Bahar 2018
Politik Durum
“Göreneğin kanıtı, aşırı uyuşukluğun kanıtı, durgunluğun kanıtı bu. Oysa biz dünyayı yeniden kurmak istiyoruz. Yüz milyonlarca insanın sürüklendiği, yüzlerce ve yüzlerce milyonlarla ölçülen sermaye çıkarlarının karıştığı emperyalist dünya savaşına, insanlık tarihinin şimdiye kadar gördüğü devrimlerin en büyüğü olan proleter devrim gerçekleştirilmedikçe, gerçekten demokratik bir barış ile bitirilmesi olanaksız olan savaşa son vermek istiyoruz biz.
KAPİTALİZMİN KRİZİNDEN EZİLENLERİN DEVRİMİNİ ÜRETMEK!
Mehmet YILMAZER
Ve biz kendi kendimizden korkuyoruz. ‘Sevdiğimiz, alıştığımız’ kirli gömleğimizden ayrılamıyoruz! … LENİN Devrimimizde Proletaryanın Görevleri Petrograd, 10 Nisan 1917
SİYASİ DERGİ
Kirli gömleği atmanın zamanıdır, temiz çamaşır giymenin zamanıdır”.
Devrimin Güncelliği Üzerine M. Sinan MERT
Sovyet Devrimi Işığında Latin Amerika’da 21. Yüzyıl Sosyalizmi Ayşe TANSEVER
Orta Amerika, ABD Politikası ve Grenada Ayşe TANSEVER
Ekim Devrimi’nden Günümüze
Bahar 2018
l
10 TL
İNSANLIĞIN OLMAK YA DA OLMAMAK ANINDA ÇÜRÜYEN KAPİTALİZMİN KRİZİNDEN EZİLENLERİN DEVRİMİNİ ÜRETMEK!
Mehmet YILMAZER
Kızıl Ekim’e Bugünden Bakmak Aijaz AHMAD
Vahşi Zamanlar: 1917 Rus Devriminden Günümüz Devrimine Alvaro Garcia LINERA
İran’da Neler Oldu? Mehmet YILMAZER
Bahar 2018
Sosyalist Dayanışma Aylık Yerel Süreli Siyasi Dergi Mart Özel Sayısı 1 İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni H. Özgür Özcan Sorumlu Yazı İşleri Müdürü H. Özgür Özcan
Adres: Piyalepaşa Mah. Şark Sk. No: 15/A Beyoğlu / İstanbul İletişim: 0535 922 82 68 www.yolsiyasidergi.org info@yolsiyasidergi.org /yolsiyasidergi @yolsiyasidergi
*Kapak: Tahrir Meydanı’nda bir duvar. Basım Yeri: Yön Matbaacılık Adres: Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. B Blok 1. Kat No: 366 Topkapı- İST Tel: 0212 544 66 34
içindekiler Politik Durum Mehmet YILMAZER
7
Ekim Devrimi’nden Günümüze Mehmet YILMAZER
17
Devrimin Güncelliği Üzerine M. Sinan MERT
31
Kızıl Ekim’e Bugünden Bakmak Aijaz AHMAD Çeviren Muzaffer KAYA
47
Sovyet Devrimi Işığında Latin Amerika’da 21. Yüzyıl Sosyalizmi Ayşe TANSEVER
57
91
Vahşi Zamanlar: 1917 Rus Devriminden Günümüz Devrimine Alvaro Garcia LINERA Çevirenler: A. TANSEVER, M. YILMAZER, M. KAYA Orta Amerika, ABD Politikası ve Grenada Ayşe TANSEVER İran’da Neler Oldu? Mehmet YILMAZER
134
141
Merhaba, YOL emekçileri sizlere bu yeni sayıyla bir kez daha Merhaba diyor. Kapitalizm 2008 krizi gibi geniş kapsamlı bir çöküş sonrasında kendisini yeniden üretmeyi başarabilecek mi? Krizin ilk yıllarında çöküşün yansımaları olarak büyük halk hareketleri ile karşı karşıya kaldık. 2013 yılında Türkiye’de de Gezi İsyanı böylesi bir momentin parçası olarak yaşandı. Bugün içinden çıkılması güç bir kaosa dönüşen Arap Baharı, Tunus’ta ve Mısır’da baskıcı rejimler kadar sosyal düzenin de sorgulanmasına yol açtı. Kriz dalgalarının en sert vurduğu Güney Avrupa ülkelerinde meydan hareketleri sosyal düzende dönüşüm talep eden, açıkça adını koyarak kapitalizme karşı alternatifler yaratmaya soyundular. Rojava’da da doğrudan demokrasi ve alternatif ekonomi deneyimleri savaşın ortasında hayata geçirilmeye çalışılıyordu. 2010’ların ilk yarısı bu anlamda gelecek açısından anlamlı bir arayışı ortaya çıkardı. 2010’ların ikinci yarısının açılışı olarak 5 Temmuz 2015 Yunanistan referandumu sonrasında AB Troykası’nın alternatifi ezme girişiminin başarıya ulaştığı anı alabiliriz. 2010’ların ikinci yarısı küresel finans kapitalin karşı devrimci reaksiyon dalgasına sahne oluyor. Devrimci bir programın istikrar ve inandırıcılık kazanamaması ezilenlerin öfkesinin sağ popülist, ırkçı-milliyetçi-dinci siyasi liderleri büyütmesine yol açtığını görüyoruz. Neofaşist hareketler dünyanın birçok ülkesinde zemin kazanıyor. Artık bir post demokrasi evresine geçildiği, toplumsal çatışmaların parlamenter biçimlerin soğurucu çerçevesinde değil de zorun ve açık güç savaşının belirleyiciliğinde yaşanacağı bir döneme giriyoruz. Küresel güçler arasında yükselen tansiyon ise bu çatışmaların küresel sermaye sisteminin mimarisini sarsabilecek savaşlara kapı açabileceğini akla getiriyor. Ezilenler bu kaotik ortamda kendi adlarına bir seçeneği temsil eder hale gelebilecekler mi yoksa egemen sınıfların kendi iç çatışmalarında ve milliyetçi boğazlaşmalarda sahaya ilk sürülen piyonlar olarak mı kalacaklar? Ezilenler, giderek yönetilemez bir hal almakta olan dünya ahvalinden kendileri için bir dünya yaratmak için mi yararlanacaklar yoksa çöken gök kubbenin altında mı kalacaklar? Kapitalizmin insanlığa vaat edecek hiçbir şeyi kalmamış bir sosyal düzen olması, ezilenlerin politik öznesi tarafından aşılamadığı sürece kendisini teknolojik cilalarla parlatarak zombileşmiş bir biçimde ayakta kalabileceği gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Ezilenlerin önündeki en büyük engellerden bir tanesi neo-liberalizmin toplumları çözme kapasitesini boşa düşürecek yeni örgütlenme deneyimi yaratmakta yaşadıkları tıkanıklıklar. Bu tarz örgütlenmelerle ilgili olanak ve tıkanıklıkların en belirgin bir biçimde bir arada gözlemlendiği Latin Amerika’da yaşanan gelişmeleri bu sayımızda Ayşe Tansever’in kaleminden takip edebileceksiniz. Neo-liberalizmin salt bir ekonomi politikası olmadığı, toplumları atomize eden bir zihniyet dayatması olduğu artık çok daha açık bir biçimde görülebiliyor. Ezilenlerin 2008 krizinin yarattığı olanağı bir yeni dünya imkanına çevirmesi bu zihniyetin aşılabilmesi ile doğrudan ilişkili.
Ezilenleri kilitleyen bir diğer açmaz ise devrimin artık ihtimal dışında olduğuna dair Arendtçi, Hallowayci liberal takıntıdır. İnsanlığın “ya devrim ya yok oluş” ikilemine giderek daha çok sıkıştığı bir dönemde ezilenler devrimin güncelliği fikrine kazanılmalıdır. YOL’un bu sayısı bu anlamda bir katkıyı amaçlamaktadır. Devrimin hala hak ettiği oranda bir seçenek haline gelememesinde hiç kuşku yok ki geçmiş sosyalizm deneyimlerinden öğrenerek yeterli bilinçli sıçraması oluşturamamış olmamızın da büyük payı var. Mehmet Yılmazer 19 yıl önce “Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Çağı’na ne oldu?” isimli kitabının önsözünde şu çağrıda bulunmuştu: “‘Tehlikeli sınırlarda’ dolaşmak pahasına acımasız pratiğin öğreticiliğinden sonuçlar çıkartmak gerekiyor.” (s, 14) Şurası çok açık ki sosyalizmin ekonomisi ve sosyalizmde devlet-toplum ilişkisi başlıklarında çok daha kayda değer bir teorik gelişme sağlayamadan devrimin ezilenler açısından ilk seçenek haline gelmesini umamayız. Devrim iddiasına sahip her politik-komünist aktör bu alanlarda derinleşmek, ezberlerini aşmak zorundadır. YOL’daki yazıların genelinde böylesi bir arayışın olduğunu gözlemlemek bizler açısından umut vericidir. Ezilenlerin kolektif aklının, omuzlarında insanlığın geleceğinin sorumluluğu ile bu umudu daha da büyüteceğinden hiçbir şüphemiz yok. Lenin Şubat 1917 Devrimi’nden birkaç ay önce Zürih’te verdiği bir seminerde kendi kuşağının devrimin şiddetli savaşlarına tanık olma ihtimalinin düşük olduğunu söylemişti. Bu sözlerinden birkaç ay sonra Nisan Tezleri ile yüzyılın yönünü tayin edecek bir politik müdahaleyi, insanlık tarihinin en önemli bilinç sıçramalarından birini gerçekleştirerek yapmayı başardı. Bugün 2008 krizinden çıkılabildiği safsatasının o yalanı uyduranları bile ikna edemediği, küresel güçlerin Suriye savaşında birbirlerine pazularını şişirdiği, nükleer cephaneliklerini aktif hale getirdikleri, görülmeyen uçakların, kıtalar aşan roketlerin, kıyamet bombalarının gündemi kapladığı bir dönemde yaşanan olası çöküşlerden yararlanabilecek zihinsel ve örgütsel dirilikte miyiz? Yaşananlara devrimi sahneye çağıran bir kakafoni olarak bakabiliyor muyuz? Aklını buradan kurmaya başlayan her okur, YOL’un Devrimin Güncelliği sayısının en anlamlı karşılığı olacaktır.
POLİTİK DURUM Mehmet YILMAZER
YAKLAŞAN SAVAŞ
7 POLİTİK DURUM
The Economist’in birkaç hafta önceki sayısında ana konu “The Next War”dı. Özellikle Batı dünyasında son zamanlarda bölgesel savaşları aşan bir savaş olasılığı sık sık gündeme gelmeye başladı. Economist’ten önce 2017’de Amerikan RAND Corporation “Tehlikeli Dünyada ABD’nin Askeri Yetenekleri ve Gücü” konulu kapsamlı bir rapor hazırlamıştı. Hatta bazı Amerikan generalleri “yaklaşan bir savaşta Amerika’nın yenilebileceğini” ileri sürdüler. “Yaygınlık ve derinlik açısından ikinci dünya savaşından beri görülmeyen karşıtlık bir kez daha olasıdır. Dünya hazır değildir.” …Amerika başarılı bir yönetimle “20 yıllık stratejik sürüklenme”sine bir son vermelidir. “İddia edildiği gibi yönetim Rusya ve Çin’in ekmeğine yağ sürmektedir.” (The Economist, 25 Ocak 18) Gerçekten dünya güçler dengesindeki değişimler açısından son 20 yıl önemlidir. Ancak yaklaşık 20 yıl önce ABD stratejik olarak sürüklenen konumda değildi. Clinton dönemi (1993-2001) için bu kısmen söylenebilir. O dönemde ABD, dünyayı bir “süper güç” olarak “tek başına mı, yoksa batılı dostlarıyla birlikte mi” yöneteceği konusunda kesin bir karara varmamıştı. Ancak oğul Bush döneminde (2001-2009) tablo tümüyle değişti. Bunun nedeni ikiz kulelere yapılan saldırı ile Amerikan stratejisindeki köklü değişimdir. Bu tarihte “uluslararası teröre karşı savaş” başlatıldı. Ardından Afganistan ve Irak’ın işgali geldi. ABD dünyayı kendi stratejisinin ardından sürüklemeye so-
yundu. Fakat daha baştan sorunlar başladı; İngiltere hariç tüm Avrupa Irak’ın işgaline karşı çıktı. Aslında ekonomik olarak 1980’li yıllarla birlikte ABD ve İngiltere “küreselleşme” ile dünyayı peşinde sürüklemeyi başarmıştı. Neoliberalizme ve küreselleşmeye hem Avrupa hem de Japonya hiç de gönüllü değillerdi. Sonra bu dalgaya katılmak zorunda kaldılar. ABD, kendi stratejisi ardından dünyayı bir de iki binli yılların başında sürüklemeye kalkıştı. Ancak bu kez sürükleme gücünün yeterli olmadığı ortaya çıktı. Irak işgalinin batağa doğru gitmeye başlamasıyla kendi başlattığı fırtınanın içinde sürüklenmeye başladı. Bunların tümünün iflasının yaşandığı yıl: 2008 büyük bunalımının patladığı yıldır. Küreselleşme ve neoliberalizmin iflası yaşanırken; Amerika da Irak işgalinin yarattığı bataklıkta gerçekten stratejik olarak sürüklenmeye başlamıştı. Bu yıllar “çok kutuplu dünya” kavramının siyasete girdiği, farklı güç merkezlerinin su yüzüne çıktığı yıllar oldu. Çin ve Rusya ufuk çizgisinde görünmeye başladılar. Önceki güç hesaplarında adları geçmeyen bu ülkeler o tarihten itibaren gündemden hiç düşmediler. Bush Amerika’sı 2001 sonrası kendini dünyaya dayattıkça, güç ve mevzi kaybetmeye başladı. Obama dönemi bu yamaç kayışının yaşandığı yıllar oldu. The National Interest dergisinin onursal başkanı M. Greenberg Amerika’nın durumunu çok iyi özetliyor: “Hayatım boyunca ülkeyi hiç bu kadar bölünmüş görmedim. İki tümüyle farklı ülke. Dönüşü
8 POLİTİK DURUM
elde edinceye kadar düşmeye devam edeceğiz. ABD ve Çin’in müttefik olduğu bir dünya Rusya ve Çin’in müttefik olduğu bir dünyadan çok daha güvenli bir dünyadır.” (The National Interest, Ocak/Şubat 2018, Maurice R. Greenberg) Amerikalıların “iyimserliği” ünlüdür. Ancak Amerika belki de bu en önemli moral değerini artık kaybetmektedir. Üstelik bu erozyon birkaç yılın değil yaklaşık on beş yılın işidir. Bu iyimserlik rüyasının yıkımı Trump’la yaşanıyor. “America first” diyen, ülkesindeki yabancıları aşağılayan, dünyaya dar kafalı bir müteahhit gözüyle bakan Trump gökten inmedi. Amerika’nın yıllar süren düşüşü bu adamı yarattı. M. Greenberg’in dediği gibi “bö-
doğumun çocukları oldular. Üstelik Franco ve Salazar oldukça uzun ömürlü çıktı. Günümüz “ikiye bölünmesi”nin altında sadece derinleşen ekonomik bunalım yatmıyor. Aynı zamanda Batılı merkezlerin taşımakla öğündükleri moral ve siyasi değerlerin de erimesi söz konusudur. Berlin duvarının yıkılışından sonra neoliberalizm pervasızca soygununu arttırdı. O kadar ki, bugün artık zenginlerin zirvesi Davos’ta bile dünyadaki bu kutuplaşmaya çözüm yolları konuşuluyor. Konuşulmak zorunda kalınıyor demek daha doğru olur. Merkezlerle “üçüncü dünya” arasındaki uçurum dünya tarihte görülmedik ölçüde derinleşti. Emperyalist merkezlerin dünyayı sömürme yolları klasik sömürge-
Üçyüz yılı bulan sömürgecilik gerçeğinin bugün bir kazancı varsa, bu işi üç yüzyıldır yapanların yoksul dünyada itibarlarını yitirmeleridir. Bu alanı yavaş yavaş Çin ve Rusya’nın doldurmakta olduğu artık açık bir gerçektir. Çin ve Rusya, emperyalizmin üç yüz yıldır yaptıklarını tekrarlama şansına sahip değildir. Nasıl bir yoldan yürünecektir? lünmüş, iki farklı ülke” artık Amerikan rüyasının sonuna gelindiğinin işaretidir. Ülkelerdeki bu ikiye bölünme neredeyse genel bir olgu halini almaktadır. Hangi ülkeye baksanız böyle bir bölünme görülebilir. Elbette bunun kapitalist merkezlerde yaşanması çok önemlidir. Herhalde “tarihin sonu”nu burada aramak gerekiyor. Fukuyama dünya insanlığının gelişim zirvesi olarak “liberal demokrasileri” görmüştü. Fakat bu zirveden sürekli çığ düşüyor, toprak kayması yaşanıyor. Demokrasilerin Kabe’si olarak bilinen bu merkezlerde “popülizm” ya da daha doğru tanımlamayla henüz olgunlaşmamış faşizm yükseliyor. Batı demokrasileri 1920’li yıllarda benzer bir doğum yapmıştı. Mussolini, Hitler, Franko, Salazar bu
cilik ve yeni sömürgecilik dönemlerinden sonra belli ölçüde bir tıkanmaya girdi. Bu dönemlerde sömürü, ideolojik ve siyasal örtülerle yürürdü. Vahşi dünyaya “uygarlık” götürdükleri iddiasındaydılar. Günümüz dünyasında artık böyle örtüler kalmadı. “İdeolojiler öldüğü” için sömürü bir moral örtüyle perdelenemiyor. Hala belli örtülemeler olsa da dünyada artık her şey açık, çıplak, çirkin bir şekilde yapılıyor. 21. yüzyılda üçüncü dünya ülkeleri gelişmiş Batı’ya eski hayranlığını çoktan bıraktı. Üçyüz yılı bulan sömürgecilik gerçeğinin bugün bir kazancı varsa, bu işi üç yüzyıldır yapanların yoksul dünyada itibarlarını yitirmeleridir. Bu alanı yavaş yavaş Çin ve Rusya’nın doldurmakta olduğu artık açık bir gerçektir. Çin ve Rusya,
onların zaaflarından yararlanarak faşizmin yükseltilmesi yolu da seçilirdi. Bu büyük gerilim süreçlerinin temel özelliği egemenlerin ve işçi kitlelerinin, yoksulların ufkunun kendi çıkarları açısından oldukça açık olmasıydı. Herkes kararlılıkla kendi yolunda yürümekten geri durmazdı. Soğuk Savaş yıllarında Amerika “Hür dünya”nın lideri olma iddiasındaydı. Kapitalist merkezler insanlığa tüketim cennetini vaat ediyorlardı. Neoliberalizmin ve küreselleşmenin iflasından sonra, yola çıkan Trump, eski arka bahçesi Latin Amerika’ya giderken, bir dönemin Monroe Doktrinini vaat etmekten başka bir şey yapamıyor. Üstelik bu ülkelerin ordularına “demokrasiye sahip çıkıp darbe yapmaları” çağrısında bile bulunabiliyor. Monroe Doktrini 1823’de Latin Amerika’yı Avrupalı “işgalcilerden” koruma iddiasındaydı. Tarih gösterdi ki, Avrupa’nın yağmacılarından “korunan” Latin Amerika, 19. yüzyıl boyunca ABD’nin dolaylı veya doğrudan işgaline uğradı. Bağımsızlık savaşları başlayıp Latin Kıtasına hızla yayıldığında -20. yüzyılın ortalarında- bu gidişe ABD’nin cevabı ünlü faşist askeri darbeler oldu. Neredeyse askeri darbenin uğramadığı Latin Amerika ülkesi kalmadı. Tillerson’un o günlere öykünmesi Washington’un “ideolojik” çaresizliğinin en iyi kanıtıdır. Bu kez Latin kıtası Avrupa’ya değil, Çin’e karşı “korunacaktır”. Elbette köprülerin altından çok sular aktı. Ülkede egemenlik sisteminde çatallanma, yeni emperyalist hedeflerin ideolojik örtülerinin yaratılamaması sonuç olarak stratejik sürüklenmeye yol açıyor. Amerika’nın stratejik hesapları Irak’ın işgalinden beri tutmuyor. Yanlış hesap Bağdat’tan döndü. Bu durum aynı zamanda bir başka geçekliğin de ifadesidir. Son on yıldır ABD liderliği erimektedir. İngiltere’nin liderliği yitirmesi 25 yılı al-
9 POLİTİK DURUM
emperyalizmin üç yüz yıldır yaptıklarını tekrarlama şansına sahip değildir. Nasıl bir yoldan yürünecektir? Bu sorunun cevabı henüz yok. Neoliberal ve küresel soygun dünyayı korkunç bir şekilde kutuplaştırırken merkezler de kendi içlerinde kutuplaşıyorlar. Sosyalist sistemin korkusuna ortaya çıkan refah devletleri eridikçe gelişmiş merkez ülkelerde kutuplaşma artıyor. Sosyal devletin moral ve siyasal değerlerinin yerini neoliberal bireyin bencil değerleri alıyor. Kapitalist merkezlerdeki “bölünme”, “iki ayrı ülke” olma sendromunun altında derinleşen ekonomik bunalım ve bugüne kadar gururla taşınan moral değerlerin erozyona uğraması yatıyor. Bunun anlamı egemen sistemin paralize olma yoluna girmesidir. 1970’li yıllardan beri merkezlerde finansın artan egemenliği son on yıldır dağılışa uğradı. 2008’de ekonomiler çok aşık oldukları, kutsal pazar ekonomisinden öldürücü bir darbe yediler. Hala ayağa kalkamadılar. ABD’deki sözde olumlu ekonomi rakamları kimseyi ikna etmeye yetmedi. Finans spekülasyonuyla geçen yıllarda sadece işçi sınıfı kaybetmekle kalmadı, refah devleti günlerinde semiren “orta sınıflar” da erimeye başladılar. Konum kaybeden orta sınıf ilk elden siyasal tepkisini aşırı sağa kayarak gösteriyor. Merkezlerdeki bu yükselişin tipik özelliği siyasi körlükleridir. Gelecek ufkunu kaybeden ve karamsarlaşan kitleler kendi derdine düşerek içine kapanmayı ilk refleks olarak gösteriyor. Merkez ülkelerdeki strateji yoksunluğunun nedeni geleceği görememekte yatıyor. Dünün dünyasında, kapitalist merkezlerin geliştiği dönemlerde, böyle köklü bunalım yıllarında çalışan kitleler ayaklanma yolunu tutardı; egemenler ise bu ülke içi gerilimi dünyaya savaşla taşımanın yollarını arar bulurlardı. Ayaklanmaların büyük tehditler yarattığı yerlerde,
10 POLİTİK DURUM
mıştı. Ancak bu devir teslim işlemeleri oldukça barışçıl yollardan yürümüştü. Londra, “güneş batmayan imparatorluğun” yükünü taşıyamaz hale gelmişti; dünya şimdi benzer bir süreçten geçiyor. Artık dünyanın yükü Washington’a ağır geliyor. Economist telaşla: “Amerika başarılı bir yönetimle “20 yıllık stratejik sürüklenme”sine bir son vermelidir.” buyuruyor. Çünkü geleceğe bakıldığında dünya liderliğindeki el değiştirmenin öncekinin kolaylığında olmayacağı görünüyor. Kıdemli Kapitalist merkezlerden yeni liderliği üstlenecek bir aday görünmüyor. Aslında Amerika “süper güç” sayıldığı 90’lı yıllardaki Körfez savaşından beri rakiplerinin yolunu kesmek için uğraşmaktadır. Bu strateji Irak işgaliyle zora girdi; 2008 bunalımı ile iflası kesinleşti. ABD, hatalı adımları ile kendine rakipler yaratıyor. İngiltere ABD arasındaki el değiştirmeyi iki dünya savaşı dışında düşünmek mümkün değildir. Birinci Emperyalist paylaşım savaşı İngiltere’nin güç kaybına yol açtı. Savaşın yıkıcı fırtınası Avrupa kıtasında eserken, Amerika kıtası gidişi kendine göre düzenleyecek ölçüde sakindi. Tarihe bakıldığında 1. Emperyalist paylaşım savaşı, dünyada egemenliğini kurmuş olan İngiltere ve müttefiklerine karşı arkadan yükselen yeni emperyalistlerin, Almanya ve İtalya’nın güneşin altındaki yerlerini istemeleriyle tetiklenmiştir. Günümüzde Batı dünyasının egemenlerine karşı arkadan gelenler Çin ve Rusya’dır. İhtiyatlı olmak kaydıyla arkadan gelenlere Hindistan da ilave edilebilir. Önceki paylaşım savaşlarında arkadan gelenler saldırgan konumundaydı; İngiltere dengeyi koruma derdindeydi. Bugüne baktığımızda güç kaybeden ABD, en saldırgan konumdadır. Çin ve Rusya’da, Almanya ve İtalya benzeri bir saldırganlık görünmüyor. Çünkü ABD ardından ge-
lenlere göre hala çok güçlüdür. Hepsinin toplam silah harcaması ABD’nin gerisindedir. Bu basit hesaptan hareketle yola çıkılması elbette çok yanıltıcı olur. Washington aynı mantıkla Berlin Duvarı’nın yıkılışı sonrasında kendisine yeni bir rakibin çıkışını engellemeyi temel stratejik yöneliş olarak belirlemişti. Fakat bu yolda attığı adımlar planladığının tam tersi sonuçlar yarattı. Şimdi hala çok güçlü olmasına dayanarak kendi aleyhine gelişen dengeyi bozmak için yeni adımlar mı atacaktır? Trump yönetimi bir yıllık sallantıdan sonra böyle bir adıma hazırlanıyor. Önce Ortadoğu’da Suudi krallığını ziyaret etti. Ardından Katar krizi ve Suudi saray darbesi geldi. Hatta bir de Lübnan Başbakanı Hariri, veliaht Selman tarafından tutsak alındı. Ancak bu acele girişim tutmadı. Yakın zamanda Latin Amerika, Ortadoğu turu gerçekleştirdi. Bu arada Tillerson bölgede sorun yaşadığı Ankara’ya da uğradı. Dünyanın gerilimli bölgelerine bakıldığında tansiyonun en yüksek olduğu yer Ortadoğu’dur. Fakat bu bölgedeki bilek güreşi dünya dengeleri açısından ne ölçüde etkili olabilir? Bölge 2003’den beri yaşadıklarından yeterince yorgun düşmüştür. Washington’un bölgedeki amacı tam belirgin olmasa da İran’ı yıpratmak ve Rusya’nın yolunu kesmek olarak görünüyor. Elbette bu hedefin içinde Hizbullah da vardır. Aslında bölgede en yorgun güçlerden birisi bizzat ABD’dir. Vesayet savaşıyla alan tutmaya çalışıyor. Gerilimin diğer en yüksek olduğu alan, Kore yarımadasında çok gürültü çıkmasına rağmen, Latin Amerika’dır. Kıtada iki binlerin başından beri yaşanan neoliberalizme karşı isyan dalgasının artık yorulduğu bir momentte Trump yönetimi Kıta’da saldırıya hazırlanıyor. Somut hedef Venezuela’dır. Venezuela hem 21. sosyalizminin öncülerindendir; hem de dünya-
Pasifik bölgesi gelecek dünya dengelerinin yazılacağı bir alandır. Ancak Avrupa hariç tüm büyük güçlerin bulunduğu bu bölgede politikanın çok incelikli yürütülmesi zorunluluktur. Yapısından dolayı kaba hataları taşıyamayacak ölçüde hassastır. Dünyanın bir diğer bölgesi Güney Asya en az Pasifik kadar önemlidir. Önemi Çin ve Hindistan’ın bulunmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Afganistan’dan Hindistan’a kadar uzanan dünya nüfusunun büyük bölümünün yaşadığı bir alandır. Kuzeyinde Çin’in olduğu düşünülürse dünya nüfusunun neredeyse yarısına yakını buradadır. Sadece bu kadar değil dünya yoksulluğunun Orta Afrika’dan sonra en yoğun olduğu dünya parçasıdır. Bu bölgede önemli olan Hindistan’ın konumudur. 2014 yılında seçilen Narendra Modi milliyetçi ve aynı zamanda liberal özellikler taşıyor. İktidara “önce ekonomi” parolasıyla geldi. Onunla birlikte “3. Cumhuriyetin” başladığı iddia ediliyor. (The Washington Quarterly, Yaz 2017, Abhijnan Rey) Hindistan Rusya ile silah anlaşmaları yaparken, Amerika ile de bu yolda görüşmeler yapıyor. Ayrıca Çin’in Bir Yol Bir Kuşak projesine şimdiye kadar katılmadı. Pravda yazarı Aidyn Mehtiyev, Hindistan’ı dolaştıktan sonra “Putin, Hindistan’ı Amerika’ya karşı sağlam bir müttefik olarak kazanamayabilir.” kanısına varmıştır. (Pravda, Ekim 2017) Öte yandan, “ABD, Avusturalya, Hindistan ve Japonya’nın bölgede alt yapı yatırımlarını tartıştıkları” haberi alınıyor. (Sputnik, 19.02.18) Dünya güçler dengesinde Hindistan’ın yeri gün geçtikçe daha fazla önem kazanmaktadır. Bilgisayar programcılığında ve makina sanayinde büyük bir potansiyele sahiptir. Son on yılda hızlı adımlar atmaktadır. Zenginliğin ve yoksulluğun böylesine içiçe yaşadığı ve aynı zamanda
11 POLİTİK DURUM
nın dördüncü büyük petrol rezervlerine sahiptir. Latin kıtasında Amerika’nın en çok canını sıkan gerçeklik Çin’in ilişkilerinin kendilerininkini geçmiş olmasıdır. Tillerson’un “Çin emperyalizmi”nden söz etmesi boşuna değildir. Elbette Çin ilişkilerini Amerika gibi kurmuyor. Kıtada en yoğun ilişkisi Bolivya ile. Yine Çin ve Rusya’nın Venezuela ile ilişkisi oldukça iyidir. Sonuç olarak, ABD arka bahçesine on beş yıldır söz geçiremiyor. İpleri yeniden ele almak için yola çıkmış olsa da bunu başarabileceği çok şüphelidir. Diğer gerilim alanı Kuzey Kore’dir. Burası Çin ve ABD gerilimin yansıma alanıdır. Kuzey Kore ile ilgili Washington’un her kopardığı kıyamet aslında Çin’le ilgilidir. Kuzey Güney ilişkisinde bir yumuşama olasılığı çıktığında Amerika hızlı bir şekilde bunun yolunu kesmektedir. Pasifik bölgesi eninde sonunda dünya kıyametinin kopacağı alandır. Çin, kendi bölgesinde etki alanını yıllardır arttırdı. Amerikan strateji kurumları sürekli Pasifik bölgesine ağırlık vermek gerektiği üzerine raporlar hazırlasalar da Beyaz Saray Irak’ta battığı bataktan bir türlü çıkamadığı için Pasifik bölgesine gerekli yönelişi yapamamıştır. Yazının başında M. Greenberg’in ağızından Amerikan stratejistlerinin önemli bir bölümünün tercihini aktarmıştım. “ABD ve Çin’in müttefik olduğu bir dünya Çin ve Rusya’nın müttefik olduğu bir dünyadan daha güvelidir.” Elbette bu “güvenli dünya” Amerika için böyledir. Dünyanın geri kalanı için ABD ve Çin ittifakı bir felaket anlamına gelir. Dünyadaki olaylar şimdilik böyle akmıyor. Çin hem Şanghay Beşlisi hem de BRICS ülkeleri içindedir. Ayrıca Bir Yol Bir Kuşak projesiyle özellikle Asya’da kendine önemli bir misyon yüklemektedir. Amerika’nın gönlünde yatan Çin’i desteğine alıp Rusya’yı kuşatma stratejisi şimdilik bir hayalden ibarettir.
12 POLİTİK DURUM
bazı alanlarda teknik gelişimin zirvelerinin zorlandığı bu ülkede gelişimin seyrinin nasıl evrileceğini kestirmek çok zordur. Ancak Hindistan’ın ağırlığının hangi yöne kayacağının dünya güçler dengesinde önemi çok büyüktür. Güney Asya’da Afganistan savaşı nedeniyle ABD ve Pakistan’ın ilişkileri iyice bozuldu. Irak işgali sonrasında Türkiye ile bozulduğu gibi…Pakistan’la Çin’in ilişkilerinde belirgin bir iyileşme görülüyor. Bölgedeki her değişim Hindistan ve Çin ilişkisine yansımaktadır. Pasifik ve Güney Asya birlikte ele alındığında dünya güçler dengesinde yeni kuruluşların bu alandaki değişimlere bağlı olduğu açıktır. Latin Amerika ve Ortadoğu’yu turlayan Trump yönetiminin bu bölge için de hazırlıkları olmalıdır. Ancak burada pervasız davranma şansına sahip değildir. Dünya güç dengelerinin uzak doğuya kaydığı artık biliniyor. Dünya sistemi eskisi gibi yeni bir liderlik mi yaratacaktır? Yoksa yaşanan “çok kutuplu dünya” geleceğin yeni düzeni mi olacaktır? ABD 20 yıldır yaşadığı “stratejik sürüklenme”den kurtulabilecek mi? Trump yönetimi bir yıllık karmaşadan sonra yeni adımlar atıyor. Bugünün dünyasında en önemli değişim budur. Çin ve Rusya’yı gerilimle “kuşatma” stratejisinin uygulanması için hazırlıklar yapılıyor. Bu noktadan bakıldığında ABD’nin genel stratejik mantığında bir değişim yoktur. Tüm dünyayı kendisinin en güçlü olduğu, silah ve havacılık alanına çekmek için bir kez daha yola çıkmış görünüyor. Ukrayna gerilimi ile Avrupa ve Rusya arasındaki ilişkileri dondurma, hatta bozma; Ortadoğu’da Suriye üzerinden İran’ı yıpratma ve Rusya’yı dengeleme; Pasifik ve Latin Amerika’da gerilim ve tehditlerle Çin’i kuşatma adımları atılıyor. Bu yolla ABD, dünyada kaybettiği güç ve itibarı yeniden kazanabilir mi? Soğuk
savaş yılları sona erdi. Ancak ABD hala o dönem stratejisinden yarar bekliyor. Üstelik köprülerin altından çok sular aktığı için tüm Batı dünyası “gelişmekte olan dünya”nın gözünde itibarını artık yitirmiştir. Bu tespit sadece lafta kalacak moral değerler seviyesinde değildir. Bunun bir güç karşılığı da vardır; o da on yıldır yaşanan “çok kutuplu dünya”dır. Bize en yakın bölgeye Ortadoğu’ya bakıldığında Batılı merkezlerin, hele yıpranmış “süper güç”ün nasıl zorlandığı, çoğu zaman çaresiz kaldığı ya da Economist’in dediği gibi “sürüklendiği” görülebilir. Trump yönetimi Soğuk savaş kalıntısı stratejisinin içine kendi yeni mantığını yerleştirmiş görünüyor. O da güç dengelerine bir müteahhit gözüyle bakmaktır. Ortadoğu’daki turlarından hep büyük silah anlaşmaları ile döndü. Daha ileriye nasıl gideceğini henüz görmedik. Soğuk savaş yıllarında, o günlerin dehşetli nükleer gerilimi içinde ABD yarattığı silahlanma yarışı ile Sovyetler Birliğinin kaynaklarına büyük bir darbe vurmayı başarmıştı. Savaştan büyük bir yıkımla çıkmış olan Sovyetler toplumsal kaynaklarını silahlanma yarışına aktardı. Bu konunun stratejik anlamı ve tartışılması bu yazının kapsamı dışındadır. Fakat sonuç olarak Amerika, Sovyet gelişmesinde bir stratejik sapma yaratmayı başardı. Bugün aynı yoldan gitmeye niyetlidir. Ancak bugün dünden iki yönden farklıdır. İlki, ABD Soğuk Savaş yıllarındaki kadar güçlü değildir. Dünyanın en borçlu ülkesidir; teknik olarak silahlanma dışında tüm alanlarda mevzi kaybetmiştir. İkincisi, o yıllarda bütün Batı dünyası ve Japonya Washington’un arkasında hizaya girmişti. ABD gerçekten dünya lideriydi. Bugün böyle bir liderlik söz konusu değildir. Kapitalist merkezler tartışmasız bir şekilde ABD’nin arkasında değildir. İkiz kulelerin yıkılması sonrasında ABD ve Avrupa arasında yaşanan kırılma devam ediyor.
AFRİN KURTARIR MI?
Yazıyı kaleme aldığımız sırada ÖSO ve TSK Afrin kent merkezine girmişti ve aynı anda “Çanakkale Zaferi”nin kutlamaları yapılıyordu. Sahnenin önünde bunlar yaşanırken arka planda seçim sandıkları görünüyordu. Türkiye faşizme doğru “büyük bir değişim” içinde. 16 Nisan referandumu bu yolda önemli bir adım oldu. Artık son
sahneye yaklaşılıyor. Yaklaşan seçimlerde değişimin yürütücü gücü seçilecek. Aslında bu süreç 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarını Saray’ın tanımadığı anda başladı ve devam ediyor. Üç yıla yakındır Saray politikayı gerilim ve savaş üzerine inşa ediyor. Araya “Allah’ın lütfu” “15 Temmuz darbesi” de girince AKP iktidarı için gerilim üzerine siyaset yürütmenin bütün yolları açılmış oldu. Ancak her araç gibi gerilim siyaseti de çok kullanılınca aşınmaya başladı. Devreye savaş sokuldu. Cerablus’dan sonra şimdi de Afrin operasyonu devreye girdi. Çıkartılan gürültüye bakılırsa iktidarın stratejisi tutmuş ve Saray’ı bir kez daha başkanlığa taşıyacakmış gibi görünüyor. Bu noktada “değişim”in temellerine bir kez daha bakmak gerekiyor. Siyasal İslam Cumhuriyet’le hesaplaşıyor. Bu hesaplaşma başlarda örtülü yürütülürken artık açık hale geldi. İstiklal Marşı’na yeni besteye ve Afrin için Mehter Marşı yaratmaya kadar geldi. Elbette süreç zikzaklarla yürüyor. Erdoğan son Anıtkabir ziyaretinde “yüce Atatürk” diyerek ulusalcılara el sallamıştı. Siyasal İslam’ın bazı tarikatlarının freni tutmayıp olmadık fetvalar vermeye başladıklarında Saray devreye girerek “İslam’ın güncellenmesi”nden söz etmek zorunda kaldı. Sonra bir U dönüşü yaparak “İslam’da reform olmaz” kutsal hakikatine geri döndü. Bunlar Cumhuriyet’le hesaplaşma yolunda aşılabilir yol kazalarıdır. Esas olana bakınca ana gidiş yeterince açıktır. Örtünmenin ilkokula indiği günlere gelindi. Bir dönem Kemalizm “muhafazakar” vatandaşlara ne yaptıysa şimdi benzerini siyasal İslam yapıyor. Bu değişim zorlamasının altında Kemalizm’in çöküşü ile ortaya çıkan ideolojik boşluk yatmaktadır. Ayrıca Cumhuriyet’in hedefi olan “batılılaşma”nın da iflas etmesiyle bu yol açılmıştır. Neoliberal dünyada “batı medeniyeti”nin nasıl bir şey olduğu
13 POLİTİK DURUM
Sonuç olarak, Soğuk Savaş yıllarından kalan strateji kalıntılarıyla Washington’un bugünü yönetmesi ve kaybettiklerini geriye kazanması hemen hemen imkansızdır. Ancak ABD köklü bir strateji değişimine gitmeyecekse bu imkansızı denemek zorundadır. Trump yönetimi züccaciyeci dükkanındaki bir fil gibi yola çıkmış görünüyor. Dünya güçler dengesinin diğer yüzüne baktığımızda tablo daha kesinleşir. Gerilim ve kuşatma politikalarıyla yola devam etmeye kararlı görünen Amerikan yönetimi, hemen hemen 30 yıldır dünya ekonomisinde rekabet gücünü sürekli kaybetmektedir. Silah, havacılık ve buna bağlı bilgisayar programcılığı dışında sürekli kaybetmiştir. Son on yılın gelişmelerine bakıldığında söz konusu alanlarda da artık bıçak sırtında gitmektedir. Amerika, bir ekonomistin söylediği gibi, “bahçesinde para kuyusu” olmak gibi büyük bir avantaja sahipti. Ancak artık doların dünya ekonomisindeki payı yüzde 60’a gerilemiştir. Para kuyusundaki su artık eskisi gibi bol değildir. Dünyada, özellikle şimdilik Çin ve ABD arasında nefes kesici bir bilimselteknik rekabet yaşanıyor. Amerika rakiplerini silahlanmaya çekerek bu rekabette soluklarının tükenmesini sağlayabilecek midir? “Tarih tekerrür etmez.” Ederse Marks’ın dediği gibi “birincisi trajedi, ikincisi maskaralık olur.”
14 POLİTİK DURUM
daha net ortaya çıkınca siyasal İslam dalgası güç kazanmıştır. Ancak bu dalganın Arap isyanlarıyla bir sınıra geldiği ortaya çıktı. Bölgede demokratik değerlerin yükselme işaretleri karşısında Amerika’nın liderliğinde ayaklanma ezildi. Geriye vitrini kurtaracak reformlar kaldı. Suudi Arabistan’da sözde reformlar yapılıyor. İran’da sosyal yaşamın İslami formlarla katılaşmasına karşı tepkiler birikiyor. Türkiye’de böyle bir tepki Gezi isyanı ile patlak vermişti. Geriletildi. Zaten o günlerden beri siyasal İslam kendi dönüşümünü zor ve gerilim üzerine oturttu. O günlerden beri öyle olaylar yaşandı ki, siyasal İslam, iktidarı kaybedince felakete sürükleneceği bir keyfiliğin içine battı. Saray için artık geriye dönüş yoktur. Siyasal İslam’ı iktidara getiren bir de önemli bir sosyal değişim yaşanmıştır. Bu değişim on beş yıl önce siyasal İslam’ı iktidara taşırken artık iktidardan edeceği bir başka birikime doğru yol almaktadır. Özal yıllarıyla birlikte kırdan kentlere hızlı bir göç başladı. Cumhuriyet tarihindeki bu ikinci büyük göç dalgası 80’lerin sonlarından günümüze kadar devam etmiştir. Büyük kentler bu göçlerle devasa kasabalara dönüşmüştür. Bu dönüşümün siyasal İslam’ın iktidar basamaklarını tır-
manmasında önemli bir rolü olmuştur. Günümüzde nüfusun %16’sı iki binden küçük yerleşim yerlerinde oturmaktadır; %84’ü kentlerde yaşamaktadır. Kırdan göçenlerin %51’i 500 binden büyük nüfuslu kentlerde, %33’ü 500 binden küçük kentlerde yaşamaktadır. AKP ile birlikte seçim sonrası haritaları istikrarlı bir şekilde üç farklı renge boyanıyordu. Kıyılar bir renk, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentler dahil orta Anadolu başka bir renk ve Kürt illeri farklı bir renge bürünüyordu. On beş yıldır aynı kalan bu harita boyanması artık değişme sinyalleri vermektedir. İstanbul ve Ankara renk değiştirmeye aday görünüyor. Bunun siyaset dilindeki karşılığı artık kasaba politikacılığı ve kültürüyle Türkiye’yi yönetmenin sınırlarına gelinmiş olmasıdır. 20 yıldır biriken bu değişimi Saray, gerilim ve savaşlarla bastırmaya çalışıyor. Bu sosyal toprak kaymasının etkilerini geçici olarak engellemek mümkün olsa da sonunda bu barajlama yıkılacaktır. Öte yandan Saray’ın yaratmaya çalıştığı yeni egemenlik sisteminde hala oturmayan bir başka gerçeklik vardır. Cumhuriyet yıllarında yaratılıp gürbüzleşmiş finans kapital hala ekonominin büyük bölümüne egemendir. MÜSİAD’tan
nüstü koşulları dayatıyor. Mücadele bu olağanüstü koşullara göre yapılmalıdır. Ülkedeki güç dengeleri, sınıfsal ve sosyal yapı ve dolayısıyla siyaset köklü kırılmaların eşiğindedir. Saray’ın kendi iktidarını ebedileştirme yükünü bu toplum ve ekonomi daha fazla taşıyamaz. Ancak kırılma nasıl ve nereden olacaktır? Halkların örgütlü öfkesinin ivmelendirdiği bir kırılma olması durumunda gelecek daha aydınlık; kendi iç düzenlemeleri ve “dış dünyadan” baskılar biçiminde gerçekleşirse gelecek daha karanlık olacaktır.
15 POLİTİK DURUM
TÜSİAD’a terfi önemsiz derecede azdır. İktidarın bütün rant yağmalarına rağmen bu böyledir. Üstelik AKP bu yolda bütün keyfilikleri yapmasına, kent rantlarını yandaşlarına dağıtmasına rağmen bu tabloda önemli bir kayma yaşanmamıştır. Öte yandan, siyasal İslam, iktidarını ebedileştirmek için “inşaat ya Resulullah” parolasından ileriye gidememiştir. Uluslararası pazarda rekabet gücüne sahip olan bir ekonomi yaratılamayınca cari açık Cumhuriyet tarihinin son elli yılını aşacak seviyeye yükselmiş, 549 milyar doları bulmuştur. Buna paralel olarak dış borçlar da AKP iktidarı yıllarında 129 milyar dolardan 438 milyara tırmanmıştır. Son yıllarda Körfez’den dolar gelmediği gibi, yabancı sermaye ülkeyi terk etmeye başlamıştır. Ankara’yı bugüne kadar bir ölçüde finanse eden kara musluklar artık kapanmıştır. Çok söylendiği için bir ölçüde insanları bıktırsa da ekonomi rekabet gücüne sahip bir seviyeye dönüşemediği için artık duvara doğru yol almaktadır. Ne savaş ne de tarikat fetvaları bu gidişi engelleme gücüne sahip değildir. Bu gidişi epeydir anketlerde gören Saray, en son ittifak yasası adı altında seçim kanunu değiştirdi. Ona rağmen sonuçlar garantili görünmüyor. Bu noktada “Afrin zaferi” Saray’ın alın yazısını değiştirebilir mi? Savaşla günlük politikanın her zaman hizaya sokulamadığının belirgin örnekleri tarihimizde vardır. 1923 sonrası, “Kurtuluş Savaşı”nı kazanmasına rağmen CHP, muhalefete düşmekten ancak muhalif partileri yasaklayarak kurtulmuştur. Yine İkinci Dünya Savaşı’na Türkiye’nin girişini engellemesine rağmen, milli şef 1950 seçimlerini kaybetmiştir. Saray, yeterli oyu garantileyemedikçe mevcut siyasal denklemde gerilim ve savaşın dozunu arttırmaktan başka bir yola sahip değildir. Cumhuriyet’in, Siyasal İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürülmesi olağa-
EKİM DEVRİMİ’NDEN GÜNÜMÜZE Mehmet YILMAZER
mücadele kadar yaratılan formüllerle de dövüşmek zorunda kaldı. Yıllar aktıkça, Ekim Devrimi 1940’lar sonrası bir dünya sistemine dönüşme yoluna girince formüller katılaştı, Marksizm zamanla canlı ruhunu yitirmeye başladı. Sosyalist mücadele II. Enternasyonalin çöküş yıllarında benzer bir durumla karşılaşmıştı. “Uzun barışçıl yıllar”dan sonra olaylar bir Emperyalist paylaşım savaşına doğru yönelince mücadelenin teorik ve pratik bayrağını taşıyan II. Enternasyonal çöktü. Ancak o günlerin devrimcileri bugünden çok şanslıydılar. Çok geçmeden kapıya Ekim Devrimi dayandı. Çöküşün teorik ve pratik sorunlarını hızla süpürdü. Sosyalist sistemin yıkılışı o günlerle benzerlikler taşısa da, esasında büyük farklılıklar içermektedir. Hem çöküşün büyüklüğü hem de derinliği açısından… Sosyalizmin yıkılışı pek çok başka dersin yanında çok önemli bir gerçekliği önümüze koydu. Teori ve pratik ilişkisinin nasıl büyük ve derin kopmalar yaşayabileceğini gösterdi. Bilimsel gelişmeler tarihinde bunun oldukça fazla örneği vardır. Ancak sosyal mücadeleler alanında örnekler aynı zamanda insanlık için pratik yaşamda büyük acılar anlamına gelmektedir. İnsanlık tarihinde düşünce ve pratiğin kopması defalarca gerçekleşmişti, ancak en büyüğü Avrupa Ortaçağı olarak adlandırılan dönemde yaşanmıştır. İnsanlık Antik Yunanla birlikte soyut düşünme yeteneği kazanmadan önce pratik düşünürdü. Elbette Sümerlerle başlayan uygarlık ilk soyut kavramlarını yarattı. Tapınaklar, tanrılar, para ve hat-
17 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
Ekim Devrimi’nin 100. yılında sadece onun tarihinden söz etmek yeterli olmaz. “Dünyayı sarsan” bir devrim 70 yıl sonra yine dünyayı sarsan bir şekilde son buldu. İnsanlık 20.yüzyıla Ekim Devrimi ile girmişti; aynı yüzyılı onun yıkılışı ile kapadı. 21. yüzyılda henüz dünyayı sarsan yeni devrimler yaşamadık. Devrimler çağı kapandı mı? Eğer kapandıysa Ekim Devrimi’ne dönüp bakmanın bir anlamı olmazdı. Ancak bu konuda derin tahlillere bile gerek yok. Kapitalizmin Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra yarattığı neoliberal dünya düzeni, devrimler için birikim yaratmaya çoktan başladı. Hatta gezegenimiz sadece bir sosyal devrimler sorunuyla değil, ekolojik bir yıkım sorunuyla da karşı karşıyadır. Kapitalizm sonsuza kadar sürmeyecek! Sorun yeni devrimlerin nasıl ve hangi yollardan yürüyerek gerçekleşeceğindedir. 21. yüzyıl devrimcileri Ekim Devrimi’nin yıkılışı ile Marksizm’de açılan gedikleri onarmak; sadece onarmak değil, teoriyi daha da yetkinleştirmekle yükümlüdür. Bir geçiş döneminde olduğumuz yeterince açıktır. Elimizde hazır “formüllerden” hemen hiçbirisi kalmadı. Zaten Marksizm hazır formül üretme alanı değildi; ancak uzun süre böyle kavrandı. Aydınlanma nasıl Tanrı’nın yerine “Aklı” geçirdi ise, sosyalistlerin büyük bir çoğunluğu da “Bilimsel Sosyalizmi” geçirdi. Ancak Bilim sadece formül üretme alanı değildi, tam tersine olaylarla çelişen formülleri yoğun bir çalışma ve cesaretle değiştirmek demekti. Fakat devrimciler, özellikle Ekim Devrimi sonrasında pratik
18 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
ta kanunlar ilk soyutlamalardır. Ancak bunlar hiçbir zaman kendi başına hareket edecek seviyeye yükselemedi; pratikle bağı çok güçlü ve sürekliydi. Antik Yunanla birlikte soyut düşünce gelişince, düşünce kendi içinde hareket etme, bir anlamda pratikten kopma özgürlüğü ve imkânına kavuştu. Bu özgürlüğünü en uzun ve güçlü bir şekilde Avrupa Ortaçağında kullandı. Düşünce, Tanrı’nın yüce katlarında dolaşırken yeryüzünde pratik farklı akıyordu. Bu büyük kopma aydınlanma sancısı ile aşıldı. Böylece düşünce yeryüzüne indi, hatta Tanrı’yı tahtından ederek yerine aklı koydu. Avrupa Ortaçağı ölçüsünde büyük olmasa da benzer bir kopuş Sosyalizmin kuruluş yıllarından sonra yaşanmaya başlandı. Sosyalizm düşüncesi zenginliğini ve canlılığını yitirerek gittikçe katılaştı. Bunun en belirgin göstergesi ustalardan “alıntı savaşları”dır. Olaylar kalıplara uymadığında kalıplar değil olaylar feda edildi. Böylece katman katman formül yığınları biriktikçe pratik gelişimden kopuldu. “Kapitalizmden sosyalizme geçiş çağı”ndaydık; 1990’larda yaşanan restorasyonu -geriye dönüşü- nasıl açıklayacağız? Nasıl ki, Avrupa Ortaçağında yaşanan kopuşun en önemli sonucu “Tanrının ölümü” olduysa; Sosyalizmdeki kopuşun sonucu da sosyalizme geçiş çağının ölümü oldu. Bu büyük sonuçtan kurtulmak için genellikle seçilen bir yol vardır: “Yıkılan sosyalizm değil, reel sosyalizmdir” tespitiyle işin içinden çıkmak! Keşke bu “reel” kavramı bizi bu zorlu sorundan kurtarabilse… Komünist Manifesto ile başlayan bir tarihsel süreçte insanlık yeni bir gelecek tasarladı. Ancak pratikte ulaşılan tasarlanana, teoride öngörülene uymayınca, teoriye bakmak yerine bir kere daha pratik feda edildi. “Reel”, gerçek, pratikte yaşanan demektir; ancak bu “gerçek” rast-
lantı sonucu ortaya çıkmaz, insanın teorik öngörüsüyle yürüttüğü pratik mücadele sonunda ortaya çıkar. Tasarlananla varılan gerçekliğin farklı olması “düş kırıklığı” yaratabilir; ancak yaşam böyle yürüyor. Bir inşaat projesinde bile uygulama bazı noktalarda projeden “sapar”. Hele toplumsal projeler için bu bir anlamda kaçınılmaz olarak böyledir. Yaşamın kendisi demek olan teori ve pratik arasındaki bağları irdelenmek yerine pratik olgular “reel” kavramı içinde küçümsenmektedir. İnsan bir kez “Akla” kavuşunca defalarca pratiği küçümsedi. Uydurulan “reel” kavramı bundan başka bir anlama gelmiyor. Marks’ın Paris Komünü ayaklanması öncesi ve sonrası tavrı iyi bilinir. Hazırlıksız bir ayaklanma olasılığına karşı eleştirel tavır alır, ancak ayaklanma bir kez patlayınca “gökyüzüne şaha kalkan” Komünarları destekler. Daha da öteye Komün deneyinden işçi sınıfı iktidarı ile ilgili önemli dersler çıkartır. Bu konuda Lenin’de de çok çarpıcı bir örnek vardır. Rus devriminin lideri “Ne Yapmalı?” günlerinde, yani mücadele için temel hazırlık yıllarında “devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” şiarıyla yola çıkmıştı. Şubat devrimi sonrası “burjuva devriminin” durumu üzerine tartışmalar yoğunlaştığında 1917 Nisanında “Taktik Üzerine Mektuplar”ında Parti stratejisiyle çeliştiğini ileri sürenlere Faust’tan alıntı yaparak şöyle cevap verir: “Teori gridir dostum, yaşamın sonsuz ağacı ise yeşildir.” Devrimciler burjuva pragmatizmini reddederler, ancak teorik öngörüler ile pratik veya prensip sağlamlığı ile taktik esneklik arasındaki ilişkiyi kurabilmek onların en zorlu görevidir. Bu görev bir “reel” kavramı ile aşılamayacağı gibi, teori ve pratiğin bağını koparmakla skolastiğin yolunu açar. Ekim Devrimi’nin başarısına ve yetmiş yıl sonra yıkılışına bakarken, yöntem olarak teori ile pratiğin ilişkisini irdelemek
temel yaklaşım olmalıdır. Düşünce ve pratiğin kopmasının sancılı bir yolla onarılabileceğini insanlık tarihindeki örneklerden biliyoruz. Bu bir akademik araştırmayla veya bir makaleyle bitecek bir iş değildir. Yaşadığımız dönemin özelliklerini de kavrayarak bir sentez yaratmak gerekiyor.
Ekim Devrimi Nasıl Başarılı Oldu?
Ekim Devrimi kendinden sonraki pek çok mücadeleye örnek olsa da onun koşulları çok özgündür. Savaş koşulları bu özgünlüğün belki de en önemlisidir. Fakat Rusya’da kapitalizmin gelişmesi onun esas biricik yönünü oluşturuyor. Serflik ilişkilerinin olduğu geniş bir tarım ülkesinde kapitalizm kısa sürede çok hızlı gelişmiştir. İşçi sınıfı büyük nicelikler halinde iki kente Petesburg ve Moskova’ya yığılmıştır. Üstelik adeta bir ordu yığınağı gibi belli bölgelerde yoğunlaşmıştır. Öte yandan Lenin’in III. Enternasyonalde Alman komünistleri ile tartışırken söylediği gibi Çarlık çürümüş ve bu nedenle siyasi olarak çok önemli hatalar yaparak adeta devrimin yolunu döşemiştir. Bu şartların içinden Rus devrimcilerinin mücadeleye teorik ve pratik hazırlanışları elbette ders çıkartılması gereken en önemli yöndür. Bunları bir kaç noktada toplamak mümkündür. İlki, Rus devrimcilerinin orijinalliği kendilerinden sonra bir modele dönüşecek Partinin inşasıdır. Oysa o yıllarda II. Enternasyonal’in lideri konumundaki Alman Sosyal Demokrat Partisinin mücadelesi kıta Avrupa’sında öne çıkmıştı. Buna rağmen Lenin, Alman Sosyal Demokratlarının mücadelesinden yararlansa da, tamamen Rusya’ya özgü bir örgütlenme biçimi yaratmıştır. İkincisi, Rus Devrimcileri Paris Komününün derslerini iyi kavramış, özellikle iktidar, devletin parçalanması ko-
20 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
nularında Marks’ın çıkardığı sonuçları içselleştirmişlerdir. Bu konuda II. Enternasyonal içinde yoğun tartışmalar olmuştur. Lenin, devlet ve devrim konusundaki temel görüşlerini Komün derslerinden çıkartmıştır. Üçüncü ders, 1905 devriminden çıkartılanlardır. Lenin’in dediği gibi devrim Bolşevikleri “hazırlıksız yakalamıştır.” Öncülük edemeyip devrimin büyük çekim gücü içinde davranmışlardır. Devrim ve kitle ilişkisi 1905’ten Lenin’in çıkarttığı en önemli derstir. Kitleler “kahramanları” değil, kendisi ile sıkı bağları olan örgütlenmeleri dikkate almışlardır. 1905 devrimi Bolşeviklerin devrim stratejilerinin daha yetkinleşmesinde büyük rol oynamıştır. Lenin bu dersleri “ Demokratik Devrimde Sosyal Demokratların İki Taktiği” kitabında toplamıştır. Menşeviklerin burjuva devrimin ufkunu aşamayışları, demokratik devrim ve sosyalist devrimin bağlarını kuramayışları Partideki ayrılığı bir tüzük maddesinde daha öteye stratejik bir zemine taşımıştır. Bolşevikler 1905 devrimi olaylarından stratejik sonuçlar çıkartarak adeta Ekim Devrimi’ne hazırlık yapıyorlardı. Dördüncü ders, Bolşeviklerin mücadele yıllarında belki de attığı en önemli teorik adım I. ve II. Enternasyonallerin stratejik bakış açısı olan “Kıtada Devrim” yaklaşımından “tek ülkede devrim” stratejik yaklaşımına geçişidir. Lenin 1915 yılında “Avrupa Birleşik Devletleri Sloganı Üzerine” makalesinde ilk kez bu konuya değinmiştir. Kapitalizmin “eşitsiz gelişimi” gerçeğini temel alarak Kıtada Topyekûn Devrim stratejik yaklaşımından tek ülkede devrime önemli bir stratejik geçiş yapmıştır. Bu yıllar aynı zamanda II. Enternasyonalin çöküş yıllarıdır. Bolşevikler bu büyük çöküşün altında kalmamış, tam tersine tarihin sayfalarına gömülecek olan II. Enternasyonalden Zimmerwald Konferansı ile kopuş yap-
mış, III. Enternasyonalin kuruluşu için harekete geçmiştir. Bu kopuş “kıtada devrim” sorununa yeni bir yaklaşım getiriyordu; aynı zamanda sosyalistlerin bir emperyalist savaşa karşı tavrını inşa ediyordu. Bu iki çok önemli konuda doğru noktada duramayan sosyalistler ardından gelen yıllarda acı yenilgiler aldılar. Koca II. Enternasyonal, içinden çürümüş bir ağaç gibi devrilirken, henüz cılız da olsa bir yenisi 1915’de Zimmerwald’da şekilleniyordu. Bir bakıma 1917 Ekim Devrimi’nin hazırlıkları burada başlamıştı. Beşinci ders, Bolşeviklerin Şubat devriminden çıkarttıkları derslerdir. Şubat ve Ekim arası inanılmaz hareketli ve eşsiz günlerdeki taktik adımlara girmeden stratejik büyük adımı öne çıkartmak konumuz açısından uygun olur. Bu kısa sekiz dokuz aylık dönemde ikili iktidar deneyimi, barışçıl geçişe imkân tanıma, temmuzda erken ayaklanma tuzağına karşı Bolşeviklerin soğukkanlı taktikleri başarıya giden yolda önemli rol oynamıştır. Ancak yaşamsal önemde olan, Şubat devriminde burjuvazinin rolünün Bolşevikler tarafından doğru tespit edilmesidir. Nisan’a gelindiğinde burjuva devriminin artık Rusya’da atacağı bir adımın kalmadığının Bolşevik partisi içinde yoğun tartışmalarla karara bağlanması ve sosyalist devrime hazırlık yapılması kararı, tarihi öneme sahip bir stratejik dönüm noktasıdır. Lenin’in ünlü “Nisan tezleri” adeta Ekim Devrimi’nin kaderini belirleyen teorik-stratejik bir hazırlıktır. “Dünyayı sarsan on gün”e gelebilmek için Lenin’in, Nisan tezleri ile önce yoldaşlarını köklü bir şekilde sarsması gerekmiştir. Burjuva demokratik devriminin nasıl olup da Şubat sonrası bir kaç ayda tamamlandığını kavrayıp kavramamak devrimin geleceği için yaşamsal önemde olan bir bilinç sıçramasıydı. Elbette Rus burjuva devrimi sadece Şubat sonrası bir
bu konu etkisini sürekli göstermektedir. Dönemin en tipik siyasal ürünü olan postmodernizmin insanlığa geleceği tasarlamaktan vazgeçmesini salık vermesi ve sadece “anı” yaşamayı öne çıkartması yıkılışın şok dalgalarının insanlığın bilincinde yarattığı izlerdir. Yine “başka bir dünya mümkün” sloganı ardından giderken yeni düzenin iktidarı almadan, mevcut devleti tasfiye etmeden yaratılabileceğini ilerine sürmenin de yıkılışın şok dalgalarının altında kalan bir bilinç seviyesi olduğu bilinmelidir. Başarmak için önce “yenildiğimiz yere gitmek” zorundayız. Sosyalizm neredeyse
Türkiye devrimci hareketinin strateji tartışmaları yaptığı yıllarla karşılaştırırsak köklü bir farkla karşılaşırız. Devrimci hareket genel olarak ülkenin orijinal yanlarına göre strateji ve parti inşa etmek yerine; daha çok o gün aktüel olan diğer dünya deneylerinin kopya edilmesiyle uğraştı. genel olarak ülkenin orijinal yanlarına göre strateji ve parti inşa etmek yerine; daha çok o gün aktüel olan diğer dünya deneylerinin kopya edilmesiyle uğraştı. Çıkıştaki bu önemli stratejik hata Devrimci hareketi 12 Eylül faşizmine kadar izledi.
Yıkılışın Nedenleri
Devrim süreciyle sonrası, yani kuruluş ve düzenin sürdürülmesi dönemleri çok farklı özellikler taşır. Ekim Devrimi’nden günümüzde bir devrim imkânına baktığımızda yıkılışın nedenleri doğrudan konunun içine girmez. Ancak yetmiş yıllık bir süreden sonra bir yıkılış yaşanması dünyada devrimci mücadele sürecini doğrudan etkiler. Yıkılışın nedenleri yeterince aydınlatılmaz, bir alın yazısı olup olmadığı çözümlenemez ise mücadeleye yeniden hazırlık inmelenir. Berlin Duvarının yıkılışından beri
bir dünya sistemine doğru büyürken neden yıkıldı? “Sovyetler Birliği’ndeki dramatik değişimin asıl nedeni sosyalist pratiğin hata ve eksiklikleri değil, Gorbaçov’un başını çektiği bir grup yetkilinin Marksizm ve sosyalizmin temel ilkelerini terk etmesi ve ‘hümanist’ demokratik sosyalist çizgiyi uygulamaya girişmeleridir.” (Geleceğin Sosyalizmi, Edit. Zeng Zhisheng, s.79) Pekin Renmin Üniversitesi bünyesindeki “Marksizm Araştırmaları Bölümü” öğretim görevlilerinin yaptığı bir çalışmada yapılan bu tespit sorunu ortadan kaldırmakta, yerine “bir grup yetkilinin” hatalı tercihini koymaktadır. Bu tespit Çin’den yapılınca ayrı bir anlam kazanıyor. Ancak soruna cevap olabiliyor mu? Koca bir sistem “bir grup yetkilinin” “sosyalizmin temel ilkelerini” terk etmesi ile nasıl yıkılabiliyor? Bu sistemin kendini koruyup güçlendirecek, yenileyecek baş-
21 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
kaç ayda tükenmemişti. Aslında bu süreç 1905 devrimi yıllarında başlamıştı ancak Rus burjuvazisinin soluğunun tükenişi en keskin bir şekilde Şubat 1917 sonrası açıklık kazanmıştır. Elbette bu açıklık bir bakıma sadece Bolşevikler için geçerliydi. Bu keskin öngörü ile Bolşevikler kitleleri Ekim Devrimi’ne hazırlarken, diğer siyasal parti ve gruplar hala Kerenski’den beklenti içindeydiler. Nisan’daki bu tarihsel stratejik dönüş Ekim’i hazırlamıştır. Bu dersleri çok kısa bir şekilde, Türkiye devrimci hareketinin strateji tartışmaları yaptığı yıllarla karşılaştırırsak köklü bir farkla karşılaşırız. Devrimci hareket
22 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
ka mekanizmaları yok mu? Varsa bir grup yetkili nasıl ortaya çıkıp sistemi uçuruma götürebiliyor? Bu sorular sorulduğunda ister istemez bu “bir grup yetkilinin” ortaya çıkış nedenleri, büyük bir gücü ellerinde nasıl toplayabildikleri açıklanması gereken sorunlar olarak önümüze sıralanır. Buralara girilince de, konu kişilerden çıkıp, sistemin işleyiş özelliklerine gelir. Gorbaçov ve ekibi yerine bir başkası olsaydı yıkılış olmadan sistem kendini yenileyebilir miydi? Bu soruya nasıl cevap verilirse verilsin sonuç spekülasyondan öteye gidemez. Fakat konuya bir başka açıdan bakıldığında bazı önemli sonuçlar çıkartılabilir. Çin Komünist Parti yönetimi süreci kendi anlayışına göre yönetmiş, siyasal sistem bir yıkıma uğramadan Çin Halk Cumhuriyeti bir reform sürecine girmiştir. Ancak olanlara baktığımızda Çin’de pek çok alanda kapitalizme geri dönüş yaşandığı görülüyor. Küba’da da Çin ölçüsünde değilse de, bazı kapitalist uygulamalara geri dönüşler yaşanıyor. Bir olgu her yerde karşımıza çıkıyor. Sosyalist dünyada ister sistem yıkılsın, isterse siyasal yapı olarak korunsun, tıkanmanın aşılması için belli ölçülerde kapitalizme geri dönüş yaşanıyor. Bunun bir
cevabı olması gerekir. Çin, Sovyetlerden farklı olarak tıkanma sürecini aşmak için kapitalist uygulamalara geri dönüşü Parti iradesiyle yürütüyor. Fakat sonuç olarak sosyalist bir ülkede kırk yıllık bir iktidar sürecinden sonra da olsa, kapitalizm ekonomi ve sosyal yaşamın içine güçlü bir şekilde geri dönüyor. Çin örneğinde bu geriye dönüş nasıl sonuçlanacaktır? Henüz bilmiyoruz. Siyasal iktidar tıkanmayı bu geri dönüşle aşarak daha yetkin bir sosyalist topluma mı geçecektir? Bu geçiş sürecinde siyasal iradeyi de yitirip kapitalizme tümüyle geri mi dönülecektir? Bu sorunun cevabı sadece Çin’in değil, insanlığın geleceği için de büyük önem taşıyor. Sosyalist ülkelerin yaşadığı bir gerçek vardır. Sistemin tıkanışı ya topyekûn kapitalizme geri dönüşü getirmiştir ya da siyasal iktidar korunsa da ekonomi ve sosyal yaşamda güçlü bir şekilde kapitalizme geri dönüş yaşanmaktadır. Bu geri dönüşün nedenleri ortaya konulamadıkça sosyalist bir geleceği tasarlamak, insanları ikna etmek ve yetkin adımlar atmak mümkün olmayacaktır. Bugün dünyadaki yoksul ve zengin kutuplaşması tarihinde hiç olmadık zirvelere tırmanmasına rağmen, insanlık hala “başka bir dünya mümkün”
tik yaşamda gerçekleşenler arasındaki açı artmaya başlamıştı. Ardından gelen yıllarda bu açı hiç kapanmadan sürekli büyüdü. 1960’larda Kruşçef yıllarında merkezi planlamanın yetkilerinin bir kısmının bölgelere devredilmesi tartışıldı, ancak bir değişime gidilmedi. Brejnev’in yönetime gelmesiyle 1930’larda şekillenen kalıplar değişmeden 90’lı yıllara kadar geldi. Bu katılaşma yıkılışı hazırlamıştır. “Yaşanan deneyler üretim araçlarında özel mülkiyetin varlığının sürmesinin üretici güçlerin gelişimini durdurmadığını göstermektedir; aynı şekilde üretim araçları üzerinde toplumsal mülkiyetin üretici güçlerin gelişimini hızlandırdığı kanıtlanmamıştır. Aksine, bu iki mülkiyet şekli arasında bir karşılaştırma yapıldığında özel mülkiyetin avantajları ortaya çıkmaktadır.”, “Pratik deneyler sosyalist ülkelerde ortaya çıkan ekonomik krizlerin, kapitalist ülkelerde olduğundan çok daha geniş çaplı olumsuz etkiler yarattığını göstermiştir. Pratik deneylere bakıldığında, kapitalist üretimin anarşik yapısı krizlere yol açmakla birlikte, bu krizlerin asıl nedeni pazar ekonomisi değildir; aksine bu krizlerin nedeni ekonomideki aşırı merkezileşmedir.”(a.y, Edit. Zeng Zhisheng, s.59) Polonya Birleşik İşçi Partisi yönetiminden akademisyen Adam Schaff ’ın sosyalizmin deneyleriyle ilgili bu görüşleri bazı can alıcı noktalara değinse de, fazlaca yüzeysel kalıyor. “Toplumsal mülkiyetin üretici güçlerin gelişimini hızlandırdığı kanıtlanmamıştır” tespiti sürecin sadece bir dönemini anlatıyor. Sosyalizmin kuruluş yıllarından 60’lara kadar toplumsal mülkiyet üretici güçlerin gelişimine büyük bir hız kazandırmıştır. 1930’lu yılların ikinci yarısında başlayan işçiler arasındaki Stehanof Hareketi üretimde büyük sıçramalar yaratmıştır. Sonra sönümlense de, üretimdeki hız 60’lı yıllara kadar devam etmiştir. Özellikle 70’li yıllarda çok açık hale gelen üretim ve top-
23 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
parolasından öteye “nasıl bir dünya?” hedefine geçememiştir. Sosyalist sistemin yıkılışını basit bir nedene indirgemek elbette hata olur. Fakat yıkılış için onlarca nedeni alt alta sıralamak da anlamlı olmaz. Örneğin geri ülkede sosyalizmin inşasının yarattığı zorluklar; soğuk savaş dengelerinde emperyalizmin zorlamasıyla kaynakları silahlanmaya harcamak durumunda kalmak inşa sürecini bozan etkenlerden sayılabilir. Genellikle tartışmalarda, devasa bir “bürokrasi”nin ortaya çıkması, küçük meta üretimin bozucu etkileri veya “kara ekonomi” yıkılış için neden olarak sayılabiliyor. Ancak bütün bunlar farklı nedenlerle tıkanan, işlemeyen sosyalist bir düzende ortaya çıkan sonuçlardır. Bunları da içine alan farklı bir derinlik olmalıdır. Sosyalist sisteme bakıldığında üretim sisteminin bir müddet hız aldıktan sonra tıkanma yaşamaya başladığı açıkça görülebiliyor. Sovyetlerde bu tıkanma 1960’lı yıllara denk düşer. Ancak o yıllarda çeşitli tartışmalar yapılmasına ve çıkış yolları aranmasına rağmen sosyalizmin varsayılan temel kalıpları dışına çıkılma endişesiyle, işlemeyen sistem yürütülmeye çalışılmıştır. Sonuçta hastalık derinleşmiş, sistem kireçlenmiştir. Burada ortaya çıkan pek çok semptomun arasında kaybolmamak için sistemin tıkanışının temelinde yatanı seçebilmek gerekiyor. Marksizm’in temel tezlerinden olaya bakıldığında üretim araçları ile üretim ilişkilerinin durumundan yola çıkmak en doğrusudur. Sosyalizmde, kapitalizmin yıkılışını getiren üretim araçları ve üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin ortadan kalkacağı öngörüsü, sosyalist inşa sürecinde büyük bir sınavdan geçmiştir. Bu öngörü 90’lı yıllarda gördüğümüz gibi sınavı geçememiştir. Bir tarih belirlemek zor olsa da, Sovyetler Birliği için 1960’lı yıllarda sosyalist inşanın temel varsayımları ile pra-
24 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
lumsal yaşamdaki kireçlenmenin nedenlerine bakınca üretim ilişkilerinin üretici güçleri nasıl engellediği görülebilir. 70’li yıllar Sovyet ekonomisinde özel bir döneme işaret eder. O zamanki adıyla “bilimsel teknik devrimle” üretimde köklü bir değişim kapıya dayanmıştır. Sadece Sovyetler değil, bütün kapitalist merkezler de bu değişim sancısı içine girmişlerdir. Ancak Sovyetler bütün denemelerine rağmen bu geçişi yapamamıştır. Üretici güçlerdeki gelişme üretim ilişkilerinin zincirlerini aşamamıştır. Kapitalizmde üretici güçleri, insan ve teknik; üretim ilişkilerini ise, pazar ve özel mülkiyet olarak özetleyebiliriz. Sosyalizmde de insan ve teknik üretici güçtür. Üretim ilişkileri ise merkezi planlama ve devlet mülkiyeti olarak değişmiştir. Kapitalizmde üretici güçlerin gelişmesinin başlıca iki motoru olmuştur. Kapitalistler arası rekabet ve kapitalistlerle işçi sınıf arasındaki mücadele, teknik yenilenmeyi ve üretim tarzı değişimini zorlamıştır. Sosyalizmde üretici güçlerin gelişimi neredeyse bütünüyle merkezi planlamaya kalmıştır. Bunun yanına Stehanof Hareketi gibi bilinçli işçi hareketini de ilave edebiliriz. Ancak bu hareket Sovyet tarihinde bir kez daha tekrarlanmamıştır. Tersine gündelik yaşamda iş disiplini büyük bozulmalara uğramıştır. Kapitalizmde üretici güçlerin gelişimi toplumsal yapıda var olan zorlayıcı güçler tarafından tetiklenirken; sosyalizmde böyle dışarıdan gelen bir zor yoktur. Üretici güçlerin gelişimi esas olarak merkezi planlama eliyle yürümüştür. Aynı zamanda işyeri komitelerindeki tartışmalardan ortaya çıkan önerilerin de, sürece çok zayıf bir etkisi olmuştur. Sonuç olarak sosyalizmde üretici güçlerin geliştirilmesi ve uygulanması tamamıyla bilinçli insan davranışına kalmıştır. Kısa sayılamayacak Sovyet deneyi bize böyle bir bilincin yaratılmasının ve pratiğe geçirilmesinin
alışkanlıklarla büyük ve uzun bir savaş gerektirdiğini gösterdi. Kapitalizmdeki iflas ve işsizlik tehdidi gibi zor araçlarının yerini sadece bilincin almasıyla, disiplin ve yaratıcılığın ortaya çıkabileceğini düşünmenin büyük bir yanılgı olduğunu yaşananlar göstermiştir. Merkezi planlama bir dönem sonra, üretim sürecinde başlıca üç deformasyon yaratmıştır. Planlama üretimde verimliliği yeterince kontrol edemeyince Sovyet ekonomisinde Gorbaçov yıllarına gelindiğinde tüm işletmelerin sadece yarısı toplumsal artı değer üretir durumdayken, diğer yarısı sübvansiyonla yani suni teneffüsle yaşar durumdaydı. Bu gerçekliği gündelik iş yaşamına tercüme ettiğimizde bir işçi artı değer üretirken, diğeri onun yarattığı ile yaşıyordu. Bu durum zamanla çalışma disiplinini ve ahlakını bozmuştur. Bu bozulmaya devlet mülkiyetinin de engelleyici değil, güçlendirici bir etkisi olmuştur. İşçi sınıfı bir türlü kendisini üretim araçlarının sahibi gibi hissetmemiştir. İkinci deformasyon, merkezi planlama kendi iç çıkarları açısından dev işletmeler yaratarak, planlamanın zorluklarını aşma eğilimi göstermiştir. Bu durum hızlı teknik yenilik yapamayan hantal işletmeler yaratmıştır. Sovyetlerde 60’lar sonrası bir teknik yeniliğin pratiğe geçirilmesi yılları alan, süründürülen süreçlere dönüşmüştür. Üçüncü bozulma, merkezi planlama sadece üretim kotalarının yerine getirilmesi ile ilgilendiği için, üretilenlerin ne ölçüde tüketildiği ile ilgilenmemiştir. Üretim ve tüketim devresinin bütünlüğü kopunca, hemen hemen Sovyet üretiminin dörtte biri tüketilmeden çöpe gider hale gelmiştir. Merkezi planlama kapitalizmin pazar anarşisinin yarattığı israfı engelleyecekken kendisi de israfa yol açmıştır. Bütün bunlardan planlamanın gereksizliği ve imkânsızlığı çıkmaz. Planlama teknik-hesaplama olarak sorun değildir.
yi sektörlerini elinde tuttuğunda sürekli kendi temellerini güçlendirebilir. Merkezi planlama içinde yer alacak olan ekonominin bu çekirdeği dışındakiler bir anlamda “serbest” olacaklardır. Sosyalizmin inşası bu sektörleri zamanla içerecek bir yol izleyecektir. Üçüncüsü, toplumsal mülkiyet, sosyalizmin inşa ve diğer aşamalarında sabit bir kalıp değil, sürekli değişken bir yapı olmak zorundadır. Bugüne kadar yaşanan deneylerde, ne Sovyetlerde olduğu gibi devlet mülkiyeti, ne Çin’de olduğu gibi komün mülkiyeti, ne de Yugoslavya’da olduğu gibi grup mülkiyeti bir çözüm olmuştur. Bu deneylerden elimize hazır bir formül kalmamıştır. Bu mülkiyet biçimlerinin olumlu ve olumsuz yanları belli ölçüde ortaya çıkmıştır. Mülkiyet biçiminin pratikte uygulaması, gelişen koşulara göre esnek olmak zorundadır. Son ve belki de en önemli ders, ileri gidişin düz bir çizgi biçiminde değil restorasyonlarla birlikte olduğunun ortaya çıkmasıdır. Aslında kapitalizm de, feodalizmin içinden böyle gelişip serpilmişti. Ancak sosyalizmin ilk kurucu kuşağı onu, proletarya iktidarıyla sürekli ilerleyen bir toplumsal bir yapı olarak tasarladı. Bu anlamda Sovyetlerde Lenin’in son yıllarında yaşanan NEP, geçici bir “sapma”, “savaş komünizmi” uygulamalarının yarattığı bir sonuç olarak algılandı. Sosyalizm, kapitalizmin krizlerini yaşamayacağı için yükselen doğru bir çizgi gibi gelişebilirdi. Fakat pratiğin dili farklı oldu. Sosyalizmi inşa ederken NEP’ler olmaması gereken istisnalar değil, sosyal gelişimin bir anlamda kaçınılmaz ara duraklarıdır. Çünkü hiçbir tasarım yaşamın kendisinin yerine geçemez. Yine hiçbir gelişme sürtünme güçleri olmadan boşlukta ilerleyemez. Her NEP, bir tıkanmanın aşılması için geri adım, durumu kontrol etmek için güçlerin yeniden düzenlemesidir. Sovyet deneyi 1960’lı yıllarda bir yeni
25 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
Ancak sosyalizmin inşasında merkezi planlamanın sınırlarının olması gerektiği ortaya çıkmıştır. Stratejik sektörlerden başlayan bir planlama süreç içinde kendi alanını belirleyecektir. Sosyalist ülkelerde olduğu gibi berber ve restoranlara kadar planlama yapıldığında tıkanma kaçınılmaz oluyor. Yaşananlar önümüze başlıca hangi dersleri koymaktadır? İlki, Sosyalizmde üretici güçler ile üretim ilişkilerinin “uyumlu” olacağı öngörüsü pratik tarafından doğrulanmamıştır. Ne merkezi planlamanın ne de toplumsal mülkiyetin kendiliğinden bir büyüsü yoktur. Ayrıca sosyalist bir düzen inşa edilirken sonsuza kadar geçerli formüller de yoktur. Yaşanan sosyalizm deneyinde olaylar başka şeyi zorlarken, düşünce kendi yarattığı kalıpların içinde kalarak pratikten koptu. Sosyalizmin inşasında ve sürdürülmesinde çelişkilerden kurtulmak ve uyum yaratmak gibi bir hayal kurmak yeni yıkımlar getirir. Uyum değil, çelişkileri çözümlemek ve yeni çelişkilere doğru yola çıkmak yaşamın kendisidir. En güzel hayaller tasarlansa da yaşamdan kopunca ortalık cehenneme dönüyor. İkinci ders, merkezi planlamanın sınırları olduğunu bilmek, üretimin ve toplumsal yapının gelişmesiyle bağlantılı olarak bu sınırları sürekli kontrol etmektir. Ancak böyle tıkanmaya ve israfa yol açmayan bir planlı ekonomi yaratılabilir. Sosyalizmin ilk dönemindeki kuruluş deneylerinde özellikle küçük meta üretiminin varlığı, kapitalist ilişkileri sürekli yeniden üreten bir ortam olduğu için, hızla tasfiye edilmesi gereken ilk adımlardan kabul edildi. Kentlerdeki küçük üreticiler ve özellikle kırlarda küçük toprak sahiplerinin hızlı tasfiyesi yürümeyen devlet işletmeleri yarattı. Bu hantallık sosyalizmin kuruluş sürecini sürekli deforme etmiştir. Deneylerin gösterdiği gibi bir proletarya iktidarı finans sistemini ve stratejik sana-
26
düzenlemeyi gerektiriyordu. Merkezi planlama tıkanmış, verimlilik düşmüş, en önemlisi gündelik çalışma ortamı bozulmuştu. Yeni bir “NEP” gerekiyordu. Ancak böyle bir adım sosyalizmden sapma, hatta ihanet olarak kavrandığı için uzun tartışmalardan sonra kalıpların korunmasına karar verildi. Bunun bedeli 1990’lı yıllarda topyekûn yıkılış olarak ödendi.
EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
Restorasyonlar Alınyazısı mıdır?
İnsanlık sosyalist sistemin yıkılışı gibi bir deney yaşamadı. 20. yüzyılın ortalarında başlayan “kapitalizmden sosyalizme
geçici geri dönüşler hemen her sosyalist ülkenin kendi tarihinde vardır. En ünlüleri Sovyetler’de NEP, Çin’de 1970’lerdeki “reformlar”dır. Ancak geriye dönüşün yıkılışa dönüşmesi bir alın yazısı mıdır? Sovyet deneyinden tarihsel olarak bu konuda nasıl bir ders çıkartılabilir? Bu konu sosyalistler arasında sürekli tartışılmaktadır, tartışılmaya da devam edecektir. Çünkü geleceğe yönelik stratejilerin bir bölümü bu tartışmaların içinden çıkacaktır. Bu soruya cevap verebilmek için önce feodalizmden kapitalizme geçişe, geriye
Feodalizm esas olarak toprak üzerine dayanan bir ekonomiydi ve yeni fetihlerle yaşayabiliyordu. Fethedilecek toprak kalmayınca ya da imparatorluklar burun buruna gelince sistem çökmeye başladı. Kapitalizm de işgaller yaptı, ancak onun esas işgali meta ve sermaye ihracıyla yapılandı. Üretim kapitalizmle birlikte topraktan kente geçti. Tarım bile sanayi makinelerinin işgaline uğradı. Üretim sistemi olarak feodalizme, toprağa geri dönüş imkânsızdı. geçiş çağı” yüzyılın sonunda geriye döndü. Oysa tarihte kapitalizmden feodalizme bir geri dönüş yoktur. Antik çağlarda Kent medeniyetlerinden derebeyliklere geçiş ve geri dönüşler binlerce yıl sürmüştür. Avrupa orta çağı bu dönüşlerin sonu olmuş, onun içinden modern dünyaya bir çıkış yaşanmıştır. Kapitalizm geçici restorasyonlar yaşasa da, 17.yüzyıldan sonra kapitalizmin geliştiği alanlarda bir topyekûn geri dönüş yaşanmamıştır. Kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecinde, Ekim Devrimi’ni başlangıç alırsak, yüzyıllık bir deney vardır. Yüzyılın 70. yılında sosyalist sistem yıkılmış, kapitalizme geri dönüş yaşanmaktadır. Bu tarihsel sürece baktığımızda geçici geri dönüşlerin kaçınılmaz olduğu sonucunu çıkartmak mümkündür. Böyle
dönüşler açısından bakmak gerekiyor. Feodalizm esas olarak toprak üzerine dayanan bir ekonomiydi ve yeni fetihlerle yaşayabiliyordu. Fethedilecek toprak kalmayınca ya da imparatorluklar burun buruna gelince sistem çökmeye başladı. Kapitalizm de işgaller yaptı, ancak onun esas işgali meta ve sermaye ihracıyla yapılandı. Üretim kapitalizmle birlikte topraktan kente geçti. Tarım bile sanayi makinelerinin işgaline uğradı. Üretim sistemi olarak feodalizme, toprağa geri dönüş imkânsızdı. Siyasal olarak kapitalizmin üzerine oturtulmuş krallık ve monarşiler süsten başka bir anlama gelmedi. Kapitalizmin ilk geliştiği ve güneş batmayan imparatorluğu İngiltere’nin, hala “Birleşik Krallık” olması ironiktir. Kapitalizmin üretim gücü toprakla
talizmin bugünün dünyasında iki yüzü vardır. Bir cennet yüzü, gelişmiş ülkeler; bir de cehennem yüzü geri ülkelerdir. Bu kırılgan yapı önemli krizler sırasında bazı noktalarından çökebilir. Yaşananlar kapitalizmden sosyalizme geçiş çağının gelgitli, inişli çıkışlı olacağını gösteriyor. Hem kapitalist merkezlerle dünyanın geri kalan yoksulluk denizi arasındaki çelişkilerden; hem de kapitalist merkezlerin arasındaki rekabetten dolayı dünya sisteminde yeni çökmeler ve devrimler mümkündür. Ancak kapitalizm bir sistem olarak tarih sahnesinden çekilme noktasına gelmediği sürece sosyalizmden geri dönüşler alın yazısı değildir, fakat mümkündür. Küçücük Küba’nın hala ayakta olması; Çin’de henüz son sözlerin söylenmemiş olması elimizdeki somut kanıtlardır. Kapitalist anayurtların gücü ve zenginliği hatalı bilinç yaratabiliyor. Bir dünya sistemi olarak kapitalizmin kırılganlığının en güçlü kanıtı dünyanın üçte ikisinde yarattığı yıkım ve yoksulluktur. Dünyada Kapitalizmin yarattığı cehennem, cennet adacıklarından çok büyüktür. Böyle bir dünyada “kapitalizmden sosyalizme geçiş çağı”, sosyalist devrimlerin, aynı zamanda geriye dönüşlerin iç içe yaşandığı bir yoldan yürünerek gerçekleşecektir. Büyük dönüm noktası, yani kapitalizmin tarih sahnesinden çekilme aşaması gelip çattığında, geriye dönüşlerin yolu kapanacaktır.
Yıkılış Ne Anlama Geldi?
Duvarın çöküşünden önce “elveda proletarya” ve benzeri söylemler zaten vardı; çöküşten sonra doğal olarak bunlar arttı. Benzeri yorumların en çarpıcı olanı F. Fukuyama tarafından yapılan “tarihin sonu”nun geldiği tespitiydi. “Liberal Demokrasi” insanlığın gelişimindeki en son aşamaydı; bundan sonra tarih henüz ona ulaşamamış ülkelerin o yönde ilerleme-
27 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
sınırlı değildir. Onun çelişkileri feodalizmden çok farklı boyutlara çıkmıştır. Fakat bugüne kadar yaşanan Sosyalizm ile Kapitalizmin üretim temeli aynı sisteme dayandı. Kentler ve fabrikalar üretim sisteminin temelini meydana getirdi. Öte yandan, kapitalizm yeni bir üretim ve toplum biçimi olarak dünyada yaygınlaşırken, feodalizm tarihsel olarak dünya sahnesini terk ediyordu. Bu terk ediş elbette bir anda olmadı, üç yüz yıl kadar sürdü. Ulusal kurtuluş savaşlarının yoğunlaştığı 20. yüzyılın ortaları, feodalizmin tarih sahnesinden çekilişinin son perdesi olarak kabul edilebilir. 20. yüzyılda yaşanmaya başlayan kapitalizmden sosyalizme geçiş yıllarında, zaman ilerledikçe ortaya çıktığı gibi, kapitalizm henüz tarih sahnesini terk etmiyordu. Tam tersine kendini yok etme potansiyeline sahip sosyalizmi boğmak için tüm gücünü kullanma yeteneğini henüz kaybetmemişti. Bunun sonucu olarak 1970’li yılların sonlarına doğru “barış içinde birlikte yaşama” teorileri gelişmeye başladı. Ancak bu teorinin sahibi Kapitalizm değil, Sosyalizmdi. Kapitalizmin “birlikte yaşamak” gibi bir niyeti yoktu. Bugünden “soğuk savaş” yıllarına baktığımızda o yıllardakinden farklı şeyler görüyoruz. İki sistemin dünya ölçüsünde (soğuk) savaşı, birbiriyle hemen her konuda rekabeti, o günlerde bir çağ dönümü olarak görülenin gerçekliği anlatmadığını ortaya koymuştur. Sanıldığı ve beklendiği gibi kapitalizm tarih sahnesinden henüz çekilmiyordu; çekilmediği gibi geleceğin bir filizi olan sosyalist sistemi yıkıma uğratmak için her şeyi göze alıyordu. Böyle bir durumda bile sosyalizmin yıkılışı ve geriye dönüşü alın yazısı değildir. Kapitalist sistem büyük bir krizle topyekûn bir çöküşe uğramayacaktır. Eşitsiz gelişim gerçekliği bunun topyekûn gerçekleşmeyeceği bize söylüyor. Kapi-
28 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
si yönünde akacaktı. Bir on yıl geçtikten sonra bizzat yazar tarafından tespitin yanlışlığı itiraf edildi. “Liberal demokrasi” son durak değilse, insanlığı nasıl bir gelecek bekliyordu? Bu sorunun cevabı sadece teorik değil, güçlü pratik siyasal bir akım olarak henüz verilemedi. Elbette insanlığın gelişiminde bir “son durak” yoktur; söz konusu olan kapitalizm sonrasının ön görülmesidir. Yaşadığımız dönemde, özellikle 2008 krizi sonrası kapitalizmin yürümediği, neoliberalizm ve küreselleşmeden beklenenlerin tam bir düş kırıklığı ile sonuçlandığı gittikçe genel kanı haline geliyor. Bu tabloyu Latin Amerika’da yükselen “21. yüzyıl Sosyalizmi” ile tamamlarsak, dünyanın yeni devrimler dönemine doğru ilerlediği söylenmelidir. Bu gidişin niteliğini ortaya koyabilmek için 1990’da noktalanan döneme geri dönüp bakmak gerekiyor. Sosyalist sistemin yıkılışı 1848’lerde başlayan bir devrimci dalganın kapanışıdır. Yüz elli yıla yakın bu dönemde
Paris Komünüyle başlayan işçi sınıfının iktidar girişimleri sonraları 1917 Ekim Devrimi’yle devam etmiş, sosyalizm dünyanın üçte birine yaygınlaşmıştır. İniş ve çıkışlarla devam eden bu süreç esas olarak işçi sınıfı ve halklar için kazanımların yükseldiği bir tarihsel dönem olmuştur. Bu döneme Ekim Devrimi dışında, iki emperyalist dünya savaşı ve onlarca ulusal kurtuluş savaşı, Çin, Küba, Vietnam devrimleri sığmıştır. Detaylara bakıldığında dünyadaki devrimci sürecin 1970’lerin sonlarına doğru durulmaya başladığı görülebilir. Nikaragua Devrimi ve İran’daki Molla devrimi son büyük olaylar olmuştur. Durulma, tıkanma ve yıkılış on yıl sürmüştür. Birinci büyük devrimler dalgası dönemi diyebileceğimiz 150 yıllık sürecin iki temel özelliği vardır. Burjuva devrimleri sonrasında I. Emperyalist savaş yıllarında başlayan bu dönemdeki proleter devrimlerinin bazıları yenilgi ile bitmiştir. En önemlileri Alman ve İtalyan devrimleridir. Ekim Devrimi bu yılların tek başarılı
yeni bir soygun döneminin yolunu açmıştır. 21. yüzyılda yeni bir devrimler dönemi açılacaktır. Bunun her yönden işaretleri geliyor. 1990’lar sonrası önce anti-küresel hareketler dünyayı kapladı. Yine o yıllarda dünya sosyal formlarında durum ve gelecek tartışıldı. Bu süreçte en çarpıcı adımlar Latin Amerika’da Bolivar devrimleri ile atıldı. Dalga Avrupa’nın yoksullarına: Yunanistan, İspanya, Portekiz’e sıçradı. Aynı zamanda Amerika’daki “Occupy Wallstreet” tüm dünyada yankı uyandırdı. Üçüncü dünyadan, Arap isyanları dalgası dünya gündemine oturdu. Günümüz devrimlerinin özellikleri ve stratejik kurgularının çözümlenmesi dönemin en zorlu ve temel görevidir. Şimdiden iki noktaya değinmek mümkündür. Yaklaşan devrimler artık sırf kapitalizmin çelişkilerinden hız alacaktır. Öte yandan, önceki dönemle karşılaştırıldığında devrimin güçleri büyük değişimlere uğramaktadır. İşçi sınıfı nicelik olarak sürekli artmaktadır; ancak yapısal çeşitlenme ve parçalanmasından dolayı sahada konumlanmasında büyük değişimler gerçekleşiyor. Aynı zamanda günümüz kapitalizminin üretici güçlerde yarattığı değişimler sınıf mücadelesine yeni özellikler katmaya adaydır. “Sanayi 4,0” büyük ve sürekli işsiz kitleler yaratıyor. Bunlar artık MarksEngel dönemindeki gibi “yedek sanayi” ordusu değil, sürekli işsiz ve toplumdan dışlanmış bir büyük kitlelerdir. Bu nedenle yeni devrimci dönemde stratejide yerlerini almak zorundalar. Ekim Devrimi’nin nasıl başarılı olduğuna değinirken onun kurmayının dönemin ve Rusya’nın orijinal özelliklerini güçlü bir şekilde kavrayışının önemine değindim. Günümüz dünyası bu anlamda devrimcilere büyük görevler yüklemektedir. 19. ve 20. yüzyılın mücadele koşulları radikal bir şekilde değişime uğramaktadır. Eski formüllerle bugün yürümek
29 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
devrimi olmuştur. Bu yıllara ve devrimlere baktığımızda, devrimleri tetikleyen çelişkinin, feodalizmden kapitalizme geçilirken yaşanan tıkanmalardan hız aldığı görülebilir. Kapitalizmin güçleri bazı ülkelerde feodalizmi süpürmekte yeterli olmayınca sürece işçi sınıfı ve köylülük de katılmıştır. Bu anlamda proleter devrimleri sırf kapitalizmin çelişkilerinden değil, yeterince güçlü olarak feodalizmi temizleyemeyen kapitalizmin zaaflarından kaynak almıştır. Kırlarını iyi “temizleyen” İngiltere ve Amerika’da o yıllarda proleter devrimler “tehdidi” yaşanmaması anlamlıdır. Ardından gelen ulusal kurtuluş savaşları ve II. Emperyalist savaş yıllarında Doğu Avrupa’da yaşanan halk devrimlerinde de genellikle bu temel çelişki yaşanmıştır. 1848-1990 arası yılların devrim dalgasında bir diğer temel özellik sınıf mücadelesinin yapısındadır. Buharlı makinelerin üretime girmesiyle büyük fabrikaların ortaya çıkması, hem nüfusu kentlere çekmiş hem de işçi sınıfı kentlerin belli alanlarında yoğunlaşarak adeta mücadelede bir düzenli ordu konumu almıştır. Bununla birlikte güçlü işçi sınıfı partileri ve sendikalar ortaya çıkmış, yılların mücadelesi sonucunda özellikle kapitalist merkezlerde işçi sınıfı hem çalışma hem de yaşam koşullarında önemli haklar kazanmıştır. Tüm dünyada bu konuda hakların ilerlemesinde şüphesiz ki sosyalist sistemin varlığı büyük rol oynamıştır. O günlerin dünyasında iki sistemin savaşı sırasında ortaya bir de “Bağlantısızlar Bloku” çıkmış, o zamanın “üçüncü dünya ülkelerinin” en önemlilerini içeren bu blok dünya güçler dengesinde sosyalist sisteme daha yakın konumlanmıştır. 1990’lar sonrası küreselleşme yıllarının en çarpıcı özelliği 150 yılda kazanılan hakların büyük ölçüde kaybı olmuştur. Sosyalist sistem çökünce, dünya kapitalizmi “özgürlüğüne” kavuşmuş, pervasızca
30 EKİM DEVRMİ’NDEN GÜNÜMÜZE
imkânsızdır. Dünyadaki muazzam yoksullar denizinde büyük devrimci dalgalar hala kabarmıyorsa bunun en temel nedeni 21. yüzyılın devrimlerinin stratejik kurgusunun hala kurulamamasında ve bir o kadar önemlisi ilk öngörülerle cesaretli ve yaratıcı adımlar atılamamasındadır. Bir geçiş dönemindeyiz. Yeni bir devrimler döneminin yolları bu geçiş döneminde döşenecek. Sosyalizmin teorisi ile pratiği arasındaki kopma sistemin yıkılışını getirdi. Bu kopma sürecinde insanlığın geleceğinden vazgeçen pek çok teori ve siyasal görüş mantar biter gibi ortalığı kapladı. Ekim Devrimi’nin kurmayı o günün dünya sosyalist hareketinin savaş yıllarında çöküş sancısının içinden kendi teorik ve siyasal duruşunu sağlamlaştırarak çıkmış, devrimin yolunu döşeyebilmiştir. 1905 devrimi kendiliğinden patlak verip, Rus devrimcilerini hazırlıksız yakalamıştı; fakat Bolşevikler bütün bunlardan güçlü dersler çıkartarak Ekim Devrimi’ni büyük ölçüde kendi devrimci iradeleri ile başardılar. Bugünün sosyalistleri bir devrimler döneminin kapanışından; bugünün dünyasının yapısal sorunlarından güçlü dersler çıkartarak geleceğe yeni bir hazırlık yapmakla yükümlüdür. Kapitalizm doğal ve sosyal dünyamızı yıkıma sürüklerken, hala “başka bir dünya mümkün” parolasında oyalanmak, geleceği kaçırmak sonucunu doğurabilir. Latin Amerika’da, Arap isyanlarında cesur adımlar atıldı. Onları bir stratejiye yükseltmek geri dönüş dalgalarının üstümüze gelmesini engelleyecektir.
DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE M. Sinan MERT
tarihin bir konusu olmaktan farklı bir biçimde ele alınabildi. Tüm dünya toplumlarını o veya bu seviyede etkilemiş devasa bir tarihsel olgu karşısındaydık ve onu anıyorduk. Tartışmacıların büyük bir kısmı öyle yapmanın eksik olduğunu bilse de Ekim Devrimi’ni bir kez daha onaylamanın ötesine geçemediler ve “devrimin hala yolumuzu aydınlattığı” vurgusunu yapmakla yetindiler. Bugün geçmişin deneyiminin ne ölçüde önümüzü aydınlattığı ne ölçüde de sırtımıza yük olduğu konusunda çok daha net ifadeler ortaya koymak durumundayız. Açıkçası bu yazıda bu zorlu görevi başarma iddiasında olmadığımı baştan belirtmeliyim. Bu, tartışmayı hep birlikte derinleştirerek ve hepimizin yarattığı mücadele deneyimlerini çok daha kapsamlı bir şekilde değerlendirerek altından kolektif bir biçimde kalkabileceğimiz bir yük. Ancak yaşananlar yaklaşmakta olan büyük bir altüst oluşun habercisiyseler bu konuda artık kaybedecek daha fazla zamanımız kalmadı demektir. 20. yüzyılın büyük devrimleri 1917 ile 1949 arasına sığdı. Küba, Nikaragua ve İran devrimlerinin bu dönemin dışında kalması bu genel doğruyu çok zayıflatmaz. İnsanlık tarihinde devrimler açısından hiç kuşku yok ki en bereketli dönemdir. Bu devrimci konjonktürün oluşmasında yarattıkları büyük altüst oluşla iki dünya savaşının büyük payı bulunmaktadır. Küresel kapitalist sistemin kendi içinde rakip ülkeler arasında büyük bir saflaşma yaratması, gerilimlerin dünya savaşları üretmesi devrimlerin ortaya çıkmasını hızlandırdı. İngiltere’nin küresel hegemon
31 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
Sağ popülizmin birçok ülkede neo-faşist bir görünüm kazandığı, 2008 krizine ve kemer sıkma politikalarına karşı ortaya çıkan meydan direnişlerinin ve halk hareketlerinin geri çekilmekte olduğu, özellikle Türkiye’de faşizmin kurumsallaşma noktasında büyük mevziler elde ettiği bir dönemde devrim üzerine yazmak ne kadar gerçekçi? Bu meşru bir sorudur. Böylesi bir soru iki yönlü cevaplanabilir. İlk cevapta genel anlamda devrimcinin görevinin her hal ve şartta, eylemiyle ve sözüyle devrimi anımsatmak olduğu söylenebilir. İkinci daha konjonktürel olan cevapta ise bu yaşananların devrimin güncelliğinden kaynaklı olduğu ve dünyanın içine girdiği yolun aslında -devrimci aktörlerin rollerini oynayabilmeleri koşuluyla- devrim seçeneğini güçlendireceği öngörüsü ifade edilebilir. Sağ popülizmin ve neofaşizmin yükselişi, kapitalizmin kitlelerde yarattığı öfkenin ve değişim arzusunun yükselişinin devrimci aktörlerin örgütsel ve ideolojik kriziyle eş zamanlı yaşanmasının bir ürünüdür. Ezilenler değişimi arzulamaktadır, egemenler istikrarlı bir biçimde yönetememektedir, ezilenler adına hareket eden politik aktörler kurucu bir rol oynayamamaktadır. İçinden geçtiğimiz dönemin öne çıkan yanları bunlardır. Dolayısıyla günümüzde devrim sorununu konuşurken esas meselemiz devrimci politik aktörün ideolojik ve politik krizinden çıkışının yolunu arayıp bulmak olmalıdır. 2017 yılı Ekim Devrimi’nin 100. yılı olması münasebetiyle Devrim’in yeniden gündem edildiği bir sene oldu. Ancak bu konu edilmelerin çok azında Devrim,
32 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
rolünü giderek kaybetmesi 20. Yüzyılın bir olgusuydu, süreç 1956 Süveyş Krizi sonrasında gerçek anlamda sonuçlarına ulaştı ve ABD bugün sallanan tahtına yerleşti. “ Pekin, son 500 yıl zarfında ‘genç ve yükselen’ süper güçler ile ‘yaşlanan dünya devleri arasındaki ilişkilere dair tarihçilere bir araştırma yaptırdı. Sonuç iç karartıcı çıktı. Tarihçilerce ele alınan 16 vakadan 12’si katliamla sonuçlanmıştı”(İsaev, 2018) Bugün her gün yaşanan gelişmeler ABD’nin tahtının giderek daha büyük bir hızla sallandığının ispatına dönüşüyor. ABD’nin son savunma belgesinde Çin ve Rusya’yı baş tehdit olarak altını defalarca çizmesi bir rastlantı değil. Trump yönetiminde bir ABD’nin Çin’in yükselişi karşısında Thucydides Kapanı’na düşmesinin önünde hiçbir engel yok (Allison,2017) . Suriye sahnesinde yaşananlar, ABD’nin Çin’i sarmalama çabasının neredeyse hiçbir adımının çalışmaması, oluşan telaşın ABD devletinin içinde de büyük bir karmaşaya dönüşmüş olması gelişmeleri daha da ivmelendiriyor. İçinden geçtiğimiz süreç giderek eski dengenin çözüldüğü, yeni dengelerin ise oluşmakta zorlandığı bir nitelik kazanıyor. Böylesi geçiş dönemleri devrimleri çağırır. “Eşit olmayan ekonomik gelişme ikinci planda kalıyorsa da uluslar arası devletler sistemindeki gelişmeler (özellikle savaşlardaki yenilgiler ya da işgal tehdidi ve sömürgeci denetim üzerindeki mücadele) neredeyse tüm devrimci krizlerin patlak vermesine doğrudan katkıda bulunur. Çünkü bu gelişmeler kurulu siyasal otoritelerin ve devlet denetimlerinin temelinin oyulmasına yardım eder; böylece de temel çatışmaların ve yapısal dönüşümlerin önünü açar.”(Skocpol, 2004; 619) Fransız Devrimi, pre-kapitalist devletin, imparatorlukların çözülüp yerine merkezi-ulus-kapitalist devlete dönüştüğü çağda gerçekleşti. Egemen sınıfların bu dönüşümü sağlıklı bir biçimde gerçekleştiremedikleri Rus-
ya ve Çin’de komünist partiler aracılığıyla dönüşümün rotası bambaşka bir noktaya çevrilebildi. Ulusal ya da küresel sistemin kendisini yeniden üretmekte olduğu siyasi mimarinin bir başka forma dönüştüğü momentler devrimci dönüşümü de imkân dâhiline sokmaktadır. Lenin’in Emperyalizm kitabının bu açıdan en önemli boyutu Kautsky’nin Ultra-Emperyalizm tezine karşı yürüttüğü polemiktir. Emperyalist ülkeler arasında yaşanan çatışmanın geçici bir durum olduğunu düşünen Kautsky karşısında Lenin, bu çatışmanın devrimin zeminini yaratmakta olduğunu görüyordu. Bugün de benzer biçimde bu olağanüstü gidişin birçok bölgede devrim potansiyelini yükselteceğini öngörmek için kâhin olmak gerekmiyor. Bu potansiyellerden yararlanabilmek ise ancak kendini yenileyebilmiş, bakışını keskinleştirebilmiş, mücadele içinde sınanmış ve bir karşı hegemonya yaratabilmiş devrimci aktörler için mümkün olabilir. Bu zorlu görevi başarabilmek için sadece ideolojik dönüşümün de yeterli olamayacağı açıktır. Solun süreçte rol oynayabilmesi demokrasi-sonrası dünyanın koşullarına uygun örgütlenme ve mücadele biçimleri geliştirebilmesine bağlıdır. Sürecin politika yapma koşullarını kalıcı olarak kavrayamayan, kendisini bu yeni duruma uygun bir biçimde reorganize edemeyen hiçbir gücün söz hakkının olamayacağı bir döneme girdik. Özellikle ülkemiz açısından bakıldığında ise faşizmin kurumsallaşması her ne kadar kısa vadede koyu bir karanlık anlamına gelse de doğru değerlendirildiğinde başka kapılar da açılmaktadır. Faşizmin bir “olağanüstü” devlet biçimi olması, finans kapital tarafından her zaman birinci tercih olmaması aslında faşizmin sanıldığının aksine parlamenter demokrasiye göre çok daha kırılgan olmasından kaynaklanmaktadır. Faşizm her türlü toplumsal çelişkiyi büyük oranda zor ile yönetmeye kalkışır.
hem devlet içindeki iktidarlaşma mücadelesi hem de Ortadoğu’da Arap Baharı sonrasında yaşanan gelişmelerle faşistleşti. Özellikle Rojava’da yaşanan gelişmeleri boğmak ve Suriye ganimetinden pay almak güdüsü egemen sınıfın neredeyse tüm fraksiyonlarını bir araya getirebilmiş görünüyor. Ortaya çıkan rejimin henüz tam anlamıyla istikrar kazanamadığı söylenebilecek olsa da bu konuda kimi mesafeler kat ettiği de açıktır. Türkiye’nin yıllar sonra Batı ittifakı ile derinleşme potansiyeli içeren bir kriz yaşaması, Rusya ve ABD arasında salınma halinin orta vadede iki tarafla da sorun yaratma potansiyeli, kendi gücünü dev aynasında görerek kapasitesini aşan hedeflere yönelmekten çekinmemesi bu yapının istikrar kazanmasını da kendisini güvende hissetmesini de zorlaştırıyor. Bizler açısından ise devrim açısından ayrıcalıklı konumda olmaktan yararlanabilmek ancak faşizm koşullarında mücadele edebilecek bir aygıt yaratmakla, mücadele karakteri olarak sertleşmekle, kısa vadede normalleşme beklememekle mümkün. “Köprüden önceki son çıkış” çoktan geçildi. Türkiye’de artık devrimsiz bir “demokrasiye dönüş” ihtimal dışıdır. AKP’nin seçimleri kaybetmesi yoluyla “normalleşme” olabileceğini düşünmek için elimizde hiçbir veri yok. Yazıyı güncel politik durum değerlendirmesine boğmadan, kapsam açısından hızlıca ilerlemek gerekiyor. Şu veya bu sebeple Faşizm çözüldüğünde ise Menşevik-Bolşevik ikileminin ortaya çıkması kaçınılmazdır. Devrim “imkânsız” olduğundan burjuvazinin “demokratik kanadı” ile ittifak yaparak parlamenter demokrasiyi restore etmek mi yoksa devletin çözülmüş olmasından yararlanarak iktidara uzanmak mı? Bu soruya doğru cevabı verebilecek olgunluk ve kapasitede bir politik aktörün bulunmadığı yerde devrim mümkün değildir. İçinde bulunduğumuz özel konjonktürde doğru cevabın somut
33 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
Yaratılan tek adam rejimi sistem içerisinde her noktada gerilimler yaratır. Denge denetleme mekanizmalarının ortadan kalkması devletin büyük hatalar yapabilmesini mümkün kılar. Finans kapital açısından en kötüsü de faşizm her çözüldüğünde bir devrimci durum yaratır. Faşizm tek adamı merkeze koyan yapısıyla devleti de istikrarsızlaştırır, kurumlaşmayı çözer. Dolayısıyla tek adamda simgelenen faşizmin çözülmesi, faşizme kurumsal olarak direnmiş örgütleri iktidarla burun buruna getirir. Faşizmler ve diktatörlükler, kısa vadede devrimci hareketleri ezebilirler fakat kendi zaafları dolayısıyla devrimler karşısında parlamenter demokrasilere göre çok daha kırılgandırlar. Parlamenter demokrasiler, rakiplerini pasif devrimler aracılığı ile içerme kapasitesine sahiptirler, temsil mekanizmaları birer kapsama aracına rahatlıkla dönüşebilirler, oysa faşizm içermez, karşıtlaştırır ve düşmanını kemikleştirir. “Faşist rejimlerin verdikleri sözleri tutmak için artan bir momentum görüntüsü-kalıcı devrim- yaratmaları gerekiyordu. Bu pervasız ve baş döndüren hareket olmadan ayakta kalmaları imkânsızdı. Gitgide daha da cüretkârlaşan meydan okumaların durmadan yükselen sarmalı olmaksızın faşist rejimler cansız bir otoriterizme benzeyen bir şeye dönüşme riskiyle karşılaşıyorlardı. Ardından da kendi kendilerini yok etmeleriyle sonuçlanacak bir kriz dönemine giriyorlardı”(Paxton, 2014: 250) Saray rejimi, bu açıdan Türkiye’yi devrim açısından ayrıcalıklı bir konuma taşıyor. Saray faşizmi gerçek anlamda kapsamlı bir biçimde kurumsallaşma anlamında önemli bir mesafe kat etti. AKP, iktidarı esnasında faşistleşen bir parti olarak siyaset literatürü açısından önemli bir örnek oluşturuyor. Avrupa Birliği üyeliği, askeri vesayetin kaldırılması, demokratikleşme vaat ederek iktidara gelen AKP,
34 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
karşılığı sosyalistlerin CHP’den beklenti içinde olmak yerine demokrasi ve devrim taleplerini bir arada ifade etmeyi başarabilecekleri bir mücadeleyi örebilmelidir. 7 Haziran’dan bu yana yaşanan gelişmeler CHP’nin ancak çözülebildiği oranda anti-faşist mücadeleye katkı sunabileceğini ortaya koydu. Afrin operasyonu çerçevesinde iktidar cenahından bu partiye yönelik salvolar, Saray’ın niyetinin de CHP’nin çözülmesi yönünde olduğunu gösteriyor. Kısacası, küresel güç dengelerinde kaymanın yarattığı hesaplaşma iklimiyle faşizmin kırılganlığının birlikte yarattığı koşullar ülkemizde devrim olasılığını arttırmaktadır. İçinden geçtiğimiz karanlık dönem bunun tam tersini düşündürmek amacıyla yönetiliyor olsa da bu gerçeği bir saniye bile akıldan çıkarmamalıyız.
Marksizm ve Devrim
“Gelişmelerinin belli bir aşamasında toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine ya da bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üst yapıyı büyük ya da az bir hızla alt eder.” (Marks, 1979:25) Marksizm’in en yüksek soyutlama seviyesine ulaştığı metinlerin başta geleni hiç kuşku yok ki Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı çalışmasındaki önsözdür. Marks, burada insanlık tarihinin tüm gelişimini yukarıda alıntılanan formüle sığdırmaya çalışır. Marksizm’in bilimsel bilgi üretimine katkısı açısından bu hipotezin muazzam tarihsel katkısı yadsınamaz. Politik gelişmelerin bir toplumun kendi ihtiyaçlarını üretme, bu üretimi gerçekleştirirken kendi içinde kurduğu ilişkiler cinsinden açıklanmaya çalışılması insanlığın bilincinde büyük
bir sıçramaya yol açtı. Ancak devrimci siyasetin ideolojisi olarak Marksizm açısından ise tam tersini söylemek mümkündür. Düşünceyi ve toplumsal eylemi maddi gerçekliklerden kopartan anlayışlara karşı çubuğun bükülmesi anlamında önemli bir rol oynadı. Devrimin üretici güçler cinsinden açıklanmaya çalışılması siyasi iktidarın öneminin kavranmasını zorlaştırır. Üretici güçlerin bir toplumun biriktirdiği teknik seviye olarak algılanması, yeterli ekonomik gelişme gösterememiş toplumlarda devrimin beklenmemesi gibi bir bilinç üretir. Böylesi toplumlarda devrimci hareketler, üretici güçleri geliştirmesi için burjuvaziyi desteklemeye sevk edilir. İktidarı ele geçiren işçi sınıfı partileri, üretici güçleri hızla geliştirmek için kendi toplumlarının geniş yığınları ile çelişkiye girerler. “İçerebildiği bütün üretici güçler gelişmeden önce, bir toplumsal oluşum asla yok olmaz.” 1917 Şubat Devrimi sonrasında Menşevikler ve sosyalist Devrimcilerin en önemli savları da aslında bu tespite dayanmaktaydı. Rusya’da işçi sınıfı iktidarı imkânsızdı çünkü kapitalizm “içerebildiği bütün üretici güçleri henüz geliştirememişti”. Lenin’in Nisan Tezleri ile savaş açtığı bakış açısı tam da buydu. Şubat’ta işçiler ele geçirdikleri iktidarı kendi elleriyle burjuvaziye teslim etmişlerdi, yapılması gereken iktidarın Geçici Hükümet’ten yeniden Sovyetlere geçmesinin sağlanmasıydı. Böylesi bir olasılık mevcutken iktidarın her ne gerekçe ile olursa olsun ele geçirilmekten imtina edilmesi bedeli çok ağır olacak bir hata olurdu. “‘Devrimimiz bir burjuva devrimidir, bu sebeple işçiler burjuvaziyi desteklemelidir’ diyor Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler... tıpkı dün Plehanov’un dediği gibi. ‘Devrimimiz bir burjuva devrimidir’ diyoruz biz Marksistler, ‘bu sebeple işçiler burjuva siyasetçilerinin aldatmacalarına karşı halkın gözünü dört açmasını sağlamalı, laflara inanmamayı, tümüyle ken-
35 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
di gücüne, kendi örgütlülüğüne, kendi birliğine ve kendi silahlarına güvenmeyi öğrenmelidir’”. (Lenin, 2010: 12-13) Ekim Devrimi’nin en önemli mirası, devrimci Marksizm’e en önemli katkısı bu yaklaşımda gizlidir: Ezilenler, ellerine olanak geçtiğinde iktidarı ele geçirmekten bir saniye bile geri durmamalıdırlar. Ekim Devrimi’nin erken geldiği ya da ancak Batı ülkelerinde devrimin eşliğinde ayakta kalabileceği düşüncesi bir tür fatalizm olarak hala sosyalist hareket içinde ifade edilebilmektedir: “Ben aslında burada Ekim Devrimi’nin kendisinin kendi yıkılışının sebebini de açıkladığını düşünüyorum…. Ekim Devrimi sadece ABD’de, Fransa’da, İtalya’da bir devrimle kendini sürdürebilirdi.” (Kürkçü, 2017: 77) Konuşmasının devamında “bu Ekim Devrimi yanlıştı anlamına gelmiyor” diye eklese de Kürkçü’nün yıkılış determinizminde ısrar etmesi yeterince problemlidir. Kürkçü muhtemelen “komünizmi inşa edemezdi, sistemi tam olarak kapitalist etkilerden koruyamazdı” demek istemektedir. Ancak yıkılma ile kaybedilen iktidardır. Özel mülkiyetin şu veya bu ölçekte var olmaya devam ettiği bir sistemle bir arada yaşamakla devrimle kazanılmış iktidarın kaybedilmesi arasındaki muazzam fark neden görülmemektedir? Çok daha zor koşullarda da olsa Küba Devrimi yaşamaktadır. En aşırı örnek ise Çin’de komünist partisinin eli ile “temel çelişki üretici güçlerin geliştirilmesi, Çin’in modernleşmesidir” denerek kapitalizmin restore edilmesidir. Sovyetler Birliği’nde iktidarın kaybedilmesi neden bir zorunluluk olsun? Geriye dönüş bir zorunluluğun ürünü olarak ya da ilk yıllarda çok korkulan köylülük, küçük burjuvazi eliyle değil tam tersine her türlü toplumsal denetimden özgürleşmiş parti kadrolarının burjuvalaşmasından kaynaklanmıştır. Kapitalizm üretici güçlerin gelişmesinin önünde bir engel midir? 4. Sanayi
36 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
Devrimi tartışmaları, birçok işkolunda işgücünün robotlarla, hatta yapay zekâyla ikame edilmesi yönünde tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde böylesi bir iddianın maddi zemini oldukça zayıf kalmaya mahkûmdur. Tam tersine kapitalizm, tam da Komünist Manifesto’da ifade edildiği gibi “burjuvazi, üretim araçlarını ve böylelikle ve onlarla birlikte, toplumsal ilişkilerin tümünü sürekli devrimcileştirmeksizin var olamaz.”(Marx-Engels, 1997: 13). Emperyalizmin üretici güçlerin gelişimi önünde engel olduğuna dair önerme gerçekleşmemiş görünüyor. Tekeller üretici güçlerin gelişim yönünü manipüle ettiler, ancak denetledikleri muazzam fonların mümkün kıldığı ar-ge harcamaları ile gelişimi durdurmak bir
rinden daha azını tükettikleri için, tüketim çılgınlığının yaşandığı merkezlerdeki ortaya çıkan yıkımı sürdürülebilir kılıyorlar. 2008 krizinin en önemli sebeplerinden birisi olan gelir dağılımı adaletsizliğinin sürdürülemezliği, hafifleyecek yerde son 10 yılda daha da şiddetlendi. “Araştırmacılar eşitsizliğin artmaya devam edeceğini, 2050 yılına kadar dünyanın en zengin %1’inin toplam servet içindeki payının %20’den %24’e çıkacağını, bunun da en yoksul %50’nin payının ise %10’dan %9’a daralacağı anlamına geleceğini tahmin ediyorlar. Çözüm olarak ise küresel bir servet vergisi uygulanmasını ve vergi cennetlerinin ortadan kaldırılmasını öneriyorlar.” (Thomas Piketty tarafından yönetilen Dünya Eşitsizlik Laboratuarı’nın
Nasıl ki bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir alt üst oluş dönemi hakkında da bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi göz önünde tutularak bir hükme varılamaz, tam tersine bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir. yana daha da hızlandırdılar. Tam tersine teknolojik gelişimin etkileri artık çok daha kısa zaman dilimleri içerisinde toplumların hayatında görünür değişiklikler yaratıyor. Böylesi bir tablonun devrimleri insanlığın gündeminden çıkardığı iddia edilebilir mi? Sadece ekoloji ya da Kıvılcımlı’nın deyimiyle coğrafi üretici güçler açısından baktığımızda bile devrimin insanlığın tek kurtuluşu olduğu anlaşılabilir. Kapitalizm dünyanın kendisini imha edecek bir hamle içerisindedir. Temel ülkü olarak ortaya konan daha çok üretmek ve tüketmek, akıllara ziyan koşullar yaratıyor. Dünya hala nefes alabiliyorsa bunu büyük oranda yoksullara borçlu. Yoksullar ürettikle-
yayınladığı 2018 Dünya eşitsizlik raporu ile ilgili bir değerlendirme, wir2018.wid. world). Bir tarafta bu gelir dağılımı adaletsizliğinin ve kapitalizmin yüksek seviyede finansallaşmasının bir işareti olan muazzam para bolluğu, negatif faizler, bitcoin benzeri alternatif para birimlerinin sebebi anlaşılamayan spekülatif değer artışları diğer yanda ise işçi sınıfının çok daha büyük kısmının güvencesiz yaşam koşullarına itilmesi ve prekaryalaşma birlikte yaşanıyor. Bu tablonun yarattığı politik gerilimler, sağ popülizmin ve neofaşizmin yükselişi ise siyasal sistemleri hem ulusal hem de küresel ölçekte giderek yönetilemez hale getiriyor. Hem ABD’de hem de Avrupa’da resesyondan çıkışın işa-
ğer şeylere ihtiyaç duymayan tam tekmil üretici dışavurumculuğu hâkim kılmaya dönük ütopyacı hedefi terk edip mevcut liberal-demokratik temsili devletin yerine ne türden bir temsiliyetin konacağı meselesine odaklanmalıyız.” (Zizek, 2017: 56)1 Zaten Louis Bonapart’ın 18 Brumaire kitabında da Marks aslında tam da politik krizin içindeki güçlerin birbirlerine karşı konumlarını ve hamlelerini değerlendirir. Somut durumun somut analizi üzerinden gelişen bu anlatısında Marks, Marksizm’in siyaset ve devlet teorisinin en gelişkin ve özgün kavramlarından birçoğunu ortaya koyar. Bir politik krizin kendi özgün gelişimin ilk başta pek de ihtimal verilemeyecek bir biçimde Bonapartist bir iktidarın ortaya çıkmasını nasıl mümkün kıldığını kapsamlı bir biçimde anlatır. Siyasi sürecin kendisine, tüm somutluğu ve zenginliği içerisinde ilişkilere yoğunlaşmak, diğer bütün faktörleri bir zorunluluk gereği değil de bu ilişkilerde oynadığı rol itibariyle hesaba katmak yaşananları anlamak için bilimsel çalışma yapan bir siyaset bilimci kadar devrimci öznenin de izleyebileceği en sağlıklı yoldur. Lenin, bu yoğunlaşmayı somut durumun somut tahlili olarak değerlendirir ve bu değerlendirmesinin sonucunda da her dönemin ana halkasını yakalamaya çalışır. “Politik hadiseler hep karmaşık ve çetrefilli hadiselerdir. Bir zincire benzetilebilirler. Zincirin tamamını tutmak için asıl halkayı kavramanız gerekir”(Lenin, 2017: 158) Bu anlamlarıyla her politik hadise biraz da kendisine özgüdür, tikeldir. Genel doğrularımız olguya, sürece, duruma yaklaşımımızı çoğu zaman destekler ancak bazı kritik momentlerde de bu genel doğruların kendileri ana halkayı yakalamamızı imkânsız hale de getirebilmektedir. Bu anlamda devrimci öznenin kendisi ile ezberleri arasına mesafe koyamaması çoğu zaman doğru taktiklerin, doğru zamanlamanın ıskalanmasına yol açabilir.2
37 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
reti olarak gösterilen büyüme rakamlarına rağmen küresel finans kapitalin tedirginliği 2018 Davos Zirvesine ve özellikle burada IMF Başkanı Lagarde tarafından konuşmaya da yansıdı. Devrimleri ele alırken gerçekte gözün dikilmesi gereken nokta üretici güçlerden ziyade üretim ilişkilerinin kendisidir. Çünkü devrimin kendisi bu ilişkilerin çözülmesi ve aşılması anlamına gelmektedir. “Nasıl ki bir kimse hakkında, kendisi için taşıdığı fikre dayanılarak bir hüküm verilmezse, böyle bir alt üst oluş dönemi hakkında da bu dönemin kendi kendini değerlendirmesi göz önünde tutularak bir hükme varılamaz, tam tersine bu değerlendirmeleri maddi hayatın çelişkileriyle, toplumsal üretici güçler ile üretim ilişkileri arasındaki çatışmayla açıklamak gerekir” (Marks, 1979: 26). Biz burada Marks’ın tavsiyesinin tam tersi tutumun daha doğru olduğunu iddia edeceğiz. Yapılması gereken tam da mücadele eden, çelişkilerin tarafı olan politik aktörlerin tutumlarına yoğunlaşmaktır. Bu politik aktörler ağırlıklı olarak burjuvazinin veya ezilenlerin farklı fraksiyonlarının dünya görüşlerine bağlı olabilirler. Ancak burada hareket ettirici olan sınıf değil politik aktördür. Sınıfların politik aktörler olarak görülmesi politik olayın anlaşılmasını neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Sınıflar ancak bir politik aktörün inşa ettiği hegemonya projesine eklemlendikleri oranda politik aktörler haline gelmektedirler. Bütün büyük devrimlerin hemen sonrasında kitlesel hareketlerin geri çekilmesi, iktidar aygıtının esas olarak komünist partiler tarafından kullanılması da bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla devrimin sonrasında da sınıf ile parti arasında bir özdeşleşme bulunduğunu varsaymadan politik düzenlemeler yapmak gerekmektedir. “Bu başarısızlıktan çıkarılacak dersle, artık temsile, devlet düzenine, sermayeye ve di-
38 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
Üretim ilişkileri, sadece üretici güçler ile girdikleri bir çatışma sonrasında mı çözülürler? Şimdiye kadar yaşanan devrimlerde üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimi tarafından aşılması ve çözülmesi şeması Fransız Devrimi başta olmak üzere burjuva devrimleri için açıklayıcı olmaktadır. Ancak bu gibi devrimlerde sınıfsal farklılaşmanın kendisi hedeflenmemiş sadece egemen sınıf değişmiştir. Ezilenlerin devrimi sayabileceğimiz hiçbir devrim, gelişmiş üretici güçlerin üretim ilişkileri ile çatışmaya girmesi şemasına uymamaktadır. “Devlet kapitalizmi, kapitalizmin en beklenmedik ve kesinlikle öngörülememiş bir biçimidir- çünkü kimse proletaryanın geri kalmış ülkelerden birinde iktidara gelebileceğini, önce köylüler için geniş ölçekli üretimle dağıtımı örgütlemeye, sonra da düşük kültür seviyesi yüzünden bu işle baş edemeyince kapitalizmin hizmetine başvuracağını öngörememiştir. Kimse bunu öngörmedi, fakat su götürmez gerçek bu.”(Lenin, 2017: 166) Tam tersine ezilenlerin devrimler aracılığı ile iktidara ulaştığı her toplumda üretici güçlerin geliştirilmesi en önemli gündemi oluşturmuş, bu gelişme için toplumun, özellikle de köylülüğün ödemek zorunda kaldığı bedel devrimlerin kaderini de büyük oranda belirlemiştir. Marks’ın devrimi modellerken temel olarak Fransız Devrimi’nden etkilendiği düşünülürse Önsöz’de ortaya konan çerçeve çok daha iyi anlaşılır. “Yeni ve daha yüksek üretim ilişkileri, bu ilişkilerin maddi varlık koşulları, eski toplumun bağrında çiçek açmadan, asla gelip yerlerini almazlar”. Bu ifade Fransız Devrimi için kesinlikle doğrudur. “Eğer soyluluğun, eski siyasal haklarını yitirdikten ve feodal Avrupa’nın hiçbir ülkesinde görülmedik ölçüde insanları yönetme ve yönlendirme görevini bıraktıktan sonra yine de parasal dokunulmazlıklarını ve üyelerinin bireysel olarak yararlandıkla-
rı avantajları yalnızca korumakla kalmayıp daha da arttırmış olduğuna; tabii bir sınıf haline gelirken, ayrıcalıklı ve kapalı bir sınıf, giderek daha az bir aristokrasi ve daha çok kast olarak kalmış olduğuna dikkat edilirse, ayrıcalıklarının Fransızlara onca açıklanamaz, onca nefret verici görünmüş olmaları ve demokrasi tutkusunun, bugün hala yanmakta olduğu üzere, görünmesiyle birlikte Fransızların yüreklerini alevlendirmesi karşısında da artık şaşırılmayacaktır (Tocqueville, 2004: 304). Ancak egemen sınıfların değiştiği devrimlerle ezilenlerin devrimleri arasında temel bir fark olduğunu düşünmek de gerçekçi bir seçenektir. Ezilenler, kendi devrimlerini muştulayan üretim ilişkilerini sınıflı toplum koşullarında, egemen sınıfın iktidarı altında yaratamazlar. Bu kurumların inşasını ancak kendi devletleri, kendi iktidarları tarafından başarabilirler. Üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesi kurumsal olarak devletin sorumluluğundadır. Yeniden üretim, devleti aşan bir kurumsal toplamın ortak eseridir. Ancak koordinasyondan sorumlu merkez devlettir. Dolayısıyla devlet çözülmeden, egemen üretim ilişkilerinin çözülmesi mümkün değildir. O zaman üretim ilişkilerinin çözülmesi ile devletin çözülmesi arasında büyük oranda bir paralellik bulunduğu ortadadır. Devletin çözülmesi ise zorunlu olarak içsel sebeplerden, toplumun kendi iç çelişkilerinin doğal seyrinden kaynaklanmaz. Büyük dışsal şoklar da devletlerin iş göremez hale gelmesine yol açabilir. Bu anlamda Rus ve Çin devrimlerinin büyük küresel savaşların devlet organlarını felç ettiği momentlerde gerçekleşmiş olması çok temel bir noktadır. Sebebi içsel veya dışsal büyük politik krizlerin devletleri çözmesi, hareket edemez hale getirmesi mümkündür. Ancak bir devletin çözülmesi ile bir başka iktidar tarafından gerçek anlamda yok edilmesi arasında muazzam fark bulunmaktadır. Devletler, büyük iç isyan-
di olmaksızın kalkıştığı bir tür tanrıyı, doğayı, toplum kanunlarını ikame etme girişimi olarak karalanması bu anlamda ezilenlerin kurtuluşu açısından ölümcül bir saldırıdır. “19. yüzyılın başından beri, tarihsel zorunluluğun insanların zihinlerine yerleştirdiği o büyü, Ekim Devrimi ile daha da etkili hale gelmişti. Tıpkı Fransız Devrimi’nin kendi çağdaşlarına yaptığı gibi bu devrim de bizim yüzyılımıza, önce umutların en iyisini görmenin, sonra da fevkalade bir umutsuzluğu idrak etmenin aynı büyük anlamsızlığını sunmuştu” (Arendt, 2012: 73) Bu saldırının yarattığı gerici hegemonya, ezilenlerin iktidarlaşma düşüncesi ile arasına mesafe koymasında önemli bir etki yaratmıştır. Bu tespit ezilenlerin iktidar deneyimlerinin hiçbir kusur barındırmadığı anlamına gelmez. Tam tersine, komünist iktidarların yaşadığı başarısızlığın tüm sorumluluğunu Batı propagandasının omuzlarına bırakma şansımızın olmadığı yeterince açıktır. Komünistler, kendi tarihleri ile gerçek anlamda yüzleşemedikleri sürece günümüzde gerçek anlamda seçenek yaratabilme şansı yoktur. “Oysa proleter devrimleri, örneğin 19. Yüzyıldakiler sürekli özeleştiri yapar, koşarken hep ara verir, halledilmiş görünene geri dönüp yeniden başlar, ilk denemelerinin yarım yamalaklığını, zaaflarını, zavallılıklarını gaddarca ve esaslı biçimde alaya almaktan geri kalmazlar.” (Marks, 2010: 35) Ancak saçma olan, bu hesaplaşmanın bir iktidar olmadan dünyayı değiştirme sonucuna vardırılmasıdır. Bu tipik bir banyo suyuyla birlikte bebeğin de atılması vakasıdır çünkü ezilenlerin iktidarı, hem de egemen sınıfların kaçınılmaz olarak başını ezecek bir diktatörlüğü fikri “aşıldığı”nda geriye komünizm namına bir şey kalmayacaktır. Marks’ın “benim yaptıklarım arasında yeni olanlar” diye saydığı üç maddeden ikisinin proletarya diktatörlüğü ile ilgili olduğu Lenin ile Marks’ı karşı karşıya
39 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
lar ya da devasa dışsal şoklar karşısında sendeleyebilir, üretim ilişkilerini yeniden üretemez hale gelebilirler, ancak bu durumu aşmalarının önünde de hiçbir engel yoktur. Yeni bir iktidar tarafından bilinçli bir biçimde ortadan kaldırılmadıkları sürece restorasyon kaçınılmazdır. Kısacası devrimler açısından temel mesele üretim ilişkilerinin yeniden üretilmesinin sekteye uğramasıdır, bu sekteye uğramanın üretici güçlerin gelişiminden mi yoksa dışsal bir politik şoktan mı kaynaklandığı tali bir tartışmadır. Marks’ı Önsöz’deki analize iten birçok sebep bulunmaktadır. Büyük umut bağladığı 1848 devrimlerinin geri çekilmesi sonrasında toplumsal hareketler açısından yaşanan uzun sessizlik dönemini açıklamak bu saiklerden en önce gelenidir. “Marks’ın siyasi pratiğinin birinci önemli aşaması, 1848’deki devrimci dönemin kapanması ve Marks’ın da bu gerçeği kabul etmesiyle birlikte sona erdi… Marks aslında 1848 devrimini kapitalizmin nihai ve genel bir krizi olarak değerlendirmişti…. 1850’ler boyunca Marks, iktisat üzerine yaptığı çalışmalara geri döndü.” (Fernbach, 2008: 75). 1. Enternasyonal’de en önemli politik muarızın, politik aygıtı yani devleti, sınıflar hilafına tek başına merkeze koyan anarşizm olması, Hegel’de “mutlak tin” in gerçekleşmesi olarak görülen idealist tarih anlayışına karşı maddi toplumsal güçleri ve ilişkileri ön plana çıkarma isteği yine önemli gerekçelerdir. Ezilenlerin devrimci süreç sonunda yarattıkları kendileri lehine yeni güç dengesi, ezilenlerin devletinin kurumsal ve ideolojik mimarisine kaydedilmediği sürece korunamaz. Ezilenlerin iktidarı, egemen sınıf değişimini sağlayan devrimlerde olduğu gibi bir önceki sosyal düzende doğup gelişen yeni üretim ilişkilerinin ifadesi olmadığı için bir devlete muhtaçtır. 1991 sonrasında devrimlerin, sonu mutlak felaket olan, insanlığın had-
koymak isteyenlerin en çok görünmez kılmak istediği gerçektir. Buraya kadar toparlamak gerekirse küresel güçler arasında yaşanacak çatışma olasılığının giderek artması ve yaygınlaşan faşist-otoriter rejimlerin toplumsal gerilimleri soğurma değil de şiddetlendirme yönündeki etkileri dolayısı ile ani kırılmalara açık olması devletlerin çöküş yaşayabileceği ülkelerin sayısını arttırmaktadır. Dolayısıyla içinden geçilen gericilik dönemi, ilk bakışta düşündürdüğünün aksine devrimden uzaklaşma değil tam tersine ezilenler için yeni iktidara uzanma olanaklarının ortaya çıkabileceğine işaret etmektedir. Ezilenlerin bu olanaklardan yararlanabilmesi ise genel olarak iktidarlaşma fikriyle kurdukları yanlış ilişkiyi aşabilmelerine de bağlıdır. Üretim ilişkilerinin çözülmesi aslında bunların yeniden üretiminin garantörü olan devletin merkezinde bulunduğu egemenlik
sisteminin çözülmesi ile eşanlamlıdır. Ezilenlerin devrimi açısından üretici güçlerin gelişiminin üretim ilişkilerini çözmesi hipotezi gerçekçi değildir. Ezilenlerin düzeninin temsil ettiği yeni üretim ilişkilerinin eski üretim ilişkilerinin içinde oluşabilecek tek biçimi iktidarı hedefleyen siyasi örgütleridir. Sermaye sınıfının kendi fraksiyonları açısından bir anlamı olabilecek bu hipotezin ezilenlerin devrimlerini açıklama yetisi bulunmamaktadır. Ezilenlerin yapması gereken, sömürüyü ortadan kaldırabilmek, kendi üretimlerinin sonuçlarına tam olarak hâkim olabilmeleri için yapmaları gereken iktidarı almaktır. İktidar ile ilgili yanlış bilincin ezilenlerin saflarında düzeltilememesi sadece iktidar olma/olmama tartışmalarında olumsuz sonuçlar yaratmıyor. Mücadele aygıtları ile ilgili yürütülen tartışmalarda da komünizmin çöküşü sonrasında ortaya çıkan örgütsel modeller de bu olumsuz
2013, www.sodap.org) Bu anlamda aşırı bir yataylık vurgusunun ezilenlerin hareketlerini zayıflatma boyutunun giderek daha fazla göze battığı tespiti yapılabilir. Merkezi örgütlenmelere karşı en sert eleştirileri getiren Toni Negri bile bu konuda özeleştiri veriyor. “Dışlayıcı yataylığı eleştirmek zorundayım çünkü yatay kendiliğindenliği kurumsal gerçekliğe dönüştürme yetisine sahip bir proje ya da politik gelişme olmadığını düşünüyorum” (Negri, 2015) Yataylık takıntısı, büyük toplumsal isyanlarda yer almaya karşın kalıcı siyasi örgütlenmeye duyulan antipatinin aşılamaması, büyük sosyal eylemlilik geriye çekilirken dönemin tüm kazanımlarının bir anda buharlaşıvermesi önümüzdeki dönemde muhakkak aşılması gereken zaaflardır. Mehmet Yılmazer bu önemli gerçeği Arjantin isyanının hayal kırıcı sonuçlarının ortaya çıkmasından beri haklı olarak ısrarla vurguladı. Bu zaafların aşılabilmesi sadece aşılmak istenmesine bağlı değildir. Ezilen kitlelerin nezdinde katılım ile iktidarlaşmayı uyumlandırabilen bir teorik politik tutumun inşası bu açıdan hayati bir belirleyiciliğe sahiptir. Devletin ve toplumun aynı anda aktif, etkileşim halinde olduğu bir sosyalist siyaset kurgusu nasıl gerçekleştirilebilir? Burada karşıtlık içindeki iki tarihsel örnek olarak İtalyan Buennio Rosso’su ile Ekim Devrimi kıyaslaması düşünülebilir. 1919-1920 yıllarında yaşanan İtalyan işçi sınıfının kızıl yılları, Ekim Devrimi’nin Şubat- Kasım süreci ile benzer özellikler göstermiştir. Söz konusu dönemde Torino’daki İtalyan işçi sınıfının siyasi ağırlığı Petrograd’daki sınıf kardeşlerinden geride değildi. Fabrikalardaki işçi konseyleri, işgal ettikleri işyerlerinde üretimi kendileri örgütlediler. Ancak yaşanan siyasi krizi ulusal ölçekte iktidarı ele geçirmek için kullanmadılar. İtalyan Sosyalist Partisi (PSI) gösterdiği iradesizlikle İtalyan dev-
41 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
bilinçten dolayı zarar görüyor. 2000’lere girerken son derece hareketli olan uluslar arası sosyal forumlar etkinliklerini büyük oranda kaybettiler. Çöküşün sebebi bir tür enternasyonalizm eksikliği olarak teşhis edilince toplumsal hareketlerin birbirleriyle temas etmesini sağlayan uluslar arası organizasyonların sorunu çözebileceği öngörüldü. L. Amerika’da solun iktidara gelmesi bu rüzgarı ilk etapta daha da ivmelendirdi. Fakat yerellerdeki sorunlar ön plana çıktıkça forumların etkinliği geri çekildi. Bir diğer sorun ise yine önceki dönemin zaaflarından kaynaklı katılım eksikliğini ve bürokratikleşmeyi temel mesele olarak gören yataylık-dikeylik tartışmaları ekseninde gelişti. Dikey örgüt modellerinin yaratacağı olumsuzluğun farkında olmak bir meziyetken her türlü dikeyleşmeyi, her türlü temsili organı, her türlü merkezi kararlaşmayı tehdit olarak algılayan bir bilinç toplumsal örgütlenmeleri felç etti. “Doğrudan demokrasi talebi neredeyse çağımızın tüm isyanlarının ortak özelliğidir. Siyaset kurumuna inancını kaybeden kitleler hazırlıksız bir biçimde siyaset sahnesine akınca kendilerini ifade etmek dışında bir hedefe kilitlenemiyorlar. Bu bilinç bürokratik yozlaşmalara ve kendi adına başkalarının karar almasına karşı son derece duyarlı. Temsiliyet mekanizmaları neredeyse kaçınılmaz bir bürokratikleşme aracı olarak anlaşılıyor. Bu çok haklı tutum eğer olumlu bir örgütlenme mantığına dönüşemezse bu sefer de küpünü yiyen keskin sirke haline dönüşebiliyor. Hiçbir karar alamayan, saatlerce süren tartışmalar sonucunda ortak ruh halini dağıtmaktan başka bir sonuç ortaya çıkartamayan toplantılar neredeyse bir gelenek haline geliyor. Kendini ifade etme ihtiyacı ile birlikte yol alabilme imkânı birbirine ters biçimde konumlanıyor.” (Forumlarda Tıkanan Nedir? Ekim
42 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
riminin başarılamamasının en önemli sorumlusu oldu. O dönemde PSI saflarında mücadele eden Gramsci de Ekim Devrimi’ni büyük bir coşkuyla “Kapitale Karşı Devrim” olarak nitelemesine rağmen Rusya’da yaşananları tam olarak kavrayamamıştı. Ekim Devrimi ile ilgili gözlemlerinde devrimin esas olarak Sovyetler eliyle gerçekleştirilmiş aşağıdan yukarıya bir devrim olduğunu düşünüyordu, Temmuz 1919’da yönetimini ele geçirdikleri Avanti gazetesi aracılığıyla fabrikalarda kurulan işçi konseylerinin alternatif birer iktidar odağı haline dönüşeceği bir politik hattı örgütlediler. Rusya’da iktidar Sovyetler tarafından ele geçirilmişti, İtalya’da işçi konseyleri benzer bir eylemi gerçekleştirecekti. İki ülke arasında savaş yüzünden devletin paralize olması ve geniş köylü yığınların içinde işçi adacıklarını barındıran kentlerin öne çıkan öncülüğü gibi benzerlikler de mevcuttu. Konsey deneyimi işçi sınıfının psikolojisinde radikalleşmeye yol açacak, işçi sınıfını iktidarı kullanabilir hale getirecek, eş zamanlı olarak yaratılan ortak deneyim sonucunda komünist kadrolar ile işçiler hak ve sorumlulukları konusunda hızla bilinçleneceklerdi (Davidson, 1974: 131). 1919 Eylül’ünde Fiat Brevetti işçileri ilk konseyleri oluşturdu. Avanti çevresinde toplanan İtalyan sosyalistler Konsey hareketini yönlendirecek bir ilişki ağı geliştirmeyi başardılar. Bu dönemde Gramsci’nin en iyi bildiği Lenin çalışması Devlet ve Devrim’di. Devlet ve Devrim’in Sovyet’in proletarya diktatörlüğünün doğallığında temeli olacağını öngören fazla iyimser yaklaşımı Gramsci’ye kendisinin konseyler ile ilgili bakış açısını doğruluyormuş gibi görünüyordu. PSI’ın ve denetimindeki sendikaların Konsey hareketine mesafeli duruşunu partinin sınıf mücadelesine yeterince gömülü olmaması ve dolayısıyla bürokratikleşmesiyle ilgili olduğu eleştirisi Lenin tara-
fından öncelikle tümüyle desteklenmişti. PSI yetkililerinin Komintern aracılığıyla (PSI, komünist bir parti olmamakla birlikte savaşa katılma kararına destek vermediği için Komintern’e kabul edilmişti.) Torinoluların (Gramsci, Togliatti ve Tasca öncülüğündeki Avanti ekibi) “sendikalist” bir bakış açısına sahip olduğunu söylemesi sonrasında Lenin söz konusu desteğini zayıflatmıştı, çünkü ona göre işçinin öz örgütünü partinin ikamesi olarak görmek yanlıştı. Gramsci ise bu değerlendirme sonrasında da sendikalist olmadığını söylerken dahi Ekim Devrimi’nin konseyler eliyle yapıldığını iddia etmeyi sürdürdü. Gramsci konsey hareketinin sınırlarını gördükten sonra fikrini değiştirdiğinde ise öldürücü darbeyi vurmakta geç kalmış olan sınıf hareketi yükselen gerici reaksiyon karşısında moral olarak gerilemeye başlamıştı. Gramsci, konseylerin enerjisini ulusal düzeyde birleştirecek ve devlet iktidarını alt etmeye dönük saldırıya öncülük edecek bir partinin ihtiyacını fark ettiği için PSI içinden bir komünist parti inşa etmeye soyundu, partinin etkin isimlerinden “maximalist” Bordiga ile birlikte komünist partiyi kurduklarında faşist hareket çoktan momentumunu kazanmıştı. Ekim Devrimi’nde partinin rolü devrimin kazanılmasında hayati bir rol oynarken, İtalya deneyimi sadece aşağıdan bir devrimin gelip dayanacağı kaçınılmaz sınırı gösteren bir örnek olarak tarihe geçti. Yenilen devrimin, egemen sınıflar üzerinde yarattığı tehdit o kadar gerçekti ki egemen sınıfın başta büyük toprak sahipleri olmak üzere tüm bileşenleri faşist Squadrist çeteler etrafında toplandı. Leninizm’in devrim yapmaktaki göz kamaştırıcı başarısı, devrimin sonrasında ortaya çıkan siyasi yapıyı tam olarak meşrulaştırabilir mi? Bu bağlamda şu soru da üzerinde düşünülmeyi hak etmektedir: “Devrim yapan öznenin devrim sürecindeki devrimciliği ile devrimden sonra
olarak “bilebilmesi” mümkün değildir. İkincisi, ezilenler yekpare, monolitik bir aktör değildir. Ezilenlerin farklı öbeklerinin farklı çıkarlara sahip olması tamamen eşyanın doğası gereğidir. Dolayısıyla bu farklılıkların bir ortak kararda kendisini ifade edebilmesi bir tür ezilenler arası müzakereyi gerektirir. Burjuva parlamentarizmi nasıl burjuvazinin farklı kanatlarını iktidar bloğuna eklemlemek, egemen sınıf içi çatışmaları ölümcül bir çatışmaya yol açmadan çözmek gibi bir rol oynuyorsa işçi sınıfı iktidarının da benzer bir fonksiyona sahip olabilmesi gerekir. Böylesi bir müzakere mekanizmasının yaratı-
Devrimin iktidarı ele geçirme süreci apansız bir savaştır, ezilen sınıfın kendi iktidarını kurma cüretinin düşmanının tüm savaşma iradesini ezme kararlılığı ve yeteneği ile birleşmediğinde ne tür gerici reaksiyonlara yol açabildiğini biliyoruz, aynı manada olmasa da 7 Haziran 2015’den bu yana benzer bir süreci yaşıyoruz. Burada tereddüt yaşayan bir siyasi parti devrimci olamaz. madık faka bastırışı yeni bir devir açan dünya-tarihsel bir vaka olarak ilan etti. 2 Aralık’ta (1 Kasım 2015 olarak okuyalım b.n) Şubat devrimi hilebaz bir oyuncunun el çabukluğu marifetiyle ortadan kaldırılıverdi, şimdi yıkılmış görünen monarşi değil, yüzlerce yıllık mücadeleler sonucunda monarşiden koparılmış olan liberal tavizlerdir. Toplumun yeni bir içeriği fethetmesi yerine şimdi devlet eski biçimine, kılıçla cübbenin (yerli ve milli b.n) utanmazca basit iktidarına geri dönmüş görünüyor” (Marks, 2010: 34) Ancak sosyalist bir siyasi sistem devrime öncülük eden mutlak iradenin otoritesi altında sürdürülemez. Bu partinin sınıfın tümünü temsili söz konusu olamaz. Birincisi, epistemolojik olarak bir politik aktörün, “sınıfın çıkarını” her daim dakik
lamaması, hem ezilen kitleleri düzenden yabancılaştırır hem de iktidardaki partinin bürokratikleşmesine yol açar. Lenin’in “demokrasi ama hangi sınıf için” sorusu bu anlamda gereğinden fazla genelleştirilirse anlamsız noktalara varması kaçınılmazdır. Aynı soru, “sosyalizm ama ezilenlerin hangi öbeği için” sorusunu da gündeme getirir. “Reel sosyalizmin korkunç deneyimlerinden sonra, bu mantıktaki kusurun nerede yattığı artık tamamen ortada değil midir? İlk olarak nesnel bir yapılanmayı, kişilerin eylemlerinden doğan ‘nesnel’ sonuçların tamamıyla baştan belirlendiği kapalı ve tamamen bağlamsallaşmış bir duruma indirger (“niyetin ne olursa olsun, yaptıkların bugün nesnel açıdan şuna hizmet eder”): ikincisi bu tür ifadelerin ileri sürdüğü tutum eylemlerinizin
43 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
kuruluş döneminin öznesinin devrimciliği arasında fark var mıdır?” (Çulhaoğlu, 2017: 58) Vardır, var olmalıdır. Devrimin iktidarı ele geçirme süreci apansız bir savaştır, ezilen sınıfın kendi iktidarını kurma cüretinin düşmanının tüm savaşma iradesini ezme kararlılığı ve yeteneği ile birleşmediğinde ne tür gerici reaksiyonlara yol açabildiğini biliyoruz, aynı manada olmasa da 7 Haziran 2015’den bu yana benzer bir süreci yaşıyoruz. Burada tereddüt yaşayan bir siyasi parti devrimci olamaz. “Şubat Devrimi (Gezi olarak da okunabilir b.n) eski toplumun bir gafil avlayışı, bir sürprizi idi, halk bu umul-
44 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
‘nesnel anlamlarına’ karar verme hakkını gasp eder, dolayısıyla onların sözde ‘objektivizmi’ ( “nesnel anlama” odaklanma) tam karşıtının tezahür etme biçimidir ve düpedüz sübjektivizmdir: Eylemlerinin nesnel açıdan ne anlama geldiğine karar veririm, çünkü durumun bağlamını belirleyen benim.” (Zizek, 2017: 34) Bir devrimci parti iktidarını paylaşabilir mi? Bu sorunun cevabı bugün için neden çok acildir? Çünkü tarihin kritik bir kırılma anındayız, muhtemelen devrimci momentlere hiç de uzak değiliz, ancak komünizm gerçekçi, tarihinin özeleştirisini de veren bir siyasi model ortaya koyamazsa bir süredir olduğu gibi bu momentlerde hegemonik bir rol oynayamaz. 20. Yüzyıl sosyalizminin insanlığın ileriye doğru büyük bir adım olmasına rağmen bugün cazibesini ezilen kitleler nezdinde yitirmiş olması büyük oranda buradaki eksiklikten kaynaklanıyor. Buradaki eksiklik, ne doğrudan demokrasiye ne konseyci komünizme, aşırı yataylığa, özyönetimlere gereksiz methiyeler düzülerek aşılabilir ne de hiçbir sorun yaşanmamış gibi yaparak üstü örtülebilir. Bugün elimizdeki olanaklarla ortaya çok kapsamlı bir model koyamayabiliriz. Ancak tarihimizle burjuva liberalizmine savrulmadan hesaplaşabilmek önümüzü açacaktır. “Diktatörlüğün en tepe noktasında, farklı unsurlar arasında bir denge kurmak, (hiç de alakasız olmayan bir karşılaştırmayla) demokratik rejimlerdeki güçler ayrılığıyla aynı işlevi yerine getirecek karşılıklı bir denetim sistemi oluşturmaktır… Merkezi Denetim Komisyonu diğer kurumlar nezdinde önemli bir konumda olacak, bağımsızlığı Politbüro, buna bağlı idari organlar ve Merkez Komite’nin aracılığı olmaksızın doğrudan Parti Kongresi tarafından temin altına alınacaktır.” (Lewin, 1992: 109) Savaş komünizmi sonrasında Lenin “farklı unsurlar arasında bir denge kur-
mak” üzerine düşünüyordu. Ancak bunu partinin iktidarını paylaşmadan başarmayı, partinin içindeki organları birbirine göre bağımsızlaştırarak gerçekleştirmeyi tartışıyordu. Oysa gerçek bir sosyalist demokrasi parti ile ezilenlerin diğer örgütleri arasında bir güç paylaşımının sağlanması ile mümkün olabilirdi. Devletin açık politik tartışmaya açılması gerekiyordu. Parti ile ezilenlerin özyönetim aygıtları arasında bir kontrol denge mekanizmasının kurulması, dolayısıyla iktidarın kısmen partinin dışına taşması gerekiyordu. Sosyalist siyasal sistem, insanın insanı sömürmesi anlamına gelen kapitalizmin, özel mülkiyetin restorasyonunu savunmayan tüm halk örgütlerinin katılımına açılması gerekiyordu. Kurucu Meclis seçimlerinde Sosyalist Devrimcilerin çoğunluğu kazanması partide toplum içinde azınlığın desteğine sahip olduğu fikrini pekiştirmişti. Sosyalizme ikna olmayan partilerin politik alandan dışlanması bütünüyle rasyonelken, ezilenlerin farklı kesimlerinin açık politik temsiliyetinin engellenmesi anlaşılır değildir. Bugünden bakıldığında bunun gerçekleşmemiş olmasını sadece koşulların zorluğu ile açıklamak artık fazlasıyla naif kalıyor, partinin iradesiyle sınıfın iradesinin özdeş olduğu kabulü üzerine kurulan devlet her açıdan tıkandı. Lenin’in düşündüğü tarzda parti içindeki organların birbirini denetleyebilmesi de verimli olmadı. Mao, Sovyetler’de yaşanan bu zaafı fark ettiği için partinin bürokratikleşmesi karşısında tutum almaya çalıştı. Ancak bunu kurumsallaşmış bir biçimde değil de Kültür Devrimi, Kızıl muhafızların kızıl terörü ile gerçekleştirmeye çalışınca iç savaşın eşiğine dayanan çatışmayı ordunun yardımıyla kendi elleriyle ezdi, Şanghay’daki işçi komünü dahi bu düzetmenin kurbanı oldu. Başarılması gereken çelişkilerin politik rekabet ve müzakere yoluyla çözülebileceği bir sosyalist kamusal alan yaratılabilmesiydi. Zizek,
DİPNOT 1) Abdullah Öcalan tarafından, Bookchin’den etkilenerek geliştirilen özyönetimci demokratik modernite tezlerinde de burada bahsedilen ütopik öğe fazlasıyla mevcuttur. 2) Son dönemde gözlerin yaşanan olaydan “derin sınıfsal gerçeklere çevrilmesi” yönündeki yeterince iyi desteklenmemiş, dogmatizme meyilli çağrılara daha çok Kansu Yıldırım ve Foti Benlisoy’un yazılarında denk geliyoruz. “Mevcut iktidara olmadık güçler atfetmek pek revaçta olduğundan alaturka Bonapartist girişimin savaş yoluyla bir “düzeltilmiş baskıya” ihtiyacı olması garipsenebilir”. (Benlisoy, 2017) “AKP iktidarında ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesi ortadan kalkmamış, aksine iktidar bloğunun güncel ihtiyaçlarına göre yeniden formatlanmıştır… Hakim toplumsal üretim ilişkileri değişmedikçe, en önemlisi toplumsal üretim ilişkileri üzerindeki özel mülkiyete son verilmedikçe hukuk da sömürülen sınıflara armağan değil kırıntılar sunacaktır.” (Yıldırım, 2017)
45 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
Ekim ayında kaybettiğimiz ve Chavez’in 21. Yüzyıl sosyalizminin teorisyeni olarak selamladığı İstvan Meszaros’un konuyla ilgili görüşlerini şöyle aktarıyor: “Lenin devletin ‘ekonomik altyapısı’ içinde onun temel faktörü olarak oynadığı rolü göz önüne almayı unutmuştu. Bu ihmal, toplumsal denetim mekanizmalarından kurtulmuş zorba bir devletin büyümesini engellemediği gibi, devletin sınırsız gücüne geniş bir alan açtı: Devletin sadece kendi dışındaki toplumsal sınıfları değil, kendisini de temsil ettiği gerçeğini kabul ettiğimizde, kimin devletin gücünü sınırlayacağı sorusunu sorabiliriz.” (Zizek, 2017: 71) Gerçekten de 21. Yüzyıl sosyalizminin cevabını bulacağı en temel soru budur. Bu sorunun cevabının bulunması komünizm davasını kitleler nezdinde yeniden uğruna büyük bedeller ödemeyi hak eden, Gramsci’nin deyimiyle bir “somutlaşmış fantezi” haline getirebilir (Hetland, 2015 :124) Dünya büyük altüst oluşlara yönelirken Marksizmi bir kez daha ezilenlerin anti faşist mücadelesinin, dünyayı değiştirme hamlesinin nirengi noktası haline getireceksek bunu başarmak zorundayız. Ezilenler adına konuşan ancak ezilenler tarafından sahiplenilmeyen bir akademik bilgi yığınına değil uğruna milyonların ölüme yürüyebileceği bir meşaleye ihtiyacımız var. “Marks’ın 11. Tezi böyle (yeniden) okunmalıdır: Marksist teoriyi sınayan şey, seslendiği kesimlerde (proletarya) açığa çıkardığı hakikat etkisinde, onları devrimci öznelere dönüştürmesinde yatmaktadır” (Zizek, 2017: 27).
