Düşünce ve Davranışta Yol Mart 2004 Sayı 5

Page 1

D üşünce ve D avranış B irbirinden Ayrılm az TKP E le ş tiris i

M. Sinan

Özgürlükçü Sol u Beklerken

Umut Aydın

Varoşlar Üzerine N o d a r-ll Okmeydanı Deneyimi

Fikret Kızıltan

Günümüz İnsanının Düşünce A ntinom ileri Üzerine G özlem ler-I

Irak Savaşı ndan Hareketle Emperyalizm’ ve D ireniş’ Üzerine Notlar

“İktidar olmadan dünyayı değiştirmek” sırf “sivil toplumun” baskısıyla, burjuvazinin kendi sınıfsal özünün değiştirilebileceği düşüne denk düşer. Elementlerin özünü-yapısmı değiştirmek, ancak onların atom çekirdeklerinin nötron bombardıma­ nıyla dağıtılmasıyla mümkün oluyor. Burjuvazinin kendi çıkarları konusunda, atom çekirdeği kadar katı olmadığını düşlemek için elde hangi kanıt var?

Mehmet Yılmazer

Kapitalizm le M ücadelede Dayanışma, Öz Örgütlenme Halk İn is iy a tifle ri Üzerine

İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek’ Mümkün mü? Mehmet Yılmazer

M.

i

Özgür

I ra kın Rus P etrollerine Etkisi ve Khodorkovsky Neden Tutuklandı?

Ayşe Tansever

Hasan Oğuz

co

■st

co T-

O co Jose Clemente Orozco / Hispano America

Z (O

w


MART 2004 SAY!:

ve Davranış Birbirinden Ayrılmaz 3 MEHMET YILMAZER Devlet ve iktidar Sorunu İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek’ mümkün mü? 24 M. SİNAN TKP Eleştirisi 39 UMUT AYDIN ‘Özgürlükçü S o lu Beklerken 4 6 MEHMET YILMAZER Irak Savaşı'ndan Hareketle ‘Emperyalizm’ ve 'Direniş' Üzerine Notlar 55 M. ÖZGÜR Kapitalizmle M ücadelede Dayanışma, Ö z Örgütlenme Halk inisiyatifleri Üzerine 76 FİKRET KIZILTAN Varoşlar Üzerine notlar - II Okmeydanı Deneyimi 89 AYŞE TANSEVER Irak’ın Rus Petrollerine Etkisi ve Khodorkovsky Neden Tutuklandı? 103 HASAN OĞUZ Günüm üz insanının Düşünce Antinomileri Üzerine Gözlem ler - 1 ( 21 . Yüzyılda insan ve Felsefe)


Mehmet Yılmazer

D E V LE T VE İK TİD AR SOR UN U ‘İK TİD AR OLMADAN DÜNYAYI D EĞ İŞTİR M EK ’ M ÜM KÜN MÜ? G İR İŞ Günümüzde dünya ve elbette Türki­ ye’de devrimci hareket o kadar zayıf ki, devlet ve ona bağlı olarak iktidar soru­ nunu konuşmak tümüyle bir “ teorik ge­ vezelik” gibi görülebilir. Bu yazıyı yazma­ ya başladığımızda Mombai’deki Dünya Sosyal Forumu yeni bitmişti. Yine aynı müthiş canlılık, çeşitlilik ve coşku; fakat her forum sonrası ortada aynı soru du­ ruyor. “ Bu şenlik böyle nereye kadar gi­ der?” Dünya egemenleriyle nasıl hesap­ laşabiliriz? “ Başka bir dünya mümkün!” Ancak nasıl ve hangi yollardan gidilerek bu “ başka dünya” ya ulaşılabilir? Bu soru­ yu sorduğumuzda devrimci mücadelenin Paris Komünü’nden beri önünde duran “ devlet ve iktidar sorunu” yeniden, üs­ telik çok daha karmaşık olarak karşımı­ za çıkar. İnsanlık 20. yüzyılın büyük bölümün­ de yaşadığı “ sosyalist iktidar” deneyini bir çöküşle noktaladı. Bunun insan dü­ şüncesinde ve sosyal hareketler üzerin­ de derin etkileri olduğu açık. En büyük etkisi “ ufuk kaybı"dır. Gelecek görün­ mez olmuştur, buna bağlı olarak devrim, devlet ve iktidar sorunları bu yenilginin prizmasında büyük bir çarpılmaya uğra­ mıştır. “ Başka bir dünya mümkündür!” Ancak nasıl? Kapitalizme karşı muhalif hareketler iktidar ufuklarını, yani “ dev­

let olma” hedeflerini yitirirlerse “ başka bir dünya” ne ölçüde mümkündür? Bu sorun insanlığın önünde bir post­ modern espri olmaktan öteye, özellikle 90 sonrası yaşananların bir sonucu ola­ rak yoğunlaşan bir sorun olarak duru­ yor. Günümüzde devlet ve iktidar soru­ nunu mücadelenin ufkundan silen hem teorik hem de pratik meydan okumalar vardır. Teorik meydan okumaların tarihi ol­ dukça gerilere gitse de, günümüzde postmodernizmin yaygınlaşmasıyla belli bir yoğunluk kazanmıştır. Batı’da doğup büyüyen bu teorik eğilim artık küresel­ leşmenin sonucu sınır tanımadan dünya­ nın her yanına yayılıyor. Sosyalizmin yı­ kılışından sonra bu eğilim hem güçlendi hem çeşitlendi. Batı’da bu konuya I. VVallerstein özel bir önem verdi. Sosya­ lizmin yıkılış yıllarında Rusya’da yıldızı parlayan B. Kagarlitski “ keşke iktidar ol­ masaydık” yollu pişmanlıklar dile getirdi. Eylül sonrası Türkiye’sinde ise bu konu­ da en kapsamlı ilk kez M. Belge konuştu. “Sosyalizm, T ürkiye ve G elecek” kitabında sosyalizmi bir ütopya seviye­ sinde bulutların üzerine yükseltip, yer­ yüzünde ise reforme edilmiş iyi işleyen bir kapitalizmi savundu. Sonraları sol ha­ reketin büyük bir bölümü liberalleşerek “ kralın çıplak” olduğunun farkına varıp iktidar ufkundan koptu.

3


— yol Bu konuda şüphesiz ki, en önemli ge­ lişme PKK’nin stratejik dönüşle geldiği noktadır. “ Dem okratik Cum huriyet” stratejisi iktidar hedefini ortadan kaldır­ mış, “ devlet yıkma ve yapmanın” yanlış oiduğu ilan edilmiş, sivil toplumu esas aan bir “ üçüncü alan” teorisi geliştiril­ miştir. İktidar sorununa pratik meydan oku­ malar daha etkileyici ve çarpıcıdır. A nti­ küresel hareketin ağırlıklı olarak bu ze­ minde olduğunu vurgulayıp geçtikten sonra, en önemli pratik deney olarak Arjantin ayaklanmasını hatırlamak gere­ kiyor. Yakında Bolivya’da da benzeri bir deney yaşandı. İktidarları sarsan ve bazı değişimlere zorlayan bu etkili ayaklan­ maların bir iktidar ufkunun olmaması il­ ginçtir: Bolivya’nın biraz farklı olduğunu, ayaklanma içindeki bazı hareketlerin ik­ tidar ufku ile programlı olduğunu biliyo­ ruz. Buna rağmen genel çizgi değişme­ miştir. Ayrıca emperyalist sistemin de bu tü r hareketlere tepkisi eski Soğuk Savaş yıllarındaki gibi değildir. Bu ayak­ lanmalara karşı eski korkunç kıyıcılığın­ da davranmak yerine, süreç içinde çürü­ tüp güçten düşürmeyi yeğliyor. BöyJece ayaklanmalar devrime dönüşemeden, yani sınıfsal bir altüstlük yaratıp iktidar olamadan sönümleniyor. Belki şöyle söylemek daha doğru olur, Y D D ’nin ilk on yıllık sürecinde olaylar böyle yaşandı, ancak elbette yaklaşan diğer on yılların da böyle yaşanacağına dair kimse fal aça­ maz. Dünyada bir çok şeyin değiştiği bilini­ yor. Eskiyen değerlere hala bağlı kalmak, geçmiş dönemlerde elde edilmiş alışkan­ lıklarla düşünüp davranmaya çalışmak, bugün zaman düne göre çok daha değiş­ ken aktığı için, daha hızlı yıkımlar getiri­

__

4

yor. Değişen değerlerin ve düşüncelerin arasında neden “ devlet ve iktidar soru­ nu” olmasın!... Bunca deneyden sonra, üstelik günümüz “ bilgi çağında” devrim­ ci mücadelenin iktidar hedeflemesi eski­ nin iflah olmaz bir tekrarı, artık pratikte karşılığı olmayan bir inat mıdır? 2 1. yüzyılda, 19. ve 20. yüzyılın müca­ dele yollarının, yöntemlerinin tekrarlan­ mayacağı yeterince açıktır. Ancak biraz soğuk kanlıca dünyaya ve olaylara baktı­ ğımızda sırf “ değişimin” büyüsüne kapıl­ mak yerine, özde değişenlerle değişme­ yenleri iyi ayırt etmek gerekiyor. Ö rne­ ğin konumuzu doğrudan ilgilendirdiği i­ çin; kapitalizmde bazı önemli yapısal de­ ğişimler yaşanıyor, bugüne kadar sanayi denince akla gelen sektörler önemini kaybediyor, onların yerine bilgi, genetik gibi yeni sektörler öne çıkıyor. Üretim biçimi olarak egemen olan Taylorizm ve Fordizm, yerini esnek-üretim adacıkları­ na bırakıyor. 19. yüzyılın sonlarında bü­ yük mücadeleler sonrasında şekillenen “ iş günü” yapısı tümüyle değişiyor. Fakat bu değişimlerin büyüsüne kapılıp artık çok sık yapıldığı gibi “ artı-değer sömü­ rüsünün ve emperyalist sömürünün kal­ madığı” sonucunu çıkartmak, ışığın ay­ dınlattığı yöne bakmak yerine ışığa bakıp körleşmeye benzer. Günümüzde yaşa­ nan değişimin hızı ve çarpıcılığı böyle körlükler yaratabiliyor. İktid ar sorununa bakarken han­ gi noktada durmalıyız? Bu sorun da, pek çok diğerleri gibi değişimin rüzga­ rında eskiyip gitti mi? Eğer dünyada dev­ rim ler gereksiz ve imkansız hale geldiy­ se, buna bağlı olarak devlet ve iktidar sorunu da köklü bir değişime uğrar. A n­ cak devrimin gereksiz hale gelmesi için en azından şu şartların gerçekleşmiş ol­


devlet ve iktidar sorunu__ ması gerekiyor: Birincisi, insanlık hem doğa ve hem de sosyal bilimlerde o noktalara kadar gelişebilir ki, bugünden çok uzakları gö­ recek ölçüde öngörü edinerek sorunla­ rı birikimden patlamaya sıçramadan çö­ zümleyebilir. Eğer “ sosyal sorunlarda” böyle bir bilimsel ve toplumsal seviye yakalanırsa gerçekten devrimci altüstlüklere gerek kalmayacaktır. Evet, bilim­ ler gelişiyor; ancak bu durum, sorunları ortadan kaldırmadığı gibi, gelişimin biz­ zat kendisi sorunları daha kompleks hae getiriyor. Bu basit gerçeklik nedeniy­ le, insanlık daha oldukça uzun zaman di­ liminde sorunlarını görünür veya görün­ mez sinsi birikimlerden devrimsel patla­ malara sıçrayarak çözmeye devam ede­ cektir. İkincisi, sosyal sorunlar sadece bi­ limsel hesaplardan öteye sınıfsal özellik­ ler taşır. Eğer dünyadaki egemen sınıflar imtiyaz ve çıkarlarının önemli bir bölü­ münden gönüllü olarak vazgeçerlerse devrimlere gerek kalmayabilir. Sosyal mücadeleler tarihinde elbette sadece devrimler yoktur, reformlar da vardır. Fakat mücadele tarihinin gösterdiği gibi reformlar, genellikle başarısız bir devrim deneyinden sonra veya açık bir devrim tehdidinin ortaya çıkmasıyla gündeme gelmiş ve uygulanmıştır. Reformlar bir bakıma son noktaya tırmanan sınıfsal gerilimleri düşüren bir toprak hattı gibi rol oynamıştır. İnsanlık “ bilgi çağı” na girdi diye, egemenler çok büyük bir değişime uğrayıp, zorun gücüyle değil, bundan sonra gönüllü reformlarla sınıfsal çelişki­ leri yumuşatma yoluna mı çıktılar? Dün­ yada ve ülkemizde böylesine büyük bir değişimin izlerini gören var mı? Egemen­ ler, özellikle K ürt devrimcilerinin sık sık

tekrarladığı gibi “ kaçınılmaz bir şekilde değişecekler” demekle değişmiyorlar. Dünyadaki bütün ip uçları tam tersi yö­ nü işaret ediyor. Egemenler, sınıfsal çı­ karlarının gereği imtiyazlarından gönüllü vazgeçmek şöyle dursun, dünyayı çıkar­ ları uğruna ikide bir savaşların eşiğine getirmekten çekinmiyorlar. “ Uluslarara­ sı terörle mücadele” günümüzün sınıflar savaşına dünya egemenlerinin verdiği cevaptır. Üçüncü olarak, yukarıdaki koşullar var olsa bile devrimlerin gerçekleşmesi için-yeterli değildir. Eğer ezilenler, in­ sanlık için bir gelecek tasarlama, prog­ ramlama ve bu düşünceyi maddi güce dönüştürme yeteneğinden yoksun hale geldilerse, ki postmodernizm bunu iddi­ a ediyor, yukarıdaki gerilimler olsa da devrimler mümkün değildir. Ayaklanma­ lar, kalkışmalar yaşanır, ancak sınıfsal altüstlükler ve iktidar değişimi yaratacak devrimler mümkün olmaz. Ancak bu ay­ nı zamanda insanlığın bundan böyle tüm geleceğini mevcut kapitalist egemenlerin tasarlayıp şekillendireceği anlamına gelir. Yani Fukuyama’nın dediği gibi “ tarihin sonu” gelmiştir. Geleceği tasarlama ye­ teneğini postmodernizmin gayya kuyu­ suna atanlara bir diyeceğimiz yok, onlar için “ tarihin sonu” gelmiş, artık sadece geç kalanların bu sona doğru yürüdüğü bir süreç yaşanmaktadır. Oysa tarih ve gelecek bilincini kuşanan insanlık, yaşa­ dığımız geçici anafor döneminde, aynı zamanda, önceki deneylerinden de ya­ rarlanarak gelecek için tasarımlarını yet­ kinleştiriyor. Anti-küresel hareketin şenliğinde, Arjantin, Bolivya, Chiapas ve Kürdistan vb. deneylerinde hep bu biri­ kim yaşanmaktadır. Bu birikimin yolunu kesecek bir güç varsa, “ medya canavarı-

5


— y o l-------------------------------------------na” bazen bu güç atfedilebiliyor, o za­ man insanlığın geleceği sanallaşacak, ek­ ranlardaki pembe dizilere indirgenecektir. Ancak bunun “ bilgi çağı” nın yarattığı bir yanılsama olduğu artık biliniyor. Bu üç temel neden ortadan kalkma­ dıkça devrimci mücadelenin önünde devlet ve iktidar sorunu duracaktır. Gü­ nümüzde yaşanan iktidarsızlaşma ile güçlü bir hesaplaşma içine girmek kaçı­ nılmazdır. Ufku, amacı ve ana yürüyüş yolları tasarlanmamış mücadelenin hiç­ bir geleceği olamaz. Hem postmodernizme öfkelenip hem de iktidar ufkun­ dan vazgeçmek ise kendi içinde tutarsız­ lığın bugün çıkılabilecek zirvesidir.

İKTİDAR HEDEFİNDEN VAZGEÇMENİN KISA TARİHİ Sorunu üç ayrı dönemde ele almak uygun olur. İlki, Komünist Manifes­ tomun ilanını bir işaret noktası alırsak, Rus Devrimi’ne kadar yaşanan süreçte sorunun ortaya çıkışı; ikinci olarak, sos­ yalist iktidarlar sürecinde, elbette özel­ likle bu iktidarların yıprandığı zaman di­ liminde sorunun aldığı biçim; sonuncu o­ larak, sosyalist sistemin yıkılışından son­ raki süreçte iktidar ufkunun yitirilmesi sürecidir. Görüldüğü gibi sorun devrim­ ci mücadele var olduğu sürece adeta o­ nunla birlikte yaşamıştır, bu anlamda “ yeni” değildir. Öte yandan, her döne­ min iktidarsızlık sorununun kendi döne­ mine özgü yanları vardır, bu anlamda gü­ nümüzde sorun tamamen yeni özellikler taşımaktadır. İlk dönemden başlarsak, proletarya­ nın mücadelesi doğar doğmaz iktidar sorunu hemen kendiliğinden şekillen­ __

6 ____________________________

memiş, onun sorun olarak ortaya çıkıp olgunlaşması belli gelişmeler sonrasında olmuştur. Komünist Manifesto’da henüz iktidar ve devlet sorunu yoktur, ya da çok bulanıktır. Bu konu ancak Paris Ko­ münü deneyinden sonra Marksist litera­ türde belli bir olgunluğa ulaşır. Proletar­ ya diktatörlüğü kavramını Marx ilk kez I852’de kullanmış ve devletin proletar­ ya tarafından “ devralınması” değil “ par­ çalanması” kavramları Paris Komünü deneyi ile mücadele literatürüne yerleş­ miştir. Proletaryanın iktidar mücadelesi­ nin düşünce ve pratik donanımı gelişir­ ken, ona paralel olarak bu mücadeleyi silahsızlandırma çabaları da gelişti. Sınıf­ lar mücadelesi bu anlamda hiçbir zaman tek yanlı değil, pek çok renk ve akımla birlikte yaşanmıştır. Marx’in devlet ve iktidar sorununda kendi çağdaşlarından en katı saldırılar yönelttiği Lassalle’dir. Devleti, Hegel gibi yücelten, komünizm hedefi olmayan, gündelik haklarla yeti­ nen Lassalle, reformizmin ilk temsilcile­ rinden oldu. Ancak o dönem dünyasının işçi sınıfı mücadelesindeı en ünlü revizyonist Bernstein’dır. “ Amaç hiçbir şey, bugün her şeydir” diyen Bernstein, bu parolasıyla siyasal mücadele tarihinde postmodern ufuksuzluğa 19. yüzyılın sonlarından el sallamaktadır. Ünlü reviz­ yonist, kendi döneminde, I800’lü yılla­ rın sonlarına doğru Marx’i teo rik olarak düzeltme -revize etme-yoluna çıkmış, teorik revizyonun pratik siyasal sonucu ise reformizm, yani iktidar hedefinden vazgeçmek olmuştur. Reformizme kaynaklık eden koşullar nelerdi? En önemli etken kapitalizmin gelişme dönemleridir. Batı kapitalizmi i­ çin konuşursak, 19. yüzyılın ikinci yarı­ sında emperyalist açılım kıtada belli bir


devlet ve iktidar sorunu gelişme yaratmıştır. Ö te yandan, sınıflar mücadelesinin sanki şaşmaz bir kuralı o­ larak, yenilgi sonrası yıllarda sadece ha­ reketin gövdesinde bir geri çekilme de­ ğil düşüncelerde de geri çekilmeler ya­ şanır. Özellikle Paris Komünü’nün düşü­ şünden sonraki yıllar böyle bir ortam yaratmıştır. Üçüncü önemli neden, sınıf­ lar mücadelesi deneyi geliştikçe işçi sını­ fı ve burjuvazi karşılıklı olarak güçlerini daha iyi tanımış, buna göre yeni müca­ dele biçimleri geliştirme yoluna çıkılmış­ tır. Burjuvazi sınıflar savaşının bir aşama­ sından sonra reformları uygulamayı gün­ demine almıştır. Bu, uzun ve sert sınıflar savaşı yıllarından sonra ortaya çıkan bir olgudur. Bu gerçeklik işçi sınıfının siyasal mücadele yöntemlerini etkilemiş, uzak amacı silikleştirmiştir. Reformizmin baş­ lıca kaynakları böyle özetlenebilir. Bilin­ diği gibi dünya işçi sınıfı mücadelesinde yılların biriktirdiği reformizmin sonucu II. Enternasyonal’in dramatik çöküşü u­ nutulmaz dersler bırakmıştır. Ardından yükselen Rus Devrimi bu çöküşün ya­ rattığı olumsuzlukları belli ölçüde süpürebilmiştir. Sosyalist iktidarlar sürecinde, sorun nasıl kendini ortaya koymuştur? Bilindiği gibi Rus Devrimi ve ilk başarılı proletar­ ya iktidarı büyük etkiler yaratsa da, tüm dünya işçi sınıfı hareketinde aynı ölçüde benimsenmemiştir. Bolşeviklerin yön­ temleri sık sık eleştirilmiştir. Ancak ko­ numuz açısından, devlet ve iktidar soru­ nunda pratik ve teorik yozlaşma daha çok II. Dünya Savaşı sonrası yoğunlaş­ mıştır. Bu dönemin en ünlü reformist tezleri hep ve daima Avrupa kaynaklı ol­ muştur. “ Barışçıl geçiş” , “ tarihsel uzlaş­ ma” ve “ Avrupa Komünizmi” genellikle sosyalist sistemi destekleyen komünist

partiler arasındaki yaygın görüşlerdi. Bu görüşlerin klasik dönem reformizmiyle büyük benzerlikleri olması açısından faz­ la orijinal olmadığı söylenebilir. Bu gö­ rüşler sözde iktidar hedefinden vazgeç­ meseler de, bunu sosyalizmin gücüne dayanarak burjuvaziyi barışçıl geçişe ikna e tm e düşlerine bağlıyorlardı. Marx-Engels döneminin reformizmi sos­ yalist sistemin var olduğu koşullarda “ barışçıl geçiş” veya “ tarihsel uzlaşma” kılığına giriyordu. Bu süreçte Avrupa’da Portekiz Komünist Partisi hariç tüm partiler hemen hemen aynı zemindeydi. Bunun sonucu olarak sistemin çökme­ siyle bu partiler büyük bir hızla buhar­ laştılar. “ Barışçıl geçiş” tezlerinin klasik dö­ nem reformizmiyle büyük benzerlikleri olduğu ortadadır; bu nedenle döneme özgü iktidardan vazgeçiş, Avrupa Yeni Sol’un savunduğu görüşlerde saklıdır. Gramsci kaynaklı, Althusser’in formüle ettiği “ devletin ideolojik aygıtlarf’na karşı mücadele zeminindeki görüşler 1960’lar sonrası siyasal ortamında o riji­ nal bir yere sahiptir. Yeni Sol, o dönem sosyalist ülkelerde ve Avrupa’daki ko­ münist partilerde “ ekonomist” bir sap­ ma görüyordu. Her şeyi ekonomik geliş­ melere “ indirgeyen” bu görüşlere karşı tutum alırken Yeni Sol, sınıflar mücade­ lesinin ortamından koparak “ üst yapının özerkliğinden” yararlanmak için “ devle­ tin ideolojik aygıtları” ile mücadeleye gi­ rişti. Devleti -“ din, eğitim, aile, hukuk, si­ yaset, sendikalar, haberleşme, kültür"- her alana yayarak1böylece iktidar mücadele­ si hedefini belirsizleştirerek, hatta onu sadece bir “ ideolojik savaş” a, “ kültür savaşf’na indirgeyerek, “ ekonomist sapma” nın tam karşı kutbuna kendini yer7


— -yol leştirrriiş oluyordu; ancak kendi duru­ şunda da gerçek bir iktidar hedefi yok­ tu. Görünüşte devlete çok saldıran, an­ cak pratik mücadele olarak hiçbir anlam ifade etmeyen konumlara sürüklenen Yeni Sol’un beslendiği zemini vurgula­ makta yarar vardır. İlki, Stalin sonrası Sovyetler Birliği’nde yaşananların aydın kafalarında yarattığı derin düş kırıklığı­ dır. Diğeri ve esas önemli olan, Batı Av­ rupa’daki refah devletlerinin yarattığı si­ yasal ortamdır. Sınıflar savaşı belli bir uzlaşma içinde sönümlendirilmiş, devle­ tin ekonomik ve siyasal konumu “ yıkıl­ maz” bir görünüşe bürünmüştür. İşçi sı­ nıfı ekonomik ve siyasal olarak sistemle bütünleşmiş göründüğü için, geriye “ ide­ olojik alan” da mücadele kalıyordu. Bu i­ deolojik mücadelenin sosyal pratikte bir karşılığı olmayınca, Yeni Sol dergi sayfa­ larında polemikten öteye bir varlık gös­ teremedi. Son döneme gelirsek, sosyalist siste­ min yıkılışıyla ortaya çıkan iktidar ufkun­ dan kopuş, önceki dönemlerden olduk­ ça farklı özellikler taşır. Konumuz açı­ sından önemli olan ikisini VVallerstem’ın ağzından vurgulayalım.. / - “İki adımlı strateji -önce devlet iktida­ rını ele geçir, sonra toplumu dönüştür- tar­ tışmasız hakikat statüsünden, kuşkulu ö­ nerme statüsüne kaydı.” . 2- “Demokrasinin devrimci faaliyeti en­ gelleyen bir burjuva kavramı olduğu fikri, yerini demokrasinin derin biçimde kapita­ lizm karşıtı ve devrimci bir düşünce olduğu fikrine bırakıyor.” 7 Sosyalizmin yıkılışı aynı zamanda ka­ pitalizmin gücünün de kanıtı olarak algı­ lanınca, eski stratejiler çökmüş, her şey kapitalizmin sınırları içinde düşünülür __

8

hale gelmiştir. İktidar hedefinin yitiril­ mesi açısından, yaşadığımız günlerin da­ ha önceki dönemlerden önemli iki farkı vardır. Reformizm, tümüyle iktidar he­ definden kopuşma anlamına gelmiyordu. Reformlarla bu yoldan gidilecekti. Bu­ gün, yaşanan deneylerin bir sonucu ola­ rak bilinçli ve gönüllü olarak iktidar he­ definden vazgeçilmektedir. Daha da ö­ nemlisi, bugün bir gelecek projesi yok­ tur. Bunun yerine “ demokrasinin” “ ka­ pitalizm karşıtı ve devrimci bir düşünce olduğu” keşfediliyor. Bu eğilimin Wallerstein’la sınırlı olmadığını biliyoruz. Sosyalizm yeniden bir “ ütopyaya” dö­ nüştürülünce, demokrasinin de “ dev­ rimci bir düşünce” olduğunu keşfetmek­ ten başka bir yol kalmıyor. Bütün bunları söylerken sosyalizmin çöküş deneyini küçümsemiyoruz. Elbet­ te böyle bir olay II. Enternasyonal’in çö­ küşünden çok daha derin etkilere neden olacaktı. Bu yeterince açıktır! Fakat böy­ le bir çöküşten hareketle sosyalizm programından ve iktidar hedefinden vazgeçmek gerekiyor mu? Hele hele bil­ diğimiz burjuva demokrasisini yeniden kutsayıp, “ sivil toplum” veya “ üçüncü a­ lan” teorileriyle mevcut kapitalist düze­ nin “ demokratikleştirilmesi” yoluna çık­ mayı gerektiren, kapitalizm açısından yeni olan ne vardır? Bu noktada mevcut kapitalizme bir kez daha bakmak gerekiyor. Onun ger­ çekten söylendiği gibi “ demokratik” bir dönüşüm gücü var mı?

GÜNÜMÜZ KAPİTALİZMİNDE DEVLET VE DEMOKRASİ Üç olgu, günümüz burjuva demokra­ silerinin olduğundan öteye misyonlarla


devlet ve iktidar sorunu__ ■üklüymüş gibi görünmesine yol açıyor. Elbette ilki, yıkılan sosyalist sistemden ortaya dağınık düzen saçılan bilgi ve gö-üntülerdir. Sosyalist devletin şişkin bü'okratik yapısı ve tek partili cansız de­ mokrasisinin bir de Batı’nın dev medya aynalarından geçerek yansıtıldığı düşü­ nülsün, ortaya Batı demokrasilerine “ bin <ere şükrettiren” dehşet tabloları çıkar­ tılmıştır. Fakat bu dehşetli, her şeyi Kontrol eden azman devletlerin nasıl kadife devrimlerle” inanılmaz kolaylıkla yıkıldığı üzerine fazla düşünülmez. Sos­ yalizmin yıkılışı toz duman arasında bıra<ılmış, dersler ise kapitalist medyanın dev çarpıtma aynalarında tanınmaz hale getirilmiştir. Bir kez daha H itler ve Sta­ lin eşitlenmiş, dolayısıyla faşizm ve sos­ yalizm sık sık yan yana anılarak gerçek­ likler tümüyle çarpıtılmıştır. Kapitalizm kendi “ demokrasi” tarihinden hiçbir şe­ kilde silemeyeceği faşizm lekesinin sanki aynada bir yansımasını bulup böylece kendi günahını hafifletmenin keyfini yaşı­ yordu. Diğer olgu, küreselleşmenin ya­ rattığı illüzyonlardır. Tekniğin artık dün­ yanın her köşesine hızla yayılacağı, bilgi ve haberleşme üzerine tekelin yok oldu­ ğu, böylece demokrasinin daha derinle­ şeceği üzerine insanlık on yıldan fazladır nutuk dinliyor. Bu yönde müthiş bir propaganda yürümektedir. Kapitalizm eski sosyalist ülkeleri “ özgürlüklerine kavuşturdu” , artık 70’ler dünyasındaki gibi askeri darbeler yok, üstelik bizzat süper güç “ demokrasi” havariliğine çık­ mış görünüyor. Bir de günümüz tekniği­ nin sağladığı imkanlar düşünülürse, daha başka ne istenecektir? Üçüncü olgu, kü­ reselleşme sürecinde yaşanan ayaklan­ maların devlet ve iktidardan uzak dur­ ması, bir siyasal ve ekonomik programa

sahip olmamasıdır. Bu durum sonunda düzen içinde çözüm aranmasına yol açıyor. Elde bir “ demokrasi” vardır, onu geliştirmekten başka yol görünmüyor. Başlıca bu olgulardan kaynaklı günü­ müz burjuva demokrasileri üzerinde o­ luşan yanılgıların derinliğine inebilmek i­ çin madalyonun öbür yüzüne de bakmak gerekiyor. Kapitalist düzenlerde demokrasinin daha da derinleşme şansı var mıdır? Üs­ telik düzene muhalif akımların stratejik hedeflerini ellerinden alacak kadar bir “ demokratik değişim” potansiyeline sa­ hip midirler? Bu sorular aslında anti-kü­ resel hareketin başının üstünde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır. Burjuva demokrasilerinin doğuşta ne ölçüde kısır olduğu, oy hakkının bile mülk sahipleriyle sınırlı olduğu bilinir. Burjuva demokrasilerinin tarihinde iki olgu sürekli yan yana gelişmiştir. Bir yanda işçi sınıfı ve çalışan kitlelerin mü­ cadelesi ile demokrasinin sınırları geniş­ lemiş, ancak öte yandan çeşitli -görünür veya görünmez- araçlarla devletin yığın­ ları kuşatması artmıştır. Burjuva de­ mokrasilerinin ilk kırılma noktası, biraz da sembolik olarak, Engels yaşamday­ ken, Alman sosyal demokratlarının se­ çim zaferi sonrası bir Alman burjuvası­ nın “Kanunculluk bizi öldürüyor” sözleriyle başlamıştır. Bu söz ironik ola­ rak burjuva demokrasilerinin tüm gele­ ceğini anlatıyordu. Burjuvazi, çok sığ bir hak olmasına rağmen “ kanun önünde e­ şitlik” kuralına uyduğunda kaçınılmaz bir şekilde kendi demokrasisi içinde ölüme gidebileceğini daha ilk “genel oy hak­ kın ın kullanılmaya başladığı yıllarda gör­ müştür. Kendi kanunlarına uymakla sı­ --------------------------------------------- 9 —

,


— y o l-------------------------------------------nırlı kaldığında iktidarını tehlikede gören burjuvazi, ölmemek için öldürmeye baş­ lamıştır. Böylece burjuva demokrasileri içinde, bir aysberg gibi kanunla örgütlen­ miş ancak hiçbir kanun tanımayan gizli devlet şekillenmeye başlamıştır. Burjuva demokrasilerinin tarihi aynı zamanda ö­ bür yanıyla bu gizli devletin, bugünkü moda deyimiyle, “ derin devlet” in tarihi­ dir. Burjuva demokrasilerinde bu yönde, yani devletin derinleşmesi yönünde çok önemli bir aşama tekelci kapitalizmle başlar. A rtık devlet tüm burjuva sınıfını bile değil, onun içinden azınlık bir züm­ reyi temsil etmektedir. Bunun sınıflar mücadelesi tarihindeki karşılığı faşizm olmuştur. Sosyalizm ve “ demokrat em­ peryalistler” tarafından faşizmin yenil­ mesi, yeniden burjuva demokrasilerine bir gelişme yolu açmıştır. Ancak kapita­ lizm iki dünya savaşı arasındaki devrimlerden köklü sonuçlar çıkartmıştır. Fa­ şizm tasfiye olmuş, ancak burjuva de­ mokrasilerinin tarihinde yeni bir süreç başlamıştır. Bu sürecin iki temel özelliği vardır. İlki ve en önemlisi, N A TO ül­ kelerinde örgütlü olarak “ derin dev­ le tin geliştirilmesidir. Sosyalist sistem yıkıldıktan sonra bu konuda Batı’da skandal üstüne skandal patladı, ancak “ derin d evle tin tasfiye edildiğine dair hiçbir iz yoktur. Olamaz da. Kapitalist ülkelerde devletin böyle derinleşmesinin tek nedenini sosyalist sistem olarak kavramak büyük bir yanıl­ gı olur. Bir avuç finans kapital devasa servetlere hükmederken, geniş kitlesel yoksullaşma ve bu sürecin derinleşerek devam etmesi, devletin derinleşmesinin ' esas nedenidir. Bu nedenle, küreselleş­ me ile demokrasinin artacağı üzerine ne

10

ölçüde pembe propaganda yapılıyorsa, aynı ölçüde derin devletin ağları da yay­ gınlaştırılıyor. Derin devlet, bir istisna, aşırı politikacıların kötü uygulaması de­ ğil, burjuva demokrasilerinin “ gelişimin­ de” kaçınılmaz bir konaktır. Kapitalist demokrasilerde son yirrniotuz yılda hızlanan bir diğer olgu, “ köylü çocuklarından oluşan ordular” ın yerini maaşlı profesyonellerin almasıdır. A rtık klasik “ vatan” kavramı yoktur. Emperyalizmin gelişim mantığının zo­ runlu sonucu olarak pazarların fethi, ar­ tık her türlü “ uygarlık taşımak” gibi gö­ rüntülerden soyundukça, profesyonel silahlı güçleri gerektirmektedir. A rtık orduların ideolojisi, tarihi, kültürü yok­ tur, bu gerçek ne kadar örtülmeye çalı­ şılsa da, ikide bir kendini Vietnam, Afgan veya Irak sendrom larıyla gösteriyor. Aslında dev silahlı çeteler besleniyor. Küreselleşme ve neo-liberal politika­ lar ile burjuva demokrasilerinde yeni bir basam aktan daha söz etmek mümkündür. Finans kapital o ölçüde ge­ lişmiştir ki, düzen partilerinin farklı kim­ likleri neredeyse ortadan kalkmış, dev­ let ve kurumlarının büyük sermayeye lo­ bilerle bağlılığı, dolaylı süreçler elenerek neredeyse doğrudan hale gelmiştir. Sermaye gruplarıyla devletin ve elbette derin devletin ilişkisi, devasa güce sahip bir avuç azınlığın egemenliğinin kaçınıl­ maz mantık sonucu olarak, doğrudan yollar izlemeye başlamıştır. Bu berabe­ rinde devlette çeteleşmeyi yaratmıştır. Siyasi parti renkleri silikleşmiş, en hassas kurumlar gizli örgütlenmelerle siyasetin beklenmedik cilvelerinin yaratacağı risk­ lerden uzaklaştırılmıştır. A rtık hemen hiçbir ana kapitalist ülkede devlet ve de­ mokrasinin meşruiyeti eski ölçüsünde


devlet ve iktidar sorunu__ değildir. Bu gelişmelere devleşen med­ yayı da ilave ettiğimizde kapitalist ana­ yurtlarda devlet ve demokrasinin özel­ likle son yirmi yıldır nasıl “geliştiği” gö­ rülür. Genel oy hakkına karşı derinleşen kayıtsızlık, en önemli demokratik kurum "dran 'pa»lıamerrcorar!n 'itibarım 'büyük Öl­ çüde yitirmesi, son süreçte artık “ refah devletlerinin de tarihe karışıyor olması, burjuva demokrasilerinin iki yüz yıllık ömründe bir tıkanma ve hatta çürüme­ ye geçtiğinin en kesin -işaretleridir. Bu nedenle bu bozulmayı “ hükümet dışı o r­ ganizasyonlar” la kısmen örtme yolları gelişmektedir. Ancak yozlaşma o kadar yaygındır ki, H D O ’lar daha doğarken hemen ardından hızla bir itibar kaybına uğradılar. Postmodern dünyada genel o­ larak “ merkezi” politikalar büyük güven kaybına uğradı, mahalli, bölgesel veya bir sosyal alana odaklı, parçalı, yerel siyaset­ ler bir alternatif olarak görülüyor. Dev merkezi güce sahip finans kapital ikti­ darları açısından bu yönelişin bugün hiç­ bir riski olmadığı için, üstelik bu yöneliş­ ler demokratik bir gelişme olarak sunu­ luyor.

yandan yozlaşan finans kapital, her ge­ çen gün dallanıp budaklanan derin dev­ let, pahalılaşan ve etkinlikleri artan pro­ fesyonel ordular ve çıkar çeteleşmele­ riyle kuşatılan ve dev bir medya ağı ile çirkinlikleri boyanıp gizlenen bir demok­ rasi, günümüzün en genel tablosudur. E9gr, b j i n ı r a n I i k m ,Ö7igiii1iditen t i İ?:” sorusuna verilen cevapla şekillenen yeni ABD stratejisini de ilave edersek tablo tamamlanmış olur. Madalyonun bu yü­ zünü veya aysbergin su altında kalan kıs­ mını görmeden kurulan demokrasi ha­ yalleri, eninde sonunda derin devletin bir yerine çarpıp parçalanmak zorunda­ dır. Günümüz demokrasisinin bir finans kapital diktatörlüğü olduğunu unu­ tanlar, onun sınırlarının genişletilmesi ü­ zerine hayal kurabilirler.

Kapitalizmin öbür yüzü olan Üçüncü Dünya ülkelerinde ise, küreselleşme ile devletlerin ve demokrasilerin hemen hiçbir inandırıcılığı kalmamıştır. Askeri darbeler eliyle yürüyen IMF talimatları, artık her açıdan kuşatıldıkları için, geri ülke hükümetlerince “gönüllü” olarak yürütülmektedir.

Bir yanda küreselleşmenin yarattığı illüzyonlar ve görünüşte gelişen demok­ rasiler; öte yanda, kitleleri görünmez çelik bir ağ gibi kuşatan derin devlet ve bilinçleri çürüten muazzam bir medya... Dünyada hoşnutsuzluk, yoksulluk arttık­ ça aysbergin su içindeki bölümü büyü­ yor, devletler, görünür görünmez her türlü güvenlik örgütü ve medya ile halk­ ları kuşatmayı sürdürüyorlar. Sürdür­ mekten öteye bu kuşatmayı her gün yetkinleştiriyorlar. Kapitalizmin en gelişmiş olduğu Batı’da bile, hizmet sek­ töründe son on yılda en çok gelişen sek­ törlerden birisi özel güvenlik sektörü­ dür. Zirve ile taban arasındaki çatlak bü­ yüdükçe güvenlik hep en önemli sorun olacaktır.

Burjuva demokrasileri -aslında finans kapital demokrasileri deyimi daha uy­ gundur- derin bir çelişkiyle yüklüdür. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle sözde de­ mokrasilerin gelişmesi yaşanırken, öte

Günümüz burjuva demokrasilerinin en kısa tanımı: Çılgınca görünüşte kalan medyatik özgürlük, buna karşılık toplu­ mun kılcal damarlarında gezinen en yet­ kince örgütlenmiş sinsi derin devlettir. 11


— y o l_____________________________ Bu demokrasinin bir yanı görülürse ol­ madık düşlere kapılmak mümkündür; ö­ bür yanının ürkütücülüğü de abartılırsa umutsuz bir kayıtsızlığa yuvarlanmak ka­ çınılmazdır. Bugünün “ muhalif akım­ larında bu iki yön adeta içiçe yaşıyor.

“İKTİDAR OLMADAN DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK” Günümüzde “ iktidar” sorunu, “ kirli” bir sorun haline gelmiştir. Bir yanda ya­ şanan sosyalizm deneyleri, öte yanda yıpranan kapitalist devletler, adeta “ ikti­ darsızlığı” yücelten sosyal eğilimleri yay­ gınlaştırmaktadır. “ Demokrasi” kelimesi dillerden düşmüyor, ancak her yeniden tanımlama çabası çeşitli özlemleri öne çıkartan keyfi karmaşalardan da kurtula­ mıyor. Yetmiş yılı aşkın sosyalist iktidar de­ neyi ile dünya epeyce değişmiş olsa da, sonunda yıkılışla birlikte her şey olma­ mışa dönünce, “ iktidar olmadan dünyayı değiştirme” yoluna çıkılıyor. Yaşanan deneyler sosyalist mücadelenin strateji­ sinde çok önemli bir kırılma yarattı, an­ cak buradan iktidarsızlık sonucuna veya böyle “ yeni bir stratejiye” geçiş mi gere­ kiyordu? Konuyu farklı cephelerinden irdelemeye çalışalım. İk tid a rın dönüştürm e gücünü y itirm e s i: Sosyalizmin çöküşünden sonra VVallerstein gibi “ iki adımlı strate­ jiden -önce devlet iktidarını ele geçir, sonra toplumu dönüştür” vazgeçenler arttı. Önce bu görüş, 19. ve 20. yüzyılda çok yoğun yaşanan sınıflar mücadelesi­ nin hatalı bir yorumudur. Bizzat devrim ve devrim öncesi mücadele toplumu bü­ yük ölçüde değiştirmiştir. İktidarlar an­ cak bu değişimin üzerine kendini var e­ __ 12 ____________________________

debildi ve toplumsal değişimi sürekli kıl­ ma iddiasında oldu. İktidar sorununa ye­ ni yaklaşımlar, toplumsal dönüşümde devletin rolünü reddeden ve sırf olumsuzlayan bir zeminde duruyorlar. Yeni stratejide devlet ve iktidar yoktur, bu­ nun yerine “ sivil toplum” veya “ üçüncü alan” vardır. Toplumsal dönüşüm “ sivil toplumun” mücadelesi ile gerçekleştiri­ lecektir. Burada yeni hemen hiçbir şey yoktur. Sınıf mücadelesi kavramının ye­ rine “ sivil toplum” veya “ üçüncü alan” geçirilmiştir. Sınıflar mücadelesi tarihin­ de liberaller de sınıfların varlığını ve re­ formlar için mücadeleyi tanımıştır. Tanı­ madıkları işçi sınıfı iktidarıdır. Bugün de kapitalist düzen açısından “ sivil top!um” u odak alan bir mücadelenin lanetli hiçbir yanı yoktur. Bu mücadele ile toplum nasıl dönüş­ türülecektir? Toplumsal dönüşümden kastedilen nedir? Eğer “ sivil toplum” mücadelesi bir iki örgütlenme ve göste­ riden ibaret değilse, eninde sonunda kendi örgütlülüğü ve gücünü arttırdıkça egemen iktidarın alanını daraltm ak zorunda kalacaktır. Kitlelerin mücadele­ si sağlam örgütlülüklere kavuşur ve güç­ lenirse, egemen iktidarla aradaki gerilim kaçınılmaz bir şekilde artacaktır. “ İkti­ dar olmadan” dönüşümü gerçekleştir­ menin bu anlamda bir sınırı vardır. Sını­ rın olmadığını söylemek, aşağıdan örgüt­ lenmenin gücüyle egemenlerin eninde sonunda dönüşüme ikna edileceğini söy­ lemekle aynı şeydir. Dünyada bugüne dek böyle bir deney yaşanmadı. İşçi sını­ fının haklarında belli bir gelişmeyi temsil eden Batı’daki “ refah devletleri” döne­ minin bile hem bizzat bu ülkelerde ikti­ darların eşiğine kadar yükselmiş sınıf mücadelesiyle, hem de hemen yanların­


devlet ve iktidar sorunu__ daki sosyalist iktidarlarla mümkün oldu­ ğu biliniyor. Sosyalist iktidarlar yıkılıp kapitalist restorasyonlar yaşanınca, iktidarın dö­ nüştürme gücünün “ tartışılır” hale gel­ mesi doğaldır. Ancak buradan hareketle iktidar hedefinden vazgeçerek tüm top­ lumsal dönüşümün “ sivil toplum” müca­ delesiyle yapılabileceğini iddia etmek, motorize aracın devrilmesinden sonra bir daha araba kullanmamaya yemin et­ mek ve yaya yürümeyi tek yol ilan etme­ ye benziyor. İktidarı hedeflemeyen, teo­ rik pratik hazırlığını ve donanımını bu yönde yapmayan hareketler, gelişmele­ rinin belli bir aşamasında bir ikilemle karşı karşıya geleceklerdir. “ Sivil top­ lum” çalışmasıyla güçlenerek egemen ik­ tidarın alanına girildikçe -ki bu kaçınıl­ mazdır; aslında gerçek iktidar mücadele­ si yaşanacaktır. Bu noktada artık bir kav­ şağa gelinir. Egemenler olağanüstü bir değişimle iktidarlarını gönüllü olarak devretmezlerse, iktidar mücadelesi ka­ çınılmaz olur; ya da “ iki adımlı strateji” yani iktidar hedefi reddediliyorsa, düze­ nin egemenlerini bitmek bilmeyen ikna çabalan devreye girecek daha doğrusu sürüp gidecektir. Bu noktada iktidarın bozucu etki ve hastalıklarından kaçanla­ rı bambaşka ama en az aynı derecede bozucu ve çürütücü başka bir hastalık yakalayacaktır. Bunun adı, mücadele ira­ desini çürüten, erozyona uğratan “ ikti­ darsızlık” hastalığıdır. Yükselen mücade­ le bir sıçramayla bu gelişimini taçlandırmazsa, çürüyüp dökülmesi kaçınılmaz­ dır. Çünkü sosyal mücadele alanında çı­ karları sürekli çatışma halinde olan güç­ ler vardır; birisi gerekli adımı atmazsa diğeri bu boşluğu hemen doldurma yo­ luna çıkar.

Evet, yetmiş yıllık sosyalist iktidar deneyinden sonra bir açmazla yüzyüzeyiz. İktidarın bozucu etkisinden kaçar­ ken, iktidarsızlığın çürütücü etkisine ya­ kalanmak alın yazısı gibi görünüyor. “ Si­ vil toplum” veya “ üçüncü alan” tezleri e­ ninde sonunda bu ikinci bozulmayla kar­ şı karşıya geleceklerdir. Yüz elli yıldır a­ kıp giden sınıflar mücadelesi sonuçta böyle keskin bir tıkanma noktasına mı geldi? Ezilen yığınlar yozlaşan sosyalist iktidarlardan sonra bir kez de “ sivil top­ lum” veya “ üçüncü alan” gibi parlak gö­ rülen yeni parolalarla “ iktidarsızlık” de­ neyinin çürütücülüğünü mü yaşamak zo­ rundalar? Cevabımızı sonuç bölümüne bırakıp devam edelim. Sosyalizm hedefinin yerine de­ mokrasi mücadelesini geçirm ek: VVallerstein yine yanlış bir yorum yapı­ yor. “ Demokrasinin devrimci faaliyeti engelleyen bir burjuva kavramı olduğu fikri” Marksistlere ait değildir. Enternas­ yonaller döneminde proletaryanın mü­ cadelesi için burjuva demokrasisinin ö ­ nemi sürekli vurgulanmış, hatta bu konu “ asgari program” (demokratik devrim) olarak mücadele literatürüne girmiştir. Ancak bugün farklı bir olgu yaşanıyor. Sosyalizm hedefi yerini çeşitli biçimlerde formüle edilen “ demokrasilere” bırak­ mıştır. Yine Wallerstein’a göre “ demok­ rasinin derin biçimde kapitalizm karşıtı ve devrimci bir düşünce olduğu” keşfe­ dilmiştir. Günümüzün en tipik özelliği kavramların sınıf temellerinden soyutla­ narak ele alınmasıdır. “ Demokrasi” , “ si­ vil toplum” , hatta “ anti-küresellik” en sık böyle çarpıtmalara uğrayan kavram­ lardır. “ Demokrasi” , önünde sınıf nitele­ mesi olmadan nasıl “ kapitalizm karşıtı ve devrimci bir düşünce” olabilir? Yukarıda

13 -—


— yol burjuva demokrasilerinin günümüzdeki durumunu özetledik. Bu demokrasiler­ de egemen sınıfın görünür ya da görün­ mez örgütlenmeleri ile kuşatılmış "de­ mokratik özgürlükler” i her genişletme çabası aynı zamanda bir sınıf savaşıdır. Bu “ özgürlükler” belli bir toplumsal güç­ ler dengesine göre “ anayasa” laşmıştır. Bu güç dengelerini her zorlayan gelişme bu “ anayasa” ile -yani kurulu düzen ileçelişkiye düşer. “ Demokrasi” kavramı­ nın günümüzde moda olduğu gibi soyut ve sınıf nitelemesiz ve hatta “ kapitalizm karşıtı” olarak kullanılması, aslında ikti­ dar hedefini dışlayan, kapitalist düzen içi bir mücadeleyi tanımlar.

D evrim ve iktidar bağının kopa­ rılması: "Sovyetler Birliği’nin çöküşü mil­ yonlar için yalnızca hayal kırıklığı demek değildi, bu durum aynı zamanda beraberin­ de devrimci düşünceye özgürlük getirdi; devrimin iktidarın fethi olduğu tanımından özgürleşmesi.’’ "Ve bu da, devrim ile iktida­ ra gelmek arasındaki bağlantının artık ko­ parılması gerektiği anlamına gelir.” 3 Bu düşünceler özellikle geçtiğimiz yüzyıl boyunca Marksistler arasında ancak “ deli saçması” olarak kabul edilebilirdi. Bugün ise sadece bir düşünce jimnasti­ ğinden ibaret değil, pratik karşılığı da var. Zapatistaların' çağrısı böyiedir. A r­ jantin ayaklanması da böyiedir.

Durum böyle ise: “ Dünya iktidar ol­ Sosyalist iktidarların arkalarında bir yıkım ve yıpranmış kavramlar yığını bı­ madan nasıl değiştirilebilir? Cevabı çok a­ rakmaları hiç de üç yüz yıldır tanıdığımız çık: Bilmiyoruz.” (a.y., s.39) “ burjuva demokrasilerini” farklı nitelen­ Yazara göre Sovyetlerin çöküşü dü­ dirmeyi ve hatta soyut demokrasi kavra­ şünceye “ özgürlük” getirmiştir. İnsan mında devrimci özellikler bulmayı ge­ düşüncesi “ devrimin iktidarın fethi oldu­ rektirmez. Demokrasi kavramını soyut­ ğu tanımından” özgürleşmiştir. Sosyalist laştırmak bugünün egemenlik sistemini düşüncenin büyük iddiasının, proletarya bulanıklaştırm ak olur. Oysa günümüz devletinin sönümleneceği iddiasının ye­ burjuva demokrasilerinin görünürdeki rine büyüyen ve hantallaşan ve sönüm­ özgürlüklerinin perde arkasını, devlet ve lenme ile ilgili en küçük işaret vermeyen egemenlerin ilişkisini, derin devletin ar­ bir devlet pratiğinin yaşanmasının en bü­ tan rolünü en fazla deşifre etme görevi yük bedeli iktidar ufkundan kopuşmak ile yüklüyken, bu özgürlüklerle ilgili ol­ olmuştur. “ Proletaryanın egemen sınıf madık umutlar yaratmak bir rastlantı olarak örgütlenmesi” (Marx) pratikte a­ değil, açık bir sınıfsal ve siyasal tercihtir. şırı bürokratik, düşünce ve davranış öz­ Yaşadığımız günlerdeki gibi büyük mevzi gürlüğünü kireçlendiren devasa bir dev­ kayıplarından sonra devrimci harekette let aygıtı yaratmıştır. Büyük düş kırıklık­ sadece maddi kayıplar, geri çekilmeler ları yaratan sosyalist iktidarlar yönün­ yaşanmaz, aynı zamanda ve çok daha de­ den soruna bakınca, sanki sonunda çö­ rin etkiler yaratan düşünce alanında ge­ küşe mahkum bir iktidar mücadelesinin ri çekilmeler yaşanır. Üç yüz yıldır bildi­ hiçbir çekiciliği kalmayacağı için, devrim ğimiz burjuva demokrasisini şimdi soyut ve iktidar bağlantısında bir kopuşmayı demokrasi kavramını kullanarak kutsa­ anlamak mümkün görünüyor. Ancak so­ mak, böyle düşünce geri çekilmelerin­ runa “ yaşayan” kapitalizmin yıkılması den birisidir. yönünden bakınca devrim ve iktidar so-

__ 14


devlet ve iktidar sorunu runundaki kopuşmanın ortaya büyük bir sorun çıkardığı hemen görülebilir. Devrim iktidarı hedeflemeyecek ve eski dü­ zeni iktidar aracıyla tasfiye etmeyecekse ne yapacaktır? Bu sorunun cevabı “ bil­ miyoruz” olursa, devrimin de bir rolü ve anlamı kalmaz. “ Devrimci hareket genellikle iktidarın aynadaki yansıması olarak yapılandırılmıştır Orduya karşı ordu, partiye karşı parti. Bunun sonucunda iktidar, devrimin içinde de kendini yeniden üretir” (a.y., s.59) Düşlenen komünizmle (iktidar yokluğu) bugünün kapitalizmine karşı mücadele ederken yaratılması kaçınılmaz örgüt ve savaş biçimlerini birbirine karşı koymak basit bir hata değildir, sonunda kapitaliz­ me teslim olmaya, onun içinde çözüm aramaya dönüşür. “ Öyleyse anti-güç karşıt-güç değil, bun­ dan daha radikal bir şey olmalıdır: Yaptır-na-gücünün yok edilmesi ve yapma-gücünün özgürleşmesi.” (a.y., s.59) Burada de­ rin bir kendiliğinden mücadele felsefesi /ardır. “ Yaptırma-gücünün” yok edilme­ si, yani kapitalizmle mücadele için “ kars -güç” yaratırken kaçınılmaz olan ö r­ gütlenme ve hiyerarşik dizilişlere karşı ’ yapma-gücünün özgürleşmesi” ni ileri sjrm ek hiçbir şey yapmamakla eşdeğer­ cedir. Örgütlü mücadelenin yaptırım gü­ cüne karşı, “ büyük komünist rüyayı” (a.y.) yani “ yapma gücünün özgürleş­ mesini” ileri sürmek, ne anlama gelir? Her türlü örgütlü dövüşe, yani “ karşıgüç” örgütlemeye, teçhizatlanmaya karşı çıkmak, bunun yerine “yaptırım gücü­ mün yok edilmesi, yapma gücünün özgür­ leşmesi” adı altında kendiliğinden gidişi kutsamaya varır. Yetmiş yıllık sosyalist iktidar dene­

yinden sonra nereye vardık? 20. yüzyılın başında II. Enternasyonal içindeki tartış­ malara geriye döndük. Devrimle iktidar arasındaki bağlantının koparılmasının bedellerini Kıta Avrupa’sındaki mücade­ leler sırasında, özellikle Alman devrim­ cileri acı acı ödediler. Mücadelede kendiliğindenliğin abartılmasına -bunu o dö­ nemler en çok Alman devrimcileri yap­ tı- Rus Devrimi önemli bir nokta koydu. Ancak ardından yaşanan sosyalist iktidar deneyi ve devletin (iktidarın) yaşamın her alanına girerek hantallaşması, bü­ ro kra tik kireçlenmeye uğramasından sonra, yeniden büyük bir parende atıp 19. yüzyıl ikinci yarısındaki mücadele bi­ çimlerine geri mi döneceğiz? İktidar de­ neyinin bozulma ve çökmeyle sonuçlan­ ması, örgüt ve iktidar silahından vazge­ çilmesi sonucuna mı varmalıdır? O za­ man, mevcut kapitalizmin dişinden tırna­ ğına örgütlü ve silahlı güçleriyle nasıl mücadele edileceğinin yolu gösterilmeli­ dir. Buna büyük bir aymazlıkla “ bilmiyo­ ruz” diye cevap vermek, postmodernizmi kutsamak anlamına gelir. Şenliğe dönüşen “ anti-küresel” hare­ ketlerin içindeki en önemli tartışma ve kopuşma nokrası “ devrimci şiddet” ko­ nusundadır. Bu rastlantı değildir. Antiküresel şenliklere FARC gibi silahlı mü­ cadele veren örgütlerin çağırıimaması da bir rastlantı değildir. Yenilince elinde­ ki en önemli silahı bir kenara bırakmaya benzeyen bu tavır, hangi “ büyük” düşü kurarsa kursun, sonunda rüyası k a p it a ­ liz m in iy ile ş t ir m e s in d e n öteye gide­ mez. Bu da bir yoldur. Açıkça söylendi­ ğinde ortada bir sorun da kalmaz, her­ kes kendi yolunda yürür. Sorun bütün bunların yeni devrimci düşünce olarak sunulmasındadır. 15


— yol İktidarın “ bozucu” , “ yozlaştırıcı” et­ Sosyalist sistemde yaşanan devlet deneylerinden hareketle, bir kez daha kisinden hareketle devlet sorunundan böyle bir deneyi tekrarlamamayı iste­ kopuşma: İnsanlık tarihinde kuruluş gün­ mek anlaşılır olmaktan öteye, devrimci­ lerindeki coşkusuna, hedeflerine, söy­ ler için böyle bir tekrarın yolunu tıka­ lemlerine, “ ideallerine” ters düşmemiş mak en önemli görevdir. Ancak buradan bir iktidar deneyi ne yazık ki yok! Dev­ hareketle iktidar hedefinden, hatta kapi­ let olmadan önceki yazısız tarih boyun­ talizmle mücadele için “ karşı-güç” yarat­ ca, ilkel komünal dönemdeki kabile yö­ maktan vazgeçmek bambaşka bir uca netimleriyle ilgi bilgilerimiz insanlığın bu sıçramak olur. Sosyalist mücadelenin ilk yönetim biçiminin, yönettiği toplum­ devlet ve iktidar konusunda kötü bir de­ dan kopuşmadığını gösteriyor. Bu dö­ ney yaşaması, bu mücadele hedefinden nem dinlerde “ cennet” olarak düşlenvazgeçmek için yeterli değildir. İktidar miş, bilimsel sosyalizmin kurucuları ise hedefi, ancak, kapitalist egemenlerin komünist hareketin iktidar sorununu kendi iktidarlarını halklarla paylaşması tartışırken başlıca iki kaynaktan etkilen­ gibi veya başka bir ifadeyle egemenlikle­ mişlerdir. Birisi, o gün için hala güncelli­ rinden belli ölçülerde gönüllü olarak ğini koruyan Fransız Burjuva Devrivazgeçmesi gibi bir belirtinin, hatta sos­ mi’nin dersleri ve Paris Komünü’nün yal mücadele alanında böyle bir eğilimin “gökyüzüne saldıran” kahramanlığıdır. doğmasıyla özde bazı değişimlere uğra­ Devlet ve iktidar sorununda diğer etkili yabilir. Böyle bir değişim sınıflar müca­ kaynak ise insanlığın ilk komün dönemi­ delesi tarihinde yeni bir döneme denk nin deneyleridir. Bu iki kaynağın bilgile­ düşerdi, ve ancak böyle bir özelliğin sos­ rinin sentezinden “ proletarya diktatör­ yal bir olgu haline gelmesi iktidar soru­ lüğünün” temel özellikleri öngörülmüş­ nuna başka bir boyut kazandırırdı. Ardı­ tür. İnsanlığın ilk toplum biçimi hala dü­ mızda çökmüş bir sosyalizm deneyi bı­ şüncelere bir esin kaynağı olabiliyorsa, rakmamıza karşılık, önümüzde kapita­ bu, onun çıkar gözetmeyen, eşitlikçi, ko­ lizm, sosyalist mücadeleyi gerekli kılan lektif yapısından dolayıdır. Ancak bir kez koşullarında hiçbir önemli değişim ol­ komün çözülmeye başladığında, sınıflı madan var olmaya devam ediyor; daha toplumlar ortaya çıktıktan sonra, bu ya­ öteye dünya egemenliğini iyice perçinle­ pılarla temas eden komün yönetimleri­ mek için en son teknikle silahlanmasını nin de acıklı yozlaşmalar yaşadığı bilini­ yetkinleştiriyor, ayrıca derin devlet ve yor. medya ile iktidarını toplumsal yaşamın Ancak tarihteki hangi iktidara bakar­ en kılcal damarlarına kadar yaygınlaştırı­ sak bakalım, elbette ki tüm iktidarlar de­ yor. Bu güce “ karşı-güç” yaratmadan na­ ğil, dönemine göre bir gelişmeyi temsil sıl mücadele edileceğini, bu yaşamsal, ko­ eden iktidarlar, ilk günlerinden yozlaşnuya cevabı “ bilmiyoruz” deyip geçiver­ mamışlardır. Onların sanki bir canlı gibi mek, postmodern dünyanın sefilliğinden doğuş-kuruluş, gençlik, olgunluk, yaşlan­ başka bir şey değildir. “Yenildiğimiz ye­ ma ve çürüme dönemleri olmuştur. D o­ re” bir kez daha gideceğiz, bu kez daha layısıyla iktidar sorununa bakarken ora­ yetkin mücadele yollarını yaratmak için! da sadece “ yozlaşma” ve “ bozulmayı”

__ 16


devlet ve iktidar sorunu__ görmek bir sürecin sadece bir bölümüy­ le yaşananı-tüm süreci yargılamak olur. Bundan kötüsü, böyle bir bakış bozul­ manın nedenlerini irdeleme yeteneği gösteremez. Öte yandan, “ sonunda na­ sıl olsa yozlaşacak” bir aracı baştan kul­ lanmaktan çekinmek politikada bir me­ ziyet değil, ancak ahmaklık olabilir. Devletle ilgili diğer vurgulanması ge­ reken yön onun bağımsız, hiçbir şeye bağlı olmayan Hegelvari “ mutlak düşün­ cenin en mükemmel dışa vurumu” ola­ rak kavranmasının yanlışlığıdır. Mark­ sizm, devleti sınıflar uzlaşmazlığı ve üre­ tim temeli ile bağlantılı hale getirdikten sonra bu uyarı yersiz bulunabilir. Fakat günümüzde hangi yoldan yürüyerek oiursa olsun iktidar hedefinden vazgeçen düşünceler, kendileri inkar etseler de, mevcut devleti sınıflardan bağımsız gör­ me veya görmek isteme illetinden inme­ lidirler. İktidarla yozlaşmayı kabaca eşit­ leyenler, tarihten ve elbette sosyalizmin deneylerinden hatalı dersler çıkartmakla kalmıyor, hem de bu yozlaşmaya uğra­ mamak gibi çok idealistçe görünen bir davranışla mevcut kapitalist egemenleri kendi “ yozlaşmış” iktidarları ile baş başa bırakarak, aslında onların egemenlikleri­ ne dokunmamış oluyorlar. Saf ve parıltı­ lı görünen bu parolaya, sınıf çıkarları dünyasından bakınca ortaya ezilenlerin çıkarlarının egemenlerin insafına kaldığı bir tablo çıkar. İktidarda yozlaşma nedir ve alın yazı­ sı mıdır? Olaya tek tek devletlerin tari­ hinden bakmak uzun bir tarih yazımını gerekli kılar. Biz bazı genel sonuçlar çı­ kartmakla yetineceğiz. İktidarda yozlaşma, sınıfın çıkarları­ nın yerine zümre çıkarlarını geçirmekle

başlar. Sınıfın genel çıkarlarını temsil et­ mek yerine, iktidar imkanlarıyla oluştu­ rulmuş, grupların veya zümrelerin çıkan öne çıkar ve sınıfla bir kopuşma yaşanır­ sa yozlaşma bir iktidar değişimiyle so­ nuçlanabilir. Sınıflar mücadelesi tarihinde her za­ man şöyle bir sorun olmuştur. Her sınıf iktidar mücadelesi verirken sırf kendi çı­ karlarını öne çıkartmak yerine bu çıkar­ ları toplumsallıkla örtülendirmiştir. Bu, sadece basit bir aldatmaca, bir politik o­ yun değil, iki yön taşıyan bir gerçekliktir. İktidar mücadelesindeki sınıf, hem kendi çıkarlarına diğer toplum kesimlerini ka­ zanmak için mücadele verir, hem de on­ lara kendi çıkarlarını tüm toplumun çı­ karlarıymış gibi sunar, böyle bilinç oluş­ turmaya çalışır. Dolayısıyla bir sınıf daha iktidara geldiğinin ertesi günü bir handi­ kapla yüzyüzedir. İktidar olan sınıfın kendi çıkarları için uygulamalarıyla, “ toplumun genel çıkarları” arasındaki gerilim yok edilemez, buharlaştırılmaz bir gerçeklik olarak her iktidarın önün­ de durur. Ancak yozlaşma bundan iba­ ret değildir, hatta bu değildir. Her ikti­ dar uygulaması, kaçınılmaz bir şekilde e­ gemen sınıfın çıkarları ile egemen olma­ yanlar arasında bir gerilim yaratır. İkti­ darda yozlaşma, hem toplumda genel bir meşruiyet kaybına denk düşer, hem de kendi temsil ettiği sınıfla, keyfi uygu­ lamalardan, grup ve zümre kayırmaktan dolayı bir kopuşma içine girmek demek­ tir. Yozlaşmalar çöküşlerle de sonuçla­ nabilir, reformlarla hükümetlerin yeni­ lenmesiyle de aşılabilir. İktidardaki yoz­ laşma, bir zümre-grup lehine temsil e tti­ ği sınıfla bir kopuşma noktasına kadar derinleşmişse, çöküş, iktidarın altüst ol­ ması kaçınılmazdır.

17


— yol Uzun tarihi bir kenara bırakalım, ola­ ya kapitalizm ve sosyalizmin tarihi ile sı­ nırlı olarak bakalım. Kapitalist devlet, kendi tarihinde en büyük krizi ve değişimi serbest rekabet­ çi dönemden tekelci döneme geçerken yaşamıştır. Kapitalizmin yapısı değişir­ ken devletin yapısı da değişime uğramak zorundaydı. Tekelci kapitalizmle sınıfsal egemenlik bütün burjuva sınıfından bir avuç azınlık olan finans kapitale geçiyor­ du. Bu dönüşüm aynı zamanda burjuva iktidarlar açısından büyük bir bozulmayozlaşmayla birlikte yaşanmıştır. Faşizm, bu soysuzlaşmanın zirve noktası olmuş­ tur. Aslında sosyalist sistemin zoruyla burjuva demokrasileri 1950’ler sonrası yeni bir soluk almışlardır. Ancak kapita­ list devlette özellikle i 970’ler sonrası yozlaşmalar yeniden derinleşmektedir. Sosyalizmin korkusundan kurtulan, re­ fah devletlerini tasfiye eden kapitalizm, dev tekellerin baş rolü oynadıkları bir modern derebeyleşme sürecine çoktan­ dır girmiştir. Yozlaşmayla ilgili her gün bir skandal patlıyor. Çöken tekellerle yüz binlerce çalışanın geleceği de çökü­ yor. Ancak günümüzün çok önemli bir ö­ zelliği var, bencillik artık zirvelere tır­ mandığı için yozlaşma bu anlamda yük­ selen değerler arasındadır. II. Dünya Savaşı’ndan çıkarken kapitalist ülkelerdeki sosyal değerlerle bugünküler karşılaştı­ rılınca hemen görüleceği gibi iktidardaki yozlaşma birkaç bürokratın, hatta birkaç bin memurun bozulmasından çok öteye bir olgudur. Neo-liberalizmin felsefesi çıkarların her yoldan savunulmasını mu­ bah görmektedir. Kapitalist devletler de bu yolda ilerliyorlar. Eğer iktidarlardaki yozlaşmanın, birkaç bürokratın bencilli­

ğinden öteye bir anlamı ortaya çıkıyor­ sa, bu yozlaşmanın nedeni sırf iktidar ol­ mak, ya da iktidarın imtiyazlarının insa­ nın “ aklını çelmesi” değildir. Bir devlette elinde büyük yetkiler tutanlardan her zaman “ şeytana uyan” çıkacaktır. Yoz­ laşma ve bozulma bundan öteye bir şey­ dir. “ Şeytana uyma” nın istisna değil ku­ ral haline gelmesidir. Kapitalizmin küre­ selleşme adı altında yürüyen yeni sö­ mürgecilik dalgası, dünyanın yeniden paylaşımı, bugüne kadar edinilmiş ulusla­ rarası kuralların yerini kaba gücün alma­ sıyla, bir bakıma kapitalist devletlerde bir yozlaşmayla eş zamanlı gitmektedir. Çıkarlar dünyasında, dünün Soğuk Savaş dengelerinin dikte ettiği sistemin tümü­ nü koruyucu kuralların, “ kuralsızlaştır­ ma” parolaları ile ortadan kaldırıldığı bir tarihsel dönemde, iktidarların yozlaşma­ sı kaçınılmazdır. Küreselleşen kapitalizm aynı zamanda hızla yozlaşmaktadır. Yoz­ laşma günün yükselen değeri olsa da, her değerin olduğu gibi bunun da bir sı­ nırı olacaktır. Ancak şimdi kapitalist dü­ zenler d ö rt nala bu yolda koşturuyorlar. Yozlaşma ve bozulmanın kaynağı sırf ik­ tidar olmak değildir. Her dönem kendi iktidar biçimini, yani iktidarı sürdürme­ nin, egemenlerin çıkarlarını yeniden ü­ retmenin politikalarını yaratır. Bu üre­ timde bir tıkanma olursa, bir başka de­ yişle egemenliği yeniden üretemeyen bir iktidar bu sorunu çözemediği ölçüde yozlaşmaya mahkumdur. Tüm dünya ka­ pitalizmini göz önüne alırsak, günümüz­ de kapitalizm kendini yeniden üretmek­ te büyük tıkanmalarla yüzyüzedir. Ben­ zer bir dönem 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşandı. O günle­ rin faşizm tarzında yozlaşmasıyla, bugü­ nün “ uluslararası teröre karşı güvenlik”


devlet ve iktidar sorunu__ adı altında gücü elinde tutanların en key­ fi yollara sapması arasında özce büyük benzerlikler vardır. Kapitalist merkezler “ bilgi çağı” nın bütün parıltısına rağmen yozlaşmaktadır. Son yapılan Davos top­ lantılarında “ iş dünyasının” en önemli tartışma konusu “ ahlak” tı. Göklere çıka­ rılan neo-liberalizmle iş ahlakındaki çö­ küş arasında bir bağlantı kuramayan ka­ pitalist kafalar, soruna ancak geçici tep­ kiler üretebilirler. Sonunda yeni bir bü­ yük krizin öğretmenliği yaşanacaktır. Ü­ çüncü Dünya ülkelerine ayrıca değinme­ ye gerek yoktur, bu ülkelerdeki iktidar­ lar ve toplumlar yozlaşma konusunda a­ deta birbiriyle yarış içindedir. Kapita­ lizmdeki bu genelleşen yozlaşma yeni bir devrim dalgası mı yaratacaktır, yoksa bazı reform uygulamalarıyla atlatılabile­ cek midir? Bu sorunun cevabı henüz ve­ rilmedi, ancak olaylar bu yöne birikiyor. Sosyalizmin tarihinde iktidar sorunu­ na bakarken Gulag Takımadaları’ndan başka bir şeyi görmeye yetenekli olma­ yanlar, bozulmadan, yozlaşmadan öteye bir gelişim göremezler. Sosyalizmin ilk iktidar deneyi yetmiş yıl kadar sürdü. Ki­ reçlenen bürokratik yapının kadife dev­ rimler karşısında “ kağıttan bir kaplan gi­ bi” dağılıvermesi sosyalist iktidar kavra­ mı ile bürokratik bozulmayı düşünceler­ de yapışık ikizler haline getirdi. Üstelik teorik öngörülerimize göre proletarya iktidarı aynı zamanda devletin sönümlenmesinin de ipuçlarını vermeliydi. An­ cak yaşanan deneyde böyle ipuçlarını al­ gılamak mümkün olmadı. Teorik öngörülerle pratik uyuşma­ yınca, yapılacak iş olayları teoriye uydur­ ma zorlamaları değildir, yaşanan deney­ lerden yeni teorik dersler çıkartmak ge­ rekir. Yaşanan iktidar deneyinden sade­

ce “ iktidarın yozlaşmasının kaçınılmazlı­ ğı” ve “ iktidar ufkunun terkedilmesi” so­ nucunun çıkartılması için postmodernizmin zehriyle uyuşmuş olmak gerekir. Tarihten ders çıkartılırsa tekrar etmez. Bürokratik bozulmanın alın yazısı ol­ madığı, yetmiş yıllık iktidar dönemi irde­ lendiğinde görülebilir. Sovyetler Birliği’ni dikkate alırsak, kuruluş ve emper­ yalist saldırıya karşı savunma (II. Dünya Savaşı süreci) yıllarıyla, özellikle 70’ii yıl­ lar sonrası iktidar yapısı arasında önem­ li farklar vardır. Yazımızın sınırları içinde sosyalist iktidarlardaki yozlaşma konu­ sunda bazı dersler çıkartmak gerekirse, konuyu “ iktidarın yozlaştırdığı” gibi kaba önyargılardan kurtarm ak gerekiyor. Sosyalist iktidarlar özellikle kuruluş yıl­ larında büyük görevler başarmışlardır. Ancak öyle bir dönem gelmiştir ki, iç ve dış koşullardaki değişime göre yeniden yapılanma geciktiği ölçüde yozlaşma ta­ şınamaz noktalara gelmiştir. Gorbaçov’un uygulamaları böyle bir yeniden yapılanma girişimiydi, ancak en az yirmi yıl gecikmiş uygulamalardı. O nedenle, su kaynatmış bir motorun kapağını aç­ mak gibi bir etki yarattı. Kapağı açanları yaktı. Eğer sosyalist iktidar sorununu çok yapıldığı gibi önder kişiliklere birebir bağlayıp ve kişilere göre övmek veya la­ netlemek biçiminde ele almayacaksak, sistemin sosyal ve ekonomik yapısındaki gelişme ve tıkanmaları irdelemek gere­ kiyor. Bu yazı sınırlarında daha önce çı­ karttığımız bazı sonuçları 4 özetlemekle yetinelim. Sosyalizmin iki temel uygulaması, ki teori böyle öngörmüştü, merkezi plan­ lama ve devlet mülkiyeti, kuruluş yılla19 —


— y o l-------------------------------------------rından sonraki süreçte tersine işleyen etkiler yaratmaya başladı. Tarihte hiçbir devlet, -tann firavunların yönettiği antik Mısır devletleri dahil- böylesine devasa bir güce sahip olmadı. Bu muazzam güç bir dönem çok hızlı adımlar atılması an­ lamında büyük roller oynadıysa da, kri­ tik dönüm noktalarında kıvrak dönüşler yapamayacak kadar irileştikten sonra, gücünün rakipsizliği onun aynı zamanda en büyük zaafı haline geldi. Zaaflarının toplumdan kendine doğru yansıma yol­ larını kapattıkça, kendine bakacak bir ayna bulamadı, her yere kendi gölgesini yaydı. Tarih, devlet mülkiyeti ve merke­ zi planlama uygulamalarının bir sınırı ol­ duğunu gösterdi. Eğer sosyalizm tarihin­ den bir ders çıkartılacaksa bu sınırların iyi tanınması gerekir. Bir diğer konu devlet ve parti ilişki­ sinde her iktidar yılında kapanan ve so­ nunda tekleşen sürecin yaşanmasıdır. Burada da çok önemli sınırların olduğu ortaya çıktı. Kuruluş sürecinden sonra, devletin çürüyüp bozulmaması için onun dokunamayacağı alanların olması gere­ kir. Partiler, tüm toplumsal örgütlenme­ ler sosyalist anayasa içinde devletin dı­ şında bir ağırlığa sahip güçler olmalıdır. “ Sosyalist iktidarla halk örgütlenmeleri arasında bir çelişki ve hatta mücadele o­ lur mu ?” sorusunu tarih olumlu yönde cevaplamıştır. Olmayacağını iddia etmek aynı zamanda devletin, tüm doğruların mutlak belirleyicisi olabileceği gibi idea­ list, hatta Hegelvari bir devlet anlayışına savrulmak olur. Gücün bu ölçüde mut­ laklaşması aynı zamanda onun çürümesi de oluyor. Son olarak, emperyalist kuşatmanın ‘ yarattığı, yıllar geçtikçe artan bozulma­ lardır. “ Demir perdeyi” sosyalizm yarat­ __ 20 ____________________________

madı. Tam tersine Soğuk Savaş’ın başın­ da, ana stratejik yöneliş olarak ABD ta­ rafından yaratıldı ve her fırsatta yüksel­ tilip kalınlaştırıldı. Devrimden hemen sonra yaşanan iç savaş ve li. Dünya Savaşı’nda faşizmin saldırısı ve savaş biter bitmez başlayan “ Soğuk Savaş” , Sovyetler Birliği yönetiminde aslında I930’lu yılların ortalarında başlayan “ her yerde düşman görme” olgusunu paranoya se­ viyelerine kadar tırmandırmıştır. Evet, aslında her tarafta düşman vardı, Soğuk Savaş’ın kuşatmasında her bulduğu fır­ satta sosyalizme saldırıyordu. Böyle bir düşmana karşı her an uyanık olmakla a­ deta tüm hareket yeteneğini yitirerek her nüansta düşman görüp bizzat halk­ tan kopuşmak başka bir şeydir. Bugünle­ ri ucuz ve kaba değerlendirmek aklımı­ zın ucundan geçmez. Ancak bürokratik azmanlaşmaya uğrayıp sonunda değişim yeteneğini yitiren devletin oluşumuna bu günlerin “ katkısını” da iyi çözümle­ mek gerekir. Bu konuda pek çok detaya takılmak yerine bir nokta üzerinde vurgu yapmak gerekiyor. Emperyalizmle kuşatılmış sosyalizmin sürekli savunmada kalması, onun hareket yeteneğini büyük ölçüde öldürmüştür. Oysa hem ideolojik ola­ rak, hem güçler değişiminin yarattığı her fırsatta saldırı tavrını sürdürmek, çok daha kıvrak, usta, esnek bir devlet yapı­ sıyla mümkündü. Paslanmayı engellerdi. Saldırıdan kastettiğimiz elbette o günle­ rin devrimci ortamında çok korkutucu bir uyarı yerine geçen “ macera” aramak değildi; psikolojik olarak üstün konumla­ rı yakalamak ve her pratik fırsatı değer­ lendirmektir. Oysa hep emperyalizm saldırdı ve sosyalizm hep uzlaşma, “ barış içinde birlikte yaşama” yollarını aradı.


devlet ve iktidar sorunu__ 5u süreç sonunda dünya devrimci hare■etleri için olduğu kadar, bizzat Sovyeter Birliği için de durgun bir bataklık ya­ rattı, İnsanlık bu hatalarının bedelini sosyas: sistemi yitirerek ödedi. Ve bu yıkılış : ısında insanlık tarihinin, en kısa za­ manda yapılan en büyük soygunu yaşan­ dı. Yarım yüzyılı aşkın süredir b iriktiril­ miş toplumsal servet birkaç yılda “ özel­ leştirilmelerle” yağma edildi. Bütün bu olanlardan, iktidarın yozlaştırdığı sonu­ cuna varıp kapitalizm içinde kendini e­ bedi muhalefet olmaya mahkum etmek, yağmacılığı bir kez daha dizginlerinden boşalan dünya emperyalist sistemine bu dönemde verilebilecek ikinci büyük he­ diye olur. Birincisini 80’li yılların sonun­ da Berlin Duvarı’nı yıkanlar vermişti.

SONUÇ Ezilen yığınlar yozlaşan sosyalist ikti­ darlardan sonra bir kez de “ sivil top­ lum” veya “ üçüncü alan” gibi parlak gö­ rülen yeni parolalarla “ iktidarsızlık” de­ neyinin çürütücülüğünü mü yaşayacak­ lar? Bu soruya bugünün gelişmelerinin ı­ şığında “ evet” cevabını vermek zorun­ dayız. Sadece iktidarın değil, “ İktidarsız­ lığın” da çürüteceğini geniş yığınlar ken­ di pratikleriyle görüp öğrenmek zorun­ dalar. Geniş yığınlar böyle öğreniyor. Büyük savrulmalar, keskin çöküşler, bunların sonucu ve bir bilinç sıçraması­ na yol açan “ tarihsel kopuşmalar” yaşan­ madan yığınlar öğrenmiyor. Medya bü­ yük bir silahtır. Medya ile yığınlara her şeyin dikte edilebileceği gibi kaba bir so­ nuca varılabilir. Ancak bunun doğru ol­ madığını en iyi yıkılan sosyalizm kanıtla­ dı. Sonuç olarak, yozlaşan iktidarlardan

sonra bu kez iktidar olamamanın yarata­ cağı yozlaşma ve çürümeler yaşanacak. Aslında bu çürümeler çoktandır yaşanı­ yor. O rta Afrika’ya, Ortadoğu’ya, Gü­ ney Asya’ya, özellikle Latin Amerika’ya bakınca bu hemen görülebilir. Bugün devlet ve iktidar konusunda özellikle iki öne çıkan olguyu tespit et­ mek önem taşıyor. İlki, burjuva demok­ rasilerinin, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ya­ şandığı gibi, yeni bir itibar kaybı süreci­ nin derinleşmesidir. Sosyalizmin yıkılışıy­ la burjuva demokrasileri otomatik ola­ rak itibar ve güç kazanmadılar. Seçimle­ re ilginin gittikçe azalması, parlamento gibi kurumlara güvenin çok düşmesi, hü­ kümetlerin iradesinin olmadığı, onu gü­ denin ve yönlendirenin derin devlet ol­ duğu konusundaki, yargılar artmaktadır. Hele bu konuda Üçüncü Dünya ülkele­ rine bakıldığında oralarda tam bir traji­ komik demokrasi oyunu oynanmakta­ dır. Sosyal gelişimin tüm alternatiflerinin yok edildiği, her yolun neo-liberalizme çıktığı günümüz dünyasında, parlamento yenilenmesi ve hükümet değişimleriyle hemen hiçbir şeyin değişmediği her gün daha iyi gözler önüne seriliyor. Burjuva demokrasilerinin bugün en büyük handi­ kabı, tıpkı “tek partili Sovyet sistemini” eleştirdikleri duruma düşmüş olmaları­ dır. Ortada çok parti olmasına rağmen, bir tek iktidar tarzı vardır. Bu iktidarı seçim ve parlamento şovları artık eskisi kadar örtemiyor. Tekellerin, tekel grup­ larının iktidarı ve onların yeni vurgunlar için aralarındaki çekişmelerinin sahne­ lendiği tiyatroya demokrasi deniyor, an­ cak bu oyun her geçen gün daha fazla seyirci kaybediyor. İkinci eğilim, gerek kapitalizm ve ge­ rekse sosyalizm deneyinden dolayı kitle­ --------------------------------------------- 21 ----


— yol lerde, henüz tam bir şekle bürünmese de, merkezi iktidarlara, bu yönetim biçi­ mine karşı bir tepki büyümektedir. Bu tepkinin bir yanında, iktidardan (merke­ zi) vazgeçmek, onun yerine yerelliği öne çıkartmak vardır. Merkez tekellerce iş­ gal edilip kuşatıldığı için, bir yanıyla hem ulaşılmaz görülüyor, hem de kirli alan o­ larak lanetlenip yerellik öne çıkartılıyor. Bu eğilimin kapitalizmin yeni bir gelişim dönemine denk düşmesi gerçekliği de vardır. Yeni bir tekelci kuşak yetişiyor, bunun yarattığı bir gerilim ve sancı var­ dır. Öte yandan, kar hadlerindeki düş­ me, yeni tekniğin büyük bir sıçrama ya­ ratmaması ve sermayenin üretimden spekülasyona kaymasındaki artış, kara e­ konomiyi büyütüyor, paylaşım pastası daraldıkça tekellerin içinde ve dışında e­ konomik gruplaşmalar artıyor. Bu bö­ lünmelerin sonucunda şirketler varlıkla­ rını koruyabilmek için kendilerine ideo­ loji yaratıyor ve yekpare gibi görünen pazar bu ideolojik sınır çizgileri ile bölü­ nüyor. Bütün bunlar yönetimde bir ye­ relleşme eğilimiyle birlikte gidiyor. Sonuç olarak, burjuva demokrasileri bir yönetim biçimi olarak aşılma sancıla­ rı içine girmiştir. Onlar da aşırı şişen devletten, hareket yeteneğini azaltan ka­ tı kurallardan şikayetçidirler. Merkezi devletteki bu bozulmanın sonucu, hükü­ met dışı organizasyonların, yeni bir sivil toplum arayışlarının -ilk arayışlar feoda­ lizmin çözülme sürecinde yaşanmıştı-ortaya çıkması bir anlamda doğaldır. Doğal olmayan bu gelişmelerin ufkunu yanlış yöne çevirmek, iktidar hedefinden vaz­ geçmek ve yerelliği mutlaklaştırma eği­ limleridir. Temsilciler yozlaştıkça temsi­ li burjuva demokrasisi yıpranıyor ve aşıl­ ma sancıları içine giriliyor. İnsanlık doğ­ __ 22

rudan komün demokrasisinden, komün çözülüp ümmetler, toplumlar, uluslar doğdukça temsili demokrasiye geçti. Ye­ niden bir komün demokrasisi gibi doğ­ rudan demokrasiye geçmek elbette mümkün değildir. Ancak yozlaşan burju­ va demokrasileri de olayların gösterdiği gibi “ tarihin sonu” değildir. En genel anlamda insanlığın bilinci ge­ liştikçe yeni biçimlerle doğrudan de­ mokrasiye gidiş ağırlık kazanacaktır. Merkez ve bölgeler arasında yeni ilişki yöntemleri yaratılacaktır. Ancak siyasal yönetim bilindiği gibi bir üretim biçimi­ nin yaratığıdır, kendisi bir türevdir. Bu anlamda mevcut kapitalist düzende doğ­ rudan demokrasiye gidiş imkansızdır. Görünüşte ve olayların zorlamasıyla doğrudan demokrasiye doğru biçimsel ve medyatik adımlar atılırken, tekelci e­ gemenliğin yitirilmemesi için aysbergin görünmeyen yanı, derin devlet güçlendi­ rilmek zorundadır-. Bu çelişkinin ne za­ man ve nasıl köklü bir siyasal krize -as­ lında “ demokrasi krizine” - dönüşeceğini bugünden öngörmek elbette mümkün değildir. Böyle bir krizin çözümlenmesi ise sadece siyasal biçimlerin değişimiyle değil, kapitalist üretim biçiminin de deği­ şimi ile mümkün olacaktır. “ Sivil top­ lum” oyalanmaları ile ya ömrü daralan burjuva demokrasilerinin doğrudan de­ mokrasi görüntüleri ile ömrü uzatılacak ya da iktidar hedefli mücadele ile bu gö­ rüntü yırtılarak kriz derinleştirilecektir. “ İktidar olmadan dünyayı değiştir­ mek” sırf “ sivil toplumun” baskısıyla, burjuvazinin kendi sınıfsal özünün değiş­ tirilebileceği düşüne denk düşer. Ele­ mentlerin özünü-yapısını değiştirmek, ancak onların atom çekirdeklerinin nöt­ ron bombardımanıyla dağıtılmasıyla


devlet ve iktidar sorunu__ mümkün oluyor. Burjuvazinin kendi çı­ karları konusunda, atom çekirdeği kadar katı olmadığını düşlemek için elde hangi kanıt var? Sosyalist iktidarlarda sadece yozlaşmanın kanıtını bulanlar ve “ iktidar olmadan dünyayı değiştirmeye” soyu­ nanlar, benzer bir biçimde burjuvazinin yapısal bir değişime uğrayabileceğinin kanıtını sunmalıdırlar. Yoksa bu kanıt, yeni dünya düzeninin liderlerinin dilin­ den düşmeyen “ demokrasi” ve “ insan haklan” söylemi midir? DİPNOTLAR

(1) Louis Althusser, İdeoloji ve Devletin ideolojik Aygıtları, s.28 (2) Immanuel Wallerstein, Liberalizmden Sonra, s.203 (3) John Holloway, İktidar Olmadan Dünyayı Değiştirmek, s.37 (4) Mehmet Yılmazer, Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Çağına Ne Oldu? s.297

23


M. Sinan

TK P ELEŞTİRİSİ Son iki yılın sol dünyasının önemli bileşenlerinden bir tanesi de TKP idi, böylece TKP I 3 yıl sonra Türkiye siya­ set sahnesine yeniden dahil olmuş o l­ du. Gelenek dergisi çevresi, STP ve SİP konaklarından sonra kendisi açısından önemli bir açılım gerçekleştirerek TKP ismini kullanmaya başladı. Bir süre isim tartışması TKP’yi gündemleştiren ö ­ nemli faktörlerden bir tanesi idi, fakat 1974 atılımı ile sembolleşen TKP’ye sahip çıkacak bir irade ortada kalmadı­ ğı, sosyalist hareketin burjuva sosyaliz­ mi haznesinin bu önemli bileşeni tü ­ müyle likide olduğu için birkaç çatlak ses çıkmasına rağmen SIP-TKP dönü­ şümü sorunsuz bir şekilde atlatıldı ve TKP siyaset sahnesindeki yerini aldı. Kendilerine hayırlı olsun. Açıkçası biz de ilk başta onların bu ismi kullanmalarının çok da hakkani­ yetli bir sonuç olmadığını düşünüyor­ duk fakat gelinen noktada geçmiş TKP’nin ardılları buna sahip çıkacak bir irade ortaya koyamadılarsa bizlere di­ yecek pek de bir şey düşmüyor herhal­ de. Hem de 1974 TKP’sinin mirası bizler açısından uğruna kavga edecek dü­ zeyde bir değeri ifade etmiyor. Geçmiş TKP’nin kalıntılarının ne kadarlık bir o ­ ranının ismin büyüsüne kapılarak yeni­ den “ TKP” li olduklarını bilecek du­ rumda da değiliz. Fakat böylesi bir gö­ çün kısmen de olsa gerçekleştiğini bili­ yoruz. Haluk Yurtsever gibi bir ismin de TKP saflarına katılmış olması böyle­ si bir âkımın kısmen de olsa gerçekleş­

__ 24

tiğini gösteriyor. Fakat gelinen bu noktada TKP’yi ye­ niden kuranların beklediği ölçüde ciddi bir toparlanma olmadığı, SİP’in geçmiş kimi parlak dönemlerindeki kitleselliği­ ni ve etkinliğini yakalamakta zorlandığı­ nı görüyoruz. Oysa beklentiler biraz daha aksi yöndeydi. TKP isminin b ir­ çok kişi için önemli bir cazibe merkezi olacağı ve bunun da söz konusu hare­ keti en azından kendi mecrasında ö ­ nemli oranda öne çıkartacağı düşünü­ lüyordu fakat böylesi bir sonuç ortaya çıkmadı. Ortaya çıkan TKP görüntüsü, geç­ miş SİP görüntüsünün ötesine geçebil­ miş değil. Ağırlıklı olarak öğrenci hare­ keti olma karakteri, SİP’in en önemli özelliklerinden birisi idi. Aradan geçen iki yıl sonrasında bu karakter biraz da­ ha güçlenerek hakim görünmektedir. Oysa 80 öncesi TKP, bütün politik za­ aflarına rağmen özellikle DİSK aracını çok etkin bir şekilde kullanarak, döne­ min Devrimci Yol ile birlikte en yaygın iki hareketinden biri haline dönüşmüş­ tü ve özellikle de sendikalar ve işçi sı­ nıfı içerisinde önemli bir ağırlık yarat­ mıştı. SİP’in bu yönde bir evrim yaşaya­ bileceğini düşünmemiz için ortada hiç­ bir işaret görünmemektedir. Fakat TKP, basındaki eski TKP’lilerin de gösterdiği ilgi ve alaka ile bir ön­ ceki seçimlerde Ö DP’nin mazhar oldu­ ğu ilgiyi ve popülerliği yakaladı. Her ne kadar bu ilgi, aynı Ö DP’de olduğu gibi


tkp eleştirisi__ büyük bir hayal kırıklığı ile sonuçlanmış Oysa bugün sosyalist hareketin kendi­ olsa da TKP'lileri bir dönem için o l­ sine bir yön aradığı şu süreçte belli bir dukça mutlu etmişe benzemektedir. İ­ düşünsel üretim ve emeğe yaslanan e­ ki yasal partinin seçim sonuçlarını de­ leştirilerin katkı sunacağını düşünüyo­ ğerlendirm eleri oldukça farklı oldu. ruz, dolayısıyla bu geleneğe sahip çık­ Ö DP’nin yaşadığı seçim başarısızlığı, mak istiyoruz. yaklaşık %0.34 oy almasına rağmenİkincisi TKP bugün bütün zayıflığına partinin çatırdayarak bugünkü büzül­ rağmen özellikle üniversiteli gençlik i­ meye ulaşmasında önemli dönüm nok­ çerisindeki kendisi açısından başarılı talarından biri olmuştu. Oysa TKP performansıyla, ideolojik eleştirinin %0.19’luk oy oranını önemli bir başarı yöneltilmesi gereken bir pozisyon e­ olarak nitelemeyi başardı ve enseyi ne­ dinmiş durumdadır. G erçekten de redeyse hiç karartmadı. Krizin, yoksul­ TKP, bugün öğrenci gençliğin, yani laşmanın damgasını en yoğun bir biçim­ devrimci hareketin kadro kaynakların­ de vurduğu bir seçimden komünistle­ dan birinin devrimci hareket saflarına rin en az oyu alarak çıkmalarının aracı akmasının önündeki engellerden biri oldu. Gerçi TKP ideologları böylesi bir haline gelmiştir. Devrimci kitle hare­ sonucu da, aynen DEHAP’ı destekle­ ketlerinin bütünüyle geriye çekildiği, memek konusunda olduğu gibi, muhte­ K ü rt hareketinin Öcalan’a yönelik melen “ ilkeli duruş” vs. içeriğinde meş­ komployla, devrimci hareketin de F t i­ rulaştıracak söylemler geliştirmeyi ba­ pi operasyonuyla yaşadığı iki büyük ye­ şarmışlardır lâkin biz okumalarımızda nilgi sonrasında ortaya çıkan moral çö­ bunları görme fırsatına ulaşamadık. küntü ortamında, gençliğin TKP safla­ rında yoğunlaşması mücadelenin gele­ Peki gelinen bu noktada TKP’yi e­ leştirmenin işlevi nedir? Bunun birçok ceğini karartan sonuçlar yaratabilecek yönü olduğunu düşünüyoruz. Birincisi bir olaydır. Bu durum sosyal bir olgu­ geçmişteki olumlu alışkanlıklarımızdan dur. Dönemin yenilgi ve geri çekilme, birisi olan siyasetler arası polemik yap­ liberalleşme ana m otifleriyle uyumlu bir sonuçtur. Ezilen sınıfların tüm ö ­ ma geleneği neredeyse tükenmektedir. Gerçekten de kimse birbirini progra- bekleri adım adim geri çekilmeyi yaşar­ matik, te o rik ve siyasal hedefleri açı­ ken öğrenci gençlik hareketinin de ge­ sından eleştirmez hale gelmiştir. Bu­ ri çekilmesinin dayandığı nokta TKP nun herkesin kendi dünyasına fazlasıy­ olmuştur. Bu durumu aşmanın önemli la saplanmasıyla bir ilişkisi de vardır, araçlarından bir tanesinin de ideolojik ,ki m,sf?ni n j?irld ■J?i>*fAfîliti-k j jestim ,ifa r'1- mücadele olduğunu düşünüyoruz. *** sinde olmaması ile de. Arada yaşanan TKP kibirli bir özgüven siyasetidir. eleştiriler ise düşünsel bir arka plana sahip olmayan, genel mücadeleye katkı Kendileri ile ilgili görüşleri inanılmaz a­ sunmayan, kavramsal yakıştırmalarla ya bartılıdır. Bu akımın yıllardır öğrenci da gayet tekil olaylarla sınırlı bir çerçe­ gençlik hareketi içerisinde birikm ek ve vede yapılmaktadır. “ Şurada niye böyle düzenli bir yayın faaliyeti yürütm ek dı­ değil de şöyle davrandınız” gibisinden. şında hiçbir siyasi başarısı bulunma-

25 ----


— yol maktadır. Son yılların hiçbir önemli toplumsal hareketinin önemli bir özne­ si olarak yer alamamışlardır. Gazi D i­ renişi ile sembolize edilen sürecin ta­ mamen dışındadırlar. K ürt hareketiyle dayanışma konusunda her zaman ken­ di sınırlarına riayet etmişler, hiçbir za­ man bunları aşmamışlardır. Tarihlerin­ de başardıkları hiçbir ciddi işçi örgüt­ lenmesi yoktur. Mahallelerden uzunca bir süredir dışlanmışlar ve bir daha da dahil olamamışlardır. Çok övündükleri te o rik altyapıları ve Marksizm birikim ­ leri ise çoğu k ritik momentte çok yan­ lış siyasal hatlara sapmalarına engel o ­ lamamıştır. 28 Şubat sürecinde yaşa­ nanlar ve ordunun yarattığı sürecin e t­ kileri ile ilgili beklentileri bu öngörüsüzlüklerinin önemli bir göstergesi o l­ muştur. Düzeni gerçekten tedirgin e­ den önemli devrimci kalkışmaların ne­ redeyse tümüne mesafeli bakmışlar, bı­ yık altından eleştirmişlerdir. Hatta bu tavırlarını “ Hayata Dönüş Operasyo­ numda katledilen devrimcilerin kanları kurumadan devrim ci demokrasinin yok oluşuna dair yazdıkları ibret belge­ leri ile de doruğa çıkarmışlardır. Belki de sosyal psikoloji açısından kolektif bir suçluluk duygusudur bunları böylesi bir kibire yönelten. “ TKP’deki içeriğe eşdeğer bir ideo­ lojik, siyasal ve örgütsel donanımın ya­ nından geçen kimsecikler bulunma­ maktadır.” Kemal Okuyan’ın SİP’in 6. Olağan Kongre kararlarında belirttiği bu görüşlerinin ne gibi bir temele da­ yandığını gerçekten merak ediyoruz. Bu beyler hangi sınamadan geçmişler­ .. dir? İdeolojik donanımları nasıl olmuş­ tu r da kendilerini devrimci olan her şeyden uzağa ama askercil olan her şe­

