SI YASI DERGİ Yaz 2013 »5 T L
Dünya ve Türkiye'de Politik Durum
Poulantzas’la Dönüşüme Bakm ak
MehmetYılmazer
M. Sinan Mert
Büyük Bir Sıçram a Olarak Gezi Direnişi
Avrupa Halk Hareketleri
M. Sinan Mert
Devlet Vesayet İktidar MehmetYılmazer
Röportaj İsmet Akça: Neoliberal “Otoriter Devlet”
AyşeTansever
NEOLİBERAL OTORİTERİZMİN ANATOMİSİ: İNŞA MI ÇÖKÜŞ MÜ?
Evo Morales’in Isla Del S o l’deki Tarihi Konuşması
ÇKP Neden Ayakta? M. Büyükka ra bacak
Sosyalist Dayanışma Aylık Yerel Süreli Siyasi Dergi Temmuz Özel Sayısı 1 İmtiyaz Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Sezgin KARTAL Sorum lu Yazı İşleri Müdürü Sezgin KARTAL
Adres: Piyalepaşa Mah. Can Sk. No: 8/B Beyoğlu İstanbul İletişim: 0535 922 82 68 sodap74@ yahoo.com www.sodap.org
Basım Yeri: Yön Matbaacılık Adres: Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. B Blok 1. Kat No: 366 Topkapı- İST Tel: 0212 544 66 34
içindekiler Dünya ve Türkiye'de Politik Durum
5
Mehmet Yılmazer
Büyük Bir Sıçrama Olarak Gezi Direnişi
15
M. Sinan Mert
Devlet Vesayet İktidar
19
Mehmet Yılmazer
Neoliberal "Otoriter Devlet"
37
Röportaj: İsmet Akça
AKP İktidarında Yeni Olan Nedir? Gerçek Yeni Nasıl İnşa Edilir? Poulantzas'la Dönüşüme Bakmak
51
M. Sinan Mert
Avrupa Halk Hareketleri: Geri Sayım Başladı Mı?
67
Ayşe Tansever
Evo Morales'in Isla Del Sol'deki Tarihi Konuşması
99
Çeviri Ayşe Tansever
ÇKP Neden Ayakta? M. Büyükkarabacak
113
LO
DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM M ehmet YILM AZER
Dünyada Durum Dünyada son gelişm elere b akıld ığın d a iki ö ze llik öne çıkm aktadır. Eko nom ik krizden hala bir çıkış yolu bulunam am ıştır. Bu yolda yeni a rayışlar vardır. Diğeri, eko n o m ik kriz derinleştikçe dünyada güç m erkezlerinin sa f laşm ası da derinleşiyor. E kono m ik krizin birinci aşam ası tam am lan d ı. Krizin etkilerini belli ö lçü de yu m u şatm a k için piyasalara para sürülm esi dönem i bitti. Fakat bu işlem piyasaları can la n d ırm ad ığ ı gibi, yeniden sp e kü lasyo n u n yo lların ı döşedi. P iyasalara sürülen paralar bankaların ağına ta kıld ı, oradan spekülatörlere kredi şeklin e girdi, a n ca k üretim e yö n e lik doğrudan yatırım a la n la rın a para akm adı. B üyük ka p italist m erkezlerde kredi faizleri sıfır se viyesinde o lm a sı na rağm en üretim ve doğrud an yatırım lard a bir kıpırdanm a yoktur. FED B aşkanı B ernanke’nin son a çıkla m ala rı m ali p o litikalard a bir d e ği şim e işaret etse de kap italizm d e bir y ap ısal değişim e işaret etm iyor. ABD artık d o la r basm aktan yavaş yavaş vazgeçecektir. Üretim de bir kıpırdanm a bekleyen ABD, kriz öncesi düzene dönm eyi um m aktadır, yani dünya birik m iş serm ayesi yeniden A m e rika ’ya akm aya b a şla ya ca k, onun devasa a çık larını finansa etm eye devam edecektir. Böyle bir eskiye dönüşün m üm kün olup olm ad ığın ı dünya yakın dönem de görecektir. Bu bunalım ın aşıld ığı an lam ına gelm iyor, m ali sp e kü lasyo n u n sadece yönünde bir değişim e işaret ediyor. K a p italizm in her büyük krizi onu y ap ısal değişim e zorlam ıştır. Daha d o ğ rusu tıkan an ve eskiyen serm aye birikim yo lların ın yerini yenileri alm ıştır. Fakat bu d e ğişim le r sa va şla r dahil in san lığa büyük acılara m al olm uştur.
DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
Türkiye çok gerilim li bir po litik sürece girerken dünyada olan ları unut m uş görünüyor. O layların biraz derin liğin e inince dünyadan kendisine y a n sıy a c a k eko n o m ik ve siyasi tahrip gücü y ü kse k d a lgaların telaşla h a zırlık yapm aya çalıştığı anlaşılır. Bunları ortaya koyabilm ek için dünyaya ve böl geye bakm ak gerekir.
ON DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
Bugünün kapitalizm i de böyle bir yol ayrım ındadır. 1970’lerin ortalarından beri sürekli büyüyen finans m erkezli birikim m odeli artık iflas etm iştir. Fa kat bunalım ın beşinci y ılın d a hala ortada bir çık ış yolu yoktur. K apitalizm ya finans m erkezli serm aye birikim ine devam edecek, ya da geliştireceği yeni te kn ik ve üretim a la n la rıyla serm ayeyi yeniden üretken hale getirecektir. Bugünün dünyasın d a bir tem el ge rçeklik vardır. K ap italizm bir fa y hattıyla iki farklı alana bölünm üştür. İngiltere ve Am erika m erkezli sp e k ü la sy o na dayanan, paradan para kazanan kapitalizm ; Çin, H indistan, Ja p o n y a , A l m anya gibi daha çok üretim e dayanan kapitalizm . Bu saflaşm a hiç şü p h e siz derin bir uçurum la birbirinden ayrılm ıyor, a n ca k ağır basan öze llikle ri a çı sından bir saflaşm a yaşanm aktadır. Ayrıca kapitalizm de böyle sa fla şm a la r ilk kez de yaşanm ıyor. K a p italizm in tarihine b aktığım ızd a her dünya gücü olan m erkez, so nunda finans sp e kü la syo n u n a kaym ıştır, ardından yeni üre tim m erkezleri ortaya çıkm ıştır. O nlarca yılı alan bu saflaşm a so nunda m ut laka bir h esaplaşm a anı gelip çatm ıştır. İşgücünün u cuzluğundan ve y ü kse k üretim tekn iklerinin elde edilm e ve taşınm a hızının artm asından dolayı üretim daha ço k “gelişm ekte olan ül kelere” kaym aktadır. Bu durum un yaygın la şm ası ve derinleşm esi halinde dünya güç m erkezlerinde önem li kaym aların yaşan m ası kaçınılm azdır. Bu gelişm eye bir karşı tepki üretebilm ek am acıyla son günlerde Avrupa Birliği ile Am erika arasında serbest ticaret birliği için gö rüşm eler y a p ılm a k tadır. A tla n tik’in iki yakası pazar birliğine hazırlanıyor. Bu yeni girişim in üç anlam ı olabilir. B unalım dan çıkışta üretim i ca n la n d ırm a k için bir de bu yol denenecektir. İkinci olarak, bu pazar birliği girişim leri BRICS ülkelerine karşı d a y a n ık lılık kazanm a çabasıdır. Son B RICS ülkeleri to p la n tısın d a or tak banka kurulm ası gündem e gelm iştir. B ilin diği gibi başta Ç in ’in, kısm en R usya’nın para birikim i oldu kça fazladır. Henüz çok erken olsa da, BRICS ülkeleri arasın da bağların gelişm esi eski ka p italist m erkezler için a çık bir tehdittir. Üçüncü olarak, dünya eko nom ik a ğırlığ ın ın P asifik bölgesine d o ğ ru kaydığı artık bilinen bir gerçektir. ABD ve AB arasın daki pazar birliği gö rüşm eleri dünya eko n o m ik m erkezindeki bu kaym anın olası etkilerine karşı bir hazırlıktır. ABD, Pasifik bölgesinde gerilim yaratm ak için güney Çin d e n i zi konusunda Çin ve Ja p o n y a ’yı karşı karşıya getirm ek için e peydir u ğraşı yor. Ayrıca Kuzey Kore de böyle ge rilim ler için hep bir o d ak noktası o larak kalm aya devam etm ektedir. Fakat bunların yeterince etkili o lm ayacağın ı anlayan Am erika A tlan tik’in iki yakası arasın daki ticarete de yeni bir şekil verm eyi gerekli görm üş olm alıdır. Dünya eko n o m ik bunalım ın ın beşinci y ılın d a gündem e gelen bu adım , piyasalara para sürm e operasyo nundan çok daha zor ve yavaş ilerleyecek bir adım dır; an cak dünyanın eko n o m ik yap ısın d a önem li değişim lere neden olabilir. Öte yandan, dünya eko n o m ik bunalım ın ın m aliyetini parası bol Çin gibi ülkelere yüklem eye çalışan A m erika, d ünyadaki güç m erkezleri arasın daki
y u m u şak sa fla şm a la rı ister istem ez sertleştiriyor. Dünya enerji sorununun bir yan sım ası o larak Suriye üzerinden yaşanan saflaşm a bunun bir kanıtıdır. B unalım dan çık ış yo lla rın d a m erkezler arası yaklaşım farkı ka p an m ak bir yana her geçen gün artm aktadır. So n u ç olarak, kapitalizm in bunalım ı yeni bir aşam aya giriyor. Yapısal değişim zo rlam aların ın arttığı bu süreçte m erkezler arası gerilim in de yü k selm esi doğaldır. A n cak şu anda dünya böyle gerilim lere h a zırla n m a k için san ki geçici bir sa kin liğ i yaşam aktadır.
Dünyanın en gerilim li bölgesi hala O rtad o ğu ’dur. Bölge, güç m erkez lerinin bilek güreşinin aynası durum undadır. Bölgede Suriye ve Irak en güçlü gerilim alanlarıdır. Son yaşan a n la rla buna Mısır da katıldı. Bölgeye A m e rika ’nın verm ek istediği şekil, Irak’ın işgaline rağm en ge rçekle şm em iş tir. Bugün Irak bitm ek bilm eyen gerilim lerin içinde parçalanm a ve çü rü m e nin eşiğindedir. S u riye ’de ise sorun Esad so nrasınd a hangi güçlerin iktid ar o lacağı noktasınd a kilitleniyor. Irak’ı işgal etm esine rağm en ABD bölgeye istediği şekli verem em iştir. Buna karşı İran, Suriye ve Lü b n a n ’dan oluşan bir direnç hattı vardır. W as hington bu direnç hattını kırm ak için uğraştıkça daha fazla batağa sa p la n m aktadır. Arap a ya klan m aları da dikkate alın d ığın d a bölgeye her Batı m ü d ahalesi “cehennem in ka p ıla rın ı” açm aktadır. Öte yandan, A B D ’nin Irak’ın işgali ile va rm ak istediği hedefleri tam o larak elde edebilm esi için İran, S u riye direnç hattını kırm ası gerekm ektedir. Fakat bu yo ld aki her çaba böl geyi sonu belirsiz ve em peryalizm tarafından denetlenem ez bir karm aşaya sürüklem ektedir. Lib y a ’dan Batı basınında haber yer alm asa da henüz bir “d ü ze n ” ku ru la m adığı biliniyor. S u riye ’de sözde m uhalefet hem yeterince güce sa h ip d e ğil dir, hem de nitelik o larak B a tı’yı tedirgin etm ektedir. Irak, ABD ve İran’ın en şiddetli h esaplaşm a alanıdır. Bölgede Irak’ın işgalinden beri bazı önem li d e ğişim le r yaşanm ıştır. İşgal so n rasın d a ortaya çıkan bölgede tek egem enin ABD olduğu gerçekliği d e ğ iş m ektedir. Ö zellikle Libya deneyinden sonra Rusya ve Çin, A B D ’nin her a d ı m ına karşı konum geliştirm e yeteneklerini güçlendirm işlerdir. Öte yandan, Arap a ya klan m aları bölgede yeni bir güç ortaya çıkartm ıştır. Kırk y ıllık diktatörlüklere, to p lu m sal çürüm eye ve neoliberal so ygun a kar şı halkların tepkisi zengin m ücadele deneyleriyle kendini ortaya koym uş, O rtad o ğu ’nun a lışıld ık köhne kaderini değiştirm iştir. Elbette bu ortaya ç ı kan güç henüz em peryalizm e karşı net bir siy asal ö ze llik kazanm am ıştır, an ca k Arap aya kla n m ala rın d a n sonra artık yeniden eskiye dönüş im kansızdır. N abız atışları gibi bu gerçek kendini zam an zam an ortaya koym aya devam etm ektedir. Mısır’da son ya şa n a n la r Arap aya kla n m ala rın ın ortaya çıkard ığı enerjinin
DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
Bölgede Durum
oo DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
hala yo k olm adığım ortaya koym uştur. Yaşananlar, Mısır’da üç ana gücün: Ordu, M üslüm an Kard eşler ve Tahrir’in m ücadelesinin henüz so n u çla n m a dığını gösteriyor. İlk devrim i ordunun yard ım ıyla Tahrir’in elinden M üslü man K ard eşler çalm ıştı, şim di buna karşı büyük bir tepki yü kseld i. A ncak Tahrir bu kez de kendi gücünün siy a sa l so n u çla rın ı yaratam adığı için, bir kez daha gelişm elere ordu yön verm ektedir. Bir diğer önem li değişim sa n cılı yollardan şe kille n en K ü rd ista n ’dır. Kürt Halkı artık bölgede önem li bir yere ve güce sahiptir. Elbette dört devletin tehditleri hala üzerindedir, a n ca k bölgede yeni şe kille nen gü çle r d e n gesin de bu tehditler so n u ç alıcı değildir. Bölgede Kürt H alkı gittikçe güçlenen ör gütlenm eye ve siyasi ağırlığa sahiptir. Son olarak, bölgede Tü rkiye ’nin konum u Irak işgalinden beri büyük de ğişim gösterm iştir. A B D ’nin Irak’ı işgaline belli bir tavır koyan Türkiye, daha sonraki yılla rd a İran ve Suriye ile ilişkilerin i geliştirip, A m e rika ’ya belli bir m esafe koym uştur. Fakat bu ara yol baştan beri açm a zla rla do lu ydu. Kom şu larla sıfır sorun stratejisi iflasa m ahkum bir yoldu. Sonu nda Arap ayak lan m alarıyla dengelerdeki hızlı ka ym a la r karşısında Türkiye, ait olduğu Batı eksenine geri döndü. Bu arada Suriye ile ilgili büyük hesap hataları y a p tığı için dış po litikad a tam bir açm aza girdi. Bölge açısın d an önem li olan, Tü rkiye ’nin “oyun ku ru cu ” role so yu n m u ş o lm asın a rağm en Arap a ya kla n m aları sonrası bu rolü üstlenem eyeceğinin ortaya çıkm ış olm asıdır. Mısır, Tunus olayları ve sözde Suriye m uhalefetinin eylem leriyle bölgede S iya sa l İsla m ’ın tırm anm a çizgisi artık inişe geçm eye başlam ıştır. Bu aynı zam and a A n kara’nın da bölgede yıp ranm ası anlam ına geliyor. Bölgede Tü rkiye ’nin konum u son on yıld a D avo s’taki “one m inute” ç ık ı şıyla önce y ü kselişe geçm iş, sonra Arap a ya kla n m ala rı sırasın d a A m erika, Suudi Arabistan, Katar eksenine otu rm asıyla hızla inişe başlam ıştır. Tü rki ye, artık bol laf söyleyen a n ca k yaptırım gücü olm ayan bir ülke konu m un dadır. Bu nedenle de gittikçe hırçınlaşıyor.
Türkiye’de Yaşanan Barış Süreci ve Gezi İsyanı Türkiye kendi po litik so ru n la rıyla uğraşırken a slın d a aynı zam and a d ü n ya ve bölgeden üzerine gelm ekte olan etkilere karşı h a zırlık yapm aktadır. Bu h a zırlıkla rın birisi dünyad aki eko n o m ik krizle ilgilidir. AB ve ABD serbest ticaret an laşm ası görüşm elerine başlayın ca Türkiye paniğe kapılm ıştır. Çünkü bu yolla Am erikan m allarına karşı da korum asız hale gelecektir. Oysa kendisi hala Am erika ile dış ticarette kota arttırm a kavgası verm ektedir. Dünyada bunalım derinleştikçe Tü rkiye ’de ekonom i yavaşlam aya devam edecektir. Ü stelik AB ve ABD arasında yeni ticaret a n la şm ala rı yap ılırsa, Tür kiye bundan doğrudan etkilenecektir. Tü rkiye ’nin hala en büyük dış ticaret alanı A vrupa’dır. Bunun orta vadede bile değişm esi m üm kün değildir. Öte yandan, Tü rkiye ’nin kredi notları yü kse ltild i. Böylece daha fazla s ı cak para akm a o la sılığı vardır. Bu doğrudan yatırım a la n la rın a yö n e lm e d ik
Dönemin Temel Özelliği
Barış Sürecinin Başlam a Hikayesi A KP tarafından cum huriyetin yeniden in şasın d a 2014 yılı özel bir önem e sahiptir. Bu yıl üç önem li seçim yaşanacaktır. Ayrıca onun kadar önem li olan 2014 yılın a nasıl gidileceğidir. Bu süreçte Kürt sorununun çözüm üne d o ğru dan bağlı olan yeni anayasa çalışm a la rı vardır. A KP için b a şka n lık sistem i ve
DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
A K P ’nin ilk iki dönem i ile son “ u stalık d ö n e m i” arasın da fark vardır. İlk iki dönem e askeri vesayetin geriletilm esi “ m ü ca d e lesi” dam gasın ı vu rm u ş tur. Bu dönem lerde A KP “ üstünlerin hukuku değil, hukukun ü stü n lü ğ ü ” ve “ ileri d e m o kra si” sözlerini dilinden düşürm ed i. Buna bir de “ Kürt a ç ılım ı” eklenince A K P ’den beklentiler tavan yapm ıştır. Bu beklentilerin zirve y a p tı ğı p o litik m om ent 2010’daki 12 Eylül referandum udur. Askeri vesayetin geriletilm esiyle “ hukukun ü stü n lü ğ ü ” ve “d e m o kra si” nin geleceğini bekleyenleri büyük bir düş kırıklığı bekliyordu. A KP iktidarı kendi hukuk düzenini kurdu ve dem o krasiyle bir bağı olm ad ığın ı hemen ortaya koydu. En son burjuva de m o krasisin in tem eli “gü çler a y rılığ ı” ndan şikâyet etm eye başlayan başbakan, b a şka n lık sistem iyle yürütm e gücünün yetki lerini ço k daha y ü kse k noktalara çekerek, üstüne parlam ento şalı örtülm üş bir diktatörlüğü inşa etm eye soyunm uştur. Bütün bu ge rçekliklerin ortaya çıktığı zam an dilim i 2011 Haziran se çim le ridir. Bu seçim lere giderken B aşbakan artık “ Kürt sorununun o lm a d ığ ın ı” da ilan ederek tip ik bir cum hu riyet partisine dönüştüğünü gösterdi. A KP üçün cü iktid ar dönem inde cum huriyetin yeniden in şasın a soyunm uştur. C u m huriyetin harcına id eo lo jik o larak İslam i değerleri katm aya, askeri vesayet geri çekilse de, bu to p raklarda yüzlerce y ıllık köklere sa h ip olan devlet ve sayetini güçlendirm eye çalışan bir yeniden inşa girişim in in telaşlı faaliyeti içindedir. Bu yeniden inşanın içinde pragm atik o larak her şey vardır, an cak dem okrasi yoktur. “ B a rış” sürecine girilirken dönem in siyasi karakterinin tespiti önem ta şım aktadır. Yeni beklentilerin oluşm ası m üm kündür. Nasıl ki askeri ve sa ye tin geriletilm esi sırasın d a dem okrasi beklentileri ortalığı ka p lad ıysa, bugün “ b arış” sürecinde aynı beklentilerin ortaya çıkm ası m üm kündür. Lib e ra lle rin böyle um utları körüklem esi ço k doğaldır, önem li olan halkların böyle beklentilere kapılıp kap ılm ayacağıd ır. Böyle boş be kle n tiler m ücadele tak tiklerinde, m oral zem inde za a flar yaratır.
VO
çe daha fazla spe külasyo n dem ektir. Ayrıca Türkiye, S u riye ’nin işlerine daha fazla karıştıkça “g ü v e n li” bir ülke olm a konum unu kaybedebilir. Bunların yanı sıra otuz y ıld ır yaşanan Kürt savaşın ın şid d e tlen e rek devam etm esi d u rum unda, Türkiye ekonom isi ve po litikası pek çok etkiye a çık hale geldi. Bu kırılgan ekonom i ve po litik gid iş içinde “ barış sü re ci” elbette özel bir yere ve anlam a sahiptir.
o DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
yeni bir anayasa önem lidir. S iya sa l İsla m ’ın kazandığı m evzileri sa ğ la m la ş tırm asının yolları bunlardır. Kürt so run unda barış sürecinin nasıl b a şlad ığın ı a çıkla ya b ilm e k için 2012 yılın a dö nm ek gerekir. 2011 H aziran seçim lerinden İm ralı gö rü şm e le rinin b a şlam asın a kad ar Erdoğan Kürt halkına karşı esti gürledi. Koca bir halkı Kürt Ö zgü rlü k H areketini gerekçe göstererek her gün a şa ğıla d ı. En son ge rilla la rla vekillerin ku cakla şm a sın ı bahane ederek d o ku n u lm a zlıkla rın ın ka ld ırılm a sın ı gündem e getirdi. Sonra birdenbire keskin bir dönüş yapan hüküm et, İm ra lı’nın yolunu tuttu ve barış sürecine girild i. Bu dönüşü A KP ve iktid a r açısın d an a çık la m a k zor değildir. Bunun için iki tem el sebep o la b i lir. İlki, Kürt Ö zgü rlü k Hareketinin askeri yollardan ezile b ileceğin in hayalini A KP iktidarı da kurdu. Askeri vesayeti geriletip orduyu yola getirdiğini d ü şündü, aynı zam and a özel birlikleri sahaya sürerek gerillayı tasfiye e d eb i leceğine inandı. A n cak 2012 yazı bunun tam bir hayal olduğunu A KP iktid a rına gösterdi. Kürt Ö zgü rlü k Hareketi y ü kse k m ücadele seviyesiyle iktidarın tüm hesaplarını boşa çıkarttı. Hüküm etin İm ra lı’nın yolunu tutm asının bir önem li nedeni bu gerçekliktir. İkinci neden, bölgedeki gelişm elerle birlikte Türk devletinin bütün kır mızı çizgileri silin m iş ufukta bir Kürdistan görünm eye başlam ıştır. Para do ks gibi görünse de hüküm et Suriye p o litika sıyla bu süreci hızlandırm ıştır. R ojaw a’da ya şa n a n la r hüküm et için alarm sinyalle ri yerine geçm iştir. So n u ç olarak, A KP esip gürlem e p o litika la rın a devam etseydi, ne strate jik hedefi olan cum huriyetin yeniden yap ıla n d ırılm a sı hedefine ne de 2014 yılın d a ki ta ktik hedeflerine u laşam azd ı. Erdoğan Kürt halkını a şa ğıla d ıkça , nefret kustukça aynı zam and a K ü rd ista n ’ın do ğum una yardım etm iş o lu yordu. Kürt Ö zgü rlü k Hareketi elbette Türk devletini yenecek güçte değildir, an cak A K P ’nin stratejik ve ta ktik hedeflerini e ngelleyecek gücü vardır. İkti dar 2012 y ılın d a esip gürlediği zam anlarda bu gerçeği kavram ıştır. Böylece İm ralı süreci başlam ıştır. Barış sürecinin b aşlam asın ın Kürt Ö zgü rlü k Hareketi yönünden a çık la n m ası aynı ölçüde a çık nedenlere dayanm ıyor. Barış süreci için Kürt Hareketi yönünden iki genel gerekçe gö sterilebilir. İlki, 1999 stratejik dönüşünde s a vunu lan id eo lo jik zem indir. S ila h lı m ücadele çağının kapandığı ve ulus d e v letin öm rünü doldurduğu iddiaları Kürt Ö zgü rlü k H areketinin 1999’dan beri id eo lo jik zem ini olm uştur. İkin cisi, savaşın so nuç elde etm ede sın ırların ın belli olm asıdır. Belli ölçülerde kendini tekrar eden m ücadele kazanım ları korusa da hedefe yakla ştırm ıyo rd u . Bu anlam da en uygun m om entte barı şın denenm esi ka çın ılm a z görünüyordu. A n cak içinde b u lu n d u ğu m u z sü re cin bu denem e için en uygun zam an lam a olduğu kesin değildir. Ya da şöyle sö yle m e k daha doğru olur, A KP için ideal olan zam an dilim i Kürt Ö zgü rlü k Hareketi için hiç de ideal bir zam an aralığı değildir.
Barış Sürecinde Başlangıç Konumları
Gezi İsyanı ve Anlamı Barış sürecinin nasıl gelişeceği üzerine sp e kü la tif düşü n ce ler devam ederken 1 Mayıs olayları yaşan d ı. T a k sim ’i kitlelere yasakla ya n AKP, h a lk la ra şu m esajı veriyordu:
11 DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
İm ralı süreci için pek çok spe külasyo n yapılıyor, bu bir anlam da doğaldır. H angi konularda anlaşm aya va rıld ığı en ço k m erak edilen konudur. Bu ko nuda spe külasyo n yolunu seçem eyiz. Tarafların a çıkla m ala rın d a n aydınlığa kavuşan durum şöyle özetlenebilir. İktidarın ilk ve o lm azsa olm az koşulu gerillanın ülkeden çıkm asıdır. A KP a n cak bundan sonra “siyasal ortam ın iyi le şeceğin i” iddia ediyor. Kürt Ö zgü rlü k Hareketi geri çekilm e so nrasınd a bir d e m o kratik m ücade le dönem inin b a şlayacağın ı, bu m ücadele ile hakların elde edilebileceğini iddia etm ektedir. Eğer ortada bir “ u zla şm a ” zem ini varsa, gerillanın geri çekilm esine ka rşılık bir de m o kratik m ücadele ortam ı vaadinden sö z e d ile bilir, bundan fazlası sp e kü la syo n a girer. Ö zellikle Kürtlerin diğer h a lkla r ve kültürler aleyhine kendi haklarını tem inat altına ala ra k “y a n lış” bir u zla ş ma y ap tıkla rı y o lu n d a ki spe külasyo nlar, hatalı olm aktan öteye kasıtlıdır. Bu sp e kü la syo n la rın am acı barış sürecinin tek ve gerçek tem inatı olm ası ge reken, Kürt Halkı ile d iğer halk ve kültürler arasın daki kurulm ası gereken ittifakları bozm aya yöneliktir. Öte yandan, A K P ’nin İm ralı sürecini b aşlatm asın ı, “Türklerin nihayet Kürtlerle ittifakı tercih e ttiğ i” şe klin d e yorum layanlar, y a p ıla b ile ce k en ha talı siyasi değerlendirm eyi ileri sürm ektedirler. Hangi Tü rkle r hangi Kürt lerle ittifak yapm ıştır? Bu ittifak neyin lehinde, kim lere karşıdır? Bu yoldan bölgede Tü rkiye ’nin güçlenm esi kim lerin çıkarların ad ır? H alkların ittifa kın dan değil de, Tü rkler ve Kürtlerin ittifakın dan sö z etm ek barış sürecini ya hiç kavram am aya, ya da A K P ’ye o lm a d ık m isyo n lar yüklem eye denk düşer. Sürecin b aşla n gıcıyla ilgili iki gerçekliğe de d eğinm ek gerekiyor. Barış sü recine Ö ca la n ’ın çağrısı id eo lo jik ve siyasi zaaflarla yüklüdür. Bunların ikisi, “ İslam k a rd e şliğ i” ve “ Misak-ı Milli” vurgusudur. Bu yoldan barışa g id ilm e si m üm kün değildir. Barış sürecine A K P ’nin ve devletin id eo lo jik etkisinin seviyesini gösterir. En güçlü vurgu d e m o kra tik m ücadele dönem ine ve bu dönem in gerekli ittifaklarına yapılm alıdır. Bir d iğer b aşla n gıç zaafı çekilm e sürecinin m eclis kararı olm adan y a p ıl m asıdır. Bu bir te kn ik sorun değildi. Tüm üyle siyasi bir sorundur. Böyle bir konunun m eclise gelm esi Kürt sorununu devletin ve A K P ’nin kavrayıp an lattığı gibi terör sorunu olm aktan öteye siyasi bir sorun haline getirecekti. Bugün bu ba sa m ak atlan d ığı için konu A K P ’nin sundu ğu tarzda algılan m aya devam edilecektir. AKP, “terörü sın ır dışı etm e n in ” başarısını ve siyasi ka zan çların ı d e vşirm ek istiyor. Süreci tıka m a m a k kaygısıyla barış sürecinde zaaflı b o şlu klar yaratm ak gelecek adım ları zorlaştıracaktır.