KAYNAKÇA
46 DEVRİMİN GÜNCELLİĞİ ÜZERİNE
Allison, G. T. (2017) Destined For War – Can America and China Escape Thucydides’s Trap?, Boston: Houghton Mifflin Harcourt Arendt, H. (2012) Devrim Üzerine, çev: O. E. Kara, İstanbul: İletişim Çulhaoğlu, M. (2017), “Sovyet deneyiminden siyaset dersleri”, Komünist, s. 55-62 Davidson, A. (1974) “Gramsci and Lenin, 1917-1922”, Socialist Register Fernbach, D. (2008) Siyasal Marx, çev: M. Akad, İstanbul: Daktylos Hetland, G. (2015) “Emergent Socialist Hegemony in Bolivarian Venezuela: The Role of the Party” S.J. Spronk ve J.R.Webber (eds.) Crisis and Contradiction- Marxist Perspectives on Latin America in the Global Political Economy, Boston: Brill İsaev, A. (2018) “Çin’in gizemli çekiciliği hakkında 1: Çin Afrika’ya nasıl uzandı?”, Gazete Duvar, https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/01/26/cinin-gizemli-cekiciligi-hakkinda-1/ Kürkçü, E. (2017) Ekim Devrimi Tartışmaları, 2009-2011 içinde İstanbul: Köz Yayınları Lenin, V. (2017), “11. RKP (B) Kongresi’ne sunulan 27 Mart 1922 tarihli Merkez Komitesi Politik Raporu”, Lenin 2017 içinde Lewin, M. (1992) Lenin’in Son Mücadelesi, çev: S. Öngider, İstanbul: Mer Marx, K. (1979) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, çev: S. Belli, Ankara: Sol Marx, K. (2010) Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i, çev: Tanıl Bora, İstanbul: İletişim Marx, K.- Engels, F. (1997) Komünist Manifesto, Ankara: Sol Negri, T. (2015) “From the refusal of labor to the seizure of power”, ROAR online dergi, https://roarmag.org/essays/negri-interview-multitude-metropolis/ Paxton, R. O. (2014) Faşizmin Anatomisi, çev: H.Atay-H.D.Atay, İstanbul: İletişim Skocpol, T. (2004) Devletler ve Toplumsal Devrimler, Fransa, Rusya ve Çin’in Karşılaştırmalı Bir Çözümlemesi, çev: S. E. Türközü, Ankara: İmge Tocqueville, A. de (2004) Eski Rejim ve Devrim, çev: T. Ilgaz, Ankara, İmge. World Inequality Lab (2018) “World Inequality Report 2018” Yıldırım, K. (2017) “Liberal otoriteryan legalizme karşı ‘hukukun üstünlüğü’ mü?”, Birgün Pazar Zizek, S. (2017) Lenin 2017, çev: A. E. Pilgir, İstanbul: Ayrıntı
KIZIL EKIM’E BUGÜNDEN BAKMAK AIJAZ AHMAD
Ekim devrimi ile birlikte, devrimci dinamiğin odağı Doğu’ya ve genel olarak emperyalizme karşı mücadele eden ülkelere doğru kaymaya başladı. Komünizm ve anti-emperyalizm arasındaki bu simbiyoz, Kızıl Ekim’in daha kalıcı mirası olacak gibi görünmektedir. [Bu makalede, kendi başına devasa bir konu olan Kızıl Ekim’den sonra yaşananlar üzerinde değil, bu devrimin sürmekte olan küresel önemi, ona yol açan süreç ve başta Lenin’in kendisi olmak üzere devrimin aktörlerinin devrimin nasıl bir devlet ve toplum doğuracağı konusundaki beklentileri üzerinde duracağız. Makalede geçen bütün tarihler, devrimden epey sonra da Rusya’da kullanılmış olan Julian takvimine göre verilecektir. Julian takvimi, çok daha yaygın olarak kullanılan Gregoryen takviminin 13 gün gerisindedir. Örneğin, 1917 devrimci dinamiğini başlatan Rus kadın işçilerin yürüyüşü, Gregoryen takviminde 8 Mart, Julian takviminde 23 Şubat olan Uluslararası Kadınlar Günü’nde gerçekleşti. Bu yüzden adı Şubat Devrimi.] Ekim 1917’deki Büyük Bolşevik Devrimi asla basitçe bir “Rus” devrimi değildi. Aksine, evrensel insanlık tarihinde büyük bir değişime işaret eden bir olay ve bir dönüm noktasıydı. Bu devrim, 1789 Fransız Devrimi sonrasında Avrupa’da patlak veren bütün bir devrimler zincirini takip etti, ancak yalnızca sermaye egemenli-
ğine değil onunla birlikte özel mülkiyete de, dolayısıyla tüm sınıflı topluma da son vermeyi öngören ilk devrimdi. Çığır açan Mart-Nisan 1917 yazılarında Lenin gerçekte, devletin derhal “sönümlenmesini” (kendi deyimiyle “Ordu, polis ve bürokrasinin feshedilmesini” ve bu işlevlerin yaklaşık iki milyon kişiye dağıtılmasını) öngörür. Bu, herhangi bir devrimin kendisi için belirlediği en geniş kapsamlı projeydi. 300 yıllık Çarlık monarşisi Şubat 1917’de çöktüğünde, Bolşeviklerin çoğunluğu da dâhil olmak üzere, Rus Solu’nun çoğu, Batı tarzı bir burjuva demokrasisini kendi ülkelerinde yerleştirmeye çalıştı. Bunun aksine Lenin, “yaklaşan Avrupa devriminin önsözü” olacak acil bir sosyalist devrim için, işçi ve köylülerin seferber edilmesini savundu. Benzer şekilde, onun emperyalist zincirdeki “en zayıf halka” olarak Rusya imgesi, bir devrimin en zayıf halkayı kırması halinde tüm zincirin çözüleceği stratejik kavrayışını ortaya koydu. Bu anlamda Bolşevik Devrim, Avrupa boyutuna sahip olmanın yanı sıra, sömürgeciliği ve emperyalizmin dünya çapındaki krizini patlatacak bir güç olarak da hizmet edecekti. 20. Yüzyılda tarihin gelişiminde iki büyük özgürleştirici güç temel önemdeydi: Kapitalizmi sosyalist bir geleceğe doğru aşma mücadelesi ve sermayenin yarat-
47 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
Çeviren Muzaffer Kaya Frontline, V.34, S.25, 22-12-2017. http://www.frontline.in/cover-story/red-october-in-retrospect/article9982449.ece
48 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
tığı küresel sömürge sistemini parçalama mücadelesi. Elbette kapitalizmin kendisi yüzyılın başında küresel bir sistem haline geldi. Sermaye ve sömürgenin neredeyse özdeşleştiği, 1914’e kadar sömürgeci güçler, sömürgeler ve eski sömürgelerin (Amerika’daki) dünya yüzeyinin yüzde 85’ini kaplaması gerçeğinden hareketle anlaşılabilir. Bolşevik projesi, tüm bu sistemi -onun hem sömürgeci hem de kapitalist yönünü - yok etmeyi amaçladı, yoksa Rusya’yı kendi içinde dönüştürmeyi değil. Rusya yalnızca bir çarlık devleti değildi. Aynı zamanda büyük bir sömürgeci imparatorluktu. Britanya ve Fransa’dan farklı olarak Rusya, sınırlarından uzakta sömürgeler elde edecek kadar güçlü değildi. Çoğunluğu Müslüman olan, Türkçe konuşulan sömürgeler çok yeni kazanımlardı ve Asya’da olduğu gibi Avrupa’da fethettiği tüm topraklar Rusya ile sınırdaştı. 20. Yüzyıl’da sömürgeci imparatorlukların dağılması Britanya ve Fransız sömürgelerinde değil, Çarlık sömürgelerini derhal özgürleştiren ve onları daha büyük ve çok uluslu Sovyet Sosya-
list Cumhuriyetleri Birliği sistemi içinde otonom, büyük ölçüde kendi kendilerini yöneten cumhuriyetlere dönüştüren Bolşevik devrimiyle başladı. Rus sömürgeleri, sömürgeci bağımlılıktan sosyalist kurtuluşa doğrudan geçiş yapmakta tarihte ilkti. Ayrıca Lenin’in sömürge ve ulusal sorun üzerine ünlü tezlerinin ilk olarak sadece Rus sömürgeleri için formüle edildiğini ve başka yerlerde uygulanması için sonradan genişletilip geliştirildiğini hatırlamak gerekir. Tam da devrimin bu niteliği sayesinde Bolşevikler ve bu geleneğe dayanan komünistler, sınıf ve imparatorluk arasındaki özsel ilişkiyi ve anti-sömürgeci, anti-emperyalist milliyetçilikler ile sosyalist devrim arasındaki örtüşmeyi her zaman vurgulamışlardır. Bolşevik devrimin bu yönü Üçkıta’da1 [Tricontinent] (“Üçüncü Dünya” ya da yeni moda “Küresel Güney” yerine tercih ettiğim terim) özel bir rezonansa sahip olmuştur.
Köylülük Kendi Tarihini Yapar
Bolşevik Devrim, köylülüğün ilk kez kendi tarihinin yapıcısı olarak ortaya çıktığı büyük bir tarihsel olaydı. Köylü ajitas-
nutsuzluğu, onların kalplerinde, katılmak için hiçbir neden görmedikleri savaşlarda kendilerini ölmeye gönderen yöneticilere karşı duydukları büyük öfkeyle birleşti. Üniformalı köylü kitlesi arasındaki bu büyük öfke örgütlenip bir devrime yönlendirilebilir miydi? Bu Lenin’in yoldaşlarına yönelttiği soruydu ve bu yüzden toprak ve barış talepleri devrimin ana sloganları arasına alındı. Bolşevik devrimin benzersiz yeniliği Marksist teoriyi, insanlık tarihindeki ilk sosyalist devrimi ortaya çıkaran pratiğin somut teorisi haline getirerek onun derinliğini ve menzilini arttırdı. İlkti, ama sonuncu değildi.
Rusya’nın İki Kesimi
Rusya, iki kıtaya yayılan geniş bir ülkedir. Büyük kentleri, siyasi ve mali güç merkezleri, sanayisinin çoğu, burjuvazisi ve işçi sınıfı Avrupa’da -Avrupa’nın en doğusunda- yer alıyordu. Köylülüğünün ve sömürgelerinin büyük kısmı Asya’daydı. Lenin ve yoldaşları, ülkelerinin her iki kesimi için de geçerli olacak bir strateji geliştirmek zorundaydılar. Bu devrimin büyük özgünlüğü kısmen bu gerçeklikten kaynaklıdır. Avrupa sosyal demokrasisinin tarihinde acil bir sosyalist görev olarak sömürgelerin özgürleşmesine yönelik bir vurgu ya da köylülüğün potansiyel devrimci bir sınıf olarak görülmesi asla söz konusu olmadı. Bu ancak, kısmen Avrupalı kısmen Asyalı olan Rusya’da, inandırıcı ve tutarlı bir biçimde düşünülebilirdi. Çok sayıda sosyal demokrat da dâhil olmak üzere, Batı Avrupa’daki çoğu kişi Rusya’yı Asyatik, yarı-Asyatik vb. ifadelerle farklı derecelerde küçümsemiştir. Devrim yapmakta başarısız olan, Alman Devrimi’nin ezilmesinde aktif işbirlikçilik yapan ve sonunda küresel anti-komünist bloka dâhil olan bu Avrupalı sosyal demokratların çoğu, Bolşevik Devrim’in yeterince Avrupalı ve “gelişmiş” olmadığı için başarısız olacağı sonucuna vardı.
49 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
yonları ve ayaklanmaları Fransız devrimi sırasında da yaygındı. Ancak hiçbir zaman, devrimin başat güçleri olan kentsel orta sınıfların ve Paris proletaryasının nüfuzu altından çıkamadılar. Fransa’da eski rejimin yenilgisi ve büyük toprak sahibi ailelerin sayısız mülkünün feshedilmesi elbette köylülüğe fayda sağlamıştı, ama kendi bağımsız girişimleri genellikle görmezden gelindi hatta bastırıldı. Bolşevik Devrim’de ise bunun aksine, devrimin teorik hazırlığında bile başat güç olarak işçiköylü ittifakı öngörüldü. Devrimin fiilen gerçekleştirildiği sırada, -Lenin’in üniforma giymiş köylüler dediği- çok sayıda asker, çoğunlukla büyük şehirlerde (asıl olarak Petersburg ve Moskova) yoğunlaşmış olan işçiler ve devrimci entelektüellerle geniş kırsal alana dağılmış köylüler arasında pratik bağlantı ve sosyal bağ çimentosu olarak işlev gördüler. Bolşevik devrimi takip eden tüm sosyalist devrimlerde –Çin’den Vientam’a, Küba’dan GineBissau’ya ve sonrasındakilere– iki sorun hep var oldu: Ulusal sorun (sömürgecilik) ve köylü sorunu. Bu, Marksist düşüncenin kendisinde büyük bir değişim ve ilerlemeydi. Marksist teorik çaba Avrupa’nın sanayileşmiş merkezleriyle (genellikle Almanya, İngiltere ve Fransa) sınırlı kaldığı sürece devrimci teori, sanayi işçi sınıfını kapitalizmin yegâne “mezar kazıcısı” olarak gören neredeyse münhasır bir vurgu üzerinde temellendi. Marksist teori, bu merkezlerden, Rusya gibi oldukça heybetli ama Marksist olmayan köylü radikalizmi geleneğine sahip, yarı-sanayileşmiş, büyük ölçüde tarımsal bir topluma taşındığında, köylülük sorununu başka bir biçimde yeniden düşünmek zorunda kaldı. Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle, milyonlarca genç köylü orduya alındı ve kötü donanımlı ve çok az eğitilmiş olarak cepheye sürüldü. O zaman, çok daha eski ve yerleşik olan köylü hoş-
50 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
Tarihteki büyük dönüm noktalarından biriydi. Rusya’daki Bolşevik Devrim’den ve özellikle Almanya, Avusturya, İtalya ve Macaristan gibi ülkelerdeki kısa ömürlü devrimci yükselişin yenilgisinden sonra, faşizmin ve Nazizm’in karanlık gecesi Avrupa’nın büyük bölümünü kaplarken, Marksist devrimci pratiğin ağırlık merkezi Avrupa’dan uzaklaşmaya ve giderek “Doğu”ya -Asya’ya ve Üçkıta’ya- doğru kaymaya devam etti. Rosa Luxemburg’un 15 Ocak 1919’da Weimar Almanyası’nın sosyal demokrat hükümeti tarafından kiralanan faşist katiller tarafından öldürülmesi, gelmekte olanların iyi bir göstergesiydi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bile, Batı Avrupalı entelektüeller, ekonomi politikten felsefeye ve edebiyat teorisine kadar geniş bir alanda çok kıymetli Marksist teoriler üretmekteydiler, ama ufukta sosyalist bir devrim olasılığı artık yoktu. O dönemde sayıları oldukça fazla olan sosyal demokrat hükümetler, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) ve Üçlü Komisyon’a, dolayısıyla da emperyalizm saflarına bağlı kaldılar.
Geçmişin Vaatleri
Bugünden geriye Ekim 1917’ye şöyle bakabiliriz: Mutlak bir yenilik anı ve yeni bir başlangıç. Onu geçmişin birçok vaadinin yerine getirilmiş gibi göründüğü bir an olarak değerlendirmek de mümkün. Marx ve Lenin, Fransız Devrimi’ne kadar giden ve içinde özellikle Gracchus Babeuf liderliğindeki “Eşitler Komplosu” örgütünün ve daha genel olarak 500 bin üyeli Jakobenlerin temsil ettiği güçlü bir komünist eğilim barındıran zengin devrimci geleneğin tamamen farkındaydılar. Lenin Bolşevik Devrim’in, 1871’de Paris Komünü’nü, 1905’de ve Şubat 1917’de Rus Devrimlerini doğuran aynı dinamiğin bir ifadesi olduğunu düşünüyordu. Uğruna 40 000 civarı Komünar’ın hayatını kaybettiği bu Özgürlük deneyimi, Lenin
için, devrimden sonra ortaya çıkacak olan iktidarın devrimci yeniden-örgütlenmesi için öngördüğü politik form olan “Komün devlet” diye adlandırdığı bir model (ya da onun deyimiyle, prototip) haline geldi. Bu liberal demokratik değil, derinlemesine radikal demokratik bir formdu. Fransız siyaseti, Alman felsefesi ve Rus edebiyatının mirası ile yetişmiş ünlü Rus aydını Alexander Herzen, köleliğin kaldırılmasından epeyce önce 1850’lerin başında, öngörülü bir şekilde “Rusya’da geleceğin adamı köylüdür” demişti. Aynı dönemde, Kırım Savaşı’ndaki yenilgi, serflikten fayda sağlayan eski aristokraside bir özgüven krizine yol açtı ve reform, modernleşme, sanayileşme ve Batı’ya yetişme konularında sesler yükselmeye başladı. 1861’de köleliğin kaldırılması, bu reform ve Batı’ya yetişme çabasının bir parçasıydı. Ama köleliğin kaldırılması gönülsüzce yapılmıştı. Eski feodal lordlar, topraklarının yarısından fazlasını, özellikle de en verimli kısımlarını, ellerinde tutmaya devam ederek özel toprak sahibine dönüştüler. Arazilerin çoğu köylülere değil, komünlere (eski bir Rus kurumu olan Mirlere) devredildi. Arazinin yaklaşık yüzde 15’i “kurtarılan” serflerin yüzde 40’ında dağıtıldı; bu bereketsiz tarlaların çoğu, ailelerin geçimlerini sürdüremeyeceği kadar küçüktü ve bunun için 49 yıl taksit ödemek zorundaydılar (bu taksitler 1905 devriminin ardından iptal edilmiştir). Dahası, oğullarını büyük imparatorluk ordusuna gönderenler de yine bu köylülüktü. 19. yüzyılın sonraki on yıllarının çoğunda Rusya çok geniş bir radikal aydınlar kuşağı üretti, ancak bunların çok azı kentlerdeki işçi sınıflarına önem verdi; çoğu Popülistler (Narodniki, Rusça “halk” anlamına gelen Narod kelimesinden gelir) olarak bilindi. Popülistler de pek çok gruba bölünmüş ve önemli bir kısmı anarşizme ve devrimci terörizme yönelmişti. Serfliği ortadan kaldırmaktan gurur du-
sosyalizme geçiş düşünülebilir, ama ancak Avrupa proletaryasının Rusya’daki böyle bir devrime yardım etmesi şartıyla. Bu konuya ilişkin iki unsur dikkate değerdir. Birincisi, Bolşeviklerin çoğunluğu da dâhil olmak üzere, Rus komünistlerinin büyük bir çoğunluğu, yine de kapitalist bir aşamadan geçmenin -yalnızca ekonomide değil aynı zamanda istikrarlı bir parlamenter liberal demokrasi yoluyla da- sosyalizme geçiş öncesinde şart olduğuna inanmaya devam etti (ünlü aşamalar teorisi). Lenin bu konuda, Ekim’den sadece birkaç ay öncesine kadar, hep azınlıkta kaldı. Devrimci bir partinin öncelikli görevinin her burjuva krizini devrimci bir krize dönüştürmek olduğunu ve herhangi
Marx’a sordukları temel soru şuydu: Geleneksel Rus komünü, bir devrim yapmak ve sosyalist bir toplum örgütlemek için temel oluşturabilir mi? Marx uzun zaman tereddüt etti ve yıllarca Rusya tarihi ve ekonomisi üzerine okumalara daldı. Araştırmasının bir noktasında, koşullu bir cevap verdi: Evet, kapitalist bir safhadan geçmeden sosyalizme geçiş düşünülebilir, ama ancak Avrupa proletaryasının Rusya’daki böyle bir devrime yardım etmesi şartıyla. resinde karar oylamasında, Martov’un grubunun bazı üyelerinin hazır olmaması ve Lenin’in grubunun anlık bir çoğunluk kazanması üzerine ortaya çıkmıştı. Rus aydınlarının radikal ve eylemci kesimleri arasında Marx’ın pek fazla tanınmadığı doğru değildir. Bazıları onunla doğrudan temas halindeydi. Marx’a sordukları temel soru şuydu: Geleneksel Rus komünü, bir devrim yapmak ve sosyalist bir toplum örgütlemek için temel oluşturabilir mi? Marx uzun zaman tereddüt etti ve yıllarca Rusya tarihi ve ekonomisi üzerine okumalara daldı. Araştırmasının bir noktasında, koşullu bir cevap verdi: Evet, kapitalist bir safhadan geçmeden
bir liberal demokratik aşamanın işçiler ve köylüler için gereksiz bir safha haline geleceğini düşünüyordu. İkincisi, bununla birlikte Lenin, koşullarının olgunlaşması halinde devrimci güçlerin Rusya’da iktidara gelebileceğini, ancak diğer Avrupa ülkelerinde az ya da çok eş zamanlı başarılı devrimler gerçekleşmeden, Rusya’da yeterince sosyalist bir toplumun kurulamayacağını düşünüyordu. Bu konuda Marx ve Lenin hemfikirdi: Rus Devrimi, Avrupa’nın daha gelişmiş proletaryasının desteğine ihtiyaç duyacaktı. Lenin, Birinci Dünya Savaşı’nın, başta Almanya olmak üzere, birçok Avrupa ülkesinde başarılı devrimler gerçekleşmesini sağla-
51 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
yan Çar’ın kendisi gösterişli bir terör şovuyla (19. yüzyıl devrimci teröristlerinin deyimiyle “eylemli propaganda”) öldürüldü. Daha sonra çok ünlü olacak olan Georgi Plehanov, 1882’de, Rusya’da ilk Marksist grubu oluşturmak üzere, ilerde devrimci suikastçılardan biri olacak olan (güzelliğiyle de meşhur) Vera Zasulich’le birleşti. Bununla birlikte, resmi bir Marksist siyasi parti -Rus Sosyal Demokratik İşçi Partisi (RSDLP)- sadece beş yıl sonra, 1903’te, daimi olarak uzlaşmaz iki fraksiyona (Menşevikler ve Bolşevikler) bölünmek üzere, oldukça geç bir tarih olan 1898’de kuruldu. Menşevik (azınlık) ve Bolşevik (çoğunluk) isimleri, Londra’da 51 delegeyle toplanan ikinci parti kong-
52 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
yacak büyüklükte bir krize yol açtığından emindi. Bundan dolayı, Rus Devrimi’nin Avrupa’daki büyük devrimlerin sadece bir önsözü olduğunu bir öngörü olarak formülleştirdi. Bu umut elbette gerçekleşmedi. Almanya’da dâhil olmak üzere, savaş sonrası Avrupa’da başarılı olan, devrimci Marksizm değil faşizmdi. Daha sonraki tarih, başarılı bir devrim tarafından olduğu kadar, başarısız çok sayıda devrim tarafından da yapıldı. Stalin ve Sovyet hükümetindeki diğerleri adına konuşan Nikolai Bukharin, Avrupa’nın geri kalanındaki bu devrim başarısızlıklarının sonucunda, nihayet yeni bir teori sunmak üzere ortaya çıktı: “Tek Ülkede Sosyalizm”.
Yeni Bir Kapitalist Sınıfın Yükselişi
Rusya’nın Kırım Savaşı’ndaki yenilgisi, serfliğin kaldırılmasına ve genellikle muzaffer düşmanları İngiltere ve Fransa sermayesiyle aşırı hızlı modernleşme ve sanayileşmeye yol açan çok boyutlu krize yol açtı. Toprağın özel mülkiyetiyle birlikte makineli tarıma geçmek isteyen yeni bir toprak sahibi sınıfın yanısıra, sanayi ve finans sektörlerinde paya sahip yeni bir kapitalist sınıf ortaya çıkmaya başladı. Yüzyılın sonuna,1899’da Lenin, Rusya’nın serflik günlerinden itibaren büyük bir değişim yaşayan köylülerle ittifak halinde bir proletarya devrimi için koşulları oluşturacak kapsamda bir değişim geçirdiğini tartışmak üzere, Rusya’da Kapitalizm’in Gelişimi adlı kitabını yayınladı. Ancak, Çarlık otokrasisi ve otokrasi ile klientalist ilişkiler içinde, hiçbir liberal vaadi olmayan bir burjuvazinin varlığı koşullarında, büyük ölçüde örgütlenmiş kentsel orta sınıfa dayanan modern bir devrimi nasıl yapabilirsiniz? Bu soru, 1902’de Bolşevik geleneğin ilk büyük klasiğini ortaya çıkardı: Ne Yapmalı? (Lenin elbette bu başlığı, ünlü filozof ve edebiyat eleştirmeni Niko-
lai Chernyshevsky’nin dönemin Rus gençliği üzerinde heyecan verici bir etkisi olan 1863 tarihli meşhur romanından ödünç almıştı.) Bu arada Çarlık rejimi doğuda, -belki Kore Yarımadası’nda ya da Dış Moğolistan’da, hatta Mançurya’da- yeni kolonyal bölgeler elde etmek için planlar hazırlıyordu. Bunu yaparken açık olarak Japonların kendi sınırları dışındaki nüfuz alanları olarak kabul ettiği bölgelere giriyordu. Japonları alt ırk olarak görüp küçümseyen, kendi askeri zayıflığından habersiz ve bu kadar uzak bir mesafeye ordu göndermenin zorluğunu hesaba katmayan Çarlık hükümeti, 1904’de Japonya’ya savaş başlattı. Cephede peş peşe yenilgiler gelirken, içerdeki sosyal ve ekonomik kriz yoğunlaştı. Ocak 1905’de patlayan grev dalgası önce sanayi kentlerini, daha sonra imparatorluğun geniş kesimlerini sarmaya başladı. Bir yenilik olarak; kadınlar kendi inisiyatifleriyle ve kalabalıklar halinde harekete geçmeye başladılar ve grevler işçilerden, başta meslek sahibi küçük burjuvazi olmak üzere, alt orta sınıfın değişik kesimlerine yayılmaya başladı. Öte yandan 1917’de yaşanacak olanlardan büyük bir fark da vardı; münferit bir kaç hareketlilik dışında, köylülük kentsel ayaklanmalardan genelde uzak durdu ve savaştaki kıyımlara ve art arda yenilgilere rağmen askerler az ya da çok rejime sadık kalmıştı. Buna karşılık, işçi sınıfının militanlığı tarihiydi: Sanayinin yoğunlaştığı, Rusya’nın Avrupa kısmındaki proletaryanın yarısı, yıl boyunca grevleri sürdürdü ve sendikalaşma hızı çarpıcıydı. Bolşevikler, o dönemde çok az sayıda ve çok tecrübesizdi; askerler arasında bir kitle çalışmaları yoktu ve köylülükle bağları zayıftı, bütün bunlarla birlikte devrimci bir parti olarak çok yeniydiler. Lenin 1905 olaylarıyla ilgili çok düşünmüş ve yazmıştı, yaklaşık 400 sayfa. Proletaryanın Rusya’daki belirleyici devrimci
Menşeviklerden ve Enternasyonal’den Ayrılış
Bolşevikler sonraki on yıl boyunca, özellikle işçi sınıfı arasında ve daha genel olarak diğer toplumsal tabakalar arasında yeraltı çalışmasında muazzam tecrübeye sahip, daha büyük, daha uyumlu ve daha iyi eğitilmiş bir güç haline geldi. Menşeviklerle tam kopuş 1912’de gerçekleşti. Lenin, Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde, İkinci Enternasyonal’in çeşitli üye partileri kendi ülkelerinin hükümetlerini destekleyince, Bolşevikleri Enternasyonal’den de çıkardı. Birinci Dünya Savaşı’nı milyonlarca insanın hayatı pahasına, sömürgelerin yeniden paylaşımı için yapılan “emperyalistler arası savaş” olarak tanımladı. Savaş bittiğinde altı milyon insan hayatını kaybetmişti. Böyle bir savaşı desteklemek, özellikle kendilerini “sosyalist” olarak adlandırma-
ya devam eden ve “devrimci” olduklarını iddia eden siyasi partiler için açıkça suçtu. Bu partilerle çalışmak olanaksızdı. Bolşevikler onlardan kopmak ve bulundukları yerde devrim yapmaya yoğunlaşmak zorundaydılar. Bütün bu süreçte Lenin, şüphesiz haklı ve devrimci değerlere sadıktı. Bununla birlikte, Rusya’da devrim olanağı ortaya çıktığında Bolşevikler, ulusal ve uluslararası sosyalist akımlardan neredeyse tamamen yalıtılmış durumdaydı. Lenin, bu ittifaklardan vazgeçmeden partisini başarılı, tarihsel olarak benzersiz bir devrim yapmaya yönlendiremezdi. Öte yandan, bu izolasyonun ve dış destek eksikliğinin kalıcı ve dayanılmaz sonuçlara sahip olduğu doğrudur. Lenin, Ekim Devrimi’nin, savaşın getirdiği kriz koşullarıyla birlikte, devrim ateşini Avrupa çapında yayabileceğini ummaya devam etti. Fakat o devrimleri tam olarak kim yapacaktı? Avrupa’daki tüm sosyalist ve sosyal demokrat partiler, kendi ülkelerinin burjuvazileri ile zaten ittifak halindeydiler. Bu ülkelerin neredeyse tamamında sol komünistler nispeten çok küçüktü ve yalnızca burjuvazi tarafından değil sosyal demokratlar tarafından da hedef alınmıştı. Gramsci ve Bordiga’nın İtalyan Komünist Partisi Ocak 1921 gibi geç bir tarihte, Benito Mussolini’nin, faşizmin egemenliğini başlatan, Roma Yürüyüşü’nden ancak 18 ay önce kuruldu. Sosyal demokrat partinin, Ekim Devrimi’ni gerçekleştiği anda kınadığı Almanya’da, savaşın bitmesinden sonra kısa bir süre bu parti iktidar oldu. Ekim Devrimi’ni gerçekleştiği anda kınayan sosyal demokrat parti Almanya’da, savaşın bitmesinden sonra kısa bir süre iktidar oldu. Spartacus Ligi’ni Alman Komünist Partisine dönüştürdükten kısa süre sonra, Ocak 1919’da Rosa Luxemburg, bu partinin gözetiminde öldürüldü. Lenin’in “Avrupa devrimlerinin” Ekim Devrimi için
53 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
sınıf olarak ortaya çıktığı, diğer ezilen sınıflara liderlik edebilecek ve köylü kitleleri de dâhil olmak üzere, kitleleri kendi liderliğinde birleştirebilecek yeteneğe sahip olduğu sonucuna vardı. Ayrıca, Rus burjuvazisinin çarlık otoritesini ya da Batı Avrupa’nın daha gelişmiş kapitalist sınıflarını karşısına alabileceği düşüncesinin dayanaktan yoksun olduğu sonucuna vardı; bu da, Menşeviklerin bağımsız, tutarlı liberal bir burjuva cumhuriyeti için besledikleri umudun bir kuruntudan ibaret olduğu anlamına geliyordu. Gelecekteki herhangi bir devrim doğrudan sosyalizme yönelmek zorundaydı. Lenin sınıflar arasındaki güç dengesinin de kesinlikle yeterince değişmiş olduğuna inandı; 1905 devrimi temel olarak işçi sınıfını bir bütün olarak yönlendiren ve etkin ve aktif bir işçi-köylü ittifakına hazırlayan bir devrimci öncünün yokluğundan dolayı başarısız olmuştu. Kısacası, 1917’de izleyeceği politikanın bazı hatları 1905’deki düşüncelerinden kaynaklanıyordu.
54 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
destekleyici ve istikrar sağlayıcı bir rol oynayacağı yönündeki umudu gerçekte Almanya üzerinde sabitlenmişti. Sonuçta, Lenin’in büyük değerlendirme hatası yaptığı nadir örneklerden birisi olarak, bu umudun yanıltıcı ve temelsiz olduğu kanıtlandı. Kırım Savaşı’ndaki yenilgi, serfliğin kaldırılmasına, sanayileşmenin ve modernleştirici reformların hızlanmasına -ki bunlar radikal bir aydınlar kuşağının oluşmasına, Narodnikler, anarşistler, devrimci teröristler ve hatta sosyalistler gibi birbiriyle çatışan ve çakışan eylemci akımların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştı- yol açan krizi doğurdu. 1904
Belirleyici an hızla, protestoculara ateş etmesi emredilen askerlerin polise ateş açıp grevci işçilere katıldığı 25-27 Şubat’ta geldi. Bundan sonra köprüler, cephaneler ve tren istasyonları da dâhil olmak üzere, başkentin çoğu işçilerin eline geçti. İşçiler, Sovyetleri kurdu, ajitasyon diğer şehirlere ve taşranın etkili kesimlerine yayıldı ve çok geniş bir işçi-asker ittifakı şekillenmeye başladı. Bu, şehirlerde görevde olduğu varsayılan itaatsiz askerlerin yansıra, cephelerden kaçarak orduyu terk eden yüz binlerce askeri de içeriyordu. Mart ayının ortasında Çar tahttan çekildi, 300 yıllık Romanov yönetimi sona erdi ve Geçici Hükümet kuruldu.
Duruş noktası o kadar aykırıydı ki çalışma arkadaşları donakalmış, eşi ve yakın yoldaşı olan Nadezhda Krupskaya bile geçici olarak delirdiğini düşünmüştü. Bolşeviklerin kurucu lideriydi, fakat o kritik anda parti içinde o kadar yalnız kaldı ki, Tezlerini “kişisel” düşüncesi olarak sundu. Rus-Japon Savaşı doğrudan, 1917’nin habercisi olan, 1905 devrimine yol açtı. Birinci Dünya Savaşı, tıpkı İkinci Dünya Savaşı’nın Çin devriminin ve güneydoğu Avrupa’da bazı ülkelerde sosyalist hükümetlerin ortaya çıkışının gerekli zeminini oluşturması gibi, Bolşevik Devrim için koşulların oluşmasına yardım etti. Emperyalistler arası savaşların istenmeyen sonuçlarıydı bunlar.
Kadın Yürüyüşü
1917 devriminin ilk faslı, Şubat ayının sonlarında, ekmek kıtlığı sorununu gündeme getiren ve fabrikalara girip işçileri dışarı çıkararak kendilerine katılmaya çağıran büyük bir kadın yürüyüşü ile başladı. Bir önceki yıl başlamış olan grevler, bundan sonra yangın gibi yayıldılar. Artık iki ana talep vardı: ekmek ve barış.
Bu hızla değişen koşullarda, sağ kanat sosyalistler (çoğunlukla Menşevikler ve SR’ler olarak bilinen Sosyalist Devrimciler) ve Grigory Zinoviev ve Joseph Stalin gibi liderler de dâhil olmak üzere Bolşeviklerin birçoğu, Geçici Hükümet’e destek vermeyi ve bu hükümete konuşma özgürlüğü, serbest seçimler ve anayasal yönetim gibi liberal hakların garanti altına alındığı gerçek bir burjuva demokratik cumhuriyet kurulmasında ve istikrara kavuşmasında yardımcı olmayı savundular. Hatta Geçici Hükümeti Çar yanlısı ya da başka tür gerici tepkilere karşı korumak için, caydırıcı bir sosyalist blok oluşturmak üzere, Bolşevik ve Menşeviklerin birleşmesi için ön görüşmeler bile yapıldı.
Nisan Tezleri
Lenin, bu olayları sürgünde olduğu
kezden yerellere her düzeyde yönetime hâkim olmak için elinden gelen her şeyi yapacaktı. Devam etmesine izin verilirse, Petrograd Sovyeti biçiminde var olan embriyonik işçi hükümetinden çok daha güçlü hale gelecek ve sonunda Sovyet’i yok edecekti. 6. Geçici Hükümet savaşı sona erdiremezdi; çünkü daha gelişkin olan İngiliz ve Fransız kapitalist sınıflarına bağımlıydı ve savaşın başlamasına yol açan amaçlarını paylaşıyordu. 7. İki slogan acildi. “Bütün İktidar Sovyetlere” ve “Barış, Ekmek ve Özgürlük”. 8. Proleter devrimin bazı hedefleri: “.... tüm halkı kucaklayan ve işçilerin önderlik ettiği bir milis oluşturulması ... [Bu milis gücü] herkesi kapsayacak ölçüde bir kitle örgütü olmalı, her iki cinsiyetten eli ayağı tutan herkes katılabilmeli; ikinci olarak, sadece polis değil, genel devlet işlevlerini, askeri işlevlerle ve sosyal üretimin ve dağıtımın kontrolü ile birleştirmeye yönelmeli.” “Parlamenter bir cumhuriyet değil... Sovyetlerin ve İşçilerin, Tarım Emekçilerinin, ülke çapında Köylülerin Vekillerinin cumhuriyeti” - “Polis, ordu ve bürokrasinin lağvedilmesi.” - “Bütün arazilerin kamulaştırılması.” - “Bir Komün devleti” (Lenin, bir dipnotta şunu ekledi: “mesela prototipi Paris Komünü olan bir devlet”). Bu özetteki ilk yedi nokta, rakipleri bir yana, kendisine en yakın yoldaşlarının çoğunun tutumlarına da ters düşmesi anlamında skandal niteliğindeydi. Ama Lenin’in devrimden sonra öngördüğü politika vizyonunu doğrudan alıntılarla özetleyen sekizinci nokta, tam bir bombaydı (ordu yok, bürokrasi yok, tamamen silahlı bir nüfus). Lenin’in tezleri hiçbir zaman parti programı olarak kabul edilmedi, ancak partiyi Menşeviklerle birleşmeden, Geçi-
55 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
Zürih’ten gittikçe artan bir telaşla izledi. İlk önce ünlü “Uzaktan Mektuplar”ı (üç tane) parti organı Pravda’da yayınlanmak üzere gönderdi ve daha sonra Geçici Hükümet lehine oluşan konsensüsün ve liberal demokratik bir cumhuriyet kurmak yönünde ilerlemenin kökten reddiyesini de içeren daha da ünlü “Nisan Tezleri”ni yazdı. Duruş noktası o kadar aykırıydı ki çalışma arkadaşları donakalmış, eşi ve yakın yoldaşı olan Nadezhda Krupskaya bile geçici olarak delirdiğini düşünmüştü. Bolşeviklerin kurucu lideriydi, fakat o kritik anda parti içinde o kadar yalnız kaldı ki, Tezlerini “kişisel” düşüncesi olarak sundu. Lenin’in Mart-Nisan 1917’deki tartışmasını, çoğu noktada sadece özü vererek, bazen de doğrudan alıntı yaparak aşağıdaki özette toparladım. 1. Şubat Devrimi doğrudan emperyalist güçler tarafından yaratılmıştır. 2. Monarşinin çok hızlı bir şekilde düşmesinin nedenlerinden birisi, İngiliz ve Fransız kapitalistlerin zayıf Rus Burjuvazisiyle Duma’daki temsilcileri ve bazı general ve subaylarla çarı tahttan indirmek ve devrimi liberal, burjuva demokrasisinin anayasal sınırları içinde tutmak ve bir avuç kozmetik reformla popüler hoşnutsuzluğu hafifletmek üzere gizlice anlaşmasıydı. 3. Proletarya, 1905-7 devrimi sırasında olgunlaşmıştı ve şimdi, devrimin birinci aşamasından ikincisine, yani proleter evresine geçiş sürecinde liderlik rolünü üstlenmeye hazırdı. 4. Sosyalist bir devrim yönünde ilerlemeden önce, devrimin istikrarlı burjuva demokratik evresini savunan Menşevikler, SR’ler vd. nesnel olarak bu yerli ve yabancı sermaye ittifakının müttefikleri ve hizmetçileri olarak hareket ediyorlardı. Onlarla hiçbir birlik mümkün değildi. 5. Geçici Hükümet, orduyu ve bürokrasiyi derhal kontrol altına almak ve mer-
56 KIZIL EKİM’E BUGÜNDEN BAKMAK
ci Hükümeti desteklemeden ya da liberal bir parlamenter cumhuriyet hedeflemeden kurtardı. Bu siyasi platformdan sürekli ajitasyon, işçi-köylü ittifakı stratejisi ve savaşa amansız muhalefetle birleşince, partinin muazzam şekilde büyümesine yol açtı: Yılın başında tahmini 8000 üyeye sahip olan Bolşevikler, aynı yılın Eylül ayında 300.000 üyeye ve ülkedeki neredeyse her Sovyet’te çoğunluğa sahip olmuşlardı. Lenin, iktidarı ele geçirme eyleminin ancak Bolşeviklerin devrim sırasında ortaya çıkan temsil organlarında çoğunluğu sağladığında gerçekleşebileceğinde ısrar etmişti. Eylül sonuna gelindiğinde bu noktaya gelinmişti. Gerisi vuruş için doğru yöntemi ve zamanı seçme meselesiydi.
Avrupa’dan Uzağa
Avrupa devrimlerinin kesin yenilgisinin Lenin ve yoldaşlarını, Bolşeviklerin gerçek, uzun vadeli müttefiklerini Avrupa işçi sınıfında değil, sömürge ülkelerdeki anti-emperyalist hareketlerde ve özellikle de komünistler ve müttefikleri tarafından yönlendirilen ulusal kurtuluş hareketlerinde bulabileceğini düşünmeye, en azından bunu merak etmeye ittiğini söylemek mümkün. Kısacası, Lenin’in kendi broşürlerinden birinde belirttiği gibi, “Geri Avrupa”dan “İleri Asya”ya doğru bir yön değiştirme söz konusuydu. Şüphesiz emperyalist zincirde bir sonraki büyük kopma, süper sanayileşmiş Almanya’da değil, ağırlıklı olarak tarımsal olan Çin’de, şehirlerden çekilen, kırsal alanda devrimci kapasiteleri ve bir kurtuluş ordusunu geliştiren devrimle gerçekleşti. Çin Devrimi ancak, köylü sorunu ve anti-emperyalist ulusal sorun zemininde gerçekleşen çok özgün bir komünist pratiğin sonucunda başarıya ulaştı. Chiang’ın kendine özgü “Milliyetçileri”, milliyetçiliğin kendi zemininde yapılan anti-Japon direnişi sırasında, Mao Zedong’un komünistleri kar-
şısında kaybettiler. Sovyetler Birliği’nin daha sonraki evriminin çok sayıdaki olumsuz yönleri hakkında ne denirse densin, değişmeden devam eden şeylerden birisi, Üçkıta’nın hemen her yerindeki ulusal kurtuluş hareketlerine verdiği somut destekti. Bu destek, bağımsız kalkınma yolu arayışlarında emperyalist tahakkümden kurtulmaya çalışan Jawaharlal Nehru’nun Hindistan’ı ve Camal Abdul Nasır’ın Mısır’ı gibi Bağlantısızlar Hareketi içindeki milli burjuva rejimlere de sağlandı. Bu karşılıklı empati, emperyalizmin, komünizme olduğu kadar Üçkıta ülkelerindeki ekonomik milliyetçiliğe de düşman olması gerçeği üzerinde temelleniyordu. Bu makalenin başında belirttiğimiz gibi, insanlık tarihinde ilk sosyalist devrim olan Ekim Devrimi’yle birlikte, devrimci dinamiğin odağı Doğu’ya ve genel olarak emperyalizme karşı mücadele eden ülkelere doğru kaymaya başladı. Komünizm ve anti-emperyalizm arasındaki bu simbiyoz, Kızıl Ekim’in daha kalıcı mirası olacak gibi görünmektedir.
DİPNOT 1) Üçkıta [Tricontinent], Asya, Afrika ve Güney Amerika’daki anti-sömürgeci mücadeleler arasındaki dayanışmaya vurgu yapan bir terimdir. 1966 yılında Küba’da bu isimle üç kıtadan temsilcilerin katımlıyla bir kongre toplanmış ve merkezi Havana’da olan Tricontinental isimli dergi 1967’den 1990’ların başına kadar yayımlanmıştır. [Çev. notu]
SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ Ayşe TANSEVER
BÖLÜM I a) Duvar Yıkıldıktan Sonra
1990 da Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra tüm dünya devrimcilerinde olduğu gibi Latin Amerika devrimcileri de büyük bir şaşkınlık içine girdiler. O dönemde hatırlardadır, Kastro rejimi şu kadar dayanır bu kadar dayanır diye tarihler veriliyordu. Duvar çökene kadar Küba Sovyetler’e şeker veriyor ve karşılığında yaşaması için
gerekli hemen hemen herşeyi alıyordu. Sovyetler, “sosyalist dünya iş bölümünü” böyle öngörmüşlerdi. Bir tavuk bile yetiştirmesini bilmeyenlere, siz şeker verin gerisini düşünmeyin denmesinden yakınmalar duvar yıkıldıktan sonra su yüzüne çıktı. Ancak Marta Harnecker’in 15 Ağustos 2014 de kitabı A World to Build: New Paths towards Twenty-first Century Socialism’in ödül töreninde yaptığı konuşmada o dönemde Latin Amerika devrimcilerinin zaten Marks ve Engels’in teorilerine bakarak Sovyetler ’deki sosyalist uygulamayı eleştirdiklerini anlatıyor. Latin Amerika kıtasında yeni liberal politikalar daha duvar çökmeden uygulanmaya başlamıştı ve o nedenle de halkların acısı, yoksulluk, gelir dağılımındaki bozukluk zaten dayanılmaz boyutlara ulaşmıştı. O günler Sovyetler’in kurulduğu 1. Emperyalist Savaş sonrası yıkıntıyla karşılaştırılıyordu. Halklar arayış içindeydiler. Tam bu esnada bir de büyük umutlar beslenen, devrimcilerin göz bebeği, Somoza diktatörlüğünü yenen Sandinista iktidarı da yıkılıverdi. Ondan sonra o güne dek daha sessiz yapılan Sovyet Sosyalizmi eleştirisi daha yüksek perdeden yapılmaya başladı. Sovyetler’e tek parti öncülüğü, bürokratizm, dogmatizm, demokrasi değil proleterya diktatörlüğü oluşu, ekonominin merkezi yönetimi gibibirçok konuda eleştiriler vardı. Sovyetler ’de devlet kapitalizmi olduğu söyleniyordu. Bu eleştiri-
SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
Ekim Devrimi’nin 100. yılı olarak 2017, tüm dünya sol güçleri içinde Marksizm, Leninizm ve Sovyet Devrimi gündemli birçok tartışma, değerlendirme ve kutlamalara sahne oldu. Birçok aydın, düşünür 100 yıl sonra komünist, sosyalist düşüncenin halkların insanca yaşamalarında ve dünya sorunlarının çözümünde bir yol olduğu görüşünü dile getirdiler. Halklar da burjuva demokrasilerinin kendilerine güzel bir gelecek sunmayacağının farkında olarak dünyanın dört bir yanında sokaklara dökülüyor ve hoşnutsuzluklarını dile getiriyorlar. Yeni liberal politikaların savucularıhalklardaki hoşnutsuzluğa karşı yeni politikalar üretemiyorlar. Onlarda tıkandılar. Buna rağmen burjuvazi dünyanın büyük bir kesiminde muhalefeti susturmayı, bastırmayı hala beceriyor. Dünyanın bir bölgesinde ise halklar bu konuda daha kararlı görünüyor ve mücadele ediyorlar. Yeni bir sosyalist yola girmenin sancılarını yaşıyorlar. Yazımızın amacı bu bölgedeki duruma biraz daha yakından bakmaktır.
57
58
ler ışığında ne yapılacak, nasıl bir düzen kurulacak konularında sürekli tartışmalar vardı. Yeni liberal politikaların param parça ettiği toplumlara bakarak da proletarya öncülüğü yerine ezilen tüm halkların öncülüğünden söz edilmeye başlandı. Hatta Marta Harnacker, Salvadorlu gerilla lideri Jorge Schafik Handal’ın devrimci öncünün sadece işçi sınıfı olmayacağını bunun yoksullardan, yerli halklardan başlayabileceğini öne sürdüğünü söylüyor. Sol güçler sosyalizmin nasıl kurulacağı konusunda büyük tartışmalara giriyorlar. Bu dönemde Troçkizm Latin Amerika kıtasında giderek kök salmaya başlıyor. Sonra yavaş yavaş tüm kıtada merkezin solundaki parti veya hareketler iktidara gelmeye başlıyorlar. Bir tur atalım: İlk olarak 1998’de Venezuela’da Hugo Chaves soldan seçimleri kazanıyor. Sonra 2002’de Şili’de Ricardo Lagos, ardından
da 2006’da yine soldan Michelle Bachelle iktidar koltuğuna oturuyorlar. Brezilya’da Luiz Inacio Lula da Silva 2002’de seçimleri kazanıyor. Ardından onun izinde olan Dilma Rousseff başkan koltuğuna oturuyor. 2003 yılında yeni liberal politikaların azgın savunucusu ve uygulayıcısı, kaldırım taşlarını bile özelleştirmeye açan Arjantin Devlet Başkanı Menes gidiyor yerine soldan Nestor Kirchner geliyor. O gidince yerine Cristina Fernandez oturuyor. Şimdi yeni seçimlerde adaydır. Komşusu Uruguay’da 2005’te Tabare Vazquez başkan oluyor, arkasından 2010’da ünlü, dünyanın en yoksul devlet başkanı Jose Mujica geliyor. Daha sonra Bolivya’da Evo Morales, Ekvador’da Rafael Correa ve Nikaragua’da Daniel Ortega başkan oluyorlar. Ortega daha sonra birkaç kez daha seçiliyor. 2008 yılında Paraguay’da Fernando Lubo başa geçiyor. Honduras’da Manuel Zela’ya sonra ABD destekli dar-
Halkların gelir düzeyleri yavaş yavaş, her ülkede farklılıklar göstersede yükseldi. Sosyal harcamalar arttı. Eğitim, sağlık, emeklilik konularında ilerlemeler oldu. Aşırı yoksulluk azaldı. Halka yeni konutlar yapıldı.
b) Dönemin Kıtada Yarattığı Güçler Dengesi
Bu pembe iktidarlar döneminde kıta güçler dengesi çok yönlü olarak değişti. En temel özellik ABD, etkisi ve hâkimiyeti çeşitli şekillerde azaldı. Halkların gözünde ABD saygı ve hayranlığının bitmesi en temel ve de en önemli özelliktir. Bu kesin olarak söylenebilir. Önceleri, halklar ışıltılı ABD tepede dururken neden küçücük adadaki sönük Küba sosyalizmine baksınlar denirdi. Artık halklar bu ışıltının kendileri için değil bir avuç zengin için olduğunu, kendilerine düşen payında yoksulluk, sefalet olduğunu gördüler ve gözler daha çok Küba’da politikanın nasıl yapıldığına çevrildi. ABD ışıltısı halklar açısından söndü. Bakış açısındaki bu değişiklik iktidarların halktan yana politikalar yürütebilmesine olanak tanıdı. Güçler dengesinde ABD’nin gözden düşmesinin somut sonuçlarına bakalım. ABD’nin uzun yıllardır hedefi, tüm kıtayı kendi pazar alanı haline getirmekti. İşe 1994 yılında NAFTA kurularak başlandı. Meksika, Kanada ve ABD, kıta kuzeyinde ortak bir pazar kurdular. Bu pazar Meksika kırlarını öldürdü. Köylüler topraklarını büyük ABD toprak tekellerine bırakmak zorunda kaldılar. ABD ile sınırda çok ucuz iş gücü olan üretim alanları kuruldu ve Meksika işçileri kaptırdıkları topraklarını bırakarak buralarda boğaz tokluğuna çalışmaya başladılar. Birçok Meksikalı ülkesini terk etmek zorunda kaldı. NAFTA günümüzde tartışılır oldu. Üst düzey yetkililerin aylardır yaptığı toplantıda ortak bir noktada hala buluşulamadı. Belki o da bitecektir.
59 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
be ile indiriliyor. Zelaya geçtiğimiz Aralık ayında yapılan seçimlerde sol aday Nasala’yı destekliyor ve sağın seçim darbesine karşı halklarla birlikte direniyorlar. Görüldüğü gibi Latin Amerika kıtasında bir sol iktidarlar dönemi başlıyor. Yukarıda adını verdiğimiz liderlerin sol duruşları birbirinden farklıdır. Hatta solda, “nasıl bir sol oldukları” tartışmalar yaratmıştır. Ama genel olarak bu duruma Latin Amerika’da “pembe dalga” deniliyor. Bazıları popülist solcu, bazıları iyi niyetli solcular olarak tanımlanıyorlar. Yeni liberal politikaların, finans kapitalden yana yaptığı özelleştirmeler, vergi muafiyetleri gibi politikalarının yarattığı yoksulluk, eşitsizlik, sosyal adaletsizliğe karşı halklardan yana politikalar uyguluyorlar. Sosyal demokrat çizgiden, sola doğru politikalar diyebiliriz. İçlerinde üç ülke, kendilerini sosyalizm yolunda ilan ettiler: Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chaves iktidar geldikten 7 yıl sonra 2005’de ülkesinin 21. yüzyıl sosyalizmi kuracağını tüm dünyaya açıkladı. Devrimine de eski İspanyol sömürgeciliğine karşı dövüşmüş devrimci Bolivar’ın ismini taktı. Evo Morales ise Bolivya’da ülkesinin “Komünter sosyalizm” yani komünler sosyalizmi yolunda olduğunu açıkladı. Daha sonraları Başbakanı Alen Garcia şu hali ile Bolivya’da “Ant Kapitalizmi” olduğunu açıkladı. Bu Marks ve Engels öğretilerinin yerli halklar kültürü ile yoğrulmuş bir uygulamasıdır. Ekvator’da Correa devrimine “Vatandaş Devrimi” adını verdi. Latin Amerika’da bu pembe dalga ya da kıtanın çoğu yerinde sol güçlerin iktidar olmasının ortak özelliği seçimlerle yani burjuva demokratik sistem içinde, devrim yapıp devleti parçalamadan iktidar olmalarıdır. Kimisi parti olarak kimisi de bir halk hareketi ve temsilcisi olarak iktidar koltuğuna oturdu. Kıta genelinde halklardan yana politika dönemi başladı.
60
ABD bu kendi çıkarına şekillenmiş NAFTA’yı kıtaya yayarak FTAA (Free Trade Area of the Americas) ile tüm kıtayı sömürmeyi hayal ediyordu. Her başa gelen başkan kıtayı geziyor ve bölge iktidarlarını bu anlaşmaya ikna etmeye çalışıyor, çeşitli toplantılar yapılıyordu. Ama Chaves’in sosyalizm yoluna çıktıklarını açıkladığı konuşmasında kıtanın da bu anlaşmayı kabul etmeyeceği ilan edildi. ABD’nin FTAA emelleri sol iktidarlarla bir hayal oldu. Kıta ülkelerinin burjuvaları aslında bu anlaşmanın ABD sömürüsü getireceğini biliyorlar ama karşı çıkamıyorlardı. Aşağıdan gelen halk hareketleri ve sol iktidarların gücü böyle bir hegamonya baskısına karşı Latin Amerika’yı bu bayrak altında birleştirebildi. ABD’nin bu kıta hayali bitti. Venezuela lideri Chaves Latin Amerika ülkelerini ABD’nin FTAA’sına karşı ALBA (Bizim Amerika Halklarının Bolivar İttifakı) anlaşmasına çağırdı ya da UNASUR (Güney Amerika Ortak Pazarı) kuralım, dedi. ALBA, Venezuela ve Küba arasında her ülkenin çıkarına saygılı, sömürüye dayanmayan, sosyalist ilkeleri benimsemiş bir örgüt olarak 2004 yılında kuruldu. Amaç tüm kıta ülkelerini ABD
örgütlenmesine karşı bu sosyalist örgütlenmenin içine almaktı. ALBA’nın şimdi 11 asil 5 gözlemci üyesi vardır. 2010 yılından Honduras’taki darbe sonrası ülkenin ALBA ilişkileri kesildi. 2009 yılında topluluk kendi para birimi Sucre’yı yarattı ve 2015 yılından beri de aralarında ticareti bu para birimi ile yapıyorlar. Tüm kıta ülkeleri OAS (Organisation of American States) denilen bir siyasi örgütlenmenin üyesiydi. Bu örgüt ABD güdümünde, onun belirlediği başkanlar tarafından, onun çıkarları doğrultusunda kararlar alıyordu. Kıtadaki “pembe dalga” sonrasında bu örgüt başına sol kanattan başkanlar seçilmeye başladı. Bunun sayesinde örgüt ilerici, halkçı kararlar alma yoluna girdi. Örgütün baskısı sonucunda Küba’ya ABD ambargosu bu dönemde kaldırılabildi. Latin Amerika ülkelerinin Küba ile ilişki kurabilmelerinin yolu böylece açılıp gelişti. Topluluğa Küba davet edildi ama Küba kabul etmedi. Pembe dalga döneminin diğer ilerici politik davranışı Honduras’da Zelaya’nın ABD destekli sağ darbe ile iktidardan alınmasına karşı topluluğun Zelaya’nın arkasında duruşudur. Günlerce onu konuk ettiler, gerici darbe liderine ve ABD’ye baskılar yaptılar.
ABD son askerini üsten çekti. Arkasından Paraguay da ülkesindeki ABD’nin Güney Askeri Komutanlığı’nı kapattı. ABD, komutanlığını bölgenin en gerici ülkesi Kolombiya’ya taşımak zorunda kaldı. Ancak burada 7 tane daha üs kurma izni aldı. Diğer yandan bölgenin en büyük ekonomisi olan Brezilya, ABD’nin sinirlerini tepesine çıkaran bir kararla ordusuna Fransız silahları alma kararı verdi. Bilindiği gibi günümüz “uluslararası terör” kavramı Bush zamanında Orta Doğu’da hâkimiyet kurmak için örgütlenen bir plandır. Bu plan yıllardır Latin Amerika’da uygulanan uyuşturucu ile mücadele planının kopyasıdır. ABD uyuşturucu ile mücadele bahanesiyle bu ülkelere askeri üsler kurar, ülke içlerinde cirit atar. Kokain yetiştiriliyor diyerek ilerici halk hareketleri bastırılır. İşin diğer yanıda uyuşturucu kanalı ile ABD çeteleri milyarlar devşirirler. Bizzat ABD askeri uçakları ile uyuşturucular ABD’ye taşınır. “Pembe dalga” ile ABD’nin bu planına da darbeler vuruldu. Aslında koko yaprağı halkların çeşitli şekillerde kullandığı doğal bir bitkidir. Onu kokain olarak bir uyuşturucu maddesi yapan kapitalizmin kendisidir. ABD’nin bu karlı işine darbeler yine bu dönemde vuruldu. Yukarıda yazdığımız askeri üslerin kapatılması bunun bir parçasıdır. Özellikle Bolivya ve komşu ülkeler ABD ile yapılan terörle mücadele anlaşmalarından çıktılar. Hatta Morales’in koko bitkisini gıda maddelerinin örneğin yoğurdun içine karıştırarak onu dünyaya tanıtma projesi vardı. Sanayi kuracaktı. Kokonun insan sağlığına yararını dünyaya tanıtmak için Washington’daki bir BM toplantısına uçaktan ağzında koko yaprağı ile inince havaalanı polisi ne yapacağını şaşırdı. Morales’i ülkeye alsınlar mı, tutuklasınlar mı, sınır dışı mı etsinler bilemediler. Artık ABD’nin Latin Amerika’da uyuşturucu ile savaş şiarlarını duymuyoruz. Halklar bu bahane ile bombalanmıyorlar.
61 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
Bu sayede Zelaya tekrar ülkesine dönüp sol mücadelesine devam etti. Şimdi de ülke gerici seçim darbesine karşı dövüşüyor. ABD baskısından Çin ve Rusya kıtaya giremezlerdi. Bu dönemde bölgenin birçok ülkesinin Çin ile ticareti, siyasi anlaşmaları arttı. İkili anlaşmalar yapıldı. Hatta şu anda Brezilya, Şili ve Peru’nun Çin ile ticareti ABD ile olan ticaretlerinden fazladır. Çin çeşitli projelerine krediler açtı, borç verdi. Şu sıralarda da Çin’in ünlü “bir Yol bir Kemer” politikasının Latin Amerika bölümü konusunda anlaşmalar yapılıyor. ABD, kıtanın Afrika kıta ülkeleriyle de ilişki kurmasını engelliyordu. Ama artık bu iki kıta ülkeleri aralarında zirveler yapıyorlar ve siyasi ekonomik bağlar kuruluyor. Çin’in kıtada tek bir askeri üssü olmadığını da yazmakta yarar vardır. Rusya da bölgeye daha çok girer oldu. Maduro’nun Venezuela petrol şirketi PDVSA, Rus petrol şirketi ile petrol çıkartma anlaşması imzalaması ABD’nin tüylerini diken diken etti. Rus lider birçok Latin Amerika ülkesini ziyaret etti ve ikili anlaşmalar imzalandı. Bu ülke liderleri de Rusya’ya gittiler. Hatta Evo Morales’in Rusya ziyaretinden sonra uçağının AB toprakları üzerinden geçmesi engellenmeye çalışılarak siyasi bir kriz bile yaşandı. Altında ABD parmağı olduğu kesindir. Latin Amerika ilerici iktidarları Filistin ve İran ile dayanışma içine girdiler. İran liderleri sık sık kıtayı ziyaret etmeye başladılar. Eskiden kıta ülkelerinin ABD çıkarlarına ters düşecek başka ülkelerle siyasi, ekonomik ilişkiye girmesi düşünülemezdi. Askeri alanda da ABD kıtada epey şey kaybetti. Ekvador lideri Correa, ABD’nin bölgedeki en büyük askeri hava üssü Manta’nın anlaşma süresini eğer ABD de Ekvador’a Maimi’de bir askeri hava üssü kurmasına izin verirse uzatacağını söyledi. Tabii süre bitti ve 2009 yılında
62 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
FTTA öldükten sonra kıtadaki çeşitli siyasi renklere göre birçok siyasi, ekonomik örgüt kuruldu ya da kurulabildi, diyelim. ABD baskısı kalkınca ülkeler birbirleri ile kendi ihtiyaç ve çıkarlarına uygun çeşitli birliktelikler oluşturmaya başladılar. Kıtadaki burjuva iktidarları aralarında AB’ye benzer MERCOSUR (Güney Ortak Pazarı) kurmuşlar ama bir türlü geliştiremiyorlardı. Burjuva özellikler taşıyan bu pazar gelişmeye başladı. ALBA ve MERCUSOR anlayışın ortası diyelim UNASUR (Güney Amerika Ülkeleri Birliği) ekonomik, siyasi alternatif bir örgütlenme kuruldu. ALBA ülkelerinin çoğu buna da üyedir. CELAC (Latin Amerika ve Karaip Ülkeleri topluluğu), Petrocaribe (Karaip Petrol ülkeleri), Rio Paktı, CARİCOM gibi çeşitli ekonomik, siyasi örgütlenmeler ile kıta ülkeleri birbirlerine bağlandılar. ABD’ye karşı direnerek kendi aralarındaki dayanışmaya arttırmaya başladılar. Bunların bir kısmı başından beri Chaves tarafından önerilmişti. Petrocaribe ile Venezuela, yoksul Karaip ülkelerine ucuz fiyattan petrol vererek sosyalist dayanışma göstermektedir. Bölgenin en gerici, Amerikancı ülkelerinin başında Kolombiya gelir. Kıtadaki sola kayışlar, güneyinde kurulup gelişen bu ekonomik, siyasi örgütlenmeler, Kolombiya burjuvazisini de etkilemeden edemezdi. Kolombiya halkları da komşularındaki bu sol gelişmelerden etkilendiler ve ülke güçler dengesi soldan yana değişmeye başladı. Juan Manuel Santos iktidarı 50’den fazla yıldır FARC ile süren iç savaşı sona erdiren barış anlaşması imzaladı. Bu nedenle o yıl BM barış ödülünü aldı. Şimdi FARC yasal, bu yıl yapılacakseçimlere kadar parlamentoda temsil hakkı olan bir parti oldu. FARC lideri önümüzdeki başkanlık seçimlerine başkan adaylığını açıkladı. Kıtadaki sol söylemlerle seçim kampanyasını başlattı. İkinci gerilla
grubu ELN ile de barış yolunda adımlar atıldı. Santos, Venezuela’nın iyi komşuluk ilişkileri davetine olumlu yanıt verdi. İki ülke sınırında bazı olumsuzluklar yanında olumlu gelişmeler de yaşandı. Bunun gibi birçok küçük Orta Amerika ülkesi de sola kaydı. Sonuçta, ABD çıkarları pembe iktidarlar döneminde kıtada siyasi, ekonomik olarak birçok mevzi kaybetti. Öte yandan da bölge halkları ve de burjuvaları kendi çıkarları doğrultusunda birçok birliktelik kurabildiler. Bunlar ABD’ye karşı durmada, kendi çıkarlarını korumada kullandıkları birliktelikler haline geldi.
c) Karşı Saldırılar
Bu gelişmelere elbette ABD seyirci kalmadı. Dengeyi tekrar kendi lehine dönüştürme saldırılarına başladı. Chaves bunların kaç tanesini atlattı.İlerici iktidarları değiştirmek için giriştiği bir çok darbe ve öldürme planı ortaya çıktı. 2009 yılında Honduras’ın ilerici, seçimle başa gelen Zelaya iktidarını devirdi yerine oturttuğu Hernandez, son seçimleri de kaybetmesine rağmen hala ABD desteği ile duruyor. 2010 yılında Ekvador’da polis askeri hastanede Correa’yı rehine aldı, taraftarlarının baskısı ile bu darbeden kıl payı kurtuldu. Bolivya’da Morales’e darbe planının ABD elçiliği tarafından planlandığı ortaya çıktı ve elçi ülkeden atıldı. Sivil toplum örgütleri arasına girerek, halk hareketleri aracılığı ile karışıklıklar çıkarılmaya çalışıldı. Ekvador, Bolivya bu ajanları deşifre ettiler. Halkları uyarmaya çalıştılar. Hatta Bolivya bazı STÖ’lerin ülkesindeki faaliyetlerini yasaklamak zorunda kaldı. Evo Morales’e başarısız bir yolsuzluk komplosu kurdular. Lula’yı devirdikleri gibi onu da iktidardan alacaklardı. Latin Amerika’da sosyalizm bayrağını açan, ABD emperyalizmine meydan okuyan ilk lider Chaves’di. Onun döneminde ABD ve arkasından Kanada ülkeye tüm
pılacak. ABD saldırılar örgütlemek için Dışişleri Bakanı Tillerson, Latin Amerika ülkeleri gezisine çıktı. Basın mensupları karşısına geçerek “Latin Amerika ülke ordularının darbe yapma geleneği vardır. Venezuela ordusu da bu tür bir darbe yapmalıdır” diyerek açık açık orduyu darbe yapıp Maduro iktidarını devirmeye çağırdı. Açıklama sonrası Venezuela Savunma Bakanlığı, arkasında generaller ile bu açıklamayı protesto etti. Bu son turunda Tillerson, Venezuela petrolüne kıtanın ambargo koymasını örgütlemeye çalıştı. Arjantin katılacağını açıkladı. Aylardır Venezuela iktidarı ve muhalefet arasında barış görüşmeleri sürüyordu. Tam imza atacakları anda Tillerson Kolombiya’da idi ve muhalefetin imza atmasını bir telefon ile engellediği açıklandı. Ayrıca gezdiği ülkelerde Venezuela’da 22 Nisan’da yapılacak seçimleri tanımama çağrısı yaptı. Şimdiden gerici iktidarlar seçim sonuçlarını tanımayacaklardır. Çünkü başkanlığı yine Maduro’nun kazanacağını görüyorlar. Muhalefetin artık seçilme şansı yok görülüyor. Bu nedenle ülkeye saldırı ABD’ye kalmış oldu. Bu dönemde yeni bir taktik başladı. İlerici iktidarları yolsuzlukla suçlayan sahte belgelerle iktidardan almalar, halklar gözünde karalamaya dönük kampanyalar, çeşitli komplolar kurmalar başladılar. Ülke burjuvaları bu silahı her yerde kullanmaya başladılar. Bu taktiklerle, Brezilya’dan başlayarak sol iktidarlar birer birer düşmeye başladılar. Lula ve ardından Dilma Rousseff ilk kurbanlardandır. Şimdi Ekvador buna benzer bir komplo ile karşı karşıyadır. Ayrıca sağ güçler yavaş yavaş aralarındaki örgütlenmeyi, iş birliğini arttırdılar. Teker teker ilerici iktidarlar düşüyor. Bunun çeşitli nedenleri vardır. Biz kısaca deyinip geçelim. En temel neden bu iktidarların halklar içindeki örgütlenmelerine gereken önemi vermemeleridir de-
63 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
uçuşları yasakladılar. O öldükten sonra yerine geçen Maduro en büyük saldırıların hedefi haline getirildi. Maduro Venezuela’sı zayıf halka olarak düşünüldü ve Küba’ya yapılan saldırılar bu kez bu ülkeye yöneltildi. Obama ile yavaştan başladı, Trump ile en üst seviyeye çıkarıldı. Sanki CIA merkezi Venezuela büyük elçiliğine taşındı. Maduro’ ya sayısız darbe planı boşa çıkartıldı. Muhalefet liderleri ABD gölgesinde örgütlenip ülkede bir iç savaş havası estirdiler. Ülke ekonomik olarak çökertilmeye çalışıldı ve hala bu süreç şiddetini arttırarak devam ediyor. ABD kendi açıklamalarına göre 50 ambargo koymuştur. Bu ülkeye kredi, devlet işletmelerine teknik ve maddi destek vermek, borçlarının yapılandırılmasına katılmak hepsi ABD ambargosu altındadır. Kaç tane hükümet görevlisi istenmeyen ilan edilip, uyuşturucu ticareti yapmakla suçlanıp ülkelerine girişleri yasaklandı. Ülke dış dünyadan koparılmaya çalışıyor. Petrolü satması engelleniyor. Alacaklarına el konuluyor. Petrol şirketinin ihtiyaç duyduyu aletler, ara maddelerin gönderilmesi engellenip, geciktiriliyor. Parası ödenmiş ilaç, yiyecek maddeleri yüklü gemileri limanlarda bekletiliyor. vs. vs. ABD bu ambargo ve yaptırımlara AB ülkelerini de örgütledi. AB, muhalefet liderlerine barış ödülü verdi. Son olarak, ABD gibi ambargolar koydu. İngiltere de bu kervana katıldı. Venezuela’ya mal satışı, transferi, ticareti, ihracatı yasaklandı. Yapanlar 6 ay hapis ve ağır para cezasına çarptırılacaktır. Teknik yardım, aracılık, finansal yardım, haberleşme, internet hizmetleri … hepsi yasaklanmıştır. Gerçekten ülke görülmedik bir ambargo ve soğuk savaş saldırısı altındadır. Hatta Trump ülkeye askeri müdahale yapabileceğini bile açıkladı ve bölge ilerici ülkelerinin karşı çıkışı ile buna cesaret edemedi. Güçler dengesi o kadarda kendi lehine dönmemiştir. Şimdi Nisan sonlarında başkanlık seçimleri ya-
64 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
nebilir. Halklarına haklar verdiler, sosyal yaşamlarını bir nebze iyileştirdiler ama onları örgütlemedikleri gibi sağ ile olan ilişkilerinde bir sınır oluşturamadılar. Onların saldırılarını göğüslerken üst düzey görevler verdiler. Bu onların halkla olan ilişkilerini sağlamlaştırmada bir engel oldu. Kıtada sağ politikalar yavaş yavaş geri gelmeye başladı. OAS tekrar gericileşti. ABD ile ticaret ve siyasi ilişkiler tekrar eski rayına sokulmaya çalışılıyor. Sağ iktidarlar kıtada gücünü arttırınca başkanlığa yine gerici kesimden Luis Almagra seçilebildi. Yeni başkan OAS’ı ABD güdümüne sokarak sol politikalar yürüten ülkelere saldırmaya başladı. Honduras’ta seçim yolsuzluğu ile kendini dayatan Hernandez’i kolladı. Venezuela muhalefeti ile görüşmelere başladı. Onlara destek verip Madura iktidarına saldırılar örgütlüyor. Son AB’nin de ABD gibi yaptırımlar koymasında öncü rol oynadı. Ekvador’da sola karşı oynanan son oyuna seyirci kalıyor. Kıtadaki tüm ilerici hareketlere engel koyuyor. Venezuela bu gelişmeler karşısında OAS’ın iç politikasına karışmasını gerekçe göstererek topluluktan çıkma sürecini başlattığını açıkladı. ABD ayrıca kıtadaki üslerini geliştirmeye çalışıyor. Bölgede 23 üssü var. 4. Deniz filosunu da yeniden canlandırdı. Kolombiya’daki üslerini geliştirecek ve yeniden uyuşturucu ile savaş politikasını gündeme sokmaya çalışacaktır. 1990 yılında Berlin duvarı yıkıldı ama Latin Amerika’da sosyalizm yeni liberal politikaların yarattığı yıkım üzerinde yeniden inşa edilmeye çalışıldı. Şimdi adını hatırlamadığımız bir Latin Amerikalı sol düşünür “bu bize ait bir cenaze değildi, kaldırılmasına gitmedik.” demiş. Evet doğru, sosyalizm burada kurulmaya başlandı. Kıtada sol ya da pembe bir dalga esti. ABD bölgede eski gücünü, saygınlığını kaybetti. Halklar yeni bir arayışa
girdiler. Bir adım ileri gidildi ve şimdi bir adım olmasa bile yarım adım geri atıldı. Bu süreç böyle gelgitli yaşanacak gibi. Ama ABD ve yeni liberal politikalar eski güçlerinde olmayacaklardır. Gericiliğin geri geldiği Brezilya, Arjantin gibi büyük ülkelerde büyük halk direnişleri yaşanıyor. Protestosuz gün geçmiyor. Halklar öğreniyor, örgütleniyor. Kendilerinden yana politikaları öğreniyor ve onu bir daha elden kaçırmama gücünü toplamaya çalışıyorlar. Öte yandan bu esnada yerel burjuva iktidarların tepelerindeki ABD baskısı azalmış kendi çıkarlarını geliştirmeye çalışıyorlar. Onlarda eski kuyrukçuluğu göstermek istemiyorlar. Ama alttan halk zoru bastırınca ne yapacakları bilinmez. Kıta böyle bir geçiş dönemi sürecindedir. Zaten durum dünya genelinde böyle değil mi? Çok kutuplu bir dünya güçler dengesi içinde değil miyiz?
BÖLÜM II Üç Ülkede Sosyalizm Kuruluş Deneyi a) İkili İktidar Süreci
Üç ülkede solun iktidara geliş biçimi Sovyetler’den farklı oldu. Proletarya öncülüğünde, tek bir proleterya partisi ile yola koyulmadılar. Çeşitli sol güçler ve liberal iktidar politikalarına karşı olan halk kesimleri, parti ve hareketleri vardı. Gecekondularda yaşayanlar, işsizler, köylüler, emekliler, kadınlar, geçmişte Afrika’dan getirilmiş yerliler ve bölgenin yerel halkları hepsi sokaklara çıktılar. Bolivya’da yerli halklar su ve gaz savaşları yaptılar. Büyük direnişler sonucu yeni liberal politika savunucuları iktidardan düştüler. Chaves 1998’de seçimle iktidar oldu ama sonra 2002 yılında ABD destekli darbe sırasında hapse atıldı ve onu oradan çıkartan yine işçi protestoları değil yeni liberal politikalar altında ezilen sıradan halk kesimleri, varoşlar oldu. Correa da Ekvador’da seçimle başa geldi. Ülkede sosyalizm yolun-
mediğinde de burjuva çıkarlarından yana haklar vererek iktidarda durmaya çalıştılar. İkili iktidar süreci ip cambazlığı yapmak gibi bir şeydi. Burjuvazi sürekli saldırıyordu. Bu saldırılar güzel politikalarla püskürtülüyor ve kazanılınca saldırıya geçiliyordu. Chaves ve Morales bu dengeyi iyi tutturdular. Venezuela’da Chaves stratejik konumdaki petrol şirketi ve varlığını bile iktidara geldikten birkaç yıl sonra, kendisine girişilen darbeyi püskürttükten sonra devletleştirdi. Burjuvazi sürekli eski konumunu yeniden kazanmak için saldırılar yaptı. Her püskürtülen saldırı arkasından Cha-
Burjuvazi sürekli eski konumunu yeniden kazanmak için saldırılar yaptı. Her püskürtülen saldırı arkasından Chaves başka şirketleri devletleştirdi. Elektrik, çelik, çimento, haberleşme alanlarındeki devletleştirmeler böyle ikili güçler dengesinde gerçekleştirildi. Bazısını devlet elinde tutarken bazılarını da tamamen işçi yönetimine devretti. Epey sonraları da merkez bankasını devlet güdümüne aldı. üç ülkede bu yaklaşımla burjuva ideolojisindeki halkları da sosyalizm yoluna sokma mücadelesi vermekle yüz yüze kaldılar. Buradan kalkarak Bolivya hükümet başkanı A. Garcia sosyalizmi kendi ülkelerinde kurmanın Sovyetler’de kurmaktan daha zor olduğunu söylüyor. Bugüçler iktidarlara gelseler dedevletin tüm kurumları burjuvalaşmıştı, onların yasası ile çalışan bir devlet yapısı üstündeydiler. Ekonomi, dış ticaret genellikle özel sektör elindeydi ve onların devlet içine uzanmış kolları çok güçlüydü. Bu ortamda sol güçler halktan yana politikalar yapma zorlu mücadelesine giriştiler. Bu özellik nedeniyle Chaves ve ideologları bu sürece ikili iktidar süreci dedi. İkili iktidar süreci içinde ülke güçler dengesine göre kâh halktan yana, kâh güçleri yet-
ves başka şirketleri devletleştirdi. Elektrik, çelik, çimento, haberleşme alanlarındeki devletleştirmeler böyle ikili güçler dengesinde gerçekleştirildi. Bazısını devlet elinde tutarken bazılarını da tamamen işçi yönetimine devretti. Epey sonraları da merkez bankasını devlet güdümüne aldı. Ancak hala ekonominin %60-70’i ve dış ticaret karşı güçlerin ellerindedir. Tüm girişimlere rağmen ne Chaves ne de Maduro dış ticareti ellerine geçiremediler. İlk önce taşıma ve depolama gibi alt yapısını oluşturmaya çalıştılar. Ama bu iş tamamlanamadı. Tahmin edilebileceği gibi bunda hem iç burjuvazinin hem de ABD yaptırımlarının büyük rolü vardır. Bir de içerideki çürüme, halkın bu konuda bilinçli olmaması bu uğraşların başarısızlığında önemli rol oynadılar. Şu
65 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
da yürüneceğini açıklayarak devrimine “Vatandaş Devrimi” adını taktı. İktidara gelince de ülkelerini burjuva güçler, onların politik, ekonomik kurumları ile bir arada yönetmek zorundaydılar. Chaves ülke halklarının yarısının burjuva zeminde olduğunu o nedenle onlarında seslerini duyurma hakkı olduğunu söylüyordu. Sovyetler’de farklı seslerin kısılması sosyalist demokrasinin kurulamaması sonucunu vermişti. 21. yüzyıl sosyalizmi gerçek bir sosyalist demokrasi kuracaksa burjuvaların söz hakkını ikili iktidar yıllarında ellerinden almamak zorundadır. Onlar da bu ülkenin vatandaşıdırlar. Bu
66 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
anda ülke ekonomisi Bolivar devriminin en zor günlerini yaşıyor. Enflasyon tavan yapmış, rekorlar kırıyor. Ülke para birimi resmi kurda 6tanesi bir dolar ederken karaborsada 10 binlerin üstünde duruyor. ABD’nin koyduğu ambargolarla yakında petrolünü bile satamaz duruma gelebilir. Bolivya’da Morales de Chaves gibi adım adım ilerledi. Hemen devletleşmeye geçmedi. Başta çok uluslu şirketler ile anlaşmalar yaptı, yavaş yavaş reformlarla süreci derinleştirdi. Onlardan aldığı vergileri arttırarak, tavizler kopararak ilerledi. Adım adım devletleşmeye doğru kaydı. 2007-2008 yıllarında iktidara geldikten epey sonra orduya 56 doğal gaz kurumunu ele geçirme emri verdi. Sonra ülkenin iki petrol rafinerisini zorlamaya başladı. Ekvador’da Rafael Correa ABD’de okumuş bir ekonomist olarak kapitalizmin yapısını çok yakından tanıyordu. Eski burjuva iktidarında 6 yıl ekonomi bakanlığı yapmış, ülke burjuvazisiyle ilişkileri olmuş, onların üç kağıtlarını, kurallarını yakından biliyordu. Correaülkesinde daha çok tepeden devlet eli ile çıkarttığı yasalarla burjuvazinin artı değer sömürüsünü hedefledi. Birçok düzenleme, yasa ile burjuvazinin elinden önceki haklarını almaya çalıştı. Bu nedenle de burjuvazi ve toprak ağaları içinde kendine büyük bir düşmanlık doğurdu. Bu konuyu, oldukça ilginç ve kendine özgü özellikler taşıması nedeniyle aşağıdaki bölümlerde daha ayrıntılı olarak işleyeceğiz. Ancak şunu söyleyelim Correa’nın Vatandaş Devrimi bu yazıyı kaleme aldığımız sıralarda büyük bir iç saldırı altındadır. Ülke yeniden eski günlerine dönme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu üç ülke Sovyetler’dekinden çok farklı davranarak, tüm üretim araçlarını devlet mülkiyeti altına alıp bir merkezi planlamaya gitmediler. İkili iktidar denen süreç içinde burjuvazinin yıllardır halkla-
rın sömürüsü ile elde ettikleri varlıklarına farklı yollardan saldırılar düzenlediler. Her ülkede bu savaş farklı farklı gelişti. Süreç dahahiç bir ülkede tamamlanmış değildir. Günümüzde Venezuela halkları devrimlerine sahip çıkma konusunda daha kararlı davranmaya başladılar ama dış saldırılarda giderek artıyor. Ekvador burjuvazsisi de Correa’nın halklara sağladığı kazanımları geri alma doğrultusunda yeni bir plan içindeler.
b) Katılımcı Demokrasi
Tepeden burjuvazi denetim altına alınırken alttan halkların sosyalist kültürünü geliştirme yolunda çok yönlü adımlar atılmaya çalışıldı. Sovyet deneylerinden dersler çıkararakbir yol çizildi. Bu da üç ülke de farklı gelişti. Devrimin ilk günlerinde iktidarların önlerindeki sorunları Marta Harnecker şöyle anlatıyor: “Berlin Duvarı ve Sovyetler Birliği ölümünden sonra Latin Amerika ve dünya sol entellektüelleri bir şaşkınlık içine girdiler. Sosyalizmde istemediklerimizi istediklerimizden daha iyi biliyorduk. Demokrasi eksikliğini, totalitarizmi, devlet kapitalizmini, bürokratik merkezi planlamayı, farklılıklara saygı duymadan kalıplaştıran kollektiviteyi, doğayı koruma ihtiyacını hesaba katmadan üretim güçlerinin yaygınlaşmasını vurgulayan üretkenliği, doğmatizmi, demokratik muhalefete toleranssızlığı, inananları katlederek ateizmi dayatma girişimlerini, geçiş sürecini yönetecek tek parti sistemi ihtiyacını reddediyorduk.” (1) “Sovyet sistemini çok açık yürekli bir şekilde eleştiriyorduk ama bizde bu yanlışlıkların ilacını tam bilmiyorduk” diyor. Sovyetler’in eleştirisini bir cümlede hem siyasette hem de ekonomide bir demokrasi eksikliği ve onun yol açtığı hastalıklar diyeözetleyebiliriz. Bu hastalıklarla hem politik hem de ekonomik alanda baş
1. Ekonomik Kurumlar
Venezuela’da, Sovyetler’deki merkezi planlamadaki üretimin tepeden belirlen-
mesine karşı çözüm olarak bazı fabrikalar toptan işçilere devredildi, demiştik. Her bir devlet işletmesi ve işçilere devredilen fabrika ve işletmelerde işçi konseyleri kurulması zorunluluğu getirildi. Bu özel sektör içinde şart koşuldu. İşçiler böylece üretimin her safhasına katılıp, fabrikayı kendileri yönetir hale geleceklerdi. Özel sektörde yönetim böylece şeffaflaşacak, yolsuzluklar ortaya çıkacaktı. İşçiler fabrikalarda üretimi baştan sona öğrenecekler, Sovyetler’de eleştirilen hiyerarşi kalkacak, merkezi yönetim yerine işçilerin yönetimi başlayacaktı. Özel mülkiyet olmayınca işçiler kendi çıkarları için canla başla çalışacaklar, üretimde verimlilik artacak işçiler bilinçlenecekti. Üretim de ülkenin ihtiyacı kadar, doğaya saygılı bir şekilde yapılacaktı. İkinci olarak fabrikalarda işçiler üretimi öğrenirken sosyalist insan yavaş yavaş yaratılmaya başlayacaktı. Sosyalist işletmelerde verimlilik bireysel(kapitalist) kar değildir. Onlar toplumsal kar peşindedirler. Toplumsal karın içinde de insanın çok yönlü gelişimi vardır. Biraz daha açalım. Verimlilik üretim sırasında onu yapan emekçilerin kendi kişiliklerine de birşey katmasıdır. Bu çok geniş bir yelpazedir. Emekçinin kişisel bilgi gelişimi, kültürel gelişimi, duygusal tatmini, yaratıcılığı vs. vs birer kriterdir. Üretimde emekçiler bir makina parçası olmaktan çıkar, beyinleri, duyguları ile üreten birer insan olurlar. Üretim sürecinde gelişirler ve üretimdem keyif almaya başlarlar. Üretim sırasında duygu ve akıl olarak gelişirler. Çok yönlü insan olurlar. Yaratıcılıkları artar, verim artar. Sosyalizmde emekçi üretimden kopmaz aksine onun organik bir parçası olur. Bu kültür ile yetişen işçilerin üretkenlik potansiyeli çok artar. İşçi konseyleri sosyalist üretim kültürünün temelini böylece kuracaklardı. O zamanda devlet işletmeleri özel sektör fabrikalarından daha verimli hale gelecek
67 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
edip sosyalist yola çıkmak için ilaç, halk katılımıdır. En başından halkın kendi ekonomik ve politik yapısını kurmasını sağlamaktır. Buna çarede her alanda katılımcı demokrasi, dediler. Ekonomi ve politika iç içe geçmiş olgular olduğu için bunları bir arada yürütmek gerekiyordu. Halk istediği ekonomiyi nasıl geliştireceğine kendi karar verip hayata geçirecekti. Sol iktidarların görevi bunun gerçekleşmesi için halklara hak ve olanak vermekti. Bunları gerçekleştirebilmek için gerekli araç ve yasal zemini hazırlamaktı. İlk olarak kendi yönetimlerini yasallaştıracak bir anayasa yazma işine giriştiler. Venezuela anayasasını, Chaves günlerce halk içinde tartıştırdı ve sonra büyük bir halk katılımı ile kabul edildi. Ekvador anayasası, 2008 yılında kabul edildi ve dünyanın en ilerici anayasası olarak nitelendiriliyor. Yenilenemez doğal kaynakları devletin denetimine alan ilk dünya ülkesi oldu. Bolivya anayasası ile ülke 36 çeşitli yerli halkın yaşadığı çok uluslu bir ülke ilan edildi. Çeşitli komisyonlarda günlerce tartışılarak, çeşit çeşit engellerle karşılaşılarak aylar sonra kabul edildi. Tüm halkların dili resmi dil olarak anayasaya geçti. Her birine eşit haklar verildi. Bu üç anayasa da halkların her türden haklarını garantiye alan, her alanda demokrasiyi, sosyal adaleti sağlamayı öne çıkaran halkçı anayasalar oldu. Sonra hem ekonomik hem de siyasi düzeyde anayasadaki hak ve görevleri yerine getirecek kurumlar oluşturulmaya başlandı. İkisinin birbiriyle iç içe geçmiş olduğunu aklımızda tutalım ama daha iyi anlaşılması açısından iki ayrı bölümde incelemeye çalışalım. İncelememizi sosyalist kültürü, sosyalist üretim ilişkilerini geliştirmek temelinde yapmaya çalışacağız.
