Yol Siyasi Dergi Yaz 2017

Page 1

Dönemin Özelliği

Popülizmi Tartışmak: Öfke Gerçek, Olanak Mevcut, Umut Baki

Mehmet YILMAZER

M. Sinan MERT

2. Cumhuriyetin Açmazları ve Sosyalistler M. Sinan MERT

Enformel Ekonomide Kadın İşçilerin Örgütlenmesi N.KABEER, K. MİLVVARD, R. SUDARSHAN

Kapılar, Yollar ve Düğümler Arasında Ömrümüzün Hikayesi: Mültecilik Nerede Oturur? H. Neşe ÖZGEN

Küreselleşme Sonrası

DEVRİMİN ŞİFRESİ: KAOTİK DÜZENDE S IN IF I POPÜLİST TAHAKKÜM DEN K U RTA RM A K

Mehmet YILMAZER

Bölgedeki Son Gelişmeler Röportaj: Aydın SELCEN

"Savaşa da HAYIR" Diyebilmeliyiz Röportaj: Muzaffer KAYA

"Geri Döndürmeyeceğiz" AyşeTANSEVER



Sosyalist Dayanışma Aylık Yerel Süreli Siyasi Dergi Haziran Özel Sayısı 1 İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sezgin KARTAL Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sezgin KARTAL

Adres: Piyalepaşa Mah. Şark Sk. No: 15/A Beyoğlu / İstanbul İletişim: 0535 922 82 68 ®

www.yolsiyasidergi.org

S

info@yolsiyasidergi.org

f

/yolsiyasidergi

t

@yolsiyasidergi


Basım Yeri: Yön Matbaacılık Adres: Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. B Blok 1. Kat No: 366 Topkapı- İST Tel: 0212 544 66 34


içindekiler Dönemin Özelliği

5

Mehmet YILMAZER

2. Cumhuriyet'in Açmazları ve Sosyalistler

9

M. Sinan MERT

Küreselleşme Sonrası

13

Mehmet YILMAZER

Popülizmi Tartışmak: Öfke Gerçek, Olanak Mevcut, Umut Baki

35

M. Sinan MERT

Kapılar, Yollar ve Düğümler Arasında Ömrümüzün Hikayesi: Mültecilik Nerede Oturur?

53

Konuk Yazar: H. Neşe ÖZGEN

Bölge'deki Son Gelişmeler

63

Röportaj: Aydın SELCEN

Enformel Ekonomide Kadın İşçilerin Örgütlenmesi

69

Naila KABEER, Kirsty MILWARD, Ratna SUDARSHAN Çeviren: Ayşe TANSEVER

"Savaşa da HAYIR" Diyebilmeliyiz

83

Röportaj: Muzaffer KAYA

"Geri Döndürmeyeceğiz" Ayşe TANSEVER

87



DÖNEMİN ÖZELLİĞİ Mehmet YILMAZER

DÖNEMİN ÖZELLİĞİ

nedenlerle pasta küçülmeye başladık­ ça kavga da şiddetlenecektir. AKP içinde çeşitli eski isimler üze­ rine yapılan spekülasyonları atlarsak, Arınç'ın Başbakan'a "yalvarması" ilgiye değerdir. Arınç bir an önce"OHAL İnce­ leme Komisyonu"nun çalışmaya baş­ lamasını istemiştir. Bu Komisyon'un ne işe yarayacağı bir kenara, buradan AKP tabanında önemli bir kitlenin "FETÖ" operasyonu mağduru olduğunu an­ lıyoruz. Bu gerilim aşağıdan yukarıya doğru tırmanacaktır. Daha önce de vurguladık, Saray sultanlığa doğru ilerlerken onu yolda tık nefes hale getirebilecek kambur­ larla yürüyor. 17-25 Aralık yolsuzlukla­ rı; Suriye iç savaşındaki suçlar, özellikle muhaliflere sarin gazı temini; 15 Tem­ muz darbesinin AKP içine uzantıları ve son olarak referandum yolsuzlukları Saray'ın peşini bırakmayacaktır. Bütün bunları Reis'in nasıl yöneteceğini gö­ receğiz. Referandumdan sonra esen rüzgar CHP'nin içini de karıştırdı. CHP içindeki tartışmanın şimdilik oturduğu zemin "cesaret" kavgasıdır. Referandumun hemen sonrasını CHP kurmayı o ka­ dar korkakça yönetti ki, böyle tepkiler bir bakıma kaçınılmazdı. Konu birkaç taktik hata değildir. CHP'nin tepkilerini devlete ve AKP'ye göre ayarlamasıdır. "Ne derler?", "Ne olur?" sorularından hareketle taktik inşa edince rakibin çektiği alanda debelenip durmak ka­ çınılmaz oluyor. Bir zamanlar Ecevit ve

m

Referandum bir siyasal kırılma nok­ tasıydı ve etkileri hızla kendini ortaya koymaya başladı. Bir rüzgar siyasal par­ tilerinin içini karıştırarak esiyor. Sonuç­ lara "Evet"çiler sevinemedi; "Hayır"cılar ise sevinmeyi beceremedi. Bu geçiş döneminin ortaya çıka­ racağı siyasal çatallanmaların ve yeni yapılanmaların henüz siyasal çerçeve­ si şekillenmemiştir. Bunun için erken. Bugünlerde yaşanacak kaynamaların nitelikleri iyi okunmalıdır, çünkü yakın gelecek bunlar üzerinden yürüyecek­ tir. Ham hallerine baktığımızda AKP içindeki gerilim daha çok havuz med­ yasındaki kapışmalarla yürüyor. Konu "Reis'e yakınlıktır." Bunu başka yönden okursak çıkar kapışmalarının hızlana­ cağına işarettir. Erdoğan partisine geri dönünce hemen yeni düzenlemeler yapacağı söylenmeye başlandı. AKP'nin ruh kay­ bını gören Reis, "hasbi (gönüllü) olun, hesabi olmayın" demiş. Güzel, ancak boşa bir çağrı. AKP çoktan beri büyük bir çıkar örgütü gibi çalışıyor. "Hesabiliğin" boyutları 17-25 Aralık 2013'de ortalığa saçıldı. O kadar ki bu saçılma ülkenin sınırlarını bile aşıp Zarrap ile Amerika'ya kadar gitti. Erdoğan son yapacağı Amerika gezisi ile biraz da bu ortalığa saçılanları toparlamaya çalışa­ caktır. AKP dini geleneksel kültürün ve siyasal İslam'ın değerleri üzerine otu­ ruyordu. Aradan geçen yıllarda bunlar çürüdü, yerine neredeyse bir "Reis'e yakın olmak" kültürü kaldı. Ekonomik


'vO

DÖNEMİN ÖZELLİĞİ

Demirel'in ilişkisi de böyleydi. Bu geri­ limden "cesur" bir siyaset zemini ürer mi? CHP bu konuda hiç umut vermi­ yor, ancak dönem eskiyi tekrarlamayı imkansız hale getirdiği için, belki bir gelişme yaşanabilir. MHP'den söz etmek ne kadar ge­ reklidir. Öldüğünün farkında değil hala canlı taklidi yapmaya çalışıyor. En son "Şu idam işini bitirelim" çıkışı yapan Bahçeli, yaşamla değil, ölüm ve savaşla daha çok ilgilidir. Siyasal güçler için hareket alanı dö­ nemin yapısı gereği oldukça daralıyor. Bu nedenle taktik hız, esneklik önem kazanıyor. Bu konuda yine en hızlı davranan Erdoğan'dır.

AKP'NİN TOPARLANMA TAKTİKLERİ Erdoğan işe dışarıdan başladı. Çün­ kü iç politika savaşları için Beştepe'de nutuk atıp yıktıklarını toparlamak zorundadır. Aksi durumda çok kısa zamanda özellikle bölgede soluksuz kalmak kaçınılmazdır. Bu dünya tu­ rundan Ankara'nın ne elde edebilece­ ğini göreceğiz. Şimdiden görülenlere gelince, Rusya ile yapılan "çatışmasız bölgeler" anlaşması Ankara'yı AzezCerablus hattında tutmaktır. Büyük gürültülerle yapılan Fırat Kalkanı ha­ rekatı sonucu Türkiye'nin elinde "Ce­ rablus cebi" kalmıştır. Suriye'de savaş İdlib ve Rakka'da derinleşince bu cep Ankara'nın başına çok dertler açmaya adaydır. Öte yandan, Trump ile ilişkiler son YPG'ye ağır silahlar verilmesi kararı­ nın Beyaz Saray'da imzalanması ile tam bir fiyaskoya dönüşmektedir. Ayrıca PYD lideri Salih Müslim bu ara Fransa'yı ziyaret ediyor. Hollande Salih

Müslim'i Elysee Sarayı'nda ağırlamıştır. Türkiye'nin PKK ve PYD'nin aynılaştırılması üzerine dayanan Suriye politikası artık bitmiştir ya da bazı oyalamalarla Trump'ın insafına kalmıştır. Bir başka gelişme Erdoğan'ın "AB gününde" yaptığı, "Üyelik sürecini de­ vam ettirmek arzusundayız." açıklama­ sı da ilginçtir. Daha birkaç gün önce başka bir konuşmasında "Güle güle!" demişti. Böyle tutarsızlıkların izinden gitmenin bir anlamı yoktur. Erdoğan tarzı politika budur. Nasıl ki Türkiye referandum ile ken­ di siyasal tarihinde çok önemli bir kav­ şağı döndüyse, dış politikasında son on yıldır sürdürdüğü yolun da sonuna gelmiştir. Buradan hangi yola sapaca­ ğını henüz bilmiyoruz. Bütün bir efe­ lenmeler sürecine indirgenebilecek dış politika artık tıkanışı ve batağa sapla­ nışı ile bu kez iç politikaya bumerang etkisiyle dönecektir. Erdoğan bunun hasarını en aza indirmek için uğraşıyor. ABD gezisi öncesi Washington'a yap­ tığı büyük çıkartmaya rağmen sonuç alınamamıştır. İçeride AKP'yi toparlama adımları henüz başlamadı, fakat bu konuda he­ defler bellidir. AKP büyük kentlerin ve gençlerin kaybını telafi etmeyi önüne ilk hedef olarak koymuştur. Fakat orta­ da daha köklü bir sorun vardır. AKP'den belli bir kesim kopmuştur. Bu kopma yeniden "kapı kapı" siyaset yapmak­ la geriye kazanılabilir mi? Esas sorun AKP'nin artık anlatacak bir hikayesinin kalmamasındadır. AKP ilginç bir siyasal yol izledi. İlk yıllarında hem iktidardaydı, ancak aynı zamanda da muhalefette mağdur ko­ numundaymış gibi davranmayı bece­ rebildi. Elbette bunun temel nedeni


vardır.

DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ VE GİDİLECEK YOL İktidar partisi ve hemen her kuru­ mu keyfileşen düzen tıkanmıştır. Hat­ ta son hileli referandum sonuçlarıyla meşruiyeti tartışmalıdır. Bu tıkanma "başkanlık sistemiyle" faşizme veya sultanlığa doğru adım atılarak aşılma­ ya çalışılıyor. Bu adımlar aslında keyfileşmenin zirvesi olacaktır. Anayasa değişikliği ile faşizmin temelleri atıldı. Uyum yasaları ile kolonları çıkılacak ve çatısı çatılacaktır. Bu açık gidişe karşı "ana muhalefet" devletin bekası için ihtiyatlı davrana­ rak aslında Saray'ın yolunu kolaylaştırı­ yor. Sultanlığa gidişin yolunu kesmede umut vermiyor. Bu anlamda "ana mu­ halefet" de tıkanmıştır. Faşizmin çatısı­ nın çatılma sürecinde büyük bir sınav­ dan geçecektir. Dönemin en temel özelliği çıkacak yeni yasalarla faşizme "uyum" sağlan­ masıdır. Bunun siyasi kurmaylığını AKP ve MHP yapıyor. Elbette tüm devlet kurumlarının desteğiyle birlikte. Bu kurmayın böylesine çok önemli bir dönüşü başarması zordur. Kendini güçlendirmesi gerekiyor. AKP kendine çeki düzen verecek, MHP'yi bir dönem daha yanında tutup, MHP muhalefeti­ nin atak yapmasının yolunu kesmeye çalışacaktır. CHP önemlidir. Onu ka­ zanması söz konusu olamayacağına göre nötralize etmesi gerekiyor. Aslın­ da CHP bu role sanki gönüllü olarak razı olmuştur. Fakat bugünden ba­ kınca böyle gitmesi halinde, AKP'nin taktik alanına kendini tutsak etmesi durumunda içindeki gerilim de yükse­ lecektir.

DÖNEMİN ÖZELLİĞİ

"askeri vesayet"e karşı yapılan "ileri demokrasi" mücadelesiydi. Bu hikaye­ lerin hepsi bitti. Askeri vesayete karşı nasıl demokrasi genişleterek değil de Cemaat eliyle Osmanlı dönemini ara­ tan entrikalarla sözde mücadele edildi­ ği ortaya çıktı. Bu sözde mücadeleden demokratikleşme çıkmadı; sistemin hukuk, güvenlik, aslında neredeyse tüm devlet kurumlarının keyfileşmesi çıktı. Bu keyfileşme 15 Temmuz sonrası zirve yaptı. Artık ülke OHAL ile yöneti­ liyor. "Hesabi değil, hasbi olmaya" yeni­ den dönmeye çalışan AKP'nin elinde hikaye olarak artık sadece "büyük pro­ jeler" vardır. Ancak bu köprü ve yolların nasıl rant yuvası olduğu, üstelik zarar ettiklerini artık herkes biliyor. Buradan AKP'ye artık "iş çıkmaz". Dış ve iç politikadaki sorunları, bu­ güne kadar yaklaştığı gibi nutuk-efelenme ve her seferinde yeşile dönen kırmızı çizgi keskinlikleri ile çözeme­ yeceğini artık sağır sultan bile biliyor. Yeniden muhtarlara nutuk atılarak gi­ dilecek bir yol kalmamıştır. AKP'den kopan kitle yeni bir olgu değildir. 7 Ha­ ziran seçimleri öncesi bu kopuş yaşan­ mıştı. Saray çıkarttığı savaş ve yarattığı "güvenlik" korkusuyla kopmayı Kasım seçimlerinde yeniden geriye döndürebildi ise de referandumda bu kopma bir kez daha yaşandı. Demek ki, yük­ sek gerilim politikasının artık sınırına gelinmiştir. Elbette yaşadığımız bölge nedeniyle ve Ankara'nın bölge ve dün­ ya ilişkilerinin durumundan dolayı her an farklı gerilimler ortaya çıkabilir. Bu mümkündür. Fakat bu gerilimlerin ar­ tık iç politikaya taşınması ve her sefe­ rinde aynı etkiyi yaratması çok zordur. Kitlelerde bu konuda bir yorgunluk


00 DÖNEMİN ÖZELLİĞİ

Bu dönemde yapılabilecek en önemli hata 2019 için başkanlık adayı üzerine tartışmadır. Baykal 1970'li yıl­ larda Ecevit hükümetindeki enerji ba­ kanlığı günlerinden beri hep bir tarih­ sel misyon üstlenmiştir. Siyasal düzen, devletin bekasından çok küçük bir sapmaya bile uğrasa hemen harekete geçip, işi rayına oturtmaktır. Bu misyo­ nundan vazgeçmek şöyle dursun, ka­ rarlı bir şekilde devam ediyor. Dönemin temel görevi bellidir. Sultanlaşmaya karşı demokrasi müca­ delesi yükseltilmelidir. İşe en geniş it­ tifaklarla başlamak gibi bir zorunluluk yoktur. Yol aldıkça büyümek de müm­ kündür. Saray'ın ucubesine karşı demok­ ratik bir anayasanın yaratılması temel siyasi hedef olabilir. Karmaşık değil basit, temel insan haklarını öne çıkar­ tan bir anayasa taslağı hazırlanabilir ve propaganda edilebilir. Öte yandan, yoksullaştırmaya ve yolsuzluklara karşı özel bir mücadele yürütülmelidir. Önümüzdeki dönem bu konuda pek çok sorun gündeme gelecektir. Günümüze özgü en önemli mü­ cadele hedefi ise kaybedilen hakların geri alınma mücadelesidir. Nuriye Gül­ men ve Semih Özakça'nın yaşamlarını ortaya koyarak verdikleri mücadele OHAL ile yapılan hak gasplarının yay­ gınlığının ve dayanılmaz noktalara ge­ lişinin sembolü olarak şimdiden mü­ cadele tarihindeki yerini almıştır. Dönemin en önemli özelliği hemen tüm siyasal yapılar açısından güç birik­ tirmedir. Devrimciler açısından halk­ ların güçlü ve yaygın dayanışmalar kurduğu 7 Haziran öncesi ve Gezi İs­ yanı günlerinin ruhunu canlandırmak

büyük önem taşıyor. Saray'ın aralıksız saldırdığı iki yıl yaşandı. Bu demokra­ si güçlerini oldukça hırpaladı. Ancak referandum sonuçlarıyla birlikte hem korku duvarı büyük bir darbe almıştır, öte yandan halkların dayanışma ruhu­ nu yeniden inşa etmenin günleri gelip çatmıştır. Saray bu dayanışmayı parça­ layabildiği ölçüde adım atabildi. Halk­ ların dayanışması yeniden inşa edildi­ ğinde Saray'ın alanı daralacaktır. Saray'ın keyfiliği o kadar büyüdü ki, artık en küçük alan daralması AKP için­ de öncekilerden daha şiddetli gerilim yaratacaktır.


2. CUMHURİYETİN AÇMAZLARI VE SOSYALİSTLER M. Sinan MERT On yor. Saray'ın projesi bu anlamda çift ta­ raflı bir pres altındadır. İçeride kurduğu ittifak bir savaş ittifakıdır. Türk devleti, kendisini orta sıklet bir güç olarak, kü­ resel güç dengelerinin yeniden yapı­ landığı bir dönemde savaşa hazırlıyor. Bu yeniden paylaşımda masada olmak istiyor. Bu ülkü, Saray'ın meşruiyet ara­ yışının en önemli araçlarından bir ta­ nesi. Sürdürülebildiği ölçüde egemen sınıfların tüm kesimlerinden destek alacağı, her türlü milliyetçi öbeğin de en azından pasif rızasının bu sayede temin edileceği açıktır ( CHP'nin her kritik momentte taraftarlarını hayal kırıklığına uğratan tutumu sadece Kılıçdaroğlu'nun bürokrat geçmişiyle açıklamıyoruz herhalde). Bu savaş ha­ zırlıklarını hem kültürel cephede (şe­ hitlik söyleminin giderek yükselişi, TV dizilerinde savaş ve asker motiflerinin öne çıkması vs.) hem de silahlanma sanayindeki yatırımların öne çıkarılma biçiminden görebiliyoruz. Ancak bu hayalin sınırları çok so­ mut bir biçimde çizilmiş durumda. Rojava'nın pozisyonunu güçlendirme­ si, Türkiye'nin Cerablus-el Bab cepçiğinin ötesinde manevra yeteneğinin olmadığının ortaya çıkması savaş ha­ yallerinin gerçekçi olmadığını gös­ teriyor. Türkiye'nin bir küresel güce yaslanmadan buralarda yeni hamleler

2. CUMHURİYET’İN AÇMAZLARI VE SOSYALİSTLER

7 Haziran'da oluşan Saray eksen­ li devlet ittifakının en önemli politik hedefi Suriye savaşının gelişim yönü ne olursa olsun Rojava'yı boğmaktı. Türkiye, Suriye'yi istikrarsızlaştırma sürecinde oynadığı rolle, aslında şu anda kendisi için felaket olarak gör­ düğü gelişmeleri mümkün hale getir­ mişti. Devletin müzakere sürecinden beklentisi Kürt Hareketi'ni içeriden Rojava'ya boşaltmak, orada da Müs­ lüman Kardeşler, IŞİD ve el-Nusra gibi ittifakları ile ezmekti. Devlet nezdinde müzakere sürecinin meşruiyeti de bu mekanizma ile sağlanıyordu. Ancak evdeki hesaplar çarşıya uyma­ dı, Dimyat'a pirince gidilirken evdeki bulgurdan da olunmanın kapısı açıldı. 7 Haziran sonrası, Erdoğan bu planın çöküşünün yarattığı infiali kendi ekse­ ninde bir savaş organizasyonu oluştur­ mak için kullandı. O günden bu yana içeride ve dışarıda yürütülen bunca operasyonun yaşanan bunca yıkımın temel hedefi içeride ve dışarıda Kürt Hareketi'ni ve ittifaklarını geriletmek, püskürtmek ve mümkünse yenmekti. Erdoğan ancak böylesi bir başarının Başkanlık projesini meşrulaştırabileceğini biliyordu. Bugün yaşananlar bu savaşın kazanılamadığını, dolayısıyla Başkanlık meselesinin meşrulaşmasının kısa dö­ nemde mümkün olmadığını gösteri­


o 2. CUMHURİYET’İN AÇMAZLARI VE SOSYALİSTLER

yapamayacağı ortada. Savaşı geliştirmek içerideki ik­ tidarın en önemli güvencesi idiyse Erdoğan'a verilen açık çekin koşulu her ne pahasına olursa olsun "Suriye'de oluşabilecek bir fiili durumu" boğmak­ sa ve bunun başarılamayacağı adım adım ortaya çıkarsa, bu durumdan var olan ittifak nasıl etkilenir? Böylesi bir ittifak bu durumda sürdürülebilir mi? Erdoğan giderek daha şiddetli bir burgunun içerisinde çift taraflı bir baskının altında kalacak. Dışarıda güç­ lenme koşulları içeride zayıflamasına, içeride güçlenme koşulları ise dışarıda ciddi dayaklar yemesine ve daha da izole olmasına yol açabilir. Bu iki taraflı basınç, bu iki zıt tarafa çekiş yönetil­ mesi oldukça zor bir tablo yaratacak ve kısa vadeli dönemi bu yeni duru­ mun yönetilmesinde sergilenecek ye­ tenek belirleyecek. Bu tablo neyi gösteriyor? Türkiye'de kurulmak istenen 2. Cumhuriyet'in temelleri oldukça zayıf ve büyük ge­ rilimler altında istikrar kazanması zor. Durumun yönetilmesindeki zorluklar, farklı güçlerin inisiyatif almasına engel olmak için zorun hep önde tutulma­ sını gerektiriyor ancak koşullar, işleri böyle idare edebilmenin sınırlarına yaklaşıldığını da ortaya koyuyor. "Hayır bitmedi daha yeni başlıyor"un maddi koşulları bu güç dengelerinin ve bu çatallanmaların içinde yatıyor. İnşa edilmek istenen re­ jimin, iç ve dış koşullarla kısa vadede uyumlu hale gelebilmesinin koşulları yeterli boyutta değildir. Sıkıntıların bir tarafını gidermeye çalışmak kaçı­ nılmaz olarak diğer taraftaki durumu bozmaktadır. Tablo bu biçimde derin­ leştikçe yeni gelişmelerin ortaya çık­

ma olanakları doğmaktadır. 16 Nisan'da ortaya çıkarılan tablo aslında bu çizilen fotoğrafın ön planın­ da daha da önemli bir anlam kazanıyor. Bütün zor koşullara rağmen ortaya çıkan sonucun umut verici olması ile iktidar bloğunun çok şiddetli gerilimlerle yüklenmesi arasındaki senkroni­ zasyon var olan olumlu ruh halini daha da yükseltecektir. Ancak bu ruh halinin süreklilik kazanabilmesi ise ancak ken­ disine giderek hızlanarak akabileceği bir yol haritası edinebilmesi ile müm­ kün olacaktır. Böylesi bir yol haritası olmaksızın gelişim sağlamak mümkün değildir. Referandum sonuçlarının gayrimeşruluğu, direnişin meşruiyetinin önemli bir güvencesidir ancak tek ba­ şına bir karşı-hegemonya kurucu bir ilke olarak kabul edilemez. Peki bu kurucu ilke ne olacaktır. Örneğin BirGün Gazetesi'nin 10 Mayıs tarihli manşetinde verdiği bir haber bu açıdan bir önerme içermektedir: "Hocaların hocası Korkut Boratav, mu­ halefetteki tartışmayı yorumladı: Ana muhalefet partisi cumhuriyet değer­ lerini sahiplenmelidir. 'Anlamadım, yani CHP şimdiye kadar tam da bunu yapmadı mı?', %49'luk 'Hayır' blokunu ayakta tutacak, genişletecek ana mu­ halefet gündemi şudur: Cumhuriyet rejimini İslamcı rejime dönüştürmek ve yolsuzluklara karşı sınırsız dokunul­ mazlık istiyorsunuz. Neden? CHP de bu platforma katılmaya zorlanmalıdır. Bu partinin acil sorunu sosyal demok­ rasiyi değil, açıkça cumhuriyet değer­ lerini sahiplenmektir". Buradaki tespit­ lerin dehşet uyandıracak kadar yanlış olması mı yoksa sosyalist bir günlük gazetenin 8 sütuna manşeti olması mı


menin Trump'ı, ekonomik kaygılarla değil ırkçı ön yargıların etkisiyle seç­ tiğini düşündürüyor.............sağ popü­ lizmin 35 yıldır istikrarlı bir biçimde yükseldiğini saptarken seçmenin esas olarak ekonomik kaygılarla değil, göç­ menlerin etkisiyle oluşan bir kültürel stres altında oy verdiğini savunuyor". (Ergin Yıldızoğlu, "Seçmen ve ekono­ mik kaygıları", 15 Mayıs Cumhuriyet). Buradan yola çıkarak yine bir sosya­ listimiz tarafından sağ popülizmin sı­ nıfsal dinamiklerle değil de kültürelci bir yaklaşımla anlaşılabileceğine dair verilen vaazlara tanık oluyoruz. Böylece aslında sola, yıllardır uzaklaştığı ve aslında tam da bu yüzden çözüldüğü ekonomi, paylaşım, eşitsizlik gibi alan­ lara yeniden sırtını dönmesini önermi­ yor musunuz? Bizim iddiamız şudur: Sağ popü­ lizm, Türkiye'de ve dünyada esas ola­ rak neo-liberalizmin yarattığı sosyal tahribatın istismarına dayanan bir politik projedir. Kendisine eklemledi­ ği kültürelci boyutların çeşitliliği onun bu özünü görmemizi engelleyebilmek içindir, sosyalistlerin görevi tam da bu ilk etapta görülemeyeni görünür kıl­ maktır. Kafalar çok karışıktır. Daha da ka­ rışacaktır. Her kesimi bir arada tutma hassasiyetleri bir süre sonra gerçek bir felç olma durumu yaratacaktır. Bu­ gün yapılması gereken sosyalistlerin, içinde bulunduğu HAYIR cephesinde kendi hegemonyasını arttıracak yön­ de netlik içeren bir politik programı ortaya koyması ve onun arkasına ola­ bildiğince güç yığacak bir mücadeleyi büyütmesidir. Aslında bunun için o kadar güçlü bir zemin var k i...

11 2. CUMHURİYET’İN AÇMAZLARI VE SOSYALİSTLER

daha dramatik bilemiyorum. Ancak "1. Cumhuriyet'e tutunma" dönüp dolaşıp yegane kurucu ilke olarak yansıtılması tam bir akıl tutulması ifadesidir. Birilerinin bu ilkeye tutunması, bu saiklerle Hayır demesi ve hatta direnen sos­ yalistlerin yanına gelmesinde hiçbir sıkıntı yoktur. Ancak bir sosyalist ak­ törün Cumhuriyet'in restorasyonu dı­ şında bir prensip ortaya koyamaması ve bunu da %49'u bir arada tutmanın iksiri gibi göstermesi akıllara ziyandır. Sosyalistlerin kendilerini bir karşı-hegemonya odağı olarak kurması ve kendi gelecek projelerini olabildiğince görünür bir biçimde parlatmaları, an­ latmaları gerekirken kendilerine "Sos­ yal demokrat"lığı bile yasaklamaları kabul edilebilir değildir. "%49'u bir arada tutma" kendi­ ni örtmenin ve görünmez kılmanın gerekçesi olamaz. Bu yaklaşım ister istemez yeni Ekmeleddin facialarına doğru yürümekten başka bir yola çık­ maz. "Le Pen'e karşı Macron" bilincini bugünden güçlendirmekten başka bir işe yaramaz. Fransız sosyalistleri nasıl yüksek sesle "Ne Le Pen ne de Macron" diye haykırabildilerse bugün bizler de "ne 1. ne de 2. Cumhuriyet" diye açıkça ifade etmek ve bu söylemin altını dol­ durmak zorundayız. Sosyalistler açısından kurucu ilke ancak yeni bir cumhuriyet, 3. Cumhu­ riyet olabilir. Sosyalistlerin yeni kuru­ luşta yol inisiyatif kazanabilmesi ise ancak AKP'nin sınıf üzerindeki hege­ monyasını çözülmesinde en etkin güç olmayı başarmakla mümkündür. İşte tam da burada yine kafa karı­ şıklıkları baş gösteriyor: "Sol eğilimli The Nation dergisinin yaptığı kapsamlı bir araştırma, 2016 seçimlerinde seç­


(N 2. CUMHURİYET’İN AÇMAZLARI VE SOSYALİSTLER

Aslında HAYIR diyerek kendisini so­ kaklara atan, farklı bir geleceğin haya­ lini kuran binlerce insan tam da bunu bekliyorlar daha da hızlanmak için. Zaman zaman mücadelenin biçim­ leri üzerinde durdurduğumuz kadar mücadelenin içeriği üzerinde yoğun­ laşmıyoruz. Topluma anlatmaya çalış­ tığımız hikayenin içeriğinin ne kadar önemli olduğunun farkında değilmişiz gibi davranabiliyoruz. Oysa böylesi büyük kırılma anların­ da yeni bir gelecek fikrinin somutlaştı­ rılması ve onun için ortaya konacak sa­ hici ve samimi bir mücadele muazzam olanaklar yaratacaktır. Gezi'de, 7 Haziran'da, 16 Nisan'da kendisini ortaya koyan "çokluk" bir rastlantı eseri olarak ortaya çıkmıyor. Bu ortaya çıkan aslında toplumun farklı kesimlerinin içerik olarak ger­ çekten devrimci bir projeye duyduk­ ları açlığın bir ifadesidir. Sosyalistlere bugün düşen görev tam da bu ihti­ yacın karşılanmasıdır. "Ne zaman yeni bir Gezi olacak?" diye papatya falı açmaktansa, böylesi bir kabarışın ancak kendisinin ön açmasıyla mümkün ola­ bileceğini hatırlamaktır. Bu ön açma­ nın illaki mücadele biçimleri ile alakalı olmadığını, insanları ortak bir hedefe kilitleyecek, somut ve kabul edilebilir bir çerçevenin örgütlü propagandası ile de mümkün olabileceğini görmek­ tir. HAYIR mücadelesini orta sınıflar zemininden, toplumun şimdiye kadar çok da dokunulamayan alt sınıflarına taşımanın yollarını bulmanın tam da aslında sosyalistleri hayatın merkezine taşıyacak kanal olabileceğini anlamak­ tır. Ekonomideki göstergeler AKP için giderek kabusa dönüşürken "ekono­ mik taleplerin karşılığı yok" umutsuz­

luğundan sıyrılmak, ekonomi alanında işe yaramayanın geleneksel söylem ve teknik açıklamalara sıkışıp kalmak ol­ duğunu unutmamaktır. "Ortak yaşam ve toplumsal ba­ rış için demokrasi" ve "zengine vergi, topluma güvence" temellerine oturan bir mücadeleyi alt sınıflarla buluşturabilmek bir eylemli iddia olarak ortaya konamadıkça sosyalistlerin ülkenin ge­ leceğinde kurucu bir rol oynama şansı yoktur. Ancak sosyalistlere bu rolü oy­ naması için yükselen çoklu toplumsal çağrının şiddet ve yaygınlığı da gide­ rek artmaktadır.


KÜRESELLEŞME SONRASI Mehmet YILMAZER GİRİŞ

co KÜRESELLEŞME SONRASI

Dünya yeni bir döneme giriyor. Bu yeni dönemin ne olabileceğini öngö­ rebilmek için tarihin çok derinlikleri­ ne inmeyeceksek, en azından Berlin Duvarı'nın yıkılışı sonrasına bakmak gerekiyor. Neoliberalizm bayrağını 80'li yıl­ ların ortalarında ABD ve İngiltere aç­ mıştır. Duvar'ın yıkılışı ile bu süreç hız kazanmış küreselleşme adı altında, aslında yeni güç dengeleri içinde dün­ yanın yeniden paylaşım dönemine gi­ rilmiştir. Bu süreç Keynes ekonomileri­ nin terk edilmesi ve yeni bir sermaye birikim döneminin kapılarının açılması anlamına geliyordu. İki parola öne çık­ mıştı: özelleştirmeler ve kuralsızlaştır­ ma. Devletin ekonomiye müdahalesi­ nin ağırlıkta olduğu Keynes dönemin­ den, devletin ekonomiden dışlandığı, pazarın yeniden kutsandığı bir yola gi­ riliyordu. Devletin elinde olan işletme­ ler verimsizlikleri gerekçe gösterilerek tüm dünyayı saran bir dalga ile özelleş­ tirilmeye başlandı. Öte yandan, finans alanına, borsalara ve spekülatif serma­ ye hareketleri içine muazzam kaynak­ lar aktarıldı. Sigorta fonları, emeklilik fonları devasa tsunami dalgaları gibi borsalara aktı. Para okyanusunda spe­ külasyon dalgaları yükselmeye baş­ ladı. Paranın ülke sınırlarını rahatlıkla aşabilmesi için kuralsızlaştırma icat edildi. Bu dönemin ekonomik olarak an­

lamı, kâr oranlarında düşme nede­ niyle sermayenin üretim devresinden finans, spekülasyon alanına kaymasıydı. Bu fırtınaya önceleri Kıta Avrupası ve Japonya direndi. Fakat ABD ve İngiltere'nin baskısıyla finansallaşma dalga dalga dünyaya yayıldı. Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla başla­ yan sürecin iki özelliği vardı. 90'lı yıllar ve iki binli yılların başları Latin Ame­ rika, Uzak Doğu, Rusya'da ve hatta Türkiye'de finans krizlerinin yaşandığı bir süreç oldu. Bir finans dalgası dün­ yayı dolaştı. Japonya, uzun sürecek bir durgunluğa girdi, finansallaşma mali krizlerle dünyadaki egemenliğini ve hareket alanını inşa etti. Finansa en uzak duran Almanya bile bu baskılar­ la aynı sürece girmeye zorlandı. Öte yandan, bu yıllar Balkanlar ve Doğu Avrupa ülkelerinin paylaşıldığı, I. Dün­ ya Savaşı öncesini andıran yıllar oldu. O zaman itibarı ve gücü yüksek olan AB bir yandan, NATO diğer yandan bu bölgeleri paylaştılar. Hatta Mer­ kez Asya ülkeleri de bu paylaşım içine girmişti. Eski sosyalist ülkeler çılgınlar gibi kapitalizme doğru koşuya kalktı­ lar. Berlin Duvarı'nın yıkılışının hemen sonrasında Avrupa ve Japonya Soğuk Savaş'ın dehşet dengesi sona erdi­ ğine göre "barış içinde bir ekonomik yarış" dönemine girildiğine inandı. Daha doğrusu bu dönemin böyle ya­ şanmasını istediler. Onun için özellik­ le Japonya ve Almanya, sınırlı ölçüde


KÜRESELLEŞME SONRASI

de Çin, Ortadoğu'da Irak ve İran başta olmak üzere bazı Körfez ülkeleriyle önemli enerji anlaşmaları imzaladılar. Bu "barış içinde yarış" hayalleri Körfez Savaşı ve Irak'ın işgaliyle bölgenin çöl­ lerine gömüldü. Güçler tablosu açısından 90'lı yıllar ve iki binlerin başları "süper güç"ün egemenliği ve "yeni bir dünya düzeni" kurma çabalarıyla geçti. Küreselleşme bu amacın fiyakalı adıydı. Neoliberalizm paylaşımın ekonomi mekanizma­ larını anlatıyordu. Ve dünya 90'ların başlarında Japonya ve Almanya'nın hayal ettiği gibi "barış içinde ekono­ mik yarış" yoluna değil, doğrudan yeni paylaşım savaşlarının içine giriyordu. Irak'ın işgali bu dönemin inkar edile­ mez kanıtı oldu. Soğuk Savaş'ın "deh­ şet dengesi" ortadan kalkmıştı, ancak yeni dünya düzeni farklı bir dehşetin içine yolculuğun adı olmuştu. "Süper güç" Amerika 2001'de ikiz kulelerine yapılan saldırı sonrası dün­ yayı silah zoruyla yeniden şekillendir­ me yoluna çıktı. Bunun adını "ulusla­ rarası teröre karşı mücadele" koydular. Berlin Duvarı'nın yıkılışı sonrası geçen ilk on yılda Körfez Savaşı ve Balkan Sa­ vaşı yaşansa da kapitalist dünya genel olarak dehşet dengesinden kurtulma­ nın sarhoşluğuyla "tarihin sonu" üzeri­ ne kadeh kaldırıyordu. 2003'de Irak'ın işgali ile dünya bugünkü cehennem gibi günlere adım atmış oldu. Washington, Ortadoğu'da bü­ yük bir hedefe kilitlenerek, "Saddam diktatörlüğü"nü yıkıp bölgeye demok­ rasi getirme umuduyla Irak işgaline başladı. Bölgeye vereceği yeni şeklin gücü ve rüzgarıyla dünyada yeni bir düzen kurma yoluna çıkmıştı. Bu yolda kendine yeterince destek vermeyen

AB'yi "eski Avrupa" diye aşağılayıp, yeni "doğu" Avrupa'yı kutsamıştı. Olaylar Washington'un planlarına göre akma­ dı. 2003 sonrası ABD'nin hayallerini yı­ kan önemli gelişmeler yaşandı ve kur­ maya çalıştığı yeni dünya düzeni ken­ disi için kabusa dönüşmeye başladı. Detayları atlayarak üç olaya değinmek gerekiyor. Irak'ın işgali ABD için batak­ lığa bir girişti. O günden beri debelen­ dikçe batıyor. İkinci olay, 2008 krizidir. Bu krizle neoliberal ekonomi politika­ ların iflası tüm dünyaya ilan edilmiş oldu. Üçüncü olay, 2011 Arap isyanları ile ABD'nin bölgeye şekil vermek için son gayretleri bölgeyi iyice cehenne­ me çevirdi, kendisini de batağın dibine çekti. Irak işgali sonrası süreç dünya güç­ ler dengesinde önemli bir değişime yol açtı. Berlin Duvar'ı yıkıldığında "süper güç" olan Amerika, Bağdat'ta Saddam heykelini yıkarken aynı zamanda ken­ di süperliğinin de inişe geçişini tetikliyordu. İşgalden beş yıl sonra artık ABD süper güç değildi, güçler tablosunda çok kutuplu dünya ortaya çıkıyordu. Obama yılları Amerika'nın dünyada ve bölgede güç kaybının çok görünür hale geldiği bir zaman aralığı oldu. Afganistan ve Irak işgaliyle süper güç yıpranmaya başlarken, Çin ve Rus­ ya hem dünya siyasetinde hem de eko­ nomisinde yeni mevziler kazanıyordu. Duvar'ın yıkılışından sonra yıldızı iyice parlayan Avrupa Birliği de 2008 krizin­ den sonra nefes darlığı sürecine girdi. Günümüzde o parıltılı günlerden eser olmadığı gibi AB'nin devamı konusun­ da karamsar yorumlar artıyor. Trump'ın yolunu döşeyen iki altüst­ lük 2008 kriziyle neoliberalizmin iflası


m KÜRESELLEŞME SONRASI

ve çok kutuplu dünyanın şekillenme­ yüyen eşitsizlik ve sonuçları üzerine siyle süper gücün zayıflamasıdır. değerlendirmeler yapıyor. Öte yandan Bu gelişmeler, Sovyetler Birliği'nin bu gelişmeler Thomas Piketty'e "21. yıkılışı ile zafer sarhoşluğuna kapılan Yüzyılda Kapital" kitabını yazdırdı. Ana kapitalist merkezlerde şok etkisi ya­ konusu sermaye birikiminin yarattığı ratmıştır. 90'lı yılların başında "tarihin ve son birkaç on yılda iyice uçurumsonu"nu ilan eden Fukuyama, insan­ laşan eşitsizliğin "tehlikeleri" üzerine lığın son gelişim aşamasının "liberal genel tabloyu sunan ve çözüm yolla­ demokrasi" olduğunu iddia etmişti. İn­ rı arayan bu kitap oldukça ilgi gördü. sanlığın henüz gelişmekte olan büyük Uçurum derinleşiyor ve tehlike büyü­ bölümünün artık bu hedefe yürümek­ yor; bunun baş aktörü ise küreselleş­ ten başka bir amacı olamazdı. me ve neoliberal ekonomi politika­ 2014 yılında aynı kapitalist kahin lardır. Bunu artık "tarihin sonu"nu ilan F. Fukuyama liberal demokrasiler hak­ eden F. Fukuyama'nın bile itiraf etmesi kında şunları söylemek zorunda kalı­ özel olarak anlamlıdır. yordu: Öte yandan, ekonomi alanından "Gelişen ve iyi gelişmiş çağdaş de­ dünyanın düzenine geçince son otuz mokrasilerin yüz yüze olduğu bir sorun yılda nasıl bir tablonun ortaya çıktığı­ varsa, o da insanların hükümetlerden na Amerikalı kıdemli diplomat Henry istediklerini: kişisel güvenlik, ekonomik Kissinger'ın verdiği cevap ilginçtir. büyümenin paylaşımı ve eğitim, sağlık "Düzenin iki yüzü -güç ve meşrui­ gibi kaliteli temel kamu hizmetleri ve yet- arasında bir denge bulmak devlet bireysel fırsat elde edebilmek için gerekli adamlığının özüdür" Kissinger'in bu alt yapıyı karşılamadaki başarısızlıkları- uyarıyı yapması günümüzün temel bir dır."1 gerçeğine dayanıyor: Anlaşılıyor ki liberal demokrasiler "Meşruiyet iddiaları bugüne kadar, "tarihin sonu" olmadığı gibi her gün her on yılda inanılmaz yollarla kendi felakete daha fazla yaklaşan bugünkü ufkunu çeşitlendirirken, günümüzde, dünyanın temel sorunu haline gelmiş­ kısmen teknolojik nedenlerle, güç görül­ tir. Kişisel güvenlik, büyümenin payla­ memiş bir akış içindedir"(2) şımı, temel hizmetler gibi konulardaki Günümüz dünyasında meşruiyetin gerekleri karşılayamayan bir düzen çeşitlenmesi artarken, teknolojik geli­ er ya da geç tarihin çöplüğüne atılır. şimin hız ve kapsamına ayak uydura"Tarihin sonu"ndan tarihin çöplüğüne mıyor. Bu sadece uluslararası alanda gelmek rastlantı değildir. Hala içinden silah tekniklerinin gelişmesi ve güç çıkılamayan 2008 krizi, yerkürenin ar­ kullanımı açısından değil, yüksek tek­ tan ölçüde bir yangın yerine dönme­ niği elinde tutan tekellerin gündelik si, büyük güçlerin büyük yalanları ile yaşamda eriştiği güç ve buna karşılık dünyanın yönlendirilmesi hep küresel­ insanlığın moral değerlerinin nere­ leşme ve neoliberalizm bayrağı altında deyse eriyip yok olmasıyla da ilgilidir. gerçekleşti. Bilgi ve teknik büyük güçtür, ancak Son yıllarda bizzat Joseph Stiglitz özel mülkiyetin egemenliği altında­ gibi kapitalist ekonomistler bile bü­ dır. Elbette bu gerçekliğe Kissinger'in


'vO

KÜRESELLEŞME SONRASI

bir itirazı yoktur. Onun sorunu güç ve merkezi otoritenin etkinliğine sahip ol­ meşruiyet arasında devlet adamının mayan devletler fenomenine şahit ol­ kurması gereken dengedir. duk. Soğuk Savaş sona erdikten sonra "Ikincisi, dünyadaki ekonomik ve güç kullanımı azalmadı, tam tersine politik örgütlenmeler farklı yöndedir. yaygınlaştı. Üstelik kapitalizmin "ko­ Dünya politik yapısı ulusal devlet tememünizm korkusu" ortadan kalkınca lindeyken, uluslararası ekonomik sistem pervasızlığı çok arttı. Küreselleşme ve küreseldir. neoliberalizm bu pervasızlaşan yolcu­ "Üçüncüsü, en önemli konularda luğun adları oldular. Sorun meşruiyet birlikte iş yapmak ve sonuç almak için ve güç kullanımı dengesinin kulla­ büyük güçlerin etkin mekanizmalarının nımında yatıyor. Rus Dışişleri Bakanı yokluğudur... Lavrov'un dediği gibi "Soğuk Savaş "Hepsinden önemlisi, kararsız davyıllarında taraflar bazı sınırların aşıl- ransa da Amerikan liderliği kaçınılmaz­ mamasına dikkat gösterirlerdi." Duvar dır. Geri çekilmesine izin verilemez."(3) yıkıldıktan sonra bu dikkatin yerini Bu eksikliklerden çıkarılabilecek pervasızlık almıştır. temel sonuç, dünyanın yönetilemez Saddam'ın kimyasal silahlara sa­ noktaya doğru hızla gitmesidir. Sade­ hip olduğu bahane edilerek başlatı­ ce başarısız devletler, yönetilemeyen lan Irak işgali ve antik medeniyetlerin alanlardan söz etmek tabloyu eksik beşiği Bağdat'ın inanılmaz yağma­ bırakır, dünyada başka bir fenomen lanması "güç ve meşruiyet dengesi­ daha vardır. Ülkeler genellikle iki kutba ne" onarılamaz bir darbe oldu. Bugün ayrışıyor. Bu tablo yönetim yeteneğini Ortadoğu'nun bir cehenneme dön­ zayıflatıyor. Bu kutuplaşmayı en ge­ mesi, hele Arap isyanlarından sonra nel anlamıyla neoliberal uygulama­ bu cehennemin iyice yaygınlaşması lar ve ona karşı oluşan tepkiler olarak ardından büyük kör terör dalgaları ya­ görmek hatalı olmaz. Güçler karşılıklı saflaşıyor, böylece egemenlik yapıları rattı. El Kaide ve IŞİD, bölgede küresel­ da sorunlu hale geliyor. Soğuk Savaş leşme yağmasının yarattığı canavar­ sonrası dünya düzeni epeydir kaosa lardan başka bir şey değildir. Bu örgüt­ evrimleşiyor. lerin emperyalist merkezlere taşıdığı Bu gidiş mevcut uluslararası kurumdehşet, onların yüzüne tutulan bir ay­ ları işlevsiz hale getiriyor, pek çok ulus­ nadır. lararası örgütlenme olmasına rağmen "Güç ve meşruiyet dengesi"nin bo­ "büyük güçler arası etkin mekanizma­ zulmasıyla nasıl bir dünya ortaya çıktı? lar" yoktur. Elbette en önemlisi dün­ "Dengesizlik büyürken 21. yüzyılın yanın artık bir kaptanı yoktur. ABD'nin dünya düzeninde dört önemli alanda liderliğini kaçınılmaz göre Kissinger, onun geri çekilişini düşünmek bile is­ eksiklik ortaya çıktı. "Birincisi, Soğuk Savaş'ın sona erme­ temiyor. Ancak bugünün dünyasında sinden beri dünyanın çeşitli bölgelerin­ ABD'nin mevzi kaybı tartışılmaz bir de 'başarısız devletler'yönetilemeyen gerçektir. a l a n l a r g ü ç kullanma tekeline veya Trump'ın başkan seçildiği dünya üç


mik yapı farkları güç kaymasına daha baştan büyük gerilimler yüklüyor. Trump, Amerika'nın liderliğinin tartışmalı hale geldiği bir zamanda "Amerika'yı yeniden büyütelim!" slo­ ganıyla başkan seçildi. Güçlerin bildik, alışıldık yollardan aktığı bir dünyaya değil, büyük anaforlarla yeniden şekil­ lenmekte olduğu bir dünyaya liderlik yapmak göreviyle karşı karşıya olduğu için Başkan'ın liderlik kapasitesi tarihi ve zorlu bir sınavdan geçecektir.