<N DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
“ Kim se b arış süreci ile d e m o kra tikle şm e yi b irbirine ka rıştırm a sın , a yrı ca d e m o krasin in sın ırla rın ı ço ğ u n lu k o la ra k belirlem e h akkın a A KP sa h ip tir.” 1 M ayıs’ta verilen bu siyasal ültim atom barış sürecinin nasıl gelişeceğinin en güçlü kanıtı olm uştu. G erilla sın ır dışına çekildikten sonra “d e m o kratik m ücadele” sürecinin ne ölçüde zorlu yaşan a ca ğın ın işaretleri ortaya ç ık ı yordu. A n cak siyasi ortam a yıldırım hızıyla düşen Gezi isyanı pek çok siyasal varsayım ı boşa düşürdü ve ezberleri bozdu. Gezi isyanı 2001 Arjantin aya kla n m asın d an beri dünyada görülen, bu nalım yılla rın d a öze llikle Avrupa ve A m e rika’da yaygın la şa n , daha sonra Arap a yaklan m ası o larak kendini bölgem izde de ortaya kolan yeni tip isyan hareketidir. K la sik m erkezi örgütlenm eye sa h ip olm ayan, akıcı yatay ilişki h alkaların a sah ip olan bu isyan, esas o larak A KP ve E rd o ğa n ’ın cum huriyeti yeniden y ap ıla n d ırm a stratejisi içinde “ah laklı ve kin d ar g e n çlik ” yetiştirm e girişim lerine karşı bir tepkidir. Fakat böyle bir tepkinin bu ölçüde y a y g ın laşacağın ı ve bu kadar uzun süreli direnebileceğini kim se öngörm üyordu. Ayrıca ülkeyi biber gazı cum huriyetine dönüştüren A KP iktidarının bu s i lahlarını büyük bir direnç ve hatta neşe ve m izahla geri püskürten bu isyan Erd o ğan ’ın kim yasını fena halde bozm uştur. Gündem belirm ekle pek öğünen Erdoğan bir aydan fazla Gezi isyan ın ın belirlediği gündem in peşinden gitm ek zorunda kalm ıştır. Gezi isyanı, gittikçe otoriterleşen A KP iktidarının ve b aşkan lığa hazırlanan E rd o ğa n ’ın karizm asını derin bir şe kild e çizm iştir. “A p o litik” ve “ b e n cil” olduğu düşünülen bu genç k u şa kla r Gezi isyanı s ı rasında yaratıcı örgütlenm eleri ve d aya n ışm a la rı ile herkesi şaşırttılar. İs yanların “y ık ıc ı” ve “ ku ru cu ” unsurları vardır. Ta ksim ’deki ge n çle r “ ku ru cu ” ö ze llikle rin i revirlerden, yem ek m asaların a, biber gazına karşı etkili te d b ir lerine, alanın tem izliğine, kütüphanesine kadar çeşitli örgütlenm elerle g ö s terdiler. Ayrıca m izah yetenekleri Erd o ğan ’ın a şa ğıla m a la rın ı geri püskürt m ekle kalm adı, dünya halkları üzerinde silin m e z e tkiler yarattı. Gezi isyanı, bu özellikleri yanında, cum huriyetin kireçlenm iş siyasal denklem leri üzerinde de yıkıcı bir etki yapm ıştır. Cum huriyet “ la ik lik -irtica ” gerilim inden kendini sürekli o larak yeniden üretm iştir. A KP iktidarı ile bu denklem in tarafları d e ğişm iş a n cak kendisi kalm ıştır. Bir dönem Kem alistlerin yap tıkla rın ı, artık S iya sa l İslam yapm aya başlam ıştır. Gezi isyanı p o li tik ortam a bu kısır denklem in d ışın d a bir vuruş yap arak “ Mustafa Kem alin aske rle ri” veya “ İslam ın m ü ca h itle ri” sa fla şm a sın ı a n la m sız hale ge tirm iş tir. Bu vuruş siyasal o larak büyük önem taşım aktadır. Bu cum huriyet, aynı zam and a d e m o kratik bir nitelik kaza n aca ksa a n ca k bu yoldan yürünerek böyle bir hedefe varılab ilir. Gezi isyanı, A K P ’nin “dem o krasinin sın ırla rın ı da ço ğu n lu k o larak ben b e lirle rim ” tavrına güçlü bir darbe indirm ekle kalm am ış, kendi içind eki uy gu la m ala rla ve ardından yarattığı halk fo rum larıyla siyasal gündem e “d o ğ rudan d e m o kra si” kavram ını getirm iştir. Dem okrasiyi sırf sa n d ık sanan Er
co DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
doğan, bunu her fırsatta vu rgu lasa da, artık Latin Am erika a ya klan m aları ile 21. yü zyıl p o litikasın ın pratiğine güçlü bir şe kild e giren “ katılım cı dem ok rasi”, Gezi isyanı ile Tü rkiye ’nin de gündem ine girm iştir. Bu p o litik değerin, devlet vesayetinin yüzlerce y ıllık egem enliği altında yaşam ış bu to p raklarda yeşerm esi büyük bir önem e sahiptir. Gezi isyanına hüküm etin koyduğu teşhis, onun po litik tü ke n m işliğin in en güzel kanıtıdır. İktidarının ilk iki dönem inde askeri vesayetle boğuştuğu ölçüde siyasi itibar kazanan AKP, bunu dem okrasi adım ı ile taçlan d ırm aya hiç niyetli olm ad ığın ı üçüncü dönem inde ortaya koym uş, geleneksel dev let vesayetini kendi değerleri ile yeniden inşa etme yoluna çıktıkça A K P ’nin bugüne kadar ki “devletin s a h ib i” olan partilerden hiçb ir farkı kalm am ıştır. Bu “devlet a k lın ı” hemen içselleştiren AKP, Gezi isyanını “d ış gü çle re ” bağlam ış, kendini sandıkta yenem eyenlerin darbe girişim i o la ra k yo ru m lam ıştır. Bu yorum ların kom ik veya saçm a olm aktan öteye bir anlam ı var dır: AKP, bir on yıl gibi kısa sürede devlet aklı ile zehirlenip k la sik bir devlet partisi haline gelm iştir. M azlum luk, “ bu ülkenin zencisi o lm a k ” üzerine çok edebiyat yapan AKP, artık “ayakların baş olm ası nerede gö rü lm ü ş” diyerek devlet katının u la şılm az yü ksekliğin d e n p o litik ortam a bakm aya b a şla m ış tır. Devletin bu katından po litikaya bakınca, kendine karşı her sesin ve ey lem in “dış g ü çle rin ” oyunu o larak görülm esi kaçınılm azdır. Bu tavrıyla AKP, artık devlet partisi olm a yo lu n d aki evrim leşm esini tam am lam ıştır. Gezi is yanı bu tam am lanan evrim leşm eyi en kör göze batırm ıştır. Gezi isyanı her şeyi e tkilediği gibi barış sürecini de etkilem iştir. Kürt Ö z gü rlü k Hareketi, içinde u lu sa lcıla rın olm ası nedeniyle Gezi isyanına kuşkulu yakla şm ış, böylece iki halkın kard eşleşm esi konusunda tarihi bir fırsatı ka çırm ıştır. Gezi isyanına tutarsız yakla şım ın altında sadece eylem içinde ulu sa lcıla rın varlığı değil, bu isyanın barış sürecini engelleyebileceği endişesi de vardır. Oysa güç kaybına uğram ış bir A KP Kürt Ö zgü rlü k Hareketi için bir avantajdır. Gezi isyan ın ın ilk hızını kaybettiği şu günlerde barış sürecinin geleceği konusunda bazı b u la n ık n o ktalar netleşm eye başlam ıştır. A KP ipe un ser meye hazırlanm aktadır. Seçim barajına bile dokunm aya niyetli olm ayan AKP, büyük o la sılık la içi boş sözde reform larla yeni bir oyalam a sürecine h azırlanm aktadır. B arış sürecinin sadece A KP iktidarı ile “ u zla şm a ”dan ib a ret o lm ad ığı, bir dem okrasi m ücadelesi dönem i olduğu yeterince açıktır. Bu sürecin güçlü o larak ilerleyeb ilm esi için Kürt Ö zgü rlü k H areketinin barış sü reci ile Gezi isyan ın ın ruhu birleşm elidir. Lice ’deki katliam , kendisi yine Kürt halkı için büyük bir acı olsa da, halk ların barış sürecinde birleşm esi için önem li bir fırsat yarattı. Devletin otuz yıldan beri ördüğü şovenizm duvarında bu olayla büyük bir ça tla k oluştu. So n u ç olarak, Gezi isyan ıyla A K P ’nin cum huriyeti yeniden yap ılan d ırm a stratejisi büyük bir darbe alm ıştır. Doğrudan veya tersinden cum huriyetin kireçlenm iş “ irtica -la ik lik ” denklem i Gezi isyanı ile büyük ölçüde anlam ını
kaybetm iş, böylece hem AKP, hem de C H P ’nin ezberi bozulm uştur. Öte yandan, Lice katliam ının yarattığı h a lkla r arasın daki kard eşlik havası barış sürecinin en güçlü tem inatı olm aya adayken, bu sürecin aynı zam anda dem o kratikleşm e ile birlikte yürüm esinin de güçlü alt yap ısın ı oluşturabilir. Bu tarihsel bir fırsattır. İktidarın bu ka rd eşlik ve ittifak havasını tüm gücüyle bozm aya çalışa ca ğı çok açıktır. M ademki Gezi isyan ıyla ezberler bozuldu. İktidarın bu konuda da ezberini b o zm ak halkların tarihsel bir görevidir. 10 Tem m uz 2013 DÜNYA VE TÜRKİYE'DE POLİTİK DURUM
LO
BÜYÜK BİR SIÇRAMA OLARAK • • • • GEZİ DİRENİŞİ M. Sinan MERT
En Önemli Meziyet: Birleştiricilik Direnişin en önemli başarısı ısrarı ve mücadeleciliğinin yanı sıra hiç kuşkusuz yan sıtmayı başardığı politik içerikte gizlidir. AKP’nin inşa sürecine giriştiğinin işaretlerinin her geçen gün daha da belirgin bir biçimde ortaya çıktığı ve buna karşı rahatsız olan ların genelini ifade edebilecek bir odağın bulunmayışından kaynaklanan umutsuzlu ğun da ortama hâkim olduğu bir dönemde ortaya konan alışık olunmayan, dili ken dine özgü ve renkli ayağa kalkış, olağanüstü birleştirici bir rol oynadı. Burada en çok üzerine kafa yorulması gereken 31 Mayıs gecesi Taksim’de ne olduğudur. Sabahtan
BÜYÜK BİR SIÇRAMA OLARAK GEZİ DİRENİŞİ
Gezi Direnişi büyük bir uyanış ve korku duvarlarını yıkış hareketi olarak Türkiye toplumu açısından çok önemli bir eşik aşımını ifade ediyor. Erdoğan’ın neredeyse her şeyi ve herkesi teslim aldığını düşündüğü bir anda dev bir koalisyon harekete geçe rek diktatöre haddini bildirdi. Devlet güçleri Taksim’den uzaklaştıktan sonra iki gün boyunca Dolmabahçe Sarayı’ndaki Başbakanlık ofisini korumaya çalıştılar. Her şey o kadar hızlı ilerledi ki politik öznelerin çok önemli bir kısmı süreci kavrayamadı, ne olduğunu anlayamadı, işlerin nerelere varabileceğini öngöremedi. Bunların başında tabii ki Erdoğan geliyor. Kürt Hareketi ile müzakere sürecinin başlaması sonrasında Batı’daki direniş dinamiklerini çok hafife alan, direnişi bir adli vaka kategorisine so kabileceğini düşünen Erdoğan hatasının bedelini karizmasını kaybederek ödedi. Bu kayıp, iktidarını kaybetmesine varacak uzunca bir güzergâhın da ilk önemli durağı olarak görülebilir. Erdoğan’ın kısa vadede iktidarını kaybedeceğini düşünmek hareketi hatalara sevk edebilir. Sabırsızlık politikada radikalizmi doğurur ve bu da kimi zaman Gezi Direnişi sırasında olduğu gibi kimi eşiklerin çok çabuk aşılmasını sağlar. Fakat rakibi küçümsemek de uzun vadede hayal kırıklığına ve dağılmalara yol açar. Erdoğan, ha reketin çok hızlı gelişmesi ve çok yoğun ataklar gerçekleştirmesi sonrasında kısa bir kafa karışıklığı yaşadıktan sonra kendi tabanını konsolide etmeye ve moralini yük seltmeye yöneldi. Sürekli kullandığı yukarıdan ve öfkeli dilin gerçek amacı buydu. Bunu da kısmen başardı. Sonuç olarak AKP hala önemli bir toplumsal bloğu yönlendirebiliyor. Gezi Direnişi her ne kadar son 15 yıldır ilk kez bu bloğu ciddi anlamda çatlatmaya dönük manevralar gerçekleştirse de daha kalıcı mevziler elde edebilmiş durumda değil. Bu ancak uzun soluklu bir mücadele süreci sonucunda ortaya çıka bilecek bir sonuç olabilir.
ON BÜYÜK BİR SIÇRAMA OLARAK GEZİ DİRENİŞİ
akşam 5’e kadar tamamen devletin inisiyatifinde gelişen süreç mesai sonrası özellikle büro çalışanı olarak tasvir edebileceğimiz, yeni işçi sınıfının özel bir öbeği olarak tasnif edilebilecek kesiminin kitlesel katılımıyla bambaşka bir görünüme büründü. Olağa nüstü kitlesellik, devlete direnme deneyimi bulunan militan unsurların daha kararlı bir biçimde öne çıkmasına yol açtı. Anılan kitlesel destek doğrudan çatışmalara işti rak etmedi ancak direnen unsurlara muazzam bir moral üstünlük sağladı. Bir kaç saat içerisinde devlet güçleri kendisini korumakla sınırlı bir tutum izleyebilir hale gelmişti. Bu diyalektik kitle bileşimi tüm eylemlere damgasını vurdu. Devletin bu iki kesimi bir birinden kalıcı olarak ayrıştırmaya dönük ameliyat girişimleri ise her seferinde boşa çıkarıldı. Devletin Taksim’e yeniden çıktığı gün ortaya koymaya çalıştığı performans da bu ayrıştırma senaryosu üzerine kurulu idi. Ama başaramadılar. Grup kendi içeri sinde flama açma, taş atma konuları üzerinden ateşli tartışmalar yürütse de herkes aslında birbirine ne kadar muhtaç olduğunu bildiği için tüm kesimler gerilimlerin kopuşma noktasına sıçramasını engellemek için olağanüstü çaba harcadılar. Hareketin
tüm ideolojik ve politik farklılıklarına rağmen bir arada durma iradesine sahip çıkması muazzam bir yenilik ortaya çıkardı. Bunun ortaya çıkmasında mücadeleye akan ve aslında tüm kesimlerle arasında belli bir mesafe bulunan kesimlerin yoğun luğu önemli bir belirleyici etken oldu. Hiçbir politik özne hareketin tümü üzerin
de söz sahibi olabilecek bir etkinliğe sahip değildi. Bu da aslında ortaya gayet kararlı ve dengeli bir politik yönetimin çıkmasına olanak sağladı. Taksim Daya nışması bütün karmaşasına ve kurumsallaşamama haline rağmen çok etkili bir performans sergiledi. Hem alanın genel hissiyatından kopmadı hem de politik özne lerle alanın arasının açılmasını engelleme noktasında önemli bir rol oynadı. Özellikle Erdoğan’la görüşme sonrasında alanda gerçekleştirilen forumlar görülmeye değer bir deneyim ortaya çıkardı. Politik akıl elde edilen “kazanımlar” üzerinden (“mahke me kararlarına uyacağız”ın verilen bir taviz olarak gösterilmesi bir hukuk garabetidir, burjuva hukukunun bilfiil burjuvazinin kendisi tarafından ayaklar altına alınmasıdır, bu anlamda bir garabet olarak Gül’ün cumhurbaşkanlığına seçilmesini engellemek için Anayasa Mahkemesi’nin aldığı yeter sayı kararından mentalite olarak hiçbir farkı yoktur) hareketi daha güvenli ve sürdürülebilir bir limana taşıyıp hareketi daha uzun soluklu hale getirmenin yollarını bulmayı önerirken, alandan “devam” kararı çıkması aslında yönetilmesi zor gerilimler ortaya çıkarmaya adaydı. Fakat neyse ki Erdoğan’ın gazabı yeniden birleştirici bir unsur olarak 15 Haziran gecesi devreye girdi. Taksim Dayanışması bütün bu süreçlerde çok büyük hatalar yapmadan, hareketin birlikte sürdürülmesini sağlayacak bir ortalamayı temsil etmeyi başardı. Bu anlamda ortaya önemli bir deneyim çıkarıldığı tespit edilebilir. Yorucu ve bol tartışmalı bir yol izlendi fakat böylesi bir devasa kendiliğinden hareket ancak böyle yönsenebilirdi. 15-16 Haziran’da ortaya konan reaksiyon şanlı bir direniş olarak değerlendirilme li. Harekete geçen güçlerin daha merkezi bir biçimde yönlendirilebilmesi sağlanabilseydi hiç kuşku yok ki bu iki günün sonunda Taksim Komünü’nün korunması ve hatta yeni Komün alanlarının yaratılması mümkün olabilirdi. Fakat çok kendiliğin den ortaya çıkan reaksiyon muazzam bir kararlılıkla Erdoğan’ın moral üstünlüğü ele geçirmesine engel oldu. Yenilgi ruh hali kök salmadı. Bu durum yöneteler açısından
Fay Hatlarına Sıkışmayan Bir Politik Zenginlik Sonuç Veriyor
kadar öne çıktığı bir dünyada geniş yığınların kalplerini kazanmaya dönük bir hegemonya mücadelesi de en az zor kadar önemli bir rol oynadı ve oynamaya da devam edecek. Devletin de son aşamaya kadar masum vatandaşlarla marjinal grupları ayırmaya çalışan çabası bu gücü bilmesinden kaynaklanıyor. Fakat şurası çok açık ki AKP bloğunun 11 yıllık iktidarı boyunca ideolojik mücadelede bu kadar başarısız kaldığı, bu kadar çaresizleştiği, yalanlarının bu kadar buz gibi açığa çıktığı süreç yaşanmamıştır. “Öyle veya böyle hep haklı olan Erdoğan” görüntüsü tamamen ortadan kalkmıştır. Erdoğan’ı savunmaya çalışanların ortaya çıkardıkları kara mizah, İstiklal’in duvarlarını süsleyen yazılamalardaki yaratıcılıkla baş edecek durumdaydı! Zello örgütü, telekinezle cinayet, faiz lobisi, İran ajanları, çadırlarda bulunduğu iddia edilenler, Camide içki, sahte Amanpour röportajı, Zaytung haberlerine balıklama at layan belediye başkanları, eylemleri tetikleyenin bir tiyatro oyunu olduğunun ifşası, AKP cephesinin zavallılığını tekrar tekrar ortaya koydu.
Örgütlenme-Birliği Koruma-Kürt Hareketi İle Yakınlaşma-Sömürüye Karşı Söz Üretme Bu hareket nereye kadar gidebilir? Hep beraber göreceğiz. Fakat zeminde çok önemli bir hareketlenme ortaya çıktığı açık. İnsanların kafasındaki hapishaneler yıkılıyor. Her şey sorgulanıyor. Yıllardır araya mesafe konan kesimlerle çok hızlı ya kınlaşmalar yaşanıyor. Sorgulanan sadece AKP değil. Aynı zamanda yaşam tarzı, tü ketim kültürü ile de ilgili ciddi sorgulamalar gerçekleşiyor. Hareketin tam anlamıyla
BÜYÜK BİR SIÇRAMA OLARAK GEZİ DİRENİŞİ
Gezi Parkı direnişinin ortaya koyduğu mesaj Erdoğan’ın ezberini bozuyor. Çünkü muazzam çeşitliliğe sahip hareket, bu çeşitliliğini yansıtan bir ortak mesaj üretince ortaya bileşenlerin hiçbiri tarafından tek başına üretilemeyecek derinlikte bir tablo çıkıyor. Türkiye’nin geleneksel fay hatları tarafından çerçevesi çizilmiş ve ezberi ar tık herkes tarafından bilinen politik mesajlar kitlelerde bu oranda bir yankı yarata mıyor. Fakat Gezi ezberleri gerçekten bozacak politik mesajlar üretiyor. Bunların en önemlilerinden biri hiç kuşku yok ki anti-kapitalist Müslümanların katkısıyla ortaya çıkan görüntü. Alevilerin çok yoğun olarak desteklediği bir direnişin göbeğinde iki defa Cuma namazı kılınması sonuçları çok kalıcı olacak bir etki yarattı. Bunun dı şında örneğin hareketin 4 şehidinden birisinin polis olması da belli kesimlerin ka fasını ciddi biçimde karıştıracaktır. Hayatını kaybedenlerin anıldığı her yerde polis memurunun da anılması hareketin moral üstünlüğünü ortaya koyması açısından oldukça önemli. Bu mücadelede zorun rolü kesinlikle yadsınamaz. Erdoğan’ın ken disini öne çıkaran tüm hamleleri zor ile boşa düşürüldü. Fakat sosyal medyanın bu
^1
hiç kuşku yok ki aşırı bir tedirginliğe yol açmaktadır. İstanbul’un merkezi neredey se iki hafta boyunca direniş güçleri tarafından elde tutulmuş, hareket bölünmemiş, birbirine düşmemiş, Türkiye’nin dört bir yanında eylemler süreğenleşmiş, ölümlere, yaralanmalara rağmen kitle hareketi cüretini tam anlamıyla kaybetmemiştir. Hükü metin saldırılarına devam edeceği tespitinin en açık gerekçesi bu durumdur.
oo BÜYÜK BİR SIÇRAMA OLARAK GEZİ DİRENİŞİ
ulusalcı bir nitelik kazanacağı ve AKP’ye karşı Ergenekoncu bir reaksiyona dönüşe ceği vehmi tam anlamıyla boşa çıktı. “Mustafa Kemal’in askerleri” şimdilik “Mustafa Keser’in askerlerinin” peşine düşmüş görünüyor. Liberal sol çevrelerin Kürt hareketi üzerinden ortama boca ettikleri bu telaş en azından HDK’yi önemli oranda uzun süre paralize etti. HDK çevrelerinde ilk hafta en çok konuşulan bu eylemin en kısa vade de nasıl sönümlendirilebileceği idi. Solun ve kitlelerin önemli bir kesimi hala devleti sürekli unutmakla inmelenmiş vaziyette. Kemalizm devletten düştü. AKP artık dev lettir. Bu durum başlı başına büyük bir altüst oluştur. Devlete sahip olan egemendir. Devlet demek sınırsız zorbalık tekeli demektir. Devlet olmak, revirleri yakıp yıkma özgürlüğüdür. Devletsiz Kemalizm sokaklardaki bir sürü ideolojiden birisidir. Değiş meye ve etkileşime açıktır. Tüm kesimler gibi onlar da öğrenmektedir. Bu etkileşimin nereye varacağını hangi sınıfın ya da fraksiyonun hegemonik olmayı başaracağı gös terecektir. Eğer sosyalist blok, sokak direnişinin merkezinde hegemonik bir rol elde edebilirse Kemalizmin devletçi ve muhafazakâr yorumları kan kaybedecek onun ye rine daha sol Kemalizm yorumları etkinlik kazanacaktır. Hareketin nereye kadar gidebileceği hiç kuşku yok ki ne seviyede örgütlenebileceğine bağlıdır. Mücadeleye yeni katılan kesimlerin örgütlenme deneyimleri son derece sınırlıdır. Dünya görüşü de anarşizan-liberter ekollerin etkisi altında olduğu için örgütlenme fikrinin kabulü bile önemli bir eşiğin aşılması anlamına gelecektir. Taksim dayanışması modelinin yerellere taşınması, burada ilk etapta forumlar üze rinden bir etkileşim ortamının yaratılması heyecan vericidir. Bu yazı yazıldığı sırada forum yapılan parkların sayısı her geçen gün astronomik olarak artmaktaydı. Eğer bu tempo kaybedilmez ve yaz sonuna kadar aynı heyecan korunarak en genel hatlarıyla bir iletişim ağı kurulabilirse geleceğe çok daha güvenli bakabiliriz. Şu aşamada hayal kırıklığına yol açacak bir durum görünmemektedir. Fakat alışık olunmayan yollardan yürüneceği açıktır. Çok uzun tartışmalara, bireylerle kurum temsilcilerinin eşdeğer de olduğu platformlara hazır olalım. Bu durum bir hantallık olarak görünebilir fakat böylesi bir çokluğu siyasete başka türlü tercüme edebilmenin başka bir yolu da bu lunmamaktadır. Burada yürütülen tartışmalarda da gereğinden şiddetli karşı karşıya gelişlerden kaçınmak gerekiyor. Hareketi örgütlenmeye teşvik etmek. Zengin çeşitliliğe sahip çıkmak ve gereğin den erken netleşmelere, saflaşmalara engel olmak. Özgürlük tutkusunu olduğu ka dar sömürüye karşı yüzü de belirginleştirecek önerilerle hareketi ileri taşımaya ça lışmak. Kürt hareketi ile ilgili kesin yargılara ve gönül kırıklıklarına varılmasına karşı çıkmak. İlk başta öne çıkan görevler bunlar gibi gözükmektedir. Hareketi oluşturan bileşenlerin konuşması, tartışması ve sert polemikler yaşaması kaçınılmazdır. Kürt hareketi ile de bu aşamada rezonansa gelinememesi talihsizlik olmuştur. Fakat geç tiğimiz yıllarda bölge ayaktayken, on binlerce tutuklanma yaşanırken Batı’dan kit lesel bir ayağa kalkma beklediğinde de benzer bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Bizlerin birbirimize düşmesi AKP’nin en büyük arzusudur. Ve bu hareket kapsayıcılığını geliş tirdiği oranda güçlenecek mahiyettedir. Artık farklı bir aşamadayız. 20 Haziran 2013
M ehmet YILM AZER
DEVLET VESAYET İKTİDAR
AKP on yıldır iktidardadır. Bu on yılın cumhuriyet tarihinde özel bir yere sahip olacağını şim diden söyleyebiliriz. AKP iktidarına güven ve beklentinin tepe nok tasına çıktığı zaman 12 Eylül 2010 referandumu ve sonrasıdır. Fakat tam da bu tarihten itibaren AKP, beklentileri boşa çıkartm aya başlamıştır. Özellikle Cum huriyetin egem enlik sistem inde önemli bir yere sahip olan askeri vesayetin sona erdiğinin düşünüldüğü günüm üzde, bu kez Erdoğan’ın “tek adam ”lığı ve bunun getireceği sonuçlar tartışılm aya başlanmıştır. Hatta vesayetin biçim değiştirerek varlığını koruduğu iddiaları da ileri sürülmektedir. Egem enlik ilişkileri çerçeve sinde MİT müsteşarının soruşturma için savcılığa çağırılm asından sonra bir diğer önemli konu, iktidar ve cem aat ilişkisi tartışma gündem ine gelmiştir. Türkiye, aynı zam anda ilk defa bir sivil anayasa hazırlama işine girişmiştir. Buna bağlı olarak “başkanlık sistem i” tartışm aları başlamıştır. Kürt sorununda bir gelişme olm asa da artık sürecin böyle gidemeyeceği yeterince açıktır. Aslın da Anayasa’da bütün netameli maddeler bir yönüyle Kürt sorununun çözümüne bağlıdır. Türkiye, AKP iktidarı ile bir kez daha “değişim ” sancıları içine girmiştir. Ye niden yapılanm adan söz ediliyor. Eğer bir ülkede devrim olm adıysa “yeniden yapılanm a” mevcut egem enlik ilişkilerinin yeniden düzenlenm esi anlamına ge lir. Türkiye’de bu sancı uzun süredir yaşanmaktadır. 12 Eylül sonrası süreci ele aldığım ızda Özal günlerinde, daha sonra 90’lı yıllarda Demirel-İnönü koalisyonu sırasında, bu olm ayınca ikibin yılında Ecevit’in liderliğindeki üçlü koalisyonla Türkiye nihayet AB aday üyeliğine kabul edildiğinde, hep bir “değişim ” ve “de m okrasi” rüzgârı esti. Fakat hepsi de düş kırıklığı ile sonuçlandı. Bütün “değişim ” ve “dem okrasi” konusundaki beklentiler istese de isteme de 2002 sonunda ikti dar olan A KP’nin üstüne kaldı. A KP’nin iktidara gelişi oldukça çarpıcı oldu. 1999 seçim lerinde henüz varol mayan AKP, 2002 seçim lerinde yüzde 34,8 oy aldı. 1999’da iktidara gelen üçlü (DSP, ANAP, MHP) koalisyonun toplam oyları yüzde 53,3’den 2002’de yüzde 14,8’e düştü. Büyük yıkım ı Ecevit ve partisi DSP yaşadı. 1999’da yüzde 22,2 oy alan DSP 2002’de yüzde 1,2’ye geriledi. DYP, MHP, ANAP, SP ve DSP meclise bile
SO
DEVLET VESAYET İKTİDAR
o
<N
DEVLET VESAYET İKTİDAR
giremedi, yani hepsi yüzde on barajının altında kaldılar, meclise sadece AKP ve CHP girdi. Bu durum cumhuriyet tarihinde seçim le yaşanm ış en büyük fırtına idi. Bu fırtınaya denk sadece 1950 seçim lerinde DP’nin büyük bir oy çoğunluğuyla iktidara gelmesi gösterilebilir. Ordu aslında 12 Eylül darbesiyle “iki partili” bir sistem yaratm ak istemişti. Gerçekleştiremedi. Darbeden yirmi yıl sonra gerçekleşen iki partili sistem ise or dunun tüylerini diken diken edecek cinstendi. Erbakan-Çiller koalisyonuna karşı 28 Şubat “post modern darbesini” yapan ordu, beş yıl sonra siyasal islamı deği şik bir kılıkta tek başına iktidarda bulunca belli ki artık eski egem enlik sistemi yürümüyordu. 2002 seçim lerinde kopan fırtınanın bir siyasal anlamı olm alıydı. Yaşananlar sıradan bir seçim zaferi değil, düzen için bazı kırılmalara işaret eden gelişmeler di. Bu işaretleri birkaç başlıkta toplam ak mümkündür. İlki ve en önemlisi, 12 Eylül askeri darbesinin yarattığı düzenden bir politik kopuşmaydı. Önceki dar belerde ordu kışlasından çıkıp, ortalığı istediği gibi düzenledikten sonra yeniden kışlasına çekilmiştir. 12 Eylül sonrası ANAP’la sözde sivil düzene geçilse de, ordu sürekli gündelik politika içinde kaldı. Bunun en temel nedeni PKK’nin 1984’te başlattığı Özgürlük savaşıydı. 12 Eylül sonrası yirmi yılı aşkın süreçte hangi parti ve koalisyon iktidarda olursa olsun, MGK’nın çizdiği politik çember içinde kalm ak zorundaydı. İnsanlar başbakana değil, genelkurm ay başkanının açıklam alarına bakıyordu. Fakat bu yirmi yılda her bahar bitirileceği söylenen PKK bitmediği gibi sorun gittikçe büyüdü. Savaşın yarattığı ortamda devlet içinde “çeteler” ve çürüme arttı, hele 90’lı yıllar katliam lar ve sokak infazları ile geçti, ancak hiçbir sorun çözümlenemedi. Derin devlet o ölçüde pervasızlaştı ki, siyasal iktidarlar kuklalara dönüştü, keyfilik tepe noktalara çıktı. MGK’nın her toplantısı yeni “kır mızı çizgiler” ilan etti, güvenlik konsepti adı altında “gizli anayasa”lar oluşturul du. 2002 seçimleri bu “düzenden” bir siyasal kopuş oldu. Millet, MGK ve onun çizdiği çemberde kalan partilere politik bir darbe vurdu. 2002 seçim lerinde MGK çemberinde politika yapan partilerin büyük bir darbe yemesinin anlamı, aslında ordunun büyük bir itibar kaybına uğram asının politik sahneye yansımasıdır. Bu itibar kaybını sağlayan şüphesiz ki, AKP değildir. Yıllar dır süren Kürt Özgürlük Mücadelesi devlette ve elbette orduda bozulmalara yol açmış, politik ortamda günlük provokasyonlarıyla “derin devlet” fazlasıyla de şifre olm uş ve yıpranmıştır. Sonuç olarak, MGK ve politikalarını, yani askeri esas yıpratan güç Kürt Özgürlük Hareketidir. Askerin Kürt sorununu sürekli iç politi kaya müdahale aracı olarak kullanm ası, fakat bu yolla hiçbir sorunun çözüm len memesi sonuçta “derin devlet”in hem deşifre olm asına hem de yıpranm asına neden olmuştur. 2002 seçim sonuçlarının ikinci anlamı siyasal islam la ilgilidir. 28 Şubat 1997 post modern darbesi ile DYP-Fazilet Partisi koalisyonu bozulmuş, bir yıl sonra da Erbakan’ın partisi kapatılm ış, kendisi siyasal yasaklı hale gelmiştir. FP’nin kapa tılm ası sonrası bu partiden AKP ve SP doğmuştur. AKP klasik İslamcı söylemi bir kenara bırakarak iktidara kadar yürümüştür. Böylece ne yapılırsa yapılsın, artık
Türkiye’de 90’lı yılların ortalarından itibaren “yeniden yapılanm a” çok sık kullanılan bir kavram oldu. Özal yıllarında “Il.Cum huriyet” veya “Yeni Osm an lılık” kavramları da aynı amaçla kullanıldılar. 90’lı yılların sonlarında Ecevit’in liderliğindeki üçlü koalisyon döneminde, Türkiye’nin AB aday üyeliğine kabul edilm esiyle, demokrasi vurgusu öne çıkartılarak yeniden yapılanm anın en güçlü tartışıldığı günler oldu. Bilindiği gibi böyle beklentiler hep düş kırıklığı ile bitm iş tir. Kendisinin isteyip istememesinden bağım sız olarak bu beklentilerin hepsi 2002 seçim lerini kazanan A KP’nin üstüne kalmıştır. Bir ülkede devrim olup egem enlik ilişkileri sınıflar seviyesinde altüstlüğe uğram adıysa, geriye mevcut egem enlik ilişkilerinin yeniden düzenlemesi kalır. A KP’nin önünde duran beklentiler yum ağı, artık eskisi gibi yürümeyen egemen lik biçimlerinin yeniden düzenlenm esi gibi önemli bir içeriğe sahipti. Şüphesiz,
DEVLET VESAYET İKTİDAR
Egemenlik İlişkilerinin Yeniden Yapılanması
<N
siyasal İslam yok edilemiyor, güneşin altındaki yerini istiyordu. Düzenin sosya listlere karşı kendi elleriyle büyüttüğü siyasal islam artık düzen içinde kenarda bir dekor değil tek başına iktidar olacak siyasal bir güç haline gelmiştir. Elbette siyasal islam ın bu noktaya gelmesinin tek nedeni sola karşı düzen tarafından beslenmesi değildir. Onun da kendi tarihi, cumhuriyetle bir hesaplaşm ası vardır. Koşullar öyle bir moment yaratm ıştır ki, “laik cum huriyet” veya Erbakan’ın deyi miyle “Batı Kulübü”nün uygulam aları büyük başarısızlıklara uğrarken, özellikle Ortadoğu bölgesinde siyasal islam güç kazanmaya başlamıştır. Bu güç kazanm a da Sosyalizm in yıkılışının da büyük bir payı olmuştur. Sonuç olarak, 2002 seçim depremi siyasal islam ın kılık kıyafet değiştirerek gücünü toparlam a ve arttırma yeteneğinde olduğunu göstermiştir. Artık düzen içinde itilip kakılam ayacak çap ta bir güce erişmiştir. 2002 seçim depreminin iki temel siyasal anlamı budur. Bu depremin şiddetini arttıran bazı olaylara da değinm ek gerekiyor. 1999’da Ö calan’ın ABD yardımı ile yakalanm ası ve Türkiye’ye teslim edilmesidir. Bu olay 1999 seçim lerinde DSP ve MHP’nin oylarında bir patlama yaratmış, ancak üçlü koalisyon o kadar becerik sizlikler sergilem iştir ki, bu sözde avantaj kısa sürm üş bu oy patlaması yapan partiler (DSP ve MHP) 2002 seçim lerinde çökmüştür. Bu çöküşte büyük bir etken de 2001 ekonom ik krizidir. Sonuç olarak, AKP 2002 seçim lerinde düzen içi bir fay kırılm asının ortaya çıkardığı bütün politik enerjiyi arkasına almıştır. Bu fay kırılm ası iki şeyi ortaya koydu. 12 Eylül sonrası özellikle Kürt özgürlük m ücadelesi gerekçe gösterilerek derinleştirilen “gizli anayasa”lı MGK düzeni ve onun tanım ladığı egem enlik yapı sı artık yürümüyordu. Öte yandan, dünya neoliberalizm yolunda koşar adım gi derken, Türkiye, savaş ekonom isiyle neoliberalizmden uzak durm aktaydı. Fakat neoliberalizm yolunda ayak sürçmelerin bedeli 2001 krizi ile Türkiye ekonom isi ne misliyle ödetildi. Artık ne düzenin alışıldık egem enlik biçimi ne de kapitalist dünyadaki ekonom ik gidişe direnç gösteren ekonom ik yapı yürümüyordu. 2002 seçim lerindeki yaşanan depremin üssü aslında düzenin kalbine çok yakındı.