68 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
kapitalist işletmeleri zorlayacaktı. Kapitalist şirketler ve özel mülkiyet yavaş yavaş ortadan kalkma yoluna gidecekti. Sovyetler’deki tepeden devlet kapitalizmi yerine bu ülkelerde gerçek sosyalist bir ekonomi, halk ekonomisi, sosyalist üretim ilişkileri kurulacak özel mülkiyet yavaş yavaş kalkacaktı. Ama süreç böyle sonuç vermedi. Zaten yaşanan süreç bu kadar devasa bir kültürün yaratılması için yeterli değildir. Devletletleştirilen işletmelerin başına getirilecek, onu yönetme bilgisi ile donanımlı yeterli yöneticiler bulmakta büyük zorluklar yaşandı. İşten anlamayan ya da burjuva zihniyeti olan yöneticiler üretimin aksamasına yol açtı. Bu yönetici sorunu günümüzde bile önlerinde duruyor, bazı devlet işletmeleri sahipsiz kaldılar. İşçi konseyleri de kendilerinden beklenen performansı gösteremediler. İşçi yönetimi altındaki işyerlerinde işçiler zaten devletten maaş alıyorlardı ve fabrikaları sahiplenmeye pek ilgi duymadılar. Onları alacakları para ilgilendirdi. Kafalarını bu işe yormak istemediler. İşletmelerin işçi konseylerine devredilmesi de çoğu yerde başarısızlıkla sonuçlandı. İşçi konseyleri doğru dürüst çalışmadı. Bunun çeşitli sebepleri oldu. Gönülsüz yönetimden kaynaklanan sebepler de vardı, işçilerin kendilerinden kaynaklananlarda. Özel şirket yöneticileri işçilerin öğrenmemesi için ellerinden geleni yaptılar. Chaves sorunu sendikalar yolu ile çözmeye çalıştı. Ama orada da sendika ağaları işçilerin bilinçlenmesinden korktular. Onun üzerine Chaves devrimci yeni sendikalar kurdu. Gerici sendikalar bu girişimi baltalamak için ellerinden geleni yaptılar. Bu süreç de kolay gelişmedi. İşçi yönetimindeki fabrikalarda başka sorunlarda çıktı. İşçiler devlete güvenerek üretimi arttırmadıkları gibi zarar etmeye başladılar. Devlet yüklenince de grevlere gittiler. Aylarca süren grevler oldu. Arada
Chaves bunları atmakla tehdit etti. Aylar süren işçi ile devlet görüşmeleri yaşandı. Sonuçta işçilerin üretimin tüm safhalarını öğrenmesi beklenen başarıyı göstermedi. Hiyerarşi değişmedi, üretim ilişkileri çoğu yerde istenen sosyalist düzeye çıkmadı. Buradan şu sonuç çıkarıldı: Ülkede kapitalist üretim biçimi hüküm sürerken sosyalist üretim biçimi gelişmiyor değil ama zorlaşıyor. Düşünüldüğü gibi iki üretim biçiminin rekabetinden sosyalist üretim biçimi galip olarak çıkmıyor ve diğerini zorlamıyor. Sosyalist insan beklendiği gibi gelişmiyor, işçi makinanın parçası olmayı sürdürüyor. Kafa kol ayrımı azalmıyor. Yaratıcılık yükselmiyor. Ayrıca doğa da korunmuyor. Fakat işçilerin öğrenmesini sınırlamamak gerekir. Bazı devletleştirilmiş ya da işçilere devredilmiş fabrikalarda işçiler yavaş yavaş Chaves’in ne demek istediğini anlamaya başladılar. Ülkedeki çatışmalar, yokluklar onları daha başka düşünmeye zorladı. Grev yapan işçiler bu süreç içinde ülkeye verdikleri zararı gözleri ile görmeye başladılar. Chaves çünkü bu süreçte onları sürekli eğitti. Sonuçta belki sosyalist kültürün, sosyalist üretim ilişkileri hedefinin çok uzağında kalındı ama işçiler yavaş yavaş öğrenmeye başladılar. Daha siyasileştiler. Muhalefetin başlattığı iç savaş, yokluklar onlarında gözünü açtı. Bir şeylerin farkını görmeye başladılar. Aslında işçi konseyleri kurulması 2005 yılında kararlaştırılmıştı ama yasası hem işçilerin yukarıda anlattığımız belirsiz durumundan hem burjuvazinin açtığı ekonomik savaştan hem de devlet kadrolarındaki yolsuzluklardan olsa gerek yıllardır meclisten geçirilmemişti. Günümüzde muhalefetin geri adım atması ve işçilerin daha güven vermesinden olsa gerek yasa bu yazıyı kaleme aldığımız günlerde meclisten geçti. Yasanın mecliste onaylanması sonrası meclis başkan yardımcısı “işçi konseyleri son birkaç aydır ilerici bir şe-
kilde çalışıyorlar ve üretim düzeylerinde olumlu sonuçlar verdiler.” açıklamasını yaptı. (2) Kabul edilen yasaya göre iş yerinde çalışma koşullarının ve işçi haklarının korunmasıyla sendikalar, işyerinin işleyişi ile de işçi konseyleri ilgilenecektir. Fabrikalarında ne olduğunu daha etkin bir şekilde denetlemede önder rolü üstlenecekler. Üretimi mümkün olan en üst seviyeye çıkaracaklar. Bir diğer önemli konu daşu ki, işçi konseyleri bulundukları yerelde kadın grupları, komün konseyleri, komünler ve ekolojik guruplarla da ortak çalışacaklar. Kadın, Bolivar militanı ve 35 yaş altında işçilere de özel kontenjanlar tanınıyor. Yasanın yıllar sonra onaylanması sonucunda Maduro “Artık sosyalizm zamanı” diyerek işçilere duyduğu güveni dile getirdi. İşçi konseylerinin, ülke ekonomik çarkının nasıl bir bütün olduğunu, petrol eksik olunca taşımacılığın, tüm üretimin
durduğunu ya da tavuk yemi olmayınca yumurta olmayacağını görüp her birinin emeğinin ülke genelindeki rolünü anlamaya başladıkları yazılıyor. İşçilerin bu çalkantılı dönemden öğrendikleri sonuç olarak söylenebilir. Üretimin tepeden değil alttan örgütlenmesi ilkesi sanki uzun bir uğraş sonrası meyve vermeye başlıyor gibi. Zor oldu, güç oldu ama sonuçta olma yoluna girildi izlenimini ediniyoruz. Kırlardaki ekonomik ayağı, halk kurumları kooperatifler olarak düşünüldü. Kooperatifler başta kırlardaki ihtiyaçları, daha sonra organik olarak tüm ülke genelinde birleşip ülke ihtiyaçlarını karşılayacaklardı. Kendilerine kullanılmayan topraklar verilecekti. Burada yine eski sovyet deneyinin yanlışına düşülmeyecek kooperatiflerin nerede, nasıl kurulacağı neyi, ne kadar üreteceği tepeden belirlenmeyecekti. Buna yereldeki halklar karar verecekti. Tarım kooperatifleri, hayvan
70 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
kooperatifleri vs. çok sayıda çeşitli kooperatif kurulmasına başlandı. Kuruluşları kolay olmadı. Kooperatif kurmak isteyenler toplandı ve projeler hazırladılar. Projelerin birçoğu gerçeklikten, bilgiden yoksundu. Neyse bir kısmı bu safhayı aştı. Sonra projenin devlet tarafından onaylanması, kabul edilmesi gerekiyordu. Orada devlet ve yerel arasında yığınla sorunlar çıktı. İşin teknik kısmı kabul edildikten sonra bürokratik kısmı halkın anladığı şeyler değildi. Ya da devlet kademelerinde yolsuzluktan, tembelliğe yığınla engelle karşılaşıldı. Burjuva kesim kendi çıkarını zedeleyeceğini düşündüğü konularda devlet kademelerinde işi rafa kaldırma yolları buldu. Sonuçta proje
Son zamanlarda yaşanan kıtlıklar ve çalkantılı durum halka dersler verince ilgi yeniden canlandı. Ve çok ilginç şeylerle karşılaşıldı. Tek bir örnekle yetinelim: Bir kooperatifte 50’ ye yakın büyük baş hayvan öyle kendi hallerine terk edilmiş olarak bulundu. Şimdi onlara sahip çıkıldı ve kooperatif tekrar canlandırılıyor. Bazı “becerikliler” koopertifleri kendi özel mülkleri gibi, küçük bir grubun çıkarı doğrultusunda kullandılar. Yöre halkından koptular, komünle bağları koptu ya da kopardılar. Komün meclisi de zaten ilgisizdi. Bazıları tüccarlarla anlaştılar ürettiklerini onlara satmaya başladılar. Kooperatifleşme projelerinden bir anlamda burjuvalar türedi. Çok iyi niyetle başlayan, pek çok
Katılımcı demokrasi kurmanın ekonomik ayağı; devlet ve işçi fabrikaları, işletmeleri, kırda kooperatifler ise siyasi kurumu; komünler ve komün meclisleridir. Chaves çok girişimci bir yöneticiydi. Yaptığı bir şey ters gitti, istenilen sonuca varmadı mı bir yenisini geliştiriyordu. onaylanıp parası yatırılsa bile bu kez verilen krediler bankalarda engellendi. Bölgenin latifunda ağaları köylülerin boğaz tokluğuna çalışan kır proleteri olmasını istiyor, ekonomik anlamda kendilerinden bağımsızlaşmasından korkuyorlardı. Ya da el koydukları topraklara kooperatiflerin sahip çıkmasına karşı duruyorlardı. Bankalar kanalı ile bunu engellediler. Bununla da yetinmediler kırlarda birçok ölüm çeteleri kurarak kooperatifleri yıldırmak için ellerinden geleni yaptılar, yığınla köylü öldürüldü. Bu süreç halkı bezdirdi. Kooperatif şevki azaldı ya da korkudan, can derdinden bu işten ellerini ayaklarını çektiler. Ayrıca süreç bıktırdı. Toplantılarına katılanlar azaldı. En sonunda kooperatif kurulduğunda da ilgilenilmedi.
paralar yatırılan kooperatifler, beklenen sonucu vermedi. On binlerin üstünde kooperatifin adı olduğu ama cismi olmadığı dillere düşmüştür. Ama aynı fabrikalar gibi kooperatif süreci de şimdi yeni bir döneme giriyor. Aşağıdaki komünler bölümünde anlatacağımız gibi komün meclisleri canlanınca kooperatiflere yüzlerini döndüler, denetlemeye, ilgilenmeye başladılar. Koopratifler ile çevre ilişkileri geliştirilmeye çalışılıyor. Halk ekonomik kurumlarının kurulması bölümünü şöyle sonlandırabiliriz: Sovyetler’in ekonomideki demokrasi eksikliği, bürokratik merkezi planlama gibi sosyalizmde olmaması gereken özelliklerin üstesinden gelme doğrultusunda bir adım atılmış oluyor. Halklar, evet zor öğreniyor. Bıkmamak güven kaybetmemek
gerekiyor. Öğrenmek böyle gitgelli bir süreçtir. Başka gitgeller yaşanmayacağının da garantisi yoktur.
2. Siyasi Kurumlar a. Venezuela Deneyi
71 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
Katılımcı demokrasi kurmanın ekonomik ayağı; devlet ve işçi fabrikaları, işletmeleri, kırda kooperatifler ise siyasi kurumu; komünler ve komün meclisleridir. Chaves çok girişimci bir yöneticiydi. Yaptığı bir şey ters gitti, istenilen sonuca varmadı mı bir yenisini geliştiriyordu. Yukarıda yazdığımız fabrikalarda yaşanan olumsuzluklar onu hemen başka işletmeler kurmaya itmişti. Yazımızı uzatmamak için burada onları ele almadık. En sonunda Chaves katılımcı demokrasinin siyasi kurumu olarak komünleri gördü. Bolivar devriminin son aşamasında bir komünler devleti olacağı tahminini yapmıştı. Hedef yereldeki komünler ve komün meclislerinin, eyalet komünleri ve eyalet meclislerine, oradan da ulusal komün meclisine aşağıdan yukarı örgütlenmesidir. Böylece halkın öz yönetimi, Bolivar Komünler Devleti kurulmuş olacaktır. Bu Komünler Meclisi de sonunda şimdiki Ulusal Meclis’in yerini alacak ve gerçek, aşağıdan yukarı halk devleti kurulmuş olacaktır. Halk kendi kendini yönetmeye başlayacaktır. Gerek Sovyetler’de ve gerekse 21. yüzyıl sosyalizmi içinde görülen bürokratikleşme ve yolsuzlukların en olmazsa olmaz çözümü, aşağıdan başlamış bir halk iktidarı kurulmuş olacaktır. Yerleşim alanlarının nüfus yoğunluğuna göre ülkede onbinlerce komün kuruldu. Bunu bizim belediyelere benzetebiliriz. Yerel örgütlenmelerdir. O komündeki herkes komün meclisinin üyesidir. Tüm çalışmalara, kararlara katılırlar. Her bir komün kendi alanındaki ekonomik, sosyal, politik konulardaki kararları alır. Kooperatifler de bunlara bağlı olarak çalışırlar. Fabrikalardaki işçi konseyleri de
komün meclisinde bulunur ve komün kararları ile fabrika üretimi birleştirilmeye çalışılır. Ancak komünler de devletteki yozlaşmalar ve burjuva çıkarları nedeniyle çeşit çeşit şekillerde engellendi. Komün meclisine ilgi azaldı. Hedeflendiği gibi halkın kendi siyasi ekonomik kararlarını alma aracı olmaktan uzak kaldı. Yıllardır doğru dürüst çalışmıyorlar. Çok az sayıda eyalette komünler seçim yaparak eyalet komün ve meclisine aday yollayabildiler ve Komün Eyalet Meclisi kurulabildi. Eyalet Meclisleri tüm ülkede toplanamadan Ulusal Komün Meclisi kurulamıyor. Hedefe varılamadı. Fakat baştan beri aksaklık sürecinin bir noktada değişmeye başladığını söylüyoruz. Şimdi buna değinelim. 2016 aralık ayında Ulusal Meclis seçimleri yapıldı. Seçimler, her seçimde olduğu gibi bir iç savaş havasında geçti. Başkent Caracas ve büyük bir kaç kentte burjuva muhalafet sokaklarda barikatlar kurdu.30’un üstünde insan öldü ve daha fazlası tutuklandı. Devlet daireleri ateşe verildi. Ülkede var olan kıtlık son haddine ulaştı. Temel gıda ürünlerinden ilaca birçok tüketim maddesi yok oldu. Daha doğrusu burjuvalar bunu yapay olarak örgütlediler, her şeyi depolara kaldırıp, halkı aç bıraktılar. Maduro’nın düzeltici aldığı kararlar, kurduğu halk denetim, dağıtım örgütlenmeleri pek bir işe yaramadı. Enflasyon, %1000’lere ulaştı. Yani ülke tam bir ekonomik çöküntünün eşiğine geldi. Halk da derdine çareyi muhalefeti başa getirmede buldu. Chaves öncesi dönemden beri ilk kez muhalefet mecliste çoğunluğu ele geçirdi. Seçim kurulu 3 milletvekilinin sahtekarlık yaptığını ortaya çıkarttı. Onların vekillikleri kabul edilmedi. Bu yolsuzluklara rağmen burjuva muhalefet ağırlıklı meclis, yemin edip göreve başladı. Seçim kurulu meclisi sahte milletvekilleri nedeniyle yasal olarak tanımadı. Onlarda geri adım atmadılar. Bu meclis bir yıl boyunca ülkenin hiçbir
72 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
sorunu ile ilgilenmedi. Tek bir gündemleri vardı: Maduro’yu başkanlıktan almak. Halkın çözüm bekleyen hiçbir sorunu ile ilgilenmediler. Halkın açlığı, kıtlıklar aynen devam etti. Yürürlükteki anayasanın ona verdiği bir yetkiyi kullanarak Maduro, bu meclis ülke sorunları ile ilgilenmiyor, anayasa bu duruma bir çözüm önermiyor diyerek yeni bir anayasa yazılması kararını aldı. Halklar, yeni anayasa yazacak Ulusal Anayasa Meclisi (ANC) seçimlerine hazırlanmaya başladılar. Muhalefet partileri yasal olmayan meclisinden memnun, ANC seçimlerine katılmama kararı aldı. İşte bu Venezuela tarihinde bir dönemeç oldu. Halklar yıllardır kendilerine anlatılan gerçekleri bu canlı olayla çok iyi anladılar. Seçimler komün meclislerini canlandırdı. Yaşanan son süreç halkı bezdirmişti. Bu işi ellerine alıp kendi temsilcilerini seçmek için ciddi ciddi düşünmeye, tartışmaya başladılar. Muhalefet olmayınca kendi adaylarıyla kaynaşmaları, onları tanımaları kolaylaştı. PSUV dışındaki sol örgütlenmeler de kendi adayları ile katıldılar. ANC bu koşullarda seçildi Hemen arkasından coşkular sönmeden yerel seçimler yapıldı. Komünlerin canlılığı devam etti. Çeşitli adaylar çıktı. Çeşitlilik iyi geldi. Hatta bazı adayları seçim kurulu onaylamayınca meclis önünde gösteriler yaptılar. Bu çok olumlu bir gelişmedir. Halk seçtiği adayları sonuna kadar savunma bilincine yükseliyor, siyasi bilinç gelişme yolundadır. Onun arkasından ertelenmiş eyalet seçimleri yapıldı. Muhalefet buna da katılmadı. Eyaletlerin çoğunu PSUV adayları kazandı. Maduro işte son olarak başkanlık seçimlerinin yapılmasına karar verdi. 22 Nisan’da aynıcoşku ile halk seçimlere hazırlanıyor. Bu arada Maduro muhalefetin suskunluğundan yararlanıp yolsuzluklara savaş açtı. O güne kadar yolsuzlukların üstünü örten, kocası dahil kendi yakınları
da yolsuzluk yapmış olan baş savcıyı görevden alındı. O da yurt dışına kaçtı, yolsuzlukları ortaya çıkınca kırmızı bülten ile aranmaya başlandı. Yeni başsavcı R. Saab, petrol şirketi dahil birçok üst düzey çalışanın yolsuzluklarını ortaya çıkarttı. Bu gelişmeler, halkın muhalefete öfkesini ve devrimlerine olan saygı ve güvenini arttırdı. Halkın politikleşmesi ve ülke yönetimine katılma enerjisinin bir kaynağı da bu oldu. Venezuela böyle olumlu bir süreç içindedir. ANC de bu arada halktan yana birçok olumlu kararlar almaktadır. Muhalefet ile masaya tekrar oturuldu ve barış için anlaştıkları açıklandı. Maduro imza atacaktı ki ortalık yine karıştı, karıştırıldı. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson, Latin Amerika gezisine çıktı ve bölgenin gerici iktidarlarını Venezuela’ya savaş açmaya örgütlemeye başladı. Kolombiya’da Devlet Başkanı Santos kanalı ile muhalefetin barış anlaşmasına imza atması durduruldu. Arkasından ABD ve gerici bölge iktidarları Venezuela’da yapılacak başkanlık seçimleri sonucunu tanımayacaklarını açıkladılar. Oysa muhalefet kendi adaylarını göstermeye bile başlamıştı. Fakat anlaşılan odur ki artık iç muhalefetten umut kesilmiştir ve dış gerici güçler, Venezuela yönetimini değiştirmek için dışarıdan saldırıların şiddetini arttıracaklardır. Hatta son haberlerde askeri savaş örgütlenmesi yapıldığı yazılıyor. Halkın bu bilinçlenmesinin bir iç değil dış müdahale gerektireceği görüşü güçleniyor. Bilincin gelişmesi, pratikte kendini komünlerin koopertifleri ele alması ile gösteriyor. Kooperatiflerin baştan beri yerelde komünlerin ihtiyaçlarını karşılayacak ekonomik kurumlar olarak düşünüldüğünü yazmıştık. Son gelişmeler bu iki kurumun birbiri ile organik ilişkiye geçmesine, bağlarını güçlendirmesine yol açtı. Ortak toplantılar yapılıyor. Komün ihtiyaçlarının kooperatiflerce nasıl karşılanacağı tartışılıyor. Yaşanan kıtlıklara
b. Ekvador Deneyi
Rafael Correa, Ekvador’da 21. yüzyıl sosyalizmi yolunda ikili iktidara halkın alttan katılımını örgütlemek için kurumlar geliştirdi ama bunlar Venezuela’dan farklıdır. Vatandaş Devrimi’nin kendine özgü özellikleri vardır. 21. yüzyıl sosyalizmi zaten böyle her ülkenin kendi koşulla-
rına göre kurulacaktır. Correa genellikle sosyal hareketler ve sol politik partilerin koolisyonunun sonucu 2006 yılında seçimleri kazandı. Halkların kendi devletini kurması yolunu açmaya çalıştı. 2009’da çıkarılan anayasa ile yerellerde vatandaş meclislerinin kurulması sağlandı. Bu meclisler yerel yerleşim alanlarında kendi temsilcilerini seçerek kurulur. Meclis alanlarının ihtiyaçları doğrultusunda yıllık kalkınma projesi hazırlar. Sonra da buna uygun politika belirlenir. Devletin Ulusal Kalkınma planını denetlerler, kendi önerilerini getirirler. Bunlar ulusal planda değişiklere yol açabilir. Vatandaş meclislerinin her bir devlet memurunu geri çağırma yetkisi vardır. Venezuela’dan farklı olarak halkın ekonomik katılımını sağlamak için sektör konseyleri kuruldu. Ülkenin çeşitli sektörleri, küçük esnafları kendi konseylerini kurarlar. Her bir sektör ekonomideki yerine göre farklı bakanlıklara bağlı olarak çalışır. Böylece devlet ve sektörler arasında karşılıklı iletişim sağlanmaya çalışılır. Ulusal Kalkınma Planı, vatandaş meclisleri ve sektör konseyleri ile karşılıklı görüşmeler sonucunda ortaya çıkar. Correa’nın katılımcı demokrasi anlayışı böyle geliştirilmeye çalışılır. Ayrıca halk Vatandaş Katılımı ve Sosyal Kontrol Konseyi diye bir kontrol mekanizması seçer. Bu da savcıları, seçim konseyi üyelerinin seçim sürecini izler, görevlerini yerine getirmediğini düşündüklerini her an görevden alabilir. Hatta bazı devlet görevlilerini bunlar atarlar. Correa ekonomide de diğer söz konusu ülkelerden farklı şeyler yapmıştır. Kapitalizmin ekonomi konusunda ünlü okullarından mezun olmuş ve iktidara gelmeden önce finans ve ekonomi bakanlığı yapmıştır. Bu nedenle hem kapitalist ekonomiyi hem de ülke kapitalistlerini yakından tanır. Halktan yana siyasi görü-
73 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
ancak halkların kendilerinin çare olacağı, bunun yolunun kooperatifler ve bölgedeki fabrikalarla olacağı anlaşılıyor. Ne zamandır anlamak istemedikleri, belki tembellik ettikleri şeyleri anlamaya, gerçekleri görmeye başlıyorlar. Son işçi konseyleri yasasının çıkması, işçilerin de komünler içinde bağlanması halkayı tamamlamış oldu. Hatta şimdi filanca kooperatifin üretimi şöyle arttıracağı ve başka komünlerin ihtiyacına yetebilecek üretim yapabileceği haberleri geliyor. İşçilerin de diğer fabrikalarla dayanışma ile bazı üretim ara mallarını şuradan buradan karşılayabilecekleri hesabını, planlamasını yaptıkları yazılıyor. Aşağıdan yukarıya ekonomik, siyasi katılımcı demokrasi kurulması bir ivme kazanmış gibi görünüyor. Üretime yansıyan sonuçları önümüzdeki günler, aylarda kendini gösterecektir. Durum böyle olunca da dış güçlerin Venezuela’ya dıştan bizzat kendilerinin saldırısından başka çarelerinin kalmaması daha iyi anlaşılır. İç muhalefet yenen halklar şimdi dış güçlere de kararlılıklarını kanıtlamak zorunda bırakılacaklar gibi gözüküyor. Sonuç olarak halk iktidarının Venezuela’da siyasi ayağının kurulmasında büyük olumlu gelişmeler yaşanmaktadır. Devrimci kesimlerde de bunun yansımaları görülüyor. Eskiden PSUV’u desteklemeyen sol adaylar şimdi taraftarlarının Maduro’yu destekleyip desteklememe konusunda kendi yerellerinde karar almasını kararlaştırdılar. Bu da ülke içinde devrimci cephenin kurulması açısından çok olumludur.
74 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
şü nedeniyle sol kesimleri ve halk hareketlerini de tanır. Devlet Başkanı olduktan sonra bu bilgileri temelinde pek çok yaratıcı ekonomik uygulamalara imza attı. En büyük başarısının ekonomi konusunda olduğu söylenir. Ekvador ekonomisinin en büyük geliri petroldür. Ülke para birimi de dolardır. Yani hem petrol fiyatları hem dolardaki dalgalanmalara tamamen açık bir ekonomisi vardır. Bunlara rağmen Correa, ülkesinin petrol fiyatlarındaki düşüşten ve 2008 krizinden çok etkilenmemesini sağlama başarısı gösterdi. Finans reformları yaptı. Ülkeyi FTAA’dan çıkarttığı gibi dış borçlarının 30 milyon dolarlık faizini ödemeyerek borç içinde yüzen Latin Amerika ülkelerinde bayraklaştı. Ülkeden kaçan sermayeyi vergilendirdi. Venezuela örneğin bunu yapamadı ve pak çok ülke zengini varlıklarını kaçırdılar. Correa bankalardan ülke dışına çıkacak dövizlerin ilk önce %45 sonra da %60’ının ülke içinde kalmasını zorunlu kıldı. Bankalar bu parayı hem batma durumundan kurtulmak için kullandılar hem de ülke içinde yatırım yapmaya fon sağlanmış oldu. Ayrıca merkez bankasını devletleştirdi ve tüm özel banka mevduatlarının %3’ ünü koruma fonu olarak merkez bankasına yatırmalarını zorunlu yaptı. İşletmelerin vergi muafiyetlerini kaldırdı. İnsan Kalkınma Fonu kurdu ve işletmelerin vergilerinden bir kısmını buraya yatırmalarını zorunlu kıldı. Bu fon ülkede sağlık, eğitim gibi sosyal harcamalara kullanıldı. Sosyal adaletin sağlanmasında epey yararlı oldu. Böylece şirket karlarının ya da artı değer sömürülerinin bir kısmının yeniden halka aktarılmasını sağladı. Miras gelirlerine de vergi getirdi. Miras miktarının yüksekliğine göre kademeli olarak vergi alınması yasalaştı. Correa dünyada belki bir ilk olarak spekülasyon vergisi adında bir vergi koydu. Toprak ve konut satışının spekülasyo-
nundan elde edilen süper karlardan %2 vergi almaya başladı. Bu da bütçe açığını kapatmada kullanıldı. Vergiler bekleneceği gibi burjuvalar ve toprak ağalarından büyük tepkiler aldı. Hatta yasalaşmasında son imzalar atılamadı. Çıkarttığı yasalar ülkede çok çatışmalara yol açsa da gelir dağılımı dengesizliği bu yollarla düzelme yoluna girdi. Yoksulluk ve aşırı yoksulluk azaldı. Venezuela’nın kurmaya çalıştığı halk ekonomisini Correa aşağıdan devlet desteği ile değil tepeden banka kredileri ile kurmaya çalıştı. Ulusal Halk Finans, Küçük Esnaf ve Dayanışma Ulusal Programı ve Kooperatif Bankaları kurdu. Bunlar kanalı ile küçük esnafa ve kooperatiflere krediler açtı. Bu bankaların ellerinde 1,5 milyar dolarlık fonları, 2 milyon üyeleri vardı. Correa dünyada birçok ilke imza atmıştır. Ekvador devlet olarak elektronik para kullanan dünyadaki ilk devlettir. Devletin tüm para işlemleri elektronik olarak yapılmaya başlandı. Halk ve devlet arasındaki para işlemleri cep telefonları, ATM ve web siteleri kanalı ile gerçekleştirildi. Böylece devlet büyük bir bürokratik masraftan kurtuldu. Ayrıca daha güvenliklidir. Çalınma ve kaçırılma tehlikesi azdır. Ama asıl yararı burjuvazinin para kaçırma, aklama ve rüşvet gibi finans oyunlarının önlenemese bile zorlaşması oldu. Devlet, finans-kapitalin kirli para işlerini daha iyi izler oldu. Bu nedenle özel bankalar elektronik bankacılığın merkez bankasından kendilerine verilmesi yönünde büyük zorlama yaptılar. Yeni devlet başkanı, son gerici kararlarından birinde elektronik bankacılığı özel bankalara devretti. Ekvador açık toplum, bilgi ortaklığı konularında da dünyada bir ilki yarattı. Free/Libre Open Knowledge (FLOK) projesi olarak bilinen bir bilgi toplama merkezi ya da bankası kuruldu. Bu aşağıdan yukarıya, yani halk girişimi ile geliştirilen bir projeydi. Correa sonra buna devlet
Ülkenin en büyük yerli halk hareketi CONAİE, başta onu iktidara taşısalar bile son yıllarda arkasından çekildiler. Yıllardır sokaklarda karşısında protestolar yapıyorlar ve Correa da onları bastırıyor. Finans-kapital kesimleri de bu hareketin arkasında yer alarak devrimin kuyusunu kazmaya çalıştılar. Correa iki dönem olan başkanlık süresi bitince uzatılmasını referandumla halklara sordu ve kazandı. Ama referandumda Correa’nın yasa dışı uygulamalar yaptığı söylentileri çıktı. Onun üzerine Correa referandumu kazanmasına, yeniden seçilmesinin önünün açılmasına rağmen görevi, 6 yıldır Başbakanı olan Lenin Morena’ya bıraktı. Şimdi Morena arkasına liberal güçleri almış tamamen Correa karşıtı politikalarla Vatandaş Devrimi’ni tersine çevirme uğraşına girdi. Kendisine “koyun postu giymiş kurt” lakabı takıldı. Bu hedefle 4 Şubat’ta yaptığı referandumdan evet oyu ile geçti. Yerli halk örgütü CONAİE de referandumda Correa’ya karşı evet oyu kullandı. Correa halk örgütlerini yanına çekmeye gereken önemi vermedi. Ülkede sosyal adaleti sağlamak gibi politikalarla onları yanına alabileceğini düşündü. Brezilya’da Lula ve Dilma’nın yanlışına düştü. Burjuvaziyi çembere almak yetmedi. Sonuçta Ekvador Vatandaş Devrimi çalkantılı yeni bir sürecin içindedir. Correa da muhalefette devrimi koruma savaşına başladı. Pais ittifakından taraftarları ile istifa etti, “Vatandaş Partisi”ni kurdu. Aslında parlamentoda %30 sandalye ile en büyük partidir ama iktidarda değildir. Karşısında burjuva partileri çoğunluk olarak duruyorlar. Referandum ile de başkanlık yapma şansı elinden alındı. Latin Amerika’nın bir ilerici ülkesi daha küme düşme tehlikesine sürüklendi.
c. Kuruluşta Çıkan Sorunlar 1) Doğaya Saygı
21. yüzyıl sosyalizm yolundaki ülkeler
75 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
desteği verdi. Halklar ellerindeki bilgileri bilgi bankasına koyarlar. Kırsaldan kentsel alana kadar her türlü bilgi burada depolanır. Bu ulusal bilgi herkesin ulaşımına ücretsiz ve açıktır. Herkes bilgisini buraya depoladıkça çoğalacak gelişecekti. Yaratıcılık toplumsal olacaktı. Bu sayede ülke ekonomisinin tüm sektörleri halk girişimciliği ile yenilenip modernleşecek ve sırf petrole dayalı bir ekonomi olmaktan kurtulacaktı. Correa böylece ülkeyi bilgi ve yeteneklere dayalı demokratik bir ülke yapmak istedi. Ekvador bilgi cenneti olacaktı. Endüstri, eğitim, bilimsel araştırma, altyapı vs. her alanda bilgi bedava paylaşılabilecekti. Proje dünyanın ilgisini çekti. Ama tamamlanmadan yarıda kaldı. Nedenleri konusunda kesin bir bilgi yok ama Correa’nın engellediği söylendi. Correa bankadaki bilgilerin ülke düşmanları tarafından kendi aleyhlerine kullanılabileceğine karar vermiş ve devlet desteğini projeden çekmiştir. Ne olursa olsun sosyalizm yolunda, bilginin finans kapital güçlerinin elinden alınması doğrultusunda büyük bir girişimdir. Kapitalizmin zenginliği zaten binlerce yıldır insanlığın biriktirdiği, geliştirdiği bilgileri kâra dönüştürmesinden gelmiyor mu? Bilgi kapitalizmin elinde kendi kârıdır oysa o halkın olmalıdır. Anlatmaya çalıştığımız gibi Correa’nın 21. yüzyıl sosyalizmi yolu Venezuela’dan farklılıklar gösteriyor. Onun aşağıdan halkların tepeye doğru ekonomik ve siyasi katılımcı demokrasi kurma deneyi Venezuela’daki kadar sağlam temelli değildir demek yanlış olmayacaktır. Elbette bunun için kanallar açmıştır ama bunların çok sağlam ve radikal olduğu söylenemez. Sanki Correa tepeden burjuvaziyi denetlediğinde aşağıdan halkların devrimci bir güç ile geleceğini düşünmüştür. Ama süreç öyle akmıyor. Halkların davranışında yılların biriktirdiği kapitalist kültürün alışkanlıkları bir çırpıda ölmüyor.
76 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
Sovyet döneminden farklı olarak doğaya saygı kriterine dikkat etmek zorundadırlar. Doğa kirliliği sorunu Sovyetler döneminde bir ölüm kalım savaşı içinde olmadığı gibi ekonomik kalkınma sürecinde böyle bir kriter düşüncesi yoktu. Bu tehlike Marks tarafından öngörülmüştü ama sosyalizmin o dönemde kurulmasında doğa kendini dayatan bir tehlike içinde değildi. Günümüzde durum farklıdır. Doğa kirliliği artık insan yaşamını tehdit eder boyutlara geldi. O zaman sosyalizm kurma hedeflerinde bu perspektifi de dikkate almak zorunlu hale gelmiştir. Günümüzde ekonomik kalkınmanın bir sınırı olmak zorundadır. Bu, kapitalizmin sonsuz üretim ve tüketim anlayışına tam karşıdan saldırıdır. Bu sınırın karşı ucu ise halkın temel ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Doğayı koruyacağım diye halklar da aç bırakılamaz. İlk insanlardan beri doğa tahrip ediliyordu. Balık avlanıyor, ağaçların meyvesi toplanıyordu. İnsan ve doğa yaşamı arasında bir denge kurmak zordur ve sınırı iyi çizilmelidir. Hele şimdi kapitalizmin gelir dağılımı dengesizliği milyonları aç ve yoksul bıraktı. Halkların karınlarının doyurulması daha acil bir sorun oldu. Sonuçta üst sınır doğanın korunması ise alt sınır da doğa korunurken insanların aç ve yoksul bırakılmamasıdır. 21. yüzyıl sosyalistleri bu iki sınır içinde davranmak zorundadır. Eskiden böyle bir doğa dayatması yoktu. Söz konusu ülkelerin ulusal gelirlerinin çoğu yer altı zenginliklerinden geliyor. Yeni liberal politikalar çıkarım endüstrisine daha büyük toprak alanları verdi. Başta ABD ve Kanada olmak üzere dünyanın çok uluslu şirketleri bu ülke topraklarını yıllardır sorumsuzca kazıp, yer altı zenginliklerini alıp götürüyorlar. Kazımadan çıkarttıkları toprakları gelişi güzel buldukları yerlere atıyorlar. Maden bittikten sonrada toprağı delik deşik bıra-
kıp gidiyorlar. Hiçbir özen gösterilmiyor. Bu alanlar köstebek yuvalarına benzetilir. Etrafındaki bitki örtüsü, balta girmemiş tropik ormanlar, göller bozuluyor. Çeşit çeşit hayvan türlerinin nesilleri yok oluyor. Halkların içtiği, tarım yaptığı sular kirleniyor. Doğa dengesi bozuluyor. Üstünde tarımla geçimini sağlayan halklar hem topraklarından atılıyor hem de işsiz güçsüz aç kalıyor. Hem topraklarını, doğalarını kaybediyorlar hem de karşılığında ellerine bir şey geçmiyor. Protestolarına kulak asılmadığı gibi devlet zoru ile bastırılıyor. Oysa bu ata topraklarını yerli haklar yüz yıllardır özenle korumuşlar. Onların hayatlarının bir parçası olmuş. Atalarından aldıkları gibi çocukları, torunlarına devr etmek onların yaşam biçimi, kültürlerinin bir parçasıdır. Bu halklar Bolivya ve Ekvador’da devrimci iktidarların başa gelmesine büyük destek verdiler. Ekvador’da Correa’ya bu yerli halklar destekledi. Bolivya’da Evo Morales yerli halkların içinden çıkmıştır. Dünyadaki ilk yerli halktan gelen devlet adamıdır. Maden işçileri sendikası başkanlığı yaparken Sosyalizme Doğru Hareket (MAS)’i kurdu. Sonraları sendikalar ve yerli halk hareketleri MAS’ı desteklediler ve Morales’i iktidara taşıdılar. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta oluşur. Medencilerin çıkarı toprağın altında, köylülerin ise toprağın üstünde, ekip biçmektedir. O nedenle madencilerin çıkarı ile köylülerin çıkarı birbiriyle zıtlaşır. Günümüze kadar da iki hareket birbiriyle uzlaşmaz. Morales bu çıkar zıtlıklarına büyük saygı ile yaklaştı, başkan seçildi hala da ikisi arasında doğru yolu bulmaya çalışır. Correa ve özellikle Morales doğa kirliliğine, ekolojik sorunlara çok duyarlılar. Morales doğanın korunması konusunda dünya liderliği yapıyor. Tüm dünya iklim konferanslarında en önde duran odur. Doğa anamızı korumak için merkez ül-
pit edilmiş petrol rezervi değeri şu kadardır ve uluslararası kamuoyuna siz bana bunun değerinin yarısı olan 3,600 milyon doları verin biz de petrolü çıkartmayalım dedi. Fakat kimseden bir ses gelmedi. Süre doldu. Correa da çıkarımlara başladı. Üzerindeki yerli halklar CONAİE halk hareketi içinde örgütlüydüler. Bunlar protestolara başladılar. Aylarca süren bir sürtüşme yarattı. Başkente kadar yürüyüşler düzenlendi. Polisle çatışıldı. Correa’nın genel halk çıkarı, bencil hem uluslararası hem de oranın yerli halk çıkarları arasında kaldı. Benzerini Morales yaşadı. İki aşkı, doğa anası ve yerli halklar arasına sıkıştı kaldı. Bolivya’nın Batı’da Pasifik okya-
21. yüzyıl sosyalizmi halkların seslerini kısmak değil aksine onların seslerinin duyulması için elinden geleni yapmakla yükümlüdür. Hem politikaya katılmaları hem de katılma alanları yaratılmaya çalışılır. Sosyalist demokrasi budur. Ayrıca bir ülkenin toprak altı zenginliği sadece onun üstünde yaşayan halkların değil tüm insanlığın mirasıdır. Gerekli olduğunda üstlerindeki halklara şimdiki yaşam koşulları sağlama koşulu ile bu yeraltı zenginliği tüm halkların çıkarına ekonomiye katılmalıdır. Correa iktidarı sosyal harcamalar için yeni kaynaklar bulmak zorunda kaldı. Ülkede BM tarafından dünya mirası olarak kabul edilmiş Yasuni Ulusal Parkı’nda ülkenin var olan petrol rezervlerinin %20’sinin bulunduğu tespit edilmişti. Correa burayı kullanmanın ülke sorunlarına çare olacağını düşündü ve çıkarıma açmak istedi. İlk önce Birleşmiş Milletlere bir mektup yazarak ülke halklarının bu petrolü çıkartmaya ihtiyacı olduğunu açıkladı. Üstündeki doğa örtüsünün dünya insanlık mirası ilan edildiğini hatırlattı. Öyleyse korumak ulusal olduğu kadar uluslararası bir görev olmalıdır. Bu topraklar altında varlığı tes-
nusuna açılan bir yolu yoktur ve Pasifik kapısının açılması ülke ekonomisi için Panama kanalı kadar önemlidir. O nedenle Morales içi yana yana da olsa toprak anasının ormanlarından birinin içinden batıya otoyol yapmak istedi. Böylece ülke ticareti ve batı ülkeleri ile bağı artacaktı. Civardaki alanların da merkez ile bağları gelişecek, onlar da yararlanacaklardı. Bu otoyol yapımı gerekliydi. Ancak yolun geçeceği alanda oturan yerli halklar buna karşı çıktılar. Onlarda günlerce protestolar yaptılar. Hatta bir ara orduyu karşılarında buldular. Ölümler oldu. Sonuçta Morales de karşısında kendini iktidar getiren halkları buldu. 21. yüzyıl sosyalizmi halkların seslerini kısmak değil aksine onların seslerinin duyulması için elinden geleni yapmakla yükümlüdür. Hem politikaya katılmaları hem de katılma alanları yaratılmaya çalışılır. Sosyalist demokrasi budur. Halklar
77 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
kelerine savaş açıyor. Hatta iktidarının ilk günlerinde suyun alınır satılır bir meta olmasına karşı dünya halklarını bir kampanya ile örgütlemeye çalıştı. Correa da dünyanın en ilerici, doğa koruyan anayasasını yazdı. Tüm doğal zenginlikleri devlet güvencesi altına aldı. Bu iki liderin de doğayı korumakla ilgili düşünceleri tartışılmaz. Ülkelerinde değil sadece, dünyaya bu konuya öncülük ediyorlar. Ama 21. yüzyıl sosyalizmi yolunda ilerlemek isteyen bu iki lider, halklarının genel sosyoekonomik sorunlarını da düzeltmek yükümlülüğü ile yüzyüzedirler. Onların karınlarını doyurmak, ihtiyaçlarını karşılamak sorumlulukları vardır.
78 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
kollektif ihtiyaçlarını, istediklerini iktidarlara duyurmalıdırlar. İktidarlar bu protestoları elbette dikkate almalıdırlar ve iki iktidar da aldı. Ama sorun bu sürtüşme zamanlarında sosyalizme düşman, iktidarı devirmeye çalışan iç ve dış güçlerin, halkın sesini kendi çıkarlarına alet etme olasılığıdır. Her iki durumda da bu gizli güçler ortaya çıktı. Bu güçler halkların içine STÖ olarak giriyorlar. Çevreci oluyorlar ve bu işe paralar yatırıyorlar. Halk liderlerini aldatıyor, satın alıyorlar. Correa sözde halk liderlerinin bağlarını isim isim ortaya çıkarttı. Morales de bu uluslararası sivil toplum örgütlerinin ülkesinde faaliyetini yasaklayıp ülkeden attı. Sosyalizm yolundaki bu iktidarlar doğayı koruma çabalarında bu türden olayları sık sık yaşıyorlar. Biz sadece tipik iki örnek seçtik.
2) Sürdürülebilir Kalkınma
21. yüzyıl sosyalist ülkeleri bu doğa gerçekliği karşısında nasıl bir kalkınma modeli izleyecekler? Hiçbirinden Sovyetler’deki gibi büyük fabrikalar ve ağır sanayi sözleri duymuyoruz. Onların yakın geleceklerinde halkların sosyal adaleti ve yoksulluk, açlık, eğitim sağlık konuları vardır. İleriye yönelik büyüme planlarının temeli de “sürdürülebilir bir kalkınma” modelidir. Bir ülke sınırları içinde yeraltı ve üstü zenginliklerinin el verdiği bir kalkınma modeli; başka bir ülke topraklarının doğasını sömürmeden kalkınmadır. İsterseniz buna her ülkenin coğrafi özelliklerine, yer altı ve yerüstü toprak zenginliklerine göre kendi yağı ile kavrulması diyelim. Başka ülkelere, insan ve doğasına zarar vermeden, onları sömürmeden bir kalkınma planlamak. Ülkemin yeraltı ve üstü zenginlikleri nelerdir, ne kadar nüfusum var, ben buna göre bir kalkınma planlarsam ve dünyadaki herkes bunu böyle yaparsa ancak o zaman dünyada gerçek bir eşitlik sağlanabilir. Oysa kapi-
talist merkez ülkeleri yoksul ülke halkları aleyhine bilmem kaç kat daha fazla tüketim yapıyor, hammadde kullanıyor, doğaya zarar veriyorlar. Yani zengin ülke halkları tüketimleri ile yoksul ülke halklarını sömürüyor. O zaman 21. yüzyıl sosyalizmi yanlış yapmamalı, sömürüsüz bir dünya yaratma hedefinde bu tür bir kalkınma modeli, ekonomi yaratmalıdır. Şu anda dünyamızda bu teori ile uyumlu ekonomisi olan, her bir vatandaşı ayağını ülke yorganına göre uzatan tek bir ülke vardır: Küba. Yeryüzünde tek bir ülke halkı kendi yer altı ve üstü zenginliklerine uygun bir tüketim kültürü ile yaşamaktadır. Bunu BM raporları yazıyor. 21. yüzyıl sosyalizm yolundaki ülkeler ekonomilerini eskiden bilinmeyen bu doğrular içinde geleceğe taşımakla yükümlüdürler. Gerçek sosyalist düzen ancak böyle kurulacaktır. Ayrıca üretim tekniği çok gelişti. Artık bir fabrika ülke sınırlarının dışındaki insanların ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çok üretebiliyor. Sosyalist dünyada iş birliği içinde ekonomi kurmak ne kadar kolay olurdu. Ama ne yazık ki böyle bir dünya iş bölümüne günümüz politik koşulları olanak tanımıyor. Dünya devrimini bekleyecek de değiliz ama bugünden böyle sosyalist dünya iş birliği de hedefe alınmalıdır. Öyleyse gelecekte israfı engellemek için şimdiden belirlenebilecek bir uluslararası sosyalist iş bölümüne adım atılabilir mi? Sosyalist dünya iş bölümünün neresinde üretimi yapabilirizi az çok kestirebilir miyiz? Söz konusu ülkeler bu konuda el yordamı ile ilerlemeye çalışıyorlar. Latin Amerika sosyalist örgütlenmeler kendi aralarında bölgesel bir iş bölümü oluşturmaya çalışıyorlar ama işin daha başındalar. Sonuçta 21. yüzyıl sosyalizmi yolundaki ülkeler hem eski deneyleri eleştiriyor, onu düzeltmeye çalışıyorlar hem de yukarıda yazdğımız gerçekleri de hesap etmek
lir. Evin, araban vs. vs. varsa daha rahat, konforlu, bolluk içinde yaşanır denerek bunlarla mutlu olunacağı beyinlere boca edilir. Ama iyi yaşamak aslında sağlıklı yaşamaktır. Sağlıklı yaşamak özünde bunları mutlaklaştırmaz. Sağlıklı yaşamada beden ve ruh sağlığını korumak kadar ikisinin arasında bir denge sağlamak da vardır. Kapitalizm bunları da birbirinden ayırıp parçaladı. Sonuçta bu iki anlayış bireyin sağlıklı, tam gelişimi, her bireyin diğerlerinden farklı olmasının desteklenmesi, onun tek bir kalıba sokulmasından vazgeçilmesi demektir. Bu yeni değerler benimsetilirse, bencilliklerden kurtulup sosyal mülkiyet, dayanışma değerleri öne çıkacaktır. Özel mülkiyetin değeri azalacaktır. Şimdi kapitalist kültürde kaybettiğimiz için her gün yakındığımız sevgi, saygı, birlik, dayanışma gibi insanın özünde var olan değerler su yüzüne çıkacak, toplumu kuşatacaktır. Sosyalist kültürde farkılıklar hem teşvik edilip hem de farklılık içinde bir arada yaşama, çeşitli görüşlerin olmasını bir zenginlik olarak görme ve keyif alma gelişecektir. Farklılıklar bir toplumsal zenginlik olarak görülecektir. Kapitalizm toplumları parça parça etti. İnsanlar yanlız düşüncelerine göre değil, cinsiyetlerine, derilerinin renklerine, uluslarına, yerli, yabancı, göçmen oluşlarına, dinlerine, inançlarına, dillerine göre ayrıştırıldılar. Sosyalizm bunları birleştirme kültürünü kuruyor. Sosyalist kültür bu farklılıklar üzerine kurulacaktır. Bunlara saygı ile kurulacaktır. Ortaklıklar ve ayrılıklar zıtlığı, diyalektiği üzerine kurulacak birlikte yaşama kültürü oluşacaktır. Ancak bu değerler ortaya çıkarsa o zaman tüketim toplumu olmaktan çıkılabilir. Venezuela, Bolivya ve Ekvador bu doğrultuda toplumu değiştirmeye yönelik politikaların temel taşlarını anayasalarına alıp yolu açmaya çalıştılar. Bolivya, 36 ayrı ulustan oluşan ayrı diller ve kültür-
79 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
zorunda kalıyorlar. Doğanın korunmasına özen gösterirken halklarının aç kalmamasına çaba sarfediyorlar. Kalkınma planlarını başka ülkeleri sömürmeme prensibine uydurmaya çalışıyorlar. Teknik gelişmenin yaratacağı olanakları hesaplamaya uğraşıyorlar. Ayrıca bunların yaratabileceği yeni insanca değerler neler olabiliri öngörmeye çalışıyorlar. Gelecekteki sosyalist bir küreselleşmede ülkelerinin olası iş bölümüne kafa yoruyorlar. Bir bakıma iş daha da zorlaşmıştır. Kapitalizmin ışıltılı, şaşaalı tüketim sevdasının insanlara aşılandığı, imrendirildiği bir dünyada, bu ülke liderlerinin halklarına kendi yağları ile kavrulmayı ya da ayaklarını ülke yorganına göre uzatmayı benimsetmeleri hiç kolay değildir. Ekonomi aşağıdan halklar tarafından örgütleneceğinden halkların bu sınırı bilmeleri, öğrenmeleri gerekiyor. Bu zaman alacaktır. Bu halklar yıllardır kapitalizmin sonsuz tüketim çılgınlığı karşısında sadece sömürüldüklerinden tüketim açlıkları da fazladır. Merkezlerde tüketime doyan insanlar oluyor ama buralarda pek görülmüyor. Bu konuda Bolivya lideri Evo Morales’in önerileri yön vericidir. Yerli halkların ilkel komünal dönemden gelen, kapitalizm ile kirlenmemiş, unutulmamış insanca yaşam kültürlerini Morales hem kendi toplumuna hem de dünya insanına anlatmaya çalışıyor. En bilinen iki parolası vardır. Tüketim alışkanlığına karşı “being not having” yani bir şeye, metaya, sahip olarak değil de bir şey olarak mutlu olmak yaşamak düşüncesini öne koymaktır. Amaç insanın kendini sahip olduğu metalarla mutlu hissetmesi yerine insanca değerlerle, çok yönlü insan olarak mutlu olmasını sağlamaktır. İkincisi ise “not live better but to live well” Yani “daha iyi yaşamak değil daha sağlıklı yaşamak”dır. İnsanın daha iyi yaşaması kapitalizmde bir şeylere sahip olması ile ilişkilendiri-
80 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
leri bir araya getirmeyi anayasasına yazdı. İspanyol beyazları yanında insan bile sayılmayan yerli halklar şimdi onlarla aynı haklara sahipler. İnsan oldular, kendilerine güven kazandılar. Bu Bolivya sınırları ötesinde tüm Latin Amerika yerli halklarına örnek oldu. Bugün kıtada yerli halklar haksızlıklara karşı her alanda direniyorlar. Söz konusu ülkelerde cins ayrımcılığına karşı, patrialkal görüşe karşı mücadeleler veriliyor. Kadınlara dönük şiddetle ciddi mücadele ediliyor. Her türden ezilmişliğe karşı duruluyor. Venezuela varoşlarında olan insanlara eskiden insan gözüyle mi bakılırdı? Sosyalizm yolundaki iktidar onlara insan olduklarını hatırlattı, öğretti. Onlara sağlık, barınma, eğitim hizmetleri verince ken-
leri çürümüşlerdir. Buralarda suç oranlarının tavan yaptığını bilmeyen kalmadı. Venezuela merkezinin dışında gece değil gündüzleri sokakta yürümenin tehlikeli olduğunu dünya duymuştu. Şimdi ise değişiyorlar. Başka bir kültür kök salmaya başlıyor. Bolivya, Latin Amerika’da en az kriminal olayın yaşandığı ülke oldu. İnsan merkezli bir topluma doğru evriliyorlar. Uzatmayalım sonuçta bunlar 21. yüzyıl sosyalizminin yeni bir kültür yolunda kazanımlarıdır. Kolay değildir ve elbette kültür değişimi bugünden yarına olup bitecek şey değildir. Küba bu doğrultuda parmakla gösterilecek bir ülke oldu. Küçücük ada ülke tıp konusundaki başarılarını bir yana bırakalım; sanatı, sporu ile boyundan büyük başarılar elde ediyor. 21.
Venezuela soğuktan donmak üzere olan Londra yoksullarına bile bedava petrol yolladı. Haiti depremin yaralarını hala saramadı. Batı geldi show yaptı gitti. Şimdilerde öğreniyoruz o yardımları bile dağıtanlar, kendilerine bedenlerini sunma karşılığında insanlara bu yardımları veriyormuş. Bundan aşağılık bir şey olabilir mi? dilerine olan güvenleri geldi. Bu insanlar ilk kez insan olduklarını, bu toprakların kendilerinin de olduğunu etlerinde, kemiklerinde hissetmeye başladılar. Onu kaybetmeye artık hiç izin vermeyeceklerdir. Bu anlayış tüm kıtaya yayılıyor. En ezilmiş olan kadınlar da bu doğrultuda bayrağı taşıyorlar. İktidar eşitlikçi, dayanışmacı, kollayan, insanlara insan olduklarını hatırlatan politikalar ekince aşağıda filizler veriyor. Kültür bu tarafa doğru kayıyor. Kapitalist toplumların çürümesini her gün medyada izlediğimiz öldürmeler, hırsızlıklar, savaşlar, şiddet ile görüyoruz. Bu toplumlar liberal politikaları bizden önce uygulamaya başladıkları için daha önce-
yüzyıl sosyalizmi ülkeleri de kapitalizmin üstlerindeki tüm baskıları, ambargoları, yaptırımları altında bu kültürü oturtma mücadelesi veriyorlar. Oxfam raporuna göre yeryüzündeki 42 kişi, dünyanın yarı nüfusu 3,6 milyar insanın gelirinden daha fazlasını kazanıyormuş. Bu veri kapitalist kültürde imrenme, umut yaratabilir. Ama sosyalist kültürde aksine öfke yaratmalıdır. İnsan olanın dünyadaki bunca aç, yoksul, hasta, cahil insana bakarak bu rakama çıldırması gerekir. Kendi ülkesinde aç bırakmayan halklar ancak başka ülke açlarına yardım eli uzatır. Kendi ülkesinde yoksulluğu, açlığı yok edebilen, adaleti, sevgiyi geliştirebilen insan, dayanışması ile tüm dünyaya
3) Halkların Kazanımları
Yukarıda söz konusu olan ülkelerin sosyalizm yolunda olası kazanımlarıdır. Şimdi bu ülkelere bir de kapitalist kalkınma değer ölçüleri ile bakalım. Dünya raporları her yıl Bolivya ve Ekvador ekonomisinin büyüdüğünü gösteriyor. Morales 2017 yılında Bolivya’da ekonomik büyümenin %3,8 olduğunu ve bunun büyük bir kısmının iç tüketim artışı ile sağlandığını açıkladı. 2018’de de daha büyük bir gelişim hedefleyip %4,5 düşünüyorlar. IMF verilerine göre Venezuela da bu yıl %3 üstünde büyüyecektir. Ama bu ülke
ekonomisi yıllardır ABD’nin ambargoları ve hemen hemen tek geliri olan petrol fiyatlarının düşmesi nedeniyle küçüldü. Hatta 2017 yılında düşüş -%9,7’ye yükseldi. Halk gelirleri %1000’lere varan rekor enflasyon rakamları nedeniyle sürekli düşme eğilimi gösterdi. Maduro bazen yılda iki kez asgari ücrete ve memurlara zam yaparak halkın yaşam koşullarını ülke ekonomisinin olanakları içinde düzeltmeye çalıştı. Ülke halkları ambargo ve iç muhalefet nedeniyle gerçekten zor ekonomik koşullar içindeler. Hammadde fiyatlarının düşmesi ve geçmişten gelen borçları nedeniyle Ekvador ekonomisi de bu yıl eski büyümesini tutturamayacaktır. Sosyal haklar açısından bazı verilere göz atalım. En önem verilen şeylerin başında toplum sağlığı sayılabilir. Venezuela ve Bolivya’da en ücra köşelerdeki halkın ayağına sağlık kurumları götürüldü. Hayatlarında hiç doktora gidememiş milyonlar bile şimdi rahat rahat bu hizmetlerden yararlanıyorlar. Bolivya Devlet Başkanı Morales 2018 yılında evrensel sağlık sistemi kuracaklarını açıkladı. 50 yeni hastane yapımına 1,7 milyar dolar yatıracaklar. Ülkede çocuk ölümlerinde düşüş görülüyor. Liberal iktidarlar döneminde 1000 çocuktan 54 tanesi ölüyormuş. 2008 yılından beri bu rakam yarıdan fazla oranda gerileyerek 24’e düşmüştür. Venezuela’da halkının %60’ının bedava sağlık garantisi vardır. Bu ülkenin kendi doktorları ülkenin yoksul mahallelerinde çalışmayı reddedince Chaves Küba doktorlarını yardıma çağırmıştı. Gene Küba sayesinde göz hastalıklarının Venezuela ve Bolivya da tamamen kontrol altına alındığı yazıldı. Beslenme konusu sağlıkla iç içe geçmiştir. Correa ülkenin kendi kendini beslemede bağımsız olma hedefini anayasaya bile yazdırdı. Her ülke dışarıya muhtaç olmadan kendi toprakları içinde kendi beslenmesini sağlayacak duruma gelmeli-
81 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
bu kültürü yayar. Bu ülkeler dünyada doğal felaketlerden zarar gören ülkelere ilk elverenler oluyor. Hemen dayanışma gösteriyorlar. Venezuela ekonomisi zor durumda ama Porto Rico gibi orta kıtada doğal felaketlerde zarar gören ülkelere yardım yolladı. Trump bunlara “bok çukuru” derken bu ülkeler kendi yoksulluklarına rağmen yardım ellerini uzattılar. Venezuela soğuktan donmak üzere olan Londra yoksullarına bile bedava petrol yolladı. Haiti depremin yaralarını hala saramadı. Batı geldi show yaptı gitti. Şimdilerde öğreniyoruz o yardımları bile dağıtanlar, kendilerine bedenlerini sunma karşılığında insanlara bu yardımları veriyormuş. Bundan aşağılık bir şey olabilir mi? Oysa oralarda halkların yaralarını hala bu ülkeler sarıyorlar. Vietnam’da sel felaketi oldu, yardıma ilk olarak yoksul ülke Küba, sağlık personeli ile koştu. Filistin’e destek veren ülkelerin ilk sırasında Bolivya ve Venezuela vardır. Suriye savaş yoksullarına bu ülkeler yardım yolladılar. Onlar adaletsizliğin, yoksulluğun olduğu her yere el uzatmaya çalışıyorlar. Tüm dünya yoksulları ile dayanışma içine giriyorlar. Bizce bu bile o toplumların sosyalist kültürünün yanlız ülke içinde değil dünyaya da yaygınlaştırılmasıdır.
82 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
dir. Bu bir ülkenin bağımsızlık temelidir. Bu ülkelerde aç insan kalmadı. Onun dışında bu ülkeler Latin Amerika kıtasında kötü beslenen nüfusun en düşük olduğu ülkelerdir. Her ülke vatandaşlarının aldığı günlük kalori miktarı hesapları tutuluyor. Bolivya bunu sık sık yayınlar. Okullarda çocukların karnı doyurulur hem de bunun kalitesinin arttırılması gözetilir. Genellikle çok yoksul kesim ülkede azalıyor. En yoksullara özel yemek paketleri dağıtılıyor. Bu ülkelerin en önemli sorunlarından biri de kötü kentleşme, alt yapı tesislerinin eksikliği, gecekondularda kötü barınma koşullarıdır. Özellikle Venezuela kent çevreleri bizim gecekonduları aratacak yerleşim alanları ile dolu, insanlar çok sağlıksız ortamlarda, altyapının olmadığı alanlarda kalıyorlardı. Chaves hızlı bir şekilde kentlerde konut projeleri gerçekleştirdi. Hızlı bir şekilde insanca yaşanacak konutlar yapımına başlandı. Geçtiğimiz yıl 3 milyon yeni konut sahiplerini buldu. Geliri olanlardan gelirleri oranında, olmayanlardan ise hiç para alınmadan konutlar dağıtıldı. Ama bunların mülkiyeti verilmiyor. Geçtiğimiz yıllarda mülkiyet verilmesi konusunda muhalefet ile aralarında bir sorun oldu. Muhalefet özel mülkiyet bilincini geliştirmek ve propaganda için konutların mülkiyetinin üstünde oturan insanlara verilmesi gibi politikalar yapmıştı. Sonuçta Venezuela Latin Amerika genelinde evsizlerin en az olduğu ikinci ülke durumuna geldi. Habitat ve Humanity raporunda halkın ancak %6,5’i evsiz gözüküyor. Bu ülkelerin en çok yatırım yaptığı en önemli konulardan diğeri de eğitimdir. Birçok Latin Amerika ülkesinde devlet eğitimden elini ayağını çekip özelleştirirken söz konusu ülkelerde eğitim bedava olmanın ötesinde kullanılacak bilgisayar gibi eğitim malzemeleri de devlet tarafından karşılanıyor. Maduro son döneminde halka bedava 4,9 milyon bilgisayar 20.000
okula bilgisayar malzemesi dağıttı. Liberal politikalar ülkelerde okuma yazma bilmeyen kitleler yaratmıştı. Bu ülkeler hızla okuma yazma kursları düzenlediler ve cahilliği kurutma yolunda büyük başarılar elde ettiler. Venezuela’da nüfusun %95,4 okuryazar oldu. Hatta ileri yaşta üniversite eğitimi alan vatandaşların sayısı giderek artıyor. Ekvador da Correa’nın kurduğu sosyal yardım fonları ile eğitim, sağlık alanlarında büyük gelişmeler yaşanıyor. Sosyal harcamalar böylece 2006-11 yılları arasında iki katına çıktı. 2006-16 arasındaki on yıl içinde yoksulluk %38, aşırı yoksulluk %47 azalarak sosyal eşitsizlik düzeltilmeye çalışılıyor. Ayrıca Correa ülkede bir eğitim reformu hedefledi. Her düzeyde eğitimin kalitesini arttırmak, burjuva bakış açısından modern bilimsel seviyeye çıkartmak istedi. Hedeflerden biri de devlet ve özel okullarda rüşvet ile profesör, doçent olmuş kişiler yerine bu mevkilere hak etmiş kişileri oturtmaktı. Bu mevkilerde oturanların hakları da korunacaktı.
4) Ordunun Dönüşümü
21. yüzyıl sosyalizmi yolunda olan ülkelerin ordu kurumunu da yeniden yapılandırmaları gerekiyor. Onu burjuvazinin halkları ezen, baskı altında tutan, zor kullanan yapısından tersine, halkları koruyan yapıya dönüştürmesi şarttır. Sovyetler’de Ekim Devrimi sırasında ortaya asker sovyetleri çıkışıyla ordu ve halk kaynaştılar. Günümüz orduları barış dönemlerinde bile ülke burjuva sınıfının çıkarını halklara karşı koruma doğrultusunda şekillenmiştir. 21. yüzyıl sosyalizmi yolundaki iktidarlar orduyu bu yönden değiştirme sorunu ile yüz yüzedirler. İktidar olur olmaz anayasalarına ordunun yapısını halktan yana değiştirici maddeler koydular. İlk örneğini Venezuela’da Chaves döneminde görüyoruz. Chaves zaten ordu içinden gelmişti ve seçimle ik-
koşullarını öğrenirler. Askeri strateji olarak Clausewitz, Asya stratejistleri ve Mao Zedong okurlardı. Bu askerler sonuçta bazı konularda üniversitelerde uzmanlaşmaya başladılar ve diğer üniversite öğrencileri ile bağlar kurdular. Eğer aralarında ABD akademilerine giden olduysa bile arkalarında sırt çantası ve ilerici fikirlerle gittiler.” (3) 1970’li yıllar Latin Amerika’da Chelerin, gerilla hareketlerinin, yaygınlaştığı yıllardı. O dönemde de Venezuela iktidarı askeri ilericilik yaparak ordu eğitimini halktan yana değiştirmiş. ABD bu dönemden çıkarttığı dersler ile dünya ordularına kendi askeri ideolojisini vermek için ülkesinde eğitime alır. Askerleri burjuva iktidarlarını koruyan güçler olarak eğitir. Yabancı dil de öğrenen bu askerler kendi ülkelerine dönünce ordunun üst kademelerinde göreve başlarlar. 21. yüzyıl sosyalizmi ülkeleri için bu önemli bir derstir. Ordu kademeleri halktan yana eğitimlerle donatılmalıdır. Marta Harnacker devam ediyor: “Üst kadrolara yükselmeyi demokratikleştirmelidir. Ordu içinde üst kadrolara yükselmenin önündeki toplumsal her türden ayrımcılığın kaldırılması önemlidir. Diğer ülkelerin aksine Venezuela’da birçok proje daha kolay oldu çünkü burada askeri bir kast yoktu. Üst düzey komutanlar kır ve kentlerin alt gelir gurubundaki ailelerden gelirler ve Venezuela halkının günlük yaşantılarında çektikleri zorlukları ilk elden bilirlerdi.” (4) Ordu üst kadrolarının zengin ailelerden gelmesi ve bunun bir kast sistemi gibi işlemesi orduya gerici özellikler taşır. Orduda terfi sisteminin kesinlikle demokratikleştirilmesi gerekmektedir. Çoğu diğer ülkelerde olduğu gibi terfi etmek bileğinin hakkına olmalı, kastlaşma engellenmelidir. Bolivya ordusu bu türden İspanya sömürgeciliğinden kalma özellikler taşıyordu ve Morales bunları değiştirdi. “Artık
83 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
tidar olduktan sonra ABD destekli bir darbe ile bir adaya sürülmüştü. Halklar ayağa kalktılar ve ordu darbecilerin yanında yer almadı. Yeni yazılan anayasaya uyarak halktan yana durup darbecilere karşı durarak Chaves’i tekrar iş başına getirdi. Ordu değişikliği sırf anayasa değişikliği ile sağlanamazdı. Sonraki dönemlerde de ordunun içyapısı çeşitli şekillerde reformdan geçirildi. Elitlerin, zenginlerin ordusu olmaktan çıkarıldı. En başta ordu eğitiminin ABD güdümünden çıkması gerekiyordu. Bilindiği gibi dünyanın pek çok ülkesinden ordu personelinin bir kısmı ABD askeri okullarında eğitilirler. Bu eğitimlerin amacı sırf gelişkin ABD silahlarının benimsetilmesi değil aynı zamanda ordu üst düzey kademelerine tırmanacak bu askerlerin emperyalist ideoloji ile donatılmasıdır. Dünya görüşleri, bilgileri emperyalist bir ideoloji ile şekillenir ve ülkelerine döndüklerinde ülke politikasını bu bakış açısı ile değerlendirirler. Ordu içinde ABD yönetiminin yakın ilişkide olduğu biri olurlar. Latin Amerika iktidarlarının yaşadığı darbelerin çoğunda ordu damgası vardır. Gerici iktidarlar hep ordu ile iç içe iktidarda durabildiler. Ordu tepesi ekonomi ile kaynaşır, savaş sanayinden ceplerini doldurmaya başlar. Burjuvazinin bir parçası olur. Bu konuda biraz Marta Harnacker’e kulak verelim: “Tepedeki askeri komutanlar ve altındaki askerlerin dünya görüşlerinin kurmak istediğimiz yeni toplum ile tutarlı olması çok önemlidir. İlginç bir şekilde Hugo Chaves neslinde çoğu asker ABD de School of Americas da değil 1971 yılında büyük değişiklikler geçirmiş olan Venezuela Askeri Akademisi’nde yetişmişlerdir. Andres Bello Planı olarak bilinen planla askeri akademinin eğitim düzeyi üniversitelere eş hale getirilir. Ordu kadroları politik bilimler okumaya başlarlar, demokrasi teorisyenleri ve Venezuela’nın
en büyük vatanseverliği gösteren, devlet kurumlarına en bağlı, sosyal ve üretim güçlerine en çok desteği verenler ordu içinde en üst düzeye yükselme şansına sahip olacaklardır.” dedi. Morales iktidara geldiğinde ülkenin doğudaki Santo Cruz bölgesi hala sömürgecilikten kalma beyaz iktidar güçlerinin elindeydi. Kendisi bile buralara giremiyordu. Ancak orduya halkçı özellik verdikten sonra orduyu doğu bölgelerine yollayıp ülke sınırlarını garanti altına alabildi. Ordu ile halkların kaynaşması daha doğrusu kaynaştırılması çok önemlidir. Bolivya ve Venezuela ilerici iktidarları bu konuya önem verdiler. Ordu barış dönemlerinde barakalarında oturup halkı mı seyredecektir? Ordunun bir şekilde üretken çalışmalar ve ülke kalkınmasına yardımda kullanılması doğrudur. Burjuva ordu askerlerinin üniformaları ile halk içinde dolaşmalarının kuralları vardır. Örneğin askeri üniformalı iken ellerinde bir şey taşıyamaz bazı işleri yapamazlar. İki elleri boş olmak zorundadır. Halkın gittiği her yere gidemez, halktan soyutlanırlar. Halkla karışan asker burjuva çıkarını korumak için halk üzerine sürülemeyeceğinden halktan koparılır. 21. yüzyıl sosyalizminde bunların
değişmesi gerekir. Ordu barakalarından çıkarıldı. Bir ara başkent Karakas’ta çöp toplama sorunu vardı. Askerler mahalle mahalle çöp topladı. Ordu Bolivya da köprüler, barajlar gibi alt yapı tesislerinin yapımına el verir. Okul ve hastane binalarının onarımında yer aldılar. Ordu böylece halkın sıkıntılarına yakından tanık olur. Aralarında kaynaşma, yakınlaşma ülkeye bir düşman saldırısı olduğunda askerleri daha şevkli yapar. Yakınlarını koruma bilinci ile dövüşür. Trump yönetimi Venezuela’ya bizzat saldırabileceğini açıkladı. Koskoca ABD ordusu karşısında yoksul Venezuela ne yapacaktı? O zaman Maduro halkı silahlandırdı. Halk ellerinde silahlar ile ordunun yanına gitti. Bir savaş anında ordu ile bölgelerinde nasıl savunma yapacaklarını, ordunun nesine el verebileceklerinin talimlerini yaptılar. Zaten halkların öz savunması karşısında en güçlü ordu bile yenilebilir. Böylece ordu ve halk örgütlenmeleri arasında güçlü bir bağ kuruluyor. Tersinden ordu da halktan öğreniyor. Örneğin Bolivya hükümet başkanı Linera Garcia buna bir örnek veriyor. Yerli halklar yıllarca İspanya sömürgeciliğine karşı dövüşmekten deneyler biriktirmiş. Bunu orduya anlatmaları da çok yararlı olmuş.
Ordu yeni taktikler geliştirip bunu kendi içinde kullanmaya başlamış.