TRUMP'IN YÜKSELİŞİNİN ARKA PLANI Trump'la birlikte küreselleşmenin geleceği tartışma konusu oldu. Özel­ leştirme ve kuralsızlaştırma dalgala­ rıyla dünyaya yayılan finans kapital Trump'la birlikte geriye mi dönecektir? Dünya kapitalizminin yapısına bakıldı­ ğında böyle bir geri dönüşün imkansız olduğu kolayca anlaşılabilir. Fakat öte yandan hem sermayenin üretimden finansa kaymasıyla hem fabrikaların ucuz iş gücünün peşinden gelişmek­ te olan ülkelere gitmesiyle, ayrıca son teknolojilerin yeterince istihdam ya­ ratmaması nedeniyle gelişmiş ekono­ miler yapısal bir değişime uğradı. Bu değişimin bir sosyal karşılığı olacaktı. Bu karmaşık süreç Trump'ı yarattı de­ mek hatalı olmaz. Finans kapitalin ulusal sınırlar içi­ ne çekilmeyeceği açık olsa da yine de bu alandaki son gelişmelere bakmak önemlidir. Küreselleşme ile hızlanan sermaye akışının ilk on yılı iyi gitse de sonra tablo tersine dönmeye başla­ mıştır. "Uluslararası şirketlerin son beş yılda karları %25 geriledi. Son yirmi yılın en düşük seviyesine indi."(4)

KÜRESELLEŞME SONRASI

özelliğiyle öne çıkıyor. Küreselleşme, yani Berlin Duvarı'nın yıkılması sonrası hız alan dünyanın yeniden paylaşımı bugün ortaya yönetilemez bir dünya çıkarmıştır. Bu tablo bugüne kadar var olan uluslararası kurumların çoğunu işlevsizleştiriyor. Yeniden paylaşım, meşruiyeti bir kenara iterken dünya­ daki güç kullanımını büyük ölçüde keyfileştiriyor. İkinci önemli özellik, neoliberalizm, Keynes sonrası dünya ekonomisinin sermaye birikim modeli tıkanmıştır. 2008 krizi bunun en açık kanıtıdır. He­ nüz yerine yeni bir sermaye birikim modeli yaratılamamıştır. Uluslararası finans kapital yarattığı yıkıntılar ara­ sında dolaşıyor, çözüm olarak finansallaşmayı ve spekülasyonu arttırmaktan başka bir yol öneremiyor. Dünya eko­ nomisi bir geçiş dönemindedir. Keynes ekonomisinden neoliberalizme geçiş bir on yıl sürmüştü, bugünün sancılı geçiş döneminin ne kadar zaman ala­ cağını kimse bilmiyor. Üçüncü önemli özellik, ABD'nin güç kaybıdır ve dünya artık tek merkezden yönetilmiyor. Çok kutuplu dünyanın şekillenmesi 2007 yılında Putin tara­ fından ilan edilmişti. Bugün kutupla­ rın güç ve konumlarının sınandığı bir dünyadayız. Önceki güçlerin durumu ile bugün yaşanmakta olan arasın­ da büyük farklar vardır. İngiltere'den Amerika'ya dünya liderliğinin kayması birbirine yakın sosyal ve kültürel yapı­ lara sahip iki ülke arasında bir yumu­ şak geçişle gerçekleşmiştir. Bugün güç kayması Amerika ve Çin arasında ya­ şanıyor. Bu ikisinin ardından da Rusya başını uzatıyor. Bu güç çatallanmasının sorunları önceki ile benzeşmiyor. Tarihi, sosyal-kültürel ve hatta ekono­


co KÜRESELLEŞME SONRASI

"700 en büyüğün hisse senedi karları on yıl içinde %18'den %11'e düştü. Sade­ ce teknoloji firmaları son on yılda parlak karlar elde etti"(5) Karlar gerilediği için sermayenin geri dönmesi çözüm değildir. Yapılan hesaplamalara göre Amerikan firma­ ları dışarıdaki işlerinin bir çeyreğini içeriye taşırlarsa karları %12 daha dü­ şecektir. (a.y) Küreselleşme ile hızlanan sermaye akışının genel yapısıyla ilgili bir bilgi de yapısal değişimi ortaya koyuyor: "2000-2007 arasında gelişmiş eko­ nomiler gelişmekte olanlardan üç kat fazla doğrudan sermaye yatırımı (DSY) çekerken, 2012'de ilk kez gelişmekte olanlar Batı'yı geçti. 2014'de sanayileş­ miş ülkelere DSY498,8 milyar dolara ge­ riledi. Önceki yıla göre %28 gerileyerek daha önce görülmemiş seviyeye düştü" (6) Küreselleşmenin ilk dalgasında doğrudan sermaye yatırımları önce

gelişmiş ülkelere akmıştır. Diğerlerine daha spekülatif sermaye gitmiştir. Bu tablo 2014'de değişmeye başlamış, gelişmiş ülkelerin küreselleşmeden ka­ zancında duraklama başlamıştır. Küreselleşmenin parlak günlerinin sona erdiği görülüyor. Duvar'ın yıkılı­ şıyla hızlanan sermaye akışı bir nok­ tadan sonra doyuma ulaşınca karların aşağıya inmesi kapitalizmin alın yazı­ sıdır. Bunun dışında kalanlar yüksek teknoloji firmalarıdır. Yeni metaların yaratılması, benzerleri çıkıncaya kadar ek kar elde etme fırsatı yaratıyor. Özel olarak Amerika ekonomisi söz konusu olunca silah ve uzay teknolojisi dışında rekabet gücünü kaybeden bir ekonomidir. Küreselleşmenin ilk ballı günlerinde karlar yükselirken son yıl­ larda gerilemenin başlaması doğaldır. Amerika ekonomisi, küreselleşme­ nin kaymağını yerken aynı zamanda sonra kendisini krize sürükleyen iki önemli değişim yaşadı. İlki sermaye-


On KÜRESELLEŞME SONRASI

nin finans alanına, dolayısıyla spekü­ nan ve kırk yaş üstü görece imtiyazlı be­ lasyona kayması; diğeri ise bilgi-hiz- yaz erkek işçilerden geldiğini tespit etti. met sektörünün gelişmesiyle yaşanan Trump'ın seçilmesini destekleyen Pas "sanayisizleşme"dir. Bu yapısal değişim Kuşağındaki beş devlette (Iowa, Michi­ başlarda karları yükseltse de uluslara­ gan, Ohio, Pennsylvania ve Wisconsin) rası rekabetin artmasıyla son on yılda Cumhuriyetçilerin oyları arttı."(8) tablo değişmiştir. Özellikle 2008 krizi Trump bu bölgeleri dolaşırken "ben Amerikan finans sistemini ve tüm eko­ sizin sesinizim" diyordu. Eğer neolibenomisini güçlü bir şekilde vurmuştur. ralizm büyük ölçüde yıpranmamış ol­ İyi günlerde sorun olmayan Ameri­ saydı bu Pas Kuşağı'ndaki "beyaz" işçi­ kan kurumlar vergisi son yıllarda tekel­ leri ikna etmesi mümkün olmazdı. lerin iyice canını sıkmaya başlamıştır. "Amerika'nın üretim temeli çökerken "ABD'de şirketler vergisi %35, ve ortalama ücretler durgunlaşırken İngiltere'de %20, Almanya'da %16, CEO kazançları 1990'larda gökyüzüne Kanada'da %15'dir. Bu yüzden yaklaşık fırladı ve 2015'de ortalama ücretin 275 2,5 trilyon dolar dışarıda park etti." ... katıydı. ABD kapitalist sınıfının çıkarları "Amerikan ekonomisini geri çeken bir di­ geniş toplum kesimlerinden gittikçe ko­ ğer faktör aşırı kurallardır... Bu durum, puyordu. Bunun özel ifadesi, Trump'ın geçen yıllarda, finans krizine bir tepki egemen sınıf liderliğindeki krizi açığa olarak, özellikle finans sektöründe bir vurmasıdır." (9) gerçektir."17 90'lı yıllarda CEO'ların mucizelerin­ Obama, kriz sonrası özellikle fi- den, kazançlarının çok görülmeme­ nans sektöründe kuralları sıkılaştırdı. sinden sık sık söz edilirdi. Ancak bu Kuralsızlaştırmadan sıkı kurallara geri durum Amerikan sisteminde açık bir dönüldü. Trump hem bu kuralları ye­ çürümenin işaretiydi, ardından kapi­ niden gevşetme niyetindedir, aynı talist merkezlere çamur gibi yayıldı. zamanda şirket vergilerini %15'e indir­ Bunlar neoliberalizmin yıpranmasında mek için yasa hazırlıyor. önemli işaret taşları oldular. Amerikan ekonomisi hem kar sıkış­ Buna bir de "beyazların otuz yıl­ ması içindedir hem de "sanayisizleşme" dan az bir zamanda kesin çoğunluğu politikasıyla geniş bir işsiz kitlesi yarat­ kaybedecekleri korkusu" (10) eklenince mıştır. 90'lı yılların başlarında Amerika Trump'ın propagandasının etkisi yük­ bilgi-hizmet sektörünün gelişmesinde seldi. kurtuluşunu görmüştü. Fakat bilgi-hizTrump'ın etkisinin yaygınlaşması­ met sektörü büyürken sanayi geriliyor­ nın tarihsel de bir kaynağı vardır. du. "Amerika genellikle seküler ve koz­ "Gallup'dan Pablo Diego ve Jonat­ mopolit olarak betimlenmesine rağ­ han Rothwell'in analizinde, standart men, bu sadece sahil kentlerindeki elit­ Cumhuriyetçi oyların tersine Trump en lerin kültürel egemenliğinin yansıttığı güçlü desteğin üretim, inşaat, montaj, bir imajdır. Tersine içerideki halklar farklı bakım-onarım ve ulaşım sektörlerini bir politik ideoloji olan Jacksonizm (Fre­ kapsayan 'kalifiye mavi yakalı sanayiile- derick Jackson, 1930'ların ünlü bir Ame­ rin' içindeki ortalamanın üstünde kaza­ rikan tarihçisi) ile şekillenmiştir.. .Trump


o

(N

KÜRESELLEŞME SONRASI

Jacksonist popüler harekete ve onun düzen karşıtı ruhuna dayanıyor."°v Türkiye'ye ne kadar da benziyor. Amerika'nın Atlantik ve Pasifik kıyıları ile içerisinin kültür ve davranışları çok farklıdır. Üstelik bu farklılık en az iki yüz yıldır devam ediyor. Ayrıca Ameri­ ka "geri kalmış" bir ülke de değildir. Bu bölünme aslında uzun yıllardır Cum­ huriyetçiler ve Demokratlar arasında zaten vardır. Amerika'nın kırları Cum­ huriyetçi, siyah düşmanı, iç savaştan kalma davranışlarla merkezi devletten hoşlanmayan, başına buyruk bir gele­ neğe sahiptir. Trump bu geleneğe bir de neoliberalizmin yarattığı yıkıntının etkilerini ekledi. Pas Kuşağı'ndaki işsizlere veya kendini işsizlik tehdidi altında gören kitlelere hitap ederken Trump: "Bunlar ülkemizin unutulmuş erkek ve kadınla­ rıdır. Zor koşullarda çalışırlar fakat artık sesleri duyulmuyor. Ben sizin sesinizim" diyordu. (a.y) Trump'ın bu insanların ne ölçüde "sesi" olacağını tartışmaya bile gerek yoktur. Ancak neoliberalizmin parıl­ tıları dökülünce Trump gibilerin yolu açılmıştır. Neoliberalizm bayrağını taşıyan küreselleşme dünyada en ge­ nel anlamda iki güçlü akım yaratmış­ tır. Finansallaşmanın ve bilgi-hizmet sektörünün büyümesiyle ortaya çıkan "sanayisizleşme" ilk büyük akımdır. Di­ ğeri küreselleşmenin dünyanın yeni­ den yağmalanması anlamına geldiği gerçeği ortaya çıktıkça yerküresinde görülmedik ölçüde büyük göç dalga­ ları başlamıştır. Sanayisizleşme ve göç dalgaları kesiştikçe bu dalga girişim­ lerinin sırtında Trumplar yükselmeye başlamıştır.

KÜRESELLEŞME SONRASI YENİ GÜÇLER TABLOSUNUN OLUŞUMU "Küreselleşme sonrası"ndan kas­ tımız, Duvar'ın yıkılması ile büyük bir hız kazanan dünyanın yeniden payla­ şımındaki ilk büyük dalganın durgun­ laşmaya başladığı dönemdir. 2008 krizi bu büyük dalganın kırılmasını haber veriyordu; öte yandan 2012 sonrası kü­ reselleşmedeki sermaye akış yapısında değişimler ortaya çıkarak, hikayenin köklü bir değişimle karşı karşıya oldu­ ğu anlaşılıyor. Bu nedenle küreselleş­ me artık ilk yola çıktığı yıllardaki gibi gidemiyor, yeni yollar aramak zorun­ da kalıyordu. Trump'ın iktidar olması ile yoldaki keskin dönüş zorunluluğu en yüksek çan kulesinden ilan edilmiş oluyordu. Yaşanan beklenmedik bir gelişme değildir, yeni olan bunun ABD tarafından ilan edilmiş olmasıdır. 90'lar sonrası dünya güç ilişkilerin­ de önemli değişimler yaşandı. Bugüne kadar bu konu öngörüler, yorumlar, tartışmalar seviyesinde kalıyordu. Artık somut bir gerçeklik haline geliyor. Dün­ ya 90'lı yılların başındaki gibi değildir. Çoğu yönüyle bilinen bu değişimi son haliyle gözden geçirmek "küreselleş­ me sonrası" dünyanın güç tablosunu ana özellikleri ile ortaya koyabilir. Çok kutuplu dünyada olduğumuz artık genel bir kabul görüyor. Ancak bu kabul "fakat hala ABD en büyük güç" tespitiyle birlikte söyleniyor. Böy­ le yapılınca değişimin niteliği atlanmış oluyor. Artık dünya güçler tablosunda nicel bir birikimden öteye niteliksel de­ ğişimlerin eşiğindeyiz. Bu eşik noktası­ na biraz bakalım. Dünyanın en hızlı büyüyen eko­ nomisi Çin, etkisini her geçen gün


KÜRESELLEŞME SONRASI

Birliği) ABD, Çin'de yaptığı yatırımdan 3 kat, Hindistan'daki yatırımından 10 kat fazla yatırım yapmıştır. (14) Çin'in bölgedeki gelişimi çarpıcıdır. ABD'nin 2014'de yatırım miktarı 226 milyar dolardır. Buna karşılık Çin'in 1991 yılında ASEAN'da 8 milyar yatırı­ mı varken, bu rakam 2015'de 472 mil­ yar dolara çıkmıştır. (15) Amerika ASEAN ülkelerini ısrarla Çin, Hindistan ve Rusya'dan uzak tut­ mak için büyük çaba gösteriyor. Amerika'nın Pasifik bölgesindeki stratejisi epeydir "rebalance" (yeni­ den dengeleme) olarak adlandırılıyor. Çünkü bu bölge uzun yıllardır kıpır kıpırdır. 90'lı yıllara kadar Japonya'nın ekonomik etkisinden söz etmek müm­ kündü, ancak özellikle son yirmi yıldır tablo değişiyor. En önemli gelişme Çin, Rusya, Merkez ve Güney Asya ülke­ lerini kapsayan İpek Yolu Ekonomik Kuşağı'dır. 2014 başında Xi Jinping'in Moskova'yı ziyaretiyle anlaşma imza­ lanmıştır. Çin'in büyük ortağı olduğu 50 ülkenin katıldığı Asya Altyapı Yatı­ rım Bankası'nın finanse ettiği bu yatı­ rım bölgenin fotoğrafını değiştirecek­ tir. (16) 2010'da Çin'le Rusya Doğu Sibirya-Pasifik Okyanusu (ESCO) anlaşma­ sıyla bölge için önemli bir enerji hattı kurmuşlardır. Rusya bu hatla Japonya, Çin, Güney Kore, Tayvan ve Filipinler'e doğal gaz vermektedir. "Sibirya'nın Gücü" projesiyle Rusya ve Çin çok daha büyük bir enerji anlaşmasına imza at­ mışlardır. Ayrıca Çin-Rusya arasındaki hızlı tren projesi de imzalanmıştır. Çin hızla dünyanın üretim atölyesi olmaktan yüksek teknik üreten bir ekonomisine dönüşüyor. 2001 yılında süper bilgisayarlar listesinde Çin yok-

(N

arttırıyor. Aslında gelişmekte olan ekonomilerin dünyadaki ağırlığı gi­ derek artmaktadır. 1990 yılında dün­ ya GDP'sinin %80'nini gelişmiş ülke­ ler üretirken, gelişmekte olan ülkeler %21,7'sini üretiyordu. Bu oran 2010'da %65,7 ve %34,3; 2014 yılında ise %55,1 ve %44,9 olmuştur. (13) Batı dünyası dışında gittikçe yeni odak noktası ol­ maya aday BRICS ülkelerinin ağırlığı artmaktadır. Toprak olarak dünyanın %26'sını; nüfus olarak %43'ünü; dünya GDP'sinin %30'unu ve ticaretin %20 'sini bu ülkeler meydana getiriyor. (a.y. s.12) Öte yandan en çok doğrudan yatı­ rım çeken ülkeler arasında 2014 yılında Çin 129 milyar dolarla birinci sırada yer almaktadır. Ayrıca IMF hesaplamaları­ na göre 2014'de Çin 10,5 trilyon dolar GDP ile dünyanın en büyük ekonomisi olmuştur. (a.y. s.13) Ayrıca BRICS ülke­ leri dünya ekonomisindeki büyüme­ nin %70'ini omuzlamaktadır. Çin'in dünyanın diğer bölgeleriyle ilişkileri de gelişmektedir. Afrika'daki yatırımları 40 milyar doları bulmuştur. Bu ABD'nin yatırımının iki katıdır. Bu yatırımların %29'u madencilik alanın­ dadır. Amerika'nın arka bahçesi Latin Amerika'yla Çin'in ticareti son on yılda 22 kat artarken ABD'ninki azalmıştır. Çin, Brezilya, Arjantin, Venezüella ve Peru ile ticarette Amerika'yı geride bı­ rakmıştır. Dünyanın ağırlık noktasının Uzak Doğu'ya kaymakta olduğu biliniyor. Bu bölge Amerika için de artık çok önem­ lidir. İki büyük gücün bu bölgede ya­ kın zamanda burun buruna geleceği bilinen bir gerçektir. 2012 ölçü alınırsa, ASEAN'a (Güney Doğu Asya Ülkeleri


(N (N KÜRESELLEŞME SONRASI

tu. 2013'te 500 en hızlı süper bilgisa­ yarın 63'ü Çin yapımıydı. Ayrıca en hızlı bilgisayar da Tianhe-2 Çinliydi. 2017'de Çin kendi rekorunu yenileye­ rek, öncekinden üç kat hızlısını üretti. Öte yandan Çin, dünya patent sıra­ lamasında 2001 yılında 30 bin başvu­ ru ile çok gerilerde iken 2015'te 1.100 000 ile ABD, Japonya ve Güney Kore'yi arkada bırakarak ilk sıraya tırmanmış­ tır. (17) Yüksek teknikteki bu gelişme do­ ğal olarak Çin mallarına da yansımak­ tadır. Çin'in dünyadaki yüksek tek­ nikli üretimdeki payı %6'dan %22'ye yükselmiştir. Yüksek teknikli malların kendi ihracatındaki payı ise %25-30 seviyesine çıkmıştır. Çin'in Shenzhen ve Zhongguancun'da iki tane silikon vadisi vardır. BRICS içinde Rusya, uzay teknolo­ jisinde, nükleer enerjide, aerodinamik mühendisliğinde; Hindistan, informa­ tik teknolojisinde; Brezilya uçak mü­ hendisliği ve bioyakıt üretiminde ge­ lişmektedir. (18) Bilindiği gibi kuantum teknoloji­ sinde epeydir çılgın bir rekabet başla­ mıştır. Bu yolda ABD 360 milyon euro yatırım yaparken hemen ardından 220 milyon ile Çin gelmektedir. Ardından 120 milyon ile Almanya üçüncü sıra­ dadır. 2015'de kuantum bilgisayarı patent isteğinde 295 başvuru ile ABD ilk sırada, 78 ile Japonya ve Kanada ikinci sırada, Çin 29 ile beşinci sırada­ dır. Kuantum cryptography (ABD:233, Çin:367), sensor (ABD:105, Çin:104), key-distribution (ABD:151, Çin:156) alanlarındaki patent başvurularında Çin ve ABD başa baş durumdadır. (19) Dünyanın büyüklük olarak birinci ekonomisi Çin, sadece bir nicelik değer

olmaktan yüksek teknikli niteliğe hızlı bir dönüşüm içindedir. Dünya güçler dengesini esas etkileyecek noktada buradadır. ABD pek çok alanda reka­ bet gücünü kaybetmesine rağmen iki alanda hala egemendir. Birisi, yüksek teknoloji, diğeri dünya parasının sahi­ bi olmasıdır. Özellikle 2008 sonrası bu alanlarda da erozyon çok hızlanmıştır. Bu gelişme bir başka tartışma ko­ nusunu da ateşlemiştir. O da ekonomik model konusudur. Çin'de hala üretimin %60'ı devlet, %40'ı özel sektör tarafın­ dan yapılmaktadır. Ayrıca bankacılık, enerji, savunma-silah, telekomünikas­ yon gibi stratejik alanlar devletin elin­ dedir. Böyle bir ekonomik yapı kutsal pazar ekonomileriyle başa baş rekabet edebilmektedir. Dünyanın geleceği Pasifik bölge­ sindeki gelişmelerle belirlenecektir. Üç büyük güç; ABD, Çin ve Japonya bura­ dadır. Ayrıca Rusya ve Hindistan da Asya-Pasifik bölgesinde rol alan önemli güçlerdir.

"BÜYÜK STRATEJİ" TARTIŞMALARI Böyle bir tartışmayı Amerika Berlin Duvarı'nın yıkılışından hemen sonra yaşamıştı. 90'lı yılların ortalarında dört stratejik tercih öne çıkmıştı. "Yeni-korumacılık: En az iddialı, dış politika profesyonelleri arasında en az tutulan... grand strateji seçeneğidir. ABD sürekli dünya düzeni ile uğraşmak zorunda değildir. NATO Avrupa'nın işi­ dir. "Seçici-müdahale: Büyük güçle­ rin dengesine önem verir. Tek kutup­ lu dünya için ABD'nin kaynaklarının yeterli olacağından şüphelidir. Bölge olarak Eurasia'ya öncelik verir. Dünya


KÜRESELLEŞME SONRASI

bir el" sürekli Washington'u "üstünlük" stratejine zorlamıştır. Bu görünmeyen el, Amerikan silah tekelleri ve finans devleridir. Aynı zamanda dünyadaki gelişmelerdir. Trump, Amerikan strateji literatü­ rüne göre "en az iddialı" olanla "yenikormacılık"la yola çıkmaya niyetliydi. Mümkün mü? İrdelemeye çalışalım. 1992'de Baba Bush yıllarında Ame­ rika yola çıkarken aslında "üstünlük stratejisini" benimsenmişti ve en önemli hedef olarak benimsenen de ilginçtir: "İlk hedefimiz, eski Sovyetler Birliği bölgesinden ya da onun egemen ol­ duğu alanlardan yeni bir rakibin doğ­ masını engellemektir. "Temel kabul budur ve bu durum, herhangi bir düşman gücün, sürekli kontrol altında tutulduğunda, kaynak­ larının global bir gücün ortaya çıkma­ sının ... engellenmesini gerektirir." (a.y. s.139) Bu stratejik tespite 25 yıl uzaktan baktığımızda Amerikan kurmaylarının tam anlamıyla çuvalladığı görülebilir. Eski sosyalist dünyadan bir değil iki ra­ kip ortaya çıkmıştır. Üstelik birisi -Çinartık tartışmasız bir dünya gücüdür. Amerika'nın neden bu hallere düştüğü yeterince biliniyor. Amerikan strateji merkezlerinde yeniden "grand strateji" için ateşli tartışmalar yapılıyor. Henüz ortaya bir şey çıkmadığı gibi Ameri­ kan stratejik beyinlerinin kafasının oldukça karışık olduğu açıktır. Bu bü­ yük gücün ve onun beyinlerinin Tanrı seviyesine çıkartıldığı günler artık çok gerilerde kaldı. Önlerinde hemen he­ men tümüyle kendi hatalarıyla yarat­ tıkları kaos içinde bir dünya vardır ve stratejistler şaşkın şaşkın birbirlerine

co (N

olaylarına seçici müdahaleden yana­ dır. "Ortak güvenlik: Barışta ABD'nin büyük çıkarı olduğunu savunur. Li­ beralizmin sıkı savunucusudur. Diğer stratejilerin kabul etmediği "stratejik karşılıklı bağımlılık" tezini savunur. "Üstünlük: Eşitler arasında birinci olmak yetmez, biricik olmak gerekir. İki kutupluluğun çöküşünden sonra çok kutupluluğun doğuşuna izin veril­ memelidir. ABD süper güç olarak kal­ malıdır." (20) O günlerin "en az iddialı" strate­ jik yönelişi "yeni-korumacılık" bugün Trump'la öne çıkmış görünüyor. Yuka­ rıdaki grand strateji tartışmaları o yıl­ larda aslında iki olasılığa indirgenmişti. "Ortak güvenlik", ya da ABD'nin dünya­ yı dostlarıyla birlikte yönetmesi, diğeri ise "üstünlük" yani süper gücün dünya­ yı tek başına yönetmesiydi. İkiz Kuleler 2001 yılında yıkılınca veya "yıktırılınca" ortada seçenek olarak sadece "üstün­ lük" stratejisi kalmıştır. Oğul Bush, Irak işgali öncesi tüm dünyaya "Ya bizden yanasınız ya da düşmansınız!" diye ba­ ğırmıştı. Çok iyi bilinen olayları tekrar­ lamayalım, "üstünlük" stratejisi Irak iş­ galinin üzerinden dört-beş yıl geçince "düşkünlük" stratejisine dönüşüverdi. Ve bu dönüşüm yıllar geçtikçe derin­ leşti. ABD, 21. yüzyılın başında "üstün­ lük" stratejisi ile yola çıktı. Aslında İkiz Kuleler provokasyonu ile bu yöne itildi. Aradan 17 yıl geçtikten sonra Trump'ın söylemine ve fiili duruma bakacak olursak "yeni-korumacılık" stratejisine geri dönülmüştür. Yakın zaman Ame­ rikan tarihine bakılırsa görülür ki bu farklı stratejiler zaman zaman uygu­ lanmak istenmiş, ancak "görünmeyen


<N KÜRESELLEŞME SONRASI

bakıyorlar. Bu tespit gerçekliği küçüm­ "Bölgede (Pasifik bn.) Endonezya, semek değildir, tablo tam da böyledir. Myanmar, Singapur, Vietnam ABD istese Tartışılanlara baktıktan sonra de Çin'e karşı tam bir ittifak anlaşması Trump'ın yolunu öngörmeye çalışa­ imzalamıyor. lım. "ABD Başkanı Ortadoğu'da itibar "Avrupa'da Fransa, Almanya, İtalya, ve etkisinin azalması sorunuyla uğra­ İngiltere kendi savunma harcamalarıy­ şacaktır. Büyük mali ve insan kayıpları la yetiniyorlar. Baltık ülkeleri ABD'den ABD'nin küresel lider olmak için iç iste­ koparak Finlandiyalılaşma yolunu seçi­ ğinin zayıflamasına yol açtı. Amerikalı­ yorlar. Ukrayna Rusya'ya daha uzlaşıcı ların sadece %37'si böyle bir liderliğe yaklaşıyor. Türkiye dans ediyor."(22) inanıyor." (21) Trump bu tablonun için­ Amerika'nın karşısındaki güçler iyi den başkan seçilmiştir. Buna rağmen tanımlanmıştır. Pasifik'de ABD Çin'e Amerika'nın ünlü beyinlerinden Kis­ karşı cephe oluşturmaya çoktandır uğraşıyor, ancak bir türlü başaramıyor. singer farklı düşünüyor: "ABD 21. yüzyılda oynayacağı role Bölgedeki ülkeler doğrudan Çin'e karşı karar vermelidir; Ortadoğu en acil bel­ tavır almaya yanaşmıyorlar. ki de en zor sınavımız olacaktır. Sorun Öte yandan Amerika'nın NATO'daki Amerikan silahlarının gücünde değildir, Avrupalı dostları bir türlü silahlanma daha çok yeni dünyayı anlama ve üste­ yükünü ABD ile paylaşmıyorlar. Was­ sinde gelmeyi başarabilmektedir." (a.y. hington bunu Duvar yıkıldığı günden s.21) beri söylüyor, fakat Avrupa kıpırda­ Trump ve kurmaylarının yeni dün­ mıyor. Yine Avrupa ve Rusya arasında yayı ne ölçüde kavradıklarını biraz yaratmak istediği yüksek gerilimli fay da yaşayarak göreceğiz. Bugünden hattı bir türlü ABD'nin istediği seviyeye göründüğü kadarıyla yeterince kav­ tırmanmıyor. ramış görünmüyorlar. Soruna daha Amerika'nın strateji tartışmalarında çok Obama yönetiminin zayıflığı yö­ en önemli konunun Çin olduğu açıktır. nünden bakıyorlar. Yerinde güç kul­ Çin ile sorunlar şöyle özetleniyor: lanınca sorunun çözülebileceğini "Çin'in ABD firmalarına karşı ayırımcı düşünüyorlar. Suriye'de havaalanını davranışı; bölgesel sularda artan iddiası; bombalamak ve Afganistan'a "bom­ Kuzey Kore'nin nükleer programına ger­ baların anası"nı atmakla ne çözülmüş çek baskı uygulamaktaki kararsızlığı."(23) oldu? Kuzey Kore'ye efelenmeler, arSöylenenler ABD firmalarının Çin dınlar farklı mesajlar Trump yöneti­ karşısında rekabet gücünün iyice azal­ minin dünyayı yeterince kavramadı­ dığının ve Pasifik'teki ticaret yollarında ğının ilk işaretleridir. Biz böyle şeylere Çin'in varlığının güçlendiğinin itirafıdır. çoktandır Erdoğan'dan dolayı alışığız, Çin kendine yakın sularda artık ada bile ancak Trump'ın yol açacağı tahribat inşa etmeye başladı. Güney Çin Denizi Pasifik'te çok önemli bir ticaret yoludur Erdoğan'la kıyaslanamaz. Foreign Affairs'de bir stratejist ve Çin buradaki en küçük gelişmeyi kır­ dünyaya şöyle bakıyor: "Asya'da Çin, mızı alarm ile izliyor ve tepki veriyor. Carneige Endowment'den Çin uz­ Avrupa'da Rusya, Ortadoğu'da İran böl­ gesel güçlerdir. manı Evan Feigenbaum itirazlarını


LO <N KÜRESELLEŞME SONRASI

daha sivrilterek ileri sürüyor: Almanya'nın ittifakıdır. Bu ittifaklar üç "Çin liberal düzene direniyor; BRICS, yüz yıldır süregelen Batı egemenliği­ Asian Infrastructure Investment Bank nin çöküşü olur. gibi alternatifler yaratıyor... Bir diğer yaşlı kurt Kissinger bu stra­ "Çin'in yeni davranışlarını karşıla­ tejik denkleme saldırı değil, uzlaşma manın en uygun yolu sürekli savunma öneriyor. Niall Ferguson aktarıyor: konumunda kalmak değil, güçlenen bir "Çin'le ne ticaret ne de Güney Çin de­ saldırıdır." (24) nizi konusunda topyekün karşı karşıya Batı dünyasını BRICS ve Asya Yatırım gelmeyin." Bankası gibi "alternatif" kurumlar artık Rusya ile "anapazarlıkta Ukrayna'nın çok rahatsız ediyor. Önceleri önemse­ diğer tarafın ileri karakolu olması yerine, medikleri bu gelişmeler bir istikrar ve Soğuk Savaş yıllarındaki Finlandiya ve güç kazanınca davranışlar değişmeye Avusturya gibi, NATO ve Rusya arasında başlamıştır. Yazar, Çin'e karşı artık "sal­ bir köprüye dönüşmesi gerekir" Kissin­ dırı" taktiğine geçilmesini öneriyor. Za­ ger Ortadoğu için de şu uyarıyı yapar: ten sorun da budur. Amerikan strateji "İran'la anlaşmayı koruyun, bozulursa uzmanları harıl harıl bu konuyu düşü­ İran'ın elleri ABD'den daha fazla serbest nüyorlar. Çin'e ne yapmalı? Ancak bu kalır." (27) soruya hala bir cevap veremediler. Söylenenler dünyanın ne ölçüde Öte yandan, ABD'de strateji tar­ diken üstünde durduğunun kanıtıdır. tışmalarında bir diğer önemli nokta Bir alana fazla ağırlık vermek veya yük­ Ukrayna'dır. "Ukrayna konusunda ısrar" lenmek dünyada züccaciye dükkanı­ edilmesini savunuyorlar. (25) Avrupa ve na girmiş fil etkisi yapabilir. Gerçeklik Rusya arasında böyle bir gerilim hattı­ böyle olunca mevcut stratejiye fazla nın canlı tutulması Amerikan stratejisi dokunulmaması tezi güçleniyor. için çok önemlidir. Amerika'nın Yugos­ "Grand stratejinin başarısı için beş lav İç Savaşı'ndan kalma Balkanlar'da prensip: büyük askeri üsleri vardır. Avrupa ve "1-Halen bir strateji var, radikal deği­ Rusya arasında ise Ukrayna, Baltık şim yerine düzeltme; Cumhuriyetleri üzerinden gerilim ya­ “2- Savunmaya yatırım arttırılmalı­ ratmak Beyaz Saray için vazgeçilemez dır; bir stratejik tercihtir. "3- Müttefikler harcamalarını arttırYaşlı kurt Z. Brzezinski durumu çok malı ve Hindistan, Brezilya, Endonezya, açık bir şekilde tanımlıyor: Vietnam, Birleşik Arap Emirlikleri gibi "Hiçbir şey Çin-Rusya ittifakı kadar yeni müttefikler kazanılmalıdır; tehlikeli değildir... Rusya'nın deniz tica­ "4- Stratejik uygulamada disiplin; retinin olduğu Karadeniz ve Baltık Deni­ "5- Amerikalılar stratejiye ikna edil­ zi uzun vadede kuşatılabilir. Bu Rusya'yı melidir" (28) büyük bir açmaza iter."(26) Halen var olan strateji oğul Bush'un Aslında Batı dünyası için yaşam­ başlattığı uluslararası teröre karşı mü­ sal iki stratejik tehlike vardır. Birisi, cadele yolunda Afganistan ve Irak'ın Rusya-Çin ittifakıdır; diğer ise Rusya işgaliyle başlayan Arap isyanlarıyla ile Avrupa'nın, daha somut söylenirse bölgeyi iyice cehenneme çeviren bir


VO <N KÜRESELLEŞME SONRASI

stratejidir. Obama bu stratejide tıkan­ mayı gördüğü için bu ateşin içinden çekilmeyi planlamıştı. Aslında Trump da aynı yoldadır. Var olan stratejinin düzeltilmesiyle yetinmekten yanadır. Trump yönetimi tipik Cumhuriyetçi bir tavırla savunma harcamalarını yük­ seltti ve bunu NATO üyesi ülkelere de dayatıyor. Trump yönetiminin bir özel­ liği şimdiden belli oldu. Büyük gürültü, ancak pratikte küçük değişimler. Bugünün güçler tablosu neden de­ ğişmez görünüyor? Sovyetler Birliği yı­ kıldıktan sonra ABD güçler tablosunda kutup yıldızı gibiydi. AB en parlak gün­ lerini yaşıyordu. Doğu Avrupa'da AB ve NATO'nun üye kazanma yarışı ya­

şanıyordu. Araya Sırbistan'ın direncini kırmak için Balkan Savaşı sıkıştı. Uzak Doğu'da Japonya hala parlayan yıldız gibiydi. Hatta fordizm sonrası team work ile kapitalizme yeni bir üretim yöntemi kazandırmanın itibarını da taşıyordu. Bütün bunların karşısında yıkılan ve küllerin içinden henüz neyin çıkacağı belli olmayan çöken sosyalist ülkeler vardı. Gel zaman git zaman, aradan 25 yıl geçti, şimdi tablo bambaşkadır. ABD güç ve itibar yitiren güçtür. AB varlık sorunu yaşıyor. Uzak Doğu'nun yıldı­ zı Japonya hemen hemen yirmi yıldır bıktırıcı bir durgunluğun içine yuvar­ lanmıştır. 90'lı yılların başlarında ufuk


<N KÜRESELLEŞME SONRASI

çizgisinde hiç görünmeyen güçler Çinliler de hemen hemen bir numaradır. bugün yeni parlayan yıldızlar oldular. Amerika'ya karşı olmayı seçerlerse kay­ Genel olarak BRICS ülkeleri veya bu bederler." grubun içinde sırasıyla yukarılara tır­ "Amerika ve Çin'in birlikte davrandığı manan Çin, Rusya ve Hindistan dünya bir dünya, Amerika'nın etkisinin en güç­ güçler dengesinde köklü bir değişimin lü olduğu bir dünya olur"(29) yaşamakta olduğunu gösteriyor. Batı İki ayrı "bir numara"nın dünyayı durgunlaşıp, çözülürken, güneş altı birlikte nasıl yöneteceğini Brzezinski bin yıl sonra yeniden doğudan yükse­ açıklamıyor. Ayrıca açılması da müm­ liyor. Bu gidişe karşı ABD ve takipçile­ kün değildir. Kapitalist rekabetin ve rinin henüz şekillenmiş bir stratejileri kutsal serbest pazarın egemen oldu­ yoktur. ğu bir dünyada bir ipte iki cambaz Dünya iki temel konuda geçiş sü­ oynayamaz. Eğer Brzezinski Amerika recindedir. Ekonomik olarak neolibe- ve İngiltere'nin ilişkisi gibi bir durum ralizm tıkandı, kapitalizm yeni bir ser­ hayal ediyorsa yanılıyor. Amerika'ya maye birikim modeli arayışı içindedir. stratejik olarak tabi olan bir Çin'dir Siyasal olarak, 90'lı yıllardaki güç tab­ Brzezinski'nin hayali. Ancak bu denk­ losu köklü bir şekilde değişiyor. Kapi­ lem Amerika'nın Çin'le iyi geçinmesi talist egemenliğin dünyada var oldu­ öte yandan Rusya'yı da kuşatması ile ğu 350 yıllık tarihsel dönemde belki çözülebilecek kadar basit değildir. ilk kez sistem liderliği doğuya kaymak­ "Xinhua haber ajansındaki bir maka­ tadır. Sadece bu olasılık bile dünyanın lede belirtildiği gibi biz ABD'nin Rusya'ya nasıl bir fırtınalı geleceğe gebe oldu­ karşı başlattığı ekonomik savaştan ders ğunu anlatmaya yeter. çıkartmalıyız. Moskova kaybederse di­ "Hiçbir şey Çin-Rusya ittifakından ğer hedef Çin olacaktır"(30) daha tehlikeli" değilse ABD ne yapa­ Amerika, Afganistan ve Irak işgaliy­ caktır? Günümüzde belli bir seviyede le kendi emperyalist tarihinden ders Çin-Rusya ittifakı zaten vardır. ABD çıkartmadığını göstermiş oldu. Hatta bunu hangi yönde bozacaktır? İki gücü sadece ABD değil tüm Batı dünyası birden karşısına almayacağına göre aynı konumdaydı. Trump'ın "öngörüle­ Rusya'yı kuşatıp Çin'i mi kazanacaktır? mez" hallerinden bir yeni strateji yarat­ Veya Trump'ın gürültülü söylemlerine mak için henüz erken, ancak yeni güç inanacak olursak Çin'i kuşatıp Rusya'yı değişimi denklemi öncekilerden o ka­ mı kazanacaktır? Bu sorunun cevabı dar farklı ki, ezberlenmiş hiçbir formül henüz verilmemiştir. soruna çözüm getiremez. Ancak Z. Brzezinski için cevap açık­ SONUÇ: NASIL BİR DÜNYAYA tır: "Rusya, Amerika için, Çin'le pazarlık­ DOĞRU? "Neoliberalizmin sonu mu? Ko­ larda ortaya konulmak zorunda olan bir rumacılık yeniden geri mi geliyor?" rakip değildir. Çin bunu çok iyi biliyor, her ne kadar zayıflasak, güç kaybetsek, soruları daha uzun süre sorulacak ve karmaşıklık içinde olsak da Amerika cevap aranacaktır. Kapitalizm 1929 bu­ hala esas olarak bir numaradır ve onlar, nalımından önemli bir ders çıkartmıştı.


