünün ob jektif koşullarının varlığının açık ila nıydı. O günler, işçi sınıfının varlığı ve "fiili öncülüğü" için koşullann varo lup olmadığının en yoğun biçimde tartışıldığı günlerdir. Devrimci hare ket strateji hazırlıyordu ve strateji içinde sınıfların konumu en önemli sorundu. Böyle bir dönemde 1 5 -1 6 Haziran olayları bu teorik tartışmala ra pratik bir cevap, devrimcilere stratejik öncülük konusunda yapıl mış açık bir çağrıydı. O gün devrim cilerin büyük bir çoğunluğu bu çağnyı böyle bir özle algılayamadı. İkinci önemli çağrı, 1 9 7 7 , 1 Ma yıs olaylarıyla yapılmıştır. Daha doğ rusu 1 2 Mart çıkışı yeniden yükselen işçi gösterilerinin 1 9 7 7 Mayısında vardığı nokta, özel bir anlam taşır. 1 5 -1 6 Haziran olayları, sınıfın varlı ğı ve önçülüğünün objektif koşulları nın ilanı olduysa; 1 9 7 7 Mayısıyla dönüş noktasına varan işçi olaylannın anlamı ise, sınıfın p ratikte ön cü lüğe yetenekli olduğunun ve buna hazırlandığının kanıtları oldu. Fakat aynı 1 Mayıs olayları henüz sınıfın hazırlıklarının ne ölçüde zaaflı ve ek sik olduğunu da gösterdi. Mayıs 7 7 , mücadelenin pratik öncülüğüne so yunan işçi sınıfına finans-kapital ta rafından yapılmış kanlı bir uyanydı. 1 9 7 7 Mayıs çağrısı bir anlamda 1 5 -1 6 Haziranda yapılan çağrının pratikte bir kanıtlanması oldu. 1 5 16 Haziranda bütün gövdesiyle sınıf mücadelesi sahnesine çıkan işçi sını fı, varlığı ve öncülüğü konusundaki teorik tartışmalara cevap verirken; Mayıs 1 9 7 7 olaylarıyla da akan mü cadelede pratik öncülüğü üstlenme ye hazır ve aday olduğunu gösterdi. Üçüncü önemi; çağrı, Tariş direni şiyle yapılmıştır. İlk iki çağrı sınıf ön cülüğünün teorik ve pratik imkanlan bakımından stratejik bir anlam taşı yorsa, Tariş direnişi daha çok taktik bir anlam taşımıştır. 12 Mart sonrası mücadelenin kritik bir momentinde, faşizme karşı direnişi en azından önemli büyük iş yerlerine, kitlesel ve en radikal biçimleri kullanarak yay m a çağrısı olan Tariş direnişi, 12
Eylül öncesinin işçi sınıfınca yapıl mış en son ve en önemli taktik çağnsıydı. M. Pekdemir, 1 9 8 9 işçi olaylanndan hareketle sınıfın çağrı yaptığını ve "konjonktürel olanın içinden 'ta rihsel' olan'ın fışkırmaya başladığını ileri sürerek, işçi sınıfının öncülüğü konusunda, olaylann'en az 1 5 yıl” gerisinde kalıyor. Son olarak, Pekdemir'in bambaş ka misyonlar yüklediği 1 9 8 9 işçi olaylannın değerlendirmesine gele lim. 1 9 8 9 işçi olayları, 1 9 6 9 sonrası mücadelesinde "tarihsel" öncülük anlamında kesinlikle bir m ilat değil dir. Böyle bir anlam taşımaz. 1 2 Eylül sonrası ilk önemli işçi ey lemleri 1 9 8 7 yılında gerçekleşen Netaş, Pirelli, Kazlıçeşme vb. grevle ridir. Eylül öncesi sınıf mücadelesi nin deneyli ileri işçileri, karanlık dur gunluğa sınıf hareketi açısından ilk önemli darbeyi vuranlar oldu. 1 9 8 9 başındaki yaygın işçi eylemleri, 1 9 8 7 grevlerinin açtığı yoldan yü rüdü.1 9 8 9 işçi eylemleri, 1 2 Ey lülün bütün "yok etme" çabalarına rağmen sınıf mücadelesi çılanının ne ölçüde yaygınlaştığını gösterdi. 12 Eylül kaçınılmaz olarak sınıf müca delesi alanını genişletmiş, işçi sınıfı nın en geri kesimlerin de mücadele içine çekmiştir. Fakat aynı eylemler, 1 2 Eylülün örgütlenmelerde açtığı büyük yarayı, sınıfın öncülerinden nasıl kopanldığını da göstermiştir. Eylemler, sınıf içinde 1 2 Eylül nedeniyle kaybedilen mevzilerin yeniden kazanılmasına ve eksi mevzilerden çok daha öteye hızla örgütlenmeye açık bir çağndır. M. Pekdemir, 1 9 8 9 işçi eylemleri ni "sınıfın bir çağrısı" olarak kabul ederken, neden 1 5 -1 6 Hazirandan Tariş direnişine uzanan çağnları dik kate almıyor? Gazetedeki söyleşinin tümünden temel bir neden çıkıyor: "Devrimci bir hareketin kitleselle şebilmesi ve sınıflar mücadelesine önderlik edebilmesi, her şeyden ön ce, bu mücadelenin nabzının attığı alanı iyi kavramasıyla olanaklıdır" (ay.) Doğru. Ancak "mücadelenin nabzının attığı alan 'dan kasıt nedir? Somut bir mücadele momentinde döğüşün biriktiği bir alan mı, yoksa verili bir mücadele sürecinde yakala nacak ana halka mı? Pekdemir şöy le devam ediyor: "Geçmişte, antiemperyalizmin, ya
kın geçmişte anti-faşist mücadelenin böyle bir temel mücadele mihveri olarak kavranması, devrimci hareke te sözcüğün gerçek anlamıyla bir 'meşruiyet' sağlamıştı." (a.y.) Demek ki, 12 M arta kadar yaşa nan dönemde "antiemperyalizm" mücadelenin nabzının attığı alan iken, 12 Mart sonrası "anti -faşist" mücadele öne çıkmıştır. Ancak Pekdemir, siyasi hedeflerinantiemperyalizm, sonra anti faşizmnasıl ve neden değiştiğini açıklamı yor. 12 Eylül sonrası nabız nerede atmaktadır? "Bugün kavranması gereken temel mücadele halkasının... gerçek bir de mokrasi mücadelesi anlayışı üzerin de yattığını görmek gerekir." (a.y.) özetlersek, 1960'lardan bu yana mücadelenin nabzı önce antiemper yalizm, sonra antifaşizm alanlarında atmış, günümüzde ise "gerçek de mokrasi" alanında atmaktadır. Kaçınılmaz olarak bir soru akla ge liyor. Bütün bu mücadele alanlarında-antiemperyalizm, antifaşizm, de mokrasi, işçi sınıfının yeri ve rolü nedir? Sınıfın 1 2 eylül öncesi müca deledeki yeriyle ilgili açık birşey söy lemeyen M. Pekdemir günümüz için şu tesbiti yapar: "Bugün hayatın her çılanında kitle lerin mücadelesini faşizme karşı de mokrasi için yükseltme şian, 'işçi sı nıfına' şiarı ile birlikte gerçekleşebilir bir nitelik kazanmıştır." (a.y.) Bizzat bu açıklama yeni bir soruyu kaçınılmaz kılıyor. "Bugün faşizme karşı demokrasi şian" "işçi sırTıfma şi an ile birlikte g erçekleşeb ilir bir ni telik" kazanmışsa, neden dün em peryalizme yada faşizme karşı mücadele şiarlarına "işçi sınıfına" şian eşlik etmemiştir? Emperyalizme ve faşizme karşı mücadelenin gerçekle şebilmesi, işçi sınıfı bu savaşa çekilmeksizin mümkün müydü? Eğer "Kesintisiz Devrim"in tezlerinden kalkılarak bu sorulara cevap aranır sa, "evet" demek kaçınılmazdır. "Köylü ordusuyla şehirler kuşatılacağı" için, işçi sınıfının pratik mücade lede bir rolü yoktu. Ancak böyle bir antiemperyalist mücadelenin nasıl sonuçlandığı biliniyor. Sonra, faşizme karşı mücadele dö nemi gelmiştir. Daha doğrusu, sivil faşistlere karşı mücadele olarak kav ranmış olsaydı, bu mücadeleye de zorunlu olarak 'işçi sınıfına' şiannm eşlik etmesi gerektiği hemen anlaşı
labilirdi. Bugün, faşizme karşı "gerçek de mokrasi" mücadelesinin ancak "işçi sıriıfma şiarıyla" birlikte gerçekleşebi leceğinin söylenmesi, aslında ön ceki m ü cadele yollarının tıkandığının ve iflas ettiğinin itirafıdır. Küçükburjuva devrimciliği dolaylı bir biçimde kendi mücadele tarzının tükendiğini, bun dan sonra savaşın ancak işçi sınıfıyla birlikte kazanılabileceğini kabul et miş görünüyor.
SONUÇ D. 'Ad’un sınıfa yönelmesi son de rece pragmatik nedenlere dayanı yor. Zaten başka türlü olamazdı. Yenilgiyi "sınıfla birleşilememesine" bağlayanları eleştiren M. Pekde mir, kendisi bugünün sorunlarına ay nı mantıkla yaklaşmadan edemiyor. "İşçi sınıfına" şiarını atmak için 1989'daki işçi eylemlerini gerekçe göstermek, sınıfa yönelişte D. Yol kitlesine pragmatik bir dürtü olabilir, fakat bugüne kadar işçi sınıfının da ha güçlü çağrılanna neden kayıtsız kalındığını açıklamaz. Şimdi "gerçek demokrasi mücadelesini" işçi sınıfı ile birleştirmek zorunda kalan D. Yol, önceki yenilgilerde sınıftan ko pukluğun doğurduğu zaafı böylece dolaylı da olsa kabul etmiş oluyor. Sonuç olarak, 12 Eylül küçükbur juva devrimciliğinin dayanıksızlığını, 12 Martla kıyaslanmayacak ölçüde gözler önüne serdi. Eski teorik ba kışların, pratik mücadele biçimleri nin yeniden üretilmesi imkansız hale geldi. Böyle koşullarda, artık sınıfın "çağrısını" duymamak olmazdı. D. Yol sınıfa yönelirken ne durum dadır? Yenilginin yarattığı teorik bu lanıklık hâlâ siyasete egemendir. İçinden "sivil toplumcu-dönüşümcü" bir eğilim üreten D. Yol, bunların te orik tezlerinden önemli ölçüde etki lenmiştir. Dolayısıyla sınıfa yönelir ken teorik ve siyasi olarak aşın ölçüde zaaflı durumdadır. Geçmişte Sovyetleri ya da Çin'i "tutmamış" ol mak, şimdi de "işçi konseyleri" paro lasını atmak sınıfa devrimci bir şekil de "yol" göstermek için yeterli değildir. Bu noktada sınıfın çağrısına uymak yetmez, sınıfı bilinç ve davra nışça demokratik devrim taleplerine y ü kseltebilm ek gereklidir. 1960'lardan bugüne küçükburjuva devrimciliği özellikle yenilgi yıllannda geniş eğriler çizerek sınıfa yaklaş
makta ya da yönelmeyi denemekte dir. Bu yönelişler eski küçükburjuva devrim hayallerinin yıkılışının ardın dan gerçekleştiği ya da böyle bir ha yal kırıklığının derin izlerini taşıdığı için, genellikle sınıftaki kendiliğinden eğilimlere tabi olma sonucunu do ğurmaktadır. Fakat öte yandan, sınıf içinde bugüne kadar etkin olan sos yal demokrat ve burjuva sosyalist eğilimlerle mücadele açısından ve sı nıf içindeki mücadelenin yeni canlı özellikler kazanması yönünden kü çükburjuva devrimciliğinin sınıfa yö nelmesi belli ölçülerde olumlu sonuç lar doğuracaktır. Yazımızı sonuçlandınrken, sınıfa bu yönelişlerin ittifaklar açısından anlamıyla ilgili bazı tesbitler yapmalı yız. Demokratik devrim süresinde proletarya ve köylülüğün ittifakı ya da daha genel söylersek proletarya ve şehir-kır küçükburjuvazisinin ittifa kı hayati önem taşır. Ancak bu ittifa kın som ut biçimleriyle ilgili bugüne kadar kİ mücadelede çok fazla dene ye sahip değiliz. Küçükburjuva devrimciliğinin "işçi sınıfına" şian, onun proletarya sos yalizmine doğru evrimleşmesi yani karakter değiştirmesi anlamına gel mez; işçi sınıfı olmaksızın kendi ta leplerinin gerçekleşemeyeceğini belli ölçülerde kavraması anlamına gelir. Dolayısıyla sınıfla ittifakın gerçekleş mesi yolunda olumlu sonuçlar doğu rabilir. Doğal olarak, işçi sınıfı içine giren küçükburjuva devrimciliği sınıf tan kaçınılmaz bir şekilde etkilene cektir, ancak onun kendi siyasi çıka n, işçi sınıfını küçükburjuvazinin taleplerine tabi kılma yönünde ola caktır. Sınıf içinde bu temelde yo ğunlaşacak mücadele, etrafını çevi ren küçükburjuva denizinin etkilerinden işçi sınıfını koparma he defini gözetirken, aynı zamanda kü çükburjuva tabakalarla yeni somut it tifak imkanları yaratacaktır. 12 Mart ve 1 2 Eylül deneyleri, 1960lardan önce çıkan ve (ulusal kurtuluş (antiemperyalizm) parolasını yükselten küçükburjuva devrimciliği nin işçi sınıfını yeterince hesaba kat mayan stratejik yönelişine önemli darbeler vurdu ve onu sınıfla ittifaka zorladı. Böyle bir gelişme sınıflar mücadelesinde yeni dönemin başlan gıcına işaret etmektedir. Artık de mokratik devrimdeki sınıflar ittifakı nın pratik yaşamda gerçekleşme im kanları düne oranla daha fazladır.■
17
Finans Kapitalin Yapısı..»
Mehmet ÇAĞLAYAN
mperyalizm çağına geçiş ile birlikte "Finans-kapital" ege menliğinin ortaya çıkışı, ser mayenin yeni bir egemenlik biçimini ifade eden "finans-oligarşisi 'nin em peryalist ve yarı-sömürge ülkelerdeki oluşum farklan, yarı-sömürge pinans-kapitallerinin uluslararası finans-kapitale (mali-sermaye) bağım lılığı, finans-kapital egemenliğinin genişleyen yeniden üretimin (yoğun laşma ve merkezileşme) zorunlu bir mantıksal sonucu oluşu ve sınıf mü cadelesi açısından işlevinin ne oldu ğu teorik olarak geçen bölümde ele alındı. Bu bölümde konu, Türkiye özelinde ve finans-kapital egemenli ğinin somut görünüş biçimlerinin analizi çerçevesinde incelenecektir.
E
S anayide A) T ekelleşm en in Boyutları: Bu alt aynmda amacımız tekel leşmenin hangi sektörlerde ne oran da gerçekleştiğini ortaya koymaktır. Sayısal değerlerin ve oranların sağ lıklı olarak ele alınabilmesi için bu değerlerin hangi anlama geldiğini ifade edecek kriterlere (ölçütlere) gereksinim vardır, o halde bir sek törde tekel hakimiyetinin olup olma dığını gösteren ölçüt nedir? Bir fir manın sektör içindeki konumunu ortaya seren birkaç ölçüt bulunabilir: Üretim kapasitesi, istihdam düzeyi (çalıştırdığı işçi sayısı), pazar payı vb. Bunlar arasında en çok kullanılan kriter pazar payıdır. Yani bir sektör de tekelleşme olup olmadığından söz etmek için sektördeki toplam sa tışlar içinde firmaların paylarına bak mak gerekli. Bir firmanın sektör içindeki pazar payı % 2 5 ’i, dört fir
18
manın % 50'yi, sekiz firmanın % 70'i geçmesi durumunda o sektörde "tekelleşme" söz konusudur. Her söktörün kendi alt sektörle rine ayrıldığına dikkat edilirse top lam 1 1 5 sektör gibi oldukça yüksek bir rakkama ulaşınz. Çalışmamızda bütün sektörlerin detaylı analizini sunmak hem kapsayacağı yer açısın dan olanaksız hem de bizi daha çok toplu, global durum (sistemin bütü nü) ilgilendirdiğinden gereksiz. An cak sonuçların çarpıcılığını vurgula mak için bir tanesini alt-sektörlerine kadar sergiliyoruz. (Bak tablo? 5) KAYNAK: T S K B Sektör İzleme ve Araştırma Dairesi, İmalat Sanayi nin Seçilmiş Sektörlerinde 1 9 8 8 S o nuçları ve 1 9 8 9 Beklentileri. İstan bul 1 9 8 9 , T S K B Yayını Görüldüğü gibi metal eşya ve makina sanayiinde 3 6 alt sektörün tümünde firmalar pazarın yüzde 50'sinden fazlasını denetlemektedir. Hatta tekelcilik o kadar ileri boyut lardadır ki 3 6 sektörün 29'unda te kelci firmaların pazar payı yüzde 7 6 ile yüzde 1 0 0 arasındadır. Bu sek törlerden sadece 7 tanesinde tekel leşme oranı yüzde 5 0 ile yüzde 7 5 arasındadır.
D ikkat çekilm esi g erek en bir n okta firm aların pazar payına b a karak tekelci gücü tespit etm enin yanıltıcı olacağıdır. Ayrı S ek tö rd e bir holdin ge bağlı bir ka ç firm a f a aliyet gösterebilm ekted ir. H olding analizine girişm eden tek elleşm e nin g erçek boyutları tam olarak ortaya kon am az. Bu da finanskapital örgütlenişini araştırm ak tan geçiyor. Örneğin Akümülatör
alt sektöründe iki ayn firma olarak gözüken Mutlu Akü ve Çelik Akü Mutlu Holdinge bağlıdır. Bu iki fir mayı ayrı olarak ele almak holding hakimiyetini perdeler. Bir diğer önemli unsur, sadece pazar payının üretim egemenliğini temsil etmediğidir. Çünkü toplam pazar payının içinde ithalatta yer al maktadır. Ülke üretimi içindeki belir leyiciliği bulmak ithalatın pazar payı nı çıkarmak gerekiyor, örneğin pazar payına göre tekelleşme akü mülatör sektöründe Mutlu Akü, EAS ve Çelik Akü için toplam yüzde 75'dir. Ama toplam çıktı (üretim) ya göre tekelleşme düzeyleri, ithalatın payı yüzde 1 l ‘i düşersek, 89'da 7 5 yani % 84'tür. Bir de sanayide tekelleşmenin boyutlarına toplu olarak bakalım (Bak: Tablo 2) Tablo'dan incelenebi leceği gibi sanayide tekellerin ege menliği yüzde 3 0 ila yüzde 1 0 0 ara sında değişiyor. 3 6 sanayi dalının 14'ünde tekelleşme oranı yüzde 50'nin üzerinde, geriye kalan 2 2 sa nayi dalının 13'ünde iki firma faali yet gösteriyor. Sadece 9 sanayi da lında pazar payları % 3 0 ila % 4 9 arasında değişen üç ila 6 civannda faaliyet gösteren firma var. İlk bakış ta çekilen bu genel fotoğraf dahi te kelleşmenin vahim boyutlannı sergi liyor. Analiz geliştirilip firmalann bağlı olduğu gruplar göz önüne alın dığında tekelciliğin çok daha yüksek oranlarda olduğu görülecektir, ö r n e ğin; armatörde Elginkan Topluluğu birden fazla firma ile, bira ve malt sanayinde Anadolu Endüstri Hol dinge bağlı Efes Pilsen Grubu dört
rülen ileri boyuttaki tekelleşme "fi nans-kapital" örgütlenmesinin maddi zeminini oluşturmuştur. Bu, bankala rın ödemelerde aracılık hizmeti gör me işlevinin yanı sıra üretim alanına girerek sermayenin genişleme devre sinde oynadıkları rolden kaynaklan maktadır. Bankalann (özellikle T.îş Bankası) Türkiye'de finans-kapital oluşmasında oynadıkları rol merkezi bir öneme sahiptir. Geçen bölümde açtığımız gibi 1920'lerde çok küçük, cılız bir sermaye kütlesine sahip komprodor nitelikli Türkiye burjuva zisi, finans-kapital örgütlenmesine sıçrayışını, birbirinden dağınık ve kü çük miktarlardaki tasarrufların mev duat olarak bankalarda toplanması sonucu, sermayanin merkezileşmesi ni sağlayarak gerçekleştirmiştir. Bu momentle birlikte banka ve sanayi sermayesinin iç ¡çeliği ve yeniden üretim süreci içindeki işlevi, kapita list ana yurtlardakine (tabiiki ulusla rarası işbölümünün çizdiği sınırlar al tında ve bağımlı bir şekilde) paraleldir. Bu nedenle sentezleşmeyi analiz etmeden önce, bankalar cephesin deki tekelleşme ortaya konulmalıdır (Bak: Tablo 3 ) 1978'de Mevduat toplayan 51 banka faaliyet göstermiştir. 1 0 Bü yük Banka toplam mevduatların % 84,2'sine, kredilerin % 80,2'sine, kârların % 72.3'ü ne sahiptir. 4 bü yük banka (TC.Ziraat Bankası, T.İş Bankası, Akbank T .A .Ş, ve Yapı ve Kredi Bankası) İse toplam mevduatlann % 59,4'ü n e, kredilerin yüzde 5 5 . l'ine, toplam kârın % 37.8'ine sahiptir. Bu demektir ki, tasarruf amacıyla bankalara akan parasermaye'nin yaklaşık % 60'ı dört bü yük bankada, yaklaşık % 85'i on bü yük bankada yoğunlaşmaktadır. Bü yük boyutlardaki para-sermaye kütlesini bünyesinde toplayan bu bankalar, ileride de gösterileceği gibi bu dev sermayeyi holding örgütlen mesi kanalıyla ya bağlı bulunduklan sermaye gruplarına aktarmakta ya sanayi teşebbüslerinin hisse senetle rinin alımı yoluyla üretim alanına ge çiş için kullanmakta ya da küçük bir B) B an ka Serm ayesinin T ekelcikısmını sadece faiz geliri sağlamak Niteliği: için holding grubu dışındaki kapita Emperyalizm dönemi ile birlikte list işletmelere yüksek oranlı bir kre sadece üretim alanındaki tekeller de di faizi karşılığında satmaktadır. Gö ğil, fakat aynı zamanda dolaşım ala rüldüğü gibi kredi olarak dağıtılan nında faaliyet gösteren, parapara-sermayenin % 80'i on büyük sermayenin deposu bankalar da gö bankaya aittir. Faaliyetlerden sağla
firma ile, meşrubatta Has Ailesi üç fima ile, boyada Dyo Grubu birden çok firma ile, cam sanayiinde ŞişeCam Topluluğu, seramikte Kale Grubu, dikişli boruda Boru san Gru bu, Otomobilde Koç Grubu vb. bir den fazla firma ile faaliyet göster mektedir. Piyasanın önemli kısmını elinde tutan az sayıda tekeller hol ding örgütlenmesinin sağladığı avan taj bir yana kendi aralannda rekabet ten kaçınarak kurdukları kartellerle işçi sınıfı ve emekçi yığınlar üzerin deki sömürü mekanizmasını katmerleştirmektedirler. Çok sayıdaki ör neklerden bir tanesini verelim. Ekonomik Bülten (haftalık ekonomi gazetesi) 1 9 -2 5 Eylül 1 9 8 8 tarihli 'Tuğla Karteli Çatladı" başlıklı bülte ninde şunları yazıyordu 'Tuğlakiremit piyasasında faaliyet gösteren ve İstanbul ili çevresine mal veren beş fabrika arasında bulunan Ekmekçioğlu diğer kuruluşlarla birlikte "ortak fiyat belirleme politikasından vazgeçti. Ekmekçioğlu, günlük tuğla üretim kapasitesi 150'şer bin adet olan Volkan, Marmara, Tek ve Der ya tuğla fabrikalarının aldıklan 1 0 2 0 liralık zam kararına uymadı. Göz lemciler kiremit-tuğla piyasasında fi yat karteli nin yıkılmasında İnşaat sektöründeki durgunluğun etkili ol duğunu belirtiyorlar" Kartellerin tip leri ve süreleri farklı olabilir. Sözkonusu olan şey tekelci birliklerin ücretli emek-sermaye sömürü ilişki siyle sağladıkları artı-değere tekel oluşları nedeniyle kattıkları tekelci kârın vurgulanmasıdır. öy le ki pol yester iplikte kilosu 6 bin 5 0 0 lira nın üzerine çıkan 1 5 0 penye polyes ter ipliğinin fiyatı kartel bozulunca 3 bin 5 0 0 liraya kadar inmişti (EkonB ü lten -1 9 -2 5 Eylül 1988). Görüldüğü gibi ekonominin her alanında bütün sektörlerde, yani gı da maddelerinden kumaşa, ipliğe, otomotiv sanayinden plastik, petrol, madencilik, kağıt, kaleme kadar te kelci yapı hakimdir. Boğazımızdan geçen yiyecekten, içtiğimiz suya, giydiğimiz gömleğe kadar her mal tekellerin belirlediği miktarda üretili yor, anlaştıkları fiyattan satılıyor.
nan toplam kânn % 72,3'üne de yi ne bu on büyük banka el koymakta dır. Diğer 4 1 bankanın mevduatlar da ki payı yaklaşık % 15, kredilerdeki payı % 2 0 , kârlardaki payı % 28'dir. 4 1 banka içindeki ge rek yerli gerek yabancı bankalann çoğunun ortağı durumundadır büyük bankalar, örneğin iş Bankası, (Arap Türk Bankası A .Ş., Sınai Yatırım ve Kredi Bankası A.O ., Türk Dış. Tica ret Bankası A .Ş., T.Merchant Bank A .Ş., Türkiye Sınai Kalkınma Ban kası A .Ş., Yatınm Finansman A.-Ş.) nin hissedarıdır. Akbank: (BNP-Ak Bankası A .Ş., Ak-İntemational Bank Ltd. (Londra), Türkiye Sınai Kalkın ma Bankası A .Ş., Sanayi Yatınm ve Kredi Bankası A.O.)nın hissedandır. Büyük bankalar sanayi iştiraklerinin yanısıra diğer küçük bankalara da iştirak etmektedir. Bunun birkaç ne deni vardır. Yabancı bankalarla ku rulan ortaklığın ana nedeni uluslara rası mali-gruplarla koordinasyonun sağlanmasıdır. Diğer küçük yerli bankalara iştirakin en büyük nedeni, kredilerin dağıtılmasını yönlendir mek ve kendi havuzlarına akmamış olan para-sermayeyi kontrol etmek tir.
B an ka tekellerinin diğer bir ayırdedici niteliği d e sanayi iştirak leridir. Türkiye'de kapitalist üreti min yerleşm esinden itibaren bu karakteristik değişm em iştir. Bu ban ka serm ayesinin sanayi serm a yesiyle iç içe g eçm e (kaynaşm a) yollarından biridir. Örneğin Frans kapital örgütlenm esinin yaratılm a sında büyük rol oynayan iş B a n k a sı ço k sayıda sanayi firm asına işti rak ed ere k holdingleşm iştir. Bunlardan bazılarını sıralayalım. Cam sanayinde; (T.Şişe ve Cam Fab. A .Ş, Paşabahçe Cam San.A .Ş., Cam Elyaf San. A .Ş vb), Çimento Sanayinde; (Aslam Çimen to A .Ş. ve Konya Çimento San. A .Ş.) Metal İmalat ve Makina Sana yinde (Eti TA Ş, Mitaş, Genaral Elektrik T .A .Ş. v.b.) Metalürji dalın da; (BABAK, Nasaş Aliminyum San. A .Ş. vb.) Otomotiv Sektöründe (Omtaş, Otavarsan, Tofaş Türk Pi relli v.b.). Diğer on büyük bankanın da sanayi kuruluşlarına çok sayıda iş tiraki vardır.
C) Türkiye'de Finans-Kapital Egem enliği (Mali-Sermaye) Yukanda, sanayi ve bankacılık alanında tekelleşmenin boyutlannı
19
TABLO 1
M«tal Eşya, Makına Sanayiinde Tekelleşme Firm a Sayısı
Pazar Payı %
""oma Tezgahlan
3
Dağ. Transformatör
6 6 4
83 10ü
S ek tör
İti latın Payı %
-
Gilç Trans matör Ampul
30
Pil
15
Akümülatör Buzdolabı (ev tipi)
11
Şanzunanb Ç an Mak. Otomatik Çam Mak. Ftnn (ev tipi) Elek. Süpürgesi Dikiş Makin ast TV (Renkli) Müzik seti Video Telefon Santrali Haberleşme Cihazlan Radyatör Armatür Şofben Pik Döküm Soba Traş Bıçağı
3 3 2 2
i; 2,5
*
2 3 2 4 4
-
4 4
. ' ’
•••
-■.. .r ' -. _ -
Sulama Motor Yaylı Yatak Bisİklet-Motors Vantilatör Gnl. Maksatlı Motor Kaynak Elektrot Ş. İskeleti Ekmek Fırını E. Sayaç Taksimetre Gözlük Çetçeve İzolasyon Malz. Kaset Bamı Plastik yer-döş.
-
* A _ W -
-
.
100 70 85 75 100 ıo o 97,5 83 83,7 100 65 59,1 88,2
Firm a İsimleri * Tezsan (68), MKE, Taksan
General Elektrik (41,2), Teklen (27,8), Bastaş, T. Philips (16,9) Pilma, Pil Batarya, MKE (10) Mutlu (60), BAS, Çelik Akü Arçelik (51,8), Profilo Arçelik (82.2), Profilo Arçelik (62,1), Profilo T. Demirdöküm (41,5), Auer (29,1), Profilo Simtel (50), Arçelik Beko teknik, Vestel, Telra, Meta teknik Beko teknik, Meta teknik, Vestel, Milî ek Telra (39,9), Vestel (28,4), Beko
3
92,3 100
Teknik (12,6), T. Philips Netaş, Teletaş T . Telekom Netaş, Teletaş, T. Telekom, Âselsan T. D. Döküm (65), Odaksan (30), Elba
3 4
80 100
ECA (65) PDK, Artema T.D. Döküm (65), Auer (20), Simtel, ECA
2 4 3
80 100
Auer (50). T.D. Döküm (30) Perma-Sharp Grubu (66), Derby (34)
100
Pancar Motor (69,8), Çelik Montaj (2Ö.4)
4
86.8
Mekan (32). Telaş (23,5), Konfor (19), Sahalı
3
100 80
Beldesan, Bebimot Belde. Otopar Raks
3 4
1 4 3 1 I 3 1 3 1 3 3
99,4
75 100 100 50 100 100 100 60 100 100
Korten bach Ekmeksan MKE, Esem, T. Telekom Teslaş fzocam Raks, Nora. Plaksan
* Parantez içi rakamlar, bulunabilen verileli dayanarak firma pazar payını vermektedir. ortaya koyduk. Ancak sanayi dalın daki bir tekel veya bir banka tekeli kendi başına bir aysberg" (Daha çok kuzey buz denizinde görülen, deniz
20
altında kalan kısımının yüzeydeki parçadan çok daha geniş, uzun ve yüksek olduğu buz kütlesi) gibidir. Oysa çoğu zaman herhangi bir sek
törde tekel konumunda olan bir fir ma holding zincirinin sadece bir uzantısıdır. Banka ve sanayi serma yesinin iç içe geçmesinden oluşan
"finans-kapital" ağırlıkla holding zin ciri şeklinde örgütlenmiştir. Holding bir ana şirkete bağlı çok sayıda yav ru şirketten oluşur. Her holding zin cirinde bir ya da birkaç banka veya bankanın sağladığı finansman işlevi ni görecek sigorta şirketleri söz ko nusudur. H oldinglerin ekon om in in
değişik alanlarında, sektörlerin d e ken d ilerin e bağlı fa k a t ayrı isim altındaki yan kuruluşlarla faaliy et gösterm esi, kaba bir bakışla d eğ er lendirildiğinde sen tezleşm en in ve fin an s-kapital gerçeğinin farkedilm esini en geller. Denizin altından fin an s-kapital grubuna bağlı olan bu yan şirketlerin birbirinden b a ğımsız aysbergler gibi kavranm ası na yol açar. S ın ıf m ü cadelesin i "fi nans-kapital" tespiti yapm adan yürütm eye çalışanlar, gem ilerini aysberge varm adan buz kü tlesine çarparak batırm aya adaydır. Tükiye'de "finans-kapital" ege mendir. Yani az sayıda finanskapital grubu ülke üretiminin belir lenmesinden, iş yaşamına, politik yaşamdan, eğitim kurumlarına, bas kı aygıtlannın işleyişine, devlet me kanizmasına kadar yani kısacası top lumsal formasyonun her alanında egemendir. Finans-kapital eg em en
liği altındaki h er kurum sal m ek a nizmayı söm ürü düzeninin yeni den üretimini sağlayacak uyarlam aları yap abilm ek için kul lanm aktadır. 1980'den beri işçi sı nıfı ve tam em ek çi katm anları sa d e c e ek o n o m ik zor ile değil faşist yasa ve p olitikalarla da kıskaca alan faşizm , fin an s-kapital görül m eden kavranam az. Sayılan yetmiş civarında (M.Sönmez'in deyimiyle kırk haremiler bir avuç para babasının sahibi olduğu holding ve şirketler topluluklan hangi isim altında faaliyet göste riyor? Kaç Holding, Sabancı Hol ding, İş Bankası (Bu üçü en büyükleri, en büyük 4 0 6 ö z e l firma içindeki kâr paylan % 4 7 - 1 9 8 5 veri leri), Çukurova Holding, OYAK,Yaşar Holding, Profilo Hol ding, Alarko Holding, Santral Hol ding, Eczacıbaşı Holding, Çolakoğlu Grubu, Sönm ez Grubu, Borusan Grubu, Tekfen Holding, Topbaş Grubu, Korkut ö z a l ve Ailesi, Eska Grubu, Bahattin Bayraktar, Feniş Holding, ECA- Elginkan Topluluğu, Maya Şirketler Grubu, Simtel Şirket ler Topluluğu, Doğuş Grubu, Trans-
IA BLO : 2
1 9 8 3 YILINDA SANAYİDE TEKELLEŞMENİN BOYUTLARI
Sanayi Dalı -Mezbaha ürünleri -Süt ve süt ürünleri -İşlenmiş unlu ürünler -Malt ve bira -Giyim eşyası dışında kalan hazır dokuma -Halı ve kilim -Diğer dokuma ürünleri -Deri eşya -Ambalaj -Diğer ağaç ve mantar ür. -Bası m-yayın -Sentetik reçine, plastik, yapay ve sentetik lif -Boya, vernik -ilaç -Sabun, temızleyiei maddeler, parfüm, kozmetik ve diğer tuvalet malz. -inşaat izolasyon ve Bağlayıcı maddeler -Kok kömürü ve briket -Madem yağ hazırlama ve harmanlama -LPG dolumu -Tekerlek iç ve dış lastiği -Çanak, çöm. çini pors. -Cam ve cam ürünleri -Demir ve çelik dışında metal ana sanayii -Bıçak, el aleti, hırd. mlz. -Metal mobilya ve donatım -İçten yanmalı motor ve türbin -Bilgi işlem, büro, muhasebe ve hesap makinaları yapım ve anarımı -Diğer rnaktna ve gereçler -Elektrik sanayi makinaları ve aygıtları -Motorlu kara taşıtları -Triportör, motosiklet, bis. -Fotoğrafçılık malzemeleri ve optik eşya -Saat -Kuyumculuk -Müzik aletleri -Diğer imalat sanayi
25'ten fazla işçi çalıştıran İşyeri sayısı 47 64 114 9
Büyük” Özel Firma Sayısı
Büyüklerin” Satışlardaki Payı (%)
2 3 4 4
33 40 61 60
33 53 13 6 3 , ■ 10 92
1 5 1 2 2 4 3
44 40 78 51 40 56 m
16 28 59
2 4 4
m 76 33
43
1
30
5 3
1 1
33 33
9 9 86 33 36
4 2 2 2 4
70 71 39 41 56
79 80 33 6
2 3 4 1 :
31 25 41 40
9 133
2 2
57 38
66 175 9
4 6 3
39 49 95
8 4 6 1 m
2 3 2 1 3
51 63 34 100 42
KAYNAK : 1983 Yıllık İmalat Sanayi İstatistiklerinden Abdullah ERSO uerfedl *} ’Büyiik' ten kasıt, 200 den fazla ¡şçlnkı çalıştığı işyederidir. **) Satışlar, geniş anlamda, çıktı” kavramıyla eş anlamlı kullaruimtştır.