__ 26

yin yakınına sokmuştur? Bu soruların cevabını tarihe bırakıyoruz. Umarız söylenen birikim mevcuttur da bundan bizler de kendi çapımızda bir şeyler yapmaya çalışanlar olarak feyz alırız. Fakat durumun pek de içaçıcı olmadığı da ortadadır. Ortada feyz alınacaktan ziyade uzak durulacak şeyler daha faz­ laymış görünmektedir. SİP’in TKP ismiyle siyaset yapmaya başlaması son kertede eşyanın doğası ile ilgili bir şey olmamıştır. Zaten bunu da açıkça ifade etmişlerdir. İsmin TKP gibi sanki daha genel bir kapsamı ifade eder hale gelmesi partinin yeni bir sen­ teze ulaşmasının konağı değildir. SİP, aslında SİP olmaya devam etmektedir. Kadrosal ve ideolojik anlamda bir ge­ lişme söz konusu değildir. Doğrudur, TKP ismi Türkiye komünist hareketi­ nin tarihi açısından uzunca bir süre ö ­ nemli b ir yer edinm iştir. Fakat 1970’ler sonrasında artık geneli ya da tüm hareketi değil sosyalist hareketin sadece bir haznesini temsil eder hale gelmiştir ve I. Bilen ekibinin çizgisi ola­ rak değerlendirilir olmuşlardır. Dolayısıyla bugün SİP isimli bir par­ tinin TKP adını kullanır hale gelmesi, hiçbir yapısal dönüşüm geçirmeden sa­ dece ismini değiştirmesi ile HADEP’in DEHAP olması arasında çok ciddi bir farklılık yoktur. Doğrudur, özellikle geçmişte komünist isminin kullanılabil­ mesi uğruna insanlar büyük bedeller ö ­ dem işlerdir, kom ünist ismine sahip çıkmanın çok ağır bedelleri olmuştur. Fakat malumunuz dünya da 20 yıl ön­ cesinin dünyası değildir, Türkiye’de bi­ le 141. ve 142. maddeler komünist o l­ mayı suç olarak gören ilkeler içermek­ ten vazgeçmiştir.


tkp eleştirisi__ Oysa TKP’ye göre, SİP’in TKP ismi­ ni alması Türkiye Devrimci Hareketi a­ çısından büyük bir sıçrama olmuştur: “TKP açılımı solda bir dönemin kapanı­ şına denk düşmektedir.” (...) Neredey­ se bir partinin isim değiştirmesi T ü rki­ ye sosyalist hareketinin yeni bir döne­ minin açılması olarak lanse edilecek. Bu çok iddialı, hatta abartılı bir yakla­ şımdır. TKP isminin kullanılabilir hale gelmesi sınıfın gerçekten ciddi bir mü­ cadele ile kazandığı bir mevzi olsaydı, belli bir örgütlenme ve programa denk düşseydi bile böylesi bir değerlendir­ me abartılı ama en azından anlaşılabilir olabilirdi. Bugün ise bu kullanım, AB’ci makyajlardan biri olarak görünmekte­ dir. “ Bakın artık o kadar dem okratik­ leştik ki seçimlere Türkiye Komünist Partisi bile katılabiliyor.” TKP ise tabii ki doğal olarak böyle­ si bir kazanımı fazlasıyla önemsemektedir. Bunun önemli bir açılım imkanı □arındırdığına ikna görünmektedirler, “ abii ki herkes istediğine inanma ve is­ tediğinin propagandasını yapma hakkı­ na sahiptir. Ama dünya devrimci hare<eti birçok açıdan önemli bir krizden geçmektedir ve Türkiye’deki örgütlen­ meler de bu krizi en şiddetli bir şekil­ se yaşayan ulusal öbeklerden birisidir. 3öylesi köklü bir krizin çözümü için i$ m değişikliğinden, zamanında gerçek­ ten itibar görmüş bir ismi yeniden kulanıma sokmaktan medet beklemek □ek umut veren bir yöntem olarak gö­ zükmemektedir. ¿i * *

TKP, genel olarak önümüzdeki dö■¡emin sosyalist harekete daha geniş □ir manevra alanı yaratacağını düşünü­ yor. Bu manevra alanı analize göre sis-

temin kendi iç gerilimlerinden kaynak­ lanıyor. Sistemin başı bugün yıllardır sola karşı yarattığı ve kullandığı kimi si­ yasi hareketlerle beladadır -Siyasal İs­ lam ve MHP-. Dolayısıyla bunları bes­ leyen ideolojik alan daralmakta, bunla­ rın eskisi kadar etkin olmalarına imkan sağlanmamaya çalışılmaktadır. “ Düzen oyunun bir perdesini kapatmaktadır. Gelinen noktada (düzen açısından) e­ mekçi ve sol bir siyasal bölmenin red­ di hem hayata geçirilemeyecek bir tu ­ tarsızlık anlamına gelecektir hem de öznel niyetler ne olursa olsun siyasetin mantığı gereği bu ret gerçekçi olmaya­ caktır. 1960’lardan yaklaşık 35 yıl son­ ra burjuva egemenliği bu sağ dinamik­ lerden ve bunların yol açtığı tıkanıklık­ lardan muzdariptir (...) Türkiye burju­ vazisi sola artık'içerisinde oynayacağı bir kum havuzunu layık görm ektedir.” (...) Aslında Türkiye burjuvazisi bunu uzunca bir süredir yapmaktadır. T ü rki­ ye’de 90’lı yılların başlarından itibaren hatta PKK ile çatışmaların en sıcak o l­ duğu dönemlerde dahi böylesi bir “ kum havuzu” na tahammül vardı. BSP, ÖDP, EMP, SİP, STP vs. bunlar 90’lı yıl­ larda Türkiye sol hareketinin bileşen­ leri olarak siyaset yaptılar ve düzen -bunlara bu tahammülü gösterdi. Hatta türlü baskılara rağmen yüzlerce sosya­ list ve komünist yayın düzenli olarak yayınlanabilmektedir. Düzen buna da tahammül etmektedir. TKP’nin, bu durumu, yeni bir dö­ nem açılıyor havasında tespit etmesi­ nin altında ne yatmaktadır? TKP, bura­ da bu açılımı büyük oranda Susurluk ve 28 Şubat’tan itibaren tarihlendirm ektedir. Yani bu açılıma rengini veren a­ na güç, ordudur, MGK’dir. 28 Şubat 27 ----


— yol süreci, SİP’in kafasını oldukça karıştır­ mıştı. Kentli orta sınıflarda kısa bir dö­ nem için canlanan laikçi-modernci ha­ reketlenme, Cumhuriyet gazetesi çer­ çevesinde “ sol” bir içerik de taşımak­ taydı. Bu durum, ordunun böylesi bir hareketin başlatıcısı olarak “ ilerici” bir rol kazanmasına yol açmış görünmek­ tedir. 27 Mayıs’lar, 9 Mart’lar bu sü­ reçlerde yeniden tartışma masalarına yatırılmıştır. 27 Mayıs’ta ordunun açtı­ ğı yoldan TİP ve ardından diğer dev­ rimci güçler gelişmiştir. Bugün 28 Şu­ bat, benzeri bir yolu açmış olabilir mi? Bu soru uzunca bir süredir TKP’nin kafasında dolanıp durmaktadır. Bu yüz­ den döneme rengini veren ana aktör olarak orduya karşı alman pozisyonlar hayati bir önem taşımaktadır. Aslında bu son dönemde kendisini genel olarak “ sol” içerisinde ifade eden kesimlerin bir kısmı için doğru bir tespit haline gelmiştir. Kendi özgücüne güvenemeyen, birilerinin açtığı yoldan ilerleme dışında bir yol olabileceğini düşünemeyen kesimler sürekli olarak bir gözleri­ nin ucuyla askeri takip eder hale gel­ mişlerdir. Bu ruh haii 200 bin kişilik bir sendikanın başkanına kadar sirayet e t­ miş ve askere mesaj göndereceğim di­ ye sendikayı çok zor durumlara sokan bir sürü laf etmeye zorlamıştır. Dolayısıyla TKP, 28 Şubat’tan önce­ ki kum havuzu dönemini görmüyor, 28 Şubat sonrası süreçte toplumda sola karşı genel önyargıların azaldığı, halkın yüzünü komünist ve devrimci hareket­ lere döneceği bir dönemi umut ediyor. Bunun nasıl ve neden gerçekleşeceği i­ le ilgili olarak söylenenleri birazdan tartışacağız. Çünkü TKP’nin kendisinin de tespit ettiği gibi böylesi bir kon­

__ 28

jonktürün kendiliğinden bir takım so­ nuçlar yaratmasını beklemek doğru o l­ maz. Burada hareketin kendini göster­ mesi ve örgütlenmesi gerekliliği ortaya çıkmaktadır. “ Kendiliğinden hareketlenme, siya­ sallaşma ve örgütlenme eğilimlerinin gerilediği koşullarda, siyasete yükleme­ miz gereken rol tartışmasız artacak­ tır.” (...) Buradan anladığımız, solun ö ­ nündeki setlerin kalkmakta olduğu ö ­ nümüzdeki dönemde “ siyaset” e vurgu yaparak ön açılmaya ve örgütlenilmeye çalışılacaktır. Bu da doğal bir şeydir. Si­ yasal örgüt doğal olarak siyaset yapa­ caktır, siyasi hedeflerine toplumsal te ­ meller inşa etmeye çalışacaktır. Ö ­ nemli olan bunun araçlarının, yöntem ve biçimlerinin ortaya doğru bir şekil­ de konabilmesi ve hayata geçirilebilmesidir. Çünkü bizim kanaatimiz odur ki bugünün sosyalist hareketi, toplum ­ la farklı bir dili konuşmaktadır. Nasıl i­ ki farklı dili konuşan insan birbirini an­ layamazsa bugün hareket ve sınıf birbi­ rine karşı konuşmakta fakat hiçbir şe­ kilde birbirini anlayamamaktadır. Yani hareketin sorunu, şimdiye kadar “ siya­ set” yapmamak değildi. Ya da en azın­ dan şu söylenebilir, hareket şimdiye kadar geleneksel, yöntemlerle zaten hep siyaset yaptı. Fakat bu sosyal tasfi­ yenin kıyılarına gelinmesine engel ola­ madı. TKP yukarıda da ortaya koyduğu çerçevede topluma açılma ve örgütlen­ me niyetini ortaya koymaktadır: “ Y ok­ sullaşma, kriz ve düzene yabancılaşma gibi faktörler halk kitlelerinde geniş bir potansiyeli gözle görülür hale getir­ mektedir. Bütün partilerin kaçtığı bu potansiyel, sol için büyük bir olanağı


tkp eleştirisi__ barındırmaktadır. Sol içerisinde ise söz konusu olanağa yönelik ciddi bir açılım geliştirme yeteneği ve niyetine sahip tek özne olarak TKP öne çıkmıştır.” (TKP 2002 Konferans) Tabii burada yi­ ne yukarıda andığımız temelsiz kibirin ifadelerini görmekteyiz, ama bunun o­ lası sebeplerinden zaten bahsettik. Bir kere bu olanağı soldan çok daha iyi de­ ğerlendirenlerin olduğu seçimlerde o r­ taya çıktı, AKP kendi açısından bu to p ­ lumsal öfkeyi çok iyi değerlendirmiştir ve iktidarı sırasında da bu öfkeye yö­ nelik siyaset üretmekten geri durma­ maktadır. TKP’nin ise dar bir kadro partisi olmaktan çıkıp, bir yasal parti o ­ larak topluma açılma ve örgütlenme niyetini ortaya koyması gayet olumlu­ dur, zaten olması gereken de budur. Fakat böylesi bir açılım geliştirme ye­ teneğine sahip tek özne olduğunu iddi­ a etmek yine gereksiz bir abartıdır. Hatta bizce tam tersine TKP, böylesi bir misyonun yükünü taşıyabilecek hiç­ bir donanıma sahip değildir. TKP’ye göre solu toplumsallaştıra­ cak olan nedir? “ Solu toplumsallaştıracak olan te ­ malar -ve solun toplumsal kimliği anla­ mında işin doğrusu- aydınlanmacılık, yurtseverlik ve kamuculuk olarak öne çıkmıştır.” (A. Güler “ 2002... TKP, Ge­ lenek 70) Şimdi doğaldır, herkes önündeki sorunu çözmeye çalışırken yapmayı en iyi bildiği şeyi yaparak bir çözüm geliş­ tirmeye çalışır. “ Elinde çekiç olan, her şeyi çivi olarak görür.” TKP’ye damga­ sını vuran aydın kimliği de doğal olarak Fier şeyin altından ciddi bir ideolojik ve propagandif hamle ile çıkılabileceğini

düşlemektedir. Yani sorun bir anlamda daha önce bu “ temaların” (dikkat; bu kavramın sözlük anlamı da yazının ana fikri anlamına gelmektedir) yeteri ka­ dar öne çıkarılamamasıdır, bu temaları yeterince öne çıkarıp yeterince doğru biçimlerde işleyince toplumsallaşma sorunumuz çözülecektir. Bu yine çok kolaycı ve abartılı bir çözüm olarak gö­ rünmektedir. Fakat TKP öznelliğinin böylesi bir tespite ulaşmaması kaçınıl­ mazdır, çünkü TKP toplumdan izole­ dir, mahallelerde, işyerlerinde, sendi­ kalarda TKP yoktur. Üniversite sosyo­ lojisinin değişen koşullarında ise artık üniversitelerde yukarıda anılan mekan­ ların esintisi yoktur. Dolayısıyla solun genel zaafı TKP’yi de kendi denetimi altına almıştır: Tüm toplumun, sınıfın üniversite gençliği ile benzer bir biçim­ de örgütlenebileceğine dair bir yanılgı­ ya düşmek. Bu büyük bir yanılgıdır, bi­ raz sınıf, mahalle, halk çalışması yapan herhangi bir kişi bunu hemen hissede­ cektir. Tüm toplum okullu olsaydı, bel­ ki TKP’nin işi daha kolay olacaktı. Aca­ ba kendilerinin çok önemsedikleri, en önemli işçi çalışmamız diye sürekli vu r­ guladıkları tek sınıf faaliyetlerinin adı­ nın da “ İşçi O kulu” olması rastlantı mı­ dır? Şimdi böylesi temaların varolması da tabii ki mümkündür, devrimci hare­ ketin bunları alıp toplumsallaştırmaya çalışması da bütünüyle anlamsız şeyler değildir. Fakat bu temalar, içerikleri ile önüne sınıfı örgütlemeyi koyan bir öz­ nenin yaratısı olamaz gibi gözüküyor. Bu temaların arasında adalet, servet düşmanlığı, eşitlik, özgürlük gibi sınıfta yankı yaratacak başlıkların bulunmayışı da başlı başına ilgi çekicidir.

29 —


— yol *** Bu temalardan en ilgi çekicilerinden bir tanesi olan aydınlanmacılıktan TKP ne anlıyor? Bizim anladığımız kadarıyla bu soru­ ya verilen cevap “ dinci gericiliği karşı mücadele” olabilir ancak. TKP Siyasal İslam’ın toplumda güçlenmesini çok ö­ nemli bir tehlike olarak görüyor. Ama Siyasal İslam’ın yükselişini, sonunda şe­ riata, tüm toplumun dinsel kurallara göre örgütleneceği bir düzene varacak bir hareket olarak görmüyor. “ Tehlike şeriatçı düzen değildir. Tehlike daha dinci ve daha karşı devrimci bir T ü rki­ ye’nin oluşması, sosyalist devrim süre­ cinin daha büyük zorluklarla kuşatılma­ sıdır.” (...) Kemalizm’le araya konulma­ ya çalışılan bu ayrım, ister istemez, çağdaşlaşmanın, modernleşmenin to p ­ lumu devrime daha çok yaklaştıran bir süreç olduğunu varsayan modernci bir paradigmaya yaslanmaktadır. Bugün gelinen konakta böylesi bir tespitin da­ hi ne kadar gerçek olduğunu yeteri ka­ dar ortaya koyacak verilere sahip m i­ yiz? Daha Batılı, daha laik bir toplumda sınıf hareketinin gelişim imkanları daha mı fazladır? Bu Avrupamerkezci görüş­ leri bugün ezberden saymak çok da i­ nandırıcı gelmiyor kulaklara. Fakat şu­ rası muhakkak ki dini konularla ilgili çok laf etme merakı daha baştan solun toplumsallaşması hedefiyle çelişir gö­ rünmektedir. “ G ericilik” gibi fazlasıyla Kemalist olan bir kavramın bu düzeyde sahiplenilmesi, hatta “ dinci gericiliğe” karşı tek tutarlı, militan güç olunduğu iddiası bize şu koşullarda nasıl bir to p ­ lumsallaşmaya hizmet ettiğini sorduru­ yor açıkçası. “ Restorasyon döneminde gericiliğe karşı mücadelenin komünist­

__ 30

lerden “ başkaları” tarafından layıkıyla yürütülemeyeceği te o rik ve tarihsel bir doğru olmakla birlikte propagandası zor yapılabilir bir tezdi. Bugün ise sos­ yalist aydınlanmacılığın temsilcisi ola­ rak TKP’nin alternatif bir odak olarak öne çıkmasının koşulları daha fazla mevcuttur.” (TKP 2003 Konferansı, MK tezleri) TKP kimin alternatifi o l­ maya çalışmaktadır? MGK’nin. MGK bugün AKP’ye karşı A B D ’nin zoruyla fazla sesini çıkaramamaktadır, bu kon­ jonktürde laikliğin ve aydınlanmacılığın gerçek tutarlı temsilcisi olarak TKP ö ­ ne çıkabilecektir. Bugün ezilen sınıflar içerisinde asga­ ri düzeyde dahi bir örgütlülüğü olma­ yan, sınıfsal çelişkiler zemininde kendi­ sine hiçbir mevzi edinememiş bir sol siyasi öznenin kendisini bir kültürel ha­ reket olarak tanımlaması, laiklik bayra­ ğını dalgalandırmayı ana görev bilmesi, kentli orta sınıflar için bir cazibe yara­ tabilir, toplumun en alt kesimleri için bu fazladan bir iticilikten başka bir an­ lama gelmeyecektir. Komünistler, asli mücadeleleri olan sınıf mücadelesinde yani emek-sermaye çelişkisinin en be­ lirgin bir biçimde billûrlaştığı noktalar­ da güçlü ve yaygın mevziler elde ede­ meden, din gibi, toplumumuzun en köklü ve en etkin kurumlarmdan b iriy­ le hesaplaşmaya kalkarlarsa bundan çok büyük zararlar görmeden ku rtu l­ mak mümkün olmayacaktır. A D K ’lar zemininde siyasetle kendimizi sınırlamayacaksak eğer, aydınlanmacılık kav­ gası gibi bir şeye şu anda hiç de ihtiya­ cımız yoktur. Ama din denen köklü toplumsal kurumu, şimdiye kadarkinden çok daha iyi anlamak, Kema­ lizm’den daha farklı bir din yaklaşımı


tkp eleştirisi__ geliştirmek, halkta yabancılaşma yara­ tacak Kemalist laikçi bir duruştan özel­ likle kaçınmak önümüzdeki dönemde daha büyük bir ihtiyaç haline gelecek­ tir. I I Eylül sonrasında, Türkiye'deki 2003 Kasım patlamaları, radikal İs­ lam’ın Türkiye siyaset sahnesinde va­ roş kitlesine daha fazla yaslanarak, da­ ha radikal bir duruşa doğru yürüyebile­ ceğinin işaretlerini de bir anlamda o r­ taya koydu. *** “ Kamuculuk” ne demektir? Komü­ nist hareket, özel mülkiyetin toplum ­ sallaştırılması anlamında kamucu olabi­ lir. Neo-libera! tezlere karşı toplumsal mülkiyetin “ olabilir” bir alternatif ola­ rak yeniden inşa edilmesi gerekmekte­ dir. Sovyetler B irliği’nde toplumsal planlamada yaşanan başarısızlıklar, planlamanın kendisini de yeniden inan­ dırıcı ve “ olabilir” bir model olarak in­ şa edilmeye muhtaç hale getirmiştir. Bu konuda programımızda nelerin na­ sıl değişeceği ve yaşanan deneyimlerle bunların nasıl zenginleştirileceği ta rtı­ şılmaya muhtaçtır. Sosyalist ideoloji açısından neo-liberallerle girişilen fikri kavga kaybedil­ miştir. Bu durumun tersine dönmeye başladığının işaretleri ortadadır, dün­ yada küreselleşme karşıtı hareketler gün geçtikçe güçlenmektedir, emper­ yalist sistemin farklı noktalarında yaşa­ nan krizler de neo-liberal politikaların toplumları taşıdığı noktaları gösterme­ si açısından öğretici ve sorgulatıcı o l­ maktadır. Fakat bütün bu gelişmelere rağmen neo-liberal kapsamı tehdit e­ decek bir ekonomik politikalar seti ü­ retilebilmiş değildir. Burada sosyalist hareketin kendi tarihindeki başarısız-

lıklarını değerlendirilerek doğru bir senteze ulaşma noktasında çok zayıf kalmasının ve güçlü halk hareketlerinin oluşturulamayışının önemli etkisi var­ dır. Türkiye’deki özelleştirme süreci ise dünyadaki muadilleri ile kıyaslandığın­ da oldukça ağır aksak ve problemli iierlemektedir. Özellikle Danıştay ve Yargıtay kararlarıyla, hukuki süreçte ö ­ zelleştirmeler önemli oranda tökezlemektedir. Türkiye’deki “ kamusal” ekonomik güç, zamanında sermayeyi besleyebil­ mek amacıyla yaratılmış yatırımlardan oluşmaktadır. 60-80 döneminin sınıf uzlaşmacı ekonomi politikaları süre­ cinde önemli bir istihdam yaratma kay­ nağı olarak da kullanılmışlardır. Türk-İş tarzı sendikacılığın gücü de aynı za­ manda bu zeminden beslenmektedir. Devletin ekonomi üstündeki gücü ile, bürokrasinin ve ordunun siyasal alan üzerindeki belirleyiciliği arasında da doğru bir orantı olduğu muhakkaktır. Özelleştirme 20 yıldır kulaklara bu kadar güçlü üflenen bir hikaye olması­ na rağmen, tam anlamıyla başarıya ula­ şılamayanın sebebi nedir? Sınıfın tep­ kisi kısmen etkindir, ama Türk-İş tarzı sendikacılığın böylesi bir güçlü karşı duruşu örgütlemeyi başardığını iddia etmek mümkün değildir. O zaman hangi güç tam anlamıyla tüm KİT’lerin tasfiyesinin önünde en­ gel olmaktadır? Burada en fazla öne çı­ kan güç, silahlı ve silahsız bürokrasi o ­ larak gözükmektedir. Türkiye’de Kemalist devletçi p o liti­ kaları neredeyse bir tü r sosyalizm gibi göstermeye kalkan, devletçiliği başlı

31 ----


— y o l-------------------------------------------başına bir olumluluk olarak gösterme­ ye çalışan Kemalist bir iktisatçılar eko­ lü bulunmaktadır. TKP bunların bir kıs­ mı ile “ Sol Meclis” çerçevesi içerisinde birlikte çalışmaya gayret etmektedir. Solun önündeki setleri ortadan kaldı­ ran dönemin açılışı da 28 Şubat tarafın­ dan yapılınca ve bu dönemin ipleri bi­ raz da askerin elinde görülünce, kamu­ culuk fikrinin neden öne çıkarıldığı da­ ha anlaşılır bir hale gelmektedir. Devrim gibi köklü bir toplumsal dö­ nüşüm bağlamına oturmayınca “ Özel­ leştirme değil kamulaştırma!” gibi bir slogan bütünüyle anlamsız bir zemine düşmektedir. Birçok özel bankanın içi boşaltılarak devletin üzerine yıkılması, bunların içinden boşaltılan paranın devletçe yerine konması ve bu operas­ yonun tüm maliyetinin toplumun sırtı­ na yüklenmesi tam da bir kamulaştırma örneği olmaktadır. Sınıf, neden kamulaştırma fikrine bu dönemde bu kadar sıcak bakmak zo­ runda olsun ki? Oysa zenginlik düş­ manlığı, servet düşmanlığı gibi kavram­ lar bugünkü ekonomik politikalarımızın ana bileşeni olmaya çok daha uygun­ dur. Yurtseverliğin öne çıkarılmaya çalı­ şılması da ülkenin dış güçlerce işgal e­ dileceği günlerin yaklaşmakta olduğu izlenimini veriyor. Hadi adına m illiyet­ çilik demeyelim, yurtseverlik diyelim a­ ma kapsam olarak bunun İP’in ya da T ürk Solu dergisinin temsil ettiği m illi­ yetçilikten, ulusalcılıktan ne gibi bir farkı bulunmaktadır? “ Küreselleşmeye karşı yurtseverlik” , ulusalcı solun, Erol Manisaiı vb. aydınların formülüdür. Bu

__ 32

hattın zihinsel evrimi de Sultan Galiyevcilikten MHP’lilerle ortak basın a­ çıklamaları düzenlemeye kadar vardı­ rılmıştır. TKP, bu çizgiye mi sıcak bak­ maktadır? Komünistlerin bu dönemde yurtsever olduklarını fazladan deklare etmelerini gerektiren konjonktür ne­ reden beslenmektedir ? Ülkemizde çözülmeyen bir K ürt so­ runu önemini korum aktadır. Hatta TKP, K ürt işçileri “ Türkiye işçi sınıfının öncü partisine” davet etmekte, Kürt hareketinin ulusal bütünlüğünün çatla­ dığını iddia etmektedir. TKP, örgütle­ diği K ürt emekçilere ne tü r bir içerik­ teki yurtseverliği salık vermektedir? Ama şurasını da unutmamak gerek­ mektedir, 28 Şubat’ın perdesini arala­ dığı bir sol yükselişin komünist partisi tabii ki yurtsever olacaktır. • k -Jc k

Bütün bunların yanı sıra sorun ger­ çekten bu temalarda mıdır? Doğrudur, biz bu temaların ideolojik hattın belir­ lenmesinde öncelikli olarak ele alınma­ sını çok sağlıklı bulmuyoruz. Ama yu­ karıda da belirttik, bugün sosyalist ha­ reketin örgütlenme, toplumda kök sal­ ma, sınıf içerisinde sağlam mevziler e­ dinme ile ilgili problemlerini salt p ro ­ pagandada, “ şu başlıkları değil de bun­ ları öne çıkartmak gerekir” kolaycılığı ile aşabilmek imkansız hale gelmiştir. Halk, sınıf, bugün siyasal önceliklerin peşinden gitmiyor, bu yüzden her se­ çimde bir önceki seçimin galibi yerler­ de sürünür hale geliyor, o yüzden bur­ juva siyasetinde son 20 yılın siyasi öz­ neleri bütünüyle ortadan kaybolmak ü­ zere. Siyasal İslam’ın gücü ise İslamiliğinden ziyade toplumsal örgütlenme


tkp eleştirisi__ yeteneğinden ve kendisine özgü bir ‘sınıf politikası” ndan ileri geliyor. Sırtı­ nı İslami sermayeye yaslayan bir iç da­ yanışma örgütlenmesi, bugün artık salt tarikatlar, tekkelerin sınırlı çevresin­ den çıkarak önemli oranda toplumsallaşmıştır. Bu siyaset tutmaktadır. Şura­ sından emin olunabilir ki bu iç dayanış­ ma ağında ortaya çıkacak bir kıruma Si­ yasal İslam’ı geleneksel dar çerçevesi­ ne çok kısa sürede çekebilecektir.

bir tanesi işçi sınıfını eksen olarak “ ya­ zılara, çizilere, dergilere, kitaplara” yerleştirm ektir. Ama Türkiye D evrim ­ ci Hareketi işçi sınıfını gerçekten bir devrimci hareketin ekseni olarak ö r­ gütleme noktasında bütünüyle sınıfta kalmıştır.

Yapılması önerilenler bu kadarla sı­ nırlı değildir: “ Örgütün basit bir alet olmanın ötesinde, ideolojik çıktıları o ­ lan bir düzlem olduğu unutulmamalı­ Oysa bizler hala “ toplumu yeniden dır.” “ Yapılması gereken, soldan başlı kurmak” noktasından çok uzakta, to p ­ başına bir alternatif olarak sosyalizmin lumu “ biz şöyle düşünüyoruz” diyerek olanaklı olduğunun ilanı ve ikna edici örgütleyebileceğimizi düşünüyoruz ki biçimde, sabırla işlenmesidir.” (TKP bu durum aşılmıştır. Depolitizasyon Konferans, 2002) Devrimci bir özne­ artık konjonktürel değil kronik bir ka­ nin varlığı sosyalizmin olanaklı olduğu­ rakter kazanmıştır. Ekonomik koşulla­ nun ilanıdır zaten, önemli olansa bu su­ rın ağırlığı sınıfın çok büyük öbeklerini, numun sınıf tarafından kabullenilmesi, varolma, günü kurtarabilme dışındaki sahiplenilmesi ve örgütlenmeye dönüş­ bütün konulardan uzaklaştırmaktadır. türülmesidir. Başarılamayan budur. Pe­ Hiçbir fabrikayı, hiçbir aileyi, hiçbir ki bunu nasıl başaracağız, “ ikna edici mahalleyi yurtseverlik, kamuculuk, bil- biçimde, sabırla işleyerek” mi? Karşı­ memnecilik edebiyatıyla, yani bir şey­ mızda biraz alık bir öğrenci var da sa­ ler anlatarak, belirsiz bir geleceğe refe­ bırla yeniden yeniden mi anlatmamız ranslar yaparak örgütleyemezsiniz. gerekiyor konuyu? Ya da acaba nasıl Tüm dünyasını kafasının içinde taşıyan, daha ikna edici hale geleceğiz? İdeolo­ kantinlerde yaşayan üniversiteli gençlik jik argümanları yetkinleştirm ek ikna için durum farklı olabilir ama sınıfın sürecini kısaltır mı? Yoksa araya giren gerçekliği hiçbir noktasında bu şablon­ bu güvensizliğin, soğukluğun başka se­ lara uymamaktadır. bepleri mi vardır? “ Sıradan bilim günle­ TKP, bu yetmezliğin kısmen farkın­ rinde” ikna edicilik ve sabır önemli ö ­ dadır, yukarıda söylenen temalara ek zelliklerdir, tasfiye rüzgarlarının estiği olarak söylenen şey ise biraz traji ko­ “ olağanüstü günlerde” kesinlikle yeter­ mik kalmaktadır: “ Temaların birlikte li­ li değilierdir.(...) “ Yaratıcılık, kendini ği öne çıkmalıdır.” (...) Yani sonuç ala­ aşma, somut durumun somut analizini bilmek için bunları tek tek değil hep en nesnel bir biçimde yapabilme” (...) birlikte söylemek gerekmektedir. Ne özelliklerini yitirm iş bir sosyalist hare­ kadar dahiyane değii mi? “ İşçi sınıfı ek­ ketin sabrı, gözleri bağlı eşeğin ileriye seni net ve sağlam olarak konulmak gidiyorum sanıp kuyunun etrafında zorundadır.” (...) Çok güzel de yıllardır tekrar tekrar dönüp durmasına ben­ zaten herkesin en iyi yaptığı şeylerden zer, eşek bir adım ileri gidemez. - 33


— yol •krk-Je

TKP, işçi sınıfının örgütlenebilmesi için hangi taktikleri öne çıkarmaktadır? Ne de olsa temel eksenin işçi sınıfı o l­ duğu sürekli vurgulanmaktadır, fakat TKP işçi sınıfınca dışlanmış bir görü­ nüm sergilemektedir. Gazi Direnişi sonrasında SİP, kimi mahallelerde be­ lirli mevziler edinmişti, bu onlar için ö ­ nemli bir süreçti, aydın-öğrenci kimliği yeni bir senteze ulaşabilirdi. Fakat di­ ğer devrimci siyasetlerle yaşanan bazı gerilim lere karşı yeterince güçlü dura­ mamaları ve sonrasında yaşadıkları ki­ mi grupsal kopuşlar, SİP’in mahalleler­ den bütünüyle kopuşmasına yol açtı. Sendikalarda neredeyse hiçbir etkinlik­ leri yok, KESK içerisinde de bir ağırlık ifade etmiyorlar. Bu nesnel durum TKP’nin sınıfa Kaf Dağı’ndan bakmasına yol açıyor. Sınıfın içinde olamadan onun doğasını, örgüt­ lenme dinamiklerini kavramanın, so­ mut durumun somut analizini üretm e­ nin imkanı yoktur. Bu da bir anda ola­ cak bir şey değildir, önemli bir tarihsel birikim gerektirir. SİP bu konuda çok büyük b ir zaaf taşımaktadır. 1974 TKP’si ile arasında ideolojik olarak ö­ nemli benzerlikler bulunmaktadır ama işçi sınıfı mücadelesi birikim i olarak es­ ki TKP, Türkiye solunda en önemli bi­ rikim lerden birini ifade eder. DİSK, Köy-Koop gibi 1980 öncesinin dev ö r­ gütlenmelerinde TKP’nin öncelikli bir ağırlığı mevcuttu. Bu sınıfın doğasını kavrayabilmek için önemli bir imkandı. Bu birikim kısmen dahi olsa günümüz TKP’sine ulaşsaydı bugün sınıf örgüt­ lenmesinde herhalde bu kadar geriler­ de kalmazlardı. TKP’nin sınıf içinde örgütlenm e

__ 34

taktiği ise “ komünist işyeri örgütlenmesi” dir. Komünist işçi örgütlenmesi işyerindeki komünist işçileri bir araya getirecek, “ aynı zamanda bölgedeki iş­ siz ve yarı işsizleri, enformel sektör ça­ lışanlarını, emeklileri, sigortasızları, ay­ rı ve özgün bir dinamizm barındıran e­ mekçi kadınları, mahalle dinamiklerini kapsayan birleşik bir hareket” (...) ya­ ratılacaktır. Bu işyeri örgütlenmesi, iş­ yeri örgütlenmesinden başka her şeye benzemektedir ve tamamen gerçeklik dışıdır. Kitlesel örgütlenme için ö neri­ len araç sadece siyasi bilinç sahibi e­ mekçilere açık bir örgütlenmedir. Eko­ nomik hiçbir kazanımı hedeflemeyen bir işyeri örgütüne kim örgütlenir? Bunlar bir araya geldiklerinde ne ya­ parlar? Sınıf dinam ikleri gerçekten böyle mi işler? Bunun şimdiye kadar başarılmış bir örneği mevcut mudur? TKP kağıt üstündeki verileri ortaya koyup yine kağıt üstünde bir çözüm ü­ re tm iştir ve bu çözümün de kağıt üs­ tünde kalmaya mahkum olduğu mu­ hakkaktır. Sınıf çalışması deneyimi olan herkes için çok açık olan bu durum, “ bizim işçi sınıfı politikamız nedir?” di­ ye soran bir üniversite öğrencisi için yeterince belirgin olmayacaktır. Sınıfın sorunu “ siyasallaşamama ve parçalan­ ma” diye konulunca, yukarıda anılan çerçevedeki bir “ komünist işyeri ö r­ gütlenmesi” tam yerine oturm aktadır. Adı komünist olduğu için siyasallaşma problemi aşılmış, tüm ezilen kesimleri çevresinde örgütlediği için sınıfın par­ çalanmasını da aşmış bir örgüt önerisi. Ne güzel! “ Sendikal çalışmalarda önce­ lik, ekonomik mücadelenin yükseltil­ mesi veya sendikaların kurum olarak taşıdıkları anlama değil, işyeri örgüt-


tkp eleştirisi__ lenmesinin önünün açılmasına verile­ cektir.” (TKP Konferans 2002) İyi, güzel de; bunu başarmanın yol­ ları nelerdir? İşçi sınıfının ileri unsurla­ rının güncel talepleri nelerdir? Bir fab­ rikaya sendika nasıl sokulur? Sendika sokulduktan sonra nasıl'korunur? Sen­ dika ağalığına karşı nasıl bir mücadele hattı yaratılabilir? Sınıf, örgütlenme yo­ luyla yaşamına müdahale edebilir hale gelemeden birey birey nasıl siyasileşti­ rilebilir? Bu mümkün müdür? Eğer iş­ yeri bazında örgütlenme mümkün de­ ğilse önümüzdeki dönemde işçi sınıfı örgütlenmesi farklı bir mekansal ağa mı yaşlanacaktır? Bunların nüveleri mev­ cut mudur? Sınıfın örgütlenmesi sorunu, bugün devrimci-sosyalist-komünist hareketin en önemli problem idir. Önümüzde ki­ litli duran bu kapının anahtarı bulun­ madan, tasfiye rüzgarının dinmesi mümkün değildir. Devrimci hareket ile işçi sınıfı hareketi arasındaki kopukluk giderilemezse, iki hareketin de hızla kan kaybetmesi engellenemeyecektir. Fakat bu sorunun çözüme kavuşturul­ ması öncelikle sınıf içinde eylemekle, sınıf içinde davranmakla, halklaşmakla mümkündür. Aksi durumda uzaktan hazırlanan modellerin, gerçekliğe uy­ ması mümkün olamamaktadır. kkk

TKP, oldukça O rtodoks bir çizgide durmaya gayret gösterm ektedir. “ Marksizm Leninizm’in bir yenilenme ekine özel olarak ihtiyaç duyduğunu ilan etmek, burjuva ideolojinin yıllarca sürdürdüğü karşı kampanyalara teslim olmak anlamına gelm iştir.” (...) Bütün düşünce sistemleri gibi Marksizm de,

önüne çıkan yeni ve güncel gelişmeleri kapsayarak, bunları içererek zenginleş­ tirilm ek durumundadır. H içbir düşün­ sel sistem, bir kerede yazılıp bitiveren ve ezel ebed doğruluğundan hiçbir şey yitirmeyen düşünceler topluluğu ola­ maz. Yenilenme her zaman geriye götü­ ren, her zaman yenilgiyi ve taviz ver­ meyi gerektiren bir şey değildir. Bunu böyle görmek en başta diyalektiğe ay­ kırıdır. “ Değişmeyen tek şey, değişimin kendisidir.” Düşünsel sistemimiz bu değişimi kavrayamaz hale geldiği anda yenilenmek zorundadır demektir. Bugün toplumsal yapıda, sınıfın va­ roluş biçiminde, toplumsal bilincin içe­ riğinde ciddi kaymalar varsa devrimci hareketin bunları kavrayabilmesi ve uygun zenginleşmeleri yaşaması kaçı­ nılmaz bir gerekliliktir. Burjuva düşün­ cesi, biraz da bu esnekliği ve pragma­ tizmi sayesinde kendisini, özünü kay­ betmeden, sürekli olarak yenileyebil­ mektedir. “ Bize kalırsa Marksizm topiumların gelişiminde sürekli ortaya çıkan, ger­ çekten yeni olguları kavrama yeteneği­ ne sahip, dinamik bir sistem dir” (...) Yukarıdaki yenilenme karşıtlığı ile aşağıdaki dinamik sistem tespiti aynı sayfada, arka arkaya iki cümlede yapıl­ mıştı. Dinamik demek, zaten yenilen­ meye, zenginleşmeye, harekete açık anlamına geliyorsa, “ yenilenmeyi kabul etmek teslim iye ttir” gibi bir anlayış ne­ reye denk düşmektedir? ÖDP tarzı bir yenilenmeye karşı mesafeli durmak noktasında TKP ile aynı noktada dura­ biliriz. Fakat toplumu anlamamızı geliş­ tirecek, mücadelemize güç katacak ye35


— y o l-------------------------------------------ni te o rik ve ideolojik cephanelere ih ti­ yacımız olduğu muhakkaktır. Fakat TKP için sosyolojinin bu dü­ zeyde bir önemi olup olmadığı muğlak­ tır! Çünkü TKP için her şey partide başlayıp partide bitmektedir. Koskoca bir sistemin gerçek bir kağıttan kaplan gibi yıkılıp gidivermesi bile sonuçta partide yaşanan bir olgudur: “ TKP, re­ el sosyalizmin çözülüş pratiğini değer­ lendirirken de, Türkiye solunda yaşa­ nanlardan ders çıkarırken de aynı so­ nuca ulaşmıştır. Siyasal, te o rik ve ideo­ lojik önderliğin mümkün olduğunca ayrıştırılmaması. 20. yüzyılda geleneksel komünist partilerinin, Avrupa komü­ nizminin ve yeni solun yaşadıkları, siya­ sal kaygısı olmayan teorisyenlerle ya da teoriyle ilgileri Marksist klasikler­ den alıntı yapıp aralara Brejnev aforizmaları serpiştirmekten ibaret siyaset­ çilerle hiçbir yere gidilemeyeceğini a­ çık bir biçimde gösterm iştir.” (...) Yeni bir kolaycılık ve “ parti fetişiz­ mi” örneği ile karşı karşıyayız. Tüm dünya halklarının umudu haline gelmiş, dünya nüfusunun üçte birine hükmet­ miş bir sistem olarak sosyalizmin yıkı­ lışından çıkarılan sonuç nedir? Siyaset­ çilerle teorisyenlerin ayrı ayrı olması. Böylesi bir tezin inandırıcı gelebileceği tek bir insan bulabilmek bile maharet­ tir aslında, TKP’yi kutlamak gerekiyor. Bu kadar büyük bir idealizmin, üstün bir te o rik birikim olarak anlatılabilmesi kolay değildir. İnsanın bunu okuyun­ ca, “ keşke Kemal Okuyan’ın şu söyle­ diği binlerinin aklına önceden gelseydi de bu sefaleti yaşamak zorunda kalmasaydık” diyesi geliyor sahiden de. Bu söylenenin tekil b ir olgu olarak kendi çapında bir etkisi mutlaka olmuştur a­

__ 3 6 _____________________________

ma reel sosyalizmin çözülüş pratiğini değerlendirip de öncelikle bu maddeye ulaşmak, parti denen örgütlenmeye ta­ şıyabileceğinden çok daha fazla irade yüklemek, toplumsal gelişmeleri ise çok hafife almak anlamına gelir. Parti ' neden böylesi zaafların içine düşmüş­ tür, bunun sebepleri nelerdir, tek tek partililerin eksiklikleri mi partiyi bu noktaya getirmiştir? Gelişmeleri böyle açıklarsak ister istemez Marksizm dışı­ na çıkmış olm uyor muyuz? ***

TKP’nin Irak Savaşı ile ilgili yaptığı afişte, popüler kültüre de göz kırpıla­ rak -herhalde acemice halklaşma gayretlerinin bir sonucu olarak- Matrix filmine bir atıf bulunmaktaydı. Afişlerin meşhur boyacı çocuğu kurşunu havada iken eliyle durduruyor. M atrix filmi sanallık-gerçeklik arasındaki gidiş gelişler üzerine kurulu bir filmdi.

• 1 I

I i

TKP deyince, nedense bizim aklımı­ za böylesi bir sanallık imgesi takılıp ka­ lıyor. Parti içerisinde yaratılan kurgu, toplum ve diğer sosyalist siyasetlere i- ı lişkin zihinlerde yaratılan imgeler, her- j kesin kendi özel faaliyetine biçtiği özel değer, neresinden bakarsanız bakın gü­ ven vermeyen bir kibirli özgüven, m i­ tinglerde slogan atılırken verilmeye ça­ lışılan senkronize ve aşırı disiplinli gö­ rüntü... Bunların tümü TKP ile ilgili biz­ de bir sanallık hissi yaratıyor. Öyle bir el çabukluğu ile devrimci hareketin tarihi lağvedilmeye çalışılıyor ki insan hayret ediyor. “ Bugünkü TKP böyle bir tasnifçilik reddi ve tarihsel mirasın yeniden tanımlanması görevi i!e karşı karşıyadır.” (...) TKP ile yeni bir dönem açılıyor ya, tarihin yeni baş-


tkp eleştirisi__ tan yazılması gerekiyor. Yılların dev­ rimci mücadele damarları yokmuş var­ sayılarak yeni bir sanallık inşa edilmeye çalışılıyor. Bu durum sakın güçlü bir ta­ rihsel kökten yoksun olmaktan kay­ naklanıyor olmasın. “ Gelenek” i temsil ettiğini iddia eden bir siyasetin aslında Türkiye Devrimci Hareketi’nin günü­ müzü besleyen damarlarından hiçbiri­ ne yaslanmaması da çelişik bir durumu ifade etmemekte midir? Ama “ TKP’miz 10 Eylül I920’de kurulm uştur” elçabukluğu başarı ile sergiienebilmektedir. Diğer siyasetlerden uzak durmaya çalışmak, kendisini Kaf Dağı’nda g ör­ mek biraz da bu sanallığın ortaya çık­ masına yol açacak temaslardan kaçın­ maktan mı kaynaklanmaktadır? Ö nder­ lik iddiasının böylesi bir biçimde sergienmesi de imajlar çağına uygun bir a­ çılım gibi gözüküyor. Ama, öküzle re<abet edeyim derken şişe şişe patlayan ■curbağanın hikayesini de kimsenin u■utmaması gerekir. En azından komik durumlara düşülmemiş olunur. SİP-TKP geleneği, bu ülkedeki dev­ rimci siyaseti her zaman kendi varolu­ şunu tehdit eden bir faktör olarak gör­ müştür. Çünkü devrimci siyaset, TKP’nin yumuşak karnıdır. Bizim üni­ versite dönemimizde STP’liler örgütenmeye çalışırken, “ partinin gizli kolarına” dair çeşitli rivayetler yayarak tabanı etkilemeye çakşırlardı. Çünkü 0 sene öncesinde devrimci saflara ka­ tılan bir genç, bugünküne oranla çok daha farklı bir ruh halinde olurdu. İddi­ alar çok daha farklı seviyelerde yaşa­ nırdı. Devrimci siyasetin gözü karalığı, fütursuzluğu, bazen çılgınlık seviyesine sıçrayan cüreti ou geleneği her zaman

ürkütmüştür. 19 Aralık 2000 cezaevi katliamı ar­ kasından “ devrimci demokrasi b itti” diye yazı yazabilmek bir cesaret işidir, ciddi bir manevi hesaplaşabilme gücü gerektirir, devrimci hareketin onlarca önderinin, militanının katledildiği, yak­ laşık 500 tanesinin ise W ernicke-K orsakoff belasına saplandığı bir süreçte bu gelenek Nazım Hikm et’in vatandaş­ lığa kabulü için imza toplamaktaydı. Tarihin omuzlara'yüklediği yükler za­ man zaman taşınamaz hallere gelebilir, buna karşı temkinli olmak gerekir. “ TKP, terörün işçi sınıfının ve ko­ münistlerin mücadele yöntemi olmadı­ ğını ilan eder.” Ya kızıl te rö r için ne söyleyeceğiz beyler? Şiddet kullanmak­ la te rö r arasındaki ayrım nerede bu­ lunmaktadır? Böylesi bir tespitle kimle­ rin yürekleri ferahlatılmaktadır? I I Ey­ lül bütün acımasızlığına rağmen, arkaplanında neyin ne olduğu tam bilinmese de yüreklere bir kıpırtı vermedi mi? Fi­ listinli intihar komandoları te rö rist mi? İşçi sınıfına biçilen görev, İslamcılar emperyalist merkezleri vurdukça çıkıp terörü lanetlemek mi olacak? TKP’nin devrimcilerle ilgili yaratma­ ya çalıştığı izlenim, düzeninkiyle aşağı yukarı aynıdır. “ Sol denince akla amaç­ sız biçimde etrafına zarar veren dev­ rimci demokrat görüntüleri ile, temiz toplumdan hamamda fotoğraf çe ktir­ meyi anlayan laçkalık anlaşılmasın.” (...) 1996 I Mayıs’ında ortaya çıkan banka­ lara yönelik tepkinin o gün katledilen 3 devrimcinin yaşamlarına karşılık çok da ölçüsüz olmadığını o zaman da söyle­ miştik, şimdi de söylüyoruz. Ama bu “ amaçsız şiddet düşkünü devrimci de­ 37 —


— yol---------------------------------------m o lc ra t” im ajı, b iraz da başımıza g elen ­ le rin

m akta dır.

kendi ya ptıkla rım ızın m eşru b ir

1986’lardaki d e v rim c i kabarış, Ya-

karşılığı old uğ un u anlatm aya çalışan b ir

rın ’ın ço k kısa b ir sü re iç e ris in d e yal-

yön b a rın d ırm a m a kta mıdır? “ F tip le r i­

nızlaşıverm esi sonucuna varm ıştı.

ne tık ıld ık ama biz de zaten hiç ra h a t d u rm a d ık k i!” M aalesef bu geleneğin ata la rı da “ sokağa çıkm ayın, faşizm ge­ li r ” d iy e n le rd i. A d ın ı almayı solda b ir d ö n e m in

o la ra k

g ö rd ü k le ri

T K P ’nin, to p lu m u tü k e te n

kapanışı

12 Eylül’e

dahi “ faşist d a rb e ” d em e m e k için nasıl ina t e ttiğ in i şu anda T K P ’li g e n çle r pek h atırlam a z belki ama bu ta rih te sa b it­ tir . D e v rim c i d e m o kra si ile ilgili im ge­ nin ö n e m li b ile ş e n le rin d e n b iri de “ yaş” e le ş tiris id ir. “ D e v rim c i d e m o k ­ ra tla rın ise hitap e d e b ild ik le ri “ siyasal akıl yaşı” kısa zamanda cidd iye a lın ır b ir değere d ö n e m e ye ce k ö lçü d e düş­ müş b u lu n m a k ta d ır.” (...) Ö rg ü tlü lü ğ ü ­ nün % 90’ı ü n iv e rs ite li g en çlik olan b ir h a re k e tin b öylesi b ir te s p iti ne kadar cid d iye alınm alıdır? T ü rk iy e ’deki yasal p a rtile rle

kıyaslandığında

halkın

tü m

k e s im le rin i h a re ke te g e çire b ilm e y e te ­ neğinin daha b üyü k o ra nd a bizim ce­ nahta to pla nd ığ ı m u h a kka ktır. Yaşanan I M a yısla rd a buna defalarca ke re ta n ık o lu n m u ş tu r. U zun sözün kısası, TKP, 28 Şubat’ın ya ra ttığ ı p o litiza syo n la uyum lu b ir ha­ re k e t planı eşliğinde gençliğin geri çe ­ kilm e sin in konakladığı, güvenceli b ir li­ man y a ra ta b ilm iş tir. Son yılların ric a t a tm o s fe ri

bu

h a re ke ti,

belli

ora nd a

b e s le m iş tir. D e v rim c i b ir kabarm a o lu ­ şana dek bu d u ru m u n devamı da ö n g ö ­ rü le b ilir. B ir b e n z e rlik k u rm a k g e re k ir­ se, 1980 sonrasında gençliğin T İP -T K P çizgisindeki Y arın

dergisi

çevresinde

to p a rla n m a ya başlaması bu d u ru m a u y­


Umut Aydın

‘Ö ZG Ü R LÜ K Ç Ü S O L’U BEK LER K EN Bil ki, sefaletimi senin esaretinle değişmem. Bu kayaya bağlı kalmayı, baban Zeus’un sadık bir ulağı olmaya yeğlerim. Prometheus'un Hermes'e cevabı

GİRİŞ Yakın zamana kadar şablon giriş cümlesiydi. Pek çok yazı, “ 12 Eylül’den sonra” diye başlardı. Bir kolaycılığın, a­ lışkanlığın ötesinde nesnel bir karşılığı vardı elbette. Bu karşılık, ürettiği sonuç­ lar itibariyle hala geçerliliğini koruyor. Eylül darbesinin ardından gelen 80’lerde ülke ve dünyada yaşanan altüstlükler tüm ezberleri yerle bir etti. Tür­ kiye’de kapitalizmin sıçrayışı, ulusal ha­ reketin çıkışı, dünyada sosyalist sistemin sahneden çekilmesi sınıflar mücadelesin­ de önemli kaymalar yarattı. Aslında 80’lerin bir bölümünde, hala II. Dönem’in alışkanlıkları ile yürünebile­ ceğine ilişkin inançlar hakimdi. Ancak kendiliğindenci hareketler geri çekilip bahar eylemlerinin havası dağıldığında, dışımızda iki ana saflaşma oluştu. Bunlar­ dan birincisi -ki bu yazının konusu dışın­ dadır- kendini tekrarlamakta ısrar eden, temelsiz de olsa radikalizmini önde tu ­ tan ve yer yer tek araca indirgeyen ke­ simdir. Ö te yandan dinamizmini ve dev-imci özünü korumayı bilmiştir. İkinci nalka ise kendini kapitalizmin reforme e­ dilmesine adadı. Murat Belge’nin “ sosya­

lizmi kuramıyorsak adam gibi bir kapita­ lizmimiz olsun” sözü manifestoya dönü­ şürken, TKP’nin, Dev-Yol’un, Kurtuluş’un ana taktik yönelişi bu oldu. 80’den önce Türkiye’de kapitalizmin varlığını tartışan radikal küçük burjuvazi, devrimci dinamiklere hep netameli yak­ laşmış burjuva sosyalizmini de yanına a­ larak finans kapitalin en kör göze batan gerçekliği karşısında bayağı liberallere dönüştü. İkinci halkanın son konağı, aslolarak, farklı uçların bir araya geldiği ÖDP oldu. II. Dönem’in üstünden atla­ nan stratejik ve taktik zaafları, çöküşle birlikte yerini burjuva hayallere terk et­ ti. İkinci halkanın kapıldığı hayaller sade­ ce “ adam gibi bir kapitalizmle” sınırlı de­ ğil. Kürt halkının güçlü vuruşunun haklı sonucu olarak devlete yönelmesi, II. Cumhuriyetçilerin de bu konudaki vur­ gularıyla bilinçlerde bulanıklık yarattı. Devlet ya da “ derin devlet” deşifre edi­ lirken, finans kapital gölgelenir oldu. Burjuva siyasetinin çürümüşlüğünü ifade etmek, tek başına kaldığında, finans kapi­ talin mega devletten kurtulma çağrılarıy­ la aynı noktaya gelir. Finans kapitalin reddedilemez varlığı ve ağırlığı, devletin 39


— yol tepesindeki siyasilerin ve alt kadroların hedef tahtasına oturtulmasını getirirken, sermayenin ana güçlerine itibar kazandı­ ran bir hale dönüştü. Mega devletten kurtulmak, işçi sınıfı ve emekçiler açısın­ dan bir anlam ifade etmiyor oysa. “ Daha iyi” şartlarda sömürülmenin “ daha iyi” olduğunu kim söyledi ki bu baylara!

Solu yeniden tanımlamak Birikim dergisi yazarlarından Ahmet İnse!, yukarıdaki başlıkla aynı adı taşıyan kitabında 1 ve çeşitli zaman dilimlerinde yazdığı makalelerde “ Özgürlükçü Sol” kavramını sahiplendi. Bu kavram, salt ÖDP içinde yürütülen bir “ taktik” çalış­ ma olsaydı değinmeden geçebilirdik. An­ cak İnsel ve içinde yer aldığı akım, yeni bir solun sözcüsü olduklarını ifade ede­ rek geleceğin reçetesine sahip oldukları­ nı söylediklerinde bir hesaplaşma içine girmek durumundalar. İnsel, bu hesap­ laşmayı yaptığı iddiasını taşıyor. Oysa ki; kendi tanımlamasıyla söylersek “ gele­ neksel ya da muhafazakar sosyalizm” birkaç kalem hamlesiyle aşılamayacak kadar derindir. 70 yıllık sosyalizm prati­ ğinin üzerinden “ sosyalizm yaftalı hilkat garibesi” denilerek atlanamaz.

Liberalleşen sol, bugün geldiği nokta­ yı “ sosyalizmin sorunlarından” çıkardığı­ nı iddia ediyor. Elbette ki, yaşanan ger­ çeklik önemli teorik sorunları berabe­ rinde getirdi. Bunların üzerinden atla­ mak mümkün değildir. Ancak Mark­ sizm'i salt felsefi bir disipline indirge­ mek, “ büyük anlatılardan” uzak durmak da fazlasıyla anlamlıdır. Liberal sol, “ dev­ rim hemen şimdi” gibi parlak sloganların ardında bugünü yaşamaya yöneldi. Geç­ mişte “ Bağımsız Türkiye” , “ Anti-emperyalist Mücadele” sloganlarını dilinden “ Sol tahayyül kendini, geçmişin bi­ düşürmeyenler bugün “ sivil toplum” , linçli mirasçısı ve geleceğin sorumlu ko­ “ özgürlük” , “ demokrasi” gibi kavramları ruyucusu olarak tanımlamalıdır” diyor bayraklaştırıyorlar. Marx’in Alman İdeo- İnsel. O halde bu bilinç ve sorumlulukla lojisi’nde belirttiği gibi “ dil, düşüncenin hareket edelim. dolaysız fiilliğidir” . Liberal sol, Mark­ “ Günümüze kadarki bütün toplumlasizm’in derinlerine kadar inerek yaptığı rın tarihi, sınıf savaşımları tarihidir” 2 di­ kazıdan, salt olarak kimlik politikasını çı­ ye yazar Marx ve Engels. Özgür insan i­ kardı. Sınıf siyasetinin karşısına kültür si­ le köle, feodal beyle serf, burjuva ile işçi yaseti yerleştirildi. Kültürel mücadelenin kimi zaman örtük, kimi zaman açık bir ufku kapitalizmi aşmaz. En iyi ihtimalle şekilde, ama kesintisiz olarak karşı kar­ onu reforme edebilir. Özellikle Türkiye şıya geldiler. Tüm bu tarih boyunca sınıf­ gibi zemini çok sert bir ülkede, sistemin ların yapısı elbette ki aynı kalmadı. Ge­ rengi olmaktan öteye gitmeyecektir. As­ rek üretim biçimlerindeki yenilenmeler, lında ÖDP’li Ahmet Çakmak, durdukla­ gerekse sosyal-siyasal altüst oluşlar sı­ rı noktayı açıkça belirtiyor: “ Rüzgara nıfların konumlanışını olduğu kadar yapı­ karşı değil, rüzgarın götürdüğü yerde sa­ sını da etkiledi. vaş!” Günümüzün tartışmalarına yön veri­ Eylül rüzgarı, radikal küçük burjuvayı, yor olmasıyla, özellikle 1970’ler sonrası liberal solun ufuksuzluğuna ve postmo­ önemlidir. Fordizmden postfordizme dern edebiyata götürdü. sıçrayış, üretimle birlikte sınıfın da par-

__ 40


özgürlükçü solu beklerken çalanması bilinçle rd e de dağılmalar ya­

kasında neden işçi sınıfına cenaze tö re n ­

rattı. Sınıfın yapısındaki köklü değişim ­

leri düzenleniyor?

ler,

te k n ik te k i hızlı gelişme, ü re tim araçları­

m ücadelenin

gidişini

de

etkiledi.

D o ğ ru d u r, bilgi ve

Sosyalist sistem in çöküşüyle de b irlik te

nın yenilenm e süresini 5-8 yıla indirdi.

m ücadelenin dip noktaya çekilm esi, “ el­

Buna paralel olarak fo rd iz m in salt kas

veda p ro le ta ry a ” çığlıklarını yükseltti. “ Ezici çoğunluğu kol em ekçiliği statü­ sünde olan ‘a ltta k i’lerin hem burjuvazi tarafından tem sil edilen ‘g irişim cilik’ işle­ vinin hem de zihni em ek düzeyi tarafın­ dan tem sil edilen ‘yenilik, keşif ve yara­ tıcılık’ işlevinin sahip oldukları ‘değ iştir­ m e’ özelliği karşısında eşitsiz konum ları tam b ir çaresizlikle m aluld ür.” 3

h a reke tleriyle ü re tim yapan işçisinden, sınırlı da olsa, yaratıcı düşüncesiyle ü re ­ tim e katılan işçiye doğru b ir evrim g er­ çekleşti. Şüphesiz bu çerçevede, beyaz yakaiı-mavi yakalı tartışm ası da yapılabi­ lir. A ncak buradan sınıfa elveda dem ek, durduğum uz n okta ile ilgilidir. Ç ünkü söz konusu gelişm eler beraberinde de­ rin çelişkileri de g etirdi. Bilginin metalaştığına ve “ e şit” ola ra k dağılmadığına iti­

Laçiner’in söylem leri, 80 öncesinde

raz edecek olan y o k tu r. M ü lk iy e t s o ru ­

finans kapitali görem eyen gözlerin sınıfın

nunda da b ir farklılaşma yaşanmadı. Bi­

olmadığı iddialarına benzer n ite likte d ir.

limsel te k n ik gelişim le te kelci kapitalist

İnsel de ço k cesur olmasa da “ sanayi

m ü lkiye t arasında yeni b ir çatışma alanı

sonrası to p lu m ” söylem lerinin sözcülü­

doğdu.

ğüne soyunm aktadır: “ Emek başlı başına b ir değer değildir. Emek yaratıcılığı sim ­ gelediği için sosyalist tasavvurda yücel­ tilm iş tir. Am a bugün yaratıcılık alanı,

Ö te yandan işgücü, artan b ir şekilde ü re tim dışına itiliy o r. Açığa çıkan “ nüfus fa zlasın ın b irik tird iğ i öfke ve ç ü rü m e ­ nin, nereye evrileceğim zaman g ö ste re ­

maddi ü retim e, bedensel emeğe veya

cek. 4 İnsel’in bakış açısını te rsin e çevi­

ü c re tli emeğe indirgenm eyecek biçim de

rirse k, kapitalist anayurtların dışında ce­

g e n iş le m iştir.”

bugünkü

henneme dönen Üçüncü D ünya’yı da

toplum sal analizlerde sınıf olgusunu baz

g ö re b iliriz. M e rke zle r arasındaki geri-

almak, “ sol p op ülizm ” den başka b ir şey

lim le ri ya da kapitalizm in süreklileşen

d eğ ild ir.

krizin i de g ö re b iliriz. Ve tabii ki bu du­

İnsel’e g öre,

E ziliyo r

olm ak,

yoksulluğun

kendinde özel b ir erdem olduğuna inan­

rum un, sınıflar mücadelesi açısından ya­

makla eşdeğerdedir. Sanayi işçisine de­

rattığı olanakları da ta rtışab iliriz. Bu ta ­

ğer atfetm e, Sanayi D e v rim i’nin doğal

mamen gören gözün “ ufkunun” genişli­

b ir sonucuydu. A m a a rtık zaman değiş­

ğiyle bağlantılıdır. Ya da niyetiyle!

m iştir. Daha fazla serm aye kullanımı ve daha az doğrudan em ek kullanımı sana­

Peki, İnsel, sınıftan kaçışı bu şekilde te o riz e ederken, ye rine bize ne ö n e r­

yie egemen o lm uştur. Dolayısıyla Ö z ­

m e k te d ir o halde? Aslolam n “ insan” ın

gürlükçü Sol d e r ki; ü cre tli em ek ya ra tı­

özgürleşm esi olduğundan

cı gücün te k ve ulvi simgesi değildir.

dem

vu ru r.

İnsani varoluşun çoğul d eğ erleri ve de­

Ü c re tli emeği, ta rih in dışına atm ak

m o k ra tik karar alma süre çle rin in m utlak

ne anlama geliyor? “ Bilgi to p lu m u ” , “ sa­

üstünlüğü kabul edilm eli, “ fa rk lı” b ir ev­

nayi sonrası to p lu m ” söylem lerinin a r­

renselleşm e süreci desteklenm elidir. Pa41


— y o l-------------------------------------------ragrafın başına dönersek, Özgürlükçü Sol için bir toplumsal sınıfın özgürleşme­ si değil, o sınıf içinde bulunan kişilerin özgürleşmesi esastır. İnsel, dilinin ucuna gelenleri söyle­ mekten ısrarla imtina ediyor. Oysa Ö z­ gürlükçü Sol’un fikir babaları olarak ad­ landırabileceğimiz Laciau ve Mouffe, Bi­ rikim yazarlarına göre çok daha cesur­ lar: “ ...biz önceki toplumdan radikal bir kopuş gerektiği fikrini -devrim fikrinibıraktık. Kendi siyasetimizi liberal kapi­ talizmde tatmin edilemeyen, ancak za­ ten var olan fikir ve değerlerin radikal­ leştirilmesi olarak anlamaya başladık.” 5 “ Solun görevi liberal demokratik ideolo­ jiyi reddetmek değil, tersine onu radikal ve çoğul bir demokrasi doğrultusunda derinleştirmek ve geliştirmek olabilir.” 6

İŞTE BU KADAR! Fazla söze ne hacet! Özgürlükçü Sol, kapitalizme karşı değildir, yaşam alanla­ rının biraz daha ferahlatılmasını istiyor. İnsel, işçi sınıfının tamamen öldüğünü söylemiyor, ama devrimci bir yönelime gitmesindense yerinde oturmasını isti­ yor. Bu yüzden utangaç bir şekilde Marx’in aşılması gerektiğini söyler. El­ bette ki Marx’in söylemleri amentü nite­ liğinde değildir. Ama bunu kendi pratiğinizi/pratiksizliğinizi meşrulaştırmak için yapamazsınız. Marx, insanın özgürleş­ mesi ve insani varoluşun zenginleşmesi­ ni bir devrim pratiği olarak kabul eder. Devrim, insanın insanlığı yaratan yegane güç olduğunun, toplumsallığının bilincine varması ve emeğine sahip çıkmasıdır. Öte yandan Marx, aidiyeti belirsiz, soyut insandan söz etmez. Toplumsal varlık olarak insan, sınıfsal bir kimlik taşır. __ 42 _____________________________

Marx’taki bu duruluk, İnsel için rahatsız­ lık yaratıcı boyuttadır. Bu yüzden sivil toplumculuk kavramını ortaya atar. Sı­ nıfsal kolektif bir irade yerine, niteliği belirsiz çoğulculuktan dem vurur. Bir başka ifadeyle ideoloji ve politikayı, her türlü sınıfsal dayanaktan kopararak top ­ lumsal alana taşır. Sivil toplum, devletin dışındaki özgürlükler alanı olarak tanım­ lanır. Burada bir yandan devletin sınıfsal kimliği gölgelenirken, diğer yandan dev­ letin dışında devlete rağmen bir özgür­ lük tanımlanır. Çünkü artık sorun, dev­ let ile birey arasındaki çelişki ve bu çe­ lişkinin aşılması için bireyin hak ve öz­ gürlüklerinin tanınması sorunudur. Yine aynı noktaya geliriz. Sivil toplum kavra­ mı yer yer radikal söylemler taşısa da uiaşılan çözüm liberal demokrasinin sınır­ larının genişletilmesidir. Ahmet İnsel, mülkiyet sorununda da benzer bir bakışa sahiptir. Yoksulların mülksüzleştirilmiş olmasını tartışmaz, mülk paylaşımındaki eşitsizliğe dayanan o to rite r ilişkinin “ zayıflatılmasın!” bir te ­ menni olarak ortaya koyar. “ İktisadi ras­ yoneli dengeleyecek başka rasyonelle­ rin” de mülkiyet sahibi olmaları gerekti­ ğini ve mülkiyetin yaygın hale getirilmesi gerektiğini ifade eder. Bunun nasıl olaca­ ğını açıklamayan İnsel, mülkiyetin lağve­ dilmesine kesinlikle karşı çıkar. İnsel bir başka yerde de özelleştirmeye karşı ol­ madığını açıkça ifade ederek, pazar eko­ nomisinden yana olduğunu dile getirir. Tekeller çağında, ne kadar “ insani” bir sol! İnsel, adeta bizimle aym dünyayı ve ülkeyi paylaşmıyor. Geçmişle bugün ara­ sında kurduğu geçişler, sosyalizmin red­ diyesinden kapitalizmin onanmasına va­ ran gelgitler zoraki bir farklılık üretme


________özgürlükçü solu beklerken___ anlayışını çağrıştırıyor. Nedense serma­ yenin genişleme ve derinleşme eğilimini görmemekte ısrar ediyor. Althusser’in ifadesi ile kaba determinizmden kaçar­ ken çokça eleştirdiği ahlaki idealizme düşüyor. Evrensel insan değerleri dediği şey de bundan başkası değil zaten!

beral saldırıların, İş Yasası örneğinde ol­ duğu gibi, öncülüğünü yapmaktadır. “ Kar oranları” uğruna limitleri zorlar ve sınıf çıkarlarını her şeyin üstünde tutar. Haftalık çalışma saatlerini düşürmek, hangi işverenin çıkarına denk düşer ki? Ya da hangisi herhangi bir “ z o r ’la karşı­ laşmadan bunu yapar? Şüphesiz hiçbiri.

KİM İÇİN VE NASIL?

Ama İnsei’in sözünü ettiği siyasal ta­ vır, eylemsizlik önerisinden farklı değil. Ona göre, “ vahşi kapitalizmin ezici ko­ şullarının harekete geçirdiği, ya dekiase olmuş ya da kendini bu korku sarmış in­ sanların dinamizmine, enerjisine dayan­ dırmakla” bu iş olmaz. “ Bu, ölgün bir enerjidir.” Demek Beyoğlu’ndan bakınca varoşlar böyle görünüyormuş. Burada taşeronlaşmanın, esnek çalışmanın so­ nuçlarını, geleceksizliğin öfkesini tartışa­ cak değiliz. Sadece şunu söylemek yeterlidir. Ortada ölgün bir enerji varsa, bu tamamen örgütsüziüğün getirdiği bir sonuçtur. Dile getirilecek ana tema, “ dekiase” olanların içinde bulunduğu de­ rin yoksulluk ve örgütlenme olanakları olmalıdır. 96 I Mayıs’ı, varoşların taşıdı­ ğı öfke ve açığa çıkarttığı enerji açısın­ dan iyi bir örnektir. Insel’in tavrı-, orta sınıf tepkisinden başka bir şey değildir.

Marx ve Engels, eleştirel-ütopik sos­ yalistler için proletarya, ancak, en çok acı çeken sınıf olması bakımından vardır, der. İçinde bulundukları ortam, kendile­ rini her türlü sınıf karşıtlığının çok üs­ tünde görmelerine neden olur. Toplu­ mun her üyesinin, hatta en iyi durumda olanların bile, koşullarını iyileştirmek is­ terler. Dolayısıyla toplumun tamamına, özellikle de egemen sınıfa seslenirler. Böylece her türlü siyasal ve özellikle de her türlü devrimci eylemi reddederler. Barışçıl, küçük ve başarısız deneylere mahkumdurlar.7 İnsel de eyiemi, salt bir davranış olarak ele alıyor. “ Siyasi” bul­ madığı eylemsel davranışı, fetiş kavra­ mıyla niteliyor. Ona göre radikalizm de sadece bir tavır alış biçimi. Bu yüzden İnsel, devrimciliği de yaşam tarzı olarak benimsemeyi uygun görmez. Onun için önemli olan insanın içindeki çoğulluktur. Radikal siyasal tavır alışlar, siyaseti top­ lumsal hedefinden kopartır. Bu yüzden “ hasırıma” karşı bile tavır alırken insani varoluş anlamlarının çoğulluğunu düşü­ neceksin. Demagoji yapmaktan da geri durmaz, “ işverenler konfederasyonu, kendi çıkarlarına uygun düştüğü için haf­ talık iş zamanının azaltılmasını talep etse, sosyalistler tam tersini mi savunmalı­ dır?” Sanırım aynı sermayeden söz etmi­ yoruz. Bizim bildiğimiz sermaye, neo-li-

İnsel, devam eder; “ Özgürlükçü sos­ yalizm, ...bu düzenin asli konu ve alan­ larında başa baş mücadele etmekten çe­ kinmeyen bir toplumsal dinamizmden güç almalıdır” . Bu “ toplumsal dinamizm” in ne olduğuna gelmeden önce bir parantez açalım. İnsel’in değerlendirmelerinde “ ö r­ güt” kavramı hiç yer almaz. Bireyin öz­ gürleşmesinden bahseder, bunun ola­ naklarını tartışmaz. Eşitliği yüceltir, ama egemen sınıfın buna nasıl “ razı” edilece------------------------------------------------ 43 ----


— y o l-------------------------------------------ğini söylemez. “ Z o r” kelimesi İnsel’in lü­ gatine hiç uğramamıştır. Ezme-ezilme i­ lişkisine dayanan işbölümünün kaldırıl­ ması, yeni bir toplumun yaratılması de­ mektir. Ezilen sınıfın kurtuluşu, en bü­ yük üretici gücün, yani devrimci sınıfın kendisine içkindir. Bunun anlamı açıktır. İşçi sınıfının, e­ mekçilerin, yoksul köylülüğün kurtuluş yolu, burjuva sınıfının iktidarına son ver­ mekten geçer. Bu İnsel’e pek bir “ baya­ ğı” tanımlama gibi gelebilir. Politik ikti­ dar, uzlaşmaz karşıtlığın resmi ifadesin­ den başka bir şey değildir. Uzlaşmaz karşıtlık dediğimiz de bir sınıfın öteki sı­ nıfa karşı savaşımıdır. Sınıf karşıtlıkları ü­ zerine kurulmuş bir toplumun, bedenin bedenle çarpışması ile son bulmasında şaşırtıcı olan nedir? Toplumsal hareke­ tin politik hareketi içermediğini söyle­ meyin. Aynı zamanda toplumsal olma­ yan bir politik hareket hiçbir zaman ol­ madı. Ta ki sınıfların ve uzlaşmaz sınıf karşıtlıklarının ortadan kalkmasına kadar da olmayacak. Aslında bunda şaşacak bir durum yok. Çünkü İnsel bütünüyle “ adem-i merkeziyetçidir.” Hala Eylül ana­ yasası altında yaşadığımızın farkında bile değil. Çünkü derin hülyalara dalmış du­ rumda. Bu noktada parantez kapanır ve İnsel’in “ toplumsal dinamizmine” geliriz.

*

Bu elbette ki ÖDP değil. (Üyelerinin bile bir örgüt, dinamik yapılanma olarak tarif etmekten imtina ettiği bir “ olu­ şum” , böylesi bir sıfata aday olamaz.) Dinamik etkinin beklendiği yer Avrupa Birliği’nden başkası değil. İnsel bu konu­ da çok net. AB üyeliğinin gerçekleşme noktasına gelinmesiyle, “ otomatikman” demokratikleşme devreye girecektir. Masstricht kriterleri falan düşünüldü­ ğünde, ekonomi rayına oturacaktır.

__ 44 _____________________________

Gerçi bazı itiraflarda bulunmaktan da geri durmuyor. Bu demokrasi, “ muhafa­ zakar, neo-liberal iktisat politikaları ve pratikleri merkezli bir asgari demokra­ si” olabilirmiş. Ama yine de Avrupa Birliği’ne Batı emperyalizminin merkezi ol­ duğu için karşı çıkmamak gerekirmiş.

NEDEN?! Küreselleşme, uluslararası tekelci sermayenin tahakkümüne girip, onun sömürü düzeninin bir dişlisi olmaktır. Bu cümle bize değil, İnsel’e ait. Ancak Ah­ met İnsel, bunu küreselleşme dinamiği­ nin tek bir cephesi olarak ele alıyor. Sermayenin çok hızlı biçimde dolaşabil­ diği dünya pazarında, emeğin aynı hıza u­ laşamayacağını da kabul ederek, yine de bu konuda “ mücadele etmek gerekir” diyor. Aslında bu konuyu yukarıda tar­ tıştık. İnsel’in ufku “ refah devletinden ötesini görmüyor. Ancak bunun için bi­ le çabalayacak mecali kalmamış. Hangi örgütle, hangi araçlarla ve hangi yön­ temlerle mücadele edileceğine dair en küçük bir yanıtı bile yok. Doğrusu küre­ selleşme hakkındaki görüşlerini karşılaş­ tırırsak George Soros, İnsel’e göre yere daha sağlam basıyor. Ahmet İnsel, kapi­ talist merkezlerin çarpışmasından me­ det umarken, Soros, DTÖ toplantısı ye­ rine aynı tarihte Porto Allegre’deki fo­ ruma katılmak istemişti. Elbette kabul e­ dilmedi, ancak o bile asıl dinamik kesi­ min yoksullar olduğunun farkında. Bu arada İnsel, “ asgari” demokrasi mi, “ askeri” demokrasi mi tehdidini sa­ vurmaktan da geri kalmaz. Bu da son dönemde çok moda oldu. Kimsenin ak­ lına gelmez mi; ya/ya da şıkkının dışında, bir de hem/hem de seçeneği var. İnsel


_______ özgürlükçü solu beklerken___ gibi içeriden düşünmek ve tartışmak zo­ runda da değiliz. İnsel’in mantığına mah­ kum kalmayacak kadar “ dinamik” hisse­ diyoruz kendimizi.

SONUÇ YERİNE Terry Eagleton, “ Azizler ve Alimler” 8 romanında, Nikolay Bahtin adlı bir kah­ ramana da yer verir. Düşkün bir Rus a­ ristokratı olan Bahtin, gençliğinde poli­ tik mücadelenin de içinde yer almıştır. Dahil olduğu grup, liberal entelektüel­ lerden oluşmaktadır. Bu grup, her türlü politik faaliyetten uzak durmak için özel bir gayret gösterir ve ilkeli bir eylemsiz­ lik sergiler. Bahtin çok sayıda eyleme ka­ tılır; ama yaptığı iş kendi grubunun re­ formist, merkeziyetçi ya da sınıf işbirlik­ çisi maceralara bulaşmamasının neden­ lerini anlatan bildiriler dağıtmaktır. Gru­ bun inancına göre; işçi sınıfı, ilkesel ola­ rak tarihin evrensel öznesidir, ama pra­ tikte devrimci bilinci muhafazakarlığıyla yozlaştırmaya teşne bîr kesimdir. Tarihe sınıf perspektifi yerine ahlaki açıdan bakan liberal entelektüeller ve dindar pasifistlerden oluşan grubun me­ det umduğu şey, emperyalist savaşla ge­ lecek bir askeri kıyımdı. Onlara göre Marx ve Engels’in kafalarındaki devrim, şimdiki sınıflı tarih çağı devrini doldurup yumuşakçalardan tekelci kapitalizme doğru yeni bir evrimin başlamasından sonra, şöyle bir iki milyar yıl falan sonra meydana gelecekti. Bahtin, Marx ve En­ gels’in yanlış yorumlandığına ilişkin iti­ razlar geliştirince, bu düşkün küçük aris­ tokrata, artık eylemsizliğine ihtiyaç duy­ madıklarını söylediler.

nın ötesinde, en ‘alttaki’lerin öfkesini ve bilincini taşıyoruz. Bir erdem olduğun­ dan değil, bir zorunluluk olduğundan ve nesnelliğinden dolayı gerekli bu inanç. Alışkanlıkları ve amentüleri, ancak bu öfkeden doğacak enerjiyle aşabiliriz. Yoksa yeni kutsal kitaplarla değil! Tanrı­ ların öldüğü bir dünyada, peygamberlere kim inanır ki! Anlayana... DİPNOTLAR

1. Ahmet İnsel, Solu Yeniden Tanımla­ mak, Birikim Yayınları, 3. Baskı, 2002 (A. İnsei’den yapılan alıntılar asloiarak bu ki­ taptandır. Bunun dışında Birikim dergisi­ nin çeşitli sayılarında yayınlanan makale­ lerinden de yararlanıldı.) 2. K. Marx - F. Engels, Komünist Parti Manifestosu, Sol Yayınları, 1997, sf. 9 3. Ö m er Laçiner, Akt. Fuat Ercan, “ Sınıf­ tan Kaçış: Türkiye’de Kapitalizmin Anali­ zinde Sınıf Gerçekliğinden Kaçış Üzeri­ ne” , İktisat Üzerine Yazılar I, İletişim Ya­ yınları, 2003, sf. 653 4. Bu konuda kapsamlı bir değerlendir­ me için bkz. Mehmet Yılmazer, “ Günü­ müzde Devrim Sorunu” , Düşünce ve Davranışta Yol, Temmuz 2003, Sayı:4, sf.3-29 5. E. Laclau - C. Mouffe, “ Kalpler, zihin­ ler ve demokrasi” . Birikim, Eylül 1998, Sayı: 113, sf. 48 6. E. Laclau - C. Mouffe, Akt. Fuat Er­ can, a.g.y, sf. 656 7. K. Marx - F. Engels, a.g.y, sf. 5 I 8. Terry Eagieton. Azizler ve Alimler, Ayrıntı Yay, Temmuz 1992, sf. 31-32

Sanırım, bizim eylemsizliğimize de ih­ tiyaç duymazlardı. O rta sınıf duyarlıiığı-

45 ----


Mehmet Yılmazer

IRAK SAVAŞI’NDAN H A R E K E TLE ‘EM PERYALİZM ’ VE ‘DİRENİŞ’ Ü ZER İN E N O TLA R Sosyalist sistemin yıkılışından sonra hızla daha önceki uzun yıllarda oluşmuş kavramların anlamlarında çarpılmalar başladı. Bunun anlaşılır bir yanı vardı, çünkü dünyada yaşanan büyük altüstlükler o güne kadar şekillenmiş kavramların içine girmiyordu. Fakat bu fırtınada ger­ çekte olayların fazlaca zorlamasına uğra­ mamış, hala değerini koruyan pek çok kavram da çarpılmaya başladı. Bunun da anlaşılır bir yanı vardır, böyle yoğun altüstlüklerde at izi ile it izi birbirine karı­ şır. Sovyetlerin çöküşüyle başlayan sü­ reçte bilindiği gibi ilk önce Yugoslavya ve Merkez Asya cumhuriyetleri karıştı, uzun kanlı savaşlar yaşandı. Bazı halklar, Slovenler ve Hırvatlar çok kısa zamanda Avrupa tarafından “ kurtarıldı” . Diğerleri uzun süren kanlı bir cümbüşün içinde kaldı. Bu süreçte emperyalizm tarafın­ dan oynanan oyunları hatırlamak Irak Savaşı’yla ortaya çıkan sorunlara yakla­ şımda kolaylık sağlayabilir. Kosova’yı N A T O ’nun nasıl “ kurtardığım” , birden­ bire UÇK’nın nasıl güçlenip bu savaşı ka­ zandığını biliyoruz. Şimdi Kosova’da bü­ yük bir N A T O üssü var, bu da “ kurtul­ manın” bedelidir. Sosyalizmin yıkılıp küreselleşmenin popülerleşmesiyle en fazla emperyalizm kavramı deforme oldu ve değişti. Irak Savaşı sonrası gelişmelerle bu deformasyona “ direniş” kavramı da eklendi. El­

bette sorunumuz sırf soyut anlamda bir kavram tartışması değildir. Sorun özel­ likle 90’lı yıllarla başlayan Yeni Dünya Düzeni’nde olayların değerlendirilme yöntemidir. Çok şey değişti, tüm denge­ ler altüst oldu, ancak değişimlerin hepsi ilişkilerin özünde bir farklılığa denk düştü mü? Sorun budur.

EMPERYALİZM YA DA KÜRESELLEŞME ? ? ? Bugün dünyada emperyalizm konu­ sunda başlıca iki karşıt duruş vardır. Bi­ risi, 90 sonrası olaylarını yeni bir e m ­ peryalist paylaşım olarak tanımlar; diğeri, küreselleşmeyi yeni bir “ öz­ gürleşm e” olarak görür. “ Biz İmparato rlu k’un modern iktidarın zalim rejim­ lerini ortadan kaldırdığını ve aynı zaman­ da özgürlük potansiyelini çoğalttığını gö­ rüyoruz.” “ Bir zamanlar tanık olduğumuz birkaç emperyalist güç arasındaki çatışma ya da rekabetin yerini tek bir iktidar fikri al­ mıştır.” (Hardt-Negri, İmparatorluk) Olayların bu ölçüde farklı yorumu­ nun bazı kaynakları olması gerekir. Em­ peryalizmi görünmez hale getiren hangi gelişmeler yaşanmıştır? Hiç şüphesiz ki, sosyalist sistemin yıkılışı en önemli geliş­ medir. Kapitalizmin “ zafer” kazanması onun karşı tezlerini büyük ölçüde değersizleştirdi. Bu arada kapitalizm ve emperyalizmin özelliklerinin onları ta-


emperyalizm ve direniş üzerine notlar nınmaz hale getirecek ölçüde değişip değişmediği fazla önemli değildir. Bu bü­ yük yıkılış aynı zamanda düşüncelerde de bir çöküş yarattığı için, dünya olayla­ rına sırf bu çöküşün yıkıntıları içinden bakılınca kapitalizmi bambaşka görmek kaçınılmaz hale gelir. Yirminci yüzyılın başlarında II. Enternasyonal’in çöküşüyle emperyalizme karşı bilinçlerin nasıl köreldiği hatırlanırsa, yetmiş yıl yaşamış, dünyanın üçte birinden fazlasında ege­ men olmuş sosyalist sistemin yıkılışının düşüncelerde ne büyük tahribat yarata­ cağı tahmin edilebilir. Uğrunda mücadee edilecek hedef, değerini ve çekiciliğini yitirince, ister istemez mevcut düzenin değeri artar. Diğer önemli etken, kapitalizmde, ö­ zellikle 80’li yıllarda hızlanan bazı yapısal değişimlerin abartılmasıdır. “ Bilgi çağı” görünürde daha fazla “ özgürlük” vaat e­ diyordu. Son bilimsel ve teknik gelişme­ lerin büyüsü “ post” kavramını moda ha­ line getirdi ve insanlık “ post kapitalist” bir düzene girdiğine inandırılmaya çalışıl­ dı. Buradan hareketle sömürünün orta­ dan kalktığı iddiaları ortalığı kapladı. E­ vet, artı-değer sömürüsünün biçiminde önemli değişimler oldu; ayrıca merkez ülkeler ile Üçüncü Dünya ülkeleri ara­ sındaki ilişkilerde de büyük değişimler yaşanıyor. Ancak bunlardan hareketle sömürüşüz bir kapitalizm varsaymak mümkün değildir. Tersine küreselleşme derinleştikçe sömürünün çok daha fazla yoğunlaştığı iyice gözlere batıyor. Emperyalizmle ilgili yanılgılara diğer önemli bir neden kapitalist merkezlerin ağzından düşmeyen “ insan haklan” ve “ demokrasi” söylemidir. Elbette emper­ yalizmin tarihini bilenler için sırf söyle­ min hiçbir inandırıcılığı yoktur. 1960’lar

sonrası bütün dünyada yaygınlaşan A ­ merikan destekli askeri darbeler 90’lar sonrası tekrarlanmıyor, bu bir gerçek. Ancak bu darbelerin yapıldığı süreçte A BD ’nin iddiası “ hür dünyayı” savun­ maktı. II. Dünya Savaşfnm sonlarına doğru faşizme karşı Sovyetler Birliği ile birlikte dövüşen Amerika ve İngiltere o zamanlar “ demokrat emperyalist” unva­ nını almışlardı. Ancak Soğuk Savaş yılla­ rında yaptıklarının demokratlıkla bir ilgi­ si yoktu. Bugün sırf söylemlerinden ha­ reketle onların karakterinin değiştiğini düşünmek saflık ve yanılgıdan öteye bir anlama sahip olmalıdır. Sosyalist müca­ dele ile tüm bağlar -bilinç, morai ve pra­ tik olarak- kopartılırsa emperyalizmin söylediklerine inanmaktan başka yol kal­ maz. Bugün kapitalist merkezlerin söyle­ mine “ inanmak” aslında ideolojik saf de­ ğiştirmenin kanıtından başka bir şey de­ ğildir. Yoksa emperyalizmin yüzyılı aşkın tarihi onun söylemleri ile yaptıklarının a­ rasındaki fark için itiraz götürmez kanıt­ larla yüklüdür. Emperyalizmin söylemine inanmakla, inanmak istemek arasında çok yakın bir bağ vardır. Başlıca bu nedenlerle günümüzde emperyalizmin karakter değiştirdiğini düşünmek sadece bir tahlil yanılgısı o l­ makla kalmaz, ona karşı mücadele dona­ nımını en zaaflı hale getirir, hatta yok e­ der. Evet, iki dünya savaşı boyutunda bir topyekün paylaşım savaşıyla karşı karşı­ ya değiliz. Bu savaşların bıraktığı deney­ lerden ve nükleer silahların dehşetinden dolayı böyle savaşların yaşanması olasılı­ ğı zayıftır, ancak bu yeni emperyalist paylaşımın yaşanmadığının kanıtı değil­ dir. Balkanlar’da, Merkez Asya’da, O rta Afrika’da, Afganistan ve Irak’ta yaşanan savaşların anlamı nedir? Üstelik Irak Sa­ 47 ----


— y o l-------------------------------------------vaşı’nm sözde gerekçesi bile kalmadı. Bu sahtekarlık dünyayı ve Amerika’yı biraz tanıyanlar için sürpriz değildir. Ancak “görmek istemeyen göz kadar körü yoktur” .

KÜRT ULUSAL MÜCADELESİ VE EMPERYALİZM Dünyadan bölgemize gelirsek, Kürt Hareketi’nin emperyalizmle ilişkisi Irak Savaşı nedeniyle özel bir konuma girdi. Burada Barzani ve Talabani’nin yakla­ şımlarına özel olarak değinmeyeceğiz. Bu güçler emperyalizmle sürekli ilişki i­ çinde oldular, özellikle Körfez Savaşı’ndan sonra ise ABD ile ilişkileri çok yoğunlaştı. Irak Savaşı başladığında Talabani “ Kürtlerin kurtuluş savaşının başla­ dığını” ilan etmişti. Irak Savaşı’yla, sosya­ list bir dünya görüşüyle yola çıkan PKK’nin emperyalizme ve Irak’taki “ di­ renişe” yaklaşımları önem kazanmıştır. PKK, çok açık değilse de Irak’a ABD sal­ dırısını destekledi, böylece savaşa ve emperyalizme karşı tavırda hem kendi geçmişiyle hem de sahip olduğunu iddia ettiği ideolojisiyle çelişki içine girdi. As­ lında stratejik dönüşle başlayan süreç I­ rak Savaşı ile çok daha derin noktalara i­ lerledi. K ürt Ulusal Hareketi Irak’a ABD sal­ dırısını değerlendirirken başlıca üç tezi öne çıkarttı. İlki, Öcalan’ın İmralı savun­ malarında öne sürdüğü “ 2 !. yüzyılın ba­ rış ve demokrasi yüzyılı olacağı ve silah­ ların öneminin azalacağı” tezidir. Bu yak­ laşım yeni bir emperyalist paylaşım süre­ cinin yaşandığını kabul etmez. Kapitalist merkezler arası ilişkilerin başka -de­ .. mokratîk- bir nitelik kazanacağını iddia eder. Bir yüzyılı kapsayacak bir tez ileri

__ 48

sürmek pek anlamlı olmaz. Ancak 21. yüzyılın en azından ilk çeyreğinin emper­ yalist merkezler arası yeni paylaşım sa­ vaşlarıyla geçeceği yeterince açıktır. Sa­ vaş derken, mutlaka iki dünya savaşının bir benzerini beklemek kesinlikle doğru olmaz. Tam tersine paylaşım savaşlarının yeni biçimlerini görmek gerekiyor. On beş yıla yakın yaşadığımız budur. Irak öz­ gülünde konuya yaklaşırken de, PKK de­ ğerlendirmelerinde vurgu emperyalist yeniden paylaşıma değil, “ statükonun bozulmasına” , “ A B D ’nin bölgeye ve dünyaya yeni bir şekil verme niyetine” yapıldı. Bunlar olanı söylemek ve üstelik oldukça tarafsız-nötr kalarak söyle­ mek anlamına geliyordu. Ulusal Hareket’in 2 i. yüzyıla genel bakışı kaçınılmaz bir şekilde İrak Savaşı’na bakışının da çerçevesini çizmiştir. Savaşa yaklaşımda ikinci tez, “ bölge­ de statükoların değişmesinin” savunul­ masıdır. II. Dünya Savaşı sonrası bölgede kurulan dengenin Kürt halkının çıkarları­ na olmadığı açıktır. Uzak geçmiş bir ya­ na, sırf yakın geçmişe bakarsak. Körfez Savaşı sonrası bölgede ilk kez K ürtler lehinde bazı sınırlı değişimler yaşanmaya başladı. ABD ’nin Irak’a saldırısının dört devletle temsil edilen statükoya bir dar­ be olacağı çok açık olsa da, ABD ’nin ö ­ zel amacının bu olmadığı yeterince açık­ tır. Evet bölgede önceki dengeler değişi­ yor, ancak hangi yönde ve kim in lehi­ ne? Bu sorulara tereddütsüz Kürt halkı lehine demek mümkün değildir. Denge­ leri bozan ABD olduğuna göre, yeni dengeleri tamamen kendi çıkarları doğ­ rultusunda kuracaktır. Elbette buna gü­ cü yeterse... Amerika’nın bölgedeki çı­ karları ile Kürt halkının çıkarlarının tü ­ müyle çakıştığını söylemek ise büyük bir


emperyalizm ve direniş üzerine notlar yanılgı olur. Veya “ Kürtler, Saddam’ın yıkılmasına yardım etti, buna karşılık A ­ merika da K ültlerin çıkarlarını yerine getirmelidir” gibi bir mantık kuruluyorsa, bunun, emperyalist politikaların ka­ rakteri gereği yersiz bir beklenti olduğu açıktır. Sonuç olarak, bölgedeki statüko­ ların bozulmasının Kürt halkının çıkarla­ rına olacağı çok tartışmalı bir konudur. Ayrıca, “ statükoların bozulması” aynı zamanda başka halkların çıkarlarının ze­ delenmesi ve zarar görmesi anlamına da gelir, bu noktada “ adalet dağıtımım” kim yapacaktır? Bugünkü konumda elbette Amerika! Bu, Amerika’dan çok fazla beklentiye girmek olur. Tek başına “ sta­ tükonun bozulmasının savunulması mümkün değildir, bu statükoyu kimin ve hangi yönde bozduğu önemlidir. Sonuncu tez, “ ABD ’nin bölgedeki diktatörlük ve totaliter rejimlere yönel­ diği” iddiasıdır. Bu tezi ciddi ciddi savu­ nabilmek için hem dünyayı O rtado­ ğu’dan ibaret sanmak, hem de A BD ’yi hiç tanımamak gerekir. Saddam’ı A BD ’nin yarattığını söylemeye gerek var mı? Dünyada ve bölgede daha başka dik­ tatörler varken, neden ilk hedef olarak Saddam seçildi? K ürt Ulusal Hareke­ tin in yayın organlarında bölgedeki tota­ liter rejimler arasında nedense Irak’la birlikte, sadece ¡ran, Suriye ve Türkiye sayılır, örneğin Mısır ve Ürdün’den hiç söz edilmez. Amerika’nın bölgeye de­ mokrasi getirmek gibi bir sorunu yok­ tur, zaten demokrasi bir malı veya ser­ mayeyi getirmek gibi kolayca gelivere­ cek bir olgu değildir. Ayrıca ABD ’nin bölgede artık daha önceleri yaptığı gibi gerici feodal güçlerle işbirliği yerine datıa demokratik güçleri seçtiği iddia edili­ yor. Afganistan’da toplanan meclis tü ­

müyle aşiret reislerinden oluşuyor. Irak’ta Barzani ve Talabani aşirettirler. Şiiler ise bir dini gruptur. İlişkiler hiç de modern kesimlerle kurulmuyor. Bu işler zaten ısmarlama olmaz. ABD’nin bölge­ ye demokrasi getirmek gibi bir sorunu yoktur, ancak bazı ülkelerle kendi çıkar­ ları açısından çelişki ve çatışma içinde­ dir. Bu ülkeler grubu içinde Suudi Ara­ bistan da vardır. Sorun bu ülkelerde kendi çıkarlarını dayatabilmek, o ülkele­ rin iç politikasını etkileyebilmek için, ABD’nin bîr manevra alanına gerek duy­ masıdır. Suriye, ¡ran ve Suudi Arabis­ tan’da böyle manevra alanları yoktur ve­ ya çok dardır. ABD açısından “ demok­ rasi” denen şey, kendi etkinliğini artır­ mak için ona imkan sağlayacak politik manevra alanlarıdır. Buna 50’ler Türki­ ye’sinde “ çok partililik” dendi. Doğrusu da buydu. Rejimin demokratik olup ol­ maması tali öneme sahiptir, ABD için böyle alanlarda “ çok partililik” daha ö ­ nemlidir. Ancak bu hiç de kural değildir. Amerika, Afganistan’ı “ terörden” kurta­ rırken, askeri darbeyle iktidara gelen Pa­ kistan lideri Müşerrefe dokunmayı hiç düşünmedi. Amerikan pragmatizmi için örnekler sıralamaya kalktığımızda tüm Amerikan dış politika tarihini yazmak zorunda kalırız. ABD tarihinde “ prensip için” davranmaya hemen hemen hiçbir örnek yoktur. Amerikan burjuvazisinin böyle bir sorunu olmamıştır. Kendi de­ mokrasisinin gelişim tarihi de böyledir. Bütün bu gerçekler ortada dururken, A BD ’nin bölgede “ diktatörlüklerin ve totaliter rejimlerin tasfiyesini hedef aldı­ ğını” düşünmek politik saflık olarak algı­ lanamaz. Böyle bir değerlendirme Kürt Ulusal Hareketi’nin pragmatizmi ile a­ çıklanabilir. ABD müdahalesinin ernper49 _


— y o l-------------------------------------------yalist ve işgalci karakterini biraz olsun yumuşatabilmek için “ demokrasi” tezi öne sürülüyor.

dırmayan zırh rolüne sahiptir. Zırh delinince bataklıktan mikrop kapmak ve za­ yıf düşmek kaçınılmazdır.