00

(N

KÜRESELLEŞME SONRASI

Büyük Bunalım gelip çattığında ülke­ ler gümrük duvarlarını yükseltir, dün­ ya pazarı kilitlenir, ülke para değerle­ rinin devalüasyonu yoluyla büyük bir rekabete girerlerse kapitalist sistem çökebilirdi. 2008 bunalımında kapita­ lizm bu hatayı tekrarlamadı. Ancak pi­ yasalara bol bol para pompalanması­ na rağmen hala dünya kapitalizminin çarkı bir türlü hız kazanamadı. Çünkü finansallaşmayla gidilen yolun sonuna gelinmişti; yani "paradan para kazan­ mak" yolu duvara dayanmıştı. Neoliberalizm büyük finans oyun­ larıyla ve özelleştirmelerle bir anlam­ da kolay sermaye biriktirme yoluydu. Fakat hiçbir spekülasyon sonsuza ka­ dar devam edemezdi. Şişen balonlar sonunda patlamaya mahkumdu. ABD ve İngiltere'nin öncülüğünde hız alan neoliberalizm, spekülasyonlarla bü­ yük yağmalar yaparken kapitalizmin üretim yükünü bu dönemde başta Çin ve Hindistan yüklendi. Balon 2008'de patlayınca toz duman dağıldıktan sonra görüldü ki spekülasyon yeri­ ne üretime dayalı Çin ekonomisi ne­ redeyse ABD ekonomisini büyüklük olarak yakalamak üzeredir. Şimdi ise sadece nicelik olarak değil, yüksek tek­ nikli meta üretiminde de Çin'in soluğu Amerika'nın ensesindedir. Dünya benzer bir süreci emperya­ list paylaşım yıllarında da yaşamıştı. Emperyalist yağma ve spekülasyonlar­ la sistem yıkılmanın eşiğine gelmişti. Kapitalizmin yeniden zahmetli üretim sürecine dönüşü 1945'ler sonrası Key­ nes ekonomi politikalarıyla yapılabildi. Bu dönemin en önemli özelliği ekono­ miye devletin fazlasıyla girmesiydi. Neoliberalizm bu sürece son verdi, özelleştirmeler ve spekülasyon çok

daha devasa ölçülerde yeniden baş­ ladı, ancak şimdi dünya neredeyse Bi­ rinci Dünya Savaşı'nın öncesi günlere döndü. "Paradan para kazanmanın" yolu tıkanıp, sermayenin yeniden üretim devresine dönmesi gerektiği bugünün en temel gerçeğidir. Trump bile seçim kampanyası sırasında devasa alt yapı yatırımları için söz verdi. Ancak kapita­ lizmin tarihi gösteriyor ki, sermaye bir kez üretim devresinden spekülasyona kayarsa, yeniden geriye üretime dön­ mesi için çok büyük bir zor, başka bir deyişle "devlet zoru" gerekiyor. Kapi­ talizm günümüzde yeniden böyle bir kavşaktadır. Fakat bu noktada bazı sorunlar var­ dır. Bugüne kadar gelen üretim alan­ larında artık merkez ülkelerde kârlar düşme eğilimindedir. Ücretler yüksek, yaşam seviyeleri belli bir sınırın üstün­ dedir. Zaten bu nedenle bu alanlardaki sermayeler "gelişmekte olan" dünyaya kaymıştır. Yeni teknolojiler ise henüz üretim devresine yeterince akmamıştır. Bunların başlıcaları nano teknolojisi, gen mühendisliği ve kuantum tekno­ lojileridir. Devasa araştırma ve yatırım gerektiriyorlar. Aynı zamanda devletin hem desteği hem de zoru gerekiyor. Kutsal özel sermaye gönüllü olarak koşturarak böyle alanlara akmaz. Dün­ ya kapitalizmi böyle bir dönüm nokta­ sındadır. Bu dönüşün çok zorlu olacağı biliniyor. Trump bu büyük dönüş karşısında neye hazırlanıyor? Büyük altyapı yatı­ rımlarını yapabilecek mi? Üretim teme­ li oldukça çürüyen Amerikan ekonomi­ sini hızlandırabilecek mi? "Trump ahbap çavuş kapitalizmi ile mücadele edeceğine ve bataklığı


KÜRESELLEŞME SONRASI

geride bırakılması çok yakın zamanda mümkündür. Geriye dünya parası do­ lar kalıyor. 2008 bunalımı ile doların da tahtı sarsıldı. Bu gerçeklerden hareketle Amerika'nın 1930'lu yıllara benzer bir korumacılığa dönmesi sonucu çıkartılamaz. Dünyadaki gelişmeler Amerikan ekonomisini değişime zor­ luyor. Buna Beyaz Saray'ın cevabı ne olacaktır? Bugüne kadar olduğu gibi dünyanın belli alanlarında gerilimi yükseltmek mi? 90'lı yılların ortasında Japonya ve Almanya'nın hızını ABD, Ortadoğu'yu ateşe vererek kesti. Şimdi Çin, Rusya ve Hindistan'ın yolunu Pasi­ fik bölgesini ateşe vererek mi kesecek­ tir? Bu ateşin altında kesinlikle kendisi de kalır. Öyleyse Trump Amerika'yı ye­ niden nasıl "büyük" yapacaktır? Daha bunun kararı verilmedi. Dünya politik olarak nereye gidi­ yor? Ortalıkta bir "popülizm" hayaleti dolaşıyor. "Ronald Inglehart ve Pippa Morris'in 1960'lardan beri hesaplamalarına göre sağ popülist partiler iki kat, sol popülist partiler beş kat büyüdü. "21. yüzyılın ikinci on yılında ise sağ popülistler %13,7, sol popülistler ise %11,5 büyüdü."(33) Yazarın özellikle sol popülistler olarak hangi partileri dik­ kate aldığını bilmiyoruz. Ancak burju­ vazi ideolojik olarak sağ-sol popüliz­ mi yan yana koymayı çok sever. Hele günümüzde bunu yapmakta çok özel bir nedeni de vardır. Çünkü neoliberalizme, yani kutsal pazar ekonomisine sadece solda değil sağdan da tepkiler yükselmektedir. İki tepkiyi aynılaştırıp bir sepete koyarak, neoliberalizmi hala biricik ideolojik duruş olarak savunma­ nın en pratik yolu olsa gerek. Marga-

On <N

kurutacağına söz vermesine rağmen, kabinesini milyarderler ve Wall Street elemanlarıyla doldurdu." < 3V Kabinenin böyle bir dönüşü yapamayacağı yete­ rince açıktır. Silah harcamalarının art­ tırılması, finans alanındaki kuralların yeniden gevşetilmesi, vergi indirimi Trump'ın öncelikleridir. Yukarıda sözü­ nü ettiğimiz dönüş Trump'ı hem güç olarak hem de mantık olarak aşıyor. Geriye "Trump, Amerikan ekono­ misine korumacılığa dönerek bir ivme verebilir mi?" sorusu kalır. Bu konu Amerika ve dünyada en fazla tartışılan konulardan biridir. Aslında ABD belli ölçülerde korumacılığa çoktandır dön­ müştür. Trump öncesi, Amerika bin­ den fazla yasa değişimi ve uygulama ile korumacı tedbirler almıştır ve bu konuda dünyada birincidir. Bu konuda ikinci sırada 550 tedbirle Hindistan ve Rusya geliyor. Çin bu konuda en rahat olandır, sadece 220 korumacı tedbir almıştır. Daha da ilginci geçenlerce yapılan G20 toplantısının sonuç bildirgesinde "Serbest ticarete bağlılık taahhüdü içe­ ren ifadelere ABD Maliye Bakanı itiraz etmiştir." < 32) 2001-2016 arasında Çin'in dün­ ya ticaretindeki payı üç kat artarken Amerika'nınki azalmıştır. (a.y) Amerika benzer bir korumacılık histerisine 90'lı yıllarda Japonya'ya karşı kapılmıştı. Senatörler toplantı salonunda Japon aletlerini fırlatıp kırmışlardı. Sorun Japonya'nın durgunluğa girmesiyle çözüldü. Ancak Çin'le olan sorunun çözümü bu kadar kolay değildir. Sorun Amerikan ekonomisindedir. Silah, ha­ vacılık, bilgi alanları hariç ABD rekabet gücünü sürekli kaybediyor. Sözü edi­ len alanlarda da rakipleri tarafından


o

co

KÜRESELLEŞME SONRASI

ret Thatcher neoliberalizm bayrağı ile yola çıkarken TİNA (there is no alter­ native) parolasını yükseltmişti. Ancak çok geçmeden Latin Amerika dünya­ sından 21. yüzyıl sosyalizmi alternatif olarak ortaya çıktı. Dünyada neoliberalizme karşı yoksulların dünyasından büyük tepkiler ve isyanlar yükseldi. Fa­ kat özellikle 2008 krizi sonrası kapita­ list merkezlerde açık faşist hareketler yükselmeye başladı. Neoliberal ide­ ologlar kendilerinin biricik olduğuna inandıkları için bu çok farklı tepkileri aynı isim altında aynılaştırmakta sa­ kınca görmediler. En ünlüleri Le Pen ve Trump olan "popülizmin" içeriği faşizmden başka bir şey değildir. Monthly Review'den J.B. Foster kinayeli bir şekilde "Beyaz Saray'da neofaşizm" diyerek neoliberalizmin gelip neofaşizme dayandığını anlatıyor. Fukuyama, Duvar yıkıldıktan sonra "tarihin sonu"nda liberal demokrasi­ leri göklere çıkartırken onun demok­ rasiyle nasıl bir bağ içinde olduğunu elbette açıklamamıştı. Neoliberalizm çalışanların uzun mücadele yıllarında kazandıkları sendikalaşma, sağlık, iş koşullarının iyileştirilmesi gibi hakları geri almak için büyük bir saldırı anla­ mına da geldiği için onun demokrasi ile bağı pamuk ipliğinden inceydi. Bu saldırı fırtınası güçlendikçe, çalışanla­ rın ve yoksulların tepkisi de yükseldi. Popülizm dedikleri hareketler aynı za­ manda bu yükselişlerin yolunu kesme rolünü oynuyordu. Bu kavramla onun hem faşist karakteri hem de pratik si­ yasal rolü örtülmüş oluyordu. Günümüzde neoliberalizm sade­ ce ekonomik olarak bir tıkanmaya uğramadı aynı zamanda burjuva de­

mokrasilerinin daralmasına yol açıyor. Günümüz dünyasında popülizm de­ nen ideolojik zeminin en önemli yanı faşizm zehrini yavaş yavaş kitlelere içirmesidir. Amerika kendine özgü bir ülkedir. Cumhuriyetçilerin Jacksonizmi faşizmle çok yakın akraba olmasına rağmen, üstlerinde Hitler veya Mus­ solini faşizminin damgasını taşımaz­ lar. Oysa Avrupa öyle değildir. Faşizm ve faşist partiler Avrupa'da hala yasal olarak yasaktır. Ancak Le Pen'de tem­ silcisini bulan Avusturya, Hollanda, Almanya'da da güçlenen bu hareketler zamana yayılmış olarak faşizmi yeni­ den meşrulaştırıyorlar. Adları da sağ popülistler oldu. Bu hareketler neoliberalizmin siyasal iflasının çocuklarıdır. Kapitalist merkezlerde demokrasi, neoliberalizmin bunalımlarıyla daralma­ ya, yozlaşmaya, çürümeye başlamıştır. Bugünün 1930-40'lardan farkı bir yanda Ekim Devrimi'nin korkusu, öte yanda Avrupa'da yenilmiş devrimlerin üzerinde yükselen bir faşizm değil, kendi neoliberal ekonomik sistemleri­ nin çökmesi üzerine yükselen; ancak devrimci, sosyalist ve gerçek demokrat hareketlerle hesaplaşması henüz tam anlamıyla başlamamış olan olgunlaş­ mamış faşist hareketler olmalarıdır. Sistemin, yağma ve yolsuzluklardan dolayı yıpranması; aynı zamanda neoliberalizmi taşıyan liderliklerin ve par­ tilerin yıldızlarının sönmesi popülist postuna bürünmüş faşist hareketlere yol açmıştır. Bu hareketler iki temel vurgu üzerinde yükseliyor: vatanı kut­ sama ve göçmen düşmanlığı! Sonuç olarak dünya neoliberalizmin bir yan ürünü olarak adım adım faşizme gidiyor. Burjuva demokrasi­ leri ve temsili sistem yıpranmış, hatta


co KÜRESELLEŞME SONRASI

çürümüştür. Buradan iki yol açılıyor: bir zenginlik yaratıyor. Bu zeminin üze­ Ya faşizme doğru daha açık yolculuk; rinde yüksek teknik de yükselebilirse ya da doğrudan demokrasi için güç­ dünyanın bildik tablosu radikal bir şe­ lü bir mücadelenin yükseltilmesidir. kilde değişime uğrayacaktır. Dünya bu hesaplaşmaya doğru iler­ Güç merkezinin doğuya kayması liyor. Günümüzün ilginç yanı, bu he­ yepyeni bir durumdur. Öte yandan bu saplaşmanın kapitalist merkezlerde üç ülkede de kapitalizm, Batı'nın libe­ de yaşanıyor olmasıdır. Soğuk Savaş ral ekonomilerinden çok farklıdır. Özel­ yıllarında Üçüncü Dünya Ülkeleri'nde likle Çin'de hala güçlü bir devlet sektö­ neredeyse her gün askeri darbe olur­ rü vardır. Bu farklılıklar Batı dünyasının ken, kapitalist merkezlerde demokrasi bildik formüllerine uymuyor. Değişik neon lambaları gibi parlıyordu. Günü­ yapısal durum ve tarihsel gelenekten müzde tablo değişiyor. Merkezlerde dolayı bu yükselen ülkelerin dünyanın "neofaşizmin" kara bulutları geziniyor. diğer ülkeleriyle ilişkileri Batı'nın em­ Öte yandan, 21. yüzyıl sosyalizminin peryalist ilişki tarzından farklı olmak­ adımlarının atıldığı Latin Amerika'da, tadır. bölgemizde Rojava'da doğrudan de­ Dünya liderliğinin İngiltere'den mokrasinin denemeleri yapılıyor. Dün­ Amerika'ya geçişi bir nitelik farkı an­ ya böyle bir hesaplaşmaya doğru gi­ lamına gelmedi. Egemen dil bile aynı diyor. Şüphesiz bugünün dünyasında kaldı. Liderlik doğuya kaydığında aynı doğrudan demokrasi için fazla konuş­ zamanda büyük bir nitelik farkı da mak olayları abartmak olur. Henüz filiz yaşanacaktır. Batı bugüne kadar dün­ halinde olan bu gelişmeler geleceği yanın her tarafını kendine benzetme­ işaret ediyor, ancak daha çok güç top­ ye zorladı, kısmen de başardı. Ancak lamaya gerekleri var. Fakat burjuva de­ "küreselleşme sonrası"nda artık böyle mokrasilerinin yozlaştığı ve çürümekte bir süreç olmayacaktır. Batı dünyası olduğu her geçen gün daha açık hale Doğu'yu kendine benzetme gücüne geliyor. Neoliberalizm ve spekülasyon sahip değildir. Farklı yollardan yürüyü­ kaçınılmaz bir şekilde içinde yaşadığı şün neler yaratacağını ise dünya yaşa­ demokrasileri de çürütüyor. "Popü­ yarak görecek. lizm" bu çürümeye bir çare değil, tam Ancak güçlü olan bir olasılığı Z. tersine burjuva demokrasilerinin so­ Brzezinski çok iyi tanımlamıştır: nuna doğru giden bir yolculuktur. "Küresel bir dönemin başlangıcında Son olarak, küreselleşmenin tıkan­ baskın olacak gücün ruh, içerik ve kap­ dığı noktada dünya güçler dengesinin sam olarak gerçekten küresel çaplı bir niteliğine bakmak gerekiyor. Güç tab­ dış siyaset benimsemekten başka çaresi losunun geleceği Amerika'nın Çin ya yoktur. Amerika'nın evrensel olarak emda Rusya'yı seçmesiyle çözümlenecek peryalizm-sonrası çağda kibirli ve küs­ bir basitlikte değildir. Çin, Rusya ve tah bir sömürgeci, küresel olarak birbiri­ Hindistan'ın yakınlığı Şanghay Beşlisi ne hiç olmadığı kadar bağlı bir dünyada ve BRICS ile bir kurumsallığa varmış­ bencilce duyarsız, dini anlamda çok çe­ tır. Bu üç ülkenin iş birliği insan, ham şitli bir dünya toplumunda kültürel ola­ madde ve enerji kaynakları yönünden rak kendini üstün gören bir ülke olarak


<N

CO

KÜRESELLEŞME SONRASI

algılanması bir facia olacaktır. Böyle bir durum Amerikan süper gücünün ölüm fermanı olur. "ABD'nin 2008 sonrası dönemdeki ikinci şansını birincisinden çok daha iyi değerlendirmesi gerekmektedir çünkü üçüncü bir şansı olmayacaktır."(34) ABD 2008 sonrası dönemi hala kötü değerlendiriyor. Hele günümüz­ de Trump'la nasıl bir şans elde edebi­ lir? Üçüncü bir şans Amerika'nın kapı­ sını çalmayacaktır.

NOTLAR: 1- Francis Fukuyama, Political Order and Political Decay, 2014, (s.546) 2- Henry Kissinger, World Order, 2014, (s.367) 3- a.y. (s.370) 4- In retreat, The Economist, 28 Jan 2017 5- Briefing Multinationals, The Eco­ nomist, 28 Jan 2017 6 - Report Ocak 2016, Russian Insti­ tute for Strategic Studies (RISS) 7- Trump and the Economy, John Pa­ ulson, Foreign Affairs, March-Apr 2017 8 - Neofascism in the White House, Johy B. Foster, Monthly Review, April 2017 9- American Brumaire, Dylan Riley, New Left Review, Jan-Feb 2017 10- Will the Liberal Order Survive?, Joseph Nye Jr., Foreign Affairs, Jan-Feb 2017 11- The Return of Jacksonianism, Taesuh Cha, The Washington Quarterly, Winter 2017 12- Discussion Paper, Nov 2015, RISS 13- Report, Jan 2016, RISS, (s.8 ) 14- Discussion Paper, Nov 2015, RISS 15- ASEAN investment Report 2016, UNCTAD 16- Report, Jan 2016, RISS 17- Latin America: Trump's Walls and China's Bridges, Raul Zibechi 18- Report Jan 2016, RISS 19- Ouantum devices, The Econo­ mist 11 March 2017 20- Güç Merkezlerinin Stratejik Yö­ nelişleri, Mehmet Yılmazer, (s. 138) (In­ ternational Security, Winter 96/97'den aktarma) 21- Report Oct 2016, RISS 22- Trump and World Order, Stewart M. Patrick, Foreign Affairs, March-Apr


co

CO

KÜRESELLEŞME SONRASI

2017 23- Trump and China, Susan Shirk, Foreign Affairs March-Apr 1017 24- China and the World, Evan A. Feigenbaum, Foreign Affairs Jan-Feb 2017 25- Trump and Russia, Rumer-Sokolsky-Weiss, Foreign Affairs, MarchApr 2017 26- How to Address Strategic Inse­ curity in a Turbulent Age, Z. Brzezinski, CSIS.org 27- Donald Trump's New World Or­ der, Niall Ferguson, The American Intereset, March-Apr 2017 28- U.S Grand Strategy: Not So Bad After All, Hall Brands, The America Inte­ rest, Jan-Feb 2017 29- America's Global Influence, Z. Brzezinski, The World Post, 25 April 2017 30- Report Jan 2016, RISS 31- Neofascism in the White House, Johy B. Foster, Monthly Review, April 2017 32- Korumacılığın Yükselişi, Ümit Akçay, Gazeteduvar 33- Populism on the March, Fareed Zakaria, Foreign Affairs, Nov-Dec 2017 34- Second Chance, Zbigniew Brzezinski, 2007


34


POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

2008 küresel krizinin en belirgin so­ nuçlarından birisi de popülist hareket, parti ve iktidarları yeniden siyasi tartış­ manın merkezine taşıması oldu."Popülist" terimi neo-liberal hegemonyanın tartışmasız olduğu dönemlerde, neo­ liberal ekonomik dogmanın dışındaki politik tercihleri nitelemek için kulla­ nıldı. Neo-liberalizmin halkın mülksüzleştirilmesi ve sermaye üzerindeki toplumsal denetimin tamamen orta­ dan kaldırılması politikalarına uyumlu olmayan tüm politikalar, bir tür olgunlaşmamışlığın, gerçekleri yeterince kavramayışın ifadesi olarak "popülist" olarak nitelendi. Bu kavramın tam an­ lamıyla vulgarize edilmiş bir biçimiydi. Popülizm, bir siyasal strateji ve bir poli­ tik davranış biçimi olarak çok daha bü­ yük bir gerçeği ifade etmekteydi fakat bu içerik neredeyse unutulmuştu. İthal ikameci "sınıf-ittifakı" politikalarının uygulandığı 2. Dünya Savaşı sonrası L. Amerika'sında Peron (Arjantin), Vargas (Brezilya), Cardenas (Meksika) isimle­ riyle özdeşleşmiş bir politik çizgi olan popülizm (Panizza, 2005) 1970 krizi sonrasında neredeyse unutulmuştu, çünkü özellikle çevre kapitalist ekono­ milerinde bir tür hegemonya üretme stratejisi olan popülizm, sosyalizmin

geri çekilme ve küresel sermayenin sosyal taarruz döneminde var olma olanaklarını kaybetmişti. Dönem, işçi sınıfının taleplerini düzen içine çeke­ rek ehlileştirme ve onunla uzlaşma politikasından ziyade onu politik zor ile ezme yaklaşımını öne çıkarıyordu. Bu yüzden popülizm tartışmasının gündemi en fazla belirlediği dönem olarak 1945-1973 hala hafızalardadır. Bir anlamıyla bu klasik popülizm dö­ nemi, ithal ikameciliğin bir tür politik yansımasıydı. "Popülizmi iktidarı elinde tutan ha­ kim ittifakı ve ideolojiyi sorgulayan, bu ittifaka karşı iktidar-dışı kalmış kitleleri harekete geçiren ideolojiler ve akımlar olarak nitelendirebiliriz." (Sunar, 2010: 44) Bu tanımdaki "ideoloji ve akım­ lar" vurgusu popülizmi olduğundan daha biçimli ve katı olarak gösterme eğiliminde olduğu için ben onu daha ziyade içeriği, içinde geliştiği toplum­ sal ilişkilerce ve yanıt olmaya çalıştığı krizce belirlenen bir siyaset etme tarzı olarak değerlendirmeyi daha uygun buluyorum. 2008 krizi sonrasında ise bugün bir kez daha popülizm gündemiyle yo­ ğun bir biçimde karşı karşıyayız. Peki neden? Hiç kuşku yok ki bunun en önemli sebebi giderek şiddetlenerek güçlenen küresel kriz dinamikleridir.

POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

GİRİŞ: NEDEN YENİDEN POPÜLİZM?

m co

M. Sinan MERT


'vO

CO

POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

Neo-liberalizmin sadece çevre ülkeler­ de değil merkez ülkelerde de yarattığı büyük gelir dağılımı adaletsizliği, % 1 'in servetinin %99'un elde tuttuklarını aş­ ması, sermaye değersizleşmesinin sü­ rekli ertelenmesinden dolayı krizden bir türlü çıkılamaması, sermayenin yarattığı krizin bedelini ödemekten sağ ve sol partilerin paravan olmasıyla ve uygulanan mali politikalarla kurtul­ ması, güvencesizliğin toplumun çok geniş katmanları açısından muazzam bir korku ve belirsizlik kaynağı olarak kemikleşmesi (Beck, 1992) ve bütün bunların sonucunda kapitalizmin ge­ leneksel politik aktörlerinin tüm inan­ dırıcılıklarını kaybetmesi hiç kuşku yok ki popülist partilere ve liderlere siyaset sahnesinde hızla yükselme olanağı ta­ nıdı. Popülizmin en önemli işaretle­ rinden bir tanesinin demokrasinin ku­ rumsal yapısıyla olan problemi olduğu çok iyi bilinir. Ekonomik krizin giderek bir politik krize dönüştüğü, düzenin neredeyse tüm politik kurumlarının çözülme emareleri gösterdiği, düzeni temsil eden siyasal aktörlerin bütün meşruiyetlerini kaybettiği, kriz mağ­ duru kesimlerin radikal talepler duy­ mak istedikleri bu ortam neo-popülist olarak nitelendirebileceğimiz politik hareketlerin hızla öne çıkmasına ze­ min hazırladı. (Weyland, 2003) Bu hareketler aslında hiçbir nok­ tada yoktan var olmadılar. Erdoğan, Siyasal İslam'ın geçirdiği mutasyonun sonunda ortaya çıkarak güçlendi ama bu hareketin ona sağladığı tüm olanakları hala kullanıyor. Trump, bü­ tünüyle "dışarıdan" bir politik aktör olarak düşünülse de aslında Obama karşıtı Çay Partisi'nin yarattığı siyasi zeminin üzerine oturmayı başardı­

ğı için kazanmayı bildi. Hindistan'da Modi, Kongre Partisi'nin "ortanın solu" çizgisinin tam olarak kapsayamadığı, Mahatma Gandhi'ye suikast düzenle­ yen Hindu milliyetçisi bir hareketi neoliberalizmle harmanlayarak iktidara yerleşti. Ancak nasıl 1930'ların ekono­ mik kriz ortamı olmasaydı Hitler gü­ rültücü bir onbaşı emeklisi olarak kal­ maya mahkumduysa, neo-liberalizmin yarattığı olağanüstü ekonomik kutup­ laştırma da aslında bir kutuplaştırma siyaseti olan popülizmin iktidarlaşmasını mümkün kılar. (Burada bir tür olası­ lıkçı determinizmden bahsetmek gere­ kiyor. Koşullar, sonuçları otomatikman doğurmaz, ancak onların mümkün olmasını kolaylaştırabilir ya da zorlaştı­ rabilir, bu kolaylıklardan/zorluklardan yararlanacak/sıkıntı yaşayacak politik aktörün yapıp ettikleri/yapabildikleri sonucu belirler. Dolayısıyla şu tarz de­ ğerlendirmeler kategorik olarak yanlış­ tır: "Klasik faşist hareketler sermayenin hegemonya krizi yaşadığı anlarda tü­ rerler. Sermayenin yerleşik kurumları ve partileri rıza inşa edemediği dö­ nemlerde yükselirler." (Saraçoğlu, akt. B. Falakaoğlu, Evrensel gazetesi, 9 Ma­ yıs 2017) Faşizmin yükselmesini müm­ kün kılan koşullar onun yükselmesini açıklamaz. Bu yükselme her toplumda farklı dinamikleri harekete geçirerek ve farklı dinamiklerin mücadeleleri sonu­ cunda gerçekleşir. Bazı toplumlarda bu koşullar faşizmin yükselmesine yol ver­ mezken bazılarında mümkün kılıyor­ sa karşılaştırmalı bir analiz yapmadan mutlak "koşullar" ortaya koymak yanlış ezberlere yol açabilir.)


POPÜLİZM EGEMENLER AÇISINDAN NE GİBİ BİR İHTİYACI KARŞILAR?

Popülizmin ezilen sınıflar için bir çekim merkezi olabilmesinin en önem­ li koşulu, ezilenlerin kendi karşı he­ gemonyalarını kurabilecek olanaklar­ dan mahrum oluşudur. Eğer ezilenler kendilerini bir karşı hegemonya çatısı altında toparlayabilecek bir sosyalist parti ile bütünleşememişlerse popüliz­ min cazibesine kapılırlar. Bu karşı he­ gemonyanın yokluğu illa da "yenilmiş bir devrim"in sonucu olmayabilir. Karşı

POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

POPÜLİZMİN EZİLEN SINIFLAR AÇISINDAN BİR ÇEKİM MERKEZİ OLMASI NASIL AÇIKLANABİLİR?

co

"Radikal bir düzensizlik durumunda belli bir tür düzene gereksinim duyulur ve düzensizlik ne kadar çok genelleşir­ se, düzenin yeniden sağlayan şeyin ontik içeriği o kadar az önemli olur." (Laclau, 2007:182) Popülizm, egemenler açısından her zaman ehveni şer olarak görülme kapasitesine sahiptir. Çünkü son kertede düzenin temel öğesi olan özel mülkiyeti tartışmanın ana ekseni olmaktan çıkarır. Ezilenlerin öfkesi bir­ takım elitlere yönlendirilir, ancak bu durum hiçbir zaman bir mülksüzleştirme politikası ile bütünleşmez. Kapi­ talist toplumun üzerine oturduğu en önemli ontik gerçek, toplumsal sınıflar arasındaki muazzam çelişkidir. Popü­ lizm, bu çelişkinin yönetilemez boyut­ lara ulaştığı olağanüstü dönemlerde sermaye sınıfına bir nefes alma olanağı sağlar. Alışık olmadığı bir politik tarzla ilişkilenmekte zaman zaman sıkıntılar çekse de popülizm genelde egemen sınıflar içindeki güç dengesi değişim momentlerinde önemli bir politik rol oynasa da popülist söylemde sınıfsal çelişki belirli dönemlerde öne çıksa da hiçbir zaman merkezi bir rolde kalıcılaşmaz. Türkiye örneği açısından ba­ karsak AKP'nin finans kapitale sağladı­ ğı en önemli hizmet sınıfsal çelişkinin tartışma dışında kalmasıdır. Popülist hareketler iktidar hedefine ulaşana kadar sınıfsal çelişkileri çok daha fazla öne çıkarırlar, ancak iktidarı alabilmek için egemen sınıfla ve geleneksel siya­ si elitlerle uzlaşma noktasına gelince kendi içlerindeki "sosyalizan" unsurları tasfiye ederler (en çarpıcısı Nazilerin Uzun Bıçaklar Gecesi'nde, Hitler ve

Himmler'in tehdit olarak gördüğü SA komutanı Röhm gibi kendi içindeki "radikal" unsurları öldürerek tasfiye etmesi), sınıfsal çelişkilerden ziyade diğer ikilikleri kullanarak rıza devşir­ meye çalışırlar. Dolayısıyla sermaye sınıfı popülist hareketlerle sıkıntılı da olsa ortaklaşma zeminine her zaman sahiptir. Eğer politik kriz ezilenlerin iktidarını hedefleyen çok daha ciddi bir tehdidi de güçlendirdiyse egemen sınıfla popülist hareket arasındaki ra­ bıta çok daha güçlenir ve organik bir hal alır. Klasik faşizm örnekleri olan İtalya ve Almanya'da yaşanan durum tam da budur. İç tehdidin yıkıcılığı ve küresel yeniden paylaşımın sağladı­ ğı olanakların yakınlığı ve büyüklüğü arttıkça sermaye ile popülist hareket arasındaki kaynaşma daha da artar ve popülist hareket faşist bir düzen inşasına girişebilir. "Muhafazakarların faşistlere başa geçme şansı vermeden sanayide iş disiplinini sağlayamadık­ ları tek ülke İtalya'ydı." (Polanyi, 2000: 322) Hobbes'un da belirttiği gibi or­ tak amaçlardan ziyade ortak korkular daha fazla birleştiricidir.


00

co

POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

hegemonyanın oluşması toplumsal çelişkilerin artmasının "otomatik" bir sonucu değildir. Bu hegemonyayı inşa edecek bir politik aktör, parti, önderlik, program ortaya çıkmazsa ezilen kitle­ ler tüm anti-kapitalist sağduyularına rağmen burjuvazinin bir zümresinin politik projesi olan bir popülist lideri veya partiyi destekleyebilirler. Bu yüz­ den sosyolojik bir varlık olan "sınıf'ın politik anlamda bir aktör olduğunu kabul etmek doğru değildir. "İşçi sınıfı" diye bir politik aktör yoktur, işçi sınıfı sosyalist bir partinin programını be­ nimseyip ona örgütlendiği sürece an­ ti-kapitalist bir aktör olarak görünür. Popülizm, sınıfı bu anlamda çözme, politik önderliğiyle buluşarak yıkıcı sonuçlar üretmesini engelleme kapa­ sitesine sahip bir olanaktır burjuvazi için. "Popülizm aynı zamanda sosyalist talepleri (veya hiç değilse toplumsal adalet iddiasını) ateşli bir küçük mülki­ yet savunmasını, güçlü milliyetçi öğe­ leri ve sınıfın öneminin yadsınmasını da içerir"(Germani, 1978:88)

POLANYİ,"İKİLİ HAREKET"VE POPÜLİZM İşçi sınıfının popülist projeye ne­ den eklemlenebildiğini açıklamak için en başarılı çerçeveyi Karl Polanyi'nin sunduğu düşünülebilir. Polanyi, ka­ pitalizmin gelişimi esansında ikili bir hareket tespit eder. Piyasa mantığının toplumsal olanı gerilettiği, daha faz­ la alanda metalaşmayı hâkim kıldığı, özellikle de emek, toprak ve para üze­ rindeki metalaşmayı geliştirdiği her evre toplumun bunları yeniden kabul edilebilir sınırlar içine çektiği bir karşı hareketle karşılanmıştı. Sermayenin kendi önündeki engelleri tümüyle kal­

dırdığı, kendini denetleyen tüm meka­ nizmaları etkisiz hale getirdiği dönem­ ler toplumun kendisini koruyabilmek için bu saldırıyı gerilettiği ve kabul edilebilir sınırlara gerilettiği dönemler tarafından takip edilir. Piyasalar doğal biçimde, ekonomik sebeplerin doğal bir sonucu olarak gelişmezler. Bunlar "piyasa düzenini topluma ekonomi dışı nedenlerle kabul ettiren hükümetin, bilinçli bir biçimde, bazen de şiddet kullanarak yaptığı müdahalelerin so­ nucu olarak ortaya çıkmıştır". (Polanyi, 2000: 333) Toplumun bu zorlu dayat­ mayı düzeltme girişimlerinin yine en­ gellenmek istenmesi, ezilenlerin ken­ di bağımsız politik hareketlerinin bir tehdit olarak algılanarak ezilmesi ise bu talebin, yani piyasa güçlerinin de­ netim altına alınması talebini ortadan kaldırmaz. Piyasa güçlerinin sınırsız ta­ hakkümünden ve metalaşmadan do­ layı yıkım yaşayan toplumsal kesimler için bu talepler merkezidir. Dolayısıyla bu talepleri ırkçı, yabancı düşmanı bir içerikle eklemleyebilen popülist bir ha­ reket de ezilenlerin geniş yığınlarının desteğini alabilir. Bu desteğin alına­ bilmesi için mutlaka piyasa karşıtı po­ litikalara ihtiyaç da duyulmamaktadır. Günümüz koşullarında neo-liberalizmin ortaya çıkardığı güvencesizlik, çe­ şitli biçimlerde yaratılan yardımlaşma ağlarını, sosyal güvenliği ikame eden kimi ilişki biçimlerini de popülizme rıza üretme açısından son derece önemli hale getirmektedir. "Diğer yandan az gelişmiş ülke koşullarında gelişen po­ pülist partiler patronaj ilişkilerinden geniş ölçüde yararlanmakta, partinin denetlediği kaynak ve hizmetler kana­ lıyla kitle desteğini kazanabilmektedir. Patronaj kaynakları azalınca, özellikle


POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

darlara dönüşürler. Popülist hareketlerin genel özellik­ lerine bakmak gerekirse burada neleri vurgulamak gerekir? Bu noktada kav­ ram etrafında gelişen literatürü kısaca özetlemeye çalışacağım. Popülizm en sık kullanılan ve ne olduğu konusunda en az anlaşılan si­ yaset bilimi terimi olmaya 2 1 . yüzyılda da devam edecek gibi görünüyor. Pe­ ron ve Vargas simge isimleriyle sembolleşen klasik popülizm, 2 1 . yüzyılda neo-popülizm olarak ülkelerin siyaset sahnesinde yerini yeniden alıyor. Klasik popülist hareketler, daha zi­ yade yapısalcı ve ekonomik talepleri ve sınıfları esas alan teorilerle açıklan­ dılar. Modernleşme Teorisi'nden ha­ reket eden açıklamalar (Di Tella,1965; Germani, 1978; Hennessy, 1969) kapi­ talist kalkınmanın hangi özgün biçi­ minin popülist politika için uygun ko­ şulları yarattığını anlamaya çalışırken Marksizm'den etkilenen açıklamalar (Quijano, 1968, Klaren,1973) ise Bonapartizm kavramından yola çıkan yo­ rumlar geliştirdiler. Popülizm üzerine siyasi değerlen­ dirmeleri onu bir ideoloji, bir söylem ve bir politik hareketlilik olarak incele­ yen üç başlık altında ele alabiliriz. (Gidron ve Bonikowski, 2013) İlk grubun önde gelen örneklerin­ den biri popülizmi toplumun kesin bir biçimde homojen ve karşıt iki gruba ayrıldığını savunan zayıf merkezli bir ideoloji olduğunu iddia eder. (Mudde, 2004: 543) Erdem ve feraset sahibi halk ile çıkarcı ve kötücül merkez elit­ ler arasındaki Manişeist ikilik bütün popülizmlerin en belirgin öğelerinden birisidir. Karizmatik lider, halkın genel iradesinin somutlaşmış biçimi olarak