21
TABLO: 3 TÜRKİYE’DE MEVDUAT KABUL EDEN BANKALAR İÇİNDE 1 0 BÜYÜK BANKANIN Y E R İ-1987
10 BANKA TOPIAM
T . IS T C Z İR A A T BA N K A SI BA N K A 5J
A K B A N K YAP3 VE T .A S K H EDl
T . EM LAK BA N K A SI
T- H A LK BA N K ASI
V A K İFLA H BA N K A SI
PA M U KBA N K
TAS
T. TİCARET T GARANTİ BANKASI BANKASI
%
79,3
22,7
15,5
8,0
7.8
7 ,1
4,8
4.1
3.3
3,1
2,9
T . M EVD U A T %
84,2
21,4
18,4
9.9
9.7
4,6
4.6
4.9
4.0
3,5
3,3
KREDİLER
%
80,2
27.5
16,6
5,0
6.0
10,1
52
3.5
1.7
2.1
2,7
Ö 2K A Y N .
%
78,0
21,8
16,6
7,S
4.9
7,0
5.6
3.4
3,8
3,4
3,9
KÂR
%
72,3
3,1
7,4
20.0
7,3
7.7
6.0
9,7
1.6
6.3
3.3
Ş. SAYISI
%
84,4
18,8
14.3
9,4
9,0
4.8
10.1
43
2.9
6.2
4.4
PER SO N EL
%
84,S
28.1
14,5
6,7
6.5
5,2
9.6
3,6
2; i
5,2
3.0
4,885
620
2.912
17.100 6.413
8.463
3.580
15.18: |:
4.203
6 944
6.281
27.9
4,2
13,4
33,1
32.2
85.Ö
12.4
56.0
25.5
T . AKTİF
k A r -p e r s
.
BİN T l kAr ö z k a y
%
79.4
44.3
KAYNAKi T. İş Bankası İktisadi Araştırma Müdürlüğü, 'Türkiye'de Mevduat Kabul Eden Bankaların Bilan çoları (31 Aralık 1987 Tarihi İtibariyle)", !ş Büken, s: 1988/1, Özel Ek
Türk Holding, Hürriyet Holding, Dinçkök Grubu, Bodur Grubu, Oz Saruhan Grubu, Ulusoy Şirketler Grubu, Cankurtaran Holding, ¡zdaş Holding, Turban Şirketler Grubu. Camel Holding, Hazet Holding. De ra Holding. Dedeman Şirketler Gru bu, Marsahll Grubu, Marmara Hol ding, Çarmıklı Holding, Pekuysallar, Özköseoğlu Grubu, öztiryakiler Şir ketler Topluluğu, Bitlis Holding. Y a tırım Holding, Lapis Holding, Ha cettepe VakfıBilkent, Gama Şirketler Grubu, Okan Holding, Atabay Şirketler Grubu, Zeytinoğlu Hol ding, Mass Holding, Akın Tekstil A .Ş., özakat Grubu, Silkar Holding, Turgut Holding, Uran Holding, Kiska Grubu. Daha önce finans-kapital gruplannın banka ve sanayi sermayesinin kaynaşmış hali olduğunu açmıştık (Bkz: Finans-Kapitalin Yapısı (1). Çağdaş Yol, 11. Sayı), şimdi hangi finans-kapital gruplannm hangi ban kaları kontrol ettiğini aşağıdaki tab lodan izleyelim (Bak: Tablo: 4) Görüldüğü gibi büyük bankaların çoğu holding ve gruplann kontrolü altında. 10 büyük banka içinde yer alan T.İş Bankası-İş Bankası Gru bunun, Akbank T.A .Ş-Sabancı Hol dingin, Yapı Kredi ve Pamukbank-
22
TABLO: 4
HANGİ BANKA KİMİN KONTROLÜNDE 1 9 8 6 Yıb itibariyle
Serm aye Grubu
Kontrolündeki Banka
Sab ancı Holding
Akbank /Ak International (Londra) t BN P - Ak bank
İş Bankası Grubu
İş Bankası / Dışbank t T SK B t SYKB /Arap - Türk Bankası
Çukurova Holding
Yapı Kredi t Uluslararası / Pam ukbank/ İsviç re’de ve B. Almanya’da iki banka Egebank İktisat Bankası i Banque International Commer c e (Paris) Garanti Bankası Tütünbank Chemical Mitsui Bank /O cean ic
Ö zakat Ailesi Erol Aksoy Doğuş Grubu Y aşar Holding Enka Holding Koç Holding Zeytinoğlu Ailesi Cıngıllıoğlu Ailesi Uzan Ailesi M. Ali Yılmaz ve Ulusoy Akın Ailesi Çofakoğlu Ailesi Derviş Temel Hema Holding Hüsnü Özyeğin/ESKA
Finance Corp. (Hong Kong) Koç Amerikan Bank A.Ş. Eskişehir Bankası Demirbank İmar Bankası t Adabank Titibank Teksti bank Türk Ekonomi Bankası Çaybank Lüleburgaz Bankası Finansbank
KAYNAK; M. Sönmez, Kırk Haramiler, s. 24, Ocak 1988
Çukurova Holdingini Garanti Ban kası- Doğuş Grubu nun kontrolü al tında. Ziraat Bankası ve Vakıflar Bankası devlete ait. T. Ticaret Ban kası- T . Emlak Bankası ve T . Halk Bankası doğrudan bir holdingin kontrolü altında değildir. Ancak bu bankalarda çeşitli holdinglerin işti rakleri vardır ve aynı zamanda bu bankalar çok sayıda sanayi kuruluşu na iştirak etmektedir. Yani banka ve sanayi sermayesinin sentezleşme alanının dışında değil, içindedir. Burada T.tş Bankasına özel bir vurgu yapmak gerekiyor. Üç büyük finans kapital grubu içinde ön sırada yer alıyor. Herhangi bir ailenin mül kü olma sıfatını değil anonim bir ka pitalist mülkiyeti ifade eden (Tabii ki anonim nitelemesi küçük tasarruf sa hiplerini değil, birden fazla kodaman kapitalisti ifade ediyor) T.İş. Bankası bu özelliğini finans-kapital yaratılma sürecinde yerli ve yabancı sermaye ile siyasi iktidar arasındaki çıkar birli ğini temsil etme ve bütünleştirici işle vinden oluyordu. (Bu işlevi analiz et mek için kuruluş genelgesi ve kuruluşu izleyen yıllardaki faaliyetleri incelenmelidir). Türkiye’de" finanskapitalin" oluşması banka ve sanayi sermayesinin ayrı ayrı tekelleşmesi ve birbirine geçişi yoluyla değil, baş tan iç içe bir şekilde tekelleşmesi ve buna bankalann özellikle T.İş Ban kasının ön ayak olması yoluyla ger
TABLO: S
TÜRKİYEDE FAALİYET GÖSTEREN SİGORTA ŞİRKE il ERİ VE BAĞLI BULUNDUKLARI GRUPLAR Şirket
Bağlı Olduğu Grup
Şirket
Bağlı Olduğu Grup
Anadolu Sigorta
İş Bankası
Magdeburger
MAG
Ankara Sigorta Şark Sigorta Güneş Sigorta Ak Sigorta Cignasa Do|an Sigorta Ray Sigorta Başak Sigorta Güven Sigorta Halk Sigorta Şeker Sigorta La Silisse Oyak Sigorta İmtaş Batı Sigorta
İş Bankası Koç
Tam Sigorta Hür Sigorta Emek Sigorta A. Home İnan Sigorta A.Generah Nordstem London ASS Birlik Sigorta Pre Eoncie La Konkard
Hür Holding
Vakıflar Bankası Sabancı Sabancı Sabancı T.C.D.D Ziraat Bankası Ziraat Bankası Yapı ve Kredi Bankası Şeker Fabrikalan
La Baluaz Lnya Hayat Rivnîone
İsviçre Oyak Uuap Vie Yaşar
Hür Holding İktisat Banka ABD Tekel Generali Nordstem ASS Çok Ortaklı Pre Foncie ,d Konkard La Baluaz Unyon -
KA YN A K ‘Sigorta Pazarlaması", Kapital, Mayıs 1 9 8 9 , s. 7 9 . çekleşmiştir. kuruluş genelgesinde T. Iş Bankasının amaçları arasında şun lar yer alıyordu:"a-) Bütün banka iş lemlerini yapmak, b-) Ziraate, sana yi, madenlere, bayındırlık işlerine
katkıda bulunmak, c-) Çeşitli eşya nın, araç ve gereçlerin üretimi ya da bulunup sağlanması için şirketler kurmak, bu işlerle uğraşan şirketlere katılmak, d-) Çeşitli sanayi ve ticari
TABLO: 6
İLK 1 0 0 'E GİREN YABANCI ORTAKLI ŞİRKETLER SIRA 1888 87 85 ŞİRKET
t 2 3 4 5 6 7 8 9
10 11 12 13 14 15
1 .. 4 3 2 5 8 10 S 7 8 11 18 21 18 17
1 3 2 6 7 14 12 4 5 18 91 21 1B 29 41
G EN ER A L M O T O R S FO RD M O T O R EXXO N ROYAL D U T C H S H E L l G R O U P INTERNATIONAL BU SINESS M ACHINES (IBM) TO VO TA M O TO R G EN ER A I E L E K T R İe MQBlt B R İTİH PETR O LEU M İRİ DAİMLER BENZ HITACHI C H AVSLER S IEM ENS FLAT
MERKEZ
SANAYİ
D E TR O IT
M O TO R LU ARAÇLAR
DEARBORN. MIGH
M OTORLU ARAÇLAR
N EW YO RK
PETROL RAFİNERİSİ
LO ND O N TH E HAGUE ARMQNK, N.Y. TO YO TA C R Y ¡JAPONYA} FAIRFIELD. CONN.
PETROL RAFİNERİSİ BİLGİSAYAR M O TO R LU ARAÇLAR ELEKTRONİK
tiE W Y O R K
PETROL RAFİNERİSİ
LONDON
PETROL RAFİNERİSİ
HOM E S TUTTGART TO KYO HIG H LA N D PARK. M IC H . M UNICH TURIN
METAL M OTORLU ARAÇLAR ELEKTRONİK M O TO R LU ARAÇLAR ELEKTRONIK M O TO R LU ARAÇLAR
SATIŞ milyon Dolar
121.085,4 82.444.5 78.570,0 78.381.1 58.881,0 50 788.8 48.414,0 48.188,0 48.174,0 45 521,5 41.817,8 41.380,2 85.472,7 84.128,4 84.038,3
KAR milyon Dolar
4.8583 5.3082 5.280.0 5238.7 5.3082 2,314» 3.398,0 2.097.0 2.155.9 8212 BS3.1 888,0 1.0602 757.0 2,324.7
23
işlemleri gerek kendi ad ve hesabına gerekse yerli ve yabancı kuruluşlarla ortaklaşa ya da bu kuruluşlar ad ve hesabına yapmak ve yürütmek" (T. İş Bankası, 5 0 . Yıl Kitabı, 1 9 2 4 1 9 7 4 , Aktaran S. özkal, a.g.e. s. 40). Gerçektende kuruluşu izleyen yıllarda T.İş Bankası, bazı sanayi şir ketlerini bizzat kurmuş sanayi teşeb
büsü olarak kurulan bazı firmalara iş tirak etmiş, yerli ve yabancı bir dizi ortaklıklar kurmuştur. Bu haliyle banka uzun yıllar ülkenin en büyük "finans-kapital" grubu olma sıfatını kazanmıştır. 1 9 8 6 sonu itibariyle 3 trilyonu aşan mevduat tutarı, cam tekelinden, çimento, metal, otomativ sanayine, tekstilden, plastik, me-
TABLO: 7 &K 100 İÇİNDEKİ YABANCI ORTAKLI ŞİRKETLER -198? ■' ' ■ ■'•■. ' İLK YABANCI ÎÛOUE $RKE7İN ORTAK ÜLKE ■ SIRASI ADI PAY! ““
—
Tetaç
:■
â
Oyals-Reno
4
Çtdittfsva Çefit
5
Otosan
41,S0
İtalya
44.00
Fransa
10,00
İsviçre
16,16
Kanada
Netaş
âl ,00
10
Tele taş
39.00
13
Ontav^lş
65,00
Notanda
16
Otomarsan
47,00
Karma
n
Goodyear
S0,75
23
Sitetaş
26.69
26
Nasaş
11,38
¡27
Törk PirHİti
51.00
Karma
32
SMGSanajH
mz
lögdtera
m
Yesisl :
99,99
Ing&tere
37
Tûlk Traktör
25.00
İtalya
44
Trakya Cam
10.00
1FC
49
Turyafi
S313
F Aim
*
.V
Jelçita»
ABD ;X'İ
mm
Lübnan
Soruşan Gemflk 631,76
İngStere
58
Çukurova San. İş. 40 00
İsviçre
60
tan» Dam» Çatık 33,50
S. Arab.
61
8a£elijıfcı&,
l. . l. . .ü. . î ..
_
....
'
64
Kamyon
66
Ânactols Dam
100,00
İsviçre
33,54
F Aim
6,44
1FC
69
-
Sümetbar* bora 57,14
F Aim
76
Anadolu Çfcomativ8),00
Japonya
79
DYO Sadobn
68.00
Sanıma
m
Komili ¥a§
40,00
İsviçre
Akdeniz Gübre
47,25
Kuveyt
94
Ctfea-Gergy
39.92
İsviçre
e96
Saks san Bak»
» ,0 0
islamK B
¡Ilı:
24
AK)
d
■ ......... ■ ■ " v*"SSK'SSİİ
" •" ■
talurji ve gıda sanayine, bankacılıktan, sigortacı lık, finans kuruluştan ve turizm sektörü ne kadar 1 4 0 , 2 milyar lira tuta rındaki 6 5 adet iştiraki ile tam anlamıyla bir devdir. Para-sermayenin fi nans-kapital gruplarına akışın bir kanalını da si gortacılık sektörü oluş turuyor. Bazı büyük hol dingler bankacılığın yanısıra sigorta şirketle rini de kontrol etmekte, bankası olmayan finanskapital grupları ise si gorta şirketleri ile bu ek sikliklerini gidermeye çalışmaktadır. Yine si gortacılık, uluslararası finans-kapitalin (malisermaye) faaliyet alanlanndan birini fakat önemli alanlarından bi rini oluşturuyor. Sigorta şirketleri ve bağlı olduğu grupları aşağıdaki tablo dan izleyelim. (Bak. Tablo 5 KAYNAK: "Si gorta Pazarlaması", Ka pital, Mayıs 1 9 8 9 , s. 79.).. Oç büyüklerden İş Bankası (Anadolu, An kara, Destek Reussürans, Milli Reassürans), Sabancı Holding (Ak Si gorta, Atlantik. Doğan ve Cığnasa) ve Koç Hol ding (Şark Sigortayı kontrol ediyor. Halk Si gorta, Yapı ve Kredi Bankasının, Yapı Kredi-Çukurova Holdingin kontrolü altında. Batı Sigortayı Yaşar Hol ding. Oyak Sigortayı OYAK, İstanbul Umum Sigortayı - Demirören grubu kontrol ediyor.
Yine sermaye piyasasının aracı kuru luşlarının en büyükleri finanskapitalistlerin elinde, görüldüğü gibi sanayi tekelleri, bankalar, sigorta şir ketleri, finans-kuruluşları iştirakler veya holding çatısı altında sentezleşmiştir. Finans-kapitalin ekonomideki gücü ne? 1 9 8 3 yılında Nokta Dergi sinin yaptığı bir araştırmaya göre 10 büyük holdingin satıştan T .C . Devle ti bütçe gelirlerine eşit. Bu 1 0 hol ding: Koç, Sabancı, Çukurova, Enka, Ercan, Kutlutaş, Profilo, Anadolu Endüstri, Eczacıbaşı ve Transtürk ("On Holding Bir Türki ye". N okta, (1 3 -1 9 Şubat 19 8 4 ), s. 51). 1 9 8 9 yılında Ekonomik Panorama'da yayınlanan bir araştırmaya göre ise holdinglerin gücü daha da artmıştır. Devletin bütçe gelirleri 1 9 8 8 yılı için 1 7 .2 1 6 milyar TL'dır. Aynı yıl Koç, Sabancı, Şişe-cam ve Yaşar Grubunun satıştan ise 1 7 .3 0 0 miyon TL'dir. (Rıdvan Akar, "Holdingler 8 9 : Kârlar Tıkırında", E kon om ik P anoram a yıl 2 , s. 14, 9 Nisan 1 9 8 9 , s. 8) Yani on holding bir Türkiye, 4 holding bir Türkiye ol muş. Yalnız dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Şişe-cam topluluğu bir İş. Bankası kuruluşu, iş Bankası, Koç ve Sabancının Türkiye bütçesini aştığı bilinen bir gerçek. Yine 1 9 8 8 verileri ile Koç Holding (Tofaş Gru buna bağlı 2 0 , Otosan Grubuna bağlı 9, Otomativ yan sanayine bağlı 6 , Dayanıklı eşyalar grubunda 13, Tüketim malları grubunda 9 , İnşaat ve madencilik grubunda 9 , Enerji ve ticaret grubunda 16, Mali, Dış Tica ret ve Siemens Şirketleri olarak 10 ve diğer olarak geçen 2 7 firma yani toplam 1 1 9 yan kuruluş ve iştirak sahibi) ve Sabancı Holding (otomo tiv sanayinde 7, Tekstilde 6 , Plastik te 15, Ticarette 16, Bankacılıkta 5, Sigorta sektöründe 4 , Turizmde 3, Tarım alanında 6 firma olmak üzere toplam 6 2 yan kuruluş ve iştirak sa hibi) nin toplam cirosu devletin büt çe gelirlerinin üçte ikisini aşıyordu. Ekonomik Panoroma'nın incele mesine göre 1 0 0 büyük firma içinde 10 firma Koç'un (Arçelik, Tofaş, Otosan, Bekoteknik, T.Demir Dö küm, Türk Traktör, Aygaz, Bozkurt Mensucat ve Aymar). 8 firma S a bancının (Şase, Kordsa, Krisa, Bos sa, Marsa, Ak-Çimento, Çimsa Çi mento ve Yünsa) ve 1 5 firma Iş
Bankasının (Türk Pirelli, Nasaş, Rabak, Soda Sanayi, Güney Sanayi, Trakya Cam, İzmir Demir Çelik, Anadolu Cam, Türkiye Şiye ve Cam, Kartonsan ve Koruma Tarım). Bu üç finans-kapital grubunun 1 0 0 Büyük firma (Bazı devlet tekelleri ve diğer finans-kapital grupları dahil) satışları içindeki payı % 3 6 .0 6 , kâr payı ise % 4 3 6'dır ("1 0 0 Büyük fir ma", Ekonomik Panorama , yıl= 2, S :2 7 , 9 Temmuz 1 9 8 9 , s. 30). An cak belirtmek gerekiyor ki araştırma yı hazırlayanlar Koç Grubuna; Türk Elektirk ve Ardemi'i Sabancı Gru buna; Sabancı ve Oyak ortaklığı olan Goodyear‘ı, Sabancı ve Koç or taklığı olan Otoyolu, Sabancı ve ya bancı ortağına art Türk Philrps'i - İş Bankası Grubuna; Ünilever- İş'i ek lemeyi unutmuşlar. Bunlar da katar sak bu üç gruba art firma sayısı 3 8 'e , satışlardaki paylan % 4 1 ,7 yi çıkmaktadır. Bütün bu veriler göster mektedir ki Türkiye ekonomisinin egemeni finans-kapitaldir. Ancak fi nans-kapital gerçeğini tüm boyutlanyla ortaya sermek için uluslararası mali sermaye ile ilişkisi ortaya koyul malıdır.
D) Finans-Kapital ve S erm aye
Yaabcı
Emperyalizmi karekterize eden uluslararası mali-sermaye (finanskapital), sermaye ihracı yoluyla yansömürgelerden değer aktarımını sağ lar. Bunu doğrudan kurduğu ya da ortak olarak katıldığı firmalann his selerinden sağladığı kâr transferi ile gerçekleştirir. B an ka ve sanayi ser
m ayesini n sen tezleşm esinden olu şan finans-kapital, yabancıserm ay e ile kaynaşm ıştır. Ö zellik le son yıllarda yabancı serm aye, f i nans-kapital ve devlet, işletm eler d ü zeyin de biraraya g elm ektedir. Ö zelleştirm e uygulamaları KIT'lerin fin an s-kapital ve yabancı serm aye ile kaynaşm asının son pratikleridir. TA BLO 6'dan ilk 10 0 'e giren ya bancı Ortaklı Şirketler izlenebilir. Tablodaki firmalann hepsi Türki ye'nin en büyük firmalanndandır ve önemli pazar paylanna sahiptir. Y a bancı sermayenin iştirak ettiği firma lar ve tekelleşme arasındaki ilişki açıktır. Yabancı sermayenin giriş yollanndan bir diğeri de patent, li sans ve know how anlaşmalandır. Tablodaki firmalar sanayi kuruluşta ndır. Oysa finans-kapitalin yabancı
sermaye ile ortaklığı sadece bu alan da değil, bankacılık, sigortacılık, tu rizm vb. sektörlerde kâr oranının yüksek olduğu her alanda ortaya çık maktadır. Örnek olarak büyük fi nans-kapital gruplanndan Koç, S a bancı ve İş Bankasını verebiliriz. K oç çeşitli şirketlerin de; Ford (ABD), fiat (İtalya), Siemens (FAlmanya), Amerikan Express (ABD), General Electric (ABD), Kagom eco Ltd. (Japon), Ras (İtalya), Marine (İapan/ Sabancı; Hilton (ABD), Shell, Philips, BNP (Fransa), Bridgastenı (Sapınlı İş Bankası; Unilever (Hollanda), Fiat (İtalya), Pi relli, General Elektric, IFC gibi çok uluslu şirketlerle ortaktır. SONUÇ İşçi sınıfı ve tüm emekçi katman ların toplumsal kurtuluşu; ülke ger çeklerini doğru tahlil eden, bu tespit ler ışığında geliştirilen strateji ve taktiklerle eylemi gerçekleştirecek toplumsal muhalefet arasındaki ba ğıntı ve önderliği sağlayacak, bir sübjektif etmeni (siyasal özne) gerek tirir. Sınıfsal yapı tahlilini, kapitaliz min gelişim biçimini proleterya bili minin ışığı altında inceleyip uygun strateji ve taktikler üretemeyen siya sal özneler, önderlik işlevini yerine getiremez, iyi niyetlerine rağmen sı nıf mücadelesinin yüksek ısısı karşı sında erirler. Proleter sosyalist kav rayış doğrultusunda Türkiye'de kapitalist üretim tarzının kuruluşu, gelişimi ve ulaştığı düzeyi araştıranla rın "finans-kapital" egemenliğini tes pit etmeleri kaçınılmazdır. Finans-kapital banka ve sanayi sermayesinin sentezleşmesinden oluşmuş, başta İşçi sınıfı ve emekçi katmanlar olmak üzere tüm toplum üzerinde diktatörlüğünü kurmuş, bir avuç parababasmdan oluşan finansoligarşisinde kişilerin emperyalizm çağına özgü bir kategoridir. Holding ler zinciri şeklinde örgütlenmiş fi nans-kapital ekonomiden, siyasete, iş yaşamından devlet mekanizması na kadar bütün olanlardan tek ege mendir. Bugün faşizmin çizdiği eko nomik, hukuki ve siyasal yapı, finans-kapitalin 1 9 8 0 sonrası sömü rü düzeninin yeniden üretimini sağ layabilmek için yaptığı düzenlemele rin ürünüdür. En büyük finans-kapital gru bunun sahibi Vehbi Koç'un 3 Ekim
1980'd e Kenan Evrene yazdığı mektubun bazı bölümleri şöyle: "Ül kemin hizmetinde geçen 60 yılı dü şünürken, tecrübelerime dayanarak birkaç önemli noktayı size arz etmek istedim.... Anarşi, bölücülük ve ka çakçılıkla ilgili kanunlar, öncelikle ele alınmalıdır. Yakalanan anarşistle rin ve suçluların mahkemeleri uzatıl mamalı ve cezaları süratle verilmeli dir. Polis teşkilatını teçhiz edecek ve kuvvetlendirecek imkânlar genişletil meli, gerekli kanunlar bir an önce çı karılmalıdır.... bazı sendikalara] Türk Devletini ve ekonomisini yıkmak için bugüne kadar yaptıklan aşırı ha reketler, göz önünde bulundurulmalı dır. Diğer taraftan, DİSK'in kapatıl mış olmasından dolayı bir kısım işçi ler, sendikal münasebetler yönün den bekleyiş içindedirler. Militan sendikacılar, bu işçileri tahrik etmek ve faaliyeti devam eden sendikaların yönetim kadrolarına sızarak, kendi davalarını devam ettirmek niyetinde dirler. Bu durum bilinerek, hazırla nacak kanunlarda gerekli tedbirler alınmalıdır.... Dinsiz millet olmaz. Din işleri, bu defa, siyasi partilerin istismar edemeyecekleri şekilde dü zene sokulmalıdır... Bu memleket ayakta durursa, hepimiz mesut olu ruz. Aksi takdirde, bugünleri çok ararız.... Ben ve arkadaşlanm, mem leketimizin kalkınmasında bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da elimizden gelen bütün imkânları kul lanacağız. Bize, ancak bizden hayır geleceğini bilmekteyiz........" On yıllık 1 2 Eylül Faşizminin İc raatı ortada. Onbinlerce devrimcinin katledilişi, işçi sınıfı ve tüm emekçi katmanların üzerindeki ekonomik, hukuki ve siyasal baskı, baskı aygıtla rının her geçen gün daha da militari ze edilişi, dinin resmi devlet politika sı olarak kullanılıp toplumun uyuşturulmaya çalışılışı. Faşizmin uy gulamaları ile finans-kapitalin yetkili ağzının önerileri et ve tırnak gibi içiçe. Evet sayın Vehbi Koç'un bugün leri çok ararız dedikleri günler gele cektir. Proletarya sosyalizmi önderliğin de toplanan işçi sınıfı ve emekçi kat manlar, finans-kapital ve her türlü kurumun alaşağı ederek, emperyaliz me de tarihi işlevini yerine getirerek darbeyi vuracak ve bütün insanlığın kurtuluşu yolunda ilerleyerek iktidarı nı kuracaktır.!
25
••
"Devrimden Dönüş" Üzerine Tezler
Eylül yenilgisine, bir de sosyalist ülkelerdeki geliş meler eklenince Türkiye solunda sadece taktik ya da programatik konularda değil, bizzat Marksizmin temel önermeleri üzerine yo ğun bir tartışma patlak verdi, her temel kavram salvo ateşinden geçi yor. Bu inkar fırtınasında başlıca iki farklı yön göze çarpıyor. llld, doğrudan Marksizmi inkara varan anafordur. Hiç şüphesiz ki, bu yolda ilerlenirken basit, yalın bir dille ve tavırla Marksizmin inkan oldukça seyrek rastlanılan bir tutum. Genel likle defalarca Marksa baş vurular yapılarak Marksizmin canına okunu yor. özellikle Sosyalist ülkelerde ya şananlardan sonra ağırlık kazanan görüş Marksizmi "ütopik’' çerçevede algılamak, pratiğin kirli, tozlu orta mına hiç indirmemek yönünde geli şiyor. Ütopyalar bilimsel sosyalizmin öncesi devrimci bir rol oynadı. An cak bilimsel sosyalizmin sonrası ütopya tam zıddı bir anlam taşıyor, mücadeleyi canlı pratikten koparan bir gericiliğe varıyor. M. Belge, "Türkiye ve Sosya lizm" kitabında bunu denedi. Mark sizmi diyalektik yönteminden sıyırdı, onu insanların inanıp benimseyecek leri ahlaki bir seçim kertesine indir di. Böylece sosyalizm yolundaki bü tün pratik, insanları ikna etme çabasında düğümleniyordu. ö t e yandan, Marksizm zeminin den türeyen Marksizm karşıtı görüş lerle mücadelede yeterince sağlam dayanaklar bulamayanlar, başka bir yönden Marksizmin temel önermele
26
rini otopsi masasına yatırıyorlar. Bunlara iyi bir örnek, Toplumsal Kurtuluş yazarlanndan Çelik Bil gindir. ** + "Devrimden dönüş noktasfnı ir delediği yazısında Ç. Bilgin konuya şöyle girer: "Kendisi, yoldaşı Engels ile birlik te politika alanında var; bunu yadsı mıyorum. Ancak Marx’ın kalıcı etkisi daha çok bilimselliğe katkısındadır ve İkincisi, artık politika platformun daki yerinin tartışılması da gerekebi liyor. Burada yapmak durumunda değilim; şimdilik 1 8 4 8 Dönüşümleri nin (yazar devrim kelimesi yerine re volution’ sözcüğünün astronomideki lügat karşılığı olan dönüşüm' kelime sini kullanmayı yeğliyor. 1 2 Eylül'ün D. Yol içinden yarattığı 'dönüşümcü lerle bir benzerliği yoksa, böyle kav ram kaydırmaları özel bir eleştiriyi gerektirmiyor b.n.) sosyalist özünü küçük görmüş olduğunu ve Paris Komünü ile sonuçlanan kalkışmaya başında karşı çıktığını kaydetmelde yetiniyorum." (Toplumsal Kurtuluş, s: Ocak-Şubat 1 9 9 0 , Ç. Bilgin) Marksın "kakçı etkisinin daha çok bilimselliğe katkısında" toplan ması bir bakıma kaçınılmazdır. Çün kü Marks-Engels bilimsel sosyalizmin kurucularıdır. Pratik politikadan hiç kopmamalarına rağmen, kapitaliz min bilimsel bir irdelemesi ve sosya lizmin teorik çerçevesinin çizilmesi elbette ki öne çıkan bir görevdi. O güne kadar yapılmamış bir işi omuz ladıkları için teori alanında Marks-
Engels'in adeta politika alanında bu lunuş tarzına bir şeyler yakıştırmak istiyor." ...politika alanında var; bu nu yadsımıyorum" ifadesiyle ne de mek istiyor? Marks ın devrim teorisi ni yorumlarken, Yazann ne demek istediği biraz olsun ortaya çıkacak. İleride göreceğiz. Ancak yazanmız, kalemiyle kuşku zehiri damlatarak yol almayı daha çok sevdiği için ko nuya böyle girmeyi uygun görmüş. Marks'm politika platformundaki yerinin tartışılması gerektiğini söyle yen yazar, şimdilik 1 8 4 8 devrimleri ve Paris Komünü karşısında Marks'm tutumuna değinip geçiyor. Birinde, devrimlerin "sosyalist özü nü" küçümseyen Marks, diğerinde de kalkışmaya "başında" karşı çık mıştır. Böylece, "bilimselliğe katkısı" olan Marks ın politika alanındaki tu tumu pek parlak görünmüyor. Ç. Bilgin, olaylan kendi koşullan içinde değil de kafasında tasarladığı mükemmel soyutlamaların çerçeve sinden yargılıyor. Marks'm 1 8 4 8 devrimlerinin "sosyalist özünü" kü çümsemesi ne demektir? 1 8 4 8 dev rimleri henüz burjuva devrimleridir, ancak proleteryanın "silahını bir omuzundan diğerine" aktardığı ilk ayaklanmalardır. Yani proleteryanın "küçük burjuva demokrasisinden" önemli ölçüde kopuştuğu ilk büyük devrimci çarpışmalardır. Marks bu ¿evrimlerde bütün dik katini proleteryanın kendi siyasi ör gütlenmesiyle bağımsız davranabil mesinde toplamıştır. "Bir kez daha burjuva demokratların alkışçı korosu olarak hizmet etme durumuna düş memesi için, 1850'd e Komünist Lig
M a r k s 'ın devrim teorisini ekonomi-politiğin önsözündeki bir paragrafa indirgemek ve onu da kendi anlamından öteye abartarak yorumlamak, Marksizm'in burjuva liberallerince sık sık tekrarlanan bir tahrifatıdır. Ç. Bilgin, Marks'ı farklı yorumlamıyor. Marks'ın devrim teorisini "sınıfların bile iradesinin pek" rol oynamadığı bir kaderciliğe indirgemek, "devrimleri veri kabul ettiği için", Marks'ın "politik müdahaleyi küçümsediğini" iddia etmek, Marksizmin Bernsteinvari yorumlanmasıdır. bildirisinde Marks,"İşçi partisinin ba ğımsız, gizli ve açık bir örgütünü kur ma, bunun her ocağını, proletarya nın tutumunun ve çıkarlarının burjuva etkilerden bağımsız olarak tartışılacağı işçi demeklerinin merke zi ve çekirdeği haline getirme yolun da" mücadeleye çağrı yapmıştır. Ç. Bilgin açısından 1 8 4 8 devrimlerinde Marks-Engels'in yakaladı ğı bu halka önemli olmayabilir. An cak Marks, devrimlerin "sosyalist özü" üzerine gevezelik yapmak yeri ne, proletaryanın tarihinde ilk bur juvaziden bağımsız siyasi örgütlen mesini güçlendirme parolasını öne çıkartmıştır. Marks-Engels yeni bir devrim dalgası bekliyordu. Ve bu devrimlere sosyalist içerik kazandır mak ancak proletaryanın bağımsız örgütlenmesiyle mümkündü. Diğer konu, Marks'ın ayaklanma öncesi Parisli işçileri "umutsuzca bir çılgınlık'a kalkışmamaları yolunda uyansıdır. Ç. Bilgin bu uyarıdan kal karak Marksa ne yakıştırmak isti yor? Ya da Marks böyle bir uyarı yapmakla ünlü Paris Komününe kar şı mı çıkmış oluyor? Bu değilse, Marks, sonradan Paris Komünü ola rak tarihe geçecek olan ayaklanma nın, tarihsel sonuçlarını önceden sezememekle mi suçlanıyor? Paris işçilerine 1 8 7 0 güzünde Marks'ın yaptığı uyarı işçilerin hazır lıksızlığı ve hükümetin provokasyon larıyla ilgiliydi. Ancak ayaklanma ka çınılmaz bir olgu haline geldiğinde Marks, Paris Komünarlarının gök yüzüne saldıran" girişimini büyük bir coşkuyla desteklemiştir. Ve Paris Komünün derslerini kılı kırk yararca sına irdeleyerek, onu tarihin ilk pro letarya diktatörlüğü girişimi olarak sonsuzlaştırmıştır. Ç. Bilgin, eğer adı gibi "bilgin" ise imalarla, yakıştırmalarla sorunu
bayağılaştırmak yerine, Marks'ın "politika platformundaki yerini" açık ve doğrudan ortaya koyabilmelidir.