<N <N DEVLET VESAYET İKTİDAR
her sınıf ve tabakanın kendine göre beklentileri vardı. Kapitalist merkezlerin tari hine baktığımızda egem enlik ilişkilerinin köklü bir şekilde yeniden düzenlendiği üç tarihsel dönem vardır. Birisi Avrupa’da faşizm in tarih sahnesine çıktığı 1930’lu yıllardır. Burjuva demokrasileri sanki tersine bir gidişle faşizm e dönüşmüştür. İkinci köklü değişim veya yeniden yapılanm a ise 1950’li yıllarla birlikte “refah devletlerinin” inşasıdır. Üçüncüsü, 1980’lerde başlayan, sosyalizm in yıkılışı ile hızlanan neoliberalizm yıllarıdır. Bize gelirsek, cumhuriyet dönemini dikkate aldığım ızda egem enlik ilişkile rinin yeniden düzenlendiği birkaç önemli tarihsel dönem vardır. Başlıca dört dönemden söz etmek mümkündür. İlki, cumhuriyetin kuruluş yılları yani “tek partili” dönemdir. İkincisi, bu dönemin kapandığı, DP’nin iktidara gelmesi ile başlayan “çok partili” dönemdir. Üçüncüsü, 1960 askeri darbesi ile başlayan A KP’nin iktidara geldiği yıllara kadar süren on yılda bir tekrarlanan askeri darbeli yıllardır. Sonuncusu, henüz içeriği tam şekillenm em iş olan AKP iktidarı sonrası yıllardır. Yazıda özellikle AKP ile başlayan yeniden yapılanm a sürecinin niteliğini çözümlemeye çalışacağız. Bu dönemleri detaylarda kaybolm am ak için başlıca üç temelde incelemek gerekiyor. Dönemde egemen sınıflar veya zümreler arası ilişki; ikinci olarak, ege men sınıfların ülkedeki genel egem enlik tarzı; son olarak, dönemin egemen ide olojisi. Her dönemde bu alanlarda önemli değişim ler yaşanmıştır. Tek Parti döneminden başlarsak: Bu dönemin egemen sınıf ve zümreler arası ilişkisi aslında Osmanlı yıllarından miras alınan ve tüm cumhuriyet yılların da ana özelliğini koruyan bir yapıya sahiptir. Devlet eliyle beslenen ve büyütülen Türk burjuvazisi tek parti yıllarında henüz oldukça cılızdır. Türk burjuvazisi böy le bir yatakta büyüdüğü-büyütüldüğü için, Avrupa burjuva devrimleri sırasında burjuvazinin sahip olduğu temel özelliklere sahip değildir. Burjuva anlamda öz gürlükçü değildir; üretimde yenilikçi değildir; serbest rekabetçi yılları yaşam a dığı için rekabetçi değil, daha doğarken tekelcidir. İki egemen zümreden “dev let sınıfları” hem güçlü hem de cumhuriyetin sahibi konumundadır; diğeri ise cılız ve kişiliksiz Türk burjuvazisidir. Cılız sermaye birikim ini hızlandırm ak veya M.Kemal’in dediği gibi “her mahallede bir m ilyoner yetiştirm ek” için devletçilik eliyle sermaye birikimi yoluna çıkılır. Bu dönemde egemen sınıfların ülkedeki genel egem enlik tarzı ise “tek parti diktatörlüğü” biçimindedir. Partinin gösterdiği adaylar arasından seçim yapıla bilir. Kürt isyanları nedeniyle çıkartılan Takrir-i Sükûn Kanunu ise kuruluşun ilk yıllarında varolan kısmi dem okratik havayı silip süpürmüştür. Bu yıllarda Tek parti CHP kadroları ile devlet bürokrasisi hemen hemen aynılaşmıştır. Bu yılların ideolojisi ise, ulus yaratm ak için Türkçü, Osmanlı gericiliğine karşı laik, dünyadaki sosyalist gelişmelere karşı tepki ve savunm a olarak, “sınıfsız, im tiyazsız bir toplum yaratm a” bileşenlerinden oluşan eklektik bir ideolojidir. Tarih bu ideolojiye “Kem alizm ” adını vermiştir. Çok partili yıllar, Menderes liderliğinde Demokrat Parti’nin iktidar olduğu yıllardır. Devlet eliyle beslenen Türk burjuvazisi yeterince palazlandığını düşün
co <N DEVLET VESAYET İKTİDAR
düğü bir dönemde artık devlet vesayetinden kurtulm ak için liberalizm yoluna çıkmıştır. Egemen züm reler arası ilişkiyi yeniden düzenlem ek istemiştir. Kamu işletmelerinin özelleştirilm esinin ilk defa yapıldığı yıllardır. Tek parti döneminde kapitalizm , iktidarın devletçi anlayışında oldukça ağır adım larla yürüdü. Men deres yıllarında ise, özellikle kırlara traktör akınlarıyla kapitalizm in ilk “serbest” gelişim yolları açıldı. Palazlanan finans kapital devletin ekonom ideki alanını daraltıp kendini büyütme yoluna çıktı. Bu gerçeklikten dolayı, Menderes yılları devlet sınıfları ile palazlanan finans kapital arasında egemenliğin paylaşımı ko nusunda sürekli gerilimin yaşandığı dönem oldu. Genel egem enlik tarzı “çok partili”, seçim li bir parlamenter sisteme dönüşür. Demokrat Parti iktidar sürecinde gittikçe artan bir şekilde “çoğulcu diktatörlük” denebilecek bir yola girer. İzin verdiği sendikal örgütlenmeleri zam anla yasaklar. Bu yasaklam aları, muhalefete düşen C H P’nin kapatılma yollarını aramaya kadar vardırır. İktidar yanlılarının saflaştırılm ası anlam ında “Vatan Cephesi” örgütlen mesi yaratılır. Her akşam radyolardan “Vatan Cephesi”ne katılanların isimleri okunur. Bu dönemin “dem okrasi” deyim iyle değil de, “çok partili” dönem olarak anılm asının nedeni onun bu özellikleridir. Dönemin ideolojisi, Kem alizm den ilk “sapm aları” içinde taşır. Cumhuriyetin temel değerlerine dokunulm adan tek parti dönem inde dışlanan dini değerleri öne çıkartan uygulam alar yapılır. Türkçe ezana son verilmesi, tarikatların ser best bırakılm ası bunlardandır. Bu dönem 27 Mayıs 1960 askeri darbesi ile kapa nır. Askeri darbeli çok partili dönem, 1960-2002 arasını kapsar. Aslında bu dö nemi alt bölümlere ayırarak irdelemek gereklidir. Fakat konumuz açısından böy le bir detaylandırm a gerekli değildir. Bu dönemde egemen züm reler arasındaki ilişki bir sisteme oturtulmaya ça lışılmıştır. Finans kapital uluslar arası sermaye ile “montaj sanayi” temelinde ilişkiler kurarak iyice palazlanmıştır. Bu yıllarda finans kapitalin cumhuriyet dö nemindeki ikinci kuşağı şekillenir. İlk kuşak Koç ailesi ile temsil edilirken, ikinci kuşağın parlak tem silcisi Sabancı’lardır. Yine bu yıllar “karma ekonom i” döne mi olarak anılır. Özel sektöre, kamu iktisadi kuruluşlarından çok ucuza ham ve ara madde aktarılm asıyla yeni bir beslenme-büyüme yolu yaratılır. Öte yandan, devlet sınıflarından ordu, 27 Mayıs darbesi sonrası orduevleri, Orko, Oyak gibi kurumlarla ve denetlenmeyen Milli Savunm a Bakanlığı bütçesiyle imtiyazlı ko numunu kurumlaştırmıştır. Bunların yanında Milli Güvenlik Kurulu uygulam a sıyla iktidara “güvenlik” adı altında ortak konuma gelmiştir. İki egemen zümre, “devletin sahibi” ordu ile “paranın sahibi” finans kapital “karma ekonom i” ça tısında uzlaşmıştır. Bu dönemin en tipik özelliği, H. Kıvılcım lı’nın deyim iyle “iki hüküm et” yapısıdır. Birisi parlamentoda sivil, diğeri genelkurm ayda askeri hü kümet, çeşitli kurum lar aracılığıyla egemenliği paylaşmışlardır. Bu dönemin genel egem enlik tarzı, askeri darbelerle ikide bir ayar yapılan biçim sel bir “parlamenter dem okrasi”dir. Kapitalizm , 1950’lilerde hız kazanınca artık “sınıfsız, im tiyazsız toplum ” kavramı anlam sızlaşm ış, 27 Mayıs Anayasası
<N DEVLET VESAYET İKTİDAR
ile sınıfa dayalı örgütlenm eler serbest hale gelmiştir. Bu yıllarda cumhuriyet tari hinin en yaygın sınıflar m ücadelesi yaşanmıştır. Bu yılların bir paradoksu vardır. 27 Mayıs Anayasası oldukça geniş örgütlenme hakları tanım ıştır; ancak m ücade le yükseldikçe 12 Mart 1971 askeri darbesiyle bu anayasa budanm ış, 12 Eylül’le toptan ortadan kaldırılmıştır. Yine bu dönemin egem enlik araçlarından en önem lisi “derin devlet”tir. Bir gizem içine sokulan bu kurum, aslında ordu içinde özel harp dairesidir. Ancak sorun burada değildir. Cum huriyet’le kurulan egem enlik ilişkilerinde burjuvazi, devletin vesayetinde şekillenip beslendiği için, onun sınıf egemenliği sürekli olarak devlet-özel olarak ordu-tarafından denetlenmiş ve sı nırlandırılmıştır. Bu dengede “derin devlet” daima özel bir yere sahip olmuştur. “Derin devlet” sadece burjuva devletin kanunlar yoluyla yürütemediği işlerini kanun dışı olarak yürüten basit bir kurum olm aktan çok, devlet sınıflarının si vil siyasete yön vermekte kullandığı bir araç olmuştur. 60-80 arası “komünizme karşı” , 80 sonrası “bölücülüğe karşı” savaşta sivil siyaseti yönlendiren hep derin devlet olmuştur. Fakat özellikle 90’lar sonrası Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı başarısız oldukça hem yozlaşm ış, çeteleşmiş hem de itibar yitirip deşifre olmaya başlamıştır. Bu dönemin egemen ideolojisi yine Kemalizmdir. Ancak düzenin önce “ko m ünizm e” sonra da “bölücülüğe” karşı m ücadelesinde faşizm ve siyasal islam düzen tarafından beslenmiştir. Fakat MGK düzeni özellikle 1990 sonrası hızla yıprandıkça düzenin bütün engelleme çabalarına rağmen siyasal islam bir po litik güç olarak öne çıkm aya başlamıştır. Erbakan liderliğindeki Refah Partisinin 1995 seçim lerinde birinci parti olması cumhuriyetin ideolojik yapısında önemli kırılma noktası olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri Kem alizm in itip kak tığı siyasal islam artık düzen içinde yerini almaya hazırlanıyordu. Bu yükseliş 28 Şubat 1997 “post m odern” darbesiyle durdurulm aya çalışıldı; Erbakan durdurul du ancak siyasal islam yürüyüşüne devam ederek 2002 seçim lerinde tek başına iktidar oldu. Böylece düzenin egemen ideolojisi Kemalizm artık eleştiri oklarının hedefi haline geliyor, tarihi olarak ömrünü dolduruyordu.
AKP’li Yıllar 2002 seçim sonuçları ile egem enlik ilişkilerinin artık eskisi gibi yürümeyeceği ortaya çıkm ıştı. Başlı başına A KP’nin seçim leri kazanm ası, üstelik CHP hariç di ğer partilerin seçim barajının altına düşerek parlamento dışında kalmaları güçlü bir siyasal depremdi. Yaşanan son on yılı yine başlıca üç açıdan incelem ek ge rekiyor: Egemen züm reler arasındaki ilişki; düzenin genel egem enlik sistemi ve dönemin ideolojisi. Egemen zümreler arasındaki ilişkiye iki açıdan yaklaşm ak yararlı olur. Ge leneksel egem enlik ilişkilerinde son durum; egemen sınıflar dizilişinde son du rum. A KP’nin bugüne kadarki iktidar yıllarının en çok göze batan özelliği elbette ki “askeri vesayet”le ilişkisidir. Devlet sınıfları ve siyasi iktidar ilişkisi Türkiye’de aslında O sm anlı’dan devir alınan geleneksel bir özelliğe sahiptir. O sm anlı’da Seyfiye ve İlmiye her zam an bir siyasal güç olmuştur. Bunun Cum huriyet’teki de
LO
<N
DEVLET VESAYET İKTİDAR
vamı Ordu, Üniversite ve Yargıdır. Bu ittifak en güçlü bir şekilde 27 Mayıs askeri darbesinden sonra yeniden inşa edildi. Bugüne kadar gelen bütün Cumhuriyet dönemini kapsadı. Elbette bu ittifakta en ağırlıklı güç her zaman ordu olm uş tur. Türkiye uzun yıllar “iki hükümet”liydi. Birisi seçilm iş sivil, diğeri geleneksel “askeri hüküm et”-genelkurmay. Bu ilişki ve dengeye zam an zaman darbelerle yeni düzenlem eler yapılmıştır. Bunların en sonuncusu 28 Şubat 1997’de yapıldı. Ve ikibinli yıllara başlarken bu vesayet ve ikili yapının gitm eyeceğinin işaretleri ortaya çıkm aktaydı. AKP 2002 sonunda iktidara geldikten sonra askeri vesayetle sürekli sorun ya şadı. Ordu ile AKP iktidarının bilek güreşinin zirve yaptığı yıllar 2007-2009 oldu ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir sivil iktidar askerin saldırılarını geri püskürt mekle kalmadı, darbe suçlam alarıyla yüzlerce subayın haklarında dava açıp, tu tukladı. Askeri vesayetin geriletilm esinin heyecanlı hikayesi biliniyor. Bunun gerisin deki nedenler irdelenirse başlıca dört koşulun üst üste geldiği görülebilir. İlki, dünyadaki köklü altüstlük, yani Sosyalist Sistemin çökmesidir. Sovyetlerin yu m uşak karnı Türkiye’nin “komünizme karşı savaşta bir cephe ülkesi” olm ası, ordunun geleneksel ağırlığını sürekli kılan koşullar yaratmıştır. 1990 başlarında bu koşulların ortadan kalkm asının zam ana yayılan kaçınılm az sonuçları olacak tı. İkincisi, Türkiye’nin 1999’da Avrupa Birliği aday üyeliğinin kabul edilmesidir. Buna bağlı olarak “ordunun siyasetteki yeri” yoğun bir şekilde tartışılm aya baş lanmıştır. A B’nin dolaylı dayatm alarının o günlerde som ut sonuçları olm asa da konu AB görüşmelerinde sürekli gündem de olmuştur. Üçüncüsü, çok özel bir koşuldur. ABD’nin Irak’ı işgal kararına ordunun destek vermemesi ve tezkere nin mecliste takılmasıdır. Böylece ABD ordusunun Irak’a Kuzey’den girme yolu kapanmış, Amerika yönetimi bunun baş sorum lusu olarak orduyu görmüştür. Dördüncü koşul, bir türlü yenilemeyen Kürt Özgürlük Hareketinin m ücadele sidir. Böylece 30 yıllık MGK politikaları başarısız olmuş, savaş nedeniyle devlet çeteleşmelerle iyice yozlaşmıştır. Her bahar PKK’nin bitirileceğini söyleyen ge nelkurm ay yıpranm ış, buna bağlı olarak derin devlet iyice deşifre olmuştur. 2005 sonu Şem dinli olayları bunun en çarpıcı kanıtı olarak tarihe geçmiştir. Bir kitap çıyı bombalayan derin devlet elemanı halk tarafından yakalanm ıştır. O dönemin kara kuvvetleri komutanı Büyükanıt’ın “iyi çocukları”nın iş üstünde halk tarafın dan yakalanm ası, derin devlet provokasyonlarının artık bir doyum ve tıkanma noktasına geldiğine işaret ediyordu. Çürüyen ve çeteleşen devletin özellikle son 30 yıllık günahlarının bedelinin, kaçınılm az bir şekilde onun “gerçek sahibi” or duya fatura edilmesi kaçınılm azdı. İki binli yıllarla birlikte bu süreç yaşanm aya başladı. Dördüncü koşul askeri vesayetin kırılm asında en büyük ağırlığa sahiptir. 12 Eylül sonrasının önceki askeri darbe dönemlerinden önemli bir farkı vardı. 1983 sonundaki seçim lerle sivil hükümetler kurulsa da, ordu her gün politikanın için de kalmıştır. Bunun en temel nedeni 1984’te gerilla savaşı olarak başlayan Kürt Özgürlük Mücadelesidir. Sözde “bölünm e” tehdidi gerekçesiyle, hangi parti ikti-
<N DEVLET VESAYET İKTİDAR
darda olursa olsun, otuz yıl iç politikayı, MGK aracılığıyla ve doğrudan genelkur mayın m üdahaleleriyle ordu yönetmiştir. İki binli yıllara gelindiğinde çok açık bir şekilde MGK politikalarının başarısızlığı en kör göze batar hale gelmiştir. Ayrıca özellikle 90’lı yıllarda zirveye çıkan derin devlet provokasyonlarıyla devletteki çürüme ve çeteleşme ayyuka çıkmıştır. 90’lı yıllarda politikadaki asker vesaye ti zirveye çıktığında, aynı zam anda çürüme ve itibar yitirme sürecine de girmiş oluyordu. Bu tablonun kitle içinde yarattığı sessiz birikim 2002 seçim lerinde kendini or taya koydu. Çok silik de olsa askeri vesayete karşı direnen tek siyasal parti olarak AKP, seçim lerde büyük bir sıçram a yaptı. Eli güçlendikçe askeri vesayete karşı mücadelesini yükseltti; Işık Koşaner ve ekibinin istifalarıyla bir dönem kapanmış oldu. Askeri vesayetin geriletilmesi egem enlik ilişkileri açısından ne anlama geli yor? Bunu bölümün sonunda irdeleyeceğiz. Egemen sınıfların yapı ve gücünde son durum: A KP’nin iktidar olması ege men sınıf ve iktidar ilişkilerinde açıklanm ası gereken bulanık alanlar yaratmıştır. Yola klasik anlamda egemen finans kapitalin partisi olarak çıkm ayan A KP’nin on yıllık iktidarı egemen sınıflar yapısında ne gibi değişim ler yaratmıştır? Ya da soru daha doğru olarak şöyle sorulabilir: Ekonomi ve sınıflar yapısındaki hangi deği şim ler A KP’yi iktidara taşımıştır? Türkiye’de kapitalizm in gelişip yaygınlaşm asında başlıca üç dalga yaşanm ış tır. İlki, devletçiliğin baskın olduğu tek parti dönemidir. Banka bağlantılarıyla ilk tekelci finans kapital bu dönemde şekillenmiştir. İkinci dalga, 1950’ler son rası dönemdir. Kapitalizm hem kentlerde hem de kırlarda tek parti dönemiyle kıyaslanm ayacak hızda gelişm iştir ve devletçilik kozasını yırtmaya yeltenmiştir. Üçüncü dalga, 1980 sonrası Ö zal’lı yıllarla başlar. Devletçiliğin büyük ölçüde tasfiye edildiği neoliberal ekonomi politikaların yaygınlaştığı yıllardır. Fakat bu süreç Kürt sorunu ve savaş nedeniyle kesintiye uğramış, AKP iktidarıyla yeniden büyük bir hız kazanmıştır. Tek parti yıllarında devlet eliyle beslenip büyütülen tekelci finans kapital, an cak 50’li yıllarla birlikte palazlanmıştır. Tek parti yıllarında kırlarda, küçük üreti ciyi pençesinde inleten tefeci-bezirgan sermaye egemendi. 50’ler sonrası finans kapital palazlanıp DP olarak iktidara geldikten sonra kırlardaki veya Anadolu’da ki tefeci sermaye kentlerdeki tekellerin bayiliğini yapmaya başlamıştır. Böylece hem modern ticaretle tanışm ış, hem de kapitalizm in gelişmesinden payını al maya başlamıştır. 80 sonrası hız alan kapitalizm in son gelişim dalgasında, özel likle 1996’da AB ile im zalanan güm rük birliği anlaşm ası sonrası, Anadolu burju vazisinin bir kesimi basit bayilik konumundan üretici konumuna yükselmiştir. “Anadolu kaplanları” söylemi bu gerçekliğin günlük basındaki karşılığı olarak ortaya çıkmıştır. Tekelci finans kapitalin bir “dernek” olarak örgütlenme gereğini duyduğu yıl tam da 12 Mart askeri darbesi sırasındadır. 1971 yılında kurulan TÜSİAD Türk burjuvazisinin en irilerinin tem silcisiydi. Bugün beş yüz civarındaki üyesiyle mil
K> DEVLET VESAYET İKTİDAR
li hâsılanın yüzde 40’mı üretmektedir. Anadolu kaplanlarından MÜSİAD’ın ku ruluşu 1990 yılıdır. Bugün yaklaşık 3 bin üyesi vardır. Gülen cem aatinin işveren kuruluşu TUSKON 2005 yılında kurulmuştur ve yaklaşık 40 bin üyesi vardır. Öte yandan TÜSİAD’ın yönlendiriciliğinde KOBİ’ler 12 federasyon altında 2005 yılın da TÜRKONFED olarak örgütlenm iştir ve 9 bin civarında üyesi vardır. Anadolu kaplanlarını toplarsak 50 binin üzerindedir. Buradan hemen anlaşılacağı gibi bu “kaplanlar”ın büyük çoğunluğu küçük, hatta çok küçük işletmelerdir. İstanbul sanayi odasının yayınladığı en büyük 500 listesinde 1990 yılında MÜSİAD’dan 8 firma vardır. Bu sayı 2007’de 23’e, 2009’da 31’e yükselmiştir. En büyük 500 listesinde TU SKO N ’dan 2009 yılında 45 firma vardır. Bu rakam lar tek başına çok fazla bir anlama sahip olm adığı için bu firmaların ekonom ideki ağır lığına da bakm ak gerekir. 500 en büyüğün içinde üretimden satışta MÜSİAD’ın payı yüzde 3,6; TU SKON’un payı yüzde 5,9’dur. Toplam Türkiye ekonom isindeki paylara bakınca ortaya çıkan rakam lar ise şöyledir: 2008 yılı itibariyle, MÜSİAD, GSMH’nin % 6 ilâ % 8’lik bir kısmını üretip, ihracatın % 11,5’ini gerçekleştirirken, TÜSİAD ise 2007 sonu itibariyle GSMH’nin yaklaşık % 38’ini üreterek ihracatın da % 45’ini gerçekleştirmektedir. Öte yandan, “Anadolu kaplanları” kavramı oldukça yanıltıcıdır. Örneğin MÜSİAD’in üyelerinin yarısı İstanbul, Ankara, Kayseri, Konya, Gaziantep, Bursa’da toplanmıştır. Aynı zam anda üyelerinin üçte biri İstanbul’dadır. İş alanı olarak üyelerinin üçte birinin inşaatla uğraşması da ilginçtir. 1994 yılında inşaatla ilgili MÜSİAD firma sayısı 398 iken, 2013’de bu sayı 1114’e çıkarak MÜSİAD içinde en hızlı gelişen iş alanı olmuştur. Türkiye’nin gerçek egemen sınıfı tekelci finans kapitale göre Anadolu burju vazinin ağırlığının çok zayıf olduğu yeterince açıktır. Ancak tekelci finans kapital dışındaki burjuvazinin 50’li yıllardan iki binli yıllara kadar geçen sürede sadece nicelik olarak büyümesi değil, aynı zam anda belli ölçüde nitelik değiştirmesi de söz konusudur. Tekelci finans kapitalin bayisi veya taşeronu olan burjuvazinin bir kesiminin kendisi bağım sız üretici ve tüccar haline gelmiştir. O zaman özel likle AKP iktidarıyla birlikte yeşil serm ayenin artan gürültüsü ne anlama geliyor? Sınıfsal olarak egem enlik dizilişinde bir değişim yoktur, ancak düzenin genel egem enlik ilişkilerinde bir değişim yaşanm aktadır. Bilindiği gibi egemen zümre ile düzen partileri arasında birebir ilişki yoktur. AKP, tekelci finans kapital köken li bir parti değildir. Milli Görüş gömleğini çıkarttıktan sonra genel olarak tekelci sermaye dışında kalan siyasal islam kökenli sermayenin tem silcisi olarak siya set sahnesinde yerini almıştır. Ancak uyguladığı ekonomi politikalar uluslararası finans kapitalin Türkiye’ye dayattığı ve Kemal Derviş eliyle ilk uygulam alarına giriştiği neoliberal politikalardır. Bu haliyle tekelci finans kapitalle tam bir uyum içindedir. Fakat özellikle 1990’lar sonrasını dikkate alırsak, gelişen ve derinleşen ka pitalizm içinde yeni sermaye birikim yollarıyla palazlanan “yeşil serm aye” çok doğal olarak düzen içinde kendi ağırlığına göre yer isteyecekti. Sivil ve asker “iki hüküm etli” “Kem alist Düzen” bu konuda o kadar katı sınırlara sahipti ki,
oo
<N
DEVLET VESAYET İKTİDAR
bir “egem enlik krizi” yaşanm ası kaçınılm azdı. Aslında bu kriz çok som ut olarak Refah Partisi’nin birinci parti olduğu 1995 seçim sonuçlarıyla başladı. Krizin kö künde egemen zümre finans kapitalin tasfiye edilme niyetinden kaynaklanan bir neden yoktur, tam tersine 70’li yıllardan beri gelişip güçlenen “yeşil serm aye” mevcut düzen içinde ağırlığına göre yerini istemektedir. Bunun siyasete yansı ması elbette basit m atem atik hesaptan öteye pek çok alışkanlık ve anlayışın kırılıp dökülm esi biçim inde yaşanmaktadır. Bu siyasal kriz tablosunun içine Demirel’in deyimiyle “son Kürt isyanını” da yerleştirirseniz ortaya tam bir “cum huriyet bunalım ı” çıkar. Yaşanan da budur. Günümüzde egem enlik ilişkilerinin yeniden yapılandırılm asının başlıca iki yönü vardır. Egemen zümre ve sınıf yapısındaki değişim kolay algılanabilir bir so mutluktadır. Tekelci finans kapital egem enliğinde bir altüstlük yoktur, kapitaliz min gelişm esine bağlı olarak bir değişim vardır. Türkiye’de kapitalizm in gelişim dalgaları her seferinde finans kapital tapınağına kendi kuşağını yükseltmiştir. İkinci dalganın en ünlü kuşağı Sabancı ailesidir. Üçüncü dalganın tapınağa giren leri daha yeni yeni ortaya çıkıyor. Son TÜSİAD kongresinde yönetime girenleri bir Milliyet köşe yazarı şöyle yorumluyor: “Evet TÜSİAD Anadolu’y a açılıyor. Kayserili
Mahmut Boydak gibi muhafazakâr ve Cizre doğumlu akaryakıt dağıtıcısı Tarkan Kadooğlu gibi Kürt işadamları ilk kez Yönetim Kurulu’na girdiler. Başkan Muhar rem Yılmaz Bursalı" Zaten köprü ve otoyol ihalelerine de Koç ile Ülker grupları ortak katılmıştı. Burada dini imanı olmayan finans kapital açısından şaşırtıcı bir durum yoktur. Ancak her egem enlik biçim inin bir ideolojik çerçevesi olur. Bu çerçeve ar tık yırtılıyor, gürültü çıkartan budur. “Laik, Kem alist” cumhuriyet eliti yıllardır itip kaktığı “islami değerlerle” tanışıyor. Burada egem enlik ilişkilerinin yeniden yapılandırılm asının ikinci yanına, yani “ideolojik” yanına gelinir. Bütün siyasal gürültünün koptuğu alan burasıdır. Cumhuriyetin egemenleri değil, egem enlik biçimleri, kalıpları değişiyor. Bu konuda büyük siyasal gürültülerin kopması çok doğaldır. Düzenin genel egem enlik ilişkileri yeniden yapılandırılırken söz konusu olan sadece bir avuç egemen değildir, m ilyonların yeni egem enlik ideolojisine kazanılm ası, uyum landırılm ası gibi büyük bir sorun vardır. Burada özellikle günüm üz kapitalizm inin artan bir özelliğine, yeni sermaye birikim yollarına değinm ek gerekiyor. Kapitalizm sermaye birikimi için ulus sı nırları çizerek işe başladı. Fakat çizdiği sınırlar artık kendisi için engel halinde dir. Uluslararası finans kapital bu sınırları aşm anın yollarıyla meşguldür. Bunun en son uygulanan yolu neoliberal ekonom i-politikalardır. Bu uluslararası tekelci sermayenin gücünü arttıran birikim yollarına karşı kapitalizm de özellikle daha küçük sermaye grupları tarafından yeni yollar geliştiriliyor. Serm aye birikimi için inanç ve kültürleri araç olarak kullanm ak, böylece alt pazarlar yaratm ak bu yollardan birisidir. Siyasal islam kökenli sermaye birikimi böyledir. Bu yolla inançlar kullanılarak hem kolektif sermaye birikimi sağlanıyor, hem bu inançlı kitleler hedef alınarak alt pazarlar yaratılıyor. Bunu dünya ölçüsünde en organi ze bir şekilde İsrail veya daha geniş söylersek Yahudi serm ayesi uygulamaktadır.
mıştır. Olası eğilim ler ortaya çıkm ış, ancak yeterince kurum sallaşm am ıştır. Ülke hala 12 Eylül anayasası ile yönetiliyor. İktidar “ileri dem okrasi” vaatlerinden baş kanlık sistemi özlemine gelip dayanmıştır. Özetle, AKP tarafından “dem okrasi” konusunda gidilecek yol tam am lanm ıştır. Öte yandan, dönemdeki egemen ideoloji Kemalizm den “m uhafazakarlığa” doğru evrimleşiyor. Bu kavram son derece genel ve bulanıktır. Fakat net olan bir yanı vardır, artık düzenin egemen değerleri arasına eklektik bir biçimde de olsa islami değerler yerleştiriliyor. Bu konuda medyada her gün yeni bir haber gör-
DEVLET VESAYET İKTİDAR
AKP yıllarında genel egemenlik sistemindeki ve egemen ideolojideki son duruma bakalım: Aslında bu konulardaki değişim süreci henüz tam am lanm a
ON <N
Siyasal İslam da bu konuda büyük yol kat etmiştir. Kapitalizm sermaye birikimi için inançları kullandığı gibi, daha da ötesi yeni inançlar yaratmaktadır. Dünya çapında “ modern” tarikatlar ve m arkalar bunların en yaygın olanıdır. Bizde “helal” markalı ürünlerle bu alt pazar uygulam ası epeydir yapılmaktadır. AKP iktidarı, sayıları beş yüz kadar olan egemen zümre finans kapitalin etra fında dizilm iş rengarek elli bin civarındaki tapınak dışı burjuvazinin özlemlerinin bir dile gelişidir. Fakat bu özlemlerin yerine getirilişinin kaçınılm az sınırları var dır. İrili ufaklı binlerce burjuvazi aynı anda egem enlik tapınağına giremez, ancak irileşerek, diğerlerinin başına basıp yükselerek o tapınağa girebilir, bunun da dü zenin egem enlik yapısına ters gelen bir yanı yoktur. AKP ve TÜSİAD arasındaki ilişki görünüşte aykırı bir durum yaratıyor. Bunun nedenlerinden birisi askeri vesayetin yıpranm ası ve gerilemesidir. Uzun yıllar MGK politikaları nasıl orduyu yıprattıysa, aynı zam anda TÜSİAD’ı da yıpratm ış tır. Finans kapital bunalım günlerinde hep askeri çağırmıştır. Böyle günlerde Vehbi Koç askere mektup yazardı. En son 28 Şubat sürecinde “yeşil serm aye”nin nasıl ordu zoruyla borsadan kovulduğu hatırlardadır. AKP bu nedenle fırsatını buldukça TÜSİAD’a bu günahlarını hatırlatmaktadır. Ancak asker eninde sonun da devletin maaşlı memurudur, tekelci finans kapital ise elinde kapitalizm in en güçlü aracını, büyük sermayeyi tutar. Neticede AKP istediği kadar bağırıp çağır sın, egem enlik tapınağına dokunam az. Olsa olsa tapınağın basam aklarına dizi lip gürültü yapar. Hiç şüphesiz AKP “yeşil serm aye”nin yolunu daha engelsiz hale getirm ek ve alanını büyütm ek için uğraşıyor. Fakat bu gidişin tekelci kapitalist bir düzende ekonom ik sınırları vardır. Bu yol eninde sonunda birkaç yeni “yeşil” tekelin oluş masına ve tapınağa kabulüne varır. Tekeller dünyasında ise serm ayenin rengi yoktur. Özetlersek, AKP yıllarında egemenler arası ilişkilerde en önemli değişim aske ri vesayetin geriletilmesidir. Devletin gerçek sahibi şanlı askerlerin “sefil sivilleri” denetlediği “düzen” büyük ölçüde değişmiştir. Ancak düzenin egemen sınıf ya pısında bir değişim olmamıştır. Tekelci finans kapital egemenliği hükmünü sür dürmeye devam ediyor. Kapitalizm in 80’lerdeki gelişim dalgasının öne çıkarttığı son kuşak finans kapitalistlerin egem enlik tapınağına kabul edilmesi, sınıfsal konumda bir değişimi değil, kaçınılm az yenilenmeyi anlatıyor.
o
co
DEVLET VESAYET İKTİDAR
mek mümkün. Olayların hangi noktalara kadar gideceğini öngörm ek zor olsa da, yakın zam anda Kem alizm ile Siyasal İslamın değerlerinin bir sentezi mümkün değildir. Bu konudaki itiş kakış devam edecektir. Önümüzdeki günlerin temel özelliği bir yandan m uhafazakar değerlerin kurum laştırılm aya çalışılm ası, aynı zam anda egemenliğin bedeli olarak yıpranma sürecine gireceği bir dönem ola caktır. Bugün ülkede olan bitenden artık Siyasal İslam ve onun en güçlü tem sil cisi AKP sorumludur. Askeri vesayet yıllarında AKP hep mazlum rolündeydi. Artık egemen durum dadır ve mazlum durum undan zalim konumuna evrimleşiyor. Bu evrimleşmenin siyasal ve ideolojik bedellerinin olm ası kaçınılmazdır. AKP artık böyle bir sürecin içine girmiştir.