On CO

ekonomik kriz dönemlerinde, popülist partiler siyasal seferberliğin ve ideo­ lojik çağrıların dozajını yükseltmekte, hatta -geliştikleri ortam demokratik rejim ise- bu ortamdan plebisiter-otoriter bir rejime doğru kayabilmektedir" (Sunar, 2010: 46) Bu yüzden de "Fa­ şizm, sosyalizm ve New Deal rejimleri, ancak laissez faire (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) ilkelerini bir kena­ ra bırakmak konusunda birbirlerine benziyorlardı." (Polanyi, 2000: 327) Do­ layısıyla sermayenin özgürlüğe karşı tehlike olarak görüp yasaklanması­ nı istedikleri, "ekonomik büyümeye düşman" olarak gördükleri planlama, düzenleme ve kontrol, böylece özgür­ lük düşmanı olduğunu gizlemeyenler tarafından özgürlüğü bütünüyle orta­ dan kaldırmak için kullanıldı. "Faşizmin zaferi de liberallerin planlama, düzen­ leme veya kontrolü içeren reformları engellemeleriyle kaçınılmazlaştı." (Polanyi, 2000:342) Faşizm bu anlamıyla popülizmin devletleşmiş ve finans ka­ pitalle organik anlamda sentezleşmiş biçimi olarak sosyalist projenin müm­ kün olmamasının bir sonucu olarak yaşam bulabilir. Faşizm, Janus'un hem öne hem arkaya bakan heykeli gibi sermayeye emperyal düşler, alt sınıf­ lara da yeniden paylaşım ve büyüme hayalleri gördürerek toplumun iki kar­ şıt sınıfının rızasını kazanmaya çalışa­ rak aslında imkansız ve sürdürülemez bir projeye dönemsel bir hegemonya kazandıran politik hareketin adı olur. Popülizmden faşizme evrilen ve kritik kırılma anı bittiğinde "normalleşme" yaşamayan faşist iktidarlar sürdürü­ lemez. Ya yenilerek çözülürler ya da keskin boyutlarının önemli bir kısmını törpüleyerek geleneksel otoriter ikti­


o POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

algılanır. Halkın yerel özelliklerine at­ fedilen sahicilik ve iyilik, popülizmin içinde milliyetçiliğin güçlü bir biçimde temsil edilmesine olanak sağlar. Ancak bu karşıtlık bir ideolojinin kapsayama­ yacağı kadar farklı biçim ve içeriklerde kurulduğu ve kurulabileceği için po­ pülizmin bir ideoloji olarak tanımlana­ bilmesi mümkün görünmemektedir. Popülizmin karşıtlığı temel eksen alan, değişken, kültürel ve kapsam tarafın­ dan belirlenen bir olgu olduğu konu­ sundaki yaygın görüş de bu görüşü destekler. (Arter,2010) Popülizmin bir söylem olduğu id­ diasında olanlar ise söylemin, popü­ lizmin hem kurucusu hem de kendisi olduğunu iddia etmek gibi bir ikilemle karşı karşıyadırlar. Popülizm halk ve oligarşi arasındaki ahlaki mücadelenin siyaseten kurucusu olan retoriğe veri­ len isimdir. (de la Torre, 2000:4) Laclau için ise halkın ve halkı bir araya geti­ ren hegemonyanın kurucusu popülist söylemdir. (2007) Popülizm, karşıtlığı (antagonizma) bir kimlik kurucu un­ sur haline getirir, halk ve düşmanları arasındaki sınırı çizer. Bu sınırın sürekli olarak çizilmesi ve biz-onlar ikiliğinin sürekli olarak üretilmesi popülist söy­ lemin temel işlevidir. Kendisi doğal halinde atomize olan halk (toplum) popülist söylemin kurucu fonksiyonu işlemeden kurulamaz. Söylem aynı za­ manda toplumsal failin heterojen ya­ pısını da geçici olarak görünmez kılar. Söylem bu işlevini iktidar tarafından karşılanmamış toplumsal talepleri bir denklik zincirinde birleştirerek hayata geçirebilir. Panizza (2005) da benzer biçimde popülizmin görece akışkan kimlik inşası pratiklerine gönderme yapan bir söylemsel kavram olduğu

iddia eder. Acemoğlu vd. (2011) ile Weyland (2 0 0 1 ) ise popülizmin bir politik strateji olarak ele alınmasını önermektedirler. Acemoğlu vd. popülizmin, toplumun çoğunluğunun kendilerine zarar veren ekonomik politikaların uygulanmasını desteklemesini olanaklı kılmasına dik­ kat çekerler. Weyland ise popülizmin büyük oranda örgütsüz enformel sek­ tör çalışanları ile popülist lider arasında kurulan ve siyasi sistemin kurumlarını giderek devre dışı bırakan politik iliş­ kiye dikkat çeker. Roberts ise sivil top­ lumun ve parti sisteminin farklı karşı karşıya gelme kombinasyonlarını po­ pülist alt tipleri açıklamak için kullanır. (2006) Buna göre güçlü parti-örgütlü sivil toplum ikilisi organik popülizme, zayıf parti-örgütsüz sivil toplum ikilisi ise seçimli popülizme yol açmaktadır. Ben ise aşağıda örgütlü sivil toplumun neo-popülizmin gelişmesine uygun olmadığını iddia edeceğim. Taggart (2000) da Roberts gibi partilerin mer­ kezi rolüne vurgu yaparak popülist partilerin merkezi yapısına ve karizmatik liderin özel rolüne dikkat çekmek­ tedir. Karizmatik lider ile siyasi partinin istikrarlı bir bütün oluşturamayacağı birçok örnek bulunduğu düşünüldü­ ğünde popülizmin partiyi gerektir­ mediği düşünülebilir. Pappas (2012) partiden ziyade karizmatik liderin ko­ numunun merkeziliğini vurgular. Buna göre belli bir politik girişim, toplumu biz/onlar biçiminde kutuplaştırmayı başardığı oranda popülist bir moment yaratarak kitlesel bir politik hareket inşasına girişebilir. Barr (2009) özellik­ le iktidara gelen popülist hareketler açısından patronaj ilişkilerinin önemi­ ni vurgularken karizmatik liderin po­


fonksiyona sahip olduğunu vurgulaya­ rak çok önemli bir katkı yapar. Popülist momenti genelde politik yapının yeni­ den üretiminde yaşanan sıkıntılar ön­ celer. (Laclau,2007) Bu yeniden üretim sıkıntısı ise sivil toplum içinde ortaya çıkan güç kaymalarının politik top­ lum ve devlet içine yansımamasından kaynaklanabilir. Böylesi bir durumda popülizm Urbinati'nin vurguladığı dengelemeyi sağlayabilir. Fakat popü­ lizmin özellikle kurumsuzlaştırma işle­ vi, karizmatik liderin merkezi rolü ile de birleşince iktidarın denge ve kont­ rol mekanizmalarının yok olmasına yol açar. Bu noktada dışlanmış toplumsal kesimlerin kendi otonom örgütleri ile değil de popülizm aracılığı ile sisteme dahil edilmesinin niteliksel farkını gör­ mek mümkün olmaktadır. Eğer popü­ lizm ile demokrasi arasında önerildiği gibi doğru orantılı bir ilişki olabilseydi sisteme dahil olan toplumsal kesimle­ rin otonom örgütleri denge ve kontrol işlevini görecek kurumları koruyabilir­ di. Oysa popülist içerilmede bu kesim­ ler otonom örgütlere ve dolayısıyla da kendi seslerine sahip olamazlar. Po­ pülizm aracılığı ile demokrasi üreten bir içerilme oluşmaz. Popülist strateji içermeden ziyade dışlamayı önceler. Kutuplaştırmanın popülist strateji için­ deki temel rolü de bu işleve dönüktür. Egemenliğin çekirdeğinin "vatandaş" yerine "halk" olması da öne çıkan dış­ lama fonksiyonun bir tezahürü olarak okunabilir. (Urbinati, 2014: 147) De­ mokrasi ancak alt sınıfların otonom örgütleri aracılığı ile içerilmeleri du­ rumunda ortaya çıkabilir. Bu aşamada Laclau'nun popülizm analizine başlan­ gıç olarak kabul ettiği önermeye de itiraz geliştirmiş oluyorum. Çünkü Lac-

POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

pülizmin kurucu bir ögesi olmadığını belirterek Pappas'tan farklılaşır. Jansen (2 0 1 1 ) ise popülizmi ihtiyaç duyduğu esnekliğe uygun bir biçimde tanımla­ maya çalışır. Ona göre popülizm hem iktidarı elinde tutanlar hem de iktidarı ele geçirmek isteyenler tarafından çok geniş yelpazedeki toplumsal, politik ve ekonomik gündemleri hayata ge­ çirmek için kullanılabilecek bir siyasal projedir. Popülizm farklı kapsamlarda farklı içerikleri kapsayabilecek esnek bir politik destek üretme yöntemidir. Jansen, söylemci yaklaşımı düşünce­ lerin ve öznelliklerin politik aktiviteye dönüşme biçimi üzerine yeterince yoğunlaşmamakla eleştirir. Popülizmi tarif etmekte kullanıl­ ması mutlaka gereken öğeler neler­ dir? Karizmatik bir politik liderin, ya yeterince yapılanmamış ya da giderek zayıflatılmış politik kurumları gereksizleştirerek, atomize haldeki insan topluluklarını güçlü biri biçimde yönlendirebildiği ve hegemonyası altında tutabildiği siyasi hareketleri popülist olarak niteleyebiliriz. Popülizmin demokrasi ile ilişkisi na­ sıl ele alınabilir? Popülizmin toplumun görece dışarıda kalmış kesimlerinin içerilmesine dayanan bir mekanizma oluşturduğu ve halkın iradesini esas aldığı için demokratikleştirici bir rol oynayabileceği düşünülmüştür. (Koltwasser ve Mudde,2012) Arditi (2007) benzer biçimde popülizmin hem tedir­ ginlik yaratan hem de daha önceden görülmeyen sorunları ve toplumsal ke­ simleri ortaya çıkaran ikili karakterini vurgular. Urbinati (1998) popülizmin toplum içinde iktidar sahibi toplumsal kesimlerle yeni güçlenenler arasında güç dengesini yeniden sağlayan bir


42 POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

lau orada toplumsal uzam ile politik iradenin arasındaki çatlağı aşmaya dö­ nük hiçbir teşebbüsün tam anlamıyla başarılı olamayacağını iddia eder, yani toplumsal öznenin kendisini politik uzamda doğrudan ifadesi mümkün değildir, bu temsil ancak söylem tara­ fından eğreti biçimde inşa edilebilir. Laclau biraz da bu ön kabulüne daya­ narak popülizm içindeki demokratik öğeyi abartır. Popülizmin toplumu ku­ tuplaştırmasını ve bu kutuplaşmanın kitleler için yeni bir birleşme olanağı yaratmasını popülizmin demokratik işlevleri olarak değerlendirir. (Urbinati,2014: 153) Bana göre bu imkansız­ lığı aşmanın yegane yolu toplumsal sınıfların otonom örgütlenmeleridir. Otonom örgütler, bu üst üste düşme­ me sorununu "söylem"e göre çok daha iyi çözebilirler. Popülizmi demokrasi ile ilişkisi açı­ sından önemli bir katkı da Lewitsky ve Loxton (2013) tarafından yapılır. Popülizmin istikrar kazanmamış de­ mokrasilerde demokratik kurumları işlevsizleştirerek rekabetçi otoriter re­ jimleri doğuracağı varsayımı giderek daha fazla örnek tarafından doğrulanmaktadır. Yazarların kimi varsayımları oldukça naif görünse de (politik siste­ me dışarıdan gelen popülist siyaset­ çilerin kurumlarla nasıl çalışacaklarını bilememeleri, bu aralar Trump için de fazlasıyla sıklıkla gündeme getiri­ liyor) vardıkları sonuç çok önemlidir. Popülizmin rekabetçi otoriter rejime yol açmasına destek olan faktörler (zayıf devlet ve parti yapıları) bu reji­ min istikrar kazanmasını neredeyse imkânsız kıldığı için yazarlar ortaya çıkan rekabetçi otoriterizmin istikrar kazanamayacağını da iddia ederler.

Mouffe, liberalizm ve demokrasi arasındaki eklemlenmenin özgün bi­ çiminin Batı'nın tarihsel gelişimi olan olumsal bir sonuç olduğunu vurgular ve farklı zaman ve mekanlarda fark­ lı demokrasilerin mümkün olduğu­ nun kabul edilmesi gerektiğini önerir. (2015: 49) Bu durumda popülizm de­ mokrasinin liberalizmden ayrıştırılması girişimi olarak da değerlendirilebilir. Denge ve kontrol mekanizmalarının anti-demokratik oldukları gerekçesiyle devre dışı bırakılması, azınlık haklarının "halk"ın çıkarları adına çiğnenebilmesi popülizme bir tür gerçek demokrasi olarak görünür. (Urbinati, 2014: 150)

STATÜKO KARŞITLIĞININ KURUCU ROLÜ Statüko karşıtı bir söylem, popülist hareketin en önemli özelliklerinden bi­ risidir. Popülist politik hareketler, "halk" ve "diğerleri" ayrımını kalın çizgilerle görünür hale getirmeye çalışırlar. Top­ lumsal çelişkileri basitleştirme, kolay anlaşılır hale getirme popülist söyle­ min en önemli özelliğidir. Popülist ha­ reketin başarıya ulaşabilmesi karşıtlık ve kutuplaştırma siyasetinin rıza üre­ tebilmesine bağlıdır. (Mouffe,2016) Bu kutuplaştırma ekonomik ve politik krizin ürettiği öfke ve tatminsizliğin ör­ gütlenebilmesi açısından hayati öne­ me sahiptir. Laclau, popülist kırılmaya yol açan olgunun bir arada bulunan, birbirine eklemlenmiş olan toplumsal taleple­ rin düzenin var olan kurumsal yapısı tarafından karşılanamaması olduğu­ nu iddia etmektedir. Farklı kesimler tarafından ve düzen tarafından karşı­ lanamayan bu talepler, bir eşdeğerlik zinciri oluşturacak biçimde birbirine


ve propagandanın yaşantıyı anlamlan­ dırma konusundaki etkisi görmezden gelinemez. Kişiler deneyimlerini ideo­ lojik çerçevelerinden yola çıkarak an­ lamlandırırlar. Ancak söylem nesnelliği inşa etmez, söylem nesnelliğe uyumlu ise ancak etki üretebilir.

"HALKA BAŞVURMAK", NARODNİKLER, KEMALİSTLER "Halka başvurmak" ve "seçkincilik karşıtlığı" popülizmin temel özelliklerindendir. Fakat "halka başvurma" öğesini içeren her politik akımı po­ pülist olarak niteleyemeyiz. Halkçılık kavramını en açık bir biçimde kullanan Rus Narodnikleri, burada bahsedildiği anlamda bir popülist hareket olarak anlatılamazlar. Çünkü burada bahse­ dilen hareketlerin neredeyse tamamı temsili demokrasinin çatlaklarında ge­ lişmişler ve stratejilerini büyük oranda demokratik denebilecek koşullarda hayata geçirmişlerdir. Rus Narodnikleri için ise böyle bir ortamın varlığından bahsedilemez. Narodnikler, devrimci siyaset dışında demokratik politik ola­ naklara sahip değillerdi. Kemalizm'in halkçılığı da bu anlamıyla popülizm kategorisinde sınıflandırılmamalıdır. Kemalizm'de de her zaman bir halkçılık ve "halka gitme" teması olsa da kitlele­ rin mobilizasyonu Kemalizm açısından hiçbir zaman bir politik taktik haline dönüşmemiştir. Burada bahis konusu halkın rızasıyla iktidarlaşmadan ziyade iktidara, yani statüko haline gelmiş bir yapıya rızanın üretilmesi meselesidir. Bu açıdan "Böylece popülizmi kendi gerçeğine uyarlayan ülkelerden belki de ilki Türkiye oluyordu. Bunda Rusya ile Osmanlı'nın aynı coğrafyayı paylaş­ ması ve Rusya'da önemli bir Müslüman

43 POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

eklemlenerek popülist bir kimlik oluş­ turur. Bu talepler bütünü "halk" ile di­ ğerleri arasındaki iç sınırı oluşturur. Halk kendisini bu farklılık açısından tanımlar. Laclau ve Mouffe, anti-libe­ ral "biz" ve "onlar" ikiliğini en belirgin biçimde Nazizm'in akıl hocalarından Schmitt'te bulurlar. Schmitt, Weimar Cumhuriyeti'nin kurumsal yapısının burjuvazinin ihtiyaç duyduğu istikrarı sağlamaktaki başarısızlığının fikirsel tezahürü olarak anlaşılması gereken bir teori üretir ve parlamentarizme karşı etkili bir eleştiri geliştirir. Bur­ juva demokrasisinin "sahte ve zayıf yönleri"nden yola çıkarak demokrasiyi geliştirmek yönünde değil ama "milli irade"yi ortaya çıkartmak adına tem­ sili demokrasiyi de fiilen kaldıran bir başkanlık sistemi önerisi ortaya koyar. Führer'i meşrulaştıran bir hukuk ve si­ yaset teorisinin mimarı olan Schmitt, Dost/Düşman ikiliğini siyasi ilahiya­ tının merkezine aldığı için popülizm teorisyenlerinin de ilgisini çekmiştir. Laclau'nun popülizm teorisi açısından bu Dost ve Düşman arasındaki sınırın çizilmesi ve bu sınırın değişmeye açık biçimde de olsa sürekli olarak yeniden üretilmesi temel önemdedir. Laclau'da popülizm bir tür "halk" inşası projesidir ve giderek siyasetin kendisini ikame eden, onun olası tek biçimi haline ge­ len bir yöntem olarak karşımıza çıka­ rılır. Laclau'nun "sınıf indirgemeciliği" eleştirisi, yani Marksizm'in genel ola­ rak işçi sınıfını bir politik aktör olarak görme eğilimini reddetmesi, giderek aşırılaşarak her türlü politik iddianın politik aktörün söyleminden üretildi­ ği bir teori haline dönüşür. "Söylem, bizatihi nesnelliğin inşasının birincil alanıdır." (Laclau, 2005:85) Söylemin


unsurunun bulunması rol oynamış olabilirdi." (Toprak, 2013: 46) iddiasının kabul edilebilir bir yönü bulunmamak­ tadır.

POPÜLİST HAREKETİN İKTİDARLAŞMASI

POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

Popülist hareketin popülist ikti­ dar haline dönüşmesinin en önemli sonuçlarından bir tanesi devletin var olan kurumsal yapısının zayıflatılma­ sı ve dönüştürülmesidir. "Milli irade" kendisini sınırlayan denge ve denet­ leme mekanizmalarını bir tür vesayet aracı olarak görme eğilimindedir. Ku­ rumsal işleyiş, temsil eden ile temsil edilen arasındaki mesafeyi arttıran engeller olarak görülürler. Popülist li­ derler, halkla doğrudan temas kurma yöntemlerini yoğun olarak kullanma eğilimindedirler. ABD Başkanı olan Trump'ın attığı tweetleri siyasetin bir aracı haline getirmeye çalışması, Ber­ lusconi ve Erdoğan'ın iktidarları süre­ since basın üzerindeki denetimlerini giderek arttırmaları bu liderle "halk" arasında doğrudan ilişki kurma arayı­ şının bir sonucudur. Popülist liderlerin yürütmeyi güçlendirme arayışları da ortak bir eğilimi simgeler görünmek­ tedir. Yürütme kurumlardan, siyasi liderin şahsına doğru merkezileşir. Muhalefetin "halk"ın dışına atılması ve hain olarak gösterilmesi eğilimi de demokratik kurumların deforme edil­ mesi açısından popülizmin önemli bir özelliğidir.

NEO-LİBERALİZM + POPÜLİZM= NEO-POPÜLİZM Neo-liberalizm koşullarında ortaya çıkan popülizmi neo-popülizm olarak nitelendirmeyi tercih ediyorum. Bu­

nun en önemli sebebi kimi benzer ve ortak özelliklerine rağmen neo-popülizmin geleneksel popülizmden farklı yönleri olduğunu düşünüyorum. Kla­ sik popülist örneklerde uygulanan ik­ tisat politikası (ithal ikamecilik) doğası itibariyle ulusalcı bir işçi sınıfı-burjuvazi ittifakı oluşumuna elverişli bir yapı­ ya sahipti. İthal ikamecilik, iç pazarı ve yüksek reel işçi ücretlerini esas alması itibariyle ulusal sanayi burjuvazisiy­ le işçi sınıfını ortak bir çerçevede bir araya getirebiliyordu. Zaten ithal ikameciliğin, 1970 krizi sonrasında sürdürülemezliği ortaya çıkınca popülizmin hegemonya üretme kapasitesi kalma­ dı ve başta L. Amerika olmak üzere askeri darbeler aracılığıyla bürokratik otoriter rejimlerin inşası süreci yaşan­ dı. (O'Donnell, 1978) Bu rejimlerde yabancı sermaye iktidar bloğunun te­ mel bileşenlerinden birisi haline geldi. Kısacası, ithal ikamecilik popülist bir politik aktöre geniş alan yaratacak bir zemin oluşturmaktaydı. Oysa neo-popülizm tam tersine po­ pülist politikaların gelişimine neredey­ se bütünüyle ters bir ekonomik dogma koşullarında ortaya çıkmıştır. Bu nasıl mümkün olabilmiştir? İhracata dayalı kalkınma politikaları ve küreselleşme burada çok önemli bir rol oynamıştır. Söz konusu politikalar, hem egemen sınıflar hem de işçi sınıfı içerisinde çok önemli çatlakların orta­ ya çıkmasına yol açmıştır. İthal ikame­ ci dönemde özellikle çevre ülkelerde devletle çok yakın ilişkileri olan finans kapital ile ona göre çok daha yerel, küçük ve ticaret sermayesi biçiminde var olan çevre sermaye grupları ara­ sında çok belirgin bir bağımlılık ilişkisi vardı. Kıvılcımlı bu çevre sermayesini


POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

ülkelerde giderek "eski güzel günlerin hatırası"na sahip ancak giderek örgütsüzleşen bir merkezi sanayi işgücü de varlığını korudu. 1989 sonrasında sosyalizmin çö­ zülmesi, işçi sınıfı merkezli bir karşı hegemonyanın gelişme koşullarını oldukça zorlaştırdı. Sosyalizmin et­ kisini yitirmesi, buna karşılık serma­ ye fraksiyonları arasındaki gerilimin giderek şiddetlenmesi neo-popülist politikaların gelişimi açısından olağa­ nüstü elverişli bir ortam yarattı. Farklı ülkelerde farklı Dost/Düşman tanım­ ları geliştiren popülist hareketler esas olarak bu farklı sermaye ve işçi sınıfı öbeklerinin ittifaklaşmalarına daya­ nır. Dolayısıyla popülizmi Laclau'nun açıkladığı gibi nesnelliği de inşa eden, neredeyse tamamen yukarıdan aşağı­ ya politik önderlik tarafından kurulan siyasi hareketler olarak bakamayız. Bu hareketler kimi önemli toplumsal itti­ faklar üzerinde büyürler. Bu hareket­ lerin kimlikleri bu toplumsal kesimleri birleştirirken kullandıkları yöntemlere göre de ayrışır. Çevre ülkelerde neo-popülizm genellikle iktidar bloku dışındaki ih­ racatçı sermaye ile işçi sınıfının enformel kesimleri arasındaki bir ittifakın sonucu olarak etkinlik kazanmıştır. Peru'da Fujimori, Türkiye'de Erdoğan, Macaristan'da Orban,Tayland'da Shinawatra örnekleri bu kalıba büyük oran­ da uymaktadırlar. 1990'ların gelir dağı­ lımını mutlak anlamda bozan, Dünya Bankası'nı bile harıl harıl "yönetilebilir yoksulluk" projeleri geliştirmeye iten koşulları düzenin var olan partilerinin, özellikle yaşanan yıkıcı ekonomik kriz­ ler sonrasında hegemonya inşa edebil­ melerini olanaksız hale getirmişti. Tam

m

Türkiye özelinde tefeci-bezirgan ser­ maye olarak tanımladı ve onu finans kapitalin acentesi olarak değerlendir­ di. (Kıvılcımlı'nın egemen sınıf bloğu içinde tefeci bezirgan sermayeyi ısrar­ la anmasının ne anlama geldiği 2 0 0 0 'li yıllarda AKP'nin yükselmesi ile daha belirgin hale geldi. Böylesi bir egemen sınıf fraksiyonunu hesaba katmayan Ergin Yıldızoğlu, AKP'nin toplumsal ta­ banını "kökeni Osmanlı'da olan bir İs­ lamcı entelijensiya" olarak ısrarla anla­ tarak anlaşılmaz bir zorlama içerisinde davranıyor.) Emperyalizm koşullarında kapitalistleşen tüm çevre ekonomile­ rinde benzer bir ikilik bulmak müm­ kündü. İhracata dayalı kalkınma po­ litikaları ve küreselleşme sonrasında bu iki sermaye fraksiyonu arasındaki bağımlılık ilişkisi büyük oranda çözül­ dü. Finans kapitalin devlet üzerindeki ekonomik araçsallaştırma tekeli, finansallaşma ve küresel piyasalara girişle etkisini kaybetti. 1990'larda bağımlılık ilişkisinin bu çözülmesi dünya üretim zincirlerine eklemlenmiş orta ölçekli kapitalist ülkelerde büyük benzerlikle­ rin ortaya çıkmasına yol açtı. (Türkiye ve Tayland konusunda bu benzerlikleri tartışan önemli bir çalışma için bakınız Zarakol, 2013) Benzer şekilde küresel üretim zin­ cirleri ile farklı noktalardan eklem­ lenme işçi sınıfı içinde de çok önemli yarılmalara yol açtı. Finans ve bilişim sektöründe çalışan, küresel ölçekte mobilize olabilecek bir eğitimli işçi sınıfı özellikle kapitalist merkezlerde sosyolojik olarak belirgin bir nitelik kazandı. Çevre ülkelerde ucuz işgücü ihtiyacı ve tarımsal ekonominin hızla çözülüşü, kentlerde hızla yaygınlaşan bir enformel sektörü büyüttü. Çevre


VO POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

bu momentte "yönetilebilir yoksulluk" politikalarıyla anti statükocu bir söyle­ mi neo-liberal politikaları derinleştir­ mek adına kullanabilen neo-popülist hareketler inisiyatif kazandılar. Bunlar özellikle toplumun en örgütsüz ve en yoksul kesimlerini rıza ürettikleri temel toplumsal kesimler haline ge­ tirmeyi başardılar. (Weyland,2003) Bu anlamıyla toplumsal eşitsizliği, düze­ nin geleceği açısından yıkıcı sonuçlar yaratabilecek bir gündem olmaktan çıkardıkları için iktisadi ölçekte hala çok güçlü olan finans kapital kesimleri açısından da kabul edilebilir hale gel­ diler. Ayrıca ürettikleri rıza ile devleti bir şirket mantığına göre yeniden di­ zayn etmeye soyundular. Neo-liberal politikaları o zamana kadar hiç görül­ memiş bir hızla hayata geçirdiler. Kü­ resel piyasalarla hızla eklemlendiler ve ürettikleri hegemonyanın yarattığı istikrar sonucunda finansal akımları ülkeye çekmeyi başardılar. Toplumun en örgütsüz kesimlerinin desteğiyle örgütlü kesimleri, merkezi sanayi işçi­ lerini yıkıcı özelleştirme politikaları ile daha da küçültüp zayıflattılar. Bunu gerçekleştirirken toplumun en fazla desteğe muhtaç kesimlerinin yararla­ nabilecekleri fonlar yaratmayı da ih­ mal etmediler. 2008 krizi sonrasında merkez ül­ kelerde görülen popülist vakalar ise küreselleşme yıllarında mutlak hakim hale gelen finans sermayesi hakimi­ yetine karşı ulusal sanayi sermayesi ile geleneksel sanayi işçilerinin bir tür ittifakı tarafından destekleniyor. Bun­ ların en belirgin örnekleri Trump ve Brexit ile başarısız olsa da Le Pen ve Geert Wilders. Bunlar genelde yabancı düşmanlığı, milliyetçilik ve işçi hakları

sentezinden oluşan bir anti-elitisit söy­ lem üzerinden bir iktidar bloğu inşa etmeye çalışıyorlar. Bunun karşısın­ da ise sol popülist/sosyalist (Sanders, Corbyn, Melenchon) ve "ilerici neo-li­ beral" seçenekler ortaya çıkıyor. "İleri­ ci neo-liberalizm, ABD'deki biçiminde yeni toplumsal hareketlerin (feminizm, ırkçılık karşıtlığı, çokkültürcülük ve LGBTQ hakları) ana akım halleriyle, iş dünyasının üst düzey "simgesel" ve hiz­ mete dayalı sektörlerinin ittifakından oluşuyor. Bu ittifak ilerici güçlerin etkin olarak bilişsel kapitalizmin güçlerine, özellikle de finansallaşmaya katılma­ sıyla gerçekleşiyor." (Fraser, 2017: 60) Benzer bir yapının Fransız seçimlerin­ de Macron-Le Pen ikiliğinde de ortaya çıktığını gördük. (Macron toplumun en düşük eğitim seviyesindeki % 1 0 içinde %53 oy almışken en eğitimli %10'un %84'ünün desteğini almış. Eğitim ora­ nı arttıkça Macron'un oy oranı da artı­ yor. Fukuyama'nın günümüzde sınıfsal ayrımın en temel göstergelerinin ulu­ sal sınırları aşabilme/mobilite yeteneği ile eğitim seviyesi olduğunu bu nokta­ da hatırlatmakta fayda var.) Burada not edilmesi gereken bir konu da otoriter, ırkçı popülizmin kendi karşıtına da rıza üretme kapasitesinin büyüklüğü. İkti­ dar bloğu, canavarlaştırdığı "popülist" rakibine duyulan öfkeden yararlanarak da kendi tükenmişliğini bir sonraki kar­ şılaşmaya kadar unutturabiliyor. Popü­ lizmin kapitalizme yaptığı en büyük hizmetlerden bir tanesi de bu.

POPÜLİZMİN EGEMEN SINIF İÇİ İLİŞKİLERİ REGÜLE ETME ROLÜ Bu tartışma sonrasında popüliz­ min aslında sermaye sınıfı içerisindeki güç mücadelesinin bir enstrümanı ol­


duğunu tespit etmeden geçmemek gerekiyor. Özellikle dışarıda kalan ser­ maye fraksiyonunun iktidar bloğuna önce sızmak ve sonrasında bütünüyle kendi inisiyatifinde düzenleme isteği popülizmin neredeyse tüm özellikle­ rini açıklayan bir gerekçe haline dö­ nüşüyor. Bu durum aslında Aristo ve Makyavel'in metinlerinde bile gözle­ nebilen bir ittifak olanağını gösteriyor. (Urbinati, 142) Popülizm sermaye sınıfı içinde sosyolojik anlamda değişen güç dengelerini siyasi anlamda yeniden yapılandırma işlevi gören bir politik strateji olarak değerlendirilirse son kertede en doğru tespit yapılmış olur. Türkiye ve AKP örneğinden bakmamız bile popülizmin bu işlevini rahatça görme şansımızı güçlendiriyor.

SOL POPÜLİZM BÖYLESİ BİR YAPIYI ÇÖZMEK İÇİN ETKİN BİR ARAÇ OLABİLİR Mİ? Popülizmin sol bir varyantı müm­ kün müdür? "Halk"ın biz de genel ola­

rak "sol" bir çağrışıma sahip bir kelime olması bile bu soruya bir cevap oluş­ turabilir. Türkiye sağının hegemonya projesinin yatağı millet; devletçi, Ke­ malist projeninki ulus ise solun karşı hegemonya projesinin temel meş­ ruiyet kaynağı da halktır. Kürt Siyasi Hareketi'nin güçlenmesi sonrasında halkın çoğullaşarak halklar haline gel­ mesi bu gerçeği değiştirmez. Kendi­ lerini halkçı ve popülist bir projenin değil de doğrudan "komünist" çizginin takipçisi olarak görenler ise halk kavra­ mı yerine sınıfı öne çıkarırlar. Kullanı­ lan terminoloji itibariyle Türkiye'de sol popülizme dair geniş bir alan bulun­ duğu, bu alanda eyleyen birçok siyasi çizginin var olduğu rahatlıkla söyle­ nebilir. Esasında "burjuva devriminin çözemediği meseleler" kapsamında "sınıfsal çelişki"nin yanına "demokratik görevleri" de yerleştiren böylece salt üretim ilişkilerini dönüştürmek yerine kimlikle ilgili toplumsal sorunları da "esas meseleler" olarak ele alan bu an-

47 ~ö O ~ö M > 73 > O: T| m

O m 73

O m 7^ O r~ > >


00

POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

lamda işçi sınıfı dışındaki ezilen kate­ gorilerini de kendisine eklemlemeye çalışan demokratik devrimci progra­ mın, sol popülist bir yaklaşım ile akra­ balıkları da tespit edilmelidir. Sol popülizmin var olup olamaya­ cağı aslında son dönemde L. Amerika deneyimleri açısından daha kapsamlı bir biçimde ele alınmaktadır. Partiden ve sınıf eksenli bir programdan ziyade lideri ve onun ezilenler ile kurduğu özel bağı esas olan, bu bağ üzerinden yol almaya çalışan siyasal hareketle­ rin sol popülist olarak nitelenebildiği, Laclau-Mouffe çizgisinin de bu dene­ yimleri sol açısından güçlü bir seçe­ nek yaratmanın en önemli yolu olarak gördüğü bilinmektedir. (Mouffe, "Pour un populisme de gauche", 2016, s.2 2 ) İspanya'da Podemos, Fransa'da Melenchon örnekleri de bu anlamda L. Amerika deneyimlerinden fazlasıyla etkilendiklerini açıkça ifade etmekte­ dirler. Bu sebeple de kendi ülkelerin­ de özellikle burjuva basın tarafından "Chavista" olarak nitelenerek karalanmaya(!) çalışılmaktadırlar. Doğrudan sınıf hareketinden doğ­ mayan, politik bir önderin çevresinde toplanan bir hareketin önce iktidarı elde ettiği sonra da, başta sınıfı ör­ gütleyerek yukarından aşağıya doğru sosyalist bir toplum inşasına giriştiği bir "sol popülist" proje imkansız mıdır? Hayır. Stefan Jonsson'un da vurgula­ dığı gibi "Popülizm yukarıdan üretilir". Sol popülist olarak nitelenebilecek bir hareket de aynen sağ popülizmin do­ ğup gelişmesine uygun koşullarda bir "vurucu güç" olarak iktidara uzanabi­ lir ve bu iktidarı toplumsal dönüşüm, hatta hatta üretim ilişkilerinin dönüşü­ mü için değerlendirebilir. Bu gibi hare­

ketler de genelde kurumsal partiler, kökleşmiş programlar söz konusu de­ ğildir. Yeni iktidar bloğu büyük oranda politik liderin karizmasının ekseninde oluşan politik ittifaklarca şekillendirilir. Weber'in de vurguladığı gibi karizmatik liderler, rollerini en etkin bir biçim­ de böylesi kırılma anlarında, devrimci durumlarda yarattıkları yoğunlaşma, buna bağlı olarak ürettikleri coşku ve bağlanma ile gerçekleştirirler. Bu tarz bir önderliğin rolü ise Gramsci'de Sezarizm başlığı altında tartışılır: "Her ne kadar içinde büyük bir kişiliğin, yıkıma yönelik bir güçler dengesiyle nitele­ nen, tarihsel siyasal bir duruma 'ha­ kemlik' etme göreviyle görevlendirildi­ ği özel bir durumu Sezarizm her zaman dile getirse de daima aynı tarihsel an­ lama sahip olmaz, ilerici bir Sezarizm olabileceği gibi gerici bir Sezarizm de olabilir. Sezarizm'in her biçiminin tam anlamı, son çözümlemede, sosyolojik bir şemadan değil de somut tarihten hareketle ortaya konulabilir. Başarı bazı karşılıklı ödün ve sınırlamalarla ta­ dil edilmiş olsa da karışımı ilerici gücün başarısına yardım ettiği takdirde Sezarizm ilericidir, karışımı gerici gücün ba­ şarısına yardımcı olduğu takdirde Se­ zarizm gericidir." (Gramsci, 2014 :112) (Kıvılcımlı'nın vurucu güç kavramı ile Gramsci'deki Sezarizm arasındaki para­ lellik dikkat çekicidir. Kıvılcımlı tarihsel gelişimde üstyapının önemini, kolektif aksiyonun ve politik aktörün belirle­ yiciliğini en az Gramsci kadar kavra­ mıştı. Ancak bu durumu tekniğin çok geliştiği günümüze ancak tarihsel bir kalıntının uzantısı olarak sokma -Jön Türk geleneğinin kalıntısı ordu genç­ liği örneğinde olduğu gibi- eğilimin­ dedir.) Sağ ve sol popülizm arasında


POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

dır. Kendisini böylesi bir denge içine oturtmayan bir sol popülist iktidarın sol olarak kalması da bir toplumsal dö­ nüşüme öncülük etmesi de mümkün değildir. (Hegelci bütünden parçaya gitme eğilimi -"komünizmi kurarsak bütün sorunlar çözülür" çizgisi- Zizek ile Spinozacı çokluğu ve bunun iradi müdahale ile birleştirilmesinin siyase­ tin ana meselesi olduğunu vurgula­ yan Laclau-Mouffe çizgisi arasındaki evrenselcilik-sol popülizm tartışması bu açıdan izlenmeyi ve değerlendiril­ meyi hak ediyor; Zizek, 2017: 211-224, Laclau, 2005:254-260) Sağ popülizm kendisini Rousseaucu "genel irade"nin yansıması olarak lanse ederek iktidarı liderin elinde toplamaya, bu açıdan da kendisini dengelemeye ve kontrol et­ meye çalışan tüm devlet kurumlarını "vesayetçi" olarak niteleyip güçsüzleştirip iktidarını mutlaklaştırmaya çalışır­ ken, sol popülizm iktidarı olabildiğince devletten uzaklaştırmaya, kendisin­ den ziyade toplumsal örgütlenmeyi güçlendirmeye yönelir. Sağ popülizm genelde bir sermaye fraksiyonunun diğerleri aleyhine devletin içindeki merkezi konumunu güvence altına alma amacına dayalı bir stratejiyken sol popülizm özellikle sınıf ve ezilen örgütlenmelerinin zayıf olduğu yer­ lerde, Jakobence ve yukarıdan aşağı müdahale ile toplumun örgütlenmesi ve demokrasinin üretim ilişkilerini de kapsayacak bir biçimde derinleştiril­ mesi yürümenin bir biçimi olabilir. Esas olarak sınıfsal ve toplumsal üre­ timin paylaşımına dair olan bir çelişkiyi sağ popülizmin sınıfın öfkesini sömü­ ren ve demokratik dönüşümü engelle­ yen bir biçimde sömürmesinin önüne geçmek hiç kuşku yok ki bu dönemin

On

gerçekleştirilecek ayrımın da böylesi bir somut tarihsel zemine oturması gerekir. Popülizmin bir ideoloji değil bir siyaset etme yöntemi olduğu vur­ gusu bu açıdan belirleyicidir. Popülist aktör, esas olarak elindeki olanakları ezilenlerin özyönetim aygıtlarının ge­ lişmesi yönünde kullanıyorsa, yani ezi­ lenlerin politik anlamda özneleşmesi, kendilerini dönüştürücü bir toplumsal aktör olarak örgütlenmelerini sağlıyor­ sa, devlet iktidarını devlet-sivil toplum dengesini inşa etme yönünde kullanı­ yorsa sol olarak nitelenmelidir. Ezilen sınıfların geleneksel olarak örgütsüz ve dağınık olduğu bir sosyal yapıda, dev­ rimci dönüşümün böylesi bir dinamik üzerinden gelişmesi de neredeyse ka­ çınılmazdır. Popülizmin devlet kurum­ sallaşması ile kavgası liberal bakış açı­ sından dehşet vericidir. Oysa devrimci bir dönüşüm açısından devlet kurumları ile boğuşmak, onları yok etmek ve yeniden kurgulamak kaçınılmazdır. Sol popülizm, egemen sınıfların iktidarını ifade eden ve statükonun güç ilişki­ lerini temsil eden devlet kurumlarını zayıflatır ve bu ağı çözmeye çalışır. Bu­ nun yerine iktidarın merkezini adım adım ezilenlerin öz örgütlerine doğru taşır. Bu anlamıyla liberalizmin, Montesqieu ve Tocqueville'den bu yana demokrasinin taşıyıcısı olarak gördü­ ğü "güçler ayrımı" prensibi (Aristo'da da "denge" olarak özgürlüğün temel koşulu olarak ele alınmaktadır.) sol popülist bir iktidarın çatısı altında da yeniden kurulmak zorundadır. Ancak bu sefer güçler dengesi devletin, ege­ men sınıfın farklı fraksiyonları arasında paylaştırılmış devlet kompartımanları arasında değil devlet ile toplumun öz yönetim aygıtları arasında kurulmalı­


o

m

POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

en önemli görevidir. Böylesi büyük bir altüst oluşun yaşanması, statükonun çözülmesi, tarihin yeni çatallanma noktalarına doğru ilerlemesi zinde kafayla ancak büyük bir heyecanla ele alınmayı gerektiriyor. Liberal bakış, bu süreçte sadece korkutucu faşizan yükselişe kilitlenerek, onun istikrar kazanma olanaklarını da gereğinden fazla büyüterek karamsar bir tabloya gömülüyor. Liberal bakışı güçlendi­ ren boyut ise bu momentin başında Syriza ile solun ele geçirdiği fırsatı tüm dünyaya itki verecek bir biçimde de­ ğerlendirememesi. Ancak şurası kesin ki popülist momenti sola döndürebilmek için toplumda kaynayan "sosyal güvence talebi ve eşitsizliğe öfke" ka­ zanına girmek ve o harla kavrulmamız gerekecek. Sol, toplumun sosyal gü­ vence talebine hangi araçlarla karşı­ lık verecek? Bu alanda aslında devasa olanaklara sahibiz. Sosyal demokra­ sinin neo-liberalizmce ilhak edilmesi sonrasında sosyal demokrasinin ge­ leneksel politik avadanlıkları şu anda radikal bir toplumsal dönüşüm pro­ jesine eklemlenme olanağı sunuyor. Sosyal konutlardan (orta sınıfı ölene kadar borçlu yaşayıp ev sahibi olma telaşından kurtarmanın yolu) trafiği ve otomobil medeniyetini çöpe ata­ cak toplu ulaşım projelerine (bu kadar köprü açan "Reis" Haydarpaşa-Pendik tren hattını neden geciktiriyor?), va­ tandaşlık gelirinden temel sosyal gü­ venlik paketinin devlet güvencesine alınmasına, kamusal eğitim ve sağlık hizmetlerinin niteliğinin yükseltilme­ sinden kentsel müştereklerin geliş­ tirilmesine, "zengine vergi, topluma güvence talebinden" iş güvencesinin güçlendirilmesine politikleştirilmeyi

ve gerilim kaynağı haline getirilmeyi bekleyen konular var. Nedense bu me­ selelerin politikleştirilememesinin ör­ neğin Türkiye'de Erdoğan'ın iktidarının en önemli güvencesi olduğu yeterince görülmüyor. Önümüzdeki dönemde Demokrasi Cephesi tartışmaları yürü­ tülürken solun temel müdahale ala­ nının popülizmi ezilenlere bağlayan ilişkinin yıpratılması olduğu, bunun da üretim ve paylaşım ilişkileri ile talep­ lerle yakından bağlantılı olduğunun unutulmaması gerekiyor. Tuzla'daki iş cinayetleri, Tekel Direnişi ve Soma Katliamları dışında 21. yüzyılda bu ül­ kede sınıfa ve sömürüye dair etkin bir gündem yaratılamamışsa burada sos­ yalist mücadele yürütenlerin sorum­ luluğunu alması gereken bir durumun olduğu açıkça görülüyor. Sosyalistler olarak Erdoğan'ın emekçilerle kurdu­ ğu bağı en azından zorlayacak bir hattı kısa vadede üretemediğimizde oluşa­ cak Demokrasi Cephesi'nde örneğin CHP'nin çok belirgin bir biçimde göl­ gesinde kalınacağı, bir biçimde "ilerici neo-liberalizm"e tav olunmak zorunda kalınacağı açıkça görülmeli. Bu tartışmayı bir başlangıç olarak ele alıp derinleştirmek kısa vadede yürütmek istediğimiz ideolojik hege­ monya mücadelesi açısından da acil bir görevdir. İlerici kamuoyunda yürü­ tülen tartışmalara, geliştirilen kavram­ lara, oluşturulan argümanlara dokun­ madan, onları anlamadan ve onlarla tartışmadan, hesaplaşmadan böylesi bir hedefe ulaşabilme şansı yoktur.