Yazarın esas eleştirisine, Marks'ın devrim teorisinin değerlen dirilmesine geçelim. "Markta, kendi dışında bir dev rimler olgusunun dinamiğini ya da mekanizmasını ortaya koyma eğilimi var. Bir "dönüşüm teorisi" var. Bu teoride, bireyler bir yana sınıfların bile iradesinin pek rolü görülmüyor; iradeleri, bir zorunluluğa uyma öz gürlüğü olarak ortaya çıkıyor." (a.y.) Marks ın devrim teorisini ekono mi-politiğin önsözündeki bir parag rafa indirgemek ve onu da kendi an lamından öteye abartarak yorumlamak, Marksizmin burjuva li berallerince sık sık tekrarlanan bir tahrifatıdır. Ç. Bilgin, Marks'ı farklı yorumlamıyor. Marks'ın devrim teo risini "sınıfların bile iradesinin pek" rol oynamadığı bir kaderciliğe indir gemek, "devrimleri veri kabul ettiği için", Marks'ın "politik müdahaleyi küçümsediğini" iddia etmek, Mark sizmin Bernsteinvari yorumlanması dır. Marks, "toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hare ket ettikleri mevcut üretim ilişkileri ne ya da, bunların hukuki ifadesin den başka bir şey olmayan, mülkiyet ilişkilerine ters düştüklerinde", "top lumsal devrim çağının başladığını söyler. Bu tesbit, toplumsal devrim leri kıpırdatan, devrimci sancılan ya ratan maddi temeli açıklar. Yoksa somut bir devrim sürecini değil. Yazar, Marks'ın devrim teorisi ile ilgili kesin yargısını şöyle açıklar; "Bu teoriden bir devrim çıkışını kuşku ile karşılıyorum."
"öyle sanıyorum, böyle bir dönü şüm teorisi, her zaman dönüşümden dönüş noktasını da içeriyor. Bu teo rinin taraftarlan istedikleri zaman, yine bu teoriye sığınarak devrimden kaçabilirler, kaçtılar ve kaçtıkları za man da hep 'Marksist' olduklarını id dia edebildiler." (a.y.) Devrim döneklerinden Marksizmi sorumlu tutmak, ancak Marks'ın çok sığ bir kavranışıyla mümkündür. Lenin, "Dönek Kautsky" ile mücade lesinde, nedense Marks'ın devrim te orisinin yetersizliğine varmamış, tam tersine Kautsky'nin hangi noktada Marksizmden ayrıldığını açıkça sergi lemiştir. Ç. Bilgin tam tersini yapa rak, devrimden dönüşleri, Marks'ın \ devrim teorisine bağlayarak, dönek leri, belki istemeyerek, aklamış olu yor. Ç. Bilgin, devrim teorisiyle ilgili şöyle bir matematiksel soyutlama ya par: "Üretim ilişkileri bir düzlemdir; üretici güçler, yani işçi sınıfı ve tek nik de bu düzleme saplanan vektör lerdir. Devrim için, okların yırtıcı ol ması, düzleminde etkiyi lokalize edici esneklikte olmaması gerektir. Eğer düzlem esner, ya da sınıf yıkıcılığını yitirirse devrim olamaz." Bu soyutlamanın içine Yazar, Bernstein'ın kanıtlarını yerleştirir: "Bemstein kapitalizmin değiştiğini" yani "düzlemin esnediğini ileri sürü yor. V e yine aynı Bemstein "üretici güçlerden işçi sınıfının yırtıcılığını ve bu nedenle tarihsel olarak kendisine verilen rolü yitirdiğini de kaydedi yor." (a.y.) Böylece, Ç. Bilgin, Bem stein'ın kanıtlarıyla Marks'ın devrim teorisini "devrimden dönüş teori si' ne çeviriverir. Bunu yapmakla ya zarımız, üretim ilişkileriyle üretici güçlerin "esneyen" uyumunu kabul etmiş olur. Zaten kendisinin de "bu teoriden bir devrim çıkışını kuşku ile karşıla"dığma göre, üretim ilişkileriy le üretici güçler çelişkisi yazar için fazla bir anlam ifade etmez. Ç. Bilgin, Marks'ın devrim teori sini şöyle düzeltir: "Devrim, bir sistem ile üretici güçlerin karşılaşmasından değil, iki sistemin çatışmasından doğuyor. Ça tışmada otomatizm yok; her sistem, kendisine sıkıca bağlı sınıflara ve ör gütlere sahip olmak durumundadır." (a.y.) Yeni bir devrim teorisiyle karşı karşıyayız. Devrimlerin, "iki sistemin çatışmasından doğdu'ğunu söyle-
27
)
mek, Mao'nun ünlü "çelişkinin iki yönü" formülasyonuyla talihsiz bir paralelliğe düşmek olur. Çelişkinin iki yönünden birinin ya da diğerinin üste gelmesiyle süreçleri açıklayan bu mantık, Bir'in parçalanması ve onun çelişkili yönlerinin kavranışının, diyalektiğin özü olduğunu anla mamıştır. Konumuz açısından, önce bir sistem vardır, "ikincisi" bunun içinde filizlenir, kendi güçlerini top lar. "Sistemlerin" ayrışması ve buzul dağları gibi birbirine sürtünmesi han gi toplumsal çelişkiler temelinde olur? Yazar, Marks'ı düzeltirken bu nu açıklamıyor. İkinci sistem" hangi çelişkiler, tepkiler yoluyla birikir, "bi linçlenir" ve kısmen de olsa şekille nir, bunu açıklamayan yeni devrim teorisi, bayağı gevezelikten başka bir şey değildir. Aynca "her sistemin kendisine sı kıca bağlı sınıflan ve örgütleri" olma sının teminatı nerededir? En doğru ve yaygın propagandalar bile, eğer toplum tabanındaki çelişki tarafın dan harekete geçirilmiyorsa sıkı ör gütlülüklere yükselemez. Ç. Bilgin'in "sistemleri", kendi devindirici güçleri ni nereden alacaktır? Burada Marks'ın "günahına" geli yoruz: "Marks'ın bütün çabası, bu açı dan alındığında, bir sistemin bilince çıkışını önem ve geriye atma önün de gelişiyor. (Bir dizgi hatası olsa ge rek, anlam bozuk, b.n.) Başkaları bir yana, Marks'ın Blanqui ile ütopyacıİarla ve hatta Bakunin ile mücadelesi bir bilince çıkışı önleme etkisi yapı yor. 'Tarihsel olarak bu mücadelele rin haksızlığını ileri sürmüyorum. Söylemek istediğim şudur: Politik müdahale ve yeni düzeni çizme ça balan olmadan devrim olmaz." (a.y.) Yazar, ne dediğinin farkında mı? Marks'ın Blanqui ve Bakunin'lerle» mücadelesi "ikinci sistemin" bilince çıkışını engelleyen bir rol oynamış!" Politik müdahale ve yeni düzeni çiz me çabalan" olmaksızın devrim ol mazmış! Politik müdahaleden kasıt, Bakuninvari entrikalarsa, böyle poli tik müdahalelerin yenilgi enayiliğin den başka bir sonucu olmamıştır. ö t e yandan Ç. Bilgin, Marksa dönüp "yeni düzeni çizme çabalan" olmaksızın devrim olmayacağı konu sunda söylev veriyor. Aydın bilgiçli ğinin ve pişkinliğinin bu kadarına pes...! Kapitalizmin kaçınılmaz çeliş
28
Ç elik Bilgin, kıyısından köşesin den "yeni" akım lara mı kayıyor. kilerinden, gelecek düzenin iskeletini bütün kuruntu ve yanılgılardan ayık layarak şekillendiren Marks, Bakuninlerle mücadele ederken, meğer "yeni düzenin" bilince çıkmasını en gellemek gibi bir günah işlemiştir. Şark toplumunda ukalalığın ve ah maklığın gerçekten bir sının yok... Marks'ın "devrim teorisi"ni Bem stein'ın kanıtlarıyla çürüten Ç. Bil gin, bununla yetinmeyip onun "poli tik müdahaleyi küçümsediğine delil olarak da Bakunin eleştirilerini gös teriyor. Böylece geriye Marksizm açısından elle tutabilecek sağlam ne kalıyor? Marks'ın kahırlı "bilimsel" Kapital em eği... Marks'ın sakallanndan düşüncesine varamamış cüceler, onun her pratik adımdan büyük bir titizlikle çıkardığı dersleri ve politik mücadelesini göremezler. Ç. Bil ginin öfkeyle köpürdüğü M. Belge de aynı kanıdadır. Marks'ta "politika teorisinin bulunmadığını iddia ede rek, Marksizmi Kapital'den ibaret hale getirmeye çalışır. Bütün bu do
lambaçlı lafların; Marks'ı militan mü cadelesinden kopanp, bilimsel bir sakallıya indirgeme çabalanmn, bir tek amacı vardır; Marksizmin düşün ce ve davranış bütünlüğünü bozmak, toplumlann gelişimiyle ilgili temel bulgularıyla, buradan ürettiği politik taktiklerini birbirinden koparmaktır. Eğer bu başanlırsa, Bemsteinvari kuyrukçuluk da, Bakuninvari entrika cılık da Marksizmden icazet alabile cektir. Devam edelim. Yazarımıza göre Marksın bu kusurunu Lenin kapat mıştır. "Lenin, jakobenci suçlamasını hiç reddetmiyor ve nerede ise onur duyduğunu hissettiriyor. Bu Lenin'in tümüyle bir politik müdahale olma sından ileri geliyor." (a.y.) Fakat, Yazar, Lenin'in bu "katkı sını" tesbit ettikten sonra şu soruyu sormadan edemiyor: "Peki, Lenin'in bu önemli katkısı na karşın dönüşümden dönüş nokta sı Marksist anlayışta varlığım nasıl
N e yapacağız?Elimizde insanların devrimden kaçış için bahane edem eyecekleri ölçüde "sıkı” bir "devrim teorisi" hâlâ yoktur. Kimi Marks'ın devrim teorisinin elemanlarından birisini, kimi de Lenin'in "Çocukluk Hastalığını"Kuran yapıp, sermaye tanrısı önünde tapınıp duruyor. koruyabilir." (a.y.) Cevabı Ç. Bilgin den dinleyelim: "Avrupa'da yakın zamanda dev rim olmayacağı değerlendirmesi ya pılınca, Lenin, ilk devrimi koruyabil mek için önemli sayılabilecek bir ricat başlatıyor. NEP, bu ricatlardan birisidir." (a.y.) Bu açıklamanın he men arkasına yazar, bugün 'Sovyetler Birliği nde kapitalist restorasyonu arayanların kendilerine model" ola rak NEP'i aldığını hatırlatıyor. "Bu ricatın aynntılandırılmasını burada yapmak istemiyorum, ancak daha sonraki işçi sınıfı hareketlerin deki bütün gerici eğilimlerin kaynağı olan Çocukluk Hastalığı" bu döne min damgasını taşıyor." (a.y.) Yazan ınız bu tesbitin ardından da Türki ye'den bir örnek veriyor: "DlSK'i CHP'leştirdikten sonra büyük serma yeye peşkeş çeken hainler çetesi Eylülist darbeden sonra Türkiye'de Türk-lş yardakçılığına başladıklan za man Lenin'in bu çalışmasını kendile rine Kuran yaptılar." (a.y.) Ne yapacağız? Elimizde insanlann devrimden kaçış için bahane ede meyecekleri ölçüde "sıkı" bir "devrim teorisi" hâlâ yoktur. Kimi Marks’ın devrim teorisinin elemanlarından bi risini, kimi de Lenin'in "Çocukluk Hastalığını" Kuran yapıp, sermaye tannsı önünde tapınıp duruyor. Yazar, döneklerin Marksizmin şurasından burasından koparıp bay rak ettikleri lafız karşısında yalpalı yor. Böylece, ilk olarak, MarksizmLeninizmi kendi diyalektik bütünlüğü içinde kavrayamadığını açığa vuru yor. Her oportünist ararsa, Marksizm-Leninizm'de kendi düşünceleri ne paralel bazı parçalar bulabilir. Ve üstelik bunlar Yazar'm saydıklarıyla da sınırlı değildir. Ancak buradan bir tek sonuç çıkar, böyleleri Marksiz min özü ile değil yalnızca lafzıyla ilgi lidirler. Ve her dönüşlerinde, bu kıvraklanna Marks ya da Lenin'den bir icazet metni sunabilirler. Fakat bu durum, Marksizmin teorik yapısına
en küçük bir zarar vermez. Mesele, bu dönemlerin, Marksizmin özünden nasıl kopuştuklarını sergileyebilmektedir. ikinci olarak, MarksizmLeninizm yalnızca devrimci atılımın teorisi değilidir, o mücadelenin zigzaglannda geri çekilmenin de nasıl olması gerektiğinin örneklerini ver miştir. Birileri kalkıp, sürekli Marksizm-Leninizmdeki bu noktalara takı lıp durursa, buradan onlann siyasi karakteri ortaya çıkar, fakat teorinin yalnışlığı değil. 1 9 0 5 devrimi yükse lirken burjuvaziyle uzlaşmayı öneren Menşeviklerle keskin bir mücadele yürüten Bolşevikler, devrim geri çe kilirken hâlâ Duma'nın boykot edil mesini savunan Otzovistleri Bolşevik fraksiyonu içinden atmışlardır. Ve bu keskin Otzovistleri Lenin, "Menşevizmin ters yüz edilmişi" olarak de ğerlendirmiştir. O koşullarda "Duma ahırına" girmeyi savunan Lenin, bu ahıra doluşmuş olan devrim dönek lerini aklamış mı oluyordu? Çelikten Bilginimiz bu soruya "evet" mi diye cektir? Üçüncü olarak, bu tavnyla Ç. Bilgin, Marksizm içinde ya da çevre sindeki sağ eğilimlerle mücadelede hiç de sağlam zeminde olmadığını gösteriyor. Oportünistlerin her "Ku ran" yaptığı konudan vazgeçilecek ya da şüpheye düşülecekse Marksizmden geriye ne kalır? Böyle bir mücadele tarzı insanı ister istemez otzovizme götürür. Geri çekilmeler den yararlanmayı bilmek yerine, parlak lafla yenilgiyi örtme çabası ki şiyi en son tahlilde olayların arçısı konumuna sürükler. "Ricat"ı başara mayan kesinlikle yenemez. Ç. Bilgin’in, Marksizmin teorik temellerini tahribe varan "politik müdahaleci" tavrı, onu burjuva sosyalist akımlar dan ayıran perdenin çok ince ve her an yırtılabilir olduğunu gösteriyor. Son olarak, yazarın sorunu orta ya koyuşu kökten yanlıştır. "Le nin'in önemli katkısına rağmen dev rimden dönüş noktası Marksist
Marx'da Bilgin'e m alzem e oldu. anlayışta varlığını nasıl koruyabilir" sorusu, olaylara idealist bir yaklaşı mın kesin izlerini taşıyor. Burjuvazi ve işçi sınıfının müca delesinde devrimlerden dönüşler olay olarak gerçeklikse, bunlann "Marksist anlayışta” bir karşılık bul ması kaçınılmazdır. O nedenle, Lenin'e hatta Ç. Bilgin'e rağmen dev rim dönekliği anlayışı, Marksizmin içinde, çevresinde, karşısında hep olacaktır. Bir teorik formülasyonla bu anlayışı kaldırabilsek ne mükem mel bir "gelişme" olurdu. Ancak mo dem çağda böyle bir Şeyhülislam fetvası imkansızdır. Sorun şudur, devrimci mücadele sürecinin her adımında ortaya çıkan devrim döneklerinin ellerindeki "Ku ranlarını, Marksizmin teorik temel lerini zedelemeden kaldırıp atmak; onlann yığınlar içindeki etkinliğini kırmak ve bunları bütün bir devrimci birikim döneminde bıkmadan belki binlerce kere yinelemek, "devrimden dönüş noktası anlayışım" mutlak ola rak ortadan kaldırmayacaktır, ama pratik etkinliğini felce uğratacaktır. Eğer Ç. Bilgin, bunun yerine, bütün bu yolları tıkayan yeni bir "devrim teorisi" kurmayı deneyecek se, hiç şüphesiz ki bunu yapmakta kuşlar kadar özgürdür. Ancak bu öz gürlük onu, idealizmin maddi temel den kopuk form ü ller dünyasına gö türecektir. B
29
Burjuva Sosyalizmi Çözülürken ••
•• I
••
i
aydar Kutlu ve Nihat Sargın ölüm orucuna yattılar. Bu, burjuva sosyalizmini ölüm den kurtarabilecek mi? Günlük gaze telere yansıyan tartışmalara göre TBKP'nin tasfiye edilmesi ve legal, daha geniş yapılanmalara gidilmesi konuşuluyor. TSİP benzeri çağrıları nı tekrar ediyor öte yandan eski TİP'liler TBKP'den ayrılıyorlar. Her ne ise... genel eğilim şuki, burjuva sosyalist eğilimler tam bir dağılma ve ideolojik kaos içindeler. Ve yine şu kadan çok açık ki legal de toplanma çabalanna rağmen, burjuva sosyaliz mi "eski güzel" günlerine bir kere da ha dönemeyecektir. Hikayemize eski güzel günlerden başlayalım. Burjuva sosyalizmi, yaşa mı boyunca iki önemli çıkış yaptı. îl ki 1960'lann TİP'i, İkincisi 1 9 7 0 ’lerin "atılım" yapan TKP'si. Şimdi ikisi birlikte hasta yatağında yatıyorlar. TİP, 27 Mayıs'ın açtığı ortama doğdu. Ancak her zaman radikal "yukarıdan" devrimciliğe karşı oldu. TİP kendi orjinal yaşam sürecinde hemen bütün devrimci ortamı, içeri sinde toplamasına rağmen, esas ola rak daima işçi sınıfı içinde burjuva etkisinin sözcüsü oldu. Sendikalizm ve parlamentarizmden kan alan TİP 1 9 6 9 ünlü seçim yenilgisine kadar güçlü ve önde göründü. Oysa yükse len devrimci harekete ayak uydura madığı için zaten içinden çürüyordu. 12 Mart 1 9 7 1 , TİP'in "güzel ve güç lü" günlerine ison verdi. 12 Mart'tan çıkılırken, önemli öl çüde TİP'in tabanına dayanarak, Sovyetlerin de desteği ile TKP "atı
H
30
lım" yaptı. İsminin "Komünist" olma sı, "illegal" bir partiyi bir çekim mer kezi haline getirdi. Ancak bütün bunlardan daha önemli bir neden, 12 Mart'ta her siyasetin yenilgiden payını almış olmasına karşılık TKP, yeni ve yenilmemiş göründü. Fakat mücadele yılları aktıkça TKP’nin TİP'ten temel mantık olarak fazla farklı olmadığı ortaya çıktı. 12 Eylül sonrası, her geçen yıl daha gericileşen burjuva sosyalizmi için TB K P programı aslında bir çö küş platformu anlamı taşıyordu. Bu kötü ünlü programın mantık temelle rini bir Yeni Açılım yazarı çok güzel özetlemiş. Bir göz atalım. 1- "Türkiye'de kapitalist gelişme tıkanmış mıdır? Kapitalist sistem bir bunalım içinde midir? Yoksa, kapita list ilişkiler gelişmekte midir?" "Devrimin ve sosyalizmin kaçınıl mazlıkla gündemde olduğunu gerekçelendirmek için öne sürülen bu gö rüş bizce doğru değildir. Türkiye'de kapitalizm gelişmektedir ve daha da gelişme potansiyellerine sahiptir." Kapitalizmin geliştiğine şüphe yok. Elbette yerinde saymıyor. An cak ne pahasına geliştiğini artık TB K P fazla dikkate almamaya karar lı görünüyor. Kırda yoğunlaşan iflas lar, işçinin yaşam düzeyinde çok önemli düşüşler, Türkiye kapitalizmi nin son on yılda insanlarımıza çıkar dığı faturadır. 2- 'Türkiye'nin bütün sorunlan salt sınıf mücadelesiyle çözülebilir mi? Yoksa, soruların çözülebilmesi için, mücadelenin yanı sıra işbirliği de gerekli midir? "Bizce artık fikirler de, toplumsal
bilinçteki gelişme de maddenin geliş mesi üzerinde etkide bulunabilir; sı nıf karşıtlıklarının yanı sıra sağduyu koalisyonları da hareketin, gelişme nin temelinde yer alabilir." Sınıf mücadelesinden "sağduyu koalisyonlarına" geçiş teorik olarak büyük bir çöküşün, pratik olarak da en bayağı kuyrukçuluğun açık ilanı dır. 3- "Devrime kadar" kapitalizm karşısındaki tutumumuz ne olacak tır?" TBK P, çok tabii ki devrimi ha zırlamıyor ve devrime hazırlanmıyor. Onu ilgilendiren devrim durağına ka dar kapitalizmle ilişkisidir. "Kapitalizm etkilenebilir mi? Onu, etkilemeye çalışmak doğru mu?" "Dünyada çok farklı kapitalizm tipleri olduğuna göre bir ülkedeki ka pitalist gelişmenin çok seçenekli ol duğunu söylemek yanlış olmayacak tır... Kapitalizm için demokratik bir alternatif önermek niçin yanlış ol sun. "Niçin her alanda, ekonomi da hil, elternatif gelişme teorilerimiz ol masın?" TBK P, "devrime kadar" "atkili" bir mücadeleyle "demokratik bir ka pitalizm" yarattıktan sonra, büyük bir ihtimalle devrimden de vazgeçe cektir! Türkiye kapitalizminin sınan mış, denenmiş demokrasi düşmanlı ğına rağmen böyle düşünceler üretebilmek için insanın aşın ölçüde zavallılaşmış olması gerekir. 4- 'Toplumsal gelişme sürecini evrim aşaması-devrim aşaması diye birbirinden kesin hatlarla aynlan aşa malara ayırmak yerine, 'evrim içinde
devrim' ve 'devrim içinde evrim' ka tegorilerine başvurabilir miyiz? "Günümüzde reformlar için mü cadele ile devrim için mücadeleyi birbirinden ayırmak ve birinciyi İkin ciye bağlamak mümkün müdür? Yoksa asıl sorun reformun, reform hedefinin içinde devrimi, devrimci unsuru ifade edip, gündeme getir mek mi?” (Yeni Açılım, Mart 1 9 8 9 ) TB K P , evrim ve devrimi iç içe sokarken, "reform hedefinin içinde devrimi" eritip buharlaştmveriyor. Dil kemiksiz, her yöne dönebilir. Ancak düşüncelerin bir bel kemiği olması gerekir. Ancak TBKP'den böyle bir şey ummak saflık olur. İşte TBKP'nin çöküş platformu nun özeti. Bu platform aynı zaman da burjuva sosyalizminin yirmi yılı aşkın evriminin de iyi bir özetidir. Hiç değilse sözde olsun kapitalizme karşı mücadeleden, "gelişen kapita lizm" içinde "sağduyu koalisyonlan"yla "demokratik bir alternatif" ya ratma noktasına varmak, burjuva sosyalizminin sosyal-demokratlığa evrimleşmesinden başka birşey de ğildir. Son olarak, burjuva sosyalizmini ideolojik ve pratik kaosa iten neden leri irdeleyelim. Çöküş birisi dışarıdan, ikisi içeri den üç başlıca nedene bağlanabilir. İlk neden dışandan, sosyalist ül kelerdeki gelişmelerdir. Burjuva sos yalizmi kişiliksizce sosyalist ülkelere dayandı. Ve onun propagandasının önemli bir yanı, sosyalizmin zaferle riyle Türkiye burjuvazisini sosyalizme ikna etme çabalan oluşturmuştur. Günümüzde yaşanan sosyalizmin krizi, burjuva sosyalizminin çok güç lü bir silahını yitirmesine neden ol du. Ve onu kendi gücüne dayanma ya zorladı. İşte bu zor, dünya sosyalizminin gölgesinde şişinen bur juva sosyalizmini kendi gerçek bo yutlarına küçültmüştür. Ayrıca, bu güne kadar doğrudan sosyalist ülkelerdeki teori üretimiyle beslenen kafalar, bu üretimin bir kaosa girme si, çeşitlenmesi karşısında tam bir düşünce karmaşasına yuvarlandılar. Sosyalist ülkelerin önemli destek leriyle boyutlarından öteye büyüyen burjuva sosyalizminin, şimdi sosyaliz min kriziyle birlikte çöküşe uğraması hiç de rastlantı değildir. İkinci neden, sosyaldemokrasinin konumuyla bağlantılı dır. Burjuva sosyalizminin çıkış ve
O'nlar artık "özgür ue mutlu"(?!) ya direnişçi devrim ciler! iniş grafiği sosyal-demokrasinin ge lişmesiyle yakından bağlantılıdır. 1 9 7 3 atılımı, hem Ecevit CHP'sinin açtığı yoldan ilerledi hem de ona bü yük umutlar bağladı. Burjuva sosya lizminin, devrimci hareketin en canlı günlerinde bile CHP'den bağımsız bir tek taktik tutumu olmamıştır. Bu bağımlılık tesadüf değildir. Aynı sınıf ve tabakaların çeşitli kesimlerine da yanmaları onların paralelliğinin esas kaynağıdır. 12 Eylül öncesi sınıf savaşından ürken ve önemli ölçüde itibar yitiren sosyal-demokrasi bilinçli ve gönüllü olarak politika alanını daralttı, finans-kapitalle yakın teması her za man korudu. Sosyal-demokrasi yol açmadıkça burjuva sosyalizmi ilerle yemezdi. Sosyal-demokrasinin itibar yitirmesi ve güçsüzleşmesi, kaçınıl maz bir şekilde burjuva sosyalizmi nin de davranışlarını sınırlamıştır. Bir bakıma sosyal-demokrasinin açtı ğı yolda gelişen burjuva sosyalizmi, bu yolun tıkanmasıyla birlikte inişe geçmiştir. Üçüncü neden, 1 2 Eylül sonrası biçimlenen mücadele ortamıdır. Ko şullar siyasetleri, ya radikal döğüş yoluna ya da teslimiyete, pasifizme
zorluyor. Türkiye'nin "gelişen kapita lizmi" (!) sınıflara fazla hareket imka nı vermiyor. En basit haklar için, en yoğun devlet baskısıyla yüz yüze gel mek kaçınılmaz oluyor. Burjuva sos yalizminin daha rahat güç toplayabil diği, manevra imkanlarının geniş olduğu günler geride kaldı. Hareket imkanı daralan, ya da sosyaldemokrasiden nitelikçe farklı davranamayan burjuva sosyalizmi kaçınıl maz şekilde güç yitiriyor. Ve müca dele koşulları böyle kaldığı sürece yitirmeye devam edecektir. Sonuç olarak işçi sınıfı açısından burjuva sosyalizminin çöküşü önemli bir kazançtır. Bugüne kadar işçi sını fı içinde, sendikaizm aracılığıyla sos yal-demokrasinin yanında burjuva sosyalizmi de yaygın bir etkiye sa hipti. Ancak yaşanan bunca deney den sonra "gelişen kapitalizm", ya da "sağduyu koalisyonları" parolalan ile burjuva sosyalizmi sınıfın en basit haklarının kazanılmasında bile bir fonksiyona sahip olamaz. Sorun, sınıf içinde burjuva sosya lizminin daralmasından doğacak boşluğu, onlann yeni nüanslarının değil, proletarya sosyalizminin doldurabilmesindedir.B
31
Demokratik Devrim Sorunu "Emek" Eleştirisi Kazım AKIN
mek dergisinin sayfalannda Demokratik Devrim-Sosyalist Devrim konularını kapsayan bir tartışma neredeyse bir yıldır sürü yor. Yoğun olarak 1 9 6 8 -1 9 7 0 yılla rını ya da bir süreç olarak ele alırsak 1 9 6 5 -1 9 7 5 arası yılları kapsayan "devrim stratejisi" tartışmaları, aslın da dönem olarak aşılmıştır. Buna rağmen bazı siyasi eğilimlerin bu ko nuya geri dönmelerinin bir anlamı olmalıdır. Hiç şüphesiz ki, ülkemizdeki dev rim sorunlarıyla ilgili görüşleri yeni den tartışma ortamına getiren objek tif neden, 12 Eylül yenilgisidir. Ancak 1 2 Eylül faşist darbesinin üzerinden 10 yıl geçtikten sonra, Emek Dergisindeki tartışmalan yal nızca böyle bir nedene bağlamak ye terince açıklayıcı olamaz. Emek Der gisini böyle bir tartışmaya zorlayan özel nedenlere gelmeden önce soru nun konuluşunu değerlendirmeye çalışalım.