Sonuç olarak, bir prensip zemininde bir de pratik politika zemininde iki nok­ taya vurgu yapmak gerekiyor. Prensip olarak, emperyalizmle bir uzlaşma ola­ maz. Pratik olarak ise mümkündür. “ Şeytanla bile işbirliği” yapılabilir. A BD ’nin yeniden paylaşım amaçlı Irak işgalini yukarıdaki tezlerle te o rize ede­ rek yumuşatmaya çalışmak ideolojik bir yanılgıdır. Günümüzde teori ve i­ deolojinin bir önemi kaldı mı? Dünyada hala sınıflar mücadelesi varsa, ezen ve e­ zilenlerin çıkar farklılıkları, egemenliğin paylaşımı söz konusu olunca uzlaşmaz zeminlerde ise, teori ve ideolojinin öne­ mi büyüktür. Pratik olarak düşmanla ba­ zı işbirlikleri yapılabilir; ancak ideolojik olarak, aradaki çizginin belirsizleştiril­ mesi, sonucu nereye gideceği belli ol­ mayan uzlaşmalara kapı açar. Günümü­ zün yeniden paylaşım savaşlarını ve bun­ da Amerika’nın rolünü silikleştirecek her türlü siyasal tahlil, ideolojik uzlaşma­ ya doğru yelken açmaktır. Bunun anlamı ise beyinlerin egemen düşüncenin ku­ şatması altına girmesi demektir. Bu ne­ denle prensip duruş büyük önem taşı­ yor. Irak Savaşı’nın ortaya çıkardığı bazı imkanlardan yararlanmakla, bu savaşın ve A B D ’nin karakterini yanlış yönde te ­ orize etmek aynı şeyler değildir. İdeolo­ jik sınır çizgilerinin silikleştirilmesi Ulu­ sal Hareket’i düşmanın her türlü etkisi­ ne açık hale getirir; öte yandan geçici bazı çıkarlar uğruna ideolojik bir bozul­ maya göz yumulması hareketin geleceğis ni karartabilir. Bu nedenlerle ideoloji hala büyük öneme sahiptir. O en batak ortamlarda bile yürürken, mikrop sız­

P ratik olarak yapılması gereken vurgu savaşın yaratacağı “ imkanlarla” il­ gilidir. “ Statükonun bozulmasının” Kürt halkına bir imkan sağlayacağı varsayımı bir yanı ile doğrudur. Fakat savaşın he­ men ertesinde ortaya çıkacak imkanlar­ la gözler körleşirse, orta vadede çok da­ ha büyük risklerle yüzyüze gelineceği gerçekliği gözlerden kaçabilir. ABD ile bu kadar yakın işbirliğinin tarihsel olarak bir bedeli mutlaka olacaktır. Önceki dengelerin K ürt halkı için zaten tümüyle risk ve inkar anlamına geldiği, yaşanan süreçteki tarihi bir fırsatın her türlü ris­ ke değeceği ileri sürülebilir. Bu varsayı­ mın sonuçlarını bugünden kestirmek el­ bette mümkün değil. Ancak ABD ile a­ deta “ kader birliği” yaparak bölge halk­ ları ile zaten sorunlu olan ilişkilerin çok daha tam ir edilemez yaralar alması mümkündür.

__ 50

Bu yazıyı yazarken Hewler (Erbil) katliamı yaşandı. K ürt Ulusal Hareket i’nin yayın organlarında hemen failin yö­ nü olarak Türk derin devleti gösterildi. Oysa en azından üç olasılık vardı. Elbet­ te birisi Türk derin devletiydi. Irak’ta fe­ derasyona yapılan vurgular bunun zemi­ nini oluşturuyordu, ¡kinci olasılık, ABD’nin göz yumduğu bir girişim olma­ sıydı. ABD, hangi dengelerle ne zaman nasıl oynayacağını, bilgi ve davranış ola­ rak kimseyle paylaşmak niyetinde değil­ dir. Bir K ürt federasyonuna sıcak bak­ madığından, bu istekleri sınırlamak için bu tü r oyunlara girmesi her zaman mümkündür. Ayrıca tüm Irak’ta kendi konumunu süreklileştirm ek için A BD ’nin çeşitli gerilim hatlarına ihtiyacı


emperyalizm ve direniş üzerine notlar vardır. Üçüncü olasılık, Sünni üçgeni o­ larak isimlendirilen alandaki direniş güç­ lerinden kaynaklanabilirdi. ABD ile işbir­ liği noktalarına vurdukları için böyle bir olasılık vardı. Sonunda bu alandan kay­ naklı “Jaysh Ansar El Sunna” isimli bir örgüt saldırıyı üstlendi. Ancak bu üstlen­ meyle elbette sorun çözümlenmiş olma­ dı. Böyle örgütleri motive eden, hatta büyüten güçler genellikle karanlıkta kal­ maya devam ediyor.

Yaşananlar devrimcilerin görmeye a­ lışık oldukları bir örgütlenme ve direniş tarzı değildir. İdeolojisi, programı en a­ zından bizler için belli değildir. Ancak vurduğu hedeflere baktığımızda ortada fazlaca bulanıklık yoktur. İşgal kuvvetle­ rinin güçlerine ve onlarla işbirliği yapan güçlere saldırılar düzenlenmektedir. Ideolojik olarak ise öne sadece siyasal İs­ lam çıkmıyor, farklı grupların olduğu gö­ rülüyor.

Ancak önemli olan K ürt Ulusal Hareketi’nin değerlendirmesinin çok sınırlı kalmasıdır. Bu sınırlılıkla ABD ’nin böyle motivasyonlara girebileceği ve ABD ile işbirliğinin böyle saldırıları tetikleyebileceği, değerlendirme dışında tutulmuş o ­ luyor. Bu zaafın nedeni politik öngörü ve deney eksikliği değildir. K ürt Ulusal Hareketi bu alanda büyük deneylere sa­ hiptir. Günümüz emperyalizmine ve ö­ zel olarak bölgenin ABD tarafından ye­ niden paylaşılmasına ideolojik seviyede yanlış yaklaşımın böyle politik olarak ha­ talı türevler yaratması kaçınılmazdır.

Günümüz dünyasında, bundan önce­ ki tarihsel dönemde yaşandığı gibi, dire­ nişlerin tek programı “ bağımsızlık” veya “ sosyalizm” değildir. Sovyetlerin çökü­ şünden sonra, mücadelelere damgasını vuran sosyalist ideoloji büyük bir zemin kaybetti. Bölgemizi ele alırsak, sosyaliz­ min geri çekilmesiyle birlikte siyasal İs­ lam güçlendi. Aslında sosyalizme karşı “ yeşil kuşak” oluşturulması da siyasal İs­ lam’ın büyümesinde önemli bir rol oyna­ dı. Ancak “ yeşil kuşak” ile günümüz ka­ pitalizmine karşı “ cihat” ilan etmiş siya­ sal İslam arasında artık belli bir fark var­ dır. Günümüz direnişlerinin ideolojik renkleri oldukça farklıdır. O nedenle her somut olayın kendi şartlarında irde­ lenmesi gerekir. Bugün, 20. yüzyıla dam­ gasını vuran “ sosyalist mücadele” ve “ u­ lusal kurtuluş savaşları” gibi genelleme­ ler yapmak imkansızdır.

IRAK’TAKİ DİRENİŞ Mİ? Bu konuda K ürt Ulusal Hareketi’nin yayın organlarında sık sık görüş ve rö ­ portajlar çıkıyor. Irak’taki “ direniş değil­ d ir” , “ gerici, karanlık güçlerin te rö rü ­ dür” . Önce şunu vurgulamak gerekiyor. Irak’ta bu alanda yaşananlar tamamen iş­ gal güçlerinin sansürüne tabidir. Elimiz­ de doğru dürüst hiçbir bilgi yoktur. Bu güçlerin bir bildirisi ya da konuşma ka­ seti, bir siyasal programı var mı? Bunu yeterince bilmiyoruz. Oradaki muhabir­ lerin de sağlıklı bilgilere ulaşmaları bu koşullarda neredeyse •'imkansızdır. Bu konuda ABD tam bir tekele sahiptir.

Örneğin, Yugoslav iç savaşı günümüz “ kurtuluş” savaşlarına iyi bir ördektir. Almanya’nın, bir an önce Slovenya ve Hırvatistan’ı etkisi altına almak için kış­ kırttığı iç savaşın nelere mal olduğunu tüm dünya izledi. Y D D ’ye karşı kendine göre direnen Sırbistan’ın da nasıl N A TO tarafından ezildiği hala hafızalarda taze­ dir. Kosova Arnavutları ise N A TO tara­ fından kurtarılan ilk halk olma şerefine 51


— yol erdiler. Baikanlar’daki ateş, oraya “ barış gücünün” yerleşmesi ile sönmedi. Tam tersine buradaki tüm devletçikler e m ­ peryalist gözetim olmadan yaşaya­ m az hale getirildiler. Günümüzdeki “ kurtuluş” ların ardındaki izi iyi sürmek gerekiyor. Dünya güçler dengesi ve ye­ niden paylaşım gerçekliği bunu şart ko­ şuyor. irak’a gelirsek, direnişi “ Saddam ar­ tıkları” olarak damgalayıp yok saymaya kalkmak ne siyasi ne de ahlaki olarak mümkündür. Irak, emperyalizm tarafın­ dan işgal edilmiştir, zenginlikleri ABD ve İngiltere tarafından' paylaşılacaktır. Bu paylaşıma karşı direnmek en meşru haktır. Direnen Irak halkları değil, sa­ dece “ Saddam artıkları” veya “gerici ka­ ranlık güçlerdir” demek ne anlama gelir? Eğer halklar işgale karşı direnmiyorsa, Irak’taki halklar bu ülkenin servetinin ABD tarafından yağma edilmesine göz mü yumuyorlar? “ Saddam’dan kurtul­ manın” karşılığı olarak ülke servetini ABD ve İngiltere’ye mi bağışlıyorlar? Yoksa ABD ve İngiltere’nin bu işgalde hiçbir emperyalist amacı olmadığına, sa­ dece bu ülkeye demokrasi getirmek için savaştığına mı inanacağız? Veya bir çık­ maz sokak gibi sadece iki olasılığın: “ Saddam diktatörlüğü” veya “ ABD müdahalesi” nin öne çıkartılması ve demok­ ratik süslemelerle işgalin hoş görülmesi hangi politik zemine dayanılarak savunu­ labilir? Direnişin sadece “ iktidarını ve imti­ yazını yitirmiş eski iktidar güçleri” tara­ fından sürdürüldüğünü iddia ederek bunların “gerici ve karanlık” güçler ol­ duğunu iddia etmek, ancak buna karşılık işgale karşı başka bir direniş zemini ö r­ gütlemek yerine işgal güçlerinden de­

__ 52.

mokrasi beklemek hangi ölçülere daya­ nılarak savunulabilir? “ Büyük haydut” “ küçük haydudun” servetini yağmaladığında mantık olarak “ küçük haydudun” kendini savunma hakkı vardır. Üstelik dünyada bu m an­ tığı, o güne kadar uluslararası seviyede oluşmuş her türlü kuralı hiçe sayarak, bizzat Irak Savaşı’na hazırlık sırasında A B D ’nin güçlendirdiğini biliyoruz. Dünyaya meydan okuyarak, uydurma gerekçelere dayanarak “ küçük haydu­ dun” büyük servetine açıkça göz dik­ tiğini her haliyle sergiledi. Bu durum karşısında “ küçük, haydut” kendini sa­ vunmaya kalkarsa, bunu tıpkı Bush’un yaptığı gibi en gözü kara metotlarla ya­ parsa, ortada bir suçlu aranacaksa bu sadece “ Saddam artıkları” mıdır? Bu yoldan yüründüğünde emperyalist işga­ lin aklanmasına kadar gidilebilir. Tablo sadece bundan mı ibarettir? Irak’taki direniş “ iktidar artıklarının” şu­ ursuz terörü müdür? Ortada amacı çok açık olan emperyalist bir işgal o ld u ğ u " göre direniş kaçınılmazdır. Bu direnişe ilk soyunanların iktidarını yitiren BAAS güçleri olduğu bir gerçektir. Buradan hareketle hangi sonuçlara varmak gere­ kiyor? Bu güçler dışında direniş olmadı­ ğını iddia etmek ve hatta bunu bir olum­ lama gibi sunmak ne anlama gelir? ABD medyası bütün gücüyle Saddam’ı ko r­ kunçlaştırarak kendi işgalinin özürünü yarattı. Buna bizde mi inanacağız? Bu eli kanlı emperyalist “ süper güce” karşı Irak’ta bir direniş olmadığını kanıtlamaya çaiışmak nasıl bir politik tercihtir? Eğer küreselleşme ile emperyalizm buharla­ şıp gitmiş olsaydı, halkları bir direnişe çağırmak anlamsız olurdu. Ancak ger­ çeklik bu olmadığına göre Irak’ta ve


emperyalizm ve direniş üzerine notlar dünyanın her köşesinde, belki uzun bo­ calamalardan sonra, yeni emperyalist paylaşıma karşı direniş yükselecektir. Irak’taki direniş, emperyalist işgal sürdü­ ğü müddetçe kendi başlangıç noktasın­ dan öteye büyümek zorundadır. Dire­ niş için “ iktidarını yitirmiş BAAS’çılar” nitelemesiyle yetinmek, olaya ABD gö­ züyle bakmak olur. Bir ülke emperyalist amaçlarla işgal edilmiştir, böyle bir işga­ le karşı direniş en meşru haktır. O ne­ denle bu direnişi ABD’nin gözleriyle görmek biz devrimcilere düşmez. K ürt toprakları da işgal altındadır, hiç değilse bir parçanın işgalden kurtuluşu­ na destek vermek gerekmiyor mu? Kürt halkı açısından kendisine zulüm etmiş ik­ tidarlardan birisinin yıkılmasının “ ka­ zanç” veya “ fırsat” olarak görülmesi bu anlamda doğaldır. Ancak bu duruş nok­ tasının çok hassas sınır çizgileri var­ dır. Bölge halklarıyla ilişkileri kollama­ yan, bu hassas çizgileri iyi belirlemeyen bir davranış geleceği kaybedebilir. “ Fır­ sat” veya “ kazanç” hızla kabusa da dö­ nüşebilir. Üstelik bu konuda ABD’nin ’’K ürt halkının en meşru haklarının ta­ nınması” gibi- bir prensip davranışı söz konusu değildir, tam tersine olaylar “ ABD çıkarları” doğrultusunda yönlen­ diriliyor ve güç onda olduğu müddetçe olaylar böyle gelişecek. Bu gidişe karşı, Irak’ta gün geçtikçe daha kapsamlı bir direnişin oluşması kaçınılmazdır. Şiiler, işgale karşı belli bir mesafede duruyor­ lar. Sünniler işgale karşı dövüşüyorlar. K ürtler ise işgale karşı hiçbir mesafe koymadılar. Bu konumlanış farkları önü­ müzdeki dönemde, “ anayasa ve seçim , sürecinde” belki de Amerika’nın baş e­ demeyeceği ölçüde çelişkileri harekete geçirecektir.

Irak’taki direniş günümüz emperya­ list yeniden paylaşım savaşlarına karşı bir duruştur. Ancak bu direnişin iki han­ dikabı vardır. Birisi, köken olarak eski iktidar güçlerine dayanmasıdır. Bu dar zeminde kaldığı müddetçe fazla bir gele­ ceği olamaz. Diğeri, dağınık direniş güç­ lerinin ideolojik zemininin zaaftı olması­ dır. Bir yanda siyasal İslam ve diğer yan­ da Saddam döneminin BAAS “ laikliği” direnişi geleceğe taşıyacak programlar değildir. Emperyalist paylaşım sırf ve sa­ dece kaba işgal ve zulme dayanmayıp, kendi ideolojik örtüsünü de yaratacağı i­ çin, direniş güçleri bu siyasal örtüleri de aşacak bir politik-program zeminine sa­ hip olmalıdır. Kendini bu zeminlere yükseltemeyen direnişlerin bir geleceği ol­ maz, belki daha ufuklu direnişlerin hare­ kete geçiricisi olurlar. Günümüz dünyasında eski siyasi ve i­ deolojik sınırların çok karıştığı ortada­ dır. Bugün sosyalist sistemin yıkılışıyla Balkanlar’dan başlayan “ ulusal” mücade­ lelere baktığımızda arkalarında adeta ka­ çınılmaz bir şekilde emperyalist yeniden paylaşımın izini sürmek mümkündür. Küçük ulusların ve halkların kaderi bü­ yük güçlerin denge hesaplarında bir ağır­ lık olmaktan öteye anlamlı değildir. Üs­ telik günümüz dünyasında artık ulus devletlerin sona ermekte olduğu sık sık vurgulanıyor. Bu da küreselleşmenin ba­ zen yolunu zorlaştıran sınır engellerinin kaldırılması için merkezlerin yüksekler­ de tuttukları bir paroladır. Ancak bunu söyleyenler, göçmen akınlarına karşı sı­ nırlarını en son teknikle korumaktan ge­ ri durmuyor. Günümüzde emperyalist yeniden paylaşıma karşı henüz ideolojik ve ö r­ gütsel bir saflaşma oluşmadı. Yaşananlar

— 53 ----


— y o l-------------------------------------------bu yolda dağınık, düzensiz birikimlerdir. Bütün bu belirsizliğe rağmen devrimci­ ler açısından iki nokta yeterince açıktır. İlk önemli konum, emperyalist yeniden paylaşıma karşı durmaktır. Herhangi bir bahaneyle bu duruş noktası gevşetilemez. İkincisi, ulusal kurtuluş savaşları as­ lında tarihsel dönem olarak gününü dol­ durmuştur. Buna rağmen geç uluslaşma­ ların olduğu da bir gerçektir. Ancak bu­ gün emperyalist yeniden paylaşıma karşı sırf ulusal burjuva zeminde durmak ye­ terli değildir, artık sosyal kurtuluş, yani halk iktidarları öne çıkmalıdır. Yugoslav­ ya deneyi emperyalist gözetim olmaksı­ zın yaşayamayacak devletçikler yarattı. Bakalım bu önemli deneyden sonra Irak işgali tarihe hangi önemli dersleri bıra­ kacak? 8 Şubat 2004

__ 54


M. Özgür

KAPİTALİZM LE M ÜCADELEDE DAYANIŞMA, ÖZ Ö R G Ü TLEN M E, H ALK İNİSİYATİFLERİ ÜZERİNE ■

GİRİŞ Yerel mücadeleler Türkiye Devrimci Hareketi tarafından uzun süre anti-faşist temelde tasarlandı. Son dönemlere ka­ dar gündelik deneyimlerden çıkartılan gelgeç sonuçlarla yerel örgütlenmeler yaratılmaya çalışıldı. Yerel siyasetin teorize edilmesi, kavramsallaştırılması, de­ neyimlerin yorumlanması bu nedenle daha baştan engellenmiş oluyordu. Oysa mücadelelerin 1965’lerde başlayan ve 1990’lara kadar süren bir dönemi ka­ panmıştı. Sermayenin küresel ölçekteki yönelim ve stratejileri karşısında sınıfsal bir karşı-hegemonya oluşturmanın yolu, çeşitli alan ve düzeylerde bütünlüklü po­ litika paradigmaları oluşturmaktan geçi­ yor. Toplumsal yapıdaki dönüşümler, kapitalizmin 1980’lerdeki neoliberal ge­ nişleme dalgası ve yeni sermaye birikim stratejisinin üretim ve yeniden üretim olarak tüm yaşamı dönüştüren, piyasa i­ lişkilerine tabi kılan etkileri, oldukça ö­ nemli olan sınıfsal-toplumsal parçalanma süreçlerinin örgütlenme zeminindeki et­ kileri gündemlere girse de örgütlülük­ lerde eski alışkanlıklardan kopulması ko­ lay olmuyor. Mücadeleler yerelde, yerel önderle­ rin yetenek, bilgi ve olgunluklarına fazla­ sıyla bağlı kaldı. Dernekler, kültür mer­ kezleri, bürolar açıldı, Alevi dernekle­ rinde ve köy derneklerinde çalışıldı an­

■■

cak programlı çalışmalar, deneyimlerin değerlendirilmesi yapılamadı. “ Kahveye gidince her insanla konuşabilmek gere­ k ir” diyen devrimciler, gündelik bilinç ve mücadelelerle devrimci mücadeleyi bağ­ layacak örgütlenme kanallarını ve bilinç­ lenme yöntemlerini, kurumlarını ve kav­ ramlarını geliştirmeyi, halkı bu anlamda özneleştiren süreçleri ihmal etmemeli­ ler. Sermaye çevreleri yereli kapsayan bütünlüklü söylemi ve araçları Dünya Bankası, BM ve IMF gibi kurumlardan başlayarak üretirken biz de üretebilmeliyiz. Üst perdeden devrim çağrıları ve çelişkilerin halka anlatılması, “ sorunlar” üzerinden ajitasyonlar hiç de yeterli ol­ madı, demokratik ifade zeminleri, gün­ demlerin taşınacağı inisiyatifler yarata­ madık. Bir ihtiyaca karşılık gelen top ­ lumsal dinamikleri, yerel duyarlılıkları tek bir kalıba sokmaya çalıştık. 60-80 a­ rası yükselen halk hareketi dalgaları üze­ rinde yüzen devrimci mücadele açısın­ dan, yükseliş dalgalarının, halk inisiyatif­ lerinin ve öz örgütlenmelerin yaratılma­ sı artık büyük oranda kendi irademize bağlı. Kendiliğinden kitle mücadeleleri dö­ nemi bitmişti 1kendiliğinden kitle müca­ delelerinin politik olarak yönsenmesine dayalı stratejilerin değiştirilmesi mutlaka gerekiyordu. 80’lerin başından beri ka­ pitalizmin gelişim yönündeki tekleşme diyebileceğimiz bir dönem yaşandı. Oy-

55 ----


__ yol sa 1970’lerde devletçiiik-liberalizm ayrı­ mı olarak politik düzlemde ortaya çıkan ayrışma üzerinden, oluşan toplumsal a­ lanlar ve kurumsallaşma üzerinden yürünebilmişti. Günümüzde, yeni sermaye birikim stratejisi ile; böyle bir ayrımın yer almaması, neoliberalizmin egemen kılınması süreci ile karşı karşıyayız. Eski­ den “ kendiliğinden” oluşan örgütlenme ve bilinçlenmeleri artık kendimiz yarat­ mamız, bir anlamda mevzi savaşımızı kendimiz vermemiz gerekiyor. Pek çok alan dışında, sadece sendikaların duru­ muna bakmak, sigortasız çalışmanın yay­ gınlığına bakmak bile bu açıdan yeterlidir. Geçmişte, “ içe dönük sermaye biri­ kim modelinde” burjuvazi, asıl olarak malını sattığı ülke içinde tüketimi a r t ı ­ rabilmek için ücret sendikacılığına alan açmıştı, bunun sağladığı politik ortam yanında, sendikalaşma devrimciler tara­ fından da üzerinden yürünecek bir top­ lumsal zemin, radikal mücadelelere öna­ yak olmuştu. Oysa günümüzde, aynılaşan burjuva siyaseti politizasyon yarat­ mazken, tam tersine toplumsal alanlar piyasalaştırılıyor, iş süreçleri parçalanı­ yor, düzensiz çalışma ve işsizlik mücade­ le zeminlerini parçalıyor. Yitirilen top­ lumsal zeminleri yaratmamız gerekiyor. Eski siyasi tarzın aşılması yönünde, topiumsal-siyasal öz örgütler olarak Dayanışmaevleri’nin beş yıla varan deneyim­ leri ve kavramlaştırmaları önemli. Emek hareketinin savunmacı konumundan çık­ ması adına, devletin zoruna karşı olduğu kadar, birbirinden ayrılamayacak şekil­ de, piyasanın zoruna karşı politika üret­ mek adına önemli ilk deneyimlerden bi­ ri olarak görmek mümkün. Günümüzde, bütünsel bir sistem ola­ rak kapitalizmin her geçen gün daha çok

__ 56

yerel olana nüfuz ettiğini, yerelin bağla­ mını etkilediğini düşünürsek, gittikçe ye­ rel ve bölgesel çalışma için teorik çerçe­ velerimizi de “ kapitalizmle mücadele” ve “ devrimci” bir öz üzerinden zengin­ leştirmemiz gerekiyor. Dünyada, özel­ likle taşeronlaşma, güvencesiz çalışma, özelleştirme, ticarileştirme, yoksulluk, yapısal işsizlik ve krizler, baskı, dışlama temelli artan mücadele pratikleri, gele­ neksel sendikal çalışmayı aşmanın gerek­ liliklerini gösteriyor. Oysa tüm bunlara rağmen, kapitalizmin mantığının siyasal ve sosyal alanda kurduğu egemenlik kar­ şısında, kitlesel siyasetin çözüm olmak­ tan çıkması gibi bir süreçle karşı karşıya bırakılmaktayız. Rekabet, toplumsal çö­ zülme ve yabancılaşma, tüketimcilik çe­ şitli biçimlerde toplumsal yapıya siniyor. Toplumsal parçalanmalara uygun farklı örgütlenmeler ve bu farklı örgütlenme­ lerin birleşik mücadelesi günümüzün te­ mel problemini oluşturuyor. Küresel kapitalizmin ideolojisi olarak liberal çok kültürcülüğe, yerelciliğe ve farklılıklar si­ yasetine savrulmadan kapitalizmle mü­ cadeleyi bu zeminlerden, bütünlüklü bir şekilde yapabilmek gerekiyor. Kitlesel mücadeleler ve iktidar ufku bu çalışma­ lar üzerinden oluşup netleşecek. Mücadeleler artık anti-faşist duyarlı­ lıklar temelinde değil eskisinden farklı zeminlerden olacak derken, yerellerde yaşanan tüm “ sorunlar” üzerinden değil, yaygınlaşabilecek ve kapitalist işleyiş a­ çısından yapısal olan ve dönüştürücü et­ kisi yüksek noktalardan zeminleri kura­ rak ilerlemek gerekiyor. İşsizlik, taşe­ ronlaşma ve güvencesiz çalışma günü­ müz kapitalizminin yapısal bir özelliği ve geçici bir süreç değil. Kapitalizm, eğitim­ den sağlığa, emekliliğe yaşamın değişik a-


halk inisiyatifleri ü z e r in e _ lanlarını metalaştırırken, bu alanları da homojenleştirme eğilimleri günümüz ka­ doğrudan sınıf çatışmasının alanı hâline pitalizminde iç içe işliyor. Peki sınıf ko­ getirirken, ticarileştirirken, üretimi işçi numlarının doğrudan sınıf bilincine dö-' haklarına karşı “ esnekleştirirken” , sos­ nüşmediğini biliyorsak, sınıfın ve sınıf bi­ yal haklardan “ yalınlaştırırken” çeşitli lincinin bir tarihsel sürecin ürünü oldu­ mücadelelerin birleşik bir strateji üze­ ğunu biliyorsak, maddi yaşam koşulları i­ rinden eklemlenmesinin nesnel zeminini le bunun bu koşulları yaşayanlarca an­ de yaratıyor. Bu nesnel zemin üzerinden lamlandırılması arasında uyumsuzluk so­ hareket edebiliriz. Yaşananların kapita­ rununu şematikliğe düşmeden (kendi i­ lizm açısından tarihsel bir kriz olması, çin sınıf/kendinde sınıf ayrımı ya da yan­ krizin çözümü adına neoliberal bir hege- lış bilinç olarak ekonomik bilinç/siyasimonik proje olarak sunulmuş olması göz devrimci bilinç şemalarını kastediyo­ önüne alındığında, sosyalist projenin o- rum) nasıl çözebiliriz? İşte tam da bu anaklılığı her zamankinden çoktur diye­ noktada, dayanışma ve gündelik direniş­ biliriz. Çeşitli inisiyatif ve öz örgütlen­ ler; ortak faaliyet, etkileşim ve deneyim­ melerin, mücadelelerin, kapitalizmle ler olarak toplumsal dönüşüm bilincinin mücadele içinde birleşik bir sınıf strate- ya da dönüştürücü/devrimci bir güç ola­ isinin parçası olarak kurgulanabilmesi, rak sınıf bilincinin oluşmasında etkin bir farklı eklemlenmelerin sağlanabilmesi ve işleve sahip olabilir. Bu nokta oldukça ö­ toplumsal dayanışma içinde ortak müca­ nemli bir noktadır. Ayrıca maddi yaşam dele içinde yer alabilmesi gerektiği yazı­ deneyimini edinmede aracılık eden kül­ nın sonunda vurgulanacak. türel kodlar içinde, dayanışma, adalet, Ancak metalaşma, proleterleşme, ta- hakkaniyet ve onur önem taşıyor. Sorun şeronlaşma gibi ya da tüm bunların ya­ bu anlamda bir “ yanlış bilinç” sorunu rattığı eşitsizlik, adaletsizlik ve üretim değildir. Halkın gündelik bilincindeki a-, sürecindeki toplumsal ilişkilerdeki ya­ dalet bilinci ve dayanışma bilinci, tutarlı bancılaşma gibi “ üzerinden yürüyeceği­ bir ideoloji ve değerler bütünlüğü içinde miz” süreçleri kabaca bilmek yeterli de­ dayanışma, kolektif direniş ve deneyim­ ğil, bunların insanlar tarafından algılanışı, lerle “ mücadele” bilincine dönüştürüle­ bilince çıkarılışı ve sınıfın ve sınıf bilinci­ bilir. nin oluşması sürecinde etken olan dene­ Dünyada şimdilik stratejisiz ve parça­ yimler, gelenekler, iktidar ilişkileri ve lı da olsa, kapitalizme ve küreselleşme değerler sistemlerinin politik projeler soygununa yönelik tepkileri, neoliberal hayata geçirilirken farkına varılması ö­ reformlara karşı artan hoşnutsuzluğu ve nemli. İktidar ufkunun yitimi ve toplum­ mücadeleleri, uluslararası gelişmeleri de sal dönüşüm fikrinin reddi, toplumsal bu düzeyde yorumlamak gerekiyor. Bu çürüme ve bireysel öfkelere dönüşen parçalılığın önemli boyutu emek hare­ toplumsal tepkiler, medyanın hızlı ve ketleri ile toplumsal hareketler arasın­ yaygın etki gücünden etkilenen davranış daki ciddi kopukluktur ve bu kopuklu­ ve bilinçler, kapitalist rekabeti içselleşti­ ğun pek çok nedeni vardır. “ Dayanışma” ren bireyler günümüzün gerçekliğidir. tasarımının bu anlamda ikinci bir boyu­ Farklılıklar yaratma, parçalama ve

tu, ulusal ve uluslararası ölçekte artık 57


— yol homojen bir bütün olmayan işçi sınıfının sendikalarda olduğu kadar değişik siya­ sal ve toplumsal hareketlerde bulunan gücü açığa çıkaracak bir şekilde ulusal ve uluslararası ortak mücadelelerin zemini­ ni örmesidir. Bir süreç olarak dayanışma sınıfiçi farklılıkları görmezden gelmeyi değil, aşma çabasını ifade etmektedir. Bu çaba, farklılıkları bastırmak yerine dahil etmek stratejisinden yararlanarak bir a­ maç birliği yaratarak güç kazanmak, stratejik mücadeleye yönelebilmek anla­ mına gelmektedir.

A. KRİZ, DÖNÜŞÜM, HEGEMONYA Kapitalizm b ir dünya sistemi ve 1970’lerden beri yaşadığı kriz, ileri ka­ pitalist ülkeleri ve daha farklı bir biçim­ de geri kapitalist ülkeleri dönüştürü­ yor. Kar oranlarının düşmesi ve serma­ yenin yeniden üretiminin tıkanması ile ilgili yapısal krizler temelde aşırı birikim sorunundan doğar ve sadece ekonomik alandaki değişimlerle aşılabilecek buna­ lımlar değildirler. Kapitalizmin yaşadığı tarihsel kriz, hem üretimin maddi ve kurumsal yapısını hem de ekonomik ve toplumsal güç ilişkilerinin yeniden be­ lirlenmesini gerektiriyor. Sadece üre­ tim ilişkileri değişmekle kalmıyor, bu i­ lişkileri düzenleyen toplumsal kurumlar ve kurallar değişiyor, bununla birlikte görevi sınıflar arası çatışmaları kontrol altında tutm ak olan devletin rolü de değişiyor. Sermayenin ekonomik ve si­ yasi iktidarı ile siyasal ve ideolojik he­ gemonyasını garanti altına almaya dö­ nük stratejiler gündeme geliyor. Em­ peryalist savaşlarla ve zor gücü ile kon­ sensüs yaratmaktan, yasal düzenleme­

__ 58

lerden, “ terörle mücadele” den “ yok­ sullukla mücadele” ve “ iyi yönetişim” yaklaşımlarına kadar krizin çözümü için çok boyutlu bir “ strateji” ile karşı karşıyayız. Tabi tüm bu stratejiler yine sı­ nıflar arası'mücadelenin içinde şekille­ nip, değişik söylemlerle kendini ifade e­ derek varoluyor. K rizler sermaye b iri­ kiminin ve sınıflar mücadelesinin ara­ sındaki tarihsel ilişki içinde tanımlanır­ ken, kriz koşullarından yaralanarak, sermayenin emek üzerindeki egemenli­ ğini nasıl yeniden ürettiği önem kazanı­ yor. Burada vurgulamaya çalıştığım, kapi­ talist toplumsal formasyonlarda bugün yaşanmakta olan uzun süreli dönüşü­ mün yalnızca teknik iş süreci ve ekono­ mik güç ilişkileri ile sınırlı kalmayacağı­ dır. Dayanışma, öz örgütlenme ve halk inisiyatiflerinin önemi, sosyalist paradig­ ma ve toplumsal demokrasi açısından önemi yanında, bu tespitten kaynakla­ nır. Üretim noktasından başlayıp, tüm ekonomik, toplumsal, siyasal ve ideolo­ jik yeniden üretim süreçlerine kadar u­ zanan ve kapitalist güç ilişkilerini tü ­ müyle sermaye lehine belirlemeyi he­ defleyen küresel “ reform ları” ve kont­ rol mekanizmalarını doğru teşhis etmek gerekiyor. Bir önemli nokta da, sisteme karşı mücadele ve direnişleri küçümse­ memek. Krizdeki kapitalist toplumsal işleyişin kırılgan ekonomiler, savaşlar ve yoksullaştırmalarla var olduğunu, buna yönelik tepkilerin şimdiden önemli bo­ yutlarda olduğunu görmek gerekiyor. 2 Türkiye açısından toplumsal formasyo­ nun yeniden üretimi anlamında krizin a­ şılamadığını söyleyebilirsek, aşağıdaki kısım bir anlamda bunun yarattığı ola­ naklar üzerinden okunabilir.


halk inisiyatifleri üzerine__

Üç FARKLI DÜZLEM

tiyaçlarının karşılanması diye kabaca ta­ nımlayabiliriz) sermaye eşitsizlik yaratı­ yor, temel ihtiyaçları dahi sağlayamıyor s ve bu alanda hegemonyasını sarsacak çelişkiler yaratıyor. Oysa sosyalizmin varlığı ve güçlü sınıf mücadeleleri ile ka­ pitalizm bir ölçüde “ sosyalleşmişti” , sos­ yal refah devleti uygulamaları mümkün olabilmişti. Sosyal refah devleti en genel hatlarıyla piyasa ekonomisinin üretmiş olduğu toplumsal ve siyasal gerilimleri yumuşatma ve kontrol altında tutma ih­ tiyacından doğmuştu diyebiliriz. Daha genel bir düzeyde.düşünüldüğünde sos­ yal devleti, modernité olarak nitelediği­ miz son iki yüz yıllık ekonomik ve sosyal dönüşümler neticesinde şekillenen bir yönetim tarzı, devlet ve toplum arasında özel bir ilişki biçimi olarak yorumlamak mümkündür. (N. Özbek, 2002)

Mücadeleler artık anti-faşist duyarlı­ lıklar temelinde değil eskisinden farklı zeminlerden olacak derken, yerellerde yaşanan tüm “ sorunlar” üzerinden değil, yaygınlaşabilecek ve kapitalist işleyiş açı­ sından yapısal ve dönüştürücü etkisi yüksek noktalardan ilerlemek gerekiyor. Yaşadığımız toplumsal dönüşümü ve ka­ pitalist ilişkilerin özelliklerini toplumsal yeniden üretim alanında, üretim alanın­ da ve siyasal ve ideolojik alanda olmak üzere üç farklı kategoriye ayırabiliriz. Bu üç alandaki mücadele toplumsal formas­ yonun bütünlüğü açısından bir arada ele alınabilir. Ancak toplumsal yeniden üre­ tim alanı ve emek üzerindeki üretimde­ ki kontrol alanı mücadelenin nesnel ze­ mini ve politikanın içeriğini, son olarak siyasi ve ideolojik hegemonya alanı da Günümüze gelindiğinde ise yeni-libesermaye söyleminin deşifre edilmesi ve ral politikalar denen politikalar aracılığı karşı politika ve söylemler üretilmesi a­ ile devletlerin sosyal görevlerini bir bir çısından önemli bir düzey olarak karşı­ terk ettikleri, yaşamın tüm alanlarının mıza çıkıyor. piyasanın kar alanı ve denetimine bırakıl­ I. Toplum sal Yeniden Ü re tim ve makta olduğu biliniyor. Eğitim, sağlık, iş Emeğin Yeniden Ü re tim i Alanı: güvencesi, emeklilik hakları gibi haklar Metalaşm a, Piyasalaşma, Ticarileş­ yavaş yavaş bir hak olmaktan çıkıp, pa­ tirm e ve Maddi Yaşam P ratikleri rayla satın alınan şeyler haline geliyor. Sermayenin toplam döngüsünün hız­ Emeğin olduğu kadar toplumsal yaşa­ landırılması ve genişletilmesi krizden çı­ mın da bir bütün olarak sermayenin ger­ kış için gerekli. Farklı kar alanlarının ya­ çek egemenliğine tabi hale gelmesi (pro­ ratılması adına özelleştirme, piyasalaştırleterleşme, finanslaşma, metalaşma); e­ ma ve mevcut “ karsız” çalışan devlet meğin, kamusal alanın ve devletin sosyal hizmetlerinin ticarileştirilmesi süreci de­ vam ediyor. Bu süreçte ticarileşme, me­ boyutlarından arındırılması (toplumsal talaşma, devletin eğitim ve sağlık gibi dışlanma, ticarileşme, küçük devlet) ser­ sosyal hizmetlerden çekilmesi yaşamın maye birikiminin yayılmacı eğilimini ifade tüm alanlarını sınıf çatışmasının alanı ha­ eden bir emperyalist stratejinin unsurla­ line getiriyor ve adaletsizlikleri, eşitsiz­ rıdır. (M. Özuğurlu, 2003) Makroekonomik düzlemden baktığı­ likleri arttırıyor. Yani toplumsal yeniden üretim sağlanırken (insanların temel ih­ mızda ise ekonomik krizler sermayenin

59 —


— y o l---------------------------------------------emeği yoksullaştırması üzerinden aşılı­ yor, uluslararası finansal sermaye akışla­ rı ve borç ödemelerine giden vergiler ü­ zerinden doğrudan bir sömürü meka­ nizması kuruluyor. Tarımda önemli bo­ yutlarda yaşanan ve tarımsal sübvansi­ yonların kesilmesiyle artacak olan bir mülksüzleşme dalgası yaşanmaktadır. Meta dışı geçimlik hizmet üretiminden kopma, üretim araçlarının mülkiyetin­ den kopma ve proleterleşme yaşanmak­ tadır. İhtiyaç maddelerine ulaşma koşul­ ları doğrudan nakit paraya bağlı hale gel­ mektedir. jşsiziik yapısaldır. Kapitalizm­ de eşitsiz gelişme kaynaklı varoşlaşma süreci, kamu reformu ile azalmayıp arta­ caktır. Gecekondulaşmanın ticarileşmesi ve işgal usulü gecekondulaşmanın sona ermesi, yeni alanların kalmaması ve ma­ liyetinin artması neticesinde gecekondu­ laşma eskisi kadar yoksullara kaynak ak­ tarımı anlamına gelmemektedir. Günde­ lik yaşamla ilişki artan ölçüde nakit para bağıyla kurulur hale gelmiştir. Tüm bu süreçler ailelerin ayakta kalma stratejile­ rini zorlaştırmakta, köyden yardım, aile dayanışması, geç evlenme, eve iş alma, kadınların ve çocukların çalıştırılmaya başlanmasına rağmen gittikçe imkansız­ laşmaktadır. (A. Buğra, 2001) “ Yoksullaşma; 20. yüzyılın ikinci yarı­ sındaki evrimsel eğilimi adlandıracak da­ ha iyi bir terim yoktur. Günümüz mega kentlerine yığılan, düzensiz, güvencesiz çalışan ya da işsiz kesimlerin dünyadaki oranı yirminci yüzyılın ikinci yarısında kentsel nüfusun dörtte birinin altından, yarısından fazlasına ulaşmıştır ve yoksul­ laşma olgusu gelişmiş merkezlerin kenk dilerinde de önemli ölçekte yeniden o r­ taya çıkmaktadır.” (S. Amin, 2004) Bu konumdaki kentsel nüfus yarım yüzyıl i­

__ 60

çinde çeyrek milyardan daha düşük bir rakamdan bir buçuk milyar insana tır­ manmış, ekonomik gelişme, nüfus artışı ya da kentleşme sürecini karakterize e­ den hızları aşan bir büyüme hızı kaydet­ miştir. Bu gelişmeler, dünyadaki müca­ deleler açısından mutlaka göz önüne al­ mamız gereken bir gerçekliktir. Kapitalizm ve yerel y ö n etim ler Kapitalizmde yerel yönetimler eme­ ğin ve sermayenin yeniden üretimini üstlenirler ve eşitsiz gelişmenin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Bunlardan “ emek gücünün yeniden üretimine yö­ nelik hizmetler” sermayenin krizi ve kar oranlarının düşmesi İİe birlikte 1980’lerden sonra yavaş yavaş terkedilmiş, tüm dünyada sermayenin yeniden üretilmesi­ ne yönelik belediye hizmetleri öne çı­ kartılmaya başlamıştır. Ayrıca yerel çe­ lişki ve geriiimleri önleyecek, düzenin meşruiyetini devam ettirecek çeşitli ka­ tılım mekanizmaları ve yardımlar (kent­ sel rant dağıtımı, siyasal İslam ve sosyal yardımlaşma kurumu başta olmak üzere yoksullara yardımlar, kat çıkma ve imar izinleri, ...) ile kendini meşrulaştıran klientalist bir yerel yönetimler sistemi ön plana çıkmıştır. Sermayenin yeniden ü­ retimi, rant mekanizmaları, arsa-konut spekülasyonları, gecekondu mafyası, tu ­ rizm bölgelerindeki rant paylaşımları ü­ zerinden şekillendiği ölçüde yerel yöne­ tim ler de sermayenin bu kesimlerinin kesin hakimiyetine girmiştir. Elektrik, su, temizlik, ulaşım gibi alanlarda özel­ leştirmeler gündeme gelir. Esnek üretim ve dışa açık sermaye birikimine dayalı e­ konomik modelde belediyelerin ve ye­ rel devletin dönüşümü oldukça önemli­ dir. A rtık emeğin yeniden üretimi, işsiz­ lik ve esnek çalışma, sistemin yapısal bir


halk inisiyatifleri üzerine__ parçası olduğu için eskisi kadar gündem­ de değildir. Özellikle metropoliten kentlerden başlayarak (İstanbul, Ankara, İzmir, Bur­ sa gibi) belediyeler piyasacı bir mantığa yönelmiş, ulaşım, çöp toplama, ve ben­ zeri hizmetleri sağlamada kendi birimle­ rinden çok özel sektörü kullanmaya yö­ nelmişlerdir, emeğin sosyal haklarını bu­ damalardır. Bunun yanında belediyele­ rin kendi bünyelerinde şirketler kurarak bu şirketlere çeşitli işleri devretmeleri yaygın bir strateji haline gelmiş, bu fir­ malar aracılığıyla belediyeler şirket ve kar mantığı ile çalışmaya yönelirken bir yandan hem merkezi yönetimin hem de halkın denetiminden kaçmayı hedefle­ mişlerdir. Belediye borçları yerel yöne­ timlerin özellikle büyük sermaye ve u­ luslararası sermayeye olan ilişkilerini bağımlılıklarını arttırmıştır. Yeni “ kamu reformu” yasasının geçmesiyle, kapita­ lizmde eşitsiz gelişmenin bir sonucu o­ lan varoşlaşmanın artacağı söylenebilir. Daha önceki dönemlerde işlevsel bir işbölümü içinde olan kentler ve yerel yönetimler modelinden yarışmacı bir kent ve yerel devlet modeline geçilmek­ tedir. Devletin vurgusu, ekonomik alan­ da merkezi ölçekten yerel ölçeğe doğru bir kayma göstermektedir. A rtık dünya ekonomisine eklemlenmek için yarışan kentler, Denizli, Antep, İstanbul örnek­ lerinde görüldüğü gibi bu tip piyasacı ve sermayedarları destekleyen bir beledi­ yecilik anlayışı öne çıkmaktadır. Yerel girişimcilerin liderliğinde, ulus devletle­ rin daha az müdahaleci hale gelmeleri fırsat bilinerek yerel birimler uluslarara­ sı işbölümünde daha iyi bir konum edin­ meye çalışmaktadırlar. Kentin altyapısıy­ la, üretim ve hizmet işlevli binalarıyla bir

sermaye birikimi olması süreci derinle­ şir. Rant merkezli kentsel gelişme anla­ yışı daha da gelişmiştir. Sermaye ve STK’îarı da içeren çok aktörlü bir devlet yönetimine geçilmekte olduğu söylemi (yönetişim vb. kavramlar ile yapılmakta­ dır) gerçekte STK’lar olarak sermayenin örgütlerini (sanayi odaları, ticaret odala­ rı vb.) içermekte ve toplumsal değişim i­ çin mücadele eden toplumsal-siyasal halk örgütlerini içermemekte, emekçile­ ri dışlamaktadır. Şirketlerin çevreyi kir­ letmeleri, kentsel eşitsizlikler ve eşitsiz gelişme kaynaklı sorunlara karşı çıkmak her zamankinden daha güncel ve müm­ kündür. Bu bölümün sonucu olarak söyler­ sek, “ Sermaye bütünsel hegemonyasının sosyal evrenini inşa ettiği ölçüde, yaşa­ mın her alanı sınıf çatışmasının alanı ha­ line gelmektedir” (F. Ercan, 2002) Top­ lumsal yeniden üretimi sağlayamayan “ sermaye hegemonyasını” bu alandan deşifre etmek, parçalamak mümkün. Tüm bu yukarıda sayılanlar toplumsal dönüşüm, toplumsal demokrasi, adalet, eşitlik ve dayanışma temelinde mücade­ le edecek, hayatın değişik alanlarında bütünlüklü bir zeminde çalışmalar yapan siyasal-toplumsal halk örgütlenmelerinin önemini ve gerekliliğini arttırmaktadır. Devletin sosyal ve ekonomik olarak bo­ şalttığı alanları, işsizlik, yoksulluk ve sö­ mürüye karşı toplumsal dayanışma ve direniş anlayışı ile doldurmak önem ka­ zanıyor. Halkın hem ayakta kalmasını kolaylaştıran, gündelik sorunların üze­ rinden atlamayan hem de geleceğine sa­ hip çıkmasında önemli olacak kurumlar; halk meclisleri yaratılabilir. Yoksulluğa karşı parasız eğitim ve sağlık talebi, işsiz­ liğe karşı herkese gelir getirici bir iş ev-

61


— yol rense! talepleri, doğrudan demokrasi ve halk dayanışması yaklaşımları güncelleş­ miş durumda. Dayanışma, kooperatifleş­ me, kolektif üretim ve tüketim organi­ zasyonları gibi olanaklar bu taleplerin sa­ vunusuna anlam katar, hedefi somutlaş­ tırır, piyasa ideolojisinin üzerinde, insa­ nın ekonomiyi belirleyebileceğinin ö r­ neklerini sunar. Piyasa ideolojisine karşı emeğin politik ekonomisi bizzat emeğin denetiminde olacağına göre bunun mümkün olduğunu gösterebilir. 2. Serm ayenin E m ek Ü zerindeki Kontrolü: Taşeronlaşm a, İşsizlik, Esnek-Yalın Ü re tim Üretimde kapsamlı ve niteliksel dö­ nüşümlere yol açan bilimsel-teknik sü­ reçlerin (m ikroelektronik ve enformas­ yon teknolojileri) kullanılmasına daya­ nan esnek üretim sistemleri iş akışkanlı­ ğı, emek yoğunluğu ve üretkenliği arttı­ rılarak emek sömürüsü artırılırken, ser­ mayenin emek üzerindeki kontrolü de arttırılmış oluyor. Ö te yandan “ emeğin organik bileşimi” de değişmekte, sınıf içi hiyerarşi ve farklılaşmaların önü açıl­ maktadır. Yalın üretim sistemine yasla­ nan mikro-ekonom ik rasyonel (firma te­ melinde kar ve rekabet edebilirlik) bir bütün olarak toplumsal yaşam alanları ü­ zerinde büyük bir ideolojik tahakküm kurmuştur, her şey ve herkes hız ve ü­ retkenlik temelinde yargılanabilmekte, bu hız ve üretkenliğin ihtiyaçlarına uyum gösteremeyenler bir safra olarak dam­ galanarak kamusal alandan dışlanmakta­ dır. Bilgi yoğun teknolojiler ve nitelikli e­ meğe ihtiyaç duyulan hizmet sektörleri için “ bilgi toplumu” söylemi ile nitelikli emek sermayenin hizmetine koşulmak­ tadır. Sadece “ niteliksiz” emek değil tüm emek türleri haklarından koparılmış bir

__ 62

şekilde yalın üretimin tehdidi altındadır. Ayrıca üretimin küresel ölçekte ye­ niden sermaye lehine örgütlenmesini sağlayan yeni bir uluslararası işbölümü yapısı da oluşturulmaktadır. “ Uluslarara­ sı entegrasyon biçiminin” bu anlamda değiştiğini söyleyebiliriz. (M. Türkay, 2003) Çokuluslu şirketlerin ucuz ve kontrol edilebilir emeğe dönük arayışla­ rı doğrultusunda üretim, emeğin ucuz ve örgütsüz olduğu ülkelere doğru kay­ dırılmakta. Dev şirketler çevre ülkeler­ de kurdukları tesisler, ticari bağlar, fa­ son ağları aracılığı ile hem üretimin ma­ liyetlerinden tasarruf etmekte hem de üretimden ve pazar koşullarından doğan tüm riskleri yerel üretim birimlerine ak­ tarabilmektedir. Genişleyen ve karmaşıklaşan sınıf mücadelesi alanı Tüm dünyada ve başta Türkiye gibi ülkelerde çalışma biçimleri açısından ba­ kıldığında, düzenli bir çalışma sisteminin yanı sıra, part-time, geçici, mevsimlik ça­ lışma, evde çalışma, uzaktan çalışma gibi yeni düzensiz çalışma biçimlerinin hızla arttığı gözleniyor. Buna karşılık, Türkiye gibi ülkelerde, taşeronlaştırma yoluyla geçici, sözleşmeli veya mevsimlik işçilik­ te önemli bir artış gözleniyor. Yine teks­ til, kimya, gıda gibi emek yoğun sektör­ lerde “ evde çalışma” sistemi önemli bir gelişme kaydediyor. Teknik geliştikçe günümüzdeki kapi­ talist üretimde “ canlı emeğin” payı git­ tikçe azalıyor, işsizliğin ya da “ nispi artı nüfusun” artmasının temel nedeni ola­ rak bunu gösterebiliriz. Sanayide çalışan nüfus azalırken, günümüzün mega kent­ lerinde düzensiz çalışma gittikçe kural haline geliyor, hizmet sektörü genişli-


halk inisiyatifleri üzerine__ yor. Ancak hizmet sektöründeki bu ge­ nişleme, genel olarak işsizliğin yapısallaş­ masını engellemiyor. İşsizlik veya “ fazla nüfus” Marx’ın ifadesindeki “ yedek sa­ nayi ordusu” boyutlarını çoktan aşmış­ tır. (Önemli veriler için, bkz. S. Amin, 2004) Tüm bu açılardan bakıldığında ücret­ li çalışan sayısında yaygınlaşma olsa bile, yoksullaşma, sosyal harcamaların kısıl­ ması, işsizlik ve düzensiz çalışmanın çok yaygınlaşması, taşeronlaşma ve bunların hepsinin yarattığı kentsel bölünmeler ve toplumsal dışlanma, sınıfın topyekün ve hızlı davranmasında sorunlar yaratmak­ tadır. Sendikalardan partilere kadar cid­ di bir dağılma etkisi yaratan bu süreçte parçalanmaların üstünden atlamayacak ama birleşik bir mücadeleyi hedefleyen yeni tarz örgütlenmelere, sendikal anla­ yışlara olan ihtiyaç artıyor. İşçi sınıfının işyerinde ve mahalleler, semtler gibi ya­ şam alanlarında, aynı saldırı politikasının iki ayrı yüzü olarak yüz yüze kaldığı uy­ gulamalara karşı bütünsel mücadelesinin geliştirilmesi sorumluluğu ortaya çıkı­ yor. Marx’ın kapitalizmin gelişim sürecin­ de ifade ettiği gibi işçi mücadelesinin dö­ nüm noktalarından biri, kapitalistin işçi­ leri verimlilik/artı değer arttırımı ve kontrol adına fabrika diye adlandırdığı­ mız mekanda toplamaya zorlamasıdır. Bu süreç kontrol adına yapılmış ama do­ ğal olarak kolektif direniş olanaklarını da yaratarak yirminci yüzyıl boyunca emek­ çilerin uyguladığı stratejinin bir ayağını oluşturmuştur. Üretimin mekansal an­ lamda dağıtılması ve yarı-zamanlı çalış­ malar burjuvazi açısından bir karşı stra­ tejiydi. Ancak yeni koşullar da yeni mü­ cadele biçimlerini yaratacaktır. Ne dev­

rimci düşünce sadece bir mekan teorisi­ dir ne de herhangi bir mekan teorisini devrimci düşüncenin reddetme gibi bir -, lüksü vardır. “ Önce fabrikaları örgütle­ mek lazım, siz yanlış yapıyorsunuz” de­ mek bu yeni mekan stratejisine yanıt üretememek anlamına gelir. Devrimci mücadele, her mekansal düzeyden ba­ ğımsız olarak, sınıfsal mücadeleyi yeni­ den üreten, “ kimliği” oluşturan-kuran eylemliliktir. İşçi sınıfının en hareketli kesimlerini barındıran varoşlar bu an­ lamda önemlidir. İşyerlerinde ve mahallerde geliştirile­ cek bütünlüklü mücadelelerin, gelenek­ sel sendikal örgütlenmelerle yapılama­ yan eğitim, hakları konusunda bilgilen­ me, dayanışma, doğrudan eylem ve hak alma etkinliklerinin önemi artmaktadır. Halk inisiyatifleri; işçi ve işsiz komiteleri, işçi bilgilenme ve dayanışma komisyon­ ları ile bu alandaki boşluğu doldurabilir­ ler. Yoksulluk ve işsizliğe karşı dayanış­ malar işçi-işsiz birlikteliklerine kapı aça­ bilir. Ulusal ve uluslararası ölçekte ger­ çekleşen sermaye sömürüsü, finansal krizler, vergi-faiz ilişkileri üzerinden ger­ çekleşen sömürüler üzerine bilgilenme­ ler yapılabilmektedir. Kayıtsız çalışanla­ rın hakları birlikte davranılarak alınabil­ mekte, işyeri koşullarına müdahaleler geliştirilebilmektedir. 3 “ İşçi sınıfı mı, va­ roşlar mı” ikilemi bu anlamda geçerli bir ikilem olarak karşımıza çıkmıyor, bunlar birbirini dışlayan mücadeleler olmadıkla­ rı gibi, her yerelin ayrı bir dinamiği ola­ bilir. Güçlü mahalle örgütlenmeleri ara­ cılığı ile, üretim atölyeleri ve fabrikalara ulaşılabilir. 3. Siyasal ve İdeolojik Hegem onya: Piyasa İdeolojisi, Bilgi Toplum u, Y önetişim , Ç o kkü ltü rlü lü k, Y ok-

63 ----


— yol sullukla Mücadele Söylemi Devletin iyi bildiğimiz zor uygulama­ ları, baskılar, soruşturmalar, hak gaspla­ rı, cezaevlerinde açık şiddet şeklinde ge­ lişen uygulamaları yanında söylemsel ve ideolojik yaklaşımları da ele almak gere­ kiyor. Son dönemlerde “ yoksullukla mücadele” raporları Dünya Bankası ta­ rafından yayınlanıyor. Bu sorunun dünya çapında güncelleşmesinin gerçek sebebi sadece yoksulların çoğalması değildir, yoksulları da içerir tarzda sınıf temelli e­ şitsizlikleri meşrulaştıran faktörlerin za­ yıflamasıdır. Yani sermaye çevreleri kendilerini artık eskisi kadar kolay bir şekilde meşru gösteremedikleri için yoksulluk karşıtı “ yardımlar” söylemini benimsemektedirler. Yine Dünya Ban­ kası, sürece “ sosyal riskin azaltılması” ü­ zerinden bakmaktadır, yani toplumsal tepkilerin önüne geçmek istedikleri söy­ lenebilir. Türkiye’de bu açıdan Dünya Bankası’nın çizdiği rotada ilerlenmektedir, yoksullukla mücadele programları­ nın özü, emekçi sınıflar içindeki farklılık­ ların temel alınması, farklılıkları yeniden üreten politik araçların devreye sokul­ masıdır. Bu stratejinin ön koşulu da sı­ nıfsa! koruma esasına dayalı sosyal koru­ ma sisteminin tasfiye edilmesidir. Farklı­ lıkları gözetmeden herkese eşit olanak­ lar değil, “ işgücü piyasasında bireysel pa­ zarlık gücüne sahip olanlar ve olmayan­ lar” şeklinde genel bir tasnif yapıldıktan ya da “ düşkünler-düşkün olmayanlar” diye ayrıldıktan sonra “ düşkünler nasıl piyasaya kazandırılır” sorusu sorulmak­ tadır. Sınıfsal koruma kavramı ortadan kaldırılmaktadır. Sendikalar, SSK, Sosyal Yardımlaşma Vakfı gibi toplumsal daya■' nışma kurumlan bu süreçte yeni bir strateji ile işlevlendirilmektedir. Medya­ __ 64

nın gücü bu söylemlerin etkisini a rttır­ maktadır. M ikro-K redi, yardım ve burslar Yardımlar, mikro-kredi adı altında verilen krediler, çok az olmakla birlikte piyasaya tutunmaktan başka çözüm yok anlayışını ve ideolojisini yaygınlaştırıyor. Sorunlarını çözmek için toplumsal daya­ nışma, yardımlaşma ve hak arama yön­ temleri ve örgütlülükleri geliştirmek ye­ rine halkın böyle bireysel kurtuluşlar i­ çin sürekli fırsat kollayan “garibanlar” haline gelmesine neden olunuyor. Top­ lumsal dönüşümü hedeflemeyen, ekonomik-politik-demokratik mücadeleleri birleştirmeden yapılan, mikro girişim ve kendi kendine yardım ve dayanışma, za­ manla zengin sınıfların devletten edin­ dikleri kaynaklardan, emeğin sömürü­ sünden, vergilerden, ödenen faizlerden ve özelleştirme soygunlarından, ticari­ leştirme ve yolsuzluklarla edinilen kay­ naklardan yoksulları uzaklaştırıp, yoksul­ ların kendi kendilerini sömürmesine ve­ ya küçük girişimlerle kendi kendileriyle yarışmasına neden oluyor. (Bolivya, Şili, Brezilya ve El Salvador üzerine yapılan incelemeler için J. Petras’ın kitabına ba­ kılabilir.) Okullardaki hatta günümüzde dershanelere kadar uzanan burs sistem­ leri de “ nitelikli” emeğin sermayenin hizmetine koşulmasını ve burs kazana­ mayanların kendilerini suçlu hissetmesi­ ni sağlayabiliyor. Yoksulluk Türkiye’de aynı zamanda bir garibanlık, kenara itil­ mişlik duygusu olarak, bir hissetme yapı­ sı olarak da yaşanıyor. (N. Erdoğan, 2002) Türk Eğitim Vakfı gibi sermayenin kuruluşları, aslında hem kendilerini hem de sistemi meşrulaştırmaktalar. Beledi­ ye yardımları ve Denizfeneri Derneği gi­ bi kuruluşların yardımları hatta gazetele­


halk inisiyatifleri üzerine__ rin toplumsal eşitsizlikleri ve barınma hakkını dile getirmeden depremlerden sonra açtıkları yardım kampanyaları bu mantığın çeşitli boyutlarıdır. Fark siyaseti, kim lik siyaseti, çokkültürlülük, poştm odernite Çokkültürlülük, sivil toplum örgütle­ ri ve iyi yönetişim söylemleri sermaye çevrelerince çok dile getiriliyor. CHP ve AKP’nin söyleminde, K ürt hareketinin ve Alevi derneklerinin söylemlerinde yer alıyor. Sanıldığı gibi çokkültürlülük söylemini ve postmodernizmi sadece bir söylem olarak, bir karşı propaganda olarak görmemek gerekiyor. Bu söylem bir gerçekliğe denk düşüyor. Kapitalist gelişmenin yarattığı gerçek krizlere yanıt olarak ve sadece ideolojik söylemsel ol­ mayan tepkiler olarak modernité sorgu­ lanmakta. Kapitalist gelişmenin ekolojik, sosyal politik sonuçlarına tepkiler olarak yorumlayabiliriz “ yerelcilik” ve “ çokkül­ türlülük” söylemlerini. Sosyalizmin yıkıl­ ması ile kapitalizmin yarattığı yanılsama­ lar sorgulanabiliyor ve kapitalizm tepki­ leri içererek genişliyor. Ayrıca, kapita­ lizm salt bir Batı sistemi değil günümüz­ de. Kapitalizm Avrupamerkezli olmak­ tan çıkıp dünyaya yayıldıkça, üretim iliş­ kileri mekansal olarak parçalandıkça bu parçaların kendi eğilimlerini var etmek istemeleri ya da kapitalizmin onları kap­ saması postmodern söylemi küresel ka­ pitalizmin mantığı olarak üretmekte di­ yebiliriz. Yani çokkültürlülük, sivil top­ lumculuk “ kapitalizmi” görmüyor çünkü bizzat kendileri genişleyen ve değişik kültürleri içine katan kapitalist işleyişin kültürel mantığı olarak ortaya çıkıyorlar. Yerellik ve farklılık vurgusu günümüz a­ kademik yazınında ve politikasında öyle çok görülüyor ki. Dünyayı fethe çıkan

bir çokuluslu şirketin reklamından tu ­ tun, ABD ’nin savaş stratejilerine kadar “ kapitalizm” , “ değişik kültürlerle bir a­ rada yaşayalım” yapıyor. Sermayenin söylemi farklılıkları temel alan ve yeni­ den üreten politika araçlarının devreye sokulmasıdır, bu anlayış sınıfları böler, sınıfsal bilinci ve sınıfsal sömürüye karşı bütünsel mücadeleyi imkânsızlaştırır. “ Bir farklılıklar seli içinde yaşıyorsak bu farklılıklar selini anlamamız gereki­ yor, bu seli yaratan sermayenin genişle­ me, farklılaşma ve derinleşme eğilimleri­ dir. Kapitalizmin değdiği noktayı kendi­ ne benzeten işleyişi I970’li yıllarda fark­ lılıklar yaratarak güçlenme biçimini al­ mıştır. Yani farklılıklar keşfedilmeye, da­ hası yaratılmaya başlanmıştır.” (F. Ercan, 2001) Buradan bakarsak postmodernizmin söylemini, farklılıklar söylemini salt bir söylem olarak görmemek gerekiyor. Günümüz kültürü biraz da böyle, bunu kapitalizmi ve küresel ölçekte sömürüyü deşifre eden bir söylemle yanıtlarken, farklılıkları ve değişik baskı-sömürü bi­ çimlerine tepkileri, kapitalist rasyonel­ leşme ve araçsaiiaşmaya tepkileri müca­ delemizin bir zenginliği olarak görebil­ meliyiz. Postmodern düşüncenin parça­ yı bütünden soyutlayan anlayışını red­ detmek parçanın özgünlüğünü reddet­ meye de varmamalıdır. Bu yerelde de­ mokratik halk inisiyatiflerinin önünde duran önemli bir görev olarak karşımıza çıkıyor. Eskiden olduğu gibi Alevi ya da Kürt kimliği doğrudan “ m uhalif değildir. Ka­ dın sorunu, “ iyi yönetişim” stratejileri çerçevesinde sermaye söylemine eklen­ miştir. Toplumsal dönüşümü hedefleyen halkın öz örgütleri değil KAGİDER’den Toplum Merkezleri’ne kadar STÖ’ler bu 6 5 ----


— yol alanı istila etmektedirler. Bu anlamda halk inisiyatiflerinin etnik kimlikler, ka­ dın sorunu ve diğer dinamikleri mücade­ le içinde eklemleyebilmesinin gerekliliği de ortaya çıkmıştır. Hem toplumsal dö­ nüşümü hedefleyen hem de mekan te­ melli farklılıkların özgünlüklerini kabul e­ den yeni bir zemin, yerelde kapitalizmin ideolojisi “ çokkültürlü” liberalizmin ha­ kimiyeti kadar, muhafazakar-milliyetçi güçlerin hakimiyetini de engeller. 4 Şunu aklımızdan çıkarmayalım ki, in­ san deneyimlerinin ve toplumsal müca­ delelerin çoğulluğuna saygı ile, tarihsel nedenselliğin tamamının yok edilmesini birbirine karıştırmamalıyız. Tarihte yal­ nızca çeşitlilik, farklılık, rastlantısallık gö­ rüp, bütünsel yapılar ve süreçlerin man­ tığı görülmezse kapitalizm inkar edile­ mez. “ Bazı farklılıklar farklıdır” , tüm farklılıkları bir araya getirmek, eş-düzeyde görmek kapitalizme karşı bütünsel mücadeleyi gerektiren eşitlik ve özgür­ lük mücadelesini yıpratacaktır. Sermaye­ nin, çokkültürlü liberalizmin fark dediği şey çoğu zaman eşitsizliktir, sömürüden kaynaklanır ya da eşitsizlikleri gizlemek­ tedir. Siyasi o rta m : Sımfsızlaşan siyaset ve despotik b ir proje olarak neoliberalizm ! Siyaset, örgütlenme, toplumsal mü­ cadeleler “ piyasa’ ya tabi kılındıkça, emekçilerin-ve yoksul halk kesimlerinin iradeleşmesinin ve siyasallaşmasının dev­ let kurumlan, geleneksel sendikalar, sosyal sigortalar gibi zeminler üzerinde yükselmesinin imkanları azalıyor. Yeni sermaye birikim modeli ve birikim stra­ tejisi içinde, neoliberalizm emekçilerin sınıfsal temsillerini de içeren bir siyasi ___ 66

zemin yaratmıyor ve siyaseti daraltıyor. 1980 öncesinde kendiliğinden yığın ha­ reketlerinin önünü açan devletçilik-liberalizm ayrımı üzerinden siyaset yapmak mümkündü. Burjuva siyaseti bu anlamda ciddi çelişkiler içermekteydi. (M. Yılmazer, 1997) Günümüzde düzen siyaseti tamamen ekonomiye endekslenmiştir. Kendiliğin­ den yığın hareketlerini besleyen, diri tu ­ tan bu anlamda bir çelişki içermemekte­ dir. Ekonomik ve siyasal alanlar arasında tanımlanan geçici ayrım artık yoktur. Devlet “ hakem devlet” (CHP Programı) “ koordine eden devlet” (AKP Progra­ mı) tanımlamaları üzerinden sosyal yan­ larını terk etmekte, emekçileri piyasa ile karşı karşıya bırakmaktadır. Siyasi yöne­ timler, sendikaları, sosyal dayanışma kurumlarını ve halkın siyasi temsillerini içe­ rerek siyaset yapan bir yerden, dışlaya­ rak siyaset yapan bir yere kaymaktadır. Refah devleti uygulamalarını terk et­ mektedir. A rtık sınıfların uzlaşması üze­ rinden gerçekleşen bir siyaset zemini kalmamaktadır. Gerçekte bu sermaye­ nin yeni siyaset tarzıdır ve meşruluğunu “ iktisadi büyüme” , “ verim lilik” , “ küresel rekabet” ve “güvenlik” gibi kavramlar­ dan sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığın­ da ekonomik-demokratik-siyasi müca­ delelerin iç içe geçirilmesi gerektiği o r­ taya çıkar. Uzun olması pahasına Ahm et Haşim Köse’den bir alıntı yaparsak; “ Geçmişte kamusal alan farklı statü, grup ve sınıflar­ dan oluşan bireylerin farklı taleplerini gerçekleştirebildikleri, bu taleplerini si­ yasal olarak meşrulaştırabildikleri alan­ dır. Yani, kamusal alanın oluşumunda bi­ reylerden toplumsal gruplara, sınıflara geçilir. Bunun içinde eğitim, sağlık, altya-


__________ halk inisiyatifleri üzerine___ pı olanakları gibi kamu hizmetleri ile ça­ lışma ve işçi-işveren ilişkileri gibi tüm anayasal hak alanları mevcuttur. Gele­ neksel anlamıyla siyaset bireyler üzerine değil, farklılaşmış gruplar ve sınıfların toplum senaryoları ve kamusal alana iliş­ kin beklentileri üzerine inşa edilirdi ve bu açıdan dünyanın her yerinde merkez sağ ve merkez soi partilerin söylemleri­ ni ayrıştırmak mümkündü. Ancak, bah­ settiğim gibi, neoliberalizm bu açıdan tüm dünyada siyasal bir kimliksizleşmenin başlangıcını oluşturdu. (...) Oysa gü­ nümüzde kapitalizmin yeni yapılanması içinde yoksul kesimler kamusal alanda sı­ nıfsal bir dinamik olarak temsil edilme­ mekte, sermayenin güdümündeki sivil toplum örgütleri aracılığıyla bir anlamda dilencileştirilmektedir.” (A. Haşim Kö­ se, 2002)

ze bir kitle veya sınıfsal yönelim elimiz­ de yok. Oysa devlet tek bir sınıfın tem­ silcisi haline geliyor, sermaye-devlet iliş­ kilerinin aldığı biçim devletin diğer sınıf­ lar karşısındaki -en azından görünürde­ ki- “ göreli özerkliğini” zedeliyor. Devlet gitgide daha çok “ zenginlerin devleti” haline geliyor ve başka kesimlere kaynak aktarılamaması süreci ile artık sermaye­ nin egemenliğinin iyice sorgulanmasının zemini ortaya çıkıyor. Kapitalizm artık ideolojik ve kültürel olarak da, ciddi bir proje, yeni bir hayat tarzı ve umut suna­ mıyor. Bu noktada girişte de bir kısmını dile getirdiğimiz bir biçimde, bu koşullar zemininde bütünlüklü mücadelenin önemli adımları olarak “ halk inisiyatifleri ve öz örgütlenmeler açısından neler ya­ pılabilir?” sorusu ortaya çıkıyor.

Kısaca özetlemek gerekirse, gerek B. NASIL BİR YÖNELİM? sınıflar arasındaki gerekse devlet ile top­ Yukarıda sermayenin ekonomik ve lum arasındaki ilişkilerde müzakereye ve temsile dayanan biçimler, yerini dışlama, toplumsal, emek üzerindeki kontrolü ve baskı ve sıkı kontrol biçimlerine bırakı­ siyasal ideolojik egemenliği olarak biryor. Emek örgütleri ve siyasal katılım e- birleriyle iç içe değerlendirilebilecek 3 konomik süreçlerden dışlanıyor. Yığın­ farklı düzlem tanımladık ve yönelimlerin sal siyaset ve uzlaşmaya dayalı sınıf mü­ ipuçlarını verdik. cadelesi politikaları gündemden düşer­ Ancak tek başına çelişkinin derinleş­ ken, sermayeye dayalı özelleşmiş çıkar­ mesi yetmez, aynı zamanda değerler sis­ lar ve kapitalizmi sorgulamayan kimlik­ teminin içselleştirildiği, değiştirme gücüler üzerinden yapılan “ teknokratik” bir .nün farkına varıldığı ve bunun örgütlü siyasetin önü açılıyor. Tek kurtuluşun bir form olarak tanımlandığı koşullar ya­ “ piyasada” , “ ekonomide” olduğu pom­ ratılmalıdır. O bjektif koşullara rağmen palanıyor. Siyasetin meşruluk söylemi sı- toplumsal tepkiler yetersizken, “ devrimi nıfsızlaşan siyaset zemininde “ yoksulluk­ önce kafada kazanmak gerekiyor” anla­ la mücadele” olarak beliriyor. Günü­ yışının ayrı bir önemi var. Sosyalist pro­ müzde maddi yaşam pratiğinin sınıf içe­ je ve alternatiflerimizi üretmemiz gere­ riği gittikçe artan şiddette belirginleştik­ kiyor. İdeolojik “ öncülük” ve tutarlı bir çe, verili siyasi yelpaze içinde cereyan e- dünya görüşü ile toplumsal yaşam alan­ den siyasal mücadele pratikleri sınıfsızla- larından ve gündelik direnişlerden başla­ şıyor, parçalanıyor. Kendiliğinden politi- yan, giderek toplumsal dayanışma aniayı67


__ y o l_____________________________ şıyla mücadeleleri, birleştiren bir ufku yeniden oluşturmaya gerek var. Ancak, bu irade veya öncülüğü toplumsal varo­ luşun dışında, sübjektif olarak tanımla­ mamak gerekmekte. Sadece üretim alanı olarak fabrika-atölyelerde değil, artan çelişkiler alanı o­ larak, toplumsal yeniden üretim alanında kapitalizmin belirleyiciliğinin kırılması kuramsal öngörülerin netleşmesi kadar mücadelelerin geliştirilmesine bağlıdır. Bu genel ifadeden hareketle, kapitalist sosyal ve siyasal yapılanmaya karşı top­ lumsal dönüşümü hedefleyen sınıf bilin­ cinin oluşumu sürecinin ortak pratikler ve gündelik mücadelelerden başlayabile­ ceğini söyleyebiliriz. Yaratıcı ortak ey­ lemler ve kolektivite içinde halk inisiya­ tiflerinde dayanışma ve kolektif direniş bir örgütleyici etkinlik olarak görülebilir. E. P. Thompson’ın uyarısı yerinde görü­ nüyor “ sınıf bir şey değil, ilişkidir” . Sınıf ve sınıf bilinci toplumun dışında soyutla­ malar olarak değil, toplumsal deneyimin içinde oluşan ve tarihsel olarak değişen ilişkiler şeklinde toplumsal deneyimler­ de belirerek oluşmaktadırlar. Kültürel kimlikler, yerel gelenekler, toplumun ortak belleğine yer etmiş olaylar, med­ ya, genel olarak sosyalizmin yıkılmasının yarattığı olumsuzluklar bu oluşumda et­ kilidir. Kimliklerin kuruluşu ve tarihselliği dikkate alınmalıdır. Güncel yaşamın somut ilişkilerinde yeni dayanışmacı ve paylaşımcı kültürel formların oluştürulması aslında insanların etnik kimlikler, kültürler içinde hapsolmalarını, toplum­ sal ve kamusal olanın altını oyan bölün­ meleri engelleyecektir. Eklem lenm e ve sınıf bilinci Biliyoruz ki artık büyük kentlere ye­ ___ 68

ni göç eden kuşaklar artık zamanla fab­ rika işçisi veya düzenli çalışan olmamak­ tadır. Enformel sektörün işleyişi işçi sını­ fı ve kent yoksullarını belli bir yoksulluk düzeyinde eşitlemek yerine çok katman­ lı ve hareketli bir tabakalaşmaya yol aç­ maktadır. (F. Kızıltan, 2003) Yukarıda i­ fade ettiğimiz gibi toplumsal olarak da süreç, bir yönüyle farklılık ve parçalan­ ma sürecidir. Toplumsal parçalanma öy­ le derindir ki, parçalanmayı monolitiktek hedefli yaklaşımlar ve yönelimlerle karşılamanın imkanı yoktur. Ancak tica­ rileşme ve özelleştirme, kapitalist üre­ tim ilişkilerinin yaşamın değişik alanla­ rında var olması anlamına gelmektedir. Bu anlamda bu çeşitli alanlarda dayanış­ ma, yardımlaşma, kolektif direniş biçim­ leri, işsizlik ve yoksulluğa karşı mücade­ leler geliştirilebilir. Kapitalist üretim bi­ çimi değişik alanlara (eğitim, sağlık, e­ meklilik, eğlence, spor, yerel yönetim­ ler...) doğru genişlik/derinleşme gösterdiyse, bu alanlar da adım adım piyasalaştırılıyorsa, yaşamın bu alanları da sınıf çatışmasının alanı haline gelmektedir. Bu nokta parçalanmış, kültürel ve sosyal kimliklere bölünmüş olan emekçi kate­ gorilerinin birleşik bir sınıf stratejisi için­ de eklemlenmesinin nesnel zeminini besleyen neden olarak algılanabilir. (H. Oğuz, 2003) Esnek ve yalın üretim de bu nesnel zemini beslemektedir, çalışan kesimlerin önemli kısmını gündelik ola­ rak acımasız piyasa ilişkileriyle karşı kar­ şıya getirmektedir. Özerk, parçalı ve kültürel olarak bölünmüş yapıların ö­ zerkliklerini kaybetmeden ana strateji bütünlüğü içinde yeniden kurulması mümkündür. Fuat Ercan da, kapitalizmin bütünleş­ tirici mantığının bir parçası olarak hete­


_________ halk inisiyatifleri üzerine___ rojenleştirme eğilimiyle ilgilidir. “ Kapita­ lizm bir yandan daha önce meta ilişkile­ rinin geçerli olduğu belirli mekanlar üze­ rinde süregelen ve keşfedilmemiş olan­ ları yeniden metalaştırırken ya da meta ilişkilerini daha da yoğunlaştırırken diğer yandan farklı mekanlarda süregelen farklılıkları ve yaşam biçimlerini hetero­ jen varoluşlar olarak tüketmek üzere keşfeder. (...) Bu aşamada farklılık ve parçalanma, bütünleşme ve homojenleş­ me eğilimleri bir arada çalışmakta.” Bu anlamda, yerel siyasette basit bir “ ittifaklar” politikası değil, HAREKET ve çok yönlü ETKİ ALANI yaratmak önem kazanmıştır. İdeolojik ve kültürel müca­ dele ve çalışmalarla iç içe geçmiş bir he­ gemonya mücadelesi gereklidir. Kapita­ list ilişkilerin yaygınlaşması bu anlamda olanakları arttırmaktadır. Çalışmalar) ya­ parken halkın inançları ve gündelik bilin­ cinin yadsınması değil bu bilincin anlamlı yönlerinin, dayanışmacı ve paylaşımcı geleneklerin ve gündelik direnişlerin önemsenmesi gerekmektedir. Halkın pra­ tik anlayışında saklı olan potansiyel ola­ rak yaratıcı ilkeleri açığa çıkarmak ve ge­ liştirmek, tutarlı bir felsefe ve dünya gö­ rüşü çimentosu içinde birleştirmek önemlidir. Acziyet duygusuna karşı müca­ dele ve yaratıcılık vurgusu, adalet soru­ nu ve buna karşı zaten halkın gündelik duyarlılıklarında olan adalet vurgusu, onurlu bir yaşam vurgusu önemlidir. (T. Çatar, 2003). Başka bir ifade ile sınıf po­ litikası her zaman kısmen mekan (top­ lumsal ilişkiler alanı - deneyim alanı toplumsal yaşam alanı) politikası da ol­ muştur diyebiliriz. Bu gerçeklikten hare­ ketle devrimci enerjinin artı değer sö­ mürüsü, sınıfsal adaletsizlik, yabancılaş­ ma süreçlerinden oluştuğu ne kadar

gerçekse, diğer bir gerçek de mekanın ve mekana eklenmiş türlü değerin, bu enerjinin, bu süreçlerin anlamlandırılmasmda rol oynadığıdır. Bilinç, insanların günlük eylem ve davranışlarını yönlendiren yaşam ve toplum üzerine görüşleridir diye yo­ rumlandığında, bu bilinç toplumsal ve maddi koşulların doğrudan sadece yan­ sıması değildir, geçmişten gelen değerle­ ri de kapsar. (A. Dirlik, 2001). Deneyi­ min elde edilmesine aracılık eden kültü­ rel kodlar ve toplumsal bellek önemli­ dir. Devrimci bilinç ya da dönüştürücü bir güç olarak sınıf bilinci ise daha geniş bir bilinçlilik kavramının parçası olarak ortaya çıkar. Sınıf bilincinin, devrimci bi­ lincin, bütünlüklü mücadele ve pratikler içinde şekilleneceği gerçeğini göz önün­ de tutmak gerekmektedir. Gruplaşma­ lar ve dayanışma ağları ister istemez oluşabilmektedir, bu ilişkileri evrensel ve eşitlikçi değerlerle, toplumsal dayanışma anlayışı düzeyinde açık bir zemine çek­ mek, toplumsallık haline getirmek önem kazanıyor. Bölgede ya da işyerinde yaratılacak etki alanı aynı zamanda örgütleyici güç­ ler açısından bir eğitim süreci anlamına da gelir. Örgütsel temele dayalı HARE­ KET ve ETKİ ALANI yaratmak, birebir olarak sağlanabilecek dönüşümlerden çok daha etkilidir. Varoşlarda sürekli bir dönüştürme, alternatif kültür, toplumsa! çözülmeye karşı çabalar gerçekleştir­ mek gereklidir. Gündelik yaşama ısrarla girmek, müdahale etmek gerekiyor. Devlet ve sermayeden bağımsız etki alanları, toplumsa! alanlar zamanla kendi­ ne özgü iktidar alanlarına dönüşebilir. Etki aianı yaratmak çok boyutlu bir

69 ----


__ yol mücadeledir. Bu konu üzerine bir pa­ rantez açmak iyi olacak. Örneğin bu an­ lamda etkin uzlaşma ve ortak anlayış ya­ ratmak, farklı taleplerin özü karşılanacak şekilde yapılabilir ve dönüştürücü etkisi büyüktür. Genelde yapılan hata değişik kimlikleri sabitlemektir. “ Buradaki Sünni kesim gericidir” , “ şu grup hep böyle ya­ par, onlarla iş yapılmaz” şeklinde doğru­ dan doğruya, bir açıklama çabası olma­ dan kimlikler sabitlenmemelidir. Tarih­ ten, süreçten ve mücadeleden kopuk sı­ nıf bilinci olmadığı gibi kimlikler de yok­ tur. Kimlikler, her an oluş ve kuruluş i­ çindedir. (Varoşlarda bazı örnekler için F. Kızıltan, 2003) Devlet iktidarına yö­ nelik mücadele ettiği iddiası ile, çevre­ sinde ciddi bir etki alanı yaratamamak ve bunu da “ topluma” bağlamak postmo«lernizmin bizzat kendisidir. Devrimci hareket yerel dinamikler yaratmanın ka­ nallarını açamadıkça kendisi de bir kim­ lik politikası haline gelmektedir. Ancak geleneklerin ve kültürün dinamik oldu­ ğunun kavranması, dönüştürülebileceği­ nin de kavranması demektir. Toplum sal dayanışma, etkin uzlaşma ve yapıcı-dönüştürücü ta rtışm a Etki alanı yaratmak, ya da hegemon­ ya yaratmak neoliberalizmin ya da ser­ maye çevrelerinin yaptığı gibi, zor yoluy­ la, asimilasyon veya entegrasyon yoluyla değil tabi ki; gruplar ve değişik dinamik­ ler arası etkin uzlaşmalar üzerinden ye­ relde yapılmaya çalışılmalıdır. (Genel o­ larak bu konuda deneyimlerimiz yazılı değildir, akademik yazın ise “ farklıkların bir arada varolabileceği” liberal söylemi­ nin ve Batı’daki çok etnik yapılı işçi mü­ cadele deneyimleriyle sınırlıdır. Ancak genel olarak şunlar söylenebilir.) İlk baş­

__ 70

ta yapılacak iş üzerinden bir süreç ta­ nımlanabilir. O rtak faaliyetler üzerinden şekillenecek kişisel ilişkilenmelerin dahi, uzun vadede bir birliktelik ve mücadele ruhu açısından önemi büyüktür. En azın­ dan birliktelikler üzerine düşünmek ve işleyiş üzerine ahlaki ilkeler veya hukuk oluşturmak gereklidir. Tartışma süreç­ lerinin yapıcı ve tartışanları dönüştürücü olması amaçlanabilir, bu amaca ulaşılamasa bile bunun dile getirilmesi dahi ö ­ nemlidir, dayatmacı ve art niyetçi yakla­ şımlara karşı bir ön uyarı olur. Grupların-kişilerin çıkarlarının farklı olabilece­ ği, çatışabileceği ön kabulü pek çok yan­ lış anlaşılmayı ortadan kaldıracaktır. Bir diğer nokta da kullandığımız dildir, keli­ melerdir. Kullanılan dil bile kendi içine kapalı olmakta, yenilenememiş ve güncellenememiş ve kendiliğinden doğru kabul edilen kavramlara dayanabilmekte, kimi zaman etki alanını kısıtlamaktadır. Ö z örgütlenm e ve d e m o kra tik inisiyatif m antığının önem i Mahallelerde veya atölyelerde yıllar­ dır oluşmuş arkadaş çevreleri, duyarlı­ lıklara sahip hemşehrilik çevreleri, genç arkadaş grupları, dayanışma ve yardım­ laşma ilişkileri aslında belirli bir ihtiyacı karşılamakta ve belirli bir toplumsal di­ namiğe karşılık gelmektedir. Bu dina­ miklerin önünü tıkayıp, tekdüze bir yak­ laşımla aynı kalıba dökmeye çalışmak, ta­ bi ki dökemeyince de dışlamak ciddi so­ runlar olarak karşımıza çıkıyor. Değişik dinamiklerin ortak mücadele ve pratik­ lere katkı yapması bölgelerdeki tüm de­ mokratik organizasyonlara önemli açı­ lımlar ve yeni fikirler, yeni yaklaşımlar katabilmektedir. Bu “ liberal” bir yakla­ şım olarak adlandırılmamalıdır, zaten bu yazıda da gündelik pratikler, dayanışma


halk inisiyatifleri üzerine__ ve direnişlerin -zaten herkesin yaşamın­ da ister istemez olan- ülke ve dünya gündeminden kopmadan politik bir kur­ guda yer alabileceği ve almasının gerek­ liliği vurgulanmaya çalışılıyor. Etki alanı yaratmak uzun vadede önemli dönü­ şümlere kapı açacaktır, sonradan yerel önderleri de besleyecektir. Kitlesel du­ yarlılıkların, halk hareketlerinin yaratıl­ ması ve iktidar mücadelesi, belirli “ mev­ ziler” kazanılmadan olmuyor. 5 Ekonomiyi siyasi olarak kurgulamak Demokratik halk inisiyatifleri ve ma­ halle meclisleri açısından önemli bir nokta da demokrasi anlayışıyla ilgili ola­ rak yorumlanabilir. “ Demokrasiyi sade­ ce siyasal alan ile sınırlı bir kavram ola­ rak görmek ya da yurttaş özgürlükleri, hoşgörü, özel hayatın ve alanların ko­ runması, bireyin ve yurttaşların devlete karşı korunması gibi kavramlar üzerin­ den tanımlamak tam da Amerikan , dü­ şüncesinin devamı olarak temsili de­ mokrasidir. Bu anlayış halk tarafından yönetim ve halkın iktidarı olarak de­ mokrasiyi ifade etmez.” (W ood, 2003) Sermayenin sömürü gücünü, toplumsal güç merkezlerini ve güç ilişkilerinin den­ gesini değiştirmek gerekmektedir ancak kapitalizmin demokratik siyaseti bu ilişki ve güç merkezlerinden uzak tutma ko­ nusundaki ustalığı akılda tutularak bir mücadele geliştirilebilir. Piyasa ideoloji­ si, ekonomiyi siyasetten yalıtıyorsa ya da başka bir deyişle siyaseti ekonomiye endeksliyorsa, dayanışma iyi kurgulandığın­ da, ekonomiyi siyasi olarak kurgulama­ nın, ekonomiyi paylaşım ve ahlak ile, bi­ linçli insan etkinliği ile kurgulamanın ilk adımıdır. Kolektif üretim ve kolektif tü ­ ketim mekanları ve mekanizmaları, koo­ peratifler yine bu anlamda oldukça ö­

nemlidir. Demokratik halk inisiyatifleri içinde­ ki eşitlik, sınıfsal eşitsizliklere müdahale edebilecek anlamda bir eşitlik anlamına gelebilmeli, en azından bu anlayışla ku­ rulmalıdır. Türkiye koşullarında mutlak savunulması gereken siyasi demokratik haklar vardır ve bu mücadele hala gün­ celdir. Ancak kamusal alanda merkezi devletçe temsil edilen bireyler toplumu olarak demokrasi değil, üretenler ve yö­ netenler ikileminin kırıldığı ve halkın gü­ cünün etkin kullanımının merkezi oldu­ ğu bir demokrasi anlayışı, halk demokra­ sisi anlayışı önemlidir. Örneğin, bir semtte yerel seçimlere hazırlık aşamasında karşılaşılan bir soru­ nu dile getirebiliriz. Yerel platformun ortak seçim bildirgesinde, işsizlik ve yoksullukla mücadeleden katılıma kadar muhtarın yapacakları anlatılırken, ortak üretim ve tüketim mekanları (koopera­ tif, kreş, ...), bölgedeki işyerleri, işçi so­ runları, taşeron ve fason çalışanların ve sigortasız çalışanların bilgilendirilmeleri, mücadeleleri ile ilgili bir ifade yer almı­ yordu. Oysa demokrasi kavramını, üre­ tenler ve yönetenler ikilemini aşacak bir eşitlik düşüncesi ile ele almamız gereki­ yor. Yine bu anlamda herkese gelir geti­ rici bir iş, eşit ve parasız eğitim ve sağlık hakkı günümüzde oldukça önemlidir, evrensel bir hak olarak savunulmalıdır. Yine bu açıdan, mücadele alanına bağlı olarak, inisiyatiflerin yerel güç ilişkilerini, mafya ve uyuşturucu ağlarını, acımasız yerel piyasa güçlerini ve spekülatif ka­ zanç koşullarını, rant ilişkilerini ve top­ lumsal çürümeyi yeniden üreten meka­ nizmaları da tasfiye edecek şekilde dav­ ranmaları önem kazanmaktadır. Bu sü­ reçlerde korporatist yaklaşımların orta-

71


— yol ya çıkması ya da bazı önderlerin, seçil­ mişlerin kısa sürede burjuva partiler ve sermaye güçlerince etki altına alınması süreci Latin Amerika deneyimlerinde ol­ dukça sık yaşanmıştır. Halk inisiyatifleri belirli bir strateji i­ çinde ele alınacaksa, sosyalizm deneyi­ minden çıkartılan sonuçlar da örgütlen­ meyi bugünden belirlemelidir. (Bu konu yazının konusu olmamasına rağmen kı­ saca değinmek gerekiyor.) Halk inisiya­ tiflerini bu anlamda sadece “ devrime ka­ dar” işlevlendirilecek oluşumlar olarak değil programatik veya paradigmatik o ­ larak algılamak gerekir. Halk inisiyatifle­ ri, halk meclisleri, işçi öz örgütlenmele­ ri, her dönemde halkı özneleştiren ku­ rumlar olacaktır. Bu anlamıyla önemli­ dir. Çıkarılan derslerden, adım adım bü­ tünlüklü bir sosyalist proje inşa edilebil­ melidir, alternatif netleştirilmelidir. Öz örgütlenm eler olarak kooperatifler, konseyler, sovyet tipi örgütlenmeleri bu anlamda ele almak gerekiyor. “ Yani devrimler kapitalist üretimin kendi yapısından kaynaklanan çelişkiler­ le değil, eski üretim biçimleriyle çatış­ masından doğan çelişkilerden harekete geçmiştir. (...) Sonuç olarak yaşanan proletarya devrimleri dönemine baktığı­ mızda bunların kapitalizmin bir gelişme aşamasına denk düştüğünü bugün daha açıklıkla görebiliyoruz. Bu aşamanın baş­ lıca özelliklerini şöyle sıralayabiliriz. İlk temel özellik, bu devrimler döneminde kapitalizm henüz toprakta ve sosyal ya­ şamda derebeylik düzenini temizleye­ memiştir, kapitalist gelişmenin bu an­ lamda restorasyonlarla ikide bir geri çe­ kildiği ülkelerde proletarya ve köylülü­ ğün aktör olduğu devrimler yaşanmış­ tır.” (M. Yılmazer, 2000, 2003). Yaşanan __ 72

sosyalizm deneyimini ekonomizm ile e­ leştiren yorum lar değerlendirilebilir, (bkz. S. Amin, 2002). Üretim ilişkilerini sadece ekonomik .alanda var olan ilişki­ ler, devrimi de dar anlamıyla üretim iliş­ kilerini dönüştürmek olarak anlamamak gerekir. Kapitalizmde üretimdeki sömü­ rü, adaletsizlik ve yabancılaşma, toplum­ sal ilişkilerdeki yabancılaşma ve iktidar sürecindeki hegemonya birlikte var o­ lur. Bu anlamıyla sosyalizm deneyimin­ den çıkan en önemli sonuçlar merkezi planlamanın rolü ve sınırları, işçinin üre­ timde yaratıcı yer alışı sorunu, devletparti-halk örgütlenmeleri ilişkisi ve bu a­ çıdan yönetime katılım/halk denetimi gi­ bi alanlarda yoğunlaşmaktadır. Bu alanla­ rın hepsinde ve aydınlanmanın ufkunu a­ şan bir sosyalist proje açısından, ekonomik-demokratik-siyasi mücadeleleri bir­ likte yürüten ve ikili iktidarlaşma yöneli­ miyle hareket eden öz örgütlenme ve halk inisiyatiflerinin rolü oldukça önemli olacaktır. u Ö z örgütlenm e, toplum sal dayanışma ve iktidar Kapitalizmin mantığının siyasal ve sosyal alanda kurduğu egemenlik ve kit­ lesel siyasetin çözüm olmaktan çıkması gibi bir süreçle karşı karşıya bırakılmak­ tayız. Oysa Türkiye nüfusunun maddi yaşam koşulları her zamankinden daha çok açıkça sınıflar mücadelesinin terim ­ leriyle yeniden biçimlenmektedir. Bu an­ lamıyla sosyalist projenin olanakiılığı bu koşullar dahilinde düşünüldüğünde her zamankinden çok olanaklıdır. Kendiliğin­ den kitle hareketlerine yaslanamıyo­ ruz... Günümüzde, bütünsel bir sistem olarak küresel kapitalizmin her geçen gün daha çok toplumsal olana/yerel ola­ na nüfuz ettiğini, yerelin bağlamını etki-


_________ halk inisiyatifleri üzerine___ lediğini düşünürsek halk örgütlenmeleri, dernekler ve öz örgütlenmelerde aktif eylemlilik ve halkın özneleşmesi olarak dayanışma ve güncel pratiklerden başla­ yacak bir mücadele örmek, yaygın hoş­ nutsuzluk ve tepkileri, adalet isteğini gündelik çıkarlarla birleştirerek örgütlü güce dönüştürmek gerekiyor. Emek sö­ mürüsü, faizler, rant ve vergiler üzerin­ den ulusal ve uluslararası ölçekte sömü­ rü ilişkilerini durduracak bir iktidar mü­ cadelesi bu zeminlerden hedeflenebilir. Devlete karşı olduğu kadar “ piyasa­ nın zoruna” karşı da mücadele edecek şekilde, ekonomik-siyasi-demokratik bir bütünlük içinde mücadele yaratmak zo­ rundayız. Salt ekonomik taleplerle ciddi bir sonuç almak, neoliberalizmi varoluş koşulu sayan sermaye partileri açısından imkansızı istemektir, mücadele siyasi de olmalıdır. Dayanışma; eşit ve parasız eği­ tim ve sağlık talebi gibi taleplerle birleşince alternatif bir projenin bilinçlere kazınmasında etkili olur. Başka bir dün­ yanın mümkün olduğunu söylemek yet­ mez, mücadele içinde kolektivitenin ve dayanışmanın toplumsal örneklerini ver­ mek gerekiyor. Dünya deneyimlerinin de gösterdiği gibi, krizler, yapısal işsizlik, düzensiz işler, mega-kentsel ve çevresel sorunlar, kalkınmacı dönemin sonu gibi süreçlerin yarattığı toplumsal parçalan­ ma ve kamusal alanın özelleştirilip piya­ saya tabi kılınmasına karşı, devlet ve ser­ mayeden bağımsız sosyal alan, organi­ zasyon gücü ve bilinçlenme olarak öz örgütlenmeler stratejinin önemli bir a­ yağıdır. Biliyoruz ki adalet ve eşitlik da­ yanışmanın toplumsallaşması ile gerçek­ leşebilir. Bu toplumsallaşma farklı top­ lumsal hareketler, inisiyatifler ve sendi­ kaların yeni bir “ dayanışma” tasarımı ile

birleşik sınıf stratejisi oluşturacak şekil­ de bir araya gelmelerini sağlayarak mev­ cut ulusal ve uluslararası mücadelelerin', belirli bir amaç birliği etrafında güç ka­ zanmasını sağlayabilir. Devlet gitgide zenginlerin devleti o­ lurken, bu alamda meşruiyeti sorgula­ nırken, kapitalizm bir dünya sistemi ola­ rak insanlığa tüm iddiasına rağmen yeni değerler ve ideolojiler sunamazken ola­ naklarımızı değerlendirmeliyiz. Güncel sorunlarımız bizim bütünlüklü direnişle­ rimiz ve dayanışmacı yaklaşımlarımızla a­ şılırken, hem iktidar mücadelemize güç katacak hem de sosyalizm projemizi zenginleştirecektir. Yaşam mücadelesi, onur mücadelesi ile iktidar ufkunu yeni, yaratıcı ve geçmiş deneyimlerden ders almış bir şekilde birleştirmemiz gereki­ yor.