Devlet, İktidar ve Vesayet İlişkisinde Son Durum AKP yıllarında iki önemli siyasal sorun öne çıkmıştır. İlki, askeri vesayetin geriletilmesi demokrasinin gelişmesi sonucunu yaratm ış mıdır? İkincisi, AKP ve ce maat ilişkisi, devlet ve iktidar konusunda hangi sorunlara gebedir? Vesayet ve Demokrasi Sorunu: Cumhuriyetin vesayet sorunu tarihi ve yapısal nedenlere dayanır. O sm anlı’dan gelen tarihi nedenlerin en önemlisi devletin merkezi yapısıdır. Avrupa’da derebeyler kendi özgün güçlerine sahip ti, O sm anlı’da her şey “m üslüm anların ortak m alı” anlayışı ile Saray’a aittir. Saray’ın gücü tek ve tartışılmazdır. Bu geleneksel anlayış cumhuriyetin kanalla rına akışkan sıvı gibi sızm ış ve yaşam aya devam etmiştir. Bunun yanında en az bu gelenek kadar önemli olan diğer yapısal bir durum daha vardır. Cumhuriyet, yani burjuva düzeni kurulurken ülkede henüz egemen sınıf denebilecek anlam da burjuva sınıfı yoktur, daha doğrusu çok cılızdır. Bu nedenle kapitalizm in kuru luş günlerinde Batı’da burjuvazinin yaptıkları Türkiye’de devlet eliyle yapılmıştır. Şüphesiz en önemlisi sermaye birikimidir. Bu konuda Cumhuriyet devlet eliyle banka örgütlemiş, öte yandan “azınlıklar”-Rum ve Ermeniler- zorla tasfiye edile rek serm ayelerine el konulmuştur. Kapitalist merkezlerde feodalizm e karşı mücadelesinden dolayı burjuvazinin kısmen özgürlükçü bir yanı vardır. Rekabet gerçekliğinden dolayı da üretimde yenilikçi bir yapı kazanmıştır. Fakat çok iyi bilinir ki, burjuvazinin tanıdığı ve ilan ettiği ilk özgürlükler sırf kendi sınıfı ile sınırlıdır. Örneğin ilk seçme hakkı “mülk sahipliği” ile sınırlıdır. Batı’da yüceltilen burjuva demokrasisi esas olarak işçi sınıfı ve burjuvazi arasındaki yüz yılı aşkın m ücadelenin ürünüdür. İşçi sınıfının mücadelesi hem demokrasinin sınırlarını genişletm iş, hem de kendi koşullarını iyileştirm ek için burjuvaziye karşı verdiği mücadele kapitalist sınıfı sürekli teknik yaratıcılığa zorlamıştır. Türk burjuvazisi bunların hiçbirini yaşam adığı gibi devlet eliyle beslenm iş ve daha baştan tekelci bir yapı kazanmıştır. Ülkemizde sınıf m ücadelesi 1960-80 yılları arasında belli bir yoğunluk kazanmıştır. Bunun bedeli ise 12 Eylül faşizmi olmuştur. Bu tarihsel ve yapısal özelliklerden dolayı Türk burjuvazisinin özgür lüklerle ve yaratıcılıkla arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Kapitalist merkezlerde devlet, burjuvazinin sınıfsal egem enliğinin aracıdır. Burjuvazi verdiği sınıf m üca
DEVLET VESAYET İKTİDAR
işareti hâline geldi. Mesela Uludere meselesinde hükümet, siyasi ve hukuki sorum luluğunu yerine getirseydi, olaya hakkaniyetli ve adaletli yaklaşsaydı, “tamam, gerçekten bir askerî hata yapıldı. Ama yapılan bu askerî hatayı gerektiği gibi tamir eden bir sivil idare var” diyecektim ve yeterince sivil olduklarını düşünecektim. Ama öyle olmadı. Böyle bir hata karşısında vatandaşının yanında duran değil, askerine teşekkür eden, askerini koruyan bir hükümet oldu. Hadi PKK ve Suriye’deki savaş koşulları nedeniyle hükümetin şirazesişaşıyor diyelim ama benim AK Parti’y e eleş tirim şu... AK Parti katılımcı bir demokrasi kurmak için uğraşmadı. Oysa Türkiye’nin pek çok meselesini çözerdi b u ” (Hidayet Şefkatli Tuksal, Neşe Düzel ile röpörtaj, Taraf Gazetesi)
co
delesi ile toplumda önderliği sadece maddi gücüyle değil, aynı zam anda moral olarak da kazanmıştır. Türkiye’de devlet, burjuva egem enliğinin aracı olmaktan çok, aslında var olmayan egemenliği kuran ve büyüten esas kurumdur. Bu ne denle, burjuvazi bileğinin hakkına bir toplum sal önderlik kazanmam ış, devlet bu cılız sınıfı elinden tutarak toplumun önüne çıkartmıştır. Hatırlardadır, o günlerin politikasının parolası “her mahallede bir m ilyoner yaratm ak”tı. Öyle de yapıldı. Elbette finans kapital güçlendikçe devlet vesayetiyle ilişkisi bazı değişimlere uğramıştır. Finans kapitalin devlet vesayetine ilk sınır çekme girişimi 50’li yıllar da Menderes iktidarı ile başlam ıştı. Hikayenin sonrası biliniyor. 12 Eylül yıllarına kadar bu vesayet koyulaşarak devam etmiştir. Bu gidiş AKP iktidarına kadar devam etti. AKP iktidarı ile askeri vesayet geriletilirken, öte yandan neoliberal politikalara uygun olarak özelleştirm elerle dev let vesayetinin bir diğer ekonom ik ayağı da zayıfladı. Fakat bu süreçte bir diğer gerçek çok açık bir biçimde ortaya çıktı. AKP, iktidarını sağlam laştırdıkça vesayet adına yakındığı bütün kurumları ele geçirdikten sonra onları korudu, bunlar ara cılığıyla devlet vesayetini sürdürmeye devam etti. Askeri vesayetin geriletilmesi “dem okratik” bir kavrayışla değil, tamamen pragm atik bir anlayışla gerçekleşti rildi. Devlet ve belediye ihaleleri ile “yeşil serm aye”nin yolunu genişletmeye çalışı yor. Ancak bu tekelci finans kapitalin yolu kapatılarak yapılmıyor. Buna A KP’nin gücü yetmez, ayrıca bir burjuva partisi olarak böyle bir anlayışı da yoktur. Öte yandan, AKP iktidarı medyayı kontrol etmekte ordunun andıçlarını hiç aratmıyor. Bu konu o kadar ayan beyan yapılıyor ki, Başbakan’ı rahatsız eden her haber ve yorum dan sonra Erdoğan medyayı güçlü bir şekilde azarlıyor. Bu nun bedeli yeni işten atılm alar oluyor. Devlet ve halk ilişkisinde geleneksel vesayetçi anlayışta hiçbir önemli gelişme nin olmadığının en iyi kanıtı cezaevleridir. A KP’nin on yıllık iktidarında cezaevlerindeki insan sayısı üç kat artmıştır. 2000 yılında 40 bin olan sayı 2012’de 132 bini geçmiştir. Doluluk oranı yüzde 106 olmuştur. Bu hesaba göre her yıl 9 bin kişi ceza evine yollanmıştır. Bütün bunların yanında halen 700 bin kişi hakkında yakalama kararı olduğu düşünülecek olursa ortada çılgınlaşan bir devletin olduğu anlaşılır. A KP’nin ne ölçüde sivil bir iktidar olduğunu kendi içinden bir eleştiri çok iyi açıklıyor. “Öyle şeyler oldu ki, sivil iktidarın ne kadar sivil olduğu bizim için soru
<N CO DEVLET VESAYET İKTİDAR
A KP’nin askeri vesayeti geriletmesinin dem okratikleşm e ile bir ilgisi olm adığı her geçen gün daha büyük bir açıklıkla ortaya çıkıyor. Hidayet Şefkatli’nin vurgu ladığı gibi bunun en çarpıcı kanıtı Roboski katliamıdır. Sonuç olarak, askeri ve sayetin geriletilm esiyle ortaya çıkan alan dem okratikleşm e ile doldurulm am ış, tam tersine iktidar partisi eliyle devletin zoru genişletilmiştir. Devlet, İktidar, Cemaat ilişkisi: Askeri vesayetin geriletilmesinden sonra devlet iktidar ilişkileri norm alleşm ek bir yana başka yönden anorm alleşti. Hika ye biliniyor, ortalığı AKP Cem aat çekişm esi kapladı. Akit gazetesinin saldırısına uğrayan Cengiz Çandar’ın vesayet konusundaki yorumu gerçeğin bir başka yönüne değiniyor: “Askerî vesayetin ortadan kalktığı
ileri sürülüyor ama bu köklü bir değişikliğe işaret etmiyor. Yani askerî vesayetin ortadan kalktığı doğru. Biz baştan itibaren bunun kalkması gerektiğini ifade ettik. Demokratik bir ülkeye kavuşmanın bir gereğidir bunun ortadan kalkması. Fakat askerî vesayetin ortadan kalkması, devletin yapısı içerisinde vesayet sisteminin or tadan kalkmasını otomatikten yerine getirmedi. Askerî vesayetin yerine başka bir vesayet sistemi kurulmak isteniyor ve yerini güvenlik bürokrasisi ve yargı ekseni üzerinden bir mekanizma aldı. Yerine başka bir güvenlikçi vesayet kuruldu" Özellikle Cemaat- MİT çekişm esinden sonra bu kavrayış yaygınlaştı. Yargı ve güvenlik içinde cem aat çok iyi örgütlü olduğu için devlet ve iktidar ilişkisi bu saf laşm anın prizm asından görülmeye başlandı. Akla ilk gelen soru, yeni “güvenlikçi vesayet” eskisi kadar güçlü ve dayanıklı olabilir mi? Bir diğer soru, devlet ve bur juva hukuku açısından bu yapılanm a ne anlama geliyor? Askeri vesayetin yerini yeni bir vesayetin aldığı tespiti tam doğruyu yansıtm ı yor. Önce vesayet kurduğu söylenen cem aat bunu yapacak güçte değildir. Bu ül kede Menderes yıllarından beri özellikle İçişleri Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve Güm rük Bakanlığında hep tarikatların etkin olma çabası yaşanmıştır. Ancak bunların hepsi eninde sonunda iktidarın toleransına bağlı olmuştur. Askeri ve sayet hem uzun geleneksel tarihinden hem de doğrudan ordunun yapısından aldığı güce sahipti. Aynı zam anda uzun yıllar siyasal iktidarlardan “bağım sız” davranma özelliği taşıyordu. Yıllar aktıkça Türkiye’de egemen sınıfların gücü büyüdü. Paradoks gibi görünse de, askeri vesayetin güç kaybetmesi, onun en zirveye çıktığı otuz yıl sonunda geldi. Cemaatin güvenlik ve yargı içindeki örgüt lenmesi askeri vesayetin yapısal konumuna varamaz. Cemaatin devletle ilişkisi ne güçlü bir geleneğe dayanıyor, ne de yapısı ona iktidara karşı ağırlık oluştura cak bir güç veriyor. Askeri vesayet geleneğinde “devletin sahibi” ordu idi. Bugün cemaatin konu muna bakıldığında devletin sahibi olm ak bir yana, ancak devletin bir kaç kurumunda belli bir örgütlenmeye sahiptir. Buradan kaynaklanan gücü ile ilgili ilk önemli sınav MİT soruşturm ası sırasında yaşandı. İktidarın cevabı yüzlerce po lis ve yargı mensubunun yerini değiştirm ek oldu. Cem aat iktidar ilişkisini yeni bir vesayet olarak tanım lam ak hatalı olur. Bu ilişki daha çok iktidarı paylaşma çekişm esinden öteye bir anlama sahip değildir. Askeri vesayet yıllarında ordu iktidarı paylaşm adı, onun sivil hükümetten ayrı kendi gücü ve iktidarı, aynı za
co co DEVLET VESAYET İKTİDAR
manda bunu uygulam ak için kurumları vardı. Bu gerçeklikten son olguya bakıldığında ortada yeni bir vesayet değil, iktidar paylaşımı kavgası vardır. Böyle bir paylaşım ilişkisinde her zaman iktidar gücünü elinde tutanın son sözü söyleme imkanı vardır. İkinci soruya gelirsek: Devlet ve düzen açısından bu paylaşım ilişkisi ne anla ma gelir? Bütün düzenin ruhu ve temel kuralı olm ası gereken anayasa ve huku kun iflas etmesi anlamına geliyor. Kapitalizm , ulus devletin kuruluş ve gelişim dönemlerinden farklı olarak artık alt pazarlara sahip olduğı gibi alt hukuklara da sahiptir. Günümüz dünyası modern veya geleneksel tarikatlarla doludur. Fransız devrimi ile toplum sal düzen, o güne kadar olduğu gibi din tarafından değil hukuk tarafından düzenlenm eye başlandı. Böylece laik burjuva düzenler doğdu. Ancak bu düzenler zam anla bir avuç tekelci finans kapitalin egemenliği pekiştikçe ilk dönem özelliklerini kaybettiler. Çok küçük azınlık olan finans kapi talistler muazzam servetleri ellerinde tutarak günüm üzde modern derebeyleri haline gelmişlerdir. Bu noktadan itibaren “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” bayrakla rını taşıyarak kurulan burjuva düzenleri keyfileşmeye ve çürümeye başlamıştır. Siyasal düzenin temelini oluşturan anayasa ve hukuk özünü kaybederek bir ka buğa dönüşmüştür. Kapitalizm tarihsel olarak böyle bir noktaya gelmiştir. Biz de ise burjuva hukuku hiçbir zam an kurulamadı. Hukuğun yanında daima askeri vesayetin keyfiliği varoldu. Düzenin hukuk sistemi, bir yandan askeri ve sayetin en önemli organı derin devlet tarafından gündelik olarak ihlal edildi; bu yetmediği taktirde bizzat askeri darbelerle yeni hukuk yaratıldı. Bu gerçeklikten dolayı cumhuriyet dönem inde hiçbir zaman klasik burjuva demokrasilerindeki gibi bir hukuk sistemi kurulamadı. Cumhuriyet hukuk sistem inin üzerinde her zam an askeri vesayetin keyfiliği dem oklesin kılıcı gibi sallanmıştır. Sosyalist sistem çöküp “post m odern” yıllar başlayınca bu gerçekliğin ya nına laik düzenin iflasının yarattığı sonuçlar da eklendi. 90’lı yıllarda “çok hu kuklu sistem i” savunarak Refah Partisi laik düzenin tıkanma işaretlerini en açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. “Mega projelerin” çöktüğünün iddia edildiği postmodern günlerde siyasal islam ın da “çok hukukluğu” dillendirm esi raslantı değildi. Erbakan’ın, “Tahakküm ün ortadan kalkm asını istiyoruz. Çok hukuklu sistem olmalı. Biz geldiğim izde isteyen Müslüman nikâhını müftüye kıydıracak, isteyen Hıristiyan nikâhını kilisede kıydıracak” sözleri, Refah Partisi’nin kapatıl ması davasında öne sürülen gerekçelerden biri olmuştu. Burjuva demokrasisi ve hukuğunun köklü hiçbir gelenek ve işleyişe sahip ol madığı ülkemizde, dünyada sistem çözülürken biz de çok daha hızlı parçalan maya uğraması kaçınılm azdı. Cem aat ve tarikat örgütlenmeleri ayrı bir iç hukuk demektir. Bunlar m arjinal gruplar olarak kalırlarsa düzenin genel yapısında fazla anlam taşımazlar. Ancak söz konusu m ilyonlar olunca tablo değişir. Cumhuriyet dönemi boyunca cemaatlerin siyasal partiler içinde bulunması ve onların politi kaları üzerinde etki kurma çabaları hep yaşanagelm iştir. Ancak yaşadığım ız günlerdeki tablo alışıldık özelliklerin ötesine geçmiştir. Cumhuriyet, cemaatlerin partileri etkileme çabalarından daha fazlasıyla karşı
co DEVLET VESAYET İKTİDAR
karşıyadır. Devletin güvenlik, yargı, eğitim gibi çeşitli alanlarında, düzenli bir örgütlenm e ve devlet hiyerarşisinden ayrı kendi iç disiplini olan örgütlenm eler vardır. Bu anlam da AKP yılları, eski AP veya ANAP yıllarından farklı nitelik kazan mıştır. Cumhuriyetin hukuk ve kurumsal zeminini nasıl önceleri keyfiliği ile askeri vesayet bozdu ise, bugün de benzer bir keyfilik cem aat örgütlenmeleri tarafın dan yaratılmaktadır. Bunun bütün işaretleti ortalığı kaplamıştır. Mahkemeler ne redeyse futbol maçı havasına girmiştir. Önemli olan nokta şudur. Cumhuriyet bir yeniden yapılanm anın eşiğindedir. Egem enlik ilişkilerinin yeniden düzenlenm esi sürecine girilmiştir. Anayasa çalış maları, “dem okrasi” beklentileri ve Kürt sorununu çözme girişim leri yeni sürece dam gasını vuracak gibi görünüyor. Ancak bütün bunların altından cumhuriyetin en temel hastalığı yeniden başını uzatıyor. Askeri vesayetin bozduğu ve deforme ettiği hukuk ve kurumlar, düzeltilm ek yerine cem aat ve tarikat m antığıyla defor me edilmektedir. Bu gerçeklikten yakın geleceğe bakıldığında yeniden yapılanm anın askeri vesayet yıllarından ders çıkartılarak yürütülmesi gerekirken, tam tersine o uzun döneme dam gasını vuran keyfiğinin yeni dönemde de farklı bir nitelikte yaşa yacağı görülmektedir. Devletin kurumları içinde ayrı bir cem aat hiyerarşisinin varolm ası, kaçınılm az bir şekilde deformasyon ve gerilim yaratır. Devlet ve ikti dar organları işlevleri gereği böyle çatallanm alarla yaşayamazlar. Askeri vesayet yıllarında bu “ikili hükümet” durumu gündelik politikada zaman zaman kendini derin devlet m üdahaleleri (ya da provakasyonları dem ek daha doğru olur) ola rak ortaya koyarken, kriz günlerinde ise askeri darbeler olarak yaşanıyordu. Gü nümüzde iktidar cem aat çekişm esi MIT, yargı ve operasyonlar üzerinden yaşanı yor. Üstelik bu durum henüz başlangıçtır. Olayların nasıl derinleşeceği yaşanıp görülecektir. Fakat devletteki bu yeni çatallanm anın askeri vesayet dönemi kadar uzun ve şiddetli yaşanm a şansı çok zayıftır. Günümüzde cemaatin iktidarı paylaşma tar zının fazla bir geleceği olam az. İktidar böyle paylaşılam az. Siyaseten paylaşma koalisyon hükümetleri biçim inde olur. Koalisyonda her siyasal partinin güç sınır ları bellidir ve ortak bir hükümet programına göre yürünür. Bundan farklı olarak bir siyasal iktidar, yapısı ve mantığı gereği paylaşılam az. Devlet yönetmenin bü tün siyasal sorum luluğu iktidar partisinde olacak, fakat bu iktidarını hiçbir siya sal yüküm lülük taşım ayan bir yapı ile (hatta gizli bir yapı ile) paylaşacak, böyle bir durum siyaseten intihar anlamına gelir. Bu durum MİT üzerinden hesaplaş mada çok açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Sonuç Türkiye ikibinli yıllarla birlikte egem enlik ilişkilerinde yeniden yapılanm a sürecine girdi. Cumhuriyet tarihinde dördüncüsü yaşanacak olan bu yeniden yapılanm anın bazı özellikleri kesinlik kazansa da, önemli bir bölümü henüz sis perdesi arkasındadır. Yaşadığım ız günlerde anayasa hazırlık çalışm aları ve Kürt
LO
co
DEVLET VESAYET İKTİDAR
sorununu çözme girişim leri yaşanm akta olan yeniden yapılanm aya dam gasını vuracaktır. Ortaya çıkan tabloyu özetleyerek yazıyı sonuçlandıralım . İkibinli yılların yeniden yapılanm asında en önemli yenilik askeri vesayetin geriletilmesidir. Cumhuriyetin temel özellikleri dikkate alındığında askeri vesa yetin tüm üyle ortadan kalktığını iddia etmek doğru olmaz. Bu A KP’nin veya siya sal islam ın ne kadar ileriye gideceğine bağlıdır. On yılda bir darbelerin yaşandığı “ikili hüküm et” günlerine geri dönülmesi mümkün değilse de, ordunun bu dü zendeki ağırlığının sıfırlanm ası da mümkün değildir. Günümüzde “cumhuriyetin temel ayakları” hem Kürt sorunu, hem de siyasal islam tarafından zorlanıyor; aynı zam anda bölgedeki gelişm eler Türk devletini sıcak alanlara çekebilir. Bu gerçekler varolduğu müddetçe ordunun ağırlığı geriletilm iş mevzisinde varlığını koruyacaktır. AKP iktidarı ile egemen zümre finans kapitalin durumu da “tartışılır” hale gel miştir. Fakat bu görünüşten ibaret bir durumdur. Türkiye’de kapitalizm in yapısal değişim i söz konusu değildir. Üye sayıları toplam olarak 40 bini bulan MÜSİAD ve TUSKON, AKP iktidarı ile egemen sınıf konumuna yükselmemiştir. Ekonomideki tekelci finans kapital yapısı varlığını ve gücünü koruyor. Olan sadece, sayıları bir elin parmaklarını bile geçmeyen Anadolu burjuvazisinden sivrilen bazılarının, finans kapital tapınağına yükselm esidir. 80 sonrası kapitalizm in üçüncü gelişim dalgasının doğal bir sonucu olarak finans kapital tapınağına palazlanan son ku şak katılıyor. Yeniden yapılanm anın tüm üyle hala bir sis bulutu arkasında duran yanı ge nel egem enlik sistem inin nasıl şekilleneceğidir? Üstüne parlemento elbisesi giy dirilm iş, asker-sivil “ikili hüküm et” yapılanm ası ve 12 Eylül Anayasası dönemi kapanmaktadır. Ancak yerine nasıl bir egem enlik düzeni kurulacağı henüz belli değildir. Belli olan bazı özellikleri sıralayalım : • Askeri vesayetin yerini yeni bir “güvenlik vesayeti” düzeninin aldığı tesbiti doğru değildir. Bu durum içinde büyük sorunlar taşıyan bir iktidar paylaşım kavgasıdır. Cem aatlerin iktidar ve devlet üzerinde bir dönem ordunun sahip olduğu gibi, bir vesayet gücü yoktur. Yeni dönemde iktidar zirvesinde paylaşım kavgaları yaşanacaktır. Bu paylaşım kavgası hiçbir “kutsallık” taşım adığı gibi bayağı bir çıkar çekişmesi olduğu için, yeni dönemde siyasal islam ın duruşunu etkileyecek sonuçlar yaratacaktır. Ordunun im tiyazları budanıyor, bu kadarı gü zel! Fakat yeni imtiyazlı zümrelerin yaratılm asının siyasal islamı bir dönem sahip olduğu “m azlum ” konumundan zalim konumuna yükselttikçe onun da bedel ödeme günleri yaklaşacaktır. • Yaşanan yeniden yapılanm a süreci Cumhuriyetin çok eski bir hastalığı ile inmelidir. Bu da anayasa ve hukuk yerine keyfiliğin hüküm sürmesi gerçekliği dir. Dün düzenin kurallarını en keyfi ve hoyrat bir biçim de bozan ordunun yerini bugün cemaatlerin yarattığı keyfilik almaktadır. Askeri vesayete karşı ne kadar çok “hukuk”, “ileri dem okrasi” nutukları atıldığı hatırlanırsa, bu kadar çabuk bir bozulma ve deformasyona girilmesi önümüzdeki dönemin çok sancılı yaşana cağının en iyi kanıtıdır. Düzenin genel egem enlik sistemi yeniden yapılandırılır-
co DEVLET VESAYET İKTİDAR
ken, im tiyazlıların düzen üstü davranma keyfiliğinde, bu geleneksel mantıkta, hiç bir değişim olm adığı için düzendeki çürümede bir iyileşme değil, derinleşme yaşanıyor. Bu temel gerçeklikten dolayı yeni dönemin anayasa ve hukuk düzeni eskisinden kalite olarak farkı olmayacaktır. • Askeri vesayetin geriletilmesi, onun yerini bayağı iktidar paylaşım kavga sının alması bir temel gerçekliği ortadan kaldırmıyor. Geleneksel devlet vesa yeti, bazı değişimlere uğrasa da hükmünü sürdürmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca egemen sınıfların beslenip büyütüldüğü devlet, onlar üzerindeki vesa yetini bugün de sürdürmektedir. Askeri vesayet gerilese de, köklü geçm işe sahip olan devlet vesayeti yeni dönemde de sürmektedir. Elbette tek parti dönem in den daha fazla sınırlam aları vardır, ancak devlet hala egemen sınıflar üzerinde vasi konumundadır. Bu konuda bir değişim işareti görülm ediği gibi, başkanlık sistemi tartışm alarıyla devlet vesayetinin güçlendirilm esinin yolları döşenm ek isteniyor. Netice olarak, yeniden yapılanm a sürecinin büyük bir bölümü hala sis perdesi arkasında olsa da, bu bulanıklığın arkasından üç ana eğilim seçilebiliyor: İktidar ve cem aatler arası paylaşım kavgası; bu ülkede hep hukuktan üstün olm uş im tiyazlı zümrelerin keyfiliğinin kılık değiştirerek devam etmesi; son olarak devlet vesayetini güçlendirm e girişim leri, yeni dönemin cumhuriyetin eski alışkanlıkla rından ne ölçüde koptuğunun, daha doğrusu kopam adığının en iyi kanıtlardır. Tabloya bütünüyle bakıldığında önümüzdeki dönemdeki yeniden yapılan manın bir kavşakta olduğu görülebilir. AKP iktidarı devlet ve iktidar arasındaki çatallanm alarla baş edebilm ek, Kürt sorununda elini güçlendirm ek için iktidar gücünü daha da arttıracak yollar arıyor. Bunun bugünkü adı başkanlık sistemi tartışmalarıdır. Öte yandan, yeniden yapılanm ada kendi yerini alm ak için büyük bir m ücade le veren Kürt Özgürlük Hareketi çözümü “radikal dem okrasi”de görüyor. Günümüzde yeniden yapılanm anın iki önemli gücü siyasal islam ve Kürt Öz gürlük Hareketidir. Buradan “dem okratik cum huriyet” yolunda bir sentez çık maz. Öte yandan, devlet vesayetinin, keyfiliğin ve iktidar cem aat çekişmelerinin geleceği kucaklayacak nitelikte bir yeniden yapılanm a yaratma şansı da yoktur. Gerilim yüklü, sancılı günlere giriliyor. 21 Mart 2013
YILDIZ ÜNİVERSİTESİ Siyaset ve Uluslar arası ilişkiler Bölümü hocalarından ve aynı zamanda İstanbul EğitimSen 6 No’lu şube başkanı İsmet Akça devlet ve ikti dar alanında çalışmaları olan ve dersler veren önemli bir isim. Kendisiyle AKP’nin otoriter rejim inşası sürecinin kapitalizmin güncel eğilimleri ile nasıl ilişkilendirilebileceği üzerine bir söyleşi yaptık. Söyleşi 27 Mayıs 2013’te yapıldı. Dolayı sıyla Gezi ile değerlendirmeler yok. Fakat söyleşinin son cümlesi çok anlamlı bir biçimde aslında Gezi Direnişi’nin doldurduğu boşluğa işaret ediyor.” Belki aşağı dan başka bir toplumsal dinamik çıksa Türkiye’de bu daha mümkün olacaktır.” Evet artık Türkiye’de ve Dünya’da halklar lehine birçok gelişmenin daha mümkün olduğu günlerdeyiz.
YOL: 2008 krizi sonrasında Avrupa’da kurulan teknokrat hükümetler ve birçok kapitalist ülkede gözlenen aşırı güvenlikçi, otoriterleşme eğilimleri kapitalizm ile demokrasi arasında kurulmaya çalışılan rabıtanın çatlamasının işaretleri olarak okunabilir mi? Biz de A KP’nin özellikle 2010 referandumu sonrasında girdiği süre ci bu bağlamda okuyabilir miyiz Marksist bir bakış açısıyla? İsmet Akça: Artık neoliberal kapitalizm in uzunca bir tarihi oluştu. Gerek Marksizm içi gerekse Marksizm dışı eleştirel sosyal bilim cilerin işaret ettiği bir şey var: Neo-liberal dönem de siyasal alanın daralm ası, devlet formunun sosyal liberal dem okratik devlet form undan uzaklaşarak daha yeni tipte bir otoriter devlet formuna dönüştüğü. Ben bu konuda Poulantzas’ın 1978’de “Devlet, İk tidar, Sosyalizm ”de otoriter devlet üzerinden yaptığı bir analizi önemli bulu yorum. Pek çok arkadaşım ız bu kavramı kullanıyor. Biz bazen bir kavramı her kilidi açacak anahtar diye görüyoruz. “Otoriter devlet” kavramının bu kadar abartm adan yine de faydalı bir şekilde kullanılabileceğini düşünüyorum . Bu gün A KP’nin yaptığı her şeyi otoriter devlet formu üzerinden anlayabilir miyiz? Bence değil. Bazı değişiklikler var. Ama yine de Poulantzas’ın o kavramının bir değeri var. Poulantzas çok erken bir tarihte şunu söylüyor: Artık kapitalizm in
RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
RÖPORTAJ: İsmet Akça
^1
NEOLİBERAL "OTORİTER DEVLET"
oo
co
RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
devlet form unun sosyal liberal dem okratik bir devlet formu olm ayacağı daha otoriter bir devlet formu olacağı. Bunun üzerinden bir analiz yapıyor. Neyi söy lüyor burada çok temel bir şekilde devletin toplam sal hayatın tüm alanlarını daha fazla kapsam ası, siyasal dem okrasinin im kanlarının iyice daraltılm ası, bu anlam da bir geri çekilm e, siyasal dem okrasiyi mümkün kılan temel haklar ve özgürlüklerin iyice daraltılm ası, yürütm enin yargı ve özellikle yasam a karşısın da güçlendirilm esi, daha dar ve etkin bir kadroyla yürütm enin karar alıcı hale gelmesi. Yine işaret ettiği noktalardan bir tanesi siyasal partilerin toplum sal bağlarının kopması ve gittikçe daha fazla devletleşm esi diyebileceğim iz bir süreç. Ve yine bazı yerlerde paralel devlet dediğim iz uygulam aların öne çık m asından bahsediyor. Neo-liberalizm i bazen şöyle algılıyoruz. Neo-liberalizm başlıyor ve o ideal form takır takır uygulanm aya başlıyor. Biz Türkiye’de de bu hatayı yapıyoruz. 12 Eylül geldi, neo-liberalizm geldi diyoruz. Öyle değil. Sadece özelleştirm elere bakalım. Türkiye’de özelleştirm eler 2000’lere, AKP iktidarına kadar çok yavaş seyreder. Sendikaların daha önceki güç ilişkilerinde tuttukları mevziyi kaybetm em ek için verdikleri m ücadele ve hukuk alanının bu anlam da bir mevzi olarak görülebilm esi gibi nedenler bunda etkili. Bu örneklerden bir tanesi. Yaşanan aslında çok eklektik bir süreç. Devlet formu olarak 80’lerin başındaki piyasayı yiyen devlet, “devlet tam am en çekilsin” form undan 90’ların ortasında “piyasayı iyi yönetecek devlet formunu inşa etmeye yöneliş” de bu çeşitliliğin bir parçası. Dolayısıyla neo-liberalizm dediğim iz şey bir anda her yerde aynı hızda külliyen yerleşen bir şey değil. Mücadelelerle işleyen bir süreç . Poulantzas bunu neo-liberal kapitalizm üzerinden okum uyor ama o yapısal eğilim i görüyor bence. Daha sonraki eleştirel analizlerde bunu teyit ediyor. Bu yapısal eğilim i -tabi ki farklı ülkelerde neo-liberalizm in dinam iği farklı işlediği için zam an ve mekan bakım ından- birçok yerde görebiliyoruz. Avrupa’ya baktı ğım ızda siyasal partilerin toplum sal bağlarının kopm ası, parlam enter siyasetin bildiğim iz liberal dem okratik işleyişinin anlam sızlaşm ası, partilerin birbirine çok benzemesi, özellikle iktisadi meselelerde, sosyal meselelerde karar alm a nın teknikleştirilm esi çok karşılaştığım ız şeyler . Türkiye’ye baktığım ızda parla menter siyaset hiçbir zam an Avrupa’daki gibi anlam ını kaybetmiyor. Bir şekilde güçlü, önemli bir şey Türkiye’de. Ben Poulantzas’ın tarif ettiği otoriter devletçilik tanım ını neo-liberalizm için de karşımıza çıkan temel yapısal eğilim olarak alabileceğim izi düşünüyorum . Çünkü bir çok unsuru bir çok yerde karşılaştığım ız bir olgu. Ama bu temel eği limin her bir coğrafyada her bir ülkede, her bir alt dönem de nasıl şekillen diğini ayrı ayrı analiz etm ek gerekiyor. Neo-liberalizm açısından şu ayrımı da yapm ak gerekiyor. Neo-liberalizm in ilk 70’lerin sonu 80’lerin başı İngiltere’de Teacherizm le başlayan yeni sağ siyaset dediğim iz yaklaşım ını temel mottosu şu: -yine bir kitabın başlığında ifade edildiği gibi- “Güçlü Devlet serbest piya sa ”. Orada neo-liberalizm in bir çelişkisi var; devleti bir yandan pek çok alandan çekm ek istiyor, özellikle iktisadi karar alma m ekanizm alarından. Pratikte böyle değil ama iddiası bu. Çünkü bir önceki devlet formunu sadece yıpratm ak istiyor.
ON co RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
Yoksa gerçekten devlet bütün bu alanlardan hızla çekiliyor değil. Kapitalizm böyle işleyemez. Neo-liberalizm bir yandan bunu yaparken de bir yandan top lum sal ve politik disiplini sağlam a gayretinde. Muhafazakarlık ve otoriterlikle sürekli eklem lenerek var olan bir yeni sağ siyaset. Çünkü neo-liberalizm , m u hafazakarlık ve otoriterliği sürekli birbirine eklemliyor. Dolayısıyla bir yandan devleti geri çekme söylem i -pratikte birebir karşılığını görm esek de- bir yandan da devleti özellikle disiplin konusunda daha fazla ön plana itme gayreti. Hani Poulantzas’ın yukarıda tarif ettiğim otoriter devlet tanım ında ifade edilen boyutların önemli bir kısm ını içeren politikalar. 90’ların ortalarında dünyanın muktedirleri iki şey keşfettiler: Bunda 1994 Asya krizinin de etkisi var. Bir neo liberal sosyal politikaların yarattığı bir yeni yoksulluk var. Bunun yönetilm esi gerekiyor. İkinci sorun da neo-liberalizm in siyasal katılım sorunu idi. Özellik le Avrupa’da klasik olarak görülen fiiliyatta bir geri çekilm eye cevaptı aynı za manda radikal dem okrasi kuramları. Küresel egemenler dediğim DTÖ gibi ku rum lar hem bir yoksulluk sorunu ortaya koydular, hem de bir demokrasi açığı sorunu tanım ladılar. Bunu nasıl çözecekler? İlkinde ne yaptılar? Yeni bir refah yönetişim i devreye soktular. Neo-liberal kapitalizm le uyuşacak yeni bir refah politikaları uyguladılar. Yoksullukla mücadele projeleri; sosyal riski azaltma projeleri, devlet, SSK, şirket işbirliği üzerinden yapılan aslında sosyal yardım m antığına dayanan ve bir karşılık da bulan yeni bir neo-liberal refah yönetişi mi uyguladılar. Türkiye’de AKP politikaları da buna örnektir. İkincisini ise şöyle çözm eye çalıştılar: Yönetişim ideolojisiyle. 90’lı yıllarda parlam enter siyasetin ciddi bir kriz yaşam asıyla(hegem onya krizi, tem siliyet krizi) devreye yönetişim ideolojisi girdi. Katılım ı kelimede de içkin kılan bu ideolojiye göre “hep beraber yöneteceğiz” deniyordu. Kim lerle birlikte? Siyasal iktidar, bürokrasi, şirketler ve S T K ’lar... Katılım burada bir STK dünyası üzerinden tarif edilm eye başlandı. Bu klasik parlam enter sistem den ve onun klasik hesap verme m ekanizm ala rından tam am en koptu. Tabii bu her yerde böyle olm adı, örneğin Türkiye’de parlam enter siyaset önem ini kaybetmedi. Ama bir yönetişim paradigm ası ve bir yeni refah rejimi, neo-liberal kapitalizm in bir cevabıydı. 90’ların ortasından itibaren dünyanın çeşitli yerlerinde devletin bir yeniden yapılanm ası var. Şim di bu yeniden yapılanm a aslında daha erken evrelerde 80’lerin başında gün deme gelen yeni sağ siyasette de görülen bir şeyi içeriyor: İktisadi karar alma m ekanizm alarının teknikleştirilm esi ve m erkezileştirilm esi. Teknikleştirilm esi, bu meselelerin normal sıradan vatandaşların anlayacağı m eseleler olm adığı, piyasa diye kendinden menkul bir m ekanizm anın olduğu, buna dair kararları da ancak uzm anların verebileceği türünden bir yaklaşım ı içeriyordu. Türkiye’de bu neye döndü? Ö zal’ın prensleri ve üst kurulların oluşm ası türü gelişm eler or taya çıkardı. Bu üst kurullar özellikle 1999-2002 arası çok yoğun gündem e geldi. Bizatihi bunun kendisi yani iktisadi meselelerin toplum sal politik boyutundan arındırılm ası, teknik bir hale getirilm esi ve üstüne üstlük teknikleştirirken yü rütmeye veya yürütm e içinden bir gruba ait olm ak üzere -ki bu bazen başbakan oldu, bazen hazine ve dış ticaret m üsteşarlığı veya üst kurullar olabildi- karar
alma süreçlerinin m erkezileştirilm esi yaşandı. Bunun kendisi zaten otoriterlik tartışm ası içinde düşünülm esi gereken bir şey. Demokrasiyi toplumsal özne
lerin kendi hayatlarına dair meselelerde özne haline gelebilmesi ve bunu mümkün kılacak, bunları güçlendirecek her türlü, hukuki, siyasi, iktisadi düzenlemeler olarak okumak gerekir. Neo-liberal kapitalizm farklı dönem le
o RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
rinde farklı uygulam aları olsa da her dönem özünde bunu engellemeye çalış mıştır. Otoriterleşmenin bir ayağı bu teknikleştirm e ve m erkezileştirme boyutu. Diğer ayağı ise bir güvenlik devletinin sürekli devreye sokulm ası. Bunu kimileri cezai devlet olarak adlandırıyor. Türkiye üzerinden süreci gözlem lersek, 70’lerin sonlarında kapitalizm in organik krizi yaşanıyor. Bir serm aye birikim krizi var, ciddi bir hegemonya kri zi var ki bu devlet krizi olarak algılanıyor muktedirler tarafından. A çık bir sınıf çatışm ası var. Burjuvazinin çeşitli fraksiyonları bir sınıf birlikteliğini kurmuş ve sürecin ürünü 12 Eylül. 12 Eylül ne yapıyor? 12 Eylül’ün kurduğu devlet form u na 82 Anayasası üzerinden bakarsak, otoriter devlet tanım ına çok yakın bir şey olduğunu görürüz. Tabi ki bu Türkiye koşullarında aynı zam anda bir m ilitarizasyonu da içeriyor. Avrupa’dakinden farkı bu. Ama Latin Am erika’da benzer geçişlerin olduğu 1973 Şili ve 1976 Arjantin, Uruguay örneklerine çok benziyor. Yani devlet form uyla, sınıf ilişkilerinin yeniden yapılandırılm asıyla yepyeni bir düzen inşa ediliyor.