E
DEVRİMDE KALDIRILIŞI
"AŞAM ALARIN
"Hemen belirtelim, Türkiye’de kapitalizm'den sosyalizme geçişi sağ layacak toplumsal devrim, bir De mokratik Halk Devrimi olacaktır. Türkiye'de Demokratik Halk Devri mi ve onun oluşturacağı Demokratik Halk iktidarı biçimi dışında, bir de aynca Sosyalist Devrim biçimi' diye iki ayrı devrim süreci olmayacaktır. "Birincisi: 'Sosyalist Devrim Biçi mi' diye özel bir devrim biçimi yok tur ve olmamıştır. "İkincisi: Türkiye'de kapita
32
lizmden sosyalizme geçişin devrimi, Demokratik Halk Devrimidir." (Emek s. 3) Yazar bugüne kadar alışılmışın tersine devrim aşamaları sorununu, görünüşte "Sosyalist Devrimi" kaldı rarak çözümlüyor. Ayn bir Sosyalist Devrim "aşaması" olmadığını iddia ederek ve Demokratik Halk Devrimine bütün bir geçiş sürecinin gö revlerini yükleyerek soruna "yeni" bir yaklaşım getirmiş oluyor. Yazarın bu konudaki kanıtlanna geçelim. İlk kanıt, soyut teorik genelleme düzeyindedir: "Halk Devrimi ve Halk iktidarının Türkiye'de kapitalizm'den sosyalizme geçişin devirimci yolu olarak tespit edilmesine, bu tip dar yaklaşım sahipleri 'bu bir geri ko numdur', ya da 'öyleyse neden sos yalist iktidar değil?' diyerek karşı çı kıyorlar. Kuşkusuz bu tip yaklaşımlar, genel olanla özgül olanı birbirine karıştıran, bunların arasın daki ilişkiyi doğru tespit edemeyen kalıpçı yaklaşımlardan doğuyor. Tek rar olsa da vurgulamak-gerekiyor ki, 'sosyalist devrim' özgül bir durumu veya biçimi değil, genel yasalan-özübelirleyendir. "...Bunun için de ben sosyalist devrimi savunuyorum' demek, t e n dünya devrim sürecini savunuyorum' demekten, yani, sosyalizme geçişin sadece genel yasalarını savunmak tan başka bir anlam ifade etmez" " (Emek, s. 3) Yazar, sosyalist devrimin "özgül bir durumu" değil sosyalizme geçişin "genel yasalarını" ifade ettiğini öne sürüyor. Oysa demokratik halk dev
rimi "özgül bir durumu" anlatmakta dır. Yani sosyalist devrim bir soyutla ma buna karşılık demokratik halk devrimi bir ülkedeki somut bir süre cin adıdır. Diyalektik metod açısın dan, demokratik devrim de en az sosyalist devrim kadar soyutlanabilir, bazı genel yasalar seviyesine çıkanlabilir ve zaten Paris Komününden bu güne böyle bir soyutlama yeterince yapılmıştır da. O nedenle demokra tik halk devrimi kavramı, yalnızca söylenişiyle hiçbir özgünlük taşımaz. Kapitalist üretim ilişkilerinin gelişme ye başladığı, hatta egemen olduğu, buna rağmen, demokrasi, sanayi ve toprak sorununun henüz çözümle nemediği durumlarda, gündeme ka çınılmaz bir şekilde demokratik halk devrimi adımı gelecektir. Ancak bu devrimin somut sınıflar ittifakı ve programı her ülkeye göre özgün bir biçim kazanır. Hatta bir ülkede dev rimci, ilerici sınıf ve tabakalann ülke koşullarını kendi açılarından kavrayış farklılıklarına göre, birbirinden farklı demokratik devrim stratejileri ortaya çıkabilir. Nitekim 1965'den teri ya şanan süreçte, MDD'den kaynakla nan farklı demokratik devrim kavra yıştan olmuştur. Yazar, demokratik devrimi değil de yalnızca "sosyalist devrimi" soyut layarak, onu sosyalizmin genel yasa ları olarak açıklamakla metod hatası yapıyor. Her soyutlama, ya da genel yasa, farklı somut özgül koşullardan süzülerek çıkar. "Sosyalist devrim "in bir ülke koşullarında savunulması da somut tespitleri gerektirir. Eğer de mokratik devrimin görevleri ekono mik ve politik olarak önemli ölçüde
aşılmışsa, o ülkede doğrudan sosya list devrim adımı gündeme gelir. Hiç şüphesiz ki demokratik devrimden farklı sınıf ittifaklan ve başka bir programla gündeme gelecek olan sosyalist devrim, somut ülke koşullanna göre de bazı farklılıklar taşıya caktır. örneğin gelişmiş kapitalist ül kelerde komünistlerin programı sosyalist devrim olmalıdır. Söyleme ye bile gerek yok ki, adımın özü ba kımından aynı olsa da, böyle bir program ülkelere göre kaçınılmazca farklılıklar içerecek, bu anlamda sos yalizmin genel yasalan, farklı koşul larda farklı biçimde somutlaşacaktır. Çoktan beri çürüyen batık komü nist partilerin "antitekel" mücadele programları kimseyi yanıltmasın. T e kellere karşı parolalar günlük taktik mücadelede kullanılabilir ve gerekli dir, ancak komünist parti program lan batıda doğrudan hedef, geri ül keler için ise demokratik devrimlere bağlı bir adım, bir "aşamadır". Yazar, bu konuda bir başka dü zeyde daha soyutlamaya gidiyor. Sosyalist devrimi savunmak, yazara göre "dünya devrim sürecini" savun mak, ya da "sosyalizme geçişin sade ce genel yasalannı" savunmaktan ibarettir. Yazar, burada da muarızlannı "genel" ve "soyut" kalmakla, "öz güle" varamamakla eleştirmeye ni yetleniyor. Ancak kendisi,"dünya devrim sürecini" yalnızca bir kavram olarak ele alıp, somutlamadığı için aynı soyutta kalma hatasına düşü yor. Çağımızın "kapitalizmden sos yalizme geçiş çağı" olduğu açık. Do ğu Avrupadald son gelişmeler bu tespite önemli bir darbe vursa da gerçeklik değişmiyor. Ancak sorun bu genel tespitten p r a t iğ e , yani dünya devrimci sürecinin somut gidi şinin kavranışına gelince gündeme bambaşka sorunlar girmektedir. Sos yalist ülkeler ve kapitalist ana yurt lardaki "komünist" partiler, dünya devrimci sürecinin can alıcı halkası nın her ne pahasına barışın korun ması olduğunu ileri sürüyorlar. Bizler dünya devrimci sürecinin sûru kleyici halkasının, g ü n ü m ü z k o ş u l l a r ı n d a , geri kapitalist ülkelerdeki dev rimler olduğunu iddia ediyoruz. Yazar, yerli yersiz soyutlamalar la, "sosyalist devrim" diyenin "dünya devrim sürecini" savunduğunu iddia etse de somut gerçeklik böyle değil dir. Dünya devrimci sürecini savun mak mevcut dünya koşullarında,
o f o k t a n beri çürüyen batılı komünist partilerin "antitekel" mücadele programları kimseyi yanıltmasın. Tekellere karşı parolalar günlük taktik mücadelede kullanılabilir ve gereklidir, ancak komünist parti programları batıda doğrudan hedef, geri ülkeler için ise demokratik deurimlere bağlı bir adım, bir "aşamadır". üçüncü dünya devrimlerini yükselt mekle olur. Yazar sosyalist devrim kavramını dünya devrimci sürecine genişleterek hem dünyadaki somut sosyalist devrim imkanlarını gözden yitirmiş oluyor, hem de dünya dev rim sürecini genel sosyalizme geçiş tekerlemesiyle sınırlayıp, onun canlı somut anlamını bulandırmış oluyor. Netice olarak yazarın, sosyalist devrimi genel dünya devrimci süreci ne yükseltmesi, demokratik halk devrimini de bu sürecin Türkiye'deki karşılığı, özgün yolu olarak tanımla ması onu yine de Türkiye'deki so mut sosyalist devrim adımından kur taramıyor. Bu noktada yazarın ik in c i k a n ıtın a geliyoruz. Bilindiği gibi de mokratik devrim-sosyalist devrim formülasyonu, bu sorunla en canlı biçimde yüzyüze geldikleri için Rus Sosyal-Demokratlarına ve özellikle Lenin'e aittir. Yazar, Türkiye'de dev rimi tek bir sürece indirdiği için Lenin'in bu konudaki görüşleriyle he saplaşmadan edemez. "Çünkü, o (demokratik devrim b.n.) çağımızın devrimidir, ülkemizin proleter önderlikli toplumsal devri midir. Lenin'in 'iki taktikte belirlemiş olduğu, (demokratik devrimden sos yalist devrime kesintisiz geçiş) pers pektifinden tamamiyle farklı koşulla rın devirimidir. Yani artık, ülkemizde, demokratik halk devrimi deyince, 'iki taktikteki, 'otokrasiye karşı burjuvaziyle birlikte demokratik devrim', kapitalizme karşı proletarya ve yoksul köylü ittifakında sosyalist devrim' biçimindeki ikili devrim pers pektifiyle hareket etmeyen herkes, bu devrimin tek bir devrim olduğunu ve özünde sosyalizmi taşıdığını an lar". (Emek,s. 11) 1900'ler Rusya’sından çok başka koşullarda olduğumuz açık. Yazar, Türkiye koşullarında "özünde sosya list" olan fakat "demokratik halk dev rimi" olarak adlandırılan, "Proletarya önderlikli tek bir toplumsal devrim"
öngörmektedir. Bu noktada insan Toplumsal Kurtuluşun Emek Dergisine yaptığı çağrıyı tekrarlamadan edemiyor: "Kavram fetişizmini terk edin!" "Sosyalist Devrimi teslim edin" (T. Kurtuluş.s.23 -2 4 ) Gerçekten de T .Töre Türkiye'ye özgü bir şeyler söylemeye çalıştığın da, bilinen kavramları, hatta bazen bilinen basit gerçeklikleri zorlayıp bozuyor. Lenin'in "otokrasiye karşı burju vazi ile birlikte demokratik devrim" biçiminde bir tanımlaması yoktur. 'Tüm köylülükle çarlığa, yoksul köy lülükle kapitalizme karşı" bayrak açan Bolşeviklerle, Menşevikler ara sındaki en çetin kavga demokratik devrimde burjuvazinin rolü üzerine kopmuştur. 1 9 0 5 Devriminde proleteryanın öne çıkmasından "burjuva zinin ürkebileceğini", böylece "devri min kapsamının daralacağını" savunan Menşeviklere Lenin şöyle der: "Köylülüğün başarılı bir Rus Devrimindeki rolünü gerçekten anlayan kimseler, devrimin kapsamının bur juvazinin ana yüz çevirmesiyle dara lacağını söylemeyi akıllanndan bile geçirmezlerdi." (Lenin İki Taktik) Emek yazarının Lenin'i özetleyişi bir kalem sürçmesi değilse, düpedüz tahrifattır. Rus Devriminde Lenin ve Bolşevikler, Çarlığa karşı mücadele de "burjuvazinin tutarsızlığını etkisiz hale getirmek için köylü yığınlanyla ittifakı" savundular. Oysa T.Töre, iki taktikte Lenin'in "otokrasiye karşı burjuvazi ile birlikte demokratik dev rimi "savunduğunu iddia ederek, ko şulların Türkiye ile farklılığını daha göze batar hale mi getirmek istiyor? Yazarın kaygıları bir yana onun esas amacı, Lenin'in "iki evre'li dev rim formülünün Türkiye'ye uygula namayacağını ispatlamaktır. Emek sayfalarında bu konudaki ilk yazısından nerede ise bir yıl sonra T .Töre, Şubat 1990'd a konuya bir
33
\ anılgmın esas kaynağı, Türkiye'de kapitalizmin d u ru m u n u n ve buradan çıkan sın ıf yapısının kavranmasındaki hatalardır. Em ek çevresi doğuş ve gelişim sürecinde Türkiye'de kapitalizmi çok geri noktalarda görmekten tam zıddı yönde bir kavrayışa sıçramıştır. Ve bugün yazar'a 'iki evreli" devrim Rusya'nın kaba tekrarı gibi görünüyorsa, bunun esas nedeni bizdeki tekelci ekonominin kabaca kavranıp, uç noktalara götürülmesindendir. "özeleştiriyle" girer. "Bizler, Lenin'in strateji belirler ken dikkate aldığı esas koşullann ne ler olduğuna bakmak ve onun yönte mini öğrenmek yerine, onun stratejilerini Türkiye koşullanna uy gulama yönetemini izledik. Bu çar pık kavrayıştan dolayı, bizde Türkiye gibi tek bir toplumsal çelişkinin bu lunduğu yani kapitalist üretim ilişkile rinin egemen olduğu bir ülkede, aşa malı devrim stratejisini formüle ettik." (Emek s. 14) Yazar, Lenin'in stratejisini kaba ca taklit etme yanılgısına düştüklerini belirtirken, gerçekten bir hataya de ğiniyor. Ve böyle hatalar Türkiye devrimci hareketinde oldukça sık tekrarlanmıştır. Ancak, Emek çevre sinin bugüne kadar savunduğu "iki evreli" devrim stratejisi yalnızca Le nin'in kaba tekranndan kaynaklan mamıştır. Yanılgının esas kaynağı, Türkiye'de kapitalizm in d u r u m u n u n ve buradan çıkan sın ıf yapısının kavranmasındaki hata lardır. Emek çevresi doğuş ve geli şim sürecinde Türkiye'de kapitalizmi çok geri noktalarda görmekten tam zıddı yönde bir kavrayışa sıçramıştır. Ve bugün yazar'a 'iki evreli" devrim Rusya'nın kaba tekrarı gibi görünü yorsa, bunun esas nedeni bizdeki te kelci ekonominin kabaca kavranıp, uç noktalara götürülmesindendir. "Birinci evrede emperyalizm ve tekelciliğin egemenliğine son ver mek, ikinci evrede ise kapitalist özel mülkiyeti ortadan kaldırıp sosyalizmi kurmak...yani, bir tek toplumsal çe lişki olan Emek-sermaye çelişkisine rağmen, biz, iki aşamalı, yani evreli devrim stratejisi formülasyonları oluşturduk." (Emek s. 14) Yazar, "tek toplumsal çelişki olan emek-sermaye çelişkisine rağ men" yanlış olarak "evrim stratejisi" formüle ettiklerini belirtiyor. Bu yak
34
laşım iki k e re hatalıdır: önceden yapılan hataya yaklaşım açısından ve Türkiye’de devrim sorununa yak laşırken ana halkayı yakalama bakı mından. Emek çevresi, Türkiye'de kapita lizmin durumunu değerlendirirken emperyalizm güdümlü bir kapitalizm ve egemen sınıf olarak da "işbirlikçi tekelciliği" tespit etmiştir. Bu bakış açısı, 1968'lerde devrimci kabarışa damgasını vuran u lu sa l k urtuluşc u lu ğ u n koyu izlerini taşımaktadır. O nedenle pek çok siyasi eğilimde egemen olan yan, mücadelenin "anti emperyalist" yanını aşırı ölçüde kabartılandırmak oldu. Emek'in "işbir likçi tekelcilik" tespiti de bu etkiyi ta şıyan bir öze sahiptir. Bu nedenle de, devrimin ilk evresinde "emperya lizme ve tekelciliğe" karşı mücadele öne çıkarılmıştır. Eğer, Emek çevresi Türkiye'de kapitalizmin durumunu önceleri de bugün kavradığı gibi kav ramış olsaydı, büyük bir ihtimalle "iki evreli strateji" yolunu seçmeyecekti. Netice olarak, özeleştirinin dayandı rıldığı Lenin'i kabaca taklit etme ha tası yeterince açıklayıcı değildir. Doğru olan. Emek çevresinin Türki ye'nin ekonomik ve sınıfsal yapısını kavrayışının sürekli evrimleşmesidir. Türkiye'nin yapısal durumu düşünce lerde sürekli değiştikçe bunun kaçı nılmaz sonucu olarak "stratejiler" de değişmek zorunda kalıyor. İkinci hataya gelirsek: "tek top lumsal temel çelişkinin emeksermaye çelişkisi" olması devrim sü recine zorunlu olarak tek bir boyut mu kazandırır? Bu soruya mutlak bir cevap vermek safsata olur. Sorunun karşılığını ülkelerin özgül koşullannda aramak en doğru yoldur. Tem el çelişki”, "baş çelişki" kav ramlarını, diyalektiği skolastiğe çevir diği için benimsemiyoruz. Süreçlerin kabaca kavranmasında bir kolaylık
sağlasalar da, onlann canlı akışını formül kalıplanna doldurarak donuk laştırdıkları için olayları açıklamaya yetmiyorlar. Türkiye'de kapitalist üretim ilişki lerinin egemen olduğu açık. 1965'lerde tartışma konusu olan bu sorun, 1 2 Mart'tan bu yana artık ge nel bir kabul görmektedir... Bu de mektir ki, iş gücünün sömürüsünden doğan çelişki toplumun her alanında etkisini göstermektedir. Ancak bura dan hareket ederek düz bir mantıkla sınıflar mücadelesinde sürükleyici halkanın "emek-sermaye çelişkisi" olduğu çıkarılamaz. Ana halkayı ya kalayabilmek için, kapitalizmin geli şim süreci, iç yapısı, ittifaklan ve emperyalist sistemle bağlan açıkça tesbit edilmelidir. Bunlar yapıldığın da, bugün Türkiye'deki her ekono mik sosyal olaya, Fınans-kapital te feci bezirgan ittifakıyla, geniş çalışan halk yığınlan arasındaki çelişkinin damgasını vurduğu açıkça görülecek tir. Durum bu olunca kapitalizm ön cesi tefeci-bezirgan sermaye ile ke netlenmiş asalcık Finans-kapital ilişkilerinin tasfiyesi bir devrimci adı mı; ardından kapitalist mülkiyet iliş kilerinin tasfiyesi ikinci bir devrimci adımı gerektirecektir. Bu adımlann birbirinden ayn mı, yoksa iç içe ge çerek mi gerçekleşeceğini ancak pratik gösterecektir. Fakat bu birbi rini izleyen devrim aşamaiannda ka çınılmaz bir şekilde sınıflar konum lanması farklı farklı olacaktır. Demokratik devrim adımında prole tarya, küçük üretici köylülük ve şe hirlerdeki küçük burjuva tabakalarla ittifak kurabilecekken; sosyalist dev rim adımı başka bir sınıflar ittifakını gündeme getirecektir. Sosyalizme yönelişte proletarya, yan proleter yani yoksul köylü kitleleriyle ittifak imkanına sahiptir. Bu da, sosyalizme yönelişte kararsız geniş küçükburjuva tabakalarla bir kopuşma, onlann tarafsızlaştırılması için mücadele de mektir. T. Töre, bütün bunlann "tek bir toplumsal devrimle gerçekleşeceğini iddia ediyor; madem ki "bir tek emek-sermaye çelişkisi egemendir" öyleyse, tek bir devrim, sosyalist devrim adımını da kapsayacaktır. Hatta bu görüşüne şöyle bir ka nıt bile öne sürmektedir: "Lenin, 'te kelci kapitalizmin bütün pencerele rinden sosyalizm bize bakıyor' demişti. Ve tekelci kapitalist devleti,
proletaryanın devletiyle değiştirdiği mizde karşımıza sosyalizm çıkar diye vurgulamıştır, işte bu nedenle, tekel ci kapitalizmle sosyalizm arasında bir 'ara basamak'ın bulunmadığını söylemiştir" (Emek s. 14) Daha önce Lenin'in iki Taktiğini örnek alan yazar şimdi de tekelci ka pitalizm ve sosyalizmle ilgili söyledik lerini örnek alıyor. Dolayısıyla dün Türkiye'deki kapitalist yapı Çarlık koşullarına benzetilmeye çalışılırken, bugün de batının tekelci yapılarına yaklaştırılmaya çalışılıyor. Kavramlar değişirken mantık aynı kalıyor. Batı'da bir proletarya iktidannın, tekelci finans- kapitali bütün bağlarıyla tasfi ye edip, toplumsal mülkiyete dönüş türmesi, sosyalizm için d o ğ r u d a n atılmış çok önemli bir adım olurdu. Çünkü şehirde ve kırda üretim ilişki lerinin büyük bir bölümü böylece toplumsallaşmış olur. Fakat Türkiye için durum bambaşkadır. Bizdeki te kelci yapı, serbest rekabetle kapita lizm öncesi üretim ilişkilerinin tasfi yesi sürecinde şekillenmemiş, tam tersine daha baştan tekelci gelişen ekonomi, kapitalizm öncesi üretim ilişkileriyle kenetlenmeden edeme miştir. Tekellerin devrimle tasfiyesi, bizde sosyalizme doğru önemli bir adım olurdu, ancak şehirlerde ve özellikle kırlardaki geniş küçük üreti ciler yığını kararsız ve tutarsız unsur lar olarak sosyalizme geçişte bir a ş a m a y ı zorlayan objektif engeller dir. Bizdeki tekelci kapitalizm asalak yapısıyla kırlardaki küçük köylü üre timini tasfiye edip sanayiye çekmek yerine, aşırı tefeci faiziyle köylüyü toprağa bağlamakta ve küçük köylü ler yığınını karıncalar gibi çoğalt maktadır. O nedenle, Türkiye'de tekelci ka pitalizmin bütün pencerelerinden sosyalizm bize" bakmıyor; baktığını sanmak Türkiye'nin ekonomik yapı sını kapitalist ana yurtlarla karıştır mak olur. Nitekim, T. Töre, “iki evreli" devrimden "tam bir toplumsal devrime" geçiş yaparken bu hataya düşmektedir. Türkiye'deki tekelci ekonomik yapı kendi orjinal özellik leriyle birlikte kavranılmadığı için, kolayca kendi boyutlarından öteye abartılabiliyor. Batıyla kaba benzer likler kurulabiliyor. Yazar, Türkiye'deki tekelci eko nomik yapıyı olduğundan başka gö rerek, bunu "aşamasız" "tek toplum sal devrime" temel yapmaya
çakşırken, günümüz deneylerinden, 1 9 7 4 Portekiz devrimine değmeden edemiyor. Portekiz'de "faşizm yıkıl masına, tekellerin-ekonomipolitikadaki egemenliğine son veril mesine rağmen" sosyalizme geçile memiştir."... Anti faşizm, anti em peryalizm, kendi başına otomatik olarak anti kapitalist görevlere yol vermez." (Emek s. 14) Çok doğru. Ne yapılacaktır? "O nedenle, prole tarya partisi emperyalizme, faşizme ve tekelciliğe karşı mücadeleyi mut laka sosyalizm uğruna mücadele ile bütünlükle ele almalı "dır. (a.y.) Bu da doğru! Ancak bu söylenenler "tek bir toplumsal devrimle" sosyalizme geçmenin güvencesi olamaz. Bir proletarya partisi demokratik devrim görevlerini her zaman sosyalizm he deflerine bağlayarak mücadele eder. Eğer Emek çevresi “iki evreli" devri mi savundukları günlerde biraz da MDD geleneğinin etkisiyle sosyalizm hedefini gözden yitirdilerse, bu hata, devrim süreçlerinin zorlama birlikte liği ile giderilemez. Emek yazarının da belirttiği gibi demokratik devrim "otomatik olarak anti-kapitalist görevlere yol vermez" Neden? Çünkü proletaryanın de mokratik devrimdeki müttefikleri "otomatik" olarak sosyalizme yönel mez, ya da daha netçe söylenirse onların mücadele ufku ve talepleri sosyalizme varmaz. Kapitalizmin meta üretimi ilişkileri içinde kalır. Onları sosyalizme çekecek olan proleteryanın örgütlü gücü ve bilinç se viyesidir. Ve Proletarya, sosyalizmi kurmaya yönelince mütefiklerinin yapısı kaçınılmaz bir şekilde değişe cektir. işte bu d ö n ü ş , kendini ikinci bir devrim olarak mı açığa vurur, ya da demokratik devrimle şekillenmiş iktidarda kısmi değişimle mi çözüm lenir? Buna tek doğru cevabı pratik verebilir. Proletaryanın "kesintisiz" olarak sosyalizme geçişi amaçlaması ve bu yolda mücadele etmesi bu sü reç boyunca, proletaryanın müttefik güçlerinin kaçınılmaz değişimini dış lamaz. Hatta bunu gözden yitirmek, proletaryanın öncülüğünü küçük burjuva sallantılarla boğmak sonucu nu doğurabilir. Dünya deneylerine bir göz atar sak; Sovyetlerde ayrı devrim süreçle ri yaşanmış, iki devrim çok kısa ara lıklarla adeta iç içe gerçekleşmiştir. Ancak demokratik devrimden sosya
list devrime akan süreçte sınıflar itti fakındaki değişim son derece açık ve nettir. Aynca sosyalist devrimle şe killenen proletarya iktidan uzun yıl lar demokratik devrimin görevleriyle boğuşmuştur. Doğu Avrupa ülkelerindeki dev rimler, "sosyalist özlü tek toplumsal devrim" olarak T. T öreye örneklik ediyor olsa gerektir. Ancak, bugün çok açık biçimde ortaya çıkıyor ki, bu ülkelerde anti-faşist halk devrimlerinden sosyalist devrime yeterince geçilememiştir. Bu ülkelerde halk iktidarlannm -elbetteki Sovyetlerin yol göstericiliğinde- sosyalizme yönel meleri daima karşı-devrim girişimle rine yol açmıştır. 1 9 5 3 Doğu Al manya, 1 9 5 6 Macaristan, 1 9 6 0 Polonya, 1 9 6 8 Çekoslovakya olaylannın anlamı budur.,Bu olaylar, T. Töre nin "tek toplumsal devrimini" aşamalara ayıran sınır çizgileridir. Ancak bu ülkelerde prolataryanın deney, bilinç ve örgütlülüğünün za yıflığından dolayı özellikle kır ilişkile rinde sosyalist üretim biçiminin bir türlü oturmayışı sosyalizme yönelişi sürekli zaafa uğratmış, sosyalist de ğerleri bozmuş, soysuzlaştırmıştır. Doğu Avrupa'da olanlardan çıkanlması gereken en önemli ders: De mokratik devrimden sosyalizme ge çişteki her yapay ve yersiz zorlamanın üretici güçlerde kaçınıl maz çürüme ve bozulmaya yol aç masıdır. Düne kadar bu ülkelerde Komünist Partisinin müttefiki görü nen güçler bu gün kapitalizme yöne lişin öncüleri -yada bir türlü geçemeyişintarihi, bir bakıma, proletaryanın öncülüğünün küçük burjuva sallantılarıyla yıpratılması, bozulması ve dejenere edilmesinin tarihidir. ö te yandan, Bulgaristan ve Kü ba'da demokratik devrimler sosyaliz me varmış görünüyor. Elbette ki ye ni bir devrimle olmasa da, iktidardaki ittifaklarda bazı değişme lerle bu geçişler sağlanmıştır. Portekiz ve Nikaragua'da 10 yıl lık Sandinist iktidarı sosyalizme yara madan şimdi bir geriye dönüş tehli kesiyle yüzyüze gelmiştir. Sonuç olarak, demokratik dev rimden sosyalist devrime geçiş bi çimleri için -hatta geçemeyiş sancıla rıiçin önceden bir yargıda bulunmak boş bir safsata olur. An cak şu kadarı kesindir: Demokratik devrimden sosyalist devrime geçişte
35
süreçler ayn ya da iç içe gelişsin, proletaryanın müttefikleri aynı kala maz. Proletarya, demokratik devrimi omuzladığı güçlerin b ü t ü n ü y le sosyalizme yönelemez. Gündeme kaçınılmaz k o p u ş m a l a r gelecektir ve bu kopuşmalar demokratik dev rimden sosyalist devrime geçişte sı nır çizgisi, ya da aşamadan başka birşey değildir. Yazar "tek toplumsal devrim" gö rüşünü ileriye sürerken, eski yapılan hataları da dikkate alarak Türki ye'nin deney eksikliğinden ve tartışmalann soyut kalışından yakınmak tadır. Şöyle denir: "Birçok ülkenin devrim mücade lesi tarihinde, önemli halk ayaklanmalan devrim girişimleri olmuştur. 1 9 0 5 Rus devrimi, 1 9 2 5 Bulgaris tan halk ayaklanması yakın komşu muz Yunanistan'ın faşizme karşı di renişi ve iç savaş, yine komşumuz Irak'ın "1 4 Temmuz devrimi, Mısır'ın Port-said ayaklanması... hiçbir kitap ta öğrenilemiyecek deneyler ortaya çıkarmıştır... "Ülkemiz devrim mücadelesinin böylesi büyük tarihsel deneyleri yok tur. Toplumu muzda ayaklanma gele neği oluşmamıştır. Böyle olunca ül kemizde doğru ve geçerli devrim stratejisi tespit ederken dayanabile ceğimiz tarihsel deneyler ve bu de neylerin ürettiği somut biçimlerden yoksunuz. Kitaplardan öğrenme ve soyutlama yöntemi doğal olarak ağır basıyor." (Emek s. 14) Bunlar 1 9 6 0 ’larda söylense belli bir haklılık payı olabilirdi. 1990'lar Türkiyesi'nde yani son derece canlı ve yoğun 2 0 yılı aşkın devrimci mü cadele deneyinden sonra bunlar söylenebiliyorsa, buradan bir tek sonuç çıkar: Emek çevresi pratik deneyleri mizden öğrenme yeteneğini yitir mektedir. Evet, 1 9 0 5 gibi, 1 9 2 5 Bulgaris tan halk ayaklanlanması gibi bir de neye sahip değiliz. Ancak yaşadıklanmız devrim stratejisini daha somutlayabilmek için bir değere sa hip değil midir? Şu kadarını belirtmeye gerek yok ki, bir ülkede devrim stratejisi sınıflar konumuna dayanır. Rus devrimcileri belirledikleri stratejiyi 1 9 0 5 devriminde sınadılar. Yoksa 1 9 0 5 devrimine göre yeni strateji belirlemedi ler. Türkiye devrimci hareketi kendi ölçüsünde sınavlardan geçmedi mi?