73 —


— yo l,----------------------------------------DİPNOTLAR

(1) Bu konuda geniş bir yazın bulunmak­ la birlikte, sermaye birikim süreçleri gibi yapısal analizlerin dışında; sürecin öznel ve nesnel yönlerini bütünleştiren bir a­ naliz için, M. Yılmazer’in I997’de yaptığı yoruma bakılabilir. Devlet zoru, 12 Eylül darbesi, işçi sınıfının kuşakları arasındaki kopmalar gibi faktörleri “ kapitalizmin ge­ lişim yolundaki tekleşme” , “ devletçilik-liberalizm ayrımının kalmaması” gibi et­ kenlerle birlikte inceleyen bütünlüklü bir analiz olarak değerlendirilebilir. 1980 öncesi mücadelenin eleştirisi ise ayrıca yapılabilir. (2) J. Petras'ın Küreselleşme ve Direniş kitabına bakılabilir. (3) Dayanışmaevleri’nin bu konuda çok sayıda deneyimi oluştu. Deneyimler için www.dayanismaevleri.org (4) Kapitalizmin belirlenimini arttırdığı yereli muhafazakar güçlerin hakimiyeti­ ne, hatta “ medeniyetler” çatışmasının zeminine te rk edemeyiz. Burada sorun Batı’nın bu kültürleri sabitlemesi ve kapi­ talizmi görmeden otonom etnik kültür­ leri düzene ekleyen bir yerden öne çı­ karmasıdır, gerçekte iç içe geçmiş kültü­ rel farklılıkları fetişleştirmesi, sabitlemesidir. (A. D irlik, 2002) Bu, medeniyetler çatışması tezinin zeminini de örer. Bu söylem Üçüncü Dünya’da “ Biz sizi zaten kabul ediyoruz ‘siz olarak’, neden kapita­ list kültüre, ABD hegemonyasına karşı çıkıyorsunuz, demek ki siz kökten dincisiniz-ırkçısınız” söylemine dönüşüyor. Batı ülkelerinde ve AB'de ise göçler so­ nucu bir arada çalışmak/yaşamak duru­ mundaki işgücünü bir arada kaynaştırma­ ya yönelik bir söylem olarak görülebilir. Bu anlamda tipik tezler için Ernesto Laclau’nun son dönem yazılarına bakılabilir. .

(5) James Petras bu konuda önemli bir kaynak olarak yer alabilir. Petras müca­ delelerin bu anlamda önemini vurgular­

__ 74

ken ayrıca özyönetim deneyimleri ve sosyalizm projesi içinde özyönetimin iş­ levleri üzerine önemli yorumlar yapıyor. Sosyalist proje içinde özyönetimin işlev­ leri üzerine önemli vurguları var. (“ İşçi Özyönetim Deneyimleri Üzerine” , Cosm opolitik Dergisi, 6. Sayı) (6) Gramsci, Mao, Kıvılcımlı çeşitli açı­ lardan ayrı ayrı parti ile ve işçi sınıfını bu açılardan bütünleştirmeye, parti-halk ö r­ gütlenmeleri ilişkilerini dinamik bir çer­ çevede ele almaya çalışmışlardır. Eserle­ rinin bu gözle yeniden okunması faydalı olacaktır. (7) Ulusal ölçekte demokratik ilerleme­ ler, iktidar mücadelesi ve devrimlerin dünya sistemi olarak kapitalizmle müca­ delede önemi açısından A. Callinicos, Petras, W o o d ve Yılmazer’den faydalanı­ labilir. Son analizlerinden birinde E. M. W o o d küresel kapitalizmin indirgene­ mez ölçüde ulus devletlere bağımlı oldu­ ğu vurgusu üzerinden, ulusal ölçekte ka­ pitalizmle mücadele ve dem okratik dö­ nüşümlerin önemine değiniyor. (E. M. W ood, Sermaye İmparatorluğu, Praksis 10, Yaz - Güz sayısı) A. Callinicos, ser­ mayenin mantığının yerine ihtiyaçların gereklerini koymak, kademe kademe e­ konominin yönetimini ele almak gibi yö­ nelimlerin eninde sonunda sermaye ile bir güç sınavına girmek zorunda kalacağı vurgusu ile iktidara yönelik devrimci mü­ cadeleyi yadsımamak gerektiğini, serma­ ye mantığını sarsacak talepler üzerinden ulusal mevziler elde edilebileceğini ifade ediyor.

KAYNAKÇA

Amin, S., Entelektüel Yolculuğum, Ü top­ ya Yay., 2003. Amin, S., “ Yoksulluk ve Sermaye Biriki­ mi” , Cosm opolitik Dergisi, Sayı; 7, 2004. Buğra, A., “ Bir Toplumsal Dönüşümü


________ halk inisiyatifleri üzerine___ Anlama Çabalarına Katkı: Bugün T ürki­ ye’de E. P. Thomson’u Okumak” , D erle­ me: Küresel Düzen, Birikim, Devlet ve Sınıflar, iletişim Yay., 2003. Callinicos, Alex, Anti-Kapitalist Manifes­ to, Literatür Yay., 2004.

Özuğurlu, Metin, “ Eşitlik Körü Dem ok­ ratikleşme Programlarının Eleştirisi” , Praksis Dergisi, Sayı: 10, Yaz-Güz 2003. Özuğurlu, Metin, “ Sınıf Çözümlemesinin Temel Sorunsalları", Praksis Dergisi, Güz 2002. Petras, J., Küreselleşme ve Direniş, Cosm opolitik Kitaplığı, 2002.

Çatar, T., “ Öğrenilmiş Acziyet ve Yara­ tıcılığın Sınırsızlığı” , Dayanışmaevleri Yoksulluk ve İşsizlikle Mücadele Kurulta­ yı, Esenler Dayanışmaevi Tebliği, Alaz Yay., 2003.

Petras, J. ve Veltmeyer, H., “ İşçi Özyö­ netim Deneyimleri” , C osm opolitik D er­ gisi, Sayı: 6, 2003.

Dayanışmaevleri Sitesi, www.dayanismaevleri.org, 2003.

Türkay, M., “ Karar Süreçlerinin Özelleş­ tirilm esi” , İktisat Dergisi, Haziran 2003.

D irlik, A., The Predicament o f Marksist Revolutionary Consciousness, Modern China, Vol2, 1983.

W ood, E. M., Kapitalizm Demokrasiye Karşı, İletişim Yay., 2003.

D irlik, A., Prazniak, R. Places and Poli­ tics in an Age o f Globalization, Rottman&Littlefield, 2001.

W ood, E. M., “ Sermaye İmparatorluğu” , Praksis Dergisi, Sayı: 10, Yaz - Güz 2003.

Direniş, Özgürlüğe Yürüyüş, Dayanışmaevleri D ergileri’nin çeşitli sayıları.

Yılmazer, M., “ Türkiye Devrimci Hare­ ketinde Kriz ve 3. Dönem” , Yol Dergisi, Sayı: 6, Nisan 1997.

Ercan, F., Küreselleşme Sürecindeki Yerellikler: Homojenleşme ve Farklılaşma / Güç ve Eşitsizlik İlişkileri Üzerine, Bağ­ lam Yay., 2000.

Yılmazer, M., “ Günümüzde Devrim So­ runu” , Düşünce ve Davranışta Yol D e r­ gisi, Sayı: 4, Temmuz 2003.

Erdoğan, N., “ Bir Hissetme Yapısı Ola­ rak Yoksulluk” , Toplum ve Bilim Dergi­ si, 2002.

Yılmazer, M., Kapitalizmden Sosyalizme Geçiş Çağına Ne Oldu?, Alaz Yay.

Kızıltan, F., “ Varoşlar Üzerine N otlar-I” , Düşünce ve Davranışta Yol Dergisi, Sayı: 4, Temmuz 2003. Köse, A, H., Bağımsız Sosyal Bilimciler Sitesi, Söyleşi, 2003. Oğuz, H., “ Birleşik Sınıf Stratejisi” , Dü­ şünce ve Davranışta Yol Dergisi, Sayı: 4, Temmuz 2003. Ongen, T., “ Küresel Kapitalizmin ve Ser­ mayenin Yeni Hegemonya Stratejileri” , Petrol-İş Yıllığı, 2003. Ongen, T., “ Yeni-Liberal Dönüşüm Pro­ jesi ve Türkiye Deneyimi” , Derleme: 'Küresel Düzen, Birikim, Devlet ve Sınıf­ lar, İletişim Yay., 2003

75 -----


Fikret Kızıltan __________________________________________________

VAROŞLAR ÜZERİNE N O TLAR - II OKM EYDANI DENEYİM İ Yol’un bir önceki sayısında gecekon­ du mahallesinden varoşa geçiş sürecini özetlemiş ve varoşların ekonomik ve sosyal özelliklerine değinmiştik. Bu yazı ise bir deneyimin ışığında varoşlardaki örgütlenme ve eylem biçimleri üzerine bir değerlendirme niteliğinde. 90’lı yılla­ rın ikinci yarısında İstanbul’un Okmey­ danı semtinde devrimcilerin yönsediği siyasi pratiği yerel politika ve öz örgüt­ lenme konuları çerçevesinde değerlen­ direceğiz.

GİRİŞ İstanbul’da ilk gecekonduların kurul­ maya başladığı 1940’li yılların ikinci yarı­ sından itibaren, gecekondu bölgelerinde önce yerleşimin meşrulaşması ardından yerel sorunların çözümü için sayısız ö r­ gütlenme ve eylem biçimi hayat geçirildi. Binlerce mahalli dernek, hemşeri der­ nekleri ve çeşitli enformel dayanışma örgütleri oluşturuldu. İlk kuşak gece­ kondulular örgütlenip, bazen oy pazar­ lıklarıyla, bazen milletvekilleri ve devlet görevlileri üzerinde baskı oluşturan ko­ lektif eylemler (miting, işgal, baskın vb.) yoluyla, yaşamsal ihtiyaçlarının belli öl­ çülerde karşılanmasını sağladılar. Bu ha­ reketler başlangıçta gecekonduluların kentle ve sistemle bütünleşme çabası bi­ çiminde ortaya çıktı. 50’li ve 60’lı yıllar ‘ boyunca gecekondu bölgeleri merkez sağ partilerin gecekondu afları karşılığın­ __ 76 ____________________________

da oy devşirdiği yerlerdi. İlk kuşak gece­ kondulu eylemciler de milliyetçi muha­ fazakar ideoloji kanalıyla kentli orta sı­ nıflarla bütünleşmeye çalışan, kent kül­ türü içinde erimeyi arzulayan bir kesim­ di. İlk kuşak gecekondu hareketleri mül­ kiyet haklarının elde edilmesinin ardın­ dan başlangıçtaki radikalizmini yitirdi. Ancak devam eden göç dalgası, sürekli olarak yeni radikal hareketlenmelerin o­ luşmasının sosyal zeminini hazırlıyordu. 1970’li yıllarda gecekondu hareketle­ ri yeni bir karakter kazandı. 60’lı yıllarda aydınlar ve üniversite gençliği içinde güçlenen sol düşünce, özellikle 74-80 a­ rasında işçi sınıfıyla ve gecekondu bölge­ leriyle buluştu. Devrimci örgütlerin ge­ cekondu mahallelerinde yaygın taban bulabildiği bu yıllarda gecekondulu ey­ lemciler yeni bir ideolojik formasyon kazandılar. Milliyetçi-muhafazakar ideo­ lojinin yerini halkçı-devrimci ideoloji al­ dı. Bu dönemdeki gecekondu hareketle­ ri ilk kuşak hareketlenmeden farklı ola­ rak kentle bütünleşme ya da sistem içi­ ne girme çabasını değil, sistemden kop­ ma yönünde güçlü bir eğilimi ifade edi­ yordu. 70’li yıllarda solun hakim olduğu semtlerde emekçi ve yoksullar kendi ha­ yatları üzerinde söz sahibi olabilecekle­ rini ilk kez hissetmeye başladılar. Bu yıl­ lara ilişkin anlatımlar ağırlıklı olarak antifaşist mücadele ile sınırlıdır, oysa aynı dönemin başka bir özelliği Türkiye tari­ hinde -yasal ya da meşru zeminde- halk


Okmeydanı deneyimi__ örgütlenmelerinin yaygınlığının zirve noktasına ulaşmış olmasıdır. Bu kısa ama hızlı yaşanan dönemde halkçı-devrimci i­ deolojinin etkisi altında (ve çoğu yerde devrimcilerin yönsemesiyle) halk komi­ teleri, kooperatifler, dernekler vb. öz örgütlenmeler filizlendi. Bu süreç 80 darbesine kadar devam etti. 12 Eylül düzeni, önce doğrudan aske­ ri zorla varoşlardaki örgütlenmeleri da­ ğıttı. Radikal sol hareket, etkili bir dire­ niş geliştiremeyince sahip olduğu tabanı büyük ölçüde yitirdi. Ardından Ozal dö­ neminde gecekondu ve imar aflarınm çı­ karılması ve tapu tahsis belgelerinin da­ ğıtılması gecekonduluların yeniden siste­ me bağlanmasını sağladı. 80’li yıllar bo­ yunca bir yandan eski gecekondu mahal­ leleri kent merkezine dahil olurken bir yandan da yeni göç dalgalarıyla kentin çeperindeki boş alanlar yerleşime açılı­ yordu. 70’lerdeki gibi güçlü bir örgütlü­ lük olmasa da yerleşim sorunundan kay­ naklı eylemler 80 ve 90’lı yıllarda da de­ vam etti. Özellikle yeni yerleşim alanla­ rında belli bir yerel sorunu çözmek a­ macıyla yapılan kısa süreli, kendiliğinden eylemler hakim tarz olarak öne çıktı. Yerel bir sorunun çözümü için mahalle halkının yol keserek sesini duyurmaya çalışması, kadınların boş bidonlarla bele­ diye binalarını basması, toplu dilekçeler, yıkımlara karşı direnişler vb. yaygın şe­ kilde yaşandı. Mahalle dernekleri yeni­ den kurulmaya başlandı, ancak hiçbir za­ man 80 öncesindeki etkinlik düzeyini ya­ kalayamadı lar. 12 Eylül 80 darbesinden Mart 95’e kadarki 15 yıllık süreçte va­ roşlarda siyasi açıdan etkisi zayıf, spon­ tane, kısa süreli ve birbirinden kopuk eylemler gerçekleşti. Kalıcı ve kitlesel halk örgütlenmeleri yaratılamadı.

Mart 95’te Gazi Mahallesi’nde bir provokasyonun ardından gelişen kitlesel direniş ve başkaldırı, İstanbul varoşların­ da 99 yılına kadar sürecek olan yeni bir hareketlenmeye yol açtı. (Gazi Direnişi esnasında Okmeydanı, Nurtepe, Ümra­ niye, Sarıgazi, Gülsuyu, İkitelli, Derbent vb. mahallelerden Gaziye gidişler yaşan­ dı ve buralarda destek amaçlı gösteriler yapıldı.) 99 yılına kadar süren ve bu sü­ reçte radikal sol hareketlere kan veren bu kitlesel hareketliliğin dinamiği neydi? Öncelikle sosyal patlama biçiminde açı­ ğa çıkan bu kitle hareketinin, salt Alevilerin yaşadığı bölgelerde gerçekleşmiş olduğunu belirtmek gerekiyor. Aslında Alevilerdeki kitlesel hareketlenme 93’teki Sivas katliamının ardından başla­ dı. İstanbul’da 200 bin kişinin katıldığı cenaze töreni 80 sonrasının en büyük kitle gösterilerinden birisi olmuştu. 93 yılından itibaren Aleviler savunma psiko­ lojisiyle hızla örgütlenmeye başladılar. Sivas’ın üzerinden çok geçmeden, 94 ye­ rel seçimlerinde Refah Partisi’nin başarı­ sı Alevi toplumunun kendisini tam bir tehdit altında hissetmesine neden oldu. Gazi Mahallesindeki provokasyon böyle bir momentte bomba etkisi yaptı. Olay­ ların direniş ve başkaldırı boyutlarına u­ laşmasında tehdit altındaki Alevi kimliği ve yoksulluk birlikte rol oynamıştır. Ga­ zi Direnişi, yoksulluğun biriktirdiği öf­ keyle bastırılan bir kimliğin yaratığı geri­ limin iç içe geçerek alevlenmesinin bir örneğiydi. İnsani bedelleri son derece a­ ğır olsa da Gazi’de dizginlerinden boşa­ lan isyan ruhu, 4 yıl boyunca İstanbul’un Alevi bölgelerinde radikal sola yönelen varoş gençliği için ilham kaynağı oldu. A ­ levi mahallelerinin ötesinde tüm toplum kesimlerine ruh veren kabarış, 96 1 Ma7 7 -----


— yol yıs’ında tepe noktasına vurdu; 97 ve 98’de Susurluk eylemleriyle ve bir dizi yerel gündemle sürdü. Bu canlı süreç 98 sonunda Öcalan’ın Suriye’den çıkartılmasının ardından esti­ rilen şovenist dalga ve devlet terörü ile bastırıldı. Aslında 98’de kitle hareketi yorulmaya başlamış ve Susurluk’tan son­ ra yapılan onca eyleme rağmen halktan yana kalıcı tek bir mevziin bile kazanılamaması yüzünden sönümlenmeye yüz tutmuştu. Devlet terörü böyle bir mo­ mentte başlatıldı. K ürt hareketinin gerİletilmesi ile varoşlardaki radikal hare­ ketlenmenin sönümlenmesi arasında sıkı bir bağ vardır. Kürt hareketindeki geri çekilme tüm muhalif kesimlerde büyük bir temkinliliğe yol açarken, devrimci örgütlerin etki alanı da hızla daraldı. 99 yılında “ düşük yoğunluklu savaş” koşul­ larında eğitilmiş özel tim mensupları, polis haritalarında kırmızı çizgilerle işa­ retlenmiş mahallelerde, zırhlı araç eşli­ ğinde devriye gezmeye başladı. Varoşlar polis terörüyle tam bir kuşatma altına a­ lındı. Yerel “ olağanüstü hal” uygulamala­ rı ile halk sindirilmeye çalışıldı. Sonuçta geçici bir süre için de olsa kitlesel ey­ lemler sona erdi.

der. Bu yıllarda devrimci örgütlerin an­ ma etkinlikleri, ülke gündemindeki geliş­ melere ilişkin basın açıklamaları, yerel sorunlardan kaynaklı eylemler, Susurluk sonrası eylemler, anti-faşist eylem ve gösteriler, zam protestoları vb. gerçek­ leşti. Bu eylemlerin bir kısmı merkezi gündemlerin yereldeki etkisi ile ilgili i­ ken bir kısmı ise doğrudan yerel sorun­ lardan kaynaklıdır. Başlarken belirttiği­ miz gibi burada sadece yerel politika ve öz örgütlenme çerçevesindeki pratikleri değerlendireceğiz. Deneyimleri aktarmadan önce me­ kan üzerine kısaca bilgilendirme yapa­ lım.

OKMEYDANI

99 sonrasındaki durgunluk ancak 2002 sonunda başlayan savaş karşıtı ey­ lemlerle bir ölçüde kırılabildi. Bugün va­ roşlarda güçlü bir örgütlenme eğilimi ve kitlesel eylemler görülmese de, toplum­ sal çelişkilerin yoğunlaştığı ve biriken tepkinin yeni nitelik ve biçimlerde ken­ disini ortaya koyacağı kesindir.

Okmeydanı, alt ucu Kasımpaşa ve Hasköy’e uzanan, iki yakası Piyalepaşa Bulvarı ve E-5 Karayolu ile çevrili bir semt. Şişli ve Taksim gibi kent merkez­ lerine oldukça yakın olan semt, üç bü­ yük mahalleden oluşuyor. A rtık bir ge­ cekondu mahallesi denemeyecek olan Okmeydam’nda ağırlıklı olan yapılanma türü 4-5 katlı aile apartmanları. Konutla­ rın büyük çoğunluğunun tapu tahsis bel­ gesi vardır. Belediye’nin SHP’de olduğu 89-94 döneminde Okmeydanı hızla apartmanlaştı. Semtin kent merkezine ya­ kınlığı toprak ve bina değerlerini yüksel­ tince ilk yerleşimciler önemli bir rant geliri elde ettiler. Semtte marangoz, tornacı, tamirci gibi küçük işletmelerin yanı sıra 90’lardan itibaren açılan çok sa­ yıda konfeksiyon atölyesi mevcut.

Varoşlarda 95-99 yılları arasında ya­ şanan hareketli süreçte, örgütlenme ça­ baları ve eylemler içerik ve biçim olarak son derece karmaşık bir görünüm arz e­

Semtin E-5’e yakın olan üst kısmında çoğunluğu Sivas-Hafikli olan Aleviler, Kasımpaşa’ya yakın olan alt kısmında ise çoğunluğu Giresun-Alucralı olan Kara-

78


O k m e y d a n ı d e n e y i m i ___

denizliler oturur. Yukarı kısımda SivaslI­ ların dışında Tokat, Tunceli ve Erzincan­ lIlar ağırlıktadır. A lt kesimde ise Gire­ sunluların dışında çoğunlukla Karade­ niz’in diğer illerinden gelenler oturmak­ tadır. Ekonomik statü açısından her iki kesim arasında belirgin bir fark yoktur. Ancak siyasi tercihler açısından 70’lerden bu yana iki kesim zıt kutupları des­ teklemektedir. Alevilerin yoğunlukta ol­ duğu bölüm solla özdeşleşirken, diğer bölümde faşist ya da İslamcı hareketle­ rin örgütlenmesi yaygındır. Apartmanla­ rın yükselmesi ve yeni kiracıların gelme­ siyle demografik yapının daha karmaşık­ laştığını söylemek mümkünse de, ev sa­ hiplerinin kiracı seçimleri genelde ken­ dilerine yakın illerden olduğundan asıl yapı çok fazla değişmemiştir. Sadece 90’lı yıllarda zorunlu göçle gelen Kürt nüfusu belli yerlerde (Van Blokları gibi) yoğunlaşarak nüfus yapısını bir ölçüde değiştirmiştir. Aktaracağımız deneyimler Alevilerin yaşadığı kısımda gerçekleştiği için, bura­ daki yerel siyasetin özelliklerine biraz daha yakından bakmaya çalışalım. Okmeydanı 1970’lerin sonlarında ra­ dikal solun taban bulduğu bölgelerden birisi konumundadır. 1980 darbesi bu gelişmeye ket vurur. Askeri rejim sürer­ ken semte bir jandarma karargahı kuru­ lur. Siyasi faaliyetlerin yeniden canlan­ ması, 1980 sonlarında ülke genelinde toplumsal mücadelenin yükselişiyle olur. Ancak 70’lerin aktif kadrolarından arta kalanların sayısı oldukça azalmıştır. Yöre ve hemşeri dernekleri sosyal-kültürel ve siyasal faaliyetlerin yürütülebildiği başlı­ ca mekanlar olarak işlev görür. 2 Tem­ muz I993’te Sivas katliamında hayatını kaybedenlerin cenaze törenine Okmey­

danı’ndan 10 binin üzerinde insan “ O k­ meydanı Halkı” pankartının arkasında katılır. Mart I995’te Gazi olayları yaşan­ dığında Okmeydam’ndan da binlerce in­ san toplu halde Gazi Mahallesi’ne yürü­ müş ve kimi caddelere barikatlar kurul­ muştur. Gazi sonrası gelişen eylemlerin bir dökümünü yapmak gerekirse, 95 yılı içersinde cezaevlerine ilişkin açlık grev­ leri ve eylemler, onlarca molotoflu ko r­ san gösteri ve Alevi derneklerinin öne çıkan etkinliği, 96’da bar ve pavyonlara karşı eylemler, kitlesel yürüyüşler biçi­ mini alan Susurluk sonrası ışık kapatma eylemleri, zam protestoları, belediyenin yıkım planına karşı Hacıhüsrev Mahalle­ siyle b irlikte geliştirilen eylemler, MHP’lilerin asker uğurlama konvoylarıy­ la çatışmalar ve anti-faşist gösteriler, al­ ternatif 8 Mart eylemleri, Newroz kut­ lamaları, barış eylemleri, sokak konser­ leri vs... Örgütlülük açısından şu anda bölge­ de bir cemevi, çok sayıda kültür merke­ zi, siyasi dernekler, yöre dernekleri ve parti lokalleri bulunmaktadır.

BİR ÖZ ÖRGÜTLENME DENEYİMİ: HALK MECLİSİ Okmeydaninda bir halk meclisi kur­ ma girişimi 96 yazında Kurtuluş (şimdiki Haklar ve Özgürlükler Cephesi) çevre­ sinin önerisiyle başladı. Başlangıçta çok sayıda siyasi örgüt, girişim toplantılarına katıldı ve içlerinden bazıları bir süre ö r­ gütlenme faaliyetlerinde görev aldı. Halk Meclisi Girişimi’nin ilan edilmesi süre­ cinde kimi gruplar meclis örgütlenmesi­ ni yanlış bulduklarını, belirtirken kimi çevrelerse öneriyi getiren grupla ilgili çekinceler belirterek Girişim’e katılma­

79 —


__ y o l_____________________________ dılar. Sonuçta öneriyi getiren Kurtuluş çevresinin dışında Direnişçilerin katılı­ mıyla Halk Meclisi Girişimi ilan edildi ve hızla yerel sorunlar üzerinden çalışmala­ ra başlandı. Belirlenen amaç, bağımsız bir halk örgütlenmesi yaratmaktı. Meclis Girişimi’nin ilk ele aldığı konu Okmeydanı’nda sayısı sürekli artan ve mahalle halkını rahatsız etmeye başlayan bar ve pavyonlar oldu. Bu soruna karşı Halk Meclisi’nin geliştirdiği mücadeleyi başka bir alt başlıkta aktaracağım için burada ayrıntılarına girmeyeceğim. Bar ve pavyonlara karşı yürütülen kampanya zaman zaman kesintilere uğramakla bir­ likte Ekim 96’dan 98’in ilk aylarına kadar <ürdü. 3 Kasım 96’da Susurluk kazasının ardından Yurttaş Girişimi’nin başlattığı ı­ şık söndürme eylemleri tüm varoşlarda olduğu gibi Okmeydanı’nda da kitlesel yürüyüşler halini aldı. Halk Meclisi G iri­ şimi bu eylemleri örgütlemeyi de önüne koydu. Kimi zaman beş bin kişiye varan yürüyüşler organize etti. Girişim aşamasında Halk Meclisi, Alevilerin ve Sünnilerin çakışan bir oruç gününde ortak iftar yemeği vererek farklı mezhepler arasında birlik ve kar­ deşlik çağrısı yaptı. Mezhep bölünmesi­ nin önemli bir gerilim ekseni haline gel­ diği Okmeydanı’nda böyle bir etkinlik düzenlemek yerinde bir girişimdi. Ama sosyalizm adına din karşıtlığını politik bir taktik haline getiren ve öz örgütlenme mantığını kavrayamayan dogmatikler a­ çısından iftar yemeği vermek “ gericiliğe” prim vermek anlamına geliyordu. O gü­ ne kadar çalışmalara katılan SİP çevresi bu etkinlikten sonra Meclis’in kuruluş çalışmalarından çekildi. Halk Meclisi Girişimi’nin faaliyetleri

__ 80

sürerken bölge halkından yaşadıkları ki­ mi sorunlara çözüm için başvurular ol­ du. Bunlardan birisi Beyoğlu Ticaret Lisesi’nde okuyan çocuğu zorla Ülkü Ocağı’na götürülüp dövülen bir aileydi. Okul önünde bir basın açıklaması düzenlene­ rek olay protesto edildi. Başka bir baş­ vuru ise ucuz ekmek sattıkları için fırın mafyasının tehditlerine maruz kalan bak­ kallar tarafından yapıldı. Her iki başvuru da Meclis’in sorunlara bir çözüm adresi olarak görülmeye başladığının bir gös­ tergesiydi. Meclis çevre sorunlarıyla da ilgilendi, Okmeydanı’ndaki iki ilköğretim okulunun bahçesinde ağaçlandırma ça­ lışması yapıldı. Ayrıca artan bir sorun o!an uyuşturucu ve alkol bağımlılığı ile il­ gili aydınlatıcı paneller düzenlendi. Mart 97’de düzenlenen bir şenlikle Halk Meclisi’nin kuruluşu ilan edildi. Ku­ ruluşun ardından bar-pavyon eylemleri biçim değiştirerek sürdü. Halk Mecli­ si’nin etkinlikleri sadece yerel gündem­ lerle sınırlı değildi. Anasol-D hükümeti­ nin zam paketlerini protesto etmek amaçıyla bir basın açıklaması ve yürüyüş düzenlendi. Ayrıca Susurluk kazasının yıl dönümünde yeniden başlatılan “ bir daki­ ka karanlık” eylemlerinde yüzlerce kişi Halk Meclisi’nin organize ettiği yürüyüş­ lere katıldı. Etkinliklerin önemli bir başka boyutu ise yoksullarla dayanışmaydı. Yoksul halkia dayanışma amacıyla Tabip Odası’ndan ve SES’ten gönüllü doktor ve hemşirelerin katılımıyla ücretsiz sağlık taraması yapıldı. Sağlık taramasında ve­ rilmek üzere bölgedeki eczanelerden i­ laç desteği sağlandı. Temel ihtiyaçlara ve gündelik sorunlara ilişkin yapılan etkin­ likler halkta sempati yarattı. Halk Mecli­ si, toplumsal hayatın içine girebildiği o ­


okmeydanı deneyimi__ randa ilişki ağı genişledi. Daha fazla yeni insan meclis toplantılarına ve eylemlere katılmaya başladı.

runları koydukça gelişen Halk Meclisi, daha genel konulara angaje oldukça pro­ testocu bir tarza mahkum olup özgünlü­ ğünü yitirmeye başladı. Susurluk süre­ cinde kitle hareketindeki kısmi ve gü­ dümlü yükselişe fazla misyon biçen Mec­ lis içindeki çoğunluk kendi gücünü abartma yanılsamasına tutuldu. Halk Meclisi binleri yürütüyordu, artık “ bü­ yük” politikaya soyunma zamanı gelmiş­ ti?! Susurluk sonrasında medya (ve as­ ker) desteğiyle gelişen kitie hareketini bize ait bir güç sanma yanılsaması kimi­ lerini yersiz zorlamalara sürüklemişti. Oysa medya desteği kesildiğinde kitle katılımı bıçakla kesifmişçesine durdu ve Halk Meclisi de dahil olmak üzere tüm örgütler kendi kadrolarıyla baş başa kal­ dılar. Halk Meclisi’nin, ülke genelinde sönümlenen eylemleri Okmeydam’nda sürdürme çabası başarılı olamadı. Böyle­ ce devrimci örgütlerin sık sık düştüğü, kendini ülke çapında politika yapabile­ cek bir güç sanarak hareket etme hata­ sı, Halk Meclisi tarafından yinelenmiş ol­ du.

Ancak bir halk örgütlenmesi yarat­ mak için salt etkili eylemler ya da etkin­ likler düzenlemek yeterli değildi. Belli bir seviyede kurumsallaşma ve demok­ ratik katılımı hayata geçirmek zorunluy­ du. Ne yazık ki bu konularda Meclis ço­ ğunluğunu oluşturan Kurtuluş çevresi­ nin ayak diremeleri yüzünden gelişme kaydedilemedi. İşe başlarken oluşturu­ lan tüzük taslağı hiçbir zaman tamamlan­ madı. Bunun yerine görevleri belirsiz bir yürütme ilan edilerek işleyişte keyfi bir merkeziliğe yönelindi. Diğer bir hata ise, Halk Meclisi yerelde henüz yeterince kökleşmemişken başka mahallelerdeki Meclis ve Meclis Girişimleriyle bir koor­ dinasyon oluşturulup asıl kararların bu “ koordinasyondan” merkezi biçimde alınması oldu. Toplantılar gereksiz hale gelmeye başladı. Kurumsallaşma, hukuk yaratma önemsenmezken salt eylem ya­ pıyor olmak yeterli göründü. Sonuç ey­ leme boğulmak oldu. Bugünden bakınca son derece yersiz görünen bu tutumlar, Halk Meclisi’nin kuruluş ilkelerine sa­ etki alanı genişleyen Halk Meclisi’ni hız­ hip çıkan Direnişçiler uzun bir tartışma la kendi örgütüne mal etme ve sol içi re­ sürecinin ardından içerden bir dönüşü­ kabetin bir aracı olarak kullanma yakla­ mün mümkün olmadığına karar verip 98 şımından kaynaklanıyordu. Özellikle i- Mart’ında Meclis çalışmasından çekildi­ kinci Susurluk eylemleri sürecinde yapay ler. Aynı yıl içersinde “ varoşlarda uzun ve biçimsel ayrımlar yaratarak solun bir­ süreli ikili iktidar mücadelesi” 2ve öz ö r­ leşik eylemlerine karşı alternatif eylem­ gütlenme perspektifinin bir sonucu ola­ ler düzenlemek Meclis’i bağımlı ve sek- rak Dayanışmaevleri’nin kurulmasına va­ te r bîr pozisyona sürüklerken Meclis i- ran süreç böylece başlamış oldu. Dayaçindeki gerilimi de had safhaya çıkardı. nışmaevi’nin Okmeydam’ndaki 6 yıllık Böylece Meclis’in özerk bir örgütlenme pratiğini değerlendirmek bu yazının kap­ olması düşüncesi rafa kaldırılmış oldu. 1 samında değil. Burada, Halk Meclisi anla­ Aynı sorunların başka bir yansıması i- yışının Dayanışmaevleri için hala bir mo­ se Meclis’in politika yapış tarzında görü­ del oluşturduğunu belirtmekle yetine­ nüyordu. Önüne çözebileceği yerel so- lim. 3 81 —


__ y o l_____________________________ Halk Meclisi’nin örgütsel varlığı, yu­ karda belirttiğimiz çözülemeyen (ya da çözülmek istenmeyen) yapısal sorunlar­ dan dolayı gittikçe daraldı ve devletin baskılarının da artmasıyla birlikte 98 yılı içersinde sona erdi.

BAR VE PAVYONLARA KARŞI EYLEMLER 90’lı yılların ortasına kadar Okmeydanı’nda birkaç tane klasik işçi birahane­ si mevcuttu. Bu tarihten itibaren Beyoğlu’ndaki pavyonları andıran içkili mekan­ lar birbiri ardına açılmaya başladı. Bunla­ rın bir kısmı mahalle arasına kadar gir­ mişti. Yeni açılan pavyonların civarında ikamet eden kadınlar bu mekanlara iliş­ kin şikayetlerini Halk Meclisi Girişimi’ne getirdiler. Pavyonlarda kadın ve uyuştu­ rucu ticareti yapıldığını ve sarhoşların etrafta oturanları rahatsız ettiğini belir­ terek, soruna ortaklaşa bir çözüm bu­ lunmasını istediler. Meclis toplantısında, sayısı gün geçtikçe artan içkili mekanla­ rın kapatılması ya da denetlenmesi ama­ cıyla bir kampanya düzenlemeye karar verildi. Önce çevrede oturanlardan 2 bini aşkın imza toplanıp, soruna bir çözüm bulunması talebiyle belediyeye, kayma­ kamlığa ve valiliğe verildi. Ardından pav­ yonların önünde basın açıklamaları yapı­ larak şikayetler ve talepler dile getirildi. Ancak bu girişimlerden beklendiği üzere herhangi bir sonuç çıkmadı. Halk Mecli­ si bir yandan da uyuşturucu ve alkol ba­ ğımlılığı konusunda paneller düzenleye­ rek semt halkını bilgilendirmeye çalıştı. Bu panellerde, yaşanan sorun, devletin, solun güçlü olduğu mahalleleri çürütme operasyonu olarak ele alındı ve buna

karşı mücadele çağrısı yapıldı. Girişimlerin sonuçsuz kalması üzeri­ ne 97 yazında Halk Meclisi’nde alınan bir kararla daha sonuç alıcı olabileceği dü­ şünülen yeni bir eylem biçimi hayata ge­ çirildi. Önce konuyu daha geniş bir çev­ reye mal etmek için “ Onurumuza Sahip Çıkalım” sloganının öne çıktığı afişlerle bir eylem çağrısı yapıldı. Propagandanın ana vurgusu, yozlaşmaya karşı ahlaki de­ ğerlerin korunması oldu. Bu söylemle, semtin diğer kısmındaki muhafazakar kesimlerin de eylemlere katılımını sağla­ mak hedeflendi. Muhafazakar kesim, ey­ lemlere sempatiyle baksa da katılmama­ yı tercih etti. Sonuçta bar ve pavyonları protesto etmek için düzenlenen yürüyü­ şe 2 bin kişi katıldı. Oldukça uzun süren yürüyüş boyunca tüm pavyonların önün­ den geçilerek buralar yuhalandı. Daha sonra haftanın bazı akşamlarında, çoğun­ luğu kadın olan eylemciler, pavyonlara baskın yaparak pavyon sahipleri üzerin­ de basınç oluşturmaya başladı. Baskınla­ rın ardından sembolik olarak barların kepenklerinin kapatılması da bir eylem ritüeli haline getirildi. Eylem kitlesini asıl olarak kadınlar oluştururken gençler ve orta yaşlı erkekler de destek verdiler. Yapılış biçimi medyanın ilgisini çekince eylemler hızla kamuoyunun gündemine girdi. Ayrıca zaman zaman öfkeli kadın­ ların bar içindeki malzemeleri kırıp dök­ mesi gerginliğin hızla artmasına neden oldu. Eylemler hızla radikalleşirken çe­ vik kuvvet polisi her akşam semtin giri­ şine yığınak yapmaya başladı. Polisin tav­ rı başlangıçta eylemlere doğrudan mü­ dahale etmek yerine pavyonları koru­ maya almak ve Halk Meclisi’nin bazı üye­ lerini ve eylemleri desteklediği düşünü­ len birkaç esnafı gözaltına alıp mahke­


_____________ Okmeydanı deneyimi__ meye sevk etmek oldu. Bir yandan da konunun medya aracılığıyla kamuoyuna mal olması üzerine bazı pavyonlar bir süreliğine emniyet tarafından kapatıldı. Oldukça iyi başlanmış olmasına kar­ şın bar-pavyon eylemleri bir süre sonra kendisini tekrar etmeye başladı. Eylem sürecinin aşırı uzaması (yaklaşık 1.5 yıl), Halk Meclisi’nin artan iç sorunları, hede­ finin belirsizleşmesi, kalıcı sonuçların el­ de edilememesi, aynı kitleyle ve sık ara­ lıklarla yapılıyor olması bir süre sonra eylemlere ilgiyi ve katılımı düşürdü. Ka­ tılımın en düşük olduğu noktada polisin eyleme saldırısı ve engellemesi sonucun­ da bar-pavyonlara karşı yapılan eylemler Mart 98’de sona erdi. Pavyonlar bir sü­ re kapalı kaldıktan sonra yeniden açıldı­ lar, tabi bu sefer camlara duvar örülmüş, çelik kapılar takılmış ve badygard sayısı arttırılmış olarak.

YIKIM PLANINA KARŞI EYLEMLER Yerel sorunlardan kaynaklı başka bir hareketlenme de yıkım gündemiyle ya­ şandı. Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan bazı mimarların ortaya çıkardığı bir imar planında Okmeydanı, Kasımpaşa, Hasköy ve Hacıhüsrev bölgelerinde köklü bir yıkım ve yeniden yapılanma öngörü­ lüyordu. Bedrettin Dalan zamanında ha­ zırlanan planda adı geçen yerler çökün­ tü alanı ilan ediliyor ve kent merkezi i­ çinde olan bu bölgelerde ticaret ve iş merkezlerin kurulması hedefleniyordu. Yıllarca rafta bekletilen imar planının, dönemin İstanbul Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ın onayıyla uygulanması ka­ rarlaştırılmıştı. İmar planının bir örneği bir grup de­

mokrat mimar tarafından ele geçirildik­ ten sonra konu bir düğün salonunda dü­ zenlenen toplantıyla halka duyuruldu. Ardından düzenlenen bir halk toplantı­ sında sorunun çözümü için mahalle hal­ kı adına hareket edecek bir komisyon (Plan Takip Komisyonu) kuruldu ve dört kişilik bir yürütme oluşturuldu. Mahalledeki bir esnafın bürosu Plan Ta­ kip Komisyonu’nun merkezi haline geti­ rildi. Özellikle olası yıkımın kapsamına giren konutların sahipleri toplantılara düzenli olarak katılıyorlardı. Komisyon’da alınan karar sonucunda 200 civa­ rı konut sahibi toplu halde Beyoğlu Belediyesi’ne yıkım planının iptali için dilek­ çe verdi. Yıkım planının uygulanacağı Hacıhüs­ rev Mahallesi’nde de bir kahvede halk toplantısı düzenlenerek sorun hakkında halk bilgilendirildi. Ardından Hacıhüsrevlilerin de katılımıyla Okmeydanı’nda 2 bin kişilik bir yürüyüş düzenlendi. Yü­ rüyüş sonrasında halk kürsüsü kurularak konuşmalar yapıldı. Okmeydam’nda ey­ lemlerin türkü ve halaylarla bitirilmesi bir gelenek haline gelmişti; bu sefer ha­ layların yanı sıra Hacıhüsrevli Romanla­ rın darbuka eşliğindeki göbek dansıyla eylem sona erdi. Daha sonra Hacıhüs­ rev Mahallesi’nde de bir eylem ve basın açıklaması gerçekleştirildi. Bu kez O kmeydanlılar Hacıhüsrev’e destek verdi­ ler. Yıkıma karşı mücadelede kolektif ey­ lemlerin yanı sıra uzmanların teknik des­ teği de belirleyici önemdeydi. Konuya duyarlı demokrat mimar ve mühendisler Plan Takip Komisyonu ile dayanışma i­ çinde oldular, halk toplantılarına katıla­ rak plan konusunda bilgilendirme yaptı­ lar. Plan Takip Komisyonu’nun merkezi 83 —


— y o l-------------------------------------------her gün bilgi almak isteyen onlarca kişi­ nin ziyaretiyle dolup taşıyordu. Öyle ki MHP tabanından insanlar bile bilgilen­ mek için Komisyon’a gelmiş ve yıkım planına karşı irtibat halinde olma gere­ ğinden söz etmişlerdi. Komisyon’un etkinliğinin büyümesi karşısında Tayyip Erdoğan, Kasımpaşa ve D örtyol’da kahve toplantıları düzen­ leyerek planın varlığını inkar etmek zo­ runda kaldı. Bir yandan da Komisyon karşıtı propaganda başlattı. Komis­ yon’un yeni adımı ise yıkım planının iptal edilmesi için konut sahiplerini İdare Mahkemesi’ne dava açmaya yönlendir­ mek oldu. Hukuki işlemlerin yürütülme­ sinde duyarlı avukatların desteği alındı. Birkaç aylık bir süre içinde yapılabile­ cek her şey yapılmış, geriye yıkım günü­ nü ya da mahkeme kararını beklemek kalmıştı. Ancak yıkımın yakın bir tehlike olarak ortaya çıkmaması üzerine eylem­ ler durdu, açılan davaları birkaç avukat ve esnaf dışında takip eden kalmadı. Ko­ misyon, işlevi sona erince kendiliğinden dağıldı. T A R T IŞ M A B A Ş L IK L A R I I- Yerel Siyaset ve Ö z Örgütlenme: Türkiye’de emekçi semtlerinde demok­ ratik halk örgütlenmeleri oluşturma ge­ leneği oldukça sınırlı. Böyle bir eğilimin 70’!i yıllarda çok kısa bir dönem için fi­ lizlenebildiğim yukarda belirmiştik. 80 sonrası içinse başarılı bir modelden söz etmek mümkün değil. Genelde hayat bulan tarz, sorun eksenli geçici bir araya gelişler oldu. Yerel bir sorunu çözmek amacıyla bazen olukça güçlü eylemler yapılsa da çabalar örgütsel sürekliliğe dönüştürülemedi. Halk açısındansa çoğu

__ 84

zaman yerel sorunların çözümünde, si­ yasi partilerin yerel temsilcileriyle ya da yerel yöneticilerle görüşüp oy karşılığın­ da çıkarlarını kollama yöntemi belirleyi­ ci oldu. Solun yerel siyasete yaklaşımı ise, ya hiç gündemine almamak ya yerel sorun­ lar üzerinden yükselen eylemlere katıla­ rak birkaç sempatizan kazanmaya çalış­ mak ya da apolitik ve hedefsiz bir yerel­ ciliğe saplanmak biçiminde özetlenebilir. Radikal ya da liberal sol, örgütlendiği semtlerde bugün de yerel sorunlardan kaynaklı çok sayıda eylemin yönseyiciiiğini yapıyor. Ancak bu hareketler, içinde akabilecekleri bir kanal yaratılamayınca çoğu zaman artlarında hiçbir birikim bı­ rakmadan kayboluyor. Oysa öz örgüt­ lenmeler (demokratik halk örgütleri), yerel sorunlardan kaynaklı hareketlen­ melerin devletten ve burjuva siyasi par­ tilerinden bağımsız bir form kazanabile­ ceği ve birikebileceği kanallar olabilir. Parti vb. merkezi siyasi örgütlenmelerin yerel çelişkilerden kaynaklı enerjileri bütünüyle absorbe edebilmesi mümkün ve gerekli değildir. Sorun eksenli geçici örgütlenmelerin ötesinde yaratılacak kalıcı halk örgütlenmeleri, varoşlarda devletin ve sermayenin hegemonyasını sürekli yıpratacak bir mevzi işlevi göre­ bilir. 2- D evrim ci Ö rg ü t • K itle Ö rgütü: Öz örgütlenmeleri belli bir siyasi parti­ ye doğrudan angaje etme çabası daral­ mayı ve zamanla işlevsizleşmeyi getire­ cektir. Öz örgütlerin siyasi partilerden görece özerkliği onların doğası gereği­ dir. Farklı düzlemlerdeki örgütleri birbirleriyle ikame etme yaklaşımı çoğu zaman faaliyeti kısırlaştırma sonucunu doğurur. Kitle örgütleri asıl olarak, hal­


_____________Okmeydanı deneyimi___ kın kendi deneyimleriyle öğrendiği dev­ rim okulları olarak görülmelidir.

4- Toplumsal Çürümeyle Mücadele: Uyuşturucu, kumar, hırsızlık, fuhuş, çe­ teleşme vb. sorunlar yerel politikanın b i - s 3- Etnik/D insel Bölünm e ve Y ere l Siyaset: Solun etkin olduğu semtler lişenleri olmak zorunda. Yalnız bunlara büyük oranda Alevilerin yoğunlukta ol­ karşı mücadelede muhafazakar ideoloji­ duğu yerlerdir. Bu bölgelerde sağ parti­ nin yeniden üretilmemesine dikkat et­ leri destekleyen kesimlerle arada -coğ­ mek gerekiyor. Örneğin bar-pavyon ey­ rafi olarak herkesin bildiği- neredeyse lemleri sürerken tartışmalar mahallede “ doğal” sınırlar oluşmuş durumda. Sol, içki yasağı uygulamasının önerilmesine 70’lerden bu yana kendisini yeniden ü­ kadar varmıştı. Devrimci mücadeleyi reten ve siyasi olduğu kadar etnik ve kültürel, ahlaki bir mücadeleye indirge­ dinsel renklerle de bezenen bu sınırları mek 80 sonrasının tipik bir özelliğidir. aşmanın yollarını bulmak zorundadır. Sol, iktidar mücadelesinden geri düştük­ Kültürel farklılıkları sorun etmeden o r­ çe kültürel alana daha fazla hapsoldu. tak sorunlar karşısında birlikte davra­ Sosyal ve kültürel sorunları küçümse­ nabilmenin güzel bir örneği, Plan Takip meden, yok saymadan etkili bir paylaşım Komisyonu’nun eylemlerinde yaşandı. ve iktidar mücadelesi yürütmek gereki­ Aleviler ve Romenler dayanışma içinde yor. Yoksulluk, işsizlik, sömürü gün­ yıkım planına karşı mücadele ettiler. demleri üzerinden yürütülecek mücade­ Kültürel farklılıklar kendiliğinden bir le etnik/dinsel bölünmelere karşı da en sorun teşkil etmezler, birbirlerine kar­ etkili panzehir olacaktır. şı siyasallaştırıldığında bir gerilim ekse­ 5- Kadınların K atılım ı: Yıkım soru­ ni haline gelirler. Yıkım sorunu bağla­ nunda Plan Takip Komisyonu’nun top­ mında Aleviler ve Romenler arasında lantılarına düzenli olarak katılanların sağlanan ittifaka Karadenizlileri aktif o­ Okmeydanı’nda ezici çoğunluğu hane larak katmak mümkün olmadı. Kuşku­ reisi erkeklerdi. Kadınlarsa toplantılar­ suz kökleşmiş ön yargıların birkaç gün­ dan ziyade eylemlere katıldılar. Aynı ö r­ dem üzerinden çözülmesini beklemek nekte Hacıhüsrevli Romenler arasında fazla iyimser bir yaklaşım olur. İlerde toplantı ve eylemlere katılımda ve ey­ ortak zeminlerin yaratılabilmesi için sağ lemlerde söz alma konusunda kadınlar partilere oy deposu olan kesimlerin çoğunluğu oluşturuyordu. Okmeydaduyarlılık ve eğilimlerini iyi anlamaya ve nı’ndaki bar-pavyon protestoları ise ö­ iğneyle kuyu kazan bir taban çalışması­ zünde bir kadın eylemiydi. Kadınlar so­ na ihtiyaç var. (Solla güçlü bağları olma­ runun çözümü için Halk Meclisi’ne baş­ yan Hacıhüsrevlilerin, orada belli bir vurmuş ve toplantılara düzenli olarak süre boyunca bire bir örgütlenme çalış­ katılarak mücadele yöntemlerinin belir­ ması yapan devrimcilerin bilinçlendirdi­ lenmesinde söz sahibi olmuşlardı. Er­ ği kişilerin inisiyatifi sayesinde hareket- keklerin eylemlere katılımı destekçi ni­ lendirilebildiğini belirtmek gerekiyor) teliğindeydi. Kadınlar bar ve pavyonlara Güven verici örgütlenmeler ve sonuç karşı yürütülen kampanyanın öznesi ol­ alıcı pratikler sınırların aşılmasını kolay­ dukları halde propagandanın içeriğine laştıracaktır. kadın bakış açısı yeterince yansıtılamadı. 85 —


— y o l-------------------------------------------Sokakta sarhoş tacizine uğrayan da, ev­ de kocasının içki masasından kalkıp gel­ mesini bekleyen de, pavyonlarda cinsel sömürüye maruz kalanlar da kadınlardı. Bar-pavyon eylemlerinde ahlaki değerle­ ri öne çıkarmak yanlış olmasa da eksik­ ti, sorunu kadın bakış açısından ele al­ mak hem ataerkil değerleri yeniden ü­ retme riskine karşı bir güvence olur hem de eylemin daha geniş bir kesime ulaşmasını sağlayabilirdi. 6- Kadro Niteliği: Yerel sorunlar üze­ rinden gelişen eylemler devrimciler açı­ sından çok sayıda insanla temas olanağı sağlıyor ama bu temasların örgütsel biri­ kime dönüşmesi yereldeki kadroların ni­ teliğine bağlıdır. Kitabi bilgilerle yetinen, “ bilinçsiz halk” tasavvurundan hareket eden, salt ajitasyona odaklı, eylemlerde­ ki tek kaygısı radikalizmi arttırmak ya da tersinden olaysız bitirmek olan, soyut doğruları tekrarlayan bir kadro tipi yeri­ ne pratiğin zengin olanaklarını değerlen­ direcek esneklikte düşünen, halktan öğ­ renmeye çalışan, ajitasyon kadar gerçek­ çi tespitler de yapabilen, eylemleri so­ nuç alıcı bir perspektifle yönseyen, so­ mut sorunlara somut çözümler öneren, örgütçü nitelikleri gelişmiş bir kadro ti­ pine ihtiyaç var. 7- Dayanışm a ve Siyasi Etki: Sağlık, eğitim, barınma vb. konularda düzenle­ necek dayanışma organizasyonları acil sorunlara geçici de olsa somut çözüm ü­ retmek açısından önemlidir. Yoksullu­ ğun açlık sınırına yaklaştığı mahallelerde kimsenin devrim sonrasına ertelenecek çözümlere rağbet göstermesini bekle­ memek gerekiyor. Varoşlarda alternatif . iktidarların yaratılabilmesinin yolu eko­ nomik ve sosyal dayanışma faaliyetleri­ nin gerçekleştirilmesinden geçiyor. Hal­ __ 86 ____________________________

kın aktif ve kitlesel katılımıyla gerçekle­ şecek ekonomik-sosyal dayanışma faali­ yetleri, siyasi ve ideolojik bir etkiyle bir­ leştiği zaman devrimci mücadelenin üze­ rinde yükselebileceği zemin oluşturul­ muş demektir. Bu konuda Halk Meclisi’nin yaptığı sağlık taraması gibi faaliyet­ ler daha sonra Dayanışmaevi tarafından eğitim, giysi vb. konularda zenginleştiri­ lerek sürdürüldü. Dayanışma organizasyonlarının ö ­ nemli bir boyutu da profesyonel meslek sahipleriyle (doktor, avukat, mimar, mü­ hendis, öğretmen) yoksul halkı buluş­ turmasıdır ki, bu buluşma devrim müca­ delesi açısından stratejik öneme sahip­ tir. 8- Medya ve Y ere l Siyaset: Yukarda aktardığımız iki eylem örneğinde de medya ile ilişki önemli bir yer tuttu. Ye­ rel yöneticiler üzerinde baskı oluşturul­ masında eylemlerin medyaya yansıması­ nın ciddi bir etkisi oldu. Öyle ki bu yüz­ den kimi zaman eylem saati, eylemin ak­ şam haberlerinde ya da ertesi günkü ga­ zetelerde yer almasını sağlayacak şekilde ayarlandı. Medya iyi değerlendirildiğinde varoş eylemlerinin kamuoyuna yansıma­ sı ve etki gücünün artmasında işe yara­ yabiliyor. Ancak bu aracın sahipsiz olma­ dığını unutmamak gerekir. Medyanın et­ kisi bir noktadan sonra tersine de döne­ bilir. Bu yüzden medya bağımlısı (şirin görünme meraklısı) bir mücadele tarzı baştan yenilgiye mahkumdur. Böyle bir hatırlatmaya, zaman zaman eylemcilerin salt medyada görünmeyi bir başarı say­ ması yüzünden ihtiyaç var. Medyayı bir faktör olarak almak yerine medyatikliği eksene koymak, eylemleri, hiçbir sonu­ ca ulaşmayan bir şova dönüşme riski ile yüz yüze bırakır.


_____________ Okmeydanı deneyimi___

SONUÇ Okmeydam’nda 95-98 yıllarında dev­ rimcilerin yönsediği siyasi pratiği öz ö r­ gütlenme ve yerel politika bağlamında değerlendirmekle yereldeki devrimci pratiğin sadece bir boyutuna değinmiş olduk. Kuşkusuz varoşlarda yürütülen devrimci pratik yerel politika ve öz ö r­ gütlenme yaklaşımının ötesinde bir içe­ riğe sahiptir. Yerelde iktidarlaşma pers­ pektifiyle yürütülecek çalışmaların ada­ let sağlama, savunma, devrimci ortam ve kadro yaratma vb. boyutlarına bu yazıda değinmedik. Daha ziyade devrimci siya­ set ve yerel ilişkisi üzerinde durduk. Varoşlarda ekonomik ve sosyal yapı­ nın karmaşıklaşması siyaset düzeyinde de çelişkilerin çeşitlenmesini beraberin­ de getiriyor. Yeni sorunlar yerel politi­ kanın gündemine girmeye başlıyor. Ge­ nel sorunlarla yerel sorunlar içiçe girip özgün biçimler alıyor. Varoşlarda yürü­ tülecek devrimci faaliyet, ancak yerelin tarihsel-toplumsal koşullarından kaynak­ lanan özgün sorunlara müdahale ederek önünü açabilir. Özgün sorunları (uyuş­ turucu, çeteleşme, altyapı sorunları, eği­ tim, sağlık, etnik/mezhepsel saflaşma, a­ dalet, yoksulluk vd.) atlayıp “ saf’ sınıfsal çelişkiler aramak beyhude bir çaba olur. Emek ve sermaye arasındaki çelişkinin gittikçe keskinleşiyor olması ve serma­ yenin hayatın tüm alanlarına daha derin­ den nüfuz etmesi kendiliğinden sınıfsal çelişkinin ezilenlerin bilincinde canlan­ ması sonucunu doğurmuyor. Kapitaliz­ min gelişim düzeyinden hareketle artık varoşlarda doğrudan emek sermaye çe­ lişkisinin öne çıkacağını iddia etmek po­ litik süreci sosyo-ekonomik gelişmenin basit bir türevine indirgemek olur. E­

mek sermaye çelişkisi varoşlarda bin bir kılığa girerek, bazen etnik ve mezhepsel renklere bürünerek kendini ortaya ko- ' yuyor. 4 Özgün çelişkilerden hareketle somut sorunlara somut çözümler üre­ ten bir pratik faaliyet genel propaganda ve ajitasyondan çok daha sonuç alıcı o­ lacaktır. Sınıf bilincinin gelişimi ise özgün mücadeleler içersinde kazanılan dene­ yimlerin yanı sıra halk eğitiminin hayata geçirilmesiyle sağlanabilir. Varoşlarda devrimci pratik, yerelde iktidarlaşma perspektifiyle yürütüldü­ ğünde öz örgütlenmeler halk iktidarının okulu olarak önemli bir misyon yüklene­ cektir. Faşizan ve çürütücü güçlere kar­ şı fiziki mücadele, işsizlik ve yoksullukla etkin mücadele ve dayanışmacı ve de­ mokratik değerlere dayanan sosyalizas­ yon ve politikleşme, varoşlarda devrim­ ci mücadelenin başlıca ayakları olacaktır. Türkiye’de devletten bağımsız halk ö r­ gütlenmeleri yaratmak, siyasal sistemin geleneksel vesayetçi yapısı düşünüldü­ ğünde önemli bir devrimci adım anlamı­ na gelir. Ancak bunu başarabilmek için devrimcilerin yerel politikaya yoğunlaşa­ rak güç biriktirmeleri ve ilişki ağlarını kat be kat arttırmaları gerekiyor. Büyük enerjilere ihtiyaç duyulan bu yolda elini taşın altına koymaya cesareti olanlar, mücadeleye yeni bir soluk kazandırmaya da aday olacaklardır. Yeni liberalizmin varoşlara yığdığı nü­ fus şimdilik düzen içi hesaplaşmaların kitle tabanı rolünü oynasa da, 70’li yıllar­ da varoşlarda beliren hayaletin 30 yıl sonra yeniden ortaya çıkması bu kez çok daha sarsıcı sonuçlar doğuracaktır.

87 —


— y o l-----------------------------------------DİPNOTIAR

I - Burada ayrıntısına girmediğimiz Halk Meclisi'ndeki tartışmalar için bkz. D ire­ niş Sayı 5 1 (Kasım 97), 52 (Aralık 97), 53 (Ocak 98), 54 (Şubat 98), 56 (Nisan 98) 2- Mehmet Yılmazer, “ Devrimci Hare­ kette Kriz ve III. Dönem” Yol, Nisan 97, Sayı 6, s.52-56 3- Dayanışmaevleri hakkında daha fazla bilgi için “ Yoksulluk ve İşsizlikle Mücade­ le Kurultayı, Tebliğler, 2003, Alaz Yayın­ cılık” kitabına ve www.dayanismaevleri.org adresine bakılabilir. 4- Sınıf kimliği ve diğer kimliklerle ilişkisi konusunda bir tartışma için bkz. Haşan Oğuz, “ Sınıf Mücadelesi Bağlamında Öz­ gün Sınıf Yapıları ve Birleşik Sınıf Strate­ jisi” , Düşünce ve Davranışta Yol, Tem­ muz 2003, Sayı 4, s.84-1 19.

88


Ayşe Tansever

IRAK’IN RUS PETROLLERİNE ETKİSİ VE KHODORKOVSKY NEDEN TUTUK LAN D I? Rus petrol milyarderi Khodorkovsky tutuklandı. Politikaya girmek istemesi ge­ rekçe gösteriliyor. Putin’e meydan oku­ duğu, sandalyesine göz diktiği söyleniyor. Politikayla uğraşmak herkesin hakkı hatta görevi değil mi? Demokrasilerde rakipler olmaz mı? Bunun neresi tutuklanma ge­ rekçesi olabilir? Tutuklamanın altında asıl petrolün yattığı açık bir gerçektir. Petrol üzerinde iki adamın ne tü r ayrılıkları var­ dır? Bunların önemi nedir? Khodorkovsky’nin petrol üzerindeki emelleri ne­ lerdir? Önemi, uzantıları nelerdir?Eğer konu petrol ise tutuklamanın Irak’ta yükselen direnişle ya da Suudi Arabistan’da patlayan bombalarla bağlan­ tısı var mıdır? Merkez ülke liderlerinin yaptığı zirveler, ziyaretlerin bunlarla bağlantıları nelerdir? Dünya petrol de­ netimi yeni bir dönemeç almaktadır. Olayların bu derece kanlı hale gelmesi çı­ kar ilişkilerindeki yükselmeyi gösterir. Bu nedenle derinlemesine incelenmeyi gerektirmektedir. Irak Savaşı’ndaki şid­ detlenmeden kalkarak Khodorkovsky’nin tutuklanmasına kadar uzanan olayların ana motifini görmek dünya güçler dengesindeki sorunları anlamak ve bizlere uzanan bağlantılarını ortaya koymak demektir.

I. DÜNYA PETROL SORUNU Kapitalist üretimin temeli petroldür. Aslında alternatif enerji kaynakları yok

değildir ama var olan petrol tekellerinin karları bu alternatif kaynakların geliştiril­ mesi ve yaygınlaştırılması önünde birer engeldirler. Aslında kapitalizm kendi çe­ lişkisini kendisi derinleştirmektedir. Ya­ ni kar üstünde durduğu için sorunlarını açıcı çözümleri sistemine oturtamamaktadır. Neyse bu. işin başka bir boyutu­ dur. Petrol bir elma, armut ya da bir bü­ yükbaş hayvan gibi ekilip yetiştirilemez. Yeraltı zenginliği olarak vardır. Toprak gibi her yerde de yoktur. Doğada çeşit­ li yerlere dağılmıştır. Kapitalist anayurt­ larda var olan petrol rezervleri bitmek üzeredir. Norveç, Meksika Körfezi, Alaska gibi yerlerde bu on yılın sonuna gelindiğinde petrol kalmayacaktır. Uzak Doğu’da Endonezya’da petrol bitmek üzeredir. O nedenle acil bir şekilde yeni petrol kaynakları hem bulunmalı hem de geliştirilmelidir. Çünkü bu öyle bugün­ den yarına bir çırpıda olacak bir iş de değildir. Zaman ve yatırım ister. Petrol maliyetlerindeki yükselmeler şimdiye kadar ekonomik olmayan bazı alanlardaki petrol kaynaklarını karlı hale getirdi. Batı Afrika’nın Gine Körfezi’nde deniz dibinde oian alanlarda yatırıma başlandı. Buraya kıyısı olan adını bile duymadığımız, nüfusu I milyona bile varmayan ada ülkelerde bu nedenle bu aralar devlet darbeleri oldu, altüstlükler yaşanıyor. Sosyalizm yıkıldıktan sonra eskilerin Angola ve Nijerya gibi petrol

89 ----


— y o l---------------------- ---------------------ülkeleri dev petrol şirketleri denetimine girdiler. Şimdi de yenilen bu ana daire­ lerin etrafına katılıyorlar. Yeni alanların hiçbiri kapitalizmin Ortadoğu petrolüne olan bağımlılığını azaltmıyor. Ona zorunluluk artıyor. Ge­ lecek onlarca yıl daha bu bölge kapitalist üretimin can damarı olarak kalacaktır. Rusya’da petrol vardır. Ama henüz bili­ nen rezervleri ve aşağıda değineceğimiz başka nedenlerle Rus petrolü Ortadoğu ve özellikle Suudi Arabistan petrolün­ den sonra ikincil durumda kalmaktadır. D önüm noktası Irak Ortadoğu’ya bağımlılık yıllardır sür­ mektedir. Buranın petrolleri üstünde çokuluslu dev petrol şirketleri acımasız­ ca oturmaktadırlar. Bölge halkları artık bu işten çok rahatsızdırlar. İsrail Batı çı­ karlarını korumada, her gün daha da çaresizleşmekte, kalın bir duvar örmek zorunda kalmaktadır. Suudi Arabistan Krallığı ise ÇÜŞ iştahını doyurmak ile halkların ihtiyaçları arasında pres olmuş­ tu r ve yükselen halk hareketini kendine daha büyük ve yakın bir tehiike olarak görmeye başlamıştır. Petrol karlarından halka ayırdığı payı arttırmak zorunda hissetmekte ve ÇUŞ’lara karşı biraz da­ ha gönülsüz bakmaktadır. Bunun için de sürekli bombalı saldırılarla cezalandırılı­ yor. ÇUŞ’lar bizden değil halktan kese­ ceksin demek istemektedirler. Gerekçesi ne olursa olsun Saddam’a saldırmak ABD ’nin seçebileceği zorların içinde en “ kolay” yol olmuştur. Irak iş­ galinin bu kadar sorunlu olacağını biliyor muydu? Tartışılabilir, ancak kapitalizmin genel emelleri göz önüne alınırsa pek de başka şık yoktu denebilir. Ortadoğu’ya girmek zorundaydı. Yıllardır ince ince iş­

__ 90

lediği Saddam “ öcüsü” senaryosuna sa­ rıldı. Irak direnişi, petrolünü sonuna kadar savunmaya kararlı gözüküyor. Saddam öncesi zaten kısılan petrol üretim sevi­ yesine bile ulaşılamadı. Çıkarılan petrol, bırakalım ihraç etmeyi, iç tüketime bile yetmiyor ve halkları ABD işgaline karşı daha kararlı dövüşmeye itiyor. Ülkenin üzerinden geçen boru hattı birçok ye­ rinden tahrip edilmiş durumda, daha uzun süre işe yaramayacak. Öte yandan başta petrole planlanan yatırımların hiç­ biri gerçekleşmiyor. Batı petrol şirketle­ ri asayişin sağlanmasını istiyorlar. Ancak ondan sonra yatırım yapacaklarını söylü­ yorlar. Ayrıca şimdiki hükümetin bir yasallığı olmadığı için onunla imzalanacak bir antlaşmanın gelecekte olası yasal so­ runlar doğurmasından çekiniyorlar. Hat­ ta Saddam’ın imzaladığı antlaşmaların ip­ tal edilip edilemeyeceği bile tartışmalı­ dır. Yani Irak petrolünü A BD ’nin istedi­ ği seviyede üretim yapar hale getirmesi yakın bir geleceğin işi değil. Uzun bir ge­ lecekte de oradaki varlığının nasıl olaca­ ğı kocaman bir soru işareti ile duruyor. Irak’ta patlayan her bomba ile de bu so­ ru işareti büyüyor. Irak’ta denetimi sağlayamayan bir A BD ’nin Ortadoğu petrolünü denetim altına alması, Suudi Arabistan’a ya da İran’a ya da bölgedeki diğer küçük Ku­ veyt ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ül­ kelere çıkarlarını dayatması giderek zor­ laşıyor. Savaş öncesi bir türlü imzalana­ mayan Suudi Arabistan doğal gaz çıkar­ ma projesi, ABD irak’ta batağa saplanın­ ca, ancak Fransa, İngiliz ve Krallık (Irak) şirketleri arasında üçe paylaştırılabildi. Yani ABD tüm silah gücüne rağmen O r­ tadoğu petrolleri üzerinde denetim sağ­


ırak’ın rus petrollerine etkisi layamadığı gibi elinde olanları da kaybe­ diyor. Siyasi boyut: Parçalanm a Irak Savaşı’na ABD’nin Batılı mütte­ fikleri onay vermediler. Afganistan Sava­ şı ile kurulan uluslararası te rö r ittifakı parçalandı. Birinci olarak, Saddam zama­ nında elde edilen çıkarlarını korumak is­ tediler. İkinci olarak, Ortadoğu genelin­ deki çıkarlarına tehlike gördüler Saddam’a saldırıyı. Üçüncü olarak, bu sava­ şın kazanılabilmesini pek olası görmedi­ ler. ABD’nin tek başına kazanması elbet­ te çıkarlarını daha da tehlikeye sokabile­ cekti ama genelde Irak’ın büyük bir lok­ ma olduğunu belki de görüyorlardı. Ay­ rıca savaşa karşı olmanın getireceği çı­ karlar daha ağır basıyordu. Gerekçe ne olursa olsun Irak Savaşı’na katılmamak ve aksine BM’de onay vermemek dünya güçler dengesinde ye­ ni bir dönemeç demekti. Ortadoğu’nun üstünde durduğu petrol çıkarlarının ay­ rışması demekti. Petrol denetiminin parçalanması demekti. Eğer ABD petrol bölgesinin denetimini istediği gibi sağla­ yanı iyorsa o zaman petrol kaynakları başka türlü paylaşılabilir demektir. Son BM oylamasında ABD’ye yandan yırtmaçlı, ne anlama geldiği karanlık bir yasallık verildi ve ertesi günü ¡ran pet­ rolleri üzerinde antlaşma imzalandı. Irak “ ABD ’ninse” , İran da “ AB’nin” oluverdi. Suriye’ye de AB girecek. Diğer bir pet­ rol ülkesi Libya’nın eli kulağında. Sonuç­ ta, İttifak parçalanıp sonuç az çok yakın gelecek açısından belirmeye başlayınca bölge merkezler arasında parçalanmaya başladı. İsrail de duvarının arkasına çeki­ lip kendine güvenceye almaya çalışıyor, yani Filistin de AB tarafında kaldı. AB, A ­

rap halklarının ABD öfkesini kendi le­ hinde örgütleme kurnaz politikasına so­ yundu. Belki de başka şıkkı yok. Sonuçta A BD ’nin Irak Savaşı’na kal­ kışma gerekçesi geri tepmekte, O rtado­ ğu petrolü üzerindeki denetimi artmamakta aksine azalmaktadır. Ya da bu şimdilik belirsiz ve kanlı bir sürece gir­ miştir. Dolayısıyla da diğer kapitalist merkezlerin petrol bazından denetimi sorunlu hale girmektedir. ABD süper güçlüğü sorgulanmaya başlamakta, baş­ kaldırılar artmaktadır. ABD bu ortamda ne tü r politikalar üretecek göreceğiz. Rusya petrolünün önem i Rusya’nın Irak Savaşı’na hayır demesi Rus petrolleri açısından bir dönüm nok­ tası anlamını taşımaktadır. Elbette bu ka­ rar AB ile ortak bir karardır ama sanırız Rusya ve onun petrolü olmasa AB’nin ABD ile ittifaktan vazgeçmesi çok daha zor olurdu. Rusya savaşa hayır diyerek aslında ABD ile birlikte olası büyük bir ittifaktan geri adım atmış oluyordu. Bir düşüne­ lim. Daha Irak Savaşı’nın sonucunun ne olacağı belli değildir. ABD tüm silah üs­ tünlüğü ile Ortadoğu petrolünü deneti­ mine alma yoluna çıkmıştır. Buna bir de Rusya petrol gücünü ekleyelim. Dünya­ nın bir numaralı silah ve ekonomik gücü tek zaafı olan petrol sorununu da hallet­ miş ve yanına diğer petrol rezervi olan Rusya’yı da almış. O zaman herhalde dünya güçler dengesi çok değişirdi. Bush takımının üstüne oynadığı ya da hayal et­ tiği oyun budur. Bush onun için her bir zirvede “ sevgili Putin’ini” yerlere gökle­ re sığdıramaz. “ Bu adam çok iyi arkadaş. Bu adamın ben ruhunu okuyorum” der. Hatta Bush savaş sonrası bile son güne

91


— yol kadar böyle bir hayalden vazgeçmemiş olmalıdır. Savaşa destek vermese bile kendisiyle petrol alanında işbirliği yapa­ cak bir Rusya’nın hayali ile yanıp tutuş­ maktadır. Ama Rusya savaşa hayır tavrında di­ rendi. Hatta son güne kadar Lukoil şir­ keti Saddam ile petrol alanı geliştirme antlaşmasını sürdürdü. Hala Rusya Irak’taki petrol antlaşmalarının geçerli olduğunu savunmaktadır. Bu işin ucunu bırakmayacaktır. Hele bir savaş bulutları dağılsın. Ayrıca Bush’un baskılarına rağ­ men Irak’ın kendisine olan borçlarını ödemesini istemektedir. ABD, Rusya için yok Saddam’a silah yardımında bulunu­ yor, düşen uçak Sovyet silahı ile vurul­ du, yok Suriye’ye silah satıyor yaygarası yapmaya çalışsa bile bunların arkası gel­ medi. Çünkü Rusya ile ilişkileri daha üst seviyede germek doğrusu ABD’nin işine pek de gelmedi. (Son gelen haberlere göre de Rusya Irak’tan alacaklarının bir kısmından vazgeçti, karşılığında Lukoij’in Saddam döneminde yaptığı antlaşma ge­ çerli kılındı.) ABD’li yetkililer, Irak bir yana, “ Rus­ ya’yı İran’dan bir türlü vazgeçiremedik’’ diye yakınıyor. Rusya İran ile iki türlü antlaşma yaptı. Birincisi nükleer enerji geliştirme antlaşmasıdır. Batı’nın, bunun nükleer silah yapma anlamına geldiği ve İran’ın dünyayı tehdit eden bir ülke ola­ cağı baskılarına rağmen Buşehr’de sant­ ral antlaşmasını imzaladı. İkinci olarak Azedağan petrolünü çıkarmak için yardım etmede antlaştı. Bunun için Çin ile ortak bir öneri ortaya sürdüler. Yani Rusya tek başına yapacak ve belki de Çin de olaya katılacak. Bu henüz kesinleşmedi. Geçtiğimiz aylarda dünyaya İran’dan

bomba gibi bir haber yayıldı. İran Buşehr yakınlarında dünyanın en büyük petrol rezervlerini buldu. Ve artık bu olay ABD’nin İran’ı izole etme, kendisine saklama gücünü azalttı. İran’ı dayanılmaz çekici yaptı. Ve AB, BM’de Irak’ı ABD’ye yarım yollu terk ederek İran’la antlaşma imzaladı. İran nükleer silah geliştirmeye­ cek, AB ile ticaretini arttıracak, petrol çıkarma ve nükleer enerjide kendisine destek verilecektir. Yani İran yanına, Rusya sonrası AB de katılıyordu. Oysa Japonya kaçtı, japonya I . K ör­ fez Savaşı’nda Suudi Krallığı ile bir ant­ laşma yapmıştı. Sonra ABD kızınca çe­ kildi. Bu kez İran ile anlaşmak istedi. Ama ABD öyle bir karşı çıktı ki antlaşma­ nın izi tozu kalmadı sanırız. Japonya, Rusya’nın yürekliliğini gösteremedi. El­ bette petrolsüzlük ve silahsızlık belini büküyordu. İkisinin de garantisi ABD idi. Rusya Japonya’ya da petrolünü açmaya hazırdı. Ya da japonya artık “ normal bir ülke” olmak, ABD boyunduruğundan kurtulmak istiyordu. Japonya Rusya’ya 4000 km.lik dünyanın en uzun petrol boru hattı projesini önerdi. Rus devlet güvencesi olduğu taktirde 5 ile 7 milyar dolarlık düşük faizli kredi vermeye ha­ zırdı. Putin’le prensipte anlaşıldı. Yani Rusya Japonya’yı ABD’nin Ortadoğu bo­ yunduruğundan biraz olsun kurtarıcı petrolle beslemeye evet diyordu. Ayrıca Japonlar bu petrolün Pasifik Okyanusu iie ABD’ye kadar bile taşınabileceğini ima ederek bir şeyler mi ima ediyorlardı bi­ linmez. ABD aslında bütün bu gelişmele­ re engel olmak için bir Kuzey Kore ko­ zunu elinde tutuyordu ama artık Irak bu işlerle uğraşmasına olanak tanımıyordu. Bu gelişmeler karşısında A BD ’nin tüyle­ rinin diken diken olduğu ve çaresizlik i­


ırak’ın rus petrollerine etkisi__ çinde kıvrandığına şüphe yoktur. Ancak Japonya boru hattı, 2400 km.lik, yani daha kısa oian Angarsk Daqing yolu ile rekabet halindeydi. Buna Çin 2.5 milyar dolar kredi açacaktı. An­ cak proje Rus petrol şirketi Yukos’undur, özel bir şirketindir. Ve devlet ga­ rantisi istenmiyordu. Ancak şurası ke­ sindir ki bu iki projeden biri gerçekleşe­ cektir. Şu anki çıkarım imkanlarıyla iki boru hattına da petrol vermek imkansız­ dır. İlk önce Sibirya’dan çıkarım çalışma­ larının yapılması gereklidir. O nedenle bu iki boru hattı birbiriyle rakip halinde­ dir. Yani ya özellikle Putin’in uzun olma­ sına karşın istediği Japon hattı ya da özel Rus şirketi Yukos ile Çin arasında düşü­ nülen boru hattı. Hangisinin tercih edile­ ceği önümüzdeki günlerin işidir. Prensip olarak ikisinde de devletlerin antlaşması vardır. Başka olayların çözümünü bekle­ mektedir. Dünyanın üç merkezinden İkincisine, AB’ye geçersek, Putin’in AB ile de pet­ rol projeleri vardır. Sovyet döneminde O rta Avrupa için yapılan boru hattına bir yenisini eklemek istenmektedir. A l­ manya Ruh rgas yardım edecektir. Hatta Shell, Fransız Total firması, ve BP’nin de bir boru hattı projesi vardır. Bunlarla Putin ilgilenmektedir. Hatta Irak Savaşı sonunda bütün bu projeler tekrar tek­ rar gündeme geldi. Finansmanları tartışı­ lıyor. Hayata geçirilebilirler. Irak’ta ABD’ye hayır diyen Putin di­ ğer iki merkezle yakınlaşmaya, onların enerji tabanı olmaya ya da petrolüne pa­ zar garantisi sağlamaya çalışmaktadır. Petrol çıkarmak kolay iş değildir. Hem çıkarımı hem de taşınması devletler ara­ sı işbirliğini gerektirir, ve de uzun dö­

nemli antlaşmalar lazımdır. Petrol üze­ rindeki birlik aynı zamanda uzun dö­ nemli bir stratejik birliktelik demektir. AB ve Japonya’ya Ortadoğu petrolüne bağımlılıktan soluk aldırmak demektir. Hatta Putin bu stratejik işbirliği plan­ larında daha önemli bir adım daha atar ve petrolü Avrupa para .birimi Euro ile satabileceğini söyler. Ertesi günü dolar fiyatları düşer. Elbette bu ABD ile sava­ şı başka bir boyuta yükseltmek demek­ tir. Altında başka önemli tehlikeler ya­ tar. Petrolün Euro ile satımı AB parası­ nın değerini arttıracağı için AB’nin tica­ ret olanaklarının altını, oyabilecektir. O nedenle de başka boyutta bir politika arayışmı gündeme getirir. Uygulansın uy­ gulanmasın önemli olan Putin’in elindeki petrol gücünü ne kadar ABD politikala­ rından uzak tutmayı göze aldığını gös­ termektedir. Yukarıda anlattıklarımızın ABD çı­ karlarına ters düştüğünü söylemeye ge­ rek yoktur. ABD Rusya’nın OPEC’ten uzak durmasını ister. Çünkü enerji taba­ nının böylesine iki gücün elinde olması tehlikelidir. Ayrıca buna AB’nin de taraf­ tar olmayacağını eklemek gerekir sanı­ rız. Ancak buna rağmen yaz aylarında Suudi Krallığı’mn ikinci adamı Abdullah, Moskova’da ağırlandı. Ve iki üike ortak politika ve çeşitii .bilimsel-teknik konu­ larda işbirliği yapma kararı aldılar. Fakat ABD’nin elindeki kozlar az de­ ğildir. Bilindiği gibi Çeçen gerillalarının saldırıları, Gürcistan’ın ve Azerbaycan’ın dış politikalarının altında ABD vardır. ABD şirketleri Azerbaycan ve Hazar Denizi petrollerini Rusya güdümünden kurtarmaya çalışmaktadırlar. Azeri pet­ rolünün Türkiye üzerinden bir boru

93 —


— yol hattı ile Akdeniz’e aktarılmasına karşı Putin direnmektedir. Hatta O rta As­ ya’da Kazakistan’ın Kaşagan alanında 30 yılın en zengin petrol yataklarının bulun­ duğu söyleniyor. İtalyan Eni şirketinin başını çektiği, içinde ExxonMobil, RoyalShell gibi şirketlerin bulunduğu bir kon­ sorsiyum 20 milyarlık yatırım yapabile­ ceğini söylüyor. Ancak gene Putin’in baskıları ile bu proje askıya alındı. Sonuç olarak Rusya Irak Savaşı ile Rus petrolünü dünya pazarlarında A BD ’den bağımsız pazarlama, ona Rusya çıkarları doğrultusunda kredi ve pazar bulma konusunda bir politika izlemeye çalışmaktadır. Ve bu konuda da epey yol kat edilmiştir. Şunu da hemen ekleyelim ki Rusya petrol kaynakları açısından 3. sırada gelmektedir. Ancak doğalgaz açı­ sından ise bir numaradır. O anlamıyla petrol politikası beraberinde başka güç­ leri taşımaktadır. Ayrıca Putin elindeki petrol ve doğal­ gaz gücünü kullanarak D T Ö ’ye girmek, sınırlarına kadar dayanan N A TO tehdi­ dine karşı durmak, ülkesinin petrol dı­ şındaki alanlarda kredi bulmasını sağla­ mak ve araba sanayimden.gıda sanayiine yeni yatırım olanakları yaratmak için ça­ lışmaktadır. Petrol politikasını bu doğ­ rultuda bir raya oturtmaya uğraşmakta­ dır.

tidara gelip aralarındaki silahları dondur­ ma antlaşması ABM’ye uymayacağını, kendisini tehdit altında hissettiğini söyle­ dikten sonra Rusya silah konusunda ABD ile yarış etmekten vazgeçti. Yani Rusya artık silah sanayiinde bir süper güç değildir. A BD ’nin tehdidi altında olanların silah alabileceği bir pazar değil­ dir. Elbette Ortadoğu ve Güney Asya gi­ bi alanlarda hala o günlerden kalan müş­ teri ülkeleri vardır. Ancak oraları da kaybetmektedir. Örneğin Hindistan Rus savaş uçaklarının eski bir müşterisidir ancak bunların son teknik donanımı için İsrail ile antlaşmak zorunda kalmıştır. Hatta ABD Hindistan’a koyduğu ambar­ goyu kaldırarak milyarlık ülkeye kendisi silah satmaya başlayacaktır. Yani Rusya tekniği Batı’nın gerisine düşmüştür. Rus­ ya silah konusunda artık bir süper güç değildir. Ve de bu elbette uiusal gelirini ve ekonomik ayakta duruşunu etkile­ mektedir.

P etrolün önem i

Bu konu ile bağlantılı olarak Rusya Sovyetlerden kalma bilimsel ve teknik konulardaki başarılarını da ileri götürememiştir. Bilim adamlarının çoğu Batı tarafından adeta kapışılmıştır. Boğaz tokluğuna çalışmak yerine bu adamların çoğu şimdi Batı laboratuarlarında çalış­ maktadırlar. Yeninin yetişip yetişmediği bir yana beyin göçü her Üçüncü Dünya ülkesinin başındaki sorun değil midir? Rusya da artık böyle bir ülkeden farklı değildir. Hatta çeşitli kapitalist standart larla değerlendirildiği zaman sıradan bir Avrupa ülkesinin bile gerisinde sayılır. '

Rusya eski Sovyetler Birliği mirasını devralmıştır. Yani onu ABD karşısında bir süper güç yapan silah, bilimsel-teknik gelişkinlik elinde kalmıştır. Ancak Rusya bunları birer birer yitirdi. Önce Bush ik­

Sovyetlerin zaten çökmesine neden olan diğer sanayilerdeki geriliğine değin­ meye gerek yoktur. Ancak o dönemdön zenginlik olarak elinde petrol, doğalgaz ve birkaç kalem maden vardır. Rusya e­

II. RUSYA’NIN İÇ DENGELERİ

__ 94


ırak’m rus petrollerine etkisi__ ğer ayakta durmak istiyorsa bu değerle­ rine iyi sahip çıkmak zorundadır. Rusya ayakta ancak bunlarla durmaktadır ve görünen odur ki bunlarla da kalmak zo­ rundadır. Eğer petrolü ve doğalgazı ol­ masa Rusya’nın G-7’ler içinde, Filistin ve Kuzey Kore görüşmelerinde ya da BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olarak ne işi olurdu ki? Neden Bush’lar, Schröder’ier, Chirac’lar onunla zirve yapsın­ lar? Kısacası petroi ve doğalgaz kapitalist üretimin temeli olduğu için Rusya dünya politik sahnesinde dikkate alınması ge­ rekli bir ülkedir. Sonuç olarak silah ve bilimsel teknik avantajını kaybeden Rus­ ya için petrol ve doğalgaz hayati önem taşımaktadır. Ve de şimdilik tutunabile­ ceği önemli değerleridir. O nedenle bu­ nun kıymetini iyi bilmek, dünya güçler dengesinde bu kozunu çok iyi oynamak zorundadır. Ayrıca Rusya elindeki petrol rezerveri açısından bakıldığında da bir Suudi Arabistan ya da Ortadoğu değildir. Devet verilerine göre bilinen dünya kaynak­ larının %12’sine, yabancı petrolcülere göre %5’ine sahiptir. Bu konuda kesin bir şey söylemek bilimsel olarak müm­ kün değildir. (Kaynak: SAIS Revievv, yaz ve sonbahar sayısı, s.4) Fakat doğalgaz konusunda bir numara olduğu düşünül­ mektedir. Henüz keşfedilmedik çok miktarda doğalgaz olduğu sanılıyor. A n­ cak doğalgaz biraz gelecekle ilgilidir. D o­ ğalgaz nakli petrolden sorunludur ama son gelişen teknikler bu sorunu çöz­ mektedir. Örneğin eksi 160 derecede doğalgaz donmakta ve son teknik dona­ nımlı gemilerle sıvı olarak nakli yapılabil­ mektedir. Örneğin ABD şimdi Peru ve Bolivya’dan böyle sıvı likit gaz ithal etme projelerine girişmiştir. Ancak bu gemiler

liman ve deniz yolları güvenliği açısından başka sorunlar doğurmaktadırlar. Ama kısacası doğal gazın likit olarak nakli so­ runu çözülmeyecek bir konu değildir ve gelecekte giderek artan bir şekilde dün­ ya kullanımında yerini alacaktır. Petrol gelecekte doğalgazın dünya piyasaların­ da yerini almasında bir ön açıcı olarak da düşünülmelidir. Rus petrolünün kendine özgü özel­ likleri de vardır. En başta Rusya’da pet­ rol çıkarım koşulları Ortadoğu’daki ka­ dar kolay değildir. Hesaplara göre Suudi Arabistan’da bir varil petrol çıkarmanın maliyeti 1-2 dolar iken Rusya’da 5-7 do­ ları bulmaktadır. Petrolün bulunduğu Si­ birya’da doğa koşulları çetindir. İkinci olarak çöldeki gibi toprak üstüne yakın değildir, derinlerden çıkarmak gerek­ mektedir. Yani çıkarım kadar yatırım maliyeti de yüksektir. Üçüncü olarak petrolün çıktığı Sibirya dünya yerleşim merkezlerinden uzaktır. Yani nakliye so­ runu denize nispeten yakın bir Suudi Arabistan ya da İran gibi değildir. Hem de engebeli doğa koşulları başka sorunlar çıkarmakta, işi pahahlaştırmaktadır. Kı­ sacası Rus petrolünün maliyeti diğer ülkelerinkinden fazladır. Elbette bu belirli sorunlar doğurmaktadır. Dış pazarlarla rekabet koşullarına dikkat etmek gere­ kir. OPEC’in bir varil fiyatta yapacağı I dolarlık indirimin Rusya’ya maliyeti mil­ yar doları bulur. Rusya dünya petrol po­ litikasını çok iyi değerlendirmek zorun­ dadır. P etrolde m ülkiyet ve “ Yeltsin Ailesi” Bütün bu anlatılanlar iyidir de bir de Rus petrolü üstündeki mülkiyet ilişkile­ rine bakmak gerekir. Yani Rus petrolü

95


— y o l-------------------------------------------kimin mülkiyetindedir? Sovyetlerde bi­ lindiği gibi özel mülkiyet yoktu. Yeksin döneminde 96’lardan sonra bir özelleş­ tirm e kampanyası başladı. Hızlı bir şekil­ de tüm devlet malları özel kişilere satışa çıkarıldı. Petrol kaynakları, çıkarımı çe­ şitli şekillerde özel kişilere devredildi. Bugün petrollerin %90’ı özelleşmiştir. Şimdi 300’e yakın kişi veya şirket, petro­ lü çıkartmak, işletmek yetkisine sahiptir. Geriye kalan %I0 da devletin elindedir. Var olan 4 rafineri ve boru hatları da devletin mülkiyetindedir. Doğalgaz ise Gazprom adında bir devlet şirketinin denetimindedir. (Rakamlar: SAIS Revi­ ew, yaz ve sonbahar sayısı) Belki petrol üzerinde 300 şirket var­ dır ama 3 özel şirket, Lukoil, Yukos ve Surgut I998’de çıkarımın %58’ini ger­ çekleştirdiler. Beş tane en büyük şirket ise %70’ini çıkartır. Yukos ve Sibneft’in birleşmesinden sonra da Rusya’nın en büyük şirketi kurulmuş oldu. Bunun pa­ rasal değeri 46 milyar dolar oiarak tah­ min ediliyor. Bu hali ile de dünya petrol şirketleri arasında dördüncü sıraya otu­ ruyorlar. Olaya rezerv açısından bakar­ sak bu şirket en büyük hisseye sahiptir. BP’nin hisse aldığı TN K ise 98 yılında üretimin %7’sini gerçekleştirdi, (rakamlar ay.) Özetlersek Rus petrolünün %90’ı özel şirketlerin elindedir. Ancak boru hattı ve doğalgaz devletin elindedir. Petrolün özelleştirilmesi Rusya’ya özgü özellikler taşır. Sosyalizm yaşamış bir ülkede özelleştirme kolay olmamış­ tır. Bir kere bunun burjuva yasalarına bi­ le sığan bir zemini yoktur. Değeri mil­ yarlara varan bu değerleri hangi Rus va­ tandaşı alabilecek sermaye birikimine

96

sahip olabilirdi ki? Bu özelleştirmeler çe­ şitli hileler, yasadışı olaylarla gerçekleş­ miştir. Örneğin devletten çok ucuza kredi alınmıştır. Ve de sonra ödenmeye çalışılmıştır. Hatta alın diye Yeltsin hü­ kümeti üstüne neredeyse para vermiş­ tir. O dönemlerde aman üstünüze geçi­ rin, devlet malı kalmasın, kapitalist ola­ lım, özel mülk olsun ülkemizde, ancak böyle kalkınacağız düşüncesiyle her şey birilerine verilmeye çalışılmıştır. Sosya­ lizm yangınından mal kaçırılmıştır sanki. Sahte evraklar düzenlenmiştir. Cinayet­ ler işlenmiştir. Yani tam bir mafya, bir çeteler grubu bu mallan üstlerine geçir­ mişlerdir. Bunu o dönem Yeltsin’in çev­ resinde olan kişiler yapmışlardır. Kimisi eski KP üyesidirler. Kimisi genç komü­ nisttirler. Arada akrabalar vardır. İşte bu nedenle de bunlara halk “ Yeltsin Ailesi” ismini takmıştır. “ Yeltsin Ailesi” sahip oldukları şir­ ketlerin denetimlerini yavaş yavaş elleri­ ne geçirmişler, onları işletmeye başla­ mışlardır. Ancak bir şeye tepeden sahip olmayı becermekle onu yönetmek aynı şey değildir. Yönetmek başka bir bilim işidir. Petrol şirketleri bu dönemde daha gelişmişlerdir. 98 yılında yaşanan kriz ile rublenin değeri düşmüş ve petrol çıkarı­ mındaki maliyet yüksekliğinin üstesinden gelinmiştir. İkinci olarak dünya piyasala­ rında petrol fiyatı yükselmiş ve Rus pet­ rolü kar getirir duruma gelmiştir. Hatta şimdi Rusya ihracatının ve devlet gelirle­ rinin yarısını petrol oluşturur. Rus GSMH’sının 1/3’ü- gene petroldür. Bu durumda petrol şirketleri ülke içinde öne çıkarlar. Ancak “ Yeltsin A ilesfnin meşruluğu bir sorundur. Mülkleri nasıl elde ettikle­ ri herkesçe bilinmektedir. Tamam dev-


ırak’m rus petrollerine etkisi__ iet malları özelleştirilmiştir de bunun ya­ rattığı değerler halklara yansıtılmış mı­ dır? Elbette değil. Halkın gözünde “ Yek­ sin Ailesi” nin 19. yüzyıl baronlarından farkı yoktur. Hatta onlar halka iş alanla­ rı yaratıyorlardı. Çelik değirmenleri, ra­ fineriler, demiryolları yapıyorlar, yollar açıyorlardı. Bunlar ise sırf almaktadırlar. Halkın %70’i bunlara karşıdırlar. Özel mülkiyeti nasıl edindikleriyle ilgili sorgu­ lama açılmasını istemektedirler. Aslında olayı şöyle açıklamak gerekir. Halk özelleştirmeye umut bağlamıştır. Sosyalizmin kendilerini soktuğu koşulla­ rın nedenini devlet mülkiyetinde görü­ yorlardı. Onun için bu malların özelleş­ tirilmesi ile yoksulluklarının azalacağını ve Batı seviyesinde kalkınacaklarına inanmışlardı. Evet, şimdi özel mülk de vardır ama neden onların mülkleri yok­ tur? Neden zenginler para içinde yüzer­ ken kendilerinin karnı açtır? Demek ki bunun sırrı özel mülkiyette değildir. Şimdi ellerinde hiçbir şey kalmamıştır. Eğitimden sağlığına her şey özelleşmiş ama kendisinin eline geçen bir şey olma­ mıştır. Durumunda bir iyileşme olmadı­ ğını, aksine kötüye doğru gittiğini gör­ mektedir. Bu nedenle özel mülkiyetin nasıl dağıtıldığıyla ilgili soruşturma yapıl­ masını istemektedirler. Elbette bu “ Yeksin Ailesi” üyelerinin tüylerini diken diken etmektedir. Bir an önce kendilerine yasallık aramaktadırlar. Petroldeki değerlenme ile birlikte ken­ dilerini dünya petrol şirketlerinin aç ba­ kışları altında bulurlar. Eğer ki yabancı­ larla işbirliği yaparlarsa mülkleri üzerin­ deki sahipliklerine bir dış destek bula­ caklardır. Ve ayrıca böyie bir ortaklık şirketlerinin ihtiyacı olan yatırımlara kredi sağlayacaktır. Irak’taki direniş, O r­

tadoğu petrollerinin denetiminin zaman alacağının anlaşılması, Rus petrol şirket­ lerine Batı’nın iştahını kabartmıştır. An­ cak Batı hesap adamıdır. O da sormak­ tadır. Mülkiyetinin sizde kalacağının ga­ rantisi nedir, diye sormaktadır. Özel mülkiyetin yarın sorgulanıp elinizden ge­ ri alınmayacağının garantisi nerdedir? Ayak basacakları toprakların sağlam olma­ sı kapitalistler açısından çok önemlidir. Öyle ya da böyle bu iş bir açığa çık­ malı, sağlam bir yasal sonuca bağlanma­ lıdır. İşler hızlandırılır. Irak’ta patlayan bombaların gümbürtüsü VVashington ’dan Paris’e, Tokyo’dan Londra’ya her yerde duyulmaktadır. Rus petrolle­ rinin bir an önce başı bağlanmalıdır. İç dengelerin zorlanması Bu sırada iş çevrelerinin ünlü dergisi Forbes dünyanın 100 en zengini içine 17 tane Rus koydu. Bunların başını Rus­ ya’nın en zengin adamı olarak Yukos’un %42’lik hissesinin sahibi Khodorkovsky çekiyordu. Bütün Rusya’nın şaşkın ba­ kışları arasında Khodorkovsky ve diğer bir avuç Rus zenginliklerini soyanlar o r­ taya çıkıverdiler. Hepsi Batı yardakçısı olduklarını ortaya koymaya başladılar. Basın yayın organlarında kendi görüşle­ rinin propagandasını yaptılar, devlete ve Putin politikalarına meydan okudular. Irak Savaşı’nda ABD yanında yer alınma­ sını istiyorlar, Putin’in Çeçen politikası­ na karşı çıkıyorlardı. Bu noktadan sonra yavaş yavaş iç savaş kızışmaya başiadı. “ Yeltsin Ailesi” o güne kadar dağınık olan saflarını birleştirmeye başladı. Arala­ rındaki işbirliğini arttırdılar. Ordunun elinde olan silah sanayinin satışlarından gelen dövizlerin yattığı bankayı ellerine geçirdiler. Sonra dışarıdan gelen ilaçların 97


yol denetimini aidıiar. Bu arada BP’nin TN K petroi şirketinden hisse senedi aldığı ha­ beri bomba gibi patladı. Antlaşma her­ hangi bir anlaşmazlığa karşı İngiltere’ye ait Virgin Adaları’nda imzalanmıştı yani herhangi bir uzlaşmazlıkta İngiliz yasaları geçerli olacaktı vs. vs... Rusya, petrolü üstündeki yasallığı bile kaybeder duruma geliyordu. Putin yandaşları bunlara karşı yasal işlemlere giriştiler. Tutuklamalar, sorgu­ lamalar, işyerleri baskını, el koymalar, tehditler başladı. “ Yeltsin Ailesi” nin bazı üyeleri dışarıya kaçtılar. Biri İngiltere, di­ ğeri Yunanistan; Yukos hisselerinin ikin­ ci büyük sahibi olan ise İsrail’e sığındı. Oralarda oturum aldılar. İngiltere’de olan milyonlarını ülkesinde iş alanı açma­ ya değil oranın bir futbol kulübüne yatır­ dı. Dışarı kaçmak isteyenler ellerindeki malları ucuza satışa çıkardılar. Putinciler zaten böyle olsun istiyorlardı. Bunlar ya içeri atılmalı ya da dışarı kaçmalıydılar. Şimdi de savcılık tutuklama emri çıkardı. Dış ülkelerden isteyecekler. Oysa Khodorkovsky daha büyük oy­ nuyordu. Diğer bir özel petrol şirketi Sibneft’le birieşerek dünyanın dördüncü büyük petrol tekeli olmasının gerektir­ diği de belki buydu. Arkasını ExxonMo­ bil şirketine ya da Bush hükümetine da­ yamanın verdiği bir rahatlık da vardı bekli de. Şirketin baş yöneticisi birkaç kez Moskova’ya Khodorkovsky’i ziyare­ te geldi. Onunla Yukos’tan hisse alması konusunda konuştular. Arkasından di­ ğer önde gelen ABD petrol şirketi Chevron da Yukos’a ilgi duyduğunu açıkladı. Khodorkovsky sonradan yalanlaşa da siyasete atılmak istediğini söyledi. Zaten __ 98

petrol üstünde oturunca başkası da bek­ lenemezdi ya. Ancak klasik bir politikacı gibi davranmıyordu. Onu genellikle ABD’nin Rockfeller’ına benzetiyorlardı. Ayrıca onun 30 yılda yaptığını Khodor­ kovsky 3 yılda hatta 3 ayda yapmaya ça­ lışıyordu. Çok iyilik severdi. Rus gelene­ ğine bağlı kalarak Bolşoy Balesi’ne değil, Batı’daki örneklerine uyarak HIV hasta­ ları, sivil topium örgütlerine yardım edi­ yor ve demokratik, açık bir toplum ku­ rulmasına milyonlar yatırıyordu. Genç­ lerle bağlantıya girdi. Onlara internet si­ teleri açtı. Khodorkovsky bu derece “ kahra­ manlık” gösterince Batı da kendisine destek veriyordu. Yine ABD şirketi Mo­ ody, Rusya’nın yatırım değerlendirme­ sindeki yerini 2 derece yükselttiğini, ya­ bancı yatırım için koşulların düzeldiğini açıkladı. Arkasından Rusya’ya giren ya­ bancı yatırım miktarında artma olduğu söylenmeye başladı. İlk kez Rusya’ya Çin’e olduğu gibi yabancı yatırım girme­ ye hazırlanıyor dendi. Öyle bir hava es­ tirildi ki sanki herkes artık Rusya’ya ya­ tırım yapmak istiyordu. Rusya güvenliği yükselmişti. Şimdiye kadar özel sermaye yeniden bir millileştirme olur diye kor­ kuyordu ama artık korkmaya gerek yok­ tu. Öyle ya BP girmişti. Şimdi de Exxon­ Mobil sıradaydı. Hatta Fransa gıda şirke­ ti sanayi meyve suyu ve doğal su ürete­ cekti. Başkaları da düşünüyorlardı. Ülke­ ye yılbaşından beri giren döviz miktarı ilk kez ülkeden kaçandan daha yüksek oldu dendi. Yani Batı demeyelim de ABD Khodorkovsky’e destek veriyor­ du. Yukos karşılığında sanki Rusya’ya ka­ pitalizmin bir türlü ardına kadar açılma­ yan kapısı açılıverecekti. Khodorkovsky daha da yüreklendi,