5) Solda Kültürel Değişim Önerileri
85 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
Batı farklılıklar taşısa bile dünyanın her yerinde sol parti, hareket ve guruplar, iktidara gelmek için temelde hep birbirine benzer sıkıntılar, sorunlar yaşıyorlar. Söz konusu ülke deneylerinden, sol iktidar olduktan sonra da aynı sorunların ne yazık ki devam ettiğini anlıyoruz. Hem kendi içinde hem de diğer sol yapılar arasında çeşitli uzlaşmazlıklar, kavgalar sürüyor. Hedefe nasıl, hangi araçlarla, hangi taktik ve strateji ile gidileceği tartışılıp tartışılıp gene tartışılıyor. Sovyetler döneminde de sol birçok parti, gurup, grupçuklar halindeydi. Ortada denenmemiş ama halklara umut veren bir sosyalist teori vardı. Şimdiki sol da parça parça ama o zamandan farkı sosyalizmin halklar için bir umut olmasının önünde engel olarak yıkılan bir sosyalist sistem var. Günümüz solu Sovyetlerdeki sosyalizmin çöküşünün gerekçelerini halklara açıklamak hesabını vermek zorlu işi ile karşı karşıyadır. Yanlışlıklarını, kaynak ve açtığı sorunları anlatmalıdır. Sosyalizm tekrar halklar gözünde bir umut olarak itibar kazanmalıdır. Halklar o zaman onu tekrar kurtuluşlarının yolu olarak görecek ve sarılacaklardır. Günümüz solunun Sovyet solundan bir başka dezavantajı olduğu düşünülebilir. O zamanlar halklar bir savaş yıkımı içindeydiler. Kapitalizmin bir umut olması düşünülemezdi. Zaten kapitalizm de anca kendi yaralarını sarıyordu. Oysa şimdi halklar liberal politikaların yıkımını görüyor, etlerinde kemiklerinde yaşıyorlar ama kapitalizmden tam umutlarını kesmiş değiller. O bitti, öldü diyemiyorlar. Yine de ona beslenen bir umut var. Kapitalizm bu umudu beslemede de doğrusu epey başarılı. Sovyetler döneminde ise
böyle değildi. Sol güçler şimdi fazladan halklara liberal politikaların sonunun aslında kapitalizmin sonu, yeni liberal politikaların kapitalizmin varabileceği son aşama ve reforme edip halklardan yana çevirmenin olanaksız olduğunu anlatmak zorunda. Şimdi sol güçlerin iki açıdan da görevleri daha zordur. Bu zora ikili iktidar sürecinin koşulları da eklenmiştir. Ülke içindeki solların birlikteliği, bu konuda yeni bir kültür geliştirmeleri çok daha acil önem taşıyor. Latin Amerika kıtasında devrimci güçler arasında uzun yıllar çalışmış, hala çalışan, Chaves danışmanlığını yapmış olan Marta Harnacker’ın bu konuda çok bilgi ve deneyi var. “Son olarak bu bölümü bitirirken çok kereler söylediğim şeyleri tekrar etmek istiyorum: Hegemonyayı kazanmak için solda yeni bir kültüre ihtiyacımız vardır. Bizi birleştireni asli, ayırıcıyı ikincil gören, çoğulcu ve hoşgörü kültürüne; dayanışma, hümanizm, farklılıklara saygı, doğayı savunan değerleri öne çıkaran sol aktivistlere ihtiyacımız var; zenginlik peşinde koşmayı ve insan yaşamını yönlendiren pazar yasalarını reddeden; radikalizmin ne en radikal sloganları üretmek ne de radikal eylemler yapmak olmadığını anlayan, yani onun yerine geniş sektörlerin mücadelesini kucaklayan alanlar yaratma becerisi gösteren bir sol! Mücadele içinde büyüyüp, kendimizi dönüştürdüğümüzü anlayan ve bizi güçlü ve radikal yapan şeyin aynı mücadele içinde olmaktan geldiğini anlayan bir sol.” (5) Harnacker, iktidarın nasıl alındığından çok önümüze koyduğumuz hedefler önemlidir, onun etrafında birleşmelidir, diyor. En önemli sorun solun iktidarda kalabilmek için kendi içinde bir birlik olabilmesidir. Aralarındaki fikir ayrılıklarını bu hedefi zedelemeden, kaybetmeden dövüştürme kültürünün edinilmesi gerekiyor. Solun iktidarda kalabilmesinin yolu
86 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
halk kitlelerini ikna etmekten geçer. Sol hangi renkte olursa olsun buna kilitlenmelidir. Harnacker’ın anlattıklarından kalkarak solu değerlendirmeye çalışırsak en önemli şeyin hedefe kilitlenip birlik olabilmek olduğu ortaya çıkıyor. Halkın solu seçimle iktidara getirmesi halkların artık sol iktidarların projelerini iyi anladığı, benimsediği, sosyalizm yolunu kesin tercih ettiği anlamına gelmediği anlaşılıyor. Halklar büyük bir çoğunlukla başka çareleri olmadığı için, kendilerine yakın gördükleri için, solu başa geçiriyorlar. Arjantin’de, Brezilya’da sol eğilimli iktidarlar bir şekilde gittiler. Şimdi de Ekvador bu tehlike ile karşı karşıya. O nedenle hangi renk ve gö-
nüyoruz. Solu birleştirebilecek diğer büyük güç halkla olan ilişkidir. Sırf oyları değil halklar davaya kazanılmalıdır. Chaves ilk olarak halk çoğunluğunun kalplerini ve akıllarını kazanmalıyız, diyordu. Sırf akılları da değil, kalpleri de kazanılmalıdır. Bu nasıl yapılacaktır? Ders vererek değil. Anlatarak, anlatarak, anlatarak. Anlayacakları dilde anlatarak. Bilinir, rahmetli Fidel Castro hafta sonları saatlerce konuşurdu. Radyodan, sonraları televizyondan sabahtan akşama kadar konuşur, anlatırdı. İktidarda ne karar aldılar, neden, kim ne dedi, ne anlama geliyor. Anlatırdı. Halk da dinlerdi. Anlamaya çalışırdı. Aynı şeyi Chaves yaptı. Onunda ünlü pazar konuş-
Halklar dışlanmadan, anlamadıkları için sıkılmayacakları bir şekilde anlatılmalıdır. Bu altta tüm devrimci kadrolar için geçerlidir. Devrimcilerin Harnacker’ın deyimiyle pedagojik görevi vardır. Yani halkları eğitme görevi. Ama ders veren bilmiş bir hava ile değil, halkın seviyesine inerek onlara projeler, günlük olaylar anlatılmalıdır. Komut vermemelidir. Halklar yönlendirilmekten hoşlanmazlar. Bunun diyalektik yüzü de dinlemektir. rüşten olursa olsun sol güçlerin bu söz konusu ülkelerdeki iktidarları ayakta tutmaya el vermeleri gerekiyor. Bu doğrultuda bir kültür tam olarak yoktur ve oluşturulmalıdır. Nasıl iktidarı almak için ittifaklar yapılıyorsa iktidarda kalmak için de böyle ittifaklar yapılması gerekiyor. Gerekli olan çoğulcu, hoşgörülü bir kültür edinilmeli, farklılıklar değil birleştirici olanlar öne çıkarılmalıdır. Dayanışma, insanlık, farklı görüşlere saygı, doğayı savunan, zenginlik ve pazar peşinde koşmayı reddeden yanlar öne çıkmalıdır. Çıkardıkları başka dersleri Harnacker’ın kitabından özetleyerek vermenin bizler için önemli olduğunu düşü-
maları vardı. Halkına yüreğini dökerdi. Şimdilerde Maduro da yapıyor. Correa’nın ünlü 4 saatlik konuşmaları vardı. Evo Morales de halkları ile bağlarını koparmıyor. Anlatıyor, halkları ile dertleşiyorlar. Bu kültür önemlidir. Halkların bilinçlenmesi için önemlidir. Halklar dışlanmadan, anlamadıkları için sıkılmayacakları bir şekilde anlatılmalıdır. Bu altta tüm devrimci kadrolar için geçerlidir. Devrimcilerin Harnacker’ın deyimiyle pedagojik görevi vardır. Yani halkları eğitme görevi. Ama ders veren bilmiş bir hava ile değil, halkın seviyesine inerek onlara projeler, günlük olaylar anlatılmalıdır. Komut vermemelidir. Halklar yönlendirilmekten
Çok özet olarak Marta Harnecker sola böyle yol göstermeye çalışıyor ve bu özellikleri bir kültür haline getirme önerisini yapıyor. Söz konusu ülkelerde bire bir sol içinde işlerin nasıl gittiğini bilmek zor ama bu önerilerden solun iktidar olsa bile hastalıklarından kurtulmadığını anlıyoruz. Sol içindekiler de insan. Sosyalist devrimci kültür de böyle gelişecek demek ki. İktidar olunca ertesi günü olmuyor. Halklar ile birlikte onlar da öğreneceklerdir. 21. yüzyıl sosyalizminin yolu dümdüz değildir.
6. Sosyalist Demokrasi Sorunu
Sosyalist demokrasinin özü farklılıkların sesinin kesmemesidir. Halkların sesini kesmek bir yana çıksın sesler diye kanallar açmaya çalışılıyor. Halk iktidarını kurmak onların dilediklerini, isteklerini yerine getirmektir. Morales buna “obeying by governing” diyor. Çevirirsek halkları yönetirken onların dilediklerini yerine getirmek diyebiliriz. Yani iktidarlar halkların istediklerini yerine getirmekle yükümlüdürler. Durum böyle olunca onların ne istediğini duymak zorundayız. Halkların bir fikri yoksa fikri olmasına yardım etmek zorundayız. Bağıramıyorsa bağırma kanallarını açmak zorundayız. Sosyalist iktidar ancak diyalektik olarak kurulacaktır. Gelgitli olacaktır. O nedenle her ses duyulmalı, duyurulmalıdır. Ama yalan, yanlış, kötü niyetli liberal sesleri ne yapacağız? Tam bilinçlenmemiş halkların bu karışık ortamda kendileri için doğru olanı görmeleri nasıl sağlanacak? Bu konuda örnek çoktur. Morales iktidarının anayasa çıkartması çok çok uzun sürdü. Sağ güçler bunu engelleyerek iktidarı çaresiz gösterme çabası güttüler. Halk güçlerini yanlış yönlendirdiler. Venezuela’da muhalefet Chaves ve Madura’yı iktidardan devirmek için ekonomik gücünü kullanıyor, halkı aç bırakıyor, sonra da iktidarı beceriksizlikle
87 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
hoşlanmazlar. Bunun diyalektik yüzü de dinlemektir. Halkın dinlendiğini de anlaması çok önemlidir. Dinlenildiğini gören halklar anlaşıldıklarını düşünürler. Dertlerine çare olunacağına güvenleri artar. Derdini de döktüğü için kalbi yumuşayacaktır. Arada bir sevgi ağı örülecektir. Kalpler kazanılır. Onların özlemlerine uygun projeler üretilmelidir. Bunlar yapılabilirse sonraları çok güçlü, militan bir parti gelişebilir. Marta Harnacker solun nasıl davranması gerektiğini kitabında uzun uzun işliyor ve eğer politika imkansız olanın imkanlı hale getirme sanatı ise sol önce güçlerini inşa etmelidir. (6) Halklar ile sosyal bir dayanışma kurulduktan sonra ancak politik bir güç inşa etmeye başlanabileceğini söylüyor. Bu çalışmada radikalizmle çok karşılaştıklarından yakınıyor. Oysa biz önce, diyor, güçlerimizi inşa edelim sonra politik güç haline geleceğiz. Radikal davranışların bu yolu kestiğini anlatıyor. Marta Harnacker başka dersler de çıkarıyor. Halk hareketlerinin hizmetinde olunmalı onların yerini almaya çalışılmamalıdır. Sosyal ve politik güç inşa sanatının en önemli kuralı temel halk hareketlerine büyük saygı ve onların otonom gelişmelerine katkıda bulunulmasıdır. Sol militanlar sadece kendilerinin yaratıcı, devrimci, dövüştürücü fikirlere sahip oldukları yanlış düşüncesinden kurtulmalıdırlar. Fikir alışverişi yukarından aşağıya değil yatay, horizontal olmalıdır. Devrimci güçler kitle hareketlerini ileri doğru nasıl iteceklerine kilitlenmelidirler. Bu da ancak omuz omuza dövüşerek sağlanabilir. Politik örgütten halka, halktan politik örgüte doğru karşılıklı gidiş geliş olmalıdır. Kitlelerle diyalog asla kopmamalıdır. Onların katılımına alanlar açılmalıdır. Bazı görevleri kendilerinin yapmaları gerektiğini anlamalarına yardım etmeliyiz.
88 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
suçluyor. Yalan söylüyor. Ve halklar kanabiliyor. Sosyalist demokrasi var. Bu konu bizi Latin Amerika solunun önündeki önemli başka soruna götürür. Bu ülkeler birbirine benzer Portekizce ve İspanyolca dillerini ana dil olarak kullanıyorlar. Bir ülkede olan tüm kıta halklarınca duyuluyor. Bu güzel yanı. Ama son yıllara kadar medyanın yaklaşık %90’ı sağ güçlerin elinde ÇUŞ çıkarları doğrultusunda yayın yapıyordu. Bu da kötü yanıdır. Tepelerinde de İngilizce olarak ABD gerici medyası avaz avaz kendi propagandasını yapıyor. Yalan yanlış, halkların kafasını çelici çıkarlarını bombardıman ediyorlar. Son zamanlarda hemen hemen her gün Venezuela baş haberdir. Her gün mutlak onunla ilgili çarpıtılmış birkaç haber olur. Yeni bir şey yoksa eski haber durur. Çoğu da uydurmadır. Karşıt gösteri fotoğrafları başka yerlerden çalınmadır. Bu sorun yalnız bölge değil tüm dünya halklarının sorunudur. Söz konusu ülkeler iktidar olur olmaz konuya el atıp tarafsız devlet yayın organlarını kurdular. Telesur hem televizyon hem radyo olarak tüm Latin Amerika’ya yayın yapıyor. İnternet siteleri var. Bu halkların uyanması açısından önemlidir. Bir zamanlar Chaves her gecekondunun kendi radyosunu kurmasına büyük yatırım yapmıştı. Her tarafta halk radyo yayınları başladı. Halklar hem dinlediler hem de konuştular. Anayasa tartışmaları, seçimler bu kanallarla yapıldı. Halkın bilinçlenmesi böyle başladı. Ekvador’da Correa medyayı devlet eline almaya, yayıncılığa yalanı değil doğruyu söyleme, yazma kuralı getirmeye çalıştı. Taraflı yayına savaş açtı. Ülkede bu konu uzun bir savaş olarak yaşandı. Şimdi Correa’ya başkaldıran Lenin Morena’nın ilk işinden biri bu devlet kurumunun başındaki yönetimi değiştirmek oldu. Devrimci iktidarın medya konusuna çok önem vermesi gerekiyor. Şimdilerde
sosyal medya halkların örgütlenmesinde büyük bir olanaktır. İyi değerlendirilmesi gerekiyor.
7) Seçimler Sorunu
Katılımcı demokrasilerde seçimler aşağıdan halk adaylarının yukarıya tırmanmasıyla olacaktır. Çok parti olacak mıdır? Farklı görüşler farklı parti bayrakları altında mı seçimlere katılacaklardır? Küba deneyinden yola çıkarsak orada farklı partiler yok. Her aday kendi alanında tanınan ve genel ülke sorunlarını bilen kişiler arasından seçiliyor. Sonra bu seçilen kişiler de devlet başkanını seçiyorlar. Halk iktidarı böyle kurulacak olsa gerektir. Fakat o güne kadar ikili iktidar dönemlerinde çok parti var. Bunların da yerelde temsilcileri olabilir ama daha tepelerde belediyeler, eyaletler seviyesinde yoktur. Temsili seçim sistemi geçerli olma durumundadır. Zaten bu sol iktidarlardan hiçbiri seçim sistemlerini ellemedi. Eskisi gibi devlet başkanı ve meclis seçimleri dört ya da beş yıllık dönemler içinde yapılıyor. Seçilenler en fazla iki dönem üst üste görevde kalabiliyorlar. Gene Marta Harnacker’i dinleyelim: “Birçok kereler bu gündemler (seçimler) katılımcı demokrasi kurma gündemi ile çatışıyor. Halk iktidarının inşa süreci ya ertelenme eğiliminde oluyor ya da seçim kampanyası yapmak için zayıflıyor. Bu durum halkları sorunlarını kendilerinin çözmeleri doğrultusunda örgütlenmelerini yüreklendirmek yerine sorunları halk adına çözmeye öncelik veren popülist yollarla yapılıyor. Ayrıca adayların her zaman eşit koşullarda yarışmadıklarını eklemek de lazım. Medyaya açılımı olanlar ya da kampanyalarında devlet araçlarını kullananlar herkesten daha çok avantajlı oluyorlar.” (8) 21. yüzyıl sosyalizm yolunda ilerlerken iktidarda yapılacak çok şey oluyor. Sosyalist projeler uzun dönemli projeler-
SONUÇ
Sovyetlerde olduğu gibi topyekün bir ayaklanma ile devrimler 19. ve 20. yüzyılda kalmış görünüyor. Latin Amerika’da Bolivya, Ekvador ve Venezuela’da sol güçler iktidara devrimle değil seçimle geldiler. Burjuva devlet yapısı tasfiye edilmeden, burjuvazi ile birlikte ikili iktidar dönemi yaşanıyor. Bu süreç içinde sosyalist üretim ilişkilerinin kapitalist üretim sürecini yeneceği bilimselliği ile davranıyorlar. Yepyeni sorunlarla karşılaşılıyor. İkili iktidar sürecinin hiç de kolay bir süreç olmadığını görüyoruz. Bu ülke halklarının sosyalist demokrasi içinde aşağıdan devlet tepelerine kendi iktidarlarını kurması günümüzde yepyeni bakış açıları ve ekonomik değerler istiyor. Halklar öğrenirken bir oraya bir buraya savrulabiliyorlar. İç, dış faktörler bunu etkiliyor. Aynı şekilde bir ülkedeki güçler dengesi değişikliği sınırlarının dışına taşıyor. Şimdilik sadece iki şey söylenebilir. İkili iktidarlar halk örgütlenmelerini en üst düzeye çıkartıp onların gerçekleri
görmelerini başaramadıkları durumlarda iktidardan düşebilirler. Ülke güçler dengesi değişebilir. İkinci olarak ikili iktidar sürecinin başka komşu ülkelerde de gelişmesine destek olmak, bunu büyütmeye çalışmak önemlidir. İç ve dış faktörler diyalektik olarak birbirini etkiliyorlar. Nasıl kapitalist güçler iç ve dıştan birbirlerini destekliyorlarsa ikili iktidarlar da bu desteği, dayanışmayı geliştirmek zorundadırlar. Başarıları yalnız iç de değil dış ile kurdukları bağlarda yatıyor. Söz konusu ülkelerde yaşanan bu süreç son günlerde kıtada sol iktidarların çeşitli nedenlerle iktidardan olması ile daha zorlaştı. Ancak Latin Amerika kıtası artık eskiden çok farklıdır. Halklar kazandıkları haklarını geri vermeyeceklerdir. Sol iktidarlar düşse bile yeni liberal politikaların artık kıtada eskisi gibi at koşturamayacakları bir döneme girilmiştir. Halklar aşağıdan, bu üç ülkenin deneylerinden de dersler çıkararak yeni bir döneme hazırlanıyorlar.
ALINTILAR
(1) Latin Amerika’da Solun Yetmezlikleri kitabından, links.org sitesinden (2) Telesur.net Venezuelan Constituent Assembly Approves Workers’s Councils Law, 3 Şubat 2018 Paul Dobson (3) 4 New paths require a new culture on the left, Marta Harnacker. Links.org 28. August 2014 s.65 (4) ay (5) Conquering a New Popular Hegemony Marta Harnacker, s:19 (6) ay s:24 (7) ay s:13 (8) ay s:15
89 SOVYET DEVRİMİ IŞIĞINDA LATİN AMERİKA’DA 21. YÜZYIL SOSYALİZMİ
dir. Dört ve beş yıllık dönemler, bu yolda yapılması gerekenler ve burjuva muhalefetin gücü ve engellemeleri düşünülürse çok kısa geliyor. Hem devrim uzun soluk isteyen bir iş hem de devrimi alıp götürecek liderler öyle bol bol yetişmiyor. Tek tek, uzun deneyler içinde gelişip çıkıyorlar. Dört beş yıllık seçim dönemleri uzun dönemli projelere yetmiyor. Uzun soluklu projelerin meyveleri daha çiçek açmadan daha tam oturmamış katılımcı sistemle seçim yapılması birtakım sorunları ortaya çıkarıyor. İkili iktidar yaşayan ülkelerde seçimin burjuva muhalefet tarafından kazanılması olasılığı da hesaba katılarak iyi düşünülmesi gerekiyor. Söz konusu ülkeler seçim sürelerinde bir değişiklik yapmadılar. Çeşitli zamanlarda referandumlara başvuruluyor.
VAHŞI ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRIMINDEN GÜNÜMÜZ DEVRIMINE* Özet: Bu çalışma, 1917 Bolşevik Devrimi’nin günümüzde geçerliliğini ortaya koyma girişimidir. Önceki yüzyılın komünizm fikrini gerçekten marjinal tartışmalardan politik eylemin merkezine getirenin bu olay olduğu tezini bir önerme olarak ele alır. Daha sonra Bolşevik Devrimi’nin anlamı çerçevesinde dolambaçlı bir güzergahı takip ederek ve günümüzde sosyalizmin doğasını ve olanağını da ele alarak devrimleri plebyen (halkçı) bir moment olarak tartışacağız. Makale insanları onurlandıran bir şey olarak, devrimin gerekliliğini onaylayarak biter. “Vahşi zamanlarda yaşıyoruz. Kuşağımızın yeni duruma adapte olması zor. Fakat bu devrimle hayatlarımız arınacak ve gençler için her şey daha iyi olacaktır.” (1) S. Semyonov, 1917 Baharı
I. İfşa
Devrimci patlama dünyayı ikiye böldü; dahası, dünyanın sosyal görüntüsü ikiye bölünmüştür. Bir yanda, eşitsizlikler, sömürüler ve adaletsizlikleriyle var olan dünya; öte yanda, adil, sömürüsüz, eşitliğin olduğu bir dünya olasılığı: Sosyalizm. Bununla birlikte sonuç olarak kapitalist olana yeni bir alternatif dünya yaratılmadı sadece bu dünyada ezilenlerin kolektif beklentisine ulaşılabileceği inancı harekete geçti. 1917 Sovyet Devrimi, devletlerin modern tarihini değiştirdiği, hakim politik fikirleri ikiye böldüğü, halkların toplumsal imgelerini, onlara tarihi rollerini geri vererek değiştirdiği ve insanlık sürecine başka bir dünya olasılığı fikrini tanıtarak başka bir savaş senaryosu doğurduğu için
yirminci yüzyıldaki en önemli siyasi olaydır. 1917 Devrimi ile birlikte o zamana kadar sadece marjinal bir fikir, bir siyasi slogan, akademik bir öneri ya da işçi sınıfının içinde bir beklenti olan bir konu, görünür bir gerçeklik ve elle tutulur bir şey haline geldi. Ekim Devrimi’nin dünya inançlarına etkisi, ki onlar da sonuçta politik bir eylemden doğar, inananların dini vahiylerine benzer, yani kapitalizm de fani olduğu için daha iyi bir toplumla yer değiştirilebilirdi. Bu, egemen dünyanın farklı bir alternatifi olduğu anlamına gelir ve dolayısıyla orada umut vardır; başka bir deyişle, devrimcilerin tarihin gidişini değiştirebilecekleri bir Arşimet noktası vardı. Rus Devrimi‘nin yirminci yüzyılın do-
91 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Alvaro Garcia LINERA Çevirenler: A. Tansever, M. Yılmazer, M. Kaya
92 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
ğuşunu (2) ifade etmesi yalnızca gezegenimizi siyasi olarak böldüğünden değil, en önemlisi tarihin anlamının hayal edilen anayasasını yani eylemdeki ezilenlerin ahlaki başvurusu olarak sosyalizmi ilan ettiğindendir. Böylece, yirminci yüzyılın ruhu herkese açıklandı ve o andan itibaren taraftarları, muhalifleri ve seyircileri tarihin kaderinde bir yer aldı. Fakat tüm “vahiy”lerde olduğu gibi, sosyalizmin gerçek bir olasılık olarak, kavramsal ifşası onu devreye sokan bir açıcı unsurla, devrimle ortaya çıktı. Devrim, yirminci yüzyılın doğruluğu en kanıtlanmış ve şeytani sözü oldu. Savunucuları onu aşırı zulme karşı yoksulların acil telafi yolu olarak değerlendirirken eleştirenler onu Batı medeniyetinin tahribatına bir simge olarak eklediler. İşçi hareketleri onu burjuvazinin yarattığı toplumsal felaketlere çözüm olarak ilan ettiler ve refah devletine ulaşmak yolunda patronlarından tolerans ve tavizler koparmada en azından bir tehdit aracı olarak kullandılar. Öte yandan, eski rejim ideologları ise onu devletler arası sürtüşmelerden ailenin çözülmesine, gençliğin sapmasına kadar tüm kötülüklerin kaynağı ilan etti. Felsefi ve kuramsal tartışmalarda devrim; bazıları için gelmekte olan yeni insanlığın başlaması, toplumun bilinçli kendinden emin yaratıcılığının dışa vurumuydu. Öte yandan, eski rejim mahkemesi için demokrasinin ortadan kaldırılmasını, bireysel özgürlüğü yok etmeye çalışan karanlık güçlerin tüyler ürpertici canlanmasını temsil etti. Bu tartışma bir dejenerasyonu göstermenin ötesinde, devrim düşmanları ya da karşı devrimlerin dinsel türetmelerinin toplumun en samimi ve ahlaki dokusundaki derin sosyal köksüzlüğünü yansıtır. Kısacası, devrim (siyasi iktidarı ele geçiren kitlelerin eski devleti ortadan kaldıran ve yeni siyasi düzeni doğuran silahlı
ayaklanma siyasi-askeri olayı) gerçekleştirilebilir bir dünya seçeneğinin ayrıcalıklı bir aracı ve taşıtıcıydı. Ve bu olay ışığında gelecek tarihin anlatımı öyle bir güçle yapıldı ki tüm kıtalarda yaşayan insanların yarısından çoğunun tutumlarını, hayallerini fedakarlıklarını harekete geçirdi. 1917’den bu yana devrim mücadelesi, hazırlanması, gerçekleştirilmesi ve savunması sadece milyonların ilgi ve gayretini değil, aynı zamanda insanlık tarihinde nadiren görülen şekilde çaba ve fedakarlıklara eğilim ve isteği de yakalamıştır. Binlerce ve on binlerce militan bu hedefe ulaşmak için yasa dışılık, maddi yoksunluk, işkence, hapis, sürgün, kaybolma, sakatlanma ve cinayet bedelini ödemeye hazırdılar. Bunların çoğu devrime öylesine inanmışlardı ki çoğu zaferi tadamayacaklarını bildikleri halde böylesi katmerli işkencelere direndiler. Kendilerinden ve daha sonraki kuşakların yakın gelecekte devrimin doğuşunu göreceklerinin şahidi olacağından emin olarak böyle bir tarihi fedakarlık devrimler ve devrimciler açısından bir çeşit Bataillean “kahramanlık harcaması”nın (3) olduğunu düşündürüyor. Hatta bu insanlığın sosyal tarihinde insan çabalarının en cömert en ahlaki evrensel yatırımıdır. Son 100 yılda, devrim uğruna herhangi bir din uğruna ölenden daha çok insan öldü. Aradaki fark ise kendini dine adama da adanan ruhtan yana bir teslimiyet vardır, oysa devrimde bütün insanların maddi kurtuluşu doğrultusunda kurban olma vardır ve bu da devrimci olayı bir çeşit evrensel topluma ilerlemede toplumsal bir devrimci üretim olayı haline sokar.
II. Bir Plebyen Moment Olarak Devrim
Bir ölçüde toplumların tarihi, kıtaların tektonik tabakalarının hareketine benzerler. İçeride, onların altlarında, onları yavaş ama sürekli hareket ettiren güçlü akkor lav akıntıları bulunur. Bir kıtasal kütlenin
demokrasi olarak dayatır. Bu toplumsal lav patlamaları devrimlerdir. Yıllardır örülmüş kapasiteler ve birbirine bağlı güçlerden doğarlar. Yıllardır biriken ezilmişliğe karşı koyarlar karşılarındaki artık inisiyatifler, sesler, kolektif eylemler akışı ile coşmuş sosyal ayaklanmayı durduramayan tabakaları kırarlar. Bu toplu eylemin akıcı anı, toplumun artık ne bir yüzey ne bir kurum ya da norm değil, halkların sınırsız yaratıcılığının ifadesinin kolektif akışı, toplumun dış zorlama olmaksızın kendini inşa ettiği andır. Devrim, toplumun kendini yaratma ve kendi kaderini tayin hakkına sahip hissettiği plebyen moment, kendini yarattığı andır. Devrim sürdüğü sürece toplum, mağma durumundadır ve kararları yeniden düzenlenmeye veya kurumsallaşmaya başlandığı anda, kolektif akış üste gelir ve kolektif işleyişi harekete geçirir. Bu hareket, volkanik lava benzer, yeni gelecek lavlar onu tekrar akıcılaştırsa bile soğuyunca katılaşmaya başlar. Egemen kurumlar ve ilişkiler tam da bu eski mücadelelerin, Marks’ın “canlı emek” olarak adlandırdığının sonucudur. Zamanla sosyal ilişkiler, kurumlar, yargılar ve toplumda egemen olan önyargılar biçiminde soğur yani istikrarlaşır. Bu sosyal akışın katılaşması, ki Marks buna “ölü emek” der, anıdır. Devlet biçimi, eski toplumdaki akışkan haldeki mücadelelerin, kapasitelerin ve sınırların “soğuduğunda”, kurumsallaşmış güçlerinin ve sınırlarının yaşayan tarihi izi olarak, kurumsallaşmasıdır. Arkasında ekonomik, konumlarının yapısını, sınırlarını ve güçlerinin tarihinin canlı izlerini bırakır ki bunlar daha sonraki yıllarda tekrar yeni patlamalar olana kadar toplumu düzenleyecek ve yönetecek yapılardır. Devrim ilerlerken sanki katı olan her şey sıvılaşır, sosyal ilişki kurumsallaşır kurumsallaşmaz derhal, yeni kolektif
93 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
bir diğerini ittiği yerde, çatlaklar ve depremler görmek mümkündür, ancak genel olarak kıtasal fizyonomi ve yüzeyin temel yapısı korunur. Bununla birlikte, akkor lavların güçlü iç güçlerinin patlayıp, yeryüzünün dış katmanını kırdığı, aynı anda da önlerindeki erimiş kaya ve mineralleri anında dışarı attığı anlar vardır. Bu madde, ateşli haliyle, yer tabakasından dışarı dizginlenemez bir kor at gibi akar. Sonra volkanik kuvveti soğuduğunda, lav katılaşır ve böylece dünyanın fizyolojisini, kıtaların karakteristiklerini ve toprak yüzeyinin topografyasını ciddi biçimde değiştirir. Toplumlar da böyledir. Çoğu zaman, belirli egemenlik ilişkileri tarafından düzenlenmiş olmasına rağmen nispeten sakin, karmaşık yüzeylerdir. Çatışmalar, sürekli gerilimler ve hareket vardır, ancak bunlar egemen iktidar ilişkileri tarafından düzenli hale getirilmiş, içselleştirilmiştir. Ayrıca bu egemen güç altında, yoğun güç akımları, sınıf mücadeleleri, görünmeyen ama topluma hayat veren iç kültürel birikimler vardır. Bunlar ulusal ve sınıfsal kolektif yapılarının derinliklerinde durmaktadırlar. Bununla birlikte, toplumun dış yüzeyinde, egemenlik ilişkilerinin üst tabakasında, çatlaklar ve sallantıların olduğu belirli anlar vardır. Bazen bu katman çatlamaz ama kırılır ve iç güçleri volkan lavı gibi dışarı salar. Bu güçler, onlarca yılın ya da yüzyılların sessizliğini kıran var olan düzene karşı ayaklanmak için yeraltında örgütlenen, zorlukları, korkuları, misillemeleri ve önyargıları aşan toplumsal mücadeleler ve sosyal kurtuluş hareketleridir. İşte bu volkanik lavın yaratıcı ateşi, eylemdeki halk yığınlarının yaratıcı yetkisi egemenliğin on yıllardır, yüzyıllardır kurduğu araçları siler süpürür. Bu hareket, mevcut kontrol mekanizmalarını yok eder ve bir ulus, bir sınıf bir sosyal birikim olarak kolektif varlığını bir mutlak
94 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
bir eylem yerini alır ki bu da “ölü emek” (katılaşmış sosyal ilişkiler) üzerine “canlı emeği” yeniden yerleştiren ve uzun vadede yabancılaşmış güç ilişkisi olur. Yalnızca bir devrim yaşayanlar, içerdiği taşkınlıkları anlayabilir: Yaratıcı bir kaosla örtüşen, binlerce kolektif eylem tek bir hedefe gidiyormuş gibi görünürken bir taşkın oluşturur ve tekrar zıt yönlere giden binlerce parçaya bölünür; önceki beklentileri aşan insan yaratıcılığı; bir dakikadan diğerine değişen politik konjonktürler; daha önce imkansız olan bir şekilde sosyal ve kurumsal parçalanmanın bir araya gelmesi. Sanki uzay-zaman sıkıştırılmıştır ve daha önce on yılları isteyen şimdi tek bir zaman ve yerde sıkıştırılmıştır, sanki evren kendisi her an ülkenin herhangi bir yerinde yeniden doğabilecektir. O zaman bu türbülans içinde yok olma riskini göze alarak kolektif güçleri bu ateşten durumlarında yönlendirme ve yön verme yolunu bulmalıyız. Dolayısıyla, bir toplumun plebyen momenti, yani devrim, o nedenle kendini kendi kaderinin öznesi görmeye başlayan akışkan, kendi kendini örgütleyen bir kalabalık topluluktur. Ne olduğunun bilincinde ne yapabileceğinin, olanaklarının ve sınırlarının farkına varma anıdır ve bu noktada kolektif projede kendi kaderini görür. Sonuçta devrim, topluluğun önceden baskı altında tutulan yaşamsal enerjisini ortaya çıkardıktan sonra toplumsal ilişkiler kurumsallaşır ve düzen sağlanır ve bu devrim sürecinden geriye yasalar ve kolektif haklar kalır. Bu nedenle, arkasından gelen toplumun kurumsal yaşantısı ile karşılaştırıldığında devrimler çok kısa sürse bile gerçekte sosyal yapı ve kurumların topografyasını şekillendirirler. Tıpkı volkanik patlamaların soğuyup katılaşması ve böylece yeryüzünün uzun sürecek özelliği sıradağları, vadileri şekillendirmesi gibidir; plebyen, devrimci durumlar kurulu düzeni boğar, eski dü-
zenin yasaları ve normlarını eylemdeki kitlelerin gücü ile çözer ve sonra da devrimci dalganın tepe noktasını geçtikten sonra süreç içinde kendini gösteren güçler arasındaki ilişkide kristalleşmeye başlar ve yeni hakim sosyal bir düzen ve sosyal yapılara evrimleşir. Devrimci durumdaki cesaretler, aksilikler, varılan anlaşmalar ve girişimler artık kurumsallaşır, yasallaştırılır, somutlaşır ve normlar, yöntemler, alışkanlıklar, yargılar olarak uzun dönem toplum hayatını düzenleyecek kolektif bir sağ duyu olarak nesnelleştirilir ve bunlar ta ki yeni bir devrimci patlama ile yok edilene kadar toplumun hayatını düzenlerler. Bu anayasallaşmış sosyal yapılarda artık devrimin o kendine özgü hız ve uçucu yapısı yoktur. Sürekli bir katılaşma sürecinde değişken akıcılıkta ilişkilerdir. İster ateşli bir akışkanlık ya da kurumsal bir katılaşma olsun devrimler toplumun kalıcı mimarisini çizerler. Eğer başarılı olur uzunca bir süre kendilerini korumayı başarırsa ya da yarı veya tam yenilmiş olsa bile, görünürdeki, istikrarlı sosyal ilişki olarak kalanda devrimin başarısı onun sonucu ve yok ettiğinden arta kalandır. Bu, tüm devrimlerin toplumdaki yaratıcı rolü, mükemmelliğidir. Bu nedenle, onları toplumun kuruluş anı olarak almak yanlış değildir.
Rus Devriminin Anlamı
Yoksulların kolektif hayal gücünü ele geçiren ve insanların inançları için kendilerini feda etmelerinin bir sınır tanımadığı bu devrim neydi? Genellikle ve yanlış olarak, devrim, devletin kendisi bile değil sadece hükümet binalarının alınmasına indirgenir. Açıkçası, bu en görünür andır, ancak devrimin ne en önemli ne de en karakteristik özelliğidir. Ekim 1917’de Rus Devrimi, Çar II. Nikolay’ın Kışlık Sarayı’nın işçiler, köylüler ve silahlı askerler tarafından ele geçi-
rilmesi olarak özetlenebilir. İşçilere kapalı olan askeri yapıları halkın işgal etmesi elbette epik bir andı ancak film yapımcısı Sergei Eisenstein (4) tarafından ölümsüzleştirilen bu görüntü devrim değil sadece onun son derece küçük etkilerinden birisidir. Daha politik anlamda devrimin ikinci bir indirgenmesi de ayaklanma olayı, yeni bir hükümetin ve devlet kurumlarının kurulmasıyla sonuçlanan askeri-siyasi ana atıfta bulunulmasıdır. 1917 olayı Lenin’in muhalif akımlar arasındaki tartışmanın ortasında ustaca ayaklanmayı başlatma kararı ile başlar ve devrimci eylemi başlatmak için askeri hazırlıklara başlaması ile sürer. (5) Burada sosyal güçlerin yoğun bağıntı-
ları, sosyal sınıfların yeniden yapılanması ve iktidar, devlet, devrimin yolları gibi konularda derin teorik tartışmalar buluyoruz. Bununla birlikte, bir siyasi partinin ayaklanma ile iktidarı almayı ciddiyetle ele alması beklenmedik bir olay değildir. Rus olayında şunu sorabiliriz: Neden sırf Bolşevikler de başkası değil? Neden Ekim ayında neden başka bir ay ya da yıl değil? Neden seçimlerle değil de silahlı ayaklanma yoluyla? Çünkü “on yıllar hatta yüzyıllar boyu olgunlaşmış çelişkileri” (6) ortaya çıkartmak için daha önce görülmemiş bir sınıf mücadelesi verildi. Bir sosyal eğilim, sokaklara akan kitlelerin kolektif radikalleşmesi (7) ve toplumların ortak kaderi konusunda meclisler, kamu tartışmalarının görülmesi gerekiyordu. Toplumun
96 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
bizzat kendini, kendi deneylerini, ortak sorunları denetleyip düşünecek sovyetleri yaratması gerekiyordu. Aslında sovyetlerin oluşumu, etkin bir ikili iktidar yarattı ve Bolşeviklere sadece bunun ulusal düzeyde uygulanmasını önermek işi kaldı. Ve tabi elbette, Bolşeviklerin çalışan sınıflar üzerinde (özellikle işçiler üzerinde) politik ve ahlaki önderlikleri vardı, ki ancak böylece sloganları ve eylemleri zaten ayaklanmış olan işçi sınıfı tarafından benimsenip zenginleştiriliyordu. (8) Bütün bunlar gelişmekte olan devrimin ortaya koyduğu şeylerdi. Bu devrim bu nedenle, tarihi belli ve fotoğraflanabilir, kesin bir anı oluşturmayıp aylar, yıllardır toplumda, sosyal kurum ve sınıflarında kemikleşmiş katı, normal, tanımlanmış ve öngörülebilir özel bir andır. Kaotik ve yaratıcı bir “devrimci kasırgadır” (9). Aslında, Sovyet Ekim Devrimi “sıradan kent halklarının” (10) büyük yürüyüşleri, işçi grevleri ve daha da önemlisi Almanya karşısında yenilmiş (11) ve moralsizleşmiş genç askerlerin isyanına bir de Şubat ayının başında Petrograd’daki ekmek sıkıntısına karşı yaygın hoşnutsuzluk eklenince başladı. Askerlerin halkı bastırmayı reddedip eylemlere katılmaları kitlelerin kendi eylemlerine güveninin artmasına yaradı ve bu da çaresiz kitlelerin bunca yıl sonra tekrar kolektif eylemlerinin etkinliğini anlayıp güvenmelerine yol açtı. (12) Birden protesto ve yürüyüşlere farklı sosyal sınıftan insanlar katılıp sokakları doldurmaya başladılar: Öğrenciler, tüccarlar, memurlar, taksi şoförleri, çocuklar, kadınlar, işçiler, askerler şenlik havasında kentin coğrafi amblemlerini, caddelerini, sokaklarını, abidelerini doldurdular. Dükkan sahipleri dükkanlarını askerler için üsler, ateş eden polislerden kaçan halkların barınakları yaptılar. Şoförler “yalnızca devrim liderlerini” alacaklarını
ilan ettiler. Öğrenciler ve çocuklar ayak işlerine koştular. İhtiyattaki askerler emirleri yerine getirdiler. Çeşit çeşit insanlar yaralılarla ilgilenip doktorlara yardım etmeye gönüllü oldu. Sanki sokaklardaki insanlar birden kocaman görünmez bir ağ ile birleşmişlerdi ve onları işte bu zafere götürdü. (13) Kış Sarayı düştü, Çar kaçtı ve işçi, köylü ve asker temsilcileri işçi sınıfının karar verme ve politikayı yürütme organları olarak, sovyetler olarak örgütlenmeye başladı. Bu Marks’ın her devrimin “dalgaları” dediği şeyin ilkiydi. (14) Lenin ve Bolşevikler, 1913’ten beri Rusya’da (15) “devrimci durum” ve “ulusal politik kriz”in ortaya çıkışı hakkında düşünmüş ve teorileştirmiş olsalar da devrim, tüm Rus devrimcilerini şaşırtır şekilde beklenmedik olaylar dizini ile patladı. Şubat patlamasından bir ay önce Lenin bile, “Biz eski nesiller, gelecek devrimin nihai savaşlarını göremeyebiliriz.” demişti. (16) Bu nedenle, açıktır, gerçek hiçbir devrim önceden planlanamaz; isterse en yetkin, öngörülü ya da akıllı olsun devrimci parti ya da teorisyenin hesapladığı gibi olamaz. Devrimler, daha önce hiç düşünülmemiş olabilecek bir şekilde olağan dışı garip olaylardır. Birbirine benzemeyen çelişkiler, akımlar daha önce ilgisiz, kayıtsız toplumu kendine özgü bir politik eyleme sokabilir. Lenin kendisi de şaşırarak itiraf eder: “Devrimin ilk bakışta çok hızlı ve radikal olarak başarıya ulaşması son derece eşsiz tarihi durumun yani kesinlikle birbirine benzemeyen akımların, kesinlikle heterojen sınıf çıkarları, kesinlikle zıt politik ve sosyal çabaların çarpıcı biçimde “uyumlu” bir şekilde birleşmesi gerçeğinde yatar.” (17) Kesinlikle örgütlerin militanları tarafından yapılan propaganda, yayma ve tartışma çalışmaları sonucunda birçok koşulun iç içe geçmesi ile
umuyorlardı. Ülkeyi denetimlerine alıp büyük kapitalist gücü yerinden indirerek savaş ve açlık sorunlarını çözme fırsatını gören radikal entelektüeller ve devrimci işçiler akımı vardı. Son olarak bir günden diğerine pazarı, ücretli emeği, devlet ve otoritesini tasfiye edip yerel halk öz hükümetlerinin kurulabileceğine inanan aşırı devrimci eğilim vardı. (21) Dolayısıyla, eğilimler, sınıf fraksiyonları ve politik partiler (bu eğilimlerin bir bölümünü oluşturabilir), “devrim” içinde açığa vurulan birçok devrim anlayışı taşıyabilirler ve bu nedenle her bir taktik hareketin, sloganın sovyetlerin eylemlerinin öneri ve çağrılarının etkisi bu kitlelerde bulduğu yansımaya bağlıdır. Bir devrimin patlak vermesini önceden tahmin etmek nasıl mümkün değilse bir kez ortaya çıktığında da nasıl şekil alacağı büyük güçte sosyal potansiyelleri ortaya çıkarabilecek taktiksel eylemler, girişimler ve sloganlara bağlıdır. Dolayısıyla, bir devrimin ayaklanma sürecinin yönü, yönelişi ve sonucu hareketlerin yoğunlaştırılmış ideolojik-politik savaşıdır (22) diye tanımlanabileceği söylenebilir. Lenin, “Bolşevikler, her şeyden önce arkalarında proletaryanın büyük çoğunluğunu buldukları için zafer kazanmıştı.” (23) der. Bu, boş laf değildir ama devrimin sosyalist yolunu tanımlayacak olan ulusal politik hegemonya inşası doğrultusundaki eylem programının bütünüdür. Plebyen sınıfların politik gücünün otantik organları Sovyetler Şubat 1917’de ortaya çıktı ve Nisan ayı sonlarında birkaç düzineden o yılın Ekim ayında 900’e çıkarak Rusya’nın tamamına hızla yayıldı. (24) Ayrıca terk edilmiş şirketlerde kurulan savunma ve yönetim komiteleri başta devlet fabrikalarında kurulmuştu ve sonraları kentlerdeki büyük özel şirketlere yayıldı. (25) En önemlisi, toplumun bu hayati gücünün çoğunlukla kentsel olmakla birlikte kırsal kesimde de “aşağıdan kitlelerin
97 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
mümkün olmuştur. Ancak bir kez devrim gerçekleştiğinde, devrimci örgütlerin önceki tüm bu sabırlı ve zahmetli çalışmaları (Marks’ın eski köstebekleri) (18) acımasız devrimci akış içinde küçük bir iç akım oldular. Bu akışın takviye edilmesi ya da zayıflaması ve sonunda politik önder ve ahlaki açıdan kabul gören bir güç olarak ortaya çıkışı, birçok farklı siyasi ve entelektüel örgütlere bağlıydı. 1921’de Lenin iddia etti: “Rusya’da muzaffer olduk ve hem de kolayca çünkü emperyalist savaş sırasında devrimimize hazırlandık. Bu ilk koşuldu.” (19) Haklıydı, çünkü 1. Dünya Savaşı sırasında, (28 Temmuz 1914’te patlak veren) çarlık zindanlarında ve 1905 devriminde sağlamlaşan Bolşevikler Rus ordusu içinde yoğun bir propaganda, ajitasyon ve gizli örgütlenme faaliyeti gösterdi. (20) Bu nedenle, birlikler köy alanlarına geri çekilirken ya da kentlere dağıtılırken subaylarına karşı eylemlere hatta ayaklanmalara katılmaya başladılar ve Bolşevik etkisini yayarak toplumun aktif güçleri komünist etkisini arttırdılar. Ancak, devrimin kesin politik biçimi ve orijinalliği ancak devrim patladıktan sonra test edildi. Plebyen kitleleri içindeki işçiler, köylüler ve politikleşmiş mahalleler de birden çok siyasi-ideolojik eğilim vardı. Bir tarafta çarlık despotizminin devrilmesini alkışladıktan sonra alışık oldukları dünyanın istikrar ve öngörülebilirliğinin parçalanmaya başlamasına büyük kaygı ile bakan tutucu akımlar vardı. Bu nedenle, egemen olan “anarşiyi” sona erdirmek için “sert el” talep ettiler. Öte yandan, dikkatlerini büyük tarım alanları mülkiyetinin yeniden dağıtım düzenine odaklayan ve devrimi küçük kır ve kent mülkiyetinin demokratikleştirilmesi ile sınırlamayı umut eden ılımlı devrimciler vardı; bunlar açlık ve işsizlik dayağını yemiş küçük esnaf, işsizler ve askerlerdi ve yeni devletin yiyecek ve iş için iyi bir ücret temin edebilmesini
98 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
direkt inisiyatifleri” ile otonom olarak, sendikalar ve partiler olmaksızın kurulan yapılar olmasıydı. Çar’ın devrilmesinden sonra kurulan geçici hükümetin hiçbir gerçek gücü yoktu ve emirleri yalnızca işçi ve asker sovyet temsilcilerinin izin verdiği ölçüde geçerliydi. Askeri birlikler, demiryolları, posta ve telgraf hizmetleri ellerinde olduğundan iktidarın en temel gücünü denetliyorlardı. (26) Bu devrimin kaderinin, hareketin en saf ve en temsili unsuru sovyetlere bağlı olduğu anlamına gelir. Lenin, ünlü “Nisan Tezleri”nde “devletin tüm gücünün sovyete geçtiğini” savunurken (27), Bolşeviklerin azınlık olduğunu çok iyi bilir: Petrograd ve Moskova Sovyetlerindeki delegelerin %4’ünden daha azına sahiptiler. (28) Fakat o andan itibaren partiye
sosyalist” partinin önerdiği tarım programının Bolşeviklerce benimsenmesi (29); tüm bu anlaşmazlıklar, alt sınıflar içerisindeki yoğun siyasi hegemonya mücadelesini gösteriyor. Ekim 1917’de Bolşevikler devrim sürecinin ideolojik-politik gücüdür. Mayıs’ta ana endüstrilerdeki fabrika komitelerinin çoğunu işletiyorlardı (30); Ağustos ayına gelindiğinde şehirlerde dağınık askerler üzerindeki etkileri bu birliklerin geçici hükümet ve resmi askeri komutaya uymasını engellemeye yeterliydi (31). Devrimin başında kitlelere seslenen bir medyaları olmamasına rağmen Temmuz ayının sonunda fabrika ve kışlalarda çeşitli gazetelerin günlük dağıtım tirajı 350 000’e ulaştı. Eylül ayında sloganları, hala merkez partisi etkisi altında olan yerlerde bile benimsenirken Petrograd Sovyeti’nin kontrolünü
Bolşevikler işçilerin işlerini garanti altına almasını gerekli gördüklerinden işçiler fabrikalara hücum ederler. Sonra da köylü partisinin tarım programını kabul etmesiyle (kırlarda tam desteği olan kendi programını uygulamayı reddederek) Bolşevikler artık ideolojik bir güç, ahlaki bir liderlik ve politik komuta inşa etmişlerdi. önerdiği her şey; sloganlar, girişimler ve örgütsel yönergeler onları sovyetlerin ve genelde tüm ülkede çalışan sosyal sınıfların itici gücü haline dönüştürecekti. Savaşı sona erdirme, toprakları köylülere dağıtma ve fabrikaları işgal etme sloganları (Nisan); geçici hükümete iç baskıya karşı direnme fikri, (Haziran ve Temmuz) “bütün iktidar sovyetlere” sloganını geri çekme kararı (o zamana kadar geçici hükümete teslim edilen), gerici darbe girişimlerine karşı fabrikaların ve sovyetlerin seferberliği (Ağustos); Bolşevikler çoğunluğu alınca “tüm iktidar sovyetlere” sloganına geri dönüş (Eylül); ayaklanmadan haftalar önce “devrimci
ele geçirirler; sloganları ana askeri alayların, asker konseylerinin kafasındaydı ve temel garnizonlar teknik olarak Bolşevik partiyle ilişkideydi. (32) Bolşevikler işçilerin işlerini garanti altına almasını gerekli gördüklerinden işçiler fabrikalara hücum ederler. Sonra da köylü partisinin tarım programını kabul etmesiyle (kırlarda tam desteği olan kendi programını uygulamayı reddederek) Bolşevikler artık ideolojik bir güç, ahlaki bir liderlik ve politik komuta inşa etmişlerdi. Figes savunuyor: Temel itirazını plebyenlerin tüm yönetim otoritesini reddetme çağrısına dayandırdıktan sonra yaz aylarının toplumsal kutuplaşması Bolşeviklerin ilk defa gerçek
devletleşmeyle bu çok sayıda plebyen güç merkezileşti.
Devrimin Görünür Çelişkileri
Özetle, devrimler, yeni bir ekonomik düzen kurmak için var olan iktidar ilişkilerinin eridiği uzun tarihi bir süreçtir. Hareketin içinde ve sosyal sınıflar tarihinde bir devrim bir sınıfın etki ve mallarına el konularak diğer sınıflar arasında dağıtılmasını sağlayarak aralarındaki ilişkiler yapısını son derece değiştirir. Buna ek olarak, bir devrim, egemen sınıfların ahlaki ideolojik gücünün çöküşü, egemen ideallerin ve alt sınıfların ezilmesini sağlayan politik sınıflandırmaların çöküşüdür. (38) Yönetenler ve yönetilenler arasındaki ahlaki ilişkiler çözülür ve üreten, silahlandıran ya da yeni ideolojik yapıları kabul eden emekçi sınıfların direkt politik girişimi doğarken toplumdaki bireylerin rolü yeniden düzenlenir. Toplum içinde bireylerin rolünü yeniden düzenleyen yeni ideolojik yapılar üreten, silahlandıran veya kabul eden ezilen sınıfların doğrudan siyasi girişimleridir. Bu ahlaki ve ideolojik egemenlik mücadelesi her devrimin motorudur ve bundan sosyal mağmayı somutlayabilecek yani bu değişmiş etkileri düzenleyip örgütleyebilecek kurumsal yapılar doğar. Bu, önce alt sınırların etkin politik örgütlü önderliği tarafından toplumlarda devrimler yapılır ve ancak bu farklı eğilimlerin güçlendirmesiyle yeni bir devlet yapısı ortaya çıkabilir, demektir. 20. ve 21. yüzyıldaki siyasal ve toplumsal devrimlerin tüm tarihleri kaçınılmaz olarak bu özellikleri taşıyor, taşıyacaktır. Bu özelliklere sahipler ve kaçınılmaz olarak bu özelliklere sahip olacaklardır. Özetle, bir devrim, paralel gerçekleşen çelişkili devrimlerin bütünüdür ve birbirleriyle anlaşan çeşitli sınıf ve fraksiyonların çok sayıda girişimlerini içerir. Devrim eski mülkiyet ve nüfuz ilişkilerini yok
99 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
bir kitle olmalarını sağladı. (33) (...) İlk olarak işçilerin sınıf bilincinin en gelişkin olduğu kentlerdeki büyükçe fabrikalar kitle halinde Bolşeviklere katıldılar. Mayıs sonunda parti Fabrika Komiteleri Merkez Bürosunu kontrol altına almıştı ama 1918 yılına kadar Menşevik sendikaları üye kaybetmekte olsalar da yine önemli sendika meclislerinde kararlarını geçirmeye başladılar. (...) Ağustos ve Eylül Duma seçimlerinde Bolşevikler, önemli kazançlar elde ettiler. Petrograd halk oylamasında payları Mayıs ayında % 20 iken bunu 20 Ağustos’ta %33’e çıkardılar. Moskova’da Haziran ayında oyların sadece %11’ini almışken 24 Eylül’de %51’le zafer kazandılar. (34) Aslında, Ekim ayaklanması Bolşeviklerin aktif emekçi kitleler arasında daha önce edindikleri kazanımların taçlandırılmasıdır. Rusya karmaşık alt toplum kesimlerinde iktidarı ele geçirmişlerdi ama ayaklanma eski devlet yapısı içinde kökleşmiş eski burjuva iktidarının yaşayan ölü yapısını yok etti. Ayaklanma, eski devlet gücünün inkarı ve onun yerini alarak toplumdaki uzun bir ideolojik-politik süreci sonuçlandırdı ve böylece toplumun kurduğu tekelci yoğunlaşmanın yerine yeni devlet iktidar kurumlarının kurulması başladı. Rus Devriminin plebyen karakteri ve genel olarak herhangi bir devrimde bu aşağıdan toplumsal iktidar kurulması zorunlu olarak kendisini “ikili iktidar” (35) ya da “yerelde çok sayıda iktidar” olarak gösterir. (36) V. Tijomirnov 1918’de şöyle diyor: “Şehir sovyetleri, köy sovyetleri ve banliyö sovyetleri vardı. Bu kurumlar kendilerinden başka hiç kimseyi tanımadılar ve birilerini tanımaya başladıklarında da yalnızca kendilerine arada sırada yarar sağlama “derecelerine” göre oldu. Her sovyet çevre koşullarının verdiği olanaklar içinde, elinden geldiği ve istediği gibi yaşayıp savaştı.” (37) Daha sonraki aylarda
eder ve yeni ilişkiler doğurur. Toplumun ideolojik politik etkilerinin yeniden tekelleşmesi ve yeni uzun dönemli egemenlik mücadelesidir. Bu nedenle her devrim aynı zamanda toplumu yeni bir ulus yapar. (39)
100
1. Devrimci Silahlı Katılım veya Demokratik Seçimle Katılım
VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Bu nedenle, devrim ve demokrasi arasındaki çelişki yanlış bir tartışmadır. Demokrasinin toplumun haklarını garanti altına alarak, politikaya barışçıl katılımını sağlayan rejimken devrimin bu hakları çiğneyen şiddetli bir eylem olduğu belirtilir. (40) Herhangi bir devrimin incelenmesinde görülebileceği gibi devrim sürecinin en belirgin özelliği çeşitli sosyal sınıflardan insanların toplumun kamu işlerine hızlı bir şekilde katılmasıdır. Daha önce 4 veya 5 yılda bir adlarına karar verecekleri temsilcileri seçmeye çağrılan isteksiz insanlar birden bu rehavetlerinden çıkar yöneten seçkinlerin önünde toplumun ortak konularının tartışılması ve tanımlanmasına katılmaya başlarlar. Birden herkes her konuda uzman kesilir, herkes kendilerini etkileyecek her konuda konuşma, karar verme hakkına sahip olduğuna inanmaya başlar. Devrimin ilk aylarında Rusya’da bulunan Amerikalı bir gazeteci şu yorumları yaptı: “Hizmetkarlar ve ev bekçileri, yerel seçimlerde hangi partiye oy vermeleri gerektiği konusunda tavsiyeler isterler. Kasabadaki her duvar, yalnızca Rusça değil Lehçe, Litvanyaca, eski ve yeni İbranice yazılmış toplantılar, konferanslar, kongreler, seçim açıklamaları ve duyurular ile doluydu. (...) İki adam bir sokak köşesinde tartışırken bir anda etrafları heyecanlı bir kalabalıkla sarılıveriyor. Konserlerin müzik aralarında bile tanınmış oratörler siyasal konuşmalar yapıyor. Nevsky Bulvarı bir çeşit Latin bölgesi oldu. Seyyar kitap satı-
cıları kaldırımlara çizgi çizip Lenin kimdir, köylülere ne kadar toprak verilecektir, bunları anlatan broşürlerini satıp, Rasputin ve Nicholas’la ilgili broşürleri de acıklı acıklı okuyorlar.” (41) Devrim, Ranciére’in anlatımıyla toplumun o “parçaların” çözümü için direkt sorumluluk üstlenmiş ve ihtiyaçları, eksiklikleri ya da haklarını dayatma eylemlerini oluşturan politik kulların “parçası olmayan parçalarının gerçekleşmesidir”. (42) Aslında devrim demokrasinin mutlak gerçekleştirilmesidir, çünkü daha önce ortak çıkarlarının yönetimini başka “uzmanlara” devretmiş olan toplum şimdi kendi ihtiyaçları gereği ortak sorunlara doğrudan katılmalarının bir zorunluluk olduğunu varsaymaktadırlar. Aniden ortak ihtiyaçlar herkesin sorunu olur; her biri kendisini milletvekili, bakan hisseder, kendilerini anlatmayı, etkilendikleri şeyleri tanımlamayı ahlaki zorunluluk görürler. Bu durum, politik konuda hiçbir seçim sürecinde ulaşılamayan toplumun politik katılımının yükseldiği mutlak bir demokrasi durumudur. Bir şekilde, bir devrim -kamu çıkarlarını tartışan ve sayıları giderek katlanan meclisleriyle, ortak bağlar kurmanın nedenlerini tanımlayan iş, mahalle, büro merkezlerinde tartışan konseyleriyle“müzakereci demokrasi” (43) önerisinin ufuktaki sınır işaretidir. Devrimci süreç içinde bilinçli bir “elitleşmeye” yol açan kültürel, akademik veya haberleşme araçlarına eşitsiz ulaşımdan doğan eşitsizlik bilinçli görevlerle etkisiz hala getirilebilir. Başka bir değişle eğer müzakere her zaman çeşitli egemen yapıların ortak girişimiyse ve müzakere yapmak, başta pratik etkilerine kapsamlı bir bağlılık sağlamak için önceden üretilen haberleşmedeki eşitsizlikleri etkisiz hale getirmek ise o zaman bu anlamda müzakere filozofların dediği yerel mikro-alan sınırları olmayan bir sosyal etkinlik haline gelir.
yani halkların yaygın çoğunluğu içinde durdukları toplum konumuna göre karar verir, egemen olur, emrederler. Bütün bunlarda, çeşitli fikirler, çeşit çeşit iletişim araçları, örgütlenme özgürlüğü, yani modern toplumlarda tipik olan demokratik haklar dizini, belirleyici ve yerine koyulamaz bir rol oynar. Kurumlaşma özgürlüğü olmadan, hangi tür meclis ve konseylerden söz edilebilir? Çoğulculuk olmadan, hangi tür tartışma, ahlaki, entelektüel önderlik kurulabilir? Hiçbiri! Dolayısıyla, herhangi bir devrimci sürecin gelişmesinin tek verimli zemini demokratik özgürlükler ve güvencelerdir. Ve bazen devrimlerin başlangıç noktası bu hakların fethedilmesidir. Bu, tüm devrimleri -ve 21. yüzyıl başlangıcından beri gerçekleşen Latin Amerika devrimlerinde de bir istisna değildir- doğası gereği barışçıl ve mükemmel demokratik yapar. Bazen karşı-devrimci silahlı şiddetin, kurulu devlet kurumlarının sosyal yapıya dönüşümünün engellediği istisnai durumlarda devrimci akışın önünü açıcı silahlı güce gerek olabilir. Sovyet Devrimi’nde, Temmuz 1917’de Bolşevik Parti’yi yasadışı ilan eden tutucu hükümetin şiddet eylemleri, Bolşevik Parti’yi zor gücü ile ezip sonra da darbe ile yok edince, Lenin devrimin barışçıl yolla başarıya ulaşacağı inancını terk etti: “Barış içinde bir gelişme olanağı imkansızlaştı. (...) Rus devriminin barışçıl bir gelişimi için umutlar ortadan kalktı.” (45) dedi ve Finlandiya’ya sığınarak o tarihten itibaren ayaklanmaya hazırlanmaya zorlandı. O nedenle devrimci yol kapatıldığında (yani, yeni devrimci kültürel hegemonyanın oluşum süreci, toplumun örgütsel bilinçli yetenekleri karşı-devrimci zor ile kuşatılır ya da köşeye sıkıştırılırsa, gelişmekte olan sınıfları daha önceden şekillenmiş özgürleştirici akışı koruma ve özgürleştirmeye zorlar) silahlı mücadele, gerilla savaşı, ayaklanma veya uzun süreli
101 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Öte yandan, devrimler egemenliğin, yani liderlik ve hakimiyetin (44) kurulma anları olduğundan bu mücadeleler temelde egemen düşünceleri, halkların ahlaki eğilimlerini ve ön yargılarını çözer. Bu nedenle devrimler, dünyada insanların yorumları, bilgileri ve davranışlarının, akıl sınırları ve düzenlerinde mükemmel mücadele ve çalkantılardır. Dolayısıyla onun demokratik ve ihtiyatlı niteliği, aynı zamanda onun temelde barışçı niteliğidir. Eğer devrim yöneticiler ve yönetilenler arasındaki ideolojik düzeni bozar ve yerine yeni ilişkiler yapısı ve gerçeğin kavramsal şemalarını getirirse o zaman insanların sembolik dünyaya dönüşümü ancak temelde bilgilendirme, caydırıcılık, mantıksal ikna, ahlaki bağlılık ve pratik örneklerle, yani barışçıl ikna yöntemleri aracılığıyla gerçekleştirilir. Devrimci Rusya’da askerler eski askeri hiyerarşinin karşısına geçtiklerinde; kadınlar sokaklarda askeri pantolon ve botlar giyerek eski sosyal ve cinsel düzeni tersine çevirdiğinde; garsonlar bahşişleri reddedip iyi çalışma koşulları talebiyle protestoya başladığında; ev çalışanları kendilerine eskiden hizmetçilere seslenildiği gibi saygısızca değil, bay bayan denmesini isteyince; kısacası, köylüler yüzyıllar boyunca hayatlarını yöneten toprak sahiplerinin evlerini yaktığında veya işçiler fabrikaları işgal edip yönetmeye başlayınca, eski toplumun tüm mantıksal düzeni, kelimenin tam anlamı ile, yönetilenlerin ahlaki karar gücüyle ters yüz edilmiştir ve bu kararı verdikten sonra otomatik olarak yönetilen olmaktan çıkarlar. Bu nedenle, devrim imkansızı daha önce düşünülmemiş olanı gerçekleştiren bir kavramsal devrim, kültürel devrim olarak görülür. Önceden egemen yapıyı birbirine bağlayan tüm mantıksal öğretiler, kurallar, kararlar, gelenekler paramparça olurlar ve başka bir ahlaki kriter ve başka bir mantıki değer egemen olanın yerini alır,
savaş yöntemleri düşünülür. O nedenle, silahlı mücadele toplumun kendi demokratik yeteneğinin hayata geçirilmesi olarak ortaya çıkar ve bu durumda devrimci gerçek olarak görünür.
2. Manevra ya da Mevzi Savaşı
102 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Önceki Sovyet devrimiyle bağlantılı yapılan ikinci yanlış yorum da (şöyledir): Devrimler bir tür “manevra savaşı”dır ve sadece devletin her şeyi denetlediği ama “jelatinimsi” zayıf bir politik egemenlik yapısına sahip olduğu “Asya” toplumlarında gerçekleştirilebilecek hızlı saldırı stratejisidir. Oysa devlet yapısının zayıflamasına rağmen gene de onun tarafından inşa edilmiş sınıfın iktidara katılımını güçlendiren sayısız güçlü surlar ve siperlerle devletin bir arada tutulduğu Batı toplumlarında ise o sivil toplum surlarını sabırla kuşatan uzun “mevzi savaşı” stratejisi uygulamak gerekir. Gramsci, Lenin’in Komünist Enternasyonal tartışmalarında önerdiği “birleşik cephe” kavramını açıklamak için bu farkı ileri sürer. Doğu’da devlet her şeydi, sivil toplum ilkel ve jelatinimsiydi. Batı’da devlet ve sivil toplum arasında doğru bir ilişki vardı ve devlet sallandığında sivil toplumun sağlam yapısı ortaya çıkardı. Devlet yalnızca dış bir hendek ve arkasında, söylemeye gerek yok, birbirinden farklı güçte kaleler vardı. Bu nedenle her bir ülkenin doğru değerlendirilmesi gerekir. (46) Modern tarih boyunca, Avrupa devletlerinde halk özlemlerini boğan eylemler görmek zordur, çünkü bu ülkelerde “devletin en temel yasaları pek çiğnenmez ve azınlığın istediği olmadığından”, Gramsci’e göre bunlar bu ülkelerde sınıf mücadelesinin zayıflamasına yol açar. (47) Bununla birlikte, 20. yüzyıl ortalarında Avrupa faşizmi olayı bize dayatmanın, yasa çiğnemelerin, keyfiliğin ve dizginsiz devlet şiddetinin Batılı siyasi kültüre yabancı olmadığını gösterir. Bu devrimci hare-
ketlerin başarıya neden ulaşmadığı başka bir tartışma konusudur. Bununla birlikte, burada itiraz edilemeyecek bir gerçeklik vardır. Avrupa ya da Birleşik Devletleri ziyaret eden bir yabancı gözlemci için en çarpıcı deney, iktidar kurumlarının düzenli çalışması ve halk çoğunluğunun temel ihtiyaçlarının karşılanma koşulları yanında vatandaşlarda içselleşmiş bir sosyal düzen öğretisi görülmesidir. Sanki devlet mantığı insanların derisinin altındadır ve devletin bunu denetlemesi için bir devlet aygıtına ihtiyaç yoktur. Bu nedenle, birisi normu ihlal ettiğinde, güvenlik güçlerinin hızlı, zamanında, acele ve acımasız varlığı başkalarının kaderine karşı büyük kayıtsızlık uyandırır. Gramsci’nin dediği gibi, işleyen bir düzen varsa yerine başka bir şey getirme mücadelesi daha zorlaşır. Çünkü devlet karşısında sağlam ve “dengeli” bir sivil toplum yerine, sivil toplumun en derin gözeneklerine sızmış çok güçlü bir devlet vardır. Tüm çatlaklarına rağmen bu devlet kurumu sivil toplum içinde birçok siper, malzeme ve yedek güç bulabilir ve bunlar da onu sivil topluma daha az güvenen devletten daha dayanıklı ve sağlam yapar. Belki de Amerikan akademisinin “kimlikler” (48) araştırmasına kafayı bu kadar takmış olması vatandaşların bireysel düzenlerini öğrenip ona göre her yerde olmak isteğindendir. Bu şekilde bakıldığında, Gramsci mantığı tersine çevrilebilir: “Doğu” toplumları, tüm keyfiliklerine rağmen daha aktif ve canlı bir sivil toplum ve daha jelatinimsi ve kırılgan bir devlete sahiptir. Hatta onların keyfiliği toplumdaki bağlılık ve yapısal destek yoksunluğunun yerini doldurur. Sivil toplumun içinde derin kökleri olduğundan “Batı”lı toplumlarda devlet her yerde var olur ve aynı zamanda onların sivil toplumları daha çoğulcu ve çeşitli olmasına karşılık, daha az politik ve aktiftirler ve bir tür genelleştirilmiş sivil uyum içinde görünürler.
3. Tarihi İstisnai Durum veya Evrensel Sosyal Geçerlilik
Kışlık Saray’a silahlı saldırı, bu kurumsal işgal eylemi daha resmen onaylanmadan bir iktidar sembolü olarak Sovyet politik gücünü doğuran derin ideolojik-politik dönüşümler sürecini temsil eder. Gramsci’nin terimleriyle, bu patlayıcı “mevzi savaşlarının” eski sivil toplum hendeklerine karşı başarılı bir konumlanmayı gösterir. Kısacası, aktif halk sınıflarının politik yönelişi ve liderlik savaşı devrimin anahtarıdır. Daha önceki egemenlik mücadelelerinden eski devlet iktidarını kesin olarak çökerten ayaklanma cesaretinin doğması bir olasılıktır. Her devrim, merkezi politik iktidarın tekelindeki ahlaki ve mantıksal düzenin toplumsal ortak önyargılarında köklü bir dönüşümdür. Kışlık Saray’a silahlı saldırı, bu kurumsal işgal eylemi daha resmen onaylanmadan bir iktidar sembolü olarak Sovyet politik gücünü doğuran derin ideolojik-politik dönüşümler sürecini temsil eder. Devrimci anın anahtarı olarak kültürel ve politik hegemonyayı koyan “Gramscian Lenin” den bu anlamda söz
bir hızla gerçekleşir. Ancak, bu sürede Rus İmparatorluğu’ndan milyonlarca genç insanın dünya savaşında öldüğü unutulmamalıdır. Ortada toplumu kötü tüketim koşullarına sürükleyen ekonomik açıdan kırılmış bir ülke; kriz ve dönüşüm içinde bir emperyalist dünya yapısı vs. vardı. Başka herhangi bir ülke ve zamanda tekrarlanmayacak bu olağanüstü koşullar, zaman dilimlerini kısaltır ve Rus toplumunu egemenlik krizine sokar. Yani, halklar yeni açılımlara hazırdır ve sosyal sınıflar yeni dünyanın etkin ve aktif özneleri olarak bir araya gelecekleri bir dünya kurmaya yönelik yaratılacak yeni söylemleri dinlemeye yatkınlaşmışlardır. On yıllar ve hatta yüzyıllar gerektiren şey birkaç ay içinde başarılabildi ve böyle bir şeyin uzun dönemde çok ender görüleceği açıktır. Bu gibi özel durumlar tarihte az
103 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Ancak, çağdaş toplumun politik yapısına bakılmaksızın, (49) Sovyet Devrimi’nin evrenselliği, hem ayaklanma sırasında hem de öncesinde sivil toplum içindeki aktif plebyen örgütlenmelerin ve Bolşevik fraksiyonların ahlaki, ideolojik, politik ve kültürel zaferinde yatar. Lenin, Bolşeviklerin “proletaryanın büyük çoğunluğu tarafından desteklendiği için” başarılı olduklarını savunurken bunu ifade eder. Ve devrim uğruna “ölmeye hazır olacak” kadar aktifleşmiş plebyen sınıflardaki bu destek, etki ve liderlik, alt sınıfların düşüncesinde 1917 Nisan ve Ekim arasındaki derin ahlaki ve ideolojik dönüşümü yansıtır.
etmek olasıdır. Bununla birlikte, “Doğulu” istisnasından çok bir Rus istisnası olarak varsayılabilecek şey, bu “mevzi savaşı” zamanlamasını anlamaktır. Normalde, yeni bir sağduyunun (50) ortaya çıkması ve insanların günlük davranışlarını yönlendiren düzen önyargılarının tekelleştirilmesi, egemenlik kurulmasında uzun vadeli süreçtir. Egemenliğin ahlaki ve mantıksal olarak halkların, sınıfların ve alt tabakaların mantık yapısına işlenme süreci on yıllar hatta yüzyıllar alabilir. (51) Genel olarak, bu zihinsel duvarları yıkmak, Gramsci’nin dediği gibi “daha karmaşık taktikler” ve “sabır ve yaratıcı ruhun olağanüstü niteliklerini” gerektiren devasa bir görevdir. (52) Rusya’da bu olağanüstü
104 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
görülür ama tüm ülkelerde rastlanabilir. Genellikle tarih bunları geçici, şaşırtıcı ve çalkantılı dönemler olarak yazar. Ancak, tarihin bu fırtınalı özel durumu, içlerindeki tüm yaratıcı potansiyeli tetikleyecek şekilde örgütlenirse dünya tarihini değiştirecek devrimler doğar. Bu, Rus Devrimi’nde gerçekleşti. İstisna bir kural oldu, güç yaratıcı şekilde aktı ve yeni bir sağduyu mücadelesi kurumsallaştı. 1917’de Rusya’da olduğu gibi, çelişkiler ve sosyal olanakların bir araya gelmesi ve devlet kurumlarını felç etmesi tarihi bir özel durumdur. Ancak bir ülkenin tarihsel gelişiminin herhangi bir noktasında devletin zor aygıtında bir çatlama ya da kırılma oluşabilmesi veya kolektif hareket etme zorluğu üreten “kusursuz” mekanizmasında yeni politik arzuların ifade edilmesine olanak sağlayacak biçimde kusurların ortaya çıkabilmesi olguları her yerde ortaya çıkabilir. Bir devlet egemenliğinin bu kadar çabuk çökmesi tarihi bir istisnadır. Ancak alt sınıflara özgü örgütsel yapılar içinde iktidarı demokratlaştıracak kurtuluş potansiyellerinin varlığı da evrensel bir gerçekliktir. Bu nedenle, devrimci kurum, birlik ya da partilerin görevi sabırla, yaşlı bir köstebek gibi, eski düzenin kültürel ve devlet gücünün altını kazmaktır. Öngörülemeyen tarihsel bir istisna kapıyı çaldığında, eğer hala istek varsa, plebyen sınıfların yarattığı ve biriktirdiği demokratikleştiriciliği güçlendirmek için, mutlaka her boşluk, olanak ya da yarıktan tereddütsüz azimle yararlanılmalıdır. Genç Marks’a göre devrimci bir komünistin eserlerini anlamanın yolu budur: “(...) bir bütün olarak proletaryanınkinden ayrı ve başka bir çıkarı yoktur (...) -ve- işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadelesinde geçilecek çeşitli evrelerin gelişmesinde hareketin çıkarlarını her zaman ve her yerde bir bütün olarak temsil eder.” (53)
4. Jakoben Leninist An ya da Hegemonik Gramscian An
Gelişmekte olan herhangi bir devrimin görmezden gelemeyeceği kesin ama önemli bir an var. Alınan tutuma bağlı olarak, devrim ya sürecek ya da bitecektir ve korkunç bir karşı devrim dönemi başlayacaktır. Devrimin Jakoben anı ya da çatallanma noktasından bahsediyoruz; (54) bunların işlevlerinin yenileri ile ya da sahiplerinin sınıf koşullarına göre değiştirilmesi gereken eski iktidar kurumları ve sembolleri ile ilgisi yoktur. Ya da eski devletin yasama, yürütme ve iktidar kurumlarının devrilmesi ya da yerine yenilerinin getirilmesi ile de ilgili değildir. 21. yüzyıl devrimleri bu son söylenenin demokratik seçimler yoluyla olacağını gösteriyor. İkisi de ayaklanan güçlerin daha önce elde ettikleri politik-kültürel güçten doğan anlardır. Duruma göre barışçıl ya da Rus Devrimi’nin özel durumunda olduğu gibi silah yolu ile olabilir. Bununla birlikte, yerinden edilen devlet sınıflarının iktidar projesini yenmek kaçınılmaz olarak zor, baskı gerektirir. Eski egemen sınıflar bir süre toplumun kültürel yönlendirmesini kaybedebilir ve medya, üniversiteler ve yıllardır halkların beyinlerine kazınmış inançların ağırlığı yolu ile tekrar inisiyatif almak için “sosyal kasırganın” dinmesini bekleyebilirler. Hükümet, parlamento ve bazı mülklerinin kontrolünü kaybedebilirler ama finans kaynakları, yönetim bilgileri, pazara açılımları, ekonominin diğer alanlarında mülkleri, dış bağlantıları ve toplumda kök salmış ekonomik güçlerini korumaktadırlar. Bolşevikler Ekim 1917’de iktidara geldi, ancak Merkez Bankası, Kasım ayı sonuna kadar bile Geçici Hükümet’in temsilcilerine para aktarmaya devam etti. Ocak 1918’de bakanlık çalışanları grevdeydi ve yeni bakanları tanımıyordu. (55) 1919 yılının ilk aylarına kadar hala yerel iktidar çalışanları yeni hükümeti dinlemiyordu.
olmaz.” ve o nedenle “zor yolları, yani devlet araçlarını kullanmak zorundadır.” der. (59) Bu nedenle, Jakoben anı, söylemlerin susturulduğu, diplomatik girişimlerin çekildiği ve birleştirici sembollerin bulanıklaştığı andır. Savaş alanında kalan tek şey, zorun ülkesel tekelini ve ulusal meşruluğunu nihai olarak belirleyecek çıplak güç gösterimidir. Küba devriminde Jakoben anı Giron savaşıydı (Domuzlar Körfezi işgali); Salvador Allende iktidarında Pinochet darbesi; Venezüella’nın Bolivar devriminde PDVSA grevi ve 2002 darbesi; Bolivya’da 2008 Eylül’deki sivil-valilik darbesidir. Bütün bu devrimlerde iktidar zaten devrimcilerin elindeydi ve tutucu bloğun elinde bazı yasama daireleri ve yerel yönetimler ile bir çeşit “parçalanmış iktidar” vardı. (60) Ancak daha da önemlisi, savaşan gücü, hala iktidar projesi, egemen olma isteği ve politik güç içinde bağlantıları vardı. Buradan en kısa zamanda iktidarı geri almak, ekonomik mülkiyet yapılarını savunmak için silahlar, (iç ve dış kaynaklardan yasal ya da yasadışı) sosyal bir destek örgütlemeye çalışıyordu. Bununla birlikte, kaçınılmaz olarak çıplak bir güç çatışması ya da en azından kuvvetlerin bir boy ölçüşmesi yaşanıyor; sonunda ya askeri bir yenilgi ya da savaşan sosyal güçlerden bir tanesi geri çekiliyor yani devlet zorunun tekeli belirleniyor. Lenin bu tip bir siyasi operasyonda usta olduğundan Jakoben ya da “Leninist” an, sonuçta, devlet iktidarının tekleşmesinin belirleyici anıdır. Bundan sonra, halkın zihninde, hükümet kurumlarında ve yenilmiş sınıfların kendisinde tek bir devlet projesi olacaktır. Bu nedenle, yenilen güç çözülmeye başlar, daha kötüsü de kendine olan güvenini kaybeder. Yenilmiş sosyal sınıfların yok olması söz konusu değildir, yok olan bir süre için onun kendi örgütü, moral gücü, toplum projeleridir. Sınıflar egemenliklerini maddi olarak sür-
105 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Bu nedenle, eski egemen sınıf iktidar projelerinin feshedilmesini asla gönül rızası ile kabul etmeyecektir, yani etki sistemlerini, eylem ve tarihi olarak iktidar sınıfı olduklarını dile getirmekten vazgeçmeyeceklerdir. Rus Devrimi’nde ne Geçici Hükümet ne de Anayasa Meclisi, hatta ne de Bolşeviklerin devlet kurumlarını ele geçirmesi tutucu politik partiler için projelerinin yenildiği anlamına gelmiyordu: Bu bir iç savaştı. En çok ölüm, sınıf savaşının en dehşetlisi, iç ve dış karşı devrim güçlerinin en yoğun mobilizasyonu, en yoğun anti-komünist çatışmalar ve iki iktidar projesi arasındaki gerçek silahlı mücadele bu iç savaşta yaşandı (56) ve yine burada devrim başarılı olduğu kadar yeni devletin özellikleri de burada kesinleşti. Lenin bu belirleyici anı çok titiz bir şekilde tarif edecektir: O sırada burjuvazi, kendi bakış açısından oldukça doğru bir strateji ile misilleme yapıyordu. Şöyle dedi, “İlk önce devlet iktidarı mıyız yoksa öyle olduğumuzu mu sanıyoruz, bu temel konu üzerinde savaşacağız ve bu soru elbette kararnamelerle değil savaşla, zor kullanarak kararlaştırılacaktır.” (57) Çatallanma noktası veya Jakoben anı, devrimin yol açtığı sınıf mücadelesinin bir özetidir. İktidarı almak isteyen her sınıf ya da sınıf bloğu bir bütün olarak devlet iktidarının tekelini talep etmek zorunda olduğundan, çatışma “örgütlü şiddet” olarak, yani en kasvetli ve arkaik biçiminde (perişan ve antik gerçeklik içinde) ortaya çıkar. (58) Politik iktidar tekelinin ve uzun bir devlet döngüsü süresince toplumun genel doğrultusunun, eski veya yeni devletin doğasının tanımlandığı yer orasıdır. Genellikle bu, devlet tutucu güçlerin elinden kaydıktan sonra ama gerçek gücünü kaybetmeden gerçekleşir. Marks olağanüstü yazısında bu anı şöyle anlatır. Proletarya iktidar gücünü fethedince “düşmanları ve toplumun eski örgütlenmesi hem en yok
106 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
dürürler, ama esas olarak politik özne olmaları sona ermiştir. Bu yenilgiyi sağlamlaştırmak için zafer kazanmış olan sosyal güçlerin; karşı tarafın büyük üretim araçları mülkiyet düzenine zamanında darbeler indirmesi, sivil toplumdaki örgütlü yapılarını zayıflatması, başarılı projelerini ele geçirmesi, yönetim kadrolarını yanlarına çekmesi, eski entelektüellerin çeşitli politik dönüşümlerinin yükseltilmesi (61) vs. gerekir. Ancak bunlar yeni iktidarın istikrar dönemine denk düşecek yeni egemenlik dönemini yaratır. “Jakoben-Leninist” anın önemi; zoru, kamu eğitimini (iktidar ve politikanın olmazsa olmazı) ve kültürel meşruluğu tekelleştirip kalıcı bir şekilde kurumsallaştırmada yatar. Tutucu güçler karşısında
sınıflarının politik iktidarını sağlamlaştıran politik ve kültürel egemenliğin inşasının Gramsci anından sonra, hükümet artık demokratik yollarla fethedilince bu kez Jakoben-Leninist an olan devlet gücünün tekleşmesini kesin sonuçlandıracak olan yalın güçler savaşı başlar. Bu temel an olmadan Gramscici strateji içten kuşatılabilir ve eninde sonunda plebyen sosyal sınıfların başardığı demokratikleşme ve örgütlenmeyi despotik bir şekilde silip süpürecek başarılı bir karşı devrim şeklinde politik iktidardan atılabilir. Gramsci anı olup Leninist anı olmayan herhangi bir devrim parçalanmış başarısız bir devrimdir. İktidar gücünün ele geçirilmesinden önceki politik, kültürel ve ahlaki zaferin Gramscian anı olmaksızın gerçek bir dev-
Leninist bir an yaşanmadan devlet iktidarının devri ya da eski egemen sınıfların ve onun savaşan güç projesinin çözülmesi söz konusu değildir. Sovyet Devrimi, bu ve diğer çağdaş devrimlerin kaderini tanımlayan, merkezileşme ve demokratikleşme arasındaki bu canlı çelişkinin en olağanüstü ve dramatik laboratuvarıdır. kazanılan zaferin diğer yüzü ise, iktidarı güçlendirmektir ve eğer sürekli olarak düzenlenmezse, devrimci süreci başlatan iktidarın plebyen sosyal sınıflarını etkileyecektir. İktidarın güçlendirilmesi ve gerçek eşsizliği eski zengin sınıfların politik iktidarının yenilmiş olmasıdır. Bununla birlikte, bitişin öbür yanı ise devrimci süreci doğuran halk, işçi, köylü, gençlik ve bölgesel yapılarda iktidarın demokratikleşmesi, devletin ya da herhangi bir devletin kendi eşsizliğini sağlamlaştırmasıdır. Eski egemen sınıfların varlığına karşı iktidar gücünün merkezileşmesinin önemi büyüktür ve aynı zamanda çalışan sınıflar için de iktidarın merkezileşmesini çözmek devrimin nihai gidişini tanımlar. Her durumda, devrimin ayaklanmış
rim olmaz. Ancak, Leninist bir an yaşanmadan devlet iktidarının devri ya da eski egemen sınıfların ve onun savaşan güç projesinin çözülmesi söz konusu değildir. Sovyet Devrimi, bu ve diğer çağdaş devrimlerin kaderini tanımlayan, merkezileşme ve demokratikleşme arasındaki bu canlı çelişkinin en olağanüstü ve dramatik laboratuvarıdır.