YOL: Bu otoriterleşme eğilimlerini Türkiye’y e özgü bir şey olmanın ya da kimi ulusalcı çevrelerin savladığı g ibiA KP’nin cumhuriyetle hesaplaşmasının ötesinde kapitalizmin ihtiyaçlarına uygun bir biçimde devletin yeniden inşasına dönük bir süreç olarak tasavvur edebilir miyiz? İsmet Akça: Bence kesinlikle böyle okum ak lazım. Türkiye’yi sürekli nevi şahsına m ünhasırlaştırm ak, tekilleştirm ek bizi çok körleştiriyor. Bu bir yanılgı. Neo-liberal kapitalizm e geçişle birlikte her yerde norm al devlet formunun daha otoriter bir devlet formuna dönüştüğünü görm ek gerekiyor. O yüzden 1978’da Poulantzas’ın otoriter devletçilik üzerinden Avrupa’ya bakarak yazdığı şey önemli. O yüzden İngiltere’deki Thatcher deneyim ine bakm ak önemli. Orada da devlet otoriter çünkü. Bu genel olanı anlatan, genel teorik olandan çıkıp, Türkiye’de olanı anlatm am ız, buradaki özgünlükleri de yakalam am ız gerekiyor. Mesela 12 Eylül geçiş sürecine baktığım ızda buradaki özgünlük nedir? Tabi ki 24 Şubat süreci ile birlikte gerçekleşti. Bizde 12 Eylül süreci liberal, sol liberal perspektiflerden, “ordu zaten özerk politik bir güce sahip o yüzden darbe ya pıyor” diye gösteriliyor. Öyle değil, o darbelerin zam anlam ası, neyin ne zam an gerçekleşebileceği, hangi güç ilişkileri içinde nasıl gerçekleştiğine bakm ak la zım. 12 Eylül çok açık bir şekilde, neo liberal kapitalizm in bir üst okum ası olarak anlaşılm ası gereken bir süreçtir. Bunu kopardığın zam an Türkiye’ye dair, onun özgünlüğünü anlatm ayan bir hikaye anlatm aya başlarsın.
RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
YOL: Marksist bir demokrasi anlayışı çerçevesi çizmeye çalıştınız. Aslında ezi lenlerin, toplumun alt kesimlerinin kendilerini özne olarak oluşturabilmelerinin önündeki engellerin kalkmış olmasının demokrasiyi ifade ettiğini söylediniz. As lında bu da neo liberalizmin tam ortaya çıkış manifestosunda, “toplum diye bir şey yo k” diye söylem kurması ya da kolektif öznenin kendisinin artık neredeyse ta rihi bir fonemen haline gelmesinin bir sonucu olarak okunabilir mi ? Geoff Eley’in yazdığı bir makale vardı ve orada Avrupa demokrasinin işçi sınıfının iktidar mü cadelesinin bir ürünü olarak da değerlendirilebileceği, sadece piyasa ya da sivil toplumdan çıkan bir demokrasi anlayışının gerçekçi olmadığına dair eleştiriler vardı. Şimdi bugünden de baktığımızda aslında bu bilincin zayıflaması ile ilgili bir sıkıntı yaşamıyor muyuz? Marksizmin yaşadığı kriz işçi sınıfının yaşadığı krizle, aslında ezilenlerin örgütlenme problemi, çokluktan kolektif özne inşasının müm kün olamaması, dolayısıyla da demokrasi ve devletin otoriterleşme problemi olarak da karşımıza çıkmıyor mu? İsmet Akça: İkinci Dünya Savaşı sonrasında, beğenelim beğenmeyelim, çe şitli form lar altında dünyaya baktığım ızda, ‘60’lara, ‘70’lere, ne görüyoruz, her yerde ezilenlerin politik özne haline geldiğini görüyoruz. Toplum politikleşi yor. Direniyor, m ücadele ediyor. Yeni m uhafazakarlık buna bir cevap. Yani di yor ki, yeni ekonom ik düzenin kurulm ası, m ücadelenin, direnişin olduğu yerde gerçekleştirilem ez. Bunun için yapıyı değiştirm em iz gerekir. Yani bir bina var önüm üzde, bir m imari, devlet m im arisi, ister sosyal dem okratik form lar içinde, ister kalkınm acı form lar içinde m ücadelelere alan açıyor. O açılm ış olan alana kimin girip çıkacağı belli değil. Ne yapm ak lazım, o m im arinin, o binanın kapıla rını kapatm ak lazım. İçeride sadece muktedirlerin kalacağı hale getirm ek lazım. Devletin yeniden yapılanm ası dediğim iz şey bu. Dünyanın her yerinde bu yapıl maya çalışılıyor. Yukarıda saydığım ız aktörlerin toplum sal alandan dışlanm ası gerekiyor. Bunu yapm anın çeşitli yolları var. Askeri darbelerle yaparsınız, başka şekillerde yaparsınız. Ama esas yapm anız gereken şey devletin kurum sal m im a risini yeniden tarif etmektir. Onun içindeki, oraya kazınm ış olan güç dengelerini değiştirm eniz lazım ki birileri artık giremesin. Önemli olan birilerinin iktisadi ve siyasi olarak oradan dışlanm ası. Türkiye’de bu 12 Eylül, daha sonra dünyaya daha uyumlu şekilde ANAP’ın politikaları, 1990’larda Milli Güvenlik Kurulu va sıtasıyla ordu merkezli otoriterlik üzerinden yürütüldü. 12 Eylül Anayasası ile devletin mimari formu aşağıdakilere kapatıldı, o alanı mümkün olduğu kadar insansızlaştıracak yasalar ve yasal düzenlem eler geliştirildi. Bizim bildiğim iz liberal dem okrasinin im kanlarını da yok ediyor. Sivil örgüt lenmeyi de, mücadeleyi de yok ediyor. Hedefi bu çünkü. Otoriter devleti dü şündüğüm üzde yeni sağ hem bu yapıyı koruyor, ANAP’a da baktığım ızda, böyle oluyor, bir de Ö zal’a baktığım ızda başta anlattığım ız iktisadın teknikleştirilm esi m eselesini getiriyor. Teknikleştirm e ve m erkezileştirme. Bu 12 Eylül’cülerin çok yaptığı bir şey değil. Onların kafası tam böyle çalışm ıyor ama Ö zal’ın yaptığı tam bu. Daha sonra 90’lara geldiğim izde, Türkiye’de m erkeziliği görüyoruz, merke zinde ordunun olduğu otoriter devlet var. Milli güvenlik devleti anlayışı. Burada
<N RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
bunun başına neo liberalizmi geçirm ek lazım. Olay şu çünkü 90’larda, Türkiye tipik bir hegemonya krizi yaşıyor. Niye, çünkü siyasal partiler devletleşiyorlar. Niye devletleşiyorlar? Bir Türk siyaset alanına bakalım . Bu partilerin, örneğin 91 Seçim lerinde SH P-C H P’nin toplum sal vaatlerinin 94 Seçim lerinde tam am en düşm esi. Aslında IMF, Dünya Bankası dışında pek bir şey söylem iyor bu siyasi partiler. Kürt m eselesinde de ordu merkezli olarak bu mesele güvenlikleştiriliyor, bu siyasal mevzu değildir güvenlik m evzusudur deniliyor. Bunların sonucu olarak siyasal partiler siyasal varlıklarından kopuyorlar ve orada ordu merkez li bir devlet formu oluşuyor. Bunlara bir şey daha eklem ek lazım. Türk devleti aynı zam anda iç savaş yapan bir devlet. “Savaş yapm ak devleti yapm ak” diye güzel bir lafı vardır T illy ’nin, savaş yapıyorsanız devlet de devlet formu da ona göre şekilleniyor. O yüzden hem neo liberalizm hem de devletin diğer kurumları aslında, politik hegemonya krizinin de olduğu bir dönem içinde yani 90’larda neo-liberal milli güvenlik devletine ait . Bu hem bize neo liberalizm in dünyadaki genel eğilim ini gösteriyor, devletin otoriter bir form alm asını gösteriyor, hem de Türkiye’ye özgü bir şeyi de gösteriyor. Bunu ordunun merkezinde olduğu otori ter bir devlet formu üzerinden gerçekleştiriyor. İkisini birbirinden kopardığınız zam an bence iki tane yanılgıya düşm eye başlıyorsunuz. Neo liberal kapitalizm le bağını kopardığınız zam an daha liberal, sol liberal bakışa düşüp, Türkiye’ye özgü, Türkiye’de böyle oldu diyorsunuz. Yok bu sadece neo liberal kapitalizm ile alakalı derseniz o zam an Türkiye’ye özgü yanını görm üyorsunuz. Mesela, Türkiye’de iç savaşın olduğunu yok sayam azsınız, 28 Şu b at’ı yok sayam azsanız. 90’lar bu devlet form unun artık gidem eyeceğini, siyasal anlam daki hege monya krizinin aşılam adığını gösterdi. 28 Şubat’ın ardından koalisyonlar yine tutm adı, 2002’deki büyük kriz arkasından yepyeni bir dönem e girildi.
YOL: Ben de tam aslında onu soracaktım. 27 Mayıs’la başlayan süreç2000’lerin ilk on yılında bambaşka bir evreye sıçradı, aslında çok kimsenin de bekleme diği bir şekilde, toplumun kimi kesimlerini hayal kırıklığına uğratacak bir biçimde ordu siyasal sahnede son derece güçsüzleşti ve zayıfladı. AKP aslında neo libe ralizme bir hegemonya zırhı giydirerek yeniden bu süreci inşa ediyor ve özellikle 2007 Seçimlerinden sonra bunu çok net bir şekilde hissedebiliyoruz. Sizce ordu nun bu merkezi rolüne ne oldu, 2000’lerin sonunda Türkiye’de? İsmet Akça: AKP ordunun merkezinde olduğu siyasal bloğu yenilgiye uğrat tı. Şim di 2002’de A K P ’in ABD ile görüşmesi, Siyasal İslam ’ın kendi içinde bö lünmesi, ki bunun nedeni bu bölünmede bir kesimin Siyasal İslam ’ın eski si yaset tarzıyla Türkiye’de etkili olam ayacağını görmeleridir. Böylelikle kendisini merkez sağa biraz daha açan dinam ik bir siyasal parti ortaya çıktı. 2002 sonrası AKP burjuvazinin farklı fraksiyonlarının desteğini alan hegem onik bir zemin oluşturdu. Neo liberal kapitalizm in dışladığı, toplum un kenarına ittiği kesim lerinden güçlü bir destek aldı, İslam ’ı Sünnilik üzerinden tarif eden kesimlerin desteğini aldı, Kürt sorununda da daha önce söylenenlerden, klasik olan gü venlik politikalarından farkı bir şey söylem eye ve yapm aya çalıştı. Hegemon-
co RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
yasının ana öğelerini buradan tarif edebiliriz. AKP devlet sorunu itibariyle ne yaptı? AKP iktidar olduğunda aslında orduyla bir mutlu evlilik yapm ak istedi ğini düşünüyorum . Fakat ordu böyle bir teklifi kabul etmedi. Çünkü ordunun gözünde, o bloğun gözünde aslında, bu karşılık bulm adı. Çünkü AKP İslam cı partiydi. AKP ne yaptı? İlk dönem, özellikle 2005’in sonuna kadar AB karşısında bir mevzi savaşı yaptı, A B’yi bir kart olarak kullandı ve refomlar çerçevesinde milli güvenlik devletini, orduyu geriletti. Mevzi kaybetm elerini sağladı. Ordu bunun karşısında ne yaptı? Darbe girişim leri yaptı. Beceremedi, çünkü bence toplum sal karşılığı yoktu. Arada bir geçiş dönem ini konuşabiliriz ama esas ola rak 2006’da cum hurbaşkanlığı tartışm ası ile alevlenen süreç, 2007’de 27 Nisan e-m uhtırası, ardından A K P ’nin hodri meydan deyip seçim lere davet etmesi, se çim lerden çok büyük bir zaferle, yüzde 46 gibi bir oyla çıkm asıyla beraber, Ana yasa Mahkemesi’nin A KP’nin kapatılm asıyla ilgili dava açm ası ama kapatmayı göze alam am asıyla beraber AKP mevzi savaşını cephe savaşına döndürmeye başladı. Burada A K P ’nin organik kadroları, Gülen cemaati kadroları bir em ni yette, ikinci olarak yargıda, ama özel yargıda, yetkili m ahkem elerde (DGM’lerde sonra özel yetkili mahkemelerde) kadrolaştı. Yargı, emniyet, medya ve hükü met, bu dörtlü, bugünkü otoriter devlet formunun merkezindeki aygıtlar. Bence 90’lardan daha farklı bir şey bu. Otoriterliğin merkezinde olan bu devleti kulla narak, bu güce dayanarak cum hurbaşkanlığını aldı, atam alarla rektörlükleri ele geçirdi, referandumun ardından yargıdaki gücü arttı. Bu aygıtları kontrol etti ve ondan sonra güçlü bir cephe savaşını yürüttü. Merkezinde ordunun olduğu blo ğun çok da fazla direnme gücü yoktu artık. Yargı, emniyet, medya ve hükümetin olduğu bu yapının am acı davalarla orduyu çökertmekti. Aslında yargıyı da farklı bir şekilde kullanm aya başladı. Ergenekon, ardından Balyoz, Kürt hareketine karşı KCK davaları çok benzer tarzda davalar. Aslında bu davalarla ordunun eli ni kolunu bağladı. 2012’de Yüksek Askeri Şura’da da kontrolü eline aldı. Bugün politik olarak artık oldukça güçlendi. Sivilleşm e denilen şeyi, ordunun siyasal iktidara tabi kılınm asını bence AKP gerçekleştirdi. Fakat bu tek başına dem ok ratikleşm e anlam ına gelmiyor. Çünkü AKP bunu yeni bir otoriter devlet form uy la gerçekleştirdi. AKP 'nin otoriter devlet formunun birkaç tane temel özelliği var. Bir tanesi, yeni bir hukuk üzerine, savaş hukuku üzerine kuruluyor. İsrail devleti gibi ama bunu parlam enter bir yapı içinde gerçekleştiriyor. Parlamenter otoriterizm gibi kavram lar tam da bunu anlatm aya çalışıyor. Mesela bazı baş kanlık sistem leri böyle. Seçim ler oluyor, parlam ento var ama dem okrasi yok, haklar ve özgürlükler yok. Bunu anlatabilm ek için böyle kavram lar kullanm a ya başladık. Tabi bu evrensel bir durum , dünyanın birçok ülkesinde gördüğü müz bir durum, AKP de bunu yapıyor aslında. Bir yanda bir hegemonya ama bu dem okratik değil gayet otoriter ve siyasal hasım olarak herkese karşı. Bu otoriter yeni devlet formunu devreye sokuyor. Bu otoriter devlet formu savaş m antığıyla ilerliyor. Demokratik siyasette hasım laşm a siyasetin doğası gereği dir. Ama savaş hukuku siyasal hasmı tarif etmez, düşm an tarif eder. Düşman yok edilm esi gerekendir. Siyasal arenada meşru kabul edilmeyendir. Şim di bu
RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
hem dünyanın birçok yerinde, küresel olarak işleyen bir m ekanizm a, hem de neo liberalizm le çok alakalı. Neo liberalizm in dışladıklarının politikleşm esinin engellenmesi gerekiyor. Dünyanın her yerinde böyle. Örneğin Cezayir devleti nin güvenlik siyaseti, bunun merkezinde terör suçu var. Bu tam bir savaş huku kunun uygulanm ası. Siyasal hasım dan, siyasal farklılıktan neye geçtik biz şim di bugün. Terör ve teröriste. Terör ve terörist dediğiniz anda, Orhan Gazi Ertekin güzel tespit ediyor, siz gayri siyasallaştırıyorsunuz. Dolayısıyla yepyeni bir sa vaş hukuku m antığına dayanan, yargı, emniyet, medya üzerinden yeniden ya pılandıran yeni bir otoriterlik bu. O yüzden 90’lardan farklı. Burada 11 Eylül’ün küresel etkisini de düşünm ek lazım. Terör, terörist söylem i, savaş hukukunun devreye girmesi... vs dünyanın birçok yerinde görünün bir şey bu. Burada daha farklı bir eklem lenm e var. Parlam enter bir siyaset, kesinlikle liberal dem okratik değil, Türkiye açısından değerlendirildiğinde sanki dem okratik açılım getiriyor gibi, ama sürekli olarak hasım larını düşm an olarak tarif ederek, otoriter devlet formunu devreye sokan yeni bir biçim ile karşı karşıyayız. Elim izde daha iyi bir kavram olm adığı için otoriter devlet demeye devam edebiliriz ama bence daha iyi bir kavram üretmemiz lazım. Bunun üzerine kurulu bir otoriter yapı bugünkü farklı durumu izah ediyor. Bir diğer şey, neo liberalizm in değişm eyen özelliği, karar alma m ekanizm alarının m erkezileştirilm esi ve teknokratikleştirilm esi. Bir diğer unsur, yargının, ceza hukukunun yeniden tanım lanm ası, polisin, em niyetin dünyada gördüğüm üz gibi, 80’lerden itibaren neo liberalizm le birlikte ortaya çıkan yeni ötekileri, krim inalize etmesi, polisin sürekli olarak bunları denetleyebilecek bir şekilde yeniden örgütlenm esi. Ne görüyoruz şim di? Es kiden ceza hukuku suç sonrası işlev görüyordu. Şim di dünyanın her yerinde, Am erika’da da bunu görüyoruz, suç öncesi, ortaya çıkm adan suçu engelleme, dolayısıyla asıl suçu değil suçluyu engelleme, suçluyu değil potansiyel suçluyu engelleme üzerine kurulu bir yargı ve polis aygıtı inşa edilm iş durum da şimdi. Bu sadece siyasal hasımlara yönelik değil, çok daha geniş, gündelik hayata yö nelik bir denetleme, sosyal kontrol aygıtı üzerinden yürüyor. Bu da çok önemli bir şey, otoriterleşm eyi anlamakta.
YOL: Foucoult’d a ” iktidarın her yerde” olması tartışması vardı ama orada dev let neredeyse görünmez hale gelmişti ama burada devletin her yerde olduğu, ne redeyse insanın kendi içinde bir şeye dönüşmesi meselesini devletin yeni durumu olarak görüyoruz diyebilir miyiz? İsmet Akça: Foucoult da son zam anlarında “devlet de önemli hala” diyor ama şim di çok daha denetleyici bir devlet var, çok daha fazla gündelik haya ta nüfuz edebiliyor, bunun merkezinde polis çok önemli bir yer tutuyor. Poli si öyle kaba şekilde düşünm eyelim , polisin gündelik hayata nüfus edebilme, takip edebilm e, gözetleme kapasitesinin inanılm az bir şekilde artm ış olması kesinlikle Türkiye’ye has değil. Am erika’da, Avrupa’da, dünyanın diğer yerlerin de polis aygıtının yeniden yapılanm ası gerçekleşiyor. Türkiye’de de bu küresel eğilim in bir parçası olarak gerçekleşiyor. A KP’nin polisi değil sadece, neo liberal
kapitalizm in polisi bu. Tabi Türkiye’de AKP iktidarı olduğu için siyasal hasımlara göre de biçimleniyor, burada kendine özgü dinam iklerle Gülen cem aatinin de kontrolü söz konusu oluyor, yeri geliyor Hükümet ile cem aat arasında açık ger ginlikler de oluyor.
RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
YOL: Söz konusu ettiğiniz bloğun içinde hegemonyanın kurulmasının ardın dan bir çatlak söz konusu ve bu çatlak aslında ilk başlarda çok yüzeysel, çok konjonktürel, çok güncel bir şey gibi algılanmaktaydı. Biraz da bunların arasında bu kadar büyük bir çelişki olabileceğine dair bir beklenti yoktu. Ama Türkiye’de son birkaç yıldır yaşanan gelişmelere baktığımızda sanki bu blok içi gerilimin kendisi bir çok şeye damgasını vuruyor. Ve hatta önümüzdeki süreçte sanki, 2014 Seçim leri bu noktada bu bloğun kendi içinde bir yeni hesaplaşmaya da yol açacak gibi gözüküyor. Yani A KP’nin kendi tesis ettiği hegemonyanın sınırlarını da çizen bir özelliğe sahip gibi görünüyor. Bunun en açık belirtilerini de 2014’de görebiliriz sanki. Buna ne dersiniz? İsmet Akça: Hegemonya m utlak değildir. Her hegemonya sonuçta çatlak ları da, kırılganlıkları da içinde barındırır. AKP açısından baktığım ızda, yaptığı siyasal hamlelerden dolayı siyasal alanda bir gerginlik var. AKP bugüne kadar bu süreci yönetebildi. Ama kapitalizm in içindeki sınıfsal çatlaklar her zaman için orada duruyor. Mesela Kürt sorunu açısından sürecin nereye gideceği belli
LO
YOL: Burada şunu soracaktım, kollektif özne oluşmadan kontrol altında tut mak, sınırlarının çizilmesi, aslında demokrasinin sınırlarım da bu belirliyor. İsmet Akça: Genel otoriterleşm eyle, neo liberalizm in otoriter anlayışıyla il gili yukarıda söylediklerim ize şunu da eklem ek lazım. Türkiye merkez sağının sağ popülizm i, milli irade algısı ve buradan çıkardığı dem okrasi algısına bak m ak lazım. Çünkü neo liberal siyaset algısına da çok benziyor. Buna göre milli irade sandıktan çıkan çoğunluktur, çoğunluğun lideri de milli iradenin tem silci sidir vs. Dolayısıyla çoğunluğa sahip olan iktidarın dışındaki aykırı her şey milli iradenin dışında sanki. Otoriter dem okrasi son dönem kullanılan bir kavram. Bunu çok iyi tarif ediyor. AKP askeri vesayete karşı m ücadele ettim, onun için de milli iradeyi tem sil ediyorum diye yaklaşıyor. Herhangi bir sorun olduğun da kendisini tek aktör olarak tarif ediyor, tek aktör patolojisi bu. Ortada olan sorunların çözüm ünde kendi dışında aktör kabul etmediği için, örneğin KCK davalarında bunu görüyoruz, diğer aktörlerin mümkün olduğu kadar belini kı rarak tek aktör olarak sorunu çözm eye çalışıyor. Sınıfsal, etnik, toplum un farklı kesim lerinin, her türlü özerk örgütlenm enin, bu köylü hareketi olabilir, ekolojik hareket olabilir, kadın hareketi olabilir, herhangi bir hareketin, A K P ’nin kontro lü dışında özerk her türlü örgütlenm e karşısında A K P ’nin verdiği cevap otoriter bir yanıt oluyor. Milli iradeyi ben tem sil ediyorum, bunlar şöyle, bunlar böyle... Dolayısıyla toplum sal muhalefete böyle davranıyor. Böylelikle siyasal alanı ka patma eğilim de oluyor. Bu hem neo liberalizm in genel yönelim i hem de Türkiye sağının milli iradeyle ilgili tarihsel yaklaşım ı.
ON RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
değil. Bölgesel dinam ikleri de göz önüne aldığım ızda çok hassas, Suriye vs. çok hassas, her an her tarafa doğru dönebilecek, savrulabilecek bir süreç. Bunlar hegemonyanın toplum sal düzeyde olan olası çatlakları. Diğer çatlak da Gülen cemaati ile AKP ile Tayyip Erdoğan arasındaki ciddi gerilimdir. Gülen cem aa ti devletin içinde örgütlenm iş, hangi siyasal parti ile am açlarını gerçekleştire biliyor ise onunla gerçekleştirm iş, ilk defa bir siyasal parti olarak A K P ’ye açık destek verm iş, özellikle devlet içinde kadrolaşm a derdinde olan, bunu çok iyi yapan, oraya uygun ekipler yetiştiren bir cem aat hareketi. Ve neo liberal otoriterleşmede en önemli olan kurum lar emniyet ve yargı. Önceleri Deniz Feneri davasıyla ilk belirtilerini gördüğüm üz bu gerilim , önüm üzdeki süreçte Anayasa yapım sürecinde başkanlık sistem i ile ilgili olarak gündem e gelecek gibi görün mektedir. Yaklaşık 10-12 gün önce Hüseyin Gülerce bir yazı yazdı. “Türkiye’de yeni bir anayasa yapılacaksa ve bu bir toplum sal m utabakatla gerçekleştirile cekse ve Recep Tayyip Erdoğan başkan olmayı düşünüyorsa kesinlikle bundan vazgeçm esi, hatta Cum hurbaşkanlığına bile aday olm am ası gerekiyor”. Bundan daha açık söylenem ez. Bülent Arınç’ın son ABD seyahatiyle bu gerginlik aşılm ak istenmişti. Peki bu gerginliği nasıl çözerler de bir m utabakat sağlanır, bunu bil miyorum, bu siyasal güç dengelerine bağlı. Bu başkanlık meselesine gelince, kontrol ve denge m ekanizm alarının hiç olm adığı sorunlu bir başkanlık siste minden söz ediliyor. Şim di Recep Tayyip Erdoğan bütün bu çelişkiler söz konu su iken zorlam aya devam edecek mi? Kendi iç çatlaklarını çözm eden, bir refe randum muhtemelen toplumu da yarı yarıya bölecek bir referandum olacaktır. Gülen cem aatiyle bu meseleleri nasıl halledecek, Kürt sorunu, barış süreci ne olacak, Kürt hareketi şim di bakıyor hükümet ne yapıyor diye, diken üstündeler, anlam ıyor kimse ne olacağını, ya da ben görm üyorum ama tam da ne olacağı belli değil. Dolayısıyla bunların her biri bu süreçte yum uşak karın. Biraz am iya ne olacak ama şu an Tayyip Erdoğan’ın zorladığı şey başkanlık sistem i değil, her zam an yaptığı şeyi yapıyor AKP, pazarlığı üstten açıyor, ama zaten işi de bağ lam ak üzere. Muhtemelen başkanlık sistemi üzerinden bir tartışm a yürütüyor, kamuoyunu yönlendiriyor, ondan sonra zaten sonuçta halk tarafından seçilen bir cum hurbaşkanlığı sistem ine evet diyecek AKP. Sanırım varm ak istedikleri yer bu.
YOL: Geçen sene, tam da bu AKP otoriterizminin çok açık bir biçimde ortaya çıkması üzerine sol kamuoyunda faşizm tartışmaları yapıldı. Çünkü o dönemde özellikle, referandum sürecinde üçe bölünen sol hareket de bu sürecin biraz daha belirgin bir biçimde farkına vardı ve genel olarak bir AKP faşizmine ya da AKP diktasına karşı bir mücadele hattı bir siyaset tarzı olarak ortaya çıktı.. Foti Benlisoy mesela faşizm kavramının böyle sürekli kullanılmasının problemli olduğu nu, Türkiye’de faşizm meselesinin bir yap boz tahtasına döndüğünü söylüyordu. Bence çok önemli bir tartışmaydı ama çok fazla gelişmedi. Aslında devletin de ğişimini, dönüşümünü kavrayabilmek için bize bir çok önemli done verecek bir tartışama yürütülebilirdi. Bir de özellikle ulusalcı kanadın geliştirdiği, cumhuri
^1 RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
yetle hesaplaşma tezlerine karşı da elimizde güçlü bir avadanlığa ihtiyacımız var. Foti’nin yazılarında önce çıkan, Troçki’nin faşizm tahlilinde de öne çıkan özellikle işçi sınıfı örgütlerini dağıtma meselesi vardı. Aslında biraz da oradan yola çıka rak bunun faşizm değil de otoriterleşme olarak okunmasına dair sonuçlar çıka rıyordu. Ama biz Türkiye’de sınıf hareketinin fecaat durumuyla karşı karşıyayız, bir Çaykur grevi yaşandı, bu grev kurulduğu gün kapandı, THY grevi yaşanıyor, oldukça ciddi anlamda zorlanıyor ve hükümet bu grevlere gerçekten özel bir bi çimde yaklaşıyor. Geçen Çalışma Bakanı’nın yaptığı bir açıklama var “Bu Havaiş ’in yaptığı 20’inciyüzyılın sendikacılığıdır, 21’inciyüzyıl sendikacılığı, Hak-lş’in, Memur Sen’in yaptığıdır”diyen, sendikacılığın devlet eliyle biçimlendirilmeye ça lışılması. Bütün bunlara da bakıldığında aslında AKP klasik faşizm tahlillerine zaman zaman giren, zaman zaman değen, zaman zaman girip çıkan bir görüntü de vermiyor mu? Mesela, bir taban hareketi üzerine oturuyor, Ankara’da naif bir eyleme eli satırlı insanların saldırısı gibi görüntüler yaşanıyor, toplumun yaşam tarzının bütününün belirlenmesine dönük, totalitarizmi çağrıştıran uygulamalar var, gerçekten doğrudan işçi sınıfının öz örgütlerini artık yaşayamaz hale getiren bir atmosferin yaratılması ve kendi şahsında sendikal örgütler yaratma teşeb büsleri de var. Bütün bunlara bakıldığı zaman, bu faşizm tartışmalarıyla ilgili siz ne dersiniz? İsmet Akça: Bir takım siyasi kavramları kullanırken ne çok dar kullanacağız ne çok geniş kullanacağız. Buna dikkat etmem iz gerekiyor. Bu anlam da faşizm sol tarafından çok rahat kullanılan, hızla devreye sorulan bir kavram. Siyasal retorik içine bunu sokarız. Sığar sığm az. Siyasal retoriğinizi bunun üzerine ku rabilirsiniz ama siyasal analizim izi bugün bunun üzerine kuramayız. Faşizmden ne anladığım ız da çok tartışm alı bir şey. Ben faşizm denilen şeye baktığım da şunun önemli olduğunu düşünüyorum . Bir politik partiyi ya da politik hareke ti faşist olarak tarif edebilm ek için iki tane temel şey olduğunu düşünüyorum . Birincisi, bir karşı devrim. Bir devrimci harekete karşı bir karşı devrim organi zasyonu olduğunu düşünüyorum . Daha da önem lisi bir kitle m obilizasyonun önemli olduğunu düşünüyorum . A K P ’ye baktığım da da bir siyasal parti, siyasal hareket olarak, bu unsurları o anlam da görmüyorum. Tam tersine hatta kitle m obilizasyonundan korkan bir tutum görüyorum. O yüzden ben faşizm değil ama bunu, neo liberal otoriter popülizm olarak görüyorum. Bu dünyadaki ör neklere de oturuyor. Ama Türkiye’nin özgünlükleri var. A K P ’yi, oluşturm uş oldu ğu sistem i siyasal bir tarif olarak faşizm olarak nitelemeyi isabetli bulmuyorum. Otoriterleşmeyi faşist bir siyasal rejime yatkınlık olarak görebilir miyiz? Bunu da çok öyle görmüyorum. A K P ’nin karm aşık bir devlet formu içinde var oldu ğunu düşünüyorum . Yine dünyadakine benzer örneklerle paralellik kuracağım ama Türkiye’de A KP’ye dair bir farklılığı da oradan çıkarabiliriz. Bugün Latin Amerika gibi bir çok örneğe baktığım ızda, parlam enter bir siyasal rejim altında, yani parlam enter liberalleşm enin asgari unsurlarının olduğu ama diğer düzen lemelerin büyük oranda geri çekildiği, ciddi bir gayri liberalleşm enin yaşandı ğı bir olgu var. Onun dışında zaten dem okratik liberalleşm e özerk dem okratik
oo RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
örgütlenm elerin varlığına izin verir. A K P ’nin yaptığı şey bu. Ama bu çok fazla neo liberalizm le alakalı. Neo liberal popülizm dünyanın her yerinde böyle bir şey. Dünyanın her yerinde toplum un en aşağılarındakilere, enformal sektörde olanlara sesleniyor. Sosyal dem okrat devlet formunun muhatabı olan örgütlü kesimlerle ilgili olarak kendi suretinde sendikalar açıyor, özerk durm aya çalı şanlara ise baskıcı yöntem ler uyguluyor. Dolayısıyla neo liberal popülizm , neo liberal otoriterizm dünyanın her yerinde örgütsüzlüğü teşvik ediyor. Örgütlü kesimleri ortadan kaldırıyor. O yüzden lider çok önemli oluyor. Lider siyaset te zaten önemli ama neo liberal otoriterizmde lider çok daha önemli. Tayyip Erdoğan başkanlık sistem ini istiyor ama zaten şim di de başkan gibi dolaşıyor ortalıkta. Her şey kontrolünde, her şey elinin altında. Ve topluma doğrudan ses lenen, medyanın yeni dönem deki rolüyle de seslenen bir durum var. Bu neden le de klasik faşizm bence Türkiye açısından uymuyor. Ama bu şu dem ek değil tabi ki, Türkiye’de A KP’nin kendine özgü bir yönü de var. Ben A K P ’yi İslam cı bir siyasi hareket olarak görm üyorum ama çok ciddi m uhafazakar, tutucu bir siya sal parti. Refah Partisi siyasi İslami bir hareket ama AKP böyle değil. Tabi AKP kadrolar olarak dinci m uhafazakarlığa sahip. Bununla ne yapıyor AKP? Kendi suretinde bir Türkiye yaratıyor. Devlet kurum larında yapıyor bunu, toplum sal hayatın içinde yapm aya çalışıyor. Bu özgünlüğü, dünyanın farklı yerlerinde ki neo liberal totalitarizm örneklerinden farklı bir unsur olarak görm ek lazım. Gündelik hayatın yaşanm asına m üdahaleler yapıyor. Mesela bunu yer yerde görm üyorsun. Bu farklılık. Aslında ötekisinin/Kem alist ulusalcıların yaptığının aynısını yapıyor.
YOL: 4+4+4’den sonra bu hassasiyet iyice arttı. A KP’nin muhafazakarlaştırma hatta İslamileştirme politikası, Ortadoğu siyasetinde Sünni bloğun önemli bir un suru haline gelerek aslında doğrudan toplumun sünnileştirilmesi gibi bir yaklaşı mı var gibi gözüküyor. İsmet Akça: Bence var, gücü yettiği zam an bunu yapıyor. Bunu Amerikan tarzı bir m uhafazakarlığın, bu tip bir m uhafazakarlığın çerçevesine sokm ak doğru olmaz. İslami bir m uhafazakarlaşm a yaratıyor. Mümkün olduğu kadar toplum un tüm alanlarını deneyerek, (reel siyaseti çok iyi bilen bir parti) yokla tekrar geri çekil şeklinde bir yol izliyor. Bunu hemen hemen her konuda yaptı. Mesela türban meselesi, bana göre kılık kıyafet şeyi falan olm az, AKP ne yaptı bir ileri iki geri sonrasında türban m eselesini fiili olarak çözdü. Yasal düzenle meyi önemsemedi. Aldın mı YÖ K’ü, aldın mı rektörlükleri mesele çözülüyor za ten. Ulusalcı bloğun kalelerini düşürdüğün zam an sorun kalmıyor. Geldiğim iz yer şim di burası oldu, bundan sonraki tartışm a hocaların başlarını kapatarak girmeleri gibi konular oluyor, yani kendi suretinden bir dünya yaratm aya çalı şıyor. Bunu yaparken AKP çoğunlukçu davranıyor. Devlet aygıtı içinde kurdu ğu hegemonyaya dayanıyor. Yani sivil toplum hegem onyasından sonra siyasal toplum da da hegemonyasını tesis etti, devlet aygıtını da kontrolü altına aldı. Bugün A K P ’nin organik bileşenlerini kontrol ettiği bir devlet var karşımızda.
RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
YOL: Ben son bölümde şunu tartışmak istiyorum. Demokratikliğin sınırlarını belirleyen aşağıdakilerin kolektif özne haline gelebilmesi. Dolayısıyla biz de bu gün demokratikleşme sorununu tartışırken, kolektif bir öznenin inşasının imkan larını tartışmadan bunu değerlendiremeyiz. Bu konuyla ilgili imkanlar da belir ginleşiyor. Bir araya gelmeye dönük kimi deneyimler var. Ezilenlerin temsil ettiği siyasal temsilciler açısından en azından böyle. Dün örneğin Ankara’da, Demok rasi ve Barış Konferansında da böyle bir tartışma vardı. 2014 Türkiye’nin yaşa dığı bir sürü gerilim açısından oldukça önemli bir yıl olacak. Kürt hareketi attığı radikal hamlelerle de bir dizi açılım gerçekleştirdi, tabi ki beklentileri de arttır mış hale geldi aynı zamanda. Çünkü AKP’nin de bununla ilgili bir takım adımlar atması gerekiyor. Ama A KP’nin böyle bir görüntü vermediği de açık. Bir taraftan askeri vesayetin geriletilmesi sürecinde gözlendiği gibi, nasıl askeri vesayetin geriletilmesi Türkiye’y e doğrudan demokrasi getirmediyse, barış sürecinde de aynı şeylerin yaşanabileceği gibi sıkıntılar ve tartışmalar da yaşanıyor. Sizce önümüz deki dönemin imkanları açısından bakıldığında, bu teşebbüsler ve girişimler açı sından bakıldığında (dünkü toplantıda mesela ÖDP, Halkevleri gibi kesimler de vardı, geniş bir aydın katılımı da vardı) böylesi bir zeminde bir kolektif özne inşası noktasında sizce bir imkan söz konusu mu, bu konuda neler düşünüyorsunuz? İsmet Akça: Bu çok zor bir soru ama çok ümitli olduğum u söyleyemem ben. Dünyadaki direniş deneyim lerine bakıp Türkiye’yle karşılaştırırken, Türkiye bu anlam da neo liberal kapitalizm e direnişlerin en dağınık olduğu ülkelerden bir tanesi. Bir takım kıvılcım lar orada burada yanıyor fakat bunlar bir siyasal mec raya akamıyor. Hem de ortaya çıkan kıvılcım ların arasında bağlar kurulamıyor. Bunu kuracak olan sosyalist sol, siyasal sol bunu beceremiyor. 90’larda yaşa nanlar, bir deneyim olarak ÖDP’nin parçalanm ış olm ası, Kürt hareketine bakıl dığında Türkiye sosyalist hareketiyle büyüklük olarak bir orantısızlık olm ası, o orantısızlık bence sahici bir bütünlük kurulm asını sağlayam ıyor, Kürt hareketi nin bir gündemi var, öncelikli olarak Kürt sorununun çözümü olarak ortaya çı kan bir mesele var, bu hareketin içinde sosyalist, sola yakın isim ler de, bam baş ka isim ler de var. Kürt sorunu çözüm yoluna girerse, bir koalisyon olarak Kürt Hareketi ne olur onu bilem iyorum , bu arada bu mesele nasıl ilerleyecek onu da bilemiyorum. Tabi Kürt hareketiyle sosyalist hareketin entegrasyonunun, an lamlı bir birlikteliğinin sağlanm ası önemli. Ama bu bugüne kadar becerilemedi. Bahsettiğim dengesizlik bence bunda çok önemli oluyor. Kürt hareketinin bir gündem i var bu gündem ini takip etmek istiyor, sosyalist hareket o kadar zayıf ki başka bir gündem i ortaya koyamıyor. Güçlü bir entegrasyonu, birlikteliği sa ğ layacak kuvvete de Türkiye sosyalist hareketi sahip değil. Üstelik çok dağınık ve paramparça. Hafta sonu toplantısı nasıl geçti bilm iyorum . Toplantıyı takip
VO
Askeri vesayet falan geride kaldı. Bu m asal daha ne kadar tutar bilemem ama onun reel karşılığı, gerçekliği kalmadı artık. AKP bütün bu im kanları kullanarak gündelik hayatı kam usal hayatı mümkün olduğu kadar m uhafazakarlaştırm aya çalışıyor. Buna da devam edecek.
o LO RÖPORTAJ: NEOLİBERAL “OTORİTER DEVLET”
edemedim ama İngilizcedeki “wishful thinking” deyim ini hatırlatıyor bana. Ben bunun çok reel zem inini göremiyorum. Bu çok önemli m uhalif kolektif bir zeminin yaratılm ası açısından ama kendi gündem i Kürt hareketini inanılm az şekilde sıkıştırıyor. Yakın gelecekte sınıfsal dinam ikleri onu belki de dağıtacak şekilde etkileyecek. Kürt hareketinin kendi açm azları var. Sosyalist hareketin dağınıklığı ve zayıflığı burada sağlıklı bir ilişki kurulm asına imkan tanımıyor. Ortaya çıkan bu davetleri kovalam ak gerekiyor mu? Evet, sonuna kadar kovala m ak gerekiyor. Ama bu parçalılığa ve dağınıklığa bakınca umutlu olam ıyorum. Belki aşağıdan başka bir toplum sal dinam ik çıksa Türkiye’de bu daha mümkün olacaktır. 27 Mayıs 2013
AKP İKTİDARINDA YENİ OLAN NEDİR? GERÇEK YENİ NASIL İNŞA EDİLİR?
2012 yılında yoğun olarak yaşanan ve toplum un başta Kürt halkının siyasi tem silcileri olm ak üzere çeşitli m uhalif, direngen kesim lerine yönelen ope rasyonlar sadece darbe günlerini hatırlatm akla kalm adı. İlk olarak sloganvari bir söylem o larak ortaya çıkan “AKP fa şizm i” vurgusu yaşanan siyasi sürecin, devlette yaşanan dönüşüm ün okunm ası biçim iyle ilgili de bir tartışm aya yol açtı. 12 Eylül referandum u, sözüm ona dem okratikleşm e yönünde anayasa değişikliklerinin gerçekleşm esini sağlam ıştı. Fakat 2012 kazın ayağının hiç de öyle olm adığını en uslanm az 'yetm ez ama evet’çiye bile gösterdi -en a zın dan büyük kısm ına-. Haftada iki defa yaşanan KCK operasyonları, devrim ci hareketin çeşitli bileşenlerine dönük saldırılar, hayatın her alanını saran tek nik takipler, m ahkem elerden çıkan anlaşılm ası güç iddianam eler ve kararlar yeni bir sürecin m ayalandığına dair bir intiba yarattı. “A KP fa şizm i” tartışm ası ise tam da bu zem ine oturdu. U lusalcılar bu söylem i çok daha rahat benim sedi. C H P ’liler tarihlerinde hiç olm adığı kadar “faşizm e karşı om uz om uza” sloganı attılar. Fakat M arksistler açısından faşizm kavram ı bir olağanüstü devlet biçim ini im lem ekte idi. Bu olağanüstü devlet biçim inin ise ortaya çık ması ile ilgili kimi süreçler, aşam alar ve koşullar tespit edilm işti. Dolayısıyla özellikle FotiBenlisoy, yazdığı bir dizi yazıda 2012 Türkiye’sinde yaşananların neden faşizm ile nitelenem eyeceğini gayet başarılı bir biçim de ortaya koy du. Ergin Yıldızoğlu ise ortasında konum lanm aya çalıştığı ulusalcı ve Mark sist pozisyonların bir m elezleşm esinden yola çıkarak yaşanan dönüşüm de faşizm i anım satan birçok yön bulunduğunun altını çizdi. Aslına bakarsanız yaşanan tartışm a oldukça önem li bir ihtiyaca yanıt üretm ekteydi. Türkiye’de yaşayan herkes AKP iktidarının ustalık dönem inin farklı nitelikte bir devlet yapılanm ası ortaya çıkardığını hissetm ekteydi. U lusalcı kanat bu yeni yapıyı “C u m h u riye tle rövanş” m antığı çerçevesinde değerlendiriyordu. 2. Cum hu riyet, Yeni O sm anlı gibi daha ziyade çağrışım ları “ge ricilik” ile referanslı, d ö nüşüm ün daha ziyade İslam cılar eliyle gerçekleştirildiğini vurgulam aya ç a lı şan kavram lar kullanım a sunulm aktaydı. Liberaller için ise çeşitli zorluklara rağmen “ her şey yo lundayd ı!”. Türkiye norm alleşiyordu. Nihayet ortaya çıkan
POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
M. Sinan MERT
LO
POULANTZAS'LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
<N
LO
POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
“otantik burjuvazi” burjuva devrim ini tam am lam aktaydı. Bürokratik otoriterizm ortadan kalkm aktaydı. Türkiye dem okratikleşiyordu. Sosyalist-devrim ci hareket bu dönüşüm ü anlam lan d ıracak çok etkin bir kavram seti ortaya koyam adı. Süreci faşizm olarak nitelendirm ek aslında an lam lı bir yanıt olabilirdi. Fakat faşizm olgusu ile ilgili birikim , bu sürecin gözü kapalı bir biçim de faşizm o larak nitelenebilm esini gerçekten de im kânsız kılm aktaydı. Bu yüzden alınan genel tutum tem el olarak devlette önem li bir d e ğişiklik olm adığı yönünde tespit edildi. Devlet egemen sınıfın baskı ve zor aygıtı idi ve öyle olm aya da devam etm ekteydi. Böylece La p a lis’in doğruları tıkanılan her noktada olduğu gibi bir kez daha yardım a çağrıldı. Fakat otoriterleşm e ve hatta totaliterleşm e ile ilgili işaretler her geçen gün çoğalm akta idi. Erdoğan 12 Haziran seçim leri sonrasında iyice kuşandığı aşırı özgüveni ile her gün bir başka konuda tüm toplum un sin ir uçlarını zorlayan icraatlar ve sö ylem ler geliştirm eye devam ediyordu. Toplum un Necip Fa zıl’ın m anifestosu kalıbına dö külm ek istendiğine dair em areler güçlendi. En son AKP İstanbul İl B a şka n ı’nın veciz bir şekilde ifade ettiği gibi tasfiye süreci ta m am lanm ış, artık inşa süreci aşam asına geçilm işti. Devletteki dönüşüm ün yeni m im arisinin hukuki altyapısı ise yeni anaya sa ile inşa edilm eye çalışılm aktaydı. Anayasa oluşan yeni güçler dengesini, fiili durum u hukukileştirerek kalıcılaştırm ayı am açlam aktayd ı. Türkiye’nin devasa ve dağ gibi birikm iş top lum sal sorunlarından ziyade hazırlanm aya çalışılan yeni A nayasa’nın en gerilim li noktasının b aşkan lık sistem i etrafın da oluşm ası tesadüf o la b ilir miydi? A KP ve Erdoğan, zam an zam an m esele yi geriplana çekse de sonuç o larak güçlü bir yürütm enin inşası noktasında başkanlık sistem inin Erdoğan’ın hayallerini süslediği ortada. Biz bu durum un aslında sadece Erdoğan’ın kişisel hırsları ve özgüveni ile açıklanam ayacağı, aslında kapitalizm in genel trendleri ile uyum lu ve neo-liberal kapitalizm in ih tiyaçları ile ilişkili o larak düşünülm esi gereken bir otoriterleşm e süreci ile iliş kili olduğunu düşünüyoruz. Evet, 1989’da duvarlarla beraber so syalizm in de çöktüğü yıllarda yaşanan dem okrasi iyim serliği artık hiçbir yerde yok. 2008 küresel krizinin şiddeti, Ç in ’in ve genel olarak B R IC S’in güçlenm esi ile ortaya çıkan çok kutupluluğun yarattığı te kin sizlik, zayıflayan küresel dengeler ve yeni yükselen güçlerin ham m adde ve Pazar arayışları ile şiddetlenen küresel rekabet, küresel blokların karşılıklı konum aldığı bölgesel sa va şla r ve de en önem lisi kapitalizm i yenem ese de görece terbiye etmeyi beceren, dem ok ratikleşm esini sağlayan “devrim ci sın ıf” hareketlerinin geri çekilm esi dünya devletlerini daha otoriter bir vasata doğru çekm ekte. Tüm dünya kapitalizm e açılan Ç in ’in ne zam an çok partili, Batı tipi dem okrasiye geçeceğini düşüne dursun neo-liberalizm ile otoriter siyasi rejim lerin hiç de uyum suz o lm a d ığı na dair bir bilinç şekilleniyor. Dem okrasi denen rejimin aslında sivil toplum , AB, piyasa, özelleştirm e vs. ile değil de aslında en çok düzeni y ıkm a k isteyen, başka bir dünya isteyen işçilerin,ezilenlerin m ücadelelerinin ürünü olduğu birkaç yıl sonra çok daha açık bir biçim de an laşılacak. Neo-liberalizm otori
co
LO
POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
ter devletle rabıtasını geliştirdikçe her şey çok daha açık bir biçim de ortaya çıkacak. Dolayısıyla A KP iktidarının lO .yılını tam am ladığım ız ve küresel/bölgesel hesaplaşm aların şiddetlendiği bu konakta birkaç önem li soruya cevap ver m ek zorundayız: A KP iktidarı Türkiye Devleti’nin yeni bir evresine tekabül ediyor mu? Eğer böyle bir dönüşüm söz konusu ise yeni dönem ile geçm iş dönem arasındaki sü re klilik ve kopuşlar nelerdir? Böylesi bir yeni evre nereden kaynaklanm ak tadır? Bu yeni evrede yaşanan yeni devlet biçim i ile ilgili neler öne ç ık a rıla bilir? Bu gelişm elerinneo-liberalizm ile otoriterizm arasındaki yakınlaşm a ile bağlantısı nedir? Ne kadar u lu sald ır ne kadar küreseldir? Soruların; cevaplarını daha sonra açm ak kaydıyla, şöyle cevaplanm ası ge rektiğini düşünebiliriz: Evet, Türkiye’de devletin tem el koordinatları ile ilgili kimi önem li dönü şüm lerin yaşand ığı ve yaşanacağı bir evreye bir süredir girilm iştir. Bu gelişm e A K P ’nin, egem en sınıfın 2001 krizi ile doruğuna çıkan karşı he gem onya krizine yanıt üretmeyi başaran özne olm ası ile m üm kün olm uştur. Devletin sın ıfla r m ücadelesi ile ortaya çıkan güç dengelerinin bir yansım ası olduğu düşünülürse, serm ayenin hâkim fraksiyonunu tem sil etmeyen bir s i yasi partinin hegem onya krizine yanıt üretm esi ister istem ez güç dengelerinin dönüşüm üne yol açm aktadır. Sü re klilikle r egem enlik kurma biçim lerinde, kopuşlar ise toplum a dayatılan hegem onya projesi ile ilgili o larak y a şa n m aktadır. Hegem onya projesi yeni güç dengesi çerçevesinde bir araya gelen iktidar bloğunu bir arada tutan kabuller, hedefler ve ideolojiler bütünüdür. A KP iktidarı ile özellikle kentli, laik orta sınıfları ve Alevileri aşırı tedirgin eden m uhafazakârlaşm a, hatta Sünni İslam laşm a olgusu yeni iktidar bloğunun ve hegem onya projesinin yansım asıdır. Yeni-O sm anlıcılık çerçevesinde bölge sel güç olm a yönünde girişilen m aceralar da bu yeni paradigm anın önem li bir bileşenidir. Bu yeni hegem onya projesi sayesinde neo-liberalizm 1980’ler sonrasında Özal dönem inin kısa bir dönem i dışarıda tutulursa ilk kez hegem onik olm ayı başarm ıştır. Yani toplum un ezilenlerinin önem li bir kısm ından zoru çok fazla kullanm adan rıza devşirebilm eyi başarm ıştır. Yoksullardan rıza devşirilebilm esinin en önem li araçları, sadakaya dayanan bir yoksullukla m ücadele program ı ile birlikte devletin din ile daha şüm ullü bir biçim de buluşturulm asının sağlanm asıdır. Bu hegem onya projesi çerçevesinde ülkenin tarihi de yeni baştan yazılm aktadır. Uzun süreli hegem onya despotlaşm a eğilim i gösterir. A K P ’nin kültürel ile ekonom ik olanı birlikte kullandığı popülizm i bir tür otoriterizm in en önem li destek noktası o larak Erdoğan tarafından kullanılm aktadır. Neo liberalizm i kab u llen ile b ilir yapan-bunu büyük oranda neo-liberalizm i görünm ez kılarak da başarm aktadır- bu otoriterizm , küresel serm ayenin 2008 krizine yanıt o la rak ürettiği, devletlerin batan piyasaları kurtarm ak için devreye girdiği süre cin nitelikleri ile de uyum ludur. Kapitalizm , hem Türkiye’de hem de dünyada
LO
burjuva dem okrasilerinden ziyade otoriter rejim lerle daha uyum lu olacağı ik tidar teknikleri istihdam etme eğilim indedir. B a tı’da gelişen faşist hareketler, M acaristan’da gözlenen otoriterleşm e, A vrupa’nın birçok ülkesinde kurulan teknokrat hüküm etleri ve siyasi istikrarsızlıkla r bu yöndeki olası gelişm elerin zem inini güçlendirm ektedir. Dolayısıyla yaşanan gelişm eler faşistleşm e süreci olarak nitelenem ez bel ki ama zam an zam an faşistleşm e süreçleri ile olağanüstü paralellikler ta şı yan yönler de içeren bir otoriterleşm e olarak isim lendirilm eyi fazlasıyla hak etmektedir.
POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
Yeni Devleti Anlamak İçin Poulantzas’a Bakmak O lağanüstü devlet biçim leri m eselesinde hiç kuşku yo k ki dünya Mark sizm ’inin yetiştirdiği en yetkin isim lerden birisi Po ulantzas’dır. Faşizm ile ilgili yaptığı kapsam lı değerlendirm eler bu konuda M arksizm ’in çeşitli tartışm alar sonunda ulaştığı bir olgunlaşm a noktası olarak değerlendirilebilir. Kapitalist devleti ele alırken kullandığı kavram lar da aslında özellikle en önem li eseri gözüyle bakabileceğim iz Devlet, İktidar, Sosyalizm eserinde sunulduğu biçim iyle oldukça işlevseldirler. M arksizm ’e özgü bütünlüklü bir devlet teorisi inşasında Po ulantzas’ın katkısı gerçekten önem li seviyededir. Althusserci pozisyondan uzaklaştıkça çok daha kalıcı eserler ortaya çıka rm ış tır. Po ulantzas’ın kavram setinin konum uz açısından öne çıkan bileşenleri Serm aye Fraksiyonları, Hegem onya Krizi ve İktidar B loğu’dur. Po ulantzas’a göre kapitalist bir toplum da siyasal egem enlik tek bir sınıf ya da fraksiyon elinde değildir. Egemen sınıf fraksiyonları arasındaki çe lişki ler ile bunların hangi çerçevede çözüm e kavuşturulduğu devletin ve rejimin biçim i konusunda belirleyicidir. Fraksiyonlardan birisinin zorla iktidarını d a yatm ası daha ziyade olağanüstü devlet biçim leri ile m üm kündür. Bunun hari cinde daha olağan dönem lerde serm aye fraksiyonları arasındaki ilişki Hege monya Projesi çerçevesinde ortaya çıkan bir İktidar Bloğu inşasına yol açar. Fraksiyonlar dönem in güç dengelerini y an sıtır bir biçim de eklem lenirler. Yine güç dengelerinin bir uzantısı olarak devlet içinde de m evzilenirler. Var olan hegem onya projesinin işlevsiz hale gelm esi, egem en sınıflarla alt sın ıfla r ve egemen sın ıf fraksiyonlarının kendileri arasındaki ilişkileri düzenleyem ez du ruma düşm esi halinde bir hegem onya krizi ortaya çıkar. Hegem onya krizi en genel haliyle toplum sal sınıfların kendilerini tem sil eden siyasi partilerle bir kalıcı kopuş yaşam ası şeklinde gözlem lenir. Egemen sın ıf hegem onik olma özelliğini yitirir. İktidarın sürdürülm esinde zor daha belirgin bir biçim de ön plana çıkar. Kitleler o dönem e kadar destekledikleri tem siliyetlerden kopar lar. Yaşanan bu hegem onya krizi büyük oranda iktisadi krizin, sın ıflar sa va şı nın yarattığı gerilim lerin bir ürünüdür. Alt sınıfların hegem onik hale gelm esi ve devrim ci dönüşüm le sonuçlanm a gibi bir çözüm ü olabileceği gibi egemen sın ıf fraksiyonlarından birisinin öne çıkıp hegem onyayı yeniden tesis etmesi
LO LO POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
ile de so nuçlanabilir. Egemen sın ıf fraksiyonları arasındaki çelişkiler çoğu za man bunların ezilen sınıfın talep ve m ücadelelerine verdiği farklı tepkilerle ilişkilidir. Fakat işçi sınıfı m ücadelesinin devrim ci bir çerçeveden u za kla şa rak daha ziyade reform ist bir zem ine sıkışm ası, ezilenlerin tehdidi karşısında om uz om uza verm e eğilim inde olan egemen sın ıf fraksiyonlarının daha net karşı karşıya gelebilm elerine ortam sağlar. Hegem onya krizine yanıt o larak hangi sın ıf fraksiyonu iktidar bloğunun in şasını başarırsa hegem onikfraksiyon olm a hüviyetine kavuşur. Fakat siyasal krizlerin ortaya konm a ve çözülm e biçim i nasıl ki her zam an iktisadi krizin bi rebir yansım ası değilse, doğrudan ekonom ik olgularla açıklanam azsa hegem onikfraksiyonun kim olacağı da doğrudan yaşanan m ücadelenin olum sal bir sonucudur. Ekonom ik anlam da hegem onik olan fraksiyonun her zam an siyaseten de hegem onikfraksiyon olm asına dair bir zorunluluk söz konusu değildir. Yani burada da bir tür Bonapartizm m üm kün olabilir. Ekonom ik o la rak hakim sınıf fraksiyonu elindeki siyasi araçlarla hegem onya oluşturam az ya da yıpranan siyasi araçlarını hızla yenileyem ezse tam am en oluşan hege monya krizinin çözüm ünün m ücadeleyle belirlenen bir sonucu olarak eko nom ik olarak başat olm ayan bir fraksiyon, hegem onik sın ıf fraksiyonu haline gelebilir. Fakat iktidar bloğu tabii ki sadece tek bir fraksiyonun çıkarlarını s a vunam az. M uhakkak hegem onik olm ayı hedefleyen fraksiyon tüm serm aye fraksiyonlarının uzun vadeli çıkarlarının savunucusu bir rol oynam ak duru m undadır. Aksi yönde bir dayatm a olağanüstü devlet biçim lerini çağrıştırır uygulam alara yol açar. Yeni hegem onya projesinin serm aye sınıfının tüm üne sağlad ığı en büyük o lan ak hiç kuşku yo k ki alt sınıfların sağlanan rızasıdır. Hegem onya kavram ı na vurgu yaparken G ram sci’nin “zor zırhına bürünm üş hegem onya” vurgusu nu unutm am ak gerekir. Hegem onya sadece rıza olarak algılan am az. Zorun destek verm ediği hiçbir hegem onya bir söm ürü ilişkisinin sürdürülebilm esine zem in hazırlayam az. Fakat ezilen sınıfların karşıt hegem onya kurma g i rişim lerini za yıflatacak bir hegem onyanın egemen sın ıf açısından saym akla bitm eyecek faydaları vardır. Ezilen sınıflardan sağılan artı-değer m iktarı en az ekonom ik faktörlerle olduğu kadar karşıt hegem onyanın m eydan okum a yeteneği ile de ilişkilidir. Egemen sın ıf hegem onyası, ezilen sınıfların organik bütünlüğünü parçalar. Karşıt hegem onya ancak m ücadele ile o luşab ildiği için egem en sınıfların hegem onyası ezilen sınıfları hareket edem ez noktaya kadar- tabii ki geçici olarak- taşıyabilir. Böylesi bir hegem onyayı kurabilm e yeteneği gösteren fraksiyon, serm aye sınıfının tüm üne sağlad ığı bu büyük hizm etin karşılığını da hegem onik sın ıf fraksiyon olarak alır. Devlet içinde et kinliği en üst seviye olan fraksiyon budur. P o ulantzas’ın bu analizinin en önem li boyutu ekonom ik determ inizm d ı şında siyasete bir alan açm asıdır. Bu anlam da devlet, iktidar bloğunun ör gütlenm esinin en önem li aracı ve sınıflar/fraksiyonlar arasındaki güçler den gesinin bir yansım ası olarak analizin çok merkezi bir yerinde konum lanır. Bu
LO POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
analizde devlet “kendinde bir şe y ” o larak işlem ez. Yani sınıfsal ilişkilerden bağım sız, top lu m sal ilişkilerin üzerinde bir devlet yapısından bahsedilem ez. Devlet, toplum içinde cereyan eden m ücadelelerin bir yansım asıdır. Bu m ü cadelelerden bağım sız, kendisi adına var olan ya da kendi varoluşunu sadece bir gelenekle m eşrulaştırabilecek bir devlet olam az. Ve daha da önem lisi bu devlet salt ekonom ik gerekirliklerin bir sonucu olarak, altyapının bir gölge fenom eni olarak da kurulam az. Devleti yaratan güç ilişkileri canlı kanlı top lum sal öbeklerin m ücadelelerinin sonucudur. Bu m ücadelelerin ne yönde bir denge oluşturacağı ise olum saldır, var olan üretim ilişkileri ve sınıfların ör gütlenm iş güçleriyle koşullanm ıştır. A ncak ekonom ik anlam da en etkin frak siyon her zam an hegem onya inşa etmeyi başaram ayabilir. Ya da kendisine alan açm a, birikim ini hızlandırm a telaşındaki bir sın ıf ya da fraksiyonun bunu siyaset üzerinden başarm aya çalışm ası m üm kündür. “Devlet eliyle burjuvazi yetiştirm e” m eselesi tam da budur. Zaten bütün serm aye iktidarları devletler tarafından inşa edilir. Devlet dışında oluşan bir serm aye iktidarı anlam sızdır, böyle bir tarihsel olgu da gösterilem ez. Bob Je sso p , “toplum u ya da devleti öncelikli kılan yan lış ikilem leri red detm ek zorundayız, bunun yerine devleti bir toplum sal ilişki olarak gören Po ulantzas’ı takip etm eliyiz” derken bunu vurgulam aya çalışm aktadır. Salt toplum m erkezli vulger Marksist yakla şım la r için devlet m eselesi önem sizdir, çünkü siyaset ekonom ik ilişkilerin birebir yansım ası üzerinden oluşur. Bura da aslında siyasetin alanı yoktur. Kendisine özgü bir sonucu yoktur. Bu an layış için aslında devrim in ve ciddi toplum sal dönüşüm ün de im kânı yoktur, çünkü devrim ler ancak büyük iktisadi krizlerin sonucu olarak yaşanabilirler, oysa kapitalizm tarihi serm ayenin aşam ayacağı bir ekonom ik krizinin olm a dığını gösterm iştir. Fakat bazı siyasal m ücadeleler serm aye iktidarını paralize edebilm işlerdir. Siyasetin kendine özgü anlam ını çözüm leyem eyen, siyaseti ekonom inin gölge oyunu olarak gören anlayış so syalizm in yaşadığı başarısız lıkların da birinci dereceden sorum lusudur. Devleti kadir-i m utlak bir güç olarak, aşkın ”özne” olarak görm ek de bir başka uçtur. Bu sın ıfla r üstü devlet bakışının varacağı son nokta bir biçim iyle sivil top lu m culuk ve liberal duruş olm aktadır. Sınıfların üstünde bir kendinde devlet, sın ıfla r arasındaki m ücadelenin bir konağında m üm kün o lab ilir ancak bu durum ancak geçicidir. Güç ilişkilerini istikrarlaştıran hakim fraksiyon dev leti denetim i altına alır. Şim di Po ulantzas’ın bu kavram seti ile Türkiye’de yaşanan dönüşüm ün na sıl yorum lanacağını ortaya koym aya çalışalım :
AKP İktidarı ve Yeni İktidar Bloku 1980 askeri darbesi sın ıf siyasetini gündem den düşürm ek am acını başa rıyla tam am ladı. Sın ıf siyaseti, 1990’larda kısm en kendini top arlayabilm iş gibi gözükse de 2000’li yıllarla birlikte gittikçe silikleşe rek iktidar alternatifi olm aktan uzaklaştı.(B SB , 2008; 23)
^1
CJ1
POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
1980’li yıllarda serm aye sınıfı yoğun bir hegem onya sorunu yaşam adı. A s keri darbenin tem izlediği, m uhalif sesleri kıstığı, em ek örgütlerinin d a ğ ıtıld ı ğı bir ortam da ihracata dayalı bir birikim stratejisi ekseninde bir hegemonya yaratıldı. Ö zal’ın dört eğilim i birleştirdiği iddiasındaki partisi ANAP, serm aye sınıfının farklı fraksiyonlarını birleştirm eyi başararak kendisini egem en sınıf partisi olarak örgütlem eyi başardı. (Akça, 2011) Bu dönem de yaşanan gelişm elerden en önem lisi hiç kuşku yo k ki serm a yenin farklı fraksiyonlarının hızla gelişen küreselleşm e süreciyle eklem len meye başlam asıdır. İthal ikam eciliğin ve korum acılığın hâkim olduğu 60-80 arası sürecin aksine 1980’lerde devletin ekonom iden geri çekilm eye, bürok rasinin etkinliğinin sınırlanm aya çalışılm ası dünya kapitalizm iyle ilişkilenirken devlet do layım ından geçm e zorunluluğunu tam am en ortadan kaldırm asa bile azalttı. Böylece devlet kanallarında yeterince etkin olam ayan, devleti kendi serm aye birikim leri için bir araç olarak kullanacak kadar ağırlığı o la mayan kesim leri, dünya piyasalarıyla bütünleşerek serm ayelerini genişletm e olanağı ile buluşturdu. 1990’larda ortaya çıkan ve Siyasal İslam kökeninden beslenen yeni hegem onyacı projenin taşıyıcısı serm aye fraksiyonu olan A na dolu serm ayesi, yukarıda anılan süreçten ciddi o larak yararlandı. Dünya piya salarına doğrudan açılabilm e olanağı, bu şekilde devletteki tekelci serm aye ağırlığının yarattığı dezavantajları Anadolu serm ayesi açısından aşılabilm esi olanağını yarattı. (ESI, 2005) “ Hükümet erkinin yitirilm esi, egemen sın ıfla r açısından taşıdığı olası tehlikelerin ötesinde (bütün bir dizi m addi ayrıcalıklard an yoksun kalınm ası anlam ına gelir) ama aynı zam anda da önem ini devletin içindeki belirgin ro lünden devşiren bir parti için dağılm a riskleri ta şır”(Poulantzas, 2004; 264). ANAP da aynen burada bahsedildiği biçim de iktidardan düştükten sonra bir daha toparlanam adı. Dem irel’in 1980’lerin sonundaki geri dönüşü de iktidar bloku açısından hegem onyanın tesis edilebilm esinin önünü açam adı. 1990’larda tekelci serm ayenin hegem onyacı bir proje üretem eyişinin en önem li sebebi uygulanan ekonom i po litikalarının dışlayıcılığıdır. W ashington Konsensusu doğrultusunda uygulanm aya çalışılan m onetarist politikalar, K İT ’lerde çalışan işçiler ve tarım sektöründe çalışa n la r için devletten m addi tavizler koparm anın çok daha zor olduğu bir dönem i sim gelem ekteydi. 1989 Bahar Eylem leri her ne kadar sanayi işçilerinin 1980’lerdeki ücret kayıplarını kısm en telafi edebilm esini sağladıysa da özelleştirm eler, sendikal örgütlen m enin önündeki çok yönlü engeller, işçi sınıfına dayatılan ve esnekleşm eye dayanan yeni çalışm a biçim leri işçileri büyük oranda hegem onyanın kapsa mı dışına atıyordu. Tarım sal sübvansiyonların kesilm esi, devletin alıcı olduğu birçok ürün için piyasadan çekilm esi, m erkez sağın geleneksel kalesi kırları kaybetm eye başlam asına yol açtı. Neo- liberal politikalar, tekelci fraksiyonun m erkez sağ ve sol hegem onya projelerinin m anevra alanını daraltm akta, alt sınıfların eklem lenm esinde başarısız olm aktaydılar. Ayrıca aynı dönem de Kürt ulusal m ücadelesinin dizginlenem ez yükselişi de finans kapital partile-
oo
LO
POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
rinin hegem onik hale gelebilm esini im kânsız kılan faktörlerin başında geldi. Siyasal İslam ’ın bir hegem onya projesine doğru evirilm esi böylesi bir kon jonktüre yaslanm aktadır. 1990’ların fenom en sanayi kuruluşları KO Bİ’ler ve Anadolu Kaplanları idi, post fordist çalışm a koşullarına ve küreselleşm eye hızlıca uyum sağlayan Anadolu serm ayesi 12 Eylü l’ün yarattığı ucuz işçi cen netinden hızlı bir serm aye birikim i için yararlanm ayı çok iyi becerdi. 1960’ların taşra tüccarları, tekelci firm aların yerel acenteliğinden sanayi burjuvaları haline terfi ettiler. Denizli, Çorum , Maraş, G aziantep öne çıkan sanayi şehirle ri olarak sivrildiler. (Somer, 2007) Fakat bu büyüm e hiçbir zam an finans kapi talin güneşin altındaki yerini tehdit edecek bir noktaya da ulaşam adı. Serm aye birikim inin gelişim i ve Anadolu serm ayesinin artan sosyal ağırlığı farklı bir hegem onya projesi yaratm adan edem ezdi. Refah Partisi bu projenin adı o larak okunabilir. Yerel seçim lerde kazanılan başarılar sonrasında 1996 seçim lerinde “Adil Düzen” kam panyası ile birinci parti olan Refah Partisi, ko alisyon hüküm eti kurdu, Genel Başkanı Necm ettin Erdoğan Başbakan seçildi. (Tuğal, 2010) Po ulantzas’ın bahsettiği gerçek iktidar- biçim sel iktidar ayrım ı burada kendisini hızlıca gösterdi. Çok yönlü bir psikolojik, po litik ve askeri manevra eşliğinde hüküm et 28 Şubat m üdahalesi ile düşürüldü. Refah Partisi kapa tıldı. Tekelci serm aye, henüz yeterince uysallaşm am ış Siyasal İslam ’ın he gem onyacı projesi ile uzlaşm adı.11 Eylül öncesinde uluslararası sistem in de İslam ’ın m assedilm esi ile ilgili çok daha ciddi rezervleri söz konusu idi. Tür kiye gibi önem li bir NATO ülkesinde tam sınanm am ış, Batı karşıtı bir zem ine oturan bir partinin kabul görm esi beklenem ezdi. 1997-2002, Ö calan ’ın yakalanm ası gibi çok önem li bir olay, hiçbir hegem onik projeyi tem sil etmeyen Ecevit’in partisi D SP ’ye geçici bir iktidar fırsatı sağladı. Fakat Cum huriyet tarihinin en şiddetli krizlerinden biri olan 2001 kri zi, o ana kadar va r olan neredeyse tüm partileri tasfiye ederek Siyasal İslam ’cı hareketin m odifikasyona uğram ış hali A K P ’yi iktidara taşıdı. AKP önem li bir hegem onya projesini tem sil etm ekteydi. Toplum un farklı kesim lerinin rızası nı temin etm ek için oldukça do lam baçlı bir güç biriktirm e ve mevzi kazanm a m ücadelesi yürütüldü. U luslararası serm ayenin desteğini temin etm ek için çok önem li adım lar atıldı. AB ile ilişkilerin gelişm esi için tavizler verildi. A BD ’nin olası Irak operas yonuna açık destek verildi. 1 Mart 2003’te ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a girişine im kân tanıyan tezkerenin m ecliste kabul edilm em esinin siyasi m esuliyeti ordunun üzerine yıkıld ı. Böylece A BD ’nin ve uluslararası serm a yenin Türkiye içindeki en önem li partneri olm a vasfı ordudan alındı. Önce 11 E ylü l’ün sonra da Arap B aharı’nın yarattığı koşullarda İslam dünyasının B atı’ya açılan uyum lu penceresi rolüyle iç siyasetteki m ücadelelere tahvil edilecek önem li bir güç kaynağı yaratıldı. Tekelci serm ayeye sunulan barış çu buklarından ilki ve en önem lisi ise öncelikle Kem al Derviş tarafından başlatılan dönüşüm ün aynen devam etti
O n
POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
1Kültürel hegemonya meselesini oldukça önemseyen Durak, sermaye birikim sürecine meşruiyet sağlayan mekanizmaların ağırlık merkezinin hukuki-siyasal üstyapıdan ideolojik-kültürel üstyapıya doğru kaydığını düşünmektedir. Bu pozisyon genel olarak AKP hegemonyasına alt sınıfların eklemlenmesinde maddi tavizleri önemsiz gören bir bakış açısının etkisi ile oluşturul maktadır. Fakat bütünüyle yanlış olduğu düşünülemez. Kültürün hegemonya inşasında bu kadar baskın bir rol oynamasında Türkiye’nin yukarıdan modernleşmeci geleneğinin etkisi büyüktür.