ırak’ın rus petrollerine etkisi__ Putin’in politikasına karşı olan liberal ruldu ama bunun yasallığı tartışılıyor. parti Yabloka ve Sağ Güçler Birliği’ni se­ Şirket şimdilik günlük üretimini yapıyor. çim arifesinde desteklemeye, para yardı­ Her ülkede Khodorkovsky’nin avukatla­ mı yapmaya başladı. Komünist Parti için­ rı var. Kanadalı olanlar tutuklamanın de iki tane adayı da yanına aldı. Anayasa­ kalkması için BM İnsan Hakları Mahke­ da bazı maddeler mutlaka değiştirilme­ mesine başvuracaklar, Avrupalı avukat­ liydi. Petrol konusunda devletin aldığı lar AB mahkemesine gideceklerini açık­ bazı kararlara ters düştü. Petrolün ver­ ladılar. Dışarıdan destek aranıyor. Putin gilendirilmesi, ihracata kota getirilmesi, despot bir rejim kuruyor, Rusya Ghepsi istemediği yasalardı. Bunları değiş­ 8’lerden çıkarılmalı, Çeçenistan’da katli­ tirm ek gerekti. Hele hele doğal kaynak- amların suçlusu olarak Putin yargılanma­ arda yabancı mülkiyetinin yasaklanması lı, Rusya anti-semitizm yapıyor, İsrail’e /asası derhal kalkmalıydı. Duma’da bu düşman çünkü Yukos’un ikinci büyük •tararlar alınırken, kendisine bağlı miilet- hissedarı İsrail köklü, (İsrail bu tü r işler­ - akillerinin cep telefonları ile Khodor- le dövüşmekte uzmandır), ambargo ko­ o v s k y ’den talimat alması ortalığı İyice nulsun, Rusya’ya baskı yapılsın vs. vs. de­ cin çarpmışa döndürdü. Tüm tehditlere niyor. Ama çok fazla da dıştan baskı ge­ rağmen Khodorkovsky kaçmıyordu. lirse Khodorkovsky’nin durumunun da­ Sonradan anlaşıldığı gibi içeri alınmanın ha kötüleşeceği söylentileri de var. doğuracağı sakıncalara karşı yasal hazır­ Finans kapital özelliği ve Siloviki lıkları yapmıştı. “ Gelin gücünüz varsa Khodorkovsky’nin şimdi tutuklanma beni tutuklayın” diyordu adeta. Ve de gerekçesi olan suçlar elbette yeni işlen­ tutuklandı. Khodorkovsky’nin üstünde şimdilik miş değildir. Herkes Khodorkovsky’nin 7 suç duyurusu var. Bunun zamanla yük­ siyasete atılmaya kalktığı, hatta siyaset selmesi olası deniyor. I milyarın üstün­ yaptığı için tutuklandığını biliyor. Yaptığı de vergi kaçırma, sahte belge düzenle­ siyasetle Putin’i eleştirmiş ve ülkeyi pet­ me, doğum günü armağanı olarak bir ra­ rol kaynaklarına dayanarak ABD arkası­ kibinin öldürülmesi, çevre kirletme, tari­ na çekmeye ya da Putin politik hattından hi eserlere yasaların gerektirdiği önemi farklı bir çizgiye çekmeye çalışmıştır. vermeme vs. vs... Bir kapitalisti suçla­ Ancak siyasete atıimak neden bir suç ol­ mak için gerekçe bulmakta sıkıntı mı çe­ sun? Ayrıca bu bir vatandaşlık görevi de­ ğil midir? Başka fikirde olmak demokra­ kilecek! Herhalde Yukos şirketi de sıkıntı silerin gereği değil midir? Rusya’da baş­ çekmeyecektir şeflerinin içerde olma­ ka bir şeyler vardır. sından. Daha önce planlandığı gibi Yukos’un başına bir Amerikan vatandaşı geçirildi. 5 kişilik yönetim kurulunun da ikisi Amerikalı. (Khodorkovsky sık sık Amerika’yı çok sevdiğini söylüyordu.) Şirket’in Khodorkovksy’e ait olduğu söylenen %42 hissesi devletçe dondu­

Putin Yeltsin’den farklı bir çizgidir. Onun politikalarının yanlışlıklarından ders almıştır. Yeltsin I. Körfez Savaşı’nda birden Saddam saflarından yer de­ ğiştirip ABD saflarına geçti. Ve de yıllar­ ca kaybettiği pazarın kendisine verilme­ sini bekledi. I. Körfez Savaşı’ndan bizim 99


__ yol Özal gibi eli boş döndü. Yıllarca Batı’nın vaat ettiği kredilerin gelmesini bekledi. Gelmediler. Ve Yeitsin Belgrad bombar­ dımanı sırasında Sırbistan’ın yanında davranmak zorunda kaldı. Batı kapitaliz­ minin kurallarını belki de anlamış olarak koltuğu Putin’e devretti. Putin daha bağımsız bir dış politika hattı çizecekti. Ayrıca içeride başını al­ mış giden eyalet valilerini kendisine bağ­ ladı. Devletçiliğin elini yavaş yavaş güç­ lendirdi. “ Yeitsin Ailesi” bu politikalar­ dan çok huzursuzdu. Acaba kendi özel mülklerine de bir gün sıra gelecek miy­ di? Putin bunlarla bir toplantı yaptı ve şöyle dedi. “ Eğer siyasete karışmazsanız özel mülkiyetin yasallığı soruşturmasını açmayacağız.” Yani Putin şunu diyordu: Mülk sizde kalsın ama idaresi ya da kol­ tuk bizde olacak. “ Mülk sizde kalsın ama idaresi bizde olacak” demek ne demektir? Bu “ Yeitsin Ailesi” ya da oligarşi denilen zengin mülk sahiplerinin bizim anladığımız finans kapital güçlerinden farkını ortaya koyar. Bilindiği gibi kapitalizmin özel gi­ rişimci döneminde ancak kapitalizmin rekabet ilişkileri vardır. Kapitalist kendi girişimciliğini para babalarından aldığı kredi ile üretime sokar. Ve bunlar kapi­ talizmin tekelci aşamasında finans kapital güçleri haline gelirler. Zaman içinde devlet kadroları ile çeşitli işbirliğine gi­ rerler. Gerek kan gerek meta bağı ile bir yumak oluştururlar. A rtık iktidar gü­ cü, para ve metalar bunların olur. Onla­ rı birbirlerinden ayırmak zorlaşır. Ö rne­ ğin bugün Bush bir petrol şirketinin ada­ mıdır. Irak’ta böyle bir savaşa girmek petrol çıkarlarını korumak ve geliştir­ mek içindir. __ 100

Ancak Rusya’daki gelişim böyle değil­ dir. Rusya’da var olan devlet mallarını özel mülkiyetlerine geçirerek tepeden bir finans kapital oluşmuştur. Devlet kadro­ larında oturanların bazısı mülklerin sa­ hipliğini almıştır ya da bu alma hakkını birilerine vermiştir ama aradan geçen süre henüz bu iki kesimin normal finans kapitalde olduğu gibi birbiriyle kaynaş­ ması ve kemikleşmesi tamamlanmamış­ tır. Ve mülksüz olanlar sadece iktidar güçleriyle mülklerden pay almaktadırlar. Ve eğer bu haklarını devrederlerse yani iktidardan giderlerse ellerinde bir güç kalmayacaktır. Onun için Putin böyle bir şart koşmaktadır. Mülk yasallığını sorgu­ lamayacağız ama ondan pay almaktan da vazgeçmeyeceğiz, koltuk bizde kalacak demektedir. Rusya’nın çarpık kapitalizmi ve tepeden konma finans kapitali halkla­ rın soygununda böyle bir işbölümü ya da soygun işbirliği içindedir. Yani şunu vur­ gulamak gerekir ki Putin hiçbir davranı­ şında bizim anladığımız anlamda bir özel mülk karşıtı değildir. Hiçbir şekilde bir adalet anlayışı içinde değildir. Onun için de Batı’ya millileştirme yapılmayacağı sözünü sık sık vermektedir. Putin’in temsil ettiği iktidar güçleri bu pis işleri gören, gerektiğinde bundan pay alan, hatta bunların yasal düzenle­ mesine ortak olan kesimdir. Hemen ek­ leyelim bu grup statik bir grup değildir. Sayıları sürekli olarak artmaktadır. Rus­ ça’da bunlara Siloviki denilir. Ordu, eski KGB görevlileri, savcılar ve kolluk kuv­ vetleri içinde yer alırlar. Bir devlet gele­ nekleri vardır. İçgüdü olarak devlet için­ de var olurlar, devlet korunması içinde kendilerini güvenlikte hissederler. Dev­ letçilik ile geçimlerini sağlarlar. Onun için bunlar açısından Rus devletinin genel


______ırak’m rus petrollerine etkisi___ çıkarı kendi çıkarları ile bütünleşmiştir. Özel mülkiyetin çıkarını da bu çıkarın içinde görürler. Onlar için açıkçası para değil “ koituk” önemlidir ya da “ koltuk” , paralarının kaynağıdır. Bu anlamı ile de politikayı tekellerinden kesinlikle bırak­ mak istemezler. Khodorkovsky’nin ya da “ Yeltsin Ailesi” nin politika yapması bu nedenle gay­ ri resmi olarak ya da Rusya’daki kapita­ lizmin kendine özgü ilginç gelişimi nede­ niyle zımnen “ yasaktır” . Yaptıkları tak­ tirde ya ülke dışına sürülecekler ya da içerde tutuklanacaklardır. Fakat bu daha ne kadar böyle sürecektir? Kapitalist koşullarda görüldüğü şekliyle finans ka­ pital zümresi kendi siyasetçilerini yetiş­ tirip ya da var olan koltuklularla kan ba­ ğı içine girdikçe bu işler de herhalde o r­ tadan kalkacaktır. Ancak Rus kapitaliz­ minin acaba o kadar yaşamı olacak mı­ dır, sanırız sorun buradadır. G elecekte neler olabilir? Amacımız burada fal açmak değildir. Sadece Rus petrolleri açısından bu geliş­ melerin neler getirebileceğine kısaca de­ ğinerek yazımızı bitirelim. Yukos şirketi­ nin yeni başkanı illa dış şirketlerle birleş­ mek zorunda değiliz diye bir açıklama yaptı. Yani aslında bu Khodorkovsky’nin sanki tutuklu kalmaya devam edeceğinin açıklanmasıydı. “ Evet, Yukos şirketi böyle kendi başına dış bağlantılara git­ mekle, bu doğrultuda politikalar yap­ makla yanlış yapmıştır. Biz yenilgiyi ka­ bul ediyoruz. Rus yasalarına göre davra­ nacağız. Devlet politikalarına uyacağız.” Bunlar söylenmek istemektedir kapalı laflarla, Ö te yandan ExxonMobil şirketleri de dolaylı olarak açıklama yaparak tu­

tuklama olayının yatırım yapma istekleri­ ni ortadan kaldırmadığını söylediler. Ya­ ni bu şirketlerin Khodorkovsky’nin tu ­ tuklanmasına rağmen Rus petrolü ile il­ gileri vardır. Zaten bunun aksini düşünmek saç­ malık olurdu. Petrol üreten diğer ülke­ lere bakalım. Suudi Arabistan’da ABD ve diğer Batı şirketleri krallık ile bağlan­ tı içinde değiller mi? Onunla işbirliği için­ de petrolleri sömürmüyorlar mı? N ijer­ ya’da petrol zenginliğinin üstüne o tu r­ muş sözde bir iktidar yok mu? Venezü­ ella petrolleri devlet elinde değil mi? Ba­ tı neden Rus petrollerinin devlet elinde olmasından gocunsun? Zaten işin yakışa­ nı da budur. Dedik ya, petrol kapitalist üretimin kanı, canıdır. Çıkarımı zordur. O nedenle de devlet ve devletler arası politikalar ister. Onların garantisini is­ ter. Rus petrolünün devlet elinde olma­ sı da çok yadırganacak bir şey değildir. Sorun bunların açıklığa kavuşmasıdır. Ancak arada elbette farklılıklar olabi­ lir. Örneğin Venezüella’nın Chaves’i petrol üstündeki sömürüden halkının da pay almasını savunur. Suudi Krallığı gibi kendi cebine indirmek amacı gütmeyebi­ lir. Ya da bir Saddam kendi politikaları Batıya ters düştüğü için Batı tarafından lanetlendi ve petrol üstündeki deneti­ minden alınmak istendi. Libya lideri Kaddafi paçayı zor kurtardı. Yani Batı petrol şirketleri kendilerinin suyuna gi­ debilecek, sömürülerini azami şekilde arttırmaları karşısında durmayacak ve istedikleri dünya güçler dengesine oturtmada yanlarında olacak kişilerin pet­ rolün denetimini almalarını isterler. Bu açıdan da Yukos lideri Putin’den daha çok işlerine gelirdi. Ama olmadı. Rus petrollerinin geleceğinin ne olabileceği­ 101


— y o l-------------------------------------------nin ortaya çıkması için de belki Khodorkovsky’i harcadılar. Petrol uğruna ne sa­ vaşlar verilm iyor ki. Angola’da, N ijer­ ya’da, Sudan’da binlerce kişi öldü, ölü­ yor. Rusya’da da petrol üzerindeki ikti­ dar savaşı böyle bir yumuşak geçiş yap­ ma sürecinde. Olaylar henüz bitmedi. Ancak şurası açık ki şimdilik Rus devlet­ çiliği zafer kazandı. Petrol şirketleri şim­ di Putin ile onun daha devlet çıkarlarını kollayan genel politikaları çerçevesinde işbirliğine girecekler. Ayrıca bu işte ABD’nin daha çok parmağı vardır. O rta­ doğu’da girdiği riskler bu uğurda kendi­ sine karşı yürütülen politikalara karşı petrol ülkesi Rusya’yı yanında tutma ça­ basını gösteriyordu. SONUÇ Irak Savaşı dünya güçler dengesini değiştirdi. Savaşın asıl altında yatan O r­ tadoğu petrolü olduğu için de Rus pet­ rolü daha bir önem kazandı. Ancak gö­ rülen odur ki ABD yalnız Ortadoğu’da hakimiyeti kaybetmekle karşı karşıya değil, aynı zamanda Rus petrollerinin kendi çıkarları doğrultusunda bir politi­ kaya oturması olasılığını da göğüslemek zorunda. Yanlış hesap Bağdat’tan dönü­ yor. Ancak tam döndüğünü söylemek zordur. Çünkü bu politikaların hiçbiri halkların petrol çıkarlarını hesaba alan politikalar değildir. Hep petrol üstünde çöreklenmiş bir avucun çıkarlarıdır söz konusu olan. Irak petrolleri uğruna bin­ lerce suçsuz insanın kanı akıyor. O rta­ doğu şeyhleri bir gün intihar arabalarının saraylarına çarpması korkusu ile yatıp kalkıyorlar. Rus petrolleri özelleştirme­ sinden bir avuç zenginleşti ama halklar açlıktan, soğuktan ölüyorlar. Ya A fri­

ka’ya ne demeli. Güney Asya’da Endo­ nezya petrolleri halklara refah mı getir­ di? Venezüella’da Chaves kaçıncı ABD komplosu ile yüz yüze? Afrika kıtasında Nijerya, Angola, Sudan’da akan kanlarla göller dolar. O nedenle daha petrol üzerindeki güçler dengesi çok çalkantıla­ ra gebedir. 15 Kasım 2003


Hasan Oğuz

GÜNÜM ÜZ İNSANININ DÜŞÜNCE ANTİNOMİLERİ ÜZERİNE GÖZLEMLER-11 (21. Yüzyılda İnsan ve Felsefe) “ Köktenci olmak meseleyi kökünden kavramak meselesidir. Ama insanın açısından kök insanın kendisidir ” (Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi)

GİRİŞ Öncelikle bu yazıda dikkat edilecek birkaç hususu belirtmek istiyorum. Bu değerlendirmenin özü, günümüz insanı­ nın yaşamış olduğu serüvenin kısa bir ta­ nımını vermeyi amaçlıyor. Ancak tanım­ lar her zaman özdeş ve ortak bir anlatı­ mı ifade etmezler. Onlar aynı zamanda pratiğin kendisi de değildir. Ama yine de kavramlar veya tanımların kendisi, yaşa­ mın çelişkisi içindeki anaforların ürünü­ dür ve onun üzerinden tanımlanırlar. Bu ne kadar zorunlu bir durum ise, nesnel yaşamın ortaya çıkardığı sonuçları sen­ teze götürmenin, dolayısıyla belirli felse­ fi tanımlara oturtmanın zorunlu bir ge­ reksinim olması da o kadar doğal ve ka­ çınılmazdır. O halde bu tarih sürecinde oluşan insanın veya insana ait olan bu yaşamın, bir noktadan sonra felsefe ile bağını kurmak, aslında bu yaşamın ger­ çek anlamda izah edilmesinin kaçınılmaz bir yoludur. Çünkü insana ait bir nesnel­ liğin izah edilişi, bir yerde insan özgürlü­ ğü ve mutluluğu için zorunlu olan politi­ kanın da dar geçitlerden kurtulması de­ mektir. Buradan hareket edersek şunları

söylemek zorunda kalırız; bu izah tarzı­ nın nedeni uzun bir tarihi süreçten ge­ çen sosyalist hareketimizin, özellikle I2 Eylül sonrasından bu yana, neden top­ lumsal bir hareket düzeyine çıkamamış veya neden değişim gücünü yitirmiş ol­ ması ile ilgili sıkıntılar veya yaşanan kırıl­ malar, en genel anlamda gündelik olan palyatif arayışlar içindeki çözümlerden ve paradigmalardan çıkarılmıştır. Kimi­ miz sorunu örgütsel olarak, kimimiz fel­ sefe bağından kopuk soyut bir politik sorun olarak, kimimiz de çalışma tarzı veya mücadele biçimleri gibi sorunlarda aradık. Bunların kuşkusuz hepsinin bir rolü olmadı diyemeyiz, ama yapının var oluşundan hareketle, politika yapma tar­ zının uzandığı bütün yapısal çerçevelere kadar, bilinçli veya bilinçsiz olarak gör­ mezden geldiğimiz nokta, devrimci fel­ sefenin / praksis felsefenin bu ana yapı­ dan soyutlanmasında veya kopartılma­ sında bulmuştur kendini daha çok. Yani süreçte her şeyin temeli olan insan ve onun felsefe ile bağı, adeta görülmez bir kuşkuculuk içinde oluşmuştur. Kuşku yok ki felsefeye yaklaşım, bütün idealist felsefecilerin yapmış olduğu gibi, kuram­ sal olarak, nasıl ki ekonomiden, nesnel

103---


— y o l--------------------------------------------süreçlerden, genel düzeyde söyleyecek olursak altyapı süreçlerinden kopartıla­ rak salt tinsel (düşünsel etkinliklerin toplamı) düzeyde tasarlanan bir alan olarak görülmüş ise (ki bu sınıfsal kurtu­ luşun kuramsal temellerini, politika ile birleştiren praksis felsefe olarak tasarla­ nan Marksizm’in özünden ayrılışının da esef verici bir kopuşudur), bizde ise bu durum, hemen hemen aynı temel men­ talité üzerinden ele alınmış ve böylece kuramsal temel, görünüşün bir ürünü olarak sosyalist politikanın soyut bir te­ meli yapılmıştır. Başka bir deyişle felse­ femiz, politikanın içinde vücut bulan an­ lamı, rolü ve işlevi adeta anlamsızlaştırılarak, işlevi olmayan bir role büründürülmüştür. Devrimci felsefe, politika el­ bisesinin üzerindeki bir yılbaşı süsü gibi­ dir adeta. Bütün kuramsa! düşünceler, mutlak şekilde nesne! yaşamın pratiğinden üre­ tilirler. Bu anlamda maddeci felsefe, bu pratiğin işlevliliğinin veya işlevsizliğinin açıklandığı materyalist bilgi teorisidir. Ta­ rihin deneysel süreçlerinin toplam so­ nuçlarının, insan beynindeki sentezidir. Benim yaklaşık otuz yıiı aşkın bir sü­ recin deneysel birikimlerinden çıkardı­ ğım ya da deneysel serüvenimin ortak dersi olarak toparladığım sonuç şudur; sosyalist hareketimiz, Marx’tan bize uzanan derin bir materyalist (elbette di­ yalektik) felsefe temeline karşın, bu fel­ sefi temel, aynen ezberci Türk eğitim sisteminde olduğu gibi (herhalde bu eği­ tim sisteminin, sosyalist kadroların bi­ limle, dolayısıyla politik süreçlerle ilişkilenmesinde ve biçimlenmesinde aynı dü­ zeyde derin bir etkisi olsa gerektir), po­ litik çalışmalarımızın esinlendiği, vücut bulduğu, değiştirici pratiğin kendi özünü

__ 104

politikaya yansıtan bir olgu olmaktan çı­ kartılmasına yol açmıştır. Özellikle 12 Eylül’den sonra bu durum, dergi sayfala­ rında baştan savma günü kurtaran bir iki yazı ya da sözden öteye geçmeyen, ama asla pratik politikayı beslemeyen, onun içine işlemeyen, dolayısıyla bir ko­ num kaybına yol açan bir sürecin mah­ kumu olmuştur. Sınıf, devrim, başkaldırı, halk savaşı, strateji, taktik, kadro, örgüt vs. gibi bir dizi tanım, ülkemiz sosyalist hareketinin üzerinde durduğu ve sık kullandığı kav­ ramlardır. Ancak kavramlar hiçbir za­ man pratiğin kendisi değildir. Onunla özdeş kılınamaz. Özdeş kılma, sokağa çı­ kan ve idealleri olan işçi, emekçi, aydın, kültür adamı veya sosyalist kadro... ne derseniz deyin, sonuçta insan başlığı al­ tında toplanan bir canlı varlıkta anlam bulur. Dolayısıyla onların eylemini, de­ ğiştirme iradesini bilinçli kılmasını ge­ rektirir. Oysa bu variık kendi öz niteliği­ ni yitirmiş bir aşamaya gelmişse, sosya­ list hareket sık sık kırılmalar yaşıyorsa, bu kırılmaların temel öznelerinden birisi sınıftan örgüte, örgütten tekrar sınıfa geçişlerde referansları dağılmışsa, başka nedenleri göz ardı etmeksizin sorunun özünde, yani temel özne dediğimiz insa­ nın kendisinde bir sorun varsa, sosyalist hareketimiz temelde ciddi bir sorun ile karşı karşıya bulunuyor demektir. O za­ man materyalist felsefe, bu sorunu izah etmek zorundadır, başka bir deyişle fel­ sefeyi yeni baştan insanın temeli yapma­ sı demektir bu. Böylece hareketimiz, bu derslerin toplamından politik bir yol ha­ ritası çıkarması anlamında, bu onun va­ roluşunun olmazsa olmaz koşulu da de­ mektir. Bu çalışmada ilk amacım şu oldu; bu-


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ rada insan ile felsefe ilişkisinden hare­ ketle, politik bir felsefenin dönemsel olarak karşılaştığımız sorunların çözüm­ lenmesindeki rolünü ele almaya çalıştım. Elbette bunu yaparken önemli gördü­ ğüm bir dizi sorunu gündelik anlamından kopartmadan irdelemeyi amaçladım. Bu­ nunla neyi amaçladığımı bir iki cümleyle aktarayım. Burada iki şeyi bir arada yap­ tım; bir yandan çok uzun bir zamandan bu yana unuttuğumuz veya bize şu veya bu şekilde unutturulan, maddeci felsefe­ nin insan özüne ilişkin kuramsal tartış­ malarını, idealist felsefenin düşünce bo­ yutları ile karşılaştırarak ele alırken (özellikle genç arkadaşlarımızın buna yo­ ğun bir gereksinimi olduğunu bildiğim için), diğer yandan ise, 21. yüzyıl insanını felsefe bağı ile birlikte, ama gündemdeki politik sorunlarla birlikte tanımlamaya çalıştım. Bunu yaparken hem Mark­ sizm’in özünü yeniden işlemek zorunda kaldım hem de günümüzün temel soru­ nu olan insanın bozulmasını, emek bağı ve düşünce antinomileri ile birlikte tar­ tıştım. Doğanın yıkımı ile insan yıkımı arasındaki ilişkinin anlamı, yabancılaşmış emeğin insan özünü nasıl bozduğunu, kültür ve sanatın günümüzde sermaye­ nin elinde bize karşı nasıl kullanıldığını, postmodern insan kavramı ile nasıl bir ideolojik savaş açıldığını, zaman ve me­ kan kavramı ile anlatılmak istenen özün ve biçimin değişken karakterini, bir yazı sınırları içinde analiz etmeye çalıştım. Bu yazının ana temasının, insanı insanlıktan çıkaran kapitalizmin gerçek özünü tek­ rar tekrar açığa çıkarmak olduğunu asla unutmamak gerekir. Zaten sorunlar hep bunun üzerinden işlendi. Yazının ilk bölümü bu temel kavram­ lara ayrılırken ikinci bölümü postmo-

dern ideolojinin insan tanımından yola çıkarak, bu düşünce eskisinin gerçek özünü açığa çıkarmayı, böylece kültür ve sanat boyutunu ele almayı amaçladım. Bu çalışmayı bütün sosyalist yol arka­ daşlarımın eleştirisine sunmaktan dolayı derin bir kıvanç duyacağımı belirtmek is­ tiyorum.

I. BÖLÜM Felsefenin, doğa ve insan ile ilişkile­ rinde çözülmesi, çözümsüzlüğün çözü­ mü demektir. I. Bugünün dünyasında tepesi üs­ tünde duran insan, cam fanusta mı yaşıyor? Herhangi bir düşünce ne kadar doğ­ ru olursa olsun, oluşan bu düşünsel ya­ pılar bir yerde içinde bulunduğu çağın nesnel koşullarından bağımsız değildir ve onun bir sonucu ve görüntüsü olarak ortaya çıkmıştır. Sanıyorum bugünün en sorunlu yanı da burada ortaya çıkıyor. Bugünkü dünyada idealler, sözler, insana ait değerler ve ilkeler anlamını gerçek­ ten yitiriyor mu? Tarih zamandan kovu­ lan bir olguya mı dönüşüyor? Politik ve­ ya düşünsel emek neden maddi bir güce dönüşmüyor? İnsanı insanlıktan çıkartan bütün nesnel koşullara rağmen, canlı varlıklar içinde en gelişmiş beyne sahip olan insan neden bu süreci tersine çevi­ remiyor? O halde bu varoluş biçimini, çağımızın bu düşünce akımları içinde na­ sıl izah etmek gereklidir? Hiç kimse bugün bu ve buna benzer soruların anlamsız olduğunu düşünemez gibi geliyor bana. Çünkü içinde yaşadığı­ mız toplumsal-nesnel bütün izdüşümler, insanın manevi varlığını da belirleyen bir

105


— y o l-------------------------------------------dizi kırılmanın içinden geçerek şekilleni­ yor.

kıntıları üzerinden şekillenmişti. Haklı olarak klasik bütün felsefi akımlar, aklın bu fenomeni üzerinde durmuşlardı ve bu anlaşılır bir noktaya da işaret ediyor­ du. Özellikle bu durum 19. yüzyılın en canlı ve yoğun tartışmasına işaret eder. Elbette aşağıda ele alacağım gibi buradan farklı yorumlar da çıkarılacaktı. Ne yazık ki filozofların büyük bir kısmı idealizmin durağında mola verirken, bir yerde ger­ çeğin bu gölgesinde yok olup gitmekten kurtulamadı.

Doğal olarak bu yolculuk bizi insan denilen varlığın, 21. yüzyıldaki evrimini birlikte tartışmaya götürür. İnsan tara­ fından belirlenen siyasal gerçekler ile yi­ ne insanda billurlaşan aklın, dolayısıyla düşünce yapılarının arasındaki kopuşun nedeni izah edilmeden ilerlemenin ger­ çekleşmesini öngörmek zordur. Başka bir yanı ile ilerlemenin kriterleri ile ay­ dınlanmanın rasyonel yıkıcılığı arasındaki ilişki ve bağ, dolayısıyla bu bağ ve ilişki­ Bugün için bir dönem ile birlikte 21. nin ortaya çıkardığı sorunlar, özünde in­ yüzyılda, insanın tarihi olarak yarattığı il­ sanın yaşadığı toplumsal krizin de bir kesel değerler ile somut ve gerçek olgu­ göstergesi gibidir. Buradan ideolojilere, lar arasındaki kopuş veya çelişki, insanın politikaya ve kültüre uzanırız. Kriz ile a- varoluşu için ciddi bir kaos durumuna inılan bu sorunlar, karşımıza zorunlu ola­ şaret etmektedir. Bu kopuş veya bu çe­ rak uzun ve meşakkatli bir yolu çıkartır. lişkili varoluş, bugünkü dünyada bir za­ Bugünün en büyük açmazı işte bu kopuş manlar için belirtildiği gibi “ ...tepeden ve paradigma noktasında toplanmıştır. tırnağa ters çevrilmesi gibi, daha geniş Dolayısıyla bu sorunların çözümsüzlüğü, bir anlamda, dünyanın tepesi üstüne ku­ hepsinin de temeli olan insanda ve insa­ rulduğu dönem oldu” diyen Engels’i anın varoluş biçiminde düğümlenmiştir. deta haklı çıkaran bir tarihsel gerçekliğe Biri çözülmeden diğeri çözülemez, ama dönüşmüştür. (F. Engels, 1975:62) diğerinin çözümsüzlüğü ötekinin de çö­ İşte bu gerçeklik madalyonun iki yü­ zümsüzlüğünü gösterir. A rtık çözüm gi­ bi görünen bütün olgular özünde çö­ zü gibi, hem olumsallığı hem de olum­ zümsüzlüğün bir gölgesi gibidir. Görüle­ suzluğu birlikte barındırması anlamına meyen ve karanlıkta kalanın sis perdesi gelir. Egemen olan olumsuzluklar dizimi, olarak... O nedenle diyebiliriz ki bugün i- umudun olumsallığını da tetikleyen ne­ çin Batı’nın burjuva rasyonelliği veya den olarak ortaya çıkmaktadır. G örül­ mesi gereken esas nokta burasıdır sanı­ rasyonel akıl çökmüştür. rım. Ben bu olumsuzluklardan nasıl olur Özellikle 18. ve 19. yüzyılda bütün da olumsallığa geçişi başarabiliriz soru­ kırılmalara karşın insanın düşünsel yapı­ sı, insan için oluşan ilkelerle birlikte var sunun cevabını aramanın, işimizin esas oluyordu. Başka bir deyişle bu, insanı in­ yanı olduğunu unutmamak gerektiğine isan yapan ortak değerler ile birlikte ele nanıyorum. alınıyordu. Yani özne ile nesnenin veya düşünce ile varlık ilişkisinin kuramsal açıklamaları olarak tarih sahnesine yansı­ mıştı. Dolayısıyla bu önceki çağların yı­

106

Dünyamız şimdilik değiştirmeye ye­ teneksiz olduğumuz bir siyasal çağdan geçiyor. Adeta tarih zamandan dışlanmış bir görüntü verir gibidir. Engels’in de


21. yüzyılda insan ve felsefe__ belirttiği gibi “ insanlar adeta tepesi üze­ rinde kurulmuş bir dünyada” cam fanus içinde yaşıyorlar. Bu noktada eğer insa­ nı insan olarak var eden düşünsel / felse­ fi devrim başarılamazsa, siyasal devrimin hemen hemen hiçbir başarı şansı da ol­ mayacaktır ve bu durum uzun bir tarihi sürece doğru kayabilecektir. Dolayısıyla bu böyle devam ederse, tepeden tırnağa ters çevrilmiş bu dünyayı, ne yeniden kendi ‘insancıl’ doğası üzerine oturtabili­ riz ne de cam fanus içine hapsedilen in­ sanlığı bu fanustan çıkarabiliriz. Bunun için merkeze insanı alan ve bu sorunu yeniden tanımlayan bir felsefi / düşünsel devrim atılımının olmazsa olmaz koşulu buradan çıkar. Gerçekten bazı deneyleri incelediği­ mizde, bu sürece paralel düşen örnekler bizim için de tarihsel bilincin yeniden ha­ tırlatılması, dahası öğretici konum ka­ zanması anlamında önem taşırlar. Mese­ la 19. yüzyılda Almanya’nın veya Rus­ ya’nın (başka örnekler de verilebilir ama), üzerinde konuştuğumuz siyasal gerçekler karşısında, bir yerde felsefidüşünsel devrimlerini başarmış olmaları, siyasal devrimin de önünü açan bir süre­ ci yaratmıştı. Dinsel felsefenin eleştirisi üzerinden inşa edilen modern felsefe, nasıl ki klasik anlamda idealist felsefeyi yarattıysa, ama unutulmasın ki onun eleştirisi üzerinden de maddeci felsefe doğmuş oldu. Aynı şekilde kültür ve sa­ nat eylemi de, bu felsefi devrimin doğal bir sonucu olarak, devrimci kalkışma için tarihi bir rol oynayabilmesini sağla­ mıştı. Yani tarihin kendisi tarihin izdü­ şümlerinin kanıtı gibiydi. Bu gelişme el­ bette daha sonra siyasal devrimin bir kaldıracı rolüne bürünecekti. Siyasal devrim, düşünce ve değerler sisteminin

içine yerleştiği devrimci bir sıçramayı gösterecekti. Modern felsefenin açmış olduğu yo­ lun, insanlığın gelişmesinde önemli bir parametre olacağı asla yadsınamaz bir gerçekti. Bu anlamda Almanlar örneğin­ de olduğu gibi, Almanlar insanı, düşün­ cenin merkezine oturtmayı bilmişlerdi. Özellikle Kant (ki o, idealist bir felsefe­ nin öncüsü dahi olsa bu böyledir), bire­ yin özgürlüğüne ve değerler sistemine, dolayısıyla insansal haklara kuramsal bir temel ve katkı sağlamıştı. Kuşku yok ki Hegel ve Feuerbach’tan Marx ve Engels’e uzanan uzun ve meşakkatli felsefi atılım, o güne kadar insanlığın önüne ko­ yulmuş bütün tutucu inanç felsefesinin aşılması ve bu barikatların yıkılması anla­ mına da geliyordu. Aynı şekilde gerek Fransız filozof ve eylem adamlarının (Voltaire’den, Diderot, J. J. Rousseau’ya kadar) gerekse bizzat 1789 Fransız Devrim i’nin rolü, bu sürecin önünün açılma­ sının temel kilometre taşlarını oluştur­ muştur. Aslında bir yerde Hegel’den Feuerbach’a, oradan Marx ve Engels’e kadar uzanan süreçte bir kısım Alman filozof­ ları koşulları iyi gözlemlemişlerdi. 19. yüzyılın ilk yarısında aslında Almanya’da ekonomik ve toplumsal koşullar, siyasal bir devrim için henüz olgunlaşmamıştı. Küçük devletler (şehir devletleri) olarak bölünmüşlük feodal ve yarı feodal yapı içinde bulunan burjuvazi, politik bir dev­ rim için henüz yeteneksizdi. 1815 Res­ torasyonu sonucu güçsüzlüklerinin far­ kına varan filozoflar, düşünce yapılarını derinleştirmenin bilincinde hareket et­ menin gerekliliğine bu nedenle inanmış­ lardı. Bu filozofların büyük bir kısmı, bir devrim perspektifinden yoksun felsefi

107


— yol bir yapı oluşturmuş olsalar bile, yolun üstüne döşenmiş dinsel ve metafizik hu­ rafelere dayanan bütün engellerin aşıl­ ması, aslında insanın özgür düşünme ey­ lemi için yeni ilerleme temelleri sağla­ mıştı. Bilim, sanat ve kültür etkinlikleri bunun üzerinden yükselişe geçmişti. Böylece bu aydınlanma devrimi içinde hareket eden emekçi sınıflar ise, gerçek kurtuluş devrimini bu temel üzerinden hareketle bulmuş ve giderek bunu Marksizm’le özdeş kılmışlardı. Başka bir deyişle Marksizm bu gelişmeye felsefi ve politik bir temel sağlamıştı. Bir yerde burjuva modernizmi olarak adlandırılan bu gelişme süreci, aydınlan­ ma diyalektiğinin doğai bir sonucu ve ge­ lişimi anlamına da geliyordu. Ancak ha­ reket burjuvazinin dayattığı bir sınırsızlık içinde kalmadı ve kalamazdı. Buradan yeni bir devrimci felsefe ve devrimci po­ litik bir tasarım çıkacaktı doğal olarak. Böylece tarih sahnesine Marksizm gelip oturdu. Marksizm, insanın kurtuluşu an­ lamında onu merkeze oturtan, aydınlan­ ma diyalektiğinin gelişim sürecinde so­ yuttan somuta doğru geçiş anlamına da gelen, böylece onun toplumsal ve siyasal temellerinin yaratılmasına da neden olan bir gelişme ile sonuçlanmıştı. Böylece Marksizm, işçi sınıfının eline devrimci bir felsefeyi de vermiş oluyordu. Çünkü o güne kadar bütün felsefi akımlar, bu so­ mut aydınlanma diyalektiğinin şu veya bu şekilde insan merkezli toplumsal bir kurtuluş projesine sahip olan bir yakla­ şım göstermiyordu. Oysa bugün tersinden baktığımızda dünyamızda egemen olan sorun, ekono­ mik ve siyasal krizlerin bir devrim koşu­ lunu yaratmamış olması değildir. Günü­ müzde devrim, tarihin sürekliliğinde o­

108

luşan bir kesintiye işaret etm iştir aslın­ da. Yani tarihi, bir düşün adamının be­ lirttiği gibi yolda ilerleyen bir trene ben­ zetirsek, bu tarih treninin imdat frenine basılması gibi bir gerçekleşme olarak dü­ şünmek de mümkündür bunu. İşsizliğin, açlığın, hastalık ve yoksullukların yarattı­ ğı durum bir yana, egemen sınıfların için­ de bulundukları yönetememe krizi bile tek başına bunu kanıtlayan örneklerdir aslında. Sorunun odağı şudur bugün; toplumsal yapıları var eden ve devrimin asıl güçlerini de oluşturan insanın ve ay­ nı şekilde bu insanın yıkımı ve bu yıkıma paralel düşen insan gerçekliği ile onun kuramsal-düşünsel ilişkilerinde ortaya çıkan bu varoluş biçimi aslında paradok­ sal bir varoluş biçimine bürünmüştür. Bugün dünyamız olağanüstü düzeyde, bi­ lim ve teknolojinin rasyonel yıkıcı etkisi­ nin altında, düşünsel / kuramsal özellik­ lerini de bozan bu varoluş, adeta yeni bir Ortaçağ’ın fotoğrafını vermektedir bize. Dünya insanlığı bugün karanlık bir dönemin içinde, özellikle teolojik ve ide­ alist düşünce yapılarının (dinsel, etnik, cinsiyetçi vb.) etkisi içinde şekilleniyor. Oysa insanlığın yarattığı bilimsel gerçek­ ler, akıldışı, bir dizi hurafeler ile dolu ol­ madığını da yeterince kanıtlamıştı bize. Ne yazık ki bugün insanlığın büyük bir bölümü bu hurafelerin etkisi ve baskısı altında bulunmaktadır. Tarih bir yerde adeta tekerrür eder gibidir. Ama bu el­ bette kendi öznelliği ve gerçekliği içinde oluşmuştur. Demek ki günümüzde dev­ rim, sadece tek boyutlu politik bir dev­ rimi içermez, ama o aynı zamanda felse­ fi bir devrimi de gerekli kılar. Politikanın önüne döşenmiş bütün engelli barikatla­ rın aşılmasının yollarından birisi, mutlak surette felsefi bir devrimi başarmaktır.


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ Bunun temel gerekçesi şudur; öznesini yitiren bir çağın içinde oluşan ve insanı dışlayan bir dizi idealist felsefenin boy vermesi, ulus ötesi sermayenin ise bu­ nun üzerinden hareketle daha kolayca bir geçişi sağlayarak, insanlığı kendi de­ ğerlerinden kopartıp yıkmasında ve ken­ di vahşi egemenliğini kurmuş olmasında yatar. Genel bir tanımlama yaparsak, kuş­ kusuz insan özü ile bir dizi hurafeler olarak adlandırdığımız sahte öz arasında (özellikle dini öz) bağlantılı bir ilişki var­ dır. Bugün bu, kaçınılmaz bir ilişkiye dö­ nüşmüştür. Daha önce Feuerbach bilin­ diği gibi, dinin özünü insan özü içinde çözümlemişti. Yani insana ait oian ve uzun bir tarihin aralığında ortaya çıkan, başta dinsel kimlik olmak üzere bir dizi kültürel kimlik, zorunlu olarak bu insan özü içinde anlam kazanmıştı. Bugün bu varoluş biçimi yeniden tarihin derinlikle­ rinden sökülüp ortaya çıktı. Elbette bu­ na ilişkin farklı bir dizi değerlendirme ar­ kasından geldi. Geçerken bunlardan bir kısmına atıf yapmak mümkün; mesela günümüzde C. Levi Strauss gibi bazı dü­ şünürler, insanın özünü doğa ile kültü­ rün çatışması olarak açıklarken, aynı şe­ yi Lacan, insan özünü dilin oluşturduğu ve dil aracılığı ile inşa edildiğini yazar. (Balibar, 2000:41) Aslında her iki düşü­ nürün de ortak noktası, A risto ’nun, dilin kullanımı ve yeteneği ile siteyi (yani siya­ si toplumu) bu aidiyet yolu ile tanımla­ yan anlayıştan esinlendiği söylenebilir. İslam’da bu sorun, “ insan Tanrı’nın yüz cemalinden yaratılmıştır” söylemi ile an­ lam bulurken, Hıristiyanlık’ta “ Tanrının yeryüzündeki benzeri ve imgesi” anlayı­ şından esinlenmiştir. Althusser ise insa­ nın özü sorununu “ teorik hümanizm” o­

larak değerlendirmiştir. Horkheimer ile Adorno ise sorunu şöyie değerlendir­ mişlerdir; “ Uygarlık tarafından tamamen bağımlı kılınmış olan insani öz, başlangıç­ tan bu yana uygarlığın kaçıp kurtulmaya çalıştığı insanlık dışı tutumun öğelerin­ den biri durumuna gelm ektedir.” (Horkheimer - Adorno, 1995:49) Elbette bu değerlendirmeleri burada kritik yapacak değilim. Bunlar sorunun anlaşılması açısından kritik bir iki anek­ dot olarak verilmiştir. Ama yine de de­ ğişik bütün varsayımlara karşın, işin özü, sınıfsal bağlamdan ve onun felsefi izdü­ şümlerinden büyük oranda kopartılarak ele alınmak istenmiş olmasında saklıdır. Kültür ve kimlik konusunda yapılan tanımlamalar ne kadar çeşitlilik gösterir­ se göstersin, sonuçta çağımız insanının derin bir kimlik ve kültür bunalımı için­ de bulunduğu yadsınamaz. Kuşkusuz kimlik sorunu ile kültür sorunu arasında reddedilemez bir bağ vardır. Her iki düzlemde bu varoluş biçimi, günümüz insanını, hızla kendi ekonomik ve politik gerçeğinin, dolayısıyla sınıfsal gerçeğin üstünü örten bir şal ile kapatmaktadır. Bunu bir yerde “ modern cehalet” döne­ mi olarak adlandırmak olasıdır. Bir za­ manlar insanın cehaleti üzerine Feuer­ bach şöyle yazarken haklı değil midir? “ Dipsizdir insanın cehaleti ve hayal gücü sınırsızdır. Doğanın, cehaletimiz tarafın­ dan temelinden, hayal gücümüz tarafın­ dan da sınırlarından yoksun bırakılan gü­ cü, Tanrı’nın gücü haline gelir.” (Feuerbach’tan akt.; Lenin, 1976:64) Bugün inanç felsefesine dönüş göste­ ren bir eğilim, kuşku yok ki kendi gücü­ nü Tann’mn gücünde görmektedir. Baş­ ka bir deyişle kendi güçsüzlüğünü Tan­

109----


— y o l------------------- ------------------------rı’nın gücü ile tamamlamaktadır. Bir şe­ kilde bilgisel öznelerini de Tanrıya akta­ rarak böylece Tanrfnm gücü yoksulların karşısına sermayenin gücü olarak çıkarıl­ maktadır. Oysa bu inanç felsefesinin bir sapkınlığı olarak, hem insanın üretimden gelen gücünü hem de bugüne kadar ta­ rihte büyük bedellerle elde edilmiş iler­ leme öğelerini, rahatlıkla kırılabilir ve terk edilebilir bir sürece kaydırarak, sermaye için bulunmaz bir ortam hazır­ lamaktadır. Çünkü sermayenin silahı, kitleleri uyutan dinsel ideolojilerin işlev­ sel kılınmasında saklıdır. Egoizmden bi­ reyciliğe kadar “ insan özüne” aykırı bü­ tün bu olgular, ancak ve ancak bu idea­ list felsefe sayesinde gerçekleştirilmektedir. Feuerbach “ Egoizm, dinin kökü­ dür” derken aslında tam da bunu anlatır. (Feuerbach. Akt; Lenin, 1976:53) Peki ama insan tanımında bu soruna maddeci felsefe ve onun kurucusu Kari Marx nasıl yaklaşmıştır? Kısaca bunlar için şunları söyleyebiliriz; Kapitalen birin­ ci cildinde Karl Marx, Franklin Benjamin’in bir sözünü de aktararak şöyle der; “ Bazı hayvan türleri arasında rüşeym halinde varolmakla birlikte, emek araçlarının kullanımı ve yapımı, insanın emek sürecinin özgül özelliğidir ve Franklin bu nedenle insanı alet yapan hayvan, diye betimliyor.” (Marx, 1978; 19 5 -196) Daha sonra Marx Alman İdeo­ lojisinde, insanın yaşam araçlarını üret­ meye başlaması ile birlikte kendilerini hayvandan ayırt etmeye başladığını yaz­ mıştır. (Marx; 20) İnsanının özü ile ilgili olarak George Thomson ise Marx’tan şu alıntıyı aktarır; “ İnsanın özü, tek tek her bireyde var olan bir soyutlama de­ lild ir . Gerçekte insanın özü, toplumsal ilişkilerin toplamıdır.” Bu görüş Marx’in ___ 110

I I. Tez’inde yer almıştır. (Thomson, 1998:7) Buradan hareket edersek günümüz­ de ortaya çıkan doğal sonuç şu olmuş­ tur; günümüz insanının dramı, kendi insansal varlığına yabancı bu egemenlik ilişkilerini ortadan kaldırma veya dönüş­ türme yeteneğini en azından bugün için yitirmiş olmasında yatar. Bu noktayı ir­ delemek istememizin esas nedeni bura­ sıdır. Eğer bu irdelenirse, zorunlu olarak karşımıza, felsefi düşüncenin merkeziliği, dolayısıyla özne ile nesne arasındaki iliş­ kinin yeni baştan bir tanımı çıkar. Ger­ çekte yeniden bu soruna dönüşümüzün temelinde insanlığın yaşadığı bu para­ doksal yapının olması yatar. O nedenle tarihsel birikimin ortaya koyduğu verile­ ri hatırlamak burada önem taşır. N ite­ kim Alman felsefesinde Kant’tan Hegel’e, Fichte’den Scahling, Moses, B. Ba­ uer, Stirne, Feuerbach ve giderek Marx, Engels ve Lenin’e, dönmemizin altında hep bu gerçekler saklı olmuştur. Yani özne ile nesne arasındaki bu ilişkinin so­ runları, kırılma nedenleri vs... Şimdi buraya kadar olan bu kısa öze­ ti, konu ile bağlantısı içinde ilgili bölüm­ lerde incelemeye çalışalım. 2. Maddeci felsefenin günüm üz in­ sanının yaşamından kovulması ne­ lere yol açmıştır? Gerçekten 18. ve 19. yüzyıl insanın­ daki evrim, çok fazla kavranmamış olsa bile, yine de bu zorunlulukların özgürlük düşüncesi ile bağı kurularak geliştirilmiş­ ti. Başka bir deyişle özgürlüğe kapıyı açan bir evrim içinde, aşağıdan yukarıya doğru bir gelişme süreci yaşanmıştır. Bi­ lindiği gibi bu varoluş nesnelliğinden He­ gel, düşünce ile varlık ilişkisinden veya


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ özne i!e nesne ilişkisinden, insanın kendi bilincinin oluşumu açısından önemli so­ nuçlar çıkarmıştır. Hegel için insanın kendi bilincinin, eninde sonunda mutlak fikrin zorunlu yabancılaşmasından başka bir şey olmayan nesnel varlığını, varlığın kendisinde yeni baştan çözülmesinin te­ mellerini atmıştı. İnsandaki bu çözülme aslında insanlık tarihi açısından somut ilerlemenin de asıl odak noktasını oluştu­ ruyordu. İnsan özgürlüğü ile onun dü­ şünce temelleri bû çözülme içinde atıl­ mıştır çünkü. Bu varsayım her zaman sorunun çözümünde önemli ve kritik bir noktayı oluşturmuştur. Hegel toplumların oluşum evrimini, İngiliz ekonomistlerinin, özellikle Adam Smith’in, “ emek bütün zenginliklerin ya­ ratıcısıdır” diye ifade ettiği bu kuramsal düşünceden türetm iştir. Dolayısıyla He­ gel buradan hareketle, insan eylemini, hem doğanın hem de insanın dönüşüm sorununda ele almış, böylece tarihin akı­ şını belirleyen devrimci öğeyi buradan çıkartmıştı. Yani bu dönüşüm sorunun­ da emeğin rolü, bazı kırılmalara karşın iyi ve doğru anlaşılmıştı aslında. Elbette bu kırılmayı daha sonra Marx düzelte­ cektir. Bu anlamda Hegel tarihi ele alır­ ken, onu insanın kendi kendisini yaratma mücadelesi olarak değerlendirmiştir. Ve elbette doğa ile bağı kurularak sürdürü­ lecektir bu çaba. Daha sonra da görece­ ğimiz gibi, doğa ile insan ilişkisi esas an­ lamını Feuerbach felsefesinde bulacaktır. Tarih aslında insanın kendini yeniden yaratma mücadelesinden başka bir şey değildir. Sanıyorum Marksist felsefenin de temeli olan insanın dönüşüm sorunu­ nun kritik noktası, yani insansal tarihin oluşumu, doğanın bu dönüşümü ile bağ­ lantısının çok iyi görülmesinde ve parlak

bir açıklanmasında yatar. Doğanın olum­ lu anlamda dönüşümü, aslında insanın da olumlu anlamdaki dönüşümü demektir. Onun için farklı ve çelişkili bir dün­ yayı, yani bugünün dünyasını anlamak için, insan denilen bu varlığı, kendi dü­ şünce ve oluşum yapıları ile bütünleştir­ mek gerektiği anlaşılır olmak zorundadır herhalde. Bunun için Hegel’e yeniden döner devam edersek eğer, Hegel bu noktada işin içine iki temel olguyu kata­ caktır; bunlardan ilki insanın eylemidir, ikincisi de yine insana ve doğaya ait olan tarihtir. Gerçekten insanın kendi bilinci ve insanı insan yapan değerler sistemi, kendine ait bütün tarihsel sürecin ve ta­ rihsel eylemin diyalektik olan bu hareke­ tinden doğmuştur. Tarihsel oluşum bir yerde, düşünce ve aklın gerçekleşmesi süreci de demektir. Düşünce evreleri ise, mutlak olarak kendi gelişim evreleri­ ne tekabül eder. Hegel’in bu sentezi, ilerleme anlamında tarihe ve tarihin içine bu diyalektik gelişme sürecini sokmasını göstermesi bakımından son derece önemlidir diye düşünüyorum. İnsanın yabancılaşma sürecini izah eden Hegel, bu kavramı insanın dinsel ya­ bancılaşması ile bağlantılı olarak ele al­ mıştı. Onun için belirleyici olan, Tanrı’nın, insan yetisinin ve insan çabasının bir ürünü olduğudur. İnsanın Tanrı’ya olan bağımlılığı, kendi öz niteliklerine olan yabancılaşmasına yol açmış ve insanda bütünleşen değerler sisteminin yıkımına neden olmuştur. Tinsel (yani düşünce biçimlerinin toplamı) bir bakış üzerin­ den düşünecek olursak, insanın insana yabancılaşması aslında buradan çıkmış­ tır. Bundan kurtulmak olası olacaksa, bunun ilk yolu insandaki bu yabancılaş­ ma öğelerinden kurtulması gerektiğidir.

111


— y o l-------------------------------------------Çünkü bu siyasal devrimin de frenleyici­ sidir. Ancak Hegel’de insan etkinlikleri­ nin, bir yerde insanın doğal yapısından, onun nesnel konumundan bağımsız ola­ rak ele alınan tinselleştirilmiş bir tarih yaklaşımı ile gösterilmiş olması, ne yazık ki onun idealist bir tarih anlatımından ve idealist diyalektik mantığından kurtula­ madığının da bir göstergesi demektir. O, doğa ile insan ilişkilerini, bilince veya bi­ linç nesnesine ve ilişkilerine, yani tine in­ dirgemişti. O ’nda, nesnel varlık olan in­ sanı, bir yerde salt bilinç nesnesine veya soyut düşünceye indirgeyen bir mantığa sahip olmasıdır yanıltıcı olan. Başka bir ifade iie söyleyecek olursak Hegei’in ya­ nılgısı, yabancılaştırmanın kaldırılmasını, insanın kendi varlığının, kendi özüne ay­ kırı olarak bir insan varoluşu olarak de­ ğil veya tersinden söyleyecek olursak Marx’in gördüğü gibi “ bu insansal özün soyut düşünceden ayrılarak ve ona kar­ şı çıkarak dışlaşması” olgusunda yatıyor olmasında karar kılamamış olmasında saklıdır. Böylece insanla doğa arasındaki ilişki, onda bilinç ile bilinç nesnesi ara­ sındaki ilişki olarak ele alınmıştır. Nitekim Marx’in Hegel eleştirileri tam da bu nokta üzerinden, yani “ praksis” kavramı üzerinden yapılmıştır. Hegel’de yabancılaşma süreci, belirttiğimiz gibi din ile ilişkili olarak çıkarken, Feuer­ bach bu sorunun kökenini, insanın ken­ di varlığında görüyordu. Başka bir deyiş­ le yabancılaşma insanın doğasında bulu­ nan bir olgu olarak değerlendiriliyordu. Çünkü insan doğal bir varlıktır. “ Nesnel dünya, artık kendi kendisini tanıyan tinin bağımlılığı altında değildi.” Bu tanım ak­ lın ilerlemesinde aslında büyük bir sıçra­ manın yaratılması demektir. Ne yazık ki, başka bir düzlemde Feuerbach’ın da He___ 112

gel’in tersine yabancılaşma kavramını salt insan doğasına indirgemiş olması, zorunlu olarak onun tarihini görmemesi anlamına da geliyordu. Doğal olarak O, bu süreç içinde tarihi dışlamıştır. Bu onun en geri özelliğidir bir yerde. Oysa Hegel’de belirli ölçüde tarih dikkate alınmıştı. Bu anlamda, ama salt bu anlam­ da Feuerbach, Hegel’den daha geri bir konumdadır. Gerçekte Hegel tarihi, “ zamanın yabancılaşmış tin i” olarak gör­ düğünü yazmıştı çünkü. Geçerken belirtelim ki, Hegel ile Marx arasında derin bir ilişki ve bağ var­ dır. Bu ilişkiyi özellikle Engels ve Lenin çok iyi kavramıştı. Oysa sonraki Marksistlerin önemli bir kısmı Hegel diyalek­ tiğini önemsememiş ve üzerinden es geçmişlerdir. Arkadaşlarını eleştiren Marx, Hegel diyalektiğine “ köpek ölüsü” gibi yaklaşılmayacağım söyler. Marx, Ocak I858’de Engels’e yazdığı bir mek­ tupta şöyle der; “ Almanya’daki beyler... Hegel diyalektiğini köpek ölüsü sanıyor­ lar. Bu konuda Feuerbach’ın çok vebali var.” (Lukacs, 1998:47) Bu konuda Le­ nin ise, gerçek Marksistlerin “ Hegel di­ yalektiğinin materyalist dostları gibi der­ nekler...” (aynı yerde) oluşturmalarının öneminden bahseder. Görüldüğü gibi bu sorun hele bizcfe, hiç ama hiç anlaşılma­ mış bir kırılma noktası olarak devam et­ miştir. Feuerbach’ın en önemli başarısı, so­ mut insanı ve insana ait gerçekleri, felse­ fi düşüncenin içine yerleştirmiş olması­ dır. Bu nokta Feuerbach materyalizmi­ nin, diyalektik yöntemi açısından son derece önemliydi. O, doğa ile insan iliş­ kisinin mükemmel bir açıklamasını veri­ yordu. Ancak Marx, Feuerbach’ta temel bir eksiklik görmüştü; insan ve doğa iliş-


21. yüzyılda insan ve felsefe__ kişinde ve bunun felsefi düşünceye akta­ Hegel yorumlarının çapsızlığının ve kar­ rılmasında Feuerbach, adeta tarihi dışta maşıklığının nedensiz olmadığı şimdi da­ tutmuştu. Oysa tarih, bütün varoluşsal ha iyi anlaşılacaktır çünkü. yapılanmanın içindeki yoğunlaşma de­ İşte bu her iki nokta Marx açısından mekti. Çünkü o, insan hareketinin top­ önem taşıyordu. Marx, Hegel’in bu tarih lamından çıkacaktı. Aksi taktirde somut bağını iyi gözlemlemişti. Bu anlamda açıklanma soyutluktan kurtulamazdı. Marx’in, Hegel’in “ Tinin Görüngübilimi” Materyalizmin diyalektik ayağı ne kadar eserine özel bir önem vermesinin teme­ önemli olursa olsun, onun tarih ayağı ol­ linde bu düşünce yatar. Bu noktada mayınca materyalizm tek ayaklı kalacak­ Marx’in şöyle bir eleştirel değerlendir­ tı. Nitekim Lenin, Feuerbach için “ aşağı­ mesi önemlidir; da materyalist, yukarda idealist” yoru­ “ Bu nedenle” der Marx, “ Görüngümunu yaparken haklıydı. O, bu sorun bilim gizli, henüz kendi başına karanlık konusunda son derece parlak bir açıkla­ ve yalanlaştırıcı (mystifiante) eleştiridir, ma ile şöyle diyordu; “ Marx ve Engels, ama insanın yabancılaşmasını alıkoyduğu Feuerbach’tan yola çıkarak ve acemi çı­ raklarla mücadele içinde olgunlaşarak, ölçüde, -insan orada ancak tin biçimi al­ dikkatlerini materyalist bilgi teorisi üze­ tında görünse de- onda eleştirinin tüm rine değil de, doğal olarak materyalist öğelerinin gizli olarak varoldukları görü­ felsefenin yukarıya doğru tamamlanması, lür ve bunlar çoğu kez Hegelci görüş ayani materyalist tarih anlayışı üzerine çısını çok aşan bir biçimde hazırlanmış topladılar. İşte bu yüzdendir ki, Marx ve ve geliştirilmiş bulunurlar. ‘Mutsuz bi­ Engels yapıtlarında diyalektik materya­ linç’, ‘dürüst bilinç’, ‘soylu bilinç ile soy­ lizmden çok tarihsel materyalizme ağır­ suz bilinç’ arasındaki savaşım vb., bu ke­ lık verdiler ve diyalektik materyalizm­ simlerin her biri -henüz yabancılaşmış den çok tarihsel materyalizm üzerinde bir biçim altında da olsa- din, deviet, uy­ gar yaşam vb. gibi koca koca alanların edurdular.” (Lenin, 1995:38!) leştiri öğelerini içe rir.” (Marx, Gerçekten tarih ayağı olmayan bir a1976:245) çıklama, ne somut insanı ne de onun toplumsal varlığını yeterince açıklayabi­ lirdi. Tarih bağı Marksizm için, gelişmeyi ve dönüşüm sürecini ileriye doğru götü­ ren zorunlu bir gelişmeydi. Bu tanım Marksizm’in gerçek yaşamdaki doğrulu­ ğunu da kanıtlayan bir açıklamanın izdü­ şümleri olmuştur. Engels’in belirttiği gibi “ her şeyin son nedeni yine insandır” . Ama daha sonra göreceğimiz gibi postmodern düşünce, insanı ilkesiz ve amaç­ sız bir soyut varlığa dönüştüren açıkla­ malarının anti diyalektik özünü buradan çıkarabileceğiz. Onlardaki Nietzche ve

Kuşkusuz yabancılaşmanın kökenle­ rini Feuerbach gibi Marx da, insanın kendisinde ve onun varoluşunda gör­ müştür. Ama yine de Marx insanı, sait doğal bir nesne olarak görmemiş, onu aynı şekilde duyguları olan kültürel bir varlık olarak da görmüştür. O ’nun Feu­ erbach’tan farklı kılan noktalardan birisi de budur. İnsan hem doğal bir varlık hem de duyguları, düşünceleri olan bir varlıktır. O ’nun bu anlamda Feuer­ bach’tan farkı, onu insanın kendi prati­ ğinde bulmasıdır. İşte bu anlamda Marx, 113


— yol Hegel’in ve Feuerbach’ın farklı tezahür­ lerde ortaya çıkan bu idealist diyalektik­ lerini materyalist diyalektikle aşmasını bilmiştir.

yaratılmış bu nesneler üzerinden kuru­ lan ilişkilerdir. İnsanın iş ilişkisi veya ürün ile ilişkisi gibi... Bu tarihin kaçınılmaz bir pratiğidir. Elbette bütün bunlar bir sistem veya bir rejim altında gerçekleşir. İşte bu nokta, Marx’in kurtuluş manifes­ tosunun da fikir temellerini verir bize. Kuşkusuz bu tarihsellik, Feuerbach fel­ sefesinin de aşıldığı noktadır. Ama aynı şekilde Hegel’deki mutlak fikrin de aşıl­ ması anlamına gelir.

Marx’ta en önemli nokta şudur; Marx, nesnelleşme olguları ile yabancı­ laşma olgularını birbirinden ayırmıştır. Oysa Hegel’de her nesnelleşme yaban­ cılaşmayla özdeşti. Sözgelimi emeği ele alalım; emek, sonuçta canlı bir varlık olan bir insan etkinliğidir. Oysa insan et­ Hegel’deki mutlak fikrin aşılması ökinliği özünde yabancılaştırdı bir etkinlik değildir. Ortaya çıkan ürün, insansal bir nem taşır. Bilindiği gibi Hegel, sistem inesnelleşmedir de aynı zamanda. G er­ çindeki çelişkilerden yola çıkarak bir ya­ çekte insan bu ürünleri kendi mutluluğu bancılaştırma kavramını geliştirmişti. Bu­ için üretmiştir. Bu insanın önemli ve ya­ raya kadar izlediği yol doğruydu. Ancak ratıcı bir varlık olmasına işaret eder. bundan sonra bu çelişkiler, o güne kadar Çünkü insan diğer canlılardan farklı ola­ klasik iktisatçıların çözümlemiş bulundu­ rak, o emek aracılığı ile hem doğayı hem ğu bu gerçeklikleri, kurgusal olarak bir de kendi kendini olumlu değişime uğra­ mutlaklık içine sokmuştur. HegePin bir tacak bir nesnellik taşır. İnsan alet üretir sistem çözümlenmesine geçememesinin ve bu aletler sayesinde doğayı değişime de esas nedeni bu noktada aranmalıdır. uğratır.. Ama bu kendini zenginleştiren Oysa Marx, yabancılaştırmanın kökeni­ bir durumdur. Ancak bu nesnelleşme, ni, insanın üretici etkinliği içinde kavra­ yani emek sonucu ortaya çıkan bu ürün­ mıştır. Dolayısıyla onu mutlak bir kurgu ler, özel mülkiyet sistemi içinde ve onun ile açıklamaz. Böylece o gerçek sınıf çe­ devreye girmesi ile yabancılaştırılma du­ lişkilerinden yola .çıkar ve buradan bir rumuna sokulmuştur. Yani bir günah a- sistem çözümlenmesine ulaşır. Hegel ranacaksa bu günah insan etkinliğinde ve kurgusal doğruların ötesine geçemez­ onun ortaya çıkardığı ürünlerde değil, ken, Marx, buradan yeni bir felsefi akım, ancak bu etkinliği insanın aleyhine dö­ dolayısıyla politik bir yol haritasını çıka­ nüştürecek olan özel mülkiyet sistemi­ rır. nin yabancılaştırma hareketinde aran­ İnsan türsel bir varlık olarak bir kişi­ malıdır. Emeğin yabancılaştırılma soru­ liğe sahiptir. Bu kişiliğe sahip olan insan, nunu doğal olarak daha sonra buradan kendi etkinlik nesnelerine sahip olma ni­ türeteceğiz. teliği ile harekete geçer. Bu sahiplenme, Yine de buradan çıkarılması gereken başka ikinci güçler tarafından dıştalanmış sonuç önemlidir; insanın kendini nesnel olduğundan dolayı, bu, zorunlu olarak olarak, ortaya koyduğu süreç, elbette özel mülkiyetin doğuşunu da yaratmış­ yabancılaşmanın da kökenini verir bize. tır. Aslında Hegel de bu düşünceyi doğ­ Çünkü insan toplum içinde yaşar ve be­ rular. Elbette o, kapitalizmin yoksulluğu lirli ilişkilere girer. Bu ilişkiler, kuşkusuz ve sefaleti artırdığını anlıyordu. Gene de

114


21. yüzyılda insan ve felsefe__ bu saptamadan, kapitalist sistemin red­ dedilmesi gerektiğini çıkarmıyordu. Sınıf savaşımını düşüncenin dışında tutmaya devam ediyordu hala. Devletin, bu olumsuzluk karşısında işe bulaşarak dü­ zelteceğini sanıyordu. Hegel, burjuvazi ile proletarya ara­ sındaki uzlaşmaz sınıf çelişkisini, efendi ile hizmetkarlar arasındaki ilişkilere in­ dirgiyordu. O, toplumdaki bu bölünme­ nin bilincindedir aslında. Yine de o, sefa­ leti üreten yapının kaldırılmasını düşün­ se bile, ayak takımı dediği sınıfın yükseli­ şine karşı, toplumun ve devletin nasıl korunabileceğini düşünüyordu. Hegel’in en büyük açmazı burasıdır sanırım. Proletaryanın sınıf perspektifi, sade­ ce doğanın ve onun yasalarının kavranıl­ masının bilinç düzeyinde dönüşümünü öngörmez, aynı şekilde ekonomik ve toplumsal ilişkilerin kökten bir değişimi­ ni de öngörür. Bu mutlak bilincin aşılma noktasıdır. Yasaların kavranılması ve onu insanın bilincinde dönüşüme uğratıl­ masının geçerli tek yolu, oluşan bu ege­ menlik ilişkilerine son vermektir. Bu kal­ dırılma elbette soyut bir el değiştirmeye indirgenecek kadar basit değildir. Bu an­ lamda oluşan toplumsal ilişkiler ve dü­ şünce akımları, elbette nesnel bir varo­ luş içinde şekillenmektedir. Burada ger­ çek olan veya düşüncenin gerçek varo­ luşu, insanlığın tarihi içindeki ilişkilerde saklıdır çünkü. Hem doğanın ve toplu­ mun devrimci dönüşümü hem de insa­ nın kendi sınıf bilincine ilerlemesi, kuş­ kusuz tarihin bu oluşumu aracılığıyla mutlak’ bilginin egemenliği ve eylemi aracılığıyla gerçekleşir ve elbette yine dü­ şüncenin bu diyalektiği ile başlar. Ama bu oluşum aynı şekilde bir mutlaklık ola­

rak egemenlik ilişkilerinin sorgulanması ile tamamlanacaktır. Oysa doğa Hegel’de, ancak tinin bir belirtisi olarak önem taşır. Çünkü ona göre “ tin, dünya­ nın özüdür” . Bu anlamda tinin dışında kendi başına doğanın bir gerçekliği yok­ tur. Böylece “ gerçeklik, gerçeklik olarak kaldırılmıştır” der Marx. Tarihin bütün gerçek somut hareketleri Hegel’de, so­ yut kavramlar olmaktan kurtulamaz. Böylece yabancılaşma kavramı Hegel felsefesinde, gerçek içeriğinden boşaltıl­ mıştır. Bu anlamda, insan adeta Hegel felsefesinde, kendinin bilinci ile özdeş ele alınmıştır. İnsanin düşünce düzeyine aktarılan somut etkinlikleri, soyut bir hareket olarak kavranılamaz. Bunlar gerçek ve somut yaşamdan koparak, so­ yut mantıksal kategorilere yol açmama­ lıdır. Gerçekte insanın ve doğanın geliş­ mesi, asla tek başına düşüncenin geliş­ mesine indirgenemez. Bu anlamda dev­ let, hukuk, din vb. tek başına tinsel var­ lıklar toplamı değildir. Hegel’in diyalektik ilkesi kuşkusuz yadsınmanın yadsınmasına dayanır. O, bu anlamda insanın yaratıcı özelliğini çok iyi tanımlamıştır. Ama ondaki bu yadsı­ manın yadsınması, ne yazık ki sadece dü­ şünce alanında vücut bulur. Yadsımanın yadsınması aracılığı ile beliren bütün ol­ gular, bu felsefenin tutuculuğunu da gös­ term iştir aslında. Çünkü bu ilke ile yad­ sınan şeyler, gerçekte yadsımanın yad­ sınması ile korunmaya alınmıştır adeta. Hegel’in, sermaye egemenliğine dayanan düzeni ve onun kurumlanm reddetmeye götüren bir bakışa sahip olamamasının esas nedeni de bu noktadır. Böylece ya­ bancılaşmanın aslında gerçek özü de kaybolmuştur. Çünkü insan varlığının somut güçleri yine insan varlığından dış115


— yol lanmış olduğu için, bu durum yabancılaş­ ma biçimi altında Hegel felsefesinde so­ yut yadsımaya indirgenmiştir. İnsanın somut etkinlikleri düşünce yapılarında soyut bir hareket olarak yansımıştır. Böylece insana ait bu etkinlikler ve bu etkinliklerin içeriği, gerçek yaşamdan koparak “ mantıksal kategorilerin” üreti­ mine yol açmıştır. Hegel’in düşüncedeki soyutluğu esas olarak bu noktadır.

mız küresel kapitalizm ilişkilerinde ol­ dukça önem taşır. Marx, henüz oluşma aşamasında olan insan tanımında, makinenin ve giderek çalışmanın yalınlaştırılmasının insanı bir çocuk durumuna dönüştürmesinden bahsetmişti; “ İşçi yüzüstü bırakılmış bir çocuk durumuna gelmiştir. Makine, güç­ süz insanı makine durumuna dönüştür­ mek için, kendini insanın güçsüzlüğüne uydurur.” (Marx, 1976:209)

İşte Hegel’in bu felsefi yaklaşımları, Marx’a kendi kuramını oluşturmada öÜretim ilişkileri süreci iş bölümünü nemli ipuçları vermesine neden olmuş­ geliştirirken, bir başka şeyi daha gelişti­ tur. Gerçeğin diyalektik gelişimi ve e- rir; bireyin yoksulluğunu ve onun alçal­ mek aracılığıyla insanın kendi kendini ya­ masının süreçlerini... Gerçekte iş bölü­ ratması görüşlerinin oluşumuna kaynak­ mü, hem değişim hem de alış veriş süre­ lık etmesinin sebebi de budur. Böylece cinin bir sonucudur. Başka bir düzlemde Marx bu öğelerden, ancak bu felsefenin şöyle de söyleyebiliriz; iş bölümü veya eleştirisi aracılığı ile yalanların ortaya değişim süreci, insan etkinliklerinin ya­ koyulmasını sonucunu çıkarmıştır. He­ bancılaşmasının bir dışa vurumudur. Bu gel, idealizmin yolunda ilerlemiş olsa da, anlamda insandaki bencillik eğilimleri ve­ yine de o, diyalektik evrim içinde insan ya bu güdüler, kendini değişim eğilimin­ düşüncesinin temelinin insanda olduğu­ de bulmuştur. Değişim içinde bulunan nu göstermiştir. O böylece insan özgür­ kişinin devindirici gücü, Adam Smith ilüğünün geçerliliğini doğrulamış oluyor­ çin, insanlık değil, bencillik olarak yo­ du. Bu noktanın günümüz tartışmaların­ rumlanmıştır. Ama onu Marx, insan ye­ da önemli olduğunu sanıyorum. Bugün teneklerini sınırlayan bir olgu olarak bir dizi postmodernist düşünür, insanın görmüştür. “ İş bölümü, toplumsal zen­ özgür gelişimimi engelleyen her türlü ba­ ginlik bakımından kullanışlı ve yararlı bir ğımlılık araçlarını izah etmenin tarihçi araç, insansal güçlerin ustaca bir kullanıl­ bir yaklaşım olduğunu söyleyerek red­ masıdır. Ama bireysel olarak alınmış her detmişlerdir. Bunun ayrıntısını aşağıdaki insan yeteneğini azaltır.” (Marx, iigiii bölümde inceleyeceğim. Ancak 1976:226) Marx, bu sorunu çalışmasının merkezine Özetlemek gerekirse Marx’in bu ealarak incelemiş ve genel bir kavram oleştirilerini şöyle toparlayabiliriz; larak “ sanayiyi” ya da “ ekonomi politiği” 1- İnsanın, doğanın ve bunların ilişki­ işin içine katmıştır. Böylece insan özgür­ lüğü için sürdürülen eylemler, yani tari­ lerinin, salt bilince, bilinç nesnesine ya hin sınıf mücadeleleri olgusunun, belirli da bilinç ile nesne arasındaki ilişkilere in­ bir kuramsal düşüncede temelleri atıl­ dirgenmesinin kapsamlı eleştirisini yap­ mış oluyordu. Bu nokta günümüz insan masına yol açmıştır. ve insansal değerler ile içinde yaşadığı­ 2- İnsanı, tinselleştirilmiş bir insan et116


21. yüzyılda insan ve felsefe__ kinliğine indirgeyen Hegelci tarih anlayı­ şına eleştirel yaklaşarak, bugün postmodernizmin de kaynağı olan yaklaşımların tarihi kökeninin yanlışlığını göstermiştir.

rilerine karşın zamanla bu tü r yok ol­ muş. Onun yerini atalarımız da sayılan Cro-Magnonlara bırakmış. Tabi bu bir evrim içinde oluşmuş. Cro-Magnonlar bir fizik üstünlüğüne ve zeka avantajına 3Diyalektiği idealistleştiren kav­ sahip değilken, nasıl Neanderthal insana ramlara karşı, devrimci diyalektiği üret­ mesine yol açmıştır. Bu aynı şekilde Fe- üstün geldiği bilim adamlarınca incelen­ uerbach’ın insanın tinsel varlığını önem­ miş. Bu noktada bazı kuramlar üretilmiş. semeyen görüşlerinin de bir eleştirisi Bunlardan en önemlisi, bu ilk insan türü­ nün kendi içlerinde ve kapalı bir yaşamı demektir. olduğu, dolayısıyla iç evlilikler ile gen *** Burada bir ara vererek kısaca şu tar­ bozukluklarının ortaya çıktığı, bunun ise tışmaya atıf yapmanın zorunluluğuna i- türün sonunu getirdiği savında bulun­ nanıyorum. Geçenlerde yapılan bir tar­ muşlar. Haluk Gerger tarafından da paylaşı­ tışmada insanın biyolojik yapısının sosyal ve siyasal yapısı üzerindeki etkisinden lan başka bir sava göre, bu üstünlüğün bahsediliyordu. İnsanın biyolojik yapısı­ nedeni şu noktalarda düğümleniyor; bir nın yine insanın sosyal yapısı üzerinde Rus yazarı olan Andrel Nulkin’in araştır­ etkili olup olmadığı bu yazının konusu masına göre, Cro-Magnonların avantaj­ değildir ama, yine de bu yazıyla bağlantı­ ları, bu türün beyninde frontal (ön) lob­ sını göz önüne alarak (bunun bağlantısı lar çok gelişmiş. İnsanda ihtiras ve duy­ bireycilik ile kolektivizm ilişkisinde orta­ guları, bencil hırsları ve genel olarak ya çıkıyor), kısaca önemli bulduğum bir davranış biçimlerini beynin bu bölümü yazıdan bahsedeceğim. Haluk Gerger “ İ- düzenliyor, dengeliyor. Bu loblar, insa­ çimizdeki İnsanı Unuturken” başlıklı kısa nın kişisel çıkarları karşısında toplumun bir makalede çok önemli bazı gözlem­ (aile, aşiret vb.) ihtiyaç ve çıkarlarını lerde bulundu. Yazının temel amacı bi­ dengeleyebilmesini, bencilliğini törpüle­ reyci insandan kolektif insana geçiş üze­ mesini ve hemcinsleriyle birlikte yaşa­ rine kurgulanmış. Ancak Haluk hoca, ta­ manın gereklerine uyum sağlamasını rihi olarak iki insan türünden bahsedi­ sağlıyor. Böylece ilk insan belki daha ze­ yor ve bu türlerin biyolojik yapısının ki olmasına karşın, birey ile toplum ara­ sosyal yapıyı nasıl etkilediğini açıklıyor­ sındaki dengeyi tam olarak kuramadığı, du. Ben burada bu yazının kısa bir özeti­ bireyciliğe yenik düştüğü için toplumsal ni vermekle yetineceğim; Haluk hoca özellikleri daha gelişmiş ikinci tü r insan bundan yaklaşık 35 ila 85 bin yıl önce ya­ karşısında tutunamamış ve tarih sahne­ şayan Neanderthal insandan bahsediyor. sinden silinmiş. Neanderhal insan topBir de atalarımız sayılacak Cro-Magnon lumsallaşamadığı için bireyselleşememiş, insan türü anlatılıyor. Neanderhal insa­ sadece bireyci olmuş ve yok olup gitmiş. nın biyolojik yapısı, tıknaz, iri ve sağlam, Maymunla insan arasında bir noktada ayrıca oldukça gelişmiş kas yapısına ve iç kalmış ve dolayısıyla insanlaşamamış. hacmi büyük bir kafatasına sahipmiş. Bencillik, toplumsal gereksinmelerin öTüm gücüne, gelişmiş zekasına ve bece­ nüne geçince, toplumsal dayanışma ve

117


— yol paylaşım da gerçekleşemeyince çürü­ müş ve zamanla yok olmuş ve içindeki ‘insanı’ keşfedemeden tarih sahnesinden çekilmiş. Cro-Magnon insan türü ise bü­ tün bunları başararak varlığını sürdüre­ bilmiş. Bunlar bireyciliklerini bir nokta­ dan sonra dengeleyebilmiş, içlerindeki insanı bulmuşlar ve toplumla birlikte insanlaşabildiklerinden dolayı varlıkları de­ vam etmiş. Haluk hocanın yorumu şu; bireycilikle kolektivizm arasındaki müca­ deleden kolektivizm utkuyla çıkmış, in­ san böylece insanlaşabilmiş ve dünyada kalabilmiştir. Ancak Haluk hoca da bugünkü insa­ nın krizinin farkında. O şöyle diyor; “ Kolektivist, dayanışmacı ve paylaşımcı Cro-Magnonların torunu bizler, birkaç yüzyıldır kapitalizmin bataklığında birey­ sel hırslarımızı, bencilliğimizi, güç ve ka­ ra ilişkin zaaflarımızı geliştiriyor, güçlen­ diriyor, buna karşılık beynimizin ön lob­ larının yetilerini köreltiyoruz. Atalarımı­ zı insan yapan özelliklerini bir yana bıra­ kıyor, toplumsal dayanışma ve paylaşma duygularından giderek uzaklaşıyoruz... Kim bilir, belki içimizdeki ‘insanı’ böyle­ ce unutup yitirirken, Neanderhal türü­ nün yok oluşunun önkoşullarını bizler de yerine getiriyor, felaketimize giden yolu bencillikle, kar ve güç hırsıyla döşüyoruz.” (Haluk Gerger, 1994:145) Sonuçta Haluk Gerger şu öngörü ile yazısını bitiriyor; “ ‘Ya sosyalizm ya yok oluş’ belgisini bir de bu perspektifle dü­ şünelim diyorum; bugün her zamankin­ den daha fazla, insanoğlunun, ‘insanı’ bu­ labilmesi ve yaşamı sürdürebilmesi için sosyalizme ihtiyaç olduğunu bu açıdan görmek mümkün. Evet, ya sosyalizm, ya yok oluş!” (aynı yerde)

__ 118

Burada önemli olduğunu düşündü­ ğüm, dolayısıyla Haluk Gerger’i de doğ­ rulayan bir tanımı da Engels’ten vermek istiyorum; atalarımız olarak da kabul edilen maymunun beynini etkileyen temel iki dürtüden birincisi emek, ¡kincisini de dil olarak açıklayan Engels, bunun daha sonra insan beynine doğru nasıl geliştiği­ ni uzun bir anlatımdan sonra şöyle özet­ ler; “ Beynin ve ona eşlik eden duyuları­ nın gelişmesinin, gittikçe durulaşan bilin­ cin, soyutlama ve sonuç çıkarma yete­ neğinin, emek ve dil üzerindeki tepkisi, hem emeğe, hem de konuşmaya daha çok gelişme için durmadan yenilenen bir dürtü verdi. Bu gelişme sonunda insan, maymundan ayrılınca, bitiş noktasına gelmedi, değişik zamanlarda, değişik in­ san topluluklarında, derecesi ve yönü değişerek, hatta orada burada yerel ya da geçici bir gerilemeyle kesintiye uğra­ yarak, tüm olarak büyük ilerlemeler gösterdi. Oluşumunu tamamlamış insa­ nın ortaya çıkışı ile birlikte sahneye çı­ kan yeni bir unsur, yani toplum, bu geli­ şimi hem güçlü bir şekilde hızlandırdı ve hem de bu gelişime daha kesin bir yön verdi.” (Engels, 1979:85) Elbette bu sorun işin uzmanlarınca başlı başına irdelenmesi gereken bir sorun. Ben biraz da 21. yüzyıl insanı üzerine çalışma yapanların Haluk G er­ ger’in de belirttiği gibi, insan beyninin veya beynimizin ön loblarının yaratıcı özelliklerinin köreltilmesinin b ir nede­ ninin de kapitalizm bataklığındaki ilişki içinde oluştuğunu varsaymasının müm­ kün olup olamayacağını göstermek is­ tedim. Böyle bir tartışmanın başlaması­ nın yararlı olacağını düşünüyorum doğ­ rusu.


21. yüzyılda insan ve felsefe Irk *

leştirildiği her evre insan yaşamında, toplumsal bir varlık olan insanın nitelik­ lerini de yitirdiği bir yabancılaşma evre­ sidir. Tam da yaşadığımız sürecin karak­ teri ile tanımlanan bir dönemsel varolu­ şa dönüyor olmamızın nedeni de bu noktadır. Bu anlamda tarihte felsefenin hem önemi hem de çıkış noktasının bu­ rası olması ve 21. yüzyıl koşullarında, devrimci bir felsefeye yeniden dönüyor olmamızın anlaşılır kritik noktasıdır da. Nasıl ki 20. yüzyılda materyalist felsefe, politikanın sığınaklarında alt depolara atılarak görünmez kılındıysa, 21. yüzyılda ise devrimci felsefe bu sığınaklardan çı­ kıp politikanın merkezinde hak ettiği ye­ re oturmak zorundadır. Çünkü politika­ nın kendi oluşum süreci, bir yerde in­ sansal merkezden kopuşun ortadan kal­ dırılmasının geçerli bir yolu da burası gi­ bi geliyor bana.

Kaldığımız yerden devam edersek şunları söylememiz gerekir; özünde in­ san somut bir varlıktır. Duyguları olan, özlemleri, düşünceleri, zekası vs. olan bir varlıktır. Dolayısıyla insan, hayvan tü­ ründen farklı olarak “ özgür etkinliğe” yetenekli olarak, dünyayı değiştirmeye müsait, özelliklere sahip tek varlıktır çünkü. Oysa insanın bu özgür etkinlikle­ rinin toplamı olan düşünce, duygu, zeka ve eylem, bir noktadan sonra değişik en­ gellemelerle karşı karşıya kalarak, kendi insansal özünü yitirdiği dönemlere kay­ maktan kurtulamamıştır. Sözgelimi 12. yüzyıl insanının yaşadığı krizde olduğu gibi, aynı şekilde 21. yüzyıl insanın yaşa­ dığı paradoksal konumunu da burada çı­ kartmak olasıdır. Nasıl ki dinin rolü, insansal varoluşu dinamitlediyse, bugün de küresel kapitalizmin kendi varoluşu ve bütün bu manipülasyon araçları da (din, etnik, cinsiyetçilik veya sahte insan hak­ ları ve demokrasi söylemi vs. gibi ideo­ lojik ve kültürel araçları da kullanarak) aynı şekilde insanı dinamitlemeye devam etmektedir.

Kuşkusuz bu tartışma geçen iki yüz­ yıl içinde bitmedi ve yeniden gündemi­ mize gelip oturdu. Bu tartışma asla aka­ demik bir tartışma değildir. O, insanın yaşadığı dramatik koşullardan çıkarak yeniden gündemimize gelmiştir çünkü.

Düşüncenin temeli, doğal, somut ve yetenekli insanın kendisinde aranmalı­ dır. Çünkü gerçekten insan toplumsal bir varlıktır. İlkel komünal dönemde in­ san varlığı bencillikle örülmemişti. Dola­ yısıyla sevginin biçimi de değişikti. Ama yine de sevgi insana özgü bir kavramdı. Sınıflı topluma geçişle birlikte hem insa­ nın kendisi gelişti hem de paralel olarak insan doğasında bulunmayan bencillik ortaya çıktı. Ancak bencillik tersinden sevgi kavramını da anlamlı kılan bir süre­ ci yarattı. Giderek gelişen insan, sevgi kavramına daha büyük bir anlam yükle­ di. Sevginin dışlandığı ve insanın bencil-

Yaklaşık 150 yıl önce Marx’ın belirt­ tiği gibi, bugün insan bir araç durumuna düşürülmüştür. Oysa insanın mutluluğu bizim için temel bir tarihi amaçtı. İnsanın araçsallaştığı her çağ gibi 2 i . yüzyılda da, Engels’in dediği gibi “ güncel çağ, bir bi­ linçsizlik durumu” haline gelmiştir. Çün­ kü günümüzde insan emeği ve onun ya­ rattığı bütün değerler, kendi varoluşun­ dan, dolayısıyla kendi özgür ve bilinçli etkinliklerinden kopmuştur. Özetle di­ yebiliriz ki, hem politika felsefe ile hem de insan yeniden felsefe ile barışmalıdır. Bu ilk çıkış noktamızdır. O halde dönüp bu sorunu yeniden incelemek gerek-

119----


— y o l-------------------------------------------m e k te d ir.

tü r. Ç ünkü m akinenin canlı b ir va rlık gi­

3. İn s a n lığ ın to p lu m s a l k r iz in in fe l­

bi beyni, dolayısıyla b ir algılama gücü

s e fe d e k i k a rş ılığ ın ı n asıl o k u m a lıy ız ?

y o k tu r. M akine sonuçta b ir d e m ir yığını­

İnsan tü rse l b ir va rlık o larak kendi emeği ile kendi varoluşunu yaratm ıştır. Bu anlamda insanın varoluşunun ö zü d ü r emek. D e m e k ki emek, aslında insansal varoluşun zo ru n lu b ir sonucu ola ra k o r ­ taya çıkmış b ir e tk in lik tir. Bunlar genel b ir sav olsa da, bugün için önem li olanın insanın kendi varoluşunun em ekle olan ilişkisinin n iteliğidir. Haklı ola ra k şimdi şu soruyu so rm a k zamanıdır; bugün in­ sanın kendi emeği ile ilişkisinde nasıl b ir varoluş o rta ya çıkmıştır? Ya da insanı in­ san yapan yaratıcı e tk in lik le r o larak em ek b ir ye rd e insandan b ir kopuş süre­ ci mi yaşıyor? Başka b ir deyişle, bozulan insanın bozulm a nedeni kendi yaratıcı emeğinden kopuşun b ir sonucu olarak d e ğ e rle n d irm e k m üm kün müdür? Soyut b ir anlatım la ifade edecek olursak, insan bugün adeta e t ve ke m ik yığınına mı d ö ­ nüşüyor?

dır. İşlenmiş b ir d e m ir yığını olarak... İn­ san ise asla d e m ir b ir yığın o la ra k değerlendirilem eyeceğine g öre, o halde bu so ru nu n

özü

nerede

bulunm aktadır?

Kaba b ir benzetm e yapm ak gerekirse, bugün insan yine de düşünm e, algılama veya diğer anlamı ile d e ğ erler sistem ini yaratm a gibi işlevler b ütününde b ir de­ m ir yığınından ço k farklı g ö rü n tü v e rm i­ y o r diyebiliriz. G ö rü n tü ile s o m u tlu k arasında bugün büyük b ir açı y o k gibi. İn­ san varlığından düşünme, duygu, algıla­ ma vs. y e tile rin i çekip alın, geriye e t ve ke m ik yığınından oluşm uş b ir canlı kal­ maz mı? Bu sonuçta hayvansal b ir v a ro ­ luştur. Bugün e lb e tte insanlığın bu d e re ­ ce b ir d e rin lik yaşadığını tasavvur ede­ meyiz. Hala varlığımızın gerekçesi olan beynim iz, ta rih i kazanımlarımızla b irlik te günüm üzü ve geleceğim izi sorgulamaya devam e diyor. Bu azınlık b ir toplum sal gücü tem sil e d iy o r olsa bile, aslında ge­

Eibette bu sorulara kolayca cevap

leceğim izin de tem inatını g ö s te rir. G e r­

bulm ak şim d ilik z o rd u r, ama ben yine de

çekten dem irin b ir beyni y o k tu r dedik,

b ir denem eye girm eye cesaret edece­

oysa insanın düşünm e kapasitesini şim ­

ğim.

d ilik önem li derecede y itirm iş olsa da, o

K apita list Ü re tim Biçim i (K Ü B ) altın­

hala b ir beyne, dolayısıyla varlığının ö-

da em ek, insanın so m u t varlığını soyut

nem li b ir göstergesi olan düşünm e ve a-

b ir varlığa dön üştü rm e sin e yol açmıştır.

le t yapma ye tile rin e sahip b ir v a rlık tır.

Bu kapitalizm in ü re tim mantığının doğal

Geleceği kurm ada, bu, onun vazgeçil­

b ir sonucudur. Aslında insan nasıl so m u t

mez nesnelliğidir çünkü.

b ir v a rlık ise onun em ek eylem i de so­

İnsanın kendi yarattığı ü rü n le r ile iliş­

m u ttu r. O halde so m u t olan em ek, yine

kisinin düzeyi, onun yaratıcı gücünün,

s o m u t olan insanı nasıl o lu r da so yut b ir

dolayısıyla düşünm e ve eylem e geçme

varlığa d ö n ü ştü re b ilm iştir? N e yazık ki

y e tile rin in o rta ya çıkardığı bütün bu de­

emek, bugün a rtık iste r b ir iş etkinliği i-

ğ e rle r toplam ı, aslında onun bu ü rü n le r­

çinde bulunsun isterse bulunmasın, a rtık

de nesnelleşmesi d e m e k tir. Yani insana

o adeta m akinenin b ir parçası veya ma­

a it olan şeyler, özünde onun ü rü n le re

kinenin b ir dişlisi haline d ön ü ştü rü lm ü ş­

aktarım ından başka b ir şey değildir. A n ­

__ 120______________________________


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ cak bugün ü re tim ilişkisi içinde / e r alan

felsefi o larak g öste rm e k) ve aynı zaman­

bu insan, yaratıcı nesnelliğinin farkında

da örgütsel b ir fo rm a b ürü n d ü rm e k. Bu

oluşunu büyük oranda y itird i ve m akine­

asla geleneksel olanı te k ra rla m a k anla­

nin b ir dişlisi gibi veya b ir nesne gibi du­

mına gelm em elidir, te rs in e yaşamın so­

yum sar oldu kendini. Bu aslında insanın

m u t ihtiyaçlarının karşımıza çıkardığı so ­

öznelleşm esi süreci dediğim iz b ir sürece

runlara çözüm ü re tm e k d e m e k tir. Bu­

kayması anlamına da gelmesi d e m e ktir.

nun so m u t gerçekliğin içinde saklı o ld u ­

İnsanın insanlaşma sürecini, onun k o ­ le k tif o la ra k o rta ya çıkardığı em ek ü rü ­

ğunu g ö re re k b ir h areke t m erkezi o lu ş­ tu rm a k tır.

nüne bağlı b ir süreç o la ra k düşünm ek

Bugünkü insan (ki ta rih i eylem in ö z ­

m üm kün dü r. Bu zo ru n lu o larak to p lu m ­

nesi olan işçi de b ir canlı varlık olarak,

sal b ir n ite lik taşıdı her zaman. Oysa bu­

insandan soyutlanarak ele alınamaz), te k

gün insan, kendi varlığını bu ortaklaşa e-

te k insan h a re ke tle rin in kapsamı bakı­

m ek üzerinden ku ra m ıyor. O ndan yalı-

mından h e r zaman insani (e lb e tte sınıf­

tık d urum a düşüyor. Aslında bu durum ,

sal) bilincin dışında, bağımlılık ilişkile ri ü-

onu yıkan ve onu değerlerinden kopa­ ran b ir öğe haline g eliyor. Ç ünkü insan­ laşmanın kurumsallaşması, özünde başka insanlarla b irlik te o rta k eylem içinden üre tilm iş tir. Böylece toplum sal olan bu varlık, aslında g id e re k b ir insansal va rlık halini aldı. Bu b ir yerd e insanın doğal ge­ lişme s e y rid ir aslında.

de darbelenm iş ve a tom lara ayrılm ıştır. Oysa so m u t insan dediğim iz insani v a ro ­ luşun tem el öznesi, onun to p lu m sa llık içindeki vazgeçilmez o rta k b ir tem eliydi. Ç ünkü onun varoluşunun

kanıtı, to p ­

lumsal ola ra k ortaklaşa bilince ve o rta k ­ laşa olan eylem e dayanıyordu. Oysa bu­

Bugün to p lu m u n yaşadığı tarihsel sü­ reç, insansal kim likte n

ze rine Kurulmuş b ir varoluş kıskacı için­

gün insan, bu o rta k k ü ltü r ve bilinçten

soyutlanan b ir

ko ptu . Dolayısıyla 21. yüzyıl insanının

sahte bilincin etkisi ve ağırlığı altında bu­

tem el açmazı, so yu t insan ile s o m u t in­

lunm aktadır. O halde ilk elden yapılması

san arasındaki varoluşsal b ir çelişkide

gereken, koşulların ü re ttiğ i bu bilincin izah e dilm esidir. Bunu yaparken e lb ette iki şeyi daha yapmamız g e re kir; ilki k o ­

d üğüm lenm iştir. Kopuş ve çelişki, zama­ nın bu sonsuzluğu içinde vü c u t bulm uş­ tu r çünkü.