5. Yerel Demokrasi veya Genel Demokrasi. Kararların Demokratikleşmesi veya Tekelleştirilmesi
Devrimin patlak vermesi, ordu dahil eski sosyal sistemin hiyerarşik yapısını uçurur. Asker, köylü sovyetleri ve kışlalardaki askeri komiteler, tanımadıkları eski
işçi haklarının kaybını önlemek için kontrol ettiklerinde, devrimin çalışma kalitesi ortaya çıkıyor. Bununla birlikte, her fabrika kendi başına hareket etmeye başladığında, diğer fabrikalarda çalışanların, kent ve köylerde yaşayanların refahını göz önünde bulundurmadan yalnız orada çalışanların refahına odaklanır; köylü sovyetleri kentlerde çalışanları yiyeceksiz bırakarak sırf kendi üyelerini düşünürse; yani her demokratik çalışan kurum sadece kendine odaklanır ülkenin tüm çalışanları ve vatandaşlarını düşünmez ise ürünlerin değiş tokuşunu paralize edip ekonomik felaket yaratır, sektörler arasında bencillik başlar ve böylece bu sektörler birbirinden koparak üretimde derhal bir çöküşe, şirketlerin kapanmasına, emek kaybına, kıtlık, açlık, hastalıklara neden olarak kendi devrimci sürecine ters düşmüş olur. Yani yerel demokrasi kısa dönem için ülkede, küresel (genel) demokrasiyi göz ardı ederek, üretimi felç eder ve işçiler hep birlikte yaratılmasına el verdikleri devrimi düşman olarak görmeye başlarlar. Bu, her bir yerel ve fabrikada demokrasiye açık olup olmamaktan çok her bir tarım ve fabrika alanındaki ihtiyaçlar ve girişimlerin tüm ülkedeki diğer iş alanlarının ihtiyaç ve girişimleri ile birleştirilmemesi sonucunu anlatan genel bir demokrasi eksikliğidir. Emek demokrasisinin bölgesel sınırları arasındaki bu anlaşmazlık, yerelde işçilerin aralarında devrimin kendisine karşı rahatsızlık, öfke ve düşmanlığa neden olur. Yerel demokrasi ne dereceye kadar genişletilmeli ya da sınırlandırılmalıdır? İşte devrimin ve sosyalizmin devamlılığının özü burada yatar. Aslında, komünizm, herhangi bir arabulucu olmaksızın yerel toplulukların kendilerini ifade etmeleri imkanını sunar. Devletin uzun vadede sönümlenmesi ancak devrimin gerçekleşmesi sürecinin son aşaması olarak anlaşılabilir. Bir ulu-
107 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
askeri otoriteyi indirmek ve yerine meclisleri getirmek isterken eski devlet gücünün ne kadar çöktüğünü ve radikalliğini sergilemek için fabrikalardaki işçi konseylerini ve grevleri güçlendirmenin destek noktası olurlar. Her karargah, bölge ve kent kendi bağımsız zor gücü ile mini bir devlet olarak gelişir. Buna rağmen, hemen arkasından başlayan iç savaş sırasında işgal güçlerince desteklenen karşı devrimin hiyerarşik, disiplinli alaylarının karşısında bu devrimci birlikler düşman güçleri karşısında zayıf ve taktik olarak geriydiler ve hemen ilk yenilgiden sonra dağılmaya başladılar. (62) Silahlı saldırı araçlarında aşırı demokrasi eski devlet otoritesini parçalamak için başta gerekli olsa da karşı devrim karşısında yenilgi getiriyordu. Askeri disiplini komuta etme ve hiyerarşileri sağlamak ihtiyacı (kuşkusuz askeri birliklerin politik eğitimini yönlendiren siyasi komisyon üyeleri ile birlikte) Kızıl Ordu’nun inisiyatifi tekrar ele geçirip dış istila ve karşı devrim ordularını yenmesini sağladı. Kışlalarda demokrasiyi azaltma pahasına, devrim zafere ulaştı. Kırsal sovyetler, sovyetler ve işçi sendikalarında benzer şeyler yaşandı. Devrimin özü, doğrudan üreticiler, işçiler ve köylüler eski üretici güç ilişkilerini ortadan kaldırmaya başladığında gerçekleşir. Bu da toprak ağalarının atılıp köylü sovyetlerin toprağı işgali, kır toplumu üyeleri arasında dağıtılması ile gerçekleşir. Aynı şekilde, işçilerin işten çıkarılmasını, firmanın kapatılmasını ya da işçi haklarının kaybedilmesini engellemek için fabrika komiteleri firmanın kontrolünü ellerine aldıklarında devrimin çalışma kalitesi ortaya çıkar. Böylece yeryüzündeki yerinden olmuş kişiler ve köylülerin sovyetleri araziyi işgal edip onu tarımsal topluluğun üyeleri arasında dahili olarak dağıtmaktır. Aynı şekilde, fabrika komiteleri; firmaların işçilerin işten çıkarılmalarını, firmanın kapatılmasını veya
108 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
sun yavaşlığı ya da geçici olanaksızlığı ile işçi sınıfının ve kırsal toplulukların tüm odaklarının hızlı ve genel bütünleşmesi istisnasız tüm devrimlerde yaşanır. Sanki, devrimin ilk dönemlerinde, işçilerin doğrudan kendi kendini örgütleyebilme olanağı, yalnızca çalışma merkezleri ve yerleşim alanlarında ayrı ayrı birbirinden kopuk ve hatta birbirine düşman olarak gelişiyor. Bu sosyal deneylerin ve devrimci eylem içinde işçilerin yerelde yaşadıklarının ağırlığını anlatır. Anlaşılan herhangi bir aracı olmadan işçilerin kendi aralarında direkt olarak birleşmelerinin maddi koşulları, aralarında genel ve direkt bir planlama yapabilme koşulları hala yoktur. Dolayısıyla, muzaffer bir askeri ve ahlaki girişin olanağını ortadan kaldıracak biçimde kendi devrimci işlerinin onları yiyip bitirmesini ve sonuçta kendi yıkımına götürecek bencillik, yerellik çatışmasına girilmesi riski karşısında, birbirine yardım etmeyi sağlama doğrultusunda fabrika ve yereldeki eylemleri birleştirici bir genel örgütlenme kurmak gerekli hale geliyor. Evrensel alanda uzmanlaşmış böyle bir genel yönetim örgütü devlettir. İşçilerin eylemlerinin genel ve ortak kısmını yönetecek, devrimi yerel bencillik ve ekonomik çöküşten kurtaracak olan yine merkezileşmesi yoluyla devrimci devlettir. Aynı işçilerin mücadelelerinden doğan ve aynı işçilerden oluşan devletin tekelci yönetimi işçilerin kendi birliklerinin yerine geçerek onları koruma amacıyla, yoğunlaşmış kararların uzmanlaşmış organını oluşturur. Her devrimin çelişkisi, işçilerin hiyerarşiyi yıkıp kendi yaşam sorumluluklarını üstlenmelerinde ama bunu ulusal ve genel düzeyde yapmayı başaramamasında yatar. Ve bir devrim hem eski iktidar sınıflarının komplolarına hem de dış dünya güçlerinin saldırılarına karşı ulusal düzeyde davranabilirse ayakta kalabilir. An-
cak bu devrimin kendi yerel demokrasisi pahasına kararları tekeline almaya başlayan örgütlenme, devlet kanalı ile başarılabilir. Devrimci devlet ya da genel olarak herhangi bir devlet ile ilgili bu fetişizminin üstesinden sadece “devletin ortadan kaldırıldığını” ilan eden açıklamalarla ya da anarşist krallığın kurulmasıyla gelinemez. İşçilerin iç hizipleri, karşı devrimin birleşik kuşatması ya da odaksız ve zayıflayan yerel “demokratizm” pahasına tekelleşen devrimci devlet anayasası nedeniyle gerçeklerin gücü, devrimin yenilgisini dayatır. Eğer devrimin savunulması yerel demokrasiyi baltalarsa devrimin iç enerjisi aşırı merkeziyetçilikle kaybolur. Eğer o ulusal merkeziyetçiliği zayıflatıyorsa karşı devrimin merkezileşmiş kuşatması devrimi zapt eder. Dolayısıyla, güçler dengesine göre bu çelişkili mantık yönetimi, yerel çoğulculuğun ben merkezci parçalanması ve karşı devrim kuşatması karşısında devrimi ayakta tutmanın tek yolu, bir kutbu yok etmeden diğer kutbu güçlendirerek desteklemektir. Doğrudan doğruya toplumun katılımcıları olarak, insanlar arasındaki politik bağın maddi üretim koşulları değişmediği sürece, gerçek toplum katılımcıları devletin arabuluculuğuna gerek duyacaktır. Ancak devletin sunduğu “hayali sosyal yaşamın” (63) yerine bu gerçek sosyal yaşamın kurulması genel bir toplumsal ölçekte kendi yaşam koşullarının denetimini ellerine alan özgürce bir araya gelmiş üreticilerin gerçek toplumunun oluşmasına bağlıdır, yani üreticileri doğrudan değil soyut insan emeği aracılığıyla soyut olarak birleştiren değer yasasının üstesinden gelinebilmesine bağlıdır. Sonuçta, devrimci bir devletin gerekliliği insanların ekonomik yaşamlarında değer yasası mantığının devam etmesine bağlıdır. Ve var oluşu zaten bir çelişki olan, devrimci devletin varlığı hem
gereklidir hem de yeni toplumda çelişki çözülünceye kadar devrimi başlatmanın zorunlu yoludur.
6. Para Biçimi ve Devlet Biçimi
109 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Para biçimi, devlet biçimi ile aynı kurucu mantığa sahiptir ve tarihsel olarak her ikisi de birbirine paraleldir. Hem para hem de devlet, evrensellik mekanları ile insanların sosyalleşme alanlarını yeniden üretir. Para durumunda, bu, evrensel ölçekte ürünlerin değişimine izin verir ve böylece, diğer insanların tüketimine (ihtiyaçların tatmini) yansır, insan emeğinin somut ürünlerinin kullanım değerinin gerçekleştirilmesini kolaylaştırır. Bu kesinlikle topluluğun bir işlevidir. Bununla birlikte, bu, üreticilerin somut eylemlerinin soyutlanmasına, özel üreticiler olarak davranış ayrımını onaylama ve kutsamaya dayanır. Paranın rolü üreticiler ve tüketiciler arasındaki maddi parçalanmadan ortaya çıkar. Para bu parçalanmayı ikisinin de üstüne çıkarak yeniden birleştirir ve uzun vadede, özel üretici ve tüketici olarak atomize ettikleri üzerinde egemenlik kurar. Fakat para sadece bu fetişizmin yeniden üretilmesini yönetir, çünkü o eş zamanlı olarak sosyalliği ve toplumsal dayanıklılığı yeniden üretir; her toplum üyesinin maddi ve akli eylemiyle çalışan, bir başarısız “hayali toplum”da, soyut bir sosyallikte bile bunu yapar. Aynı şekilde, Devlet bir toplumun üyelerini bir araya getirir, hepsinde ortak bir aidiyet ve mülk duygusunu tekrar bileştirir, ancak bunu ortak malların kullanımı, yönetimi ve kullanımının tekelleştirilmesi yoluyla (özelleştirme) yapar. Para durumunda, bu süreç üreticilerin arabulucu olmaksızın sosyal hizmet ürünlerine erişmesine izin verecek doğrudan bir sosyal üretim katılımı olarak değil, aynı zamanda insan ihtiyaçlarının basit bir tatmini olarak gerçekleşir. Devlet söz konusu olduğunda ise bunun se-
bebi vatandaşların var olma ve bir arada bulunma koşullarını birbirleri ile devlet aracılığıyla doğrudan bağlanmış, örgütlü bir biçimde yaratan üreticilerin gerçek bir topluluğunun üyeleri olmamalarıdır. Marks’ın Kapital’in (64) birinci cildinde ustaca tanımladığı gibi, bu nedenle, meta fetişizmi ve değer biçimlerinin mantığı, şüphesiz ki, devlet biçimine ve onun fetişizmine (65) de sebep olan derin mantıktır. Kısaca zengin sınıfların zaferine karşı devrimin korunması devrimci bir devleti gerekli kılar; bu devlet geçici ve sadece geçici olarak, bu ulusal birlikteliği, bu genel birliği ve farklı sosyal sektörler arasındaki hareket birliğini üstlenmek için; emeğin kaynaklarını işleyişini, malların dolaşımını ve onu küçük görenlere karşı devrimin korunması ve savunmasını garanti etmek için, esas olarak, önceleri daha iyi yaşadığını hatırlatarak “devrimcilerin” kafalarına sızan eskiye karşı korumak için gereklidir. Ekim 1917 sonrasında sovyetlerin kontrolünü aldıklarında Bolşeviklerin yaptığı şey, devletin içine girmeye başladıklarında, sanayi gücünün merkezini fabrika komiteleri ve sendikalardan alıp parti-devletin (66) yönetim aparatına dönüştürdüklerinde yaptıkları tam da buydu. Lenin’in çılgınca meşguliyeti, Stalin ve Troçki’yle lokal demokrasinin zararına devletin merkezileşmesinin sınırları hakkında, ulusal sorun, (67) federasyon, işletmelerde sendikaların durumu (68) konusundaki tartışmalar sovyet devriminin geleceğini belirleyecek ve sosyalizm işçi sınıfının pratik deneyinin bir sonucu olarak anlaşılacaktır. Sonunda, bütün modern ulusların uzun tarihi içinde, devrimci süreçlerin istisnalar olduğu evrensel bir kural gibi görünüyor. Ve bu, devrimci bir dönemin olağanüstü bir ayaklanmasına katkıda bulunacak, devlet ve topluluk meclisinde çatlaklar yaratmak için, ideolojik-kültü-
110 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
rel “pozisyon savaşı” yaratıcı bir sabır ve yaratıcı çalışmayı zorlar. “İktidara el konmadan” önce, aşağıdan yukarıya inşanın kalitesini kesinlikle belirleyen ideolojik ve politik liderliğin öncelikli ve temel olarak oluşturulması da genel bir kuraldır. Bu Gramsci ve onun düşüncesinin kapsamıdır. Bununla birlikte, devlet kurumsal yapısı demokratik bir şekilde ele geçirildiğinde, yeni gücün benzersizliğini ve muhafazakâr iktidarın tam yenilgisini garanti etmezse, despotik karşı-devrim için kısa ömürlü ve maddi olarak güçsüz olacaktır. Bu, Lenin ve onun düşüncesinin etkisidir. Bu nedenle devrimin yükselen toplumunun yeni zihinsel yapılarını yeniden inşa etme, yaygınlaştırma, canlandırma ve sağlamlaştırma gerekliliği artar. Ancak bu, Gramsci’den daha çok Durkheim’de vardır.
III. Devrim ve Sosyalizm
Sovyet Devrimi sosyalist bir devrim miydi? Sosyalist bir devrim nedir ve nihayetinde sosyalizm nedir? Bu son soru bizi 19.yüzyıl’da ilk sosyalist akımların başlarındaki eski tartışmaya götürür. Komünist Manifesto’nun kendisinde bu feodal ve burjuva kuyrukçusu hatta burjuva sosyalist eğilimlerin eleştirisine ayrılmış bir bölüm vardır. (69) Engels, daha sonraki bir önsözde, 1847’de komünizme “proletarya hareketi” (70) derken sosyalizmin bir burjuva hareketi düzenlediğini belirtir. Dolayısıyla Marks ve Engels akıma sadece “komünist” (71) ve bazen “devrimci sosyalizm”(72) ya da “kritik sosyalizm” (73) demeyi tercih ederler. Hayatta iken yayınlanan en önemli metinlerinde Marks komünizmden, kapitalist toplumun çelişkileri ve adaletsizliklerini aşan “özgürce ilişkili üreticiler” (74) topluluğu olarak söz eder. Komünizmden önce bir sosyal dönem olarak sosyalizm fikri genel olarak Engels (75) tarafından yaygınlaştırılır. Marks da
sosyal devrim ve politik devrim (76) arasındaki farkı koyar ve “kapitalist toplum içinden doğan komünist toplumun ilk dönemi (...) ve komünist toplumun üst dönemi” (77) bunun yansımalarıdır. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde sosyal demokrat partilerin kurulması, kapitalizm ve komünizm arasında bir ara sosyal sistem olarak sosyalizm kavramına geçerlilik sağlar. (78) Rus Sosyal-Demokrat Partisi’nin bir üyesi olan Lenin, bu kavramsal mirası ele alır ve geliştirir. (79) Bugün, Berlin Duvarı’nın çöküşü için yas tutarken, devrimin yaptığı aynı yanlışların, yani gücün tek devlet elinde toplanmasının, sermayenin merkezileşmesinin ve toplum özgürlüğünü azaltmasının üstesinden gelmek için sosyalizm kavramını terk etmeyi öneriyorlar. (80) Elbette, sosyalizm kavramı, sadece sözde “gerçek sosyalizmin” çöküşünün etkilerinden değil, aynı zamanda o neoliberalizmin sosyal yoksunluk politikalarının olağanüstü etkinliği ile yönetilen hem Avrupa ve hem de bazı Latin Amerika ülkelerindeki sözde “sosyalist” partilerin politik sahtekarlıklarından dolayı bugün itibarsızlaştırıldı. Bu nedenle, son zamanlarda komünizm kavramı, kapitalizme radikal alternatif bir ufuk olarak daha görünür oldu. (81) Hiçbiri otomatik olarak onun sonunu getirmese de kapitalizmin sonsuz eşitsizlik, adaletsizlik ve çelişkiler doğurduğu bilinmektedir, ama buna karşın resmen ve somut olarak toplumların yaşam koşullarını (82) kendi mantığının altına alıp çelişkilerini ve geçici sınırlarını kendi yeniden üretimine bir yakıt olarak eline alma kullanma olağanüstü yeteneğini gösterdi. Kuşkusuz tüm bunlara rağmen adaletsizlikler ve kolektif hazırlık her ülkede homojen olarak kabul edilmemektedir. Günümüz krizleri karşısında bazılarının daha büyük ekonomik tazminat kapasiteleri vardır. Bazı ülkeler diğerlerinden daha
Kesinlikle, devrim süreci ne olursa olsun, uzun vadede başka ülke ve kıtalara yayılmazsa, uluslararası kuşatma altında halkların devasa ekonomik fedakarlıklara katlanmasına rağmen kitlesel ivmesini yitirir ve sonunda ve kaçınılmaz olarak yok olur. Roza Luxemburg’un uyardığı gibi, her ne pahasına olursa olsun kendisini savunmak zorunda bırakılan Rus Devrimi, bunu karar mekanizmasını merkezileştirerek halkların devrimci yaratıcılığının özgür akışını feda ederek yaptı. (84) Böylece devrimci enerji yine kapitalist birikim mantığı altına alındı. Fakat eğer hiçbir şey yapılmazsa, tüm toplumsal enerjiler, tüm insan kapasiteleri ve bütün topluluk ya-
Devrimin mümkün olduğu kadar açık, saf, kahramanca, dünyevi ve başarılı olmasını istiyoruz, bunun için de zaten çalışılmalıdır, ancak tarihi olaylar bizi daha karmaşık, çapraşık ve riskli devrimlerle karşı karşıya bırakıyor. Gerçek olanı hayallerimize dönüştüremiyoruz, tam tersinden mümkün olduğu kadar yakınlaşmak için hayallerimizi ve umutlarımızı hayatın bize verdiği ve öğrettiklerine daldırıp zenginleştirerek gerçeğe uyarlamalıyız. da bazen bir gurup ülkede, ama asla küresel olarak tüm ülkelerde değil, genellikle kırılıyor. Ve bu genellikle “burjuva yapının uç uzantılarında” (83), küresel sermayenin daha yavaş ulaşıp birikim mantığının yarattığı çelişki ve dengesizlikleri tanzim ederek reaksiyon gösterebileceği alanlarda oluyor. Dünya düzeninin bu tarihsel kopuşlarının biçimleri çok çeşitlidir ve tekrarlanmamaktadır. Açlık, işsizlik, halkın harcama kapasitesinin daralması gibi ekonomik nedenlerle, sosyal yapının işleyiş sürecinin tıkanmasından ya da devlet krizi, savaş, baskı gibi yönetilen sınıfların ahlaki toleransını kıracak politik nedenlerle ortaya çıkabilir.
ratıcılığı devrimi başarmaya, sağlamlaştırmaya ve yaymaya ayrılmazsa o zaman milyonlarca insanın acısı hızlı bir şekilde sermaye birikiminde maddeleşir. Daha da kötüsü, bütün bunlar “gerçek bir dünya devrimi” diyerek boş spekülasyonlara gömülmüş, önlerindeki bir kahve bardağını kaldırmaya ancak yetecek etkinlikteki sosyal hainlerin suç ortağı bakışları ve derin düşünceleri altında gerçekleşecektir. Kişi hayatta çok şey yapmak isteyebilir ama hayatta bunların sadece bazılarını yapabiliriz. Devrimin mümkün olduğu kadar açık, saf, kahramanca, dünyevi ve başarılı olmasını istiyoruz, bunun için de zaten çalışılmalıdır, ancak tarihi olaylar
111 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
büyük toplumsal deney ve özerk kültürel kapasite biriktirmişlerdir. Bu nedenle, mücadeleler, direniş, sosyal girişimler ve devrimler, bazı ülkelerde olağandışı ve dağınık bir şekilde gerçekleşirken diğerlerinde gerçekleşmiyor ama süreç devam edecektir. Günümüze kadar, dünyanın bazı ideal reformcularının iyi niyetli dileklerle yazdığı değil gerçek ve olan tarih bize, bu çelişkilerin adaletsizliklerin ve hayal kırıklıklarının yoğunlaşmış bir şekilde verili bir an ve yerde şaşırtıcı ve olağanüstü bir şekilde patlayıp dünya kapitalizminin “en zayıf halkasında” devrimci bir olay doğurduğunu gösterdi. Bu halka bir ülkede ya
112 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
bizi daha karmaşık, çapraşık ve riskli devrimlerle karşı karşıya bırakıyor. Gerçek olanı hayallerimize dönüştüremiyoruz, tam tersinden mümkün olduğu kadar yakınlaşmak için hayallerimizi ve umutlarımızı hayatın bize verdiği ve öğrettiklerine daldırıp zenginleştirerek gerçeğe uyarlamalıyız. Kapitalizmin ortaya çıkarttığı adaletsizliklerin bazısı ya da hepsinin üstesinden gelinmesine, tasarlanmasına yarayacak bu kaçınılmaz, dağınık, devrimci sosyal patlamaların tarihsel dönemine bir ad bulmalıyız. Sivil toplum içinde devletin tekelci işlevini emmeye bu tür tarihi anlarda işçi sınıfını tetikleyip katabilmek için bunlara bir ad bulmalıyız. Maddi zenginliğe erişme yolu olarak değişim değeri mantığını bastırmaya yönelik girişimler yaratma anlarına ad bulmalıyız. Dünyevi sosyal ekonomik düzen yaratacak sosyal adalardan söz ettiğimiz için tam komünizm olmayan ama objektif olarak komünizm olacak bir ad bulmalıyız. Bunlar daha komünizm olmayan ama komünizme dayanak oluşturma amaçlı ulusal ya da bölgesel devrimlere dönüşecek parçalı mücadelelerdir. Kendi içinde kapitalizmin kendini taşıyan ama aynı zamanda onu pratik yollarla yerelde, ulusal ve bölgesel düzeyde inkar eden ekonomik ve politik mücadeleler “kapitalist toplumun kendisinden doğan” sosyal akışkanlıktır. Bu “ilk aşamaya” kapitalist ya da hiç komünist olmayan ama kapitalizm ve komünizm arasındaki açık ve güçlü mücadeleye, Marks’a göre geçici ama gerekli ayrıcı bir ad verebiliriz. Sosyalizm, komüniter sosyalizm, vs. Bununla birlikte, kapitalizme meydan okuyan devrimleri, ayaklanmaları ve isyanları, onu reforme etmek isteyenlerden nasıl ayırabiliriz? Bunları birbirinden ayıran bir çizgi aslında yoktur. Sovyet Devrimi kapitalizme karşı mücadelenin
reforma yönelik mücadele olarak başladığını gösterdi. Harekete geçiren sloganlar “Barış, Ekmek ve Toprak”(85) komünizm ya da sosyalizm demiyordu. 1917 Mayıs’ında Rus Ordusu Komutanı Brusilov, subaylarını kovan asker bölüğünü ziyaretinde sordu: “Ne istiyorsunuz?” ... “Toprak ve özgürlük!” diye bağırdılar. “Peki başka ne?” Yanıt basitti: “Hiçbir şey!!!” (86) Hatta “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganı bile demokratik bir slogandı. Halklar asla soyutlamalarla mücadele etmez ya da harekete geçmez. Yüzyıllar öncesinden günümüze halklar, ekmek, iş ve temel ihtiyaçlar, baskı, suistimal, tanınma, katılım v.b. onları etkileyen pratik şeyler için, öfkelendiren şeyler için bir araya gelirler, tartışır, zaman, emek verir, harekete geçer, mücadele ederler. Hepsi demokratik ihtiyaçlardır. Fakat tam da bu taleplerin veya kolektif eylem biçimlerinin fethi sırasında halklar kendileri eylemin özneleri haline gelirler yani proleter, köylü, plebyen, kalabalık kitleler, halklar vb. olurlar; ancak bunu yaparken de yapma yollarını yani meclisleri, konseyleri, sovyetleri ve komünleri inşa ederler. Bu deneylerden kalkarak, halk ayaklanmasının sosyal yapısından devlet iktidarı, mülkiyet sahipliği ve zenginliği yönetme yollarına kadar giderek radikalleşen öneriler getirilir. Bu kolektif eylemin yaratıcı potansiyeli “her grev, devrimin yılanbaşını gizler” (87) tümcesinde sembolleşir. Ancak bu, her grevden devrime hemen geçebileceğimiz anlamına gelmiyor. Lenin kendisi bizi bu deyişe karşı uyarır. (88) Ancak çelişkilerin istisnai yoğunlaşması gibi bazı durumlarda büyük hedefler ve büyük sınıf mücadeleleri, küçük ve nispeten basit kolektif taleplerden doğuyor. Figes’e göre, Haziran 1917’de, sadece Petrograd’da, yarım milyondan fazla işçi greve gitti: “Grevcilerin taleplerinin çoğu ekono-
ilişkilerinin karmaşıklığını göstermektedir. Bu nedenle sınıf içeriğinin katılaştığı anı belirlemek olanaksızdır. Sosyal ilişkilerin sıvılaştırılması olarak devrim, sosyal sınıfların yapısı ve hedeflerini karıştırır, birbiriyle örtüştürür, çatıştırır, yüzleştirir ve gruplandırır. Sosyal yapılardan bir tanesinin örgütlü talebi diğerlerinin kolektif çıkarını örter, devrimin bazı sosyal unsurlarını öne çıkararak diğerlerininkini içine alır. Sonuçta eylem yapılarının (sovyetler) kalitesi, Geçici Hükümet’in emekçi kitlelere karşı aldığı kararların yarattığı hayal kırıklarının ve egemen zihniyetin değiştirilmesine yönelik tüm çabaların, demokratik devrim ve sosyalist devrim arasındaki ilişkinin sonucu şudur: “... önceki arkaya geçer. Arkada olan öncekinin sorunlarını çözer, arkadaki öncekinin işini sağlamlaştırır. Mücadele ve sadece mücadele arkadakinin öncekinin önüne ne derece geçebileceğini belirler.” (97) Bu “yaratıcı kaosun” ortasında körü körüne ya da gelişmekte olan devrimin kalitesini tanımlamak için kavramsal iç güdülerle davranılamaz. Süre giden devrim sürecinin doğal yapısını açıklayan evrensel referanslar vardır: politik özne kurma yöntemi, kolektif eylem örgütleme yöntemi, eylemdeki topluluğun izdüşüm yöntemi. Birincisi sınıf içeriğini ya da eylemdeki politik özne olarak plebyen sınıfların birleşme yolunu belirler. İkinci durum kolektif eylem için karar almaya katılım ve demokratikleşme nasıl sağlanacaktır. Ve üçüncü durum kendi mücadele deneylerinden kalkarak halk, ihtiyaç ya da moral bir çare olarak kitle eyleminin hedef ve amacını belirler. Eğer ki kurulan özneler; işçi, maddi veya maddi olmayan bir şey üreticisi, yoksul, köylü toplum ve genel olarak sermaye birikiminin altında olan kitlelerse buradan kapitalizme karşı bir isyan doğma olasılığı vardır. “Canlı emek” sonsuz yöntemlerle politik bir özne
113 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
mikti. Enflasyon karşısında ücretlerinin yükseltilmesi ve gıda güvencesi istiyorlardı. Daha iyi çalışma koşulları (...) Ancak, 1917 bağlamında, devletin bütün yapısı ve kapitalizm yeniden tanımlanıyor, ekonomik talepler kaçınılmaz bir şekilde politikleşiyordu. Grevler ve enflasyon, daha yüksek fiyatlar daha yüksek ücretler kısır döngüsü birçok işçiyi pazarın devlet kontrolü talebine itti. İşçilerin çalışma alanlarını kontrol etme mücadelesi özellikle işverenlerin karlarını sabit tutmak için üretimi düşürmeleri onları giderek daha çok fabrikanın yönetimini devletin üstlenmesi talebine götürdü.” (89) Eski Leninist sınıf kavramları (devrimin “sosyal güçleri”), sınıf örgütlenmesi (“öznel koşul”) (90) ve sınıf hedefleri (“ekonomik-sosyal içerik” ya da “nesnel koşul”) Sovyet Devrimi’nin sosyal gelişim doğasını tanımlar ve sırası gelmişken, eylem sürecinde önceden tanımlanmamış olan da yeniden şekillendirilip tanımlanıyordu. Bu, hiçbir devrimin önceden belirlenmiş bir içeriği olmadığı anlamına gelir. İçerik ortaya çıkar ve kendini gösterir. İçerik düşman sosyal güçlerin gerçek konumuna göre değişir, çünkü yapısı sadece oluşmuş halktan öznelere değil aynı zamanda söz konusu egemen sınıfların eylemlerine de bağlıdır. (91) 1905 Devrimi’nin karakteri hakkında Bolşeviklerle Menşevikler arasındaki bütün tartışmalar; proletaryanın öncülük ettiği “burjuva devrim” üzerine karmaşık teorik yapılar; tarımda demokratik devrimi tamamlamayan “proletarya ve köylülüğün demokratik devrimci diktatörlüğü”(92); burjuvaziye iktidar sağlayan “proleter devrim”(93); proleter devrimin ilk aşaması(94); “sosyalizme doğru adım atan” (95) proleter devrim ya da “sosyalizme doğru adım atmadan” Cumhuriyet’i ve demokrasiyi ele geçirmenin imkânsızlığı; (96); bütün bunlar Ekim Devrimi ve bütün devrimlerin kaynar ve sıvı haldeki sosyal
114 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
olduğundan anti-kapitalist eylem potansiyeli vardır. Benzer şekilde, eğer kitle eylemlerinin örgütsel biçimleri temsili demokrasinin fosilleşmiş kabuğunu kırar ve ortak konular üzerinde karar almalarının yeni ve yaygın bir tam katılımın yolunu bulurlarsa, gelişen bir toplumsal devrim imkânı vardır. Eğer ki devrim halkların kendileriyle ilgili konularda kararlar alıp tartışmalara katılmalarını katlanarak arttırma mekanizmaları üretiyorsa ve dahası, eğer bu kararlar bireylerin ya da firma gelirlerini arttırmak için değil de toplumun tümünün evrensel çıkarları için kolektif olarak alınıyorsa, o zaman sosyalist bir eğilim vardır. Son olarak, toplumun maddi temelleri ve ekonomi alanlarında alınan kararlar, dünya düzeni olarak “değişim değeri” mantığı üzerinde çatlaklar açmaya ve tekrar tekrar yanıla düzele pratik önlemlerle “kullanım değerini” insanları şeylere (zenginlik) ve şeyler yoluyla insanları birbirlerine bağlamanın pratik ölçümlerini ortaya çıkarırsa, o zaman anti-kapitalizm hareket halindedir. Dolayısıyla, bu yüzden yeni toplumun tarihi olanaklarını ortaya çıkaran yapısal ayrışma hatları, kaynaşma halinde bir sınıf ve guruptur. (98)
Sosyalizm Üretim Araçlarının Devletleştirilmesi Değildir
Sovyet Devrimi, bir üretim biçimi ya da bir rejim olarak değil, devrimci devletin tüm harekette başat ve daha belirleyici bir rol oynadığı çelişkili ve yoğun bir mücadele alanı olarak sosyalizmin bu dramatik öğrenme sürecinde istisnai bir yere sahiptir. Ekim ayaklanmasından sonra devlet iktidarını ele geçiren Bolşeviklerin yaptığı ilk şey, büyük toprak sahiplerinin topraklarını millileştirmek, büyük arazileri küçük köylü parsellerine bölmek (99), bazı sanayi dallarını millileştirmek, tahılda
devlet tekeli kurmak ve bankaları millileştirmekti. (100) Bunlar, Bolşeviklerce ilan edilen ve sovyetlerde tartışılan tedbirlerin yerine getirilmesidir. Böylece, üretim araçlarına erişim demokratikleşirken, sanayi ve bankacılık alanlarında mülkiyet ve yönetim merkezileşti. Lenin millileştirmenin, ülkedeki diğer işletmelerin sosyal olarak eklemlenmesi (101) ve doğrudan işçiler tarafından yönetilmesi anlamına gelen üretimin toplumsallaşmasını temsil etmese de, burjuvazinin ekonomik gücünün bir kısmına el konulmasını ve bu gücün devlet yönetiminde yoğunlaşmasını sağladığının farkındaydı. 1918’de bezdirici iç savaşın, yabancı orduların kuşatmasının ve burjuvazinin ekonomik sabotajlarının ortasında, ama aynı zamanda bu yolla sosyalist tedbirlerin (102) yoğunlaşacağı kanaatiyle, “savaş komünizmi”ne geçildi. Troçki’ye göre: “... (savaş komünizmi) orijinal kavranışından daha geniş amaçlara yöneldi. Sovyet Hükümeti, bu düzenleme yöntemlerini doğrudan planlı dağıtım ve üretim ekonomisine dönüştürme çabalarına inandı. Başka bir deyişle, sistemi yıkamazsa bile, bu savaş komünizminin gerçek bir komünizmin kurulmasının aracı olduğuna gittikçe daha fazla inandı.” (103) Devlet kontrol sistemi altındaki kentlerde gıda tedarikini garanti altına almak amacıyla, köylü aileleri için zorunlu olan miktar sağlandıktan sonra, geriye kalan tüm tarımsal artık planlı dağıtım için istendi. Artığa el konulmasıyla, ticari olarak satılacak hiçbir şey kalmadı. Böylece ticari tarım ortadan kalktı, kırsal pazarlar yasaklandı; para bir değişim aracı olmaktan çıktı ve devlet kontrolünde takas (104) uygulandı. Köylülerin bu kamulaştırmaya karşı direnişini önlemek ve ilgili işi teşvik etmek amacıyla, devlet tarafından belirlenen topraklarda kolektif çiftliklerin kurulması teşvik edildi. Endüstriyel-kentsel alanda, dış kuşatmaya karşı güçlü bir iş di-
kamu görevlileri ile ilgilidir. Elbette, “X” işletmesinin, karşılıklı olarak birbirlerinin ürünlerine erişmek için “Y” işletmesine ne vermesi gerektiğinin “ölçülmesi” sırasında, devlet görevlisinin hesaplaması ve öznel kriteri, mübadele edilen kullanım değerinin büyüklüğünü belirler. Dolayısıyla, kullanım değerinin değişim değeri üzerindeki üstünlüğü, evrensel ölçütlere göre uygulanan evrensel bir kural olarak değil, kişisel ölçütlere göre uygulanan evrensel bir norm olarak işlev görmektedir. Yani, kullanım değeri burada temel olarak genel bir sosyal ilişki değil, öznel bir iradedir. Öyleyse, kullanım değeri, bir kararın, kişiselleşmiş bir iktidarın sonucu olarak mübadele edilebilir zenginliklerin ölçülmesinde değişim değerinin üzerine bindi-
Kullanım değerinin değişim değeri üzerindeki üstünlüğü, evrensel ölçütlere göre uygulanan evrensel bir kural olarak değil, kişisel ölçütlere göre uygulanan evrensel bir norm olarak işlev görmektedir. Yani, kullanım değeri burada temel olarak genel bir sosyal ilişki değil, öznel bir iradedir. uyguladığı bir önlemden bahsediyoruz. Böylesine cesur bir kararın gücünü ve sınırlarını ortaya koymak için onu daha yakından inceleyelim. Açıkçası bu karar, bir ölçüt olan ve diğer insanlar için yararlı olduğu düşünülen diğer emek ürünlerine (kullanım değeri) erişim aracı olarak görülen değer yasasını ve soyut emek-zamanını (değişim değeri) yerinden etme girişimini temsil etmektedir. Ancak -Marks’ın hayal ettiği gibi (107)- değişim değerinde bir ekonomik fazlalık oluşturmak yerine, ekonomi dışı zorla onu geçersiz kılma yolunu tuttu. Bu, genel ve evrensel kararların öznesi olan bir devletle değil, aksine, öznel bir “kullanım değeri” anlayışıyla, her an ve kişisel bir şekilde, değişim değeri mantığını ortadan kaldırmanın yolunu tanımlayan bazı
rilir. Bu mülkiyetin değil ama zenginliğin mübadele biçiminin yönetilmesinin özelleştirilmesidir. Sonuç olarak, değer yasasının “aşılması”, aslında, devletin idaresini üstlenen topluluğun “bir kısmının” kararlarıyla özelleştirilmiş, gittikçe özelleşen bir baskı oluşturmaktadır. Ve devlet gücünün yetkilendirmesiyle alınan bu kişisel kararlar, karar vericinin kişisel servetini arttırmaz (sahibinin değişim değerini arttıran değişim değeri) ve toplumun genel refah düzeyini arttırmak amacıyla uygulanır; karar alıcının ve bir grup devlet yöneticisinin biriktirdiği politik gücü arttırır. Bourdieucu (108) deyimle, “ekonomik sermayenin”, devlet bürokrasisinin elinde tuttuğu bir “siyasi sermaye” biçimine dönüştürülmesi ile karşı karşıyayız, yoksa modern kapitalizmin çekirdeğini oluş-
115 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
siplini sağlamak için sendikalar militarize edildi; devlet teşebbüsleri arasında ürünlerin alım satımına son verildi; hammaddelerin alım satımı hükümet tarafından yönetildi. Aynı zamanda, çeşitli kentlerde işçilerin küçük işletmelere el koyması ve ücretlerin herkes için adilce belirlenmesi teşvik edildi. (105) Ve özel mülkiyete doğrudan saldırı olarak, mülkün miras bırakılması yasaklandı. (106) Aslında devlet tarafından arazi ve iş sahipliğinin kamulaştırılması, pazarın ve hatta üreticiler ve şirketler arasında bir değişim aracı olarak paranın kısmen ortadan kaldırılması girişimlerine yol açtı. Burada sadece mülkiyetin büyük sahibi olarak değil aynı zamanda ürünlerin değişimi ve dolaşımının aracısı rolüyle ortay çıkan bir devletin
116 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
turan değer yasasının fiilen yok edilmesi ya da aşılması ile değil. Sonuçta, devlet kapitalizminin çeşitli türlerinde riske atılan budur. Bazı durumlarda amaç, piyasa kapitalizminin anarşisinin sosyal maliyetlerini azaltmak için özel sermayenin genişleyen yeniden üretiminin devletçe düzenlenmesidir. Diğer bazı durumlarda ise, Sovyet Rusyası’nda olduğu gibi, hızla ekonomik gücü (“ekonomik sermaye”) burjuvaziden almak ve onu “siyasi sermayeye” dönüştürmek ve bunu hemen ve aşamalı olarak demokratikleştirmek ya da değersizleştirmek gerekir ki nihayetinde “siyasi sermaye” birikimi sona erer. Tüm polemikler ve Leninist “devlet kapitalizmi” kavramı ve onun “sosyalizm” (109) ile olan ilişkisi, mülk sahibi sınıfların (köylülük dahil) sahip olduğu ekonomik gücü (ekonomik sermaye) devlet yöneticilerinin siyasal gücüne (siyasi sermaye) zorla dönüştürmenin politik zorluğuna ve bu sermayenin yok olmasının ve yönetimin fonksiyonlarından biri olarak toplumla yeniden bütünleşmesini sağlamanın yollarını ve her şeyden önce ittifaklarını aramaya indirgenebilir. Leninist terimlerle “Sosyalizm, tüm halkın hizmetine giren ve bu nedenle de kapitalist tekel olma vasfını yitiren kapitalist devlet tekeli olmaktan öte bir şey değildir.” (110) Ancak, bu büyük kamulaştırma ve toplum içinde kendisini sönümlendirmesi beklenen mülkiyetin ve ekonomi yönetiminin merkezileşmesi yönelimi, proletarya ve devleti kapitalistlere ve ayrıca kendi artı ürününü değerlendirmek için pazarı kullanan toprak sahibi köylülere karşı birleştirdi. Bu nedenle “hem devlet kapitalizmine hem de sosyalizme karşı savaşan küçük burjuvazi ve özel kapitalizmle” karşı karşıya geldi. (111) Üç yıl sonra, Sovyet Devrimi, işçiler ve köylüler arasında artan bir yarılmaya ve ağır sanayide 1913’e göre %20 oranında bir üretim azalmasına, lokomotiflerin
%75’inin kullanım dışı kalmasına, ticaretin yasaklanması üzerine kara borsanın türemesine ve en büyük şehirlerin nüfusunun %50 azalmasına neden olan bir ekonomik felaketle sonuçlandı. (112) Üç yıldan daha az bir sürede, enflasyon %10.000’e ulaştı; 1920’deki Gayri Safi Yurtiçi Hasıla, 1913’teki seviyesinin neredeyse %40’ına indi; aynı dönemde sanayi üretimi 1913’teki seviyenin %18’ine, verimlilik %23’üne ve tarımsal üretim %60’ına geriledi. Petrograd, gıda kaynakları bulmak için kırsal kesime giden sakinleri nedeniyle nüfusunun üçte ikisini kaybetti. Ama en kötüsü, piyasaya karşı alınan önlemlerin radikalleşmesine rağmen, servetin bir ölçüsü olarak para ve değişim değerinin kullanılması, yani kapitalist ilişkiler aslında değiştirilememişti. Neticede Lenin, “savaş komünizmi”ni (ekonomide sosyalist ilişkilerin inşasını hızlandırmak isteyen) sonuçlarını değerlendirirken, bu girişimin başarısızlığını ve “mevcut kapitalist ilişkilerin alanı içinde” kalmanın kaçınılmaz olduğunu itiraf eder. (113) Askeri stratejinin “mevzi savaşı” ve “manevra savaşı” kategorilerini toplumsal mücadele alanında kullanan Gramsci’den daha da ileri giderek, komünist üretime ve dağıtıma hemen adım atma iddiasındaki hatayı şöyle tarif eder: “1921 yılının baharında “doğrudan saldırı” yoluyla üretim ve dağıtımın sosyalist prensiplerini uygulama çabamızın yenilgiye uğradığı açıklık kazandı. ... Politik durum ... bize gösterdi ki ... “doğrudan saldırı” taktiğinden “kuşatma” taktiğine geçmek ... kaçınılmazdır.” Ancak bu “doğrudan saldırı” ne anlama geliyordu? Büyük sanayi işletmelerine ve tarımsal artı üretime el koyma, devlet zoruyla piyasanın ortadan kaldırılması ve maaşların eşitlenmesi. “Devlet üretimi ve devlet dağıtımını getirerek, öncekinden farklı bir üretim ve dağıtım sistemi yarattığımızı var saydık ama yanıldık.” der Lenin
birdir. Tüm bunlara rağmen, soyut çalışma süresinin hesaplanması, hammadde, makine vb. ithalat ve ihracatıyla, iç ve dış pazarda malların mübadelesini düzenlemeye devam etmektedir. Fabrikanın sahibi ve yöneticisi kapı dışarı edilebilir ve işçiler, üretim sürecinde karar vermeyi meclislerinde tartışabilirler; bu kesinlikle proleter bilinçte büyük bir devrimci adım olur, çünkü işçilerin, üretim faaliyetinin nasıl yapılacağını sadece mal sahiplerinin ve yöneticilerin “bildiğine” dair inancını sorgular. Ancak sonra, hammaddelere erişmek, borçları ödemek ve diğer fabrikalarda ve tarımda üretilen şeylerle beslenen ve onları tüketen işçilerin maaşlarını garanti etmek için ürünlerin ticarileştirilmesi gerekir. Bu bizi, değişim değerinin; fabrikalar, tedarikçiler ve işyerlerinde iktidarı ele geçiren işçiler arasındaki ürün mübadelesinin ölçümü olarak soyut kapitalist çalışma zamanının ölçümüne dönmeye zorlar. Bankalar, mülkiyeti ve iktidarı bankacıların ellerinden almak için kamulaştırılabilir; ama para, insanların günlük yaşamlarında, alışverişlerinde ve ekonomik hayatlarında davranışlarını ve düşüncelerini yönlendiren soyut emek zamanının genel eşdeğeri olmaya devam eder. Devlet iktidarının zora dayalı müdahalesi, soyut emek zamanı olan parayı ortadan kaldırarak ürünlerin piyasaya sunulmadan bir fabrikadan diğerine mübadelesini sağlayabilir; ayrıca, ihtiyaçlar prensibinden hareketle, endüstriyel ve tarımsal ürünlerin mübadelesini düzenleyebilir; maaşların yerine aile geliri tahsisini getirebilir. Bütün bunlarla birlikte, kapitalizmin kurucu mantığı olan değer yasasının görünüşte iptal edilmesi söz konusudur. Şiddet tekeliyle desteklenen devlet yöneticileri, para, pazar ve değişim değerini ortadan kaldırmakta ve bunu meşrulaştırmaktadır. Ancak, bu değer yasası ve piyasanın sadece görünüşte yok
117 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
ve sonunda varılan nokta yeni “kapitalist ilişkilerdir.” 1921 yılında, bu düzenlemelerden geri dönerken Lenin’in özeleştirisi özlü ve açıktı: Bütün devletleştirmelere, para ve piyasaların kaldırılmasına rağmen kapitalizm sürdü ve “Gerçek o ki, Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ifadesi Sovyet iktidarının sosyalizme geçişini gerçekleştirme iradesini temsil etse de, yeni ekonomik formlar hiç bir şekilde sosyalist kabul edilemez.” (114) Bu Leninist düşünce, son yüz yıllın sol hareketinin programatik imgelemini değerlendirirken belirleyicidir. 1921 yılına kadar, solcular için -muhtemelen Lenin için de- üretim araçlarının kamulaştırılması, sosyalizmi kapitalizmden ayıran temel tedbirdi. Dolayısıyla, bunu programında ana görev olarak görmeyen herhangi bir sosyalist ya da komünist siyasi parti yoktu: Endüstrinin, bankacılığın, dış ticaretin vd. millileştirilmesi. Ancak, Lenin’in sürmekte olan devrimin tecrübesinden çıkardığı sonuç; ne kadar millileştirme yapılırsa yapılsın, bu yeni bir “üretim ve dağıtım sistemi” oluşturmak anlamına gelmez. Dahası, bu millileştirmeler, “mevcut kapitalist ilişkiler” içinde gelişimini sürdürmeye devam etmektedir. Elbette kamulaştırma mülk sahibi sınıfların fabrika, para ve maddi mallarının mülkiyetini bir araya getirerek tekelleştirir. Bu kaynakları kamulaştırmak suretiyle devlet, eski mülk sahibi sınıfların maddi zeminini ortadan kaldırır. Böylece sadece kaynak, para ve tasarruflarını kaybetmekle kalmayıp, aynı zamanda karar verme gücü, toplumsal nüfuz ve muhtemelen siyasi güçlerini de kaybederler. Bu, eski burjuvaziyi bir sınıf olarak zayıflatır ve onun demografik ve istatistiksel varlığını ortadan kaldırır. (115) Politik olarak, egemen burjuvazilerin iktidarının altını oyan ve ayaklanan sınıfların kendi iktidarlarını ve tarihsel inisiyatiflerini sağlamlaştırmaları için onlara eylem alanı açan bir ted-
118 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
edilmesidir. Görünüştedir çünkü onun yerine yeni bir ekonomik ilişki getirilmemekte sadece ekonomi-dışı bir kısıtlamayla engellenmektedir. Siyasi ilişkinin ekonomik ilişkinin yerine geçmesinin yanı sıra, onu sınırlayan, sadece bir ülkede uygulanıp, üretim ve mübadelelerini değişim değeri yasasına göre düzenlemeye devam eden diğer ülkelerle ilişkisinde uygulanmıyor olduğu gerçeğidir. Ve söz konusu ülke içinde bile siyasi ilişki, ancak siyasi iktidarın devlet görevlilerinin eline geçtiği ve bunların ayaklanan köylüler tarafından kovulmadığı ve öldürülmediği durumlarda etkili olur. (116) Daha da ötesi, devlet bürokrasisi toplumsal yaşamın her alanında mevcut olamayacağından, insanların beyinlerinde mevcut olan -kişisel ve ailevi ekonomik alışkanlıklarından kaynaklı- şeylerin ekonomik mantığı kendini açığa çıkarıverir; devletin kriterlerini empoze ettiği kamusal ve yasal alanları, gizli gerçek ekonomik ilişkiler deniziyle kuşatılmış dağınık adacıklara çevirir. Bu yüzden karaborsa, kırsal topluluklarda ve mahallelerde, sadece tarımsal ürünlerin değil, endüstriyel hammaddelerin değişimi için de ortaya çıkar (117) ve devlet aygıtına yakın olanların bu süreçte ayrıcalıklar elde ettiği görülür. (118) Pipes’a göre, şehirlerdeki 21 milyon yiyecek karnesinden sadece 12 milyonunun nüfus içinde karşılığı vardır, kalan kısmı (9 milyon kişi) daha yüksek tüketim mallarına erişebiliyordu. Ayrıca, karaborsada bulunan ürünlerin büyük bir kısmı devletin halka ücretsiz dağıtması gereken ürünlerdi. Takas, değişim değerinin gayri resmi, genelleşmiş ve gizli ölçüsüne dönüşür. İşletmeler, birisi devlet idaresi için ve diğeri şirketlerin gerçek sürdürülebilirliğini sağlamak için iki farklı muhasebe beyanı bildirmeye başlar. Ve üretimin küreselleşmesiyle giderek artan, diğer ülkelerle ürün değişiminin (hammaddeler, teknoloji, makineler, ye-
dek parçalar, işlenmiş ürünler, giyim eşyaları, gıda vs.) parayla, pazarın kuralları uyarınca ve değişim değeri yasasının kurallarıyla yapılmak zorunda olduğundan, ulusal olmayan bir ekonomik güç, ailelerin ve şirketlerin devrimci kontrol altında tutulması için baskı oluşturur. Bu, aile ekonomileri ve kamu işletmeleri için, bir çeşit sosyal şizofreni ile birlikte yürüyen, ürün kaçakçılığının başlangıcıdır. Bir yanda devletçe düzenlenen ve kontrol edilen faaliyetlerdeki kullanım değeri mantığı; öte yandan yeraltındaki ve günlük faaliyetlerdeki, ülke içi ve ülke dışı alışverişteki değişim değeri mantığı. Lenin, savaş komünizminin uygulanmasındaki başarısızlıktan söz ederken buna değinir: “O zaman ön planda tuttuğumuz örgütsel ve ekonomik çalışmayı tek bir açıdan değerlendirdik. Eski ekonominin sosyalist ekonomiye adapte edileceği bir ön hazırlık dönemi olmadan doğrudan sosyalizme geçebileceğimizi varsaydık. Devlet üretimini ve devlet dağıtımını başlatarak, bir önceki üretim sisteminden farklı olan bir ekonomik üretim ve dağıtım sistemini kurduğumuzu varsaydık. [...] Bunu Mart ve Nisan 1918’de söyledik; ama ekonomimizin piyasaya ve ticarete karşı ne şekilde dayanacağını kendimize sormadık.” (119) Özetle, önceki varoluşunun ile zorunlu ve gerekli alışverişlerin gerçekleştirildiği dış dünyadaki varlığının tarihsel gücüyle soyut emeğin ekonomik mantığı politik baskıya kendisini zorla dayatır. Ve uzun dönemde yerini alacak yeni bir ekonomik ilişki olmamasına karşın görünüşte kapitalizm askıya alınmıştır. Ortada sadece ne kadar zayıfsa o kadar baskı gerektiren, ne kadar gereksizse o kadar bürokratik uyanıklık isteyen, (120) dayatılmış bir siyasi irade vardır. Küçük bir siyasi elit ise ne kadar adaletsiz olurlarsa o kadar ayrıcalık elde ettiklerini itiraf ederler. Buna bir de devletin yönettiği ilkel yaşam koşullarının eski iktidarın kurduklarından daha düşük
militerleşmesi” ve “zorunlu emek” gerçekte Marksizm’in arkasına gizlenmiş kölelik ilişkilerinin yeniden doğması eğilimidir. (123) 20. yüzyılda solun inandığının aksine büyük üretim araçlarının, bankaların ve ticaretin, millileştirilmesi sosyalizm bir yana, ne yeni bir üretim biçimi ne de yeni bir ekonomik kurumlar oluşturur, çünkü bu üretimin sosyalleştirilmesi değildir. Bunun için üretimde ve sosyal ilişkilerde başka tür bir ekonomik ilişki gerekir. Bu devletin zorla girmesinden çok farklıdır. Başka bir değişle 20. yüzyıl başarısız solunun saplantılarından biri “devlet mülkiyeti sosyalizm ile eş anlamlıdır” demek yanlıştır ve bir hiledir. Bugün bile rahat kahvelerde oturmuş cappuccinonun köpüklü sütü içinde korkunç devrimler planlayıp ilerici hükümetlerden sosyalizmi kurmak için daha çok devletleştirme isteyen gevşek solculuk var. Gerçekte Sovyet Devrimi radikal konumun bir hayal olduğunu kanıtladı. Devletleştirmeler, doğru, burjuvazinin gücünün altını kazar ama bu üretimde kapitalist ilişkilerin hakimiyeti çerçevesindedir. Devletleştirme devrimci güçlerinin yaratıcılığı için daha büyük politik kapasitesi koşulları yaratır, doğru, ama sosyal emek ürünlerinin ticaretinde ve değiş tokuşunda değişim değeri mantığını değiştirmiyor. Devletleştirme ve sosyalizm üzerine istendiği kadar kararlar çıkarılsın bir şey fark etmez. Yeni bir toplum koşulları yaratacak şeyler ulusal düzeyde tüm toplumun ortak konularını yönetebilecek plebyen sınıflarla ittifak politikalarıdır. Üretim merkezlerindeki işçi kurumlarının yeni gönüllü biçimlerine yönelik dürtüyü ve diğer üretim merkezleri ile eklemlenmeyi arttırmaktır. Bu kolektif süreçleri destekleyecek devlet kurumlarının sürekli demokratlaşması, hayatın en temel koşullarını garanti eden ekonomik bir istikrar ama daha önemlisi kolektif öğrenmeye
119 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
olduğunu eklersek, günlük alışkanlıklarında eski ekonomik pazar, ücret ve birikimin ekonomik mantığını yeniden inşa etmek isteyen vatandaşların aklına geçmişin bütün bu gücü gelir. Elbette, sosyalizm asla yoksulluğun sosyalleşmesi ya da demokratikleşmesi olamaz çünkü temelde o maddi zenginliğin giderek daha çok sosyalleşmesidir. İçerden görüldüğü gibi, ekonomik olmayan devlet baskısı, evrenselleştirilebilir bir sistemi de uygulamıyor. Piyasanın yerini alan firmalar arasındaki ticareti bir firmanın teslim ettiği ürün karşısında hangi ürünü alması gerektiğinin kriterini oradaki memurun sübjektif özel beğenisi belirliyor. Aynı şekilde, tarımsal fazlalıklardan talepte, varsayılan ortalama tüketim koşulları uygulanır; ücretlerin ortalama aile tüketimiyle yer değiştirilmesinde ne harcanan emeğin cinsi (el emeği, entelektüel emek, yoğun çalışma, sağlıksız çalışma koşulları v.s.) ne de toplumsal olarak belirlenmiş ihtiyaçlara göre yapılır. Devlet para ve değişim değerini yerine getirmek için “gerekli” miktarlarda değişim yapma sorumluluğunu üstlenerek istismar ve gasp etmekle kalmaz hatta bizzat kendisinin belirlediği işçi ve köylünün asgari geçimlerine el koyar (121) ve bununla da kalmaz toplumda devlet yönetimindeki bir “kesimi” toplumun bütünü gibi ele alır. Bu nedenle karar alan “kısım” özel bir kısım olmasına rağmen genel haline gelir. Bunu yaparak da kapitalizmin politik mantığı tekrar ama bu kez üretim araçlarının mülkiyeti anlamında değil üretim araçlarının ve yoğunlaştırılmış politik gücün yönetiminin tekeli anlamında kurulmuştur. Marksist terimlerle, devlet “egemen toprak sahibi” gibi davrandığında ona “egemen girişimci”, “özel ekonomik araçlarla” “artı değer” sömüren diyebiliriz yani adı üstünde bir çeşit kölelik ve “kişisel özgürlüğün kaybı” demektir. (122) “Emeğin
120 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
zaman ve devrimin diğer ülkelere yayılması. Dahası sosyalizm bir çelişkili mücadele, ittifak ve öğrenme sürecidir. Devrimci Rusya’da devletleştirme sosyalizmin inşasına bir eş kelime değildir, ama emekçi toplumların yaratıcılığına yardım eden koşulları yaratmanın geçici ve esnek koşullarının yolu olarak “savaş komünizminin” ve sözde Yeni Ekonomik Politika’nın (NEP) uygulanışının yanlışlarının yerini alması için yapılan eylem ve tartışmalardan ortaya çıktı. Lenin’e göre de “sosyalizme bütün bakışımızı radikal bir şekilde değiştirmeye zorladı.” (124)
man olmayan herkese verilen, düşük ücretle çalışmak istemezler. Üretim merkezlerinin felç olması Bolşevikleri, tek ücret sistemi uygulamalarında düzenleme yapmaya ve üretim sürecini garantiye almak için uzmanlara daha yüksek ücret ödemeye zorlar. Aşağıya çekmek şöyle durusun, bunlar, gelir eşitleme komünist idealinin zorlanamayacağı ve birdenbire uygulanamayacağını açıkça gösterir. Bolşeviklerin maddi üretimin devamlılığını güvence altına almak için uygulamak zorunda kaldıkları ücret farklılaştırılmasının yeniden uygulanması,
Maddi temelin toplumun diğer kesimlerini etkilediğini söyleyen Marksizm’in temel kuralı, değişimin motoru olarak politik eylem ve isteği büyütebilen devrimciler tarafından her zaman dikkate alınmaz. Devrimci Devamlılığın Maddi Temeli: Ekonomi
NEP “savaş komünizmi” tarafından yapılan görünürdeki sosyalizasyonun, aslında komünizmle bir ilgisi olmayan mekanizmalarını ortadan kaldırır; sosyalizmin kesin kurucusu devrimci devletin aşırı büyümesini sorgular ve halkın refahından başlayarak, bir kez iktidar alındıktan sonra sosyalizmin kuruluşunun temel mücadelesi ekonomiyi ve ekonomik ilişkileri düzenler. (125) Daha 1918’de ücret sistemi, “iş ilişkilerine uygun sınıflandırmalara göre” uzman ücretleri farklılaştırılarak düzenlenmişti. Devlet mülkiyetindeki fabrikalarda ve kurumlarda yönetim ve teknik görevlerin özel bilgi gerektirdiğini pratik gösterir. Devlet mülkiyetli fabrikalar ve kurumlardaki teknik ve yönetim görevleri özel bilgi ister ve endüstriyi başlatmak için gerekli olan bu yeteneklere sahip olanlar hem işçi sınıfından değildirler, hem de devletin verdiği, uzman ya da uz-
ilk kavramsal “darbe”dir; böylece uzun dönemde devrimci kapasiteyle maddi üretimin düzenlenmesinin devamlılığı sağlanır. Büyük üretim araçlarının sahibi sınıfların iktidarlarını zayıflatmak için mallarına el konulması bir kenara bırakılırsa, devrim egemenlik rolünü, çalışan sınıfların yaşam koşullarını kötüleştirmek değil, iyileştirme yeteneğini geliştirdiğinde gösterebilir. Maddi temelin toplumun diğer kesimlerini etkilediğini söyleyen Marksizm’in temel kuralı, değişimin motoru olarak politik eylem ve isteği büyütebilen devrimciler tarafından her zaman dikkate alınmaz. Sonuncusu kolektif kimliği, eylemlerin yürütümünü, umutları bileştirmeyi ve hızlandırmayı inşa eden dinamik faktörlerken; bir maddi temel içinden rastlantısal olarak ortaya çıkarlar… Maddi temel olmaksızın harekete geçecek devrimci potansiyelleri olmaz ve bu yüzden lafta kalırlar. NEP sosyalizmin kuruluşu hakkında pek çok hayali erken yapısal kavramları
mek için ürünlerin maliyet ve verimlilik hesaplamalarına zorladı; çünkü zaten devlet kredisi alabilmek için verimliliğe bağlı olmak zorunluluğu vardı. Devlet mülkiyetindeki işletmelerde sübvansiyonlar yok oldu ve böylece de bu tür sübvansiyonlu devlet yönetimlerinde geçici yeniden dağıtım ilkesi olan özelliğin sürekli bir ekonomik yönetim modeli olarak kabul edilmesinin yol açtığı teknik ve üretken durgunluk da sonlandı. 1922’de çıkarılan kararname tüm zorunlu işe alma biçimlerini yasakladı ve iş gücüne alınıp çıkarılmayı normal düzenli ilkelere bağladı. Daha 1921’de ücretler üretkenliğe bağlıydı. Sendikalar yine işçi ve işveren yönetimi arasında çalışma koşullarını belirlemenin aracı yapıları olarak kalırken zorunlu asgari ücret oluşturma zorunluluğu konmuştu. 1922’de yeni kontratlı ilişkilerde demiryolu endüstrisinde işçilerin %40’ı işten çıkarılırken; tekstil endüstrisinde 1000 dokuma tezgahında çalışan işçi sayısı “savaş komünizmindeki” 30’dan 14’e düştü. O zamandan (sonra) sendika üyeliği isteğe bağlı olup, sendikalara devlet sübvansiyonları kaldırılmış ve sosyal güvence denetiminden çıkarılmış devlet isteğine bırakılmıştı. Kentlerde ve kırlarda özel ticaret mekanizması geri gelirken özel kişilerin para idaresi üzerindeki kısıtlamalar kadar ve kooperatif ve belediye bankalarında ortaya çıkmaya başlayan banka tasarruflarına el konulma riski kaldırıldı. Ulusal ekonomiyi düzenlemek için bir devlet bankası ve vatandaşların tasarruflarını yatırmaları için sayısız devlet tasarruf bankaları kuruldu. Bunlara uygun olarak da ticaret hatta yüksek ücretlere yeni vergi oranları getirildi. Toparlanırsa, NEP, Lenin’in işaret ettiği gibi, “savaş komünizmi”nin kabul ettiği radikal tedbirlere rağmen var olmaya devam eden pazar ekonomisi ve kapitalist ekonominin kurallarını yeniden düzenler.
121 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
yok eder, sosyalizmin gerçekte ne olduğunun anlaşılmasına yardım eder ve süre giden devrimin koyması gereken önceliklere açıklık kazandırır. 1921’den beri köylü ailelerin tahıllarına el konulması mal vergisiyle yer değiştirdi, üretim fazlasını tarımsal ticarete açtı. (126) Ve devrimin ilk yıllarında yaratılan kolektif çiftlikler (Solhoz) devlete kira ödemek koşuluyla kiralanmaya başlandı. Eski kır topluluğunun (mir) periyodik toprak dağıtımı düzenlemesi, fakat aynı zamanda toprakta kalmak, kiralamak ve tarım işçisi kiralamak garanti altına alındı. Köylülere daha fazla istikrar sağlamak için, toprak devlete ait olsa da, sınırsız kullanım hakkı, üretim fazlasını pazara sunma hakkı da garantilendi. (127) Bunu tamamlamak için kır ekonomisine destek olarak temel maddeleri sağlayan endüstrilerle bağlı olan küçük özel endüstrilerin kulmasını yüreklendirici bir dizi önlem alındı. Yirmiden az işçi çalıştıran endüstriler millileştirmenin dışında tutuldu ve durgunluktan korumak için devletin küçük ve orta boylu işletmelerinin kiralanmasına izin verildi. Büyük devlet endüstrilerine gelince de bunların diğer endüstrilerle ticareti devlet bürokrasinin dışına alındı ama her birinin direkt finansal ve maddi kaynakları vardı. E.H. Carr’a göre, 1923’e gelindiğinde endüstrinin %85’i özel mülkiyetli oldu ama endüstride çalışan işçilerin %84’ü büyük devlet işletmelerinde çalışıyordu. Herkese aynı ücret ve her devlet işletmesinin kendi kaynakları ile çalışma zorunluluğu kalkınca işletme yönetimlerinde ticari ilkeler yeniden kuruldu ve bu da bilançolarda işçiye ödenen paranın ücret olarak düşünülmesine yol açıp, değişim değeri yasası konu oldu. O zamandan beri her devlet ve özel işletme yakıt dahil temel maddelerini resmi olarak pazardan karşılamaya ve üretmeye başladı. Bu da onları üretimi sürdürebil-
122 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Yeni temellerde, taleplerin karşılanması ve tarım üretiminde ticaretin yeniden düzenlenmesiyle kentlerdeki işçiler ve kırlar arasındaki politik ilişkiler yeni düzene sokulur. Toplumsal çoğunluğa veya köylülüğe karşı hiçbir devlet zorla var olmaya devam edemez. Kısaca, bu sadece köylülerin değil işçilerin de devrimci devlete karşı ayaklanmasına neden olur. Ve bu açık bir çelişkidir, çünkü yeni bir “azınlık”, şimdilik “devrimci”, daha önceki burjuvazi halkın çoğunluğuna kendi isteklerini zorlamaktadır. Yaygın yoksulluğun ve kırsal alanlarda kötü davranmanın sonucu olarak, devrimci Rusya’da olmaya başlayan tamamen budur. Hatta hükümete sadık askerlerin ona karşı ayaklandığı ve büyük kentlerin grevlerle ve hatta bazılarının serbest pazara geri dönüş isteğiyle eyleme geçen işçilerle kuşatıldığı anlar yaşandı. (128) Bu durumda gerçekte bir sosyalist devrimin gerçek ufku ve amacı olan toplumda devlet iktidarının herhangi bir şekilde çözülme olasılığı politik, ekonomik ve demografik olarak imkansız hale gelir. Yeni ekonomik ilişkiler yapısı olarak sosyalizm, bir devlet buyurması veya yönetim kararıyla olamaz; her şeyden önce zenginliğin üretim ve yönetiminin yeni yollarının deneylerini kendi ellerinde tutan çalışan sınıfların yaratıcı ve gönüllü çalışmasıyla olmalıdır. Gerçekte, üreticiler ve firmalar arasındaki pazar ilişkisinin yeniden kurulması, hem gerçek ekonomik yaşamda hem de insanların kafasında yaşamaya devam eden şeye yasal bir temel zemin sağlar. “Savaş komünizmi” yıllarında hükümet yetkililerinin yaptığı şey el feneriyle karanlıkta yürümek gibiydi. Işık yanarken devlet denetimi sürdü ama bu ışığın ulaşamadığı sonsuz alanlarda gizlice ve kanunsuzca süren pazar ilişkileri halkın ekonomik gerçekliğini düzenlemeye devam ederek politik/zora dayalı
kısa dönemli diğer ekonomik ilişkilerle pazar koşullarının üstesinden gelme olasılığı -değişim değeri yasası ile- imkansız hale geldi. Bunun ancak uzun yeni üretim biçimlerinin yaratılmasıyla ve dünya çapında ilişkili olan kültürel devrimle (129) yükselebileceği Lenin’in düşüncelerine yansır. Öte yandan, karlılığın devletçe konulmuş kurallarla inşası devlet işletmelerinin verimli çalışmasını sağlar, millileştirmenin doğrudan yararı olarak onu topluma yönlendirir, yani tüm toplumun yaratılan zenginliğe ortak olmasına izin verir. Bununla birlikte, bu millileştirme stratejisinin iki bozulması vardır. Birincisi, bu kuruluşlar tarafından yaratılan ekonomik kazançlar ücretler, ikramiyeler, karın yeniden dağıtımı, iş garantisi olarak yalnızca bünyesinde çalışanlara gider. Bu durumda, millileştirilen şirketlerin mülkiyeti değişir fakat sonuçta toplumun sadece bir “kesimi” yararlanmaya devam eder, yani bütün toplumun ortak malı olması gereken mülkiyet bu firmalarda çalışanların özel mülkiyeti haline gelir. Bu “de facto” millileştirme özel mülkiyetin, sosyal zenginliğin ve üretim araçlarının sosyalleşmesinin önünü tıkayan, bulanık bir durumdur. Millileştirmenin bu bozulması, sadece devlet işletmelerindeki işçilerin halk işletmeleri olarak meydana getirilen kaynaklara özel mülkiyet olarak el koymasıyla değil, aynı zamanda diğer çalışma alanlarında yaratılan zenginliğin, toplumun geri kalanının kaynaklarının devletin sürekli sübvansiyonlarıyla emilmesi ve elde edilmesiyle de daha ileri dereceye gidebilir. Millileştirmenin ikinci bozulması, şirket yöneticilerinin, yönetimdeki diğer görevlilerin, kendi pozisyonlarını, yönetimdeki tekellerini işçi kolektiflerinin kararlarının yerine geçirmeleridir. Bu işçilerin politik iktidarına el konularak bürokratik politik iktidarın yoğunlaşmasıdır.
şılanması ve böylece devrimci sürecin devamının garantilenmesidir. Halkın ekonomik koşullarını geliştirilmesine verilen önem o kadar büyüktü ki Lenin, yoksa Sovyet iktidarı yaşamaz diyerek, neredeyse komünistleri ekonomiyi yönetmeyi öğrenmeye mahkum etti. (133) Gerçekte, Sovyet işçilerinin ücretleri 1913’e göre %10 düştü, uzun ekmek kuyrukları ve bu yıllardaki genel kıtlığı bastırabilmek için geçici olarak köylü olmaya zorlanan işçilerin göçebeliği sadece Soyvet Hükümeti ve halkın geniş kesimleri arasında büyüyen ayrışmaya değil, aynı zamanda daha önce kalesi olan kentlerde bile sıkıyönetime zorlayacak kadar Bolşevik iktidarının devamını riske sokan işçi ve köylü ayaklanmalarına yol açtı. Kronstadt Kalesi’ne saldırı (134), ekonomik kriz ve “savaş komünizmi” ile politik özgürlüklerde kısıtlamalar ve ekonomik krizin yol açtığı halk kesimleri arasındaki güçler dengesinin risklerine bir somut örnektir. Bu nedenle, siyasi iktidara henüz el koymuş olan devrimin bu yeni konağında, ekonomik istikrar, ekonomik büyüme ve dünya devrimi onun alın yazısıydı: “Okyanusta bir damla olduğumuz halk denizinde, halkın bilincinin ne olduğunu doğru olarak dile getirebildiğimizde onu yönetebiliriz. Bunu yapamadıkça Komünist Partisi proletaryaya, proletarya kitlelere liderlik yapamayacak ve bütün mekanizma çökecektir. Halkların, çalışan halkların bugün istediği, korkunç açlık ve ihtiyaç duydukları şeylerin tatmininden başka bir şey değildir. Köylüler ihtiyaçlarının onların alışık olduğu gibi iyileştirildiğinin gösterilmesini istiyorlar. Köylüler pazar ve ticarete alışkınlar ve biliyorlar. Doğrudan komünist dağıtımı uygulayamadık. Bunun için ekipman ve fabrikalarımız yoktu. Durum böyle olunca, köylülere ticaret ortamı yoluyla ihtiyaçlarını karşılamalarını sağlamalıyız ve bunu kapitalistlerin yaptığı kadar da iyi yapmalıyız yoksa halklar böyle bir yöneti-
123 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
Bu kişisel güçlere ve çıkarlara zamanla bir grup resmi görevlinin çöreklenmesi ve kurumlaşması durumunda, devlet içinde burjuvazinin şekillenmesine şahit oluyoruz. (130) Daha sonra solun az tartıştığı konu, Sovyet Hükümeti’nin aldığı büyük önemdeki petrol, madencilik, ağaç kesme ve diğer belli sektörlerde (131) yabancı şirketlere imtiyaz kararıdır. Bu başlık altındaki tartışmayı başta NEP’ten geri çekilme olarak düşünülen ama gerçekte modern sosyalizm inşasının stratejik yolundaki kolektif eylem adımının tanımını özetlediği için ele alıyoruz. Bu imtiyazlar nelerdi? Devrimci devlet kaynaklarının yetmediği yerlerde belli ekonomik faaliyetleri geliştirme hakkının yabancı temsilcilere verilmesidir. İmtiyaz sahipleri teknoloji, endüstri, alt yapı, yol vb. yatırımlar yaptılar ve karşılık olarak üretimin bir kısmını aldılar. Diğer parça ise gerektiğinde satmak veya kullanmak için devletin elinde kaldı. İmtiyaz sahiplerine teminat olarak riskin tamamıyla karşılanması ve yatırılan teknolojinin yenilenmesi için uzun imtiyaz dönemleri garantisi verildi ve kararlaştırılan bir zaman dilimi sonrasında bu yatırımlar devlete devredildi. SSCB, imtiyaz sahiplerinin şirkete yatırdıkları değerlerin “millileştirme, el konulma, geri istenmeyeceğini” garanti etti. (132) Bu anlamda, gerekçeler açıktı: bütün halkın elektriklendirilmesi gibi sosyal planları gerçekleştirmek için teknoloji satın alacak paraya ihtiyaç; bütün bölgeyi birbirine kaynaştırıcı alt yapı yaratmak için finansal kaynak ihtiyacı; büyük devlet endüstrisi kurmak için kaynak ve teknoloji ihtiyacı; yeni işlere başlamak için know how. Devrimci devlet bütün bunlar için gerekli teknolojik bilgi ve kaynaklara sahip değildi; bunların elde edilmesi yalnızca büyümenin sağlanması değil, aynı zamanda halkın temel ihtiyaçlarının kar-
124 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
me hoşgörü göstermeyeceklerdir. Sorunu çözmenin anahtarı budur.” (135) Onu tartışmalarda kamulaştırmalara zarar verecek kadar kapitalistlere çok imtiyaz verme konusunda eleştiren aşırı sol sapmaya karşı Lenin şunları ileri sürer: işçi sınıfının ellerindeki devlet iktidarı koşullarında sanayi ve tarımdaki gelişmelere odaklanmak -hatta kooperatifler olmaksızın veya mevcut kapitalizmi doğrudan devlet kapitalizmine dönüştürmeksizin- sosyalizmin kuruluşuna odaklanmak kesinlikle “saf komünizm” üzerine gevezelik yapmaktan çok daha yararlı olacaktır. (136) Elbette! Herhangi bir devrim öncesi, toplumun kendi kendini örgütlemesine ve sosyal eğilimleri sentezleştirmeye odaklanmak devrimcilerin görevidir. Yeni bir sağ duyu ve işçi sınıfının yeni örgütleme mücadelesi devrimci sürecin temelidir. Ancak bir kere Jakoben dönemin yol ayrımına geldik mi öncelikler değişir: Ekonomi, çalışan kitlelerin çoğunluğunun yaşam koşullarını geliştirmek ve devrim sürecinin sürekliliğini sağlamak öncelik olur. Bu süreklilik sağlandıktan sonra yeni bir toplum biçimi inşasına geçilebilir ve ancak ondan sonra dünya ölçüsünde devrimci bir süreç yaratılmasının, evrensel komünizmin inşasının maddi koşulları oluşur. Ekonomi ve dünya devrimi bu nedenle ayaklanma sonrası kavramlardır. Lenin, imtiyazlarla ilgili yeniden şunlara işaret eder: “Her imtiyaz şüphesiz ki yeni tip bir savaş, bir ekonomik savaş, farklı düzeyde yürütülen mücadeledir… (fakat) imtiyazlar politikası uygulamaksızın ekonomik durumda acil bir düzelmeyi ciddi olarak düşünemeyiz. … Özverileri, yoksullukları ve zorlukları kabul etmeye hazırlanmalıyız, alışkanlıklarımızdan kopmaya, olası aşırılıklarımıza, endüstrinin temel alanlarında durumu iyileştirme ve çarpıcı değişimler yapma esas hedefine hazırlanmalıyız.