LO
rilm esi oldu. Var olan paketin istikrarlı bir parti tarafından sürdürülm esi te kelci serm ayenin kendi ekonom ik program ının istikrar kazanm ası anlam ına geldi. İşçi sınıfı üzerindeki düşük ücret baskısının sürdürülm esi de Anadolu serm ayesi ile tekelci serm ayenin ortaklaştığı politik gündem lerden biriydi. Türkiye kapitalizm in çok köklü m eselelerinden biri olan kırların boşaltılm ası m eselesi, çok güçlü kırsal hegem onya rezervlerine sahip olan A KP tarafından halledildi, kırların nüfusu kentlerin altına indi. Bu durum da, em ek gücü arzı nı arttırarak işçi ücretleri ve örgütlenm eleri üzerinde serm aye lehine basınç yaratacak bir biçim de başarıldı. (Boratav, 2010; 434) Alt sınıflarla kurulan ilişkide de hegem onyacı yaklaşım etkili so n u çlar d o ğurdu. 1990’larda ortaya çıkm aya başlayan ve ciddi siyasi gerilim lere gebe görünen kentlerdeki çöküntü alanları-varoşlar- A KP aracılığıyla denetim altı na alındı. İşsizlik ve yoksulluktan kaynaklanan güvencesiz işçilerin tepkileri, belediyelerin ve tarikatların yardım laşm a m ekanizm aları aracılığıyla hege monya projesine eklem lendi. İşçi sınıfı içindeki parçalanm a, güvencesiz iş çilerin desteğinin kotarılm ası için araç haline getirildi. Kamu çalışanlarının ve sendikalı işçilerin geliştirdikleri m ücadeleler, güvencesiz işçilerin daha da m ağdur oldukları, do layısıyla güvenceli kesim lerin karşı çıkışlarının meşru olm adığı gerekçesiyle yaln ızlaştırıld ı. Yeşil Kart, okul kitaplarının ücretsiz d a ğıtılm ası gibi kimi adım larla sa ğ lık ve eğitim de yaşanan piyasalaşm aya rağ men hegem onyaya destek devşirildi. Türkiye Cum huriyetinin özgün tarihsel gelişim inden kaynaklanan sosyal gerilim ler de A K P ’nin kırsal kökenli kesim lerden yoğun destek devşirm esine hizm et edecek biçim de değerlendirildi. İslam i duyarlılıkları olan, özellikle 28 Şubat so nrasınd aki atm osferden rahatsızlığı diri kalan kesim ler kendilerin den gördükleri A KP kadrolarına yoğun destek verdiler. Alt sınıflara sağlanan ve m addi tavizler o larak a lgılan ab ile ce k kimi uygulam aların yanı sıra bu kül türel hegem onyanın da alt sınıfların rızasının devşirilm esinde çok önem li bir rolü olduğu düşünülebilir. (Durak, 2011)1 A KP iktidar blokunda kendi pozisyonunu geliştirm eye çalışan Anadolu burjuvazisinin hegem onya projesi olarak okunursa devlet aygıtlarının A K P ’ye karşı geliştirdikleri direnç de tekelci serm ayenin iktidar blokundaki hegemon pozisyonunu koruma refleksleri olarak okunabilir. Gerçekten de özellikle C um hurbaşkanlığı seçim leri ile birlikte yükselen gerilim A K P ’ye geri adım at tırm aya dönük çok yönlü devlet baskısı ile birlikte ilerledi. 28 Ş u b a t’ta S iya sal İslam ’ı geriletm eyi çok rahat başaran hegem onfraksiyon aynı başarıyı 10 sene sonrasında gerçekleştirem edi. A K P ’nin 2007 seçim lerinden oy oranını arttırarak çıkm ası, iktidar bloku içi çatışm ada yeni bir seviyeye sıçranm asına yol açtı. O ana kadar tem kinli d a v ranan ve altta güreşen Siyasal İslam , askeri darbe girişim ini de boşa düşürün- 1
o POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
ce mevzi savaşından siper savaşına sıçradı.(Akça,2011b) Burada da hukuk çok önem li bir organizasyon aracı o larak devreye sokuldu. “Yasallığın bastırılabilem ez yeteneği” iktidar bloku içi çatışm alarda en önem li etken olarak ortaya çıktı. “Bugün siyasal bir rakibi sa f dışı etm enin en etkili yolu çatışm ayı hukuk alanına ta şım aktır” (Poulantzas, 2004) Ergenekon davası ile başlayan süreç ardı ardına davalarla ordu başta olm ak üzere birçok devlet organının yürüttüğü direnişin kırılm asında araç olarak kullanıld ı. Hukukun kendisinin yeniden tanzim i ile hegem onyayı güçlendirm ek için referandum lar devreye so ku larak devlet içindeki direnç odaklarının kırılm ası için gereken yasal dü zenlem eler yapıldı. Böylece HSYK gibi çok önem li bir kuruluş m uhalefet odağı olm aktan çıkartılarak, yeni hegem onya projesine uygun bir biçim de yeniden yap ılan d ırıld ı. (Ertekin, 2011) Gelinen son noktada birçok gözlem ci tarafın dan 10 y ıld ır hüküm et olan A K P ’nin artık devlete bütünüyle hâkim olduğu tespitleri yapılm aktadır. Güç dengelerindeki bu dönüşüm iktidar bloğunun yeni bir m im ariye kavuşturulduğunun, çatışm a potansiyeli tam olarak orta dan kalkm asa da hegem onfraksiyonun bir denge durum u yaratm ayı başardı ğının işareti olarak okunabilir. İktidar blokunun yeni şekillenm iş halinin kalıcı hale getirilebilm esi, istik rarsız dengeden istikrarlı dengeye geçiş ise yeni anayasanın hazırlanm ası ve oluşan yeni blok içi güç ilişkilerinin hukukileştirilm esi ile resmi ideolojinin yeni dönem e uyarlanm ası ile m üm kün olacaktır.
Faşizm Tartışmaları ve Otoriterleşme AKP iktidarının özellikle 2011 seçim leri sonrasında başlattığı saldırı süreci topyekûn bir otoriterleşm e tartışm ası başlattı. Kimi kesim ler anlatılm ak iste neni kolayca anlattığı için “A KP fa şizm i” söylem ini tercih ettiler. Biz de 2012 yılı propagandam ızda bu söylem i yaygın bir biçim de kullandık. Çünkü AKP gerçekten de Kürt halkı başta olm ak üzere devrim cilere, m uhalif unsurlara geliştirdiği sald ırılarla topyekûn bir hüruç hareketi başlatm ıştı. Bir taraftan B aşkan lık sistem i tartışm aları ile neredeyse tam am en Erdoğan kültü ekse ninde devletin yeniden inşası iddiası, bir taraftan “dindar ge n çlik” istiyoruz diyerek toplum a bir yaşam biçim inin dayatılm aya çalışıld ığın a dair işaretler, sın ıf örgütlenm elerine yönelik çok yönlü saldırılar, m edyayı tam am en zap tu rapt altına alm ak için geliştirilen yöntem ler “faşizm ” kavram ının çağrıştırdık ları ile çok da uyum luydu. Fakat şurası açıktır ki M arksizm ’in faşizm üzerine ürettiği genel y a kla şım lar çerçevesinde A K P ’yi tip ik bir faşist parti çerçevesine so km ak da m üm kün olm am aktaydı. Fakat bu bilim sel bilgi yaşanan durum u açıkla m ak için daha etkin bir kavram geliştirm e zorunluluğunu da ortadan kaldırm am akta. AKP iktidarının devlet içerisine nüfuz etmesi ile yoğun bir otoriterleşm e ile karşı karşıya kalındığı ortadadır. Yani A K P ’nin askeri vesayeti ortadan kaldırm ası Türkiye’yi dem okratikleştirm ediği gibi tam tersine AKP hegem onyasını güç lendirerek otoriter bir rejim inşa etmektedir. M akyavel’in düşündüğü gibi
ON POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
top lum sal dem okrasi çatışm a yeteneği olan toplum sal sınıfların birbirlerine tam olarak güç yetirem edikleri m om entlerde daha belirgin olarak gözlen mektedir. Hegem onya tehdit edilem ez bir hale geldikçe otoriterleşm e eğilim i göste rir. Tehdit altındaki hegem onya ise ayakta kalm ak için kendi dışındaki kimi unsurların desteğini temin edebilm ek için kendisini bütünüyle dayatam az. Fakat tehdit unsurları ortadan kalkınca hegem onya projesi daha katı bir bi çim de em poze edilebilir. Aslında Türkiye tarihi böylesi bir bakış açısıyla ele alındığında egemen sınıfların hegem onik olabildikleri dönem lerde alt sın ıf lar üzerindeki baskının arttığını, iktidar bloğu içindeki çatışm aların dönem e dam gasını vurduğu süreçlerde ise alt sınıfların görece hareket alanlarını ge liştirebildikleri söylenebilir. C H P ’nin tek parti iktidarı karşısında dem okrasiyi tem sil eden D P’nin iktidara gelir gelm ez C H P ’ninkini bile aratan bir vesayet rejimi inşa etmeye soyunm ası gibi A KP iktidarı da askeri vesayetin özünü bir sü re klilik olarak edinm iş gözükm ektedir. A KP dünya kapitalizm i açısından sıra dışı bir örneği tem sil etm em ektedir. Ö zellikle işçi sınıflarının dünya kapitalizm ine ölüm cül tehditler ve alternatif ler oluşturm aktan uzaklaşm ası, otoriter devletlerin gelişim ini m üm kün kıl m aktadır. İşçi sınıfının öldürücü sald ırıların ın geri çekilm esi aslında kitlelerin siyasal karar m erkezlerinden hızla geri çekilm esine yol açm aktadır. To plum sal dem okrasi günlerinden geriye kalan kurum lar, aynen Sovyetler B irliğ i’nde Sovyetlerin başına geldiği gibi içi boş tartışm aların yapıldığı anlam sız kurum lar haline gelm ektedir. V erim lilik ve etkinlik söylem leriyle yürütm e kanalının elini güçlendiren yeni düzenlem eler yapılm aktadır. “Otoriter devletçilik de m okrasideki çok büyük dönüşüm lere tekabül etmektedir. Bu dönüşüm ler kit lelerin siyasal karar m erkezlerinden hızla dışlanm asında, devletin toplum sal yaşam ın bütününü istila ettiği bir anda devlet aygıtları ile yurttaşların ayrıl m asında ve aralarındaki büyüyen m esafede, devletin erişilm em iş bir dere ceye varan m erkeziyetçiliğinde, “ka tılım ” girişim leri aracılığıyla kitleleri y ay gın bir biçim de zapturapt alm a eğilim lerinde (güçlü bir sivil top lu m culuk ve yönetişim eleştirisi b.n), kısacası siyasal düzeneklerin artan otoriterizm inde özetlenm ektedir” (Poulantzas) Teknolojik dönüşüm lerin de otoriterleşm e eğilim lerini beslediğinin altını çizm ek gerekiyor. “Üretici gü çlerin ” gelişim i hegem onik olabilen bir devletin toplum u kuşatabilm e yeteneğini arttırıyor. (bu im kânlar kriz dönem lerinde devrim ci güçler açısından da yeni o la n a kla r yaratm aktadır. Ve tek başına RedH ack bile aslında devletin otoritesinin kırılganlığını gösterm eye yetm ek tedir.) “Siyasi dem okrasinin kurum larının sınırlanm ası ve dönüştürülm esi d ı şında, günüm üz toplum larını belirleyen şey, siyasi dem okrasi ile toplum sal dem okrasi arasında giderek büyüyen m esafedir. Parlam entoda ete kem i ğe bürünen ve atıfsal çerçevesini evrensel bir akılcılığın oluşturm uş olduğu m eşrulaştırm a, yürütm e idarede cisim leşen etkililiğin araçsal bir a kılcılık
<N POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
düzenini m eşrulaştırm aya doğru kaym aktadır”. Etkililik ve perform ans, otoriterizm in en önem li m eşrulaştırm a kaynağıdır. Erdoğan’ın birkaç ay önce “kuvvetler ayrılığının ayak bağı “olm asından bahsetm esi rastlantı değildir. B aşkan lık sistem i ile kurulm ak istenen siyasi m im aride, yü ksek yargının tek çatı altında birleştirilm esi girişim lerinde görünen, A K P ’nin egem en kitle par tisi konum unu kullanarak devlet aygıtını egem en sın ıfla r adına daha etkin kullanab ilm ek için daha otoriter bir biçim de inşa etme çabalarıdır. A K P ’nin tem el sınıfsal dayanağı olan Anadolu Burjuvazisinin ekonom ik anlam da en etkin egem en sınıf fraksiyonu olm am ası, onu daha da devletçi ve otoriterizm destekçisi yapacaktır. Çünkü Anadolu burjuvazisinin ze n gin leşm esi m eselesi C H P ’nin finans kapitali devlet fideliğinde büyütm esine o l dukça benziyor. Böylesi süreçlerde siyaset ve otoriterizm daha fazla ön plana çıkıyor. A K P ’nin otoriterizm i inşa ederken kullanacağı en büyük im kân da hiç kuş ku yo k ki egem en kitle partisi olabilm esidir. Kem alizm Cum huriyet tarihinde neredeyse hiçbir zam an hegem onik olabilen bir hegem onya projesinin tem el hikâyesi olam adı. 'Türkiye S a ğ ı’nın onu eğip bükm esi, m illiyetçilik ve İslam c ılık ile aşılam ası da çok verim li bir sentez yaratam adı. Oysa bugün A KP gö rece daha organik bir ideo lojik duruştan, İslam cılıktan, besleniyor. Ve de bu ideolojik etkinlik devlet kadrolarının da büyük oranda parti kadroları ile doldurulabilm esine olanak sağlıyor. Egemen kitle partisi, devlet idaresinin y ü rütm enin tam anlam ıyla güdüm üne girm esinde önem li bir volan kayışı işlevi görüyor. Bu im kân, yürütm enin etkinliğini de otoritesini de arttırıyor. A K P ’yi ve Türkiye egem en sınıflarını otoriterizm e doğru çeken en önem li koşullardan birisi de O rtadoğu’da yaşanan yeniden paylaşım dır. Sykes-P ico t anlaşm ası ile 20.yüzyılın başında çizilm iş sın ırla r bugün artık çok açık bir bi çim de aşınm a sürecine girm iştir. S u riye ’nin geleceği üzerine yapılan hesap lar, Sünni-Şii cepheleşm esi, İran’la ilgili planlar ve daha da önem lisi Türkiye egemen sınıflarının küresel ölçekte sın ıf atlam ak açısından enerji ka yn akla rına duydukları a çlık Erdoğan’ın Yeni O sm a n lıcılık hayallerine yön veriyor. “İn san lık ve uluslararası sistem genel bir restorasyondan geçerken bölgem iz ve özellikle son 2-3 yıl içinde Ortadoğu bölgesi büyük bir iç restorasyondan geçiyor, yeniden yapılanıyor. Geçenlerde verdiğim bir röportajda bunu 100 y ıllık parantezin kapanm ası olarak nitelem iştim . Evet, 100 yıl içinde yaşanan sö m ü rgecilik dönem inden ve so ğu k savaşlarla, suni çizilm iş sınırlarla, ayrış tırılm ış ulus devlet tecrübelerinin üzerinden geçen acılı yıllardan sonra bütün bir bölge tekrar bir bütünlük, bir iç restorasyon arayışı içinde. Ve bu bölge bizim kadim m edeniyetim izin doğduğu bölge.” (Dışişleri Bakanı Ahm et Davutoğlu, 15 Mart 2013 Diyarbakır konuşm ası) Türkiye’nin bölgede restoras yondan anladığı bölgenin ham isi rolüne sıçram ak, yeniden paylaşım da etkin rol alm ak, Türkiye egemen sınıflarının bölgenin yağm asından en çok fayda lanabileceği konumu garanti altına alabilm ek. Böylesi koşullarda Türkiye’nin bunca gerilim li bir coğrafyayla ilgili böylesi yükselm iş beklentilerinin olm ası
co POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
da savaş dahil bölgede çeşitli hesaplaşm aları gündem e getirecektir. Böylesi bir m om entten geçerken otoriter bir devlet aygıtı işlevsel olacaktır. Foti Benlisoy bu yazının girişinde bahsedilen m akalelerinde 2012 Tü rki ye ’sinde yaşanan gelişm eleri faşizm olarak nitelem enin aşırı olacağını vu r gularken kimi tespitler yapıyor. Bu tespitler, faşizm için gerekli koşulların sağlan m ad ığın ı vu rgu lam ak için kullanılm ış. Örneğin “sadece faşizm in bile değil, genel olarak bir siyasal rejimin çözülüp yerine yenisinin şe kille n m e si bir politik krize denk düşer”. Foti’ye göre böylesi bir kriz yaşanm am ıştır. Oysa 2000’lerin ilk on yılı aslında tam da böylesi bir krizin doruk yapm a ve çözülm esi o larak okunam az mı? 27 Nisan m uhtırası, 2007 seçim leri, A K P ’ye kapatm a davası, G ül’ün cum hurbaşkanı seçilm esi ve 12 Eylül referandumu, Ergenekon-Balyoz davaları, A K P ’nin H SYK yönetim ini ele geçirm esi böylesi bir kriz o larak rahatlıkla okunabilir. Askeri vesayet tam da böylesi bir krizin çözüm ü olarak ortadan kalkm ıştır. Dönem in po litik gerilim leri rahatlıkla kriz olarak nitelenm eye m üsaittir. Foti, Tro çki’den alıntı yaparak “ Faşizm , prole taryanın şe kilsiz bir durum a indirgenm esi dem ektir, kitlelerin içine derinle m esine sızan ve proletaryanın bağım sız billurlaşm asını engelleyen bir idare sistem inin yaratılm ası dem ektir” dem ektedir. Bu noktadan bakıldığında da A K P ’nin ciddi m esafe kat ettiği ortadadır. 2000’li y ılla r Tekel direnişi dışında işçi sınıfının büyük resim den büyük oranda silindiği bir dönem olm uştur. Hakİş, Memur-Sen gibi örgütlenm eler işçi sınıfının bağrına sap lan m ış hançerler olarak A K P ’nin çok özel gayretleriyle büyütülm ektedir. Yine “faşizm in özerk bir siyasi akım o lm a sın ı” vurgulayarak A K P ’nin faşizm e yol açam ayacağını vurgulam ıştır. Fakat Türkiye İslam cılığı ile faşist hareketinin kaynakları ara sındaki paralellik ve birbirinden beslenm e de unutulm am alıdır. Erdoğan’ın üstad-ı azam statüsüne eriştirdiği Necip Fazıl aynı zam anda faşistlerin de sevgilisidir. Bugün iktidara ulaşan Siyasal İslam ’ın doğuş adının Milli Görüş olm ası şaşırtıcı değildir. Yine T ro çki’den alınan bir bölüm: “Faşizm , küçük burjuvaziyi finans kapitalin çıkarları için seferber etm enin ve örgütlem enin özgül bir yo lu d u r”. A KP de yoksulların rızasının farklı bir biçim de de olsa ör gütlenm esine yasla n a ra k hegem onya üretm ektedir. “Serm aye için de faşizm , kendi cennetini m uhafaza etm ek için yeraltında cehennem e, yani kitlelerin kapitalist buhran koşullarındaki tepki, öfke ve hayal kırıklığına başvurm ası anlam ını ta şır”. Finans kapital de benzer şekilde A KP iktidarına bir biçim de katlanm ak zorunda kalm ıştır, AKP finans kapitale cennetini m uhafaza im kânı sunm uş, onu po litik istikrar ve sü re klilik ile ödüllendirm iştir. Süreç içerisinde A KP-finans kapital ilişkisi çok daha uyum lu bir biçim e dönüşm üştür. Fakat ilk etapta Derviş yasaları ile uyum için daha tavizkar görünen AKP, iktidarlaştıkça daha dengeli bir ilişki kurm ayı başarm ıştır. Askeri vesayetin büyük oran da geriletilm esi ile finans kapital şim di A KP ile daha da uyum lu davranm aya kendisini m ecbur hisseden taraf olm uştur.(Türkiye’nin en zengini Şa h e n k’lerin haber kanalı NTV’nin 12 Haziran seçim leri sonrasında yaşadığı dönüşüm bu uyum laşm anın akılda kalıcı bir örneği olarak algılanabilir)
ON POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
Sonuç olarak Foti, “AKP fa şizm i” kavram ının ajitatif anlam dan öteye ta şınm am asını isterken haklıdır. Fakat A KP eliyle otoriter bir rejim in yeniden inşa edilm esine yaptığı vurgunun yetersiz kalm ası onu sonuç olarak “işçi direnişlerine asılm ak” dışında bir po litik çıkış noktası öngörem ez hale getir mektedir. A K P ’nin otoriter rejim inşa süreci ile faşizm arasında bol m iktarda benzerlikler m evcuttur. Bu benzerlikler sadece tüm devletlerin zaten sahip olduğu baskı ve zor aygıtlarının bolca kullanılm ası ile ilişkili değildir. O lağa nüstü devlet biçim lerini çağrıştıran -b a şta yürütm enin diğer tüm devlet un surlarına göre güçlenm esi olm ak üzere- po litik gelişm eler bol m iktarda y a şanm aktadır. Bugün Kürt Sorununun çözüm üne dair atılan adım lar, hangi sonuca varır sa varsın otoriterleşm e sürecini tersine çevirm e yeteneğinde olam azlar. Ç ün kü A K P ’nin tem sil ettiği otoriterleşm e sa lt Kürt sorunu ile koşullanm am ıştır. Bu aslında küresel kapitalizm in girdiği bir trendin Türkiye’ye yansım asıdır. Hatta sürecin şim diye kadarki gelişim inin de gösterdiği gibi A KP barışı otori ter devlet inşa sürecinin önünü açacak bir biçim de kurgulam aktadır. Fakat bu kurgunun ne kadar başarıya ulaşıp ulaşm ayacağı diğer öznelerin de m üdaha le ve tutum larına bağlı o larak olgunlaşacaktır.
Sonuç Olarak Po ulantzas’ın kapitalist devleti analiz etm ek için kullandığı kavram lar, AKP iktidarı ile yaşanan süreci anlam lan d ırm ak için oldukça açıklayıcı o la b il mektedir. Bu çalışm ayla bunu ortaya koym aya çalıştık. AKP iktidarını Cum huriyet tarihinin diğer burjuva iktidarlarından ayıran kimi yönler m evcuttur. Cihan T u ğa l’ın analizinde kullandığı İslam i hareketin düzene “ m assedilm esi” kavram ı sürecin sadece bir boyutunu açıkla m akta dır, çünkü düzenin içine çekilen hareket de düzenin kimi param etrelerinde değişim lere yol açm aktadır. Bu değişim ler ulusalcıların sürekli dile getirdi ği gibi sadece din ve la iklik eksenli ideo lojik konularda yaşanm am aktadır. Tam tersine egem en sın ıf fraksiyonları arasındaki koltuk kapm a oyununun yeni bir sonuç verdiği bir m om ente denk düşm ektedir. 2000’li yılların ilk on yılında ülkede yaşanan po litik kriz ve yerine oturm am ışlığın sınıfsal zem in de bir karşılığının olm adığını düşünm ek, Tarihsel Materyalizm ile köprüleri tam am en atm ak, siyasetin çerçevesini oluşturan m addi dünyayla ilişkilenmesini varsaym am ak anlam ına gelir. Tarihsel Materyalizmi rafa kaldırınca da M arksizm ’den geriye de pek bir şey kalm am aktadır. Sın ıf m ücadelesinin büyük resmin tem el etm enlerinden biri olm aktan düşm esi egem en sın ıf fraksiyonları arasında böylesi bir hesaplaşm anın ya şanm asını m üm kün kılan ana koşuldur. Bu koşul 2000’lerin ilk on yılında Tür kiye siyasetine dam gasını vurm uştur. AKP 2010 referandumu ve 2011 seçim leri sonrasında tek ve kesin iktidar haline gelm iş, 3. Cephe vurgusunu gereksizleştirecek düzeyde karşıtı üze rinde hâkim iyet kurm uştur. Dolayısıyla A K P ’nin tasfiye sürecinden inşa sü
LO POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
recine geçeceği m om entte (AKP İl B a şka n ı’nın term inolojisi) iktidarın tem sil ettiği neo-liberal hegem onyaya Kürt, Alevi, işçi, kadın ve gençlerden oluşan bir direniş cephesi oluşm asının zem ini doğm uştur. U lusalcı güçlerin 2011’de yaşadığı dağılm a da toplum un çok geniş kesim lerinin gözünü aslında y u k a rıdaki direniş cephesine çevirm esine yol açm ıştır. Bu im kân bizlerin de için de bulunduğu birçok po litik özne tarafından belli biçim lerde som utlanm aya çalışılm ıştır. Bu dönem de Türkiye’deki bir devrim ci po litik dönüşüm ün çok önem li m om entlerinden biri olan Kürt-Alevi yakınlaşm ası konusunda önem li ad ım lar atılm ıştır. A K P ’nin yoğun operasyonları bu bloğun her geçen gün daha da büyüm esini engelleyem em iştir. 2011 ve 2012 1 Mayıs’ları da bu at mosferin yansıdığı dev m itinglere dönüşm üştür. Tam bu dinam iklerin üzerine HDK oldukça toparlayıcı bir güç olarak oturm uştur fakat HDK’nın bir önceki dönem in liberal hayallerinden A KP karşıtı bir devrim ci m uhalefeti örm eye so yunm asına kadar belli bir süre geçm iştir. Bütün bu gelişm eler A K P ’nin Suriye m eselesinde tökezlem esi ve AKPCem aat gerilim inin ortaya çıkm ası ile yeni bir boyuta taşınm ıştır. 2012 ya zında Şem dinli eksenli yaşanan çatışm aların ulaştığı boyut ve devletin bazı alanlarda hâkim iyeti kaybetm esi A KP için bir m akas de ğişikliğin i m ecbur kıl dı. Bu tablo A K P ’yi Kürt Sorunu konusunda yeni bir m anevra yap m ak zorunda bıraktı. Bu m anevranın ne so n u çla r vereceğini hep birlikte göreceğiz fakat bu ya zının bir diğer önerm esi bu so n u çlar ile ilgili beklentileri kısm en sınırlam aya da çalışıyor. A K P ’nin gitm ek istediği nokta birçok sebepten dolayı otoriter bir devlet inşası yönündedir. Kürt m eselesinde ne noktaya gelineceği A K P ’nin otoriterleşm e eğilim leri açısından çok da belirleyici olm ayacaktır. Erdoğan’ın başkan lık ısrarı, bu niyetlerin şu andaki en açık işaretidir. Hiç kuşku yo k ki yeni anayasa tartışm alarının AKP açısından en kritik boyutu burasıdır: Erdoğan’ın en az bir 10 yıl daha, inşa sürecinin gerektirdiği yetkilerle donatılm ış bir bi çim de B aşkan lık koltuğuna oturm ası. İnşa süreci kesinlikle sadece “la iklik el den gid iyo r” kaygısı ile anlaşılm am alıdır. Esas olan Türkiye’nin İran aleyhine O rtadoğu’ya daha fazla nüfuz etm esi, Türkiye’nin bunun gerektirdiği kadar O rtadoğulaşm ası ve bu yağm anın paylaşılm asında Anadolu serm ayesinin Finans kapital karşısında avantajlı bir konum da tutulm asıdır. Foti, “faşizm doğuşundan itibaren içsel bir gerilim le dam galanm ış bir siy a sal akım d ır” der. A KP iktidarı da benzer bir biçim de çok yoğun içsel gerilim lerle dam galanm ıştır. Ekonom ik o larak en güçlü olam ayan bir serm aye frak siyonunun kurduğu iktidar bloğu içsel olarak gerilim li olm aya m ahkûm dur. A ncak A K P ’nin gerilim leri sadece bunlarla sınırlı değildir. N eo-liberalizm ve hegem onya kavram larının bir arada bulunm ası bile aslında sürdürülm esi ne kadar zor bir proje ile karşı karşıya olunduğunun göstergesidir. A K P ’nin bölgesel hırslarının çok rahatsız ettiği birçok bölgesel güç bulunm aktadır. A K P ’nin kendi hüviyetinden bir ülke yaratm a ve m uhafazakârlaşm a projesine ne pahasına olursa olsun direnecek kesim ler bulunaktadır. En önem lisi de
ON ON POULANTZAS’LA DÖNÜŞÜME BAKMAK
söm ürü koşullarının yoğunlaşm ası, buna karşılık bir yerlerde büyük bir zen ginliğin birikm esi büyük bir öfkeyi alttan alta biriktirm ektedir. İnşaat balonu üzerinden döndürülen ekonom i, bölgesel güç olm a hayallerini destekleyebi lecek bir ekonom ik altyapı ortaya koyam am aktadır. H arvey’in “İspanya’nın 5 yıl önceki haline çok benziyorsunuz” sözleri kulaklarda çınlam aktadır. A K P ’nin inşa etmeye çalıştığı otoriter rejimin ayakları san ıld ığı kadar sa ğ lam değildir. Yıkılm aya m ahkûm bu inşaya karşı istikrarlı ve tüm kesim leri ku caklam ayı hedefleyen bir devrim ci m ücadele kazanm aya m ahkûm dur. Kar deşçe, özgür ve işten atılm a, aç kalm a korkusuyla yaşan m ayacak bir ülke ancak böylesi bir m ücadele sonunda m üm kün olacaktır. 5 Nisan 2013
ON
AVRUPA HALK HAREKETLERİ: GERİ SAYIM BAŞLADI MI? Ayşe TANSEVER
Duvarın Çökmesi ile 2007 Krizi Arası Duvarın çökm esinin hemen ardından kapitalizm Avrupa’da yeni liberal po litikaları devreye soktu. İşçi haklarına saldırılar İngiltere’de dönem in başbaka nı Margaret Thatcher ile başladı. İlk hedef İngiltere’nin güçlü işçi hareketidir. 1970’li yıllarda güçlü İngiliz sendikal hareketi birçok iktidarları devirm işti. Yeni liberal politikalar ile intikam alınm alı, örgütlü güç dağıtılm alıydı. Özelleştirm e ve ocakların kapatılm ası gerekçesi ile saldırıldı. Günler aylar süren direnişler yaşandı ve işçi sınıfı tüm Avrupa işçi sınıfının ve halklarının gözü önünde ye nildi. Gerisi geldi. Tüm Avrupa iktidarları işçilerin haklarına saldırdılar, yavaş yavaş geri adım attırıldı. Örgütlü güçleri dağıtıldı. Sendikal hareket büyük bir darbe yedi. Yüzyılların m ücadelesi ile kazanılan birçok hak kaybedildi. Yeni liberal politikalar yalnız işçi haklarına değil “refah” alanlarına yayıldı. Verim lilik ve daha iyi hizm et adına özelleştirm eler başladı, kamu malları sa tıl dı. Sonuçta hem devlet kasaları boşaldı hem o güne kadar üstlendiği hizmetler
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
Avrupa halklarının çektiği acılara baktıkça şaşırm am ak elde değildir. II. Dünya Savaşı sonrası sosyalizm in karşısında durm ak isteyen Avrupa burjuva iktidarlar halklara “refah” koşulları yaratm ak zorundaydılar. O nedenle Avrupa halkları birçok sosyal hak elde etti ve kapitalizm in kaym ağını yedi. Duvar çöktükten sonra ise verilen birçok hak yavaş yavaş geri alınm aya baş ladı. Avrupa refah toplum u olm aktan çıkm aya başladı. Sosyalizm in yıkılm ası nın ardından neredeyse çeyrek yüzyıl geçti ve halklar sosyo-ekonom ik olarak eskisinden kötü koşullara doğru yelken açtılar. Halklara zenginlik vadeden yeni liberal politikalar aksine onları yoksullaştırdı. Arkasından gelen 2008 krizi işin tuzu biberi oldu. Avrupa halkları şaşkın lık içindedir. Doğu Avrupa halkları arasında o eski y ı kılan sosyalizm i arayanların oranı her gün artmaktadır. “Hiç olm azsa açlıktan ve soğuktan ölm ek korkusu yoktu” diyorlar. İnanılır gibi değil ama Avrupa’da birçok insan bir lokma ekm ek ve hırkayı arar hale geldi. Avrupa halkları kaybettiklerinin arkasından ne yapıyorlar? Nasıl ve neleri protesto ediyorlar. Nasıl eylem lilikler yaşanıyor? Kazanım lar oluyor mu? Yazı nın am acı bu konuları basında öne çıkan şekli ile incelemektir.