şulların ürünü o la ra k açıkladığımız bu gerçekliğin, yani nesnel, s o m u t dediği­ m iz yaşamın çıplak gerçekliğinin e le ş tiri­ sini yapmamız g e re ktiğ id ir. Ç ünkü eleş­

Haklı ola ra k şu soruyu sorm a zama­ nıdır; peki ama bugün insan, kendini var eden o rta k değerlerden kopm uş olduğu

tiri, d evrim ci başkaldırı veya eylem ha­

kabul gören b ir yargı ise, insanın bu o-

lindeki eylem in de e le ş tiris id ir b ir yerde.

lum suz varoluş cenderesinden k u rtu l­

İkinci n o kta bizim için daha ö n e m lid ir;

ması olası mıdır? Eğer olası ise bu d ö n ü ­

bu varoluşu değiştirecek tarihsel eyle­

şüm nasıl gerçekleşebilecektir?

m in m o to r gücü olan işçi sınıfını ve onun

Yine aynı şeyi tekrarlayacağım ama,

devrim ci hareke tini ve bu hareketin kay­

bu soruya şim d ilik kolayca b ir cevap ve­

nağını g ö s te rm e k tir. Yani eyleme neden

rilem ez. İnsanlığın e lb e tte bu ce nd ere ­

olan som utluğu id e o lo jik (tarihsel olanı

den çıkmasını olanaklı ola ra k g ö re b iliriz ,

121----


— y o l-------------------------------------------ama bunun nasıl gerçekleştirileceğine i-

keye sokan yapıya karşı değil, ama ken­

lişkin bugünden b ir reçe te yazılması ola­

di kardeşinin varlığına yö n e lte n b ir k ırıl­

naklı m ıd ır sorusu açıkta kalır. Bu sahte

mayı yaşar oldu. Birey b irey o la ra k to p ­

b ir d o k to ru n re çe te yazmasına benzer.

lumsal va rlık olm aktan büyük oranda so­

Sorulara o lu m lu cevap verm ek, kafamız­

yutlandı. Elbette insanı bireyci b ir k im li­

daki so yu t düşüncelerin b ir açıklanması

ğe dön üştü ren esas nedenin g ö rü le m e ­

o la b ilir belki, ama esas mesele bu dü­

miş olması, başka b ir ifade ile kapitaliz­

şüncelerin insanlığın özünde nasıl b ir vü ­

m in yarattığı yıkım ın kavranılm am ış o l­

c u t bulacağıdır. İşte bu noktada insanlı­

ması, insanın kim liğindeki kırılm aların da

ğın biraz daha kendi mecrasında bu so­

esas nedenidir. Ç ünkü bu sistem de bi­

runları tartışm aya devam etm esi gere­

rey, toplum sal kim liğinden k o p a rtıla ra k

kir. Yine de burada bazı ta rih i a n e kd o t­

adeta atom lara ayrılmış ve insan yalnız­

lara d ön e re k, birkaç noktayı açıklamak

laşan ve ruhunu y itire n ‘cansız’ b ir tü r

olasıdır.

varlığa d ö n ü ş tü rü lm ü ş tü r. adlı çalışmasında

Bu düşünce kabul e d ilir veya e dil­

M arx, insanın ku rtu luşu nu şöyle tasvir

mez, ama başka b ir g erçe k de şudur; ça­

e tm işti;

ğımız insanı yine de bütün bu yabancılaş­

“ Yahudi S orunu”

“ A n cak gerçek bireysel insan kendin­ de so yut yurttaşı yeniden elde edeceği ve b ire y olarak, bireysel yaşamında, bi­ reysel

işinde,

bireysel

bağlantılarında

tü rse l va rlık durum una geleceği zaman, ancak insan kendi öz güçlerini toplum sal güçler o la ra k tanıyıp örgütleyeceği ve

tırılm a sürecine karşın, dünyasal b ir va­ roluşun dışında oluşan b ir va rlık da de­ ğ ild ir. Yani insan, bu derece olum suz koşullarla çevrelenm iş olsa bile, onun varoluşu to p lu m la ve doğayla ilişkisinde b ir dünyasal v a ro lu ştu r. Ç ünkü insan ay­ nı zamanda tarihsel b ir oluşum içinde şekillenm iştir. D iğ e r canlılar gibi insan

toplum sal e rk i siyasal e rk biçim i altında

bu dünyanın b ir varlığıdır. “ İnsan, insanın

a rtık kendinden ayırmayacağı zaman, iş­

dünyasıdır” (M a rx) sözünün sırrını bura­

te ancak o zaman insansal ku rtu lu ş ta ­

da bulab iliriz sanırım. Dolayısıyla insan,

mamlanmış o la caktır.” (M arx, 1976:40)

to p lu m u , devleti, dini, k ü ltü rle ri o lu ş tu ­

Ö n ce şunu kabul e tm e k zorundayız. Çağımızın

insanı, sadece elleri kolları

ran b ir v a rlık tır. Sonuçta bütün tem el ö zn e le r insanın kendisinde b ütünleşiyor.

zincirlenm iş b ir tu tsa k değildir, belki da­

Böylece bu olgusal yapıların te m e l özne­

ha ağır sonuçlara yol açan durum , bu in­

si insanda bütünleştiğine göre, o kendi

sanın aynı zamanda beyninin de tu tsa k­

zamanında, içinde y e r aldığı dünyada ve ­

laştırılm ış olm asıdır. Bugün insanda o lu ­

ya to p lu m d a ki konum una g öre b e lirle ­

şan b ireycilik, hem benciliği ü re tti hem

necek d e m e ktir.

de insanı insana kırdıran b ir olguya d ö ­

İnsansal varoluşun te m e li yine insa­

nüştü. Başka b ir deyişle insan bireysel

nın kendi yaşamında saklıdır. Bu anlam ­

yaşamını, başka insanların bireysel yaşa­

da insansal varoluş, sonuçta insan eyle­

mı üzerinden onu bastıran ve onu reka ­

m inin

bete açan, dolayısıyla kendisinde to p la n ­

Kendi değerlerine yabancılaşmak, özün­

mış olan öz gücünü, kendi varlığını te h li­

de to p lu m u n kendisinin yabancılaşması

__ 122

doğal sonucundan

tü re tilm iş tir.


21. yüzyılda insan ve felsefe__ d e m e ktir.

Bundan

k u rtu lm a k

dem ek,

haritasını çizer bizim için. A ncak bu k u r­

her şeyden önce insanın kendi varlığını,

tuluş yolunun tü m m ekanizm aları ile bir-*’

ü re tke n b ir eyleme ve to plu m u n genel

likte b ir eyleme dönüşm esinin te k olgu­

çıkarları uğruna savaşa katılan gerçek in-

su vardır, o da p ro le ta rya d ır. Ç ünkü

sansal varlığa dönüştürm esine bağlıdır.

p ro le ta ry a kendini k u rta rırk e n aslında

M a rx ’ın g erçek anlamda bireyin bireysel

bütün insanlığı da ku rta raca k b ir sınıf

varlığını olu m lu b ir güce d önüştüren r o ­

kim liğine sahiptir. İnsanın k u rtu lu ş eyle­

lünü buradan hareketle çö züm leyebili­

mi veya yeniden kendisinin insanlığa d ö ­

riz.

nüşünün haberciliği ne kadar p ro le ta r­ O halde insan, kendini yıkan bu çev­

resel

koşullardan

k u rtu la ra k

yeniden

yada ise, başarısı da ö ncelikle bu sınıfın felsefe

ile

bağlaşıklığının

kurulm asına

kendi değerlerine dönecekse, ilk elden

bağlıdır. P o litik yol haritası ve onun dü ­

yapılması gereken, insanı insanlıktan çı­

şünsel tem eli buradan çıkar çünkü.

karan (bugünün tem el gerekçesi olan

“ Proletaryanın felsefede akli silahları­

vahşi serm aye sistem inden) bu yapılar­

nı bulduğu gibi, felsefe de pro le ta rya da

dan kurtulm ası g erektiğini bilince çıkar­

m addi silahlarını buluyor... Felsefe ken­

m aktır. Burada insanın hem sınıflara b ö ­

dini, p roletaryayı ortadan kaldırmadan

lünmüş b ir varoluşun içinde bulunması

g erçekle ştire m e z,

(yani ezilen ve söm ürülen b ir sınıfı te m ­

gerçekle ştirm ed en kendini ortadan kal­

sil ettiğinden dolayı) hem de em ekçi in­

dıram az.” (M arx, D in Ü zerine, akt., E.

sanın ve gid ere k bütün insanlığın, insan

B ottigelli, 1976:42)

olarak ta rih in en önem li varlığını boşa

p ro le ta ry a

felsefeyi

***

düşüren kapitalist sistemden ku rtu lu şu ­

T a rih te g e rç e k lik le r üzerine yapılan

nun bilincine varmasının anlaşılır olması

bütün tartışm alar, genel o la ra k filo z o fla ­

g e re ktiğ id ir. H iç kuşku y o k ki bu anlaşı­

rın farklı y o ru m la rın a neden oldu, b ö y­

lırsa burada devrim ci felsefenin ro lü de

lece buradan farklı felsefi akım lar doğdu.

ortaya çıkmış d e m e ktir. M a rx ’ın düşün­

Kuşkusuz bu aynı şekilde bölün m elere

cesinden h areketle b ir tanım yapan E.

de neden oldu. Bilimsel alanda her ye n i­

ö n e m lid ir;

lik, kuşkusuz yeni bilgilerin o rta ya çık­

“ K u rtu lm u ş insan, g erçek insan olacak­

B o ttig e lli’nin

şu yaklaşımı

masına neden olacaktı. Bu nedenle g e r­

tır. A m a bu doğruluğu olgular içine ge­

çeği elde etm e k veya onu bilm ek, mese­

ç irm e k için, zincire vurulm uş olan, so­

la K ant için, insan aklının yalmzca g ö rü ­

nuna kadar ezilm iş olan b ir sınıf, kendi­

nüm le rin i bilm ek anlamına geliyordu. Bu

lerini tam am en y itirm iş bulundukları i-

nedenle g örünüm ün g erçek özü asla bi­

çin, e re k o larak ancak kendi has ö z le ri­

linem ezdi. H egel’in ise, b ir şeyi bilm enin

nin yeniden elde edilm esini alabilecek

aslında o şeyin kendisini bilm ek olduğu­

insanlar gerek, ve bu sınıf da p ro le ta rya ­

nu, dolayısıyla g örün üm ile öz arasında

dır. Felsefe ve p ro le ta rya bağlaşması ( it­

m utla k b ir aşılmaz duvarın olamayacağı

tifakı), kendini haber veren d evrim in a-

fik rin e dayanıyordu ve K a n t’a cevabı e-

n a h tarıd ır.” (E.B ottigelli, 1976:41-42)

sas olarak bu n okta üzerinde yoğunlaş­

Böylece d evrim ci felsefe, en genel anlamda insanın kurtuluşunun

b ir yol

mıştı. O , daha sonra “ gerçekliğin, öz ile varoluşun b iriliğ in d e n ” çıkacağını söyle-

123


— yol ye ce ktir. (A k t; Lenin, 1976:126) D olayı­

lan

sıyla bilim in ve insan düşüncesinin ta rih i,

sondan başlayarak ve rm e k istersek şun-

noktasıdır.

Bu

soruya

cevabımızı

aslında kendinde olan şeyin, bizim için

ların altını çizm em iz g e re kir; eğer insan

b ir şeye (kendisi için olana) dönüşüm

kendi kendini ta n ıyo r ise, insan olarak

sürecinin ta rih i olarak okunması dem ek­

hem

tir. Elbette bu süreç, durağan ve sta tik

hem de doğayı yaşanmaz kılan bu g e r­

kendini

yıkarak

atom lara

bölen

b ir süreç olmadığı gibi, itira zla r veya ye­

çeklerin bilincinde h areke t eden ve p ra ­

ni bilg ile r de tartışm anın kesintili b ir sü­

tik

reci olarak asla okunam azlar.

kendi varlığını yeniden kuran ve ke nd in ­

b ir

e tk in lik te

bulunan,

dolayısıyla

G e rçe kte n klasik m od ern felsefe, be­

de bilinci kendisi için bilince d ö n ü ş tü ­

lirttiğ im iz gibi bu e le ştiri üzerinden doğ­

ren, dolayısıyla onu bu varlığa yükleyen

m uştu. A ğırlıklı o larak aklın ve bilincin

b ir varlık ile ta nım lan ıyo r olması g e re k ­

bozulduğu bu tem el de, e le ştirin in dina­

tiğ id ir. Ç ünkü bilginin (yani gerçek ola ­

miği üzerinden belirle nm işti. Elbette bu­

nın kendisini bilm ek)

rada a n tik felsefenin m od ern felsefe ile

kalması, b ir şekilde bilginin beyne hapse­

sadece beyinde

ayrım ına girece k değilim. Ç ünkü bu to p -

dilm esi, kendi varoluşunun da soyutlan­

lum lardaki nesnel varoluş biçim i, b irb i­

ması ve işlevsiz kalması d e m e k tir. Bu an­

rinden ço k farklıydı. Doğal ola ra k her i-

lamda kendi kendine duyarlılık, aslında

ki felsefe arasında ayrım ların oluşması­

dış dünyaya olan

duyarlılık d e m e ktir.

nın nedeni de bu tem elden çıkar. Klasik

Burada b ir olay karşısında duyarlı olm ak,

felsefenin

idealist te m e li, bilgilerim izin

acımak, üzülm ek ya da d ö r t duvar ara­

nesnelere uyum lu ve bağımlı olduğunu

sında ağlamak değildir. Bu ö n e m lid ir a -

reddedip, aslında nesnelerin kendisinin

ma bu te k başına yetm ez, aynı zamanda

b ilgilerim ize bağımlı ve uyum lu olması

bu olum suz çevresel koşulların nedenini

gerektiği düşüncesinde anlam bulm uş­

sorgulayarak

tu r.

geçm ek d e m e k tir. Duygu veya herhangi

Ö z e llik le

bu

düşüncenin

te m e li

ö rg ü tle n m e k ve

eyleme

K ant tarafından yazılan “ Saf A klın Eleşti­

b ir görüş, aktarıldığı ve ikinci, üçüncü k i­

ris i” adlı eserde ve rilm iş ve sonraki fe l­

şilerle paylaşıldığı zaman, o, so m u t b ir

sefi akım lara tem el o lu ştu rm u ştu r. Ras­

duyguya ve so m u t eylem e d ön üşü yor

yonel bilgi (akılcı bilgi), özneden bağım­

d em ektir. T o p lu m e lb e tte te k te k b ire y ­

sız b ir şekilde, aklın (ruhun) ürünü o ld u ­

lerden oluşur. Ve bu b ire y le rin e ylem i­

ğunu ile ri süren b ir ‘düşünce d e v rim in in ’

d ir ki insanın özgül etkinliğinin zo ru nlu

ürünü ola ra k çıkm ıştır ta rih sahnesine.

b ir ürünü olarak ortaya çıkar. Bu, hem

Böylece Kant, önceki gelişm elerden da­

eylem in hem de bu eylemi g erçe kle şti­

ha kö kte n ci sonuçlar çıkarm ıştır.

ren insanın toplum sal b ir öze kavuştu­

O halde işimize şu soruyu sorarak

ğunu gösteren b ir oluşum sü re cid ir. İn­

devam edelim ; bugün insan tü rse l b ir

sanın ve gid ere k to p lu m u n kendi v a ro lu ­

va rlık olarak, kendi kendinin bilinci ile

şuna yabancılaşması, toplum sal ve insan-

kendisi için bilinç arasında o rta ya çıkan

sal e tkin lik le rin in

aşağıya doğru

hızla

çelişkili b ir yapısal süreçten, kendini ta ­

kaydığı koşulların

ürünü

çıkar

olarak

nımlamak için nasıl b ir varoluşsal öğe çı­

karşımıza. Böylece insan ikiyüzlü, sahte

k a rıla b ilir? Bu aslında sorunun k ritik o ­

b ir varoluş haline gelir. Ç ünkü düşünce


21. yüzyılda insan ve felsefe__ ile varlık b irb irin d e n k o p u y o r ve b irb iri­

nem li buluş belki de, özgür olm a isteği i-

nin y o k edilişinin araçlarına dönüşüyor.

le bu isteğin hangi zo ru n lu lu k ta n ortaya

Am a yine de şunun unutulm am ası gere­

çıktığı arasındaki ilişki ve bağda saklıdır.

kir. İnsan varlığında buluşan düşünce ile

Mesela ilkel insanı ele alalım; ilkel insan

nesnel varlık arasındaki ilişki, asla ebedi

yeme içme gibi öz gereksinim den başka

ve değişmez b ir ilişki biçim i değildir. O -

b ir şey b ilm iyo rdu . O n un eylem inin sını­

nun varlığı ileleb et sü rm eyebilir. A ncak

rı burasıydı. A m a yine de bu s o m u t b ir

yine de bunun kopuş süreci anlamında

eylem o larak so m u t b ir varoluştu. Bu in­

paradoksal o la ra k devam etm esi veya

sanın ü re tim etkinliği, hem dış dünyanın

çözüm süz kalışı, insanlığın daha da çü rü ­

sahiplenilmesi hem de gereksinim duy­

m esine ve çözülm esine yol açar. Bunun

duğu m addelerin elde edilm esine daya­

değişmezliği üzerinde tasarı o lu ştu ra n ­

nıyordu. Yine de insan, bilindiği gibi ken­

lar, yani bu çelişkili konum u değişmez ve

di gereksinim inden fazlasını üretm esiyle

ebedi kılanlar, onu sadece kafalarında

anlam laşm ıştır.

kurgulayan düşünce ö z ü rlü le rid ir. G e r­

hem toplum sal b ir varlık olması hem de

çekte ise bu çelişkinin çözüm yolu, çok

değişim içinde b ir varlık olm asıdır. O

Bunun

nedeni,

insanın

önceden g öste rild i. H egel’in idealist dü­

nedenle M arx, insanın “ gereksinim d u ­

şüncesi karşısında Feuerbach “ D inin Ö -

yulan ü re tim d e n fazla ü re tim d e bulun ­

zü Ü zerine D e rs le rd e ” bu konuda şun­

ması, yani bireyin a rtı-ü re tim i, diğer b i­

ları yazdı; “ M etafizik varoluştan fizik b ir

reylerin gereksinim ine g öre

varoluş, öznel b ir varoluştan nesnel b ir

masından çıka r” der. Aslında ilk bireyin

varoluş yapm ak istem ek, mantıksal ya da

ü re tm e gereksinim i, kafasındaki değişim

hesaplan­

soyut varoluştan tu tu p da yeniden man­

hesabıyla, ikinci, üçüncü b ire y le rin ü re ti­

tıksal, g erçek b ir varoluş yapm ak iste­

m inin, bu artı ürün ile değiştirm eyi dü­

mek, saçma sapan b ir İş tir” ve devamla

şündüğü için ü re tir. Bu gelişm enin doğal

Feuerbach bunu “ beş duyunun beşi ile

sonucu şu o lm u ş tu r; ilk bireyin emeği ve

çözüldüğünü” söylerken tüm üyle haklı

ilk ürünü, b ir m eta durum una geldiği za­

değil m idir? (A k t; Lenin, 1976:65) Ancak

man, yani ilk ü re tim in ancak başkasının

bu bozulm a veya yabancılaşma işte bu

ü re tim in in niceliğine oranlandığı ölçüde

nedenle, asla insanın değişmez kaderi o-

ilgilendiren b ir nesne durum una gelm iş­

larak sunulamaz. Elbette onun nedenleri

tir. Böylece ilk bireyin ü re tim i kendine

ve bu nedenlere yol açan kö ke n le rin in­

yabancı durum una gelir. O n un üstünde

celenmesi gerektiği açıktır. O nun

b ir

egemen o lu r ve başkası ile ilişkilere d ö ­

başlangıcı olduğu gibi b ir sonu da ola­

nüşür. Başka b ir deyişle ilk ürünün ik in ­

c a ktır doğal olarak. Elbette daha sonra

ci ü rünle ilişkilenm esi d e m e k tir bu. D e ­

burada k ü ltü re l varoluşun ro lü ve bu

m ek ki özgül insansal e tkinliği, değişim

bağlamda p o stm o d e rn

süreci içinde şe killen m iştir. Daha ö n e m ­

te o ri ve onun

öngördüğü insan m odeli tartışm aya açı­

lisi bireyin bu etkinliğinin yadsınma k o ­

lacaktır.

şulları olan yeni ko şullar yaratılm ış de­

İşte buradan değişimin

nedenlerini

m e k tir. A r tık böylece emek, insansal b ir

bulacak süre çle ri özüm sem ek ö n e m li­

e tkin likte n çıkarak, b ir kazanç ve kara

d ir. İnsan denilen varlığın başardığı en ö ­

dönüşen b ir e tk in lik halini aldı. Böylece

125


__ yol___________________________ insan emeği, kendisi için zo ru n lu ihtiyaç­

çekliğin de y itim i d e m e k tir. Bu anlamda

ların karşılanması için sürdürülen b ir ey­

düşünce maddeden asla ayrılamaz.

lem olm aktan çıkarak, insandan ve ya­

Burada insanlar arası ilişkiler, eski­

rattığı ü rü nle rd en koparak yeni b ir sü­

den b ir d e ğ erler sistem i üzerine k u ru l­

recin ü rü n le rin i o rta ya çıkarır hale geldi.

muşken, a rtık bugün yeni ilişkiler, nes­

Zaten kapitalizm de b ir sistem olarak

neler arası ilişkilere dönüşerek, bu de­

buradan tü re tilm e d i mi?

ğ e rle r sistem inin yıkılmasına yol açmış­

Ö z g ü rlü k ile zo ru n lu lu k ilişkisinden

tır. Böylece emeğin kendisi b ir araç du­

bahsetm iştim daha önce. Bu ikili yapının

rum una g e tirilm iş ve insan da b ir m aki­

aslında d iya lektik b ir ilişki içinde olduğu­

neye d ö n ü ştü rü lm ü ştü r. Sadece emek

nu g ö s te rir. Ancak ö zgü rlü k H egel’in

değil, bizzat insanın kendisi de amaç o l­

b elirlem iş olduğu gibi “ dünyanın ussallı­

m aktan çıkarılmış ve b ir araç durum una

ğının” kavranılmasından doğmaz. G e r­

g e tirilm iş tir.

çekten özgürlüğün elde edilmesi, tinsel

h er yapı gibi insanın kendisi de statik,

Ü re tim

aracına

dönüşen

e tk in lik te n değil, te rsin e insan p ra tiğ in ­

kurgulanan ve verilen e m ri ye rine g e ti­

den ve onun olaylarla ilişkisinden çıkar.

ren b ir m akine g ib id ir adeta. Böylece in­

D üşünce ile varlık ilişkisi bu noktada,

sanı insan yapan ö z n e llik le ri olan düşün­

so m u t p ra tik e tk in lik içinde e lb ette dü­

ce, duygu, sevgi, k ü ltü r ve benzer değer­

şünm eyi zo ru n lu kılar. N esnel varoluş

le r kaybolmaya yüz tu ta r.

insan için, pratiğin içinde e ko n o m ik ve

Bugün ne yazık ki sadece düşünce

toplum sal ilişkile r bütünü tarafından o-

maddeden ayrılmadı, aynı şekilde duygu

lu ş tu ru lu r. Böylece p ra tik e tk in lik için­

da düşünceden ayrıldı. D üşüncelerim iz

de, insan ile doğa, özne ile nesne, dü­

yine aynı şekilde duygularım ızın bahçe­

şünce ile varlık, ö zgü rlü k ile zo ru n lu lu k

sinde yeşerm edi. B ir ye rd e A d o rn o ve

gibi ta rih i olgular bu birliğin oluşmasını

H o rk h e im e r’ın dediği gibi “ ...endüstriya-

sağlar. Düşünce te k başına ele alındığın­

lizm ,

da so yut b ir kavram dır. Oysa düşünce

H o rk h e im e r-T . A d o rn o , 1995: 46) D u y ­

g erçek anlamda toplum sal b ir niteliğe

gusu olan ben ile düşüncesi olan ben,

ru h la rı

n e s n e lle ş tirm iş tir.”

(M.

sahip olduğu zaman b ir anlam ifade e-

b irb irin d e n

der. Böylece düşünce, toplum sal yaşa­

G e rç e k te

mın

anlamına gelir.

Ç ünkü duygu ile düşünce b irb irin in ya­

Ç ünkü düşünsel olgular, özünde to p ­

bancısı olan ve b irb irin d e n ayrılamaz iki

yeniden

ü re tim i

kopan d u ru m

iliş k ile re böyle

d önüştü.

olm am alıydı.

lumsal yaşamın yansımasından başka b ir

kavramdı. N ite k im

şey değildir. İnsanın kendi öz d eğ erleri­

ram ları “ Leibniz’in Felsefesinin A çıkla n ­

Feuerbach bu kav­

ne sahip olarak, kendini yeniden ya ra t­

ması, G e liştirilm e si ve E leştirisi” adlı e-

ması, ta rih i b ir h are ke t olarak bu insan-

serinde şöyle ele alm ıştır; ” ... duyan o la ­

sal e tkin lik, tü m yaratılış kuram larının

rak b ir ’im, düşünen olarak evrenselim .

yadsınmasını g e re k tirir. G e rçe kte n insa­

A m a düşüncede ne kadar b ir isem, du­

nın kendini yaratm a sürecinin ta rih i, dü­

yum da da o kadar evrensel olm aktan

şüncenin kendini var edişinin de ta rih i­

geri kalm ıyorum . D üşüncede uygunluk

dir. Ç ünkü maddeden düşünceyi çekip

sadece duyum da uygunluğa dayanm ak­

almak, m addenin kendisine özgü g e r­

tadır... H e r tü rlü insani bağ, insanlardaki

__ 126


21. yüzyılda insan ve felsefe__ duyum benzeşimi öncülüğüne dayanır.”

nim bilincim , beni çevreleyen şey ile ilı'ş-

(akt; Lenin, 1976:330) Dolayısıyla insa­

k im d ir.” (M arx, 1979:92) Soyut anlamda

nın insanla anlaşmasının' en tem el unsu­

dilin eleştirisinden hareketle aklın e le şti­

ru olan dil, bugün duygularımızı ve dü­

risi e lb ette yapılamaz. Bugün daha çok

şüncelerim izi anlaşılmaz kılan b ir yaban­

aldın eleştirisi, dolayısıyla düşünce yapı­

cılığa yol açtı. Oysa düşünce dilden ba­

larının eleştirisi üzerinden dilin eleştirisi

ğımsız değildi. D üşüncelerim izin e le ş tiri­

b ir anlam ifade e d e b ilir gibi g e liy o r bana.

si, dolayısıyla aklımızın eleştirisi ya da

Yani orta da olan insan yıkımının b ir şe­

duygularımızın ifade edilişi tüm üyle dil a-

kilde dilin yıkımına yol açışı, öyle sanıyo­

racılığıyla olm aktaydı. O

rum ki insanın düşünce ve davranış yıkı­

halde bugün

şöyle düşünm ek yanıltıcı mı o lu r d e rsi­

mının, başka b ir deyişle M a rx ’in b e lirtti­

niz? Yani dilim iz bizi anlatan b ir öz y iti­

ği gibi “ n esnelerim izin” üzerinde şekille­

mine mi yol açmıştır? D il, sözcüklerin

nen b ir k a ra ktere yol açmış b ir g ö rü n ü ­

gölgesinde b ir anlam ve b ir öz yitim in e

mü söz konusudur.

doğru b ir h areke t içinde mi şekillen­

Burada M a rx ’in, dil ile yabancılaşma

m ektedir? Anlatan dil anlaşılmaz b ir dile

bağlantısına ilişkin oldukça ö ğ re tici b ir

mi dönüştü? Ö zünde düşüncenin kırıl­

tüm cesini aktarm ak istiyo ru m ;

ganlığı, b ir yerd e dilin kırılganlığı d em ek­ tir. D üşüncenin bozum u dilin bozum u d em ekti b ir yerde. Burada kırılgan dü­ şüncenin eleştirisi, doğrudan b ir ilişki içinde olan dilin b ir e leştirisini yerine ge­ tirm e si anlamına da geleb ilir belki. Feuerbach’ın H aym ’dan aktardığı gibi “ Aklın eleştirisi, dilin eleştirisi olm ak zo ru nd a ­ d ır.” (Aynı yerde) Düşünce ile varlığımız (evrensel h areketim iz) arasındaki k u ru l­ ması gereken bu bağ (aynen emek, ba­ ğında olduğu gibi), büyük oranda b ir k o ­ puş sürecine yol açmış olduğu için, aynı şekilde dilin bozulmasına da yol açmış­ tır. D em ek ki kullandığımız dil, düşünce­ lerim izin anlaşılmaz veya karmaşıklığı üzerinden anlaşılmazlığa neden o lm uştur.

“ Karşılıklı bağlantıları içindeki nesne­ lerim iz, konuştuğum uz te k anlaşılır d il­ d ir. İnsansal b ir dili anlamazdık ve o dil etkisiz kalırdı; b ir yandan insansal b ir dil, b ir dua, b ir yalvarma, öyleyse b ir küçük düşme ola ra k g ö rü lü r ve d uyulur, ö yle y­ se utançla, alçalma duygusu ile konuşu­ lu r ve ö te yandan b ir sakıntısızlık ve b ir zirz o p lu k olarak alınır ve yadsın irdi. Biz hepim iz, insansal varlığa öylesine yaban­ cılaşmışız ki, insansal varlığın dolaysız d i­ li bize insan o nuruna b ir saldırı, ve te rs i­ ne maddi değerlerin yabancılaşmış dili ise, bize kendine güvenen ve kendini ö y ­ le gören doğrulanm ış o n u r ola ra k g ö rü ­ n ü r.” (M arx, 1976:45-46)

Elbette düşünce ile dil b irb irin i tam am ­

Şim dilik bu noktayı burada sınırlaya­

layan iki ka te g o rik kavram dır. G e rçe k­

rak buradan önem li olan başka b ir n o k ­

ten “ dil, bilinç kadar eskidir, dil, gerçek,

taya geçiş yapalım; e ko n o m i p o litik yapı

pra tik, ö te k i insanlar için de varolan ve

ile düşünsel yapının b irb irin d e n kopuşu­

o halde ben-kendim için de ilk kez var

nun yarattığı olum suz sonuçları, insan ö-

olan b ilin ç tir ve tıpkı bilinç gibi dil de,

zü açısından irdelem eye çalışalım.

ancak ö te k i insanlarla konuşm a g ereksi­

4.

nim iyle, zorunluluğuyla o rta ya çıkar. Be­

b ir b ir in d e n k o p u ş u in s a n lığ ın k u r ­

Ekonom i

p o l it ik

ile

fe ls e fe n in

127 -----


__ y o l_____________________________ tu lu ş e y le m in i n e d e n o lu m s u z o la ­

M a rx ’in hem dilinde hem de düşünce

r a k e t k i le m e k t e d i r ?

m erkezinde devrim ci b ir felsefenin va­

Bilimse! sosyalizmin te m e lle rin in a tıl­

roluşu, aslında M arksizm ’in tem e! v a ro ­

masına kadar geçen önceki süreçte, ö-

luş gerekçesidir. M arx salt eylem ci b ir

zellikle e kon om i p o litik üzerine çalışma

kişilik değil, o aynı zamanda geleceğim i­

yapan düşü nü rle r, em e kteki bu yabancı­

zin kurtuluşunun da b ir filo z o fu d u r çün­

laşma sürecini görem em iş ve bunun so­

kü.

nuçlarını kuramsal b ir senteze dönüştü rm e m işle rd i. Bu sorunu daha sonra M arx çö ze ce ktir. O nedenle M arx, özel­ likle emeğin yabancılaşması sorununu ele alarak bunu e kon om i p o litik sürecin içine so km u ştur. İnsanlık için ku rtu lu ş m anifestosunu da buradan tü re tm iş tir. Yabancılaşmaya son verecek açılımların başında, a rtı-d eğ er kuram ı ile b irlik te m ü lkiye t ilişkilerinin sorgulanması, dola­ yısıyla

özel

m ü lkiye tin

reddi

üzerine

kurgulanan b ir sistem yapılanması çıka­

O halde bu filozo fu n bize g ö s te rd ik ­ lerini biraz daha anlamaya çalışalım. M a rx ’a g öre insanın yeniden kendine dönm esi, dolayısıyla yabancılaşma sü re ­ cine son verm esi, özel m ü lk iy e t re jim i­ nin ortadan kaldırılması görüşüne daya­ nır. Ç ünkü insanın bütün insani y e te n e k­ lerini

kazanmasının

yolu

bu

noktada

to pla nm ıştır. G e rç e k te insan araçsallaşmış b ir m eta olm aktan ancak böyle b ir yol izlenerek çıkabilecektir. Ö zel m ü lkiye t tu tku su ve bu tu tk u ­

rılm ıştır. Ö n ce yanılgılı olan şu “ M arx e le ş tiri­ si” sorunundan işe başlayalım; burjuva bilim dünyasının M a rx için en ço k eleşti­ ri konusunu, onun e kon om i p o litik de­ ğ e rle n d irm e le rin in . felsefeden ve insan tanımından ko p u k olduğuna ilişkin yapı­

nun yarattığı sonuç, insanın kendi insansal değerlerine yabancılaşan o lu şum u ­ nun maddi olarak dışı vu ru m u d e m e k tir. Bu tu tk u ve eğilim, insandaki bozulm a­ nın asıl nedenidir. Kuşkusuz özel m ü lk i­ y e t dediğim izde, e k o n o m ik b ir kavramı

lan y o ru m la r o lu ş tu rm u ş tu r. Bu oldukça

kullandığımızı biliriz. Esas konu m u z in­

haksız b ir yargıdır. Kuşkusuz bu e le ş tiri­

sansa! varoluşun koşulları ise, doğrudan

ye liberal soldan başlayan, p o stm o d e r-

insana yabancı olan koşulları da ta rtış ı­

nistle re kadar uzanan b ir dizi akımın da

y o ru z d e m e ktir. O zaman bu yabancılaş­

önem li b ir katkısı o lm u ştu r. Oysa biraz

ma kavramının içine, z o ru n lu ola ra k e-

M arx ö ğretisi ile uğraşanlar b ilirle r ki,

k o n o m ik yabancılaşmayı da koym am ız

bu yaklaşım tam am en tem elsizdir. G e r­

g ere kir. Ç ünkü M a rx ’in ifadesi ile k o n u ­

çekten M a rx ’a en ço k e le ştiri getirile n

şacak olursak, “ e k o n o m ik yabancılaşma

konulardan birisi olan, e ko n o m i p o litik

süreci, g erçek yaşamın yabancılaşması

varsayım lar, iddia edildiği gibi asla e ko ­

anlamına g e lir.” (M arx, 1976:60) G e rçe k

n o m ist b ir analize dayanmaz. O nun ka­

yabancılaşmanın kendisi, aynı zamanda

p ita list e ko n o m i p olitiğe e leştirel yakla­

b ir başka önem i de bize g ö s te rir; gerçek

şımının te m e lin d e felsefe kuram ı olarak,

yaşamın yabancılaşma öğeleri, bilinç ve

insan ve insanın ku rtu lu ş ide olojisi var­

bilinç b içim le rin in de yabancılaşmasında

dır. Yani işin tam da odağında insan, d o ­

o rta ya

layısıyla

dinsel yapılara, sanattan çeşitli bilimsel

__ 128

felsefe

v a rd ır.

Bu

anlam da

çıkan

kaynaklarıdır.

K ü ltü rd e n


21. yüzyılda insan ve felsefe__ çalışmalara kadar bütün sü re çle r to p la ­

gerçekleşem ez. (Asla bu p o litik iktidarın

mında o rta ya çıkan yabancılaşma, başka

ele geçirilm esi

b ir deyişle insanın k o le k tif varlığını yo k

anlamına da gelmez. İk tid a r p erspe ktifli

eylem ini

küçüm sem ek

eden yeni varoluş b içim le rin in te m e lin ­

p o litik eylem in, insanın insanla buluşm a­

de bu e k o n o m ik yabancılaşma süreci ya­

sının da ilk adımını teşkil e ttiği u n u tu l­

tar. Elbette bilinç ve değ erler sistem in­

m am alıdır.) Bu gerçekliği bilen M arx, o r ­

deki yabancılaşma ile, yani id e o lo jik ya­

taya önce, “ insan özgü rlü ğü ” sorununu

bancılaşma ile e ko n o m ik yabancılaşma

atmış, sonra da “ insanın d oğ ru luğ u ” so ­

eşdeğer b ir yapı gösterm ez. Am a yine

rununu araştırm aya başlamıştır. (G e ç e r­

de bu farklılığa rağmen, insanın kendi in-

ken b e lirtm e k iste rim ki; ‘yaşayan sosya­

sansal varoluşunun bütün toplum sal d o ­

lizm ’ deneylerinin hemen tü m ü ne yakın

kularını yıkan veya ona kaynaklık eden

oluşan

süreçlerin tem elinde, oluşm uş bu eko-

M a rx ’in önem li olan bu saptamasını iç­

n o m ik /p o litik

s e lle ş tird ik le rin i

sistem in

kendisi

vardır.

bu

ö n d e rlik

k u ru m la rın ın ,

sanm ıyorum .

A nlaşıl­

Ö zel m ü lk iy e t nasıl ki insan için b ir sahip

m alıdır ki Lenin’i bunun dışında tu tu y o ­

olm a duygusu yaratarak, bütün değerler

rum .) N e var ki, insanın doğruluğu ve

sistem inin üzerine basarak onu yık ıy o r­

g erçek

anlamda

insanın

oluşum

hali,

sa, işte bu e k o n o m ik sistem, yani e ko ­

m utla k su re tte o lg u la r/n e sn e llikle r için­

n o m ik yabancılaşma süreci de bireyi ve

de ü re tile c e k tir. Bu anlamda o b ir y e r­

b ire y le r toplu lu ğu n u hızla kendi değer­

de,

hem

H eg ei’den

hem

de

Feuer-

lerinden ve insansa! bilincinden kopara­

bach’tan

rak adeta m o d e rn k ö le le r haline dönüş­

“ Yahudi S orunu” , gerekse “ H egel’in H u ­

tü rü y o r. Bunun için M a rx ’ın ısrarla “ tü m

kuk Felsefesinin E leştirisi” nde, so m u t in­

k o p m u ş tu r.

M a rx ’in,

g e re k

yabancılaşmanın olu m lu olarak kaldırıl­

sanın doğasını incelem esinin nedeni de

masını” ö nerm esinin nedeni de bu n o k ­

budur. Kuşkusuz adı geçen bu iki filo z o ­

tadır.

fun düşüncelerinden e tk ile n m iş tir. H e-

Peki ama insan bu m od ern kö le lik

gel’den insanın tarihsel oluşum unun d i­

z in c irle rin d e n nasıl kurtulacaktır? Bu so­

yalektiğini, Feuerbach’tan ise so m u t in­

runun yanıtı kaba m ate ryalist b ir y o ru m ­

sanı, insan ile doğa ilişkisini, başka b ir

la ve rilem ez gibi g e liyo r bana. Ç ünkü bu

deyişle

m a te ry a liz m in i

a lm ıştır.

Am a

sorun p o litik e rkin basit b ir ei d e ğ iştiril­

M a rx ’a g öre her iki filo zo fu n görüşü e k­

mesine indirgenem eyecek kadar ö n e m ­

le k tik ve idealistti. Oysa M arx kendi öz

lidir. Yani biz b ir yerd e salt p o litik e rki

görüşünü g e liş tirirk e n , bu iki öğenin b ir ­

değiştirm iş olsak bile, insan o to m a tik o-

leştirilm esinden daha başka ve daha de­

larak kendi insansal kim liğine d ö n e r mi

rin analizlere dayanm ıştır.

acaba? Bu yaklaşım, “ yaşayan sosyalizm ”

İnsanın insan olarak bağımlılık ilişkile ­

deneyleri ile g ö s te rilm iş tir ki, yanıltıcı

rinden ku rtu lu ş sorunu, e lb e tte içinde

b ir düşüncedir. Ç ünkü insanın e vrim i u-

bulunduğu nesnel olguların incelenm esi­

zun b ir ta rih i dönem içinde şekilleniyor.

ni g e re k tirm iş tir. İnsanın ta rih i aynı dü ­

P o litik ik tid a r el değiştirse bile, kırılgan

zeyde b ir ü re tim ta rih id ir de. D olayısıy­

b ir insan kim liğinin o lum lu dönüşüm ü

la insanın m erkezinde bulunduğu bu ü-

b e lirtild iğ i gibi üstten b e lirli kararlarla

re tim ilişkilerinin incelenm esi, insana u-

129


— yol laşmak için kaçınılmaz b ir yo ld u r. İnsa­

insansal özün ne ölçüde doğa durum una

nın özgül e tk in lik alanı olan ü re tim alanı,

ya da doğanın ne Ölçüde insanın insansal

insanın bütün istek ve biçim le rin in de

özü durum una gelmiş bulunduğu, duyu­

g österildiği b ir alandır. İşte e ko n o m ik-

lur, so m u t b ir olguya indirgenm iş b ir bi­

p o litik çözüm lem enin önem i burada o r ­

çimde, dem ek ki bu ilişki içinde g ö rü ­

taya çıkm ıştır. Bu araştırmasında M arx,

n ü r.” (M arx, ¡976:189)

insanın nasıl b ir yabancılaşma içine' sü­

İnsan doğası, salt öznel b ir biçim için ­

rüklendiğini gördü. Kendisine yabancı,

de tanımlanamaz. Kendi kendine yaban­

doğaya yabancı, kendi ürününe yabancı

cılaşan insan, b ir iş ve ü re tim uğraşı için ­

ve nihayet kendi insansal n ite likle rin e

de olmayan b ir varlık durum undaysa e-

karşı da yabancılaşmış bütün özü burada

ğer, bu süreçlerden kurtulam az. Oysa

buldu. G e rçe kte n gündelik olarak da ya­

insanın yabancılaşmasında, adı geçen bu

şadığımız gibi, K Ü B ve bunun üzerine in­

insan b ir işçi olarak, yani b ir ü re tim e t­

insanın

kinliği içinde y e r alan b ir varlık olarak,

yadsınmasına dayanan egem enlik ilişkile ­

insanı y o k eden ve b itire n süreçlerin

rid ir. İşte insanın öz değerlerden k o p tu ­

karşısına d ik ile b ilir ve yabancılaşma sü­

ğu şartların o rta ya çıkışının te m e lin i d o ­

recini olum lu anlamda te rsin e ç e vire b i­

şa edilm iş

egem enlik sistemi,

ğal olarak bu egem enlik sistem inin yapı­

lir. K apitalist ü re tim ilişkileri içinde in ­

sında buluyoruz. D em ek ki bizim kapita­

san, kendi öz doğrusuna yabancılaştırıl­

lizme karşı yönelm em izin tem el gerek­

m ıştır. İşte bu sürece katılan insan, bunu

çesi böylece daha da somutlaşm ış o l­

g ö rü r.

m aktadır.

Bu anlamda insanın gerçek doğası,

Elbette insanı daha iyi anlayabilm ek i-

kendi yaratm ış bulunduğu zenginlikler

çin onun doğayla ilişkisini doğru olarak

doğasında açığa çıkm ıştır. Sözgelimi h e r­

kurgulam ak g e re klid ir. Böyle b ir s o ru ­

hangi b ir insan kapitalist olduğu zaman,

nun incelenmesi, bizi doğaldır ki günü­

onun yabancılaşması, ona kişilik veren

m üz insanının açmazlarına g ö tü rü r. D a­

şey, a rtık kendisinde taşıdığı insana ait

hası bu sorunların doğru kurgulanması,

olan değ erler değildir, te rsin e bu para

aynı şekilde insanın bu açmazlardan na­

ve parasal iliş k ile rd ir. İlk bakışta para in­

sıl kurtulabileceğine ilişkin ipuçları v e rir bize. O nedenle biraz daha genel y o ­ rum lara devam e tm e k zorunluluğum uz

sanlar arası ilişkide genel b ir bağ gibi g ö ­ rü n ü r. G e rç e k te ise her tü r insani ilişki­ yi yıkan, zengin olm a tu tku su ile insanla­ rı b irb irin e düşüren, onları bölen b ir k o ­

buradan çıkar.

num dadır para. Sevgi, güven, aşk, sanat, 5.

D o ğ a n ın

in s a n ın

y ık ım ı in s a n ın y ık ım ı,

y ık ı m ı

da

d o ğ a n ın

y ık ım ı

d e m e k tir

bilim , duygu gibi bütün insani e tk in lik le r b ire r insani varoluş b içim le ri iken, para bu ilişkilerin tü m ü nü bozm uş ve insanı

İnsanın doğayla olan ilişkisi, özünde

paraya bağladığı gibi, sevgiyi de para ile

insanın insanla olan ilişkisidir. Aynı şekil­

ölçülebilen b ir “ değer” haline g e tirm iş ­

de insanla ilişkinin doğayla ilişkili olduğu

tir. Bugün çok fazla duyduğum uz “ aşka

gibi. Bu ilişki içinde görünen esas b e lir­

ve sevgiye ina n m ıyo ru m ” sözünün, so ­

lem eyi M a rx şöyle açıklar; “ İnsan için,

m u t olarak bu varoluş içinden çıkarak

130


21. yüzyılda insan ve felsefe__ s ö y le n iy o r olmasının p ra tik b ir anlamı

meden ku rtu ldu ğu noktada başlayacak­

da buradan çıkm ıyo r mu dersiniz?

t ı r ” diyen filozo fu n düşüncesinin önem i

M arx burada insan bilim inin koşulla­

buradadır. O nun tü rse l yaşamı, bireysel

rını yeniden yaratırken, aslında yeni in­

yaşamı ile ö rtü ş e c e k tir. Dolayısıyla gün­

sanı da keşfetm iş o lu yo rd u . Burada o lu ­

delik çıkarlar, insan ilişkilerind e b e lirle ­

şan insan, doğanın içsel b ir özel sonucu

yici b ir ro l oynam ayacaktır artık. Am a

değildir. B ir ye rd e doğa, insanın dışında­

yine de insanlar kendi çıkarlarını her za­

dır. Yani doğa ile insan b irb irin d e n ko p ­

man öne almış ve ona uygun düşünce ve

muş iki yabancı olgu gibidir. Oysa insa­

davranış içinde o lm u ş tu r. Buna karşın

nın özsel ola ra k ve olu m lu anlamda d o ­

insanlar bu çıkarları daha ç o k gündelik

ğayı kendisine mal etm esi gerekm ez mi?

b ir zaman dilim i içine sıkıştırm ıştır. G e­

Ç ünkü burada hem insanın doğaya hem

nel b ir tanım kullanm ak gerekirse insan­

de kendi kendine yabancılaşmasının ne­

lar, uzak e rim li b ir düşünce ve davranış

deni y o k edilm eden sorun çözüm lene­

içinde, başka b ir deyişle işin bilincinde,

mez. “ Doğanın insanlaşması kadar insa­

dolayısıyla yapma niyetinde

nın da doğallaşması g e re k ir.” İşte bu iki

Bu b ir şekilde kapitalizm koşullarında dı­

tem el gerçeği b irb irin d e n kopararak in­

şardan giydirilm iş b ir kopuş sürecinin

değillerdi.

sanı hem kendine karşı hem de doğaya

doğal hareke tiydi belki. A m a bu d urum

karşı yabancılaştıran nedenlerin başında,

yine de insanların içsel o la ra k onların çı­

özel m ü lk iye t sistem ine dayanan kapita­

karlarında ye rleşik ola ra k

her zaman

lizm gelir. Bunun ortadan kaldırılmasının

m evcut o lm uştur. Dolayısıyla canlı varlık

özsel nedeni bu noktada aranm alıdır.

olan insanın m utluluğu gibi, aynı şekilde

Burada sınıfsız b ir to p lu m ideali üzerine

b ir soy olarak devamını sağlamak gibi is­

kurulm uş sistem, sadece ü re tim ilişkile­

te n ç le r ile çıkarlar, b irb irin i tamamlayan

rinin dönüşüm ünü sağlamaz. Aynı şekil­

b ir süreç ola ra k her zaman insan va rlı­

de insanın “ ta rih öncesine” de son v e rir.

ğında buluşma noktası o la ra k kalacaktır.

A r tık insan doğasının açılımı ve gelişm e­

İşte bu durum onun değişime ve değiş­

sinin yolu bu noktada b ulun m uştu r çün­

tirm e y e açık olan b ir ö z e lliğ id ir de. Ç ü n ­ kü doğal ve insani çıkarlar, insanın gelişi­

kü. M arksizm yeni insanı öz ola ra k iki a-

m inin de m o to ru ve p ra tik yo lu d u r. D o ­

yak üzerinde tasarlam ıştı. Bu öngörünün

layısıyla bireyin çıkarı, sınıfın genel çıka­

önem i, içinde yaşadığımız çağda daha da

rı içinde vü cut bulacak, bu d urum b ir

b ir anlam kazanmıştır; ilki, önce insan i-

yerde onun gelişim inin de tem el gücünü

le doğa karşıtlığı son bulm alıdır. Aslında

olu ştu ra caktır. Burada önem li olan, bu

ne insan ne de doğa b irb irin e özsel ola­

çıkarlar zem inini bozan ve onu b irb irin e

rak yabancı değildir. O n la r b irb irin e ya­

karşı kırdıran

burjuva m anipülasyonu-

kapita lizm

nun açığa çıkarılm asıdır. Ö zg ürce geliş­

dünyasının sonuçlarıdır bunlar. İkincisi,

m enin yolu da öyle sanıyorum ki b ura­

insan insanla barışık olm alıdır. A r tık in­

dan çıkacaktır.

b a n c ıla ş tırılm ış tır.

Ç ün kü

san kendi tü rü n e yabancı b ir varlık o l­

Burada aradığımız şey, toplum sa! in­

m am alıdır. İnsan toplum sal doğasını ye­

sanın kendisidir. Toplum sal insan g e r­

niden yaratm alıdır. “ Ö zg ü rlü k gereksin­

çekte, hem p ra tik içinde hem de düşün­

131


— yol---------------------------------------ce içinde b ir kim liğe kavuşur. D em ek ki

Ve doğa aslında b ir yerd e insandan ö c ü ­

p ra tik ile düşünce ilişkisi özünde to p ­

nü büyük ‘doğal fe la k e tle r’ ile çıkarıyor.

lumsal b ir niteliğe sahiptir. Bunlar to p ­

Burada doğal fe la k e tle r özünde yabancı­

lumsal eylem ve toplum sal düşünceler­

laşmış bu insanın, yani kapitalizm in b i­

dir. Dolayısıyla doğanın insansal özü ile

çim lendirdiği insanın, dolayısıyla serm a­

insanın doğal özü, sonuçta bu toplum sal

yenin yıkımı olarak çıkıyo r karşımıza.

insanın eylem ine bağlı ola ra k şekillenir.

Doğa daha önce zaten b ir uyum içinde

İnsanlar arası ilişki veya bağ, ancak o lu ­

varoluşunu kurgulam ıştı. Oysa bu uyum

şan to p lu m içinde geçerli b ir m o m e n ttir.

bugün bozulmuşsa bunun nedeni, insa­

Böylece

uzanan tem el

nın deli b ir göm le k içine sokulmasından

düstu ru şu cüm lede toparlayabiliriz; in­

ileri gelmiş olm asıdır. G e rçe kte n doğa­

M a rx ’tan

bize

san ile doğanm b irliği insanın tam anlamı

nın dönüşüm ta rih i, eğer bu olu m lu b ir

ile "doğallaşmasına” , doğanın da eksiksiz olarak “ insanlaşmasına” bağlıdır. Bunun

dönüşüm ise, insanlığın olu m lu dönüşü­

g e rçe kle ştirilm e sin in

biçim i

mü, te rsi ise olum suz dönüşüm ü anlamı­

de ancak

na da g e liyo r doğal olarak. T arih, "İnsa­

to p lu m içinde oluşan b ir ka ra ktere sa­

nın g erçek doğal ta rih id ir... İnsansal ta ­

h ip tir.

rih, doğa ta rih in in edimsel b ir parçasıdır.

M a rx ’a göre, insanın insanlaşmasının

Doğanın insanlaşmasının ta rih id ir ” diyen

ilk ve tem el biçim i, e rke k ve kadın ara­

M a rx ’i böylece b ir kez daha haklı çıkar­

sındaki ilişkile r tarafından o lu ştu ru lm u ş­ tu r. Bu hem doğal hem de toplum sal b ir

m ıştır. (M arx, 1976:364) Bugün insanlık, z o ru n lu b ir geçiş sü­

n ite lik ile b e lirle n m iştir. Oysa sermaye

reci içinde b u lu n u yo r (b ir kaip grafiği gi­

bu tem el ilişki biçim ini, başka b ir deyişle

bi inişli çıkışlı b ir ta rih i süreç olarak),

toplum sallığı

insandan

dolayısıyla büyük b ir bozulm a ve kendi

kopardığı gibi, kadın ve erkeği de b irb i­

kendini y itird iğ i b ir yabancılaşma dediği­

yıkarak,

insanı

rinden kopardı. Burada cinsellik, bu iki

m iz süreçten geçiyor. Bu aşamada insan

tü r insan için b irle ş tiric i b ir ro l oynam a­

adeta yeniden “ ta rih öncesi” dönem e

sı g erekirken , cinsellik b ir meta olarak

girm iş

kullanıldı, bu ise kadın ile erkeği b irb iri­

farkla: e lb e tte bugün insanlık büyük b ir

ne düşüren sonuçlara neden oldu. Böy­

bilgi b irik im in e ve o rta k b ir ta rih i kaza­

lece insan özgürlüğünün önünü açacak

nıma sahiptir. T e k n ik te ve bilim d e bü ­

süreci de parçaladı. B ireyle ri adeta ser­

yük ile rle m e le r o lm u ş tu r. Yaşam bu an­

gibi g ö rü n ü y o r.

Kuşkusuz te k

mayenin k ö le le rin e d ön üştü rdü . Kadın

lamda daha kolaylaşm ıştır. A m a yine de

erkeğe g ö re bundan fazlasıyla zarar g ö r­

bu o lu m lu v e rile re rağmen, insan kendi

dü.

kazanımları olan bu tarihsel ile rle m e le ri Doğanın insani dönüşüm ü aslında in­

bugün kendi lehine doğru d ö n ü ş tü re m e ­

d ö n ü şü m ü yle

m iştir, dolayısıyla büyük oranda geriye

doğrudan bağlantılıdır. G e rçe kte n insa­

savrularak, yoksulluk, açlık içinde, hasta­

sanın

insanileşm esinin

nın eylemsel ta rih i, doğanın ta rih in e sıkı

lıklarla, savaşlarla ve doğal afetle rin bas­

sıkıya bağlıdır. Bu anlamda şim diki za­

kısı altında hızla yo k o lm aktad ır. Bu as­

manda doğanın vahşi yıkımı, tamamı ile

lında insanın kendi kendisinden koptuğu

insanın yıkımı ile b ir anlama kavuşuyor.

ya da ayrıldığı b ir kopuş aşamasıdır. 21.

__ 132


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ yüzyıl insanı, yaratıcı bütün ö ze llikle rin e

T e o ris i.h tm )

karşın toplum sal doğasından ayrılmış ve bu çelişkilerin girdabı içinde, çözüm süz

insan önce kendisinin de olduğu d o ­

ve donuklaşan b ir varlık halini alm ıştır a-

ğaya karşı yabancılaştı. Emek, g erçek an­

deta. Burada e lb e tte so yut anlamda ka­

lamda doğanın değişim inin tem el aracıy­

pitalizm i suçlamanın fazla b ir anlamı da

dı. Am a emek, bugün kendini var eden

y o k tu r. Kapitalizm s o m u ttu r ve gerçek yaşamımızın içindeki özünü gündelik olarak yaşıyoruz ve duyum suyoruz. Kapi­ ta list sistem, hem doğayı insanlaştıran hem de kendi kendini insani kılan b ir ya­ pıyı parçalam akta başarılı o lm u ş tu r bu­ gün. Bu anlamda p o litik referanslarım ız ve sloganlarım ız soyut b ir kapitalizm aleyhtarlığına dönüştüğü noktada anlamı­ nı da y itirm e y e

başlıyor. Sermayenin

kendisi, insanın y o k edilişi üzerine k u ru l­ muş olan varoluşunu, bütün insanlık yü­ reğinde ve beyninde hissetm ediği süre­ ce b ir sonuç alınamaz gibi geliyor. Bu­ nun nasıl vahşi b ir yapı olduğunu, insanı kendine düşman kıldığını g öste rm e k ve bütün bunları kanıtları ile anlatm ak k o ­ m ünist ö ncü le re düşer elbette. Ama.... Bugünkü insan, hem b ir yandan ta ri­ hi kazanım ve bilgi b irik im i ile b irlik te b ir toplum sal yaşam içinde şe kille n iyo r hem de bu kazanım ve bilgisel b irikim d en k o ­ parak adetâ b ir ‘hayvanlaşma’ sürecine g iriy o r. A m a yine de ta rih , bu sürecin tamamı ile içinde bulun uyo r. Ya da bu p ra tik, ta rih in b ir parçası olarak rolünü işletiyo r. D ünden bugüne ve yarına y o l­

doğaya karşı da yabancılaştı. İşte bu araç ile doğa üzerinde d en etim ini sağladı. Egem enliğini inşa e tti. A m a bu egemenlik, hiç de kendisinin de b ir parçası olan d o ­ ğayı o lum lu değişime uğratmadı. Doğa da aynen insanın yıkımı gibi yıkıma uğra­ tıldı. Doğa üzerindeki egem enlik isteği ve süreci, bireyi,' aynen ezilen diğer ka r­ deşlerine karşı rekabete itti ve parçala­ dı. Eğer bu yabancılaşma olmasaydı, in­ sanlar bireyle rd en to p lu m la ra geçişi de kolay kolay sağlayamazlardı. Daha sonra göreceğim iz gibi, dem ek ki yabancılaştırılmanın bu anlamda b ir de o lu m lu ro lü o rta ya çıktı. Ü re tim in ve sanayinin hızla geliştiği küresel kapitalizm dönem inde, te k n o lo ­ jinin “ yıkıcı ro lü ” , insanlığın gelişmesi önündeki

engellere

dönüşm üş

(çünkü

serm ayenin, spekülatif b ir yapı içinde ya­ tırım a

dönm eyip

ü re tke n

ka ra k te rin i

bütünüyle yitirm e siyle yıkıcılığı daha da sabitleşm iştir) ve bu sadece insanın tü ­ ketilm esi sonucunu değil, aynı şekilde doğanın yıkılması sürecini de yaratm ış­ tır. Bu anlamda ilk defa M a rx ’in b e lirle ­

culuk bu şekilde icra ediyor. Bu nedenle

diği “ sanayinin gelişm esinin” olu m lu ö-

e lb ette

ğeleri, bugün için insan ve doğa bağla­

karam sar olmayı g e re ktire ce k

h iç b ir şeyin olmadığı da çıkıyor. A m a yi­ ne de biz ta rih dersi dediğim iz dersten

mında olum suz öğelere d önüşm üştür. M arx, bilindiği gibi insanın doğa ile i-

öğrenm em eye ısrarla devam ediyoruz.

lişkile rin i araçsız iliş k ile r o larak tasarla­

Oysa ta rih , ö ğren m e k isteyenlere ö ğ re ­

mıştı. Karl M arx insanı, yine insanın z o ­

tiy o r aslında. G eorge Santayana’nm de­

runlu ve p ra tik b ir süreç olan ü re tim ile

diği gibi “ T a rih te n öğrenm eyenler, onu

ilişkilerine g öre ele almış ve buradan in ­

te k ra r etm eye m ah kum du r.” (A kt; Bilgi

sanın gerçek gelişme koşullarının yaratı-

133----


— yol lacağı öngörüsünde bulunm uştu. Genel

yo k edilm esinin ve bireyin b irey olarak

düzeyde sanayinin kendi gelişim süreci i-

sınırlanmasının te m e lle rin i yarattı. Ç ü n ­

çinde, insanın gelişmesinin özünü de o r ­

kü emeği yabancılaştırdı (emeği sadece

taya çıkaran b ir ilerle m e olarak varsay-

yabancılaştırmakla kalmadı, aynı zaman­

mıştı. Ancak sanayinin özel m ü lkiye t sis­

da bugün emeğin ro lü n ü de kırarak onu

tem i içinde gerçekleşm iş olması, özünde

b ir yerde ‘dışlaştırdı’), bilgiyi te keline al­

insansa! yabancılaşmasının da esas nede­

dı, dolayısıyla insanla doğa arasındaki ge­

ni haline dönüşm esini görm üştü. Böyle-

çerli olan bu te k bağı da kopardı. Bu so ­

ce sanayi, insan varlığına karşı b ir konum

runu aşağıda ayrıntısı ile ele alacağım.

kazanmıştı. Dolayısıyla insanı insanlıktan

Böylece insan insana karşı yabancılaştı.

çıkaran b ir anlatım dem ekti bu.

İnsandan başka h içb ir varlıkta olmayan

B ir zamanlar M arx, ta rih i iki büyük dönem e ayırm ıştı; insanın yabancılaşma­ sına yol açan b ir egem enlik sistemi altın­

insani öz, y itim e uğradı. “ İnsan, insanın k u rd u d u r” sözünü adeta anlamlı kıldı. Bu büyük b ir çelişki anlamına g elir

daki gelişme dönem ine tekabül eden

kuşkusuz. Dolayısıyla bu böyle devam e-

“ ta rih öncesi” dönem , diğeri ise insanın

demez. Ç ünkü insan, yeniden insansal

evrensel gelişmesi olan yeniden “ insan­

değerlerini kurm adan, onun h içb ir gele­

bu tanım,

ceği de olamaz. Yaşam özlem inin yok e-

yaklaşık 150 yıl öncesinin b ir tanımı olsa

laşma d ö n e m i” . Sanıyorum

dildiği b ir nokta, aslında b ir soy olarak

dahi, herhalde 21. yüzyıl koşullarının da

insanın da y o k edildiği n okta dır. Bu an­

iyi b ir anlatımı olm aktadır.

lamda gelişm elere seyirci kalmak, aslın­

G e rçe kte bugün ta rih i o la ra k ortaya çıkmış olan toplum sal ilişkiler, adeta O r ­ taçağ

d önem inin

doğa-birey

ilişkisine

da kendini yadsımak d e m e ktir. Bu onarım da yukarıda da b e lirttiğ im gibi yabancılaştırma öğelerinin, aynı za­

yeniden dönüşün b ire r özelliğini taşır gi­

manda o lum lu b ir katkı sağlayacağını ö n ­

bid ir. T o p lu m önem li derecede yıkılmış,

g ö rm e k yanlış b ir düşünce gibi g e lm iyo r

değ erler üzerine kurulm ası gereken ve

bana. H e r şeyden önce, bütün insani de­

bu d eğerlerle var olan to p lu m çözülm üş

ğ erle rin oluşum u, çözülm e ve giderek

ve büyük oranda kaybolm uştur. Elbette

çürüm e

kaybolan to p lu m değildir. Kaybolan bu­

T arih bunun sayısız örneğine tanıktır.

günün to p lu m u n u o luşturan insansal de­

Ç ünkü insana yabancı olan bütün olg u ­

dönem inin

içinden

çıkm ıştır.

ğ e rle rin yo k o lu şu d u r ve bireyin yeni­

lar, zo ru nlu olarak çelişkileri artırm adan

den ilkel bireye dönüşüm sürecidir. B ir

edemez. Bu çelişkiler insan yapısındaki

dönem nasıl ki birey, kapitalizm in geliş­

çelişkilerle b irlik te vü cu t bulur, oluşur.

mesine neden olan süreç içinde, hem

Ç ünkü çelişki g erçek anlamda “ h e r t ü r ­

doğanın dönüşüm ünde hem de to p lu ­

lü hayatın ve her tü rlü hareketin k ö k ü ­

mun yaratılm asında önem li b ir ro le sa­

d ü r.” (Hegel) İnsanın yeni b ir b irlik için ­

hip idiyse (çünkü emek, bu sistem içinde

de kaynaşabilmesini sağlayabilmek için,

olum lu bütün değişimin tem eliydi), bu­

çelişkilerin daha açık, daha bariz b ir şe­

gün de aynı kapitalizm , yeniden vahşi ka­

kilde yaygınlık gösterm esi yetm ez, onun

ra k te rin e d ön erek, insanın yeniden to p ­

anlaşılır olması, bilince çıkarılması g ere ­

lumsal değerlerden kopuşunun, doğanın

kir; burada sözün, anlamın, fik irle rin vs.

__

134


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ ide olo ji ve felsefe olarak devreye g irm e ­

ele alm ıştır.

si g erekir. Başka b ir ifade ile çelişkiler i-

Bugün için yabancılaşma öğelerini so­

yi okunmadığı sürece, karşı b ir ro l de

yu t olgularla açıklamak fazla b ir şeyi ifa­

oynayabilir. O nun iyi okunması diyalek­

de e tm iy o r. Oysa yaşanılan bütün v e ri­

tik b ir felsefeye ve ta rih bilincine sahip

ler, so m u t o ldukları için buradan b irç o k

olunması ile gerçekleşebilir. Sözün de­

kanıt, sonuç vb. çıkarırız. Bu açıdan ta rih

ğ iştirici gücü, çelişkinin çözüm ü olarak

devam eder. Ö zne ile nesne karşıtlığı o-

aslında b ir yerd e değersiz varoluşun da

lan bu kuram , yani yabancılaşma olgusu­

d eğiştirilm e gücüdür. “ N e ararsan ara,

nun, eğer belirli b ir zaman içinde o rta ­

M ekke’de, Hacda değildir, insanda ara”

dan kaldırılması öngörülecekse, bunun

diyen ozanın dediği gibi, insansa! yapının

p ra tik insan bilincine nasıl yansıyacağı ö-

bütün kö ke n le ri, yine insan denilen bu

nem taşır. Burada önem li olanın, bu kı­

çelişkili va rlıkta saklıdır. Dolayısıyla in­

rılmanın insan yaşamından nasıl ortadan

san varlığı h er ne kadar çelişkili ve anla­

kaldırılacağına ilişkin felsefenin, dolayı­

şılmaz b ir varlık g örüntüsü verse de, as­

sıyla politikanın yol göste rici rolün ü açı­

lında özünde o rta k değerlere sahip b ir

ğa çıkarm aktır.

varlık o larak okum ak gerekir. İnsanlığın

geçirm iş

olduğu

B ir yerde bugün insanlık, ta rih ö nce ­ tarihsel

si dönem i yaşam aktadır dem iştik. Oysa

deneyler, geleceğim iz açısından önem li

ta rih öncesine ilişkin b ir yaklaşım, b ir

ipuçlarını v e rm e k te d ir bize. Mesela kla­

yerde doğal ta rih in de b ir parçasıdır.

sik A lm an felsefesinin ve o dönem in filo ­

Ç ünkü insanın ilerlem esi inişli çıkışlı b ir

zoflarının en büyük açmazına bakalım;

kalp grafiği gibidir. İşte ta rih öncesi bu

burada en büyük açmaz Alm an filozo fla ­

dönem in, b ir yerde gerçek, so m u t insa­

rının hem yabancılaşmanın özünü kavra­

nın yeniden yaratılmasının da kaçınılmaz

mamış olm alarından hem de yabancılaş­

ta rih i olması zorunluluğu buradan çıkar.

manın kökenini, insanın ta rih içinde o lu ­

Eğer biz 21. yüzyılda so m u t/g erçek insa­

şan ve ona yabancı durum una gelmiş e t­

nı yeniden üreteceksek, bunun yolu in­

kinliğinin dışa vurum u olduklarını g ö r­

sanın içinde yaşadığı yabancılaşmaya ne­

memiş olm alarından kaynaklanmış olm a­

den olan bütün olguları yıkıp atm ak du ­

sıdır. Yani köken her ne kadar insan o l­

rum unda olması gereken insanın, bu bi­

sa da, ancak insan faaliyetinin kapitalist

linci yine bu nesnenin varlığı içine ve o-

yapı içinde yabancılaşmasıyla, kendi var­

nun b ir parçası olarak g iydirecek o lm a ­

lığını oluşan değişik ku ru m la r içinde ta­

sıdır. Bunun te k yolu, insanı insana düş­

nım lar olm uştu. Aslında devlet, hukuk,

man eden sistemi, yani özel m ülkiyete

din vs. gibi kurum ların, insana yabancı

dayanan kapitalizm i ortadan

durum una gelmiş e tkin lik le rin b ir sonu­

nın, insan yaşamı için nasıl b ir z o ru n lu lu k

cu olduğunu görm ezden gelm işlerdi. N i­

olduğunu bilince çıkarm aktan geçecek

te kim Hegel bile, bu düşünceden dolayı

olduğunu g ö s te rm e k tir. G e rçe kte n insa­

insan ile yine insanın kendinde saklı bi­

nın toplum sal b ir varlık haline gelişini,

kaldırm a­

lincini ö zde şle ştirirken , nesne ile özne i-

bilinçli ve daha önceki gelişmenin tü m

lişkisini, dolayısıyla b irliğini önceden va r­

zenginliğini ko ru ya ra k yapılmış bulunan

sayılan so yut b ir sü re çle r dizim i olarak

dönüşüm ünü, M arx kom ünizm olarak a­

135


— yol çıklıyordu. M arksizm ’in bu çözüm lem e­

lan büyük dostluğum dandır. O ra d a b ir

si, tarihsel b ir h areke t olarak, insanın

kez daha gerçek insanlığımı b ulu yo ru m

düşünen

üre tilm e si

ve böylece um udum yeni b ir ta rih in ya­

anlamına da gelecekti kuşkusuz. Böylece

ratılm asına yol açan bu bilginin gücünü

insan, kendi öz doğasına yeniden d ö n ü ­

kendi nesnel varlığım da o rta ya ç ıka rıyo ­

bilincinin

yeniden

şünü bulacaktır buradan. Ç ünkü kapita­

rum . Ç ünkü onun, sınıfımın acılardan

lizm de emeğin yabancılaşması, insanın

ku rtu luşu için yazmış olduğu reçete, in ­

öz doğal yapısını b ozm uştur. Dış dünya

sanlığı kendi kurtuluşuna g ö tü re n yolun

insan varlığının b ir uzantısı iken, yabancı­

önündeki bütün engelleri aşmamıza sevk

laşma insan varlığını nesneler dünyasının

eden te k reçete.

b ir uzantısına d ö n ü ştü rm ü ştü r. Bu b e lir­ lem eyi M arx, “ insancıllık-doğalcılık” iliş­ kisi içinde açıklamıştı. G erçe kte n bu analiz, insanın doğayla ve insanın insania

6. T a r ih , z a m a n v e m e k a n k a v r a m ­ la rın ın g ü n ü m ü z d e k i a n la m ı ü z e r in e

Bugünkü insanın varoluş biçim i, za­

çelişkisinin de çözüm üdür. Aslında bu­

manın sonsuz akışı içinde o rta ya çıkan

nun çözüm ü, b ir yerd e nesne ile özne­

sahte b ir g ö rü n tü değildir. İnsan bu za­

nin, ö zg ü rlü k ile zorunluluğun, b irey ile

manın ve bu ta rih in içindeki m addi b ir

to p lu m u n arasındaki çelişkinin de çözü­

olgudur. A m a aynı zamanda düşünceleri

münü g ö s te rir bize.

ve duyguları olan k ü ltü re l b ir v a rlık tır da

Eğer M arx işte bu nedenle, ekon om i p o litik

analizinde

yabancılaşmış

em ek

sorununu çözüm lem em iş olsaydı, insa­ nın b ir bütün ola ra k insansal yabancılaş­ ma kavramını da çözüm leyem ezdi. Böy­ lece bu kavram ve bu kavramın yaratıcı­

o. Şimdi zaman ve mekanın tem el nes­ nesi olan bu varlık, yani insanın kendisi, b ir ye rd e kendi kendisinden koparak ye­ ni b ir varoluş biçim i ola ra k çıkıyor. Bu­ gün e k o n o m ik krizden, toplum sal veya siyasal krizden, k im lik veya k ü ltü re l k riz ­

sı M a rx ’in, klasik bütün felsefecilerden

den vs. bahsedilebilir, ama, sanıyorum

farklı olarak, insanın ku rtu lu ş düşüncesi­

daha önem lisi, insanın kendisinin b ir kriz

ni, insanlığın elindeki b ir m anifestoya

içinde bulunduğudur. A n cak insanlığın

dön üştü rm e sin e yol açmasının özü bu­

kendi öz değerlerinden kopuşu ve bu

rada saklıdır.

tü rd e n oluşan varlık biçim i, içinde yaşa­

Bu vesile ile söylem ek iste rim ki, be­ nim h e r so ru n karşısında M a rx ’i yeniden okum am , onun her cüm lesinde ve her paragrafında o rtaya koyduğu gerçek çö ­

dığımız zamanın ve yine içinde yaşadığı­ mız dünyanın te m e l koşulları o la ra k çık­ m aktadır karşımıza. G e rçe kte n insanın krizi, b ir yerde diğer bütün k riz le ri de

züm leyici gücün sırrını b u lu yo r olm am ,

to h u m halinde içinde b a rın d ırır ve onla­

yalnız dünün değil, aynı zamanda bugü­

rın asıl kaynağı haline gelir.

nün ve geleceğin de p ro b le m le ri karşı­

O halde varlığımızın tem el biçim i o-

sındaki çözüm leyici gücünü v e riy o r ba­

lan bu insan, zaman ve mekan dediğim iz

na. Dolayısıyla o beni, b ir aslanın k ü k re ­

dünyasal varoluş içinde nasıl şekillen­

mesi gibi kapitalizm karşısında k ü k re t-

m ektedir? G e re k zamanın sonsuzluğu i-

meye sevk ediyorsa bunun te k nedeni,

çinde, gerekse içinde yaşadığımız nesnel

kapitalizm e olan sınıf kini ve insanlığa o ­

dünyanın, yani güncei çağın içinde, bu

__ 136____________________________


21. yüzyılda insan ve felsefe__ bugünkü insanlık için ne anlam ifade edi­

siyizdir hem de onun dışındaki “ dışsal”

yor? Eğer bu ilişkilerden dolayı, zamanı,

b ir nesneyizdir.

nesnel b ir g erçe klik olarak değerlendi­

Ö yle sanıyorum ki, zaman ve m eka­

recek olursak, buradan nesnel olan insa­

nın değişik biçim le ri, insanların düşünce,

nı yeniden kendi değerleri ile b u lu ştu r­

duygu veya deneylerine eşitlenem ez ve­

manın olanakları var mıdır? O halde in­

ya uyarlanamaz. T ersine bizim düşünce,

sanın kendisi veya onun varoluş biçim i,

duyum veya tasarılarım ız, mekanın ve

zaman ve mekanın toplam ı olan bu ta rih

zamanın biçim le rin e uyar. Başka b ir de­

içinde nasıl b ir işleve sahip olm aktadır?

yişle, bize ait olan düşünce ve tasarım la­

Bu sorulara cevap bulmam ız için so­ runu biraz daha ird ele m e m iz g erekir. Ö n ce isterseniz zaman ve mekan ta­ nımı üzerinde o rta k b ir anlayışı yansıta­ lım. Soruna Engels’in şöyle b ir tanımı ile başlamak yerind e o lu r; “ Ç ü n kü ” d iy o r Engels, “ tü m varlıkların tem el b içim leri, mekan, ve zam andır ve zaman dışında b ir varlık, tıpkı mekan dışında b ir varlık gibi, koskoca b ir anlam sızlıktır.” (A kt, Lenîn,

rımız, özünde nesne! olan mekan ve za­ manın yansıtıcıları olarak, ke nd ile ri buna uyarlar. O halde buradan nasıl b ir sonuç çıkar? G ünüm üzde oluşan düşünce, du­ yum, deneyim veya değişik bütün tasa­ rım lar, içinde yaşadığımız dünyanın ve içinde h areke t e ttiğ im iz zamanın d o ğ ru ­ dan b ir açıklanması, onun yansıtılması ve ona sağlanan uyum un ö z e llik le rin i g öste ­ rir. İşte bu nedenle, çağımızın içinde o lu ­

1995:204) Hangi biçim de oluşursa oluşsun tüm va rlıkla r veya bu varlıkların biçim le ri, ne zamanın dışında d üşünülebilir ne de m e­ kan dediğim iz dünyasal yapı dışında. D e ­ m ek ki insan bu ikili yapı içinde biçim le ­ niyor. Dolayısıyla insanın duygu, düşün­

şan zaman süreci ve mekan ola ra k dün­ yamız, egemen düşüncelerin uyum una g öre değil, düşünceler bu zaman ve m e ­ kan sürecindeki nesnel varlığa g öre b i­ çim le n m e kte d ir. Nesnel olan zaman ve yine nesnel olan mekan sürecine göre biçim lenen çağın egemen düşünce eği­

ce veya tasarım ları da bu yapı içinde şe­

lim le ri buradan çıkar ve bu düşünceler

kille n iyo r. D uyguları ve düşünceleriyle

toplum sal yapıları b e lirle r aşamaya gelir.

b irlik te insan, mekan ve zaman içinde

Kendini kaybeden insan, kendini kaybe­

var o lu y o r. İnsana a it olan duygu, düşün­

den zaman içinden çıkıp g e lm iş tir çünkü.

ce veya tasarım biçim lerinden, paylaşılan

Kaybedilen zaman, kayıp zam andır ve

b ir düşünce, paylaşılan b ir duygu veya

bunun te k nedeni, insanın gelişmesinin

paylaşılan b ir tasarım çikar ve bunlar i-

öznesi olan zamanı, burjuvazinin işçiden

kinci, üçüncü şahıslara aktarılır. D oğal­

ve gid ere k bütün insanlıktan çekip alma­

d ır ki burada insana ait olan bu ö ğ e le r­

sıdır. Böylece zaman insanlığı geliştiren

den, bizim dışımızdaki şeylerin yapısını

b ir olgu olm aktan çıkarak, burjuvazinin

çıkarırız. O

gelişmesinin b ir aracı olm uş ve burjuva­

zaman, mekan ve zaman

tüm varlıkların te m e l b içim le ri de olsa, o

zi tarafından

aynı şekilde bizim

Burjuvazi için so m u t olan zaman, işçi sı­

dışımızda var olan

kullanılır

hale g elm iştir.

g e rç e k likle rin toplam ı ola ra k da okuna­

nıfı için so yut b ir nesneye d ö n ü ş tü rü l­

b ilir. B ir yerde biz hem onun b ir nesne-

m üştür. G e rçe kte n b ir zam anlar M arx, -

137


— yo l zamanı “ insanın gelişmesinin m ekanı” o-

lik ise, bu gerçeklikte n nasıl o lu r da o-

larak açıklamıştı. Ancak o, yine de zama­

lumsal b ir g erçeklik çıkarılabilir? Elbette

nın işçinin gelişmesinde nasıl b ir engel

insanlık ta rih i kanıtlam ıştır ki, o lu m lu ­

olduğunu ise şöyle açıklayacaktır; “ K u l­

lukla r olumsuzluğa dönüşebildiği gibi, o-

lanacak boş zamanı olmayan, uyku, ye­

lum suzluklar da olum luluğa dönüşebil­

m ek vb. gibi salt fiziksel ke sin tile r dışın­

m ekte dir. Bu b ir yerde maddenin hare­

da tü m yaşamı kapitalist hesabına çalış­

ketinin to p lu m b ilim le rin d e ki karşılığıdır.

maya giden b ir adam, b ir yük hayvanın­

D em ek ki bütün b ilim le r, onların to p ­

dan daha b e te rd ir. O , fizik olarak ezil­

lum daki karşılıkları veya din başta olm ak

miş, kafaca alıklaşmış, başkası için servet

üzere b ir dizi idealist düşünce b içim leri,

ü reten basit b ir m akinedir. Am a bunun­

sonuçta hem insanın yarattığı hem de o-

la b irlik te , bütün m od ern sanayi ta rih i

na uyduğu sonuçlardır. O lum suzu veya

g ö s te rir ki, sermaye, eğer önüne set çe­

olumsal b içim le ri dahil olm ak üzere... O

kilmezse, bütün işçi sınıfını um ursam a­

halde zaman ve mekan salt b ir kavram ­

dan, acımasızca bu en aşağı düzeye dü­

lar dizisi değildir. K avram lar yaşamın i-

şürm ek için çalışır.” (M arx, 1978:143)

çinden çıkm ıştır ve nesnel varoluş ta ra ­

Böylece egemen düşünce ile b irlik te

fından b e lirle n irle r. Dolayısıyla bu salt

oluşan sahte b ir yaşam, hem zamanın

so yu t olan tinsel b ir anlatıma dayanmaz.

ortadan kaldırıldığı hem de yıkılan doğa­

Yani kavram lar so m u t maddesel olgula­

nın yıkıntıları arasından çıkıp g elm iştir

rın anlatımı d e m e ktir. Lenin’in de b e lirt­

ve oradan tü re tilm iş tir. Yıkılan doğa yı­

tiği gibi “ Eğer zaman ve mekan yalnızca

kılan altyapı sü reçleri d e m e k tir aynı za­

kavram lar ise, o zaman onları yaratm ış

manda. Başka b ir deyişle yıkıntının ken­

olan insanlığın, onların sınırlarını aşmaya

disi maddesel varoluş olan altyapı süreç­

hakkı vardır...” (Lenin, 1995:205) O hal­

lerinin içinde g izlid ir ve bu b ir yerde d o ­

de bu sınırları aşmaya m u k te d ir olan ve

ğanın yıkımı anlamına geldiği gibi to p lu ­

onu ortadan kaldıracak olan bu insanın,

mun

da yıkımı anlamına g elm ektedir.

onu bu olumsallığa g ö tü re n esas g e re k ­

Kuşkusuz insan varlığına aykırı olan bu

çesi, herhangi b ir canlı varlıktan farklı o-

süreç, burjuvazi tarafından kullanılan b ir

larak alet yapan, düşünen, d ü şü n d ü kle ri­

zaman kavramı içinden tü re tilm iş tir. İşte

ni eyleme sokan ve yeniden ü reten b ir

bu yıkıntılardan tü re tile n sahte yaşam

varlık olmasından ileri gelir. Değişim in

veya idealist düşünce biçim le ri, altyapı

sırrı buradadır çünkü.

süre çle rin in üzerinden şekillenm iş, baş­

Doğa b ilim le rin de n to p lu m b ilim le ri­

ka b ir deyişle zamanını kaybeden b ir za­

ne kadar, zaman ve mekan içinde oluşan

man sonsuzluğunda insana aykırı b ir va­

insana aykırı bu insan dışı ilkelerin ege­

roluş biçim i içinde şe killenm iştir. Bu ka­

men oluşu, hem insanlık açısından b ir

pitalizm in yarattığı b ir so n u çtu r ve bu

geçiş

bizzat kendisinden başka b ir şey de de­

hem de bu “ zamansız zaman” kavram ı­

ğildir.

nın içinde şekillenen b ir “ kuşku çağının” ,

sürecinin

ö z e llik le rin i

g ö s te rir,

Buradan yukarıdaki soruya yeniden

başka b ir deyişle insanın öz y itim in in e-

dönersek; içinde yaşadığımız bu o lu m ­

gemen olduğu b ir dönem in yolunu açan

suzluklar süreci eğer nesnel b ir g erçek­

b ir sürece g irildiğinin kanıtları olarak çı-

__ 138


21. yüzyılda insan ve felsefe__ kar karşımıza. “ Zamansız zaman” kavra­

d e m e k tir bu. Ö zünde doğanın yıkımı in ­

mı olarak ile ri sürdüğüm iddianın özü,

sanın yıkımı olarak çıkıyo r karşımıza.

zamanın kendisinin salt takvim yaprakla­

İçinde bulunduğum uz zaman ve bu

rından veya saatin akrep ve yelkovanla­

zamana giydirilen bütün kavram lar, in­

rının

iba re t olm adığıdır.

san aklının savrulduğu b ir dönem den ge­

Ç ünkü bugün zaman, zamanını y itire n ve

çiyor. Ç ünkü kapitalizm de, insan em eği­

h areketinden

onun için de doğal o larak ta rih i dışlayan

nin b ir m eta haline g e tirilişi gibi, aynı şe­

b ir varoluş anlamına gelen b ir anlamsız­

kilde akıl da b ir m eta haline d ö n ü ş tü rü l­

lığa b ü rü n m ü ştü r. Zaman, zamanını y iti­

m üştür. Bu bilginin b ir metaya d ö n ü ştü ­

ren b ir çağın içinde şekillenm iştir. Çağı­

rülm esi süreci de d e m e k tir. Dolayısıyla

mız böylece zamanını y itire n b ir “ kuşku

insanı insan yapacak olan öğelerden b iri­

çağı” na g irm iş tir. (Kısa not; ‘kuşku çağı’

si olan akıl, kendi gerçek özünden k o ­

deyim i 20. yüzyıl başlarında yaşamış ide­

partılarak, insanlığa karşı b ir süreç içine

alist b ir düşünür olan Poincare’ye a ittir.

sokulm aktan kurtulam am ıştır. “ A kıl kü l­

O günün koşullarında bu tanıma g iy d iri­

tü r metası haline g etirild iği ve tü k e tim a-

len düşünce elbisesi Lenin tarafından e-

macıyla insanlara teslim edildiği noktada

le ştirilm işti. Bu tanımı daha sonra başka

çözülüp

d üşü n ü rle r de kullandı sanırım. Mesela

kendisi de her şeyi kapsayan e ko n o m ik

dağılmak

zo ru nd ad ır...

A klın

A m e rikalı iktisatçı G albraith bu adla b ir

aygıtın araçlarından b iri haline gelm iş­

kitap dahi yazdı. A m a sanıyorum günü­

t ir . ” (H o rk h e im e r - A d o rn o ,

müz dünyasını anlatm akta iyi b ir izdü­

48) Bu anlamda yabancılaşmış b ir akıl ta ­

şüm

rihinden bahsetm ek yanıltıcı olmasa ge­

olduğunu g öste rm e k bakımından

1995:15-

ben de bu kavramı kullanm akta b ir sa­

rek. “ Yabancılaşmış akıl” aslında b ir y e r­

kınca g ö rm ü yo ru m .) Ancak bu çağ, za­

de “ tarihsiz b ir ta rih ” d e m e k tir. T arih,

manını y itire n b ir süreç oiduğu kadar,

insan h areke tlerinin toplam ı demekse,

aynı

nesnel

insanın varoluşunda som utlanan akli ö-

dünyayı da yıkan b ir ö zellik ile anlam ka­

ze llikle rin i ve düşünm e y e tile rin i yine in­

şekilde

mekan

dediğim iz

zanm aktadır. Bunu kapitalist sistemden

sandan çekip aldığınız ta kd ird e , aklını y i­

ko p a rta ra k salt te k n o lo jin in hızlı büyü­

tirm iş b ir ta rih te n bahsetm ek yanıltıcı

m esine bağlayan yanıltıcı düşüncelerin

olmayacağı gibi, özünde bu tarihsiz b ir

varlığı yadsınamaz. Oysa te k n o lo jik ye­

ta rih anlatımı da d em ektir. Yani tarih,

nilenm e bütünüyle sermayeyi büyüten,

aynen zaman kavramında gördüğüm üz

dolayısıyla kapitalist sistemi tahkim eden

gibi olumsal b ir rolde n koparak “ ta rih -

b ir ro l ile düşünüldüğü zaman anlam ka­

sizlik” girdap içinde şekilleniyor. T arihin

zanacaktır doğal olarak.

gerçek öznesi olan insanın olu m su zlu ­

B ir ye rd e zamanımız ta rih i, zaman ve

ğunda, ta rih in kendisi de o lu m suzluklar

mekanın içinde b ir anlamsızlığa b ü rü n ü r­

içinde b ir “ ta rih s iz lik ” yaşıyor. Tarih,

ken, aynı şekilde insanın yıkımı ile karşı

gerçek varoluşundan ve ilk e le r b ü tü n ü n ­

karşıya kalan b ir dünyasal varoluşu o rta ­

den ko pu yor. Am a buradan asla “ ta rih in

ya çıkarm ıştır. Ç ünkü insan, doğayla b ir­

sonu” tezi gibi b ir saçmalık çıkarılamaz.

lik te ve bu doğayı da yıkarken b ir zaman

A nlatm ak istediğim iz sadece, insan ve

tü ne li içinde, aslında kendisini de yıkıyo r

doğa yıkımına neden olan ta rih in , gerçek

139----


___y o l özüne yabancılaştırılmış b ir tarihsel d ö ­ nem in

kırılganlığının

ta ra f etm eden düşünülem ez. Eğer insan

g ö s te rilm e s id ir.

soyunun to p ta n yo k oluşunu ö n g ö rm ü ­

T ersine ta rih bugün, insan ve doğa bü­

yorsak bu böyled ir. Ç ünkü tarihsel b ir

tünselliğinin tam da m erkezinde d u ru ­

varlık olan insan, bu yabancılaşma süre­

yor. Ç ünkü ta rih , zaman ve mekan süre­

cini, yine kendi yaşamı içinde kendinin

ci içinde insan eliyle ilkesizlikle r ü zerin ­

bilincine d ö n e re k ve kendi insani değer­

de şekillen iyor. Bu “ tarihsiz ta rih ” dedi­

lerine sahip çıkarak, içinde bulunduğu o-

ğim iz sü re çle r to p la m ıd ır aynı zamanda.

lumsuz koşulların ortadan kaldırılmasını

Zam anım ızın ta rih i, b ir yerde ta rih ö n ­

sağlayabilir. Elbette bunun zaman ölçüsü

cesi b ir ta rih in izdüşüm ü gibidir. Zam an­

belirlenem ez. A ncak insanlık yıkımının

sız zaman ile ta rih siz ta rih , o rta k sürecin

m utla k s u re tte b e lirli b ir doyum n o k ta ­

o rta k iz d ü şü m le rid ir bugün.

sına gelmesi g erekir. D oyu m noktasını,

Böylece günüm üzde ta rih adeta, za­

bireyin krizin in toplum sal krize yol açan

man ve mekanın içinde yabancılaşmış

bileşkesi olarak d eğ erlen dirm e k olasıdır.

akli ö ze llikle rin bulunduğu o rta k b ir ha­

Bu arayışların ve çö züm le rin a rtık e lit

reke te

b ir tabakadan veya öncü güçlerden hızla

dönüşm üştür. İnsan gerçekten

bu tarihsel zaman aralığının içinde kendi

k itle le re doğru kayması ve k itle le rin bu

akli ö ze llikle rin e , dolayısıyla kendi insani

arayışa sahip çıkması d e m e k tir. Bu an­

özüne aykırı b ir şekilde, adeta ta rih ö n ­

lamda yabancılaşmanın kitlen in m utlak

cesi b ir dönem in k rite rle rin e dönüş gibi

olarak yadsıması ile başlaması g erekir.

b ir sürecin içinde şe killen m ekte dir. İlke­

Başka b ir deyişle bu yadsımanın, k itle le ­

leri, hedefleri ve değerleri kaybolm uş

rin bilincinde o rta k b ir eyleme dönüşe­

b ir varoluş ta rih i, gündelik yaşamın için­

bilm esi için, yaşanan krizin, adeta b ir

de şekillenen b ir esaret ta rih i gibidir.

“ bilinç k riz in e ” tutulm asını şa rt kılar d i­

T arihi esas olarak insan pratiği olarak al­

ye düşünüyorum . Bilinç krizin in düzeyi,

gılarsak eğer, işte bu ta rih , insanın en

insan to plu lu kların ın sırat köprüsü üze­

büyük özelliği olan aklın zincire v u ru l­

rin de ki var olm a ile y o k olm a arasındaki

muş b ir ta rih id ir. Unutulm asın ki ta rih

veya ölüm ile yaşam arasındaki k ö p rü ­

te k başına H egel’in dediği gibi salt tinin

nün m erkez noktasıdır. Elbette buradan

nedenselliğine indirgenem ez. N edensel­

ku rtu lm a k m utlak yadsıma ile oluşacak­

likle ri, sadece tin in nedenselliği olarak

tır, ama önem li olan bu ku rtu luşu n, yani

okum ak te k bacaklı b ir varlık tanım ıdır

yadsımanın yadsınması olan bu hareke­

çünkü. Oysa bu nedensellik b ir yaşam i-

tin, insan elinde nasıl vü cu t bulacağıdır.

çinden, b ir p ra tik içinden doğan b ir ne­

İnsanın yeniden insana dönüşünün kaçı­

d en selliktir. O halde hem düşünce bi­

nılmaz te k yolu budur. Ve bu e lb ette b ir

çim le rin d e hem de bu düşünce biçim le ­

süreç işidir. K o le k tif insan veya insana a-

rin in esas nedeni olan e ko n o m ik p o litik

it değerlere kavuşan insan, bozulm uş in­

yapı içindeki nedenselliğin çözülm esi ö-

sanın b ir sim gesidir aynı zamanda. Bu

nem taşır. Dolayısıyla böyle b ir sü rü kle ­

çelişkili var oluş, kendi çem berini p a tla t­

niş, kendi yo k oluşuna giden yolu stabi­

madan yoluna devam edemez. Ç ünkü

lize etm eden, başka b ir deyişle y o k o lu ­

“ insanın kendi ö te k i varlığı içinde kendi

şa giden uçurum a sahip engelli yolu b e r­

ö te k i varlığım ” (M arx) görm esi ve onu


21. yüzyılda insan ve felsefe__ bilince çıkarması, onun yadsıma eylem i­

da ü re tim b içim le rin i v e rir bize. T ikel ü-

nin olmazsa olm az koşuludur. Bilinç ey­

re tim içindeki bu k ü ltü re l oluşum lar, in­

lem in aynasıdır, ama eylem de bilincin

sandaki yabancılaşmanın b ir düzeyi o la­

beslendiği ve o rta ya çıktığı nesnel b ir te ­

rak okunacaksa eğer, bunlar insanın b i­

m eldir. Şimdi insanlık bu arayış ve e tk in ­

lincinde, insanın o rta k değerlerinde, d o ­

likle rin öngününde ağır b ir kriz ve yo k

layısıyla vicdanlarındaki b ir kopuşu ve

oluş süreci içinde bu anaforu yaşıyor.

bozulmayı da g öste re ce k d e m e k tir. D a­

Bunu, hem b ir um udun hem de b ir d iri­

ha önce de göste rild iğ i gibi, bütün k ü ltü ­

lişin göstergesi olarak okum ak m üm ­

rel bozulm aların ve yabancılaşmanın te ­

kündür. O halde ta rih in , m utlak s u re tte

m elinde iktisadi yabancılaşma vardır. Bu

ta rih öncesi kırılm a dediğim iz süreçten

M arksist felsefenin özüdür. Aslında bu

kurtulm ası g erekir. İnsan arayışları bu

yaşamın tüm ünün yabancılaşması anla­

yolu yaratacak bütün nesnellikleri kendi

mına da g elm e kte dir. Doğal olarak o rta ­

elinde to plam aktadır. Bu onun umutsa!

ya çıkan sonuç; bu yabancılaşma süre ci­

b ir ütopyası, başka b ir ifade ile gerçekle­

ne neden olan bütün olguların ortadan

şebilir b ir ütopyası d em ektir. 7. Y a b a n c ıla ş m ış e m e k , ö z ü n d e y a ­ b a n c ıla ş m ış b ir y a ş a m d ır a . Ü r e t i m s ü r e c in d e e m e ğ in y a b a n c ıla ş m a s ı s o ru n u

Buraya kadarki anlatımda sık sık b ir kavram üzerinde durdum ; yabancılaşmış em ek kavramı. Şimdi iş, bu konunun özünü açıklamaya geliyor. İnsan to p lu lu kla rı günüm üzde şu ve­

kaldırılması g e re k tiğ id ir. Bunun yolu da yabancılaşmanın te m e li olan kapitalizm in ortadan kaldırılması d e m e ktir. Rasyonelleşen m od ernizm in o lu ş tu r­ duğu maddi değ erler sistem inin

(yani

‘para d in i’nin egemen olduğu ve paranın Tanrı katına çıkarıldığı b ir dünyada) gi­ d erek ağırlık kazanması, hatta insan ya­ şamında önem kazanması, bilindiği gibi insanın m an evi-kültü re ! dünyasının değersizleşmesine yol açm ıştır. A m a yine

ya bu şekilde oluşan b ir sistem içinde

de bu değersizleşme, m addi dünyanın i-

varlığını s ü rd ü rü yo r. Bugün bu sistem i-

çinde b ir değerm iş gibi o k u n u y o r ve

fadesini ağırlıklı o la ra k kapitalizm de bu­

sahte b ir anlatıma dayandırılıyor. Böyle-

luyo r. Kapitalizm İse g erçek anlamda in ­

ce insana a it bütün m oral değ erler siste­

sanı insan olm aktan çok, b ir m eta olarak

mi yıkılırken, bu yıkılış yine de b ir değer

ü re tm eye devam eden sistem in adıdır.

söylem i üzerinden yapiiageliyor. Paranın

D ünden bugüne insan yıkım ının özsel

egemen hale geldiği bu koşullarda, ulus

gerekçesi, m etalaştırılan insan kim liğin­

ötesi sermaye ve uluslararası burjuvazi

de açığa çıkm ıştır çünkü. Bu aniamda ö-

yine de k itle le ri z a ptu ra p t altında tu ta ­

zel m ü lk iy e t sistem ine dayanan bu yapı­

bilm ek,

nın varlığı, yabancılaşmış b ir insansal ya­

m ek ve böylece daha kolay y ö n e te b il­

şamın d u yu lu r m addi dışavurum u olarak

m ek için dini ve e tn ik te m e lle ri öne çı­

m istifikasyonunu

g e rç e k le ş tir­

da izah e d ile b ilm e kte d ir, insanın k ü ltü ­

karm aktan, bunları d esteklem ekten ve

rel varlığı, yani insan varlığında nesnelle­

bu yapıları hızla b üyü tm e kte n asla geri

şen din, hukuk, aile, devlet, bilim , sanat

durm am ıştır. Şimdi bütün yaşananlar bu

vs. gibi bu süreçler, aslında tik e l anlam ­

düşüncenin b ir kez daha doğrulanması

141


__ yo l anlamına gelir. Bunu isterseniz b ir ben­

ni içinde s ö m ü rü lm e le ri durm adan a r­

zetm e ile anlatalım. Mesela dünyayı b ir

tar. G e rçe kte ü re tim içinde ye r alan e-

çadır gibi algılayalım. Bu çadırın dış cep­

m ekçi, dolayısıyla emek, yalnız mal ü re t­

heleri din gibi, k ü ltü r, sanat, dem okrasi

m ekle de kalmaz. Mal ü re tim i içinde, iş­

vs. gibi boyalarla boyansın. A m a çadırın

çi canlı b ir varlık olarak, kendi va ro lu şu ­

her m etre karesi para-serm aye dünyası­

nu da metaya d ö n ü ş tü rü r. İnsan alınan

nın kuralları ile yö ne tilm e ye devam e t­

ve satılan b ir m etadır artık. Yani M a rx ’in

sin. Oysa bu çadırda yaklaşık 5,5 m ilyar

ifadesi ile “ kendi kendini ve işçiyi de m e­

yoksul ve işsiz insanın yaşadığı koca b ir

ta ola ra k ü re tir.” (M arx, ¡976:153)

dünya var. Yine dünyanın bütün g e lirle ­ rin in yaklaşık yüzde sekseni ortalam a birkaç m ilyon zengin azınlığın d e n e ti­ minde. A m a bu çadırda yaşayan azınlık yine de bu insanlara “ bu senin çadırın” dem eye devam ediyor. Bunu söylerken zengin azınlık çadırın üzerindeki yazıları g ö s te riy o r. O rada Allah var, peygam ber var, m illiy e tç ilik var, cinsiyetçilik var, k ü ltü r var, yani bütün manipülasyon araç ve gereçle ri var. İşte sorun tam da burada. D in, m illiye tçilik, ‘d em okrasi’ vs. bütün bu manevi ve kü ltü re l değerler serm ayenin

egemenliği

altında

dünya

yoksullarını yöne tm e n in gerekçesi ola­ rak kullanılıyor; bu devlet senin, bu dün­

M arksizm ’in kapitalizm eleştirisi, da­ ha önce de b e lirttiğ im iz gibi yabancılaş­ mış em ek açısından ele alınmıştı. Kapita­ lizm de emeğin ortaya çıkardığı ürü nle r, bu ü rü n le ri yaratan insana yabancılaşa­ rak pazarda alınıp satılan b ir metaya (mala) d ön ü ştü rü lm ü ştü çünkü. Pazar ilişkileri gid ere k toplum sal ilişkile ri de b e lirle r olm uştu. A r tık serm aye bu iliş­ kile ri düzenleyen b ir güce ulaşıyordu. Böylece yabancı b ir e tk in lik haline d ö n ü ­ şen em ek hareketi (yani yabancılaşan emek), tü m insani özünü y itird iğ i gibi, insansal n ite lik le ri ile b irlik te toplum sal ilişkileri de bozan b ir ilişkiye yol açmıştı.

ya senin, bu din senin vs. vs.! Dünya

Bu gelişme özel m ü lk iy e t sistem ine

yoksulları da, bu oyunun içinde b ire r fi­

dayanan klasik bütün kapitalist d evle tle r

güran ola ra k kullanılm ak iste niyor; be­

için geçerli b ir söylem haline g elm iştir.

nim dinim senden daha üstündür, benim

Oysa bugün dönüp küresel kapitalizm in

m illiy e tim

bütün işlevsel m ekanizm alarına baktığı­

seninkinden

daha ü stün dü r

vs. d e n ile re k b irb irin e kırd ırılıyo r. Para­

mızda daha ü rkü tü cü sonuçları çarpıcı

nın ve para değerlerin üzerinde, ülkele­

b ir şekilde g ö re b iliriz.

re g öre değişen bütün din lerin boyası

H e r şeyden önce küresel kapitalizm

var. Ç ünkü para dini, dinin dini yerine

sürecinde serm aye ü re tke n niteliğini he­

geçerek işlev görm eye başlıyor. H e r şey

men hemen tüm den y itirm iş tir. A ğırlıklı

özünden böylece b oşa ltılıyor ve yo ksul­

olarak ü re tim in ye rin i tü k e tim isteği ve

lar dünyası rahatça sö m ü rü le re k yö n e ti-

onun yan ü rü n le ri (reklam s e k tö rü gibi)

leb iliyo r. Acımasız b ir çark işlemeye de­

alm ıştır. O rta y a çıkan em ek ü rü nle ri,

vam ediyor.

sonuçta b ir em ek yoğunlaşmasının so­

Kuşkusuz bu çark sürerken, e k o n o ­

nucu olsa bile, a rtık em ek, kendi içinde

mi p o litik yasalar da işlemeye devam e-

atom lara b ölünerek, emeğin insanda bü­

der. İşçi ve em e kçile rin bu soygun düze­

tünleşen rolü, hem k o le k tif h are ke t bağ-


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ lamında hem de o rta k insanlık değerleri

tu tu ld u . Sermayenin genel emeğe duyu­

bağlamında büyük b ir kopuş ve kırılm a­

lan gereksin im leri azaldı. Zaten serm a­

lara yol açtı. Yabancılaşmış emek, insa­

yenin kendisi de önem li derecede ü re ­

nın ü re tken ye ten ekle rin i de parçalar

tim ve yatırım dışına kaymıştı. Spekülatif

hale geldi. İşçi işçiden, kardeş kardeşten,

alanlardan

oğul babadan ko ptu . Sermayeye daya­

banka, sigorta, bono, faiz, te m e ttü vs. a-

nan sistem, emeği bozarak hem kendisi

lanlar olarak... Oysa özünde emek, hem

kar üstüne kar sağlıyordu;

ile hem doğa ile ilişkilerini değişime uğ­

bu ü re tim in b ir etm eniydi hem de se r­

rattı, böylece toplum sal ilişkile r sıradan­

vetin tem el kaynağı idi. Şimdi aşırı kar,

laşarak insani temelini de yıkar hale gel­

önemli derece bu spekülatif alandan ge=

di. Yaklaşık yüz elli yıl önce bunun sonu­

lir olm uştu. Böylece em ek özünde “ ö z ­

cunu gören M arx şöyle diyordu;

gür insanın” eylemi olması gerekirken ,

“ Emek zenginler için m ucizeler ü re ­

bugün em ek ve e m e kçile r sokaklarda iş­

tir, saraylar ku ra rke n, işçiler için sefalet­

siz, aç ve hastalıklar içinde pazarın insa­

ten başka b ir şey doğurm az ve izbeler­

fına te rk edilm iş b ir durum a d ö n ü ş tü rü l­

den başka b ir şey kurm az. G üzellik yara­

m üştür. Dolayısıyla serm aye büyük o-

tırk e n , m akine durum una indirgeyerek barbarlık içine düşürdüğü işçiyi fizik ve tö re l bakımdan alçaltır. Kafa alanını ge­ liş tirirk e n , yazgısı-

alıklık ve

d u ru m u n a

budalalığı g e tir ir .”

işçinin (M a rx,

randa em ekten ayrılm ıştır. Böylece em ek de kendi içinde değişik düzeyde b ölünm elere uğram ıştır. Emeğin ürünü kendi karşısına ü c re t ve iş gereksinim i o larak çıkm ıştır. Rekabet yasalarının in ­ safına te rk e d ilm iştir. Bunun esas nede­

1976:309)

ni e lb ette özel m ü lk iy e t sistem ine daya­ T op ra k, serm aye ve em ek üçlüsü, b ir zamanlar için her b irin i b ir diğerine bağ­ layan z o ru n lu lu k la r süreci olarak ortaya çıkmıştı. Bu süreci üstün b ir ö ng örü ile açıklayan Engels’in kendisi olm uştu. O nun tanımının özü şuydu; to p ra k ham­ maddeyi ü re tm işti, ama sermaye ve em ek olm adan olm ayacaktı bütün bunlar. Aynı şekilde ham madde ve em ek o lm a­ dan da b ir anlama sahip değildi. Emek de ö yle ydi.