Bunlar ne pahasına olursa kazanılmalıdır.” (137) Ve bu imtiyazların temsil ettiği yabancı sermaye tehlikeleriyle ilgili olarak, şöyle yanıt verir: “Fakat kapitalistleri çağırmak tehlikeli değil midir? Kapitalizmin gelişmesine yol açmaz mı? Evet, kapitalizmin gelişmesine yol açar, fakat tehlikeli değildir, çünkü iktidar hala işçiler ve köylülerin elindedir ve toprak sahipleri ve kapitalistler mülklerine yeniden sahip olamayacaklardır … Sovyet Hükümeti kapitalistin kontrata uygun kiracı olduğunu, kontratın bizim avantajımıza olduğunu ve sonuç olarak işçi ve köylülerin koşullarının düzeleceğinden emindir. Bu koşularda kapitalizmin gelişmesi tehlikeli değildir ve işçi ve köylüler üretimin büyük bir bölümünü elde ederek kazançlı çıkacaktır.” (138) Ekim ayaklanmasından bir kaç gün önce Lenin şunları yazar: “Bütün devrimlerin esas sorunu iktidardır.” (139) Devrimin ekonomik gelişmesi zamanında bu görüşünü sürdürür ve güçlendirir. İşverenlerin ellerindeki bazı ikincil ekonomik faaliyetlere, endüstri ve küçük çaplı tarıma ara madde sağladıkları için hoşgörü gösterilebilir (...) Bize politik iktidarın devrimci gücün elinde kalmasına yardım ettiği sürece mümkündür. Çünkü o, devrimci iktidara süreklilik ve istikrar sağlar, devrimci sosyalist sürecin devamlılığını mümkün hale getirecek maddi ve kültürel koşulların yaratılması için zaman kazandırır… (140) Kısaca, bazı ülkelerde olağanüstü koşullar nedeniyle bir kez patlak verdiğinde bir sosyalist devrimin ihtiyaç duyduğu şey zaman, zaman ve daha fazla zamandır. Dahası, küresel ölçekte inşa edilebilecek olan yeni bir toplum ve yeni ekonomik talepler karşısında, güçsüz ve kuşatılmış kalmamak için, diğer ülkelerdeki farklı devrimlerin patlak vermesini beklemek için, zaman. Üretim ve ticarette toplum-
gelişmez, fakat gıda ve dinlenme ihtiyacı gibi rutin gerçeklerle gelişir. Bu bakış açısından, devrim dünya halkları ve plebyen sınıfların kurtuluşunun evrensel eşzamanlılığı için zamanın fethi olarak ortaya çıkar. “Devrimci” devletin görevi, bırakalım komünizmi, sosyalizmi yaratmak değildir. O basitçe yapılamaz. Bu, bir devlet olarak, varoluşunun kuruluş amacından kaçmaktır. Devletin yapabildiği tek şey, devrimci olsa da, büyümek, güçlenmek ve zaman kazanmaktır. Böylece -egemen kapitalizmin ortada, aşağıda ve yukardaki çatlakları arasında, mücadele içinde, kendini belirleme durumunda- olan toplumsal kurtuluşun tarihsel yaratıcı biçimlerini gösterir ve üretimde, bilinçte, değişimde, kültürde, günlük yaşamda ortak alanları inşa eder. Başarısızlığa düşer ve defalarca daha yaygın ve daha iyi yoldan tekrar dener; hayatın bütün alanlarında gönüllü ortaklaşma ve toplumsal alanlar meydana getirir, bunları kapitalizmin çatlaklarından yaratır; süreç içinde onu parçalar. Düzenin eşiğini aşmış, bütün ülkelerde, her yerde, çok yönlü toplumların eş zamanlı olarak yükseleceği bir momente kadar tekrar tekrar dener. Egemen toplumun çatlaklarından doğan şey, tümüyle, evrensel alanda, yeni bir toplum ortaya çıkararak, yeni toplumsal biçimler üreten yeni bir uygarlık, fakat artık bir kapitalist ölüm mücadelesi olarak değil, insanlık inisiyatifinin normal ve özgür gelişimi olarak gerçekleşir. Bu komünizmdir. Devlet toplum yaratamaz, çünkü kendisi toplumun mükemmel bir anti-tezidir. Devlet komünist ekonomik ilişkiler yaratmaz, çünkü onlar sadece otonom sosyal ilişkiler olarak ortaya çıkar. Devlet dayanışmayı kurmaz, çünkü o ortaklaşa üretimin özgür sosyal eylemi olarak türer. Devlet kendisi insanlık ve doğa arasındaki karşılıklı canlı metabolizmayı yeniden yaratma yeteneğinde değildir. Eğer birisi
125 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
sal ve kooperatif örgütlenme biçimleriyle, devlet iktidarını ele geçirmeye öncülük eden halk eylemliliğinin kapasitesi ve politik hegemonyanın, kültürel gücün dönüşmesi için zaman. “Bizim için kooperatifleşmenin basit gelişimi olan sosyalizmin gelişimi ile özdeştir.” (141) Lenin bunu ölümünden önceki yazılarında güçlü bir şekilde vurgular. Devrimci devlet bazı şeyleri zorlayabilir veya yasaklayabilir, bu, tekelinde olan politik iktidarın bir parçasıdır. Üretim araçlarının sahipliğini değiştirebilir ve paranın sahipliğini yoğunlaştırabilirsiniz. Bunlar ekonomik eylemleri etkileyen politik eylemlerdir. Fakat yapılmaması gereken sabit ekonomik ilişkiler ve hatta değişim değerinin mantığını aşabilen daha az komünal ekonomik ilişkiler inşa etmektir. Bu ancak üreticilerin kendilerinin kolektif yaratıcılığıyla, sosyal yaratıcılıkla olabilir. Devlet tanım gereği bir tekeldir; komünizm tanım olarak ortak zenginliğin ortak yaratımıdır: devletin antitezidir. Bu nedenle, birleşik, kooperatif, ortak çalışma ancak derece derece, karmaşık bir yaratım olabilir: çalışmanın çeşitli alanlarındaki işçiler tarafından doğrudan elde edilen iniş çıkışlarla devam eder. Bu zaman alır. İşçilerin, tüm toplumun, devletin önemli kararlarının ve hepsinden önemlisi üretimin temel merkezlerine demokratik uğraşı modellerinin zamanla yerleşmesi için zaman. Burjuva bireyciliğinin, fakat esas olarak yeniden sınıf benciliğini ve emek kararlarının ve devletin özelleştirilmesini yeniden üreten emek korporativizminin üstesinden gelmek için zaman… Bütün bunlar, toplumun kendi ortak yaşamı hakkında kararların inşa edilmesinde kendi deneylerinin olmasıyla, ortak konulardaki kararlarda tüm toplumun söz söylemesinin sosyal teknolojilerini yaratmakla elde edilir ve en önemlisi bütün bu yeni sosyal pratikler olağanüstü ayaklanma olayları olarak
126 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
komünizmi inşa etmek zorundaysa, o, kendi mücadele, başarısızlık ve deneylerinden kendini yaratan bir toplumdur. Ve o kapitalist toplumun saldırgan egemenliğinin tersi bir ortamı yaratmak zorunda olacaktır. Burjuva devrimlerinden farklı olarak, onlar birkaç yüzyıldır eski geleneksel toplumun içinden serpilen burjuva ekonomik ilişkilerin çok daha avantajlı koşulları içinden gerçekleştiler. (142) Sosyal devrimler evrenselleşmiş kapitalist yapıyla yüz yüzedirler ve yeni komünist politik ve ekonomik ilişkiler sadece egemen kapitalist ilişkilerle mücadele içinde, devrimci ayaklanmaların patlak vermesiyle gelişecektir. Gerçekte, sosyal devrim fiili olarak, genel, çökmüş, çürümüş fakat kapitalist üretim ilişkilerinin inatçı egemenliğinin ortasında ekonomi, politika ve kültürde yeni komünist ilişkilerin büyümesi için çatlak, parçalanmış, zorlu, sürekli olarak hırpalan geçici alanlar açar. Toparlarsak, Sovyet Devrim deneyinin tartışmasında Lenin şunları ileri sürer: “Teorik olarak, kapitalizm ve komünizm arasında, sosyal ekonominin her iki biçiminin de özellik ve mülkiyet şekillerinin iç içe geçmek zorunda olduğu bir kesin geçiş döneminin yattığına şüphe yoktur. Bu geçiş dönemi ölen kapitalizm ve doğan komünizm arasında -ya da başka bir biçimde söylenirse, yenilmiş fakat yok olmamış kapitalizmle doğmuş ancak henüz çok çelimsiz komünizm arasında- bir mücadele dönemi olmak zorundadır.” (143) Kısaca, sosyalizm bu tarihsel zıtlıktır ve yaşamın bütün alanlarında egemen kapitalist ilişkiler ve işçi sınıfının yaşamın bütün alanlarında, çeşitli yollarla, aralıklarda, parçalanmış, kesik kesik denediği ve tekrar tekrar uygulamaya çalıştığı, komünizmin doğan sosyal ilişkileri arasındaki uzlaşmazlıktan kıvılcım alır. Bütün bunlarda, devrimci devletin yapmak zorunda olduğu şey, bu devlet-karşıtı, kolektif, dayanışmacı inisiyatifleri koru-
maktır. İşçi sınıfının yaşam koşullarını geliştirmek için onlara zaman vermek ve desteklemektir. Böylece onlar, geri dönüşsüz bir evrensel momentte, diğer ülke ve kıtalardan çeşitli komünist yapıların eş zamanlı eşiği atlamasına kadar ilerleyip, gelişebilirler. “Proletarya diktatörlüğünün” (144) esas kavramı şöyle anlaşılmalıdır: Burjuva sınıflara karşı işçi sınıfı devletinin güç kullanması, işçi sınıfının toplumsal girişimciliğinin deney kazanabilmesi ve yaratabilmesi için korunmasına zaman verilmesi ve desteklenmesidir. Özetle, sosyalizm yoğun sosyal uzlaşmazlıkların çok uzun tarihsel bir dönemidir. Bu toplumda, ekonomik alanda kapitalist üretim ilişkileri ve değişim değeri mantığı hala yürürlüktedir. Fakat onun içinde, mahalli, ulusal seviyede, başlangıç halinde, eksik ve parçalanmış olarak toplumsal çalışma biçimleri, bölgesel ve ulusal ölçeklere genişleme mücadelesi yükselir. Politik olarak, çalışan sınıflar devlet iktidarını alır/kurar. Bu şu anlama gelir, ardışık hamlelerle, kamu olaylarının yönetimini, yönetimin mutlak demokratikleşmesinin çeşitli biçimlerini destekler. Ekonomide, tekrarlanan hatalar ve yeniden canlanmalar, bu toplumsal/ komünist deneyleri yaymak, korumak ve desteklemek, bütün bunları işçi sınıfı yürütür. Bu nedenle sosyalizm ne bir üretim biçimi ne de varılacak hedeftir. İşçilerin, toplumcu/ komünist ekonomik inisiyatiflerini ortaya çıkarmak ve korumak için iktidarı kullandıkları yoğun sınıflar mücadelesi olan tarihsel bir çağdır. Sosyalizmin zaferi onun tükenmesidir, bu da komünist topluma yol açar. Eğer bu gerçekleşirse, kaçınılmaz olarak dünya ölçeğinde bir olay olmalıdır. Sovyet devrimiyle ne oldu? Neden başarısız oldu? Genel olarak, dünyada diğer sosyal devrimleriyle birleşemeyen bir sosyal devrim eninde sonunda başarısız olur ve başarısız olacaktır. Kendi başına, komünizmi inşa girişimlerinde kaçınılmaz
Bu devrimden şimdi geriye kalan nedir? Çağdaş tarihte en uzun bir sosyal devrim deneyi, onun örgütsel potansiyelleri, pratik girişimleri, sosyal kazanımları, kendine özgü nitelikleri ve patlayan herhangi bir yeni devrimde tekrarlanabilecek genel dinamikleri. Fakat aynı zamanda ittifaklarının yapısındaki zorluklar; onun kurumsal, bürokratik, olumsuz sapmaları; sonunda yenilgiye yol açan sınırları, onun mirasının parçalarıdır. Sonunda, devrimin başarısızlığı, yenilgisi vardır. Bugün Sovyet Devrimi’ni hatırlıyoruz, çünkü var oldu, çünkü bir an için dünya halklarında kapitalizmden farklı, işçi sınıfının ortak yürüyüşüne ve mücadele temeline dayanan farklı bir toplum inşa etmenin mümkün olduğu umudunu yükseltti. Fakat aynı zamanda onu büyük başarısızlığı, alt sınıfların bütün bir kuşağının umutlarının kayboluşu nedeniyle de hatırlıyoruz. Ve bugün başarısızlığın koşullarını derinlemesine inceliyoruz, çünkü kaçınılmaz olarak yeniden patlayacak gelecek devrimlerde başarısız olmak ve aynı hataları yapmak istemiyoruz. Bu Sovyet Devrimi’nin saf yüreklilikle başardığı ileriye atılışı, bir, on, binlerce adım öteye götürmektir. Sovyet Devriminden yüz yıl sonra, onun hakkında konuşmaya devam ediyoruz, çünkü yeni devrimleri özlüyoruz ve gerek duyuyoruz; insanlığı yüceltecek yeni devrimler evrensel, ortak, komünal varoluş olarak gelecektir. Ve işçilerin yaratıcı ruhuna dokunacak olan yaklaşan devrimler bir yüz yıl önce olanın tekrarı olmayacak ve olmamalıdır. Onlar öncekinden daha iyi olmak, daha ileriye gitmek zorundadır ve onun yenilgisini getiren sınırları aşmalıdır. Böylece, yeniden başarısız olmamak için gelecek kuşaklar entelektüel ve pratik donanım elde ettiler.
127 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
olarak başarısız kalır. Buna rağmen büyük ve tersine çevrilemez gelişmeler sırasında sosyal, emek ve maddi kazanımların ortaya çıkması sadece ayaklanan ülkedeki çalışan halklar değil, dünyadaki bütün ülkelerde -sosyalist devrim sürecinin varlığının motivasyonu ile- gerçekleşebilir. Dünya çapında bir yayılmanın yokluğunda, sosyal devrimlerin ortaya çıkışı devrimci içerikli etkenlerin sürekliliğine bağlı olarak devam eder. Devlet sosyal değişimler ve kararlarda liderlik rolünü üstlenirse, başarısızlık daha yakın ve hızlı olur. Eğer işçi sınıfı derece derece ve aralıklarla gündelik kararların alımında demokrasi öncülüğünü üstlenirse, başarısızlık geciktirilebilir. Eğer devlet üretimde kurumsal ilişkilerin yapılandırılmasında zorlayıcı kararlar alırsa, başarısızlık kapıyı çalar. Eğer işçi sınıfı yeni ve büyüyüp yayılan toplum biçimlerini ve kurumsal çalışmayı inşa eder ve yeniden yapılandırırsa, başarısızlık bir süre ertelenir. Eğer devlet çalışma koşullarının iyileştirilmesini veya devrimci dalgalara yeniden yaşam veren sürekli kültürel devrimin devamını garanti altına alamıyorsa, devrimin sonu gelir. Eğer devlet iktidarı çalışan sınıfların, sınıfın özgür inisiyatifinin yolunun açılmasına yardımcı olan onun yaşamsal örgütlenmelerinin elinde kalıyorsa, devrimin devam etme olasılığı daha fazla uzamıştır. İlk on yıl geçtikten sonra, Sovyet Devrimi’nin gidişatı yukarda bahsedilen olumsuz ikilemlere doğru sürüklendi: devlet iktidarının partinin elinde yoğunlaşması ve iktidarın sosyal örgütlenmelerin elinden yavaş yavaş alınması, kurumsal çalışma alanlarında, yeni ekonomik ilişkilerin inşasında kendi toplumsal yaratıcı kapasitesini boşa çıkaran bürokratik etkinin artması. Maalesef, 1930’ların başlarında Ekim Devrimi önce imparatorluk yapısına, sonra da ulusal devlet yapısına döndü. (145)
128 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
DİPNOTLAR 1. Figes 1990 2. Eric Hobsbawn “kısa yirminci yüzyılın” I. Dünya Savaşı’yla başladığını 1989’da Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla sona erdiğini ileri sürer. Biz I. Dünya Savaşı’nı değil Rus Devrimi’ni yüzyılın başlangıcı olarak kabul etmeyi tercih ediyoruz. Dünya çapında politik mücadelenin daha önce olmadık ölçüde, devrimci kutuplaşmanın etkileri, kıtadaki devlet coğrafyasının değişimi anlamında başlangıçtır. 3. Bataille 1992 4. Dünya çapınca sinema yönetmeni olan Eisenstein “Oktyabr” (Ekim) 1928’deki filminde 1917 Şubat’tan Ekim’e kadar dönemi aktarır. 5. https://www.marxist.org/archive/lenin/bydate-htm 6. Lenin 1905a 7. Lenin 1920a 8. “Devrimin gerçekleşmesi için, gerekli olan, ilk önce işçilerin çoğunluğunu (veya en azından sınıf bilinçli, düşünen, politik olarak aktif işçilerin) devrimin gerekliliğini kavramaları ve onun için ölmeye hazır olmalarıdır.” ibid. 9. Lenin 1906 10. Orlando 1990 11. Bak: Pipes 1991; Bettelhelm 1976 12. ibid 13. Orlando 1990. s.312 14. Fakat İngiltere, tüm ulusun proleterleştiği ülke, muazzam silahlarıyla tüm dünyanın köprü başlarında, Avrupa restorasyonunun maliyetini ödemiş olan, sınıf çelişkilerinin en zirvede ve hayasız biçimlere vardığı bir ülke-İngiltere devrimci dalgaları kıran bir kayalık gibi görünüyor, doğmadan önce yeni toplum biçimlerini boğan bir ülke. (Marks 1848). Mayıs günlerini takiben can çekişmeyle bir an için paralize olsa da, zafer durumu yükseldiğinden, Ekim 14’den beri, Fransa Cumhuriyeti büyük coşkularla yaşamaya devam ediyor. İlk olarak başkanlık mücadelesi, sonra başkan ile Anayasa Konseyi arasındaki mücadele; kulüpler için mücadele; başkanın küçük figürü ile zıtlık içinde Bourge mahkemesi, birleşmiş kralcılar, saygıdeğer cumhuriyetçiler, demokratik Montagne, ilkel bir canavar gibi görünen proletaryanın gerçek devrimlerine yol açan sosyalist proleter ilkeleri (…) seçim ajitasyonu; (…) basına karşı sürekli davalar; polis tarafından hükümet ziyafetine zorla müdahale; arsız kralcı provokasyonlar; (…) cumhuriyet ve Anayasal Konsey arasında, devrimi başlangıç noktasına geri çeken, bitmeyen mücadele; Avrupa karşı devriminin hızla ilerleyişi; şanlı Maca-
ristan mücadelesi; Almanya’da silahlı ayaklanma; Roma seferi; Roma önünde Fransa ordusunun küçültücü yenilgisi-hareketin girdabında, bu acıyla tarihsel hoşnutsuzluk, devrimci duyguların, umutların ve düş kırıklıklarının dramatik git gelinde Fransız toplumunun farklı sınıfları, önceleri yarım yüzyılı kaplayan, şimdi haftalara sığan tarihsel gelişim dönemini hesaba katmak zorundadır. (Marks, 1950) Üç krizin hepsinde, bizim devrim tarihimizde yeni olan bazı gösteri biçimleri, çok daha karmaşık biçimler ortaya çıktı; hareket dalgalar içinde ilerler, hızlı bir yükselişten sonra anı düşme, daha keskinleşen devrim ve karşı devrim ve az çok yoğun dönemde tasfiye olan orta sınıflar. (Lenin 1971a) 15. Lenin1920b 16. Lenin 1925 17. Lenin 1917b 18. Marks 1852 19. Lenin 1921b 20. Lenin 1919a 21. Orlando 1990 22. Politika sanatında olanın aynısı askeri sanatta da olur: Barış zamanlarında tamamen ve teknik olarak hazırlanma anlamında hareketli savaş çok daha fazla savaştır... Gramsci 1971 23. Lenin 1919a 24. Bettelheim 1976 s.59-60 (İspanyolca çeviri) 25. Pipes 1991 s.442 (İspanyolca çeviri) 26. Geçici Hükümet’in Savunma Bakanı A. Guchkov’dan M. Alexeev’e(Rusya ordusu başkomutanı) mektup 27. Lenin 1917c 28. Bettleheim 1976 29. Lenin 1921 30. Pipes 1991 31. İbid.s.443 32. İbid. s.444 33. Orlando 1990 34. İbid 35. Trotsky 1932 36. Orlando 1990 s.407,408,516,746 37. Pipes 1991 s.555 (Bu yazara göre her beş millileştirmeden birisi merkezi hükümetin kararıdır, diğerleri %80 sovyetlerin, mahalli otoritelerin kararıyladır. s.750) 38. 1917 Devrimi gerçekte genel otorite krizi olarak anlaşılmalıdır. Sadece devlet değil bütün otorite figürleri reddedildi: yargı, polis, sivil memurlar, ordu ve donanma, papazlar, öğretmenler vb. (Orlando 1990 s.346) 39. Linera 2014 40. Aron 2015 41. H. Williams, alıntı Figes’ten 1990
leri teorisi Marksist iktidar ve devlet teorisinin çekirdeğinin en güçlü ifadesidir. 66. Figes.O. po. cit. s.596 67. Lenin 1922a, Pipes s.554 68. Lenin 1920c 69. Marks Engels 1969 70. Engels 1969 71. Marks Engels 1956 72. Marks 1850 73. Marks 1847 74. “Yaşamın sosyal akışının, yani, maddi üretim sürecinin şekli, özgürce birleşmiş insanların üretimi olduğu zaman mistik büyüsünü kaybeder, onların planlı ve bilinçli kontrolüne tabii olur.” Komünü tanımlayışında Marks çoğunluğun işini bir küçük azınlığın sınıf mülkiyeti haline gelmesinin ortadan kaldırılacağını ileri sürer; komün mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi özlemidir. Üretim araçlarının, toprak ve sermayenin, bugün esas olarak emeğin sömürülmesinin ve köleleştirilmesinin araçlarının el değiştirmesi ile gerçek bireysel mülkiyeti, özgür ve birleşik emeğin araçlarını yaratmak ister. (Marks, 1859) 75. Engels 1878 76. Marks 1847 77. Marks 1875 78. Kautsky 1902; Bebel 1910; Luxemburg 1990; Korsch 1975 79. Lenin 1903 80. Negri 2008 81. Badiou 2010; Dean 2012; Bosteels 2011 82. Kapitalizmin eleştirel anlaşılmasında kavramsal kapsamın önemi üzerine, bak bölüm XIII “Büyük sanayi ve makineler” Marks, “ekonomik el yazmaları” 1861-63 83. “Bu nedenle, krizler önce kıtada devrimler yaratsa bile, bu krizlerin nedeni her zaman İngiltere’de olduğu için, burjuva yapının kalbinde değil uç noktalarında şiddetli patlamalar üretmesi doğaldır, çünkü bunun tazmin edilme olanağı daha yüksektir. Öte yandan, aynı zamanda, bu devrimlerin burjuva yaşam rejimini gerçekte ne ölçüde etkilediği veya yalnızca oluşum politikalarını ne derece etkilediğinin termometresi kıta devrimlerinin İngiltere’yi ne derecede etkilemesiyle ölçülür.” (Marks, 1850) 84. Luxemburg, 1918 85. Lenin 1917b 86. Orlando. op.cit. 87. Lenin 1918a 88. ibid 89. Orlando.op.cit. 90. Lenin 1905b 91. “Yönetici sınıfların devleti eski yolla yöneti-
129 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
42. “Parça olmayan görüş” (…) bir politik özne figürüdür ve kendisini asla bir sosyal grupla tanımlamayan bir politik öznedir. Bu nedenle, politik insan parça olmayan parça, olarak bedenlenen öznedir; ki bu “dışlanmış parça” anlamına gelmez; ne de bu politika dışlanmışın istilasıdır. Fakat politika, sosyal tarafların dağılımından bağımsızca gerçekleşen öznenin eylemidir. (Ranciere 2011, s.233-4) 43. Habermas 1996 44. Lenin 1921b 45. Lenin 1917c ve Lenin 1917d 46. Gramsci 1999 s.494 47. Gramsci 1994 s.24 48. Cf. Goffman 1961; Linton 1936 49. Politik toplum biçimleri hakkında Cf. Linera 6 Agus, 2016 50. “Halk inanışları” insanların “bildiği” ve düşünüp taşınmadan hareket ettiği inançlar, genelde kültür, Gramsci 1971 s.775-776 51. “Eğer her durumda, insanlar bu temel düşüncelerde anlaşmadıysa, zaman, uzay, neden, sayıların vb. homojen bir kavramına sahip değillerse; akıllar arasında anlaşma ve böylece ortak yaşam imkansız olurdu. Bu nedenle, toplum, kendini yok etmeksizin, kategorileri bireylerin özgür seçimine bırakmaz. Yaşamak, sadece minimum moral uzlaşma değil, fakat olmazsa olmaz bir minimum mantık uzlaşması da gerektirir. Sonuçta, ayrışmayı engellemek için toplum tüm otoritesiyle üyeleri üzerinde ağırlığını koyar.” Durkheim 1995, s.16 52. Gramschi 1971 s.495 53. Marks&Engels 1969 54. Cf. Linera 2011 55. Pipes 1991 s.569 56. Cf. Bölüm Dört: İç savaş ve sovyet sisteminin inşası, Figes 57. Lenin 1921c 58. Marks Engels 1969 59. Marks 1874 60. Cf. Carey 1995 61. Cf. Gramsci 1999 62. Figes O. op.cit 63. “Birey ve toplum çıkarları arasındaki bu çelişkiden ötürü, toplum devlet olarak bağımsız bir biçim alarak bireyler ve toplumun gerçek çıkarlarından ve aynı zamanda da her bir aile ve aşiret kümesinde -eti ve kanı, dili, daha büyük ölçekli iş bölümü ve diğer çıkarları- var olan gerçek bağlara dayalı hayali komünal yaşamdan kendini ayırır.” Marks ve Engels, 1845 64. Cf. Chapter I: Metalar, Marks, Kapital Cilt I 65. Kapital’in I. Cildinde geliştirilen değer biçim-
130 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
minin yetersizliği ve bu devlet yönetimiyle uzlaşmaya “aşağıdan” yükselen hoşnutsuzluğun üst üste gelmesi ulusal ölçekte politik krizdir.” Lenin 1913 92. Lenin 1917e 93. Lenin 1917f 94. Lenin 1917c 95. Lenin 1918b 96. Lenin 1917g 97. Lenin 1921d 98. Sartre 1984 99. Pipes. op.cit. 100. Bofa G. The Russian Revolution 101. Lenin 1918c 102. Bukharin 1967 103. Trostky, alıntı Pipes op.cit 104. Pipes op.cit 105. Serge 1930 106. Pipes. op.cit 107. “Fakat büyük sanayi geliştiği oranda, gerçek zenginliğin yaratılması, çalışma süresi ve istihdam edilen emek miktarından ziyade çalışma süresince harekete geçirilen araçların gücüne gittikçe daha fazla bağlı olmaya başlar. Bu araçların “güçlü etkinliğinin” kendisi de aynı şekilde üretimlerinde harcanan doğrudan emek zamanı oranına değil, bilimin genel durumuna ve teknolojideki gelişmelere ya da bilimin üretime uygulanmasına bağlıdır. (…) Bu dönüşümde etkili olan, ne doğrudan insan emeği ne de onun çalıştığı süre değil, onun kendi genel üretken gücüne el konulması, doğayı algılayışı ve bir sosyal varlık olma meziyeti sayesinde doğaya hakim olması, tek kelimeyle, üretimin ve servetin büyük temel taşı olarak ortaya çıkan sosyal bireyin gelişimidir. Mevcut servetin dayanağı olan yabancı emek zamanının çalınması, büyük ölçekli sanayi tarafından yaratılan yeni servetin karşısında sefil bir temel olarak görünür. Doğrudan emek, servetin büyük kaynağı olmaktan çıkar çıkmaz, emek zamanı onun ölçüsü olmaktan çıkar ve böylece değişim değeri kullanım değerinin (ölçüsü olmaktan çıkar). Kitlenin artık emeği genel zenginliğin gelişimi için koşul olmaktan çıkar; tıpkı çalışmayan azınlığın insan beyninin gelişiminin genel güçleri için koşul olmaktan çıkması gibi. Böylelikle, değişim değerine dayanan üretim çöker ve doğrudan, maddi üretim süreci yokluk ve antitez formundan sıyrılır.” Marks, 1993 108. Bourdieu 2000 109. Lenin 1916b 110. Lenin 1917g 111. Lenin 1918c 112. Werth 2013
113. Lenin 1921c 114. Lenin 1921b 115. Lewin 2005 116. Figes op.cit 117. Carr 1969 118.Figes op.cit 119.Lenin 1921c 120. 150 işçinin verimliliğini 50’den fazla görevlinin yürüttüğü merkezi ekonomik kontrol konusunda aşırı bir saplantı vardı. 121. Figes op.cit 122. Marks 1993 123. Pipes op.cit 124. Lenin 1923 125. Lenin 1921c 126. Lenin 1921g 127. Carr 1985 128. Figes op.cit 129. Lenin 1923 130. Chavance B. Sovyet Ekonomik Sistem 131. Lenin 1921h 132. Lenin, “Moskova PC(b)nin örgütlenme militanları ile toplantı” 133. Lenin 1922b 134. Avrich 2014 ev Berkman 2010 135. Lenin 1922b 136. Lenin 1921b 137. Lenin 1921j 138. Lenin 1921k 139. Lenin 1917j 140. Yaşamı boyunca Marks’ı endişelendiren doğa ve insan ilişkisi üzerine, bak Marks “1844 Ekonomi-felsefe el yazmaları”; “Kapitalist üretimden önceki üretim biçimleri” Grundrisse 1857-1858; Marks Etnoloji not defterleri 141. Lenin 1923 142. Lenin 1918a 143. Lenin 1919b 144. Marks 1875 145. Sovyet Rusya Yolunda, Chavance; Bettlheim 1983; Chamberlin 2014; E.H.Carr, “Rus devrim tarihi üzerine”
2014, Bolivian identity. Nation, mestizaje andplurinationality, Vicepresidencia del Estado, La Paz, available at: https://www.vicepresidencia. gob.bo/IMG/pdf/identidad boliviana .pdf Linera, Alvaro García, “The new plebeian organic composition of political life in Bolivia”, speech, 6 August 2016 Goffman, Erving 1961, Encounters: Two Studies in the Sociology of Interaction, Indianapolis Bobbs-Merril Company, Inc. Gramsci, Antonio 1971, Prison Notebooks, London: Lawrence & Wishart 1994, A. Pre- Prison Writings, Cambridge: Cambridge University Press 1999, Selections from Prison Notebook, London: International Publishers Habermas, Jurgen 1996, Between Facts and Norms, Massachusetts Institute of Technology Hobsbawm, Eric 1995, The Age of Extremes: TheShort Twentieth Century, 1914-1991, London: Penguin Kautsky, Karl 1902, The Social Revolution’, available at: https://www.marxists.org/archive/kautsky/1902/socrev/index.htm 1909, Road to Power, available https://www.marxists.org/archive/kautsky/1909/power/index. htm Korsch, Karl 1975, What is Socialisation? A Program of Practical Socialism, New German Critique no.6 Lenin, V. 1.1902, Draft Programme of the Russian Social-Democratic Labour Party, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/ works/1902/draft/02feb07.htm 1903, To the Rural Poor. An Explanation for the Peasants of What the Social-Democrats Want, available at https://www.marxists.org/archive/ lenin/works/1903/rp/index.htm 1905a, Revolutionary Days. Available at: https:// www.marxists.org/archive/lenin/works/1905/rd/ index.htm 1905b, Two Tactics of Social-Democracy in the Democratic Revolution, available at https://www. marxists.org/archive/lenin/works/1905/tactics/ index.htm 1906, The Victory of the Cadets and the Tasks of the Workers’ Party Available at: https://www. marxists.org/archive/lenin/works/1906/victory/ index.htm 1913, Duma and the Russian Liberals, available at Lenin: The Duma and the Russian Liberals, available at https://www.marxists.org/archive/ lenin/works/1907/apr/10.htm 1917a, Three Crises, available at: https://www.
131 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
KAYNAKÇA Avrich, Paul 2014, Kronstadt, 1921, Princeton: Princeton University Press Ali, Tariq2009, The Idea of Communism, Salt Lake: Seagull Books Aron, Raymond, introducción a la filosofía política. Democracia y revolución, Editorial Pagina Indómita, España, 2015 Badiou, Alain 2010, The Communist Hypothesis, London: Verso Bataille, George 1992, The Accursed Share, Cambridge: MIT Press Bebel, August 1910, Women and Socialism, available at https://www.marxists.ora/archive/bebel/1879/woman-socialism/index.htm Berkman, Alexander 2010, The Konstadt Rebellion, New Heaven: Yale University Press Bettelheim, Charles 1976, Class Struggles in the USSR. First Period: 1917-1923, London: Monthly Review Press Bettelheim, Ch. Les luttes of classes in USSR 3 période 1930-1941, Éditions du Seuil-Maspero, Paris, 1983 Bostsels, Bruno 2011, The Actuality of Communism, London: Verso Bourdieu, Pierre 2000, Paschal Meditations, Stanford: Stanford University Press Bukharin, Nikolai 1967, The Road to Socialism in Russia, New York: Omicron Books Carr, E.H. 1969, Interregnum 1923- 1924: A History of Soviet Russia, Louisiana: Pelican 1985, The Bolshevik Revolution, 1917-1923, New York: W.W. Northon & Company Carey, Jones, M. 1995, Electoral Laws and the survival of presidential democracies, University of Notre Dame Press, Notre Dame Chamberlin, W.H.2014, The Russian Revolution: 1918-1921, Princeton, Princeton University Press Dean, Jodi2012, The Communist Horizon, London: Verso Durkheim, Émile 1955, The Elementary Forms of Religious Life, New York: The Free Press Engels, Frederik 1877, Anti-Dühring: Herr Eugen Dühring’s Revolution in Science, available at https://www.marxists.org/archive/marx/ works/1877/anti-duhring/index.htm Engels 1969. “Preface to the second Russian edition of 1882”, in Marks, K. and Engels F., Manifesto of the Communist Party Garcia Linera, Alvaro 1011, Á., Las tensiones creativas de ia revolución. La guinta fase del Proceso de Cambio, Vicepresidencia del Estado, La Paz, 2011
132 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
marxists.org/archive/lenin/works/1917/jul/19. htm 1917b, Letters From Afar, available at: https:// www.marxists.ora/archive/lenin/works/1917/ lfafar/first.htm#v23pp64h-297 1917c, The Tasks of the Proletariat in Our Revolution, Available at: https://www.marxists.ora/ archive/lenin/works/1917/tasks/index.htm 1917c, On Slogans, available at: https://www. marxists.org/archive/lenin/works/1917/jul/15. htm 1917d, The Political Situation, available at: https://www.mar xists.ora/archive/lenin/ works/1917/iul/10b.htm 1917e, Letters on Tactics, available at https:// www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/ apr/x01.htm 1917f, The revolution in Russia and the tasks of the workers of all countries, available at https://www.mar xists.ora/archive/lenin/ works/1917/mar/12b.htm 1917g, The impeding catastrophe and how to fight against it, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1917/ichtci/index. htm 1917j, One of the Fundamenta! Questions of the Revolution, available at https://www.marxists. org/archive/lenin/works/1917/sep/27.htm 1918a, Seventh Extraordinary Congress of the PC, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1918/7thcong/index.htm 1918b, The Proletarian Revolution and the Renegade Kautsky, available at https://www.marxists. org/archive/lenin/works/1918/prrk/ 1918c, Left-Wing’ Childishness and PettyBourgeois Mentality, available at https://www. marxists.org/archive/lenin/works/1918/may/09. htm 1919a, The Constituent Assembly Elections and The Dictatorship of the Proletariat, available at: https://www.marxists.ora/archive/lenin/ works/1919/dec/16.htm 1919b, Economics And Politics in the Era of the Dictatorship of the Proletariat, available at https://www.marxists.org/archive/lenin/ works/1919/oct/30.htm 1920a, Left-Wing” Communism: an Infantile Disorder, available at: https://www.marxists.org/ archive/lenin/works/1920/lwc/ch09.htm 1920b, Speech at a Meeting of the Moscow Soviet in Celebration of the First Anniversary of the Third International, available at: https:// www.marxists.org/archive/lenin/works/1920/ mar/06a. htm
1920c, The Trade Unions, The Present Situation and Trotsky’s Mistakes, available at: https://www. marxists.org/archive/lenin/works/1920/dec/30. htm 1921a, Third Congress Of The Communist Internationa!, available at: https://www. marxists.org/ archive/lenin/works/1921/iun/12.htm 1921b, The Tax in Kind (The Significance Of The New Policy And Its Conditions, available at: https://www.marxists.org/archive/lenin/ works/1921/apr/21.htm 1921c, Seventh Moscow Gubernia Conference of the Russian Communist Party, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/ works/1921/oct/29.htm 1921d, Fourth Anniversary of the October Revolution, available at https://www.marxists.org/ archive/lenin/works/1921/oct/14.htm 1921e, Seventh Moscow Gubernia Conference of the Russian Communist Party, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/ works/1921/oct/29.htm 1921g, Tenth Congress of the R.C.P.(B.), available at https://www.marxists.org/archive/lenin/ works/1921/10thcona/index.htm 1921h, Letter on Oil Concessions, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/ works/1921/feb/12.htm 1921j, Meeting of the Communist Group of the All-Russia Centra! Council of Trade Unions, available at https://www.marxists.ora/archive/lenin/ works/1921/apr/11b.htm 1921k, Recorded Speeches, available at https:// www.marxists.org/romana/audio/index.htm 19211, Concessions at a Meeting of the Communist Group, available at https://www.marxists. org/archive/lenin/works/1921/apr/11.htm 1922a, The Question of Nationalities or “Autonomisation”, available at https://www.marxists.ora/ archive/lenin/works/1922/dec/testamnt/autonomv.htm 1922b, Eleventh Congress Of The R.C.P.(B.), available at https://www.marxists.org/archive/lenin/ works/1922/mar/27.htm 1923, On Cooperation, available at https://www. marxists.org/archive/lenin/works/1923/jan/06. htm 1925 Lecture on the 1905 Revolution, available at: https://www.marxists.ora/archive/lenin/ works/1917/ian/09.htm Lewin, Moshe 2005, The Soviet Century: What really happened in the Soviet Union?, London: Verso Linton, Ralph, The Study of Man. An introduc-
Diálogos sobre política y estética, Barcelona: Herder Pipes, Robert 1991, The Russian Revolution, London: Vintage Sartre, Jean-Paul 1984, Critique of Dialectical Reason, vol. 1, London: Verso Serge, Victor 1930, “War Communism”, in Year One of the Russian Revolution, available online at https://www.marxists.org/archive/serge/1930/ year-one/ch11.htm Sorlin, Pierre 1969, La Société Soviétique, 19171964, Annales. Économies, Sociétés, Civilisations, Volume22 Numéro 1 Trotsky, Leon 1932, The History of the Russian Revolution, available at: https://www.marxists. org/archive/trotsky/1930/hrr/ch11.htm Werth, Nicolas 2013, Histoire de l’Union soviétique de Lénine à Staline (1917-1953), Paris: Presses Universitaires de France * http://crisiscritique.org sitesinde yayınlanan orjinali olan İspanyolcadan İngilizceye çevirisinden çevrilmiştir. Not: Alıntıların çevirisi bize aittir ve alıntılar kısaltılmıştır.
133 VAHŞİ ZAMANLAR: 1917 RUS DEVRİMİNDEN GÜNÜMÜZ DEVRİMİNE
tion, Applèton-Century-Crofts, Inc., New York, 1936. Luxemburg, Rosa 1900, Reform or Revolution, available at https://www.marxists.org/archive/ Luxemburg/1900/reform-revolution/ 1918, The Russian Revolution, available at https:// www.marxists.org/archive/luxemburg/1918/russian-revolution/ Marks, Karl, and Engels, Friedrich 1845, “Feuerbach: Opposition of the Materialist and Idealist Outlooks”, Chapter I of A Critique of The German Ideology, available at: https://www. marxists.org/archive/marx/works/1845/german-ideology/ch01a.htm 1847, Poverty of Philosophy. Answer to The Philosophy of Poverty available https://www. marxists.org/archive/marx/works/1847/povertyphilosophy/ 1848, “The Revolutionary Movement. Available at:https://www.marxists.org/archive/marx/ works/1849/01/01.htm Marks, K. and Engels, F. “The Class Struggles in France, 1848to 1850”, 1850. Available at: https:// www.marxists.ora/archive/marx/works/1850/ class-struaales-france/index.htm 1852, The Eighteenth Brumaire of Louis Bonaparte, available at: https://www.marxists.org/ archive/marx/works/1852/18th-brumaire/ch07. htm 1875, Critique of Gotha Programme, available https://www.marxists.org/archive/marx/ works/1875/gotha/ 1874, Conspectus of Bakunin’s Statism and Anarchy, available at: https://www.marxists.org/ archive/marx/works/1874/04/bakunin-notes. htm Marks, Karl, and Engels Friedrich, 1969, Manifesto of the Communist Party, Marks/Engels Selected Works, Vol. One, Moscow: Progress Publishers, available at: https://www.marxists. org/ archive/marx/works/1848/communist-manifesto/ch02.htm 1993, Capital: volume 2, London: Penguin Classics 1993, Capital: volume 3, London: Penguin Classics 1993, Marks, K., Grundrisse: Foundations of the Critique of Political Economy, London: Penguin Negri, Antonio2008, GoodBye Mr.Socialism, London: Serpent’s Tail Figes, Orlando 1990, A People’s Tragedy: The Russian Revolution: 1891-1924 1997, London: Pimlico Rancière, Jacques 2001, El tiempo de la igualdad.
ORTA AMERİKA, ABD POLİTİKASI VE GRENADA* Ayşe TANSEVER den cehennem olmasın ki, çoğu issizdir, yoksulluk içinde yarı aç yarı tok yaşarlar. Okuma yazma olanaklarından yoksun, çocuklarının çoğunun öldüğü, en basit tıbbi olanaklarının olmadığı bir yaşam. Emperyalizm kendi krizlerinin de misliyle bu insanlara yükler. Dev adımlarla koşan enflasyon, üretimdeki düşüklük cehennem ateşi gibi yakar, kavurur bu halkları. Ne o çok ünlü sambaların ne de rumbaların ne de tekillaların eski tadı yoktur. Peki bu insanların tepkisi yok mudur bu duruma? Bu çelişkili durum tersine çevrilemez mi? Bu topraklarda insanca yaşanamaz mı? Elbette yaşanabilir. Zorlu bir mücadeleden sonra elbette mümkündür. Bazıları bunu başarmıştır. Küba, Nikaragua, Grenada halkları tekellerine karşı savaşı bileklerinin gücüne kazanmışlardır. El-Salvador’un eli kulağındadır. Diğer ülkelere de devrim ateşi düşmüştür. Kimyadaki zincirleme reaksiyon örneği bu mücadele bütün şiddetiyle dişe diş sürmektedir. İlk devrim bayrağını göndere çeken Küba olduğundan, sosyalizm de en çok burada gelişip sağlamlaşmış, kök salmış, yeni nesil yetiştirmiştir. Gelin şimdi 10 milyon nüfuslu Küba’nın yaklaşık 30 yılda, ABD’nin tüm abluka, provakasyonarına karşın neler başardığını Fidel Castro’nun Mart 1983’de Bağlantısızlar toplantısında yaptığı konuşmadan özetleyelim. Ülkede 17.026 doktor vardır, yani 567 kişiye bir doktor düşer. Çocuk ölüm oranı 1000’de 17,3’dür. Bu rakam çoğu endüstri ülkesinden iyidir. Ortalama yaşam süresi 73,5’dir. Çocuk nüfusun %100’ü aşılanır.
135 ORTA AMERİKA, ABD POLİTİKASI VE GRENADA
Bazı coğrafyacılar yeryüzündeki kıtaları sayarken Amerika’yı Kuzey Amerika ve Güney Amerika diye ikiye ayırırlar. Bu iki kıta parçası ortadan incecik bir köprü ile birbirine bağlanır. Burası Orta Amerika’dır. Karşısında da irili ufaklı adalar bulunur. Coğrafya kitaplarında onları gerdanlığa benzetirler. Adları Attil, Karaib ve Bahama takım adalarıdır. Orta Amerika yanlız iki büyük karar parçasını birbirine bağlamakla kalmaz, iki büyük denizi Atlas Okyanusu ve Büyük Okyanusa da geçiş verir. İşte burası da ünlü Panama Kanalı’dır. Doğa ana da bu toprakları süslemekte çok cömert davranmıştır. İnsanoğlu bu yüzden buralara “cennet” adını takmıştır. Biz bu sözcüğün mistik anlamını bir kenara bırakıp sınıflı toplum bilinci ile bu “cennet”i biraz irdeleyelim. Nasıl bir “cennet”? Tekeller ve para babaları için ne anlama geldiğini kestirmek güç değildir. Ucuz hammadde (şeker kamışı, pamuk, tropikal meyvalar), yeraltı zenginlikleri (asfalt ve boksit vb.) işgücünün bol bol bulunduğu, sınırsız gümrük ve vergi muafiyetinin tanındığı yani kar üstüne kar edinilebilen bir yerdir. Turizm şirketleri, yıl boyu incecik gümüş renkli kumsallardan denize girmek, güneşlenmek, ılık okyanus rüzgarlarında dinlenmek için gelen binlerce turistten büyük vurgunlar yaparlar. Bu zengin ziyaretçilerin sayısı ada halkının nüfusunu geçer. Bu topraklar üstünde yaşayan insanlar ne düşünür? Onlar bu “cennet” yargısına katılırlar mı acaba? Hayır, onlara göre burası tam tersine bir cehennemdir. Ne-
136
Birçok çocuk hastalığı kurutulmuştur. Cahillik yok gibidir. Halkın çoğu 6 yıllık ilk eğitimi görür ve bu yakında 9 yıla çıkarılacaktır. İşsizlik, ırkçılık, kadın eşitsizliği, fahişelik, kumar, uyuşturucu alışkanlığı kalmamıştır. Gecekondu yoktur. 14.000 yüksek eğitim görmüş Küba aydını 30 geri kalmış ülkede enternasyonal görevlerini yapmaktadırlar.
ORTA AMERİKA, ABD POLİTİKASI VE GRENADA
ABD’nin Orta Amerika Politikası
Yukarıda çizmeye çalıştığımız durumun ABD’nin tüylerini diken diken ettiğini, “ön bahçesi” ilan ettiği, eski at koşturduğu bu topraklarda artık ölümünü gördüğünü söylemeye gerek yoktur. II. Dünya Savaşı’na gelinceye kadar Güney ve Orta Amerika ulusları, şu veya bu şekilde Avrupa emperyalistlerinin birer kolonisi idiler. Avrupa’daki güçler dengesine göre Fransa, Portekiz, İspanya, İngiltere, Hollanda’nın eline geçmişlerdir. Tarihte hepimizin okuduğu o ünlü Amiral Nelseon’un bile bu koloni savaşlarında adı vardır. Savaş sonrası ise ABD bayrak açmıştır. “Pan Amerikanizm”, “kıta dayanışması” ve “demokrasi” politikaları ile bu ulusları müttefiklerinin elinden alıp kendi nüfus alanına sokmayı başarmıştır. İktidardaki koloni valisi, bu vali geleneğinin başka bir şekli olan büyük latifunda ağaları ya da onların uşağı generaller giderek ABD tekelerinin kuklası olmuşlardır. Eğer başkaldıran olursa Allende gibi kurban edilmişlerdir. Ancak günümüzde işler biraz daha kızışmış, sınıflar savaşı yükselmiş, güdümüne aldığı iktidarlar halk muhalefetlerine karşı duramaz hale gelmektedirler. ABD’nin bu politikası şiddetlenerek, yeni biçimler kazanarak devam etmektedir. Orta Amerika’daki gerici rejimleri Honduras, Guatamela, El-Salvador, Kosta Rika, Jamaika, Dominik, Haiti, Trinidad ve Tobaga adaları (burada da aynı Grenada’daki gibi iktidara devrimciler geçmiş
bir yıl sonra ABD baskısına dayanamayıp düşmüştür) Barbados (Grenada işgalinde ABD’ye üs olmuştur) vs. her geçen gün daha çok desteklemektedir. Kendi devrimci güçlerini bastırmaları için yılda milyonlarca dolarlık silah ve askeri yardım alırlar. ABD’nin El Salvador iktidarına yaptığı yardımın rakamlarını verelim. 1979-1,0 milyon dolar 1980-15,0 milyon dolar 1981-35,4 milyon dolar 1982-116,0 milyon dolar 1983-136,3 milyon dolar (Eylül ayına kadar 76,3 verilmiştir) (Kaynak: Salvador Gerilla dergisi Senal de Liberatad’dan aktaran New Times Sayı 36, Sayfa:22) Bu yardımların dışında askeri danışmanlar yollar. 1983 Temmuz yılındaki kararla Honduras’a yolladığı danışman sayısı 55’den 125’e yükselmiştir. Buradaki asker sayısı 12.000-15.000’dir. Birçok diğer ülkeye olduğu gibi Honduras’da büyük nakliye uçaklarının ineceği havalanları yapmaktadır. Yolları genişletir, stratejik noktalarda köprüler kurar. Yine bu ülkede tüm Orta Amerika’yı kontrol eden iki radarı vardır. Ayrıca bu gölgelerden topradığı askerleri gerek ABD’de gerekse Panama Askeri Okullar Başkomutanlığı ve buna bağlı okullarda askeri eğitimden geçirir. Bu saldırgan yalnız iktidarları örgütlemez. Tüm karşı-devrimci güçlerle ilişki içindedir. Somoza yanlılarını Honduras’ta Grenada diktatörü hatta Demokratik Hareket liderini civar ada Barbados’ta örgütlemiştir. Somoza gericileri bir gün olsun Nikaragua’ya iç işleriyle uğraşma fırsatı vermezler. Bu gericiler devrimcilerin içine girip provakasyon düzenler, oralarda gerici çalışmalar sürdürürler. ABD’nin yaptıkları daha bitmez. ABD’nin gelmiş geçmiş en gerici iktidarı Reagan’la birlikte bu iktidarlar daha da ileriye çekilmektedirler. ABD tüm gerici iktidarları cepheleştirmeye çalışır. Onları
edebilir. Edemese bile CIA aracılığı ile kapalı kapılar ardından gene bilinen okunur. Ancak halk muhalefeti bazı bazı çok yükselebilir. Örneğin Barolar Derneği Başkanı Amerika’nın Orta Amerika Politikasının Amerikan yasalarını çiğnediğini, başka ulusların iç işlerine karışılmaması gerektiğini duyurmuştur. Minareyi çalan kılıfını da bulur. Reagan şimdi buna çareyi buldu. Orta Amerika poltikasını yürütecek bir komisyon kurdu. Başına Allende rejimini devirme kopmlosunu CIA ile hazırlayan Henry Kissinger’i geçirdi. Bilindiği gibi Kissinger Demokrat Partilidir. Reagan böylece hem muhalefeti bastırmayı, hem “barışçı” yollardan sorunu çözmek istediği imajını yaratmayı hem de bu politikayı gözlerden biraz ırak tutmayı örgütlemeye çalışıyor. Bu yıl bitmeden Kissinger Reagan’a bir rapor sunacaktır. İçte olduğu gibi bizzat Orta Amerika’da da var olan krizin barışçıl yollarla çözülebileceğini öne süren ülkeler vardır. Contadora Gurubu ülkeleri olarak bilinen bu ülkeler Venezuella, Kolombiya, Panama ve Meksika’dır. Bu ülkeler sık sık toplanır önerilerde bulunurlar. Tarafların karşılık-
137 ORTA AMERİKA, ABD POLİTİKASI VE GRENADA
“Küba ve Sovyet komünist tehdidine” karşı topyekün bir savaşa sokmak istemektedir. Nikaragua’nın her gün silahlandığını, komşularına saldıracağını ve de saldırdığını öne sürüp onları kışkırtır. Onları ülkelerindeki devrimci hareket ile baş etmenin yolunun kıtadan komünizmi silip süpürmekte yattığına inandırmaya, bizzat kendi önderliğinde savaşa sürüklemeye çalışır. Aynı şeyi adalarda da Küba devrimine karşı cephe kurarak gerçekleştirme politikası izlemektedir. Son olarak da Orta Amerika’da kendi konumunu gerek var olan üsleri gerekse polisler gibi devriye gezen uçak gemileri, savaş gemileri ve çevik kuvvetleri ile sağlamlaştırır. Buralarda sürekli savaş oyunları oynar. Bunlar artık haftalarca değil aylarca sürmektedir. ABD yürüttüğü bu saldırganlığa karşı giderek kendi halkından da kopmaktadır. Kennedy’nin başını çektiği Demokratlar Reagan’ın bu politikasına saldırırlar. Geçirmek istediği yasaları Temsilciler Meclisi’nde reddederler ama tasarı Reagan’ın hakim olduğu Senato’da kabul edilir. Edilmese bile Reagan veto
138
lı masaya oturmalarını isterler. ABD’nin bölgedeki durumu Doğu-Batı çelişkisi olarak yorumlanmasının yanlış olduğunu gerek danışman gerekse silah olarak dış müdahalenin derhal son bulması gerektiğini söylerler. Elbette, bu ABD’nin çıkarlarına ters düşmektedir. Kissinger komisyonunun bu ülkelere de ABD’nin barışçıl çözüme niyeti varmış izlenimini vermesi olası mıdır, değil midir? Sanmıyoruz.
ORTA AMERİKA, ABD POLİTİKASI VE GRENADA
Grenada
Yazımızın bu bölümünde, ABD’nin çizmeye çalıştığımız Orta Amerika politikasında Grenada çıkartmasının amaçlarına ve sonuçlarına değinelim. 1979 Mart’ında 120.000 nüfuslu Grenada’da demokratik ulusal, anti-emperyalist bir devrim yapılmıştır. ABD hemen ablukaya almış, tüm kredileri, yardımları dondurmuş, provakasyonalar düzenlemiştir. Cesur Grenada halkı tüm bunlara karşın devrimini savunmuştur. Devrim hemen meyvalarını vermiştir. GSMH 1982 yılında %5,5 artarak yaşam standardı %7 yükselmiştir. Diğer devrimci uluslardaki gibi cahillik, işsizlik ve sağlık alanlarında büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. “Grenada’nın 1983-85 yılı ekonomik gelişim planında yeni hedefler çizilmiş. Temel görev olarak emperyalist güçlere ekonomik bağımlılık en kısa zamanda sona erdirilecektir. Tarımsal-endüstriyel kompleksler, ticari balıkhanelerin ve hizmet endüstrisinin geliştirilmesine büyük çaba gösteriliyor. Devlet çiftlikleri genişliyor. Çalışan halkın üretimin yönetimine katılımı arttırılıyor. Tüm ülkede 60 üretim komitesi emek verimliliğini arttırmak için sosyalist rekabeti örgütleyip yönetiyorlar.” (New Times, sayı 39, sayfa 21) Şimdi son olaylara kısaca bir göz atalım. İktidardaki Yeni İnci Hareketi (New Jewel Movement) Ekim ayı içinde bölündü. Başbakan Maurice Bishop ve birkaç
bakan öldürüldü. Yerine Devrimci Askeri Konsey geçti. Konsey devrimi savunmaya kararlı olduğunu açıkladı. Bu gelişmeler ABD’nin ekmeğine yağ sürdü. Tüm uluslararası yasaları çiğnemeyi alışkanlık haline getiren ABD artık ezberlenen “ABD yurttaşlarını korumak”, “Yasa ve düzeni sağlamak” vs. gibi bahanelerle “barış yiğitlerini” daha önce tatbikatını yaptıkları biçimde havadan indirdi. Altı saat içinde adayı işgal ettiğini, halkın yiğitlerini kurtarıcı diye karşıladığını açıkladı. Birkaç gün içinde anlatılanların gerçeklerden farklı olduğu anlaşıldı. Ada tamamen işgal edilememiş çatışmalar başlamıştı. Bizzat kendi yetkilileri büyük bir direnişle karşılaştıklarını açıkladılar. Grenada devrimcileri kolay lokma olmadıklarını gösterdiler. Son olarak başkent Saint George birkaç gün direndikten sonra düştü. Reagan işgali kullanarak Küba’ya da saldırdı. Grenada’ya havaalanı inşa etmek için gelmiş işçileri sayıları yüzleri geçen silahlı birlikler olarak göstermeye çalıştı. Sözüm ona döğüşenlerin hep Küba’lı askerler olduğuna inandırmak için boşuna uğraştı. Son olarak 60 tane yaralı Küba’lı Havana’ya teslim edildi. Reagan’ın bu çabaları Küba devrimcilerine duyulan saygıyı arttırmaya hizmet etmiştir. Şimdi iktidara Grenada’nın eski İngiliz valisi geçti. Faşizmi kurumsallaştımaya çalışıyor. Kendisini büyük yetkilerle donatıyor. Yakında ABD kuklası hükümetini açıklayacak. Böylece 4 yıllık halk iktidarı sona ermiş görünüyor. Dört yıldır kendi kendini yönetmiş halkın tepkisini önümüzdeki günlerde izleyeceğiz. Yeni iktidarın batıdan “öğretmenler” getirteceğini, böylece halka batı demokrasisinin “nimetleri”nin öğretileceği açıklandı. Öte yandan Amerikan askerleri kent dışında pusuya düşürüldükleri için gözcü helikopteri ile dolaşmaktadırlar. ABD’nin “demokrasi havariliği” aldat-
zaman düzenlenen kıtasal konferanslarda bunlardan farklı sonuçlar vermez. Kısacası politik yenilgiler birbirini izlemektedir. Bu elbette gerici iktidar örgütleme işini zorlaştırmakta, eski örgütlediklerini kendinden uzaklaştırmakta onları aşırı taleplerine karşı frenlemektedir. İşte ABD bu gerici iktidarlara bir ivme kazandırmak, onları harekete geçirmek, onlara ABD gücüne güvenmelerini sağlamayı amaçlamaktadır. Politik yenilgileri askeri kazanımlara dönüştürmeye kararlı olduğunu gösterir. Domuzlar Körfezi yenilgisini her hatırladığında yüreği mutlak cızlamaktadır. “Güçlü, her şeye muktedir ABD” küçücük Grenada adasını “yutuvermiştir”. Gerici rejimleri neden yürek-
Domuzlar Körfezi yenilgisini her hatırladığında yüreği mutlak cızlamaktadır. “Güçlü, her şeye muktedir ABD” küçücük Grenada adasını “yutuvermiştir”. Gerici rejimleri neden yüreklendirmesin, neden savaş enerjisi ile doldurmasın? kışkırtmasını bilir. Ve sonunda ölümünü görse bile başvurur. Bir Sovyet yazarı Amerikan halkındaki “Amerikanizm” duygusunun Amerikan emperyalizmi kadar güçlü olduğunu yazıyor. Sırası gelmişken ekleyelim. Son günlerde özellikle Orta Doğu’da Amerikan askerlerine karşı düzenlenen olayların hep bu duyguya hizmet olduğunu belirtelim. Tüm dünya halklarına karşı uyguladığı insanlık dışı politika Reagan’ı giderek yalnızlığa itmektedir. Birleşmiş Milletler’de alınan kararlara şöyle bir bakarsak çoğunlukla yalnız kaldığını politik yenilgilerin birbirini izlediğini görürüz. Birçok Orta ve Güney Amerika ülkesinin üyesi bulunduğu Bağlantısız Ülkeler konferansında tüm çabalarına karşın istemediği kararlar alınmıştır. Yukarıda değindiğimiz liberal demokrat Contadora Grubu ABD çıkarlarına ters düşen önerileri onaylar. Zaman
lendirmesin, neden savaş enerjisi ile doldurmasın? Ayrıca objektif olarak bakıldığında bu çıkartma gerçekten bir kalenin düşmesidir. Üç bacağın biri görünüşte düşmüştür. Devrimci hareket bir yenilgi yaşamıştır. Küba’nın burnunun dibinde, ABD’nin ezeli hedefinin yakınında stratejik önemi olan bir adadır Grenada. Yakın gelecekte bu amaca neden hizmet etmesin? ABD’nin emperyalist hesabı devrimci pazara uyar mı? Devrimci hareketi gerçekten, görünenin altında da bastırabilmiş midir? Bastırabilecek midir? Elinde bilimsel sosyalizm kılavuzu olanlar olayların altlarında yatan gerçekliği görürler, değerlendirirler. Çağımız ulusal kurtuluş, bağımsızlık savaşları, sosyalizmi her geçen gün saygınlık kazandığı, güçlendiği yıllardır. Bizzat bu olgu özde emperyalizmi bu kadar saldırgan, bu kadar bencil,
139 ORTA AMERİKA, ABD POLİTİKASI VE GRENADA
macasını bir yana bırakıp Grenada çıkartmasından umduğunu ve bulduğunu irdeleyelim. ABD’de neredeyse her gün kamu yoklaması yapılır. Son zamanlarda Reagan’ı destekleyenlerin oranı %30’ların altında düşmüştür. 1984 yılında yeni seçimlerin yapılacağını ve Reagan’ın tekrar adaylığını koyacağı düşünülürse bunun önemi anlaşılır. Grenada çıkartması hemen olumlu sonucu vermiş, Reagan politikasını destekleyenlerin oranı %70’e çıkmıştır. Geçen yılda Thatcher aynı oyuna başvurmamış mıydı? Falkland öncesi tüm şimşekleri üstüne çekerken savaş sonrası yapılan seçimleri ezici bir çoğunlukla kazanmıştı. Emperyalizm gerektiğinde şovenizmi
140 ORTA AMERİKA, ABD POLİTİKASI VE GRENADA
zalim yapmaktadır. Devrimler mısır gibi patır patır patlamaya gebedir. Başta ABD tüm emperyalistlerin çırpınışı boşunadır. Evet, doğrudur. ABD artık hiçbir yere güllerle gitmeyecektir. Daha cesur, daha kararlı daha hırçın olacaktır. Sınırları dışındaki yaklaşık 250.000 askerini, araç gerecini devrimcilerin, halkların üstüne boşaltabilecektir. Şimdiye kadar göstererek korkuttuklarını bizzat döverek korkutmaya çalışacaktır. Biz devrimciler bunu biliriz, bilmeliyiz. Sınıflar savaşı dünya ölçüsünde II. Dünya Savaşı’ndan beri hiç bu kadar şiddetlenmemiştir. Kendi sınıfımızı görerek, örgütleyerek, enerjimizi sınırlarına kadar zorlayarak dünya ölçüsünde örgütlenmek zorunluluğun ile karşı karşıyayız. Ancak bunu yaparsak Castro’nun şu sözünün maddi temelini hazırlamış oluruz. “Emperyalist beyler, sizden hiç korkmuyoruz!” Merhaba, cesur Grenada, Küba, Nikaragua ve El-Salvadorlu yoldaşlarımız! *Kıvılcım, Kasım 1983
İRAN’DA NELER OLDU?* Mehmet YILMAZER
-IA) İran Finans-Kapitali
Egemen güçlerin durumu devrim öncesi şöyle özetlenebilir: “Şah’ın Ak Devrimi, İran’da bankacılık sektörünü geliştirmiş, Menderes dönemi Türkiye’si gibi bankalar yerden mantar gibi bitmişlerdir. Sanayi alanına gelince, İran’da 369 önemli sayılacak sanayi kuruluşunun %73’ü 28 büyük aile ile yabancı kuruluşların malı olan Sanayi Kalkınma Bankasının elindedir.” (Cumhuriyet 20.3.1979) Öte yandan kırda toprağın “%5’i dev-
let ve saray arazisi , %15’i vakıf toprağı (bu da sarayın) %65’i özel büyük araziler, % 15’i köylü toprağı”dır. (Hür Dünyanın Diktatörlüğü, B. Nirumand) Böylece İran’da toprağın %85’i Şah’a ve büyük toprak sahiplerine, ancak %15’i köylüye aittir. Şah Ak Devrim ile bu adaletsizliği şöyle örtmüştür. Toprak reformu adı altında alınan topraklar karşılığında “toprak ağalarına, devlete ait kuruluşların hisseleri satılarak sosyal ve mali üstünlükleri garanti altına” (ay) alınmıştır. Ve bu yolla toprak ağalarının elindeki toprakların %25’i köylüye satılmıştır. Sonuçta, kredi bulamayan ve üretim aracı olmayan köylü daha çok yoksullaşırken, bankalar kubbesinde toprak ağaları ve sanayiciler kenetlenmişlerdir. Şah bunu kendi dilinde şöyle açıklıyor: “Daha bir kaç yıl öncesine kadar, büyük topraklarının dağıtılacağından söz açılınca arazi sahipleri hemen öfkelenebilirlerdi. Bugün birçok büyük toprak sahibi, sosyal adalet lehine, bu durumun sürüp gitmeyeceğini kabul etmişlerdir.” (ay) İran finans-kapitali elbette Uluslararası finans-kapitalle etle tırnak gibi olmadan edemezdi. Nelson Rockefeller şöyle diyor: “Ekonomik yardım yoluyla İran petrolünü sımsıkı avucumuzun içine aldık.” (ay) İran’da “Yabancı fimaların yıllık ortalama karı 300 milyon doları buluyor. Musaddık devrildiğinden bu yana geçen 12 yılda yabancı firmaların sağladığı kazanç, aynı sürede alınan dış yardımın üç mislidir.” (ay) İran’da finans-kapitalin, yani İranlı parababalarının bir de vurucu gücü modern
141 İRAN’DA NELER OLDU?
İran’da olaylar durulmaya başlamış görünüyor. Türkiye’nin çok yakında yaşanan bu Devrim’in karekterini ve sonuçlarını değerlendirmeliyiz. Türkiye’nin ezilen insanları İran olaylarını merak ve sempatiyle izlediler. Çoğunun Hayat Mecmuası ve Hürriyet Gazetesinden okuduğu, Şah’ın aşkları ve debdebesinden öteye İran’la ilgili pek bir bilgisi yoktur. Ve yıkılmaz sanılan sırmalı Şah, bütün şatafatlı gösterisine rağmen, halk sokağa çıkınca çöktü gitti. Bizde İran parababalarının başı gibi, herkesin gözüne batan bir şah yok. Her gün iliğimizi kurutan bir “demokrasi” ve sahnede oynayan Demireller, Ecevitler, Erbakanlar, Türkeşler var. İran halkı için hedef açık ve tek görünüyor, bizde bulanık ve binbir örtü altında. Bütün bu çeşitliliklere rağmen İran halkı ile Türkiye halkının mücadelesinin kaçınılmaz benzerlikleri vardır. İşte İran halkının Devrim deneyinden kendimize düşen dersleri çıkartabilmek için olayı biraz daha yakından inceleyelim.
142 İRAN’DA NELER OLDU?
Amerikan silahlarıyla techiz edilmiş ordu vardır. Bir açık sözlü Amerikan gazetecisi kendileri açısından ordunun önemini şöyle açıklıyor: “İran silahlı kuvvetlerini yetiştirmek için bu ülkede 900 kişilik bir askeri kurul bulundurduğumuz bir sır değildir. Rejimin asıl dayanağı ordudur... İran’da bizim askeri yardımımız dışarıya değil içeriye dönüktür... İran Ordusunu bir Rus işgalini önlemek için kurduğumuz saçmadır ve Şah’ın desteklemesi için gerekli parayı vermesi yolunda Kongreye yapılan rica ile ilgili sembolik bir laftır... İran’ı desteklememizin asıl nedeni, muhtemel bir dünya savaşında taşıdığı önem değil, Şah’ın bizimle dost olan hükümetini ayakta tutmaktır.” (ay) Özetlersek, İran’daki egemen güç özelikle Şah’ın “Ak Devrim”inden sonra mantar gibi biten bankalarda sentezleşen sanayici ve toprak beylerinin en irilerinden meydana gelen finans-kapital zümresidir.
B) Orta Tabakalar: Tekel Dışı Burjuvalar, Mollalar
Bir avuç parababası (128 aile) ile proletarya arasındaki sınıf ve tabakalara gelince; bunlar ulusal cephe tarafından temsil edilen tekel dışı burjuvalar ve genellikle mollaların ardında görünen pazar esnafı ve geniş köylülüktür.
Musaddık Hareketi
İran’da orta tabakaların canlanışı II. Dünya Savaşı bitimine rastlar. II. Dünya Savaşı’nda, yorgun düşen İngiltere’nin durumu ve dünyada devrimci güçlerin başarılar kazandığı 1950’lerde, İran’da İngilizlerin petrol sömürüsüne karşı Musaddık liderliğindeki Ulusal Cephe parlamenter bir zafer kazandı. Musaddık petrolü devletleştirdi. Fakat emperyalist güçler İngiltere ve Amerika elele vererek Musaddık’ı bir dabe ile uzaklaşırdılar. “Musaddık’ın hatası, daha çok şehir burjuvazisine ve
ülkenin aydınlarına yönelmesi, %75’i köylülerden meydana geleni İran halkının çoğunluğunu ulusal kurtuluşun gerekliliği üzerinde aydınlatmayı ihmal etmesidir. Onların maddi güçlüklerinde kendini duyurabilen bir refahlık sağlayamayınca... “Musaddık, halkın çoğunluğunun çıkarlarından başka bir şey düşünmedi, ama düşüncelerini gerçekleştirmek için halkı kazanmayı ihmal etti. “İktidarda bulunduğu sürece, halk topluluklarının iktidar sahiplerinin siyasal kararlarını etkileyebilecek güçte olduğunu bir çok kez yaşıyarak görmüştü. Örneğin 1952 yazında, istediği yetkiler kendisine verilmediği için istifa ettiğinde böyle bir durum ortaya çıkmış, Musaddık’in isteklerine boyun eğmeye ve onu geri getirmeye halk Şah’ı ve parlamentoyu zorlamıştı. Parlamentoda büyük toprak sahiplerin ile Şah’ın maşalarının Musaddık’ın kanun tasarısına oy vermekten kaçındığı birçok hallerde sokaklara dökülüp gösteriler yapan kitleler, tasarıların kabul edilmesini sağlamıştı. Demek ki Musaddık’ın yanılması, halkın oynadığı rolü anlayamaması, önce dış ve sonra da iç baskıya karşı mücadele edebileceğine inanmasıydı. Çok önce ilan ettiği ve feodalite temsilcileriyle düşman olması sonucunu doğuran toprak reformuna, dış ülkelerle anlaşmazlıklara düştüğü (petrolün millileştirilmesinden dolayı, İngiltere ve onun destekleyicisi Amerika ile bn.) sıralarda iç karışıklıkları önlemek istediği için el atamadı. İçerideki kurtuluş mücadelesine dış kurtuluş mücadelesi ile birlikte başlasaydı belki de Amerikalılar İran’da kendileri için gerekli işbirlikçilerini bulamazlardı.” (ay) “Kendine karşı planlanan darbe girişiminin bastırılmasından sonra Tahran’da ve ülkenin bütün büyük kentlerinde Musaddık lehine sevgi göste-
Mollalar
Mollalara gelince: İran’ın bu orijinal özelliği hakkında bilgilerimiz oldukça sınırlı. Mollaların İran ekonomisinde ve siyasetindeki yeri için ise fazla bir şey söylemeye gerek yok, önemi ortada. Çünkü devrimi -çıkagelen halk ayaklanmasınıAyetullah ve Mollalar hiyerarşisi yönlendirdi. Öyleyse bu antika görünümlü ve teoride islamiyete dayanan Mollaların sınıf karekteri ve örgütlenme biçimleri, çözmemiz gereken en önemi sorunlardır. İlk bakışta sırf dini görünüm yanıltıcıdır. Önce İran tarihinden bir kaç önemli basamakla geçmişi gözden geçirelim, sonra da günümüzdeki durumu aydınlatmaya çalışalım.
“İran’ın tarihini 2500 yı önceki başlangıcından zamanımıza kadar birkaç sayfa da anlatırsak, çeşitli iniş çıkışlı olan tek bir konu ile karşılaşırız; Tahta yeni çıkmış bir hükümdar zamanında yükselme ve genişleme çağı, yıkılan bir sülalenin düşüşü ve terörü, yeni bir hükümdar sülalesinin iktidarı ele geçirmesi ve dışarıdan gelen istila.” (B. Nirumand Hür Dünyanın Diktatörlüğü, İran) Yazar burada İran tarihinde Antika medeniyetlerin çöküşüne “Sülalenin düşüşü”, bu çöküşle birlikte çağırılan barbar akınına da “dışarıdan istila” diyor. İran’da 2000 yıl Antika medeniyetlerin doğuş ve batışı yaşanmıştır. Bu genel özetten şu sonuçları çıkartabiliriz: Birincisi ve en önemlisi İran’da bütün Antika medeniyelerde olduğu gibi TefeciBezirgan sermaye aşırı irileşip, kapitalist girişkin sermayenin güdük kalması sonucu serbest rekabetçi kapitalizm, yani modern sermaye doğmadan boğulmuştur. İkincisi, modern sermayenin “ön sermaye” veya “antika sermaye” tarafından boğulması sonucu, İran uluslararası planda tekelci sermayenin güdümüne girmiştir. Her iki sonuçta Osmanlılığın alın yazısının aynıdır. Tekelci sermaye İran’da toprak beylerine ve Tefeci-Bezirganlara tutunmuştur.
143 İRAN’DA NELER OLDU?
rileri yapıldı. Komünist Tudeh Partisi Cumhuriyetin ilan edilmesini istedi. Böyle bir şeyin gerekli olduğu şüphe götürüyordu, ama Musaddık komünistlerle işbirliği yapmaya hala karar verememişti.” (ay) Musaddık’ın hatası “şehir burjuvazisine yönelmesi” değil, kendisi bir burjuva olarak emperyalizme ve gerici toprak ağalarına karşı proletarya ile ittifak yapmaması ve toprak reformunu ertelemesindedir. Devrim Musaddık’ın hatalarıdan ders almalıdır.
İran’da birisi kesim düzenine karşı belki en son bir kalkışma (Babi Hareketi), birisi de emperyalizmin ilk tahakkümüne karşı bir burjuva demokrat kalkışma vardır ki, olayları aydınlatmak için kısaca değinilmelidir.
144
Babi İsyanı
İRAN’DA NELER OLDU?
“Babizim hareketi hükümet için bir ihtardır. Memleket istibdat, zulüm ve tahakküm altında inliyordu. Vilayet sahipleri olan ve vilayeti iltizam usulü (kesenek usulü) ile idare eden kabile reislerinin, malikane sahiplerinin ve büyük mollaların zulüm ve cefalarına had yoktu.” (A.Ağaoğlu, İran ve İnkilabı) “Fakat eskiden vilayetlerin, kazaların ve nahiyelerin başlarına kabile reisleri geçerken bilahare bu usul de-
reislerin”den her yılbaşı açık arttırma ile satın alan “memurlar”ın elinde geçmesi, tefeci-bezirgan sermayenin toprak beyine çevrilmesi olayından başka birşey değildir. Böylece kesim düzenine soysuzlaşan toplum düzeni kendine bir tepki doğrumadan edemezdi. Bildiğimiz kadarıyla bunların en sonuncusu Babi isyanıdır. Babi isyanı sırf dini görünüşlü olduğundan Şiiliğin ve Babiliğin özelliklerine kısaca değinelim. Peygamberin ölümünden sonra ilkel sosyalist özelliklerini yitirmiş Bezirgan Muaviye taraflıları Sünni, ilkel sosyalist özellikleri koruyan ve güden Osman ve Ali taraflılarına da Şii dendi. “İslamlık çeyrek yüzyılını doldurmadan, bu iki zıt kutup doktrinden birincisi, (Sunniler bn.) Firavun ve Nemrut çağından kalma Doğu Devletçiliği ile,
Babilik, derebeylik düzenine karşı musavat (eşitlik) parolasıyla kalkışmış bir halk hareketidir. 1845’lerde olması hareketin içinde İran’daki filizlenen modern kapitalist ilişkilerin de etkisinin bulunduğunu düşündürmektedir. ğiştirilmiş, daha merkezi bir yol almış ve tayinler pazarlık usulüne tabi tutulmuştur. Şöyle ki, her yılbaşı memuriyetler müzayedeye (açık arttırma ile satış) konuluyor, en çok kim verirse o tayin oluyordu.” “Fakat vali bu fazlayı Şah’ı sevdiğinden vermiyordu, ahaliden çıkaracak ve üstelik olarak kendisi de ‘Mahadil’ temin edecektir.” (ay) Yazarın anlattığı olay “Antika medeniyetlerde para iradi biçimi Osmanlı kesim düzeninde olduğu gibi derebeyileşme ve tefeci-bezirgan ön sermayenin azgınca gelişimi, antika para beylerinin toprak ve imtiyazları parayla satın alarak toprak beyliğine çevir”mesi olayıdır. (Dr.H. Kıvılcımlı, Tarih Tezi) “Vilayetlerin idaresi”nin “kabile
kimin arabasına binerse onun türküsünü çağırarak, kurulmuş iktidarı ebedileştirdi, ikincisi (Şiilik), islam medeniyeti bata çıka giderken, ikide bir Orta Asya’dan “zuhur” edip sızmış barbar etkileri altında, resmi iktidara karşı bitmez tükenmez Muhalefet biçimlerini kışkırtıp ebedileştirdi: İktidar: Açık “Zahiri” doktrinlere (derebeğileştirilmiş sözde “şeriata”) tutunarak kelleler uçurdu. Muhalefet: Zorbalık önünde ister istemez “Batını” (Karnında: gizli) doktirinler karanlığına gömüldü.” (Dr. Himet Kıvılcımlı, İlkel Sosyalizmden Kapitalizme) (Aktaran Yol Dergisi s:1) Demekki Şiilik önce bezirganlığa, sonra kesim düzenine, derebeğileşmeye ve dolayısıyla devlete, ilkel sosyalist bir tepkinin adıdır.
talizmin ideolojik görüntüsü olur çıkar. Cumhuriyet ve eşitlik talepleri bunun en açık işaretleridir. Demek ki, İran’da soysuzlaşmış derebeyliğin bağrında gelişen yeni ilişkiler din içinde kaçınılmaz değişiklikleri doğurmuş ve bu yeni dini görüntüler de gelişen yeni ilişkilerin adeta ideolojisi olmuştur.
Emperyalizme Tepki 1905-1907 Hareketi
İran’a emperyalizm tekelci yapısıyla girmiş ve “Nasreddin Şah zamanında (Babi isyanının bastırılmasından hemen hemen 40-50 yıl sonra 1900’lerde İngiliz emperyalizmi İran’a girmiştir) İngiliz tebaasından Tolbot namında birisine verilen “Tömbeki” inhisarı imtiyazı memlekette epeyce gürültülere sebep oldu. “Kumpanya (Tolbot Kumpanyası bn.) imtiyazname ile tahıl ve hariçte tömbeki ticaretini inhisar (tekel) altına alıyordu. Meselede hayati alakaları olanlar şikayete başladılar, birçok ayan ve eşraf da gayri memnunlara karıştılar. İş müçtehidlere (Ayet ve hadislerde bildirilmeyen işlerin kıyas yoluyla hükümlerini çıkaran din bilgini bn.) ve alimlere aksetti. Kerbela Müçtehidi Mirza Hasan Şirazı bir fetva ile tömbeki imal ve ticaretini men etti.” (İran ve İnkilabı) Nargileler kırıldı. Ve sonuçta tütün tekeli İngiliz kumpanyasından alındı. Fakat emperyalizmin İran’a girişi ve orada komprador burjuvazisini yaratması durmadı. Özellikle Rus emperyalizmi (Çarlık dönemi bn.) Şah’dan önemli imtiyazlar koparmış ve halka “birçok vergiler” konularak “Şah’ın ve devlet adamlarının tükenmez masraflarına karşılık” bulunmaya çalışılmıştır. Sonunda “bu hal umum memlekette derin bir hoşnutsuzluk doğuruyor. 1904’te Tahran’da tacirlerden mühim bir kısım Mescidişah denilen camide toplanıyor, üç meşhur müçtehid de (din bilgini bn.) bunlara
145 İRAN’DA NELER OLDU?