KAYNAKÇA Acemoglu, D. Egoroy, G. ve Sonin, K. (2011) A Political Theory of Populism,


POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

ne, çev: Nur Betül Çelik, Epos: Ankara Lewitsky, S. ve Loxton, J. (2013) "Po­ pulism and competitive authoritaria­ nism in the Andes", Democratization, 20 (1), 107-136 Mudde, C. ve Kaltwasser, C.R. (der.) (2012) Populism in Europe and the Ame­ ricas, Cambridge: Cambridge Univer­ sity Press. Mudde, C. (2004) 'The Populist Ze­ itgeist', Government and Opposition, 39 (4), 542- 563. Mouffe, C. (2015) Dünyayı Politik Düşünmek-Agonistik Siyaset, çev. Mu­ rat Bozluolcay, İstanbul: İletişim Mouffe, C. (2016) The populist mo­ ment, www.opendemocracv.net. 2 1 Kasım 2016 Mouffe, C. (2016) Pour un populisme de gauche, Le Monde (21 Nisan 2016) O'Donnell, G. (1978) "Reflections on the patterns of change in the Bureauc­ ratic Authoritarian State", Latin Ameri­ can Research Review, 13(1), 3-38 Panizza, F. (2005) Populism and the Mirror of Democracy, London: Verso. Pappas, T.S. (2012) Populism Emer­ gent: A framework for analyzing its contexts, mechanics and outcomes, EUI Working Papers, RSCAS 2012/01. Quijano, A. (1968) "Tendencies in Peruvian Development and Class Structure", Petras, J. ve M.Zeitlin (der), Latin America: Reform or Revolution? içinde, Greenwich: Fawcett, 289-328 Roberts, K. M. (2006) "Populism, Po­ litical Conflict, and Grass-Roots Orga­ nization in Latin America", Comparati­ ve Politics, 38 (2), 127-148 Sunar, İ. (2010), Demokrasi Türkiye Serüveni, İstanbul: Doruk Taggart, P. (2000) Populism, Buc­ kingham: Open University Press

LO

National Bureau of Economic Research, Inc., NBER Working Papers 17306 Arditi, B. (2007) Politics on the edge of Liberalism, Edinburg: Edinburg Uni­ versity Arter, D. (2010) 'The Breakthrough of Another West European Populist Radical Right Party? The Case of the True Finns', Government and Opposition, 45(4), 484-504 Barr, R.R. (2009) "Populists, Outsi­ ders and Anti-Establishment Politics", Party Politics, 15(1), 29-48 Beck, U. (1992) Risk Society: Towards a new Modernity (Vol.17) Sage De la Torre, C. (2000) Populist Se­ duction In Latin America: The Ecuadori­ an Experience Athens: Ohio University Press. Di Tella, T. S. (1965) "Populism and Reform in Latin America", Veliz, C.(der), Obstacles to Change in Latin America içinde, Cambridge: Cambridge Univer­ sity Press.47-74 Germani, G. (1978) Authoritaria­ nism, Fascism, and National Populism, New Brunswick, NJ: Transaction Books. Hennessy, A. (1969) "Latin America", lonescu, G. ve Gellner, E. (der.), Popu­ lism: Its Meaning and National Charac­ teristics içinde, New York: Mc Millan Jansen, R.S. (2011) "Populist Mobili­ zation: A New Theoretical Approach to Populism". Sociological Theory, 29(2), 75-96 Jonsson, S. (2008) A Brief History of Masses: Three Revolutions, Columbia University Press Klaren, P. F. (1973) Modernization, Dislocation, and Aprismo: Origins of the Peruvian Aprista Party, 1870-1932. Aus­ tin: University of Texas Press. Laclau, E. (2007), Populist Akıl Üzeri­


<N m POPÜLİZMİ TARTIŞMAK: ÖFKE GERÇEK, OLANAK MEVCUT, UMUT BAKİ

Toprak, Z. (2013) Türkiye'de Popü­ lizm, 1908-1923, İstanbul: Doğan Kitap Urbinati, N. (2008) "Democracy and Populism", Constellations, 5(1), 110­ 124. Urbinati, N. (2014) Democracy Dis­ figured - Opinion, Truth and the People, Cambridge: Harvard University Press Weyland, K. (2001), "Clarifying a Contested Concept: Populism in the Study of Latin American Politics", Com­ parative Politics, 34 (1), 1-22. Weyland, K. (2003), "Neopopulism and Neoliberalism in Latin America: How much affinity?", Third World Quar­ terly, 24(6), 1095-1115 Zarakol, A. (2012) "Revisiting Se­ cond Image Reversed: Lessons from Turkey and Thailand", International Studies Quarterly, 1-13


KAPILAR, YOLLAR VE DÜĞÜMLER ARASINDA ÖMRÜMÜZÜN HİKAYESİ: MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

Sınır üzerine konuşmaya başladı­ ğımızda ne konuşuruz? Vatan, devlet, toplumsal cinsiyet, mal ve insan ve her türden geçişler yani ekonomi, harita, beden, dil, etnisite... Sınır neredeyse tüm sosyal bilim kavramlarıyla kesişen ve bu kavramlar üzerinde yeniden dü­ şünmeye zorlayan bir araştırma alanı­ dır. Sınır üzerine konuşmaya başladığı­ mızda bu çalışma alanları da sınırı hem tanımlar hem de yeniden kurarlar: Et­ nik havuzların sınır ötesi uzantılarının vatan içi pazarlıklarda ne oranda etkin olabileceği, ticaret-akrabalık-etnisiteinançlar ve hukuk sistemlerinin sınır rejimleri ve vatandaşlık pazarlıkların­ daki etkileri vb. konular sınır çalışanla­ rın gözde konularıdır. Sınırı çalışmaya on beş yıl önce başladığımda, Türkiye'de sınırın ken­ disi üzerinde eleştirel bir sosyal bilim­ sel çalışma yapmak da, sınır çalışmak da, sınırın fotoğrafını çekmek de, sı­ nırı eleştirmek de yasaktı: Zira sınırlar

1) Prof. Dr. Sosyolog. University of Macedonia. Thessaloniki. GR.

MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

Konu sınır olduğunda, sadece sını­ rı kollayanların ve sınırı zorlayanların değil, günlük hayata yansıyan tüm ko­ nuşmaların gizemli, entrikacı, komplocu veya korkunç öykülere hazırlıklı olduğu­ nu görürsünüz. Zira sınır yüceltmelere, gizemleştirmelere, bu yolla öykülendirmelere çok yatkın bir konudur. Bir taraf tutulduktan hemen sonra sınıra dair bütün mevzular bir yandan öykülendirilip diğer yandan genellenerek, stratejist sloganlar atılabilir. Oysa sınır, bir sosyal sorun olmasının ötesinde de tartışılacak bir sosyolojik olgudur. Diğer bir deyişle, bir tür 'pleb felsefesine ya da ırkçı milli­ yetçi bakışlara kapılmadan sınırı çalışa­ bilmek için gerçekten serin duraklama noktaları bulmak gerekiyor. Sınır; engellemenin-sekteye uğratma'nın ve aynı anda da devamlılı­ ğın imkanını veren somut bir nesne, bir yer'dir. Zira insanlar bu dünyada diğer­ leriyle birlikteyken, "nesne"lerle de birlik­ tedir. Zira devamlılığın sekteye uğraması ve bir şeyin olacak olma/gerçekleşebilme (ab-grund) ihtimali ethico political bir bakış açısı sunar ve böylece ben'e de politik bir imkan da tanır. Böylece sınır ötekiyle buluşma şansını verebilecek bir mekan olarak kendini var eder ama bir yandan da nesne ve bir yer olma imkanı­

nı sadece ben'e bırakmayan ethico-political engellerini de içinde taşır. Sınırın olanakları hangi temaslara nasıl izin verir ve nesne ve yer olarak ben olma ihtimalini hangi engellerle baskılar?

CO

Sınır Neresidir?

m

Konuk Yazar: H. Neşe Özgen1


5 4

r=

askeri bölgelerdir ve bu bölgelerde yaptığınız işin hangi aşamada devlet sırrını açıklamak anlamına geleceğine dair tanımlama çok belli belirsizdir. Bu bize sınırın sadece bir tel, sadece ma­ yınlı alan ya da kapı olmadığını, aksine bir zonalite-geçirimsellik-uzantısallık ya da kısaca başlı başına bir uzam/mekan (space) olduğunu gösterir. Öyle ki, sınır geçişlerinin hiç de belirgin olmadığı sınırlar çok daha keskin, sert ve yaptırımı olan sınırlar olurlar. Örneğin AB içindeki sınırlar, AB onayı taşıyanla­ ra serbest ancak bunun dışında olan­ lara müthiş kapalıdır. Ve bu anlamda AB sınırları retorik olarak da aşama­ yacağınız bir yüksekliktedir: "Mede­ niyetsiz", "terörist" veya "sapkın olma" ihtimaliniz her an gündemdedir. Ama tabi her sınırı aşabilecek başka anah­ tarlar, başka şifreler de vardır: banka hesapları, kara para birikimleri, güçlü siyasi pazarlık ağları veya basitçe "salt beden" gibi. Böylece "sapkın ve hadsiz" mülteciler olarak, üç bin yıllık Roma yolunun, Via Egnatia'nin bir yerinde Bulgaristan-Macaristan-Romanya sını­ rında eksi yirmi derecede ölüme terk

edilebilir veya Fransa'nın göbeğinde Calais'te bir kış gecesi çadırınızın için­ de yakılabilirsiniz. Böylece egemenlik ve onun siyasi gücü, mültecilerin ölü bedenleri üzerinden kendisini yeniden yüceltir. Öte yandan bu zonalitenin içeriye ve dışarıya doğru nerelere, ne kadar uzağa gideceği ve kimlere kadar uza­ yacağı meselesi vatanın gerçek sınırla­ rının etki alanını belirleyecektir. Dışar­ dan gelene karşı yukarıda bahsedilen muamelenin bir de içerdekine göste­ rilecek sopayla ilgisi vardır: Bu zonalitenin değişimindeki ipuçları da bize devletin kendine ait bir milleti konum­ landırdığı haritanın siyasetine dair çok önemli ipuçları verecektir. Örneğin bu son on beş yıldır çalıştığım sınırların ta­ mamında yine aynı yasaklar sürmekle birlikte; sınırların biçimi, anlamlandırıl­ ması, uzamları ve vatanın kapsayacağı vatandaşın tanımı değişti. Sınırlar aynı kalıyormuş gibi görünüyordu ama üze­ rine konuştuklarımız ve sınırı belirten simgeler, semboller, sınırı zorlayanla­ rın ve sınırı kollayanların kim oldukları mütemadiyen değişiyordu.


LO LO MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

Böylece devlet, yıllar boyunca ken­ vatanlaştırılmasına bağlarlar. Yatay bir dini komşularının yeniden tarifinden coğrafya olmaksızın yatay bir demok­ tutun, iç ve dış düşmanların yeniden rasi inşasından da söz edilemez. Sınırın tarifine kadar pek çok alanda var et­ karşı tarafıyla ilişkilerde ise bunun tam meye devam etti. Bu zaman boyunca tersinden söz edilebilir: Karşı karşıya sınır da, üzerinde konuşmaya devam duran devletlerin sınır politikalarının ettiğimiz sürece meşrulaşan ve ken­ da yatay bir coğrafyalanma üzerinden dini yeniden tarifleyerek vatanı ve va­ gerçekleşmesi gereklidir. Ancak bu ya­ tandaşlığın temelini de kuran bir hal pay coğrafyalanma, sınır içi vatandaş alıyordu. Durum sınır araştırmalarında kimliğinin de yeniden tercihlenmesideneyimlediğimiz mekanizmaları gös­ nin iradi ve gayri iradi tüm biçimlerini termekteydi: Kısacası sınır bir mekandı kapsar ve büyük oranda belirler. ve bir mekan olarak sınır kültürün bir imleyeni, göstereni olarak değil, aksi­ YER KİMLİĞİ: MİLLİ VE KÜRESEL ne sınırın kendisi ve orada oluş biçi­ BİR ORTAKLIKLA MAKBUL mi, konumu, vatandaşlığı, kültürü ve VATANDAŞ OLMAMIZI NASIL siyaseti yeniden yaratabilen, kültürel YENİDEN OLUŞTURUR? işleve yataklık yapacak kapasitede bir • Devletin Küresel ve Bölgesel Onayı: sosyal yapı olarak kendisini ve devleti Sınır üzerine çalışmalar, özellikle yeniden kuruyordu. Avrupa Birliği'nin 6 . ve 7. Çerçeve araş­ Sınır soyut bir kavram, kalınlığı ol­ tırmalarıyla hızlandı. mayan bir çizgidir ve ayrı biçimde ta­ Sınır üzerine yapılmış çalışmaları iki nımlanan ya da farklı aidiyeti olan iki türlü düşünmek mümkün: alanı birbirinden ayırır. Maddi varlığı Yukarıdan bakışlı çalışmalar: Politik yoktur. "Onun içindir ki, sınırı somut­ bilimler ve uluslararası çalışmaların et­ laştıran duvarın aidiyeti, tüm uygar­ kilediği büyük ölçekli kalkınma proje­ lıklarda sayısız hukuk sorunları çıkar­ leri içinde ve küresel sistemin akışkan­ mıştır." (Yerasimos, 1997-8: 36). Elbette lığı, geçirgenliği ve geçerliği üzerine sınırlar ve uçlar boş bırakılmış medeni­ yoğunlaşmakta. yet alanları değildir. Aksine onlar üze­ Aşağıdan bakışlı çalışmalar ise daha rinde (frontiers, territory) egemenliğin çok, vatandaşlık ve egemenliğin kısıt­ karşıyla ve içeriyle (tamamıyla üzerin­ ları, sınırın metaforik yorumları, diğer de anlaşılmasa da) oldukça yapılandı­ bir deyişle de sınırın ve sınır boylarının rılmış hükümleri vardır. metaforik anlatıları ve kültür-kimlik Öte yandan devlet bir sınır içine araştırmaları üzerinden ilerliyor. Sınırın biriktirdiği kendi vatandaşıyla ve karşı simgesel kurguları, kimliğin kurgulan­ devletle hukuksal ilişkisinde bir tür ya­ ması ve kurulumu, hala sosyal bilimci­ tay demokrasi (horizontal democracy) ler için en gözde ve çekici konular. ve yatay coğrafya (horizantal geog­ Bu yazıda sınıra sadece onu kolla­ raphies) inşasını ideal olarak sunmak yanlar ve onu zorlayanlar açısından zorundadır. Öyle ki içeride vatandaşlık bakmanın ötesine geçerek; bu dikotopazarlığını yapmış olan insanlar/toplumik romantizmden uzaklaşmaya çalıluklar, bu pazarlıklarını bir coğrafyanın


oı ON MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

şacağım. Buradaki savunum, sınırda engellemenin-sekteye uğratma'nın ve aynı anda da devamlılığın imkanı­ nı veren hem somut bir nesne hem de bir yer olması üzerine kurulu. Zira in­ sanlar bu dünyada diğerleriyle birlik­ teyken, 'nesne'lerle de birliktedir. Zira devamlılığın sekteye uğraması ve bir şeyin olacak olma/gerçekleşebilme (ab-grund) ihtimali ethico political bir bakış açısı sunar ve böylece ben'e de politik bir imkan da tanır. Böylece sınır ötekiyle buluşma şansını verebilecek bir mekan olarak kendini var eder ama bir yandan da nesne ve bir yer olma imkanını sadece ben'e bırakmayan ethico-political engellerini de içinde taşır. Sınırın olanakları hangi temasla­ ra nasıl izin verir ve nesne ve yer olarak ben olma ihtimalini, hangi engellerle baskılar? Sınır çalışmalarında kabaca iki gö­ rüşten söz edilebilir: İlki devletin ege­ menliğinin yabancılaştırıcı bir unsuru olması, ikincisi ise devlet ile egemen­ liği arasında sosyal olarak kurgulan­ makta olan bir flux olduğu savı. Bu yazıda, ben ve öteki'nin sınır boylarında yaşadığı karşılaşmaların ve bu karşılaşmanın ethico-political imkanları ve engellemeleri üzerinde duracağım. Sınırın nesne ve yer ol­ maktan çıkartılarak bir mekan (space) olarak inşasını; Türkiye'nin Entegre Sınır Yönetimi Strateji Raporları (IBMIntegrated Border Management of the External Borders in Turkey. 2016) üzerinden tartışacağım. Sınır bir tür pratikler ve söylemler seti olarak bü­ tün topluma yayılır; sınırın üretimi ve yeniden üretimi egemenliğin de yeni­ den üretimidir. Özetle: Sınır içinde bırakılan/kalan/kalmayı kabullenenlere

yönelik oluşturulan dikey vatandaşlık/ hiyerarşik vatandaşlık düzenlemesinin, karşıyla oluşturulan yatay coğrafya düzenlemesi temelinde oluşacağını; egemenlik alanlarının karşıyla ilişkile­ rini düzenleyen kurallar bütününün, aslında içerdeki vatandaşlık pazarlık­ larını çok büyük oranda belirlediğini savunacağım. Bunu yaparken de hem Yerasimos'un hem de S. Elden'in geliş­ tirdikleri territory kavramlarını kullana­ cağım. Territory, şimdilerde de en çok tartışılarak gelişmeye devam eden bir kavram; egemenlik için çarpışan ama bir devlet edinmek için uğraşmayan pek çok örnek var: Örneğin Bağımsız Kürdistan kampanyaları, bağımsızlık için Doğu-Timor'un, Batı Sahra'nın, Tibet'in, Doğu Türkistan'ın uzun soluk­ lu çekişmeleri vb. pek çok örnek, bir devlet tarafından alınmış olsa da ege­ menlik kontrolünü talep edenlerin hi­ kayesiyle dolu. Ne için savaşıyorlar: Bö­ lünme, haritalanma, tanınma, pay alma ya da dönüşüm için? Çoğunlukla ulus­ çu bir çatışma ile karakterize edilseler de asıl çatışma bir mekanın kontrolünü ele geçirmekle ilgilidir. (Elden. 2012. 1) Ancak böylesi bir iddia ne tuhaftır: Bir topluluğun bir toprak parçasının bir kısmının asıl sahibi olduğu iddiaları nereden geliyor? Zira Yerasimos'un önerdiği üzere: "Sınır öteye geçmenin bir önkoşulu­ dur." (Yerasimos, 1997-8:34-37). Do­ layısıyla "özgürlük" diyor Yerasimos, "Kişinin kendi sınırlarını tanıyabilme­ si, onlara sahip çıkabilmesi ve elbette onları aşmasıdır. ... "Bağımlılık ise bu sınırın başkalarına kaptırılmasıyla or­ taya çıkar. Bu açıdan bakıldığında tarih içinde sınırların kesinleşmesi, baskıya


yönelik bir süreç değil, kişi ve toplum­ lararası ilişkileri açıklığa kavuşturan bir evrim olarak algılanmalıdır. Duvar kendi başına olumlu ya da olumsuz bir öğe değildir, her şey onda açabilece­ ğimiz kapı ve pencerelerin sayısına ve niteliğine bağlıdır." (ibid: 35).

MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

Jean Jacques Rousseau "Tarihte ilk kez bir toprak parçasının etrafını çitle çevirip burası benimdir diyen ve buna inanacak kadar saf insanlar bulabilen ilk insan, uygar toplumun gerçek ku­ rucusu oldu. O zaman biri çıkıp çitleri söküp atacak ya da hendeği doldu­ racak, sonra da insanlara; sakın din­ lemeyin bu sahtekârı, meyveler her­ kesindir toprak hiç kimsenin değildir ve bunu unutursanız mahvolursunuz diye haykırsaydı işte o adam insan tü­ rünü nice suçlardan, nice savaşlardan, nice cinayetlerden kurtaracaktı." diyor. Hem İslam hukuku hem de Roma hu­ kuku toprağa bir daha asla herhangi bir şey/eşya olarak bakmamış; hem elde edilişine hem elde tutulmasına, tasarrufuna birbirinden farklı hüküm­ ler getirmiştir. Örneğin İslam hukuku; Hz. Muhammed'in "Henüz hiç kimse­ nin eline geçmemiş bulunan bir şeyi kim ilk önce ele geçirirse o şey, o kim­ senin olur" (Ebû Dâvud, İmâre, 36, H. No: 3071) sözünün üzerinde inşa ettiği mülk hakkını, ihya ile de bağlar. Esmer b. Müderris bu hadisi naklettikten son­ ra şöyle demiştir: Hz. Peygamber bu sözü söyleyince herkes araziye dağıla­ rak işgal etmek istedikleri toprak par­ çalarını adımlayıp işaretlemeye başla­ dı. Başka bir hadiste buna ihya unsuru eklenir. "Kim ölü bir toprağı ihyâ eder­

LO

• Coğrafyanın Vatanlaştırılması: Vatanın Yer'leştirilmesi:

se, o toprak onundur. Haksız dökülen ter için bir hak yoktur."(Buhârî, Hars, 15; Ebû Dâvud, İmâre, 37; Tirmizî, Ahkâm, 38; Mâlik, Muvatta', Akdiye, 26, 27). An­ cak sonuçta elbette mülk Allah'ındır. Öte yandan Roma hukuku, işleme ve yararlanmanın sınırlarını kamusal alan ile sınırlar. (bkz. Özgen, 2013) Sınırın, onun yarattığı ve meşrulaş­ tırdığı egemenlik alanlarının karşıdan geleni ağırlamakta nasıl farklılıklar gözettiği bu iki hukuktan hangisinin seçilmiş olduğu üzerine kuruludur. Burada durup Derrida'nın o meşhur konuksever-mez-lik kavramını hatır­ lamakta yarar var (Bkz. Derrida, 2012: 7-15). Ona göre: "Dünya Hukuku= kozmopolitik hukuk genel konukluğun koşullarıyla sınırlandırılmalıdır." ibaresi, zaten baştan itibaren ayırma ve koşul­ lu koşulsuz konukseverlik konusunu ortaya çıkartmaktadır. Böylece kimin içerde kimin dışarda tutulacağı kimin dışlanacağını belirleyen, ev içi ve dışı­ nın kurallarını belirleyen yerel sorgu­ nun önemini de vurgulamaktadır. Bir an durup düşünelim: Ulus ege­ menliği hangi oranda ve ne kadar ve elbette nasıl uluslararası sistemlere göre kendi egemenlik alanlarının yerli kurallarını benimseyip, pazarlık edebi­ lir? Daha önemlisi, vatandaşlık pazarlı­ ğının yatay veya dikey hiyerarşisi ulusdevletini pazarlık alanlarında ne oran­ da, nasıl etken olabilir? Mevcut sınır güvenliği çalışmala­ rı, tartışmaları çoğunlukla kriminoloji araştırmaları ve devlete yönelik suç­ lar ekseninde analiz eder. Ötesinde sınırın bir tür savaş mekanı olduğunu ima eder. Gözetleme teknikleri, yük­ sek teknolojili izlemeler, Radio Frequ-


00

m

MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

ency Identification (RFID), biometrik lik) birbiri üzerinde çeşitli pazarlıklarla analizler vb. sadece ülke içindeki gö­ işlerken bir yandan da sınırı uzamlaştızetim için değil fakat aslında en çok, rıp, ben'in ethico political olarak inşasını en yoğun sınır boylarında kullanılır. imkansızlaştıran en önemli bariyer ha­ Ulusal egemenliğin korunmasının line gelmekteydi. çapraşık kuralları; kimi ülkeler için AB'nin 2006 Komisyon Raporu ilan İslam Hukuku'nu kimileri için Roma edilen IBM stratejisi (Guideliness for Hukuku'nu odak alsa da, sınır çoğun­ Integrated Border Management in EC lukla bir suç ve güvenlik sorunu olarak External Cooperation) içerik olarak asıl ele alınır. Ve genellikle de devlet-va- hedefinin Türkiye'nin sınır güvenlik tandaşlık pazarlığındaki tüm akış, bu­ sisteminin Avrupa'nın dış sınırlarına lanıklık, belirsizlik ve sürekli pazarlık uyumlulaştırılması olduğu ifade eder. vb. ilişkilerini zemin kabul etsek dahi; Türkiye de bu imzayla bu yapıyı ta­ sınıra bir set, geçişsizlik addederek mamlamayı kabul etmiştir. bakıldığında; sınırlarımızdan içeri ki­ 2006-2013 arasında devam etmiş min girip kimin kalacağını, 'konukla­ olan Entegre Sınır Yönetimi politikası­ rın' hususi biçimde, iç hukuka göre ne nın esas ilgi alanı öncelikleri şöyle sıra­ kadar belirlenebileceğini sağlayan asıl lanıyor: "Bu itibarla AB müktesebatının unsur: bu iç ve dış hukuk sistemlerinin öngördüğü askeri olmayan sınır yönetim ne kadar uyumlu olabileceğine bağlı anlayışının Türkiye'de tam olarak görünmektedir. yaygınlaştırılıp etkin hale getirilebilmesi Oysa 6. ve 7. Çerçeve Programları'yla için yapılanmaya ilk aşamada batı kara Türkiye'ye de önerilen IBM (Entegre (yeşil) sınırlarından başlanılması, yatı­ Sınır Yönetimi) Projesi Türkiye'nin sı­ rımlarda ise önceliğin yasadışı göçün nırlarının AB'ye güvenlik açısından yönü dikkate alındığında risk taşıdığı uyumlaştırılmasını öngörürken; aynı değerlendirilen doğu ve güneydoğu hızla hem ulus-devlet tarafından hem kara sınırlarına verilmesi yerinde olacak­ de sınır vatandaşları tarafından dönüş­ tır." (Türkiye'nin Entegre Sınır Yönetimi türülmekte, çekiştirilmekte ve böylece Stratejisinin Uygulanmasına Yönelik hem sınırın kendi asimetrisini, kendi Ulusal Eylem Planı, 2006:38). Bu hu­ egemenliğini (territoriality of border) suslarda veri toplama yetkisi de İçişleri de yaratmaktaydı, hem de ulus devle­ Bakanlığı bünyesinde kurulmuş olan tin sınırlarındaki alanları da sınırlılaştır- Entegre Sınır Yönetimi Koordinasyon maktaydı (borderlines). Böylece sınırın Kurulu ve TÜİK, Adalet Bakanlığı, Em­ kendisi hem bir egemenlik alanı hem niyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma de belirsizleştiren bir alan olarak sade­ Genel Komutanlığı tarafından sağ­ ce gireni ve çıkanı sorgulayan, diğer lanmaktadır. Böylece baştan itibaren bir deyişle "yabancıyı ayırt eden" bir verilerin taktik seviye istihbaratına tabi alan olarak değil, aksine içerdekinin oldukları kabul edilir, bu verilerin de­ ne oranda sınıflanacağını da belirle­ ğerlendirmeleri de "Taktik Risk Analizi" yen bir öge olarak iş görüyordu. Birbiri olarak ifade edilir (Schengen Catalo­ üzerine binmiş bu üç egemenlik alanı gue, 2002:14). Benzer şekilde AB dış (uluslararasılık, hukuk sistemi ve yerel­ sınırlar ajansı Frontex de risk analizini


On

MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

ESY'nin V.3 kısmında Alınması Gereken Öncelikli Tedbirler altındaki ilk madde V.3.1. Terörizm ile Mücadele başlığını (Organize Suçlar veya İnsana Yönelik Suçlar'dan önce) taşır. Bunun ikinci basamağında da "Terörle mücadele BM Güvenlik Konseyi'nin almış olduğu 1624 Sayılı Karar'da sadece terörist­ lerin değil, terörizmi teşvik edenlerin de cezalandırılması ile medya, sivil toplum kuruluşları, iş dünyası, eğitim ve dini kurumlara da görev biçilmesi hususunda yasal düzenleme yapılması çağrısı doğrultusunda hukuki alt yapı oluşturulmalıdır." ibaresi yer alır. Böylece uluslararası sınırın düzenleyiciliğinde gerçekleşmekte olan Güvenlileştirilmiş Sınırlar Yönetimi, önce "mültecilik ve düzensiz göçün önlenmesi"ne indirgenir; giderek Geri Kabul'ü sağlayabilecek bir ortaklık kurmayla sonuçlanırken; ulus sınırları içinde de sınır vatandaşlığının terör örgütü yardımcılığına ve kaçakçılığa terfiiyle sonuçlanır. Agamben'in kul­ landığı Koruyucu Gözetim kavramı, yani Schutzhaft (Agamben, 2001), suç unsuru oluşturan herhangi bir davra­ nıştan bağımsız olarak, sırf devletin güvenliğine yönelebilecek bir tehli­ kenin önüne geçilmesi için "gözetime alınması", tamamen sınır boylarında­ ki vatandaşın omuzuna yüklenen bir damgalama olarak hizmet edecektir. Bütün bunlardan sonra Torpey'in (2007) Kalın ve İnce Gözetleme kav­ ramlarını kullanmak, çok yerinde ola­ caktır. Buradaki İnce Gözetleme tarafla­ rı tarif ederken, Kalın Gözetleme düşük statülü grupları ve marjinal grupları anlatmaktadır: (kadın memurlar, köy­ lüler, şoförler, akçalı işlerde çalışmayan memurlar/veteriner, sağlıkçı vb). Sınır

LO

stratejik, operasyonel ve analitik olarak üç başlık altında ele almaktadır (Fron­ tex, 2012). Bu konuda yazılmış olan çeşitli makaleler ve yorumlarda en çok rastlanan öneri de zaten Entegre Sınır Yönetimi'nin entegre olamadığından yakınmakta, entegrasyon için öncelik­ le sınırdan sorumlu kurum ve kuruluş­ ların bir çatı altında toplanması (bkz. Soyaltın) gerektiği vurgulanmakta; öte yandan ESY Fizibilite Raporu'nda "tüm sınırların ayrı özellikler taşıdığını" bildirerek "her sınır için farklılıkların da dikkate alınması gereği" hararetle sa­ vunulmaktadır. Kabul anlaşmaları yerleştirilmiş; böylece Sınırın Entegre Yönetimi ilti­ ca, Frontex ile işbirliği, vize politikala­ rı, personelin mültecilik konusunda­ ki eğitimleri, biyometrik kimlikler ve belge güvenliği eğitimi vb. konularına indirgenmiştir (AB Komisyonu 2011 Türkiye İlerleme Raporu, Göç ve İlti­ ca Alanı- Adalet, Özgürlük ve Güvenlik başlıklı 24. Fasılı). Bunların sağlanma­ sında esas unsur olarak da "Daha uy­ gun bir altyapının kurulması ve özel­ likle elektronik araçlar, mobil ve sabit kızılötesi video gözetleme kameraları (CCTV sistemleri) ve diğer sensor sis­ temleri gibi gözetleme ekipmanlarının daha yaygın kullanımı da dahil, bazı alanlarda daha fazla ilerleme kayde­ dilmelidir. Üst düzeyde mesleki ye­ terliliğin sağlanması amacıyla temel eğitimler ve uzmanlık eğitimlerinin düzenlenmesi için daha fazla çaba sarf edilmesi gerekmektedir. Ulusal, böl­ gesel ve yerel düzeylerde risk analizi yapılmalıdır" uyarısı merkeze konul­ muştur. (http://madde14.org/index. php?title=AB_Komisyonu_2011_Türkiye_İlerleme_Raporu). Öte yandan


gözetleme teknolojilerinin kendisi, varlıkları teknik olarak onaylanarak ça­ lışmaları sağlanarak güvensizlik algısı yükseltilmekte; sınırda yaşayanların terör ve kaçakçılıkla irtibatı iması güç­ lendirilerek, güvenlik odaklı yönetim hem ulusal hem uluslararası sınır yö­ netimin odağına yerleştirilmektedir.

• Vatanın Küresel ve Duygusal Onayı: Mültecilik nerede oturur? Sınırlar, uçlar devletin irrasyonel meşruluğunun en iyi görüleceği yer­ lerdir. O ülkede ne oluyorsa sınırda da o olur, ama ek olarak sınırda o ül­ kede hiç olmayan şeyler de olur. Sınır­ lar, devletin kendi yasaklamış olduğu aktiviteleri yine kendisinin ne kadar beceriyle yasallaştırdığını, kendi sınır­ larının meşruluk alanlarını ve geçişe uygun bulduğu arazileri hem sabit ve hem de değişen politikalarla nasıl çizmekte olduğunu en iyi gösteren "mekan"dır. Devlet kendi karşıtlığını da bir yandan yasallaştırır ve meşru­

laştırır ve böylece sınır bu tekinsizliğin, oynaklığın ve keyfiliğin en benzersiz biçimde somutlandığı "mekanlar" hali­ ne gelir. Diğer bir tanımla sınır osmotik (geçişimsel) bir yapıdır: Örneğin mal, insan veya düşüncelerin meşrulukla­ rı durmaksızın öylesine sürekli olarak değişir ki meşru olanla yasal olanın bu karmaşık ilişkisi sayesinde vatandaşlık da ancak "devletin (o an için) makbul saydığı" kalıba göre yeniden tanımla­ nır. Bu sonsuz biat, bu sürekli değişen tanımların kalıplarına boyun eğme zorunluluğu vatandaşlığı sürekli baskı altında tutar. Ve hemen ardından yeni pazarlık mevzilerini de yeniden buna uygun olarak kurmak zorunda bırakır. Devlet, suçun soruşturulmasından ziyade suçun yeniden üretimine dair pratikleri en iyi sınırda dener. Tekinsiz, bulanık ve yarı geçirgen haldeki sınır­ lar öncelikle vatanın ve devletin ve sonra buna uygun vatandaş tipine dair tanımın ne olduğunun en iyi gözlem-


Geçişlerin ve sınır üzerine pazarlık­ ların belirsizleştirilmesi, yerel muha­ taplarla pazarlık ağlarının muğlaklaştı­ rılması, yeni dönemde devletin sınırları yönetmek için izlediği en önemli poli­ tikadır. Örneğin, Bodrum sahilinde su­ lara uyurmuş gibi uzanmış yatan Alan Kurdi'nin fotoğrafı sadece Türkiye'deki mülteciler üzerine baskıyı artırmakla kalmadı, ötesinde ülke içindeki kül­ türel, sosyal vb. sınırları da yeniden ve daha sert olarak pekiştirdi. Bir sı­ nırı ihlal edenlerin, yani mültecilerin mutlaka yalnız ve mutlaka çaresiz ve mutlaka kendi vatanlarından ve mut­ laka zorla sürülmüş olduklarını sürekli imleyen, bu nedenle mülteciyi anonim bir sınıf-dışılığa, oradan da giderek anonim bir kayba eşitleyerek, bir sayı­ ya veya sadece ölü bir çocuk bedeni­ ne indirgeyen yeni bir algı geliştirildi: Mülteciler-özellikle şefkati hak etme­ leri için ya bebek, ya etnik, ya dindaş, ya kadın vb. ama mutlaka ÖLÜ olmak ve mutlaka ölürken de MASUM olmak zorunda bırakıldılar. Böylelikle vatanından kaçmak zo­ runda bırakılanların ya masum ya da şeytan olduğu algısı, bizi kendi vatan­ daşlığımızın yeniden kurgusuyla baş başa bırakmakta: Vatan vazgeçileme­

yecek ve etrafı güvenlik birimleriyle korunmuş, dört bir yanı düşman teh­ didiyle sarılı ve çok şükür ki bunların içeri girmemesi için sınırları ve duvar­ ları olan "bir Cennet," dışarısı ise "bir Cehennem" olarak yeniden kurgulan­ makta. Böylece yeniden sınırları yükselti­ len, yeniden sınırlandırılan bu vatanın içindeki insan-vatandaş tiplemesi de ahlakçı bir yargıyla yeniden tesis edil­ di: "Ya bizdensin ya onlardan!" Özetle; sınırlar dünyada ve Türkiye'nin her yerinde yeniden sert­ leşti ve sınır aşmaya çalışanların be­ denleri üzerinden ulus devletlerin meşrulukları da giderek pekişti. Dev­ letin sınır pozisyonunda sabitlenen politikası da sınırı sertleştirmek ve tekinsizleştirmek oldu. Hatta bunun sonucu olarak vatan içinde yeni sınırlılaştırmalar (Cizre, Sur, Nusaybin, Silopi, Gazi Mahallesi, Taksim vb.) ve vatan­ daşlık tanımlarında değişmeler (itaatbiat-sorgulamaksızın kabullenme vb.) ve giderek tüm vatan hattının tampon bölge (no-Mans' Land) haline geldiği bir dönem başladı. Sınır hem vatandaşlığımızın kendi kabullerimiz dahilinde nerede sonlanacağını belirleyeceğimiz kadar güçlü bir simge hem de bizim nerede engel­ lenmekte olduğumuzu anlatacak en önemli gösterenlerden birisi. Ancak, şimdiye kadarki tecrübelerimiz bize şunu gösteriyor: Basitçe sınırların kal­ dırılmasını istemek bir boş gösteren olmaktan öteye geçemiyor. Birbiriyle eşitsiz yaşamların olduğu iki mekanın arasındaki sınırların kalkması, ancak birinin diğerini sömürmesiyle, yeni bir devletin egemenliğinin pekişmesiyle, dahası birbiriyle çatışan geçici mülteci

MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

leneceği yerlerdir. İktidar sahipleri bu pazarlığı iki şekilde yaparlar: Birincisi, sınır ve vatanı metaforlaştırarak, ger­ çek imgeleri bazı materyallerle beze­ yerek. İkincisi, bu metaforları yeniden üretilen vatandaş kimliğinin ve tabii vatanın bir parçası olarak meşrulaş­ tırarak. Dolayısıyla, bir yer ve mekan olarak sınır, aynı zamanda devletin geçmiş mekan üzerinden yeniden haritalanmasıdır.


<N VO MÜLTECİLİK NEREDE OTURUR?

hayatlarımızı birbirimize ispat ederken heba etmemizle sonlanıyor, sonuçla­ nıyor. Yer'lerle ilişkimizi araziye çevirerek devlet mülküne kaydettiğimizi, yani yer olan hayatımızı devlet mülkünde arsalaştırdığımızı idrak et­ tiğimizde, yabancının, mültecinin dışarlıklı bir parça değil, aksine bin yıldır o araziye ortak edilmek için bekleme odasında tutulan aynı yerselliğin insanları oldu­ ğumuzu idrak ettiğimizde, O aynı yerde, O yersizlikte ve mülksüzlükte, aynı mülteciler olarak sınırı yıkabiliriz.

KAYNAKLAR: • Agamben, G. 2001. Kutsal İnsan: Egemen İktidar ve Çıplak Hayat. Ay­ rıntı Yay., İst. • Derrida, J. 2012. Jacques Derrida İle Birlikte: Pera Peras Poros. İş Ban­ kası Kültür Yay. • Elden. S. 2012. "How Should We

Do the History of Territory?". Ter­ ritory, Politics, Governance, 2013 http://dx.doi.org/10.1080/2162267 1.2012.733317 • Özgen. N. 2013. "Egemenlik Kav­ ramındaki Değişmeler" . Workshop on Turkey's Migration Policy from 2002 to 2012: An Assessment of the AKP's Reforms. http://neseozgen.net/w p-content/uploads/ Egemenlik-Kavram%C4%B1ndakiDe%C4%9Fi%C5%9Fimler-.pdf • Soyaltın. D. 2013. "Bir iyi, bir kötü haber ya da hiç haber: Türkiye'de Düzensiz Göçün Yöne­ timi" http://researchturkey.org/ tr/good-news-bad-new s-or-nonews-m anagem ent-of-irregularmigration-in-turkey/ • Torpey. S. 2007. "Through Thick and Thin: Surveillance after 9/11" Contemporary Sociology, 36: 2. http://journals.sagepub.com/doi/ abs/10.1177/00943061060360020 4?journalCode=csxa • Yerasimos, S. 1997-8. "Sınır, Uç ve Duvar". FOL-7, MO Yayıncılık, İstan­ bul. • Schengen Catalogue, 2002. EU Schengen Catalogue. External bor­ ders control, Removal and readmis­ sion: Recommendations and best practices EU Council - General Sec­ retariat DG H, Brussels. • http://madde14.org/index. php?title=AB_Komisyonu_2011_ Türkiye_İlerleme_Raporu • Türkiye'nin Entegre Sınır Yönetimi Stratejisinin Uygulanmasına Yönelik Ulusal Eylem Planı," [Natio­ nal Action Plan for the Application of Turkey's Integrated Border Mana­ gement Strategy], 2006.


BÖLGE'DEKİ SON GELİŞMELER Röportaj: Aydın SELCEN co ilk günlerinde hayata geçme ko­ nusunda pek umut vermedi. Şi ve Trump arasında yapılan Florida görüşmesini ve sonrasında K. Kore Küresel güç dengeleri açısından ile yükselen gerilimi göz önünde bakıldığında hala tek küresel güç bulundurursak küresel hesaplaş­ olarak ABD'yi mi görüyorsunuz? ma merkezinin Ortadoğu'dan Doğu İçinden geçtiğimiz evreyi küresel Asya'ya kayma ihtimalini görüyor güç dengelerinin yeniden tanzim musunuz? Sizce şu anda ABD dış edildiği ve yeni dengelerin oluştu­ politikasında dominant aktör kim, ğu bir süreç olarak okuyabilir miyiz? Trump, Pentagon, neo-conlar, CIA Özellikle Rusya'nın son dönemdeki arasında nasıl bir ilişki söz konusu? hamlelerini bu çerçevede değerlen­ ABD açısından Asya ve Uzakdoğu dirirsek Rusya'nın ABD karşısında küresel gündemde herhalde en yuka­ sınırlılıkları nelerdir? rıda yer alıyor. ABD Başkanı Trump'ın, Ben kendi değerlendirmelerimi ya­ Çin Devlet Başkanı Şi'yi Florida'da ağır­ parken askeri harcamaların toplamı, larken, Suriye'de Şayrat Hava Üssü'nün bunların GSMH'a oranı, diğer ülkeler­ 49 seyir füzesiyle vurması da herhal­ le karşılaştırılması, ekonomik büyük­ de bir yönüyle benzeri sert önlemleri lük, nüfus, coğrafi konum, demokratik Kuzey Kore konusunda da almaktan yapı, teknolojik inovasyon, akademik çekinmeyeceğini gösteriyor. Nitekim, özgürlük ve üretim, silahlı kuvvetler, Carl Vinson uçak gemisi eşliğinde­ enerji bağımsızlığı vs. gibi metrik veri­ ki bir görev gücünü Kore açıklarına lerden yola çıkıyorum. Böyle baktığım­ gönderdi. Trump, işbaşına geldikten da da, evet ABD tek küresel güç. Bu bu yana Rusya'nın perde gerisinden gerçek ABD'nin dünyada her alanda ABD Başkanlık Seçimleri'ni manipüle her istediğini her istediğine her zaman etmeye uğraşıyor. Güvenlik ve dış po­ dayatabileceği anlamına gelmiyor ta­ litika ekibi ise daha ziyade yalıtılmalar­ biatıyla. dan (izolasyonizm) oluşuyor. Bunların arasında neo-con yok. Ayrıca neo2Trump'un Ortadoğu'dan dahaconların temel kavramı hürriyet iken, ziyade Doğu Asya'ya yönelme ve şimdikilerinki egemenlik. Her hal ve Çin'i sarmalama, Rusya ile iyi ge­ kârda, ABD yeniden uluslararası alan­ çinme projeksiyonu başkanlığının da sözünü dinlenmekten ve yeri geldi-

BÖLGE’DEKİ SON GELİŞMELER

Erbil Eski Başkonsolosu, Gazete Du­ var yazarı Aydın Selcen'le bölgedeki gelişmeler üzerine bir röportaj yaptık.