36
E m e k çeuresi ise, 1 2 E y / ü / sonrası "direniş cephesi" zemininden kopuşup burjuva sosyalizminin egem en olduğu "teslimiyet cephesine" yalpaladı ve o zeminde yıllarını harcadı. O ortamda olup oradan etkilenmemezlik olmazdı. Em ek çevresi burjuva sosyalizminin en bayağı reformist tezlerinden bolca etkilenmiştir ö n e çıkan birkaç deneye değinelim: 2 7 Mayıs'ta başlayan Yön ve DevGenç olarak gelişen hareket ülke mizdeki demokratik devrim güçlerin en yaygın, en coşkulu kendini orta ya koyuşu olmuştur. Bu hareket, devrimci demokrasinin hayallerini, hedeflerini, mücadele tarzını en gü zel biçimde sergelemiştir. Ardından patlak veren 1 5 -1 6 Haziran işçi olaylan ise devrimde öncülük tartış masına büyük ölçüde son vermiş, genel olarak devrimci haraketi kalite olarak yükseltmiştir. işçi haraketinin öne geçmesinin yanında, her yenilgi döneminde 'bit ti'' "tükendi" denmesine rağmen D. Sol, D. Yol, Partizan vb. siyasi yapı ların yeniden canlanabilmesinin ne deni şehir ve kırlardaki geniş küçükburjuva tabakalara dayanmalarındandır. Kürt ulusal kur tuluş hareketinin de bütün gövdesiy le mücadele sahnesinde yerini alma sıyla önümüzdeki devrimci adımdaki güçlerin en genel tablosu tamamlan mış olmaktadır. Ancak Emek yazan, bunca deneyi devrim stratejisine somutlamak için yeterli görmüyor. De neylere karşı böyle bir kayıtsızlık ve algılama yoksunluğu ancak mücade le yeteneğinde bir düşüşle açıklana bilir. Netice olarak, bu yeni "tek bir toplumsal devrim" sürecini T . Töre değil ama Kenan Kalyon şöyle for müle eder: "Türkiye'nin gündemin deki devrim, demokratik devrim biçi minde bir ön girişe dayanan veya yoğun demokratik görevlerle yüklü ya da 'halk devrimi' çizgilerini taşıya rak gelişen bir sosyalist devrimdir." (Emek s. 13) Evet, bu "toplumsal devrim" an cak böyle tanımlanabilirdi! Her kav ramı içinde bulunduran bir tanımla m a... Hiçbirşey eksik değil. Ancak yine de "yoğun demokratik görevler le yüklü" olarak başlayan bu devri min t e k b i r devrim süreci olarak nasıl sosyalist devrimi de kapsayaca
ğını anlatmıyor. Emek çevresi, devrimimizdeki it tifaklar sorununu somut karşılıklanyla kavramıyor. Tekelci kapitalizmimi zin pencerelerinden sosyalizmi görürken, k ö y lü s o r u n u göremi yor; Ya da kırda kapitalizmin köylü sorununu çözdüğüne inandığı için konuyu hafife alıyor. O zaman stra teji ister istemez "tek bir toplumsal devrime" kayıyor. Ve ne kadar laf cambazlığı yapılırsa yapılsın, bu yeni yaklaşımda Emek çevresi "sosyalist devrim" stratejisine evrimleşmiş olu yor. SONUÇ YA DA BU NOKTA YA NEDEN GELİNDİ? Emek sayfalannda demokratik devrim-sosyalist devrim tartışması nEden patlak verdi? Böyle bir tartış ma 12 Eylülün ilk yıllannda ortaya çıkan yeni koşullara bağlanabilirdi, ancak 10 yıl sonra aynı şeyi söyle mek yeterince açıklayıcı olamaz. Bu konuda yine T . Töre'yi dinle yelim: "'Evre' ya da 'aşamalar sorunu üzerinde bu denli durmamın nedeni bu konuda doğmuş olan hatalı ve hatta demokrasi-sosyalizm ilişkisi üzerine (bizde de bir dönem etkide bulunmuş olan) sağ yorumlan göz lerde netleştirebilmektir." (Emek s. 14) Töre, uluslararası yayınlardan "çarşaf çarşaf alıntılarla" mekanik uyarlamalar yaptıklannı ve sonuçta "demokratik halk devrimi stratejisi nin sağ bir yorumunun ortaya çıktı ğını belirtiyor. "Stratejimizin anti-kapitalist yönü neredeyse unutuldu. Vurgu, antiemperyalizm, anti-faşizm ve antitekelciüğe kaydı. Bu vurgu kayması, bu 'anti'lerin demokrasi evresinin görevleri’ biçiminde bir evrede top lanmasına, dolayısıyla demokrasinin sosyalizm'den önceki bir aşamanın sorunu olarak görülmesine yol verdi. Birinci evre, sadece 'demokratikleş-
m eye ayrıldı." (a.y.) Herşey çok açık. T . Töre. T B K P programı ile polemik yapıyor. Burju va sosyalizmi 12 Eylül sonrası kendi özünü iyice açığa vurdu. Barikatların arkasına çağrı yapan "Konya konferansfndan. mücadeleyi "demokratik parlamenter" bir düzen ufkuna indir geyen burjuva sosyalizmin 12 Eylül ve "yeni düşünce" kıskacında sosyal demokrat bir çizgiye evrimleşti. Emek çevresi ise, 1 2 Eylül son rası “direniş cephesi" zemininden kopuşup burjuva sosyalizminin ege men olduğu "teslimiyet cephesine" yalpaladı ve o zeminde yıllarını har cadı. O ortamda olup oradan etkilenmemezlik olmazdı. Emek çevresi burjuva sosyalizminin en bayağı re formist tezlerinden bolca etkilenmiş tir. Şimdi ise TB K P programıyla iha netin zirvesine tırmanan burjuva sosyalizminden kopuşma telaşına kapılan Emek çevresi bugün dün yaptığının tersini yapıyor. Dün sa ğ a yalpalamıştı, bugün s ö z d e sola kayıyor. Burjuva sosyalizminin "demokra si evresini" mutlaklaştırması karşısın da, T . Töre, devrim stratejisinin birbirinden farklı aşamalarını kaldmp, olayı "tek bir toplumsal devrim"e indirgeyince sağ etkilerden kurtulduğunu sanıyor. Bir yanlışa başka bir yanlışla cevap vermek bel ki bir yoldur, ancak doğru ve dev rimci bir tavır olmadığı çok açık. Burjuva sosyalizminin henüz bugün kü bayağı konumuna gelmeden ön ce temel hatası, demokratik devrim görevlerini kabul etmesinde değildi. Bugün Türkiye'de hemen her ilerici, aydın ülke sorunlarına biraz aydınlık bir kafa ile bakıyorsa d em o k ra s i (ulusal sorunu da kapsar), sanayi, to pra k konusunda ilk elden yapıla caktan ortaya koyabilir. Samimi olanlar ise, bizzat bu yolda kendi tar zında mücadele edebilir. Ancak so run bu görevlerin h a n g i y old a n başarılacağına dayanır. Burjuva sos yalizmi demokratik devrim görevleri ni, binbir örtülü laf altında daima (tekeldışı) burjuvaziye ısmarlamıştır. Düne kadar örtülü olarak yaptığını bugün, üstelik "ulusal ekonomiye katkıda bulunan işadamlan "na çağnda bulunarak a çıkça yapmaktadır. Oysa Türkiye koşullarında, bıra kalım demokratik devrim görevlerin tamamını, en basit demokratik hak lan elde etme ve korumaya yetenek
ce
öz
li bir burjuva katman yoktur. Bu gö rev ancak proletaryanın devrimci de mokrasiyle kuracağı ittifakla başarıla bilir. Oysa T B K P ve benzerleri sosyal-demokrasi kuyrukçuluğunda demokrasiye giden bir yol bulduklannı sandılar. Koyu yenilgi yıllannın doğal bir sonucu olarak, şimdi burju va sosyalizmi dün savunduğu de mokrasi teleplerinden bile çok geri lere kaymıştır. Onların demokratik devrim görevlerini böyle "sağ" yo rumlamaları. hatta bunları sosyaldemokrasiye ısmarlamaları, bu gö revlerin var olma gerekliliğini orta dan kaldırmaz. Ancak Emek sayfalarındaki tar tışmalarda T. Töre “aşama" ile "sağ yorumu" özdeşleştirerek sorunun özünü kavramadığını açığa vurmuş oluyor. Demokratik devrim-sosyalist devrim aşamaları Türkiye de kapita lizmin durumu ve sınıfsal yapı ger çekliklerinden çıkar. T B K P gibi siya setlerin "demokratik görevleri” mutlaklaştırmalan ve burjuvaziye bağlamalan, bir kalem darbesiye aşamaları ortadan kaldırmakla en gellenemez. T. Törenin sağ etkilerden kopuşmak isterken s ö z d e sola savrul duğunu söylemiştik. Özde değil söz de olan bu savrulmayı açıklayalım. Türkiye koşullarında sosyalist devrime kaçan bakış açıları yaşadığı mız dönemin demokratik devrim gö revlerine bir kayıtsızlığı getirir. Bir dönemin TİP'i "antiemperyalist" gençlik eylemlerini bu mantıkla küçümsemişti. Ve faşizme karşı daima pasif kalıp, CHP'ne dilekçe vermek le yetinmiştir. Şimdi TB K P "demok rasi görevlerine" sarılmış görünüyor. Ancak d ev rim ci bir tarzda değil en
bayağı, açık, örtüsüz burjuva kuyrukçuluğuyla aslında bu görevleri bozu yor, soysuzlaştınyor. Öte yandan, sosyalist devrime eğilim pratikte ittifaklar sorunu inmelendirir. Kendilerine sosyalist de seler de, en son ufuklan devrimci demokrasi olan radikal küçükburjuva eğilimlerini (eski isimleriyle D. Yol. D.Sol. Partizan vb.) ittifaklar alanın da ihmal etmek, bizde demokratik devrim mücadelesinin canlı akışın dan kopukluk anlamına gelir. Emek çevresi, burjuva sosyalizmi bataklı ğından kopuşmaya çalışsa da üzerin de o zeminin derin ve güçlü izlerini taşıdığı için "direniş" cephesine hâlâ yaklaşamamıştır. Bir önemli örnek: "Devletin düş manca uygulamasına karşı nispi ola rak gelişen Kürt olma hissi ve duy gusu, ancak bu gelişme sadece politik yönüyle demokratik bir geliş medir. Sosyalizm yolunda bir geliş me, sınıf yanından bir gelişme yok tur... 'T C . Devleti bugünkü şartlarda isterse PKK'nın Türkiye Kürdistan'ı üzerindeki mücadelesini ezebilir an cak düzenin teröre ihtiyacı vardır. Yeniden iktidarlaşmasını PKK'ya karşı mücadelesini meşrulaştmrak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. (Emek s. 14 N.Şeker) İşte, Emek çevresinin "tek top lumsal devrim" parolasıyla, sözde kopuşmaya çalıştığı burjuva sosyaliz mi bataklığının çok tipik mantık ya pısı hâlâ dergi sayfalanndan direniş güçlerine nefret kusmaya devam edi yor. "Daha az parlak laf, ancak mü cadelenin akan ca n lı p ra tiğ in e daha büyük bir dikkat".■
37
Türkiye'de Sosyal Demokrasi
Kemal SARUHAN
D
rgimizin A ğustos 1 9 8 9 taihli 8. sayısında K em al Saıuhan imzasıyla yayınlanan Türkiye'de Sosyal d em okrasi b aş lıklı yazı, tekn ik hatalar ve dizgi yanlışlıkları nedeniyle anlaşılm az bir h ald e yayınlanmıştı. Türkiye'de Sosyal dem okrasin in evrimini incleyerek, bu akım ın faşizm i orta m ında yaşadığı sonucu dönüşüm ü üzerinde hareketim izin görüşlerini e le alan yazıyı arkadaşım ızdan y e niden değerlendirm esin i istedik. K em al Saruhan'ın bazı g en el tak tik bölüm leri çıkartarak tekrar e le aldığı yazıyı aşağıda yayınlıyoruz. Sosyal demokrasi kavramı, Tür kiye'nin politika yaşamına 60'lı yılla rın ikinci yansında "Ortanın Solu" sloganıyla girmiştir. Zamanında CH P içinde bile "Moskova yolu" ola rak gösterilip komünizmle bir tutu lan "Ortanın Solu" sözünü ilk telaf fuz edenlerin başında ömrü boyunca egemen politikanın vazgeçilmez si malarından biri olarak kalmış İsmet İnönü gelir. Sosyal demokrat akım, CH P 18. kurultayında Bülent Eceviti'in genel sekreterliğe getirilmesiyle partiye sonraki politik rengini kazandırmış, böylece CHP'nin idelojik görünü münde az-çok köklü bir değişim ger çekleşmiştir. 1967'den itibaren Tur han Feyzioğlu, Ferit melen, Orhan Öztrak gibi finans-kapital güdümün deki geleneksel devletçi kadroların tasfiyesiyle başlayan süreç, Kemal Satır ve Nihat Erim'in ekarte edilme siyle yoğunlaşmış, partinin yeni poli tik konumu üzerine İnönü ve Ecevit arasında başgösteren çekişme, İsmet
38
Paşanın 19 7 3 'te partiden ayrılma sıyla sona ermiştir. İnönü ve çevresindeki eski kadro ların "Ortanın Soluna yükledikleri statükocu anlam, 73'ten beri tümden Ecevit'in varlığını benimsemiş CHP'yi "Demokratik Sol" parolasına yöneltti. O günün çekişmeleri içinde bu kavram, sosyal demokrasiyi eski kadroların stakükocu yorumundan ayıran bir idelojik belirlemeye dönüş müştür. 1976'da kabul edilen parti programının temelini de "Demokra tik Sol" kavramı oluşturur. Dr. Himmet Kıvılcımlı, 4 Mart 1 9 6 7 tarihli Sosyalist gazetesinde yayınlanan bir yazısında "Ortanın
Solu" parolasıyla doğan yeni ak ı mın sınıfsal içeriğini şu sö zlerle b e lirler: "Ortanın Solu. CH P içindeki Finans-kapitalist azm lığakarşı Küçükburjuva ve Hürburjuva hoşnut suzluğundan kayn ak alm ış devletçi Kapıkulu züm relerinin isyan bayra ğıdır. Bu ciddi bir durumdur." 1 Kıvılcımlı, CH P içinden gelen tepkinin iki başlı sosyal dayanağa oturduğunu belirtiyor: Küçük üret menler ve burada hürburjuvalar ola rak adlandırılan tekeldışı burjuvazi. Günün koşullarında bu iki ara sosyal gücün tepkileri, Devlet Sınıfları gele neğini sürdüren eksi devletçi kadrola rın öncülüğünde yürütülmüştür. Türkiye'de sosyal demokrasinin doğuş evresinde gözlemlenen bu orijinal durum, 60'lı yılların hareketli ortamında yaşanan büyük toplumsal kopuşmaların ve sınıfsal güç denge lerindeki ciddi kaymaların ürünüydü. Ancak, devletçi zümrelerin öncülü ğü, halkı Osmanlı toprak sisteminin
güdülen köylüsü olarak gören ve ana doğrultusunda bütün politik he deflerini "devletin bekasına yönelt miş gelenekçi kavrayışıyla, toplum sal güç kaymalarını dar statüko kalıplan içine sığdırmaya zorlamak tadır. Bu bakımdan, CH P tabanında 50'lerden beri birikerek kaynamaya dönüşmüş sosyal sınıf tepkileri, kitle sel dinamiklere karşı önyargılı ve gü vensiz gelenekçi kadroların politik tekelciliği dolayısıyla devletçi güdümlendirmenin sınırlayıcı etkileri altında kalarak karmaşık bir çalışmalar plat formuna yayılmış halde bulunur. Doğuş sürecinde taşıdığı bu özel likler açısından bizdeki sosyal de mokrat hareket, Batının Marksizm kökenli partilerinden köklü bir aynlık taşır. Avrupa'da II. Enternasyonale bağlı genel özellikleri itibariyle dev rimci sosyal demokrat partiler, 19. yüzyıl sonu ve 2 0 . yüzyılın başında geçirdikleri büyük dönüşümle Mark sizm'den hızla uzaklaşarak, aristok rat işçilerin kaygan zümre çıkarlarını benimseyen, ideolojik anlamıyla re formcu sosyal burjuva partileri hali ne gelmişlerdi. Tekelci devlet kapi talizminin siyasal ve ideolojik mekanizmalarına uyum sağlayarak evrimleşen Avrupa sosyal demokra sisi, 2 . Savaş sonrası süreçte finanskapital egemenliğiyle "sol"dan yeni bir bütünleşme yaşadı. Bu yüzden, Batılı sosyal demokrat partilerin evri mi, işçi sınıfı ideolojisinden finanskapital politikacılığına doğru aşamalı bir tarihsel gerilem eyi ifade eder. 601ı yılların sınıfsal kopuşmalannm etkisiyle finans-kapital ağlarından sıynlmaya yönelen CHP'nin yaşadığı
kabuk değişimi ise. orta tabakalar ve küçük burjuvaziye doğru gerçekleşen d ah a ileri bir politik zemine geçişi. Tekeldışı burjuvazinin reformcu özellikleri ile küçükburjuvaların burjuvalaşmaya yönelik ütopik özlemle ri, sosyal demokrasinin progmatik yapısından kaynaklanan idelojik şe kilsizliğinde kendi kaygan-elastiki bünyelerine uygun teorik bir ifade aracına kavuştular. Sosyal demokra sinin sınıfsal derinlikten yoksun amorf kavramları, Batı'da proletar yayı ideolojik olarak güdümleyen finans-kapital anlayı şına uygun bir içerik kazanırken, bizde orta tabaka lar ve ütopik burjuva etkileri altında ki küçük üretmenlerin tekeller karşı sındaki hoşnutsuzluğunu dile getiren politik ifade araçlarına dönüştüler. O nedenle, sınıf mücadelesinin gerçekliklerine uygun düşmeyen üto pik özellikleri ile daha baştan realizasyon olanaklarını yitirmiş olmasına rağmen, 1973 Seçim Bildirgesi (Ak Günlere) ve 1976 programının talep ler bütünlüğü, çoğu Batılı sosyal de mokrat, partinin programından ol dukça solda, radikal bir görünüm taşır. Kıvılcımlı, tarihsel kökeni dolayı sıyla düzenin kurumsal yapısına de rinlemesine nüfuz etmiş bir partinin tabanından yükselen bağım sızlaşm a talebini ciddiye almakta çok haklıydı. Yukarıda bir pasajını aktardığımız makalesinde "Ortanın Solu ve Kü çük Üretmenlerin" sosyal talepleri arasındaki ilişkiye dikkat çekiyor, ko puş sancılarının CHP'yi şiddetli ve keskin bir dönüşümle bir büçükburjuva partisi haline getirmesini diliyor du. Kıvılcımlının buradaki tavrı, tek yanlı platonik bir sempatiden ya da iyicil, safça bir abartmadan oldukça uzaktır. "Ortanın Solu ve Küçük Üretmenlerimiz" yazısında genel sekreter Ecevit'i sınıf gerçekliklerimi zi kavrayamamak ve küçük üretmen lerin anti-tekelci eğilimlerini ütopik tevletçilik tekerlemelerine boğarak bulandırmakla suçlar. Yeni politik akımın, genel toplumsal isteklerle tu tarlı bir bütünleşme arzulanıyorsa, küçük üretmen yığınlanna dayanma sını öğütler. Yazı, küçük üretmenle rin biricik ve en samimi dostunun iş çi sınıfı olduğunu vurgulayarak, "İkinci Kurtuluş Savaşı" (o günün po püler deyimiyle işçi sınıfı öncülüğün de demokratik devrim) çağrısıyla so
na erer. Kıvılcımlı nın yazıdaki amacı, her zaman yaptığı gibi nesnel kopuşmalara -proletaryanın devrimci çıkarları açısından- politik bir m ü d ah aled e bulunmaktır. Ancak, finans-kapital ve pre-kapitalist sermaye egemenli ğine karşı yükselen her sosyal tepki yi proletaryanın taktik yönlendiricili ği altında eğiterek pratik ittifaklara yöneltme isteği, devrimci güçlerin "derleniş olanaklarını harakete geçiremediği "anarşi" (kargaşa, dağınık lık) ortamında pratik müdahalelerle bütünleştirilemediğinden, nesnel sü reçler üzerinde istenen somut etkiyi yaratamaz. CHP, bir küçükburjuva partisi olarak değil, küçükburjuvazinin ütopik-reformist eğilimlerini ye değine alan bir tekeldışı burjuva eği limi olarak şekillenir. Finans-kapitalden bu kopuşun daha ileri bir konuma yükselememesi hangi nedenlere bağlıdır? En başta, proletarya tepkilerinin düzenden yeterli bağımsazlaşmaya erişememesine. Bu neden, sosyal kopuşmaları yönlendirecek güçlü bir proleter devrimci hareketin inşasını zaafa uğrattığı gibi .böyle bir öncü lükten yoksunluk, proletaryanın dev rimci siyasal eğitimini de güçleştir miştir. Yalnız ve ancak proletarya hareketinin güçlü siyasal etkileri, kü çük üretmenlerin sosyal tepkilerini uyararak bağımsızlaşmaya yöneltebi lirdi. Küçük üreticilerin ütopik burjuvalaşma özlemleri, sosyal bunalımla rın yıkıcı sonuçları ve proletaryanın devrimci uyarıları karşısında köklü bir çözülüşe uğramadan, düzenden gerçek bir siyasal bağımsızlaşmayı ummak hayli olanaksız olacaktır.Bu durumda özlem ve hoşnutsuzluk ara sında bocalayan küçükburjuvazi, re formist burjuva sığlığının politik avutuculuğuna kapılmaktan kendisini alamaz. Tekeldışı burjuvazide kendi hayal ettikleri "mütevazi" geleceği gören küçükburjuvaların ütopik öz lemleri, bir bakıma onun siyasal programında belli ifade araçlarını bularak kışkırtılır. Diğer yandan, Devlet Sınıflarının vesayetinde finans-kapital egemenli ği yaratarak onun siyasal aparatıyla bütünleşmiş olan C H P’nin g ele n e k se! devletçiliği ile. tıpkı onlar gibi devleti sanıflarüstü bir kurumlaşma olarak sınırlandırmaya heves duyan yaban burjuvazinin ütopik d ev letçi liği pratikte hep üst üste düşmüş, ta
bandan gelen sosyal tepkinin ilerle yişini frenleyici bir etki yaratmıştır. Devlet kapitalizmi tekeller çağının gerçeğidir. Bizde finans-kapitali ya ratan da devletçilik olmuştu. Devlet çilik hayallerinden sıyrılmadan fi nans-kapitalden gerçek bir siyasal bağımsızlaşma da mümkün olamaz dı. Kaldı ki, tekeller egemenliğinden duyduğu hoşnutsuzlukla ondan kopuşmaya girişen tekeldışı burjuvazi, işçi sınıfı ve aydın gençliğin radikalle şen kitlesel eyleminden ürküntü du yarak finans-kapitalden kesin biçim de yollarını ayırmaya cesaret edemezdi. Ecevit, "Ortanın Solu"nu
"yoksulluk çeken insanlarda biri k e c e k isyan duygullarını" "yıkıcı bir sel haline getirecek" "aşırı sol akımlar"a karşı "en sağlam duvar, en etkili set" olarak tanımlarken, (2) kendi solundaki güçlere karşı tavnnı belirliyor, finans-kapitalin gözünde açık bir meşruiyet arayışını dile geti riyordu. Böylece, parti tabanından gelen tepki, daha baştan devrim korkusu ile sınırlandırılarak piç edil me yoluna sokulmuştur.
DEVLET SINIFLARI VE CHP CHP'nin 601ı yılların sonlarında ki dönüşümünü açıklayabilmek için onun tarihsel kökeni üzerinde biraz durmakta yarar var. "Devletçilik" dö neminin "tek partisi CHP, cılız A nadolu burjuvasizi adına Kurtuluş Savaşını yürüten Devlet Sınıflarının öncülüğünde kuruldu. Devlet Sınıfla rının dayandıkları burjuva sınıf örgüt leri, Kongreler safhasında toparla nan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri olmuştur. CHP, Cumhuriyetin ilanından sonra Müda faa-i Hukukun açık bir siyasal parti kimliği kazanmasından doğdu. 1600'lü yıllardan beri derebeyleşerek toplumsal yapıyı kastlaşmaya uğratan tefeci-bezirgan sermayeye karşı Batı kapitalizminin etkisi altın da devleti modernize ederek toplu mu "çağdaş uygarlık seviyesi'ne ulaş tırmayı arzulayan Devlet Sınıflarının genç ve diri kesimleri, modern sos yal sınıfların yokluğunda, toplumsal açılımlara ön ayak olmuş, devleti kurtarmak amacıyla gerçekleştirdik leri yukarıdan eylemleriyle toplumu burjuvalaşma yoluna sokmuşlardı. Tarihsel kökeni Osmanlı devletinin oluşum sürecinde mayalandırın rol oynayan göçebe komün gelenekleri ne dayak Devlet Sınıflan, güdücü
39
D e v le t ç i zümrelerin kalburüstü kesimleri, yukarıdan aşağıya finans-kapital yaratma girişimlerine öncülük ederek, doğrudan bu oluşumun içinde yer aldılar. Finans-kapitali yaratıp besleyen Devlet Sınıfları, ona dayanarak 1950 yılma dek gene onun adına siyasal, iktidarı yürütmeyi sürdürdüler. İşte CHP, Devlet Sınıflarının koruyucu yönlendirmesi altında yürütülen finans-kapital egemenliğinin "tek parti"si oldu sosyal davranışları bakımından sınıf lardan bağımsızmış gibi görünseler de. politik eylemleri s t n ı fla r d o ğ r u lt u s u n d a gelişmiş, devrimci bir burjuva sınıfın bulunmadığı Türki ye'de burjuva devrimini de onlar ger çekleştirmiştir. Biz de toplumun, kendi ekono mik dinamikleriyle modem bir bunrjuva sınıf yaratamayışı, kapitalizmin de onların vesayeti altında kurulma sına yol açtı. 2 0 . yüzyılın kapitalizmi finans-kapitalizmdi. Sermayenin asa lak evrensel karakteri, Türkiye kapi talizmi açısından da belirleyici oldu. Antika sermayedarlığın en irileşmiş unsurları, sınırlı kapitalist sermaye ile İş Bankası ve diğer devlet banka larının kasalarında sentezleştirilerek, asalak bir finans-kapital zümresi ya ratıldı. Devletçi zümrelerin kalburüstü kesimleri, yukandan aşağıya finanskapital yaratma girişimlerine öncü lük ederek, doğrudan bu oluşumun içinde yer aldılar. Finans-kapitali ya ratıp besleyen Devlet Sınıfları, ona dayanarak 1950 yılına dek yine onun adına siyasal iktidarı yürütmeyi sür dürdüler. İşte CHP, Devlet Sınıfları nın koruyucu yönlendirmesi altında yürütülen finans-kapital egemenliği nin "tek parti'si oldu. Devlet Sınıfları, "çağdaş kap ita lizm" özlemleriyle bir modem ser mayedar sınıfı yetiştirme yoluna ç ık tıklarında, dayanmak zorunda kaldıkları güç, 17. yüzyıldan beri üre time pençelerini atarak Anadolu hal kının kanını emen antika para beyli ği ve büyük arazi sahipliğinden başkası değildi. Olamazdı da. Burju va sınıf gökten indirilemeyeceğine göre varolan sınıflar burjuvalaştırı-
lacaktı. Devlet Sınıflan bir yandan büyük toprak mülkiyetiyle içiçe geçmiş te feci -bezirgan sermayeyi bankaşirket tapınağına çekerek burjuvalaştırma çabaları güderken, öbür yan
40
dan tefeci-bezirganlığın gerici eğilim lerini de sürekli denetim altına alma ya çalışmak zorunda kaldılar. Bu du rum, tek parti yönetimi altında aşırı genişlemiş bir memurin" ordusunun bütün siyasal yaşamı donuklaştırma sına yol açtı.
"Bir sınıftan alm adan bir başka sınıfa verem ezsiniz" der Marks. Devleti kuran ve onunla bütünleşen CHP de, burjuva sınıf yaratmaya yö nelik resmi sermaye birikim politika larıyla halktan çalınan değerleri finans-kapitale aktardı. Bu acımasız soygun politikalarına karşı örgütsüz ve dağınık bıraktırılmış halkın tepki leriyse, "dev letçilik" kakofonileriyle uyutulup bastırıldı. Bu politikalar, halkın gözünde CHP'nin aşırı ölçüde yıpranmasına neden olmuş, partinin proletarya ve köylülükle arası açıl mıştır. Diğer yandan, kendisinin palaz landırdığı finans- kapitalin kır gerici liğiyle ittifakını geliştirerek denetim den uzaklaştırdığı "aşın/ı/c"larına tepkili Devlet Sınıfları ile onların bü rokratik vesayetine karşı direnen fi nans-kapital arasındaki sürtüşme, tek parti iktidarının aşınmasını hız landırdı. "Dörtlü Takrir" ile CHP içindeki politik kanallarını genişleten finans-kapital özeğilimî, 1946'da İnönü'den alınan icazetle CHP'nden koparak DP'ni örgütlemeye girişti. Ve "çok partili demokrasiye geçiş"in ilk şaibeli seçimlerinden sonra DP, 1 9 5 0 yılında sağladığı büyük oy ço ğunluğuna dayanarak hükümeti oluş turdu. Türkiye'de bir modern finanskapital zümresinin yaratılmasına ön ayak olan CHP, çelişkili politik bün yesi itibariyle bizde kapitalizmin geli şim özelliklerinin damgasını taşımış tır. Milli mücadeleyi yönlendirerek devleti kuran ve 1 9 5 0 yılına dek sür dürdüğü iktidarı boyunca siyasal kurumlarla bütünleşen bu partinin poli tik tutumu, hiç kuşkusuz Devlet
Sınıflarının gelenekçi anlayışlanyla yoğrulmuştur. Ancak, "politika sınıf ların işidir" ve Devlet Zümreleri, ger çek politika yapmaya giriştikleri her momentte mutlak olarak belirli bir sınıfa dayanm a zorunluluğuyla karşı karşıya kalırlar. Bizde de bir modem burjuva sınıf yaratma özlemleriyle yola çıkan devletçi kadrolar, nesnel gerçekliğin şaşmaz iradesine karşı koyamayarak bir asalak finanskapital zümresi yarattılar. Sermaye nin bize özgü gelişim dinamikleriyle kendi zihinlerindeki gelenekçi kalıp lar arasındaki çelişki, Devlet Sınıflannı hem finans-kapitale dayanmaya, hem de onu gelenekçi kavrayışın ka lıplan içine sığdırmaya zorladı. Önce finans-kapitali yetiştirdiler, sonra da büyük şehirlerde sağladığı ekonomik tahakkümü bütün Türkiye kırlarına yayarak biricik siyasal egemenliğini pekiştirmeye girişen finans-kapitalin güdümüne girmek, ya da onun tara fından bir kenara itilmek gibi kaçınıl maz bir sonuçla yüz yüze geldiler. Devlet Sınıfları, teorik soyutlama düzeyinde üretici güçlerin gelenek kategorisine giren bir tarihsel kan ı tıdır. Sınıf mücadelesinin canlı ger çeklikleri içinde gelenek- görenek kalıntıları, ancak sm flar doğrultu sunda haraket edebildikleri ölçüde somut aksiyon olanakları kazanabi lirler. Tarihin akışıyla bir zıtlaşma içi ne girdiği anlardaysa gelenek yaşa yan kuşakların beyninde tortulaşmış "geçmiş çağların hayaletleri" (Marx) olmaktan öte bir anlam taşıyamaz. Bu bakımdan, finans-kapital doğrul tusundaki güdücü eylemiyle CHP,
Devlet Sınıflarının vesayetinde bir fin an s-kapital partisi ya da daha uygun bir deyimlendirme ile ifade et mek gerekirse, bir devletçi finanskapital partisi olarak kaldı. Devletçilik fideliğinde palazlanıp semiren finans-kapital, 1940'lann ortalarına gelindiğinde, bütün Türki ye kırlarını kendi pazar hakimiyeti altında birleştirmeye, ülke üzerinde dolaysız siyasal egemenliğini oluştur maya yetenekli hale gelmiştir. Bu noktada, Devlet Sınıflarından bağım sızlaşan finans-kapital, içte DP ikti darının "herşeyden önce ziraat" pa rolasıyla hızla kırlara açılıp, tefecibezirgan sermayeyi acenta ve bayilik ağları içine çekerek kendi eğemenlik mekanizmalarına bağlarken, dışta uluslararası finans-kapitalle Türki ye'yi, yıpratıcı bağımlılık koşullan içi
ne iten bir bütünleşmeye doğru yö neldi. On yılda bütün Türkiye kırları nın altı üstüne getirildi. Küçük üreti cilik hızlı bir mülksüzleştirme sürecine sokuldu. Hazine topraklannın ve devlet kaynaklarının yağması, büyük şirketlere yönelik teşvik ve sübvansiyonların beslediği toprak, para ve meta spekülasyonunun art masına, yüksek oranla dış borç biri kimine, hesapsız dış ticaret vurgu nuyla bütçe açıklarının büyümesine, emisyon hacminin şişmesiyle tırma nan enfasyondan dolayı zaten tekel ci fiyatların baskısı altında bulunan iç piyasanın donukluğa uğramasına yol açtı. Ülke toprakları ordunun deneti minden uzaklaştırılmış emperyalist üsleri ve silah tepoları haline getiril di. Emperyalist sermaye ve tefecibezirganlıkla bütünleşmesi, "altıok"lu Kemalist efsanenin kendi içinden doğan kaçınılmaz inkarını yarattı. Sonuç, sınıf çelişmelerinin derinleşti rilmesi ve ülke ekonomisinin köklü bir krize sürüklenmesi oldu. DP hü kümeti eliyle uygulanan yeni finanskapital politikaları, 1 9 5 8 bunalımı nın patlak verişiyle tıkanıklığa girdi. Bu durumda sosyal sınıf güdücüsü iktidar hepliğinden, küçük bir azınlık egemenliğinin kapıkulu hiçliğine iti len Devlet Sınıfları ile finans-kapital arasındaki sürtüşme, İnönü'nün Manista’da taşa tutulması, Mecliste CH P hakkında kurdurulan "tahkikat komisyonu "yla gittikçe şiddetlenen bir politik zıtlaşm aya dönüştü. Devlet Sınıfları, tefeci- bezirganlı ğın kaypak ve sinsi gericiliğine karşı sürekli bir kuşku ve güvensizlik duy muştu. (Onların gözünde finanskapital egemenliği, hiç olmazsa sa nayi ve modernleşmeyle mazeretli dir.) Finans- kapitalin devlet vesaye tinden sıyrılıp tefeci-bezirganlıkla ittifakını pekiştirmesi. Devlet Sınıfları arasındaki hoşnutsuzluğun da asıl kaynaklarını oluşturdu. "Kanun dai resinden çıkmış tekeller soygunu, sınıf çelişkilerini arttırıp 6 0 0 yıllık "hamiyetli devlet baba'nın "itibar-ı şahanelerinde zayıflamaya yol açtık ça p olitik kaygıları yükselen Devlet çi Zümrelerin vasilik damarları ka bardı. "Milli birliğin" parçlanmasından, devlet otoritesinin zedelenmesinden ve sınıf çelişmeleri nin "sosyal patlamalar a çlönüşmesinden ürken gelenekçi CHP, fi nans-kapital "aşırılıklarının "devletçi nizam" içinde yumuşatılmasından
yanaydı. Bu yüzden İsmet Paşa, 2 7 Mayısa doğru sertleşen üslubuyla finans-kapitali "kanun yoluna çağırdı durdu. Yoksa, finans-kapitali yaratıp besleyen bir partinin, onun zümre egemenliğinin köklerine yönelik bir itirazı bulunamazdı. İsmet Paşanın tavrı, aile bütünlüğünün zayıflama sından şikayetçi yaşlı "ataerkil ba ba' nın "hayırsız büyük oğulu "nush ile" yola getirmek kabilinden öfkeli yakınmalarına benzemekle kaldı. CH P ile DP arasında sınıfsal ya pıları bakımından bir farklılık bulun maz. Biri finans-kapitalin kızağa çe kilmiş devletçi "hayalet" partisi, diğeri fin an s-kapital tefeci-bezirgan
ittifakının
siyasal
temsilcisidir.
Aralarındaki farklılık son tahlilde fi nans-kapital egemenliğinin hangi yöntemlerle yürütüleceğine ilişkin bir politik ayrılığa indirgenebilir. Bu politik farklılık, bunalımın baskısı al tında düzen-içi bir kutuplaşmaya dö nüşmüştür. Nitekim. 46'da DP kuruluşuyla CHP'nden desteğini çeken finanskapital, Bayar-Menderes politikaları nın açmazı karşısında "baba evinin kapısını usulca tıklatmaktan çekin mez. 2 7 Mayıs gecesi alt-üst olan si yasal dengelerin genel finans-kapital yörüngesine oturtulmasında, Devlet Sınıfları geleneğinden çıkmış öfkeli subayların finans-kapitalle uzlaştırılmasmda. İnönü ve CHP başrolü oy nar. “Ataerkil baba" rejimin selameti uğruna "hayırsız büyük oğulu" düştü ğü "zor dururh'dan kurtarmaya giri şir. 2 7 Mayıs finans-kapital rotasına sokulur. 27 Mayisin piç edilmesine karşı ayaklanan "sergüzeşt" subayla rın "etkisiz" hale getirilmesi ve ordu içindeki kaynaşmanın bastırılıp yatıştınlmasıyla "tren selamet rayına oturtulmuş" olur. 2 7 Mayıs Anayasası kapitalizmin sancılı gelişimi sonucu oluşan yeni sınıf dengelerine uygun olarak "reji min çerçevesi' ni genişletmiştir. Yıldı zı tekrar parlayan İsmet Paşa, artık huzura kavuşacağını düşünmekte dir.Ama işler hiç de sanıldığı gibi yü rümez. Finans-kapitalin yollannı açanlar, onun tarafından ikinci kez kenara itilirler. 1 9 6 5 seçimlerinde oy çoğunluğuyla oluşturulan AP hü kümeti Menderes'in uygulayamadığı "istikrar tedbirleri' ni yürürlüğe sokan 2 7 Mayisin sağladığı sermaye biri kim olarakları üzerinde montaj sana yine sıçramış olan finans-kapitalin
dizginsiz soygun politikalarını güç lendirir. "Kıratın Şahlanışı" ile yeni bir Menderes havası estirilir. Ancak, finans-kapitali bunalım batağından çıkartan 2 7 Mayıs hare keti. yarattığı yeni yasal çerçeve ile sosyal mücadelenin politik kanallannı da az-çok genişletici olanaklar sağladı. 50'ler boyunca bastınlan tepkiler, "nisbi özgürlük" ortamında su yüzüne çıkarak kitleselleşti. TİP'in bulanık öncülüğü altında sosyalizme yönelen proletarya ve gençlik müca delesi, AP eliyle uygulanan finanskapital politikaları karşısında TİP'i de aşarak gittitçe daha radikal bir nite lik kazanmaya başladı. Bu durumda genişleyen tekeller soygunu altında orta tabakalar ve küçük üretmenle rin birikmiş hoşnutsuzluklan, prole tarya ve gençliği saran mücadeleci ruh halinden etkilenerek, egemen zümrelerden bağımsızlaşma yoluna doğru girmiştir. Söyleyene değil, söyletene bak derler. Reel politikacı İsmet Paşaya da sosyal demokrasi telaffuz ettiren etken, CH P tabanını kaynatan bu sosyal istekten başkası değildir. 50'li yıllarda uygulanan finanskapital politikaları, kırda köylülüğün hızla çözülüp mülksüzleştirilmesine, ülkenin yeni sömürgecilik ağlarına sokulup üretken sermaye birikimi kanallarının tıkanmasına yol açmış tır. Bu sonuçlara karşı biriken yığın tepkisi, devletçi şartlandırmanın ka buğunu yırtamadığından günün tek muhalefet partisinin, "kanun daire sinden çıkmış finans-kapital soygu nuna karşı Devlet Sınıflarının kaygı larını kaynatan CHP'nin yörüngesine aktı. Kendi politik iç ka namalarından başını alıp yığınlar de nizine açılamayan ve bu yoldaki her girişimi "tek parti istibdatı'nca geriye püskürtülen TKP. 1 9 5 1 tevkifatıyla tasfiyeye uğratılmıştı. CHP tabanın da biriken küçük üretmen ve vahşi burjuva eğilimleri, aynı arsız politika "Kırat" etiketiyle karşısına dikildiğin de, proletarya ve aydın gençlik eyle minden cesaret alarak partiyi yeni bir kaynama momentine sokmuştur. Devlet Sınıflarının sosyal demokrasi telâffuzu, bir yandan sosyalizmi siv rilten sınıf mücadelesine karşı etkili bir politika barajı örmek, öbür yan dan birkez daha kanun ve gelenekçi teamül yolundan fırlamış finans ka pital uygulamalarının komünizmle ürkütülüp devletçi ütopiyle heveslen-
41
C H P ' n d e 1 2 Mart'ın netleştirdiği yol ayrımı, D evlet Sın ıfla rı geleneğinin sın ıf savaşının canlılığı içinde çözülüşüne örnek oluşturur: Bir yanda "Ordu+ CHP= İktidar” sloganıyla hareket eden finans-kapital güdüm ündeki azınlık, diğer yanda faşizm i onaylam ayan parti çoğunluğu. N ihat Erim ve Kemal Satır, tasfiyeye uğrayan finans-kapital eğilim inin en bilinen adlarıdır. N ihat E rim , 1 2 Mart hüküm etinin başbakanı sıfatıyla faşizmin sorumluluğunu üstlenir. dirilerek güdüm altına alınmış kitle ağırlığıyla dengelemek amacıyla bu noktada ortaya çıkmıştır. İsmet Paşanın muradı, tekeldışı burjuva ve küçük üretmen tepkilerini proletarya ve devrimci gençlik mü cadelesinden tecrit ed erek, 2 7 Mayıs'tan kurtardığı finans-kapitali yeni den vesayet altına sokacak devletçi statüko kalıpları içine sığdırmaktı. Olmadı olamazdı. Sosyal sınıf kopuşmaları, sınıf ve tabakaların kendi
çıkarları adına doğrudan siyaset sahn esin e çıkış kaçınılmazlıklarının birikişiydi. Finans-kapital, Devlet Sınıflannı aşarak siyasal iktidarı pen çesine almıştı. Yoksul köylülüğü top rak işgallerine, küçük üretmenleri taban fiyat protestolarına iten sınıf lar savaşının şiddeti, bunalımı devlet çi statüko içinde çözmeye girişen ge lenekçi kadroların orta tabaka ve küçük burjuva tepkilerini finanskapitalle uzlaştırma çabalarını etkisiz kıldı. Tabandan yükselen bağım sız laşm a isteği, eski kadroların politik tekelciliğini az-çok aşarak biçimlen di. Ne yardan, ne serden geçem e yen İsmet Paşa nın yaşlı bir politikacı için oldukça hazin sayılabilecek tüke nişi, sınıflar savaşının olgunlaşma sü recinde gelenek kalıntılannm kaçınıl maz çözülüşünü ifade eder.