“Babiliğin zuhuru esnasında (1840 sonrası) üç türlü Şiilik vardı. Usuli, Şeyhi ve Kerim Hani “Usuliler: bunlar ortodoks Şiilerdi: Mütedildirler. Şeyhiler: bu tarikatın şiarı: “Alidir bütün kainatın anahtarı.” Kerim Hani’ler: Uluhiyete iştiraki yanlız imamlara bahşetmiyor, herhangi insanın da ona iştirak ettiğini kabul ediyor. Herkes Allahın tecellisi olabilir.” (İran ve İnkilabı) Böylece Babiliğin Şiilik içinde en radikal köktenci bir tepki olduğu söylenebilir. “Babiliğin esasları şunlardır: “Her dinin peygamberi bir zaman için gelir ve din de o zamanın manevi ve maddi ihtiyaçlarını temin eder. Kur’anın da, İslamiyetin de zamanı artık geçmiştir. Yeni hayat yeni düsturlar talep ediyor ve bu düsturları Seyit Mehmet formüle edecektir.” “Babilik kadınların serbestisini hukukta erkeklerle müsavi (eşit bn.) olmalarını talep ediyor. Resmi ayinleri tanımıyor, herkes dualarını kalbine ve kendisine göre yapar. Fakirlerden vergi alınmasını men ediyor, insanlar arasında müsavatı (eşitliği b.n.) esas olmak üzere kabul ediyor. Tütün kullanmayı men ediyor, riyayı en büyük günah diye tavsif ediyor. Buna mukabil şarabı menetmiyor.” “Tercih ettiği hükümet şekli cumhuriyettir.” (İran ve İnkilabı) Döneminde Nasreddin Şah Babiliği toplu katliamlarla ezmiştir. Babilik, derebeylik düzenine karşı musavat (eşitlik) parolasıyla kalkışmış bir halk hareketidir. 1845’lerde olması hareketin içinde İran’daki filizlenen modern kapitalist ilişkilerin de etkisinin bulunduğunu düşündürmektedir. Dinin yeni ilişkilere cevap veremediği, kadınlara eşitlik gibi talepleri kapitalist gelişimin bir tepkisi olmalıdır. Sonuçta İran’da din, filizlenen kapi-
146 İRAN’DA NELER OLDU?
katılıyor.” Şah üzerlerine kuvvet gönderiyor. Fakat “Tahran mollalarının, büyük tüccarların ve müçtehitlerin mühim bir kısmı da halka katılıyor.” “Şah (bu gelişmeler karşısında bn.) sadrazamın azledildini söylüyor, imtiyazların kalkacağını ve emlak sahiplerinden ulemadan ve tüccardan mürekkep bir adalet divanının kurulacağını ve tebanın kanun önünde eşit olacağını vadediyor.” (ay) “Bunun üzerine halk dağılıyor. Fakat vaadler yerine getirilmiyor. İzdihamın camilere toplanmasından bilistifade ülema tahrike koyuluyor, sadrazam ülemanın şehirden çıkarılmasını emrediyor. Bu emir icra edilirken Şeyh Mehmet öldürülüyor. Bundan müteessir olan halk hücum ederek Şeyh Mehmet’i polisin elinden alıyor ve Mescidişah’a götürerek orada “Bosta giriyor”... “Nihayet Şah bunların Tahran’ı terkederken Kum şehrine gitmelerine müsaade ediyor.” Buna “Hicreti Kübra” (büyük göç) namı veri”liyor. Anlatılanlardan şu tespitleri yapabiliriz. 1) Emperyalizm kendi karakteri gereği İran’a tekelci yapısıyla girmiş. Kendi komprodor burjuvazisini yaratmaya yönelmiştir. 2) Tekeller karşısında “meselede hayati alakaları olanlar şikayete başladılar” yani Tahran’da yığılmış olan serbest rekabet özlemli burjuvazi tekellere karşı hoşnutsuzdur. 3) Bu hoşnutsuzlukta burjuvazi ile din adamları daima birlikte görünüyorlar. 4) Tahran’dan sürülen din adamları Şah’a karşı kalkışmanın siyasidini merkezini yerleştikleri Kum şehrine taşıyorlar. Yani muhalefetin ekonomik merkezi Tahran pazarı, siyasi merkezi Kum şehri oluyor. Çözülmesi gereken konu artık şudur: Önce komprodor burjuvaziye (Tolbot gibi) “Ak devrim”den sonra da İran finans kapitaline karşı serbest rekabet öz-
lemli tekel dışı burjuvaları ile mollaları ortak davrandıran ekonomik temel nedir? Ortak davrandıklarına göre çıkar birliği ve ekonomide durum birliği olmalıdır. Dini liderler ellerinde toplanan fonları İran’da kendilerine yönlendirirler. “Müçtehidler elinde toplanan fonlar, dinsel bir merkezin yönetiminde olduğu gibi, müçtehidlerin mirasçılarına geçmez. Fakat bir bankada toplanan fonların, müçtehidler tarafından yönetilmesi söz konusudur. Zaten Şah‘ın devrilmesine yönelik hareketler çerçevesinde de, Ayetullah Şeriatmedari’nin yönetimindeki fonu bankadan çekmesi, İran’daki hareketleri alevlendiren bir etken olmuştur.” (Milliyet, 23.2.1979) Bu fonlar bütün halktan toplanmaktadır. Fakat yoksul köylünün böyle bir vergilendirmede durumu açıktır. Onun için “Kum kentinde yetişen din adamlarının ekonomik gücünü pazar esnafının verdiği fitreler, bağışlar ayakta tutmaktadır.” (Cumhuriyet, 19.3.1979) İşte Mollalar İran’da Şiilik geleneğinden gelme bir tutumla tarihi olarak toprak beylerinin, mültezimlerin karşısında olmuştur. Yine Şahların açık zulmü karşısında köylerden şehirlere kadar halkın muhalefet merkezleri Şah‘ın açıkça saldıramadığı camiler olmuştur. Veya halk camiler vasıtasıyla örgütlenmiştir diyebiliriz. Mollaların kendileri ise, ellerinde biriken dini fonların yönlendiricisi olarak İran’da orta tabakaların arasında yer alırlar. Hali vakti yerinde insanlardır. Ve yine kendilerinin ekonomik gücü gönüllü, gelenekcil destekcisi İran’ın “tüccar” veya “pazar” denilen tekel dışı kalmış burjuvaların, emlak sahiplerinin ve esnafın gücünden gelmektedir. İşte Mollalar yönlendirdikleri geniş halk kesimlerinin çıkarlarından çok kendi ekonomik konumları gereği tekel dışı burjuvaların ve emlak sahiplerinin çıkarlarını temsil etmektedirler. Humeyni’nin “beyin
takımı” ve Ulusal Cephe ile uzlaşması bunun en son görüntüleridir. Neticede İran, finans kapitali ile proletarya arasında ulusal cephe ve Mollaların ideolojik öncülüğünü yaptığı tekel dışı burjuvalar ve emlak sahipleri en iyi örgütlenmiş sınıftır. Ve bundan dolayı geniş küçük burjuva tabakaları ve hatta proletaryayı kendi talep ve parolaları ardından sürükleyebilmiştir. 8000 işyerinde 2 milyonu aşkındır. İran tarihinde, devrimdeki petrol grevinden önce fazla bağımsız bir eylemi yoktur. Şah zulmü altında bazı grevler sürdürmüştür.
İşçi sınıf açısından durum farklı değildir. Yoksullaşma hızla sürmektedir. 1970-75 arası işçi ücretlerinde ortalama görünürde %49 bir artış olurken paranın değeri %458 düşmüştür. Hemen hemen işçi beş yılda 10 kat fakirleşmiştir. -II-
Şah İran’ı terketmek için uçağa binerken “bana üç yıl daha müsaade edilseydi, İran’ı düzeltirdim” dedi. Gerçekten Şah Ak Devrimi ile diğerlerinden ayrılır. Ak Devrim’in özü, İran’da uluslararası petrol kumpanyalarının desteği ile kırda köylünün, şehirde esnaf ve tekel dışı burjuvaların küçük sermayelerinin ve mülklerinin süratle talan edilmesidir. Ak Devrim ile toprak ağalığı ve sanayiciler bankalarda sentezleştirilirken “pazar” yani küçük üretim finans kapitalin vurgunuyla tasfiye edilmeye başladı. Kırda “toprak reformu” sonucu “Koş Neşin denen günlük işlerde çalışan nalbant, berber, bakkal, terzi vb. 1 milyon kişinin aileleriyle birlikte kente göçmek zorunda kaldığını görürüz.” Yine kırda “toprak reformu, küçük toprak sahibi
niden artmış ve pazar bu kez geri dönülmez biçimde önemini yabancı sermaye ve işbirlikçiler yararına kaybetmiştir.” (Cum.19.3. 1979) İşçi sınıf açısından durum farklı değildir. Yoksullaşma hızla sürmektedir. 1970-75 arası işçi ücretlerinde ortalama görünürde %49 bir artış olurken paranın değeri %458 düşmüştür. Hemen hemen işçi beş yılda 10 kat fakirleşmiştir.
Ak Devrime İlk Tepkiler
Musaddık devrildikten sonra Şah, Ak Devrim öncesi Ulusal Cephenin liderlerini tutuklatmıştır (Ocak 1963) ve aynı ayın sonunda “Altı nokta programı” için halk oylamasıyla Ak Devrim başlatılmıştır. Ve bu uydurma devrime ilk tepki, 1963 Haziran’ında bütün İran’da yapılan gösterilerle imamlardan gelmiş, ordunun müdahelesi
147 İRAN’DA NELER OLDU?
C) Proletarya
haline getirilen köylüye yeterli kredi sağlanmadığı, yeterli olanaklar iletilemediği için, onu büyük toprak sahibi ve tefeci karşısında daha güç duruma düşürmüş topraklarını yeniden kaybetmesi tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştır. İran’ın petrol gelirinin gittikçe yoğunlaşması sonucu tarımı tümden baltalamış bir takım tarım kolları ortadan kalkmıştır.” (Cumhuriyet, 20.3.1979) 1959 yılında İran’ın buğday dış alımı 12.188 ton iken, Ak Devrim’den yıllar sonra, 1975’de buğday dış alımı 1 milyon ton olmuştur. Şehirde Ak Devrim sonucu emperyalizmin talanı ve İran pazarını kendi mallarıyla döğmesiyle Mussadık zamanı canlanan Pazar, Şah yeniden iş başına gelince “petrol muslukları açılmış, dış alım ye-
148 İRAN’DA NELER OLDU?
ile 4000 imam katledilmiştir. Ve bu tarihten itibaren 1970’lere kadar İran’da önemli, boyutlu bir halk hareketi görülmemiştir. 1970’lerde Halkın Fedailerinin bazı Şah yanlısı önemli kişileri öldürmesi ve bazı fabrikalarda genellikle 15-20 ölümle sonuçlanan grev ve direnişler baş göstermiştir. Rusya’da 1905 devrimi sırasında Çar’ın uşaklarından birisinin dediği gibi “her grev devrimin binlerce başından biridir” sözü doğrulanmış ve 1978 sonunda devrim muazzam halk ayaklanmaları ile çıkagelmiştir. İran Devrimi’nin kıpırdanışı anlatıldığı gibi Ak Devrim’in yarattığı küçük mülklerin tekeller lehine tasfiyesiyle başlar. Bu birikim 1963’lerden sonra hızlanmış, 1963 yılındaki katliamdan sonra Şah‘ın örgütlediği koyu faşizm altında yavaş yavaş birikmiş, soyun hızlandıkça toplumdaki devrimci potansiyel, uzaktan bakan ve görmek istemeyen gözlere aldırmadan, muazzam bir birikime ulaşmıştır.
“Devrim Çıkagelir”
“Devrimler hiçbir zaman ‘yapıl’mazlar. Devrimler (partilerin ve sınıfların iradelerine bakmayarak) objektifçe olgunlaşmış krizlerden ve tarihi kopuşmalardan çıkagelir.” (Lenin) Şah Ak Devrimi, yani tabanda küçük
mülklerin talanını, tavanda İran’ın egemen sınıf ve tabakalardan en zenginleri bankalar kubbesinde toplamak ve uluslararası finans kapitalin İran şubesini oluşturmak zorundaydı. Ve bu gelişim de İran’da “olgunlaşmış krizler” yaratmadan edemezdi. İran’a uzaktan bakan bizler için, devrim tam anlamıyla çıkagelmiştir. Fakat bu İran devrimcileri için de devrimin saatini kestirememek anlamında geçerlidir. Yazımızın I. bölümünde İran’ın sınıflar yapısını incelemeye çalıştık. II. bölümde ise devrimin kendi gelişimini ve yaptıklarını anlatmaya çalışacağız. III. bölümde ise devrimi eğitenlerin (partilerin, grupların, örgütlerin) nasıl eğittiklerini ve nasıl İran Devrimi’nin “başarılı bir devrim” değil de, İran egemen finans kapitaliyle sessiz bir uzlaşma yapılarak yatıştırıldığını, bir bakıma devrimin kendi gücünün bu uzlaşmayı aşamadığını göreceğiz. Çıkagelen devrim hangi “tarihi kopuşmadan” gelmiştir? İran halkı Şah‘ın yüzlerce yıllık gelenek-göreneğinden, onun için duyduğu hayallerden kopuşmasıdır. “Şah’a ölüm”, ardından atılan “Bahtiyara ölüm” parolaları bu kopuşmanın ifadesidir. Bilinçli işçinin teorik olarak bulup çıkardığı parolalar, Devrimle milyonlarca insan tarafından öğrenildi.
Şimdi bu tarihi kopuşmanın neleri başarabildiği incelemeye çalışalım.
Devrim: İşçi Sınıfı ve Halkın Ölümü Göze Almasıdır
149 İRAN’DA NELER OLDU?
“Ezilen ve soyulan emekçi alt tabakalarda devrim belirtisi ve psikolojisi şu esaslara dayanır: “1-Kitle hayatında: İhtiyaç zaruretleri ve yoksulluk o zamana dek görülmemiş bir şiddet ve keskinlik kazanır. Bu durum kitlelerin yaşamaya tahammülünü çatlatır. Bununla birlikte, yalnız YOKSULLUK ve ZARURET yetmez onun kavranması şarttır. “2-Kitle ruhunda: Eskisi gibi yaşamaya imkan kalmadığı ve muhakkak bir değişikliğe lüzum olduğu kanısı doğar. Artık böyle sürgit yaşanamaz, bu böyle gidemez denmeye başlar. Bu kanı kitle içinde birinci basamak olarak görülen acıklı yoksul durumun ŞUURA GEÇMESİ (bilinçlenmesi) demektir. Bununla birlikte, bir zaruretin sadece kavranması da yetmez. O kavranılan yönde bir sıra eğilimler de doğmalıdır. “3-Kitleler arasında: Ruhlarda atlamak isteyen bir gerilme belirir. Sakin dönemlerde usluca boyun eğen kitleler, fırtınanın yaklaştığını hissederek, kendi başlarına ayaklanmak için fırsat kollarlar. O zamana dek görülmemiş KALKIŞMA eğilimi ve faaliyeti başgösterir. Bu durum bilince çıkan kanaatlerin kitle iradesini harekete geçirmeye başladığına alamettir. İşçi Sınıfının çoğunluğu: Devrimin kaçınılmazlığını kavrar. Bu uğurda gerekirse ÖLMEYİ GÖZE ALIR.” (Dr. H. Kıvılcımlı, Devrim Nedir?) İran’da halk Şah’ın bütün “sokağa çıkma yasak”larına, ordunun açık terörüne rağmen “kefen giyerek de olsa, ölümü göze alarak zulmü alt etmiştir. 70 bin ölü İran halkının bilinçlenmesinin, devrimle öğrenilmesinin adeta bedelidir. İran’da so-
kaklarada Şah’ın zulmü kol gezip halkı bütün modern bilimlerden uzak tuttuğundan Şah’a karşı kalkışmanın kitle içinde maddi güç olan teorisi İslamiyet olmuştur. Ama halka “başarsak da başarmasak da cennete gideceğiz” dedirtip ölümü göze aldıran, kitle ruhundaki “muhakkak bir değişikliğe lüzum olduğu kanısı”nın bilince geçmesidir. Türkiye’de halk arasında “böyle sürgit yaşanmaz” denmeye başlanmıştır. Ama bu “bir sıra eğilim” haline gelip, bir gerilim bir kalkışma seviyesine olgunlaşmamıştır. Bir yadan CHP bu eğilimi yatıştırmaya çalışırken, öte yandan yaşanan binbir gerçeklik- hergünkü onlarca katliam, kuyruklar vb.- bu eğilimi beslemektedir. Finans-kapital halkın “muhakkak bir değişiklik” isteğini hükümet değiliklikleri ile bastırmaya çalışıyor. Fakat bu çıkmaz yolun sonuna hergün daha hızla yaklaşıyoruz. Halkımız dünyadan ve Türkiye’den yeni şeyler öğreniyor. Proletarya sosyalistleri bu öğrenmeyi, bilince çıkarmayı olağanüstü çabayla hızlandırmalıdırlar. Halkımızın bu bilinçlenmesine bir örnek olması açısından, bir anıyı aktaralım: Eski Vatan Partisi Politik Hattı’nın Ecevit hükümetinin ilk kurulduğu günlerde yaptığı bir kapalı salon toplantısından sonra toplantıya katılan bir vatandaşla yapılan bir sohbette vatandaş kafasındaki sorunu şöyle koydu: “Ecevit’i iyi eleştirdin, amma sizde pek azsınız, seçimlere girerseniz oy alamazsınız, ordu içinde sizi tutan var mı bilinmez, peki nasıl hükümet olacaksınız?” Halkımızın gerçekten yaşadığı deney bu ikisinden ibarettir. Yani Türkiye’de ya seçimle ya da ordu müdahalesi ile “hükümet olunur”, bugüne kadar yaşanan gerçeklik bu. Pek doğaldır ki halkımızın da ufku bu yaşadıkları ile sınırlıdır. Ama o günden bu güne hem Türkiye’de gelişen olaylar, hem de İran’da yaşananların
150 İRAN’DA NELER OLDU?
bizdeki etkisi ile halk kendisinin gücünü hissetmeye, sezmeye başlamış olmalıdır. İran’da halk ölümü göze alarak Şah’ın ve ordusunun nasıl yenilebileceğini yaşayarak öğrendi. Elbette en iyi en canlı İran halkı öğrendi, ama sadece İran halkı değil, bütün ezilen insanlar bu olaydan ders çıkartıp, örnek alacaktır. Devrim’in başından yatışmasına kadar olanları karekteristik yanları ile özetlemeye çalışalım.
toplanan halkın sokağa gösteriyle taşması biçiminde gelişmiştir. Ayrıca yine Tahran sokaklarında “gösterilerden birinde, göstericilerden birkaçının işçi haklarından söz etmesi(nin) ‘Kahrolsun Komünistler’ sloganını ile karşılanması devrimin ‘proleter mücadele araçlarının kullanılması anlamındaki proleter karekterinin zayıflığını göstermektedir. Rusya’da “grevci” sözcüğü 1905’lerde halk arasında “bir isyancı”yla eş anlamlı hale gelmişti. İran
Silah nerden temin edilecektir? “Parti teşkilatı hiçbir zaman kitleyi silahlandıramaz.” (Lenin) “Partinin ne hazır cephanesi, silahı ne hazır ordu kadrosu vardır. Gerek cephane ve gerek silah tedariki ve gerekirse savaş kadrosunun teşkilatlanması devrimin akışı içinde başarılacaktır.” Devrimde Kitle Grevi veya Devrimin Proleter Mücadele Yöntemi
“Bu dönüşümün temel aracı kitle grevi idi. Rus devriminin kendine özgü çehresi, sosyal içeriği bir burjuva demokratik devrimi olduğu halde, mücadele yöntemleri açısından bir proleter devrimi olmasıydı... Rus devrimi aynı zamanda bir proleter devrimi idi. Yanlız öncü güç, hareketin öncüsü olma anlamında değil; uyanan kitlelerin kullandığı temel araçların, özellikle proleter mücadele araçları, yani grev olması ve dalga gibi yükselen belirleyici olaylarda en karekteristik fenomenin ve kitlelerin uyanmasında başlıca aracın grevler olması anlamında da bir proleter devrimi idi.” (Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Konuşma) İran’da Eylül 1978’de başlayan ve devrimin yatışmasına kadar süren petrol işçileri greviyle ve pazar esnafının kepenk indirmesiyle grevci mücadele araçları kullanılmıştır. Fakat İran’da hareket daha çok ölümlerin 40. gününde camilerde
Devrimi’nin bu yönünün zayıflığı, bize devrimin karekteri hakkında ve “başarıları” hakkında ilk önemli bilgileri vermektedir. İran Devrimi bir burjuva devrimidir ve bu devrime proletarya kendi mücadele araçları ile yeterli damgayı vuramamıştır.
Siyasi Grevlerle Ekonomik Grevlerin İçiçe Girmesi
“On iki talebimiz vardı. Bunlardan üçü ekonomik değildi.” “Ansari (İrannian Oil Company’nin temsilcisi) toplantıya geç geldi... Ekonomik olmayan taleplerimizin kendisiyle ilgili olmadığı konusunda ısrarlarına rağmen ekonomik ve siyasi taleplerimiz arasında ayırım gözetmediğimizi söyledik.” (İşçilerin Sesi. S.1) Siyasi grevlerle, ekonomik grevlerin iç içe girmesinin anlamı işçi sınıfının iktidar mücadelesindeki atılımına işarettir. Ve bu atılım ne kadar güçlü ise devrim o kadar ileriye gidebilir. “Göze çarpan özellik, devrim sırasında siyasal grevlerle ekonomik grevlerin birbirine karışmasıydı. Harekete o büyük gücü veren şeyin,
Hareketin Yükselmesi: İlk Silahlı Çatışma-Silahlanma
Devrimin, mollaların örgütlendiği 40 günde bir tekrarlanan gösterilerle başlamış, petrol işçilerinin greviyle (Eylül 1978) yeni bir yükselişe varmıştır. Ve grevlerle birlikte 78 Ekimi sonunda “ilk kez göstericiler de silah kullandılar.” Bunun anlamı halkın, Şah’a karşı kendisinin de bir silahlı gücü olmadan savaşamayacağını kavraması demektir. Nitekim Ocak 1979’da “Askerlere karşı koymaya çalışan göstericiler, ‘Bahtiyar’a ölüm’, ‘Bir halk ordusu kuracağız ve orduya karşı savaşacağız’ diye bağırmışlardır. Göstericiler‚ ‘Humeyni olsun olmasın mücadeleyi sürdüreceğiz.’ demişlerdir.” Silah nerden temin edilecektir? “Parti teşkilatı hiçbir zaman kitleyi silahlandıramaz.” (Lenin) “Partinin ne hazır cephanesi, silahı ne hazır ordu kadrosu vardır. Gerek cephane ve gerek silah tedariki ve gerekirse savaş kadrosunun teşkilatlanması devrimin akışı içinde başarılacaktır.” (Dr. H. Kıvılcımlı, Devrim Nedir?) “Devrimin akışı içinde” ve orduda beliren çatlaklar sonucu halk pek çok askeri birlikteki silah deposunu yağma etmiş, kendi içinde “Mücahidin”, “Fedayin”, “Humeyni komiteleri” gibi milisler yaratmıştır. Devrimin gücü, Şah’ın Amerikan si-
lahlarıyla donatılmış muazzam ordusunu etkisizleştirip kendi silahlı gücünü yaratmıştır. Şu nokta önemlidir: “Silahlı mücadele politik mücadelenin en üst yöntemidir.” (Lenin) Öyleyse silahlı mücadele politik mücadelenin bu aşaması, en üst yöntemi olmakla hiyerarşide en üste çıkar. Yani mücadelenin her anında kullanılan bir yöntem değil, hareketin toplanıp sonuçlandırılmasında ortaya çıkar. Veya şöyle açıklayalım. Halk doğruyu kitaplardan öğrenmez. Buna ne vakti ne de nakti vardır. Bilinçli öncüleriyle yaşayarak öğrenir. Öğrendiklerinden biri ve en önemlisi de egemen finans-kapitale karşı kullandığı mücadele araçlarıdır. Bunlar hareketin başlarında grev ve çeşitli gösteriler biçimindeyken, savaşın seyri içinde top yekün silahlanmaya ve silahlı ayaklanmaya varır. Bu nedenle silahlı ayaklanma halk hareketinin en yüksek seviyesidir ve “politik mücadelenin en üst yöntemidir.” Günlük grev veya gösterilerle silahlı ayaklanmaya aynı seviyede hareketlermiş gibi değerlendirmek mücadelenin seviyesini kavrayamamaktan kaynaklanır. Bizim hareketimizde bu, “öncü savaş” teorisiyle bir kez 12 Mart öncesi yaşanmıştır ve gençliğin her gün faşist teröre karşı verdiği meşru müdafaa savaşı, bütün Türkiye seviyesinde bir taktik parola haline getirilince hareketin seviyesi kavranmamış Devrim zorlanmış oluyordu.
Köyde Ayaklanma-Milli Hareketler
Devrim ülkedeki terörü çözünce, özellikle şehirlerde yükselen hareketin etkisi hemen kırlara yayılmıştır. Gazetelere yansıdığı kadarıyla “Şah’ın kardeşi Prens Rıza’ya ait fabrikalar ve topraklar işçiler ve çiftçiler tarafından işgal edilmeye başlanmıştır.” Ayrıca Kürt ve Türkmen hareketleri patlak vermiştir. Uzaktan bizlere ulaştığı kadarıyla devrim kırlarda
151 İRAN’DA NELER OLDU?
özellikle bu iki grev biçimi arasındaki sıkı beraberlik olduğuna hiç şüphe yok.” (Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Konuşma) İran Devrimi’nde de petrol işçilerinin grevinin rolü buradan gelmektedir. Grevin siyasi karekterinin bulunması onun en önemli gücüydü. Petrol kumpanyası grevin ekonomik taleplerini karşılamaya hazırdır. Ama siyasi yönünü işçiler feda ederlerse. Bu grev başlayan devrimin önemli bir aşaması ve en güçlü dayanak noktası olmuştur.
bazı köylü hareketlerine yol açmışsa da topraklara el konulması, zor alımı genel bir görünüş değil, seyrek kalan bir harekettir. Ve zaten İran Devrimi’nin en zayıf yanlarında birisi de budur. Köylü devrimin tam destekçisi olamamış, kendisi de devrimden fazla bir fayda görememiştir.
152
Orduda Çözülme veya Ordunun Tarafsızlaşması
İRAN’DA NELER OLDU?
Devrimin en önemli momenti ordudaki çözülmedir. Şah‘ın ve sonra Bahtiyar’ın tek ve en son güvencesi ordu idi. “Ama kentlerdeki proletaryanın kitle grevleri ile taşradaki köylü hareketinin birleşmesi Çarlığın ‘en sert’ ve en son desteğini sarsmak için yeterli oldu ordudan söz ediyorum.” (Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Konuşma) İran’da da başka türlü olmadı. Şehirlerde proletarya ve halkın grev ve gösterileri, hareketin kırlara yayılması sonucu orduda çatlaklar belirmiş, tereddüt başlamış, hatta havacıların bir kısmı devrime katılmıştır. Olayların seyri şöyledir. Ekim 78 sonunda göstericilerin ilk kez silah kullanmasından sonra halk “Şah’a ölüm” parolaları ile büyük gösteriler yapmıştır. Şah bu gelişmeye karşı önce bastırma politikası izlemiş ve hükümete General Rıza Anhari’yi getirerek yönetimi daha da askerileştirmiştir. Ve devrimci hareket General Rıza’nın terörü üzerine geçici bir süre Kasım 78 içinde geri çekilmiş, gösteriler durulmuştur. Fakat geri çekilme bir ay sürmüş, Aralık 78 başında devrim eskisinden de daha büyük bir güçle yeniden yükselmiştir. Aralık başındaki gösterilerde ordunun kesin müdahalesi ile binlerce ölü verilmiş, ama Aralık ortalarındaki gösteriler sırasında ortalıkta asker görünmemiştir. Ve Aralık sonundaki gösterilerde orduda ilk çatlak kendini göstermiş, “bir asker göstericiler üzerine ateş açmayı reddetmiş ve silahını emri veren
subaya çevirerek subayı öldürmüştür.” Olay sanki 1905 Rusya’sındakinin bir tekrarıdır: “Tuğamiral Pisssarevsky yüksek sesle ‘kimse kışlalardan dışarı bırakılmayacak’ emre ‘uyulmazsa ateş açın’ dedi. Bu emir verilirken Petrov adlı bir denizci, bölüğün sıraları arasından öne çıktı, herkesin gözü önünde tüfeğini doldurdu, Yarbay Stein’i vurup öldürdü. Tuğamiral’i ise yaraladı.” (Lenin) Böylece topluma en çok kapalı, zırhı en kalın ordunun, bu olaylarla o kalın zırhında ilk çatlaklar beliriyordu. Ve tam bu noktada Şah halkı bastırma taktiğinden yatıştırma taktiğine sıçradı. Ve General Rıza hükümeti yerine Ulusal Cephe’den Şahbur Bahtiyar başkanlığında bir hükümet başa geçti. (5 Ocak 1979) Ama dünya devrimci deneyleri yüzlerce kere göstermiştir ki yatıştırma politikası aslında, karşı-devrimci güçlerin devrimi ezebilmek için kendi gücünü toparlamak, vakit kazanmak ve devrimci güçlerin çözülmesi için bir tuzaktan başka bir şey değildir. Nitekim Bahtiyar bir yandan “Petrol politikası sadece devlet tarafından belirlenecek, İsrail ve Güney Afrika karşısında tarafsız kalınacak, ordu kışlaya dönecek” derken, hükümet olduğunun on beşinci gününde, “Saroki hava üssünden yüzlerce askerin “kentleri bombalamaya hazır olma ve bunun için eğitim yapma” emrine karşı açlık grevine başladıkları” ortaya çıkıyor. Bu hem yatıştırma politikasının muazzam bir katliamla yok etme politikasına dönüşeceğinin bir işaretidir, ama aynı zamanda da orduda ikinci önemli çatlağın açıldığının da habercisidir. Bahtiyar, Humeyni’nin İran’a gelişini oyalayarak vakit kazanmaya çalışıyordu. Ve halkı büyük bir katliamla sindirebilmek için de sürekli uygun bir moment kolluyordu. Belki uygun belki değil, fakat olaylar hemen bir sıçrama noktasına vardı. “Humeyni’nin gelişi ertelenip sokağa
ve bir halk milisinin doğduğu anlamına gelmediğini söyleyelim. Ordunun çözülmesi veya dağılması, en azından orduda hiyerarşinin alt üst olması, subayların, erler tarafından seçilip geri alınabilmesi, öte yandan işçi sınıfı ve yoksul köylülük içindeki silahlı halk milislerinin doğması demektir. Oysa İran Devrimi böyle bir gelişme doğurmamıştır. Ordu halk ayaklamasına tarafsız kalmış veya bu anlamda çözülmüştür. Zaten devrimi eğiten mollaların ve Ulusal Cephe’nin orduyu dağıtmak diye bir problemi yoktur ve bir burjuva olarak da olamazdı. Havacılar içindeki isyandan sonra ordu Genel Kurmaylığı tarafsız kalacağını açıklamış ve ordu kışlalarına dönmüştür. Bunun üzerine Humeyni bir açıklama yaparak “Ordunun tarafsız kalacağını bildirmesinden sonra, cihad ilan etmeye, halka silah dağıtmaya gerek kalmadığı”nı açıklamış, “halkı sükünete davet etmiştir.” Hatta bu da yetmemiş “silahların hükümetçe kurulan özel bir komiteye verilmesini istemiş, kışlalara ve hükümete ait binalara saldırıların yasaklandığını” açıklamıştır. Bu tutum politik olarak devrimin yatıştırılması anlamına gelir. Ordunun düzenini muhafaza etmek ve halkı silahsızlaştırmak ancak bir burjuva anlayışı olabilir. Humeyni Aralık ayında orduya yaptığı çağrıda “Genç subayların ellerindeki ülkelerine hizmet etmek için büyük bir fırsat olduğunu” söylemiş “Yaşlı subaylar yabancı çıkarları için çalışmaktadırlar ve satılmışlardır” demiştir. Burada devrimin çıkarları açısından doğru taktik bir yaklaşım vardır. Ama devrimin yatışmasından sonra bu anlayış ordu içinde en fazla yaşlı subayların tasfiyesini düşünebilir. Daha öteye gidemez. Mehdi Bazergan ise komünistlerden devrimcilerden tedirgindir. Humeyni’den
153 İRAN’DA NELER OLDU?
çıkma yasaklanınca, dışarı çıkan halka askerler, ‘çılgınca ateş açmışlardır.’ Bunun üzerine tahta ve madeni küreklerle silahlanan göstericiler, sokaklarda lastik ve çöpleri yakarak barikat kurmaya çalışmışlardır.” Ve barikatlarda halk “Bahtiyar’a ölüm” “halk ordusu kuracağız.” paralolarını bayraklaştırmıştır. (27 Ocak 1979) Humeyni’nin dönüşü ile “ilk kez askerlerin de resmi üniformalarıyla gösterilere katıldıkları gözlenmiş, Hava Kuvvetlerinden 1000’i aşkın subayla 100 kadar da kara subayı” açıkça Şah’ın ordusundan kopuştuklarını göstermişlerdir. Fakat karşı-devrim hemen saldırıya geçerek hava üssüne baskın verdi. “Çatışmaların çıktığı hava üssünün çevresinde ise halk sokağa çıkma yasağına karşın sokaklara dökülmüş ve yollara barikat kurmuştur. “Kadın erkek çocuk ve yaşlılardan oluşan kalabalık ellerine geçirdikleri her malzemeyi silaha dönüştürmeye çalışırken, üsse giden bütün yollar muhafız alayının (Şah yanlısı) yeni bir saldırı olasılığına karşı otobüsler demir çubuklar ve kum torbalarıyla kapatılmıştır. Havacılar da üssün deposundan temin ettikleri silahları sivillere dağıtmışlardır. Silahlanma çağrısına uyan halkın kurulan barikattan askerlere ateş açtıkları da bildirilmektedir.” 11 Şubat’taki bu çatışmayla devrim en yüksek noktasına ulaşmış, ordu başları tarafsızlıklarını açıklamışlar, Bahtiyar da istifa etmiştir. Karşı-devrim en güvendiği ve tek desteği orduyu yitirince çözülmüş ve geri çekilmiştir. Devrim ise, halkla ordunun bir kısmının kaynaşmasına ve “silah depolarının yağma edilerek halkın silahlanmasına yol açmıştır.” Ordunun çözülmesinden bahsederken son olarak, bir yanlış anlamaya meydan vermemek için bunun ordunun dağıldığı
154 İRAN’DA NELER OLDU?
de ileri giderek ordunun itibarını kurtarmaktan bahsetmektedir. “Kuşkusuz, ama son derece aktiftirler. Her yerde varlar. Üstelik, maddi ve manevi olarak çok zayıflamış durumdaki silahlı kuvvetlerimizde ordunun, polisin ve jandarmanın tüm subaylarının emperyalizmin hizmetinde olduğunu ve bu nedenle tasfiyeleri gerektiği yolunda yoğun bir propaganda yürütüyorlar. Aslında devleti tüm olarak silahsızlandırmaya çalışıyorlar ve uluslararası marksizim tarafından destekleniyorlar.” Bunlar Nisan 1979’da söyleniyor. Ve Humeyni-Bazergan ittifakının tüm ba-
seferinde Devrim Komitelerinin “yetkilerinden” bir kısmı daha ortadan kaldırılmaktadır. Bu sonunda Halk Milisleri ile Ordu+Polis+Jandarmanın mücadelesi, çatışması demektir. İşte İran Devrimi’nin gücü ve bilinci orduyu tarafsızlaştırmış, ama onu alt üst edememiştir. Bu nedenle de Devrimin bundan sonra yine en azılı düşmanı ordu olacaktır. O sistem o mekanizma kırılmadıkça, ordunun yapısı karşı devrimi kendi içinde besleyecektir. Şunu da ilave edelim, elbette 1979 İran Devrimi’nin hiç izi etkisi kalmamazlık edemez. O bir yandan da kendi içinde yaşadığı devrimin geleneklerini besleyecektir.
Devrim, eğer düzenin eski kurumlarını, devlet ve onun avadanlıklarını (Ordu, polis, jandarma, mahkemeler, bürokrasi vb.) tahrip edemezse, onlarla yavaş yavaş uzlaşır. Bunun anlamı ise, karşı devrimin bu eski devlet cihazının içinden, yattığı pusudan doğrularak, kendi egemenliğini yeniden kurması için beslenmesi demektir. kışının veciz bir özetidir. Bazergan olduğu gibi muhafaza edilen orduya karşı yürütülen propagandadan rahatsızdır. O, “devletin silahsızlandırılması” değil, halkın silahsızlandırılmasından yanadır. Ordunun, polisin, jandarmanın “maddi ve manevi olarak” güçlendirilmesinden yanadır. Devrim, eğer düzenin eski kurumlarını, devlet ve onun avadanlıklarını (Ordu, polis, jandarma, mahkemeler, bürokrasi vb.) tahrip edemezse, onlarla yavaş yavaş uzlaşır. Bunun anlamı ise, karşı devrimin bu eski devlet cihazının içinden, yattığı pusudan doğrularak, kendi egemenliğini yeniden kurması için beslenmesi demektir. Iran’da hala ikide bir “Devrim Komiteleri” ile hükümet çatışmakta ve her
İkili İktidar
Devrim çürümüş düzeni sarsarken onun zayıflayan, dağılan iktidar organlarının karşısındaki halk devletinin organları filizlenir. Bunun en klasik örneği Rus Devrimindeki Sovyetlerdir. “İşçi, Köylü Asker Sovyetleri gittikçe daha çok bir geçici devrimci hükümet rolünü yani ayaklanmanın önderi ve organı rolünü oynamaya başladı... Rusya’nın birçok kenti bu günlerde, çeşitli küçük yöresel “cumhuriyetler” dönemi yaşadı.” (Lenin ay.) Çarlık otokrasisinin çözüldüğü yerlerde yöresel cumhuriyetler ve İşçi, Köylü, Asker Sovyetler; İşçi-Köylü demokratik diktatörlüğünün ilk, cılız görüntüleriydi. Devrim, karşı-devrimin iktidar organlarını, devleti dağıtırken, kaçınılmazca yeni
zergan hemen “zayıflamış durumdaki silahlı kuvvetlerimizde ordunun, polisin ve jandarmanın” düzeltilmesi için çabalara girmiştir. Humeyni de devlet memurlarını yeni Mehdi Bazergan hükümetinin “emirlerine uymaya” halkı da polis ve ordu ile “iyi geçinmeye” çağırmıştı. Ve Mehdi Bazergan hükümetinin işe başlamasından bir iki hafta sonra “ilk kez Tahran sokaklarında resmi elbiseli polislerin görev yaptığı görülmüştür.” Bütün bunlardan çıkan sonuç İran’da ikili iktidar sonunda devlet tamamen konunmuş benimsenmiş, muhafaza edilmiştir. İşte bu andan itibaren yani Geçici Devrim Hükümeti’nin kurulmasından, Bahtiyar’ın alt edilmesinden hemen sonra, yeni bir ikili iktidar başlamıştır. Bunlardan birincisi, eski devlet cihazını muhafaza eden, benimseyen Mehdi Bazergan hükümeti, ikincisi de, Bazergan’ın deyimiyle “İran’ı binlerce şerif yönetiyor” dediği Devrim Komiteleridir. Devrim Bahtiyar hükümeti ile çatışırken gazetelerden şunlar okunuyordu: “İsfahan şehrinin yönetimini Humeyni yanlıları ele geçirmiştir.” “Tahran’da trafiği Devrim Komiteleri yönetiyor.” “Tahran’da gecekondu semtlerinde yiyecek, yakacak dağıtımını Devrim Konseyleri yapıyor.” “Tahran bölgesi ulemanın kontrolünde dokuz bölüme ayrılmış, her bölgenin içinde mahalle düzeyinde başka örgütlenmeler de var. Bunları mollalar kontrol ediyorlar.” Bütün bu sıraladıklarımız neyi anlatıyor. “Halkın salt devrimci katmanları tarafından, her türlü yasallık ve tüm kurallar dışında, halkın kendiliğinden yaratması ürünü olarak, eski polis engellerinden kurtulmuş ya da kurtulmakta olan halkın etkinliklerinin dışavurumu”nu. (Lenin, Diktatörlük Sorununun Tarihine Katkı) İşte, devrim burjuva (tekel dışı) lider-
155 İRAN’DA NELER OLDU?
tip bir devleti doğuruyordu. İran Devrimi tahrip ettiği devlete karşı nasıl bir yeni devlet tipi doğurmuştur? Elimize gelen bilgilerden irdelemeye çalışalım. Devrim içinde, yükselen harekete sempatisini ve desteğini açıklayan Kaddafi: “Şimdi hemen bütün İran’da halkın katıldığı mahalli kongreler toplanmalıdır.” demişti. Bununla kendi devrim deneyinin derslerini özetleyen Kaddafi, ayaklanmayı yönetip devrimi yönlendirecek bir devrim hükümeti öneriyordu. İran’da halk kongreleri toplandı mı? Önce olayları gözden geçirelim. İran’da Devrimin en yüksek noktasında ikili iktidar yaşanmıştır. Bunlardan birincisi; Şahın devamından başka birşey olmayan Bahtiyar Hükümeti, ikincisi de, Humeyni’nin İran’a dönmesi ile 6 Şubat’ta “gizli devrim komitesinin” bir hafta sürmüş ve Devrim Hükümeti lehine sonuçlanmıştır. Bu sonuçlanmayı biraz irdeleyelim. Mehdi Bazergan bu kritik anda Bahtiyar hükümeti ile ilgili tutumunu şöyle açıkladı: “Ulusal Cephe liderlerinin Mehdi Bazergan Bahtiyar’ın dürüst ve onurlu bir siyaset adamı olduğunu ve Humeyni’nin dönüp İslam Devrim Konseyini kurmasından sonra Başbakanlıktan ayrılacağını öne sürmektedir.” Böylece Bazergan uzlaşmak için zemin hazırlamış oluyordu. Ama göstericilere askerlerin “Çılgınca ateş açması” üzerine halk, barikatlarda, “Bahtiyar’a ölüm” parolasını atarak, Mehdi Bazergan’ın Bahtiyar’a yönelttiği “dürüst ve onurlu bir siyaset adamı” biçimindeki iltifatlarına en güzel cevabı vermiş oldu. Devrim güdücülerinin açık uzlaşma çabaları böylece sonuçsuz kalmıştır. Daha sonra onlanlarsa adeta bütün mekanizmasıyla (Ordu, polis, jandarma, Bürokrasi vb.) devletin devir alınmasından başka bir şey değildir. Ve Mehdi Ba-
156 İRAN’DA NELER OLDU?
ler tarafından yatıştırılıp, eski düzenle (bu herşeyden önce eski devletle demektir) uzlaştırılırken, yeni bir çatışma ve yeni bir ikili iktidar ortaya çıkmıştır. Gazetelerde hemen hergün Mehdi Bazergan hükümetinin, Devrim Komitelerinden yakınması biçiminde kendini gösteren olay aslında bu iktidar çatışmasından başka bir şey değildir. Yeni Bahtiyar hükümetine (Şah’a) karşı mücadelede halkın kendi girişkenliği ile ortaya çıkardığı, halkın etkinliklerinin açığa çıkmasının bir ifadesi olan organlar, şimdi Şah’la değil, ama onun devlet cihazıyla uzlaşan Mehdi Bazergan hükümetiyle çatışmaya girmişlerdir. Şimdi açıklanması gereken konu bu çatışmanın sınıf karekteri ve yoğunlaştığı noktalardır. Bunu açıklamadan işçi sınıfı ve köylülüğün devleti olan Sovyetlerin temel karekterlerine değinelim. 1905 Devrimi’nde Liberaller ve Bolşevikler arasındaki tartışmanın temeli yeni iktidar üzerindedir. Liberaller ve pek çok küçük burjuva 1905 Devriminin “birinci dönemi” diye anılan 1905 Ekim-Aralık dönemini “bütün sosyal demokrat ilke ve görüşler(in) yok (olduğu)” bir “devrimci kargaşalık” dönemi olarak görürler. Ardından gelen Kadetlerin (liberallerin) Duma seçimlerindeki zaferler dönemini ise, “düşünce ve bilgeliğe dönüş; bilinçli, birlikli, sistematik bir etkinlikten yeniden söz açmanın olanaklı olduğunu” bir dönem olarak yüceltirler. Bu liberal ve devrimden ürkmüş küçükburjuva baylara göre 1905 Ekim-Aralık dönemi “kargaşalık”, ama Duma seçimleri sonrası ise “sistemli bir etkinlikten yeniden söz açmanın olanaklı olduğu”, yani devletin İşçi, Köylü, Asker Sovyetlerine karşı “yeniden” “sistemli” olarak örgütlendiği bir dönemdir. İran Devrimi’nde Mehdi Bazergan hükümetinin “binlerce şerifi”nden şikayetçi, ordunun, polisin jandarmanın “maddi ve maneviyatının” düzeltilmesi ve “İran
Devrimi’ne leke sürülmesinin engellenmesi için Şah yönetimi yetkililerinin af edilmesi zamanı artık gelmiştir” yufka yüreklilikleri 1905’in liberallerini ne kadar da andırıyor. Lenin bu bayların tepkisini çeken “devrimci kargaşalık” döneminin halk tarafından uygulanan yöntemin eylemli davranış tarzını şöyle sıralar. “1. Hukuksal olmayan yoldan elde edilmiş ne yasa ne de kısıtlama tanıyan siyasal özgürlüğün halk tarafından ‘fethi’; 2. ‘Yeni devrimci iktidar organları kurulması: İşçi, asker, demiryolcu, köylü temsilcileri Sovyetleri, kentlerde ve kırlarda yeni otoriterler;” 3. “Halkı ezen kimselere karşı halk tarafından zor kullanılması.” (Lenin, Diktatörlük Sorunun Tarihine Katkı) İran Devrimi de bu üç yöntemi kendi tarzınca uyguladı. Ve şimdi bu yöntemler yatıştırılıp, onların yerine “sistemli bir etkinlik”, yani devlet, yeniden kurulmaya çalışılıyor veya kuruldu bile. İşte Sovyeler “devrimci kargaşalık” döneminin “yeni otoriteleri”dir. “Saklı, gizli, buyruk altında, biçimsel hiç bir şey yok. İşçi misin? Rusya’yı bir avuç polis baskıcısının boyunduruğundan kurtarmak için savaşmak istiyor musun? Yoldaşımızsın. Hemen beklemeden, seç temsilcini; istediğini seç, onu, işçi temsilcilerini Sovyetimizin, köylü komitemizin, asker vekillerimizin vb. vb. eşit haklara sahip üyesi olarak seve seve ve sevinçle karşılayacağız. Aydınlıkta, yığınların gözü önünde davranan, yığınların katılabilecekleri, doğrudan doğruya yığınlardan çıkan bir iktidar, halk yığınlarının dolaysız ve aracısız organı, onların iradelerinin (açığa çıkmasıdır) bu.” (Lenin ay.) “Devrim Komiteleri” tutuklama, yargı, trafik, yiyecek dağıtımı gibi fiili eylemleri ile İran’da yeni tip halk iktidarının filizleri olmalıdır. Devrim Komite-
çük burjuva, “devletin örgütlenmesine” “pratik olarak katılmaya başlamış” ve Devrim Komitelerinde yeralmıştır. Ve bu ikili iktidarın temel karekteridir. Proletaryanın da bu olağanüstü küçük burjuva akımından fazlasıyla etkilenmesi en kabul edilebilir, pratik bir gerçekliktir. Sınıf karakteri bu olan ikili iktidarın çatışmasının altındaki gerçeklik ise, birisi egemen fiili iktidar, devrimi durdurmayı amaçlıyor, daha şimdiden devrim saflarından uzaklaşmaya başlamıştır. Öbürü tamamlayıcı iktidar; devrim komiteleri, devrimin canlı devamı, onu savunan ve ilerletmek isteyen güçlerdir. Çatışmada tutumlar: Humeyni “İslam Devrim Komitelerinden iktidarlarını en kısa zamanda Bezargan Hükümetine bı-
Sınıf karakteri bu olan ikili iktidarın çatışmasının altındaki gerçeklik ise, birisi egemen fiili iktidar, devrimi durdurmayı amaçlıyor, daha şimdiden devrim saflarından uzaklaşmaya başlamıştır. Öbürü tamamlayıcı iktidar; devrim komiteleri, devrimin canlı devamı, onu savunan ve ilerletmek isteyen güçlerdir. Şimdi de bu ikili iktidarın sınıf karekterine değinelim. Devrim hükümeti olarak isimlendirilen ve Mehdi Begirgan başkanlığındaki iktidar -ki gittikçe egemen iktidar olmaktadır- İran finans-kapitali ile uzlaşan bir (tekel dışı) burjuva iktidarıdır. Öte yandan denetçi durumunda olan ve her “yetki” çatışmasında bir adım gerileyen Devrim Komitelerinin sınıf karakteri ve çatışmanın temeli şöyle açıklanabilir: “Her gerçek devrimin başlıca bilimsel, siyasal ve pratik niteliklerinden biri de, siyasal yaşama, devletin örgütlenmesine, etkin olarak, kişisel olarak, pratik olarak katılmaya başlayan küçükburjuva sayısının olağanüstü bir derecede hızlı olağanüstü bir derecede birden artışıdır.” (Lenin, Nisan Tezleri) İran’da “olağanüstü derecede” fazla sayıda kü-
rakmalarını” istemektedir. Halkın Fedayileri “nihai zafer kazanılıncaya kadar silahların teslim edilmemesini, üç ya da yedi kişiden oluşan bir komuta grubunun liderliğinde silahlı birliklerin tüm kentlerde ve köylerde oluşturulmasını” istemektedirler. Mücahidin örgütü ise; “Bazergan hükümetinin orduyu yeniden örgütleme girişimlerine karşıyız. Çünkü yapısı düzeltilmediği takdirde, yeniden emperyalizmin oyuncağı olabilir.” Açıkça görülen, egemen uzlaşık burjuva iktidar ile devlet örgütlenmesine devrimle birlikte yeni katılmış küçük burjuva unsurların devrimin kazanılan mevzileri üzerinde süren bir çatışmasıdır. Fakat güçlü bağımsız bir proletarya hareketi görünmeyince (adı Komünist TU-
157 İRAN’DA NELER OLDU?
leri, devrimci halkın doğrudan doğruya bir iktidarıdır. Bu komiteler için de sol bir çizgi olan Fedayin, sol-İslam bir çizgi olan Mücahidin örgütlerinin ve diğer siyasi parti ve eğilimlerin etkinlik mücadelesi vardır ve bu doğaldır. Fakat Devrim Komitelerinde egemen olan “genç mollalardır”. Bunlar hem Humeyni tarafından yönlendirilir hem de Humeyni’yi yönlendirmektedirler. İran Devrimi’nde proletarya sosyalistlerine bu konuda düşen görev, Devrim Komitelerinin yetkinliğini ve bilincini yükseltmektir. “Yığın eylemlerinin devrimci girişkenliği ve iktidarın aşağıdan, halk tarafından alınması-devrim için gerçek başarıların tek güvencesi”dir. (Lenin, Nisan Tezleri)
158 İRAN’DA NELER OLDU?
DEH) de Humeyni’yi desteklemektedir. Mücahidin Örgütü “İşbaşındaki hükümeti destekliyoruz ve onu zayıflatacak girişimlerden kaçınıyoruz.” Diyerek, şimdilik gönüllü olarak burjuvaziyi (tekel dışı) desteklemektedir. Yani küçük burjuva tabakalar henüz kararsız ve tedirgin olsa da (tekel dışı) burjuvaziyi destekliyor ve izliyorlar. İkili iktidarla ilgili son olarak; bu “yetki çatışması” nasıl sonuçlanacaktır? İkili iktidar aynı devlet içinde barınamaz. Gelişim, bu genç filizleri egemen iktidarın ezip tasfiye edeceği yönündedir. Devrim komitelerinin çok tepki çeken bir eylemine, “idamlara” da bir iki sözle değinelim. İdamların bu kadar çok ve seri olması neyi anlatır? Herşeyden önce İran’da 25 yılı aşkın süren sinsi terörün şiddetini ve halk üzerinde uyandırdığı nefretin gücünü; bunlar yetmez. Devrim için de de karşı devrimci güçlerin muazzam terör ve katliamın halkın ruhunda yarattığı fırtınayı anlatır. İran’da Şahın zulmüne maşalık etmiş o kadar çok paçavra insan vardır ki, devrim bunlara ne yapsın? Şah en sadık generallerinin idamını duyunca “şok geçirmiş”. Evet, emperyalizm için İran’da 25 yıldır yetişmiş, tecrübeli, sadık elemanların her birinin idamı önemli bir kayıptır. Ama devrim için kazanç. Ve İran’da dünyada en çok tartışma konusu olan nokta, idamlar olmuş, Bazergan da sık sık bunlardan şikayet etmiştir. Fakat zulüm maşalarının cezalandırılması bütün bu tepkilere rağmen durdurulamamıştır. Belki önümüzdeki günlerde yumuşatılır. İşte İran Devrimi milyonlarca insanına, mevcut devlet yerine, doğrudan doğruya halkın katıldığı Devrim Komitelerinin; ordunun, polisin yerine Silahlı Halk Milislerinin geçmesi gerektiğinin ilk somut, pratik örneklerini vermiş, belleklere kazınmıştır. Ama henüz İran bütün bunların Ulusal Cephe ve Mollalar
ittifakının liderliğinde, öncülüğünde değil de proletarya ve tüm köylülüğün ittifakında başarılabileceğini kavramamıştır. Fakat daha Şubat 1979 Devrimi yeni tamamlanırken beliren veya açığa çıkan proletarya ve küçük burjuvazinin Ulusal Cephe ve Mollalarla çatışması İran halkının yeni bir mücadeleye yavaş yavaş girdiğinin işaretleridir.
-IIIDevrimi Eğitenlerin Tutumu Devrimi Eğitmek Ne Demektir?
“Devrimin bizi ve halk yığınlarını eğiteceğinden kuşku yoktur. Ama militan bir siyasal partinin şimdi karşı karşıya olduğu sorun, bizim, devrime herhangi bir şey öğretip öğretemeyeceğimiz sorunudur. Devrime bir proleter damgası vurabilmek için, devrimi sözde değil, gerçekte kesin bir başarıya ulaştırmak için, demokrat burjuvazinin kararsızlığını, ikiyüzlülüğünü ve ihanetini etkisiz hale getirebilmek için, sosyaldemokrat öğretimizin doğruluğundan sonuna kadar devrimci olan tek sınıf ile, proletarya olan bağımızdan yararlanabilecek miyiz?” (Lenin, İki Taktik) Proletarya partisi açısından durum açıktır: “Devrime bir proleter damgası vurabilmek”. Bunun için “demokrat burjuvazinin kararsızlığını, ikiyüzlülüğünü ve ihanetini etkisiz hale getirebilmek” gereklidir. Bütün bunlar için ise “sosyal demokrat öğretimizin doğruluğundan” ve “proletarya ile olan bağımızdan yararlanabil”mekten başka çıkar yol yoktur. Kendiliğinden anlaşılıyor, devrime katılan her sınıf ona damgasını vurmak isteyecektir. Yazımızın bu bölümünde, hangi taktik ve parolalarla tekel dışı burjuvazinin veya İran’daki isimlendirilmesi ile “pazar”ın devrime damgasını vurduğunu
özellikle programı açısından değerlendirmeliyiz. Çünkü ancak bu hükümet, işçi sınıfının asgari programını uygularsa “halkın çıkarlarını güvence altına alabilecektir.” Öyleyse konuyu bu açıdan incelemeliyiz. İran’da proletaryanın asgari programı deyince en temel hatlarıyla akla ne gelmektedir? Bu konuda bize, Türkiye devrimcilerine bir genel bakıştan ötesi elbet yersiz görünebilir, bu nedenle bir cümleyle sadece esasa değinmekle yetinelim. İran proletaryası Musaddık hareketinden ders almalıdır. Geciktirilen Cumhuriyet ve Toprak Reformu sonunda karşı devrimi beslemeye yaramıştır. O zamanlar TUDEH bu konuda doğru bir tutum takınmış Cumhuriyet parolasını atmış ve işçi sınıfını bu parolanın peşinden gösterilere mücadeleye çekmiştir. Musaddık’ın tereddütünden yararlanan Şah ise, bu gelişme karşısında ordu ile devrimci hareketi bastırıp sindirebilmiştir. Şimdi Şah gitmiştir. Fakat kırda; toprak reformu, şehirde; ticaret ve büyük üretimin halk tarafından denetimi olmadan, değişen, neticede Şah’dan başka bir şey olmayacaktır.
Geçici Devrim Hükümetinin Programı
İran’da halk ayaklanmasının içinden gelen bu hükümet daha önce açıkladığımız gibi, sınıf karakteri gereği Devrimi sağlamlaştırıp ilerletmek gibi bir tutumda değildir, ama onu yatıştırmayı her tavrıyla denemektedir. Şimdi bu hükümeti talepleri ve politikası açısından değerlendirelim. Bu aynı zamanda proletaryanın bu hükümete karşı görevlerini de ortaya çıkaracaktır. Mollaların Geçici Hükümet Programını irdeleyelim: 1- “İktidarın Bahtiyar hükÜmetinden kendi hükümetine devredilmesi, 2- “Rejimin değiştirilmesi için referandum yapılması,
159 İRAN’DA NELER OLDU?
ve buna diğer sınıf ve tabakaların tepkilerini (siyasi tutumlarını) açıklamaya çalışacağız. Devrimi eğitmek için, proletarya açısından Lenin meseleyi şöyle koyuyor: “Hiç kuşku yok ki, işçi sınıfının eğitimi ve örgütlendirilmesi için henüz yapacak çok, pek çok şey var, ama şimdi en önemli olan, bu eğitim ve örgütlendirme çalışmasında esas siyasal ağırlığı nereye koymamız gerektiğidir. Sendikalara ve yasal örgütlere mi, yoksa bir ayaklanmaya, devrimci bir ordu ve devrimci bir hükümet yaratma çalışmasına mı?” (a.y.) Demek proletaryayı ve devrimi eğitebilmek için temel bir taktik seçilmelidir: “Devrimci bir ordu ve devrimci bir hükümet yaratmak”. Rus devriminde görev tam bu iken Menşevikler “sendikalarla legal dernekleri ön plana alan” bir tutum benimsemişlerdir. Bu ise devrime bir şeyler öğretmek değil, tersine anafora kapılıp gitmekten başka bir şey değildir. İşte, İran’da da ayaklanma içinde proletaryayı eğitmek için temel taktik başkası olamazdı: “Devrimci bir ordu ve devrimci bir hükümet yaratmak.” İran Devrimi sırasında bu temel taktiği uygulayan ve döğüştüren sonuna kadar tutarlı bir parti yoktur. Ve devrimin subjektif problemlerinden en önemlisi de budur. Yanılmaya yol açmamak için “devrimci bir hükümet” parolasını genellikten kurtaralım: “Kökeni ve temel niteliği yönünden böyle bir hükümet, halk ayaklanmasının organı olmalıdır. Biçimsel hedefi yönünden ise bu hükümet, ulusal bir kurucu meclis toplamanın aracı olmalıdır. Eylemlerinin içeriği yönünden, bu hükümet, otokrasiye karşı ayaklanmış bir halkın çıkarlarını güvence altına alabilecek biricik programı, proleter demokrasisinin asgari programını uygulamalıdır.” (Lenin, İki Taktik) Öyleyse, geçici devrim hükümetini
160 İRAN’DA NELER OLDU?
3- “Devletin yeniden örgütlenmesi, 4- “Kurucu meclis için seçimler yapılması, 5- “Yeni bir anayasanın yapılması, 6- “Bir islam hükümetinin kurulması.” Bu programda açık olan hemen hiçbir şey yoktur. Evet, “Şah‘a ölüm”. Bunu kitleler en samimi duyguları ile haykırıyor ve buna kararlılar. Ama neye evet demeleri gerektiği üzerine halkı aydınlatmak, yani devrimi eğitmek gerekeli. Bu konuda Mollalar hemen hiçbir açık talep ileri sürmediler. Veya tek söz “İslam cumhuriyeti” oldu. İslam cumhuriyetinin ne olduğunu açıklamak için ise: Humeyni’nin beyin takımını ve Humeyni’nin düşüncelerini özet olarak incelemeliyiz.
O halde bu sayın ekonomik sistem araştırıcısının tutumu olsa olsa tekellerin görünmez egemenliğini sürdürecek yeni yollar arıyor olabilir. Ayetullah Talegani: “uzun yıllar cezaevlerinde komünistlerle birlikte yatan Talegani’nin komünistlere sempati beslediğini belirtmektedirler.” Beyin Takımı içinde en radikali Talegani görünmektedir. Ama yine bu beyin takımının çoğunun yer aldığı hükümet ile Talegani’nin sık sık çatışması, hükümetin Talegani’ye göre daha sağda olduğunu göstermektedir. Buradan çıkacak netice ise, Mollaların genel yapısı içinde Talegani’nin azınlık olduğudur. Yine Mollalar içinde önemli bir yere sahip olan Şeriat Medari’nin görüşlerinden bir cümle aktaralım: “Fabrikalar gene sahiplerinin olsun. Herkes ne kazanırsa ona sahip
Fabrikalar gene sahiplerinin olsun. Herkes ne kazanırsa ona sahip olsun. Az kazananınki de onun olsun, çok kazananınki de. Komünistler bütün kazançlar bölünsün, her şey bölünsün diyorlar. Biz öyle demiyoruz. Humeyni’nin beyin takımının kısa tablosu şöyle: İbrahim Yezidi, “Üniversite arkadaşlarından biri onu sosyal demokrat olarak nitelemiştir.” Saduk Gadzade: “Batıya açık olanı” denmektedir. Humeyni’nin ısrarla Amerika’ya ve Sovyetlere çatmasının altından çıkan gerçeklik budur. Abdullah Hasan Benisadır: “Çok uluslu şirketlere (İran’ın) bağımlılığını ortadan kaldıracak yeni bir ekonomik sistem üzerine çalışmaktadır.” Bu tam da burjuva bir mantıktır. Hem tekellere kıyamaz hem de ondan şikayetçidir. Ve tekellerin egemenliğine son vermenin tek yolunun bu işletmelerin, işçi köylü iktidarında Halk Teşekkülleri (sendikalar, kooperatifler vb.) tarafından yönetim ve denetimi olduğu çoktandır bilinmektedir.
olsun. Az kazananınki de onun olsun, çok kazananınki de. Komünistler bütün kazançlar bölünsün, her şey bölünsün diyorlar. Biz öyle demiyoruz.” Yine İslam Cumhuriyetinde bankaların yerinden bahsederken: “İran İslam Cumhuriyetinde faiz olmayacak. Ama bankalar çalışacak. Halk biriktirdiği parasını bankaya yatıracak. Banka bu para ile iş yapacak alış-veriş edecek.” diyerek Ş. Medari tam bir liberal olduğunu göstermektedir. İşte beyin takımı “batı yanlısı” tekellerin egemenliğine son verecek yeni bir ekonomik sistem (!) arayan “az kazananınki de onun olsun, çok kazananınki de” liberal parolasını bayraklaştıran unsurların toplamından ibarettir. En son beyin takımının başı Mehdi Bazergan’ın “Washington ile yakın iş birliğinin çok mühim ol-
yapısını benimsediğini açıklamış oluyor. Mesele Humeyni’ye göre parlementoyu bozan kişilerdedir. Öte yandan islam ideolojisi adeta devrimin teorisi olmuş, geleneksel yanıyla emperyalizme karşı olumlu bir tutumu beslerken, devrimde kadınların durumu konusunda ve halk ayaklanmasına kendi gücünü kavratmak yerine “Bu(nun) ruhani” olduğunu söylemek bakımından, hem devrime güç kaybettirmiş, hem de bilinçleri karartmıştır. Yine anti-Sovyet tutumun pratik sonucu devrimi en önemli dış desteğinden koparmış ve bunun sonucu şu iki gelişme olmuştur: “İran Merkez Bankası Başkanı Mehlevi… İran’dan kaçan yabancı yatırımları geri çağırmıştır… Ülkesinin her türlü yabancı sermayeyi kabul etmeye hazır olduğunu belirtmiştir.” “Genelkurmay Başkanı: İran’dan ayrılan Amerikalı askeri uzmanların geri çağırılacaklarını ifade etmiştir.” İnsan bunları okuyunca acaba devrim sonrası Şah’dan başka herkes geri mi çağırılmaktadır, diye sormadan edemiyor. Buna şöyle itiraz edilebilir. Yabancı sermayeye mutlak olarak karşı olunamaz. Amerikalı uzmanlar gelmezse silahlar metal yığınına döner. Evet, Geçici Hükümet toprak reformu ve tekellerin tasfiyesi ve Halk ordusunun kurulması gibi en temelli reformları yapmış ise yabancı sermaye de, Amerikalı uzman da tehlike olmayabilir. Ama bunlar gerçekleşmeden bu yapılanlar hızla devrimin kazançlarını silip süpürebilir. Geçici Hükümet Sovyetlerle çatışıp dış yedek gücünü kaybetmekle yetinmiyor, içeride de “İran İslam Cumhuriyeti‘nde komünistlerin eylemlerine müsaade edilmeyeceğini bildirerek”, devrimin gerçek dayanağı işçi sınıfını da karşısına almış oluyordu. Nitekim henüz son şekli belli olmayan Anayasa taslağında “sağ ya
161 İRAN’DA NELER OLDU?
duğunu belirttiği”ni de ilave edersek tablo tamamlanacaktır. Humeyni’nin Kasetleri: Geçici Hükümetin taleplerini anlayabilmek ve halkın bilincinin nasıl karartıldığını kavrayabilmek için İran Devrimi öncesi ve devrim sırasında hemen hemen en güçlü propaganda aracı olan “Humeyni kasetlerinde” söylenenlere bakalım. “Dini önderler hükümet olsaydı İran halkının Amerikalı ve İngilizlerin esiri olmasına izin vermezdi. İran ekonomisinin bozulmasına ve yabancı malların gümrük vergisiz ülkeye girmesine izin vermezdi… Parlamentonun böylesine bozulmasına imkan vermezdi. Kızların ve erkeklerin birbirine sarılıp dans etmelerine izin vermezdi… Kız ve erkeklerin bir arada okullara gitmelerine izin vermezdi… “Bunca yıl çalışmadan sonra aranızda anlaşmazlık olduğu görmekten üzüntü duyuyorum. Mollaları ve pazar esnafını üniversite çevresine yaklaştırmaya çalıştım bunca yıl. Yoksa yabancılar bundan yararlanacaklardı. Yabancılar İran halkının bütünleştiğini gördükçe Amerika ve Sovyetlerin kötü emelleri süremezdi. “İran halkın dünyanın dikkatini üzerine çektiği bir noktaya vardı. Amerika’dan Arap ülkelerine kadar her yerde prestij kazandık. Bu bir mucizedir. Bu ruhanidir… Zafer yakın korkmayın… Ölürsek cennete gideceğiz. Öldürürsek cennete gideceğiz. İslam mantığı budur. Çünkü biz hak tarafındayız.” (TİME, 12.2. 1979) Humeyni’nin bu sözlerinde tek ekonomik talep “yabancı malların gümrük vergisiz ülkeye girmesi”dir. Belli ki tekellerin rekabetine dayanamayan Yaban sermayenin feryadıdır. Ve hiçbir zaman temelli bir reform değildir. Yine Humeyni, “parlementonun bozulmasına imkan ver”memekten bahsederek eski devlet
162 İRAN’DA NELER OLDU?
da sol tüm muhalefet partileri yasa dışı ilan edilmiştir.” Bu karakteriyle geçici hükümet, işçi sınıfı ve küçük burjuva tabakaların radikal tepkilerini yatıştırmaya çalışan, aynı zamanda da İran finans kapitaliyle uzlaşmanın yollarını arayan, dolayısıyla “isyan etmiş halkın yaraRlarını garanti” altına almayan bir hükümettir. Bu haliyle tekel dışı burjuvaların bütün kaypaklığının, tutarsızlığının damgasını üzerinde taşımaktadır.
Geçici Hükümete Proleteryanın Tavrı
“Proletaryanın geçici bir devrim hükümetine karşı genel olarak tutumunun ne olacağı” sorununu Lenin şöyle çözümlüyor. Önce “geçici bir hükümetin gereği konusunda direnmeliyiz.” (İki Taktik) Bunca dünya deneyinden sonra bu artık itiraz götürmez bir hüküm haline gelmiştir. İkincisi, “böyle bir hükümet için, içinde bulunduğumuz dönemin nesnel koşullarıyla ve proleter demokrasisinin amaçlarıyla uyum içerisinde olacak bir eylem programının ana hatlarını belirlemeliyiz. Bu program partimizin asgari programının tümüdür.” Temel mantık soyut tekerlemeler veya “işçi hükümeti” gibi keskinlikler değil “dönemin nesnel koşullarıyla” ve “proletarya demokrasisinin amaçlarıyla” çatışmayacak veya “uyum içerisinde olacak bir eylem programı”nı geçici hükümetin önüne koyabilmektir. Burada şu soru ortaya atılabilir: “Geçici bir iktidar olduğu için, geçici bir devrim hükümetinin henüz tam halkın onayını almamış yapıcı bir programı uygulayamayacağı ileri sürülebilir. Böyle bir itiraz gericilerin ve mutlakiyetçilerin safsatasından başka bir şey olamaz. Yapıcı bir programı uygulamaktan kaçınmak demek, çürümüş
bir otokrasinin feodal düzeninin varlığına göz yummak demektir.” (İki Taktik) Öyleyse proletaryanın Geçici Devrim Hükümeti‘ne karşı genel tutumu: Asgari programının hemen ve tümünün uygulanması için mücadele temelinde belirlenmektedir. Şimdi sorun bu mücadelenin nasıl verileceği meselesindedir. Bu da başlıca iki biçimde olabilir: Yukarıdan “hükümete katılarak”; aşağıdan “gelgeç devrim hükümeti üzerine silahlı bir yönetim güden sosyal demokrat proletarya tarafından tazyik.” Bu mücadele biçimlerini birbirinin karşısına koymak anarşist palavrası olur. Onlar genellikle “hep aşağıdan” parolasını atarlar. Ayaklanma içinden gelen bir hükümette, katılış amacını açıkca koyan proletarya partisi, işçi sınıfının bağımsızlığına gölge düşürmeden böyle bir hükümette yer alabilir. Ve bu yer alış, hiçbir zaman aşağıdan tazyiki gereksiz hale getirmez. Yakın geçmişte Portekiz Devrimi buna bir örnektir. Portekiz Komünist Partisi‘nin eleştirisi ayrı bir konudur. Fakat olayları izlersek şu gerçekleri görürüz. Ayaklanma içinden gelen hükümette Portekiz Komünist Partisi yer almıştır. Fakat yer aldığı Geçici Devrim Hükümeti‘nin programı henüz komünist partisinin asgari programından geridir. “Silahlı Kuvvetler Hareketinin programında, ne derin sosyal reformlar ne de büyük tekelci işletmelerin millileştirilmesi söz konusu değildir.” (20.6.1974, PKP Bildirisi) Silahlı Kuvvetler Programı, hükümet programı olmuştur, dolayısıyla bu programda “derin sosyal reformlar ne de büyük tekelci işletmelerin millileştirilmesi” vardır. Buna rağmen 1975 yılında, “bankalar, sigorta şirketleri, petrol çıkarma ve petro-kimya işletmeleri, metalurji, elektrik enerjisi, demiryolları, denizyolları, havayolları vb. 245 işletme” millileştirildi. “Büyük topraklara gelince, emekçi köylüler 1 milyon 140 bin hektar
kendiliğinden uygulamanızı beklemiyoruz, bu nedenle bu programı hem size (hükümete) ve sizden çok halka propaganda etmek ve halk teşekküllerine fiilen uygulatmak için mücadele edeceğiz. Proletarya partisinin tutumu ancak bu olabilirdi. Ve ancak böyle halk yığınları devrimin karekterini, hükümetin karekterini kavrayıp yeni mücadelelere hazırlanabilirlerdi. Ve ancak böyle silahlı halkın hükümet üzerinde bir baskısı ve denetimi uygulanabilirdi. İran Devrimi’nde böyle bir gelişim görülmedi. TUDEH’in Humeyni’ye destek olmaktan başka bir tutum benimsemediğini açıkladık, hatta bir gazetecinin sorduğu; bu destek ve iş birliğinin geleceği ve süresiyle ilgili bir soruya TUDEH Sekreteri “uzun yıllar” şeklinde cevap vermiştir. Bütün bunlar son derece kısır bilgilere de dayansa, bize objektif gelişimi “uzun yıllar” beklemeye talip, burjuva tutumunu yansıtıyor. Geçici Hükümete karşı bir de “Halkın Fedaileri”nin tutumun kritik edelim: “Halkın Fedaileri Tahran Üniversitesi’nde düzenlenen gösteride A. Humeyni’ye bir uyarıda bulunarak ‘İran Devrimi’nin hızlandırılması ve İran’ın bir işçi devletine dönüştürülmesi’ talep edilmiştir. “Halkın Fedaileri örgütünün önerileri şöyledir: “Krallık ordusu tümüyle dağıtılıp yerine bir halk ordusu kurulmalıdır. “Humeyni’nin gizli İslam Duruşmaları yerine herkese açık halk mahkemeleri kurulmalıdır. “Bütün topraklar çiftçilere dağıtılmalı ve elektrik, su hizmetleri bedava olmalıdır. Çiftçilere faizsiz kredi verilmelidir. “Yabancı sermaye ve bankalar devletleştirilmelidir.” Buradan olumsuz görünen temel mantık yani “devrimin hızlandırılması” ve
163 İRAN’DA NELER OLDU?
(ülkedeki işlenebilir toprakların beşte biri kadar) toprak kiraladılar, bu arada 550 kollektif üretim işletmesi ve kooperatif meydana getirildi.” Bütün bunların oluşu ise: “Önemli birçok demokratik değişimler, daha politik iktidar kararlar almadan, devrimcilerin (hem sivil, hem de asker devrimcilerin) desteğine de güvenerek, halk yığınlarının ve onların öncüsü olan ilerici güçlerin girişim ve eylemleriyle kararlaştırıldı, hatta bir dereceye kadar gerçekleştirildi.” (Alvaro Cunhal, PKP Genel sekreteri, Nisan Devriminin 5. Yıldönümü) Demekki bizzat olaylar ve aşağıdan halkın baskısı hükümet programını daha radikalleştirebilmektedir. Bütün bu olanlara rağmen Portekiz Devrimi neden geri dönmüştür? Bundan objektif devrim krizinin yeterli olgunlukta olmayışını söyledikten sonra, yığın açısından ise söylenecek, şehirde ve kırda Halk Teşekküllerinin eski devlet cihazını yeterince parçalayamaması ve bunun sonucu alınan tedbirlerin birçoğunun eski bürokratik devlet ağında erimesidir. Devlet cihazının parçalanmasının tek anlamı, her alanda halk teşekküllerinin fiilen yürütücü hale gelmesiyle mümkündür. Bu deneyin de ışığında İran’a baktığımızda, proletarya, partisiyle Devrim Hükümeti’ne yukarıdan katılmamıştır. Bunu devrimde güçler dengesi açısından bir ölçüde normal karşılasak da TUDEH’in Humeyni’yi desteklemekten öteye bir şey yapmaması, onu mollaların seviyesine indirmektedir. Böyle bir durumda ise proletaryanın partisi olma iddiası boş bir söz olur çıkar. Gerçek bir işçi sınıfı partisi mevcut devrim hükümetine şunu söylemeliydi: İşte proletarya demokrasisinin asgari programı, hükümetiniz ancak bunu gerçekleştirdiğinde devrimin kazançlarını teminat altına alabilir ve onu ilerletebilir. Fakat biz bu programı sizlerin
164 İRAN’DA NELER OLDU?
“işçi devleti” kavramlarıdır. Bu şiar 1905 Devrimi’ndeki Troçki’nin “Çarsız, ama işçi hükümeti” şiarını hatırlatmamazlık etmiyor. (Söylenenlerin 24 Şubat’ta (1979) yani devrimin hemen hemen en yüksek günlerinde söylendiği unutulmasın) İran için devrimin hızlanmasının tek anlamı işçi+köylülüğün devrimde “ağır basmasıdır”. Sadece “işçi devleti” keskin görünse de proletaryanın en yakın müttefiklerini -tüm köylülüğü- ondan kopardığı için yenilgiye mahkum bir tutumdur. Herşeye rağmen Halkın Fedaileri’nin öne çıkardıkları parolalar: “Halk ordusu + Toprak Reformu + Millileştirme” devrimcidir ve Humeyni’nin Geçici Hükümeti’ne alttan bir baskı kurmayı sağlayabilir veya bu yöndedir. Bağlarsak: İran Devrimi’ni eğiten başlıca siyasal güç Mollaların temel parolası; “İslam Cumhuriyeti” olmuştur. Fakat bizzat bunun ne anlama geldiği açık, kısa net parolalarla yığınlara aktarılmamıştır. Bunun nedeni ise Mollaların devrimi yatıştırma tutumudur. Onlar için İran finans-kapitalinin şehirlerde ve kırda radikal bir tasfiyesi değil, etkinliğinin azaltılması söz konusudur. Çünkü yaban burjuvazi İran’da böyle radikal reformlara girerse hemen işçi sınıfının devrimi mantık sonucuna, işçi-köylü iktidarına vardıracağını sezmektedir. İslam Cumhuriyeti İran “pazar”ının İran finans-kapitaliyle uzlaşmasının siyasi formülüdür. Devrimi eğiten ikinci güç TUDEH ise, “İslam Cumhuriyeti” nin desteklenmesinden ileri bir parola atmamıştır. Oysa İran için Cumhuriyet (İslam değil) ve Toprak Reformu en acil taleptir. “İslam Cumhuriyeti” içine bu iki talebi de almamaktadır. Halkın Fedaileri, devrim öncesi “silahlı propaganda” tezini savunan ve bize tercüme dersek hemen hemen “Cephe” ideolojisine denk düşen bir siyasi eğilimken, devrim tarafından eğitilmişler ve İran halkının devrimci taleplerini kısmen
de olsa dile getirebilmişlerdir. Neticede İran Devrimi’nin subjektif örgütlenmesinde proletaryanın bağımsız tutumu görünmemiştir. Ve devrimi proletaryanın bağımsız sınıf çıkarları doğrultusunda eğiten de olmamıştır. Bu devrimin en büyük zaafıdır. Fakat devrim bizzat kendi içindeki güçleri eğiteceğinden büyük bir ihtimalle halkın Fedaileri’nin ve TUDEH’in devrimci bir inkarı belirecektir. Devrim hiçbir şey getirmemiş midir? Dediklerimizden bu çıkmaz. Ancak “Başarılı devrim = proletarya ile köylülüğün demokratik diktatoryası”dır. (Lenin) ve “Devrimin içeriği = demokratik bir siyasal sistemin yaratılması: bu sistemin ekonomik açıdan şunlara denk düşmesi: 1. Kapitalizmin özgür gelişmesi, 2. Serflik kalıntılarının kaldırılması. 3.Yığınların özellikle alt tabakanın yaşam ve kültür düzeyinin yükseltilmesi” (Lenin, Başarılı Devrim) olmalıdır. İran Devrimi, tekel dışı burjuvaların güdüm ve eğitimini aşamadığından devrimin içeriği piçleştirilmiştir. Bütün bunlara rağmen, milleştirmeler, savunma giderlinin %60 indirimi gibi reformlar devrimin kazançlarıdır. Fakat artık mücadele devrimin bu kazançlarını finans-kapitalle uzlaşan mollaların geri olması ve işçi sınıfı, küçük burjuva tabakalar (köylülüğün, esnafların) bu kazanımları koruma ve geliştirmesi, başarılı bir devrimle sonuçlandırması yönünde olacaktır.
Yeni Aşama, Yeni Güçler
Daha devrim içinde yeni güçler ve yeni mücadele yönleri kendini açığa çıkatmamıştır. İran halkı 1979 Devrimi’yle bir yandan kendi gücünü kavrarken, öte yandan da devrimin liderliğini yapan tekel dışı burjuvaları denemektedir. Devrim içinde Mollaların parolası olan İslam Cumhuriyeti, özellikle “Musaddık’ın torunu” Metin Deftari’nin liderliğindeki Ulu-
mücadelelerini artık daha kesin olarak kapitalist düzenin köklerine yönlendireceklerdir. * Haziran-Temmuz 1979, Kıvılcım Not: Orjinal metindeki bazı imla hataları düzeltilmiştir.
165 İRAN’DA NELER OLDU?
sal Demokratik Cephe’nin tepkisini çekmiştir. Metin Deftari Kerim Sencabi’nin liderliğindeki ve şimdiki hükümeti kuran Ulusal Cephe’nin Musaddık’in yolundan ayrıldığını söyleyerek, 5 Mart 1979’da Ulusal Demokratik Cephe’yi kurduğunu ilan etmiştir. En son Humeyni’nin sansürünü protesto için Ayetullah Talegani’nin de katılıp, desteklediği bir gösteriyle düzenleyen Ulusal Demokratik Cephe mücadelesini yükseltmektedir. Bunun anlamı, Şah’a karşı bir bakıma paralel yürüyen güçler artık birbirinden kopuşup çatışmaya başlamışlardır. Ve bunun temelinde de tekel dışı burjuvalarıdan ve onların bir bakıma ideolojik önderleri Mollalardan küçük burjuva tabakaların kopuşması yatmaktadır. Küçük burjuvazi demokratik cumhuriyeti sonuna kadar savunur ama Mollaların İslam Cumhuriyeti böyle bir demokratik cumhuriyeti kapsamamaktadır. Bunu kavrayan küçük burjuvaların bir kesimi Ulusal Demokratik Cephe adı altında tekeldışı burjuvalardan kopuşmuşlardır. Bu cephede tutarlı burjuva demokratların da bulunması yadırganmaz. Demek ki Şah’ın püskürtülmesiyle birlikte devrimi yönlendiren güçlerden (Mollardan) kopuşmalar başlamış, özellikle Ulusal Demokratik Cephe öne çıkmaya başlamıştır. Görünene göre proletaryanın aktif bir tutumu henüz ortada yoktur. Özetlersek İran Devrimi’nde artık bir dönem kapanmış ve yeni bir dönem başlamıştır. Ve bu yeni dönemin karakteristiği bir yandan daha radikal güçlerin proletarya ve küçük burjuvazinin mücadelesinin netleşmesi açığa çıkması olacaktır. Öte yandan şimdi sinmiş görünen karşı devrim adım adım eski mevzilerine tırmanmaya başlayacaktır. Böylece İran’da sınıflar savaşı daha yüksek bir seviyeye çıkacak, Şah faşizminin karanlık dehlizlerinden kurtulup açığa çıkan sınıf çatışmasında, proletarya ve yoksul halk kesimleri