VO

ğinde tetiği çekerek söylemini eylem­ le desteklemekten çekinmeyeceğini gösteriyor. Başkanlığın ilk günlerinin aksine ABD'nin güvenlik, istihbarat ve dışişleri üst düzey kadrolarının başka­ nı daha geleneksel bir çizgiye taşıdığı görülüyor. Buna karşılık, Trump halen dahi seleflerine oranla çok daha öngö­ rülemez bir ABD Başkanı.

de Suriye'de yaratılacak geçici istikrar alanlarına ki bunlar arasında açıkça be­ lirtilmese de PYD/SDG denetimindeki bölgeler de var, olumlu katkı sunmak olacağı ortaya çıkıyor.

BÖLGE’DEKİ SON GELİŞMELER

4ABD'nin son Tomahawk müda­ halesini Rusya ile İran arasında ge­ rilimi yükseltmeye dönük bir ham­ le olarak da okuyabilir miyiz? ABD 3Ortadoğu'ya dönersek sonİsrail'in de basıncıyla İran'ı izole et­ kimyasal saldırı ve ABD'nin müda­ mek için gerilimi yükseltirse Rusyahalesi sonrasında Suriye'de denge­ İran ilişkisi bundan nasıl etkilenir? lerde köklü bir değişiklik gerçekleş­ İsrail, ABD'den çok daha önce ve pek ti mi? çok kez Suriye'yi vurdu. Ortadoğu'da Suriye'de ABD'nin önceliği IŞİD'i or­ hayatta kalmak için de, İran'la uğraş­ tadan kaldırmak. Sonra istikrarın tesis mak için de ABD'ye gereksinimi yok. edilmesi. Nihayet siyasi geçiş süreci ve Ama İran'la tek başına bölgesel olarak süreç sonunda Esat'ın görevden ayrıl­ didişmektense, İran'ın küresel bir teh­ ması. Fakat burada bilinemeyecek et­ dit olarak görülüp deyim yerindey­ men zaman. Hangi zaman diliminde se ABD tarafından "terbiye edilmesi" tüm bunlar gerçekleşecek. IŞİD'i yok İsrail'in işine gelir. ABD ise Suriye'de etmek bunların arasında en kolayı, gö­ Rusya ile çekişme halinde değil. Ama rülebilir gelecekte halledilecek. Ama Rusya'nın masada daha işbirliğine açık ardından gelen aşamalar için aynı şey olmasını sağlamaya çalışıyor. İran'a söylenemez. Bize öngörülen rolün karşı da ABD'nin tonunun sertleştiğini


6- Erbil'in bağımsızlık referandu­ munu başarıyla gerçekleştirmesinin olanakları nedir? Türk Devleti Ker­ kük petrolünün kendisi üzerinden taşınması karşılığında Erbil'e ne dü­ zeyde yeşil ışık yakabilir? Zamanında IKB Başbakanı Neçirvan

7Türkiye'nin 7 Haziran sonra­ sında Erdoğan ekseninde ve Rojava karşıtlığında geniş tabanlı bir "milli mutabakat" oluşturduğu görülüyor. Referandum bu milli mutabakatı kısmen çatlatmış görünüyor. 16 Ni­ san sonrasında Türkiye'nin bölgeye müdahale kapasitesi sizce nasıl de­ ğişti. Fırat Kalkanı'nın 2. ve 3. safha­ ları ile ilgili söylenenlerin ajitasyon öteye geçme şansı var mı? Yukarıda durduğumuz yerden de­ vam edersek, kısa vadede Ankara'nın Erbil'den muhtemel talebi herhalde, daha önce Çekiç, Güneş gibi örnek­ lerini gördüğümüz bir kara hareka­ tına destek değilse bile sessiz onay vermesi olacak gibi görünüyor. Fırat Kalkanı'nın bulunduğu cebi büyütmek ise Rusya ve ABD'nin konuşlanmala­ rı ve vekillerine desteği bakımından olanaksız. Suriye'nin farklı bölgesinde

BÖLGE’DEKİ SON GELİŞMELER

5- IŞİD'in geleceği konusunda ne öngörüyorsunuz? Cihatçılığın top­ rak tutma stratejisi tam anlamıyla yenilecek diye bir öngörüye sahip misiniz? Bu anlamda İdlib'i sizce na­ sıl bir gelecek bekliyor? IŞİD bir marka olarak, gölgelere sı­ kışmış bir yıkıcı selefi cihatçı akım ola­ rak herhalde varlığını sürdürecek. An­ cak toprak denetimi iddiasının sonuna geldi. Belki buradan sonra benzeri mü­ cadele Sahra Altı Afrika-Magrep ülke­ leri arasındaki bölgede devam edecek. Idlip ise kuşkusuz kısa vadede Türkiye açısından birincil ulusal güvenlik teh­ didini oluşturacak. Rusya'nın binlerle ifade edilen kendi cihatçı yurttaşlarını, bunları Suriye'den ayrılıp, dağılmadan ve kesinlikle kendi ülkelerine geri dön­ meden orada imha etmeyi amaçlıyor. Dolayısıyla Idlip'te biriken cihatçılara Rusya'nın sorusu (amiyane tabirle) şu: "Arkadaş ılımlı mısın? Ilımlıysan, yallah Hatay'a veya Fırat Kalkanı/Bab Cebi'ne", "Ha burada mı kaldın? O zaman ölme­ yi hak ettin" Durum bu kadar basit. Bu iki seçenekli denklemi değiştirip, iki buçukuncu seçeneği Trump ABD'sinin yeni Rusya siyaseti yaratabilir mi, bunu henüz kestiremiyoruz.

Barzani, IKB'nin bağımsızlığını küresel bir gücün onayı ve iki komşudan biri­ nin (örtük veya açık diye biz ekleyebi­ liriz) desteğiyle mümkün olabileceğini belirtmişti. Bugün IKB bağımsızlığına ABD onayı ve Türkiye'nin zımni desteği olduğunu varsayarsak, yeniden bir ta­ rihsel fırsat penceresi açılmış demektir. Ancak 2003'ten bu yana KDP/Erbil ve KYB-Goran/Süleymaniye taraflarının ortak bir idare kurmak yolunda bir arpa boyu yol ilerleyememiş oldukları­ nı eklemek gerekir. Bugün IKB Bölge­ sel Meclisi kapalı. Ayrıca Bölge Başkanı Mesut Barzani'nin görev süresi bir yıl önce dolmuş ama seçim yenilenme­ miş durumda. Petrol fiyatları görece düşük seyrediyor ve IKB'nin tüm geliri Kerkük petrolünün Ceyhan üzerinden dünyaya arzından geliyor.

ON oı

görüyoruz. ABD Savunma Bakanı'nın son Mısır, Suudi Arabistan ve Katar zi­ yaretleri muhtemelen Başkan Trump'ın kendi Ortadoğu turunun hazırlığı.


'vO 'vO BÖLGE’DEKİ SON GELİŞMELER

harekat da keza mümkün değil. Geriye Irak'ta Şengal seçeneği kalıyor ki bu da Bağdat ve ABD'ye rağmen yapılamaz. Demek ki bekleyebileceğimiz hamle daha önce örneklerini gördüğümüz türden PKK'nin Zap, Avaşin-Basyan vb. üs alanlarını hedef alabilecek bir kara harekatı. Sayın Cumhurbaşkanının 16-17 Mayıs tarihlerinde Washington'ı ziyareti öngörüldüğüne göre, bu ha­ rekatın gerek amacı ve kapsamı, ge­ rek süresi kısıtlı olmak durumunda. Zamanlaması da sözü edilen ziyaretin tarihiyle bir biçimde ilintili olacak. 8- Trump'un Sisi ile verdiği sıcak fotoğraf ve Müslüman Kardeşler'in terör listesine alınması ile ilgili gi­ rişimler, en son Mısır'daki kilise sal­ dırıları da düşünüldüğünde sizce Erdoğan'ın manevra alanını nasıl biçimlendiriyor? Sayın Cumhurbaşkanı, dış siyasette pragmatik adımlar atabildiğini Rusya/Doğu Halep/Fırat Kalkanı ve İsrail/ Mavi Marmara adımlarında yine orta­ ya koydu. Mısır konusunda da iç siya­ sette kendi de kullandığı "rabia" söyle­ minin içeriğini dönüştürüp, Müslüman Kardeşler bağını koparttı. Ayrıca Sayın Davutoğlu'nun başbakanlıktan azli­ nin ardından dış politikanın arka ka­ nal İhvancı bağlantıları daha geriye itilmişe benzer. Ama Batı'nın giderek İslamcılık'ı demokrasiyle bağdaşma­ yacak, mücadele edilmesi gereken bir görüngü olarak hedefe koymaya başlar tutumunun bize de yansımaları olacaktır sanırım. 9- "Türkiye'nin Batı'dan kopma­ sı ve yüzünü Doğu'ya dönmesi" uygulanabilir bir strateji mi sizce?

Burada Doğu'dan kastedilen nedir? Referandum öncesinde yükselen Batı karşıtı kampanya ne kadar sür­ dürülebilir? Ekonomi bu kadar ciddi basınç altındayken AB ile iplerin ko­ parılması yönetilemez riskler yarat­ maz mı? Bir yöne yüzünüzü dönünce, diğer yöne mecburen sırtınızı dönersiniz. Rüzgar gülü gibi ülke olmaz. Türkiye bu tercihi belki daha Osmanlı Devle­ ti kurulurken (1299), belki "Kayser-i Rum" Fatih Sultan Mehmet zamanın­ da (1451-81), belki Tanzimat Fermanı (1839) veya Berlin Kongresi'nde (1878), ama hiç yoktan Cumhuriyet'le (1923) birlikte yapmıştır. Ayrıca Türkiye sade­ ce askeri bir ittifak olmayıp aynı de­ ğerleri paylaşan bir ülkeler ailesi olan NATO'nun (1952'den bu yana) parçası­ dır. AGİT (1975) ve Avrupa Konseyi'nin (1950) kurucuları arasındadır. Ticari ilişkilerinin yarısı AB üyesi ülkeleriyle, doğrudan yabancı yatırımlarının bü­ yük kısmı AB ülkeleri ve Britanya'dan­ dır. AB ile Gümrük Birliği anlaşması vardır (1995). Bunlar söylem değiştir­ mekle çöpe atılamaz. 10Son olarak, Türk Dış politi­ kasının "geleneksel" çerçevesinden Davutoğlu eliyle "stratejik derinlik" dehlizlerine çekilmesi sonrasında muazzam bir başarısızlık ortaya çıktı. Erdoğan Türkiye'sinde bütün kurumlar çözülürken Hariciye'de bundan payını fazlasıyla aldı. Türkiye'nin son 7 yıldır yaşadıkla­ rında Arap Baharı'nı yanlış teşhisin ve Yeni Osmanlıcı Müslüman Kardeşçiliğin kendisini dev aynasında görmesinin sorumluluğu düşünül­ düğünde, bu kadar büyük hatalar


Teşekkürler

BÖLGE’DEKİ SON GELİŞMELER

nasıl yapılabildi? OsmanlI'nın son yüzyılını denge politikası ile sürdü­ rülebilir kılan ve cumhuriyet Türki­ ye'sini Soğuk Savaş'ın bıçak sırtında taşıyabilen Hariciye ne oldu da bu kadar öngörü ve politika yoksunu bir hale gelebildi? Bu durum dü­ zeltilebilir bir halde mi? Yoksa kü­ resel güç dengelerinin fırtınalı bir yeniden yapılandırma sürecine bu ellerde giren bir Hariciye'nin ya da İbrahim Karagül kafasının, Türkiye toplumuna nasıl bir fatura çıkaraca­ ğını öngörebiliriz? Hariciye için tek cümle edeceğim: "Zaten hep yeşildi fındık dalları." Köh­ ne dış siyaset mutfağında nitelikli ye­ mek pişmesine olanak yok. Dış siyaset TBMM'ye hesap verebilir olmalı. Akademya, medya, sivil toplum kuruluşla­ rının denetimine, eleştirilerine de açık. Bizde mevcut durumda dış siyasetin sahibi de yok. Dışişleri Bakanlığı deva­ sa bir yazmanlığa indirgenmiş durum­ da. Öte yandan, dış siyasetimiz sür­ dürülmesi mümkün olmayan yapısal çelişkiler barındırıyor. Herkesi, her za­ man, her alanda memnun etme olana­ ğı yok. Bütün yumurtaları havaya atıp, hiçbirini kırmadan, biteviye havada tutmanın olanağı da. Diplomatik ma­ nevra alanını, bildik şark kurnazlığıyla da karıştırmamak gerek. Bir ülkenin itibarı, sözünün dinlenirliği, öngörüle­ bilir olmaktan geçiyor.


68


ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

Enformel alanlarda çalışan bazı kadınlara örgütlenme gücü ve dür­ tüsünü ne vermektedir? Ekonomi içindeki yapısal dezavantajlarına rağ­ men sorunların üstesinden gelecek stratejilerinin farklı özelliği nedir? Ekonomik sistemdeki adaletsizliklerin üstesinden gelme çabalarını hala ne engellemektedir? Kaynakların daha adil dağıtımına, verdikleri emeğin değerinin anlaşılmasına ve kendile­ rine bir işçi olarak saygı duyulmasına ihtiyaçları vardır. Ayrıca zenginlik kat­ tıkları bu devlette bir vatandaş olmak ve kendilerini etkileyen kararlarda bir sesleri olsun istiyorlar. Bu metin enformel ekonomide çalışan ulaşılması en zor kadın örgütlerinin önünde duran zorlukları konu alıyor. Bu yıl enformel kadın işçiler üzerine çıkan kitabın giriş bölümünden uyarlanmıştır. (Kabeer et al. 2013) Enformel ekonomide çalışan bu kadınlar kimdir? Genellikle seyrek, coğrafi olarak dağınık, soyutlanmış alanlarda, düzensiz ve genellikle eve dayalı işlerde görülürler. Kentsel enformel ekonomilerin görünmez sı­ nırlarında ya da uzak kır alanlarında bulunurlar. Genellikle kendi işveren­ leridirler. Çoğunlukla hem iş bulma-

ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

Bu makale bir örgütün enformel ekonomide ulaşılması en zor kadınları örgütlemede karşı karşıya kaldığı zor­ luklarını ele almaktadır. Bu kadınların bazılarına örgütlenme ivme ve cesa­ reti veren şey nedir? Ekonomi içindeki dezavantajlı konumlarının üstesinden gelme stratejilerinin farklılığı nedir? Ekonomik sistemdeki adaletsizliklerin üstesinden gelme çabalarında karşı­ larına sürekli çıkan engeller nelerdir? Farklı içeriklerde farklı işçiler için kul­ lanılan örgütsel stratejileri inceleyince bu çalışan kadınlar arasında farklı mü­ cadele araç ve yöntemleri görüyoruz. Bu araç ve yöntemler daha çok işleri­ ne yarar, daha önce güvendikleri zayıf araçlardan daha dönüştürücü olur: Ör­ gütlerin mücadele araçları. Bu metin özellikle iki örgütün de­ neylerinden kalkarak bu sorunları tartışmaktadır: MAP Vakfı, Tayland ve KKPKP Pune, Hindistan.

GİRİŞ

On

Bu sayımızda okurlarımızla enformel sektörde kadınların mücadele araç ve yöntemleri üzerine kıymetli bir makale­ yi paylaşıyoruz: Gender & Development, 2013 Vol.21, no2 249-263 http://dx.doi. org/10.1080/13552074.2013.802145

'vO

Naila KABEER, Kirsty MILWARD ve Ratna SUDARSHAN Çeviren: Ayşe TANSEVER


o ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

da hem ürünlerine talep bulmada ya da satacakları ürün ve hizmeti satma alanlarında birbirleri ile direkt rekabet içindedirler. Bu tür çoğu kadın çeşit­ li eşitsizliklerin birbirileri ile kesiştiği alandadırlar: sınıf, ırk, kast, meslek ve yasal statü gibi eşitsizlikler ortak bir kimlik, ortak bir çıkar bulmalarını daha da zorlaştırır. Bu durumda sosyal olarak tanınma bir yana bir işçi olarak tanınmalarına bile olanak tanıyacak çalışma koşulları çok ender görülür. Yoksul işçi kadınlar kolektif davranmak için bir dizi sorunla karşı karşıyadırlar. Shalini Sinha şöyle diyor: Örgütlenme­ de en güçlü engel korkudur. Hep ka­ dınlar erkeklerinden, işverenlerinden ve çevrelerinden korkmayı öğrenerek yetişirler. Sürekli olarak geçim kaynak­ larını kaybedecekleri, aç kalacakları, hastalıktan çocuklarını kaybedecekleri ve evlerinden atılacakları korkusu için­ de yaşarlar. (2006, 1 1 ) Özellikle feminist bakışla yorum­ landığında bu kadınların eşitsizliklere meydan okuyan örgüt veya guruplara katılıp düzene karşı çıkma olasılıkları düşüktür. Daha çok geleneksel 'zayıf­ ların silahları' stratejileri ile kendilerini sınırlandırırlar: tek başlarına gizli bir direniş ve karşı çıkış. (Scott 1990) Bir diğer kilit sorun ise, enformel ekonomik alandaki kadın işçiler ara­ sındaki çeşitliliktir. Uluslararası Çalış­ ma Örgütü (ILO) "Bu kadar çeşitli bir iş gücünün ihtiyaçları ve sorunları, ör­ gütlenmede karşılaştıkları engeller ve sınırlamalar kadar farklıdır." diye yazı­ yor. (2004, 45) Farklı bağlamlarda ve farklı işçi kümelerinde kullanılan örgütsel stra­ tejileri incelersek bu çalışan kadınlar arasında farklı mücadele araç ve yön­

temleri olduğunu görürüz. Bunlar on­ ların şimdiye kadar kullandıkları zayıf araçlardan daha etkin ve dönüştürücü­ dür: Örgütlerin mücadele araçları. Günümüzde kadın işçilerin ihtiyaç ve çıkarları etrafında giderek artan sa­ yıda örgütlenmeler kuruluyor. Son on yıl içinde kadınların kolektif eylemini arttırmak için ya var olan sendikal ha­ reketin bir parçası olarak ya da onun­ la iş birliği ile birtakım örgütlenmeler doğdu. (1) Enformel işte çalışan yoksul kadınları destekleyen diğer örgütlen­ meler bu ana hareketlerin dışında ka­ lıyorlar ama çoğu sendikalar, sosyal hareketler ya da sivil toplum örgütleri ile ilişkilerden destek alıyorlar. Bu örgütlerin çoğu aktörlerinin bu örgütlenen kadınlarla aynı sınıftan ol­ maması ve farklı geçim stratejileri ile uğraşıyor olmaları çarpıcı olmakla bir­ likte şaşırtıcı değildir. Kadınların verdiği güvenlik ve günlük hayatta kalma mü­ cadelesi dikkate alındığında verdikleri emeklerin sosyal olarak tanınmaması hatta bizzat kadınların kendileri tara­ fından bu emeğin görülmediği, inkar edildiği düşünüldüğünde işçilerin ken­ diliğinden örgütlenmelerinin neden düşük olduğu ortaya çıkar. (Konuyu bir sonraki bölümde tartışacağız.) Bu metin, kitapta anlatılan dokuz vakadan temelde sadece iki tanesini ele alır. Birincisi Hindistan, Pune bölge­ sinde 1993 yılında resmen kurulan çöp toplama işçileri sendikası, KKPKP'dir. (Kagad Kach Patra Kashtakari Panchayat) KKPKP'nin şimdi Pune ve çevre­ sinde çöp toplayan 6000 üyesi vardır. Belediye'nin bu çöp toplayıcılarını tanı­ ması ve kaynaklar aktarmasına hizmet etmiştir. Çöp toplayıcılarına çevre ko­ ruma sertifikaları verilmesi ve kent hiz­


ORTAK BİR KİMLİĞİN İNŞAASI Örgütlerin sürekliliği ve kolektif eylemlerinin etkinliği için üyelerin bir kimlik ve çıkar duygusu taşıması önemlidir. Kadınlar kendilerini bir işçi olarak görmeye yabancıdırlar. Dağı­ nık bir coğrafya, sosyal olarak yalnız­ lık ve sık sık enformel işlerde çalışma koşulları bir kimlik benimsenmesini neredeyse olanaksızlaştırır: Hemen hemen her seferinde yeniden bir kim­ lik edinilmelidir. Kadınlar emeklerine aileyi geçindirme ya da yaşamlarını

sürdürme gereği olarak, yani kaybet­ me kavramı ile bakıyorlar. Kendi emek pazarları ve ev içi emekleri arasında ya da işçi, anne, eş ve toplumun bir üyesi olarak açık seçik bir ayrım yapmıyorlar. Dahası genellikle emeklerinin değer taşımadığı yaygın toplumsal kanıya inanıyorlar. Örgütler üyeleri arasında ortak bir kimlik duygusu kurmak için çeşitli ta­ nımlamalar ve işler yapıyorlar. Ancak oluşturulacak bir kimlik üstüne talep­ ler yükselecektir. Kadınların emeğe da­ yalı bir kimlik benimsemelerinin yavaş ilerlemesinin temelinde ev içi sorum­ lulukları düşünme bakışı ile yetiştiril­ miş olmaları yatıyor. Böylece ücretli emeğin kendisi bile bu sorumlulukları yerine getirmek olarak görülüyor. Bir­ çok örgüt değerli bir kimlik inşası için bu emeğin statüsünü yükseltmek ya da üstündeki lekeyi kaldırmakla uğra­ şıyor. Çöp toplayıcıları, seks işçileri ve ev işçileri işçiler için bu sorun özellikle belirgindir. İnsan gibi hakları olan bir birey ola­ rak görülme mücadelesi bazı açılar­ dan bir işçi olarak işçi haklarına sahip olmaktan daha acildir ya da onun ilk adımıdır. Katı atık toplayıcıları ve seks işçileri­ nin yaptıkları iş üzerinde sürekli utan­ maz bir leke durur oysa ev emekçile­ rinin sosyal dışlanmaları iki kaynaktan beslenir. Karşılığı alınsın alınmasın bu emeğin genel olarak görünmemesi ve ev içi emeğe düşük değer biçilmesi bunlardan biridir. Bu emeğinin kadın kimliği ve kaderinin doğal bir parçası olarak görmekle yetişmiş kadınların başka bir kadının evinde ev içi rol al­ maları genellikle geçici bir iş olarak algılanır. Bu onun temel kimliği değil-

ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

met çalışanları bünyesine alınmalarını sağlamıştır. 2005 yılından beri Hindis­ tan Çöp Toplayıcıları Ulusal İttifakı sek­ reterliği yapar. Bunlarla birlikte çalışan ama kurumsallaşmamış, ülkenin çeşitli alanlarında katı atık düzenlemesi ya­ pan 35 üye örgüt ağı bulunur. KKPKP ayrıca uluslararası ve ulusal hareketler­ le adaletsizliğe ve sömürüye karşı itti­ fak içindedir ve çevre koruma sorunları ile uğraşır. (2) Bu makalede yer alan ikinci örgüt­ lenme Tayland'daki MAP Vakfı'dır. MAP 1996'da Burma/Myanmar'dan gelen göçmenlerin haklarını geliştirmek için kurulmuş Tayland Sivil Toplum Kurumudur. MAP ülke sınırları içinde yaygın olarak göçmen erkek, kadın ve çocuk­ larla çalışır ve kadınlar için özel prog­ ramı vardır ve biz bu metinde buna odaklanacağız. Tayland'daki Burmalı 2 milyon göç­ menin yaklaşık yarısı kadındır ve balık­ çılık ve madencilik dışında hemen he­ men her sektörde çalışırlar. Bu kadınlar çeşitli baskı ve zulüm biçimlerinin ke­ siştiği noktaların odağındadır: kadın, göçmen, enformel işçi ve ülkelerinde katledilen etnik azınlık. (3)


dir. Aşırı yoksulluğun yaşandığı feodal toplumlarda kölelik ilişkisi aile içinde işveren-işçi ilişkisi doğurur. Kölecilik geçmişi olan diğer toplumlarda, ka­ dınların kendi yaşamlarını, işlerini ve kaderlerini algılama biçimi olarak eşit­ sizlik ve ırkçı normları içselleştirmeleri, emekçi kimliklerine sahip çıkıp örgüt­ lenmeye uzak durmalarına yol açar. Aileye bakma sorumluluğunu yeri­ ne getirme kadınlara genellikle sosyal bir değer kazandırdığı için ekonomik hayata tercih edip emekçi kimliğinden kaçmalarına yol açar ve ayrıca ne iş ya­ parsa yapsın 'çalışan kadınlara' sosyal alanda ahlaki şüphe ile bakılması da önemlidir. Ortak çıkarlar etrafında kadınların bir araya gelmesi uzun süreçli bir ça­ lışma ister. Bazı örgütlerin kadınları, emekçi olarak çıkarlarına öncelik ver­ melerinin gerçekte bu risklerden uzak büyük kazanımlar sağlayacağına ikna etmesi gerekir. Kadınların emekçi olarak statüsünü

resmileştirmenin bedeli ne olacaktır? Bazı enformel unsurlar kadınlara uya­ bilir: Emek düzenlemelerinde bir mik­ tar esneklik: Örneğin belirlenen günle­ rin dışında işe gitmeme ya da ek olarak işverenden ikinci el giysiler, bahşişler almak kadına uyar. Patronluğa dayalı işçi-işveren ilişkilerinde bu vardır. Örgütler kadınların kendi çıkarları­ nı emekçi olarak görmelerini bekleyip örneğin göçmenlik çıkarları gibi başka çıkarlar etrafında örgütlenebileceklerini bekleyemez. Daha önce anlattığımız MAP deneyi (K 2013) buna örnektir. MAP Tayland'a çalışmaya gelen Burmalı göçmen kadın ve erkeklerin çe­ şitli kimliklerle çalışmaları gerektiğini ortaya çıkardı. Onların işçi olarak kim­ likleri açık bir örgütlenme ilkesi yarat­ madı çünkü göçmenlerin yaptıkları iş Tayland'a geçtikleri ülke sınırına bağlı bir rastlantı işidir. Onların kimlikleri mesleklerine göre değil 'elbise dikim işçileri' ya da 'balık işleme işçileri' ola­ rak belirlenir. Bu nedenle MAP çeşitli,


Önemli diğer bir araştırma alanı da sermaye gücüne karşı koymada kadın­ ların örgütler tarafından hangi kay­ naklarla desteklenebileceğinin araş­ tırılmasıdır. Enformel alanda çalışan yoksul kadınların haklarını genişletme ve destekleme alanında çalışan çoğu örgütler; üyelerinin 'manevra alanını' genişletmek, emeklerinin görünürlü­ ğünü artırmak ve karşılığını daha adil almalarını sağlayarak yaşamlarını daha güvenlikli hale getirerek üyelerinin ya­ pısal sorunlarını değiştirmekle ilgileni­ yorlar. Sendikal hareketlerin geleneksel daha çatışmalı taktikleri yerine, ka­ dınlarla çalışan bu örgütler genellikle kültür, tartışma, bilgi ve iletişim gibi 'soft power' kaynakları yoluyla hedef­ lerine ulaşmayı amaçlarlar. Örgütler anlatmak istediklerini bildik kültürel sembolleri koreografikleştirerek yap­ ma becerisi kazanmışlardır. Örneğin, Karnataka ev işçileri, Virshwa puja da

ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

'SOFT POWER' KAYNAKLARI: KÜLTÜR, TARTIŞMA VE BİLGİ

'süpürge ayini' düzenlediler. Oysa ge­ leneklerinde bu ayinlerde erkeklerin yaptığı araba gibi araçlara dua edilirdi. Süpürgeler eskiden kalma inançla 'kir­ li' olarak kabul edildiğinden özellikle bu eylem provokatif bulundu. (Menon 2013) Örgütsel hedeflere ulaşmak için kültür politikası ile birlikte, iş ve işçi­ lerin nasıl göründüğünü anlatmak için sembolik nesneler ve olaylar sık­ ça kullanılır. Hindistan'ın Pune böl­ gesinde KKPKP örgütü (Narayan ve Chikarmane 2013) çöp toplayıcıların emeğinin değerini anlatırken var olan inanç ve davranışlara karşı çıkıp ge­ leneklere meydan okumak için Rakhi Bandana'nın ayinini değiştirdi. Bu ayinde kızlar erkek kardeşlerinin bile­ ğine iplikten bilezik bağlayarak onların çöp toplayıcılığını sembolleştirirler. Pune'de belediye binasının etrafı dev bir 'rakhi' (kravat) ile sarılarak çevre temizliği yapan çöp toplayıcılarının belediye işlerine ne kadar çok karşılığı ödenmeyen iş yaptıkları vurgulanma­ ya çalışıldı. KKPKP açısından olay, çöp toplayıcıların pislik içinde dolaşan in­ sanlar olduğu yönünde kamuoyu ve bizzat çöp toplayıcılarının kendi algı­ larını değiştirmek için önemliydi. Çev­ reyi koruma, ekonomik ve profesyonel konularda çeşitli toplantılar düzenle­ yerek üyelerinin çöp toplama ve son­ ra onları geri dönüşüm alanına satma ticari işlemlerinin ne kadar değerli bir hizmet olduğuna dikkat çekildi. Ayrıca onların yöntemleri diğer alternatifler­ den daha verimliydi. KKPKP'nin eylemleriyle zamanla çöp toplayıcılığının aslında yeni atık toplama ekonomisine profesyonel bir hizmet modeli olduğu fikri çöp topla-

co

örneğin kadınlara daha yakın olan et­ nik kimliklerle çalışmaya başladı. MAP Vakfı, Burmalı kadın göçmen­ lere, toplumsal cinsiyet konularında çalışmak için sağladıkları paradan en iyi nasıl yararlanılabileceğini danıştık­ larında, kadınlar ilk önce farklı etnik kimlikler etrafında bir araya gelmeyi seçtiler. Yani Tayland'da Burmalı vatan­ daş olarak onları birbirlerinden ayıran değil göçmen olarak birleştiren şeyleri anlamayı seçtiler. Göçmen kadınla­ rın örgütlenmeye istekli oldukları ilk sorunlardan biri göçmen ve kadınlar olarak yaşadıkları şiddet olarak ortaya çıktı.


74 ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

yıcılarının kafasına bile yerleşti. KKPKP çevreyle ilgili tartışmaların örgütü hem yeniden yönlendirme hem de şekillendirmeye yardımcı ol­ duğu sonucunu çıkardı. KKPKP üye­ lerine göre çöp toplayıcılarına çevre yöneticileri, yeniden dönüştürücüler ve çöplerin yeniden kullanılmasına hizmet edenler olarak bakılması deği­ şen ekonomide yeni çalışma alanları geliştirmelerini sağladı. Oysa şimdiye kadar 'yeşil' ekonomi lafları ile yeni özel sektör girişimcileri tarafından bir kenara itiliyorlardı. Onlar Temiz Kalkın­ ma Mekanizması (CDM) söylevleri ile yeni yakım tesisleri kurarak çöp topla­ yıcılarına karşı mücadele ediyorlardı. Örgütler ayrıca enformel sektörler­ de çalışan kadınları sermaye güçleri­ ne karşı desteklemek, bilgi toplamak ve kendi üyelerini eğitip değiştirmeyi savunurlar. Birtakım örgütler, üyeleri­ ni eğitmenin aracını bilgiyi özümsetip yaygınlaştırmada görürler. Bu makalede ele alınan kitabın mercek altına aldığı örgütlerin çoğu, bölgelerindeki insanların eğitim ve farkındalığının artırılmasına büyük önem verirler. Bir sendika müfettişi olan Ben Selwyn kadın emekçilerin sendikayı talepleri doğrultusunda yönlendirme yeteneğinden etkilendiğini söyler: "Eğer iyi bilgilendirilirseniz hak müca­ delesini daha iyi savunursunuz." diyor. (Selwyn 2013 s:65, yazar Kuzey Doğu Brezilya'da bir sendika ve kadınlar üze­ rine çalışma yapar.) Hak talepleri bu bilgiler ışığında savunulur ve desteklenir. Örneğin, KKPKP çöp toplayıcılarının yerel eko­ nomiye katkısını başta basit verileri toplayarak hesapladı. Daha sonra da

ILO yardımı ile daha resmi sonuçlar çıkardı. (Chikarmane et al. 2001) Böylece izole ve dağınık işçileri örgütleme çabalarına başka yöntemler ekledi. Ör­ neğin, MAP Tayland'da, göçmen ev iş­ çilerine ulaşmak için çeşitli yöntemler denedi. Bunlar çoğunlukla tam gün ça­ lışan, düzenli tatil günleri hakkına sa­ hip olmadıklarından iletişim kurulması zor işçilerdi. Ev işçilerinin gidebileceği festival yerlerinde irtibat noktaları, örgüte ulaşılabilecek bir telefon hat­ tı kurdu ve bir posta adresi oluşturdu ama sonunda yerel radyoda bir telefon programı yapmanın en etkili yol oldu­ ğunu gördü.

GÜNDELİK HAYAT PRATİKLERİ Enformel geçim kaynaklarının gü­ vencesizliği, elde edilen kazancın dü­ şüklüğü ve sürekli hayatta kalabilme mücadelesi verme zorunun yarattığı endişe göz önüne alındığında, örgüt­ lerin işçilerin günlük yaşam kaygılarıy­ la alakalı olduklarını ispatlaması çok önemlidir. Örgütlerin kullandığı stra­ tejilerin birçoğu pratik kazanımlar elde etmeyi amaçlamaktadır. KKPKP'nin çöp toplayıcılarının çevreye değerli bir hizmet sağladığı tezi belediye yöneti­ mini bu konuda düşünmeye ve politi­ kalar yapmaya yönlendirdi. Üyelerinin bağlılığını sürdürmek için örgütler onlara daha acil ve görü­ nür geri dönüşler kazandıracak pratik destek sağlamalıdır ve böylece üyele­ rine daha uzun dönemli hedefler uğ­ runa bir soluklanma alanı yaratılabilir. KKPKP elde edilen kazançları üyeleri tarafından paylaşılan bir dizi koopera­ tif hurda dükkanları, üyelerinin tasar­ ruflarına bakan ve kredi sağlayan kredi kooperatifi kurdu. Ayrıca rehine olarak


Enformel çalışanların örgütlen­ mesinde yasaların önemli bir kaynak olduğu kanıtlandı çünkü devletin kendilerine tanıdığı hakları almak için devlet gücünü kullanabilmelerine izin verir. Bu kitapta örneklenen birçok ör­ güt kadın, emekçi ve vatandaş olarak üyelerinin yasal haklarının neler ol­ duğunu onlara anlatmanın ne kadar önemli olduğu vurgulanır. MAP Vakfı işçi sağlığı konusunu göçmen işçilere

ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

İŞÇİ YASALARINA İŞLERLİK KAZANDIRMA

ulaşmak için ilk adım olarak kabul etti ama daha sonra işçi haklarını da eğitim kapsamına aldı. Kadınlar Tayland'da­ ki göçmen işçilerin Tayland yasalarını kullanarak nasıl haklarını koruyabile­ cekleri öğrenmek istediler. Ülke içinde göçmen işçilere destek verecek bir hu­ kukçu ekibi oluşturuldu. Bu strateji ilk olarak Taylandlı iki çiftçinin iki göçmen kadına tecavüz etmesi ile sınandı. MAP mücadelesi sırasında çeşitli direnç ve zorluklarla karşılaştı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin (UNHCR) yerel bürosu iş birliğine yanaşmadı. (Pollock 2013) Bu engellere rağmen tecavüz­ cülerin mahkum edilmesi başarıldı ve sonra bu deneyden kalkarak kadınlara karşı cinsel şiddette adaleti sağlamak için kadınlara nasıl yardımcı olunabile­ ceği konusunda bir dizi yöntem geliş­ tirmesine yaradı. Bu MAP deneyinden ortaya çıkan diğer önemli bulgu; işçiler, yasalar ve işçi olarak yasal hakları konusunda bilgilendirildiklerinde onların grevi bir yasal hak olarak kullanma isteklerinin düştüğüdür. Eskiden yasal başvurular genellikle hem zaman alıcı olduğun­ dan hem de bir sonuç vermediğinden MAP üyelerine sırf emek yasaları de­ ğil aynı zamanda hakem aracılık yasal mekanizmasını da öğretmeye başladı. Bir örgü fabrikasında çalışan bir gu­ rup kadın işçi greve gitmek yerine bu mekanizmaları kullanmayı seçti. Tüm taleplerini elde edemeseler bile kısmi başarı düşündürücüydü: "Göçmen iş­ çiler de mahkemeye gidebilirler, göç­ men işçiler de alınan kararlarda direnir ve seslerini duyururlar. Mahkemeler göçmenleri dinlemek zorundadır, iş­ verenler de yasal bir süreç geçirmek

m

bıraktıkları mücevherlerine tefeciler­ den daha fazla faiz veren 'altın-kredi programı' oluşturarak üyelerine hiz­ met verdi. Kadınların para karşılığı yaptıkları iş ile ailelerini ayakta tutabilmek için yapmak zorunda oldukları çeşitli ev işleri arasında açık seçik bir sınır olma­ dığı için onlara sunulan pratik destek anne, eş ve toplum üyesi olarak kim­ liklerini de içinden çıkmaları zor bir duruma getirir. Örgütler ancak bu cep­ helerden bir tanesinde kendilerine yer bulabilirler. Geçim kaynakları toprak, su ve ormana bağlı olan ayrıca ortak bir çalışma alanı olmayan kırsal kesim­ deki kadınları bir araya getirebilecek şey ya çocuk bakımı ya içecek su ya da ev içi şiddet olabilir. Dahası kendilerini özellikle bir emekçi olarak görmeyen kadınlar, sadece anne ve ev işlerine ait sorunlara değer verenlerin üye­ si olduğu guruplara sadakat gösterir ve onlardan motive olurlar. MAP Vak­ fı olayında onları bir gurup olarak bir araya getiren en başta göçmen kadın olarak yaşadıkları şiddet oldu ve ancak çok daha sonraları emekçi hakları etra­ fında örgütlenmeye başladılar.


'vO ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

zorundadır." (Pollock 2013, 266) KKPKP, Hint belediye hükümetleri­ nin çöp toplayıcılarım sağlık sigortası kapsamına almalarının ve kent gene­ linde hurda ayrıştırılmasına alanlar tahsis etmelerinin anayasal sorumlu­ lukları olduğu gerçeğini başarı ile kul­ landı. Böylece yasa bilgilerini, örgütün sayısal gücü ve kararlılığını, bilinen sendikal protesto araçlarını ve daha az tanıdık 'kültürel bilgilerle' birleştire­ bildi. Ayrıca, 2008 Örgütsüz Sektör İş­ çileri Sosyal Güvenlik Yasası'nın sosyal güvenlik önlemlerine çöp toplayıcıla­ rın dahil edilmesi üzerine bazı çöp ça­ lışanları ağını harekete geçirebildiler. Aynı zamanda örgüt liderliği çaba ve enerjilerini haklı çıkaracak elle doku­ nulur bir sonuç alarak çöp toplayıcıla­ rının yaşam koşullarında somut başa­ rılar elde etmek zorunda olduklarının bilinceydiler.

POLİTİKAYA VE SÜREÇLERİNE KATILMAK Yasal haklara odaklanma ve işçile­ re kimlikleri kazandırması kadar va­ tandaşlık çalışmaları birçok örgütün çeşitli biçimlerde politika ve süreçle­ riyle daha yakından ilgilenmesine yol açması hiç de şaşırtıcı değildir. Doğ­ rudan bir işçi işveren ilişkisi olmadığı için KKPKP enformel işçi haklarında sorumluluk almak için hükümete odaklanma yolunu seçti. Atık sorunu­ nu çözmenin belediye hükümetinin anayasal sorumluğu altında olması işi kolaylaştırmıştır. Çöp toplayıcılarının kent ekonomisine kattıkları emeğin ölçümünde örgütün yaptığı çalışma­ lar üyelerinin bazı haklar elde etmesi­ ne yaradı. Örneğin devlet Çöp Topla­ yıcılar Sendikası kimlik kartını tanıdı,

çöp toplama yetkisi elde ettiler, sağlık sigortası kapsamına alındılar ve harca­ malarının belediye tarafından öden­ mesi gibi haklar elde ettiler.

EŞİTSİZLİKLERLE MÜCADELE İşçiler arasındaki bölünmeler: kast, ırk, cinsiyet ve yasallık Cinsiyet eşitsizliği sebebiyle işçileri bölünmesi elbette kadınların belli baş­ lı sendikalar içinde temsilinin zayıflığı ve başka tür kadın örgütlenmelerinin ortaya çıkmasının da ana sebeplerin­ dendir. Bu eşitsizlikler ortadan kalkma­ dığından kadın ve erkeklerin kadın iş­ çilerin mücadelesi konusunda birlikte davranmalarını etkilemeyi sürdürüyor. Örneğin erkekler kadınların cinsiyet eşitsizliği konusundaki mücadelele­ rine, eğer bu mücadele erkeğin ev içi ve dışındaki çıkarlarını tehdit ediyorsa destek vermiyorlar. Elbette cins eşitsizliği işçilerin kim­ lik ve çıkarlarını farklılaştıran tek şey değildir. Kadın işçiler arasında ortak kimlikler ve ortak çıkarlar kurmaya çalışan örgütler, işçileri birbirinden ayıran çeşitli hiyerarşik zorluklarla baş etmek zorundadırlar. Bazı durumlar­ da ayrılık işin örgütlenme biçimindeki farklılıklardan kaynaklanır. Pune de ör­ neğin çöp toplama sektöründe farklı sosyal ve maddi anlamlar taşıyan farklı iş bölümleri vardır: Erkek gezgin top­ layıcılar tekerlekli tezgahla dolaşırken çoğu gezgin kadın toplayıcılar sepetle dolaşırlar. En kötü olanları ki bunla­ rın çoğu kadınlardan oluşur damperli kamyonlarla boşaltılmış çöp alanların­ dan değerli bir şeyler bulmaya çalışır­ lar. Çeşitli kutu toplayanlar biraz daha iyi durumdadırlar ve bazı kutular konu­ sunda kabul edilmiş hakları vardır.