"Politika sosyal sınıfların işidir". Toplumsal güçlerin politikayı doğru dan doğruya kendi ellerine almaya giriştiği bir momentte, Devlet Sınıflannın güdücü rolleri, mayalandığı ko şulları artık yitirmiş, erimiş ve tüken miş demektir. İsmail Cem in 12 Mart karşısında CH P tutumunu değerlendiren bir ya zısında yer almış şu sözleri, bulanık sivil toplumcu mantığına rağmen bir gerçekliğe dikkat çekiyor. İnönü, ni
hayet, tarihsel yeri bakım ından Osmanlı bürokrasisinin belki son ■\
42
örneğidir, bir zam anlar kesin ko n t rolün de tuttuğu bir bürokrasinin artık elinden tüm üyle çıkm ası o l gusuyla karşı karşıyadır. 1 2 Mart bürokrasisi artık, açıkça serm ayey le işbirliklerine girebilen ve İn ö nü'nün tanıdığı bürokrat m odelini hayli g erid e bırakm ış bir "yeni" bü rokrasidir, sın ıf ayrımları keskin leşm iş bir toplum un bürokrasisi dir. (3) Vurucu güç geleneği, sınıf çeliş melerinin derinleştiği 1 9 6 0 ve son rası ortamda kesin ve keskin sınırlar la ayrılan iki farklı kanala bölünerek sonuç alıcı etki gücünü yitirmeye başlamıştır. Birinci kanal, devletin üst kademelerinde aldıkları etkin yö netici rolleri itibariyle finanskapitalin egemenlik mekanizmalanna nüfuz etmiş ve onun basit bürok ratları haline dönüşmüş unsurlarla tanımlanabilir. İkinci kanal, halk cephesine eğilimlidir. Burada iki yönlü bir çözülme gözlenir. Birinci yönde, proletarya ile ittifaktan uzak duran, en ünlü isimleri başarısız cun ta girişimlerinden sonra burjuva libe ralizminin batağında çürümeye baş lamış, yardan ve serden geçemeyen unsurlardır, ikinci yönde, proletarya ile ittifak eğilimlerinden sosyal dev rimciliğe sıçrayan aydın gençlik un surları yer tutar. Fethi Gürcan ve T a lat Turhan’lar bu eğilimin öntiplerin'ı oluşturur. Deniz’ler, Ma hirler ise, çözülüş sürecinin olgun laşmış momentini. Burada belirleyici özellik sosyal devrim ciliktir. Tarih, geleneği, geçmişten akan diriliğin canlı bir motivasyonuna-ama yalnız motivasyonuna-indirgemiştir. CHP'nde 12 Mart'ın netleştirdiği yol ayrımı, Devlet Sınıfları geleneği nin sınıf savaşının canlılığı içinde çö zülüşüne örnek oluşturur: Bir yanda "Ordu-t- CHP= iktidar" sloganıyla
hareket eden finans-kapital güdü mündeki azınlık. Diğer yanda faşiz mi onaylamayan parti çoğunluğu. Nihat Erim ve Kemal Satır, tasfiyeye uğrayan finans-kapital eğiliminin en bilinen adlarıdır. Nihat Erim, 12 Mart hükümetinin başbakanı sıfatıyla faşizmin sorumluluğunu üstlenir. 12 Mart'ı soğuk karşılayanlar içinde "İnönü'nün tavrı, m eseleleri
kapalı kap ılar adında ve siyasal us talıklarla çözü m lem ey e alışm ış sat ranç ustası bir insanın, bürokratik g elen ek lerle yoğrulmuş, şiddetli çı kışlar yerine zam an içine yayılan yum uşak d arbelerle olayları istedi ği yön e sokan bir siyasetçinin tav rıdır”. (4) 12Mart'ta İnönü, dengeci ve uzlaşmacıdır. Finans-kapitalden bağımsızlaşma eğiliminin liderliğini üstlenen "toprak işleyenin, su kul lananın" popüler sloganıyla az-çok radikal görünen genel sekreter Ece vit ise, kurulacak Erim hükümetine olumlu bakan İnönü'ye karşı, 12 Mart'ı Yunan faşist cunta hareketine benzetir. O gün için küçük üretmen lerin taleplerini de dillendirerek yük selen tekeldışı burjuvaların sözcüsü Ecevit, darbenin kendisine karşı ya pıldığını iddia ederek genel sekreter likten çekilmek gibi politik şovlarına rağmen, faşizme karşı az-çok tutarlı bir tavır takınır.
1 2 MARTTAN SONRA CHP 12 Mart öncesinde kendini yeni leyen ve faşizmle uzlaşmayan CHP, bunun ödülünü 14 Ekim seçimlerin de büyük bir kitle desteğini kazana rak aldı. "Anahtar partisi" M SFden birkaç bakanın katılımıyla parti için de doğruluğu çok tartışılan bir koalis yon hükümeti oluşturuldu. Ecevit'i umut' haline getiren şey, ne şair ma visi gömleği, ne de karakaşı, kara gözüdür. Bunun asıl nedenini 12 Mart'ın yarattığı kitlesel hoşnutsuz lukta aramak gerekiyor. Ecevit, 'bu düzen değişmeli" sloganıyla kitlelerin düzen değişikliği özlemlerine hitap etmiş, 1 9 7 4 Af Yasasıyla faşizmin toplum vicdanında açtığı yarayı gi dermeye yönelmiştir. Bunda, kitleler arasında genel bilinç düzeyinin he nüz sosyal demokrasi ufkunu aşama mış olması ise belirleyici rolü oyna mıştır. Tekeller ve tefeci bezirganlıktan hoşnutsuz yığınlann el yordamıyla değişim arayışları, he nüz denenmemiş bir parti olarak
sosyal demokrasinin ciddiye alınma sına ve 1975'ten sonra derinleşen kriz ortamında CHP'den beklentile rin artarak yoğunlaşmasına yol aç mıştır. Finans-kapitale rağmen işbaşına gelen, bu yüzden MSP ile içeriden kuşatılmaya çalışılan CH P hükümeti, program vaatleri ve gördüğü kitlesel destek nedeniyle, Kuzey Kıbrıs'ın iş galine karşın para babalarını tedir ginliğe düşürdü. Toprağı işleyene, suyu kullanana vermeyi vaad eden, tekellerin ekonomik etkinliklerini sı nırlandırmayı ve devletin ekonomi deki rolünü güçlendirmeyi isteyen CHP, bütün ütopik projelerine rağ men, kitlelerin taleplerinden cesaret alarak uygulamaya girişebilir miydi? Sosyal demokratlann vaatlerini cid diye alan kitlelerinse bundan daha ileri taleplere doğru yönelme eğilimi ne girecekleri açıktı. 27 Mayıs'ın getirdiği sınırlı hakla rı çok geniş bulan ve 12 Martla bol gelen elbiseyi daraltmaya girişen finans-kapital, petrol fiyatlarındaki yükselişin şokuyla ekonomik istikrar sızlık güçlenir, kitle tepkileri yeniden yükselişe geçerken, geçmişinde göz lendiği üzere en basit demokratik öz lemlere bile tahammülünü yitirmeye başlamıştı. Finans-kapital, sosyal de mokratların kendisine rağmen iktida rı yürütmesine izin veremezdi. Böylece M SP Koalisyondan çekilerek CH P hükümeti düşürüldü. Ardından MC hükümetleri ve faşist saldırıların devlet desteğiyle tırmandınldığı yeni kriz ve baskı dönemi geldi. Faşizmin yeniden yükselişine karşı olumlu tavır alan Ecevit. iki MC hükümeti arasında yapılan se çimlerde (1977) gene en fazla oyu toplayıp bir azınlık hükümeti oluştur du. Ama Meclisten güven oyu ala madığı için bir ay içinde çekilmek zorunda kaldı. CHP'nin iki de bir iktidardan püskürtülüşü, faşizm ve sömürüden bezmiş halk yığınlarının sosyal de mokrasi yönündeki umutlarını kö rüklemiştir. Sosyal demokratların gü nümüzle kıyaslandığında şaşırtıcı ölçüde keskin görünen siyasal retori ği de kitle tepkilerinin o günkü bi çimlenişine az-çok uygun bir özellik taşıyordu. Ancak faşizmin tırmanışına karşı işçi sınfı ve devrimci gençlik hareke tinin daha üst seviyede yeniden yük selişe geçtiği 1 9 7 5 -7 7 dönemi sos
Büyük ş e f İnönü 12 Mart'ta den geci ue uzlaşmacıdır. yal demokrasiyi iki ateş arasında bı rakarak günümüzde de hâlâ içinden sıyrılamadığı ve bu koşullarda sıyrıl ması da mümkün gözükmeyen bir politik açm aza doğru sürükledi. Ekonomik bunalımın yıpratıcı etkile riyle sarsılan tekeldışı burjuvazi, yu karıdan gelen yoğun faşist terör ile aşağıdan yükselen işçi sınıfı ve genç lik mücadelesinin devrimci baskısı arasında kararsız bir bocalamaya düşmekten kaçınamadı. Artık karşılıklı açık siyasal zor araçlarının kullanımını da kaçınılmaz kılarak keskinleşen sınıfı mücadelesi, siyasal güçleri ekonomik bunalım karşısında net çözümler üreterek saf laşmaya doğru zorluyordu. Halk güçlerine "ya faşizm , ya devrim" ikilemini dayatmaya başlayan sınıf mücadelesi, tekel dışı burjuvaziyi ür küten. kahredici bir zorunluluk hali ni almıştı. Yaygınlaşan grev ve direnişler, tekellerin ekonomik baskısı altında zora düşmüş küçük ve orta işletme ler açısından öldürücü etkiler yaratır. Büyük tekelci işletmeler, çok uzun süren grev ve direnişlere karşı aylar ca dayanabilme şansına sahiptirler.
Zor durumdaki küçük ve orta işlet meler içinse iş bırakma eylemleri, if las çanlarının gürültüsünü dokuz köyden duyulur hale getirir. O yüz den sanayileşmenin gelişmesi için si yasal programlarında işçilerin satın alma güçlerini yükselterek meta arzı nı genişletme amacını savunan tekel dışı burjuvalar, sendikal direniş karşı sında çoğu kez tekellerden dahavahşi ve tahammülsüz davranırlar. Hele bir de sendikal direniş, politik taleplerle bütünleşmeye başlamışsa. Sosyal demokrasinin yani hükü metin amacı, en başta bu pratik te mel üzerinde yükseldi. ö te yandan, devlet desteğindeki faşist milislerle devrimci güçler ara sındaki silahlı çatışma ortamının ge nişlemesi, klasik parlamento yön temlerini idealize eden sosyal demokrasinin ilkelerini sarsarak, bağnazlaşmaya yol açan bir rol oy namıştır. Üstelik parti tabanında kü çük üretici ve gençlik kesimlerinin devrimci hareketten etkilenmeleri, il çe ve gençlik örgütlerinin devrimci güçlerle yerel işbirlikleri içine girme leri, tepedeki burjuva eğilimini iyiden iyiye tedirginliğe uğratarak, tasfiye
*■
43
H a lâ C H P 'n in mirasını yiyiyorla r.
politikalarını gündeme getirdi. Finans-kapital, sosyal demokrasi nin ikircikli ruh halini gözden kaçıramazdı. öncelikle işçilere ve devrim cilere yöneltilmiş faşist katliam politikası, önde gelen demokrat ay dınları ve doğrudan CH P üyelerini hedef alanı içine alarak genişletildi. Zamanın İçişleri Bakanının deyimiy le "öldürülenler normal CHP'liler de ğil. anormal CHP'lilerdi". Sosyal de mokrasi üzerindeki bi yassı/tma politikası amacına kolayca ulaştı. Fi nans-kapital ve halk hareketi arasın da bocalayan tekel dışı burjuvazi, ça reyi tekellerle uzlaşmakta aradı. Sosyal demokrasinin işçi hareketi ve devrimden duyduğu korku, finanskiptalden duyduğu hoşnutsuzluğa ağır bastı. 1978'd e AP ve diğer küçük par tilerden transfer edilen 11 milletveki li ile gizli bir CHP-AP koalisyonu oluşturan Ecevit, finans-kapitalle uz laşarak halk hareketini yatıştırma politikasına yöneldi. Daha önce ba şarısız kalan toplumsal anlaşma kampanyasıyla (Halil Tunç Başkanlı ğındaki Türk-lş İlerlemeci DİSK Y ö netimi ve CH P arasında kotarılmış tı). İşçi hareketine sinsice saldırmayı planlayan Ecevit, K. Maraş olayları nın ardından finans kapitalin o çok arzuladığı sıkı yönetim uygulamasını başlattı.
İsm ail Cem , finans-kapitalin CH P hü kü m etiyle am açladığı h e d efi açıklıyor: "Ekonominin ve ser mayenin ihtiyaç duyduğu bütün sevim siz ön lem leri h ü kü m ete a l dırtm ak b öy lece CHP'yi onu d es tekleyen, kitlelerin gözü n de zor durum da bırakm ak, daha sonra da
ek o n o m ik sorunları ve d eh şet tır manışım da g e rek ç e g östererek hü küm eti düşürm ek". (5) Doğru söze ne denir? CHP'nin 12 Mart çıkışındaki hükümet dene yiyle 1978'deki hükümet amacı ara sında ’finans-kapitale rağmen' ve 'fi nans-kapitalle uzlaşarak' deyimleri arasındaki fark ölçüsünde keskin bir zikzak bulunur. CH P hükümeti kendine "iki te m el görev" seçtiğini açıklayarak iş başına gelmiştir:
"1- Cangüvenliğini g erçekleştir m ek, 2- Dış siyasal ilişkileri dü zeltm ek ve ekon om in in dış kay naklarını h a r ek ete g eçirm ek." (6) Türkçesi: Devrimci hareketi halktan tecrit ve IMF reçetelerinin uygulanışı. CHP, finans-kapital par tileri yıpranınca, onu bunalımdan çı kartma sorumluluğunu üstüne almış tır. Tekeldışı burjuvazi açısından bu nalımdan çıkışın iki yolu olabilirdi. Finans-kapitalle b erab er veya finans-kapitalsiz. Biri sosyal demok rasiyi sosyal faşizme kaydırır (ki 1 9 7 8 ve onu izleyen iki yıllık dö nemde CHP. 12 Eylül zemininin örülmesine isteyerek ya da istemeye rek katkıda bulunmuştur), diğeriyse demokratik devrim cephesinde yer almaya götürür. 12 Eylüle doğru tekel dışı burju vazi, işçi hareketi ve devrim tehdidi nin yükselişi karşısında finanskapitalsiz yapamayacağını anladı. Bu. tekellerin sınırlandırılmasına da yalı programatik taleplerin çok fazla gerisine düşmek demektir. Sosyal demokrasi, finans-kapitalin istikrar politikalarını uygulayarak, işçi sınıfı
ve halk hareketinin sönümlendirilmesi zemininde bu ortaklıktan tekel dışı burjuvazi için bir çıkış yolu yarat ma serabına kapılmıştır. Ancak, bu seçimin bir de öbür yüzü vardır ki, o da küçük burjuvazi den kesin bir kopuşmayı göze almak anlamına gelir. Teslimiyetçi bir ruh hali içinde tekellerle açık bir uzlaş maya girerek küçük üreticiliği yön lendirmek mümkün olamazdı. Nite kim, 1969 sonrasının "toprak işleyenin, su kulananın" gibi küçük üretmenlerin taleplerini dillendiren sloganları 1978'lerde tümüyle unu tulmuştur. Kaldı ki, küçük üretmen yığınlarının düzene karşı protestoları yayılırken, tekel dışı burjuvazi finanskapitalle arasındaki mesafeyi derin leştirip çatışmayı göze almadan kü çük burjuvazinin radikalleşmeye yö nelen taleplerini de omuzlayamazdı. Tekellerle uzlaşması, sosyal de mokrasinin bütün gerici içyüzünü or taya sererek, ona umut bağlayan yı ğınlarda derin bir hayal kırıklığı yarattı. İlk anda CHP'den vaatlerini gerçekleştirmesini bekleyerek kıs men durulan kitle hareketi, umutlar boşa çıkınca yaygın toplumsal hayal kırıklığı ortamında düzen dışı arayış lara yöneldi. Devrimci mayalanma kitleler arasında hızla yayıldı. 1 9 7 9 Senato seçimlerinde CHP'nin önem li ölçüde oy kaybına uğraması, sos yal demokrasiden umudunu kesen kitlelerin sosyalizme yönelmeye baş ladığına dair en belirgin işaretlerden sayılabilirdi. Bütün bu gelişmelerin doğurdu ğu iki önemli sonuç olmuştur. Birin cisi, CHP'nin içinde bir çatlamanın baş göstermesidir. Tekellerle uzlaş-
ma politikası küçük burjuvazinin ta leplerinden ve kitlesel protestoların dan az çok etkilenen sol kanatla, teslimiyetçi merkez yönetimi (Baykal-Topuz ekibi önce bu sırada ken dini göstermişti) arasındaki çelişme ler büyümüştür. Ancak, burjuva sosyalizminin onmaz kuyrukçuluğu, küçük burjuva devrimciliğinin günü birlik mücadele anlayışı yüzünden, devrimci hareket CH P içindeki bu çatlamadan kendi lehine yararlan mayı başaramamış, sol kanadı CHP'den kopartarak halk hareketi ne kazanmak mümkün olmamıştır. ikinci ve asıl önemli sonuçsa, Devrimci Yol un güçlenerek halk ha reketinin pratik öncülüğüne yüksel mesidir. Ekonomik krizin yıkıcı etki leri altında radikal tepkilere yönelen küçük üreticilik, sosyal demokrasi den kopuşarak daha ziyade Devrim ci Yol çevresinde yığılmaya başla mıştır. Dev-Yol öncülüğünde gerçekleşen tütün, fındık, çay, pan car mitingleri bunun en tipik göster geleriydi. Fatsa ve Çorum barikatları da, yoksul köylülğün 1969'daki top rak işgali eylemlerinden sonra kırda yaşanan en devrimci ve 12 Mart ön cesinden daha yaygın etkilere ulaşan direnişler olmuştur. Fatsa ve Çorum barikatlarının Tariş-Gültepe direnişiyle eş zamanlı patlaması hiçbir şekilde rastlantı ola rak nitelendirilemez. Tekel dışı bur juvazi küçük üreticilikten kopuşarak finans-kapitale teslim olurken, küçük üreticilik proletarya ile ittifak zem i nine sıçramıştır. Bu sancılı gelişme nin politik düzeydeki en önemli ürü nü Devrimci Yolun "Devrimciler N e İçin Savaşıyor" başlıklı program taslağında şekillenen küçük burjuva dem okrasi anlayışıdır. Küçük burjuva demokrasisinin program düzeyine yükseltilmesinde Devrimci Yolun attığı ilk adım 12 Eylülle gelen liberalizm dalgasında boğuldu. Kendi zaaflannın altında ezilen Dev-Yol, eski zemininden çark ederek liberal küçük burjuva ay dın karakteri ağır basan mirasyedi topluluklarına bölündü. Gelecek üzerine spekülasyonlar üretmek bizim işimiz değil. Ancak, toplumsal mücadelenin yeniden yük selişine bağlı olarak Dev-Yol'un eski zemininden yola çıkan bir küçük burjuva partisinin oluşumu da tüm den olanak dışı sayılamaz. Bugün Devrimci Yol mirasına bağlılık iddia
C je le c e k üzerine spekülasyonlar üretmek bizim işimiz değil. Ancak, toplumsal mücadelenin yeniden yükselişine bağlı olarak Deu-Yol'un eski zemininden yola çıkan bir küçük burjuva partisinin oluşumu da tümden olanak dışı sayılamaz. Bugün Devrimci Yol mirasına bağlılık iddiasında bulunan arkadaşların bu olanağı araştırmaları en samimi dileğimizdir. sında bulunan arkadaşların bu olana ğı araştırmaları en samimi dileğimiz dir. Kendi iddialarıyla tutarlı davranış göstermek eğiliminde bulunuyorlar sa, yapmalan gereken şey de budur.
1 2 EYLÜL VE SOSYAL DEMOKRASİ 12 Eylül, halk hareketi ve eko nomik bunalımın baskısıyla kuduran finans-kapitalin anayasa, parlamen to, siyasi partiler gibi yumurta küfe lerini sırtından atışıydı. Kendi politi kacılarını bile feda etmekten çekinmeyen parababaları, zafer ara balarına bağladıkları, sosyal demok rasiye vefa borcu duyabilirler miydi? Uzlaşmanın ödülü, partinin kapatıl ması ve mal varlığının Hâzineye dev redilmesi oldu. CHP'nin devrimden korumaya çalıştığı "demokrasi", fa şizm tarafından rafa kaldırıldı. 12 Eylülden önce teslimiyet cep hesinin başını çeken Ecevit, yılgınlı ğa kapılarak panik içinde pratik poli tikadan çekildi. Eski mesleği olan gazeteci-şairliğe geri döndü. 1 9 8 1 yılında çıkardığı Arayış dergisinin sü tunlarından yenilen devrimci hareke te şimşekler yağdırdı. Faşizmin so rumluluğunu, "terör ortamı" yaratarak orduyu davet eden (!) dev rimci harakete yükleyip finanskapitali aklamaya, kendi kişiliksiz uz laşma zeminini savunmaya çalıştı. "Can ve mal güvenliği" derdine düşmüş tekel dışı burjuvalar, "anarşiterörü" ezmeye giriştiği ölçüde 12 Eylül'ü desteklediler. Ama ne zaman ki 12 Eylülün işçi eylemini bastırıp devrimci halk haraketini tasfiye et mekle yetinmeyeceği ortaya çıktı, 2 4 Ocak kararlarının mantıksal so nuçları kendini göstermeye, küçük ve orta işletmeler kapılarına kilit as maya, orta tasarruf sahibi parasını banka ve bankerlere kaptırmaya başladı, işte o zaman sosyal demok rasi mız mız bir muhalefet gösterisi
ne girişmek zorunda kaldı. Necdet Calp'in başkanlığındaki Halkçı Parti, CHP potansiyelini te kellerin ideolojik ağlan içinde erit meyi amaçlayan sosyal d em okrat
görünümlü bir finans-kapital partisiydi. Finans-kapitalin 83'de zorlan dığı demokrasicilik oyunu, istenme yen sonuçlar doğurup faşizmin yapay müdahalelerle politik ortamı yeniden düzenleme çabalan suya dü şünce, Halkçı Partinin sosyal f a şizm deneyi de çöküntüye uğradı. Fakat, 1 2 Eylülün dayattığı poli tik çerçevedeki ilk gedikler tekel dışı burjuvaların mız nazlanmalarıyla açıl madı, finans-kapitalin tabansız istik rarı kendiliğinden delindi. Sosyal de mokrasi, ancak bu delikten kafasını ihtiyatla uzatabildiği ölçüde sesini çı kartabildi. Bu nedenle, finanskapitalin HP başarısızlığı, sosyal de mokrasinin hanesine çizilmiş bir olumluluk işareti sayılamaz. Tersine, kapatılan CH P’nin bugünkü ardıllan, sosyal demokrasinin 1 9 6 9 -1 9 7 7 dö neminde izlediği politik çiğinin çok daha gerisine savrulmuş durumdadır lar. Onların 1 2 Eylül sonrasındaki çı kış noktalarını, 1978'deki teslimiyet çi uzlaşma tutumlan oluşturmaktadır ve bugünkü halleriyle "Ortanın so lunda değil, burjuva siyasal yelpaze sinin merkez-sol partileri durumun da" bulunuyorlar. Eski CHP'nin tekel dışı burjuva lar ve küçük üretmenler olmak üzere iki sosyal ayağı bulunuyordu. Bugün kü sosyal demokrat partilerin en önemli farklan, parti içinde eskiden de zayıf kalmış olan küçük burjuva sosyal ayağını tümden kesip atmış olmalarıdır. İşçi sınıfı ve sosyalizme sırt çevirerek tekellerle mücadele eden ve bu yüzden şapa oturan sos yal demokrasi, kimi sosyal demok ratlara "sapma" olarak görünen 7 8 sonrasının tekellerle uzlaşma politi kasını ana karakter olarak benimse miş, 12 Eylülle açılan yeni dönem açısından konuşursak, tekellerin gü-
45
dü m ün de politika yürütmeyi daha baştan kabullenmiş durumdadır. T e kel dışı burjuvaziyi kendi celladına boynunu uzatmaya zorlayan teslimi yetçi içgüdü, işçi sınıfı hareketi ve devrim korkusu, sınıflar savaşının günlük dalgalanmalarıyla birikerek güçlenen radikalleşme eğiliminden duydukları ürküntüdür. Yoksa finans-kapital sosyal demokrasiye te cavüz etmedi. Sosyal demokrasi, ki şiliğini dostunun ayaklan altına sermekte, marazi heyecanlar keşfe den sapık aşüfte rolüne kendi arzu suyla soyundu. Bu durum, günlük siyasal retorik leri arasındaki önemsiz farklılıklar dı şında, aynı zemini paylaşan SH P ve DSP'nin programlarında da, her günkü politik tutumlarında da açıkça gözlenebilir. Ekonomideki devlet denetimini güçlendirmeyi, doğal kaynaklar, stratejik sanayi kolları ve savunma sanayiinin dış politikayı etkileyebile cek dallarında, ağır sanayi ve ekono miyi yönlendirmede büyük önem ta şıyan ara malları ve yatırım malları sanayinde devletin etkinliğini savu nan, bu alanlardaki özel yatırımların sınırlandırılmasını amaçlayan; devle tin özel sermayeyle ortaklık kurması nı reddederek daha önce kurulan or taklıkların bir program içinde sona erdirilmesini, kamu hizmetleriyle ilgi li altyapı projelerini devletin kendisi nin yapmasını, piyasanın halk yara rına düzenlenmesi için devletin düzenleme satışları gerçekleştirmesi ni isteyen, iç ve dış ticarette aracılık aşamalarını gereksiz gören 7 6 CHP programının tersine, SH P progra mında özelleştirmelere karşı çıkılma sına rağmen devletçilik anlayışında daha sınırlı bir tanımlama göze çarp maktadır. (SHP, geçen sürede daha geri adım atarak, özelleştirmelere karşı olmadığını, ancak hisse senedi satışlannda yerli sermaye ve halka ağırlık tanımak istediğini belirtir hale geldi.) Hatta sivil toplumcu DSP, devletçilik ilkesini tümüyle progra mından çıkarmıştır. CH P progra mındaki "büyük anapara çevrelerinin bankacılığı kendi egemenlikleri veya denetimleri altında bulundurmaları
SHP
İsmail Cemde başkanlığa oynamıştı
önlenecektir" şeklindeki nispeten açık ifade yerine SH P programında "Holdinglerin sahip oldukları banka ları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmelerine son verileceği" gi bi çok daha geri ifade biçimleri be nimsenmiştir. D SP ise, özel bankala rın birer kamu kuruluşu gibi çalışmalarını sağlamaktan yana oldu ğunu ifade ediyor. Tekelci işletmele rin ve bankaların kendi çıkarları doğ rultusunda faaliyet göstermelerini nasıl engelleyebilirsiniz? Hele hele onların kamu kuruluşu gibi çalışma larını nasıl sağlayabilirsiniz? Bu man tıkla sırıtan aptalca hayaller bir ya na. bütün bu saçmalıkları tekellerin gölgesine sığınarak nasıl gerçekleşti receğini ifade etmekten sosyal de mokrasi sürekli kaçınmaktadır. Her iki partinin programında taleplerin sık sık "çelişik", "yetersiz" , "belirsiz", "muğlak" ifadelerle geçiştirildiğini bizzat sosyal demokrasi teorisyenlerinin kendileri belirtmektedir(7) 'Toprak işleyenin..." parolasına ve orta köylülüğün taleplerine denk dü şen ütopik köy-kent projelerinden ise hiç söz edilmemektedir. CHP programında tekellerin devlet denetimi altına alınarak sınır landırılması -devletin sınıfsal karakte rini gözardı eden ütopik mantığına rağmen- ana eksen olarak benimse niyordu. Proletarya açısından önem li olan mülkiyetin devlete ait olması değildir. Asıl önemlisi, devlet mülki yetinin hangi sınıfların çıkarları doğ
bedeli finans-kapitale mi ödettirecek? Bunu düşünmek fazla saflık olurdu. Bedeli ödeyecek olanlar belli. Ancak bunalım faturasını işçi sınıfı ue halka ödettirmenin SH P açısından da bir bedeli olmalıdır. 46
rultusunda kullanılacağıdır. Devlet mülkiyetinin kullanımını belirleyen bütün faktörse, devletin kimin elin d e bulunduğu sorununa gelip daya nır. O yüzden, her devletçi uygula ma mülkiyetin toplumsallaştırılması anlamına gelmez. Aksine, kapitalist devletçiliğin nasıl azgın finans-kapital sömürüsü yarattığını, devlet kapitalizminin mali sermaye egemenliğinden aynlamayacağmı, Türkiye'de yaşayan, Avru pa'daki gelişimi az çok tanıyan her bilinçli işçi çok iyi bilir. CHP programının bu temel za yıflığı, onun pratikte finanskapitalden bağımsız bir çizgide tu tunmasını engellemiştir. Fakat bu ütopik kavrayış, bütün pratik zaafına rağmen, teorik planda tekel dışı bur juvazinin bağım sız zem inini oluştu rur. 'T eorik amaç ve pratik tutum arasındaki çelişme zaten onun alınyazısıdır. CHP, devlet sınıflannın vesayetçi geleneğinden, onunla esinlenmiş, motive olmuş tekel dışı burjuvazinin ütopik devletçiliğine doğru evrimleşmişti. Şimdi, sosyal demokrasi, te keller güdümü altında politika yürüt meyi ana karakter olarak benimseyen tavrıyla, devletçi gelene ğinden kopma yoluna girmiştir. Sivil toplum teorilerinin kazandığı popü larite, SH P ve en çok DSP progra mında gözlenen İsveç taklitçiliği, bu nun göstergesidir. Ancak tekel dışı burjuvazinin tes limiyetçi tavrına uygun düşen sivil toplum stratejilerinin bizde nasıl bir "yeni tür devletçilik" olarak kavranıl maktan öteye geçemediğini M. Yılmazer Devrimci Demokrasinin Prog ramı (Çağdaş Yol sayı 2) yazısında göstermişti. Aradaki fark, piyasa un surlarının teoride kazandığı ağırlık tan ileri gelir. Burjuva iktisadı zaten, bir serbest piyasa idealizasyonudur denecek. Bu doğru. Hatta, tekel dışı burjuvazinin serbest rekabet özlemle ri açısından çok daha doğru. Ama günümüzde kapitalist piyasa üzerin deki tekelci baskı, tekeldışı burjuvazi yi devletçilik idealizasyonuna itmek tedir. Bu nedenle, devletçi anlayıştan gerileme ve piyasa eko nomisinin teoride kazandığı önem, finans-kapitale açık bir teorik meşru iyet kazandırılması, finans-kapitalsiz yapılamıyacağının kesin ilanıdır. Sivil toplumcu "alternatif", planlı devlet müdahalesiyle serbest piyasa dina-
S o s y a l demokratların PKK eylemleri karşısında hükümet politikalarını desteklediklerine dair yaptıkları açıklamalar, Ozal'ın çağrısıyla toplanan "terör zirvesi" tartışmaları ve yeni Takrir-i Sükun'a verilen yandan yırtmaçlı destek, Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi varolduğu sürece, sosyal demokrasinin finans-kapital güdüm ünde politika yürütmekten kaçınamayacağını gösteriyor. miklerinin sentezi olarak sunuluyor. Bunun günümüzde kazandığı anlam, "tekelci devlet kapitalizmi kabulü müzdür, finans-kapitale rağmen de ğil onunla uzlaşarak politika" sözün den öteye gitmez. Biz sizin üstünlüğünüzü tanıyoruz, ama siz de bizi biraz gözetin, efendim! İsmail Cem, sosyal demokrasiyi, sermayenin (Siz finans-kapital anla yın) "akılcı ve iyiniyetli m uhatabı" olarak tanımlıyor. (8) Ondandır, "akılcı" ve "ihtiyatlı" SHP'nin oldukça "iyiniyetli" gösterileri. 1 Mayıslardaki gerici tavır, Kürt sorununun bayağı reformist dile getirilişine bile vahşi bir öfkeyle saldınş, cezaevlerindeki açlık grevlerine tepki, direnen öğ rencilerin polise teslim edilmesi, Sol kanada yönelik tasfiyeci operasyon, Bolu-Taksim toplantılannda finanskapitale "Biz sosyal d em o kra tlar
dan boşuna korkuyorm uşuz yahu" dedirten bağlılık yeminleri, aslan ter biyecileri önünde diz çöküp boyun büken Baykal ekibinin parti içine döndüğünde despotik fırsatçılığı. Fınans-kapitalin sosyal demokra si üzerindeki ehlileştirme politikalannın sadık maşası Deniz Baykal ye min billah ediyor: "Bakın biz artık uslu olduk. Eh, artık siz de bizim şu alternatif olmayan alternatifimizi ta msanız". Baykal'a göre, "alternatif" sorununda kilit noktası, enflasyonla mücadele. Finans-kapital ekonomisi nin koşulları içinde bunun ancak hal ka kemerleri daha da sıktınp, işçi hareketine saldırmakla mümkün ola bileceğini görüyor olmalı ki şunlar söylüyor: "Sac/ece enflasyonu den etim a l
tına alm anın ön em ini an lam ak ve kavram ak yetmiyor, onun an cak ciddi bir b ed el ö d e y erek dü zeltile bileceğini d e unutm am ak g erek i yor. Birinci n okta g ele ceğ e yönelik siyasi kararlılıksa, İkincisi bunun ötesin d e siyasi bir b ed eli g ö z e al m akla ilgilidir". (9)
SH P bedeli finans-kapitale mi ödettirecek? Bunu düşünmek fazla saflık olurdu. Bedeli ödeyecek olan lar belli. Ancak bunalım faturasını iş çi sınıfı ve halka ödettirmenin SH P açısından da bir bedeli olmalıdır. O bedel, SHP'nin sınıfsal kimliğindeki değişim sancısıdır. Bugün SHP'yi tekeldışı burjuvazinin öz eğilimi ola rak tanımlama olanağı kalmamıştır. Sosyal demokrat partilerin günü müzdeki karakteri, tekeldışı burju
vazinin fin an s-kapital le uzlaşma eğilim lerine sözcülük etmeleridir. Şimdi Deniz Baykal liderliğinde SHP, finans-kapital politikalarının sözcülüğüne doğru giden yolla hayli adım atmış görünüyor. Baykal ve ekibi, bu yolda "siyasi kararlılıklarım" belirtiyorlar. "Demokratik Yenilen me" programıyla legalleşmeyi bekle yen T B K P ise, sosyal demokrat par tilerin sağa kayışından doğan özeğilim boşluğunu doldurmaya pra tik olarak adaylığım koymuş bulunu yor. SHP'nin bu değişim sancısı yo ğunlaştıkça, hizipler arası çatışma ve gerginlik de yükselmektedir. Kürt milletvekillerinin ihracı ve bunun ar dından gelen istifalar, içerdeki çatla ğın kopma noktasına getirilişi oldu. SH P’ye egemen olan gerici tutum, partinin kendi program zemininde yer alan cılız halk etkilenmelerini bi le içine sindiremedi. Partinin şovenist dokusu, doğudaki ulusal müca deleden cesaret alan reformist Kürt burjuva eğilimlerini hazmedemedi. Tekellere yakınlaşmada sorun olan bu eğilim, Baykal'cı yönetinam ani bir darbesiyle kesilip atılarak parti den uzaklaştırıldı. SH P, bir demok rasi kamburunu da böylece sırtından attı. Sosyal demokratların PKK ey lemleri karşısında hükümet politika larını desteklediklerine dair yaptıklan açıklamalar, özal'ın çağrısıyla topla nan "terör zirvesi" tartışmaları ve ye
ni Takrir-i Sükun'a verilen yandan yırtmaçlı destek, Kürt Ulusal Kurtu luş Mücadelesi varolduğu sürece, sosyal demokrasinin finans-kapital güdümünde politika yürütmekten ka çınamayacağını gösteriyor. Kuşku suz "kısa günün küçük karlan"na ar tık pek sıcak bakmayan halk yığınları da gittikçe radikal çıkışlara doğru eğilim biriktirirken, sosyal de mokrasi kitleler arasında kedici mev ziler aramaktan köşe bucak kaçar hale geliyor. İşçi sınıfı ve Kürt köylü lüğünün SHP'ye desteğini önemli öl çüde sarsmasına rağmen, BaykalInönü işbirliğiyle yürütülen politika lar, derinleştirilerek sürdürülüyor. SH P, tekellere "kararlılığını" gösteri yor. SH P sağa doğru yuvarlandıkça geride kalan boşluğu, gerek bu ze minde tutunamayan Yeni demokra tik oluşum'culur, gerekse bu boşluğu soldan TBK P ve TBKP'lilerin de içinde bulunduğu yasal Marksist par ti girişimcileri doldu. Sonuç olarak SH P, finanskapital politikacılığına doğru evrilirken, burjuva sosyalizmi de sosyal de mokrasinin basit bir nüansına dönüş mektedir. Onların sosyalizmden bu açık kopuşları, sosyalist ortamdaki siyasal saflaşmaların netleşmesi açı sından olumlu sayılabilir. Ancak SHP'in gittikçe halkın gözünden düş tüğü ve güven yitirdiği bir ortamda, yasal "Marksist" partiler,sosyalist maskeli denenmemiş yüzleriyle yeni bir tehlike yaratmak eğilimindedir ler. Sosyal demokrasiden kopuşan yığın tepkilerinin TBK P vb. zeminin de çürütülmesine karşı uyanık olma lı, her türden burjuva reformist anla yışa karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz.