Emek

olm adan

serm aye

nan

kapitalist

rejim in

kendisidir.

En­

gels’in şu te s p iti bu noktada son derece önem taşım aktadır; “ Tıpkı serm ayenin em ekten ayrılmış olması gibi, şimdi de emek, kendi payına, ikinci b ir kez b ö lü n ­ m e kte d ir; emeğin ürünü, emeğin karşısı­ na ü c re t olarak çıkm aktadır, ondan ay­ rılm ış tır ve kendi payına h er zaman o l­ duğu gibi, emeğin ü re tim d e k i payını be­ lirleyen sağlam b ir ö lç ü t olmadığından

ve

reka be t tarafından b e lirle n m e k te d ir. Ö -

ham m addenin de b ir değeri y o ktu kuş­

zel m ülkiyeti kaldırıp atacak o lursak bu

kusuz.

doğal olmayan ayrım da ortadan kalkar.

Şimdi ise emek, serm aye ve ham­

Emek kendi kendisinin ödülü haline gelir

madde ile ilişkisinde hem farklılaşan hem

ve şimdiye dek yabancılaşmış bulunan e-

de kırılganlaşan b ir süreç yaşadı. Ç ünkü

meğin ü cre tin in hakiki önem i -yani em e­

serm aye en azından uzman / te k n ik e-

ğin b ir şeyin ü re tim m aliyetle rin i b e lirle ­

meğe ihtiyaç duyarken, emeğin büyük

m ekte ki öne m i- aydınlığa çıkar.”

b ir bölüm ü b e lirli oranda ü re tim dışında

gels’in ‘B ir Ekonom i P o litik Eleştirisi D e-

(En­

143


___y o l nem esi’ adlı yazısından. Bu yazı son de­

ağırlık m erkezi tic a re t ilişkilerinde, yani

rece önem li ve M a rx ’ın deyişi ile s o ru ­

dolaşım sürecinde -tü k e tim ilişkilerind e-

nun dehasal b ir açıklanmasını v e rir bize.

gözlem lendi. A r tık

Yazının tü m ü 1844 El Yazmalarından o-

değerler sistem i, insanoğlu için tem el

kunabilir. s.416)

varoluş olm aktan çıktı. Kim e sorarsanız

böylece insana ait

Küresel kapitalizm koşullarında, dün­

o değerlerin önem inden dem v u ru r. İn­

den daha ağır ve yıkıcı olarak gelişen sü­

sanlıktan bahsedilir ve öyle g ö rü n ü r. Bu

reçte, h e r şey te ke lci rekabete g öre be­

yalanlaştırıcı ve aldatıcı b ir g ö rü n tü d ü r.

lirle m e k te d ir. İnsan ve insana ait olan e-

Aslında değ erler para biçim inde soyutla­

meğin kendisi, bu reka be t ortam ında,

narak kendine özgü biçim aldı ve gerçek

b ir insan ve değ erler yaratıcısı olm aktan

anlamda insani d eğerlerin karşısına gelip

çıkarılarak adeta b ir ‘paçavraya’ dönüş­

o tu rd u . Böylece K apitalist Ü re tim Biçi­

tü rü lm ü ş tü r. G e rçe kte n sistemin ke nd i­

m inde (K Ü B ) rekabetin sonucu olarak

si, h er şeyi ve herkesi b irb irin e düşman

o rta ya çıkan bu ilişkiler, insandan s o y u t­

e ttiği için ve b irb irin d e n kopardığı için

landı ve insana karşı b ir konum kazandı.

daha rahatça egemenliğini perçinlem iş-

Bu anlamda kapitalizm de reka be t “ ...bü­

tir. A m a dahası insanı insanlıktan çıkar­

tün şeylerde bulunan değeri y o k eder,

m ıştır. Ç ünkü “ ...özdeş çıkarların bu ö z­

gün be gün saat be saat bütün şeylerin

deşliklerinden çıkan bu uyum suzluk içe­

b irb iri ile olan değer ilişkisini d eğ iştirir.

ris in d e d ir ki, insanoğlunun bugüne ka-

Bu burgaç İçerisinde ahlak te m e lin e da­

darki koşullarının ahlaksızlığı doruğa u-

yanan herhangi b ir değişim olanağı kalır

laşm ıştır ve bu d o ru k re k a b e ttir.” (En-

mı?” diye soran Engels’i ta rih b ir kez da­

geis, 1976:417)

ha haklı çıkarm adı mı dersiniz? (Engels,

Kuşku yo k ki bugün için bu rekabet,

1976:420)

uluslararası tekelci firm aların özü içinde

Bugün e m e kçile r iş- bulm ak ve kendi

b ir anlam kazanmaktadır. Tekelci reka­

evini g eçind ire bilm ek için her yolu ve

bet, serbest rekabete g öre daha yıkıcı

her girişim i doğal (m ubah) sayarken, bu

ve daha kıyıcıdır. Belki de onun daha da

h e r yol ve girişim , esas ola ra k sermaye

yıkıcı ro lü n ü n d erinleştiği noktayı bura­

ile olm aktan çok b irb iriy le olan rekabe­

da bulabiliriz. G e rçe kte n te ke lci reka ­

te dayanm aktadır. Bu re ka b e tte sınır ve

bet, serm ayenin işlevsel mantığı açısın­

değ erler y o k tu r. D eğ er değersizleşmiş,

dan, insan için en büyük yo k edici ahla­

sınır da sınırsızlaşmıştır. Ç ünkü emeğin

kına

em ekle rekabeti, kişinin

d ö n ü ş tü rm ü ş tü r

bugün.

Böylece

bütün

doğal,

hayat pahalılığının alabildiğine artışı ve

düşünsel ve insani değ erlerin i de altüst

b ir iş bulm a ve yaşama olanağının büyük

e tm iş tir her zaman. Aslında bu kuralsız­

oranda o rtadan kaldırıldığı koşullarda,

lık ilişkisinde serm ayenin serm aye ile sa­

para insan yaşamının esas öğesi haline

vaşında da bunlar g ö z le n ir e lbette. Am a

geldi doğal olarak. Ç ünkü para, kapita­

o n la r te hlike anında rahatlıkla ve derhal

lizm de güç simgesi o la ra k adeta burjuva­

b irleşik h areke t oluşturm asını b ilm e k te ­

zinin tanrısıdır. Bugün gerçekten bu “ pa­

d irle r. Ç ünkü bu sınıf, g erçek anlamda

ra ta nrısı” , bütün ahlak kurallarının yıkı­

kendi sınıf hincinin farkındadır.

mına yol açan esas te m e ld ir. Bunun ilk __

144

Bugün büyük oranda ü re tk e n lik ka-


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ pasitesi ve bölüşüm , bilinçli olarak h e r­

mı işsiz ise, o zaman bu d urum kapitalist

kesin çıkarı doğrultusunda ve azami dü­

için de b ir yük olm aya başlar. Yani to p ­

zeyde eşit b ir bölüşüm e dayanmış olsay­

lum un kendisi sermaye için b ir yük o lu r.

dı, hem em e kçile r insanca geçim ini sağ­

T o p lu m u n kendisi b ir zamanlar sermaye

layacak b ir olanağa kavuşabilirdi hem de

için gerekliydi, ama bugün o b ir fazlalık­

çalışma saati asgari b ir zaman süresine

tır artık. Sermayeye göre a rtık işsiz, aç

çe kile bilird i. Böylece yo ksulluk da o rta ­

ve yoksul b ir fazla nüfus va rd ır elinin al­

dan kalkar, kimse kimsenin sırtına basa­

tında.

rak değ erler sistem inin yıkımına yol aç­

yollarını geçen yüzyılda ye te rin ce gös­

Burjuvazi

bundan

k u rtu lm a n ın

mazdı. Elbette bu işin sadece e kon om i

te rd i; savaşlar, bakımsızlık sonucu to plu ö lü m le r, hastalık ü re tim le ri (AID S gibi),

p o litik b ir yanıdır. G e rçe kte n buradan da g ö rüle bilece ­

doğanın yıkımı vs... Bütün bunların en

ği gibi m eta ilişkile ri ile b irlik te rekabet

sarih örneği koca b ir A frik a kıtasının yı­

ilişkileri, bütün toplum sal ilişkilere nüfus

kımı oldu. Bu nedenle burjuva ide olo g ­

etm iş ve insanların

köle leştirilm esin in

lar, bu fazla nüfustan ku rtu lm a nın te o r i­

to hu m la rını e km iştir. Böylece kapitalist

sini kurarak, sisteme önem li b ir payanda

sistem de rekabet, düzenin vurucu kam ­

gücü bile o lu ştu rd u la r. O nedenle Ricar-

çısı haline g elm iştir. Bu aynı şekilde insa­

do ve J. M ili gibi düşü nü rle r, işsizleri

nı bozan b ir kam çıdır da. Engels’in ifade­

toplum sal b ir te h like olarak g ö rm e le ri­

si ile “ reka be t insanoğlunun sayısal ile r­

nin nedeni de budur. M althus ise bu ne­

leyişini y ö n e tir, aynı şekilde ahlaki ile rle ­

denle tü m nüfus fazlasının b ir şekilde

yişini de.” (aynı yerde)

yo k edilmesi zo runluluğunu ile ri sürdü.

D e m e k ki rekabetin ahlaki alana yayı­ lışında ö nem li b ir neden olsa bile, g ö rü l­ mesi gereken nokta, ahlaki bozulm anın

O na g öre ürem e insan için b ir lükstü çünkü. 2 İnsanın

oluşum unda

billurlaşan

e-

esas nedeninin, özel m ü lkiye t sistem inin

mek, öyle b ir noktaya g e lir oldu ki, ken­

bizzat kendi gerçekliği içinde b ulun uyo r

di yaratıcı öğelerini dışa v u ru r olması ve

olm asıdır. Z aten kapitalist rekabet, ser­

bunu bütün to p lu m a yayması g e re k ir­

maye sistem inin b ir sonucu ve onun b ir

ken, adeta onun yadsınması halini aldı.

ü rü nü dü r. Sermaye bugün, genel emeğe

Em ekteki bu insani öz y itim i doğal o la­

(yani vasıfsız emeğe) en az gereksinm e

rak bütün to p lu m üzerine de çö ktü. İn­

duyduğu b ir aşamaya g elm iştir. Böylece

sanın olduğu, ama başka b ir deyişle insa­

işçi b ir insan o larak varoluşunu yıkıntılar

nın olmadığı bozulan ve yabancılaşan b ir

üzerine inşa e de r b ir aşamaya hızla so­

nesneler dünyası v a rd ır adeta.

kulm ak iste n m e kte d ir. İnsan olan işçi

A rtık görünen n okta burada, emeğin

veya işsiz e m ekçiler, özellikle sermaye i-

nesnelleşmiş halidir. Dolayısıyla hemen

çin b ir insan değil, sıradan b ir makine,

şu soru gündem e g elir arkasından; o hal­

b ir m eta dır artık. A çlıktan ölm ek ve yo k

de emeğin nesnelleşmesi ne dem ektir?

olup g itm e kte n başka b ir seçenek de bı­

Emek aslında, ü re tile n b ir mal (nesne) i-

rakılmaz. Çalışma dışı kalan işçi, gid ere k

çindeki katm a değer ile tanım lanır. So­

toplum " içinde b ir yük haline gelir. Am a

m u t emek, nesnelleşen em ek olarak, iş­

to p lu m u n hemen tüm ü veya büyük kıs­

çiyi, yani üre ten i, kendi varlığına ve ken-

145 —


__ yo l di gerçekliğine yabancı kılmasına yol a-

dolaylı b ir ü re tim ilişkile ri içinde olm adı­

çan işlem lerle donanır. Ü re tir, ama sa­

ğı anlamına gelmez. Başka b ir deyişle bu

hip olamaz. Ü re tir, ama yoksulluktan,

kitle, K Ü B altında onun pazar ve dola ­

açlıktan,

hastalıklardan ve savaşlardan

kurtulam az.

Bunlar işçinin

yakasından

düşmeyen nesn ellikle rd ir. Böylece çalış­ manın kendisi zo ra dayanır ve a rtık ça­

şım ilişkileri içinde her zaman b ir ye r tu tm a k ta d ır. Daha sonra bunun a yrın tı­ sına aşağıda yeniden döneceğim . D em ek ki ağırlıklı o larak dünya in­

lışma b ir nesne durum una gelir. Böylece

sanlığının büyük b ir bölüm ü, doğrudan

emeğin kendisi b ir nesne olup çıkar. E-

a rtı değer ü retm eyen so yut em ek içinde

m ek nesnelleşm iştir artık.

b ir konum a hızla g ö tü rü lm e k te d ir. Bili­

M arx yabancılaşma sürecini, daha

n ir ki so m u t emek, mal ü reten (araba,

çok bu em ek sürecinde, dolayısıyla ü re ­

elbise vs. ü re ten ) em ek d e m e k tir. Bu­

tim ilişkile ri sürecinde e leştiriye tabi t u t­

nun özü kullanım değerinde ortaya çı­

m uştur. Şimdi genel geçer olan bu doğ­

kar. Soyut em ek ise değişim değeri yara­

rulanmayı, yani emeğin yabancılaşmasını,

tan e m e ktir. Yani bütün m allarda o rta k

çağın koşulları içinde genel nüfus o ra n ı­

olan

ve onların

b irb iri

ile

değişim ini

na doğru yaygınlaştırmanın önem i ve ge­

m üm kün kılan b ir e m e k tir. Bu daha çok

rekliliğ i o rta ya çıkar. Başka b ir deyişle,

değişim ve dolaşım sürecinde görülen

te k te k ülkelerden başlamak üzere, dün­

b ir em ek sü re cid ir. Kuşkusuz bu a yrım ­

ya nüfusuna kadar yaygınlaşan b ir g er­

ların farkında olarak b ir yaklaşım g öste ­

çe klik o la ra k dünya nüfusunun büyük b ir

rilm esi g ere kir. Elbette a rtı değer (yani

bölüm ü, işsiz veya yarı işsiz o larak so­

mal üre ten so m u t em ek anlamında) ü re ­

m u t b ir konum içinde b u lu n u yo r ise, bu­

ten b ir em ek potansiyelinin asla yo k sa­

rada emeğin işlevi n e d ir o halde? Bu so­

yılması anlamına gelmez bu. O zaman

ru ö n e m lid ir.

hayatın durmasını söylem iş o lu ru z ki, bu

G e rçe kte n günüm üz ta rih in in ö ze lli­

tamamı ile anlamsız b ir söylem d em ek­

ği, öne m li derecede so m u t em ekten k o ­

tir. Sadece onun daha fazla sınırlandığı

pan bu nesnellik ile tanım lanm aktadır.

anlamına g e lir belki. A m a yine de dünya­

İnsanlığın büyük b ir bölüm ü, yalın g e r­

mız ağırlıklı olarak bu so yut em ek içinde

çeklik açısından nesnel olan bu ü re tim

b ir g örün üm kazanmıştır. Dolayısıyla o-

sürecinden ko p a rtılm ıştır. Fabrika ü re ti­

luşan ü re tic i güçler, b ire y le rin b irb iriy le

mi anlamında veya b ir mal ü re tim i anla­

ilişkisinden değil, daha ço k b irb iriy le iliş­

mında ifade edilen em ek sürecinden ya­

kisinin koptuğu b ir ilişki içinde şekilleni­

lıtılm ıştır ağırlıklı olarak. Bu doğrudan

yo r. Aslında bu güç, b ire y le rin gücünden

b ir kopuş saptamasıdır. Böylece bu nü­

ç o k (çünkü o n la r te m e l b ir gücü ifade e-

fus, serm aye için ço k fazla işe yaramayan

d iy o r olsalar bile, b irb irin d e n kopup a -

fazla b ir nüfus olarak algılanm aktadır.

to m la ra parçalandığı için, bu gücü iste ni­

Oysa nesnel g e rçe klik bunun tam te rs i­

len b ir güce d ö n ü ş tü re m iy o rla r), serm a­

d ir. Yani so yu t insan to plu lu ğu olarak a-

yenin gücüne, başka b ir deyişle özel

çıklanan bu em ek gücü (çünkü kapita­

m ülkiyetin gücüne yol açan işlevlere bü­

lizm de işsiz olan bu kitle so yut b ir varlık

rü n ü y o r. Yani serm ayenin gücü içine gi­

olarak algılanm ıştır h er zaman) e lb ette

ren ü re tic i em ekçinin .gücü zayıflayarak

146


21. yüzyılda insan ve felsefe__ kendi değişim gücünü sınırlıyor. Am a

kenliği de artıran b ir ro le b ü rü n m e k te ­

bunu şim diki zamanın b ir kırılması ola­

d ir. Dün mal ü reten em ek ile (yani so­

rak okum ak g e re k ir ve bu m utlak su re t­

m u t em ek olarak) değişim ve dolaşım

te başka b ir seviye kazanmasının önünü

sürecinde o rta ya çıkan so yu t em ek (ya­

de açacak b ir dizi yeni gelişmenin de ha­

ni beyaz yakalılar başlığı altında toplana­

bercisini asla yo k saymaz.

cak olan h iz m e tlile r vs. em ek) ayrımı,

A m a yine de buradan şu sonucun çı­

daha so m u t ve anlaşılır b ir ayrım a te ka ­

karılmasının önem li olduğunu düşünü­

bül ederdi. B ir yerd e so m u t emek, k itle ­

y o ru m ; dolaşım ve pazar ilişkilerinde o r ­

sel ü re tim öznelliği nedeni ile daha ö n ­

taya çıkan yeni em ek gücü, b ir şekilde i-

cel ve daha baskın b ir k a ra ktere sahipti.

fade edilen beyaz yakalı ü re tici güç, hem

Bununla, bugün kuramsal ve p ra tik ola ­

yaygınlık kazanması açısından hem de

rak so m u t emeğin belirle yici özelliğinin

serm ayenin bütün ü re tim dahil dolaşım

ortadan kalktığı gibi b ir ucube te o riy e

ilişkilerind e belirleyici b ir ro le b ürün m e ­

dayandırm ıyoruz elbette. Daha çok gü­

si ve aynı şekilde ü re tim i k o n tro l ede­

nün k o n jo n k tü re l konum undan h a re ke t­

cek b ilinçli emeğin gündem e gelmesi ne­

le o rta k b ir tanım yapmaya d ön ük b ir

deni ile, buradan mal üreten em ek gücü­

çaba olarak anlamak g e re k iy o r bunu.

nün dinam izm kazanmasına ve o rta k b ir

Bunu biraz açarsak; günüm üzde te k ­

h areke t ta rih in e doğru evrim leşm esine

n o lo jin in hızla gelişmesi, bilim sel çaba­

yol açacak din am ikleri de ortaya çıkar-

nın, dolayısıyla ente lektü e l emeğin r o lü ­

mamazlık edemez diye düşünüyorum .

nü artırdığını g ö ste rd i bize. Söz konusu

Ö yle sanıyorum ki bunu biraz daha ird e ­

iletişim te k n o lo jisin d e uygulanan tü m a-

lemeye, yani yeni b ir insan ve yeni b ir

le tle r (el te lefo nla rı, adres arayan navi-

devrim olanağı açısından önem taşıması

gasyon sistem leri, m ik ro e le k tro n ik dal­

nedeniyle sorunu biraz daha d e rin le ş tir­

galar, in te rn e t te k n o lo jis i vs. gibi) ve bu

meye devam e tm e k g erekir. Bugün so m u t em ek ile soyut em ek a-

aletlerin yan ü rü n le ri, b e lirli b ir kullanım ve hizm ete d önük bilim sel ü rü n le r ola­

rasındaki ilişki, hiç b ir dönem de olm adı­

rak ortaya çıkmadan önce, yani onun

ğı kadar bütünselleşm e eğilim ini bağrın­

düşünsel b oyu tta işlevsel ro lü n e a it p ro ­

da taşıyor. Bu iddiamızı b ir sürü bilim a-

je

damı kabul e tm iy o r ya da tersinden o-

Sözgelimi in te rn e ti bilgisayara ve te le fo ­

b elirlenm eden

önce

ü re tilm e d ile r.

kumaya devam e diyo r. Daha acısı kendi­

na bağlayan bağlantı aracı m odem , ara

ne M arksist diyen b ir kısım düşünür ta­

kablolar,

rafından da kabul edilm eyen b ir düşünce

te le fo n

dinlem e parçaları

kulaklıkları, veya

C D ’ler,

kılıfları,

önce

olarak çıkıyo r karşımıza. Aşağıda da gö ­

fo n ksiyo n e r tasarım sonucunda ve onun

receğim iz gibi, bu h er iki em ek biçim i,

g ereksinm elerine göre ü re tilm e ye baş­

karşılıklı o larak b irb irin in varoluşunu te-

landı. Böylece binlerce yan s e k tö r oluş­

tikleyen ve bu anlamda kaçınılmaz b ir

maya başladı. D em ek ki in te rn e t veya el

şekilde o rta k bileşkesini yaratan g erek­

telefonları örneğinde olduğu gibi, bu ta ­

çeleri haline gelm e kte dir. O rta k b ir va­

sarım ları bilim sel o larak o rta ya çıkaran

roluş te m e lin e doğru evrilen bu birleşik

ente lektü e l em ek ile bütün bu a le tleri ve

emek, aynı zamanda ve rim liliği ve ü re t­

yan ü rü n le rin i üreten so m u t em ek ara-

147


___y o l sında kopm az b ir bağ o luşm uştur. Biri

si” nde g öste rm iştim . Yeniden ayrıntısına

olm adan diğeri işlemez b ir göstergedir.

d ön m ü yorum . Elbette buradan te m e l o-

Ve e lb e tte ente lektü e l emeğin ve doğ­

lan so m u t emeğe ulaşırız. Yani telefonu,

rudan mal üre ten emeğin yanında dev

o to m o b ili, ayakkabıyı, bilgisayarı ve o-

b ir sanayi se ktö rü (hizm et sanayisi de

nun yan ü rü n le rin i ü reten so m u t emeğe.

diyebileceğim iz) daha doğdu. Böylece bu

İşte kabaca bu iki em ek biçim i, yani so­

yeni te k n o lo jik buluşları bütün to plu m a

m u t em ek ile so yut emek, ö zellikle gü­

yaygınlaştıran, iç veya dış bütün g erek­

nüm üzde ü re tim sürecinin b irb irin e bağ­

sinm eleri karşılayan ve dolaşım sürecini

ladığı vazgeçilmez o rta k bağlantı ve iliş­

örg ütle yen yeni h izm e tlile r se ktörün d e

kile rin de kendisi d e m e k tir. Burada so­

o rta ya çıkan yeni b ir .em ek de devreye

m u t em ek dışında oluşan değişik em ek

girm iş oldu doğal olarak. H izm e t s e ktö ­

tü rle ri (yani h izm et s e k tö rü olarak be­

ründe

m ilyonlarca e-

yaz yakalılar, ente lektü e l em ek biçim le ri

m ekçi, ağırlıksal b ir konum da kazanmış

istihdam

edilen

ve hazır işsiz em ek pota nsiye lle ri olarak)

oldu böylece. Entelektüel em ek ise, hem

bu o rta k ü re tim

süreci açısından b ir

ü re tim in bilgisine sahip olan hem de ü-

başka önem i daha o rta ya çıkarm ıştır; 3

re tim i k o n tro l edecek kadar genişleyen

so yut em ek bugün için hem v e rim li hem

b ir em ek tü rü n ü ifade e tti. M ühendisler­

de ü re tke n b ir em ek ka ra k te ri ile ta nım ­

den, tasarım elemanlarına, m e n a je rle r­

lanm aktadır. Bunun neden böyle o ld u ­

den yö n e ticile re , ö ğ re tim üyelerinden a-

ğunu anlayabilm ek için, o rta ya çıkan ü-

raştırm a g ö re v lile rin e kadar, e ntelektüel

rü n le rin özüne aktarılan, dolayısıyla ü rü ­

emeğin fo n ksiyo n e r özünü teşkil e tti

nü şekillendiren s o m u t emeğin var o l­

bunlar. O halde hem ente lektü e l emek,

masını da sağlayan ve onu b ir metaya

hem beyaz yakalı dediğim iz em ek hem

d ön üştü ren so yut emeğin dolaşım ve

de doğrudan mal ü re ten emek, yani artı

pazar ilişkilerinden, dolayısıyla işlevsel

değer ü reten so m u t emek, o rta k em ek

ko nu m u nd an

sürecinin b irle şik ka ra kte rin i g ö s te rir bi­

Böylece kaba m ate ryalist b ir y o ru m olan

ze. Biri olm adan diğeri de olm azdı. B iri­

so m u t em ek v e rim li e m e k tir, te rs i ise

nin varlığı çünkü.

tem elsiz b ir yaklaşımdır. Bu te m elsizlik-

diğerinin

varlığına

bağlıydı

E ntelektüel em ek ile beyaz yakalı olarak ifade edilen emek, b ir şekilde doğ­

ç ık a rıy o r

o lm a m ız d ır.

verim siz e m e k tir yaklaşımı bugün için ten M arksistler k u rtu lm a lıd ır artık.

***

rudan artı değer ü re tm e d ik le ri için d o ­

Elbette so yut em ek sürecinin geniş­

ğal olarak so yu t em ek içinde düşünüldü.

lemesi, kuşku y o k ki n ite lik li sınıf p ra tik ­

A m a bu em ek tü rü , artı değer ü re tim i­

lerini olum suz e tk ile m e m iş tir diyemeyiz.

nin dolaylı b ir bileşeni olm aktan çıkm a­

S om ut em ek üzerinden kurulan kitlesel

dı. Böylece so yut em ek so m u t emeği ta ­

ü re tim in parçalanması, sınıf hareketinin

m am lar oldu. Elbette bu so yut em ek içi­

hem parçalanmasına hem de b ir düzey­

ne ço k daha büyük b ir em ek gücünü de

de bozulmasına yol açm ıştır. Parçalana­

ilave edebiliriz. Bunlar işsiz ve yarı işsiz

rak dağılmış olan çeşitli em ek biçim le ri,

olan dev b ir hazır em ek potansiyelidir.

so yut em ek başlığı altında önem li b ir ge­

Bunun ayrıntısını “ İşçi Sınıfının A n a to m i­

nişleme g ö s te rirk e n , emeğin büyük o-

__ 148


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ randa mat ü re tim in d e n (artı değer ü re ti­

yanlış değildir; to p lu m biçim lenişinde iş­

mi olarak) kopm uş ve sınırlanmış, o rta k

çi sınıfı veya em ekçi k itle le rin çıkarları ir.

davranış ye ten ekle rin i

olması

le egemen toplum sal süreç arasında tam

nedeniyle için sınıf hareketinin, gerek sı­

b ir uyum suzluk ve çelişkili b ir varoluş

nıf p ra tik le ri açısından gerekse k ü ltü re l

konum u vardır. Bu uyum suzluk to p lu m ­

ve

id e o lo jik

y itirm iş

açısından

sal varoluş sürecinde bireyin nesnelliği

ciddi b ir kırılm a yaşadığını teslim e tm e ­

konum lanışları

açısından da b ir uyum suzluk ve çelişki

m iz g erekir. Bu geçiş sürecinin doğal b ir

d em ektir. Yani bireyin nesnel ilişkile r i-

sonucu olsa da, hareketin dayandığı bu

çinde yapı ile doğal b ir çelişki içinde bu­

te m e lde ki b ir parçalanma h e r ne kadar

lunmasıdır. A ncak bu çelişki biçim i, sos­

olum suz e tke n le ri yaratm ış olsa da, o-

yal h a re ke tlik içinde hiç de göründüğü

nun b irleşik sürecinin maddi te m e lle rin i

gibi b ir sonucu doğurm az. Başka b ir de­

o rtadan kaldıram am ıştır. G erçe kte n bu

yişle bireyin sistem ile doğal çelişkisi, sı­

çelişki, bütünüyle bu geçiş sürecinin d o ­

nıf p ra tik le ri açısından id e o lo jik veya p o ­

ğal sonucu ve onun doğal b ir g ö rü n tü sü ­

litik b ir çelişki biçim ine d önüşm eyebilir.

nün b ir anlatım ıdır. A ncak insanlık şimdi

Yani b irey içinde bulunduğu ko şullar a-

bu so yut ve so m u t ü re tim param etre le ­

çısından var olan so m u t uyuşmazlığını,

rinden yeni b ir varoluş sürecine doğru

toplum sal din am iklerin o rta ya çıkarılm a­

kayarak kendini tanım larken, aşırı yıkım

sında e tkin olm aktan uzak b ir varoluş b i­

paradigması içinde kendini yeni değerler

çim ine d ö n ü ş tü re b ilir. Başka b ir düz­

sistemi içinde o lu ştu rm a aşamasına zo ­

lem de ifade e tm e k g erekirse, bu çelişki,

runlu o larak g ö tü rm e k durum unda kal­

k ü ltü re l ilişkilerind e kendini açığa çıka­

ması, ile ri b ir ö ng örü anlatımı bile değil­

ramaz veya bilinm ez ve görün m e z b ir

dir. Buradan doğal olarak yeni değerler

sahte uyum un içinde adeta konum kay­

sistem ine geçişi çıkarm ak olasıdır de­

bına uğrayabilir. Bu b ir ye rd e uyku hali­

mek, asla b ir abartm a dem ek değildir.

d ir de. Böylece çelişki s o m u t ve nesnel

Ç ünkü bunu insanlığın yaşamış olduğu

sürecin içinde b ir anafor yaşasa da, bu

tarihsel deneylerinin b ir sonucu olarak

kendini sınıf hareketliliği düzeyinde to p ­

okum anın m üm kün olabileceğini varsa­

lumsal b ir seviye kazanmasında atıl du ­

yabiliriz. A m a bunun şim d ilik nasıl olaca­

rum a düşü re bilir. Dolayısıyla toplum sal

ğı e lb e tte b elirsizdir.

dönüşüm e te crü b e edilem ez noktada tı­

Soyut em ek sürecinin nesnelliği için­

kanıp kalır. Ç ünkü b irey (işçi), hem tin ­

de oluşan toplum sal koşullar, zo ru nlu o-

sel hem de maddi e tk in lik le ri içinde o-

larak düşünce yapılarını olduğu gibi to p ­

nun özsel b ir öğesi olsa bile, bu d urum

lum un m oral değerler sistem ini de e tk i­

ciddi anlamda ne bireyin ne de to p lu ­

lem ekted ir. Bugün içinde bulunduğum uz

mun ilerlem esine yo! açan b ir sürecin ö-

toplum sal yasaların işleyiş biçim i, iste r

nünü açabilir. Böylece bireyin, m anipü-

istem ez toplum sal bilinç üzerinde e tkili

lasyon aygıtları altında yü rü tü le n eylem ­

olduğu kadar, bu yasaların toplum sal bi­

leri, toplum sal sistem in dokusunu p a r­

linç içinde nasıl ifade edileceklerini de

çalamaktan uzak b ir konum a itile b ilir.

saptamak önem taşır. N o rm a l olarak

H em sürecin öznesi hem de nesnesi o-

kapitalist to p lu m la rd a şunu b e lirtm e k

lan işçi (insan), bu fasit dairenin içinde

149


__ y o l_____________________________ kendini parçalanmış ve kırılgan b ir kişilik

da, hatta bütün bunların toplam ı olan in­

içinde bulur. Bu onun değişime dönük

sani değ erler sistem inde olu m lu b ir d ö ­

dinam izm inin de parçalanması anlamına

nüşüme te crü b e e d ilem em ekted ir. Üs­

gelir b ir yerde. Ö yle ki bunun doğal so­

te lik geçm işte sınırlı da olsa yaşanmış o-

nucu şudur a rtık; b ir em ekçi kim liğine

lum lu bütün te c rü b e le r, yeni baştan sını­

sahip olan bu birey, so yut em ek sürecin­

fın tarihsel bilincine geri d ö n e re k yeni

de edilgen veya pasif b ir kim lik edinim i i-

b ir sıçramaya yol açm ıyor. Bunun b ir

çinde değişim ö znelerini en azından şim ­

nedeni de tarihsel hafıza y itim id ir. Doğal

d ilik kaybetm iş d e m e ktir. Oynaması ge­

olarak bu d urum , toplum sal hareketin a-

reken ro l, so ru m lu lu k bilinci, a k tif b ir sı­

sıl tem el öznesi olan sınıf hareke tini de

nıf kim liği konum u vs. gibi kendi nesne­

olum suz e tk ile m e kte ve sınıf hareketi

sinde bulunan bu ö zellikle r, hem ağır e-

toplum sal dönüşüm ün m o to ru

k o n o m ik ve siyasi baskının altında, hem

g erekirken böyle b ir konum kaybına yol

olması

de kü ltü re l ve id e o lo jik taarruzun altın­

açmaktadır. Dağılmış ve parçalanmış bu

da, adeta göz hapsindeki b ir tutsağın

to p lu m yapısından, kendisi için b ir değe­

ruhsal

d ö n ü ş tü rü lü r.

ri tem sil e ttiğin i sandığı (sahte bilincin

Kuşkusuz ek olarak şunları da söyleyebi­

sahte b ir varoluşla tem sil edilm esi nede­

kırılm ası

haline

liriz; doğu to plu m la rın da ki aile bağı, fe o ­

ni ile, buna b ir yerde dikişli ilişki dem ek

dal ilişkilerin yapışkan ö z e llikle ri veya

de olasıdır), radikal söylem li ve g ö rü ­

geleneksel b ir dizi kü ltü re l bağ, bireyin

nüşte sistem karşıtı olan siyasal İslam’a

toplum sallığını olum suz etkileyen

fak­

bağlanmış ve bu harekete te c rü b e e d il­

tö rle ri ek olarak da saymak m üm kün ­

m iştir. A K P deneyi bunun bariz b ir ö r ­

dür. Bunların b irle şik b ir ka ra kte r taşıdı­

neğidir. Bu durum un kuşku yo k ki yeni

ğını, ama aynı oranda hızla dağıldığını

düş kırıklıklarına yol açacak olması, hiç

(k o z m o p o litik b ir kapitalistleşm e / şe­

de ileri b ir ö n g örürlüğ ü g e re k tirm e y e ­

hirleşm e), dağılırken ka ra kte r veya kişi­

cek kadar a çıktır herhalde. T o p lu m yeni

lik özelliği dediğim iz yapıları da b irlik te

b ir toplum sal girdabın içinde d e b e le n ir­

erozyona uğrattığını b elirle m e k burada

ken, bu yeni süreç doğal ola ra k to p lu m ­

önem taşır. Dolayısıyla b ir yere sahip o l­

sal bütün dokuları, da ta h rip edecek b ir

duğunu sanan (k im lik edinim i), ama aynı

seviyeye ulaşacaktır. Değişim gibi sunu­

şekilde h içb ir yere ait olmayan (k im lik ­

lan bu yeni akım, toplum sal değişimin

sizlik) arasındaki çelişkili varoluş, bireyi

g erçek özünü ifade etm ediği gibi, hızla

olduğu kadar, to p lu m u da hızla bozan

yeni hayal kırıklıklarının içinde, daha bü­

b ir sonuçla karşı karşıya bırakm ıştır. Bu­

yük anaforları beslemesi so m u t b ir ana­

gün to p lu m la r, dibi görülem eyen b ir ku ­

liz olarak ifade e d ile b ilir diye düşünüyo­ rum .

yunun boşluğuna hızla düşen b ir insanın k o rk u ve şaşkınlığını yaşamaktadır. Böylece oluşan karm aşık yeni to p ­

A ncak yakın vadede görülen, bu ana­

lu m s a l s ü re ç i ç i nde , bazı o lu m lu d e n e y ­

fordan çok daha büyük toplum sal kişilik bozulması, çürü m e ve dokunun daha da

le r yaşansa bile, bu d urum ne d e m o kra ­

yırtılm ası gibi sonuçları çıkarm ak m ü m ­

tik ilişkilerd e ne p o litik başkaldırı duyar­

kündür. Sonsuz zaman boşluğunda dibe

lılıklarında ne de id e o lo jik konum lanm a­

vurm anın b ir sınırı belirlenem ez. N e za-

__ 150


„21. yüzyılda insan ve felsefe__ mana kadar? Yeni gerçek b ir a lternatifin

toplam ı, n ite lik b ir sıçrama g ös te re m e ­

çıkmasına kadar belki. Elbette kaynayan

diği için, kendi içinde nicelikten te k ra r

ou anafor, yaşanacak düş kırıklıkları için,

niceliğe geçiş sürecinin kesintisizliğinde,

nem yeni arayışların önünü açabilir hem

boşluğa düşen b ir insanın kırılm adık b ir

de sosyalist ö n cü le rin ke nd ile rin i yeni­

ye ri kalmamacasına hem fiziki hem de

den tanımlam anın olanaklarını yaratabi­

m oral değ erler anlamında yeni b ir ç ü rü ­

lir. Bunlarda şim d ilik kısa vadede b ir u-

m enin ve bozulm anın girdabından çıka­

m u t b e lirtisi görülm ese de, bu kaçınıl­

maz o lm u ştu r.

maz sosyalist d inam ikleri devreye sok­ madan yoluna devam edemez. Sosyalist­ lerin yanıt üretem em esi noktasında, her iki yapı içinde yeni b ir çürüm e ve doku parçalanması kaçınılmazdır.

değişim

hedefleri belirlenm iş b ir sınıf pratiği ile n ite lik aşkmiığına dönüşü sağlayıp sağla­ yamamak noktasında g ö s te rir. Bu nokta

Burada yeniden esas konu olan to p ­ lumsal

Bugün kendini .dayatan tem el sorun, toplum sal değişim isteğini (nesnel olanı),

sürecine gelirsek;

sorunun tem el çözüm ü o la ra k görülse

b ir

de, bunun nasıl ve hangi araç, yö nte m

nokta ö nem li; sürekli b irb irin in arkasın­

veya ilişkilerle değişim ini sağlamak kuş­

dan gelen düş kırıklıkları, son y irm i yılı

kusuz ayrı b ir tartışm ayı z o ru n lu kılar.

aşan süreci baz alsak bile, aşamalı evrim te o ris in d e anlatımını bulan, değişim öz­

b . E m e ğ in in s a n ö z ü ile iliş k is i;

neleri sürekli n icelikten te kra ra niceliğe

Şimdi bu anlatımdan esas konum uz

dönüşü g ö ste rm iştir. Yani nicelik n ite li­

olan, emeğin insan özü ile ilişkisini, dola ­

ğe dönüşle tam am lanam am ıştır. Bilindiği

yısıyla insanın insanlaşma sürecini nasıl

gibi toplum sal sü re çle r için öngörülen a-

etkilediğini ele almaya çalışalım.

şamalı evrim te o risi, ne toplum sal ta rih ­

G ünüm üzde y e re llik ile evrensellik,

te ne de doğada, h içb ir sıçramanın o l­

k ü ltü r ile aptallaştırm a, zenginlik ile y o k ­

madığını, bütün değişim lerin yavaş yavaş

sulluk veya iş ile işsizlik arasındaki ilişki

ve te d rice n olduğunu ö n g ö rü r. Aslında

veya çelişki, gid ere k büyüm e eğilim ini

bu te o riy i gerek M arx gerekse Hegel e-

sürd ürm e ye devam e diyor. B ir yanda a-

le ş tirm işle r ve g eçersizliklerini o rtaya

labildiğinde maddi ü rü n le rin artışı ve çe­

çıkarm ışlardı. Ö ze llikle Hegel “ M antık”

şitliliği, diğer yanda doğrudan veya d o ­

adlı eserinde, herhangi b ir şeyin olüşu-

laylı bu ü rünlerden yoksun b ir kitle, sı­

munu veya ortadan kalktığını anlamak is­

nıf... B ir yanda em ekçinin sınırsız ü re t­

tediğim iz zaman, sorunun kendisini te d ­

kenliği, b ir yanda em ekçinin dar b ir ala­

rici b ir anlayış ile kavramanın olanaksız

na sıkıştırılması... Bu d urum özünde p at­

o ld uğunu

lamaya hazır b ir nesnellik anlatım ıdır. İn­

g ö s te rm iş tir.

O ysa

g erek

M arx gerekse Hegel, değişimin kendisi­

san ne denli olanaksız ve sefil olursa o l­

ni, b ir nicelikten b ir başka nicelik ile de­

sun, sonuçta o insan tü rü n ü n b ir te m s il­

ğil, esas o larak b ir nicelikten b ir niteliğe,

cisidir. A r tık insan “ ta rih öncesi” b ir d ö ­

ya da te rsi b ir geçiş şeklinde olabileceği­

nem içinde olsa bile, o yine de bu fasit

ni ö ng örm ü şlerdi.

dairenin içinden çıkışın olanaklarını ve

G e rçe kte n to p lu m d a oluşan n ice lik­ sel bütün anafora neden olan olaylar

çabasını gösterm eden edemez. Ç ünkü o ta rih in b ir parçasıdır.

151


___y o l G e rçe kte n ü re tim in ve dolaşım süre­

anlamında dev b ir sınıfı o lu ş tu rm u y o r,

cinin, dolayısıyla mübadelenin evrensel

aynı zamanda parçalanmış farklı em ek

ö lç e kte g erçekle şiyo r olması ve bunun

tü rle rin i o rta k b ir ü re tim sürecinde b ir ­

toplum sal yapıyı b e lirliy o r olması, deği­

b irine bağımlı da k ılıy o r ve bu nedenle

şik ü re tici e tk in lik le rin i (gücünü), o rta k

onları ü re tken ve v e rim li hale g e tiriy o r.

b ir bütünleşm e aşamasına taşıdığının da

Doğal olarak bu yeni d urum , yeni to p ­

b ir işaretini v e rm e k te d ir bize. Bu sapta­

lumsal ilişkilerin ortaya çıkarıldığı ve ye­

ma nesnel ilişkilerin sosyal ilişkilere yol

ni b ir insan tanımına da ulaştıran kaçınıl­

açacak olan b ir göstergesi ve te m e lid ir.

maz yol gibi g ö rü n ü y o r. Ç ünkü bu kriz,

O rta k bütünleşm ede emek, zo ru nlu o-

aynı şekilde insan kafasında hayallerin b i­

larak o rta k b ir sosyal ilişkileri ve onun

rik im in i de g ö s te rir. Hayali olmayan b ir

ö rg ü t ve eylem karşılığını b irlik te yara­

insan, um udunu tü k e te n b ir hayvansal

tır. Ancak bu nesnel ilişkilerin daha bu­

varoluştan farklı d eğ ild ir çünkü. D e n ile ­

günden sü b je ktif koşulların g erekle rini

b ilir ki bugün insanlık, bu hayallerin b ir i­

karşılamaktan uzak olduğunu unutm a­

kim i içinde b ir çıkar yol aram aktadır.

mak g ere kir. Bu işin tem elindeki önem li

Burada ulusallık, cinsiye tçilik vs. gibi kav­

b ir hatırlatm adır.

ram lara dönüşün kendisi, ş im d ilik bunlar

İnsanı insan ola ra k yıkan tem el so­

çıkar b ir yol olarak düşünülse bile, bu

runların başında salt kü ltüre! manipülas-

hayalin bizzat kendisi değil m idir? Elbet­

yon gelmez. Am a daha önem lisi kapita­

te önem ii olan bu hayallerim izi doğru

lizm, insan ü re tici gücünü b irb irin d e n

ku rm a ktır. Sınıfsal yo! biraz da düşe kal­

yalıtlamış, sınırlamış ve b ö lm ü ştü r. Böy-

ka bu şekilde g erçekleşecektir. Bu e lb e t­

lece b ir dizi id e o lo jik, dolayısıyla k ü ltü ­

te yeni değerler sistem ine ulaşmanın da

re! m anipülasyonu, bu nesnel yapı üze­

maddi te m e lle rin i gösteren b ir düşünce­

halde

nin kuramsal özünü v e rir bize. Kuşkusuz

bu aevasal çelişkinin çözüm ü nerede a-

bu hala toplum sal sınıf m ücadelesinde is­

ranacaktır? Sanıyorum bu çelişkinin çö ­

tenilen b ir karşılığa o tu rm u ş değildir. A -

zümü, insan kendi özünü yeniden em ek­

ma bu zemin bunun te m e lle rin i g ö s te r­

çi insanın tarihsel hareketi içinde bula­

mesi bakımından ö n e m lid ir.

rinden g e rçe kle ştire b ilm iştir. O

cak ve farklı dön em lerde b irb irin d e n ay-

Burada önem li olan em e kçile rin o r ­

rıimış bu ü re tici güç e tkin lik le rin i o rta k

tak b ir toplum sal p ro je ye kavuşması ve

b ir te m e lde b ü tü n le ştire ce k ve onu k o ­

onun etrafında ö rg ü tlü lü k le rin i sıklaştır­

le k tif b ir egemenliğe doğru kaydıracak

ması, kendi id e o lo jik konum larını ve bu

olmasında bulacaktır. Kuşkusuz tarihsel

uğurda eyleme g eçm elerini sağlayacak

hareket, daha önce de b e lirtild iğ i gibi

m eto du e llerine almalarının g erçe kle şti­

şim d ilik büyük oranda bundan yoksun

rilm esid ir. Bu aslında sadece işçi sınıfının

b ir kırılm a içinde bulunm aktadır. Am a

değil, aynı zamanda insanlığın da kendi

yine de şunu b e lirtm e k g e re kir ki, büyük

gerçek özüne dönüşün kaçınılmaz b ir

denizlerde

hızla yelken

açan gem inin

yolu olduğunu g ö s te rir. Ve bu yine aynı

b o rd o d ire k le ri uzaktan da olsa g ö rü n ­

şekilde insanlığın kurtu luşu nu n da kaçı­

meye başlanmıştır. İşte u m u t buradadır.

nılmaz te k yo lu d u r. Dolayısıyla bu dü­

D em ek ki p ro le ta rya yalnız genişlem ek

şünce yenilenm esi içinden bütün yapısal

__ 152


21. yüzyılda insan ve felsefe__ sorunların tartışılmasını gerekli kılan b ir

dur. Burada şim d ilik önem li olan bu faz­

m o m e n t olacağını da g ö ste rm e kte d ir.

la nüfusun p o litik a ile ilişkilerd e nasıl b ir

A m a yine de bu sorun tamamı ile başka

ro l oynadığıdır. Yani yukarda saptadığı­

b ir yazı konusu olacak kadar öne m lidir.

mız, kapitalizm için oluşan fazla nüfus, iş­

D em ek ki çağımızın altıda beşinden

siz, açlık ve yo ksulluklarla debelenen bu

e m e kçile r dünyası,

insan to p lu lu k la rı, so m u t em ek anlam ın­

büyük b ir kırılm a içinde bulunmasından

da ü re tim sürecinin doğrudan ayaklarını,

dolayı kendi gücünü serm ayenin karşısı­

dolayısıyla gücünü o lu ş tu rm u y o r dedik.

fazlasını

oluşturan

na d ike re k kendi insansal varlığını oluş-

Elbette bu durum , sınıf hareke tini şim di­

tu ra m ıyo r. Oysa günüm üz insanlığı, ta ri­

lik olum suz etkileyen fa k tö r olarak da

hin en karanlık d önem lerinden birisini

g ö rü le b ilir. Ç ünkü kitlesel ü re tim in d o ­

yaşıyor ve büyük b ir acı ve ıstırap içinde

ğal gelişme seyri, hareketin niteliğini de

bulunuyor. Kuşku yo k ki bu d urum çıkı­

b e lirle rd i daha önce. Şim dilik p o litik a ­

şın yolunu gösteren olanakları b ir ik tir ­

dan felsefi kuram lara kadar bu n ite likte n

mesi anlamına da gelir. Yeni oluşum , a-

e lb ette b ir kaymayı y o k saymak g erçek­

cının ve çözülm enin içindeki bu dinam ik

çi değildir. Am a yine de olum suz gibi gö­

çıkar. Şim dilik bu

rünen bu yeni varoluşu, o lu m lu b ir v a ro ­

devasal gücü, serm aye kendi güçlülüğü i-

luşa d ö n üştü rece k b ir süreç, emeğin bu

gücün b irikim in d e n

çin kullanm aktadır. A m a onun kullanıl­

b irleşik yeni varoluşundan çıkacaktır d i­

ması, kendi varlığının parçalanması ve

ye düşünm ek g erekir. A r tık kapitalizm ,

tü m d en geleceğini kaybetm esi nedenine

bu fazla nüfusu taşıyamaz hale g elm iştir.

dayandığını, onun için görülm em iş b ir

O zaman insanlığın bütünü, yaşamını de­ vam e ttire c e k olmasından dolayı, kapita­

saldırganlık içinde bulunduğunun da b ir göstergesi değil m idir? U nutulm asın ki** lizm için tem el te hlike insanlığın bütünü haline gelir. A r tık burada so yut em ek isaldırganlık hem güçsüzlüğün hem de çözülm enin b ir ifadesidir. Z o ra dayanan

le so m u t emeğin arasındaki ayrım ın faz-

güç, aslında güçsüzlüğün önem li b ir be­

ia b ir önem i de kalmaz. Emeğin kendisi

lirtis id ir. Burada sayısız ta rih i ö rn e k le rle

b irleşik b ir k a ra k te r alır. Ç ünkü emeğin

yazıyı şişirm enin b ir anlamı yok. H aluk

tüm ü insanlığın tü m ü haline g elir ve va­

G e rg e r “ Kan Tadı” eserinde A B D ’nin

roluş bütünüyle te h like altındadır. Kuş­

saldırganlık ta rih in i anlatırken, aslında bu

kusuz burada küçük b ir zengin e lit azın­

im p ara torluğ un ne kadar zayıf b ir te m e ­

lığı bu tartışm a içinde, insanlığın içinde

le dayandığını ço k iyi göreb ilm işizd ir. Bu

telakki etm enin ç o k fazla b ir gereği y o k ­

te k ö rn e k bile e m peryalist sistem in ne

tu r ve bu dar b ir tartışm a başlığıdır ben­

derece güçsüz b ir tem ele dayandığını

ce. İşte buradan yeni b ir dinam izm in çı­

bilm ek açısından ö ğ re tic id ir. B irinci te ­

kacak olmasına ilişkin tasarım larım ızın

mel saptamamız burasıdır. Burada ikinci

tem e lin d e bu te m e l bakış saklıdır.

b ir saptamayı daha yapmamız gerekir.

G e rçe kte n s o m u t em ek bugün gücü­

İşte bu noktada M a rx’ın kendisinin de i-

nü büyük oranda,- so yut emeğe a k ta r­

fade e ttiği ve daha önce gösterm iş o ld u ­

m ıştır. Bu hem em ek tü rle rin in o rta k

ğum uz gibi, so m u t ü re tici güçler bağla­

birleşim kanallarının açılmasını sağlayan

mında o rta ya çıkan fazla nüfus so ru n u ­

hem de bu süreçte b ire y le ri b irb iri ile

153----


— yol daha fazla ilişkiye geçiren b ir mayalanma

bul etm em iz g erekir. Buradan çıkaraca­

anlamına gelir. Bu mayalanma, m utlak

ğımız sonuç şudur; bu nesnel varoluş ya­

s u re tte kendi öz varlığını ortadan kaldı­

bancılaşmanın daha fazla derinleşm esin­

racak nedensellikleri sorgulamadan ede­

deki maddi olguları g ö ste rd i bize. Ç ü n ­

mez. Peki ama bu nereye doğru evrilir?

kü daha önce insanın insanlaşmasında

Şimdiden bunun n et b ir cevabını ve rm ek

te k bağ olan emek, bugün için insanı in ­

z o rd u r. A m a bu belirsizliğini b ir süre da­

san kılan b ir ro ld e n çok, a rtık b ir araç

ha koruyacağa benzer.

durum una gelmiş olduğunu g ö s te riy o r.

Bilindiği gibi gerek b ire yle rin kendi i-

Am a unutulm asın ki, ilkel insandan g e r­

üre tici

çek so m u t insana geçiş (bugün insan

güçler arasındaki ilişkide te k bağ em ek­

kendini serm ayenin araçsal b ir varlığı o-

ti. Şimdi bu bağ, yani em ek bağı, önem li

larak duyu m su yor olsa bile), yine de bu

lişkilerinde, gerekse

b ire yle rle

derecede bugün kendi kişisel aktivitesini

insanın kendisi, doğanın araçsal b ir par­

ka ybe tm iştir. Yani bugün için bu em ek

çası olarak onun varoluşu içinden insan­

bağı, emeğin değişik oranda bölünm esi

laşma sürecini yarattı. Ü s te lik doğa ne

nedeni ile b ire y le r arası ilişkileri yaygın­

kadar vahşi olsa da, bugün serm aye ka­

laştıran ama bunu şim d ilik b ü tü n le ş tir­

dar asla vahşi değildi. D em ek ki insanın

meye kaydıran o rta k bağa d ö n üştü re-

araçsal b ir va rlık oluşu, onun insansal

m e m e kte d ir. Ç ünkü hem kitlesel ü re tim

varlığının kurulm asının tem el b ir nedeni

parçalandı hem de id e o lo jik ve k ü ltü re l

olm aktan çıkmadı, çıkmaz. O , dün doğa­

manipülasyon büyüdü. Emeğin o rta k bü­

nın b ir aracıydı, bugün ise serm ayenin.

tünleşm e eğilim i daha önce gösterildiği

D oğrudan b ir iş konum una sahip o l­

gibi nesnel ilişkilerin b ir anlatımıydı. O y ­

mayan b ir insanın, bugünkü yaşamı, el­

sa nesnel ilişkilerin kendisi sosyal ilişki­

b e tte onun için b ir yük halini aldı. Yaşa­

lerde, dolayısıyla p o litik ve id e o lo jik iliş­

mın kendisi insandan kopan b ir nesnellik

kilerde doğrudan b ir bütünleşm eye veya

haline dönüştü. Bu nesnellik insan için

o rta k harekete yol açmaz. Burada iki ay­

öyle b ir d urum yarattı ki, bırakın maddi

rı yapısal sorun va rd ır çünkü. Nesnel i-

ü rü n le re

sahip

olamamasını,

yaşamın

lişkile rd e o rta ya çıkan yapısallık, sosyal

kendisi çekilm ez hale geldi. Böylece ya­

ve p o litik ilişkilerd eki yapısallığın te m e li­

şam insana yabancılaştı. Yoksul, aç veya

ni g ö s te rir, ama bu onun kendisi değil­

işsiz b ir insan için ilk şey, işin, yiyeceğin

dir. Bunun için “ dışardan” müdahale ge­

biçim i, şekli vs. değildir. O n u n için önce

re k ir.

yiyeceğin veya herhangi b ir işin varlığı ö-

Yine de şu soruyu sorm ak yanlış de­

nem lidir. Aslında bu d urum soyut b ir va­

ğ ild ir kanımca. Şimdi bu tartışm a yu kar­

ro lu ş tu r. Ç ünkü b ir iş veya b ir yiyecek,

da ifade e ttiğ im iz gibi önüm üzdeki sü­

hayvansal b ir beslenme veya hayvansal

re çte olası bütünleşm e ve o rta k hareket

b ir çalışma ötesinde düşünülem ez. G e ­

eğilim ini yo k sayar mı? Elbette hayır.

lecek kaygısı güçlü olan ve yarın ç o cu k­

Y o k saymaz ama bu onun, yani ilk yapı­

larına b ir parça ekm ek g ö tü rm e kaygısı

nın içinden çıkıp gelir. Yine de günün

taşıyan b ir insan, en güzel oyun, en gü^

nesneliği açısından bu bağın hala o lu m ­

zel m üzik, sevgi veya aşk vs. karşısında

suz b ir ro l oynamaya devam e ttiğin i ka­

duyarsızdır. Aslında bu duyarsızlık onun

154


21. yüzyılda insan ve felsefe__ belki de en büyük duyarlılığının açığa

ması, iktisat yasalarına göre, kendini şu

çıkmasının da olanaklarını yaratır. Ç ü n ­

biçim de dile g e tirir; işçi ne kadar çok ü-

hammaddesi bu acının

re tirse , o kadar az tü k e te c e k nesnesi

kendisi içinde saklıdır. D em ek ki duyar­

vardır, ne kadar çok değer yaratırsa, o

sızlık, duyarlılığın gölgesidir. Ö n em li o-

kadar ço k değerden düşer ve saygınlığı­

kü duyarlılığın

lan bu gölgenin kapattığı özü açığa çıkar­

nın azaldığını g ö rü r, ürünü ne kadar bi-

m aktır. Elbette toplum sal insan veya in­

çimliyse, işçi o kadar biçim sizdir, nesne­

sansa! özün nesnelleşmesi hem ku ra m ­

si ne kadar uygarsa, işçi o kadar b arba r­

sal hem p ra tik bakımdan, insan duyuları­

dır, iş ne kadar erkliyse, işçi o kadar

nın insani kılınmasını g e re k tirir. D em ek

erksizdir, iş ne kadar us işi olmuşsa, işçi

ki b ir yerd e duyarlılık te k başına h içb ir

ustan o kadar yoksunlaşmış ve doğanın

şeydir.

o

Burada

duyarlılık

duyarsızlığın

başka b ir izdüşüm ünü g ö s te rir bize. O -

kadar kölesi

durum una g e lm iş tir.”

(M arx, 1976:156)

nun kuyum cu terazisinde altının işlen­

D em ek ki insanın insanlaşması, b ir

mesi gibi işlenmesi g erekir. Bugünkü in­

yerde emeğin özü ile ilişkilidir. Ç ünkü

sanın bireyselliği, gündelik yaşamı nasıl

“ em ek insanın kişiliğinin b ir b e lirtisi ve

sürdüreceğinin

kaygısı ile oluşm uştur.

onun özgül b ir e tk in liğ id ir.” (M a rx) Bu­

Bundan dolayı değ erler sistemi veya kül­

gün emeğin özü, insandan kopm uş o ld u ­

tü re l varoluş olgusallığı rahatlıkla mani-

ğu ve serm ayenin gücüne güç katan b ir

pülasyön araçları ile kırılabilm iştir. Yani

ka ra ktere bürünm üş olduğu için, insanı

so m u t insandaki kü ltü re l varoluş, yerini

insan yapan bilinç, k ü ltü r, sanat, p o litik

so yut insana, dolayısıyla so yu t b ir nes­

vb. b ir dizi e tk in lik te n de kopması anla­

neye, m etaya d ö n ü ştü rm ü ştü r. K ü ltü ­

mına g elm iştir. Emeğin özünün insan ö-

rün kendisi nesnel özünden kopm uş ve

zünden koparılması, insanın aynı şekilde

soyutlanm a içine giydirilm iş b ir kara kte ­

duygu ve düşüncelerinin de insandan a-

re d ö n ü ş tü rü lm ü ştü r. D e ğ e rle r bile ka­

lınması ve koparılm ası sonucunu y a ra t­

pitalistin elinde, reklam piyasasında ku l­

m ıştır. D em ek ki emeğin g erçek insan

lanıldığı gibi b ir metaya d ön üştü rülm ü ş­

özüne kavuşması, b ir yerde duygu ve

tü r. Böylece insanın toplum sal varlığı yı­

düşüncenin de değ erler sistem ine o tu r ­

kılmış ve insan önem li derecede bireysel

ması d e m e ktir. B ir yerde m oral değerle­

b ir hayalete yol açarak kırılgan b ir yapı­

rin yıkımı, b ir süreç içinde ve geçişin pa­

nın oluşum una neden o lm u ştu r. İşte bu

ra m e tre le rin in aşıldığı b ir evrede, bu so­

varoluş, kapitalizm in b ir sistem olarak

run, insan bilincinde yeniden m oral de­

varoluşunun

ğ e rle re dönüşün te m e lle rin i atmadan i-

te m e lle rin i

daha kolayca

kurm asına yol açmış ve serm ayenin bu­

lerleyem ez. Böylece genel em ek ile in­

radan kendi egemenliğini rahatlıkla per-

san özünün yıkımı arasındaki ilişki, bu

çinlem eye yol açm ıştır. Dolayısıyla insan

krizin içinden yeniden b ir ilişkinin o lu m ­

nesnesiz b ir varlığa dönüşm üştür. Ser­

lu özünü b irlik te taşır. Bu nokta ö n e m li­

maye ne kadar kar eder ve m ülkünü a r­

dir. N e yazık ki bugün b ütünüyle bu e t­

tırırsa, insanda o kadar değersizleşm iştir

kin likle r, yani sanat ve k ü ltü re l e tk in lik ­

çünkü. Bakın M arx bu konuda ne d iyo r;

ler, serm aye iktidarının daha da tahkim

“ İşçinin kendi nesnesi içinde yabancılaş­

edilm esine yol açmıştır. A dım adım bize

155----


— y o l-------------------------------------------ait olan bu d eğerlerin bile sermaye ta ra ­

masının ta rih in i de g ö rm e k m üm kün dü r.

fından özü boşaltılarak işlenmeye baş­

Bu durum sadece so yu t emeğe ilişkin

lanmasının esas nedeni budur. Nazım

geçerli b ir tez de değildir, bu aynı şekil­

H ik m e t örneği bunun en çarpıcı b ir ö r ­

de so m u t em ek açısından da böyledir.

neğidir mesela.

Yani doğrudan mal ü reten b ir emeği de

Bu anlamda so yut em ek haline d ö n ü ­

ele almış olsak, burada yine serm aye e-

şen bu nesnellik ya da soyut emeğe in­

meği, insanla bağını k o p a rtm ış tır. Am a

dirgenen bu nokta, insanlığın gelişmesini

d urum u çağımız insanının büyük bölüm ü

de frenleyen nedenlerin başında g ö rü le ­

açısından alırsak (ki fazla nüfus veya so­

b ilir. Ç ünkü oluşan küresel kapitalizm

yu t em ek ilişkisi içinde), oluşan egemen­

yapısı, başka b ir deyişle e kon om i p o litik

lik ilişkilerind e ve b ir dizi m anipülasyon

sistem, emeği insanla ilişkisinden ve ba­

araçları ile zaten baştan insanı insan ya­

ğından ko p a rtm ıştır. Sadece yabancılaş­

pan te k bağ olan bu emeği, insandan k o ­

mış biçim içinde, onu b ir m eta gibi alır

parttığı için daha rahat b ir yö n e tim e rk i­

veya duyum sar dedik. Ü rü nü n ü re tim i,

ni tahkim e de bilm iştir.

insanın özü veya özsel güçleri içinde gö ­ rülm ez. Bu ise insanın özsel yapısının yo k edilm esi anlamına gelir. Aslında bu emeğin kendi varlığında somutlaşm ış olan insana yabancılaşması da d em ektir. A m a buradan yanıltıcı b ir noktaya düş­ m em ek g ere kir. Emek özünde insana ait b ir e tk in lik ise, ama bu e tkinlik, özel m ü lkiye t sistem i içinde aynı şekilde “ dış­ sal” b ir etkinliğe d ö n ü ştü rü lm ü ştü r. Ya­ ni kapitalizm koşullarında emek, işçinin özüne ilişkin b ir olgu değildir. O özün dışındaki b ir e tk in lik tir. Dolayısıyla işçi, b ir iş ilişkisi içinde istem eyerek de olsa emeğini harcam ak zorundadır. Böylece işçinin

kendisi

çalışmanın

dışında

b ir

duyguya sahiptir. Ç ünkü onun için çalış­

N o rm a l ola ra k insan, iş ilişkisinde kendini, insani b ir va rlık o la ra k duyum ­ samaz. O n un insani varlığı, özgürce özel yaşamında, evde, sokakta, sinemada, kü ­ tüphanede eğlence y e rle rin d e vs. ortaya çıkar. M arx bunu “ hayvansal insansal, insansal da hayvansal durum una g e lir” d i­ ye açıklar. (M arx, 1976:158) A ncak bu insansal varoluş asla te k başına b ir insan­ sal varoluş değildir. Başka b ir deyişle bu te k başına insansal b ir varoluş haline gel­ mişse, bunların

hayvansal işlem lerden

ku rtu ldu ğu anlamına da gelmez. D ola yı­ sıyla düşünce, k ü ltü r, sanat vb. gibi o rta k değerlerin, değişimi ifade etm esi nede­ niyle devreye girm esi g erekir.

ma zo ra dayanır. Bu durum da “ dışsal e-

Haklı o larak insan kendini b ir iş ilişki­

m e k” d e r M arx, “ ...insanın içinde kendi­

sinin dışında özsel varlığını duyu m su yor

ne yabancılaştığı emek, b ir kendini k u r­

olsa da, bugün insanın varoluşu, yani in­

ban etm e, b ir o n u r kırılması çalışması­

sanlığın büyük b ir bölüm ünün işsiz veya

d ır.” (M arx, 19 7 6 :157) İşçinin kendine a-

yarı işsiz b ir konum da olması, başka b ir

it olmayan ve kendisinin k o n tro l edem e­

deyişle d ire k t b ir iş ilişkisinin dışındaki

diği em ek etkinliği, kendisinin özsel b ir

varoluş konum u (e lb e tte burada iş ilişki­

e tkinliği olmadığı için, bu e tk in lik b ir

si dışında kalan em ek potansiyelini ta r ­

yerde kendi kendisinin y itirilm e s id ir as­

tışma konusu yapıyorum ), insanın ke nd i­

lında. Burada bugünün insanının b ozul­

sinin insansal b ir varoluşuna yol açabilir

__ 156________ ___________________


21. yüzyılda insan ve felsefe__ mi? Bu soruya cevabımızı bu tü r soyut

bu ü re tim sürecinde hem ürününe hem

b ir söylev içine o tu rta ra k verecek o lu r­

de kendi kendine karşı yabancılaşan b ir

sak e lb e tte hayır o lu r. T e o riy i m ekanik-

sürece g irer. Ve bu d urum insansai va­

leştirm eyeceksek eğer, b ir iş ilişkilerinin

roluşun, dolayısıyla insana ait değerler

dışında kalan bu toplum sal olgu, onun

sistem inin yıkılışının özüdür. Bu sorunu

d ö r t b ir yanı kapitalist zo ra dayanan ça­

ird e le rke n izlem em iz gereken m e to d o ­

lışma k ü ltü rü n ü n , ahlakının, yasalarının

lo jik yö nte m ö n e m lid ir. Bu m e to d o lo jik

ve onun devletinin baskısı ve zo ru altın­

yö nte m i izlerken karşımıza kuşkusuz, i-

da bulunduğunu dışlar mı? Asla dışlamaz.

çinde bulunduğum uz toplum sal koşullar

D em ek ki insan aynı zamanda b e lirli b ir

çıkar. Bu toplum sal koşullar, insanı in­

iş ilişkisinin dışında kalsa bile, o yine de

sanlıktan

b ir yerde hem kendinin dışında olduğu

tüm ünü ifade eder. Mesela ‘ulusal ülke­

hem de içinde olduğu b ir iş ve yaşam a-

le r’ dahil, dünyamızda yaşayan yaklaşık

lışkanlıklarının, dolayısıyla b ir toplum sal

altı m ilya r insan topluluğunun büyük b ir

çıkaran toplum sal

koşulların

b ir sistem in içinde var olan toplum sal

kısmı iş olanakları dahjl insanın yaşaması

b ir va rlık olarak ortaya çıkar. Bu onun

için maddi ve manevi olanaklardan bü­

yaşamının

E lb e tte

yük oranda yo ksun du r. Bu noktada sayı­

M a rx ’taki iş ilişkisi tanımını fabrikanın

sız ista tistik v e rile re gerek g ö rü lm e y e ­

d ö r t duvarı arasına sıkıştırmanın ve onu

cek kadar d urum vahim ve çarpıcıdır. İş­

böyle okum anın olası olmadığı gerçeğini

te içinde yaşadığımız bu dünya ve onun

tü m ü d ü r

çünkü.

g ö rm e k ö n e m lid ir bugün. A r tık dünyayı

bütün koşulları, insanın yıkımına yol sı­

b ir fabrika gibi algılarsak eğer, dar an­

çan yabancılaşma sü re çle rin in b ir gös­

lamda bu fabrikadaki bütün zora daya­

tergesi olduğu kadar,, yabancılaşmış e-

nan iliş k ile r sistemi, aynen dünyamız i-

m ek te o ris in in de ne anlama geldiğinin

çinde yaşayan insanlığın da yaşadığı açık

çarpıcı ve ikna edici b ir anlatımını v e rir

b ir cezaevi gibidir. Ç ünkü kapitalizm b ir

bize. Ö yle sanıyorum ki, bu koşullarda,

dünya siste m idir, insan da bu toplum sal

yabancılaşmış, büyük oranda sabit iş iliş­

sistem in içinde varlığını sü rd ü rü r, dola­

kilerinden dışlanmış büyük b ir em ek p o ­

yısıyla insanların yaşamı bu sistem in zo ­

tansiyelini sokaklardaki yaşam iliş k ile r­

ru, yasaları ve k ü ltü rü altında b ir cende­

deki bu yaygınlıktan çıkarırız. Bu yaygın­

reye d ö n ü ştü rü lm ü ştü r. İşte bu nokta

lık aynı zamanda toplum sal ilişkilerinin

insanın yıkım ının da tem el kaynağı o ld u ­

de b ir yaygınlığıdır. Ç ünkü h e r insan şu

ğu gibi yine insanın ku rtu lu ş yolunun da

veya bu şekilde b ir devlet egemenliği i-

b ir göstergesini v e rir bize.

çinde, onun yasaları ve zo ru altında ya­

Bu noktada yabancılaşmış emeği, bu­

şar dedik. İşte bu varoluş, aslında yaban­

günkü çağın toplum sal koşullarında yeni­

cılaşan emeğin ve bu yabancılaşmaya ne­

den okum am ız olanaklı hale g e lm iştir di­

den olan yapının burjuvazi tarafından

yebiliriz. Bu okuyuşta en önem li n okta

toplum sal ilişkilere enjekte edildiği n o k ­

şudur; yabancılaşan em ek sorununu ele

tadır. Böylece yabancılaşan em ek sokak­

alırken, bireyin (işçinin) g erçek ro lü , i-

larda sürünen ve kendi varlığına da k a r­

çinde y e r aldığı ü re tim sürecinde veya

şı oluşan yabancılaşmış b ir yaşamın de­

ü re tim ilişkile ri içinde açığa çıkar. İşçi,

yim yerindeyse T ü rk ç e okun uşu du r. Ya-

157 -----


— yol---------------------------------------ni yabancılaşmış em ek yabancılaşmış b ir

mi

anlamına gelir.

Dolayısıyla

M a rk ­

yaşam d e m e k tir aslında. G e rçe kte b ir

sizm ’in g erçek anlamda çözüm leyici gü­

yanı ile bu insan özünün yoksullaşması

cünü de buradan çıkarıyoruz.

anlamına da gelir. Ç ünkü bu insanın hem

Yabancılaşmış yaşam ve yabancılaş­

doğaya, hem kendine ve kendi insansal

mış em ek kavramını M arx, e ko n o m i p o ­

özüne hem de kendi em ek ürününe kar­

litikte n , yani özel m ülkiyetin h a re k e tin ­

şı da yabancılaşmasıdır. Peki ama insan

den tü re tm iş tir. O halde özel m ülkiyetin

nasıl o lu r da, kendi emeğini bu derece

çözüm lenm esi yabancılaşmış emeğin de

yabancı kılmaya kadar g ötü re b ilir? Elbet­

çözüm lenişi d e m e k tir. Yani d e r M arx,

te bu sorunun yanıtı, b ir yerde onun çı­

“ yabancılaşmış insan, yabancı kılınmış e-

kışının da b ir çözüm lenm esidir. D olayı­

m ek, yabancı kılınmış yaşam, yabancı kı­

sıyla M arx o günün koşullarında bu so­

lınmış insan kavramından doğar.” (aynı

ruya şu yanıtı v e rm iş tir ve bu yanıt ö-

yerde)

nem lidir;

N o rm a l olarak insan e tk in lik le ri, d i­

“ Ö zel m ülkiyetin kökeni sorununu,

ğer insanlarla b irlik te hem zenginleşm e­

yabancılaşmış emeğin insanlığın gelişm e­

ye hem de kişilik kazanmaya ve b irb irin i

sinin gidişi ile ilişkisi sorunu durum una

tamamlamaya yol açması gereken e tk in ­

d ö n ü ştü re re k, bu sorunun çözüm ünde

lik le rd ir. A ncak şim d ilik bu böyle geliş­

daha önce büyük b ir adım atmış bulunu­

m iyo r. Maddi zenginlik to plu m sa l-e nte -

yoruz. Ç ünkü özel m ülkiyetten söz e dil­

lektüel zenginliğe dönüşm eyince, hem

diği zaman düşünülür. Ve em ekten söz

b ireyle rin b irb irin e karşı g örülm em iş re ­

edildiği zaman da, doğrudan doğryya in­

kabetine hem de insana a it duyu ve ö z­

sanın kendisi söz konusu edilm iş de­

lem lerin y o k olmasına yo l açm ıştır. O y ­

m e k tir. Sorunun bu yeni konuş biçim i,

sa bu sürecin

onun

to p lu m u n yıkımı ve bozulması d e m e ktir.

çö zü m ü n ü

de

iç e r ir .”

(M a rx,

1976: 157) D em ek ki em ek ile ilgili bütün ta rtış ­

derinleşm esinin

anlamı

Ç ünkü insanın insanlaşması to p lu m u n da te m e lin i o lu ş tu ru r. Böylece tersinden iş­

manın odağında insan ve insanın m u tlu ­

leyen bu süreç, bireyi to plu m d an , to p lu ­

luğu sorunu vardır. G e rçe kte n sorunun

mu da bireyden koparan süreçlere yol

böyle konuluşu M arx için, emeğin ser­

açıyor. G e rçe k bireyle rd en kopan b ir

maye iktid a rı egemenliğinde yabancılaş­

yapı, başka b ir deyişle insana a it olan in ­

ması, aynı zamanda insanın gelişmesi ve

sani k im lik kendini b ire y c ilik ahlakı üze­

onu aşması için de zo ru n lu b ir aşamayı

rinden tanımlamaya başlayınca, ortaya

g ö s te rir. Ö n e m li olan ta rih te bunun k ö ­

ucube to p lu m la r çıkıyor. Kuşku yo k ki

kenini b ulm aktır. Bu anlamda özel m ül­

e lb ette bütün to p lu m la r b ireyle rd en o-

kiye t ve özel m ülkiyete a it sistem, ya­

luşuyor. B ire yle r de kendi varlıklarını

bancılaşmış bu em ek sürecinden tü r e til­

toplum sal yapı içinde g e rç e k le ş tiriy o r.

m iştir. Bu ö ng örü tarihsel olduğu kadar,

Oysa b ire yle rin bozulduğu b ir yapı, to p ­

bu h e r iki d urum un da aşılmasını m üm ­

lum un da bozulması anlamına g elm e kte ­

kün kılacak b ir anlatımı ifade eder. Bu­

d ir bugün. Dolayısıyla h e r birey, to p lu m ­

nun insani gelişme dönem ine tekabül e t­

sal varlık içinde kendi kişiliğini kazanamı­

m esini de zo ru n lu kılan b ir geçiş dön e ­

y o r ve ondan k o p u y o r dediğim izde bu­

___ 158


21. yüzyılda insan ve felsefe__ kenin nereden geleceğini düşünür ve

nu anlatmış oluruz. O halde insanlığın bu süreçten k u r­

sonra da te d b irin i alır. Bu onun düşün­

tulması m üm kün müdür? M utlak olan ilk

sel yapısının kurulm asının da ilk koşulun­

şartım ız e lb ette şudur; insan ta rih i ü re ­

dur. Yani insanın aynı düzeyde b ir “ ide­

tim ta rih i ise, insanın da em ek hareketi

o lo jik yabancılaşm adan da kurtulm ası

m utla k su re tte insansal b ir ka ra kte r ka­

gerektiğinin b ir anlatımı d e m e k tir bu.

zanması g e re kir. Bunu yukarıda kısaca

Burada e lb ette işin içine sadece düşün­

incelem iştik. Böylece insanın ö zlem leri,

ce g iriy o r değildir. Aynı zamanda insana

duyuları ve iste kle ri yeniden insan eyle­

a it k ü ltü re l değerler ve d u yu lu r ö z n e llik ­

m inin m erkezine oturm asının da yo lu ­

le r de g irer. Böylece kulaklarım ız m üzik

d u r bu. Bu ise zo ru n lu b ir kural olarak

duyum unu, gözlerim iz güzellik d uyum u­

emeğin yabancılaşma sürecinden k u rtu l­

nu, burnum uz kö tü veya iyi koku alma

masına bağlı olduğu anlamına gelir. D o ­

duyusunu, insanın insanlaşma zenginliği­

ğal olarak burada şim dinin koşullarında

ne yığılacak p a ra m e tre le r g ibidir. Böyle­

yeni baştan emeği b ir kez daha ird e le ­

ce sorun, beş duyunun beşi ile b irlik te

m ek zorunda kalmamızın nedeni de bu­

çö zü le c e k tir derken Feuerbach haklıdır.

radan çıkar. D üne g öre bugün bütün in­

Doğal olarak buradan çıkarttığım ız so­

sanlığı içine alan b ir em ek genişlemesi

nuç şudur; emeğin yabancılaşması olarak

(em ek,

insanlık açısından

nesnel yabancılaşma ile id e o lo jik yaban­

fo n k siyo n e r b ir anlam kazanmıştır), b ir­

cılaşma dediğim iz bu süreç ve bu süreç­

çok düşünürün iddiasının tersine, insa­

ten çıkış, insanın k u rtu lu ş eylem inin o r ­

bugün

tü m

nın yeniden insanın insanlaşmasının te k

tak iki ayrı çehresi veya madalyanın iki

reçetesi gibidir. Bu anlamda em ek gibi

yüzü gibidir. Bunlar b irb irin d e n asla ay­

b ir varoluştan soyutlanan, b ir k ü ltü r ve

rılamaz. İnsana aykırı olan bu yabancılaş­

ahlak anlayışı, çıkışın reçetesi olamaz

ma öğelerinden

bence.

kaçınılmaz varoluş bilincinin adım adım

İkinci n okta ise, genişleyen bu em ek

ku rtu lm a k, insan için

örü lm e si d e m e ktir.

dünyası, ilk elden gündem ine uzun ve sancılı b ir ta rih i süreç sonunda (krizle r,

Bu ara bölüm de, hem emeğin insan­

savaşlar, doğal felaketler, hastalıklar, aç­

dan soyutlandırılm ış biçim lerini-' oluşan

lık, y o ksu llu k vs gibi), “ biz kim iz” , “ insan

nesnel

k im ” ve “ biz ne yapmalıyız” gibi soruları

hem de yabancılaşmış emeğin insana ait

iliş k ile r

içinde

hızla gündem ine almaya başladığını gös­

değerleri dizim ini nasıl yo k ettiğin i b e lir­

te rir. Yani d u yu lu r insan, ö zlem leri, ve

lemiş olduk. Buradan tarihsel b ir sistem kapitalizm in

anlatmış

o ld u k

iste kle ri olan insana d ö n üşü yor adım a-

olan

dım ve bu o rta k b ir tem el ya ra tıyo r. Bu

çe kle ştird ik. Ancak bu nesnel iliş k ile r alt

sorgulanm asını

g er­

anlamda insanın sorgulam a ve soru s o r­

yapı süreçlerinin to pla m b ir açıklanması

ma aşamasına doğru o rta ya çıkan bu e-

ve aynı şekilde emeğin yabancılaşması­

ğilim i, onun yaşamsal olarak varoluşsal

nın bu gelişmenin doğal b ir sonucu o ld u ­

koşullarından çıkıyo r ve bu anlamda so­

ğu halde, emeğin canlı insan yapısında

y u t b ir şeyden bahsetm iyoruz. Varlığı

nasıl vü cu t bulacağı, yani proletaryanın

te h like d e olan b ir insan öncelikle, te h li­

kendisinin, kendi tarihsel eylem ini, baş­

159


__ y o l_____________________________ ka b ir ifade ile onun öznel hareket biçi­

ö rn e k le rin olmadığını varsayalım. Am a

m ini, siyasai tıkanmışlığın nasıl açılacağı­

yine de bizim bunları yaratm ış olm am ız

nı, bunun hem örgütsel hem de p o litik

gerekm ez miydi? Mesela M a rx ’ın elinde

varsayımlarının neler olabileceğini ta rtış ­

o zaman böyle deneyler mi vardı? Oysa

ma dışı bıraktık. Buniar bu yazının konu

biz m ateryalist bilgi te o ris iy le donatılm ış b ir tarihsel geleneğiz. Elim izdeki bu m e­

başlıkları değildi çünkü. Sınıfın öznel iradesi kuşku yo k ki nes­

to d o lo jik yö nte m , bütün bunları başar­

nel ilişkile r içinden çıkar. Ancak nesnel

manın m üm kün olduğunu g ö s te rir. Bu­

ilişkile r sınıfın sınıf bilinçli öncü le ri ta ra ­

rada e lb ette salt göstergenin olu m lu ve­

fından se n te zle ştirilir ve buradan b ir ha­

ya olum suz biçim inden bahsediyorum .

re k e t planı çıkarılır. Sentez, yo ru m ve

Yani sınıf p ra tik le rim iz in ö ncü le ri, ulusal

sonuca ulaşmadır. N esnel ilişkiler her

gelenek ve k ü ltü rü n rolün ü n, id e o lo jik

ne kadar sınıf p ra tik le ri açısından o lu m ­

ve p o litik varsayım lar içinden dışlanmış

lu b ir zem in yaratm ış olsa da, bu ilişkile r

olduğu anlamda b ir söylem den bahsedi­

asia kendiliğinden sınıf p ra tik le rin i dev­

yo ru m . Buradan sınıfa ve genel o larak e-

rim ci kılmaz. O halde bu konuda düşü­

m ekçilere

nen bütün öncü güçlerin yapması g ere ­

çıkmış olmasının tesadüf olmadığını söy­

karşı

olum suz b ir yargının

ken. bu nesnel ilişkilerin yaratm ış o ld u ­

lem ek istiyorum . Bu doğal o larak sınıfa

ğu o lum lu zem ine karşın, sınıf p ra tik le ri­

güvensizliğin

ni olum suz etkileyen nedenleri bulup çı­

g ö rm ü ş tü r. Ö rg ü tlü veya örgütsüz her

ka rm aktır. Burada salt ide olo ji veya p o ­

devrim cinin bilincinde biraz da y e r eden

litik varsayımlara, yine aynı şekilde ö r ­

yargıdır bu; “ bu halk, bu sınıf adam o l­

gütsel veya çalışma b içim le rin e vurgu yapmanın ye te rli olacağı da düşünüle­ mez. İçinde bulunduğum uz ulusun, yine hatta

içinde

b ulunduğum uz

bölgenin

k ü ltü re l biçim lenişi, onun din başta o l­

kaynağı

olarak

b ir

işlev

m az!” Bunu anlatm ak istiyorum . Elbette bu yazının başlıca konusu değildi bütün bunlar. G eçerken kısaca bunlara b ir d ip­ n o t olarak düşm ek istediğim konu baş­ lıkları bunlardan ib a re ttir.

mak üzere bütün geleneksel ilişkilerinin

8 . İn s a n ın k ö le lik t e n k u r tu lu ş u n u n

m utlak s u re tte o lu m lu veya olum suz b ir

fe ls e fe ile b a ğ ı

etkisini hesaba katmanın ne kadar ge­

İnsanın uzun ta rih i b ir dönem içinde

rekli olduğu çıkar. Bunun ye terince ül­

oluşan

kem iz devrim ci hareketi için anlaşılmış

kurtulm ası, sanıyorum yine uzun b ir ta ­

olması g e re kird i. Ç ünkü gerek uluslar a-

rihi evreyi kapsayacak gibi g ö rü n ü y o r. İl­

çeşitli

bağımlılık

biçim lerinden

rası devrim ci hareketin deneyleri g erek­

kel kö le lik te n m od ern köleliğe kadar sü­

se çok fazla olmasa da ülkem iz devrim ci

ren tü m bağımlılık b içim le ri, sonuçta sı­

hareketin

nıflara bölünm üş b ir to p lu m

deneylerinden

bu ipuçlarını

bulm ak m üm kündü. Mesela D r. H ik m e t

yapısının

doğal sonuçlarıdır. Bugüne kadar sö m ü ­

K ıvılcım lfn m çalışmalarını bu alanda ö-

rücü sınıfların baskı ve zulm üne dayanan

nem li b ir ö rn e k ola ra k g ö ste rm e k olası­

o to r ite r sınıf egemenliği, kaçınılmaz ola­

dır. Şöyle de düşünm ek m üm kün; iste r

rak insan özgürlüğünün ortadan ka ld ırıl­

uluslararası deneylerde isterse ülkem iz

dığı b ir süreç içinde gelişmiş ve m eyve­

d eneylerinde referans alacağımız benzer

sini v e rm iş tir. O n un ta rih i ne kadar ger-

__ 160


21. yüzyılda insan ve felsefe__ çekse, ona karşı m ücadeleler ta rih i de o

önce söylenm iş sözlerin, tartışm a k o n u ­

kadar g e rçe ktir.

m uz açısından taşıdığı ö n e m d ir. O nun

İnsanlık ta rih i, ö zg ü rlü kle r için büyük

doğruluğu ve yanlışlığından önce, o gü­

bedellerin ödenm iş olduğu b ir ta rih tir.

nün koşullarında nelerin söylenm iş o l­

Kuşkusuz bu bedeller ödenm eye devam

duğu, dolayısıyla bundan daha sonra na­

ederken, ta rih yeniden bu insanın eyle­

sıl b ir felsefi tem elin çıkarılm ış olm asıdır

mi tarafından yazılmak zorundadır. Böy­

onu önem li kılan. D iğe ri ise, bizim için

le b ir ta rih aralığında bugün özgürlüğün

daha da önem li olması gereken J.J.Rous-

yeniden elde edilmesi, e lb ette kolayca

seau’nun düşünceleridir. Ç ünkü o, tinse!

başarılacak b ir konu ola ra k görülem ez.

düşünceleri insan beyninden aşağı ind i­

İşimiz düne g öre ço k daha z o rd u r. Yani

rip onu so m u t insan pratiğine bağlaması

ö z g ü rlü kle r altın b ir tepsi içinde sunul­

bakımından özel b ir önem taşır. Bu bölüm de bu arayışlardan birisi o-

m ayacaktır insanlığa. Elbette bu tarih, ö z g ü rlü kle r için kavgaların ta rih i olduğu

lan, sonrası bütün idealist filozo fların y o ­

kadar, arayışların ve kuramsal düşünce­

lunu açmakta önem li ro l oynadığını dü ­

lerin de oluştuğu b ir ta rih tir. Bugün 21.

şündüğüm, ama büyük oranda sessizliğe

yüzyıl ta rih i bu paradigmanın içinde şe­

b ü rün dü rü lm ü ş olan E. La B o e tie ’nin idealist felsefi düşünceleri ile işe başla­

kille n m e kte d ir. Burada insan ve insanın arayışları ü-

m ak istiyorum . Sanıyorum

burada ö-

zerine önem li katkılar sunmuş bazı dü­

nem li olan, bu. düşünürün düşünceleri­

şünür ve filozo fların g örüşle rini ta rtış ­

nin günüm üz koşulları içinde nasıl o k u ­

manın, -h e r ne kadar bunlar idealist b ir

nacağı ve nasıl b ir sonuç çıkarılacağıdır.

tem ele o tu rm u ş olsa da-, günümüzün

Dolayısıyla burada e leştirel yaklaşımı da

kuramsal sorunları ile ilişki içinde, ama

b irlik te sunacağım. 1500’lü yıllarda yaşamış olan Etienne

daha ç o k günüm üz sorunlarının çözü­ m ündeki ta rih bilincinin rolün ü anlamak

de La Boetie, kısa yaşamına karşın, yaşa­

açısından öne çıkarılmasını düşünm ek

mı gibi kısa olan b ir söylev m etninde, in­

m üm kün. Ç ünkü ta rih te n öğrenm ek, ta­

san ve insanın bağımlılık b içim lerinden

rih in öne çıkardığı bütün sü reçleri öğ­

birisi olan kulluğu (köleliği) izah etm eye

ren m e k ve ders çıkarm ak d e m e k tir b ir

çalışmıştır. E. La B oetie bu söylevinde

yerde. Ö ze llikle burada iki örneği seç­

insanın neden kulluğu kabullenebiieceği-

tim . Aslında

bu

b ilin çlr b ir seçim dir.

ni

şöyle

açıklamıştı;

“ ...tüm

insanlar,

Ç ünkü bu iki isim, yani E. La Boetie ile J.

kend ile rin de insansa! b ir şey kaldığı sü-

J. Rousseau, tartıştığım ız konu bağlamın­

- receJarllukİaşm alarım , iki durum dan b iri

da, yani insan özü ve insanın dış dünya i-

olduğu zaman, yani zorlandıkları ya da

le ilişkisi gibi sorunlarda yü rü ttü ğü m ü z

aldatıldıkları için kabul e d e rle r.’’ (E tien­

tartışm anın anlaşılmasında önem

taşı­

ne de la Boetie, 1995:35) Aslında bu ta ­

m aktadırlar. Ö ze llikle E. La B o etie ’nin i-

nım E. B o e tie ’nin sorunu sonuca ulaştır­

leri sürdüğü bazı düşüncelerin önem i

mış olduğu yargıdan soyutlarsak, buna

şuradadır; insanın özü, bağımlılık b içim ­

karşın sistem ile bağını ku ra ra k ele a lır­

leri ya da insan ile kö le lik ilişkisi gibi k r i­

sak özünde doğru b ir değerlendirm eyi i-

tik konularda bundan yaklaşık 500 yıl

fade eder. Ç ünkü bağımlılık b içim le ri ve İ Ğİ


— yol insandaki yabancılaşma süreçleri, özün­

duğu halde, ancak onun gözünde bu a-

de insan iradesinin dışında gerçekleşen,

yaklanmalar, özgürlüğe gidişte gerçek

ya z o r yolu ile ya da zo ru n değişik b ir bi­

b ir kopuşu

çim i

m istifika syo n /a ld a tılm a /rıza

m enlik biçim i olan sistem yapısı ve onun

yolu dediğim iz sü re çle r ile o rtaya çık­

devleti y o k tu r çünkü. Bu d urum sonraki

m ıştır. Bana g öre bu düşüncenin I5 0 0 ’lü

bütün idealist filozo fların o rta k kade rin ­

yıllarda yazılması ö n e m lid ir.

deki b elirleyici noktadır.

olan

Ö zgürlüğün elde edilebilm esinin y o l­

sağlamaz. H edefinde

ege­

O nda k ö le likte n k u rtu lu ş mantığı, i-

larından birisi, insan to plu m la rın ı kendi

dealist b ir y o ru m olan, insanın k ö le lik

g erçek özünden soyutlayan bu varoluş

p siko lo jis in d e n

b içim le rin i (aldatılm a süreçlerini) yıkm a­

Oysa bu sınır hem so yut b ir kavramı

ku rtu lm a sın a

bağlıdır.

sına, dolayısıyla egemen sınıf zorunun

hem de ona yol açan e k o n o m ik ve to p ­

tü m

lumsal sistemi ve onun id e o lo jik araçla­

b içim le rin i

o rta da n

kaldırmasına

bağlı olm asıdır. Bu anlamda E. La B oetie

rını sorgulamayı g e re ktirm e z. Oysa ku l­

için özgürlüğün elde edilm esinin aslında

luk psikolojisini üreten, siyaset ve ba­

hiç de z o r olmadığını şu cüm lelerden çı­

ğım lılık b içim le rin i sürekli o larak ortaya

kara biliyoruz; “ Tirana karşı koym ak, onunla savaşmak gerekm ez bile. Ü lke ona ku llu k etm em eye karar versin b ir kere, tira n kendiliğinden yo k o lu r g id e r.” (E. La Boetie, 1995:25)

c e k tir, esas sorun e lb e tte burasıdır. La B o e tie ’nin bu kolayca elde edilebilecek ö zgü rlü k söylem i, e lb e tte halkın bilinçli b ir kararla, kendi varoluşunu tanımlaya­ rak köleliğe hayır dem esini ifade eder. A m a d uru m buradaki anlatımda fa rklı­ dır. Ç ünkü onun için, halkın içine düştü­ ğü hastalık, yani gönüllü kulluk, iyileşme dur.