Yerli ve göçmen işçiler arasındaki eşitsizlikler bir anlamda bölücü bir fak­ tör yaratır. MAP Tayland'da Burma göç­ menleri arasında bu konuyla uğraşır. Göçmenlerin 'yabancı' ya da belirli sınır ötesi politik kimliklerine göre ayrıştırıl­ ması sorununa dikkatle eğilir ve karşı durur. MAP'in Kadın Değiş Tokuş prog­ ramları etnik kimlikli kadınlar arasında köprüler kurmaktır. Bu konuda Tayland örgütleri ile ortak çalışmalar yaparak göçmen işçilerin profilini yükseltme­ ye, onların işçi olarak yaptığı katkıların algılanmasını sağlamaya ve var olan Tayland işçi sendikalarıyla bağlar kur­ malarını yüreklendirmeye çalışılır. KKPKP yıllarca Pune'e gelen 'eski' ve 'yeni' göçmenler arasında gerilim­ ler yaşadı. Bir noktaya kadar çoğu çöp toplayıcılar göçmenlerden oluşuyordu ama KKPKP'nin başlangıçta uğraştığı kesim onlarca yıl önce bölgeye gelmiş 'eski' göçmenlerdi. Örgüt üyeleri ara­ sında yeni gelenlere düşmanlık 2 0 0 0 Gujurat depreminden sonra devreye

giren diğer devletlerin baskısı ile de­ ğişmeye ve sorun üyeliğin yasallığı, üyelik aidatları ve üye olma süreleri konularına dönüştü. Örgütler ayrıca üye kadınlar ara­ sındaki sınıf farklılığı ile de uğraşmak zorunda kaldılar. Baştan beri KKPKP içinde olup çöp toplayıcısı olmayan aktivistler bilinçli olarak liderliği bö­ len bir kültür oluşturmaya çalıştılar. Yönetim Kurulu ve sayıları kabarık çöp toplayıcıları Temsilciler Konseyi üyeleri arasında birbirini etkileyen yapısal bir değişiklik yapmaya çalıştılar. Yine de bu durum daha görünür olduğu kadar örgütsel odaklı tanınmış 'örgüt ikonu' güçlü lider ihtiyacı ile 'gü­ cün merkezileşmesini' önleme arasın­ daki gerilimleri ortaya çıkardı.

Küresel ve yerel Teoride, kadın işçi hakları ile uğra­ şan küresel ağlar ve yerel örgütler ara­ sında birbirlerini karşılıklı güçlendiren bir iletişim olması gerekir. Daha görü-


00 ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

nür ve küresel olan örgüt ve ağların birbirlerinin kaynaklarını ve yerel ak­ törlerin bilgilerini hem harekete geçir­ me hem de gerçek deneylerin küresel düzeyde savunulmasını nihai olarak haklı zemine taşıma hizmeti yapması gerekir. Ancak gerçeklik daha karma­ şık ve zaman zaman çelişkilidir. Yararlı olduğuna inanılsa bile yerel hareketlerin küresel sürece aktif kat­ kıda bulunabilecek hem insan hem de zaman ayırmaları pratik ve günlük işlerin akışı içinde zordur. Karşılıklı iliş­ kinin yararına inanılsa bile sonuçta po­ litikacıların düşüncelerini değiştirmek ya da bürokratlarda duyarlılık yarat­ mak, ulusal politikayı uluslararası an­ laşmalar seviyesine taşımak ve bunları ulusal süreçte kullanmak vs. gibi konu­ lar da 'politika' düzeyinde kalır. Ancak politika önemli olsa bile denklemin sadece bir parçasıdır. Yereldeki çalışmalarının büyük bir kısmı, bireylerin ve toplumun ataerkil zihniyetlerini değiştirmeye, kadınların kendilerini geliştirmesine, çocukların 'sürdürebilirlik kapasitesi' (4) denklemi­ ne duyarlılık geliştirilmesine yardımcı olmaya yöneliktir. Bu çabaların hedefi hükümet veya politika yapanlar değil. Kamuda savunu yapmak insanların evlerindeki davranışlarını değiştirme­ ye hizmet etmez (sık sık denenmeye çalışılsa bile!). Az ya da hiç ücret alma­ dan yoksul, izole ve uzak bölgelerde çalışan kadınların yüzyıllardır süren kast ya da çarpık cinsel bakışlara karşı uzun soluklu ve yoğun desteğe ihti­ yaçları vardır. Ancak yereldeki ve dü­ zen için stratejiler elle tutulur sonuç vereceğinden küresel işçi hakları soru­ nuna bağlı olmak ya çok az kazanç ge­ tirir ya da hiçbir kazanç getirmez. Ama

küresel bir söylem elbette yerelde bu tür eylemlere ilham verebilir. KKPKP'nin Küresel Atık Toplama İttifakı ile bağları onlara daha geniş bir alanda çöp toplayıcıları konusu ve sürecinde hem bilgi hem destek hem de dayanışma sağladı. Yine de böylesi ittifaklardan beklentilerde temkinlidir­ ler çünkü asıl kazanımlar gene de yerel düzeydeki görünürlükten sağlanmak­ tadır. Bu nedenle yerel ve ulusal hükü­ metlere yapılacak baskılar gene yerel eylemlerden elde edilir. Aynı zamanda, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında Hin­ distan'daki atıkların niteliği ve değerin­ deki farklar örgütün küresel seviyede çöp toplayıcı örgütleriyle nasıl bir ilişki kuracağını oldukça etkiler. Bu nedenle birçok örgütün odağı genelde asıl olarak yereldir. Finans ve insan kaynakları kısıtlı küçük örgüt­ ler için bu bilinçli bir tercih anlamına gelir. Uluslararası savunuculuk zaman alıcı ve yerel eylemlerden uzaklaşmayı getirebilir. Bazı diğer örgütler için ise sorunların küresel seviyede nasıl ele alınıp ve anlaşıldığı, aynı sorunun ye­ relde evrimleşmesine gerçekte darbe vurabileceğinin farkında olarak yapı­ lan bilinçli bir tercihtir. Diğer bazı örgütler için uluslara­ rası bağlar ve ittifaklar zaman zaman sorunların daha geniş olarak ele alın­ masına önemli katkılar sağlayabilecek daha geniş bir dayanışma deneyidir. MAP Tayland'daki Kadın Değiş Tokuş Projesi'ndeki Burmalı kadınlar, Lanna Aktion'ın Burmalı kadınlar için düzen­ lediği Panty Power (külotun gücü, çe­ virmen notu) kampanyasına katılarak kendilerine yeni güven kazandılar. Kampanyada Burma demokrasi mü­ cadelesine kadınların sembolik mesajı


olarak, kadınlara Burma elçiliklerine külotlarını postalayarak erkekleri aşa­ ğılamaları çağrısı yapıldı.

SONUÇ DÜŞÜNCELERİ

On

ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

Çalışan yoksulların en dezavantajlı kesimlerinin toplumsal konumlarını düzeltmek isteyen örgütlerin çabaları bir takım yeni açılımlar vermek kadar enformel ekonomide çalışan kadın­ ların en büyük sorunları olan gelir dağılımı, tanınma ve temsil edilme konularındaki adaletsizliklerle uğraş­ mak isteyenler için yeni ufuklar açıyor. Temel sendikaların bu işçilerin çıkar­ larını temsil etme başarısızlıkları, sırf erkeklerin üye ve liderlikte sayıca ağır­ lıklı olmasında yatmaz. Aynı zamanda örgüt stratejilerini şekillendiren ve ge­ liştiren patriarkal çıkarlar tarafından da etkilenmektedir. Bu sonuç bölümünde tartışmalarımızdan üç kapsamlı sonuç çıkarıyoruz. İncelememiz, en başta yerelden bir sorunla uğraşmanın yerelde başlat­ manın önemli olduğu sonucunu çıka­ rır. Tüm dünyada sendikalar işçilerini ortak ekonomik taleple yani yeniden dağıtım politikası başlığı altında temsil etmeye çalışırlar. Kitaptaki bölümler­ den (Kabeer et al 2013) anlaşılıyor ki çalışan kadınları örgütlemede yeniden dağıtım politikaları kadar kadınların tanınmasını da kapsaması gerekiyor. Bu işçiler açısından yeniden dağıtım politikaları başta ücretler, çalışma ko­ şulları ve sosyal güvenlik gibi standart sendika kaygıları ile kesişir. Öte yandan tanınma politikala­ rı sendikaların geleneksel olarak ele aldığı konulardan çok daha geniş bir dizi sorunu kapsar. En dışlanmış işçiler açısından (çöp toplayıcılar, ev işçileri,

seks işçileri, göçmenler) sorun günlük emek kaygısından daha çok saygı ile ilgilidir. Kadın işçiler için sorun onların özel durum ve statüleri ve çalıştığı işin koşulları, kurumları ve günlük yaşam­ larında katlanmak zorunda oldukları faaliyetlerdir. Özellikle cins eşitsizliği konularında bir bölgeden diğerinde büyük farklılıklar olabileceği için ka­ dınların örgütlenme süreci, gurupların oluşması, kullandıkları stratejiler, öne çıkardıkları konular hepsi ağırlıklı ola­ rak yerel boyutludur ve en iyi yerel içe­ rikte anlaşılabilir. Bu nedenle sektörel sendikalardan farklı olarak, enformel ekonomide kadın işçilerin seslerinin temsili coğrafi odaklı olma eğilimin­ dedir ve yerelden gelişir. Ancak ondan sonra federal düzeye çıkabilir ve ulusal hatta küresel bir varlık gösterebilir ama yerel tabanı anlamak çok önemlidir. İkincisi, önceden belirlenmiş gün­ dem yerine yerel konularla ilgilenme isteği, örgütlenme sürecinin daha standartlaştırılmış çalışma biçimlerin­ den daha yavaş ilerlemesi demektir. Ulaşılması güç enformel ekonomideki kadın guruplarının örgütlenme süre­ cinde çok sayıda ve çeşitli unsur vardır ve bunların standartlaştırılmış biçim­ lere uymadığını görüyoruz. Bu kadın­ ların yaptığı işin değerinin genel ola­ rak toplum ve kadınların kendilerinin görmesini sağlamak, ekonomi içinde dağınık alanlarda çalışmalarına ve sos­ yal hiyerarşiye rağmen örgütlemek, sadakatlerini korumak, ortak kimlikler ve çıkarlar inşa etmek ve kolektif bir güç olmalarına sağlamak ayrıca üyele­ rin örgütlenmesini ve değişimini daha ileri götürebilmek için üyelerine küçük büyük birtakım kazançlar verebilecek zaferler kazanmak zaman alıcıdır. Yerel


o 00 ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

düzeyde ve yerel konular etrafında ça­ lışan örgütler hız ve üye sayısı açısın­ dan ele alındığında hükümetler, bağış kurumları, sendikalar ve STÖ gibi dış kurumların baskısı altında doğanlar­ dan genel olarak farklıdırlar. Bu, dış olanaklara ihtiyaç duyulmadığı anla­ mına gelmez: Sözünü ettiğimiz koşul­ larda bir değişiklik için örgütlenme ge­ nellikle değişiklik isteğini tanıtmak ve beslemek için dış katalizörlere gerek vardır. Ancak guruplar kendi hızları ve gündemleri etrafında evrimleşeceklerdir. Üçüncüsü, stratejiler zamanla geli­ şir ve evrimleşir. Kadınların konumu­ nun en stratejik yönlerini ele almak için yapılan çabalardaki 'uzun geri­ bildirim döngüsü' ilk etapta kadınları hemen bir araya getirmesi olasılığı za­ yıftır. Fakat kadınlar günlük yaşamları­ nın daha pratik endişeleri etrafında bir araya geldikçe kolektiflikleri ve kimlik­ leri güçlenir ve daha politik konulara sıçrama istekleri artar. Bu nedenle, ilk stratejileri daha yumuşak, zayıf mü­ cadele yöntem ve araçlarıyla daha az çatışmacı olabilirler. Ancak, zamanla gurupların öz güveni arttıkça daha iddialı, açıktan çatışmaya girme isteği, haklarını ellerinden alan güçlere karşı yasal eyleme geçme, politik süreci ve etkileyecek örgütsel nüfusu kullanma ve kendilerini vatandaş olarak dayat­ ma istekleri artmaktadır. Son olarak, yerel ve küresel arasın­ daki bölünmenin doğurduğu gerilim ve kazançlara değinmiştik. Bu gerçek­ lik çalışan yoksulların özellikle savun­ masız kesimleriyle uğraşan bazı örgü­ lerin yaklaşımına dikkatli yaklaşmayı gerektirir. Uluslararası kurumların işin içine girişinin zamanlaması doğru

olursa, küresel ittifaklar ve uluslararası görünürlük bu örgütlerin uğraştıkları kadınların yaşamlarında elle tutulur değişiklikler getirilmesine hizmet eder. Ancak, uluslararası toplumsal hareket­ ler, yerel düzeyde doğrudan yaşanan­ larla ve konularıyla her zaman uyum­ lu veya daha iyi olmayabilir. Yerelde pazarlıkların şartları ve alanları konu­ sunda daha zeki ve kıvrak yaklaşımlar gerekebilir. Öte yandan, uluslararası toplumsal hareketler ve ittifaklarda bu tür yerel örgütlerle bağlarından epey kazandılar ve eğer kimliklerin tanın­ ması, yeniden dağıtım ve temsille ilgili konuları ciddiye alacak olurlarsa bu örgütlerle çalışmaktan daha da kaza­ nacaklardır. Ancak küresel hareketlerin perspektiflerini derinleştirip, çözüm yolları konusunda bilgilendirecek, so­ nuçta onların temsiliyet ve taleplerinin geçerliliğini arttırıp güçlendirecek olan da dünya çalışan yoksul kesimlerinin epey büyük bir bölümünün yaşadığı sorunları temsil eden ve dile getiren yerel örgütlerdir.


larını engeller. Enformel işlerde yasal Naila Kabeer halen İngiltere'de koruma sosyal güvence olmadığı için Londra Üniversitesi Doğu ve Afrika Ça­ bu alanlarda örgütlü bir protesto çok lışmaları Okulu (SOAS) Kalkınma Çalış­ riskli eylemdir. 2) Narayan ve Chikarmane'de maları bölümünde profesördür. 2013 Ekim ayından itibaren Londra Ekonomi (2013) KKPKP deneyimi daha ayrıntılı Üniversitesi'nde Cinsiyet Enstitüsü'nde olarak anlatılır. 3) Pollock'da (2013) MAP Vakfı de­ profesörlük görevi üstlenmiştir. Posta adresi: Gender Institute, LSE, Hough­ neyimi, daha ayrıntılı olarak anlatılır. ton Street, London WC2A 2AE, UK. MAP çalışmalarını anlatan metin kü­ resel ekonomik krizin MAP'ın destek­ Email: n.kabeer@soas.ac.uk Kirsty Milward, Hindistan, Batı Ben­ lediği kadın işçiler üzerindeki etkisini gal, Suchana Uttor Chandipur Toplu­ inceler ve Gender ve Development'ta luk Derneği'ni kurdu ve eş başkanlığı­ yayınlanmıştır. (Pollock and Aung nı yaptı. Ayrıca toplumsal cinsiyet ve 2 0 1 0 ) 4) 'Sürdürülebilirlik kapasitesi' sür­ kırsal kalkınma konusunda uzmanlaş­ mış serbest meslek müşaviridir. Posta dürülebilir bir yaşam için var olan do­ adresi: Uttor Phalguni PO and Village: ğal kaynaklar ile o bölgedeki insan Khanjanpur Via Sriniketan Birbhum, nüfusu arasında bir denge gerektiği West Bengal 731 236, India. Email: mil- anlamına gelir. Bu nedenle, kırsal ekosistemde ormanlar, hayvan sürüleri, ward.bose@gmail.com Ratna Sudarshan, halen Yeni Del­ tarım ürünleri ve insanlar arasında bir­ hi, Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde birine bağımlılık vardır. Bunlar yaşam danışman olarak görev yapıyor. 2003­ sistemine hem katkıda bulunur hem 2011 yılları arasında da aynı okulda de bu sistemden bir şey alır. Bu karşı­ yöneticiydi. Posta adresi: B 162 Yojana lıklı uyum eğer bozulursa tüm eko sis­ Vihar, Delhi 110092, India. Email: ratna. temi sürdürülemez. Sistemin kendini koruma sınırına sürdürülebilir kapasite sudarshan@gmail.com denir. Sürdürülebilir kapasite sabit de­ NOTLAR ğildir. Örneğin teknolojik değişimlerle 1) Geleneksel sendikalarda kadınfarklılaşır. işçi üyeliğinin erkeklerinkinden çok düşük olmasının birkaç nedeni vardır. REFERANSLAR *Chikarmane, P, M. Deshpande ve İşgücü piyasası cinsiyete dayalıdır ve L. Narayan (2001), 'Report of Scrap Col­ geleneksel olarak sendikaların odağı, erkeklerin ağırlıklı olarak çalıştığı sana­ lectors, Scrap Traders and Recycling yi kesimlerindeki kayıtlı işçilerdir. Ayrı­ Enterprises in Pune City', Geneva: In­ ca çalışan kadınlar enformel ekonomi­ ternational Labour Organization ('Pude orantısız olarak yoğunlaşmıştır ve ne'daki Hurda Toplayıcılar, Hurda Tüc­ sendikal faaliyet genellikle resmi sek­ carları ve Geri Dönüşüm Kuruluşları törde yapılır. Bazen de devlet düzenle­ Raporu', Cenevre: Uluslararası Çalışma meleri üye olma olanağını ve enformel Örgütü) ^Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ekonomide toplu sözleşme anlaşma­

Naila Kabeer et al.

oo ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ


<N

00 ENFORMEL EKONOMİDE KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ

(2004) ''Organising for Social Justice (Uluslararası Sosyal Çalışma Konferan­ sı için hazırlanan 'Sosyal Adalet İçin Ör­ gütlenme' metni) International Labour Conference 92nd Session, Geneva, 1 17 June *Kabeer, Naila, Ratna Sudarshan ve Kristi Milward (ed.) (2103) Organi­ zing Women Workers in the Informal Economy: Beyond the Weapons of the Weak (Enformel Ekonomideki Kadın İşçiler Örgütleme: Zayıfın silahları öte­ sinde) London: Zed Books *Menon, Geeta (2013) Economy: Beyond the Weapons of the Weak, London: Zed Books (Ekonomi: Zayıf Si­ lahların Ötesinde, Londra: Zed Books) *Naila Kabeer, Ratna Sudarshan ve Kristi Milward, 'The Challenge of Organizing Domestic Workers in Ban­ galore: Caste, Gender and Employer Employee Relations in the Informal Economy', (Bangalore'da Ev İşçilerinin Örgütleme Zorlukları: Enformel Eko­ nomide Kast, Cinsiyet ve İşveren-İşçi İlişkileri ve Çalışanların Organize Olma Sorunu: Enformel Ekonomide Kast, Toplumsal Cinsiyet ve İşverenin İlişki­ leri', Informal'de Kadın Çalışanların Ör­ gütlenmesi) *Narayan, Lakshmi ve Poornima Chikarmane (2013) 'Power at the Bot­ tom of the Heap: Organizing Waste Pickers in Pune', (Yığının Dibindeki Güç: Pune'de Çöp Toplayıcılarını Ör­ gütleme) Naila Kabeer, Ratna Sudars­ han ve Kristi Milward'da (editörler) Organizing Women Workers in the Informal Economy: Beyond the Wea­ pons of the Weak, London: Zed Books (a.y.) *Pollock, Jackie (2013) 'Gender, ethnicity and the illegal 'Other': wo­

men from Burma organizing women across borders', (Cinsiyet, etnik ve ya­ sadışı olan 'diğerleri' Burmalı kadınlar sınır ötesinde kadınları örgütlüyorlar.) *Naila Kabeer, Ratna Sudarshan ve Kristi Milward (ay.) *Pollock, Jackie ve Soe Lin Aung (2010) 'Critical times: gendered imp­ lications of the economic crisis for migrant workers from Burma/Myanmar in Thailand', Gender & Develop­ ment 18(2): 213 28 (Tayland'da Burma/ Myanmarlı göçmen işçilere ekonomik krizde cinsiyetçi yaklaşımlar) *Scott, James C. (1990) Dominati­ on and the Arts of Resistance: Hidden Transcripts, New Haven, CT: Yale Uni­ versity Press (Direniş Sanatları ve Haki­ miyet) *Selwyn, Ben (2013) 'Women and rural trade unions in North-East Brazil', (Kuzey Doğu Brezilya'da kadın ve kır sendikalar birliği) in Naila Kabeer, Ratna Sudarshan, and Kristi Milward (eds.) Organizing Women Workers in the In­ formal Economy: Beyond the Weapons of the Weak, London: Zed Books *'Naila Kabeer, Ratna Sudarshan ve Kristi Milward'da Kuzey Doğu Brezil­ ya'daki Kadınlar ve Kırsal İşçi Sendika­ ları' (Editörler) (Gayrı Resmi Kadın Çalı­ şanlarını Örgütleme) *Sinha, Shalini (2006) 'Building Vi­ sibility and Voice. Documenting Les­ son and Learnings in Organising Ho­ me-based Workers', report prepared for the United Nations Development Programme, New Delhi (Görünebilirlik İnşası ve Ses. Eve dayalı işçileri örgüt­ lerken öğrenilenler ve çıkarılan ders belgeleri)


“SAVAŞA DA HAYIR” DİYEBİLMELİYİZ Röportaj: Muzaffer KAYA co oo

"Bu Suça Ortak Olmayacağız" bildirisine imza atan akademisyen­ ler, OHAL kararnameleri ile işten atılmaya devam ediyor. İktidarın bir yıldan fazla bir süredir devam eden ve daha da sürecekmiş gibi görünen bu saldırısını nasıl yorumluyorsu­ nuz ve gelinen aşama hakkında bil­ gi verir misiniz? Ülkede bir rejim değişikliği yaşa­ nıyor ve üniversiteler de bu sürece uygun olarak yeniden dizayn ediliyor. Elbette sadece üniversiteler değil, tüm eğitim sistemi Erdoğan'ın diktatörlük rejiminin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılıyor. Süreç şimdilik muha­ liflerin tasfiyesi ve onların yerine hiçbir liyakat kriteri aranmadan yandaşların doldurulması biçiminde yürüyor. Tas­ fiyeler sonrası oluşan boşluk, AKP ve MHP'lilerce dolduruluyor. AKP-MHP koalisyonunun altında yatan gerçeklik de bu zaten. Açığa çıkan kamu kadro­ ları bu iki parti arasında pay ediliyor. Barış bildirisine imza atan akade­ misyenlerin tasfiyesi OHAL ilanından sonra hızlansa da aslında bu süreç bildirinin kamuoyuna ilan edildiği 1 1 Ocak 2016'dan hemen sonra başlamış­

tı. OHAL ilanına kadar zaten onlarca akademisyen işten çıkarılmış ya da uzaklaştırılmıştı. OHAL ilanının ardın­ dan KHK'lerle bu tasfiye olağanüstü hızlandı. Hiçbir yargılama süreci ve yargı kararı olmadan işine son verilen 4 binden fazla akademisyenin yaklaşık onda biri Barış Bildirisi imzacısı. İktidarın Barış Bildirisi'ni imzalayan akademisyenlere yönelik saldırısı çok boyutlu olarak sürüyor. Başından beri bu saldırının üç ayağı vardı. Birincisi, savcılık üzerinden açılan soruşturma. İkincisi, YÖK ve rektörlüklerin başlattı­ ğı soruşturma ve işten atmalar. Üçüncüsü de yandaş medya üzerinden yü­ rütülen linç kampanyaları. İşin medya ayağı, özellikle ilk hafta­ larda ve daha sonra da ihtiyaç duyul­ duğunda işletildi. Savcılık ve üniver­ site yönetimleri üzerinden başlayan saldırı ise aralıksız sürüyor. Birincisin­ den başlayacak olursak, bütün imzacı­ lar hakkında İstanbul Savcılığı'nın yü­ rüttüğü soruşturma devam ediyor. Bu soruşturma sürecinde zaman zaman ev baskınları ve gözaltılar oldu. En son örneğini Diyarbakır'da yaşadık, 1 Ma­ yıs günü Dicle Üniversitesi'nden imza­ cıların evleri basıldı ve savcı tarafından sorgulandılar. Bu genel soruşturmaya paralel ola­ rak üç meslektaşımla birlikte geçen yıl hakkımızda dava açılmış ve 40 gün

“SAVAŞA DA HAYIR” DİYEBİLMELİYİZ

Barış Akademisyenlerinden ve der­ gimiz yazarlarından Muzaffer Kaya ile son süreç ve BAK mücadelesinin geldi­ ği aşama hakkında röportaj yaptık.


00 “SAVAŞA DA HAYIR” DİYEBİLMELİYİZ

tutuklu kalmıştık. Henüz suçlama­ nın mahiyeti belli olmamakla bera­ ber dava devam ediyor. Şu ana kadar "terör propagandası" ile meşhur 301. madde arasında karar vermiş değiller. Bir yıldır süren bu dava, Demokles'in Kılıcı gibi Barış Akademisyenleri'nin tepesinde sallandırılıyor. Ama asıl tahribatı yapan YÖK ve rektörlüklerin soruşturmaları ve disip­ lin cezaları oldu. OHAL rejimine kadar yüze yakın imzacı akademisyen doğ­ rudan imza nedeniyle ya da dolaylı gerekçelerle işten çıkarılmıştı. OHAL ilanı sonrasında KHK yoluyla ihraçlarla bu sayı bugün 452'ye çıkmış durumda. İşin tuhafı onlarca arkadaşımız zaten aylar önce işten atılmış oldukları hal­ de, KHK ile tekrar işten atıldılar. Rektör­ lerin hükümete ihraç listeleri vermek için birbirleriyle yarıştığı içler acısı bir tablo ile karşı karşıyayız. Bugün imzacıların tamamen tasfi­ ye edilmediği üniversite sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Elbette işten çıkarma ve işsizliğe mahkûm etme­ nin çok ağır bedelleri oldu. Bu süreçte henüz mesleğinin başındaki genç bir akademisyen olan Mehmet Fatih Traş yaşamına son verdi. Onlarca arkadaşı­ mız yaşadığı kenti terk etmek zorunda kaldı. İşsiz kalan arkadaşlar geçim sı­ kıntısı ve belirsizlikle baş etmeye ça­ lışıyor. Sayısını tam bilmediğimiz bir grup Barış Akademisyeni geçici işler ve burslarla yurt dışına çıktı. Ancak iş­ ten atılanların büyük çoğunluğu pasa­ port iptalleri yüzünden Türkiye'deler. Peki, sürmekte olan baskı ve iş­ ten çıkarmalara karşı nasıl bir dire­ niş gösterildi? Bir örgütlenme süre­ cinden söz etmek mümkün mü?

Aslında Barış İçin Akademisyenler aynı metne imza atmış insanlar top­ lamı olmaktan ibaretti. O yüzden baş­ langıçta yatay bir network bile yoktu. Ancak devletin saldırıları başlayınca bir savunma refleksi olarak bir arada durmaya başladık. Öncelikle imzacıla­ rın tamamı olmasa da gelişmelerden haberdar olmak ve aktif görev almak isteyenlerin dahil olduğu bir mail gru­ bu oluştu. Daha sonra il ölçeğinde yerel ağlar da oluşmaya başladı. Ana mail grubu üzerinden hukuki işlerin yürütülmesi, işsiz kalanlara yardımların organize edilmesi, uluslararası ilişkile­ rin takibi vb. konularda komisyonlar ortaya çıktı. Tamamen gönüllü emekle, yatay ve merkezsiz olarak sürdürüldü bu çalışmalar. Bu süreçte en başarılı olduğumuz konu maddi dayanışmanın örülmesi oldu. İşsiz kalan arkadaşların büyük çoğunluğuna asgari gelir desteği sağ­ landı. Bu süreçte Eğitim Sen önemli bir rol üstlendi. Ayrıca işsizler için burs olanaklarının yaratılmasında yurt dı­ şındaki imzacıların çok büyük çabası oldu ve önemli sayıda insana kısa ve orta vadeli burslar sağlanmasına ön ayak oldular. Daha aktif ve kurucu bir direniş pra­ tiği ise Dayanışma Akademileri'nin ku­ rulması oldu. Yoğun işten atılmaların gerçekleştiği tüm kentlerde kampüslerin dışında açık dersler organize edildi. Şimdi bu yerel inisiyatiflerin süreklili­ ğinin sağlanması ve kendi aralarında bir koordinasyon oluşturmaları için çalışmalar yapılıyor. Dayanışma Aka­ demileri bir yanda işten atılan akade­ misyenlerin bulundukları yerelliklerle daha güçlü bağlar kurmalarının yolu­ nu açarken, bir yandan da akademinin


Teşekkürler.

“SAVAŞA DA HAYIR” DİYEBİLMELİYİZ

Bundan sonrası için neler söyle­ yebilirsiniz? Tasfiye dalgasının süreceği bir sır değil, yeni KHK'lar yolda. Ancak şimdi durumun OHAL'in başladığı günlere nazaran daha lehimize olduğunu söy­ leyebilirim. Öncelikle referandum sü­ recinde Hayır kampanyasının yarattığı direngen ruh hali hepimize bulaşıyor. Demokratik muhalefetteki canlanma­ nın üniversiteler üzerinde de etkisi olacaktır. Barış İçin Akademisyenler inisiyatifi bir savunma networkü olmaktan bir adım öteye geçip, güçlü uluslararası bağlantılar içinde kendi yapısına uy­ gun direniş biçimleri ve kurucu pratik­ ler ortaya koyabilirse uzun soluklu bir mücadele platformuna dönüşebilir. Bu yönde büyük bir çabanın gösterildiği­ ne tanığım. Son olarak, Barış mücadelesinin aci-

liyeti üzerinde durmak isterim. Erdo­ ğan, referandumu az farkla ve şaibeyle kazanması sonucunda ortaya çıkan meşruiyet krizini aşmak için, tıpkı 7 Ha­ ziran seçimleri sonrasında yaptığı gibi, Kürtlerle savaşa yönelebilir. Bu durum­ da Hayır cephesinin kayda değer bir kısmının "Savaşa da Hayır" diyebilmesi büyük önem taşıyor. Erdoğan'ın savaş üzerinden muhafazakar tabanı tekrar konsolide etmesinin önüne geçmenin yolu barış mücadelesini yükseltmek­ ten geçiyor. Diyarbakır'da evinde uyuyan ço­ cukların tankla ezildiği bugünlerde "Bu Suça Ortak Olmayacağız" demek ve buna uygun davranmak hala çok büyük değer taşıyor. Güçlü bir barış ve demokrasi mücadelesi yaratabilme­ miz dileğiyle...

m oo

misyonunu ve işleyişini sorgulayan bir alternatif oluşturma potansiyeli taşıyor. Eğer finansal alt yapısını oluş­ turabilirsek Dayanışma Akademileri alternatif demokratik eğitim kurumlarının yaratılmasında çok önemli adım olabilir. Mücadelede eksik kaldığımız nokta bildirimizin içeriği ile ilgili çalışmalarda ilerleme sağlayamamamız oldu. Söz­ lerimizin arkasında durmak da elbette başlı başına bir direnişti, ancak keşke daha fazlasını yapabilseydik. Elbette Türkiye demokratik muhalefetinin, sol partilerin etkisizleştiği OHAL koşulla­ rında bir grup akademisyenin sürecin yükünü sırtlanması mümkün değildi. Ama yine de Barış Akademisyenleri son bir yılda demokratik muhalefetin önemli bir bileşeni olmaya devam etti.


86


“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ” Ayşe TANSEVER

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

olarak unutulmamalıdır. Venezüella meclisi anayasa kurallarına uygun bir meclis değildir. İkinci olarak bu meclis sürekli ola­ rak anayasa dışı kararlar aldı. İlk olarak seçimlerle başa geçmiş Maduro'yu diktatör ilan etti ve onu başkanlıktan alma mücadelesi verdi. Attıkları her adımda, çıkartmak istedikleri her ana­ yasa dışı kararda suçlu Maduro oldu. Onun varlığı tüm baskılara gerekçe olarak gösterildi. Maduro'yu geri çağırmak için refe­ randum çağrısı yaptılar. Referandum için gerekli olan imzayı zamanında toplayamadılar. Muhalefet imza top­ lamada bize hiç de yabancı olmayan yığınla yolsuzluk yaptı. Ölüler, var ol­ mayan kişiler imza attılar. Mükerrer im­ zalar ortaya çıktı. Sonuçta Maduro'yu geri çağırıp yeni bir başkanlık seçimi yapılabilme yasal süresini kaçırdılar. Referandumdan Maduro'ya güvensiz­ lik oyu çıksa bile anayasal olarak seçim değil yerine yardımcısının geçeceği zaman dilimine girildi. Yani Maduro'yu başkanlıktan alma işi öyle kaldı. Kaldı ama hala dillerinden Maduro'nun dik­ tatör olduğu, darbe yaptığı, halk tara­ fından istenmediği söylemleri düşmü­ yor. Kendi meclislerinin yasa dışılığını bunun arkasına gizliyorlar. Üçüncüsü, seçimler sonrası ilk iş olarak 2014 barikat olaylarının sorum­ lusu oldukları ispatlanmış, ellerinde 43 kişinin kanı olan tutukluları, bun­ lar "politik tutuklu" diye savunarak

oo

Venezüella yine iç ve dış muhalefe­ tin saldırıları ile karşı karşıyadır. Nisan başından beri sokaklar durulmuyor. Ve ülke bir iç savaşın eşiğinde gözü­ küyor. Bu son olaylar neden birden ortaya çıktı? Neden muhalefet yine ta­ raftarlarını sokaklara çağırdı? Ülkedeki son gelişmelere yakından bakmak 2 1 . yüzyıl Bolivar Devrimi'ni ve ikili iktidar sürecini anlamak açısından önemlidir. Bilindiği gibi 2015 Aralık meclis se­ çimlerinde 2/3 çoğunluğu muhalefet güçleri kazandılar. Venezüella dünya­ nın, evet dünyanın en açık, en modern seçim mekanizmasına sahiptir. Bu ABD devlet başkanlarından Carter tarafın­ dan tasdik edilmiştir ve buna rağmen seçimlerde bu kez sistem dışından yolsuzluk yapıldı. Amazon bölgesinde 3 milletvekilinin oylarının rüşvet ve­ rerek satın alındığı ortaya çıktı. Daha sonra milletvekili koşullarına göre bu 3 kişinin meclisteki yeminlerinin geçerli olmayacağı seçim kurulunca açıklandı. Muhalefet buna rağmen milletvekille­ rini yemin ettirerek meclise aldı. Ardın­ dan Yüce Mahkeme Meclis'in yasal ol­ madığını açıkladı. O günden beri ülke bu yasallığı olmayan meclisle yönetil­ meye çalışılıyor. Tüm uyarılara, bu du­ rumun düzeltilmesi, bu eyaletlerde ye­ niden seçim yapılmasının istenmesine rağmen muhalefet ağırlıklı meclis bu doğrultuda bir şey yapmadı. Yapmadı­ ğı gibi de çalışmalarına devam etti. Bu gerçeklik muhalefetin iktidarı suçlamasındaki haksızlığın bel kemiği


00 00 “GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

serbest bırakılmalarını sağlamaya ça­ lıştılar. Bunda da başarılı olamadılar. Hükümet bu kişilerin katil olduklarını, yasal bir devleti yıkma girişiminde bu­ lunduklarını, darbeci olduklarını çok sağlam bir şekilde kanıtlamıştı. O ne­ denle gene yasalara takıldılar. Dördüncü olarak, Chavez misyon­ larının bazılarını kaldırmaya yönelik meclisten yasalar çıkartmaya çalıştılar. Hedeflerinde ilk konut misyonları var­ dı. 1 , 6 milyon insanı ev sahibi yapan bu projeyi özelleştirmeye çalıştılar. Ko­ nutları kişilere satarak özelleştirmelere adım atmak ve halkları özel mülkiyet sevdası ile yanlarına çekmek istediler. Ama bu da yasalara takıldı. Aslında seçimler sırasında bütçede misyon harcamalarını kısmayı düşündükleri­ ni söylemişlerdi. Ancak süreç içinde komün konseyleri ve barrioların gücü ortaya çıkınca bunları hayata geçirme cesaretini gösteremediler. Bunların dışında hükümetin yap­ maya çalıştığı birçok girişime çomak sokmaya çalıştılar. Son olarak da dev­ let petrol şirketi PDVSA'nın Rusya ile ortak bir petrol çıkarım projesini en­ gellediler. Bu ortak yatırım ülkeye çok şey kazandıracaktı. Bu engelleme bar­ dağı taşıran son damla oldu. Yüce Mahkeme, anayasaya saygı göstermediği ve hala yasallığı olma­ dığı gerekçesi ile meclisin bazı konu­ larda karar alma yetkisini elinden aldı. Evet, dikkat edilsin bazı konularda. Çünkü bu tüm boyalı basında mecli­ si feshetti şeklinde yansıtılıyor. Hayır, Ulusal Meclis'in sadece bazı konularda karar alma yetkisini elinden aldı. Ayrı­ ca iki gün sonra da Yüce Mahkeme'nin üstündeki savcı tüm yetkisini kulla­ narak Yüce Mahkeme heyetinden bu

kararını geri almasını istedi. Maduro da bunu onayladı ve Ulusal Meclis eski konumuna, yani yine yasal olmayan konumuna döndü. Bahane arayan muhalefet bunu bir darbe olarak ilan etti ve halkı sokaklara döktü. Kararın geri alınması hiç dikka­ te alınmadı. Darbe yapıldı gerekçesi ile Maduro'nun devrilmesi için sokakta gösteriler başladı. Ülke ekonomisinin %70'ini ellerin­ de tutmaktan aldıkları güç ile tüm fab­ rika ve işletmeleri greve çağırarak bir işverenler boykotu gerçekleştirmeye çalıştılar. Fabrika sahipleri işçilerine "ça­ lışma güvenliği yok yarın işe gelmeyin" dediler. Ama işçiler altındaki gerçeği gördükleri ve ücretlerinden olmamak için çağrıyı kabul etmediler. Eğer fab­ rika sahipleri çalışmalarını engellerse fabrikaları işgal edecekleri tehdidini yaptılar. İşçilerin direnişi muhalefetin bu çağrısını boşa çıkarttı. Olaylardan yararlanmak isteyen General Motors başka çıkarlar peşinde koştu. Ülkenin döviz sıkıntısını gerekçe göstererek hammadde yokluğundan üretimi durduruyoruz dediler. İşçiler ise bunun doğru olmadığını ve şirke­ tin elindekileri yedek parça olarak sa­ tıp daha çok kazanmayı planladığını açıkladılar. Ayrıca General Motors'un milyonlarca dolar borcunu ödememe kararı alması üzerine Maduro şirketin banka hesaplarını dondurdu. Batı ba­ sını bu kez bağırmaya başladı. Olaylar çarpıtıldı. Maduro'nun şirkete el koyup işçilere devrettiği şeklinde yansıtılıp ortalık karıştırılmaya, korku saçılmaya çalışıldı. Sonradan şirket ile Maduro ve işçiler anlaştılar ve banka hesaplarına konulan tahdit kaldırıldı. Maduro işçi­ leri de arkasına alarak üretimi durdu­


MUHALEFETİN SOKAK GÖSTERİLERİ Sokaklardaki protestolar Nisan ba­ şından beri giderek artıyor. Hemen hemen her gün bir şeyler oluyor. Zen­ gin mahalle çocukları, bazı üniversite öğrencileri sokaklara çıkarak ortalığı yakıp yıkıyorlar. Yüce Mahkeme binası gibi devlet daireleri saldırıların ilk he­ defi oldu, yakıldı. Bir askeri hava üs­ süne saldırdılar. Bir çok okulu, sağlık ocağını tahrip ettiler. Küçük esnaf Ma­ duro yanlısı olarak bilindiğinden onla­ rın dükkanlarına saldırıyor, vitrinlerini tahrip ediyor, yağmalıyorlar. Bir kere­ sinde büyük bir ekmek fırınına saldır-

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

Muhalefetin tüm bu saldırıları, yasa dışı pisliklerine rağmen Maduro seçil­ diği günden beri muhalefet güçlerini masa başına çağırdı, çağırıyor. "Ülke sorunlarını birlikte konuşalım, tartışa­ lım ve çözümler arayalım." diyor. "Siz istediğinizi, biz istediğimizi söyleyelim, ortak bir yol bulalım, halkımız acı çek­ mesin." diyor. Tarafların en başta diya­ log kuracakları ana bir konuda anlaş­ ması gerekiyor. Muhalefet Maduro'nun gitmesi, anayasanın değiştirilmesi gibi politik konuları koşul olarak öne sürer­ ken Maduro ekonominin düzeltilmesi­ nin öncelik olduğunu söylüyor. Muhalefet mecliste çoğunluk olalı beri ekonominin iyileştirilmesi, aksak­ lıkların giderilmesi konularında ele gelir bir karar çıkartamadı. En sonun­ da tarafsız arabulucular ile masaya oturulma kararında uzlaşma sağlandı.

On

BARIŞ GİRİŞİMLERİ

Muhalefet Papa'nın devreye girip ara­ bulucu olmasını istedi. Diğer arabulu­ cular konusunda da anlaşıldı ve masa­ ya oturuldu. Geçen yıl görüşmelerden kısa bir süre sonra muhalefet masadan kalktı. Papa muhalefetin kendi arasın­ da uzlaşamadığını açıkladı. Oysa Ma­ duro masadadır ve sık sık onları yine masaya çağırmaktadır. MUD (Yuvarlak Masa Demokratik Birliği) denen 15 irili ufaklı partilerden oluşan muhalefet kendi içinde çok çe­ lişkilidir. Capriles gibi ılımlı, Maduro karşısında başkan adayı olan, Merida eyalet valisinin partisi barış için adım atılmasından yana iken diğer radikal kanat karşıdır. Ekonomik alanda ülke­ de bir uzlaşma sağlanırsa, yani eko­ nomi bir koz olarak kullanılamaz hale gelirse kendi dövüş silahlarının elle­ rinden gideceğinden korkmaktadırlar. Tek istedikleri Maduro gitmeli ve bu düzen değişmelidir. Bunun için her si­ lah mübahtır. Onlara göre ekonomide­ ki en ufak iyileşme Maduro'nun ve bu düzenin sağlamlaşmasını getirecektir.