DİPNOTLAR: 1Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Or tanın Solu ve Küçük Üretmen lerimiz. 2Bülent Ecevit, Ortanın So lu. 3İsmaiI Cem , Siyaset Yazı lan. _ 4 - İsmail Cem , A.G.E. 5 - İsmail Cem , A.G.E. 6 - İsmail Cem , A.G.E 7 - Şahin Alpay-Seyfettin Gürsel, SH P-D SP/Nerede Birleşiyorlar, Nerede Aynlıyorlar? 8İsmail Cem , Engeller ve
Çözümler.
47
Dünün "Sosyalistleri bugünün feministleri
1
Gökçe DEMİR
" m » adem ki, kölelerin köI V r l leleri, ezilenlerin en A " M ezileni bile sosyalizm yolundan giderek kendi kurtu luşları için savaşm aya kalkıyor lar, şimdi artık dünya p roletar ya devriminin utkusundan kim kuşku duyabilir?" V.İ. Lenin 12 Eylül 1 9 8 0 , sosyalist çevrele rin kendi kendileriyle hesaplaşmala rının kapısını açtı, örgüt içi demok rasi anlayışından, dış politik değerlendirmelere kadar sosyalist çevreler yenilginin nedenlerini açığa çıkarmaya, yapılarını değişen koşul lara uydurmaya çalıştılar. Her yenilgi döneminde olduğu gibi, kimisi zemi ninden daha sağa kimisi de daha so la savruldu. 8 0 sonrasında sosyalist çevrelerin oldukça duyarlı oldukları bazılannm yeni keşfettikleri bir alan vardı. Kadın sorunu. Yazımızın ko nusunu kadın hareketi konusunda sağa savrulanlar, reformist-uzlaşmacı zeminlerini iyice sağlamlaştıranlar oluşturuyor. 8 0 öncesinde kadın sorunu ve örgütlenmesi noktasında teorik yok sulluk içinde bulunan ve bilimsellik ten uzak uygulamalara giden burjuva sosyalistleri ve küçükburjuva sosya listleri her konuda olduğu gibi kadın konusunda da yeniyi keşfettiler. "Er kek örgütleri içinde kadınlar ikinci sı nıf oluşlarını sürdürmekten başka bir işe yaramadılar". Bu tesbitle geriye dönük inkar başladı. Suç, hareketi oluşturan ve yönlendiren teoride ve teorinin pratiğe yansımasında değil, onu yönlendiren erkeklerdeydi. Hal böyle olunca örgütler erkek örgütü.
48
kadınlar da geri işlerin sessiz uygula yıcıları konumundaydı. İnkar bir ke re başladı mı dur durak bilmiyordu, ö n c e kadınlara daha doğrusu kendi yapıları içinde yer almış/yer alan ka dınlara günah çıkartılırken, bu daha sonra tüm kadınlara yöneldi. Geç kalınmışlığı sürdürmemek için artık kadın sorunu konusunda bir şeyler yapmanın vakti gelmişti. Geçmişin darlığından ve sekterliğinden "yeni" bir çalışma anlayışına atlanıyordu. Yeni kavramlar bulundu, sınıf müca delesine paralel akan demokratik ör gütlenme anlayışlarının sahip olduğu tarihsel kavramlar ya bir daha keşfe dildi ya da reforme edildi. Çoğulcu luk, geniş tabanlılık, örgüt içi de mokrasi, cins ezilmişliği doğrultusunda cins örgütlenmeleri nin savunulmasının gerekliliği... Geçmişin alışkanlıkları pek çok kez yakalarını bırakmadı. Üç antiler (anti-faşist, anti-emperyalist, antişovenist) hâlâ -tereddütlü de olsa sa vunuluyordu. Daha doğrusu yerine konacak yeni ilkeler henüz buluna mamıştı. Çeşitli kadın platformlarına katılınırken ya da kadın örgütleri ile ortak davranmaya çalışılırken hep bu sorun vardı kafalarda. Geçmişin yanlışları nasıl atılacaktı? Bunun türkçesi ise şöyleydi: solculuğun ağır lığı omuzlardan atılsa ne de güzel geliştireceklerdi kadın hareketini. Kimsenin kimseyi belirlemediği, demokratik-merkeziyetçilik gibi bürokratizme ve tek tipüliğe yönelen yönetim biçiminin olmadığı,(!) kadın ları aynı zamanda iktidar mücadele sine yönlendirme ve Türkiye'de geli şen kadın hareketini sınıf perspektifi
ile belirleme gayreti gibi yumurta kü felerinin omuzlarda olmadığı bir şe killenme isteniyordu. Daha doğrusu istenen bayağı bir "şekilsizlikti". Marks-Engels-Lenin'i kavrayıp prati ğe uygulayamamanın sıkıntısı; kendi sini onları eleştirme serbestine ka vuşturarak, savuşturulmaya terketti. Ustalan kendi düşündükleri gibi dü şünmedikleri için eleştirme serbesti nasıl sağlanacaktı yoksa? Peki kindi düşünceleri neydi, ne olmalıydı. Tür kiye'de kadın sorununun asıl sahiple ri ve öncüleri kimlerdi? Her baskı döneminin ardından toplumsal muhalefeti yönlendirenler den bir kısmı temcit pilavını yeniden pişirmeye başlar. Sivil toplum ola mama, batı tipi demokrasinin ülke mizde yerleşememesi gibi, özellikle sivil toplum tesbiti; içinde, çeşitli mu halefet alanlarının açılıp, halkın tep kilerini artık kendi bilinciyle dile ge tirmesi düşüncesini barındırmakta. Bu açılım, çevre hareketi, nükleer si lahlanmaya karşı olmak, kadın hare keti, -şimdilerde- halkın tüketici ola rak yarattıklan veya katıldıklan boykotlar gibi, halkın suskunluğunu üzerinden atmasının araçları olarak görülmekte. 8 0 sonrası 12 Eylülün karanlıklarında boy atan kadın hare keti ve bunun yaratıcısı olarak görü len feministler, depolitize olmuş top lumun "politik yanını" oluşturmaya başlamıştı. Yukarıda ki, soruların c e vabı bulunmuştu böylelikle. Hem toplumsal baskıya, hem örgüt baskı sına hayır diyen kadınlar feminist hareketle özgürleşiyorlardı ya da özgürleşeceklerdi. Böylece sosyalist çevre kadınlarının bir kısmı açıkça,
bir kısmı da utangaçça feminizme göz kırpmaya başladılar, ülkemizin sosyalist hareketinin büyük bir kısmı na damgasını vuran kurtarıcılık mis yonu kadınlar için feministlere bah şedildi. Böylece önceleri alttan alta daha sonra ise açıkça feminizme prim verilmeye başlandı. Kendi içle rine yönelen eleştiriler daha sonra açıkça feministlere günah çıkartma ya dönüştü. Feministler az da olsa 8 0 öncesinde de vardılar ancak top lumsal mücadelenin zemini o zaman popülerleşmeleri için gerekli koşulla n yaratmamıştı. Suskunluğun hakim olduğu dönemde feminist kadınların çıkışı cesurane bir değere sahipti. Çıkış yolu bulundu. Kimi sosya list kadınlar artık açıkça "ben femi nistim" derken kimileri ise geçmişten gelen alışkanlıkla -aslında kadın so runun çözümünde sosyalizmin oyna yacağı rolü çok iyi bilmeleri gereği, kendilerine sosyalist-feminist, ya da Marksist-feminist diye adlandırmaya başladılar. Birleşilen nokta ise tekti, sosyalizm işçi sınıfının ideolojisiydi, feminizm ise kadınların.... Dünün sosyalistleri, bugünün fe minist, sosyalist-feminist ve Mark-
sist-fem inistlerinden özlü sözler . . Kadınlar, geçmişin derslerini özümseyerek feminist harakete ka tılmalı. . Feminizm, insanlık tarihinde er kek egemenliğinin yarattığı despotiz me karşı bir isyandır. .Kadın bakış açısının sağlanması için feminizm bir ihtiyaçtır. . Kadının kurtuluş hareketi femi nizmdir. Bu sözler artık feminist olduğunu çekinmeden söyleyebilen kadın ha reketinde, yeniyi keşfeden cesur ka dınların sözleri. Kadın haraketine sosyalist perspektifle yaklaşan ve proletarya sosyalizmini teori ve pra tikte savunup bulunduklan her alan da dövüştüren, üstelik feminizmi bir ideoloji olarak kabul etmeyen Markslog kadınlarımıza bir hatırlat ma: Cinse dayalı ideoloji olmaz, ide olojiler sınıflar gerçeğidir- kadınlar, eğer kadın hareketi içinde yemliyor larsa onlara göre aslında feminist hareket içinde yeralıyor sayılmaktay dı. Çünkü feminizm bir REALİTE!.. Vazgeçmişliğin, kaçışın, kendi istek leri öyİe olmamasına karşın sonuçta burjuva ideoljisi ile bütünleşmenin realitesi. Bu yüzden bir kere daha hatırlat
madan geçemeyeceğim. Sizi üzece ğiz ama kadın hareketinde feminist olmayan ve feminizmi ideloji olarak kabul etmeyen, hele de sosyalistfeminist gibi yakıştırmaları kaba bir uzlaştırmacılık olarak gören kadınlar var ve kadınların kurtuluşu bu kadın ların çoğalmasıyla olanaklı. Genel değerlendirmeden sonra bu görüşlerin netleştiği Türkiye pra tiğinde yeralan iki grubu ayrı ayrı ele almak istiyorum. Yeni Öncü dergisi çevresinde yeralan kadınlar ve Yeni Açılım dergisinin 2 3 . sayısını tartış ma platformu olarak kullanarak ka dın hareketini değerlendiren eski İKD (İlericikadınlar Demeği) çevresi 1980'd en sonra yayın hayatına baş layan Yeni ö n cü dergisi çıkışından bu yana iki konuyla çok fazla ilgilen di. Kadın sorunu ve sosyalist ülkeler deki çoğulcu demokrasi. Neredeyse dergisinin satırlarında Türkiye'nin so runları iki alana indirgenmişti. Geç mişte kurulan kadın örgütlerinin ha taları tesbit ediliyor ancak bunlardan kaçılırken yeni hatalar yapılıyordu. Kurulacak kadın örgütünün demok ratik kitle örgütü olması gerektiği sa vunuluyordu ancak işleyişte ki kurallılıkları tesbitte tereddütler vardı. Demokratik merkeziyetçilik Leninist parti ilkesiydi bu ilke de yapıları so nuçta bürokratik egemenliğe götür müyor muydu? Üç antiler kabul gö rüyordu ancak kadın örgütlen mesinin ayrıca bir ilkesi "anticinsiyetçilik" ilkesi de olmalıydı. Ka dın örgütü içinde azınlık hakları ise son derece "lose" bir anlayışla savu nuluyor, çoğunluğun nasıl çoğunluk olacağı ya da olduğu kavranmak ye rine, azınlık korunuyor ve azınlığın tabilik zorunluluğu reddediliyor, "ba ğımsız" tavır savunuluyordu. Türkiye pratiğinde sınıf politikasını doğru bir şekilde dövüştürmekten uzaklaşan ve Marksizmin, yeniden yeniden in celenmesi diyerek durağanlığı mut laklaştıran Yeni Öncü çevresi, kadın sorunu konusunda beklenmedik bir hızla feminizme kaymaya başladı. Kadınların ideolojisinin feminizm ol duğunu savunmak, aslında politik arenada sağa savrul-manın beklenen sonucu oldu. Yeni Öncü nün 2 2 . sayısında, bir sohbet başlığı adı altında yeralan tar tışmaya Yeni Öncü adına katılan Şükran, geçen kadın kurultayında sağladıkları yakınlaşmayı daha da ile ri götürerek Yeni Öncünün feninist
hareketle nasıl iç içe geçtiğini şöyle ifade etmekte: "Önce kadınlann ken di sorunları temelinde örgütlendikleri örgütlülüklerle, üyeleri kadın olan ör gütlülüklerin aynı şeyler olmadıklannı söylemek istiyorum. Ayşe'nin (Ra dikal feminist gruptan) dediği gibi, üyelerinin kadın olması onu kadın kurtuluş haraketi içinde bir örgütlü lük olarak görmeme yetmiyor. Ka dın kurtuluş hareketinin feminizme denk düştüğünü, bu nedenle de ba ğımsız kadın hareketi ve feminist ha reketi yan yana koymak gerektiğini düşünüyorum. Kadınlann erkeklerle bir egemenlik ilişkisi yaşadığını kabul eden ve kadının taraf olduğu bu ege menlik ilişkisinden tüm bağlanyla kurtuluşunu hedefleyen bir örgütlülü ğü feminist hareket içinde görüyo rum." Gene Şükrandan bir alıntı: "Feminizm kara birşey. Kimse bu nedenle kendine "feminist" demez. Ama benim için kendilerine "femi nist" deyip dememeleri önemli de ğil.Bence bir nesnellik bu. Çünkü fe minizm kadınlık bilincinin ta kendisi. Uzun zamandır, kadınlık bilinci kav ramını kullanan kadınlar var, ama bunun bir adı olması gerekiyor......... aslında bazı sosyalist çevreler içinde feministlerle aynı şeyleri söyleyen, ama kendilerine "feminist" demeyen kadınlar var. Bence bu kadınlar fe ministlerle aynı yerdeler." Dergimizin önceki sayılannda kadın sorunun nasıl kavranıp hangi örgütlülük anlayışı ile savunulması gerektiğini yazdık. Tabi ki, kendine "kadın örgütüyüm" diyen her örgüt bu soruna sahip çıkmanın koşullannı yerine getirmiyorsa bence de kadın örgütü sayılmaz. Ancak Yeni öncü satırlarında usta bir çarpıtma var. Kadın hareketini doğru bir zeminde savunan ancak feminizmi ideoloji olarak kabul etmeyen kadınlar ne yaparsa yapsınlar aslında feministler ve bunu bilmiyorlar. Yeni Öncü'de bu kadınlara acı gerçeği söyleyiveri yor. "Aslında siz de feministsiniz ca nım, bunu söylemekten utanma yın..." Alttan alta sosyalist perspektife sahip kadınlarla feminist lerin uzlaştırılması, yakınlaştmlması isteği var. Yeni Öncüye hakim olan liberalliğin bir yansıması sonucu, bu na feminist olmayan kadınlarda ken di istekleri dışında katılmak isteni yor. Amaç kitlelere, kadınlan aralarında ayrılıklar yokmuşçasına varsa da taktik aynlıklardır bunlar,
49
ama nasılsa sonuçta aynı şeyi istemi yor muyuz- bir bütün olarak yansıt mak. Feminist, Sosyalist-feminist. ve feminist olmayan sosyalist kadınlar, sonuçta hepimiz aynı potada eritil mek isteniyoruz. Oysa ki, gerçeklik aynlıklarla birarada yaşayabilme ve süreç dayattığında aynbkları keskin leştirip koparıp atabilme sorunu. Y e ni ö n cü henüz bunu yapma cesare tini kendinde göremediği -öyle bir kaygısı olmadığı için- safdillilikle "as lında yok birbirimizden farkımız" di yor. Şu an açıklıkla taraf olma cesa retini gösteremeyen Yeni Öncü çevresi daha önce yaşanan temel aynmlan da gözardı ederek arabulucu luk işlevini sürdürmeye kararlı. Çıkış itibari ile geliştiği her ülkede demok ratik öze sahip feminist hareket bu niteliğine rağmen burjuvazinin ba taklığına doğru yol alan reformist hareket olmaktan kendini kurtara maz. Bu gerçekliğin tesbiti Yeni ö n cü satırlarında yeralmayacak çünkü bu çevrenin kadınları feminizmin ro tasına girmiş ve "işçi kadınlara eğil mek sosyalist kadınlann görevidir, feminist hareketin değil" diyerek sa fını belirlemiştir. Bu saflara kendine feminist demeyen ve kadın sorunu nu dövüştürmeye kararlı kadınları çekmeye çalışmalan ise gerçekten gülünç. Yeni Açılım dergisi 2 2 . sayısında ilginç bir tartışma platformu yarat mış, eski İKD yöneticileri İKD'yi ve kadın sorununa bundan böyle nasıl yaklaşmaları gerektiğini anlatıyorlar. Tartışmaya katılan yazarlardan biri hariç (Ayşe Çoşkun'un yazısı) İKD'den öyle bahsediliyor ki, okuyu cu ister istemez "yok canım, bu ka dar da değil" deme ihtiyacını duyu yor. Aslında İKD ağır eleştirilerin yöneltilmesi gereken yanlış bir kitle örgütlenmesi. Bu çerçevede konuya girmeden önce bu kadınların şu an içinde bulundukları politik yapının kı sa bir değerlendirmesini yapmaya çalışalım. Burjuva yasallığına sığı nan, işçi sınıfının burjuvazi ile uzlaşa bileceğini kanıtlamaya uğraşan, ç e lişkileri sınıf çelişkilerinden çok dünya, banşı vb. gibi alanlara kaydı ran, Leninizmden kopuşup, yalnızca felsefi boyutla ilgilendikleri Marks'la bağlarını koparmayan, 8 0 sonrası partilerin kurulmaya başlamasıyla Türkiye'de faşizmin olmadığı tesbitini yapan ve Demirel'i demokrasi güçleri içinde gören ve bujuva parti
50
lerinden aldığı yeşil ışıkla şevkle yer üstüne çıkan bir yapı T BK P. 8 9 son rası ağırlıklı pratiğini ve teorisini bu konular oluşturdu. Bunlar birer so nuç ve bu sonuçlarla 8 0 öncesi yapı sını çizmek ise çok zor değil. Diğer bir deyişle burjuva sosyalizminin va racağı son noktaya gelmiş bulunu yorlar. 8 0 öncesinde bu yapının öncülü ğünde kurulan ve kuruluşundan iti baren de güdümünde kalan İKD'nin yöneticileri 8 0 sonrasında İKD'yi de ğerlendiriyorlar. İKD yöneticileri Beria Onger, Gönül Dinçer ve Yüksel Selek özellikle bir noktada birleşiyorlar, feminizm. İKD yöneticileri ola rak İKD'yi geriye dönük değerlendir me hakkını ülkemizde kadın hareketinin gerçek öncüsü "feminist lere" bıraktıktan sonra inkara varan bir üslupla İKD'yi değerlendiriyorlar. 12 Eylülden çok önceleri DKÖ ol maktan çıkmış, partinin yan kolu ol muş, kadın sorununu dövüştürmek şöyle dursun partiye kadın kazan maktan başka bir işlevi olmayan ve iflas etmiş bir anlayışın uzantıları olan İKD yöneticileri: kendi bitişleri ni perdelemek için, 8 0 öncesinde yapının taşıdığı olumsuzlukları femi nizmle tanışmamalarına ya da femi nizmi keşfedememelerine bağlıyor lar. Oysa ki bugün benzeri örgütlenmeler oluşturduklarında ar tık feminist olduklarımı söyleseler bi le popülarizm ve reformizmin gereği gene kadınları gündelik olanla oyala yıp,İKD'nin bir türevini üretmekten başka birşey yapmayacaklar. İKD'Iiler de sol çevrelerin bazılarının yaptığı gibi 12 Eylül karanlığında dü şünürken "yeniyi", kadın hareketin de üzerlerinden, sınıf sorumluluğu uyarınca davranmayı atabilecekleri bir hareketi keşfettiler, bu feminizm di. Oysa feministler 8 0 öncesinde de küçük bir azınlık olarak mevcuttu. Ama o zaman toplumsal mücadele çok yükselmişti ve feminist olabil mek ise hayli zor ve üstelik popüler bir yönelim değildi. İKD yöneticisi Gönül Dinçer, ya zısında "sınıfsal sorunu temel alarak kadın örgütü olmak iddiasi İKD'nin en büyük açmazıydı" diyor. O za manki İKD'nin sloganları, cinsel de ğil sınıfsal güç ilişkilerini değiştirme mücadelesini başa aldığını açıkça or taya koyuyormuş Dinçer'e göre. Evet sınıfsal sorunu başa alarak ör gütlenmek İKD'nin açmazıydı, çünkü
onu yönlendiren yapının böyle bir sorunu yoktu. Bu anlamı ile attıklan sloganlar kitleleri sosyalist olduklanna inandırmaktan başka bir işe yara mamıştı. Üstelik Marksist olduğunu iddia eden bir yapının sınıfsal güç ilişkileri yerine çinsel güç ilişkilerini koyması nasıl beklenebilirdi. Bu Marksizm-Leninizm'den bir sapma dır. Bizce asıl olan, sınıfsal çelişkile rin bir sonucu olan kadın ezilmişliği ne karşı çıkmak ve o doğrultuda örgütlenmektir. Cinsel güç ilişkisinin asal olmadığından yakman eskinin İKD'lileri yeninin feministleri cinsel güç ilişkilerini sınıf çelişkisine bağla madan neyi değiştirebilecek ler.Bunun cevabını bir başka İKD'li Yüksel Selek ise şöyle vermekte; "Ayrıca feminizmin burjuva orta sınıf kökenli tarihsel geleneğinin sistem karşıtı özünü Marksist yöntemle te mellendirmek için de Marksist kadın lara çok fazla sorumluluk düşmekte dir". Yani -Leninizmi aşmış, Stalinist çemberden kendini kurtarmış kadın lar- feminizmin sırtındaki orta sınıf kadın hareketi olma kamburunu ala caklar. Cinsel güç ilişkilerini Marks'la taçlandırıp -ben yaptım oldu- mantı ğıyla, Marksist-feminist teori başlığı altında kadının kurtuluş tarihini bir kez daha keşfedecekler, ya da yeni den yazacaklar. Gene Gönül Dinçer yazısında "öte yandan kadın örgütü olmamız bizi kadın sorununu ele almaya zor luyordu" diyor. Peki İKD ilk kuruldu ğunda kurucusu olan kadınlar ne dü şündüler. ön cü olmanın gereği hiç araştırma yapmadan kadın sorunu nu tanımlamadan kocaları, ağbileri kur dediği için mi kurdular bu yapı yı? Yukarıdaki cümle bize bu sonucu veriyor. Çünkü kadın sorunu ile sırf adı kadın örgütü olduğu için ilgilen mek ancak böylesi bir duyarsızlıkla yapı kurma anlayışından geçer. Bu da şimdinin T B K P mantığıyla hiç de ters düşmemekte. Ve ¡KD yönlendi ricisi kadınlar açıkça kendi acizlikleri ni perdelemek için de suçu erkeklere atmaktalar. Düşündüğümüzde bugün bizlerin savunduğu söylediği pek çok şeyin neredeyse 1 0 0 yıl önce Clara Zetkin, Aleksandra Kollontai, İnes Armand ve çağdaşları tarafından söylendiği ve savunulduğu gözönüne alınırsa, adı büyük kafası küçük TKP'nin gerçekten kitle örgütlenme sine verdiği önem ve gönülsüzlük da ha net bir şekilde kavranacaktır.
Sorun şu ya da bu kadının eksik liği, ya da erkeklerin -ortaya çıktığı her alanda eleştirilmesi gereken- he gemonyası sorunu değil, yapının te orik ve pratik açmazlandır. Yoksa Dinçer'in belirttiği gibi "öncü, kurtancı misyonu olduğuna inanan sol politik örgütlere ait bütün yapısal hastalıklar", onlann "kadın kolu" du rumundaki İKD benzeri örgütlerde aynen tekrarlanıyordu. Hiyerarşik, merkezi ve monolitik yapı, demokra tik olmayan iç işleyiş. "Erkek sol" ta rafından "satın alınmış" kendini kur tulmuş sayan bir "kadın aristokra sisinden" oluşan "yönetici ve kadro lar" sorunun önemli ama sadece bir parçasıdır. Bu sorunlardan şimdinin liberalliği ile kurtulmaya çalışma, sîz leri burjuvazinin kucağına Marks'ın ve Lenin'in tahrifatına götürür.
Acaba İKD çevresi "Gece Dersle ri ‘ni öğrendi mi, bu hesaplaşmadan hangi sonuçlarla çıkıyor? İKD dene yinin olumsuz derslerini öğrenen ka dınlar bu dersleri özümseyerek femi nist harekete katılıyorlar. M-L solda feminizme karşı çıkan anlayışın köle si olmaktan kurtarılıp "insansal" hüma nist bir ruha kavuşturuluyor. "Partile ri" artık feminizme eski önyargılarıy la bakmayacak, çünkü gerçek kadın hareketini kadın hareketinin biricik ideolojisi feminizmden öğreniyorlar. Dünyaya toplumsal ilişkiler ve ku rumlar sistemine "kadın bakış açısıy la. kadın bilinciyle" bakıyorlar ve top lumsal gerçekliği bu bilinçle yani yan tutarak analiz edecekler artık. Sınıfsal bakış açısının yerini, ne reye dayandığı belirsizleştirilen kadın bakış açısı alırken Marks tarafından
ayakları üzerinde doğrultulan, Lenin tarafından pratikte uygulanan diyalektik-materyalizm ve bunun üzerin de yükselen proletarya sosyalizmi burjuva sosyalizmi olarak bir kez da ha tepetaklak ediliyor. Böylece önümüzde yeni bir dö nem açılıyor. Saflar belirginleşiyor, burjuvazinin kadınlar üzerindeki er kek egemen ideolojisine karşı sava şırken, yanı başımızda sanki bizlerden biriymişçesine algılanan-algılatılmaya çalışılan reformist kadın an layışlarına ve savunuculanna karşı da aynı güçle savaşmalıyız. Saflarda uzlaşıcı, teslimiyetçi ço ğunluk değil, proletarya sosyalizmini savunan ve hayata geçiren, yaşamın her alanında, bu görüş doğrultusun da cins ezilmişliğine karşı mücadele eden azınlık hayatı belirleyecek.
A ğ ır s a to p r a k S o ğ u k s a d e m ir V e b u ğ u lu y sa g ö z le ri A la puşili K ü rt a n a la rın V e f e r y a tla r a k a rış m ış s a silah s e sle ri Ö z g ü rlü k y em in li g e rilla la rın V e z a f e r b alk ısıy sa g ö z le rin d e k i D iy a rb e k ir h ü zü n lü ç o c u k la rın V e bildik d u m a n la r y u v a la n m ış s a g ö k le rin d e B e n gibi m a z lu m h alk ların B il ki a ğ ırd ır t o p r a k V e d e m ir s o ğ u k O zam an te k ş e y k alm ıştır g e r iy e N e u /r o z a Z E K İ Y E o lm a k .
21 Mart 199Ü'aa "l\ı:.croz can ateşi iıe kutla nm alı" diyerek kendini yaktı.
"Neıvroz ateşi çalı-çırpıyla yakılmaz. Newroz canla ateş a lm a lıin a n ın ,N 'e v v ro z ateşi güçlü olmalıydı. Ben bu eylemi isteyerek ve bilinçle yaptım, bu bir tercih sorunudur. Bu benim devlete ve bu düzene olan öfkem ve dağlarımdaki ateş lere selamımdır." "Selam olsun mücadele yolunda can verenlere,selam olsun Zekiyelere...