Bu anlatım

tablosu gibidir.

e k o n o m i-p o litik ve id e o lo jik iliş k ile r bü­ tü n ü d ü r. Oluşan bu egem enlik yapısı, yani sistemin zora dayanan b ir ürünü o-

Bu karar nasıl ve neye g öre v e rile ­

um udu olm ayan ö ld ürü cü

çıkaran, toplum sal yapıya egemen olan sınıf veya sınıfların siyasal e rki ve onun

b ir d u ru m ­

um utsuzluğun

çizilen

Burada E. La Boetie,

hem oluşan siyasal yapının insanları nasıl yozlaştırdığının nedenini görm ez, hem

lan devlet, aynı zamanda-ve özellikle ide ­ o lo jik b ir ro le de sa hiptir çünkü. Yine de E.La Boetie gibi d üşünürlerin bütün varsayımları, so yut insan üzerine ku rulm uş varsayım lar olsa bile, hatta ah­ lakın so yut düzeydeki b ir anlatımı dahi olsa, sorunun ilerle tilm e sind eki ro lü açı­ sından, dolayısıyla aydınlanma ta rih in in bu bileşim lerinden bazı ö nem li sonuçla­ rı çıkarm ak m üm kün dü r. Mesela onun şu anlayışı, günüm üz sorunları açısından önem taşır kanısındayım; “ H alk b ir kere kullaşmaya görsün, özgürlüğü öylesine

de iyileşm e um udu olmayan um utsuz b ir

u n u tu y o r ki, a rtık onun uyanıp yeniden

ta blo çizer. Dolayısıyla siyasal eylem o n ­

özgürlüğünü ele geçirm esi olanaksız o-

da, ku lluktan ku rtu luşu n nedeni olarak

lu y o r.” (E.La Boetie. 1995:36)

m erkeze o turm az. Ve kulluktan k u rtu ­

Elbette ki buradaki “ olanaksızlık” ta ­

luş için b ir m ücadele program ı da çık­

nımı, um udun b itim in in k r itik b ir anlatı­

maz doğal olarak. Sözgelimi E. La B oeti-

mı olarak bütün

e, 1548 köylü ayaklanmasını görm üş o l­

o rta k yazgısından kurtulam az. Oysa u-

__ 162

idealist düşü nü rle rin


21. yüzyılda insan ve felsefe__ m u t insan var oldukça hiç tükenm edi ki.

yı iste yerek seçm esidir. Aslında bu be­

Kuşkusuz umuda ilişkin söylem soyut

lirlem enin önem li b ir yanı şudur; insan,

b ir söylem değildir. A m a yine de E. La

kendisine sunulan yabancı yaşam o lu m ­

Boetie b ir gerçeği çıplak o larak tanım lar;

suzluklarla yüklü de olsa önünde sonun­

insan b ir kere özgürlüğünü yitirm e ye

da bunu belirleyecek olan kendisidir. Bu

görsün, bu d urum insanı insanlıktan çı­

anlamda insan iradi b ir v a rlıktır, insan el­

karması bakımından çözüm ü kolay olan

b e tte bu yabancılaşmayı kendi rızası ile

b ir sorun değildir. En azından onun söy­

seçmez. Ç ünkü bu yozlaşma onun aynı

lem inden ben doğaldır ki bunu çıkarırım .

düzeyde varolm asını da ortadan kaldı­

O nu elde e tm e k kuşku yo k ki büyük b ir

ran

uyanışı ve kavgayı göze almayı g e re k tirir.

Ç ünkü E. La B o e tie ’de yabancılaşma, e-

N e yazık ki insana a it olan haklar, Orta­

k o n o m ik bağımlılıktan önce siyasal ya­

dan kaybolduktan sonra onu te k ra r elde

bancılaşma ile o luşm uştur. Sorunu b ö y ­

b ir yabancılaşmaya tekabül

eder.

etm ek e lb e tte z o rd u r. E.La B o e tie ’nin,

le koyan her düşünce, zo ru n lu olarak i-

kitlesel halk eylem inden h içb ir sonuç a-

dealizme kapıyı açar ve buradan ne sınıf­

iınamayacağını varsayması, bu düşünü­

ları g ö re b ilir ne de bu sınıf ayrımı ü ze ri­

lü n b ir yanılgısını g ö s te rir aslında. Böy-

ne k u ru lm u ş . egem enlik erkini... Ç ünkü

iece onun söylevi, siyasal iktidarın kö ke ­

o hemen arkasından “ özgürlüğün kay­

nini yanıtsız bıraktığı gibi, kulluktan k u r­

bolduğu noktadan sonra, arkasından k ö ­

tuluş söylem i de so yut b ir içe rikte n k u r­

tü lü k le r g e le c e k tir” (27) diye yazmıştır.

tulamaz. A m a yine de burada d ikka t edi­

Yani k ö tü lü k le rin nedeni, so yut anlamda

lecek nokta, E. La B o e tie ’nin halka ve e-

siyasal düzeyde algılanan b ir özgü rlü k

m ekçilere açıktan b ir e le ştiri g e tiriy o r

kavramı içine g iy d irilm iş tir. Burada siya­

olm asıdır. Yani onda halkçılık ya da p o ­

set tamamı ile e konom iden bağımsız b ir

pülizm adına b ir dalkavukluğun g ö rü lm e ­

varoluş hayali ile k u ru lm u ş tu r. Yani in­

mesi ö n e m lid ir.

sandaki bozulma, içinde yaşadığı nesne!

Doğasını y itire n insan hala insani ö-

koşullardan bağımsız olarak, salt insan

zünü k o ru y a b ilir mi? İnsanın hem ku llu k­

bilincindeki b ir bozulm a sınırının anlatı­

tan kurtulm asını öne rm ek, hem de onu

mıdır. Bu anlamda insanın yabancılaşma­

bu süreçten kurta raca k eylemi ondan a-

sını, tinsei

yabancılaşmaya

indirgeyen

iıp dışlamak! Bu tu ta rsızlık b irç o k filo z o ­

Hegel felsefesinin o rta k özelliği de h e r­

fun o rta k yargısı olduğu için, bu durum

halde buradan tü re tilm iş tir. Oysa sorun

E. La B o e tie ’nin de b ir yargısıdır. N e ya­

böyle koyulduğunda, insan bilincini eği­

zık ki ondan yüzyıllar sonra yaşayan ve i-

tim le düzeltirsiniz, o zaman o to m a tik o-

dealist felsefede b ir d o ğ ru lu k bulmaya

larak her şey de düzelm iş o lu r! G e rç e k ­

çalışan b ir dizi filozofa da kaynaklık e t­

te burada insan aklı dahil insandaki bü­

meye devam e de r bu. E. La B o e tie ’nin

tün varoluş b içim le ri, insanın içinde ya­

bu yaklaşımından, e lb ette yeni b ir insan

şadığı to p lu m sistem inden bağımsızlaştı­

tanımını da çıkaramayız. Ç ünkü ona g ö ­

rılması anlamına gelir. Bu yaklaşım asla

re insan, doğasını y itirm iş olm akla b irlik ­

ik tid a r p erspe ktifli b ir eylem i öngörm ez.

te, hala özgü r b ir va rlıktır. O nun özgü r­

Söylediğim iz gibi bu klasik bütün felsefe­

lüğünün kanıtı, insanın bu yabancılaşma­

cilerin o rta k ve yanlış olan kuramsal b ir

163 —


— yol au’dan alabiliriz; “ En güçlü gücünü hak,

varoluşudur. İnsan doğasının bozulması E. La Boe-

boyun eğmeyi de ödev biçim ine sokm a­

tie için, zo ru n lu olarak, insan özgürlüğü

dıkça, hep egemen kalacak kadar güçlü

/e rin e kulluğu seçmesine yol açmıştır.

d eğ ild ir.” (J.J. Rousseau, 1982:17)

O na göre ku llu k etm e alışkanlığa d ön ü ­

T a rih te bütün egem enler, ik tid a rla rı­

şür, bu insanda b ir çeşit özgü rlü k biçim i­

nı sadece z o r üzerine kuramayacaklarını

ni alır. Yani ku llu k etm e aslında insanda­

b ild ikle ri için, h e r zaman m eşru b ir ze­

ki ö zgü rlü k biçim inin başka b ir tezahürü

m in

d e m e ktir. Böylece insan, iki ayrı öze /

Ç ünkü “ ...sistem, rıza göste rm e yi veya

a ram aktan

v a z g e çm e m işle rd ir.

doğaya sahip b ir variık o larak çıkar ka r­

onamayı m eşru kılarken, korkudan kay­

şımıza; ilki yozlaşan insan, İkincisi sade

naklanan to p lu m ve kişi davranışlarını,

ve doğal insan... Ancak bu sınıfların o rta ­

çeşitli ödevlerden doğan y ü k ü m lü lü k le r

ya çıkması ve b ir sistem olarak ö rg ü tle n ­

biçim ine

d ö n ü ş tü rle r”

diyen

Georges

mesi ile b irlik te , insanın doğal yapısı b o ­

Burdeau’yu haklı çıkarm ıştır. (A k t; E. La

zularak ye rin i yabancılaşmış insana, yani

Boetie, 1995: 99) Bu d urum un daha an­

yozlaşan insana bırakm ıştır.

laşılır b ir halini yine j. j. Rousseau’nun şu

Burada insanın doğasından hareket

sözünde bulabiliriz; “ İlk k ö le le ri köle ya­

eden ve E. La B o e tie ’den yaklaşık yüz yıl

pan kaba güçse, onları k ö le lik te tutan

sonra yaşamış ve ta rih in önem li filo z o f­

ko rka klıkla rı o lm u ş tu r” (j. j. Rousseau.

larından birisi olan Thom as H obbes da

1982:16)

( 15 8 8 -1679), -daha sonra b ir dizi filo z o f­

Aslında buradan J. J. Rousseau’nun

larda da görülebileceği gibi-, benzer gö­

ortaya koyduğu “ insanlar arası eşitsizli­

rüşlerini, siyasal kuram ın tem eli yapa­

ğin kaynağı” veya, “ to p lu m sözleşm esi”

caktır. Fakat H obbes, E. La B o etie ’den

gibi değişik kuramsal düşünceler, günü­

farklı olarak, insanın ikinci doğasının, in­

müz tartışm aları açısından son derece

sanın g erçek doğası olduğunda karar kıl­

önem taşır.

m ıştır. Siyasal bölünm enin esas nedeni­

İnsanlar arası eşitsizliğin kaynağı, d o ­

ni, insanın bu özgür iradesi nedeniyle

layısıyla insanın özü ile doğal hukuk ve

gerçekleştiğine inanır. O , Hegel’den ö n ­

to p lu m sözleşmesi gibi k r itik s o ru n la r­

ce ifade ettiği, gerçek özgürlüğün ancak

da, toplum sal h a re k e tle r açısından bü­

siyasal ik tid a r kurum una bağımlı olm ak­

yük b ir önem e sahip olan J. J. Rousseau,

la gerçekleşeceğini ileri sürm üştü. Yine

insan ve felsefe ilişkisi açısından ü z e rin ­

de devlet o lum lu müdahale ile bunları

den atlanamayacak kadar ö nem li b ir d ü ­

d ü z e lte b ilird i

şün adamıdır. Burada aynı kaygı ile kısa­

çünkü!

(Raym ond

Poii-

n in’den akt; E.La Boetie, 1995: 97-98)

ca bazı sonuçlar çıkarm aya çalışacağım.

Bağımlılığın ve yabancılaşmanın de­

J.J.R, her yurttaşın kendi özgürlüğünü

vam etm esi için, te k başına z o r veya şid­

sağlayabilmesi için, kendi varlığı ile ken­

d e t y e te rli g ö rü lm e m iş tir h içb ir zaman.

di iradesini, genelin iradesine bırakm ası­

Z o ria k ö le le ştirirsin , ama onun köleliği­

nı söyler. Ancak bü irade ve iste kle ri hü­

ni ebediyen sürdürem ezsin. Bu konuda

kü m e tlerde n ayırır. Rousseau burjuva

başka b ir değerlendirm eyi de J.J.Rousse-

düşünüş sınırları içinde kalmış olduğu i-


21. yüzyılda insan ve felsefe__ cin. oze m u k iy e tin kaldırılmasını (b e lir­

D em ek ki o, önce insanın m utlu lu ğ u ­

siz o larak ye r ye r vurgulamış olsa da) ta ­

nu ararken, günün insanın nasıl k ö tü lü k

savvur edemez. Burjuvazinin ik tid a r o lu ­

ve yozlaşma içine girdiğini b e tim liy o rd u .

soyut

Rousseau egemenliğin kaynağını halkta

söyle m le r açısından değerlendirm eye a-

şunun

yarattığı

eşitsizlik, ■onda

g ö rm ü ştü r. T arihin büyük filozoflardan

lınm ıştır. S ervetlerin eşitliğini ö n e rir, a-

birisi olan daha önce atıf yaptığım T.

ma o eşitsizliği var eden sistem so ru nu ­

Hobbes, insanın uygarlık öncesi halini

na yönelem ez. G ö ste rişle re karşı ka­

anlatırken “ insanın insana karşı k u rt o l­

nunlara başvurur ve b ir d evlet dini yara­

duğunu” yazmıştı. Sanıyorum bize de u-

tır. Yeni insan tanımı, hayalci b ir peda­

laşan “ insan insanın k u rd u d u r” deyim i­

gojik tanımı aşamaz. Böylece o da, dün­

nin kökeni buradan gelse gerek. Rousse­

yayı fik irle rin yö n e ttiğ in i, to p lu m u iyileş­

au ise H obbes’un bu tezine karşı çıka­

tirm e k için bireyi iyile ştirm e k g e re ktiğ i­

rak, insanların kend ile rin i seve seve b ir

ni düşünen 18. yüzyıl filozoflarının idea­

zorbanın

lizm ini aşamaz. Am a bunlar Roussea-

karşı çıkm ıştır. O na g öre bu insanların i-

u’nun önem ini asla gölgelemez. Ben de

radesine rağmen gerçekleşm iştir. Ancak

daha çok onun bu önem li yanları ü zerin­

yine

de durm aya çalışacağım.

benzetm esine

de

kollarına atılabileceği fik rin e

Rousseau, şu

H ob be s’un

şekilde

‘k u r t’

katılacağını

Kuşkusuz Rousseau, burjuva devrim -

söyler; uygarlık öncesi doğal hali için bu

lerinin fikirsel öncülerinden b irisidir. Bu

özdeyiş yanlıştır. Ancak bu to p lu m , yani

anlamda o, Fransız jakobenlerinin de ön­

b ir sistem içinde yaşayan insanlar için

cüsü sayılmıştır. D evrim in bütün öncüle­

d oğ ru du r,

rinin ellerinden düşürm edikleri eserler

H obbes’un bu tanımını önem li bulur.

insanın

m utsuzluğu

için

o,

Rousseau’nun eserle rid ir. V o lta ire ve di­

Rousseau’ya göre, doğal ve yabani

ğer büyük filozoflar, insanın kutsal b ir

durum daki insan eşitti. Daha o zaman

varlık olduğunu kanıtlamaya çalışırlarken,

ortaya çıkan dili, doğal durum unun b o ­

Rousseau, insanın kurtuluşunu ele alarak

zuluşu olarak betim le r. Hayvandan fa rk ­

bu filozofların soyut düşüncelerine mad­

lı olarak insanın dili kullanması, ye tkinle-

di b ir güç katmaya çalışmıştır. Bu anlam­

şe b ilirlik ve gelişeb iiirlik olanakları açı­

da Rousseau bize daha yakındır. Böylece

sından aslında eşitsizliğin de kaynakları­

Rousseau’nun konuşmaları yayınlandık­

dır. Balta girm em iş toprağın işler hale

tan sonra V o lta ire ’in kendisine yazdığı

getirilm esi b ir ilerlem eydi ona göre. A -

30 Ağustos 1755 ta rih li m ektubu önem ­

ma m ülkiyetin doğuşu ile b irlik te sefalet

lidir. M ektubun b ir yerinde V o lta ire şöy­

ve köleliğin o rtaya çıkması gerilem eyi i-

le der; “ Bizi yeniden hayvan yapmayı is­

fade eder. U ygarlıkta her yeni ilerlem e

tem ek için bunca zeka şimdiye kadar hiç

Rousseau’ya göre, aynı zamanda eşitsiz­

kullanılmamıştı; eserinizi okuyup b itirin ­

liği geliştiren b ir ile rle m e d ir. İlk amaç

ce insanın içinden d ö r t ayak üzerinde yü­

te rsin e işler bu toplu m la rd a. D e sp o t ya

rüm ek isteği g elir.” (Alet; J. J. Rousseau,

da egemen o to rite n in varlığı onun gü­

1986:39) Rousseau’nun karşı m ektubun­

cünden ileri gelir. “ O n u sadece güç ye­

da ise şu söyler; “ ben insanı vahşet hali­

rinde tu tu y o rd u , onu sadece güç d e virir,

ne yeniden g ötü rm e yi istem edim .”

böylece her şey doğal düzene g öre olup

165


__.yol b ite r” diye b e lirtir Rousseau söylevinde.

Eşitsizlik fik ri onu anlamanın tem elini

(J.J.R., 1986:50) “ Böylelikle, eşitsizlik b ir

v e rir bize. Sosyal eşitsizliğe karşı b ir

kez daha eşitliğe dönüşür, ama dilden

p ro te s to d u r onun yaşamı. Ç elişm eleri

yoksun ilkel insanın o eski doğal eşitsiz­

aşamayan, onun içinde bocalayan b ir kü­

liğine değil, toplum sal sözleşmenin yü k­

çük burjuvanın sözcüsüdür. Yine de o,

sek eşitliğine. Baskıcılar baskı altına alı­

eşitsizliğin nedenini özel m ülkiyetin o r ­

nırlar. Bu yadsımanın yadsınmasıdır” b i­

taya çıkışında görm esi ö n e m lid ir. Doğal

çim inde o rta k b ir y o ru m çıkarılır. (J.J.R.,

hukuk okulunun

1986:50) Aslında Rousseau’nun bu yak­

öncesi doğal hal” anlayışını gözden geçi­

öngördüğü

“ uygarlık

laşımı, b ir yerde M arksizm ’e yaklaşan b ir

rir. Hobbes dışında tü m d üşü n ü rle r o

m eta anlatımın ilk to hu m la rı gibidir. Ve

güne kadar, bütün ku ru m la n özel m ü lk i­

şaşırtıcı b ir benzerliğe sahiptir. Engels’in

yeti doğadan tü re tm iş le rd i. Oysa Rous-

b e lirttiğ i gibi Rousseau, I7 5 4 ’te Hegelci

seau tersine, bu süreci ta rih i b ir olay o-

b ir jargona sahip olmasa da, Hegel’in

larak inceler. Yani işin içine ta rih i katar.

doğuşundan 23 yıl önce o, çelişkiler d i­

A klı, insan tu tku la rını, k ü ltü rle ri vb. bu

yalektiğinin,

ta rih içinde ele alır. O na g öre burada

Logos

(deyi)

öğretisin in ,

T an rıbilim in , yadsımanın yadsınmasının derinden d erine ke m irilm iş bulunduğu­ nu

sö yle r.

(Engels’ten

akt:

J.J.R.,

1986:50)

ro l oynayan sosyal p o litik sebeplerdir. Rousseau eşitsizliğin kaynağını şu so­ ruyu gündem e g e tire re k g ö s te rir ve bu­ radan işe başlar; “ ...insanlar ke nd ile rin i

çelişmeli ve

tanımaya başlamazlarsa, insanlar arasın­

karşıt b ir doğaya dayandığının bilincin ­

daki eşitsizliğin kaynağı nasıl biline bilir? ”

Rousseau, ilerlem enin

dedir. O sınıfsal çelişm enin farkında b ir

(j.J.Rousseau, 1986:79) Bu tanım günü­

bilgisel konum a sahiptir. Am a buradan

m üz içinde önem li b ir ta nım d ır kuşku­

b ir ku rtu lu ş felsefesini çıkaramaz. Elbet­

suz. O na göre, sürekli değişikliğe uğra­

te

yan to p lu m u n bağrında, yiıie değişikliğe

doğanın

d iy a le k tik

b irliğ in in

keşfi

M a rx ’tan önce Rousseau’ya atfedilem ez.

uğrayan insan ruhu, tanınm ayacak kadar

Doğa ile insan birleşim inin yolunu M arx,

görünüşü d eğ iştirm iştir. Yani insan ru ­

sosyal em ek ve ü re tim ilişkilerinde bul­

hu, o zamana kadar deniz ve fırtınaların

m uştu. Rousseau ise doğa ile to p lu m a-

biçim sizleştirdiği b ir tanrıdan çok, yırtıcı

rasında ilişkiyi m etafizik b ir karşıtlık ile

b ir hayvana benzeyen G laucus’un hey­

analiz e tm iştir. M etafizik karşıtlıktan an­

keli gibidir. (Glaucus b ir deniz tanrısıdır.

laşılması gereken şudur; çelişkiler g ö rü ­

Platon insan ruhunu Glaucus ile karşılaş­

lür, ama onun çözüm üne ilişkin b ir tes­

tırm ıştır.) Bu durum a karşın Rousseau

p it bulunmaz. Ç özüm de hala egemen

şu yo ru m u yapar; “ A r tık onda, b e lirli ve

sistem içinde kalmaya devam eder. Yine

değişmez ilkelerle h areke t eden b ir va r­

de buna karşı M a rx ’in 24 O cak 1885 ta ­

lık yerine, Yaradan’ın damgasını vurduğu

rih li Schw eitzere m ektubunda Roussea-

o göksel ve g ö rk e m li sadelik yerine, dü ­

u için şunu söylem ekten çekinmez; “ R o­

şündüğünü sanan ancak tu tk u ile sayıkla­

usseau, iktida rla rla , g örün üşte bile uz­

ma arasındaki ç irk in çelişme b u lu n u r.”

laşmaya benzeyen her tü rlü anlaşmayı

(J.J.R., 1986:80)

re d d e tm iş ti.”

166

Rousseau’nun şu te sp iti çok öne m li-


21. yüzyılda insan ve felsefe__ dir. O , insanın ilerleyişini onu ilkellikten

d iya lektik b ir ile rle m e d ir. Ç ünkü o, ge­

ku rta raca k b ir gelişme ola ra k g ö rü r. A -

lişm ekte olan insanın ve insan aklının e-

ma daha önem lisi, insan yeni bilgiler e-

gem enliğini to p lu m içinde egemen kıl­

dindikçe, bilgi edinm e araçlarını da daha

mak arzusunu taşıyordu. Kanun yapma

ço k yo k e tm iş tir. Bu yo ru m günüm üz

düşüncesi de bu öz içinde anlam kaza­

sorunlarını

nır. Bu aydınlanma diyalektiğinin tip ik o-

incelem ekte

elim ize güçlü

m ate rya lle r de v e rir gibi g eliyor bana.

lan b ir yansımasıdır. A m a onun için d o ­

Ç ünkü doğa b ilim le rin de n to p lu m b ilim ­

ğal insanı tanımayan b irisinin yapacağı

lerine, oradan yeni te k n o lo jik gelişm ele­

kanun veya kanunlar, aslında boşluğa d ü ­

re kadar yeni buluşlar, özünde insan ya­

şen b ir su damlacığı gibidir. N ite k im o,

şamını kolaylaştıran b ir gelişme olsa bi­

D ijo n Akadem isi üyelerine d ö n e re k "bu

le, bu bilgisel gelişme insan m utluluğunu

eşitsizlik doğa kanünuna mı dayanır” so­

ve onun değ erler sistem ini kıran yeni b ir

rusu akademi üyelerinin canını sıkar ve

bilgisizliğe yol açmıştır. Bu bilginin kulla­

ödülden m ahrum b ırakılır Rousseau.

nılma biçim i (burjuvazinin elinde sü rd ü ­

Daha önce hemen hemen bütün kla­

rülen), insan m utluluğu ve özgürlüğü için

sik felsefeciler, insanın manevi hayatını

b ir incelem e ve öğrenm e sürecinden

akıl üzerine kurarak, bilgisiz halkı-cahil

koparak, insanı tanınmayan b ir varlığa ve

denilen baldırı çıplaklar-bunun dışında

ö zgü rlü k dürtüsünü yo k eden b ir karşı

b ırakıyorlardı. Nasıl olsa o n la r b ir şey

araca dönüşm esine yol açmıştır. Burada

anlamazdı! Oysa Rousseau böyle b ir an­

devrim ci felsefenin d önüştürücü gücü­

layışa karşı şu önem li cüm lesini söyleye­

nü, elim iz altındaki bilginin d önüştürücü

ce ktir; “ insanı insan yapmadan önce, o-

gücünün açığa çıkarılması için kaçınılmaz

nu b ir filo z o f yapm ak zo ru nlu lu ğu hiç

b ir yol olduğunu unutm am ak g e re k ir di­

y o k tu r.” (j.J.R., 1986:84) Aslında bu izah

ye düşünüyorum . Soyut bilginin so m u t

tarzından Rousseau’nun nasıl d e m o k ra ­

bilgiye dönüşüm ü ve bunun insan özgü r­

tik b ir k ü ltü re l öz taşıdığını çıkarm ak

lüğü için kullanılması, insan m erkezli b ir

m üm kündür. G e rçe kte n o, insana a it o-

felsefeye gereksinim duymasının kaçınıl­

lan kü ltü re l ö ze llikle rin , herhangi b ir ay­

maz yolu olarak tasavvur e dilebilir. Yani

rıma tabi tutulm adan bütün insanlara ait

bilgi felsefenin b ir parçası olması gibi,

o rta k duyarlılıklar olduğunu açıkça savu­

felsefede bilginin kullanılm a biçim ini açı­

nan b ir d e m o k ra tik özü g ö s te rir.

ğa çıkaran ve insanlığın hizm etine suna­

A kıl ve bilgi, b ir kez egem enlerin hiz­

cak b ir ro l ile tanım lam ak d e m e k tir bu.

m etine sokulmaya görsün, o zaman in­

Rousseau için doğal hukuk tanımı ö-

sanda var olan bu güç, başka insanların

nem lid ir. Ç ünkü doğal hukuk fik ri, özün­

ezilm esine ve ö z g ü rlü kle rin ortadan kal­

de insan doğasına ilişkin fik irle r b ü tü n ü ­

dırılmasına yol açmıştır. Oysa akıl ve b il­

dür. Rousseau buradan to p lu m bilim ine

gi,

ulaşır. O na g öre insanlar to p lu m u oluş­

mecrasında, insanı y o k eden bu baskı ve

tu ru rk e n , ço k az kişi bu to p lu m u n için­

söm ürüye karşı fonksiyonel* b ir özellik

de bilgisel kuram ı kullanm aktadır. Bu

taşır. A ncak

yaklaşım özünde Rousseau için önem li

bunlar insani k u ru m la r da o la bilir, ilk ba­

b ir ilerle m e anlamına gelir. Aslında bu

kışta “ kaypak kum yığınları üzerine ku-

nesnel varoluşun

oluşan

içinde

çeşitli

ve

doğal

ku ru m la r,

167 — :


__ yo l ru lm u ş”

b ir g ö rü n tü

içinde olduğunu

da açıklamıştır.

sö yle r Rousseau. Devamla b e lirtir; “ an­

M arx yabancılaşma kuram ını, b e lirtti­

cak bu yapının üzerine sinmiş to z ve

ğim iz gibi kapitalist rejim in belirle yici b ir

kum tem izlendikçe, yapının sarsılmaz te ­

niteliği olarak düşünm üştü. Ç ünkü bu

meli fa rk e d ilir.” (J.J.R., 1986:86)

rejim insanı, kendi emeğinin ortaya çı­

B ir yerde Rousseau ülkem iz sosyalist

kardığı bütün maddi ve manevi değer­

hareketi açısından hemen hemen hiç ö-

lerden m ahrum bırakm ıştı. Bu çözüm le­

nem senmem iş ve incelem e konusu dahi

me M a rx ’a emeğin ü re tken b ir etkinliği

yapılm am ıştır. Bu nedenie Rousseau a-

olarak, yani yaratıcı b ir p ra tik olarak ta ­

deta görülm em iş ve burjuvaziye te rk e-

rih in gelişmesi içindeki belirle yici rolünü

d ilm iştir. Bu kısa değerlendirm enin böy­

gösterm işti. Buradan üstat, yabancılaş­

le b ir yanı da olduğu a çıktır herhalde. Bu

ma kavramı ye rine (onu yo k saymadan),

anlamda J. J. Rousseau’nun bu fik irle ri

praksis düşünceyi,.yani üre tken e tk in lik ­ lerin toplam ı olarak insanın bu eylem ini

günüm üz açısından önem taşır. 9 . T o p lu m s a l d ö n ü ş ü m d e , p ra k s is fe ls e fe n in ö n e m i

buldu ve felsefesine y e rle ş tird i. O nun için önem li olan insan yaşamı ve bu yaşa­ mın tem eli olan em ekti. A ncak emek

Y ukarda anlatılan g örüşlerin tem el ö-

kendi öznesine yabancı kılınmıştı. İnsa­

zü, yani insanın dünden bugüne ve yarı­

nın bu düşürülm üşlüğünden k u rta rılm a ­

na giden serüvenin izdüşüm leri, asla so­

sı, yani kendine yabancılaştırılmış bu sü­

yu t b ir “ insancıllık” kuram ına indirgene­

reçlerden çıkması, ancak praksis b ir fe l­

mez ve bu kuram la açıklanamaz. Oysa

sefe ile, dolayısıyla onun p o litik varsa­

insanın yaşadığı serüven ve onun kırılm a

yım ları ile olanaklıydı. M a rx ’i is te r akra­

noktalarının nedeni, içinde yaşadığı ü re ­ tim sürecinin b ir sonucu ve bu ü re tim

nı ve önceli olsun, isterse sonraki çağla­ rın bütün filozo fları olsun, onlardan ayı­

sürecine yol veren kapitalist sistemin

ran en tem el nokta burasıydı.

yargıları ile oluşan egem enlik yapısının toplam

sonucudur.

İnsanın

ta rih i

Doğa ile b irlik te insanı da değişime

b ir

uğratacak tem el güç devrim ci m ücadele­

yerde ü re tim ta rih i ise, kapitalizm de o-

dir. Yani pratiğin bizzat kendisi. Bu fik ir

luşan e kon om ik, p o litik ve id e o lo jik ta ­

M a rx ’in tem el b ir fik riy d i. Feuerbach ile

rih ko nse ptle rin in toplam ı da, insanın in­

arasındaki anlaşmazlık da buradan çıkı­

san ola ra k nasıl b ir kırılgan yapıya sahip

yo rd u ortaya. Feuerbach toplum sal so­

olduğunu ve kendi varlığına karşı nasıi

runları, idealist b ir plana göre ta s a rlıy o r­

b ir o lum suzluklar sürecine yol açtığının

du. Böylece tarihsel m ateryalizm i, yani

ta rih in i de v e rir bize. Kuşkusuz bu süre­

ta rih in ortaya çıkardığı bütün süre çle ri i-

cin izah edilişi d iya lektik ve tarihsel ma­

dealizm çerçevesine te rk e diyord u. D o -

teryalizm in başarısı ile anlamlı kılınmış­

laysıyia soyut b ir “ insancıllık” olarak da

tır. Bu ö ngörü salt kuramsal b ir açıkla­

değerlendirebileceğim iz bu yaklaşım, ö-

maya dayanmaz, aynı şekilde o b ir eylem

zünde ütopyacı b ir yaklaşımdı. Büyük b ir

ve m ücadele felsefesi olmasıyla da an-

filo z o f olan Feuerbach, insanın yabancı­

lamlaşmıştır. Aslında bu görüşü M arx

laşmasını ne yazık ki dinsel yabancılaş­

başka b ir düzeyde praksis felsefe olarak

maya indirgem işti. Dolayısıyla yabancı-

__ 168


_______21. yüzyılda insan ve felsefe___ laşmanın gerçek nedeni ortadan kaybo­

lardan geçm iştir. Ö n ce insan varlığının

luyordu. Dinsel yabancılaşma onda, to p ­

özelliği, doğasının yalınlığı ile açıklanabi-

lumsal ilişkile r dışında düşünülen süreç­

lird i. Yani doğasal nesnellik denilen sü­

ler toplam ıydı. O na göre insan yabancı­

re ç le r olarak... G e re k bu insansal e tk in ­

laşması eğitim aracılığı ile tinsel yoldan

liğin kendisi, gerekse doğanın kendisi,

kaldırılabilirdi. Böylece Feuerbach dev­

yabancılaşmanın koşullarını o lu ş tu rm u ş ­

rim ci pratiği dışlamış oldu. M ateryalizm i

tu r. H egel’in de b e lirttiğ i gibi, insan ken­

ne d iya lektik olarak ne de tarihsel bağı i-

di kendini üreten b ir v a rlık tır. Bu nokta

le b irlik te düşünebildi. M a rx’ta ise, sade­

M arx için önem i olan b ir noktadır. Ç ü n ­

ce insan bilincinin dönüşüm ü ye te rli de­

kü kendi kendini üre ten insan, kendine

ğildir. H e r şeyden ö n ce insanların, özel­

ait olan değerleri ve insansal doğruları

likle işçi sınıfının, insanlıktan uzaklaşma­

da ü re te b ilir d e m e ktir. İnsan doğası, ta ­

sına neden olan kapitalist sistemin kaldı­

rihsel b ir olgu olarak ondan ayrı ve o n ­

rılması g erekiyo rd u. M arx bu nedenle

dan önce değildir. Dolayısıyla insan ken­

devrim ci eylemi ana eksene o tu rttu . Bu­

dini, kendi bu etkinliği içinde, yani tarih

radan haklı olarak, toplum sal bakımdan

içinde yaratır. D o ğ ru lu k, güzellik, sevgi,

ayrım laştırılam ayan (sınıfsal ayrım ola­

kısaca insana ait öz değ erler ta rih in b i­

rak) ve kendi iç dünyasında yaşayan b ir

re r ü rü n ü d ü rle r. N ite k im

varlık olarak düşünülen b ir tanımı re d ­

yazar; “ Tarih, insanın gerçek doğal ta ri­

d e tti ve Feuerbach’ın böyle b ir insan gö­

h id ir.” (M arx, 1976:253)

rüşünü yadsıdı.

G e rç e k te n

ta rih ,

insan

M arx şöyle

p ra tiğ in in

G e rçe kte n insan, belirli b ir sınıf aidi­

toplam ı ve doğal b ir sonucuydu. D ola yı­

yetine sahip ve yaşamı yine b e lirli e k o ­

sıyla insan te k başına maddeden so y u t­

n om ik ve toplum sal ilişkiler bütünü ta ­

lanmış tinsel b ir varlık değildi. O so m u t

rafından belirlenm iş toplum sal b ir va r­

ve üre tken b ir varlıktı özünde. A r tık in­

lıktır. Böylece insan toplum sal ilişkile r i-

san ile doğa arasındaki bu bağ, tin ile de­

çinde kendi varlığını g e rçekle ştirirken

ğil, üre tken eylem olan p ra tik ile ku ru la ­

yeni b ir ta rih i hareketin doğuşunu da

caktı. Buradan günüm üze doğru ile rle r­

buradan çıkarabiliriz ancak. M a rx’a göre

sek şu d eğ erlen dirm e leri yapmak erken

bu hareket, yabancılaşma sorununa yeni

d eğildir kanımca; kısaca yukarıda da izah

b ir b o yu t katm ıştır. İnsandaki bu yaban­

e tm iştim , ama b ir kez daha b e lirtm e k

cılaşma süreçlerinin kaldırılmasının esas

gerekirse; ta rih bugün zamanın sonsuz

yolu, z o ru n lu olarak to p lu m u n derin b ir

b ir sınırsızlığı içine göm ülen b ir öz taşı­

dönüşü m ü nü

yo r. Yani ta rih , bugün, zaman boşluğun­

g e re k tirir.

Bu

tü m ü yle

proletaryanın devrim ci hareketini, yani

da kapatılmış ve işlevsiz kalmış b ir tarih

praksizm i zo ru n lu kılm aktadır.

olarak karşımıza çıkıyo r adeta. Bu ile rle ­

İnsanın insanda oluşan yabancılaşma

me veya gerilem e diyalektiği içindeki ta ­

kökeni, ü re tim ve em ek sürecinin deği­

rih, adeta soğuk duş odasında titre y e n

şiminden ü re tilm iş tir. Bu nokta h içb ir fi­

b ir insanın ruh halini g ö s te rir gibidir. N e

lozofun

b iri diğerinin ne de ö te k i b ir başkasının

ulaşamadığı ve

kavrayamadığı

b ir noktadır. İşçi kendine yabancılaşma­

im gelerini okuya biliyo r.

sına varmadan önce, çeşitli ara aşama­

manlı havada okunan her m etin anlaşıl-

Buzlu ve du ­

169


— yol mazdır. Bugün biz bu anlaşılmazlığın nes­

günüm üz siyasal g e rçe kle rin i insan g e r­

nel o rta m ınd a varoluşum uzu tanım lam a­

çekliği ile buluşturan bağın o rta ya koyu-

ya çalışıyoruz. Ç ünkü her m etin veya

luş biçim ini g ö s te rir bize. Ve dönüşü­

göğe seslendiğim iz her ilke, bu ko şullar­

m ün yolunu... Bu düşüncenin özü şudur;

da yüreğin atan hızlı ritm i içinde o ku n ­

insan gerçekliği felsefi b ir g erçe klik ise,

maz veya görünm ez kalm aktadır. Anlam

bu gerçekliğin, p o litik g erçeklik içinde o-

anlamsızlığa b ü rü n m ü ştü r adeta.

luşması gereken bağının kurulm ası de­

Peki ama şim dinin bu zaman sınırsız­ lığında, insanlık için yazdığımız m e tin le ri

m e k tir. K u rtu lu ş yolunun reçetesi bu gizde saklıdır.

nasıl anlaşılır kılacağız? N e yazık ki bu

Elbette ne olduğu kapalı olan, anlaşıl­

koşullarda bize a it ke sin likle r zamanın a-

maz ve şekilsiz olan b ir ilerlem e m antı­

kışında kesinliksizlikler olarak okunmaya

ğı, yaşanmış ta rih in im biğinden ders çı­

devam e diyor. Ç ünkü bugün ke sin likle r

karamaz. Aydınlanm a

b elirsizleşm iştir. Daha doğrusu bize ait

rasyonel m od ernizm bugün için parça­

olan kesinlikler, zamanımız insanları açı­

lanmıştır. Buna b ir ye rd e e p iste m o lo jik

sından b ir kesinlik olarak o ku n m u yo r.

parçalanma da diyebiliriz. Bu parçalanma

diyalektiği

veya

Bu anlamda kesinlik kesinliksizliğe dön ü ­

insanlığı, suya düşeni yılana sarılmaya da­

şüyor. Körleşm e, ufuksuziuk, günübir-

vet e tm iş tir. A m a orada o yılan insanı da

likçilik, nem elazımcılık vs. vs... A m a bu

ze hirle yece ktir. Postla başlayan bütün

b ir ö ng örü değil, b ir kesinlik b elirtisi.

yargısal ku ra m la r bu iklim den doğm uş­

Kesin olanlar, ta rih in tü ne li içinde kay­ b o lu y o r çünkü.

tu r çünkü. Bu ise bizi göz gözü g ö rm e ­

Kuşkusuz bunlar doğru veya yanlış

yen karanlık b ir odaya hapsetm ek de­ m e ktir.

S ovyetler

mi

yıkıldı,

insanlar

b ire r tespit, b ir yargı, b ir düşünce anti-

kendi değerlerine mi sahip çıkm ıyor, iş­

n o m ile ri vs. olarak o kunabilir. Am a ö-

çi sınıfı rolünü oynayam ıyor mu vs... Bu­

nem li olan, bu süreçten nasıl çıkılacağına

na benzer çizilen h er olum suz tablo, bu

ilişkin olan ke sin likle r veya kesinliğe ya­

tarihsiz okunuşun içinden tü re tilm iş tir çünkü. Bu hem tarihsel m addecilikten

kın izdüşüm lerdir. Şahsen ben burada süre çle rin i,

kopuşun b ir sonucu hem de bu ilkelerin

M arx, Engels ve Lenin gibi düşünür ve

ve bu varoluşun kendisi içse lle ştirilm e ­

eylem adamlarının düşünce kurgusunda

miş b ir ta rih kırılmasının sonucunda o r ­

ve

taya çıkm ıştır. Böylece bu aralıktan Pier-

ta rih i

ve

tarihsel

yö n te m in d e

gelişim

bulunacağına

inanıyo­

rum . M arx, kendi düşünsel ve p ra tik

re N aville adlı Fransız k o m ü n ist m uhali­

kurgusunda b ir noktaya odaklanm ıştı;

fin dediği gibi “ kö tüm serliğin ö rg ü tle n ­

burjuvaziye olan sınıf kini ve bu sınıf kini

m e sin in ”

şam piyonluğu

y a ra tılm ış tır.

ile b irlik te bu kini bilim in suyunda yeni­

Böylece o rta k jargon kö tüm serliğin ö r ­

den ü re te re k iradi ve kararlı davranış

gütlenm esi ola ra k karşımıza çıkm ıştır.

çizgisinin izlenm esiydi. Kuşkusuz bu te k

Elbette bugün için bu tartışm adan çı­

başına y e te rli m idir? Elbette hayır. O za­

karacağımız önem li

man devreye, başka b ir deyişle siyasal

g ere kiyo r. G e rçe kte n 21. yüzyıl insanı­

sonuçların

olması

kavgamızın m erkezine devrim ci felsefe­

nın ta rih i ya da bu ta rih in özü, insan ta ­

nin oturm ası g ere kir. Ç ünkü bu sadece

rafından doğanın yıkımı ile b irlik te ken-

__ 170


_______ 21. yüzyılda insan ve felsefe___ dinin yıkım ının da ta rih id ir. D em ek ki

dişinin hareketine bağlıdır. T arihi olarak

günüm üz insanı hem

bunu kendisi başarm ıştır ve bundan son­

doğayı yıkm akla

hem de kendi kendini yıkm akla tanım la­

ra da kendisi başarmak zorundadır. Bus

nır olan nesnel b ir g ö rü n tü kazanmıştır.

anlamda p ro le ta rya başka b ir varlığa ba­

G e rçe kte n ü re tim in işler durum una ge­

ğımlı b ir sınıf değildir. Bizzat o kendisi­

lebilm esi için vazgeçilmez iki tem el öğe­

nin ü rü n ü d ü r ve kendi kendisinin eliyle

yi yüz yıl önce Engels g ö ste rm işti; bun­

ortadan kaldırılacaktır.

lardan ilki doğa, İkincisi de insandı. Ü re ­

Sınıfın bu evrensel ta rih i, yani b ir in­

tim in ta rih i insanın ta rih i, insanın ta rih i

san olarak işçinin, başka b ir deyişle em e­

de ü re tim in ta rih i ise, şim d ilik bu ta rih in

ği tarafından o lu ştu ru lm u ş olm asından i-

en te m e l ayağı olan ü re tim büyük o ra n ­

le ri gelen bu ta rih i, b e lirttiğ im iz gibi ken­

da insandan soyutlanm ış ve ona yabancı

di eylem inin doğal b ir sonucuydu. O hal­

b ir hale g e tirilm iş tir. Ü re tim doğayı tah­

de proletaryayı, b ir kez daha kendisi ta ­

rip etm eye devam etmiş, ama bu ü re tim

rafından o lu ştu ru lm u ş b ir sınıf olarak ta ­

aynı zamanda insanı da yo k eden süreç­

nımlamak m üm kündür. İşçi sınıfı kendi

leri yaratm ıştır. Ç ünkü ü re tim , kapitaliz­

yolunu çizerken, sınıf b ire yle rin in , yani

m in elinden çekip alınmadıkça bu b ir sü­

genel olarak insan to plu lu kların ın, dola­

re daha böyle devam edecek d em ektir.

yısıyla doğanın “ kuramsal ve p ra tik ba­

Bütün bu sürecin, yani insanın ve doğa­

kımdan d uyu lu r bilincinden yola çıkar.”

nın yıkımının m erkezinde duran ve insa­

(M a rx) O n un bilincinin oluşum süreci,

na aykırı olan bu kapitalist yapının var o-

gerçek yaşamın, doğanın ve insanın va­

luşu, 21. yüzyıl dünyasının kabusu gibi­

roluşundan tü re tilm iş tir çünkü.

dir. Bu b ir rüya değil, te rsin e insan yaşa­ mının varlığı içine o tu ra n k o rku n ç b ir gerçek va ro lu ştu r.

Bunun ayrıntılarını

yukarıda izah etm iştim . T e k ra r d ön m ü ­ y o ru m . A m a buradan oluşan bu barbar­ lık biçim inden nasıl çıkacağımıza ilişkin ipuçlarını yakalayabiliyoruz. Şimdi kısaca bunlara bakalım. 10.

F e ls e fe n in in s a n ın t e m e l i h a li­

n e g e liş i y a d a p r o le t a r y a n ı n b ilin ç s o ru n u

İnsanı en genelde hayvanlardan ayı­ ran ve onun özsel kim liğini açığa çıkaran onun bilinci ve e ylem idir. Am a yine de burada eylem (yani alet ü re te n e tk in lik ­ lerin toplam ı), bilinçten ö n c e d ir ve bilinç eylem in b ir sonucu olarak doğm uştur. Başka b ir deyişle insanı hayvandan ayı­ ran en tem el özne, düşünen b ir varlık olmasından önce, onun alet yapabilen b ir varlık olması ile a yrım laştırıla bilir o l­ masıdır. Jean B ru lle r V e rc o rs ’un dediği

P ro le ta rya so m u t b ir varlık ise, onun

gibi “ İnsan ayaklanıp başkaldırdığı gün in­

nesnel varoluşu b e lirli b ir noktadan son­

san olm aya başladı.” (J.B.V., 1998:13) Bu

ra, aynen insan / b irey ilişkisinde olduğu

özünde eylemin ve bilincin o rta k kesişe­

gibi, kendi kendisini kendi efendisi ola­

nidir. Bundan dolayı insan, diğer canlılar­

rak gördüğü veya kendisini egemen b ir

dan ayrı tü rse l b ir v a rlık tır. Ya da te rs in ­

yapı içinde örg ütle diğ i zaman, onun va r­

den söylersek, o b ir tü rs e l varlık olduğu

lığı kendisinin bağımsız varlığı haline d ö ­

için, bilinçli b ir v a rlık tır. Yabancılaşmış

nüşür. A r tık onun b ir sınıf olarak v a ro ­

emek,

luşu, başka dış e tm enlerden ziyade ken-

Ç ünkü yabancılaşma süreci, yukarıda da

bu

ilişkiyi

te rs in e

ç e v irm iş tir.

------------------------ T ------------------m -----


— yo l gördüğüm üz gibi,

düşünce

yapılarının

toplam ını insanda görm esinin esas nede­

kendi içindeki bozulmasına da yol açan

ni de burasıdır. Bu d e ğ erler toplam ının

nedendir. Kendi ile kendisi için, bilinçle

oluşum u ancak maddi varlığın anlaşılma­

kendinin bilinci veya nesne ile özne ara­

sı üzerinden ku ru la b ilir. Eğer bu düşün­

sındaki karşıtlığıdır yabancılaşmış b ir ya­

ce maddi varlıktan soyutlanırsa, o zaman

şam. Böylece bilinçli insanı, kendi özüne,

düşünce soyut b ir kurgusallığı ifade e-

kendi insani e tkin likle rin e yabancı kıl­

den b ir “ tin e ” dönüşür. Burada önem li

m ıştır. Salt varoluşun b ir aracı haline ge­

olan bu kurgusal düşünce yapısını, yani

tirm iş tir. Böylece insanın hayvan karşı­

işçinin kendi öz emeğinin bilincinde olan

sındaki üstünlüğü büyük oranda sınırlan­

yeni insanı ke şfetm e ktir. İnsanın kendi

dırılm ıştır. Bu tanım kuşku yo k ki insan

kendisi ile ilişkisi, tü rse l b ir varlık olarak

olan p ro le ta rya için de o rta k b ir söyle­

gerçek ve so m u t ilişkisi, insanın kendisi­

mi kapsar.

nin düşünce / bilinç güçlerini yaratm ası­

B ir insan olarak işçinin kim liğinin e-

na bağlıdır. Nasıl ki düşünce m addenin

rozyona uğratılması ve giderek insanda­

b ir ürünü ise, madde de düşüncenin a-

ki özsel güçlerin b ire r nesnesi haline ge­

çıklanmasının b ir ü rü nü dü r. Burada hem

tirile re k insan yapısının bozulması, bi­

b ir yandan düşüncenin (bütün b ilim le rin

reydeki bu yapının toplam olarak sahip-

o rta k yargısı olarak) b ir açıklanması ve i-

lenilm esi, en başta düşünce ve bilinç ya­

fadesini b ulabiliriz hem de insana a it o r ­

pısında anlaşılması g erekir. Bu anlamda

tak değerlerin (k ü ltü rd e n sanata kadar)

önce onun soyutlam a içinde kavranıla­

sahiplenilmesini ve kendine mal edişini

rak sahiplenilmesi gerekir. M eta veya

çıkarırız. Bunun kaçınılmaz te k yolunu

nesne haline gelen işçinin (insanın), bu

M arx, insanın k o le k tif eylem inde g ö r­

nesnel dünyanın içinde kendine ait olan

m üştür. İnsanlığın bu k o le k tif eylemi o l­

insani özü bulup çıkarmasının yolu, insa­

madan bu ikili ayak, insanlığın hâzinesine

nın tarihsel eylem inden, dolayısıyla dev­

aktarılamaz. D em ek ki kaçınılmaz yol,

rim ci m ücadelenin yolundan başka b ir

insanlığın bilinçli k o le k tif eylem inden ge­

seçenek ile başarılamaz. Elbette bu ey­

çecek olm asıdır. O n u burada yeniden

lem m utla k olarak b ir düşünce sistemi i-

te kra rla m a k zorunda kalışımızın sebebi

çinde şekillenm ek zorundadır. Yani pra­

de budur.

tik ç i insanın devrim ci b ir felsefi tem eli,

O halde insanın bu .k o le k tif h a re k e ti­

dolayısıyla b ir id e o lo jik yapısı olmadan

nin ortaya çıkış tem eli, onun varlığının

bütün bunları başarması olası değildir.

tem el bağı olan emeğin, dışsal b ir güç o-

G erçe kte n bu hareket M a rx’ın da dedi­

lan serm ayenin elinden kurtarılm asına

ği gibi “ so m u t ve d uyu lu r b ir gerçeklik

bağlı olduğu y e terince kanıtlanm ıştır. A -

olarak, b ir düşünce ham uru içinde ger­

ma bu ne kadar doğru ise, bundan k u r­

çekleşmeden

Bu an­

tulm ak da aynı şekilde kendi varlığına

lamda M a rx ’ın, felsefeyi insanın tem eli

yabancılaştırılmış ü re tim sürecinin için ­

gerçekleşem ez.”

haline getirm esinin nedeni de budur.

deki e tk in lik le ri ile doğrulanm ış olacağı­

D em ek ki insanın değerler sistemi o-

dır. Başka b ir deyişle, em ek kendine ya­

larak onun özsel yapısı, M a rx’ın ifadesi i-

bancılaşmış ü re tim , dolayısıyla onun b ir

le düşünce, dil, m oral ve ta rih i değerler

nesnesi olan insan, b ir yerde kendi ö-

__ 172


21. yüzyılda insan ve felsefe__ zünden kopartıldığı süreç içinde yarata­

sahiptir. O halde insanlar arası iliş k ile r­

ca ktır kendi kendini. Böyiece kendi ken­

deki bozulm anın ortadan kaldırılması ve

dini yeniden

yaratmasının olanaklarını

burada bulacaktır.

O nun

için

emeğin

insana ait tem el değerlerin yeniden ege­ men olması, doğrudan doğruya bu nes­

Hegel felsefesinde olduğu gibi sadece o-

nel dolayımın, başka b ir deyişle kapitalist

lum lu yanını görm ez M arx. Ç ünkü H e ­

yasaların ortadan kaldırılmasına bağlıdır.

gel, sadece düşüncenin soyut emeğini

Ç ünkü değerlerin yitim i, bu ilişkilerin

g ö rm ü ştü r. G e rçe kte o, emeğin özünü

nesnelliği içinden çıkm ıştır.

yabancılaşmanın soyut bilim i olarak kav­

Burada belki üçüncü b ir belirlem e

ramıştı. Bilim in H egel’de mutlaklaşması-

daha yapabiliriz; bu da insanın manevi

nın sebebi de burasıdır.

değerlerinin toplam ı olan insana ait o r ­

Kuşkusuz insanı sadece fiziki anlam ­

ta k değerlerin nesn ellikle rid ir. İnsan salt

da b ir nesne olarak g ö rm e k yanlıştır.

b ir fiziki varlık değil, aynı zamanda dü ­

Başka b ir deyişle insanı b ir nesne olarak

şünceleri,

düşünürsek, onu sadece nesnenin nesne

va rlıktır. İnsan düşünce ve duyguları ile

ile ilişkisi olarak ele almak, onun yaban­

b ir varlık olarak, aslında kendi kendisinin

cılaşmasının da ilişkisidir aslında. Bu du­

de b ir nesnesidir. Böyiece M arx, “ tu tk u ­

rum insanın özüne, dolayısıyla insanın

ları” olan b ir varlık olarak insanı, bilim in

bilincine de te rs olan b ir ilişkidir.

içine de sokmasının sebebi budur. O ne­

duyguları

olan

k ü ltü re l

b ir

İnsan özünün açığa çıkarılması, ya­

denle tu tk u la rı olan bu varlık, aynı za­

bancılaşmanın sadece düşüncede o rta ­

manda acı çeken de b ir v a rlıktır. O nun

dan kaldırılması söylem i ile sınırlandırıla­

kökeninde acı, sevinç vs. gibi tu tk u la r da

maz. Bu anlamda yabancılaşma yalnızca

vardır. Kendi tü rü n e a it b ir va rlık o lm a­

düşüncede kaldırılamaz. Ö n em li olan bu

sının sırrı bu noktada aranm alıdır. Feu­

düşüncelerin oluştuğu koşulları ortadan

erbach bu varlığı tanım larken şu söyle

kaldırm aktır. O nun için M arx ikinci ne­

der; “ Duygusuz b ir varlık, varlıksız b ir

deni bunun için ko ym u ştur. İkinci olan

v a rlık tır.” (A k t. M arx, 1976:253) Aslında

bu neden söylediğim iz gibi, geniş anlam­

sorunun özü, bu cüm lenin içinde saklıdır

da bu nesnelliğin ortadan kaldırılması

ve bu dahice b ir açıklama anlamına gelir.

g e re ktiğ id ir. Elbette burada anlaşılması

Ö yleyse

d iy o r

M arx, "n e

insansal

gereken nesnellik, insanı d ö r t b ir yandan

nesneler, kend ile rin i araçsız ola ra k sun­

saran ve onu m od ern köleliğe m ahkum

dukları b içim le ri ile doğal nesnelerdir,

eden, özel m ülkiyete dayanan kapitaliz­

ne de insansal duyu, araçsız olarak, nes­

min nesnelliğidir. Bunu kısaca yukarıda

nel olarak olduğu biçim i ile insansal d u ­

ird ele m iştik.

yarlılık, insansal n e s n e llik tir.” (aynı y e r­

Kapitalizm e ait.yasalar (ki bu yasalar ü re tim

ilişkilerinin

de)

nesnel yasalarıdır),

Aslında bozulm a veya şeyleşme ded i­

insan ilişkilerinin yapısını doğrudan -be­

ğim iz bu süreç, insanm nesnelliğinde bu­

lirleyen b ir öze sahiptir. Ç ünkü bu nes­

lunan sü re çtir. Yani o insanın varlığında

nel yasalar, insanlar arası ilişkilerin doğ­

som utlaşır. O halde bu süreç, insanm ö-

rudan doğruya belirlendiği b ir konum a

züne aykırı b ir varoluşsa, b ir şekilde in­

------------------------------------------- 1 7 3 ----


— y o l-------------------------------------------sanın bundan kurtulm ası g erekir. Kuşku­

ka ld ırm a

suz bu bozulm a önce insanın bilincinde

M arksizm de şu te s p it ö n e m lid ir; bilgi,

k u d re tin e

sahip

d e m e k tir.

o rta ya çıkar. Buna bilincin yabancılaşma­

b ir nesne ile ilişkili olarak ortaya çıktığı­

sı da diyebiliriz. Elbette bunun sadece o-

na göre, sadece kendine yabancılaşan,

lum suz yanı y o k tu r, b ir de onun olum lu

dolayısıyla kendisini nesne ola ra k gören

bilinç

bilgiselliğinin de farkına varan varlık de­

veya düşünce, sadece insanın kendisi ta ­

m e ktir. İşte bu kendisinin bilinci ile ken-

rafından b e lirle n ir. E le ktrikte ki artı eksi

. dişi için bilinç arasındaki amansız kavga­

kutupları gibi, olum suzluk aynı zamanda

sının da doğum u d e m e k tir. Yani insanın

yanından

bahsedebiliriz.

Ç ünkü

olum luluğun da b ilincid ir. Kendi b ilinci­

içinde hem o lum lu hem olum suz olan

nin yine kendi varlığına yabancılaşması,

h er iki varlığı b irlik te taşır. Bu aslında

onun ortadan kaldırılmasının da bilincini

daha önce de göste rd iğim iz gibi M a rx ’in

yaratır. “ Ö yleyse nesne b ir olum suzdur.

b e lirttiğ i “ kendi ö te k i varlığı içinde ken­

Kendi kendini kaldıran şeydir, b ir hiçlik­

di ö te ki varlığı” d em ektir. Eğer arayışı­

tir. Nesnenin bu hiçliğinin bilinç için sa­

mız gerçek insanı bulm ak olacaksa, bu

dece olum suz b ir anlamı değil, ama o-

insanın varoluşunun ipuçlarını, insanı in­

lum lu b ir anlamı da vardır. Ç ünkü nes­

san yapan değ erler olan düşünsel ve

nenin hiçliği, onun nesnel olmayışının,

p ra tik varoluşun kendisinde bulabiliriz.

kendi soyutlamasının kendi kendini doğ­

Ç ünkü “ gerçek insansal varoluş, felsefi

rulamasının ta kendisidir. Bilincin kendi­

v a ro lu ş tu r” diyen M a rx ’in bu sözündeki

si için, nesnenin hiçliğinin olum lu b ir an­

yaratıcı sırrı da burada bulmuş o lu ru z

lamı vardır, çünkü o bu hiçliği, nesnel

böylece. Yadsımanın yadsıması ile bu ya­

varlığı, kendi kendinin yabancılaşması o-

bancılaşma sürecinden k u rtu lm a k m ü m ­

larak b ilir, çünkü o bu nesnel varlığın an­

kün ise, asla düşünsel felsefi yanımızı,

cak bu kendinin yabancılaşması aracılı­

özne olan varlığımızdan ayıramayız. O

ğıyla

v a ro ld u ğ u n u

b ilir .”

(M a rx,

1 9 7 6 :2 5 4 )

nedenle M a rx ’in şu tanımının önem i da­ ha da iyi anlaşılır şimdi; “ ...eğer insan

Bu anlamda bilgi, insan varoluşunun

yoksa, onun özünün b e lirtis i de insansal

en tem el e ylem idir. G e rçe kte n bilinç,

olamaz. Ö yleyse düşünce de a rtık göz­

herhangi b ir şeyi bu bilgi nesnesi ile bi­

lerle, kulaklarla vb. donatılm ış, to p lu m ,

lir, ö ğren ir. O n un te k nesnel davranışı­

dünya ve doğa içinde yaşayan insansal ve

d ır bu. Bu anlamda bilinç, şeyleşen nes­

doğal b ir özne olarak insan özünün be­

ne ile b irlik te va ro lu r. İnsanın kendi ken­

lirtis i biçim inde tasarlanamaz.”

disine olan yabancılaşma olgusunu b il­

19 7 6 :2 6 4 )

(M arx,

mesi d e m e ktir. O halde M arksizm bize şunu söyler; kendi kendini bilen ve tanı­

M ateryalist ta rih görüşünün tem el ö-

yan va rlık olarak insan, bilgiyi elde eden

nerm e lerind en birisi şudur; insanın ken­

b ir varlık ise, bu varlık, kendi varlığında

dini yeniden yaratması sürecinin kaçınıl­

o rta ya çıkan bozulm a veya şeyleşme de­

maz yolunun, sınıf savaşımı yolu old uğ u ­

diğim iz süre çle ri de bilebilen b ir varlık

na ilişkin te s p ittir. Kuşkusuz sınıf savaşı­

anlamına gelir. O halde bu varlık, kendi­

mı, yukarda bahsettiğim iz insanın kendi

sinde olan bu şeyleşmeyi de ortadan

insanlık değerlerine kavuşmasının ve o ­

__ 174


21. yüzyılda insan ve felsefe__ nu kazanmasının te m e li olan k o le k tif ha­

m u t insan yerine, düşünemeyen ve eyle­

re ke tin in özsel b ir ifadesi ve açıklanması

me geçemeyen soyut b ir insan tezahür

d e m e ktir. G e rçe kte sınıf savaşımı, bu

e der o lm u ştu r.

anlamda te k başına p o litik e rkin soyut

süreci daha da d erin leşm iştir. Bu anlam ­

b ir

da “ id e o lo jik yabancılaşma”

el değiştirm esi olarak okunamaz.

Daha önem lisi yeni insanı yaratm anın seçeneksiz te k yol olduğudur. O halde p o litik eylem, insanın tem e li olması ge­ reken bu felsefeden çıkar veya çıkması g erekir. Politika bu devrim ci felsefenin içine yerleşm eli ve kaynağını oradan al­ m alıdır. İnsan p ra tik / eylem ci b ir varlık olduğu kadar, kuramsal / kü ltü re l b ir v a rlık tır da. Bu d urum insanın id e o lo jik yapılarının kurulm ası anlamına da gelir. Düşünce, din, hukuk, felsefe, sanat, bilim vs. bütün bu olgusal oluşum lar, insanın ü re tim in in b ir so nu cud ur çünkü. Yani t i­ kel ü re tim in özel b içim le ri olarak... Ö zel m ülkiyetin sonucu olan insan­ daki yabancılaşma süreci, bu yabancılaş­ manın düşünsel yansıması olan din felse­ fesi, söm ürülen em ekçi kitle le rin ü zerin ­ deki en. büyük yabancılaştırma id e o lo ji­ lerden b irisid ir. Genel olarak bu ku llu k ve bağımlılık ide o lo jisid ir. Tanrıyı kulluğa ekleyerek, kulluğu tanrısal b ir irade ola­ rak o rta ya koyarak, yoksul emekçi k itle ­ leri düzene bağlayan ve egem enliklerini daha kolayca sürd üren id e o lo jik b ir işle­ ve b ü rü n d ü rü lm ü ştü r. Toplum sal yaban­ cılaşmada dinin böyle b ir özel ro lü va r­ dır. Dinsel yabancılaşma ile toplum sal

Böylece

yabancılaşma dediğim iz

sürecin önem i burada ortaya çıkar. Oysa k ü ltü r, sanat veya bilim sel çalış­ malar, dinin te rsin e insansal varlığın g e r­ çekleşmesinin önem li araçları olarak b ir işlev g ö rm ü ş tü r genellikle. Ç ünkü din in­ sanın yadsınması iken, sanat, k ü ltü r veya bilimsel çalışmalar, insanlaşma s ü re ç le ri­ nin önünü açan ve böylece insansal ha­ re ke tin ta rih in in de önünü açan sü re çle r toplam ıdır. Emek aracılığı ile doğanın olum lu dönüşüm sorununu, haklı olarak M arx tarafından, doğa b ilim le ri ile insan­ sal b ilim le r arasındaki sıkı bağının göste­ rilm esinin sebebi budur. G e re k M arx gerekse Feuerbach, doğanın tü m b ilim ­ lerin tem eli olduğu tezi, bu süreçte da­ ha iyi anlaşılır o lm u ş tu r. “ Ç ü n k ü ” der M arx, “ doğa, insan için gerçek doğadır.” Sanayi ta rih i dışında düşünülen bütün açıklamalar, g erçek bilim in inşa e dilm e ­ sinin engeli o lm u ş tu r her zaman. B u rju ­ vazi bilim i, sürekli olarak doğa b ilim le ri­ ni insan b ilim le rin de n ayırarak ondan soyutlam ıştır. Bunun sebebi sanayinin olum lu yanını olum suz yana çe virm esin ­ den kaynaklanmış olduğu içindir. Bu an­ lamda sanayi dediğim iz zaman, salt kapi­

yabancılaşma arasında derin b ir işbirliği

ta list sanayileşme anlaşılamaz. Bu bilinçli

vardır. Sefalet, işsizlik, açlık vs. tanrısal

b ir te rc ih tir. N e yazık ki, bizim kuşakla­

b ir irade olarak karşımıza çıkarılır. T an­

rım ız bu sorunu hêp kapitalist sanayileş­

rıya koşulsuz boyun eğme, egemen ik ti­

me ile özdeş g ö rm e le rin d e n kaynakla­

dara koşulsuz boyun eğmeyi yaratm ıştır.

nan yanlış b ir bilinç kırılması ile karşı

G e len ekler veya dinler, sö m ü rü len le re

karşıya g elm iştir.

özel m ü lkiye t sistem ine saygıyı, hukuk i-

G e rçe kte insanın doğa bilim le rin de n,

se burjuva düzene bağımlılığı aşılamıştır.

doğanın da insansal b ilim le rd en ayrı d ü ­

Böylece düşünen ve eyleme geçen so­

şünülmesi m üm kün değildir. Bu anlamda 175


__ y o l-------------------------— ------------------------ne doğanın insansa! özü, ne de insanın

kisini, özgü rlü k ile z o ru n lu lu k bağını, dü­

doğal özü b irb irin d e n ayrılamaz. Eğer bu

şünce ile va rlık ilişkisinin çözüm le rin i

bağ iyi kurgulanamazsa, o zaman doğal

buradaki o rta k b ir bilim m eto du ile bu­

b ilim le r idealist yorum dan kolay kolay

labiliriz. Bu sorunların, to p lu m ile ilişki­

kurtulam az ve insansal bilim in tem e li ha­

ler içinde çözüm lenecek olduğunu asla

line gelemez. Oysa yaşamın b ilim lerden

unutm am ak g erekir. Bu çelişkinin çözü­

ayrı bağımsız b ir te m e li y o k tu r aslında.

m ünde M a rx ’in şu öngörüsü yol g ö s te r­

İşte küresel kapitalizm

dönem inde

bütün bilimsel açıklamalar, üstelik doğa b ilim le ri de dahil, bu idealist ta rih y o ru ­ m unun sonucu olarak, insansal varlığın o lum lu öğesini y itirm e aşamasına g e tir­ m iş tir insanlığı. N e doğa insansal özü açıklar ne de insanın kendi doğal özüne dönüşüm ünü sağlar. Bütün doğal b ilim ­ ler, kapitalist m erkezle rd e insandan, onun so m u t yaşamından ko pu k ezberlere d ö n ü ştü rü lm ü ştü r.

Dolayısıyla insansal

m ekte dir; “ Bu kom ünizm , doğanın in­ sanlaşmasının ve insanın somutlaşması, ‘doğallaşmasının’ dop do lu gerçekleşmesi olarak, insanı doğadan ve kendi varlığın­ dan ayıran karşıtlığın g erçek çözüm ü, varoluş ile öz arasındaki, insan g ü çle ri­ nin somutlaşması ile insan varlığının g e r­ çekleşmesi arasındaki, özgürlük ile z o ­ ru n lu lu k arasındaki, b irey ile tü r arasın­ daki

çe lişkinin

g e rç e k

ç ö z ü m ü d ü r.”

(M arx, 1976:369)

b ilim le r de aynı şekilde, insan tarafından

İnsanın kendi öz değerlerine sahip

d ön üştü rülen doğanın insan eylem inin

çıkması, özünde tarihsel b ir h areke t an­

te m e lin i oluşturm ası gerekirken, te rsi

lamına gelir. Aslında bu h areke t zo ru nlu

b ir süreç ile karşı karşıya gelinm iştir.

olarak bütün Tanrısal yaratılış kuram la­

G e rçe kte n doğa, insan eliyle yıkılırken bu her iki bilimsel çabalar, sonuçta insa­ nı da doğayı yıkan e tk in lik le re dönüşür

rının yadsınması d e m e ktir. Yani b ir dizi hurafelerle d oldu rulm u ş b ir ta rih açıkla­ ması olarak... G e rçe kte insanın kendini yeniden yaratm a sürecinin ta rih i, kendi­

o lm uştur.

ni var edişinin bilinçli b ir ta rih id ir de. B ilim le r

m eselesinde

düşünülm esi

gereken en tem el noktayı M arx şöyle öz e tle m iştir; “ İnsanal ta rih , doğa ta rih in in bütünleyici parçasıdır. Doğanın insanlaş­ masının ta rih id ir. Bundan ö tü rü , doğa b ilim le ri daha sonra, tıpkı insansal b ilim ­ lerin doğa b ilim le ri b ir araya toplayacak­

Ç ünkü maddeden düşünceyi çekip a ta r­ sanız, bu maddenin kendine özgü g e r­ çekliğinin y itim i anlamına da gelir. G e r­ çekten M arx, insanın kendini yeniden yaratm a eylem ini, ta rih in b ir

çözüm lenm esi

oluşum unun

olarak gösterm işti.

İnsanın yabancılaşmasına yol açan süreç­

ları gibi, insan b ilim le rin i b ir araya to p la ­

lerinin, aslında ta rih öncesi b ir dönem

yacaklardır. Ö yle ki a rtık sadece b ir te k

olduğunu, buradan z o ru n lu o larak insa­

bilim o la ca ktır.” (M arx, ¡976:368)

nın insanlaşmasının yeni b ir ta rih i d ö n e ­

Eğer bu soruna böyle b ir öngörü

m ine geçeceğinin ipuçlarını da bulabili­

doğrultusunda yaklaşabilirsek, öyle sanı­

y o ru z doğal olarak. Bunun kaçınılmaz

y o ru m

yolunun, özel m ü lk iy e t sistem ine o turan

ki b ir dizi sorunun çözüm üne

katkı sağlamış oluruz. Z ira insanın v a ro ­

kapitalizm in ortadan kaldırılması o ld u ­

luşu ile onun özünü, özne ile nesne iliş­

ğunu, daha bilimsel v e rile rle anlamış da

__ 176


21. yüzyılda insan ve felsefe__ o lu y o ru z doğal olarak. Elbette ta rih ö n ­

taryanın olgu haline gelen b ilin c i” nden

cesi dönem in b ir sistemi olan kapitaliz­

bahseder. (Lukacs, 1998:283) Lukacs bu

m in ortadan kaldırılması, yeni dönem in

sorunu, M a rx ’ın düşüncesine dayandırır-.

başlayacağı b ir dönem in göstergesi de

Ve bunu, kapitalist yapinın içindeki çeliş­

olm aktadır. Dolayısıyla bu asla tarihin

ki sorununa yeni b ir öğe katması anlamı­

sonu anlamına gelmez, tersine insan ev­

na geldiğini söyler. Ve devamla Lukacs

rim inin belirli b ir aşamasında insanın ye­

şöyle der; “ Bilinç burada kendi karşısın­

niden b ir ta rih yazması anlamına gelir.

daki

İnsanın insanlaştığı ta rih tir bu.

nesnenin kendisinin kendine yö ne lik bi­

nesneye

yö n e lik

bilinç

olm ayıp,

Yeniden p roletaryanın sınıf b ilinci so­

linci olduğundan, bilinçlenm e edim i bi­

rununa dönersek, proletaryanın sınıf bi­

lincin nesnesine özgü nesnelliğin b iç im i­

linci, d iya lektik b ir b ilin çtir. A ncak bu d i­

ni a ltüst e d e r.” ( Lukacs, 1998:283)

yalektiğin özü, sınıf h areketinin ta rih se l­

Bu nokta p roletaryanın sınıf m ücade­

liğinden çıkar. Ç ünkü bu bilinç, tarihsel

lesi açısından

zorunluluğun b ir ürü nü dü r. Bugün bu

p roletaryanın ' bilinci,

ta rih se llik ile onun zo ru n lu b ir sonucu

h areke t biçim i, kendi karşısındaki nesne

olan sınıf bilinci arasında önem li b ir kırıl­

olan kapitalist yapılara ve onun yasaları­

ma yaşadığını teslim etm em iz gerekir.

na karşı olm aktan çıkarak, m etanın ‘ken­

G e rçe kte n bugün pro le ta rya , kendi sınıf

disine yö ne lik b ilin c i’ ola ra k çıkm ıştır.

k r itik

noktadır.

Ç ünkü

dolayısıyla

onun

bilincini p ra tikle ştirile n b ir sürece intikal

Lukacs bu bilinç sürecini, kapitalist yapı­

e ttire m iy o r. O nun

içinde işleyem iyor.

nın ‘çe kird e k b ilin c i’ olarak açıklar. Böy-

Geçişin referansları dağılmıştır. O n u dön üş tü re m iyo r. Z aten dönüştürm üş o l­

ve ona aykırı olarak burjuva bilincin esi­

saydı, tarihsel sürecin ortaya çıkardığı

ri ve kölesi o larak çıkar karşımıza. G ü ­

yıkıntıları ve k riz le ri (bu krizin b ir boyu­

nüm üzde sınıf bilinci ile nesne olarak sı­

lece işçinin kendisi, varoluşunun dışında

tu da insanın kendisinin k riz içinde o lu ­

nıfın kendisi arasındaki kırılgan bu ilişki

şudur), b ir şekilde çözm üş o lu rd u . Oysa

biçim i, bütün p o litik tasarım ve eylem le­

bugün bu krizin d e rin le şiyo r oluşunun

ri de b ir yerde a ltüst etm iş ve bu d urum

b ir nedeni de, p roletaryanın sınıf bilinci­

burjuva m anipülasyonunu daha açık hale g e tirm iş tir. A ncak yine de ta rih kanıtla­

ni, p ra tik içinde işleyememesi ve hare­ keti bu d oğ ru ltud a dizayn edem em esi­

m ıştır ki, işçi sınıfı, bunu kendi karşısın­

dir. Ç ünkü esas özne olan sınıfın kendi­

daki yapıya yöneldiği noktada veya doğ­

si, em ek dölayımınm yıkıcı ka ra kte ri ne­

rudan onu aştığı b ir aşamada, zo ra ma­

deniyle kriz içinde bulunm aktadır.

ruz kalır ve sınıf m ücadelesinin tem el

Bilinç, tarihsel zorunluluğun b ir so­

sorunu olan devrim ci z o r bu şekilde

nucu olarak o rta ya çıkm ıştır. Tarihsel

gündeme gelir. Y e ri gelmişken z o r üze­

pratiğin bütün deneyim sel sonuçlarını,

rine kısa b ir belirle m e yapm ak g erekir.

bilginin kendisinden ayırm ak olası değil­

G ünüm üzün modası olan, liberal so­

dir. Dolayısıyla sınıfa özgü bilinç de biz­

lun da içinde ye r aldığı “ her tü rd e n şid­

zat p ro le ta rya tarafından üstlenilm iş b ir

dete karşı” o lm ak söylem i, kapitalist z o ­

sü re çle r toplam ı olm ak zorundadır. D o ­

ru masum gösterm eye m atu f b ir bilince

ğalı budur. G. Lukacs b ir yerde “ p ro le ­

yol açmıştır. Bu sorun başlıca ele alın­

177 ----


__ y o l_____________________________ ması gereken b ir sorun olsa bile, geçer­

recesine bağlıdır. Kuşkusuz ki verilen bu

ken b e lirte lim ki, z o r ’un tem el kaynağı,

dolayımsızlığı aşmanın imkanı, yani b ilin ­

yine zo ra dayanan kapitalizm in bizzat

cin kendi kapsam ve derinliği ta rih in b ir

kendisidir. Z o r ’un özü kapitalist ü re tim

ürü nü dü r. Ve tarihsel p e rs p e k tifte ula­

ilişkilerind e so m u t o larak gözlen ir ve

şılması m üm kün böyle b ir d o ru k , d o ğ ru ­

kaynağını buradan alır. Ç ünkü m eta iliş­ kilerin in tem eli, çalışma süresine b ir sı­

dan verilm iş veya dolayımsız şeylerin (ve

nır koymayı em retm ez. İşçi sınırsız ola­

lerlem e çizgisi üzerinde ye r almaz; tam

bunların ‘yasalarının’) düz doğrusal b ir i-

rak alabildiğine çalıştırılm ak istenir. Ka­

te rsin e böyle b ir doruğa, to p lu m u n bü­

p italist m üm kün oldukça iş zamanını a r­

tününe ancak b irtakım dolayım larla yö-

tırm a eğilim i taşır. A m a yine de metanın

nelebilen bilincin yoluyla, tarihsel geliş­

pazarda alıcı bulmasında b ir sınırlama

m enin d iya lektik eğilim lerinin gerçekleş­

o rtaya çıkar. İşçi de, iş gününü b e lirli b ir

tirm e n iyet ve özlem iyle ulaşılabilir. A y ­

zaman sınırında tu tm a k is te r ve buna d i­

rıca dolayım lar serisini gerçekliğe seyir­

ren ir. Karşılıklı b ir d iren ç noktası ortaya

ci kalan (ko n te m p la tif) dolayımsız koşul­

çıkar. İşte bu n okta da uzun olm a paha­

larla tıkam am ak lazım. Bu seri diya lektik

sına da olsa a ktarm ak istediğim M a rx ’in

çelişkiden kaynaklanan yeni n ite lik le re

şu tanımı sorunu tü m ü yle açıklamaya

yö n e lm e lid ir. Kısacası şim diki d ö n e m ­

y e te r

M arx,

den geleceğe doğru ilerleyen dolayımla-

“ her iki hak da mübadele yasası tarafın­

sanırım;

“ Ç ünkü”

d iy o r

rın hareketi o lm a lıd ır.” (M a rx ’tan akt;

dan eşit şekilde m üh ürlen ip onaylanm ış­ tır. Eşit haklar arasında karar ve rm e k bu

Lukacs, 1998:284-85)

yüzden z o r kullanmaya kalıyor. Kapita­

le ö ze tle r; “ Z o r, yeni b ir to p lu m a gebe

Başka b ir ye rd e M arx bu sorunu şöy­

list ü re tim ta rih in d e işgününün n o rm -

her eski to p lu m u n ebesidir. Z o r, ke nd i­

lanması

si

böylece

işgününün

sınırlarını

çizm e m ücadelesi şeklinde g ö s te riy o r kendini; k o le k tif sermaye, yani kapitalist sınıfı ile k o le k tif em ek, yani işçi sınıfı arasında. K apitalist rasyonelliğin irra syo ­ nel hale dönüştüğü, yasalarının işlemez hale geldiği noktada so m u t b ir ka ra kte ­ re bürünen zo r, burjuvazi için p ro le ta r­ yanın anladığından ço k başka b ir anlam kazanm aktadır. Z o r, burjuvazi için gün­ delik yaşamın doğrudan uzantısıdır; yeni b ir şey olmadığı gibi, bu yüzden de b u r­ juvazinin

kendi

yarattığı

çelişkilerden

herhangi b irin i çözecek durum da da de­ ğ ild ir. O ysa p ro le ta rya için zo r, uygula­ ması, e tkinliği, oluşm a imkanı ve kapsa­ mı açısından o rta d a ki yaşanan varlığa (Dasein) özgü dolayımsızlığın aşılma de­

b ir

e k o n o m ik

g ü ç tü r.”

(M a rx ,

1976:770) Bu bölüm e burada son ve re re k , b ir sonraki yazımızda günüm üzün tem el so­ runu haline gelen p o s tm o d e rn iz m ile in­ san ilişkisine değineceğiz. A r a lık 20 0 3


21. yüzyılda insan ve felsefe__

1. Bölüm için yararlanan kaynaklar dizimi: 1. F. Engels, A n ti D ü h rin g , 1975, Sol Yay.,

19. F. Engels, A n ti D ü h rin g ’deki s.237-

s.62

2 3 9 ’dan aktaran J.j.R, 1986, s.50

2. E. Balibar, M a rx ’in Felsefesi, 2000, B iri­

20. Jean B ru lle r V e rc o rs , İnsan ve insan­

kim Yay., s.4 i

lar, 1998, T o p lu m sa l D ö n ü şü m Yayınları,

3. M. H o rk h e im e r ve T. A d o rn o , A y d ın ­

s. 13

lanma D iya le ktiğ i, C ilt I,

1995, Kabalcı

Yay., s.49

21. K. M arx, Kapital I, 1976, Sol Yay., s.770

4. Feuerbach, D in in Ö zü Ü ze rin e D e rs ­

22. K. M a rx - F. Engels, Felsefe İnce lem e­

le r, A k ta ra n

le ri, 1979, 3. Basım, Sol Yay.

Lenin,

Felsefe

D e fte rle ri,

1976, Sosyal Yay., s.64

23. H a lu k G e rg e r, Yeni D ünya D üzeni,

5. K. M a rx, K apital I, 2. Baskı, 1978, Sol

T ü rk iy e ve Sosyalizm 2, 1994, Belge Yay.,

Yay., s. 195-196

s. 145

6. K. M a rx, A lm a n İde olo jisi, Melsa Yay.,

24. F. Engels ‘M aym undan İnsana G eçişte

s.20

Emeğin R o lü ’, Seçme Y a p ıtla r III, 1979,

7. G e o rg e T h o m s o n , İnsanın Ö zü, 1998,

Sol Yay., s.85

Payel Yay., s.7

25. H a lu k G e rg e r, Kan Tadı, B elgelerle

8. G e o rg Lukacs, T a rih ve Sınıf Bilinci,

A B D ’nin Kara K itabı, Kasım 2003, Ceylan

1998, Belge Yay., s.47

Yay.

9. Lenin, M aterya lizm

ve A m p ir io k r iti-

sizm, 2. Baskı, 1995, İn te r Yay., s.381 10. K. M a rx, 1844 El Yazm aları, 1976, Sol y. s. 245 I I. E. B o ttig e lli, 1844 El Yazm aları Sunuş Yazısından, 1976, Sosyal Yay., s.41-42 12. Lenin, Felsefe D e fte rle ri, I. Basım, 1976, Sosyal Yay., s. 126 13. K. M a rx, Ü c re tli Em ek ve Sermaye, 1978, Sol Yay., s. 143 14. F. Engels, B ir E kon om i P o litik E le ştiri­ si D enem esi, 1844 El Yazm aları içindeki m akalesinden, 1976, Sol Yay., s.416 15. E tienne de La B oetie, G ö n ü llü K u llu k Ü z e rin e Söylev, 1995, İmge Yay., s.35 16. R aym ond P olinin, Politigue e t Philosophi ches T hom a s H obbes, A k t; E.L.Boetie, 1995, s.97-98 17. J. J. Rousseau, T o p lu m Sözleşmesi, 1982, A da m Yay., s. 17 18. J. J. Rousseau, İnsanlar A rasındaki Eşitsizliğin Kaynağı, 1986, Say Yay., s.39, gi­ rişte n aktarılan

179----


__ y o l____________________________ DİPNOTLAR (1) A n tin o m i m a n tık yolu ile ispatlanan i-

m e yapmanın yararı v a rd ır; s o m u t em ek

ki te z arasındaki çelişki d e m e k tir. Bu so­

dışında te la kki edeceğim iz değişik em ek

ru n u n anlaşılması için K a n t’ı ö rn e k alaca­

b iç im le rin i (ki b u nlar h izm e t s e k tö rle ri,

ğım. Mesela K a n t’a gö re , insan dünyayı

işsiz k itle ve kafa e m e k ç ile ri vs.), o rta k

b ilm e k istediği zaman, insan aklı kaçınıl­

b ir başlık altında, yani so y u t em e k süreci

maz b ir şekilde kendi kendisi iie çelişkiye

içinde düşün m ek yanıltıcı olmasa g e re k ­

(a n tin o m i’ye) düşer. K a n t bunu d ö r t a n ti­

tir . Kuşkusuz h e r b ir s o y u t em ek b iç im i­

n o m i ile açıklar. K a n t’ın d ö r t a n tino m isi

nin, işlevi, ko n u m u ve faa liye t alanı deği­

şunlardı; I. D ünyanın mekan ve zaman i-

şik olsa bile, bu n la r do ğrudan artı değer

çinde b ir başlangıcı v a rd ır ve dünya so n ­

ü re te n (yani mal ü re te n ) em e k olm adığı­

suzdur. 2. H e r karm aşık m adde yalın şey­

nı, ama kullanım değe rind e ve onu m eta-

le rde n m eydana g e lir ve dünyada h iç b ir

ya d ö n ü ştü re n ve yine olm azsa olm az o -

şey yalın değildir. 3. D ünyada h ü rriy e t

lan değişim değe rini ifade eden, başka b ir

v a rd ır ve dünyada h e r şey doğa yasasına

de yişle

bağlıdır. 4. D ünyanın parçası veya nedeni

m ü m kü n kılan ve bu o rta m ı hazırlayan b ir

o la ra k z o ru n lu b ir v a rlık (T anrı) v a rd ır ve

em e k süre cin in to p la m ı o la ra k dü şün m ek

m a lla rın

b ir b ir i

ile

d e ğ işim in i

m u tla k şekilde zo ru n iu olan h iç b ir va rlık

m ü m kü n d ü r. G e re k e n te le k tü e l e m e kte

y o k tu r. K a n t’ın bu d ö r t biçim e ayırarak

gerekse işsiz k itle d e , bu değişim değeri

tanım ladığı a n tin o m i süre cin i Lenin, d ü ­

süre cin de nasıl anlam b u la b ilir diye s o ru ­

şüncedeki çe lişm e le rin nesnel k a ra k te ri­

la bilir. A n ca k kap italizm in b ir dünya siste­

ni saptamış olduğu için diyalektiğin geliş­

mi olduğunu, bü tün k itle n in bu sistem i-

m esine katkı sağladığını sö yle m iştir. (Fel­

çinde onun yasaları altında b ir yaşam s ü r­

sefe D e fte ri’nden, s.463-464) Hegel ise,

dü rdü ğün ü varsayarsak, dolaylı o la ra k so­

K a n t te o ris in in , fo rm e l ve sınırlı nite liğ in i

y u t em ek b iç im le ri içinde y e r alan bü tün

g ö s te re re k e le ş tirm iş tir.

M addeci diya­

e m e kçile rin kendisi, şu veya bu biçim de

le k tik ise, insan bilgisini bilim sel o la ra k a-

değişim süre cin in b ir e tm e n i, dolaşım ın

çıklayarak nesnel ha re ke te ulaşan süreç i-

b ir öğesi ve pazarın b ir unsuru olması ne­

çinde a n tin o m ile rin nasıl çözülüp orta d a n

deniyle d e ğ e rle n d irm e k olasıdır. Bu an­

kalktığını açıklar. Ben de bu yazıda çeliş­

lamda

kili va ro lu şu n o rta ya çıkardığı yapıların

m e to t ile h a re k e t edersek, günüm üzün e-

hem

m e k b iç im le rin d e ki bü tün d e ğişim le ri an­

nedenini

sorgulayacağım

hem

de

M arksizm

bizim

elim ize

verd iğ i

m addeci diyalektiğe bağlı kalarak bu so ­

lam ak m üm kü n hale g e le b ilir. Dolayısıyla

run un çözü m ü için g e re kli yolu g ö s te r­

bunları s o ru n u n anlaşılması için o rta k b ir

m eye çalışacağım.

başlık altında varsaym ak, bunu da so yu t

(2) M alth usçu luk, kap italizm de e m e kçile ­

em e k ile tanım lam ak m ü m kü n o la b ilir d i­

rin yoksullaşm asını doğal b ir ‘m u tla k nü­

ye dü şü n ü yo ru m .

fus yasası” ile açıklayan ge rici b ir ö ğ re ti­ d ir. Bu ö ğ re tiy e g ö re y o ksu llu kta n k u rtu l­ m ak için, doğum o ra n la rın ın düşürülm esi g e re k ir. Savaşlar, hastalıklar, doğal a fe tle r vs. nüfus ve ihtiyaç m a d d e le ri arasında ki dengesizliği gide rdiğ i için b ir ölçü d e o lu m lu g ö rü lm e k te d ir. Bu ö ğ re ti adını T. R. M a lth u s'ta n alm ıştır. (3) Ö y le san ıyorum ki burada b ir b e lirle ­

180


YAYINCILIK K ita p ,

yaşanan

s o s y a liz m

d e n e y im le r in in

ış ığ ın d a

M a r k s is t

te o r id e

d e v rim v e s o s y a liz m in in ş a s ı k o n u la r ın ı y e n id e n ir d e le y e n m a k a le le r d e n o lu ş u y o r.

İlk b ö lü m d e

S o v y e tle r B ir liğ i’n in S ta lin

d ö n e m i v e s o n r a s ın ın

to p lu m s a l v e s iy a s i ta r ih i a n a liz e d iliy o r . A r d ın d a n G la s n o s t v e P e r e s tr o y k a s ü r e c in in b a r ın d ır d ığ ı o la n a k la r v e G o r b a ç o v 'u n b u r ju v a te z le r in in e le ş tiris i y e r a lıy o r,

S o s y a liz m in

ç ö z ü lü ş

s ü r e c in in

a ç ık la m a s ı

b ü r o k r a tiz m ,

k iş i

ta p ın c ı g ib i ö z n e l v e id e a lis t k a v r a m la r y e r in e M a r k s iz m 'in te m e l te o r ik a r a ç la r ıy la

( ü r e tic i

g ü ç le r

ve

ü r e t im

iliş k ile r i

ç e liş k is i)

y a p ı lı y o r .

Bu

ç e r ç e v e d e s o s y a liz m d e d e v le t, p a rti v e h a lk iliş k is i; m ü lk iy e t iliş k ile r i, p la n ­ la m a v e k a tılım g ib i p r o g r a m a tik s o r u n la r s is te m a t ik v e e le ş tir e l b ir ta rz d a e le a lın ıy o r. Y a z a r, s ü r e c in n e s n e l b ir a n a liz in in y a n ıs ır a s o s y a liz m in ç ö z ü lü ş ü n ü n a rd ın d a n tü re y e n u m u ts u z lu k te o r ile r iy le d e h e s a p la ş ıy o r . K ita p , s o s y a liz m id e a lin in ü to p y a la ş tır ıld ığ ı b ir d ö n e m d e m ü c a d e le ta r i­ h in i y e n id e n o k u y a r a k g e le c e ğ e u z a n ıy o r .

K ita p , Y e n i D ü n y a D ü z e n i ( Y D D ) v e b u d o ğ r u ltu d a en ç o k k u lla n ıla n k a v ­ ra m o la n “ k ü r e s e lle ş m e ” ta r tış m a la r ıy la b a ş lıy o r. “ K a o s ” , “ta r ih in s o n u ” g ib i te z le rin y a n ıs ır a u lu s d e v le t ta r tış m a la r ı, e g e m e n lik s a v a ş la r ın ın g e ld iğ i k o n a k , u y g a r lık la r a ra s ı s a v a ş te o rile ri d e ta rih in s ü z g e c in d e n g e ç ir iliy o r . K ita b ın a n a e k s e n in i g ü ç m e r k e z le rin in ta rih s e l g e ç m iş i v e g ü n ü m ü z d e a ld ık la r ı k o n u m la r o lu ş tu r u y o r . Y D D ’n in d ü n y a y a v e r m e y e ç a lış tığ ı d ü z e n in ilk a d ım ı o la n K ö rfe z S a v a ş ı'n d a n b u g ü n e , 11 E y lü l v e A fg a n is t a n ’a, A B D ’n in Ira k s ld ır ıs ın a k a d a r o la y la r v e e m p e r y a l o d a k la r ın d a v r a n ış la r ı s ın ıfs a l b ir b a k ış la a n a liz e d iliy o r. S o v y e tle r B ir liğ i’n in v a r lık k o ş u lla rın d a ş e k ille n e n "ik i k u tu p lu ” d ü n y a n ın y ık ılı­ ş ıy la b irlik te o r ta y a ç ık a n ç o k b ilin m e y e n li d e n k le m le r in y a r a ttığ ı k a fa k a r ış ık ­ lık la rı e le a lın ırk e n , e m p e r y a lis t 'g ü ç le r iç in a ç ıla n “ P a n d o r a ’n ın K u tu s u n d a n s a ç ıla n la r ta rtış ılıy o r. “ K ü re s e l fin a n s s is te m in d e k i p o ta n s iy e l k riz ; Ç in ’le iliş k i­ le rd e o la s ı k riz ; R u s y a ’n ın 'h a ta lı d ö n ü ş ü ’ ; O r t a d o ğ u ’d a k i k a o s ; D o ğ u A v r u ­ p a ’d a k i k a o s ; b ü y ü k te r ö r iz m te h lik e s i; s ın ır la n m a y a n s ila h tic a r e ti” k o n u la rı e m p e r y a lis t g ü ç le rin s tr a te jik y ö n e liş le r i ç e r ç e v e s in d e in c e le n iy o r.

“ G e r ç e k liğ in in a tç ılığ ı, k a ç a m a k n o k ta la r ın ı d a r a lttığ ı iç in , H ik m e t K ıv ılc ım lı'm n

g ö r ü ş le r i

bugün

p a rç a

p a rç a

b e n im s e n iy o r .

A ncak

bu,

çoğu

z a m a n o n u n a d ı a n ı lm a d a n v e d a h a ç o k d a o n u n b ü tü n d ü ş ü n c e s is te m i b e n im s e n m e d e n y a p ılıy o r . A s lın d a H ik m e t K ıv ılc ım lı n ın T ü r k iy e v e O r ta ­ doğu

o r ijin a lit e s iy le

ilg ili

g ö r ü ş le r i

düşünce

z e m in in d e

m is y o n u n u

o y n a m ış tır . A n c a k ö r g ü tlü s ın ıfla r s a v a ş ı b ir a z d a h a b a ş k a b ir ş e y d ir . D ü ş ü n c e n in b ir e b ir k a rş ılığ ı o la r a k g e r ç e k le ş m e z . B u a n la m d a , p r a tik s ın ıf la r s a v a ş ın d a H ik m e t

K ıv ı lc ı m lı’n ın

v a r d ı r .” M e h m e t Y ılm a z e r 2 6 E y lü l 1 9 9 4

g ö r ü ş le r in in

daha

oynayacağı

g ü ç lü

b ir

m is y o n


“ S o l iç in d e k i ç ü r ü m e n in b o y u tla rın ı, 12 E y lü l s o n ra s ı b a ş lıc a iki o la y a ç ığ a v u r m u ş tu r . B irin c is i, 'b u rju v a m u h a le fe tin s e s in in y ü k s e lm e s i; İk in c is i, K ü rt U lu s a l K u rtu lu ş M ü c a d e le s i’n in p ra tik e y le m lilik le k e n d in i o r ta y a k o y m a s ı. B irin c is i, te s lim iy e t z e n in d e b ir m ü c a d e le y o lu n u ö n e s ü r ü y o r d u . İk in c is i is e d e v r im c i d ire n iş z e m in in i... S ın ıf te m e lle r i o rta ta b a k a la r a , a r is to k r a t iş ç i z ü m r e le r in e v e k ü ç ü k b u rju v a ta b a k a la ra d a y a n a n s o l h a re k e t, 12 E y lü l y e n ilg is in in

a ğ ır

ta h r ib a tın ın

da

e tk is iy le ,

‘b u r ju v a

m u h a le f e t in

a ç tığ ı

‘m ü c a d e le ’ y o lu n d a n y ü r ü m e y i ç ü r ü m ü ş y a p ıs ın a u y g u n b u ld u . T a r ih

te k e rrü r

edecek

m i?

Y in e

12

M a rt

ç ık ı ş ın d a k i

g ib i

sosyal

d e m o k r a s in in ‘u m u t’ o ld u ğ u g ü n le r m i y a ş a n a c a k ? S o l h a r e k e tin b ü y ü k b ir b ir b ö lü m ü n e y a z ık ki b ö y le h a y a lle r k u ru y o r. O y s a T ü r k iy e k a p ita liz m in in g e liş im

y o lu

ve

s e v iy e s i, b u n a

b a ğ lı o la r a k s ın ıfla r s a v a ş ın ın

yaşanan

d e n e y le r i 'ta rih in te k e r r ü r ü n ü ’ im k a n s ız h a le g e tir m e k te d ir ? ” M e h m e t Y ılm a z e r

yoksulluk ve işslnim

MÜCADELE KURULTAYI 19 OCAK2003

K a p ita liz m in y e n id e n y a p ıla n m a s ü re c in d e y a ş a n a n s iy a s i g e liş m e le r; sı­ n ıfın p a rç a la n m a s ı, ö rg ü tlü lü ğ ü n ü n d a ğ ılm a s ı g ib i n e d e n le r, k e n tle rd e v e rile n m ü c a d e le d e v a ro ş la rın ö n e m in i a rttıra ra k , işçi s ın ıfın ın e n h a re k e tli k e s im in i ba­ rın d ıra n bu y a ş a m m e k a n la rın d a e m e ğ in ö rg ü tle n m e s in i z o ru n lu k ılm a k ta d ır. D a y a n ış m a e v le ri k e n tin v a ro ş la rın d a e m e k ç ile rin , e z ile n le rin g ü n d e lik ac ıla rın ın ü s tü n d e n a tla m a d a n , y a ş a m a d a ir h e r tü rlü k o n u y a s iy a s i v e p ra tik ola ra k y ö n e le re k h a lk ın ö z ö rg ü tle m e s in e z e m in y a ra tm a k ta , s o s y a lis t d e ğ e rle r­ le a n la m k a z a n a n d a y a n ış m a n ın ö rg ü tle n m e y e a k ış ın d a rol ü s tle n m e k te d ir. E m e ğ in ö z g ü rle ş m e s i, in s a n lığ ın s ö m ü rü b o y u n d u ru ğ u n d a n k u rtu lm a s ı, in s a n a a y k ırı, in s a n ı ç ü rü te n b u g id iş in d e ğ iş m e s i iç in k a rd e ş ç e p a y la ş a ra k , d a ­ y a n ış a ra k o rta k m ü c a d e le y i b ü y ü tm e k iç in b irlik te y iz . B u m ü c a d e le y o k s u l e-

TEBLİĞLER

m e k ç i h a lk ın ira d e s in i o rta y a k o y m a s ıy la b e ra b e r e m e k te n y a n a b ü y ü y e b ile ­ c e k tir. D a y a n ış m a e v le ri o la ra k g e rç e k le ş tird iğ im iz Y o k s u llu k v e iş s iz lik le M ü c a ­ d e le K u ru lta y ı tü m e m e k ç ile re , e z ile n le re b ir ç a ğ rıd ır; ik tid a ria ş m a b ilin c iy le g ü ­

diz ı m

«

c ü m ü z ü b irle ş tire lim .

Yayına hazırlanan kitaplar D e v rim c i H a re k e tte K riz

Mehmet Yılmazer D e v rim N edir?

Dr. Hikmet Kıvılcımlı D em o krasi, S osyalizm ve İş ç i S ın ıfı

(Laclau’nun Demokratik Strateji Tezleri’nin Eleştirisine Giriş) Haşan Oğuz G ün üm üzü n İd e o lo jik Tablosu: M a rk s iz m ’e Ne O ldu?

Mehmet Yılmazer



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.