00

ran şirketlerin işçiler tarafından işletil­ mesine yardımcı olacaklarım açıkladı. Muhalefet bankalar kanalıyla da Maduro iktidarını zor duruma sokma­ ya soyundu. Tüm bankalara gönderil­ miş, Meclis Başkanı Önce Adalet Partisi lideri muhalif J. Borges imzalı, Venezü­ ella hükümetini boykot etme çağrısı yapan onlarca mektup ortaya çıktı. Bilindiği gibi ülke maddi sıkıntı içinde ve o nedenle dış ülkelerdeki altın re­ zervlerinin bir kısmını satabileceği dü­ şünülüyor. Jorges de, bankalardan, bu paranın iktidarın eline geçmesini en­ gellemelerini istiyor. İktidar mali olarak sıkıştırılacaktır. Bir meclis başkanının kendi ülkesini zorda bırakacak bir ey­ lem çağrısında bulunması Venezüella muhalefetinin ne kadar aşağılık oldu­ ğuna kanıttır.


o

On

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

dılar, yağmaladılar. Bu saldırıda 6 kişi fırının güvenliği için kurulmuş elektrik tellerine takılarak feci şekilde öldü. Birçok sağlık ocağı, okullar, parklar, çocuk oyun alanları, metro istasyon­ ları, kamu araçları tahrip edildi. Çocuk hastanesini ateşe vermeleri muhalefe­ tin insanlık dışılığının en açık kanıtıdır. Hasta yatan 53 çocuk ki bunlardan 23 tanesi yeni doğmuş bebekti, annele­ ri ile son anda ölümden kurtarıldılar. Her yerde kolluk kuvvetlerine molotof kokteylleri, taşlarla saldırıyorlar. Son günlerde silah kullanmaya başladılar. Son zamanlarda başkent Karakas'ı dı­ şarı bağlayan ana otoyolunu trafiğe kapattılar. Çaldıkları benzin bidonları­ nı yakarak ateşe verdiler. Yıllardır her seçim öncesi ülkede görülen muhalefetin şiddet kullanımı genellikle kentin zengin mahalleleri ile sınırlı kalırdı. Komünlere, yani yok­ sul halkların yaşadığı kent yanındaki barriolara yaklaşma cesaretini göste-

remiyorlardı. Buralarda yaşayan yoksul halkların Chavezci olduğunu biliyorlar­ dı. Son olaylarda barrio ve komünlere saldırmaya başladılar. Kolluk kuvvetleri komüne girmemeleri için araya girdi ama ünlü bir kadın komün lideri ile bir polis öldürüldü. Olaylarda iki devlet memuru da yaşamını yitirdi. Bir PSUV üyesi evinde kurşunların hedefi oldu. Hükümet yanlısı bir sendika lideri de kaçırıldıktan sonra ölü olarak bulundu. Olaylarda şu anda 40 kişi öldü ve 500'e yakın yaralı var. Ölüler arasında iki ta­ raftan da insanlar bulunmaktadır. Muhalefet ve dış basın saldırıları devlet güçlerine yüklemeye, ölümler­ den onları sorumlu tutmaya çalışıyor. Barışçıl, demokrasi isteyen halka devlet güçlerinin saldırdığını savunuyor. Ayrı­ ca protestocu sayısı hep kabarık olarak gösteriliyor. Basında çıkan bu haber­ ler sürekli olarak Venezüella yetkilileri tarafından izleniyor, yalanları deşifre ediliyor. Ölümlerin her biri ile ilgili cid-


“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

kurumları kisvesi altında yerelde des­ tekçi satın alıyorlar. Bu işe milyonlarca, milyarlarca dolar yatırılıyor. Gençleri para karşılığı ile örgütlemek yeni de değildir. Ama giderek yaygınlaşıyor. Maduro son konuşmalarından bi­ rinde güvenlik güçlerinin "saldırı ve halkı harekete geçirmek için muhale­ fet tarafından tutulmuş bir gurup si­ lahlı komandoyu" tutukladıklarını açık­ ladı. Eli silahlı komando eğitimi almış bu kişilerin nereden ülkeye sokulduğu araştırılıyor. Ama buradan çıkan sonuç ülkenin daha karışık, vurdulu kırdılı bir döneme doğru kaydığıdır. Dışarıdan silahlı ve eğitimli personel getirilmek­ tedir. (Telesur, 18 Nisan 2017) Muhalefet kanadı son saldırılarında daha "yaratıcı" işler yapıyor. Öğreniyor ve yeni teknikler geliştiriyorlar. Aşırı sağ güçlerin hackerleri Twitter üzerin­ den devlet memurlarını hedef göste­ rerek, "bunları yakalayın" diye bir liste yayınladı. Binlerce devlet memurunun isimleri, kimlik numaraları ve çalıştıkla­ rı daireleri veriliyor. Başbakan yardım­ cısının yanı sıra, ulusal polis güçlerin­ de, özel polis araştırma kurumlarında, SEBİN gizli serviste, dış ilişkilerde ve haberleşme bakanlıklarında çalışanla­ rın da içinde olduğu bir liste... Listenin altında "Gidin bunları bulun!" deniyor. "Eğer üniversitede davranışlarından şüphelendiğiniz biri varsa ismi var mı diye listeye bakın" diye yol gösteriyor. Hatta yüksek düzey ordu personelinin çocuklarının fotoğrafları bile bu twitlere konuldu. Devlet kimlik dairesi bu bilgilerin doğru olduğunu açıkladı. (Venezuelanalysis.com. Venezuelan Far Right Hackers Release Public Wor­ kers Details, Urges Followers to 'Seek Them Out. 27 Nisan 2017) Yani kafa-

On

di araştırmalar yapılıyor. İsim isim kim öldü, nerede öldü, hangi taraftandı diye açıklanıyor. Tarafsız olmaya çalışı­ lıyor. Bir bölgede askerlerin açtığı ateş sonucunda birkaç muhalif ölünce ikti­ dar 15 tane askerin tutuklanma emrini verdi. Yani gerçekten Venezüella ik­ tidarı olaylarda suçu bulunanları çok adil bir şekilde yargı önüne getirme mücadelesi veriyor. Dış basının kışkırt­ malarına karşı belki de yapılması gere­ ken en doğru şeyi yapıyorlar. Sokak gösterisinde yakalanan bir genç protestolara katıldığı için ken­ dine 70 dolar değerinde Venezüella Bolivarı verildiğini açıkladı. Parayı ve­ ren kişinin ismini de söyledi. Ülke de 70 dolar bir işçinin iki aylık maaşından daha fazla bir paradır. Yani gençleri so­ kaklara dökmek için büyük paralar ve­ riyorlar. Aralarında yoksul kesimden de gençler olabilir. Maduro bu itirafın vi­ deosunu dünya basınına gösterdi. Mu­ halefet bunun işkence altında alındığı­ nı iddia etti. Ülkede işkence olduğunu ve Birleşmiş Milletler'e bu doğrultuda belgeler teslim edip durdurulması için müracaat ettiklerini söylediler. Ama bu iddia da asılsız çıktı. BM ülkede işken­ ce yapıldığı doğrultusunda ellerinde bir kanıt olmadığını açıkladı. Eğer Ma­ duro iktidarı tek bir işkence bile yapsa sanırız bu çoktan dünya basınına baş haber olurdu. İşkence daha kanıtlan­ madı ama muhalefetin para dağıttığı belgelidir. Muhalefetin birçok genci para­ lar vererek hatta dışarılarda eğiterek kendi emellerine alet ettiği açıktır. Bu yalnız Venezüella'da değil artık Latin Amerika genelinde yaygınlaşıyor. Sivil toplum örgütleri, dışarıda finans kapi­ tal tarafından kurulan vakıflar, yardım


<N On “GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

dan atma değil bir yerlerden elde edil­ miş bilgilerdi. Aşırı sağ, faşist güçler bu insanları hedef tahtasına koyarak birilerini açık açık cinayete teşvik ediyor­ lar. Bu savaşta bir sınır tanımadıkları ortadadır. Silahlı kişiler ve hedef gösterilen kurbanları ile muhalefet daha güçlü, planlı bir saldırı peşindedir. Maduro iktidarını devirmek için daha şiddetli vurmaya ve taraftarlara korku verme, yıldırma ve ne olursa olsun hedefine ulaşmaya soyunmuştur. Hedefte şim­ di işçiler, memurlar vardır. Yoksul halk kesimlerine de saldırmaya başladılar. Halk liderleri işkence yapılıp öldürü­ lüyorlar. Savaş yükseliyor ve daha da tırmandırılabilir. Batı boyalı basınında hep Maduro'nun barışçıl göstericilere saldırdığı yazılıyor.

İKTİDAR CEPHESİNİN YENİ YOLU a) İktidar yandaşları sokakta Muhalefetin bundan önceki çeşit­ li protestolarında özellikle 43 kişinin öldüğü "Exit" protestolarında Maduro saldırılar karşısında halkı hep sakin olmaya çağırdı. Barriolardaki kendi taraftarlarına olayları sadece izlettirdi, sokaklara çağırmadı. Hep bir iç çatış­ madan çekindi. Ancak olayların sonu­ na gelindiğinde daha fazla üstlerine gelinirse barrioları, halk meclislerini, komün komitelerini sokaklara çağıra­ cağını açıklamıştı. Şimdiki protestolarda Maduro'nun tavrı farklıdır. Bunun iki nedeni olabilir. Bu kez hem muhalefet barriolara saldı­ rıyor, iktidar yanlılarını hedef almaktan çekinmiyor. Onları provoke ediyor. Öy­ leyse onlar da öz savunmalarını yap­ malı, güçlerini göstermelidirler. İkinci

olarak geçen sefer Maduro, taraftarla­ rını sokaklara dökmemekle epey eleş­ tiri aldı. Eğer onları sokaklara çağırsa olayların farklı gelişeceği söylendi. Şimdi iktidar yanlıları da sokaklardadır. Madem onlar iktidar yanlılarını sokağa dökmek istiyorlar o zaman hodri mey­ dandır. Tabi bunun başka bir nedeni de olabilir. O da artık komün komitele­ rinin, halk meclislerinin de olgunlaşmış ve politikleşmiş, öğrenmiş olmasıdır. Ya da bu nedenlerin hepsi bir aradadır. Muhalefet taraftarlarını sokaklara çağırdığında Maduro taraftarlarının da daha önceden planlanmış gösteri­ leri vardı. Komün pazarları, Venezüella devrimi kutlamalarının yıl dönümüne tüm gücüyle hazırlanıyordu. Maduro bu gösterileri iptal etmedi. Çoğu kez Karakas'ın bir bölgesinde ve genellik­ le merkezinde, zengin mahallelerde protestolar yapılırken artık PSUV taraf­ tarlarını da kentin başka yörelerinde gösteri yaparken görüyoruz. Kolluk kuvvetleri iki tarafın birbirleri ile kar­ şılaşmaması için büyük çabalar sarf ediyor. İktidar tarafı hep barışçıl, şenlik içinde kırmızı renkler, Chavez posterle­ ri ile gösterilerdeler. Şarkılar söylüyor, dans ediyorlar, spor gösterilerine ka­ tılıyorlar. Komünlerden, barriolardan gelen insanlar muhalefetin yaktılı yıktılı, kırdılı protestolarına karşı sokaklarda barışçıl güç gösterilerinde bulunuyor­ lar. İktidar yanlılarının sayıları genellik­ le daha kalabalık deniyor. Maduro da bunlara karışıyor, konuşmalar yapıyor. Politik olayları, muhalefetin yaptıkları­ nı, alınacak önlemleri anlatıyor. Maduro bu kez gerçekten farklı­ dır. Savunma pozisyonundan ince bir saldırı politikasına geçmiştir. Şimdi Maduro'nun son zamanlarda aldığı bu


kararlara ve neden saldırı konumunda olduğunu anlatmaya geçelim. Bunlar muhalefetin maskesini düşürücü bir dizi karardır.

b) Yerel seçimler

Maduro iktidar yanlılarının büyük 1 Mayıs kutlamalarında çok daha önem­ li bir kararını açıkladı. Politik açmazı çözmek için anayasanın kendine ver­ diği yetkiyi kullanarak Ulusal Anayasa Meclisi'ni toplanmaya çağırdı. Bunun anlamı nedir? 1999 yılında yazılan anayasada bazı düzenlemeler yapıla­ cak, eksik olan yerler doldurulacaktır. Ayrıca "Muhalefet bize başka seçenek bırakmadı" diyerek muhalefet protes­ tolarını gerekçe gösterdi. "Cumhuri­ yette gerekli barışı sağlamak ve faşist darbe girişimlerini yenmek için bu yet­ kimi kullanıyorum." dedi. (Venezuellanalysis.com Rachael Boothroyd Rojas,

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

c) Anayasada değişiklik

co On

Muhalefet protesto için sokakla­ ra döküldüğü sırada Maduro Seçim Kurulu'na önümüzdeki yıl içinde yerel seçimlerin yapımına hazırlanmaları ta­ limatını verdi. Geçen yıl aralık ayında yapılması gereken belediye ve eyalet seçimleri ertelenmişti. Muhalefetin büyük tepkileri ile karşılaşılmıştı. Tam protestolar sırasında Maduro bunun önünü açtı. Zamanlama dikkat çekici­ dir. Kararı muhalefetin protestolarını durdurmak, seslerini kesmek için al­ dığı düşünülemez. Sadece başka bir taktik gündemdedir. Ya Chavezcilere, barrio ve komünlere güveniyor ya da bu koşullarda güvenmekten başka şık­ kı yoktur. Kimilerine göre ülke güçler den­ gesinde bir değişiklik başladı. Kararın alınması komün meclislerinin güçlen­ diği ve bu nedenle asıl Chavezci lider­ lerin, sosyalizmi savunacak güçlerin seçimler sırasında eski, gerici liderlerin yerini alacağına güvenle bağlantılıdır. Maduro bunların önünü açmaktadır. Örgütlenen, gelişen komün konseyle­ rinin, meclislerinin devrimi savunacak­ larına inanıyor ve onların sahneye çık­ malarının önünü açıyor. Şimdiye kadar şikayet edilen PSUV içindeki gericiler, tutucular, bürokrat olanlar, rüşvet yi­ yenler temizlenecektir. PSUV tazelene­ cek, canlanacaktır. Maduro artık sokak iktidarlarına, komün konseylerine güvenmekte­ dir. Artık tabandaki yoksul halkların, işçilerin, köylülerin devrimden elde

ettikleri kazanımları vermek isteme­ yecekleri ve canları pahasına savuna­ caklarına inanılmakta, güvenilmektedir. Bu kesimler artık sokaklarda "Geri döndürmeyeceğiz!" diye bağırıyorlar. Geri döndürülmeyecek olan yeni libe­ ral politikalar ve savunucularıdır. Geri dönmesine izin verilmeyecek olan soygun düzenidir. Chavez kazanımları savunulacaktır. Sanırız Maduro'nun seçim kararı bu varsayımlara dayanmaktadır. Bunu destekleyen başka bir olgu da seçim kararına muhalefetin gösterdiği tepki ya da tepkisizliktir. Şimdiye kadar or­ talığı seçimler yapılmadı diye birbirine katanlar seçim haberine hiç sevinme­ diler ve ağızlarına bile almıyorlar. "Biz başkanlık seçimi istiyoruz." demekle yetiniyorlar. 2019 yılında yapılması ge­ reken başkanlık seçimlerinin öne alın­ masını istiyorlar. Yerel seçimler, eğer yapılabilirse, Maduro ve Bolivar Devri­ mi açısından önemli bir başarı ve sınav olacaktır.


On “GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

Venezuela's Maduro Calls for National Constituent Assembly to End Political Impasse, 2 Mayıs 2017) Yani ülkenin karşısına sürekli gelen bu olayları önle­ mek ve sorunu çözmek için anayasada değişiklikler gereklidir ve bunu halkın kendisi yazacak, karara bağlayacaktır. 1999 Anayasası'nı yazan komis­ yonda olan Anayasa Hakimi Herman Escarra da gerekçeleri şöyle açıkladı: "1999 anayasasını yazarken saftık. Şimdi gördüğümüz saldırıları bekle­ miyorduk." dedi ve ekledi "Anayasa Meclisi'ni toplamanın amacı yepyeni bir anayasa yazmak değil, devleti dö­ nüştürmektir. Meclisin önceliği son 18 yıldır devrim kazanımlarının güvenlik altına alınmasıdır." dedi. (a.y) Maduro yürürlükteki anayasada düzenlemesi gereken 9 alan olduğunu açıkladı. Yukarıdaki metinden alıntıya devam edelim: "Chavez'in olduğu kadar Maduro hükümetinin sosyal programları ile komün konseyleri ve komünlerin ye­ rel hükümetler olarak birleştirilmesi Magna Carta içine alınacaktır. Ayrıca Venezüella da 'post petrol' ekonomi kurulması, iklim değişikliğinin önü­ ne geçilmesinin kurumlaştırılmasına doğru anayasa da bir yöneliş olmalı­ dır" Değişiklikler arasında "post petrol" ekonomisi kurulması önemlidir. Vene­ züella yıllardır ekonomiyi çeşitli şekil­ lerde burjuvazinin elinden kurtarma­ ya, halk ekonomisini kurmaya çalışıyor. Bu konuda iktidarın yanlışları olsa da genel olarak burjuvazinin engelleri ile karşılaştığı gerçektir. Anayasaya bu doğrultuda bir madde konulması hem bu engellerin üstesinden gelmek hem de bu alanda daha yaptırımcı kararlar

almak istek ve ihtiyacını gösteriyor. Ay­ rıca iklim değişikliğine karşı maddeler olması da çok önemlidir. Bunlar ülke­ nin çıkarım endüstrisinde yerel halkla­ rın haklarına daha çok özen gösterme niyetini yansıtıyor. Bir de Latin Ameri­ ka'daki ilerici iktidarlardaki genel eği­ lime katılınmış olunacaktır. Burjuvazi artık sırf kâr güdüsüyle bir adım attı­ ğında uyması gerekecek başka kurallar olacaktır. Anayasa Meclisi kimlerden oluşa­ caktır? Alıntımıza devam edelim: "Devlet başkanı kitlelere meclisin 'halktan, işçilerden, feministlerden, ko­ müncülerden, kampesinos (yerli halk) ve gençler arasından seçilecekler tara­ fından kurulacağını açıkladı. //

"Meclis direkt olarak seçilen 500 üyeden oluşacaktır. Bunların 250 tane­ si ülke sosyal hareketlerinden seçile­ cektir." (a.y) Özetlersek var olan anayasaya halk tarafından daha halktan yana, devrim kazanımlarını sağlama alan eklemeler yapılacaktır. Ülkede bir faşist yükseliş vardır. Bolivar Devrimi saldırı altındadır ve yürürlükteki anayasa bu yaşananla­ rı öngörmediğinden iktidarın bunlara gerekli cevabı vermesini sağlayacak gerekli yasal hükümler yoktur. Şimdi bu boşluklar doldurulacak ve iktidar halka verilecektir. Maduro halka olan güveninin zirvesindedir. Başka şıkkı yoktur. "Buyurun, nasıl istiyorsanız ya­ pın" diyor. Burada bir şey daha eklemek müm­ kündür. Muhalefet Maduro'yu diktatör ve saldırgan ilan ederken sol kanatta burjuva muhalefete yeterince saldırı yapmamakla eleştiriyordu. Anayasa değişiklik isteği aslında Maduro'nun


d) Muhalefetin dış desteğine saldırı Maduro iktidarının diğer önemli bir hamlesi muhalefetin dış yardakçıları­ na yöneliktir. Maduro Venezüella'nın kendi kaderini tayin hakkına saldırdığı gerekçesi ile Amerika Devletler Örgütü OAS'dan çekilme kararı aldı. OAS geç­ mişten beri ABD'nin Latin Amerika'da­ ki çıkarlarını savunan bir örgüt olmuş, onun uşaklığını yapagelmiştir. Bo­ livya lideri Morales'e göre "OAS, ABD emperyalizminin en iyi aracıdır." OAS yolu ile bölgedeki ilerici rejimler yıkıl­ dı. ABD komut verir, bu örgüt kararlar alır ve söz konusu ülkede gericilik des­ teklenir. Küba yıllarca örgüt dışında

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

muhalefet kendine güvenmiyor mu? Anayasa Meclisi'ne kendi adamlarının giremeyeceğinden mi korkuyor? Sa­ nırız öyle. Tabi azınlıklar ve güçsüzler. Bakmayın çıkarttıkları toz dumana. Muhalefetin bir kez daha elinden sila­ hı alınmıştır. Artık "Anayasa değişsin!" diye bağıramayacaklardır. Aksine buna darbe diyorlar. Bolivar Devrimi açısından da risk­ ler olduğu su götürmez. Halklar eğer gerçekten bu 19 yıldır yaşadıklarından bir sonuç çıkardı ve bir şeyler öğrendi ise kendini gösterecektir. Maduro ikili iktidar savaşını sırf sokaklarda protes­ tolar ile değil politik arenada yapma­ ya davet ediyor. Onun kapısını açıyor. Halklar bu cehennem ortamında daha da politikleşecekler, dönen çıkar ilişki­ lerini daha iyi kavrayacaklardır. Bu artık devrimlerine sahip çıkmak için belki de son fırsattır. Maduro halkların yaşa­ nanları iyi değerlendireceğine inanıyor olmalıdır. Ya da gelinen noktada inan­ maktan başka seçenek görünmüyor.

m On

bu yasa ile ne kadar elinin bağlı oldu­ ğunu gösterir. Muhalefetin iddialarının aslında ne kadar yersiz olduğunu gös­ terir. Eğer Maduro sert davranabilse idi anayasa değişikliğine neden ihtiyaç duysun? Peki muhalefetin tepkisi ne oldu? Anayasada değişiklikler yapmak mu­ halefet tarafından bir darbe olarak ilan edildi. Daha çok sokaklara dökülerek tüm yolların kapatılması, Maduro'nun ne pahasına olursa olsun iktidardan indirilmesi çağrısı yapıldı. Artık sokak olaylarının protesto ötesinde bir vandalizm haline geldiğini bizzat şimdiki Meclis Başkanı açıklamaktadır. "Sokak­ taki direkler bile devriliyor. Her şey yı­ kılıp yakılıyor." diyor. Maduro aslında bu kararı ile mu­ halefetin elindeki başka bir silahı da almaktadır. 2015 seçimlerinden beri muhalefet anayasanın değiştirilmesi gerekliliğini savunuyordu. Seçim pro­ pagandalarında bunu dile getiriyor, "İktidar olunca anayasayı değiştirece­ ğiz." diyorlardı. Hatta aralarında ünlü muhalefet liderlerinin de olduğu 55 kişi ortak bir açıklamada yasallığı bit­ miş bir rejimi değiştirmek için Anayasa Meclisi'nin toplanmasını talep etmiş­ lerdi. "Peki o zaman, buyurun değiş­ tirelim." diyor Maduro ve şimdi bu bir darbe, bir komplo oluyor. Neden? Çünkü anayasadaki değişiklikler halk ve onun savunucuları tarafından ya­ pılacaktır? Olabilir. Onlar da halkın kazanımlarını ellerinden alacakları yeni liberal bir anayasa istemiyorlar mıydı? "Tamam sorun yok, hodri meydan!" diyor Maduro. "Siz de seçimlere katı­ lın. Siz de Anayasa Meclisi'ne girin ve birlikte boşlukları dolduralım." Seçim­ leri hakkı olanlar kazanacaktır. Acaba


'vO

On

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

bırakıldı, sonunda çağrıldığında da o girmedi. OAS Başkanı Luis Almagro şimdi­ ye kadar hep Venezüella muhalefet liderleri ile ağız birliği yaptı. Aynı mu­ halefet gibi Venezüella iktidarının de­ mokratik olmadığını, halkına karşı si­ lah kullandığını, insan haklarına saygı duymadığını söyledi. Muhalefet lider­ leri ile toplantılar, basın açıklamaları yaptı. Muhalefetin ülke içinde estirdiği terörü, uzlaşmaz tavrını hiçbir zaman görmedi. Son olaylar karşısında da Venezüella'ya karşı örgütün demokra­ tik 'charter'ını kullanarak onu örgütten atmak istedi. Örgütten atılan bir ülke­ ye ABD'nin müdahale etme hakkı ola­ bilir. Hatta örgüt Venezüella halklarını "bu anti-demokratik rejimin" zulmün­ den kurtarmak için ABD'yi askeri sal­ dırıya bile çağırabilir. Böylece, ABD de dünyanın en zengin petrol kaynakları olan ülkeyi eline geçirir. Kıtada yoksul halkları örgütleyen bu "çıbana" gerekli ders verilir. Önce Venezüella'nın topluluktan çıkartılma isteğinin gündemleştirilmesi gerekiyordu. Bunda bile katakulliler yapıldı. OAS lideri Venezüella dostu üye ülkelerin bu gündemi engelleye­ bileceğini düşünerek gündem kararını örgüt üyelerinin birkaçı ile aldı. Yani yasal olmayan bir gündem oluşturdu. İtirazlar sonucu bu olay püskürtüldü. Arkasından ABD, Venezüella dostu Haiti, Dominik vs. gibi küçük üyelere Venezüella'dan yana oy verirlerse yap­ tırım uygularım tehdidini yaptı. Sonuç­ ta Venezüella, 9 oy farkı ile gündemleşti. Örgütün önümüzdeki günlerde yapılacak toplantıda Venezüella'ya baskı yapmasının yolu açılacaktı. Maduro işte burada önemli bir

hamle yaptı ve ülkesini bu örgütten çekme kararı aldı. Böylece örgütün alacağı kararı işlevsiz hale getirerek ta­ nımayacağını bildirmiş oldu. Daha ile­ ri doğru bir adım daha attı. Chavez'in kurulmasına öncülük ettiği CELAC'ı (Latin Amerika ve Karayip Devletle­ ri Topluluğu) acil toplantıya çağırdı. Toplantının amacı ABD baskılarına karşı ülkelerin Venezüella'nın yanında örgütlenmesidir. CELAC toplantısın­ dan Bolivar Devrimi'ne destek çıktı ve "Venezüella halkları senin yanındayız." dediler. Bölgenin diğer ilerici ülkeleri de bu çıkış kararını "tarihi" olarak açık­ layıp Venezüella'nın arkasında dur­ dular. Küba, Rusya ve Çin ilk destek veren ülkeler arasındaydılar. Asya'nın 23 devrimci örgütü de açıkladıkları bir bildiri ile Venezüella halklarının arka­ sında durduklarını açıkladılar. (Links. org.au. Asia: Statement in defense of Venezuela's Bolivar Revolution- not to foreign intervetion.) OAS'dan çıkma kararına muhale­ fetin tepkisi diğer kararlara verdiği tepkiden farklı değildir. "Seçim, se­ çim!" dedi. "Al sana seçim!" deniyor, is­ temiyor. "Anayasa değiştirilsin!" diyor. "Peki, gel değiştirelim." diyorsun, ka­ çıyor. OAS'dan çıkma kararına da aynı tür tepki verdi. 2015 yılında Meclis'te çoğunluk oluşturduktan sonra kendisi OAS'tan çıkalım, diyordu. Başkanı dı­ şında bazı üyelerinin kendilerine bakı­ şından rahatsız oluyorlardı. Ama şimdi OAS aşığı oldular. Meclis Başkanı "Çok kötü bir karar, belki de bir darbe." diye yorumladı. Henrique Capriles bunun ülkeyi dünyadan izole etmek olduğu yorumunu getirdi. Neden? Chavez hayatta iken OAS'ı ABD hakimiyetinden kurtarma mü­


KOMÜNLER Venezuella'nın içine girdiği bu son durumda Bolivar Devrimi yani 21. yüz­ yıl sosyalizminin baş aktörü komünler artık gerçekten baş aktör olma sürecindedirler. Chavez son ünlü konuş­ masında "Ya komün ya hiç!" diyordu. Ülkenin kurtuluşunu komünlere bağ­ lamıştı. Öyleyse şimdi bunlar üstlerine düşen görevi yapabilecek durumda mıdırlar? Gelişkinlikleri nedir? İktidarı alabilecekler midir? İktidar olabilecek bilgi ve deneye sahip midirler? Tüm dünya devrimci hareketinin gözü ku-

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

zelim, diyen Maduro ve bundan kaçan muhalefettir. Yani barış isteyen iktidar iken ortalığı karıştıran çözümden yana olmayan muhalefettir. Bütün bunlar muhalefetin ne kadar yalan söylediği, dış basının olayları ne kadar tepesi tak­ lak anlattığına kanıttır. Venezüella halklarının önünde çok anlamlı bir ikili iktidar mücadelesi sür­ mektedir. Artık görmek isteyen herkes tarafları ve olayları görebilir. Maduro bu son kararları ile muhalefetin tutar­ sızlığını halklara gösterdiğini düşünü­ yor ve onları devreye sokuyor. Halkın artık burjuva muhalefetin emellerini anlamış olduğuna ve devrimini sa­ vunmak için var gücüyle çalışacağına inanmaktadır. Ya da başka tutunacak dal yoktur. İkili iktidarın vardığı son konak budur. Başka yol da yoktur. Ge­ çen seçimlere katılım düşüktü çünkü seçmenlerin çoğu ne yapacağını şaşır­ mıştı. Peki belki ekonomik zorluklara çare olur, hadi bir deneyelim diyenler onlara oy vermişlerdi. Ama sanırız bu son yaşadıkları asıl çözümün seçimlere katılıp devrimlerini savunmak olduğu­ nu gösterecektir.

On

cadelesi verdi. Kıtada bir pembe dev­ rimler dönemi başlamıştı ve ilerici hü­ kümetler iktidar oldular. O dönemde örgüt yavaş yavaş ABD güdümünden kopmaya başlamıştı. Hatta Küba'nın örgüte alınması ve ABD ambargoları­ nın kaldırılması kararları bile bu saye­ de alınabildi. Bu dönemde Venezüella muhalefeti ülkeyi bu örgütten çıkart­ ma çığlıkları atıyordu. Ancak geçtiği­ miz yıl Arjantin, Brezilya ve Peru'da ik­ tidara gericiler geldi ve OAS'ın dengesi bozuldu, gericilik çoğunluğu elde etti. İşte OAS ilerici iken Venezüella mu­ halefeti çıkmak istiyordu. Şimdi ama örgüt gericileşip Maduro çıkma kararı alınca muhalefet fikir değiştirdi ve bu çıkışı karalamaya başladı. Özetlersek Maduro muhalefeti çe­ lişkide bırakacak ve belki de var olan bölünmüşlüğünü daha da derinleşti­ recek bir dizi karar almıştır. Artık ikti­ dar yanlısı halklar da sokaklardadırlar. Farklı biçimlerde gösteriler yapıyorlar. İkincisi Maduro bir süredir ertelenen yerel ve belediye seçimlerini yapma kararı almıştır. Muhalefet pek sevinmiş gibi gözükmüyor. Üçüncüsü Maduro anayasada değişiklik kararı aldı. Yıllar­ dır anayasa değişikliği diye tutturanlar şimdi bunu darbe olarak görüyor ve elimizden gelse ülkeyi yakacağız diye çıldırmış vaziyette bağırıyorlar. Birden 1999 Bolivar Anayasası'nın savunu­ cusu oluverdiler. ABD güdümündeki OAS'tan çıkılmasına, dış desteklerin­ den birinden olacaklarından, karşı çıkıyorlar. Belki bir şey daha eklemek yerinde olacaktır. Maduro tüm bu ka­ rarları alırken muhalefete kapıları da sonuna kadar açıyor. Onları tekrar ma­ saya çağırıyor. Papa da şahididir. Otu­ ralım masaya ülkemizin sorunların çö­


00

On

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

lağı üstlerinde büyük bir tarihi görevle yüz yüzeler. Hem iyi hem de zor. Ülkede 31 milyon insandan yüz binlercesi 45 bin komünal konsey ve 1500 komün içinde örgütlenmişlerdir. Kimisinin adı var cismi yoktur. Kimisi de ciddi üretimler yapar. Çeşit çeşit. George Ciccariello-Maher "Komün İnşa Etmek" adında bir kitap yazdı ve komünleri iktidara karşı duruşları ile 4 sınıfa ayırıyor. (Building The Commu­ ne, Verso books, 2016) "Bazıları devlet ile yakın ilişki için­ dedir ve iktidar fonlarından büyük ölçüde yararlanırlar. İkinci gurup ise politik ve finansal otonomiyi tercih ederler ve bir kurum olarak gördükle­ ri devlete karşı, Chavez iktidarda iken bile daha radikal bir tavır alarak onu yolsuz ve yolsuzlaştırıcı olarak görür­ ler. Bir diğerleri ki burada işler daha da karışır, otoritelerini hatta silahları­ nı kendi özel çıkarları doğrultusunda alan kazanmak ve yer altı ticaret yap­ mak için kullanırlar. Bunlar yeterince karmaşık değilmiş gibi birçok kolektif saflarına polisleri ya da eski polisleri ki bazıları yolsuzluk ve şiddet kullanma gerekçeleriyle görevlerinde atılmışları, alırlar. Devlet ve tabandakiler arasın­ daki çizgi oldukça karışıktır." (s. 69-70) Karşımızda devrime inanan, yek­ pare bir komünler ağı görmüyoruz. Yeni liberal politikalar döneminde halkın kendini savunmak için bir araya gelmek zorunluluğundan gelişen ko­ münler o dönemin farklı etkilerini hala taşırlar. Kimisi kriminallerin elindedir. Kimisi polisi hiç kendi alanına sokmaz. Kimisi radikal devrimcidir. Kimisi de iktidara uyumludur. Hepsinin geçmiş sömürgecilik döneminden gelen farklı gerekçeleri vardır.

Ancak komünler son zamanlarda büyük tartışmalar yaşıyorlar. Ne olduk­ ları, iktidar içinde komün konseylerinin yeri, iktidar aşağıdan mı kurulur, yuka­ rıdan mı, devlet ne olacaktır, sosyalizm nedir, komünlerin görevi nedir vs. vs hararetli tartışmalar yaşanmaktadır. En son olarak da komün devleti ve burju­ va devleti tartışmaları büyük gerilimler ortaya çıkarttı. Bütün bu tartışmalar Komünler Yasası'ndan çıkıyor. Çünkü çok iddialı yasaya göre iktidar komünlere geçe­ cek ülke komün devleti olacaktır. "Bir­ çok komün bu öngörüden kalkarak kendilerinin özel sektör ya da kamu sektöründen daha iyi yönetebilecekle­ rini kanıtlamak istiyor. Ayrıca ülkedeki her belediyenin şimdilerde yerel ko­ mün konseylerini canlandırması ve ko­ münleri direkt temsile katma yüküm­ lülükleri var. ... Bu konseylerin belediye bütçesini denetleme yetkisi genellikle yerel valiler tarafından engelliyordu, oysa bugün belediye bütçeleri eski devlet ve yeni devlet arasındaki çeliş­ kinin muharebe alanı olmuştur." (S.130) Kitabın 2016 yılında yayınlandığını düşünürsek komünlerin günümüze kadar, iktidar olma konusunda çok şey tartıştıkları söylenebilir. Ekonomik alanda da komünler epey yol katetmişlerdir. Ekonomik sorunlarının yerelde gözetiminden kalkarak spekülatörleri, bürokratları, kaçakçılığı, depolamayı, rüşveti daha yakından anlamış ve çözümü kendi de­ netimlerindeki komünlerde bulmuşlar. Bu durumda, diyor Maher: "Yolsuz ithal sektörü güvenilmez­ liğini kanıtladı ve Bolivar Devrimi için komünler daha çekici, daha güvenilir kurumlar olarak görülmeye başlan­


Sonuçta Venezüella yeni bir dö­ nemece daha girmiştir. Zaten yolu ne zaman düz, pürüzsüz oldu ki? İki­ li iktidarın tüm zorluklarını yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Ancak bu son dönemeç daha öncekilerden önemli farklar taşımaktadır. Bunu iyi görmek gerekir. Muhalefet bu kez barriolardaki yoksul ve Chavezci halklara da saldı­ rarak onları terörize etmekten medet

“GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

SONUÇ

umuyor. Maduro da bu kartı görüyor, Bolivar Devrimi yanlılarını da bu dö­ vüşe çağırıyor. Onların katılım yollarını sonuna kadar açıyor. İç savaş çıkabilir korkusu ile onları barriolarında tutmu­ yor. Seslerini çıkarmalarını istiyor ve buna zemin hazırlıyor. Halkı politik arenada aktif olmaya çağırıyor: "Tehlikeleri gördünüz, ona göre bir anayasa yapalım. Petrolsüz bir ekonomi kuralım. Seçimlerde kendi kaderinizi belirleyin. Komünlerinizde, konseylerinizde beğenmediğiniz, size ayak bağı olan kişileri atın ve gerçek­ ten sizi temsil eden kişileri seçin ve devleti yönetmeye soyunun. Muha­ lefeti görüyorsunuz nasıl ayak sürçü­ yorlar. Bir dedikleri diğerini tutmuyor. Yaptıkları ile söyledikleri farklıdır. Bun­ ları ortaya koyduk. Artık iş size kalıyor. Hodri meydan!" diyor. Bu göreve ne kadar hazırlar? Ger­ çekten karşılarındaki bu dış güçlerle beslenen, ekonomik gücü olan muha­ lefeti alt edebilecekler midir? Şimdiye kadarki öğrendiklerinden bunu yapa­ cak güce gelmişler midir? 21. yüzyıl sosyalizmi bu ülkede sağlam temeller atmış mıdır? Maduro mevcut güç dengelerinde doğal olarak bir risk alıyor. Önümüzde­ ki süreçte bu denenecektir. Muhalefet güçlerinin tüm bu alınan kararlara kar­ şı olması da Maduro'nun doğru bir de­ ğerlendirme yaptığını düşündürüyor. Başka bir olasılık da muhalefetin ülkeyi ne seçim ne anayasa değişikliği­ ni yapamayacak kadar karıştırmasıdır. Bunu yapabilir mi, yapma cesaretini, gücünü gösterebilirler mi? Komünler bu oyuna gelmeme becerisini sergi­ leyebilirler mi? Bu kez taraflar kanlı bir iç savaş içine girebilirler mi? İşler daha

On On

dı. Bunlar yerelin ihtiyaçlarına göre üretim yaptıklarından komünler ken­ dilerini ekonomik savaşta en iyi silah olarak görmeye başladılar. Devlet bu sorunla baş edemedi." (s.131) "Hatta son aylarda komünlere ihracatçılara muhtaç olmadan kendi ihtiyaçları olan hammaddeleri ithal etme hakkı da ta­ nındı" Bu dağınık alıntılar ile amacımız çe­ şitli sorunlara bakış açıları ile komün­ lerin aslında ne kadar politikleştiği ve ülke sorunları ile ne kadar içli dışlı oldukları konusunda ufak bir fikir ve­ rebilmektir. Yaşanan bu 19 yıl içinde Chavez döneminde petrol fiyatların­ dan epey yararlandılar. Ama şimdi Ma­ duro döneminde düşük petrol fiyatları ve burjuvazinin ekonomik savaşı ile zor günler yaşıyorlar. Zorluk insanlara öğretiyor. Maduro iktidarı da öğren­ meleri doğrultusunda elinden geleni yapıyor ve sanki bu durum onları ikti­ dar olmaya hazırlamıştır. Tamam çok riskli bir dönem ama komünlere güvenmek zorundayız. Ciccariello-Maher de son olaylardan çok önce yazılmış kitabını şöyle bitiriyor: "Artık komünler üzerine iddiaya girme zamanı gelmiştir" (s.134)


o o “GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ”

kötüye gidebilir mi? Bu soruların yanıtı komünlerdedir. Olasılık dışı değildir ama biz pek bunu düşünmüyoruz. Düşünmüyo­ ruz çünkü muhalefetin sayısı hem çok değildir, para ve dış yardımlarla işleri­ ni yürütmeye çalışıyorlar. Oysa barrio halkları, komünler kendi haklı davaları peşindeler. Birçok komünde ve gös­ terilerde en çok söylenen slogan sizi "GERİ DÖNDÜRMEYECEĞİZ"dir. Muha­ lefetin yeni liberal politikalarına geri dönmesine izin vermeyeceklerdir. Son seçimlerde "Belki ekonomik sıkıntıla­ rımızdan kurtuluruz." diye onlara bir şans tanıdılar. O kadar! Yoksa Chaves'in onlara kazandırdıklarından vazgeçme­ yeceklerdir. Ayrıca yeni liberal politika­ lar yürüten iktidarlar Brezilya, Arjantin ve Peru'da geri geldi ve oradaki halk­ ların nasıl eskiyi aradıklarını ve bunun için sokaklarda protestolar yaptıklarını Venezüella halkları iyi görüyor olma­ lıdır. Kolombiya'da halk çıkarlarını sa­ vunan FARC ile devlet arasındaki barış görüşmelerinin sonuçları da ortadadır. Her gün onlarca ilerici lider öldürülü­ yor. Onlara benzemeden, yol yakınken iktidarlarını savunacaklardır. Yüreklerimiz ve desteğimiz Vene­ züella halkı ile olsun!



“B en im kiyleyaklaşıko laraka yn ı za m a n d aa yn ık o n u yuişlem işo la nça­ lışm alard anyaln ızcaikisi an ılm ayad e ğ e r: V icto rH u g o ’n u nN a p oleo n le p e t it ’s i ileP ro u d h o n ’u nC oup d ’e ta t’sı. “V icto rH u g o ,d arb e n inso ru m luyayın cısın ayö n elika cı vesö vg ü lerleye­ tin iyo r. O n u nçalışm asın d a, o layınken d isi, b u lu tsu zg ö k yü zü n d e nd ü şe n b iryıld ırımg ib ig ö rü n ü yo r. B uo layd a,yaln ızca, tekb irb ire yinşid d ete y­ le m in ig ö rü yo r. O n ad ü n yatarih in d ee şi b e n ze ri b u lu n m ayacakb irkişi­ sel g irişim cilikatfed erek, b ub ire yi kü çü ltm e kyerin eb ü yü ttü ğ ü n üfark e tm iyo r. P ro u d h o nised arb e yi ö n ce sin d e ki tarih sel g e lişm e n inb irso n u ­ cuo laraksu n m a yaçalışıyo r. A m ad a rb eh akkın d aki tarih sel yo ru m u ,o farkın avarm asab ile, d a rb ekah ram an ın ıntarih sel b irsavu n u su n ad ö ­ n ü şü yo r. B ö yle ce“n esn el”tarihyazıcılarım ızınh atasın ad ü şü yo r. B e n se , Fran sa’d akis ın ıf m ü ca d e le sin in , sıradan ve gülünç bir kişiliğin (vu rg u lar b izeait) ka h ra m a nro lü n üo yn am asın ım ü m k ü nkılanko şu lları veilişkile­ riyarattığ ın ıg ö ste riyo ru m .” Karl Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i’nin 1869 tarihli ikinci baskısına önsöz


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.