51
Tüm Korotiç'lere Açık Mektup* Mahmut DİKERDEM
ayın Baylar, Sîzlere nasıl hitap edeceğimi bilemedim. Eskiden yoldaş diye anılırdınız. Ama bu sözcüğü kul lanmaya dilim varmadı. Zaten sizin de öyle çağrılmaktan hoşlanmayaca ğınızı düşündüm. Her ne ise, bu açık mektubu yazmaya beni iki önemli neden zorladı: Birincisi, sizler yani en büyüğünden en küçüğüne kadar tüm Korotiç'ler- aranıza sayın Mihail Gorbaçov'u şimdilik kaydıyla katmı yorum- son yıllarda sergilediğiniz tu tum, yayınladığınız yazılar, yaptığınız konuşmalarla kamuoyunda büyük şaşkınlık, yarattınız.. Yalnız kişisel olarak değil, dergiler, demekler, bi lim akademileri içerisinde kadrolaşarak sesinizi dünyaya duyurdunuz. Şimdiye değin sosyalist dünyada du yulmaya alışılmamış bu sesler kamu oyunda yankılandı, büyük ilgi ve he yecan yarattı, ülkelerinizde olup bitenler soluk kesici serüven öyküleri gibi izlenmeye başlandı. Bunu söylerken, sadece Batılı ül kelerdeki tepkileri kastetmiyorum. Batı nın egem en çevrelerinin sizi bağırlanna basacaklan kuşkusuzdu. Oralardan yükselen zafer çığlıkları, "Sosyalizmin iflası" "Marksizme el veda", "Komünizim öldü" biçiminde ki kesin yargılar beklenmedik şeyler değil. Onlar 7 0 yıldır düşledikleri bir olayın sonunda gerçekleştiği sanısı nın sarhoşluğunu yaşıyorlar. Sol dünya görüşünün kesin bir darbe ye diğine ve bir daha belini doğrultama yacağına inanarak sevinçten uçuyor lar. Bizde bile Marksizm konusunda Kari Marxin sakallı olduğundan öte bilgisi bulunmayanlar, 'Teknoloji
S
52
Marksizmi yenmiştir" diye ahkam kesiyorlar. Onları ciddiye almasak bile, çağdaş-sağın fikir babası Ray mond Aron ün çömezleri, J . F. Re vel gibi sağcı düşünürler sizin başlat tığınız harekete kuramsal yorumlar getirerek, günümüzde ideolojilerin sonunun geldiğini ilan etmekten çe kinmiyorlar. Kişinin siyasal iktidar karşısında ezilmemesinin en sağlam güvencesinin bireysel mülkiyet öz gürlüğü olduğunun aktık komünist dünyada anlaşıldığını söylüyorlar. ABD'de daha ileri gidenler var. Ge çenlerde Dışişleri Bakanlığı Siyaset Planlama Dairesi Başkan Yardımcısı Francis Pukuyama'nın hazırladığı bir rapor Washington resmi çevrelerin de büyük ilgi ile karşılanmış. Rapo run ana düşüncesi şu: "Soğuk Savaş'ın sona ermesi Batının liberal demokrasi sisteminin toplum yöneti minde nihai form olarak evrenselleş mesi ve belki de tarihsel sürecin so nu demek olacaktır." Amerikan dışişleri yetkilisi öngörüsünde fazla acele etmiş olsa da. Batıdaki umut ve beklentileri pek güzel yansıtmış. ABD Başkanı George Bush da göre ve başlarken verdiği söylevde, "Yüz yılımızda. belki de bütün tarihte ilk kez hangi yönetim biçiminin en iyi olduğunu araştırmaya gerek kalma dı" dememiş miydi? Kısacası, Sayın Korotiç'ler; Bü yük Ekim Devrimi'nden 7 0 yıl sonra liberal demokrasinin savunuculuğu na soyunmakla Batı dünyasında bü yük sükse yaptığınız su götürmez. Yalnız Batıda değil, azgelişmiş ya da gelişme yoluna girmiş ülkelerin em peryalizme bağımlı çevrelerinde de
tam bir şenlik havası yarattınız. An cak, ürettiğiniz "yeni politik düşün ce" ile sosyalist dünyada bir yenilgi rüzgarı estirdiğinizin, ilerici devrimci kesimlerde -özellikle genç kuşaklar katında- ne gibi olumsuz etkiler ya rattığınızın, ne yoğun belirsizliklere, kısır tartışmalara yol açtığınızın ve yıkıntılara neden olduğunuzun ayırdında mısınız? Ne demek istediğimi canlı bir örnekle açıklayayım: G e çenlerde içinizden seçkin bir kişi Vitali Korotiç çağrılı, olarak ülkenize geldi ve Ankara ile İstanbul'da konfe ranslar verdi, basın mensuplanyla konuşmalar yaptı. Gerçi biz Sayın V. Korotiç'in Sovyetler Birliğindeki glasnost ve perestroikanın ateşli sa vunuculuğunu yapan Ogonyok der gisinin yönetmeni olduğunu biliyor duk. Adı geçen derginin "Argumenty i Fakty" ve "Moskova Haberleri" adlı dergilerle birlikte yeni düşüncenin en radikal kanadının temsilcisi olduğunu, aynca Vitali Ko rotiç'in Pravda gazetesinin 1 2 yıllık yayın yönetmeni Afanasyev'in yeri ne göz diktiğini Batı basınından öğ renmiştik. Yine de Vitali Korotiç'in buradaki açıklamalan yeni politik dü şüncenin özünü aydınlatmaktan çok zihinleri büsbütün karıştırmaya yara dı. Örneğin 'Toprağın mülkiyeti her kese değil, birisine ait olmalı" dedi ama ardından bir soruya "Kapitalizm kötü bir şey, çünkü bireysel mülkiye te dayanıyor" karşılığını verdi. Bir yandan "Bugün bizim yapmak istedi ğimiz yeryüzündeki bütün ülkelerle işbirliğini sağlamaktır. Eğer sosya lizm kapitalizmden daha iyi ise, bu savaş alanlannda değil süpermarket
lerde gözükmelidir" derken, öte yan dan "Sosyalizm tek ülkede kurulabi lir, ancak etrafında yalnız düşmanlar olduğunu düşünmek gerekmiyor" di yerek Sovyet Devletinin tarihine ters düşen saptamalar yaptı. Stalin ve haleflerinden söz ederken: "Sü rekli olarak demokrasiyi burjuva ve sosyalist diye ikiye ayırdılar, bugün anlıyoruz ki sadece demokrasi ve diktatörlük var, ayrım demokrasiyle diktatörlük arasında" diyerek prole tarya diktatörlüğü ile totalitarizmi ay nı kefeye koydu. "Marksist doğmala ra takılıp kalmamalıyız" şeklinde kuramsal (!) bir tespit yaptıktan son ra, 30'lu yıllarda kravat taktıkları için insanları Komsomol'dan atarlardı di yerek Stalin döneminin dar görüşlü lüğünü, bağnazlığını kanıtladı. Ko nuşmalarından birinde Bay Korotiç’in Türkiye'de işsizlik bulun duğu için kendimizi şanslı saymamı zı, çünkü tembellik ve alkolizme kar şı en etkili ilacın işi kaybetmek rizikosu olduğunu öne sürerek, çalı şan nüfusun % 20'si işsiz olan bir ül kede işsizliğin övgüsünü yapmasını ise yersiz ve tatsız bir şaka olarak karşıladık. Görülüyor ki, ne denli renkli de olsa, bu tür lafazanlıklar, glasnost ve perestroika diye bilinen iki tılsımlı sözcüğün içeriğini ve bu ikilinin bile şiminde ifadesini bulan "yeni düşün ce tarzfnın nitelik ve kapsamını tam olarak anlamaya yetmiyor. Yetm e dikten başka, böylesi açıklamalar bi raz da körlerin fili tanımlamasına benziyor. Kimileri yeni düşünceden bilimsel sosyalizmin sorgulanmasını anlıyor ve "Marksizim aşılmalıdır" so nucuna varıyor. Diğerleri bütün gü nahı devrim partisi ve bürokrasinin üstüne atıyor. Kimileri ise herşeyin başına demokrasiyi alarak sosyalist pratikte görülen aksamaların de mokrasi eksikliğinden ileri geldiğini vurguluyor ve bundan komünist par tilerini sorumlu tutuyor. Bu toz duman içerisinde ben açıklık ve yeniden yapılanma öner mesinin can alıcı noktaları üzerinde bir durum tespiti yapmak gereğini duydum. Elbette ki bu mektubun çerçevesi içinde kapsamlı bir teorik tartışmaya girecek değilim. Zaten o tür tartışmalar çeşitli yayın organlannda yoğun biçimde sürdürülüyor, ö t e yandan yeni politik düşüncenin uluslararası alandaki yerini ve etkile rini de, bir barış hareketi militanı
olarak irdelemeye çalışacağım. Bunu bir görev sayıyorum çünkü 6 -1 1 Şu bat 1 9 9 0 'da Atina'da toplanacak Dünya Barış Konseyi Genel Kuru lunda dünya barış hareketine ulusla rarası ilişkilerdeki son gelişmelerin ışığında yeni bir yön verilmesine, banş savaşımı kavramının yeni düşün ce tarzıyla uyumunun sağlanmasına çalışılacağını biliyorum. Sonda söyleyeceğimi en baştan açıklayayım: Açıklık ve yeniden ya pılanma (glasnost ve perestroika) projesi kuramsal nitelik taşımayan ve salt pratik açıdan değerlendirilme si gereken politikalardır. Marksist kuramın özü ile doğrudan ilişkileri olmadığı gibi, sosyalist sisteme alter natif oluşturacak öğelerden yoksun dur. Olay şudur: Sovyetler Birli ğinde 1 9 8 5 Mart'ında iş başına geçen yönetim, ülkedeki ekonomik, sosyal tıkanıklığı gidermek, hızla ge lişen teknolojiden yararlanarak ülke kaynaklarını toplumsal talepleri kar şılayacak düzeye getirmek ve hantal laşmış devlet aygıtına halkın özlem leri doğrultusunda işlerlik kazandırmak amacıyla bir dizi refor mu uygulamaya koymuştur. Ancak reformlar yumağı çözüldükçe için den çıkanlar yeniden yapılanma ta sarımının hedeflerini aşan, belki de onlara ters düşen kaotik bir ortamın doğmasına neden olmuştur. Bu du rumun başlıca sorumlusu ise, reform girişimlerinin yaşandığı her toplum da ortaya çıkan "kraldan çok kral cıların reformların amacını saptırıcı çabalarıdır. Başkan Gorbaçov'un öngördüğü reformlar yumağının en çarpıcı, öz gün yanı devlet yönetimine saydam lık kazandırmak ve siyasal yaşama katılımcılığı özendirme yoluyla top lumda siyasal kültürü geliştirmektir. Bu hedef, beklenebileceği gibi, öz gürlükler ve insan hakları sorununu önplana çıkarmıştır. Bunun yadırga nacak bir yanı yoktur. Çağdaş toplumlarda, ekonomik gelişmeye koşut olarak, yaşamın güzelleşmesi, zen ginleşmesi için insanların -başta ev rensel barış olmak üzere- kültürel ge reksinmelerinin yeni sentezlere yönelmesi doğaldır. Bu sentezin özü nü ise birey-toplum ilişkilerindeki ye ni özerklik arayışları oluşturmada dır. 11. Dünya Savaşı sonrasında halkların özerkliği, emperyalizme karşı savaşım biçiminde, nasıl politik gündemi belirlediyse, bugünün gün
deminde de, yalnız sosyalist ülkeler de değil, Batı'da da, bireyin özerkli ğinin tanımlanması ve bunun çerçe vesini oluşturacak katılımcı demokratik mekanizmaların kurul ması yer almaktadır. Buraya kadar aramızda bir anlaş mazlık yok, Sayın Baylar, ancak gö rüşlerimiz buradan sonra ayrılıyor. Çünkü siz demokrasi, özgürlük, insa nın temel haklan sorunlannı bilimsel sosyalizm perspektifinden algılamak yerine, ona tam karşıt bir konuma giriyor ve demokrasi, tartışmasını Marksist-Leninist doktrinin sorgulan masına, giderek yadsınmasına dö nüştürüyorsunuz. Marksizmin geçen yüzyılın koşullan altında yeşermiş bir ideoloji olarak artık devrini tamamla dığını, çağdaş toplumlann değişim ve gelişimini açıklamakta yetersiz kaldığını, dolayısıyla da aşılması ge rektiğini, tüm tucu revisyonist ve karşı-devrimcilerle ağız birliği yapar casına, öne sürüyorsunuz. Doğrusu Marksizmi sizlere karşı savunmak durumunda kalacağımı hiç düşünme miştim. Ama madem ki "yeni düşün ce" etiketini taşıyan politikalar uğru na, 1 5 0 yıldır insanlığın yolunu aydınlatan bir bilimsel düşünce siste mini ve bir eylem kılavuzunu topyekun mahkum etmeye kalkıştınız; bili nen gerçekleri yinelemek durumuna da düşsem, demokrasi konusunda bazı noktaları vurgulamam gereki yor. Çağdaş demokrasi kavramının doğuşundan bu yana halk kitlelerine ısrarla telkin edilegelen, seçeneksiz olduğu kabul ettirilmeye çalışılan bir görüşe değinmek istiyorum. Ba tı'daki kapitalist düzenin tam merke zinde bulunan ve aslında demokrasi kavramının özünü zedeleyen bu dü şünceye göre, insanın doğal, vazge çilmez haklan arasında "mülkiyet hakkı" da vardır. Oysa, son iki yüz yıllık tarih boyunca toplumlar bir yanda büyük çoğunluğu oluşturan insanların bireysel haklan, öte yanda ise son derece eşitsiz dağılmış bir mülkiyet hakkından aldığı güçle top lumda ayrıcalık kazanmış bir azınlık arasındaki sürekli çatışmalara sahne olmuştur. Başka bir deyişle, çoğunlu ğun haklan mülkiyeti elinde bulundu ran azınlık tarafından sürekli baskı ya, saldırıya maruz kalmıştır. Burjuva demokrasisi, bu sakat ve is tikrarsız temel üzerinde kurulmuş, daha baştan beri Amerikan ve Fran
53
sız Devrimleri üstyapı hak ve özgür lükleriyle mülkiyet hakkı arasında çe lişki ve çatışma yaratmıştır. Fransız Konvansiyon Meclisinde formüle edilen "Ülkenin mülkiyet sahiplerin ce yönetilmesi eşyanın doğasına uy gundur" ilkesi hala değişik biçimler de güncelliğini ve etkisini sürdürmektedir. En ileri kapitalist ül keden, Amerika'dan vereceğim bir tek örnekle yetineceğim: Amerikan toplumuna bugün egemen olanlar, nüfusun %2'sini oluşturdukları halde toplam nakit servetin %30'unu elle rinde tutanlardır. Zincirin öbür ucun da ise, Amerikan ailelerinin %55'inin ya hiçbir varlıklan yoktur, ya da borç içindedirler. Ama oy ver me, seçme ve seçilme hakkına her kes sahiptir. İşte Lenin: "Bizim demokrasimiz burjuva demokrasilerinden milyon kez daha değerlidir" derken bunları kastediyor, bireysel hak ve özgürlük lerin güvence altına alınmasının eko nomik erkin büyük çoğunluğun eline geçmesiyle mümkün olabileceğine işaret ediyordu. Gerçekten de sosya list demokraside burjuva demokrasi sine kıyasla eksik olan tek özgürlük "üretim araçlan üzerinde özel mülki yet tesisi özgürlüğü'dür. Burjuva de mokrasisinde ise sınırsız mülkiyet hakkı demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur. Yukarda özetlenen saptamalara itirazınız yoksa, onların sonucu ola rak sosyalist demokrasinin kendine özgü bir siyasal rejim, bir yönetim biçimi üreteceği gerçeğini de kabul etmelisiniz. Şöyle ki: Sosyalist de mokrasinin temel ölçütü çok partili sistem değil, demokratik merkeziyet çiliktir. Burada önemli olan, demok ratik merkizayetçiliğin kendi kurallanna uygun olarak işleyip işlemediği, demokratik kurallann ve denetim mekanizmasının var olup olmadığı dır. Sosyalist demokrasi de çoğulcu dur ama kapitalist toplumlardaki çe şitli sınıf çıkarlarını temsil ettiren çok parti çoğulculuğu gibi değil. Demok ratik merkeziyetçilik, proletaryanın kendi iç dinamiklerindeki çoğulculu ğa, yığınların politik yaşama katılım larına dayanır ve bu anlamda glasnost ilkesiyle de çakışır. Ancak bu noktada devrim partisinin önemi de bütün heybetiyle ortaya çıkar. Parti nin öncülüğü olmazsa işçi sınıfı "ken diliğinden sınıf" olmaktan çıkıp "ken disi için sınıf" olmaya nasıl dönüşür?
54
Parti bir deniz feneri gibi toplumun yolunu aydınlatmazsa sosyalist rejim kayalıklara çarpmaktan nasıl kurtu lur? Demek oluyor ki, parti aygıtının kitlelerden koparak bir bürokrasi mekanizmasına dönüşmesini eleştir mek başka, partinin yol göstericiliği ni, öncülüğünü reddetmek başka şeylerdir. Dünyanın ilk sosyalist dev letinin 1920'lerde daha kuruluş aşa masında Batının saldırı ve kuşatma sına uğradığını, 11. Dünya Savaşı ndan birkaç ay önce tüm sa nayi tesislerini Urallar'ın ötesine taşı mak. savaşın bitiminden sonra ise birkaç yılda ülkeyi yıkıntılar üzerinde yeniden inşa etmek başarısını merkiziyetçi yönetime borçlu olduğunu, savaştan sonra ortaya çıkan atom bombası şantajı ve nükleer tehdidin üstesinden o sayede geldiğini kim yadsıyabilir? Aslında siz bütün bunları çok iyi bilirsiniz. Ayrıca, demokrasinin bir yönetim biçimi olduğnu, sınıflı toplumlarda devlet kavramlarından so yutlanamayacağını da bilirsiniz. Ama yine de "Demokrasi çağımızın nes nelliğidir", "Yeni bir çağ başlıyor" gi bi genellemelerle demokrasiyi salt diktatörlüğün, bürokratik baskının karşıtı olarak ele alır, örnek olarak da Stalin döneminin otoriter, kişisel diktatoryasmın sağlıksız sonuçlannı öne sürersiniz. Çünkü, açıkça itiraf etmeseniz de, sizin istediğiniz burju va demokrasisisdir. Demokrasiyi bir araç değil amaç olarak algıladığınızı açıklamanız bu yüzdendir. *•*
Şimdi biraz da teoriden pratiğe, glastnost'tan perestroikaya geçelim: Yeniden yapılanma kavramının isim babası Mihail Gorbaçov'un ve yakın çalışma arkadaşlarının tanımlamala rına bakılarak perestroikanın bir ekonomik ve sosyal reformlar paketi olduğu söylenebilir. Ne var ki, yuka rıda gördüğümüz gibi, açıklık (glastnost) yumağının çözülmesinden nasıl burjuva demokrasisi çıktı ise, yeni den yapılanma paketinin içinden çı kan da liberal ekonomi projesidir. 1987'd e uygulanmaya başlanan eko nomik politikaların hedefi olarak gösterilen "sosyalist pazar ekonomi si", makro-ekonomik bir planlama ile Batı tipi serbest piyasanın bileşi minden oluşmaktadır. Ancak bileşi min ağırlığı plan ya da sosyalizmden çok serbest piyasadan yanadır. Ger
çekten de 1 9 8 7 Haziranında başla tılan radikal reform programı, bir yandan kamu ekonomisini liberalleş tirirken öte yandan tarım ve hizmet settörlerinde kooperatifçiliği ve özel leştirmeyi özendiriyordu. Sonuçtakollektif mülkiyetin yerini çoğulcu bir mülkiyet rejimi alacaktı. Bu açıdan bakılınca denilebilir ki perestroikanın öteki adı liberal ekonomidir. Liberal program daha da ileri giderek, 1928'de Stalin tarafından başlatılan tarımda kollektif işletmeye son verdi ği gibi, toprak mülkiyetinin özelleş mesine olanak tanınmasını öngörü yordu. Tıpkı Çarlık Rusyası’nda olduğu gibi. Doğal ki sanayi sektörü de reformdan payını alarak devlet müdahaleciliğinden arındırılacaktı. Sovyetler Birliği nde ekonominin liberalleşmesinin dünya pazarı ile bü tünleşme düşüncesine sıkı sıkıya bağlı olduğu açıktır. Gorbaçov'un ekonomistleri kapitalizme yakınlaş ma konusunda o denli ileri gitmişler dir ki Batıda Sovyet liderinin gerçek niyetleri üzerinde kuşku ve tereddüt ler uyanmıştır. Büyük sermaye çev releri Sovyet yönetimini sınamak için testler yapılması, birtakım koşul ların öne sürülmesi gereğinden söz etmeye başlamışlardır. Sonunda ABD Başkanı George Bush Batının tutumunu şöyle özetlemiştir: "SSCB'nin uluslar topluluğu ile bü tünleşmesini bu ülkenin çoğulculuk ilkesine ve başkalannın egemenlik haklarına tam saygı göstermesi ko şuluyla kabul edebiliriz." Perestroikanın genellikle aydın lardan tam destek gördüğü biliniyor. Sovyetler Birliği nde durum 1 9 8 7 ve 1 9 8 8 yıllarındaki anti-Stalinizm akı mının ideolojik sınırlarını çok aşmış tır. Bu gün seslerini yükseltebilen li beraller 2 0 . yüzyılda Rusya'nın ve dünyanın başına gelen felaketlerin kaynağı Büyük Ekim Devrimindegören, komünizm karşıtı aydınlardır, inanılacak gibi değil ama bu aydınlar özenilecek model olarak Japonya, Güney Kore ve hatta Türkiye'yi gös terebilmektedirler! Gerçi Mihail Gorbaçov fazla ileri giden aydınları arasıra azarlıyor, perestroikanın sosyalizmden kapitalizme dönüş ola yı olmadığını belirtiyor ve "Batı bize kapitalizm ihracına kalkışırsa buna izin vermeyiz" diyebiliyor. Ama öbür yanda Sovyet Barış Komitesinin ya yın organı olan "Yirminci Yüzyıl ve Barış" dergisinde Simon Kordonski
adında bir Korotiç şunları yazabili yor: "Batının Sovyetler Birliğine ekonomik yardımı kamuyu özelleştir me stratejisine katkıda bulunmalıdır. Eskiden Rusya en gelişmiş ülkelerin proletarya sınıfının yardımıyla ger çekleşecek evrensel devrimi hazırlı yordu. Bu devrim, Allaha şükür, başanya ulaşmadı. Şimdi S S C B tarihin ve dünya ekonomisinin sinesine dönmek için tüm dünyanın yardımı na muhtaçtır." Şimdi sorumuzu ortaya koyalım: Sovyetler Birliği bu duruma nasıl ve neden geldi? Herşeyi yeni baştan düşünme gereği niçin duyumsandı? Kanımca bugüne nasıl gelindiğini araştırmak için, ilk sosyalist devletin kuruluş yıllarını anımsamakta yarar var. 1917'd e hemen hemen sıfırdan başlayıp 2 0 . yüzyılın ilk yansında dünyanın en ileri sanayi ülkelerinden biri, insanlığın geleceğine ışık tutan bir dünya görüşünün tek güçlü tem silcisi ve evrensel bir misyonun sahi bi durumuna gelebilmenin gizi nere de idi? Bu sorunun yanıtı kuşkusuz ki bir formülle ifade edilebilecek ba sitlikte değil, ancak bütün tarihçiler, araştırmacılar* dünyanın ilk sosyalist devletinin kısa sürede ekonomik, sosyal, kültürel vb alanlarda elde etti ği başanlann temelinde, Markın sos yalist coşku (emülasyon) dediği kollektif atılım ruhunun büyük payı olduğuna işaret ediyorlar. Gerçekten de, Rusya'da Ekim Devrimi'nin hare kete geçirdiği toplumsal güçler tüm maddi manevi kaynakları seferber ederek feodal bir toplumun hızla modern çağa geçişini sağladılar. Yaşlı kuşaklar iyi bilirler: I. Dünya Savaşı sonrasında Rus soyluları, bur juvaları akın akın ülkeyi terk eder ken, Amerika'dan yüksek ücretli iş önerileri alan bilim, teknik ve sanat adamları anavatanda çalışmayı yeğ lediler ve kendilerini devrimin hizme tine adadılar. İşçi sınıfı ise üretimi son sınırına dek arttırmayı hedef alan yöntemlerin bütün ağırlığını yüklenerek devrimin yolunu açması nı bildi. Ne var ki, sosyalist coşkunun uzun süre diri tutulmasına üretim iliş kilerinde yapılan değişiklik yetmiyor. Çünkü sosyalizm salt bir ekonomik kalkınma modelinden ibaret değil. Sosyalizmin kapitalist düzeni aşması, sömürünün yerini adalet ve eşitliğin almasıyla sınırlı kalmıyor. Sosyalizm yeni bir dünya vizyonunun taşıyıcısı
dır. Marksist hümanizmanın köke ninde yatan, sömürünün ortadan kaldırılmasıyla birlikte insanı zengin leştiren tüm değerlerin, insan emeği nin yaratıcı gücünün bütün görke miyle kendini göstereceğine olan inançtır. Kısacası sosyalizm insanlık tarihinde yeni bir "Aydınlıklar Çağf'nın habercisidir ve devrim böyle bir misyonu üstlenmek durumunda dır. Sovyetler Birliği bu misyonu üst lendi mi? Üstlendiyse nereye kadar götürebildi? Soru tartışmaya açıktır. Ancak Ekim Devrimi'nden bu yana dünyadaki dönüşümler, gelişmeler bütün boyutlarıyla dikkate alınma dan sağlıklı bir yargıya varılamayaca ğı açıktır, özellikle iki dünya savaşı arasında emperyalizmin Sovyet Dev letini yıkmak ya da yanlızlığa itmek için giriştiği eylemleri, kurduğu tu zakları gözardı ederek sosyalizmin kuruluş döneminin muhasebesini yapmak olanaksızdır, ikinci Savaş'tan sonraki dönem ise Soğuk S a vaş olgusuna sıkı sıkıya bağlıdır. Da ha 1917 Devriminden önce Amerika'da dinsel bir inanç gibi yay gın bulunan kapitalizm tutkusu ve komünizm düşmanlığı, II. Dünya S a vaşı ertesinde ABD'nin dış politikası nı "Komünizmi bulunduğu yerde ku şatıp boğmak" hedefine yöneltmiştir. Böyle bir ortamda sosyalist ekonomi askersel harcamaların ağır yükünü üstünden atmak, toplumun yaşam düzeyinin yükseltilmesine olanak ta nımak olanağından yoksun kalmış tır. 1 9 6 2 Küba krizinden sonra Do ğu ile Batı blokları arasında başlatı lan yumuşama sürecinin sosyalist dünyaya bir soluklanma fırsatı yarat tığı ve fakat Krusçov yönetiminin 2 0 . Parti Kongresi nden sonra Stalinciliği tasviye operasyonunu günde minin başına alarak ve ekonomik politikada abartmalı hedeflere yöne lerek fırsatları iyi değerlendiremediği söylenebilir. Krusçov'un 1 9 7 2 yılın da ABD'yi yakalayacağız, ülkemizde adam başına üretim düzeyini Ameri ka'nın üstüne çıkaracağız" yollu iddi ası ve kapitalist sistemi kasdederek: "Sizi gömeceğiz" demesi hâlâ bellek lerdedir. Oysa İliç kimse SSCB'den Amerikayı üretim ve tüketim yarışın da geçmesini beklemiyordu ama bu na karşılık herkes-kimilerinin bugün küçümseme anlamında kullandıkları"varolan sosyalizm "in kapitalist siste
min yozluğundan, çirkinliklerinden, ahlak çöküntüsünden annmış sömü rüyü tümüyle yoketmiş, uygarlık kav ramlarına yeni anlamlar yüklemiş bir toplum modeline yönelmesini sabır sızlıkla bekliyordu. Bu yapılamadı ise kabahati Marksist öğretide ya da pratiğin sınavından geçip doğruluğu nu kanıtlamış Leninizm'de boşuna aramayınız. Hele Marksizmin aşıl masının gerekçesi olarak teknoloji nin son çeyrek yüzyıldaki hızlı geliş mesini göstermeye kalkmayınız. Bilgisayarlann, robot makinalann kullanımı el emeğinin yerini gittikçe daha çok kafa emeğinin edişi üretici güçlerde nitel bir sıçramanın göster gesi değildir. 19. yüzyılın Sanayi Devrimi doğa güçlerinin yerine bu har makinasını koyarak üretimde ni tel bir sıçramayı sağlamış ve kapita list ekonomi bu döneme damgasını vurmuştu. Sosyalizmin teoriden pra tiğe geçişi ise elektrik enerjisinin sı nai üretimde yerini aldığı zaman dili minde gerçekleşmiştir. Elektnk enerjisinin üretim sürecinde neden olduğu nitel değişim henüz aşılmış değildir, en ileri sanayi ülkelerinde üretim elektrik enerjisine dayanmak tadır. Dolayısıyla, işçi sınıfının üre tim sürecindeki rolünde niteliksel de ğişiklikten söz edilemez. Bilimsel teknik, yani teknolojinin hızlı bir iler leme kaydettiği doğru olsa da, elekt ronik sanayiinin, bilgisayarlann sa nayi toplumunu, sanayi proletaryasını çağın dışına ittiği gö rüşü acele varılmış bir yargıdır. Hele Japonya'nın imal ettiği robotlardan gözleri kamaşarak, "işçi sınıfının ya pısı değişiyor", "Marxi, Engelsİ, Lenin'i aşmak zamanı geldi" demek dü pedüz anlamsızdır. Sonuca geliyorum: Açıklık ve ye niden yapılanma, Sovyetler Birli ğinin şu ya da bu nedenlerle-belki de çok haklı olarak- uygulamaya koyduğu politikalardır. Bunlar savu nulabilir. Hatta belki de bu yıl Sov yetler Birliği nde günde 8 kilise ve 1 caminin yeniden açılması bu politi kaların bir parçasıdır ve bir "hikm eti vardır. Bunlara kanşmayız, çünkü Fi del Castro'nun dediği gibi: "Perestro ika başkasının kansıdır." Ancak onu “Marksizmi aşan yeni kuram" diye satmaya,evrenselleştirmeye kalkışır sanız, karşınıza çıkanz. Sosyalizme inanmış olanlara: "Hayatınızı bir saplantıya kurban etmişsiniz" diye rek 7 0 yılı bir çırpıda harcamanıza
55
razı olmayız. İçinizden biri Türki ye'de verdiği konferanstan sonra kendisine-. "Bu tutumunuz revizyonizm olmuyor mu?" sorusunu yönel ten dinleyiciye öfkeyle: "Böyle sos yalizmi alın siz kullanın“ diyebilmişti. Ben de bu sözleri söyleyen Vitali Korotiç'e ve tüm Korotiçlere sesleni yorum: "Alın, meczup papaz Soljenistin, sapık Milan Kundera sizin ol sun. Dahası Kardinal Glemp'in dizinin dibinde oturup talimatını alan, sonra Amerika’ya gidip yardım dilenen Lech Walesa da, partilerinin adını değiştirerek yönetime geçmeye çalışan Macar Nyersler, İtalyan Occhettolar, Çekoslavak Dubçek'ler de sizin olsun. Tüm dönekleri, kaytarıcılan, devrimden umut kesen aydın lan da saflarınıza katın. Yeter ki bi limsel sosyalizm insanlığın yolunu aydınlatmaya devam etsin" diyorum. Son sözümü size sakladım Türkiye'li Korotiç'ler. Tevfik Fikret'in dedi ği gibi: "hele sizler, hele sizler" Yayınlannızı, konuşmalannızı izlerken şaşkınlığa düşmemek elde değil Sanki ülkenin içine sürüklendiği çık mazların, toplumsal yaşamdaki tıkanlıklığm, bunalımlann sorumlusu Marksizm-Leninizm imiş gibi, bir özeleştiri akımına kapılmış gidiyorsu nuz. "Yenilenme"ye ayak uydurma humması sizi demokrasinin erdemle rini sayıp dökmeye, demokratik reji me bağlılığınızı vurgulamaya, kurulu düzenin bekçileri olan siyasal partile re güvence vermeye ve onlarla "ulu sal mutabakat" aramaya iteliyor. "Kapitalizmin gücünü değerlendir mede yanıldık, sorunların çözümüne gidebileceğini göremedik" diye gü nah çıkardığınızı görünce, "Bunlar başka dünyadan mı geldiler, 6 5 yıl dır Türkiye'de kapitalizm hangi soru nu çözebildi ki onu savunmaya ya da en azından m e v c u t s o s y a liz m le aynı kefeye koymaya kalkışı yorlar" diyorum. Çoğulcu demokrasi adına 4 0 yıldır egemen sınıfların da yattığı diktayı, baskı ve işkence reji mini yaşayanlar, bunlar ve öteki ku şaklar değil mi diyen kendime soruyor ve bugün hidayete nasıl er diğinizi doğrusu merak ediyorum. "Dünya değişiyor, biz de değiş tik, artık aranıza alabilirsiniz" biçi mindeki mesaj size yarar sağlayacak mı bilmem ama topluma zarar vere ceğinden eminim. Çünkü emekçi yı ğınların özünde duran son umut bi limsel sosyalizdir.B
56
Yorumsuz
1 Mayısta vurulan ve felç olan Gülay Beceren'in tüm ilerici, demokrat, yurtsever devrimcilere mesajı:
MÜCADELEYE DEVAM EDİ N"
Gülay BECEREN'le Dayanışmaya 1 Mayısta Taksim-Harbiye-Doiapdere’de Bektaş Özkan ve Ali Yılmazla birlikte kurşunlanıp yaralanarak felç olan Gülay'a ve tüm 1 Mayıs tutuklularına sahip çıkalım; Gülay'ı yürütelim. Dayanışmamızı maddi desteğimize sürdürelim. Yeni Demokrasi AFİK: Avrupa Türkiyeli İşçiler Konfederasyonu Hesap No: Türkiye Iş Bankası Türbe Şubesi Tuncer Diiaveroğlu 1 0 9 9 7 0 4 İST.