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
pahalılandı. Devlet böylece eğitim den, sağlığa, kreşten işsizlik parasına, sosyal harcam alara kadar birçok görevini yerine getiremez oldu. Halkların kendi baş larının çaresine bakm ası gerekti. Vergiler arttırıldı. Emekli m aaşları fonu teh likede diye yeni önlem ler em eklilik yaşının yükseltilm esi gibi olaylar başladı. Çalışm a yasaları değiştirildi. Esnek çalışm a diye bir kavram getirilerek çalışm a koşulları zorlaştırıldı. Bu politikaların tek kazançlısı oldu; finans-kapital çevreleri. Onlar zenginlik lerine zenginlik kattılar. Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) için gün doğdu. Onların ver gileri yeni iş alanları açacaklar diyerek indirildi. Küreselleşm e diyerek sınırlar metalara indirildi. Sonuçta onlar ucuz emek alanlarını bulup kaçtılar. İşsizlik arttı. Yani yeni liberal politikalar diye diye halklar yoksullaştırıldı. Özelleştirm elere, devletin görevlerinden kaçm asına karşı anti-kapitalist protestolar başladı. Bunların en şiddetlisi, 2001 yazında Genova’da dünyanın en büyük ülke liderlerinin toplandığı G8 zirvesinin protestosu sırasında yaşan dı. Avrupa’nın yakın tarihteki en kanlı gösterisi oldu. 2 gün süren gösterilerde yüze yakın polis ve sivil yaralandı ve bir anarşist öldü. Göstericiler arabaları, dükkânları yaktılar. Bankalar soyuldu. Böylece anti-kapitalist hareket adını du yurdu. Aralarında anti-küresel hareket üyeleri de vardı. Anti-kapitalist hareket genel olarak o dönem de küreselleşm enin yani tüm sınırların metalara indirilm esini sağlayan Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) top lantılarını hedef aldı.1999 yılından başlayarak Seattle, Washington gibi yerler de büyük protestolar yaptılar. Dünyanın dört bir yanından eylem ciler Seattle’a taşındı. Gösteriler DTÖ açılış töreninin iptalini sağladı. Polisle çatışm alarda 600 tutuklam a ve binlerce yaralanm a yaşandı. Nike, Starbucks gibi büyük tekelle rin dükkânlarına saldırıldı. Belediye sonuçta sokağa çıkm a yasağı ilan etmek zorunda kaldı. O dönem de her IMF, Dünya Bankası toplantısı bu gruplar tarafından protes to edildi. G8 zirveleri, Finans çevrelerinin Davos’ta yaptığı ekonom ik toplantılar çok ciddi savaş alanları haline geldi. Halkların karıştığı en büyük gösteri Irak Sa va şı’nın başlam ası sırasında ya şandı. Rekor kırıldı. 11 Milyon Avrupalı 15 Şubat 2003 günü sokaklara dökülüp dünyaya savaşa karşı olduklarını duyurdular. O günden beri her 15 Şubat savaş karşıtı güçlerin gösteri düzenlediği gün haline geldi. Anti-kapitalist gruplar çeşitli adlar altında kendilerini gösteriyorlardı. Sol örgütler küreselleşm enin kapitalistler eliyle yapılm asına başından beri kar şıydılar. Bunun dünya halklarının soyulm ası olacağını, eşitsizliği, adaletsizliği arttıracağını savundular. Bu doğrultuda çeşitli gruplar kuruldu. Önemli olan larından bazılarını sayalım : Küreselleşm eyi değiştir, anti-tüketim , anti-ÇU Ş’ler, Doğrudan Demokrasi, Adil Ticaret, Vatandaş Hareketleri, Küresel Adalet Ha reketi gibi adlar altında seslerini duyurm aya çalıştılar. Finans çevrelerinin iş lemlerinin vergilendirilm esini isteyen Attac, Fransa’da örgütlendi ve büyük etki yaptı. Finansın, dünya ölçüsündeki para oyunlarının denetlenm esine hizmet
2007-2008 Krizi Sonrası Gelişmeler Yeni liberal politikalar beklendiği gibi taşa çarptı. 2007-2008 finans krizi pat lak verdi. Devletler finans kurum larını iflastan kurtardı. Bunun için milyarlarca dolar ödendi. Kuşa çevrilen devlet kasaları tam am en boşaldı. Devlet m allarının özelleştirilm esi ile zaten gelir kaynakları kurumuştu. Elde edilen paralar da çoktan bitmişti. Bütçe açıkları devlet güvenceli tahvillerin satışı ile kapatılıyordu. Yani zaten çoktandır devletler, geleceklerini yiyordu. Özellikle Akdeniz ülkelerinde bütçe açıkları A B’nin belirlediği limitin üstlerine çıktığı gibi, devletlerin dış borçları ülke yıllık üretiminin % 100’ünü aşar duru ma geldi. Yani bir ülke bir yıl boyunca hiçbir şey harcam adan üretirse ancak borcunu ödeyebilir hale geldi.
ON SO AVRUPA HALK HAREKETLERİ
edecekti. Tabii finans-kapital çevrelerince büyük tepkilere yol açtı. Ekonom ik Foruma karşı devrim ci kesimler, halkların sosyo-ekonom ik çıkar larını tespit edecek, savunacak, tüm dünya ilerici halklarının ortak bir prog ramını oluşturacak Sosyal Forum’u Brezilya’da Porte Alegre’de topladı. S lo ganları “başka bir dünya m üm kündür” oldu. İlk toplantı 2002 yılında yapıldı ve çeşitli w orkshoplar ve forum larla başka bir dünyanın nasıl m ümkün olacağı tartışılm aya başlandı. Sosyal Forum o dönem de sol çevreler arasında çok tuttu. Binlerce solcu bu ralarda toplandı, tartıştı. İlgi üzerine her kıtada bir Sosyal Forum örgütlenm eye başladı. İngiltere, Prag, Atina, Madrid, 2010 yılında da İstanbul, sosyal forumun yapıldığı Avrupa illeri oldu. Hindistan Mumbai kentinde toplanan foruma 75 bin kişinin katıldığı söylendi. Başta tüm ilerici, devrim ci çevrelerin odak nokta sı halinde olan Sosyal Forum zam anla etkisini kaybetti. Dünya sorunlarının ne kadar ortak olduğunun anlatıldığı ama çözüm üretemeyen bir üniversite haline dönüştü. Kam panyalar, protestolar düzenlendi, ama bir güç odağı, bir yaptırım merkezi olam adı. Kan kaybetm eye başladı. Halkları arkasına alam adı, sadece sol grupların birbirleri ile buluştuğu, tartışıp belki de beyin jim nastiği yaptığı toplantılar oldu. Kadın hareketleri çok gelişti. Kesintilerden ilk etkilenen onlar olduğu için çeşitli taleplerle çeşitli ülkelerde gösteriler düzenlediler. Avrupa’nın dört bir yanında örgütlendiler. Haklarını savunm ak için büyük, canlı, renkli gösteriler yaptılar. En önem lilerinden biri Brüksel’de dünya kadınlarının toplandığı gös teriydi. Yine bu dönem de çevre sorunları ekseninde yeşil partiler doğdu ve gelişti. Çevre kirliliğine karşı çevre örgütlerinin yaptığı eylem ler en çok dikkat çeken protestolar arasında yerini aldı. H alklar çeşitli çevre sorunlarına karşı bilinçlen dirildi. Petrol şirketlerinin yol açtığı doğa kirliliği ya da atom santralları protes toları hala akıllardadır. Sonuçta sosyalist sistem in çöktüğü 1990 yılı ile 2007 arası yeni liberal politi kaların halk üzerindeki sonuçlarının alındığı yıllar oldu. Yeni politikaların etkisi yavaş yavaş hissedilm eye, hoşnutsuzluk yükselm eye başladı.
^1
o
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
2007-2008 finans krizi bu işin tuzu biberi oldu. Daha çok kemer sıkm alar daha az harcamalar. 1990’lardan beri kesilenlere yeni kesintiler eklendi. Sosyal harcam alar, sağlık ve eğitim harcam aları kuşa çevrildi. Hastaneler, üniversite ler satılm aya başladı. Memurlar işten çıkartıldı ve sosyal devlet küçülmeye baş ladı. Çalışm a yasalarının yeniden işçi aleyhine değiştirilm esiyle hak kırıntıları süpürüldü. Emekli m aaşları düşürüldü, emekli olma yaşı yükseltildi. Vergiler arttırıldı. 2007-2008 krizi etkisini daha çok 2009 yılında göstermeye başladı. İlk olarak A B’nin en küçük ülkesi İzlanda iflas etti. Arkasından İrlanda geldi. Yunanistan onları izledi ve kriz tüm Akdeniz ülkelerine yayıldı. Bir yıl kemer sıkınca düzlüğe çıkılacağı düşünülrü. Ama ekonomi her yıl bir öncekinden daha kötü oldu ve kesintiler artarak 2013 yılına gelindi. Kemer sıkm a politikaları tek tek ülke ekonom ilerini daraltıyor. Ellerinde para olm ayan kitleler harcayam ıyorlar. Ekonomi daralıyor. Daralınca diğer alanları vuruyor. Yatırım değil, işyeri kapatm alar, işten atm alar başlıyor. Bu kez ekonomi daha da daralıyor. Kısır döngü topluluğun diğer ülkelerine bulaşıyor. 2013 tahm inlerine göre Euro alanında büyüme yeniden % 0,3 azalacak ve işsiz lik % 12,2 rakam larına ulaşacaktır. Topluluk artık büyüm üyor daralıyor. Finans kurumları yıllık değerlendirm elerinde tek tek ülkelerin puanını düşürüyor. Kredi bulma koşulları zorlaşıyor. Ekonom ilerin gelecekleri ile ilgili karam sarlık yükseliyor. 3-5 yıllık deney sonrası ne olacaktır? AB devlet başkanları zirvesi 2014-20 bütçesi tartışm aları çok çetin geçti. Sonuçta kabul edileni AB parlam ento su onaylam adı. Önüm üzdeki günlerde yenisi yazılacaktır. Fransa ve İngiltere Merkel’in kemerleri sıkm aya devam politikasına karşılar. Fransa ve Akdeniz ül keleri kemer sıkm ak ve harcam aları kesm ek yerine yeni kaynaklar bulunarak (nerden bulunacağı belli değildir) arttırm ayı savunuyorlar. Ekonomilere yeni kaynak şırınga edilerek canlandırılacaktır. Yeni borçlarla belki eski borçlar öde necektir. Bu kadar borç içinde havadan kaynak bulunam ayacağına göre para basm ak tek çare gibi görünüyor. Ama Avrupa topluluğu 2. Dünya savaşı sonrası para basm anın yol açtığı enflasyon deneylerini acıyla hatırlıyor. O nedenle para bas ma yolu tıkalıdır. Çare? Yo k... Böyle devam. Ne zam ana kadar? H alklar patlaya na kadar. Burjuvazinin şim d ilik görünen başka çözümü yoktur. Burjuva iktidarlar şöyle bir ikilemdedir. Kesinti yapılm azsa devletler iflas eder. Kesintiye devam edilirse sosyal patlam alar kapıdadır. Altı sakal üstü bı yıktır. Bu ikilem içinde debeleniliyor. Topluluk içindeki farklılıkların boşlukla rında oyalanılıyor. Godot bekleniyor diyelim. Bu genellem enin dışında kalan bir tek ülke vardır: İzlanda . İzlanda’da ne İr landa, ne Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya’da yapılm ayan bir şey yapıldı. Kemer sıkm a yerine suçlular bulundu. Bunlar cezalandırıldı. Şim di tüm AB dur gunluk içindeyken İzlanda ekonom isi iyiye gidiyor. IMF borçlarını geri ödemeye bile başladı. İzlanda dışında hiçbir ülke halkı böyle bir politik yolun tutulm asını
Kemer Sıkma Politikalarına Genel Bakış Kemer sıkm a politikaları ile Avrupa halklarının protestosu yavaş yavaş baş ladı. İlk önce kesintinin vurduğu kitleler ve iş kolları tek tek öfkelerini dile ge tirm ek için sokaklardaydılar. Sonra bunlar birleşti kemer sıkm a politikalarının genel olarak protestosu başladı. Doktorlar, öğretmenler, memurlar, işçiler, iş sizler, küçük esnaf hatta orta esnaf, evinden atılanlar, emekliler, köylüler, ayrı lıkçılar, dinciler her kesim protestolara katılmaya başladı. Milyonlar sokaklara döküldü. Her protesto eylemi bir yıl, bir ay öncekinden daha kalabalık hale gel di. H alklar örgütlenm eye başladılar. Tek tek çıkarlarını belirlemeye, ortaya koy maya başladılar. Her seferinde iktidar karşıtı sloganlar atıldı. İçinde bulunduk ları zor durumu hüküm etlerine iletmeye duyurm aya çalıştılar. “Kurtarm alara karşıyız” diye bağırdılar. “Bankaları değil bizleri kurtarın! Biz daha kalabalığız, biz % 99’uz!” dediler. Her ülkede yeni liberal politika denilen aynı yol izlendiği için kriz sonrası da alınan önlem ler aynı oldu ve sonuçta da aynı etkilenm e tüm Avrupa’da yaşan dı. Biz bunların belli başlıları üzerinde bir genellem e yapacağız. Bir zam anların topluluğa girdiği için Kelt kaplanı adını alan, topluluğun par makla gösterilen harika çocuğu İrlanda kriz sonrası, AB ve IMF’den borç alarak bankalarını kurtardı. Kemer sıkm a politikalarını uyguladı. Harcam alar kısıldı. H alk 3 katına yükselen işsizlik altında ezilm eye mahkûm edildi. 4 yıllık kemer sıkm a bir işe yaram adı, ufuk aydınlanm adı. Ekonomi canlanm ıyor aksine dara lıyor. Asgari ücret % 20 düşm üş durum da. İrlanda A B’nin en büyük bütçe açığı olan ülkesidir. Düşük gelir gruplarının vergisi de, işsizlik de artıyor. İngiltere İşçi partisi iktidarı 1,7 m ilyar dolarlık borcunu ödem ek için 2010 Aralık ayında kemer sıkm a politikalarını yürürlüğe soktu. II. Dünya Sa va şı’ndan beri yaşanan en büyük devlet harcama kesintisi yapıldı. Böylece dört yıl içinde 83 milyar pound tasarruf edildi. 500 bine yakın memur çıkarıldı. Memur m a aşları % 9 düştü. Em eklilik yaşı 66’ya yükseltildi. İşsizlik 1994 yılından beri en
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
sağlayam adı ve kemer sıkm a politikalarının kurbanı oldular. Küçük bir ülke olm ası ve anayasasındaki dem okratik bazı m addeler nede niyle İzlanda’da kriz süreci önce para biriminin Euro karşısında % 80 devalüe edilm esi ile başladı. IMF’nin verdiği borç karşılığı kemer sıkm a politikaları öne risini devlet uygulam aya kalkınca halk sokaklara döküldü. Hükümet düştü. Se çim ler yapıldı. Sol kazandı. Yeni borçlanm a planına göre özetle her bir vatandaş 15 yıl 9000 Euro taksit ödeyecekti. Sol iktidar bunu referanduma koydu. Halk % 93 oyla IMF borç koşullarını reddetti. 2011’de değişikliklerle gene referandum yapıldı. Bu kez halkın % 63’ü reddetti. Halk bankaların kurtarılm asını reddetti ve böylece 3 banka m illileştirildi. Ülkenin finans krizi içine girm esine yol açan bankacılar, vurguncular yakalandılar tutuklanıp ceza evine atıldılar. Aralarında eski başbakan da bulunuyor. Diğer ülkelerde bildik süreç işledi. Kemer sıkm a politikaları, çalışm a yasa sındaki değişiklikler, sosyal harcam aların azaltılm ası önlem leri başladı.
^1 K> AVRUPA HALK HAREKETLERİ
yüksek seviyede. Ayrıca emekli m aaşları, çocuk yardım ları kesilecek, birçok tüketim m addesinde vergiler arttırılacaktır. Bu nedenle, 2011 Mart ayında, ül kenin savaş karşıtı 2003 protestosundan sonraki en büyük protestosu yaşandı. Milyonlar sokaktaydı. Birçok işgal eylemi yapıldı. Zenginlerden alınan vergiler azaltılırken eğitime ayrılan ödenekler kısıldı. Orta eğitim ve üniversite kesintileri % 80 ile rekor kırdı. Öğrenciler şim di öde diklerinin 3 katını ödeyecekler. Öğrenciler hemen sokaklara çıktılar. Bazı parti binalarını işgal edip tahrip ettiler. Kraliyet arabasına saldırdılar. Daha sonraki günlerde meclisi işgal etiler. Sonra olaylar Dublin’e sıçradı. Polisle çatışıldı. Sendikalar, işçi çıkartm alar ve kemer sıkm a politikaları ile Thatcher döne minde yedikleri darbeden kurtulmaya, örgütlülüklerini arttırmaya başladılar. Krizden beri 628 bin işçi işten çıkarıldı. İşçi ücretleri düşürüldü. Kemer sıkm a politikalarına karşı S ık sık grevler yapılıyor. Sendikalar genel grev çağrısında bulunuyorlar. Kitleler Londra’ya akın ediyor. Sendikacılar, güç lü savaş karşıtı örgütler, sol gruplar, çevre örgütleri protestolara katılıyorlar. Biraz daha güney doğuda, Belçika ’da da kemer sıkm a protestoları sık sık yaşanıyor. Artık her işten çıkartm a kitleleri sokaklara döküyor. Devlet emek li olan mem urların yerine yenisini alm ayacağını açıkladı. Yani m em urlar daha az maaşa daha çok çalışacaklar. Kesintilerin her bir memura m aliyetinin yılda 2000-3000 Euro olduğu açıklandı. Ülkede araba sanayi en gelişm iş işkoludur. AB ekonom isindeki yavaşlam a en başta araba sanayini vuruyor. Araba satışları düşecektir. O nedenle 2014 yı lında Ford fabrikası kapatılacak. Araba sanayinin yan kolu çelik fabrikaları da işçi çıkarıyor. Bu yıl bu küçük ülkede 10 bin kişi işsizler ordusuna eklenecektir. Bu nedenle işçiler birçok kentte grevlere gittiler. Çetin görüşm eler yapılıyor. Es kisi gibi devletin bu sektörü destekleyip işçi çıkartm alarını önlem esi diye bir şey söz konusu değil. İşsizler artacak. Ülke zor günlere yelken açtı. Belçika’da hemen hemen her gün bir çeşit protesto yapılıyor. Ayrıca burası bilindiği gibi topluluğun merkezi ve merkez ekonomi politikalarının protesto alanıdır. Portekiz, 1970 yılından beri yaşanan en kötü durgunluğun içindedir. Halk lar 2010 yılından beri kemer sıkm a politikalarına “Hayır” diyor. Bir hükümet gi diyor yenisi geliyor. Yeni gelen aynı şeyi uyguluyor. Kemer sıkm a süresi uzuyor, derinleşiyor. Düzlük ufukta gözükmüyor. 2013 yılı bütçesinden yine ek olarak 78 m ilyar Euro daha kesinti yapılacağı açıklandı. Maaşlar bir daha kesilecek, sıradan vatandaşın vergisi bir daha arttırılacak, çalışm a yasaları daha daraltı lacak. İşsizlik % 17. O nedenle en güçlü protestolardan biri 2013 Şubat ayında yaşandı. Yalnız Lizbon’da 200 binden fazla insan kemer sıkm a politikalarını protesto etti. Ülke nin birçok kentinde on binler sokaklardaydı. Trenler durdu, kamu taşım acılığı yapılam adı. Lim anlar kapandı. Gemiler ne boşaltıldı, ne de yüklendi. Çöpler toplanm adı, okullar açılm adı. İlginç bir şekilde bu kez protestolar sosyal med ya kanalı ile örgütlendiler. Hemen arkasından 2 Mart’ta bu kez 500 bin kişi sokaklardaydı. Her keresin
co
IX
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
de bir öncesinin rekoru kırıldı. Bu kez iktidarın istifası istendi. Ünlü 1974 Karan fil Devrim i’nin sloganları ve şarkıları söylenm eye başlandı. AB topluluğunun beşinci büyük ülkesi İspanya’da kemer sıkm a politikaları beşinci yılına girdi. Ekonom ik gerileme ve durgunluk buna rağmen devam edi yor. İşsizlik % 26, genç işsizliği % 50 ve artıyor. Milyonlarca işçi part-time çalı şıyor. Çalışm a koşulları çok kötüleşti. Ek ödentiler kaldırıldı, iş güvenliği yok. Memur m aaşları düşürüldü. Yenileri alınmıyor. Yeni yılda bankalar ve büyük şirketler yıllık rekor karları ile birlikte çok sa yıda işçi çıkartacaklarını açıkladılar. Bankalar bazı şubelerini kapatıyorlar. Sanki işçilerle alay ediyorlar. Bu işçileri çok kızdırdı ve sokaklara döküldüler. İspanya’da bu yılın 2. grevine 9 milyon işçi katıldı. Ülkedeki resmi 6 milyon iş size yenileri eklenecek. Zaten bunlar birbirlerini etkiliyorlar. Bir yerde çıkarılan işçi diğer yerde başka işçi çıkartm aları doğuruyor, tetikliyor. Bu nedenle halkların en büyük protestoları bu ülkede yaşanıyor. Yeni y ı lın 2 ayında 3 tane ülke çapı genel grev yaşandı. Basın, “kitleler seller gibi so kaklardaydı” diye yazdı. O laylar yalnız başkentte değil ülkenin belli başlı tüm kentlerinde yaşanıyor. İçişleri Bakanlığı geçenlerde 2012 yılında ülkede 36,000 protesto olayı yaşandığını açıkladı. Yani günde en az 100 ayrı yerde protesto yapılıyor. İspanyalılar irili ufaklı çeşitli örgütler kurmuşlar. Gençlerden oluşan “İndig nados” yani “Öfkeliler” geçtiğim iz yıllarda kent merkezlerini çadırlar kurarak işgal ederek adlarını duyurdular. Eylemleri ile tüm dünyaya örnek oldular. Hat ta ABD’de Occupy eylem cileri bu hareketten esinlendi. Mortgage, yani ev kredisi ödeyem eyenler de bir platform etrafında toplan dılar. Eğitim deki kesintilere karşı Yeşil akım , sa ğlık harcam alarına karşı Beyaz akım adı altında örgütlenm eler var. Vatandaş Akımı (Marea Ciudadana) hepsini bir çatı altında toplam aya çalışıyor. Protestolara katılan insan sayısı her geçen gün artıyor. Hükümetin her açıklam ası arkasından yüzbinler sokaklara çıkıyorlar. Polisle öfkeli göstericiler çatışıyorlar. Banka cam ları, işyeri cam ları sık sık kırılıyor. Çöp kutuları ateşe veriliyor. Araba lastikleri yakılıyor. Halklar hala bankalara öfkeli ler. “Bankacıları içeri tıkın. Asıl çözüm budur”, “Geleceğim izi çalıyorsunuz!” d i yorlar. 27 Şu b at’taki gösteride ilginç sloganlar atıldı. “Finansal darbeye hayır! Hiç borcum uz yok! Ödem eyeceğiz!” diye bağırdılar. Son gösteriyi kom şuları Portekiz halkları ile dayanışm a için de yaptılar. Böylece İberya yarım adası felç oldu. Yüzlerce uçak seferi iptal edildi. Okullar kapandı, fabrikalar durdu. İki ülkede sendikalar ilk ortak genel grevlerini ger çekleştirdikleri için trenler iki ülkede çok seyrek olarak sefer yaptı. Ayrıca sen dikalı olm ayan işçiler de grevlere ve gösterilere katıldılar. İspanya’da protesto cular ATM’leri tutkallarla çalışm az hale getirdiler. 600 uçak seferi iptal edildi. Portekiz’de ise uçuşların % 45’i yapılam adı. Polisle yaşanan çatışm alarda plastik mermi kullanıldı. 140 tutuklam a 70 yaralanm a olayı yaşandı. Protestolar ve talepler artık daha sık sınırları aşıyor.
^1 AVRUPA HALK HAREKETLERİ
Portekiz’le yapılan genel grevde halklar tüm AB için yeni ekonomi politikları talep ettiler. İtalya, topluluğun üçüncü büyük ülkesinin 2000 milyar dolar borcu var. Bu üretiminin % 127’sini oluşturuyor. Yunanistan’dan sonra ikinci borçlu ülkedir. Bu nedenle ilk Berlusconi dönem inde kemer sıkm a politikalarına başlandı. İşçi yasası değiştirildi. Em eklilik yaşının 67’ye çıkarılm ası önerildi. Sendikalar pro testolara başladılar. Hükümet devrildi. Yerine teknokrat bir hükümet kuruldu, Monti başa geçti. Ama o da kemer sıkm aları sürdürdü. Üretkenliği arttırma adı na o da her hakkı budadı. H alk gene sokaklara döküldü. Sendikalar, öğrenci ler, politik hareketler, işsizler “Monti’ye Hayır Günü” gösterileri düzenlem eye başladılar. “Sırf kesinti! Sırf kesinti! Defol Monti” pankartları taşındı. Polisle çatışıldı. Monti sonuçta istifa etti ve yeni seçim lere gidildi. Seçim leri, protes tonun sim gesi olan 5 Yıldız Hareketi (M5S) kazandı. Şim di yeni iktidar kurma çalışm aları sürüyor. M5S hareketinin başkanı B.Grillo kemer sıkm a politikalarına, yeni vergilere, bütçe kesintilerine karşı çıkarak seçim leri kazandı. Seçim sonuçlarından halk ların % 45’inin değişiklik istediği ortaya çıktı. Sonucun reel politikaya dönüşüp dönüşem eyeceğini göreceğiz. Yoksa yeni seçim ler yapılacaktır. İtalya kemer sıkm a politikalarının en karanlık tablo çizdiği ülkelerin başında geliyor. Monti iktidarında endüstriyel üretim % 5,4 düştü. Em eklilik yaşı yük seltildi, işçi hakları kırpıldı. Vergiler yoksullar için arttırıldı. İşsizlik 2012 yılında % 15’e çıktı, şim di daha da yükseliyor. Gençler arasında işsizlik % 30’un üze rindedir. 9-10 milyon insan açlık içindedir. Ülke nüfusunun 60 milyon olduğu düşünülürse her 10 kişiden neredeyse 2’si aç demektir. İtalya gençleri A B’nin en radikalleri arasındadır. Bütçedeki eğitim harcam a larının kısılm ası ve üniversite harçlarının yükseltilm esine karşı büyük protesto lar yaşandı. Eğitim sistem i çöküyor diyorlar. “Harçları ödem iyoruz. Okullarım ızı ve kentlerimizi geri alalım !” sloganları ile yürüdüler. Okulları işgal ettiler. Gös teriler 90 kentte yapıldı. Pisa kulesini işgal ettiler ve “Uyanın, ayaklanın, krizin bedelini biz ödem eyeceğiz!” pankartı astılar. İtalya arazi vurgunculuğunun en yüksek olduğu ülkelerdendir. Birçok tarım alanı inşaat alanına çevrildi. Çiftçiler yerlerinden oldular. Ülke tarımı çöktü. Grillo zaten “kendi portakallarım ızı, dom ateslerim izi yiyelim !” diyerek bu ko nuya parm ak bastı. Arazilere yapılan evlerle büyük bir halk kitlesi konut sahibi edilecekti. Ama sonuçta işsizlik ve kesintiler ile ülkede ev borcunu ödeyemeyen büyük bir kitle oluştu. Bunların intiharları ile ülke çalkalandı. Evlerinden atılan lar hareketi aynı İspanya’da olduğu gibi burada da yükseldi. İşgal eylem leri bu ralardan beslendi, gençler Rom a’da yüzlerce ev işgal ettiler. Kültür ve gençlik spor alanları haline getirdiler. Yunanistan, topluluk içinde borcu en yüksek olan ve kemer sıkm a politi kalarının en vahşi şekilde uygulandığı ülkedir. Avrupa Merkez Bankası, Avrupa ülke liderleri ve IMF üçlüsü Yunan iktidarı ile büyük pazarlıklar sonrası ona be lirli koşullarla kredi vermeyi kabul ettiler. Ancak bu koşullar halkların canını
CJ1 AVRUPA HALK HAREKETLERİ
çok derinden yakıyor. Halk, “günlük yaşam bir eziyet haline geldi” diye bağırı yor. O nedenle iktidar her an devrilebilir ve ülke çalkantılı bir dönem e girebilir diye düşünülüyor. Sol güçlerin ittifakı olan Syriza’nin iktidar olm asından çe kiniyorlar. Hatta son günlerde Yunan ordusunun bir sosyal isyana karşı darbe hazırlığı yaptığı söylentileri çıktı. Ülkenin durumu o kadar kötü, halk öylesine öfkeli ve çaresiz ki her an isyan edebileceği düşünülüyor. Yunanistan so kakla rındaki çatışm alar her gün daha kanlı daha şiddetli hale geldi. Kemer sıkm a politikalarının altıncı yılına girildi. Her sene olduğu gibi, ik tidar güçleri, bu yıl son diyorlar, sonra düzlüğe çıkacakları vaadini yapıyorlar ama bir şey değişmiyor. Birçok uzm ana göre kemer sıkm a politikalarının ülke ekonom isini düzlüğe çıkaracağı filan yok. Örneğin kemer sıkm a politikalarına başlandığında borçlar GSMH’nin % 120’sini oluşturuyordu. 4 yıldır kemer sık tıktan sonra borç GSMH’nin % 175’i olm uş ve 2013 içinde de % 189’a çıkacaktır. (aljazeera.net, 22.Şubat 2012, Yunanistan Yaza Kadar Maaşları Ödeyemeyebilir) Sendikalar insanların ceplerinde kuruş olm adan günlerce sokaklarda do laş tığını söylüyorlar. Çalışabilir nüfusun % 30’u işsizdir. Gençler arasında ise oran % 52. Yani her iki gençten biri işsizdir. Çalışan 1,6 milyon insanın ancak 600 bini tam saat çalışabiliyor. Geri kalan 1 milyon part-time çalışıyor. Bunların da adı çalışıyor oluyor. Ücretler sürekli düşüyor. 2012 yılında yasa ile ücretler % 20 düşürülm üştür. Asgari ücret 751 Euro idi ama bir yıl içinde 586 Euro’ya, gençler arasında 511 Euro’ya düşm üş. Em ek ucuzlayınca Yunanistan’a yatırım lar gelişecek denmişti ama, daha böyle bir şey yok. Bu düşük ücrete rağmen gelen yok. Emekli m aaşları % 40 oranında düşm üş ve bu yıl % 50’ye düşürülecektir. Halkın % 80’inin geliri aşağı doğru düşm eye devam ediyor. Özelleştirm elerden dolayı tüm hizm etler paralı hale gelirken, bir de vergilerin yükselm esiyle gider ler artıyor, gelirler düşüyor. İnsanlar 3 nesil bir arada kalmaya başlam ışlar. Bir tek emekli m aaşından 3 nesil yaşam aya çalışanlar çoğalm ış. 8 milyon nüfuslu Yunanistan’da 4,65 milyon insan çalışm ıyor. 450 bin evde hiç çalışan yok. Yabancı 50 ilaç şirketi alacaklarını tahsil edem ediklerinden artık Yunanistan’a ilaç vermiyor. Ülkede birçok ilaç bulunam ıyor. Eğitim paralı olduğundan ve oku yunca da bir iş garantisi olm adığından Yunan gençleri okullarını bırakıyorlar. Kom şum uz Yunan halkı AB içinde böyle bir dram yaşıyor. 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazi işgalinde bile böyle korkunç bir tablo olm am ış. Artık halkların dayanacak gücü kalm adı. Bıçak kemiğe çoktan dayanm ıştır. O nedenle Syriza, Avrupa finans-kapitalinin korkulu düşü oldu. Eski Doğu Avrupa ülkesi olan Romanya da kemer sıkm a politikası ile ayakta durm aya çalışıyor. 1989 kom ünizm in düşüşünden beri en büyük gösteriler ya şanıyor. Memur m aaşlarının % 25, emekli m aaşlarının % 15 kesilm esine karşı sendikalar protestolar düzenliyolar. Hemen yanındaki Bulgaristan’da binlerce insan yoksulluk ve açlık karşısın da öfkelerini dile getirm ek için ülkenin onlarca kentinde protestolar düzenledi ler. Topluluğa katılalı 6 yıl oldu ama hala düzlüğe çıkılm am asından yakınılıyor.
^1
ON
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
Bulgarlar, AB içinde en düşük elektrik fiyatını ödüyorlardı, haziran ayında zam geldi, şim di faturaları ödeyemiyorlar. Geçtiğim iz şubat ayında binlerce Bulgar birçok kentte elektrik fiyatlarını günlerce protesto etti. Sonuçta hükümet istifa etmek zorunda kaldı. Ama ona rağmen protestolar durm adı. Halk elektrik şir ketlerinin eski sosyalizm de olduğu gibi kam ulaştırılm asını istiyor. Slovenya bağım sızlığını ilan ettiği 22 yılın en zor ekonom ik krizini yaşıyor. Kemer sıkm a ile karşı karşıya. Üretim düşüyor. Slovenya bankaları büyük ban kalar değil, o nedenle borçları da çok yüksek sayılm ayabilir, ama gene de bir sorundur. Geri ödenm eyen borçlar bankaları zor durum da bıraktı. İki milyon nüfuslu Slovenya, 2004’de topluluğa girdi. 2007 yılında da Euro alanına üye oldu. Bütçe açığının yüksekliği ve yolsuzluk iddiaları halkı so kakla ra döktü. Büyük protestolar yaşandı. 1991 yılında Yugoslavya’nın parçalanm ası sırasındaki gibi büyük yürüyüşler yaşandı. Ama halk bankaların kurtarılm asına karşı duruyor. Slovenya kendi başına borcun üstesinden gelm ek ile IMF’ye mü racaat edip yardım istem ek arasındaki bir dengede duruyor. Macaristan’da son günlerde çok sayıda protesto yapıldığını görüyoruz. Ül kenin ekonom ik sorunları başka sorunlar ile örtülerek ortaya çıkıyor. Kemer sıkm a politikalarını uygulam a karşılığında AB ve IMF’den yardım aldı. Ekono m ik durgunluk düzelm eyip işsizlik artınca bu kez banka ve büyük şirket vergi leri arttırıldı. Eski sosyalist bir ülkede kemer sıkm a sanki daha hassas bir den ge içinde yapılm ak zorunda kalıyor. O nedenle de şirket vergileri arttırıldı. O zam an da AB m erkezinden tepkiler geldi. AB bu ülkeye sürekli baskı yapm aya devam ediyor. Eski sosyalist ülkelerde protestoları anlam ak zordur. Düzen yeni, eskinin kökleri derinlerde olduğundan düzeni savunanlar da eskiyi savunanlar da aynı anda sokakta karşı karşıya gösteri yapabiliyorlar. Yeni düzeni savunanlar şim di ki krizi reformların yeterince derin olm am asına bağlıyorlar. Daha derin reform diyorlar. Örneğin sokakta yatm anın suç olacağı anayasaya yazılıyor. Ya da eği tim bursu alanların devlet hizmeti yapm ası koşulu dem okrasiye darbedir diye anlaşılm ası zor protestolar yapılıyor. Topluluğun Kuzey ülkeleri İsveç, Danim arka, Hollanda bu krizden güney ka dar etkilenmediler. O nedenle halklar bu ülkelerde güney Avrupa halkları gibi sokaklara dökülm üyorlar. Son seçim lerde AB yanlısı partiler seçim leri kazandı lar. Euro karşıtı olanlar kaybettiler. Son olarak bu gurubun dışında gibi duran iki ülke Fransa ve Alm anya’ya bak m ak gerekir Bu iki ülke topluluğun motor ülkeleri olarak görülürler. Belki en uçta Alm an ya vardır. Fransa ise Güney Akdeniz ülkeleri ile onun arasında durur. Fransa’da i nsanlar şim diye kadar uygulanan yeni liberal politikalarla zaten yoksullaşm ış durum dadır. İşsizlik artıyor. % 10’u geçerek son 13 yılın en yüksek seviyesine tırm anm ıştır. 3,17 milyon işsiz vardır. 2014 de işsizlik oranı % 11’i geçecek deniyor. Bir türlü artış tersine çevrilemiyor, tüm söz vermelere rağmen. 2012 yılında ekonomi yine % 0,3 küçüldü. İşsizliği söz verdiği gibi azaltm adığı
^d ^d AVRUPA HALK HAREKETLERİ
gerekçesiyle işçi sendikaları H ollande’a karşı protestoya başladılar. Araba sanayi ülkede gelişkin ve Avrupa’nın içinde bulunduğu genel durgun luk bu sanayiyi daralm aya zorluyor. Belçika, İspanya’da olduğu gibi Fransa’da da fabrikalar işçi çıkaracaklar. Oysa birkaç yıl önce bu sanayi şirketleri ile döne min başbakanı Sarkozy arasında anlaşm alar yapılm ıştı. Devlet bu iş koluna işçi çıkartm am aları koşuluyla belirli kolaylıklar tanım ıştı. Ama şim di çıkartm alar gene gündem dedir. İşçiler açıklanan çıkartm alara karşı Goodyear lastik fabri kası önünde polisle çatıştılar. Üstelik işçi çıkartm a kararı tam da yıllık kâr oran larının açıklanm ası dönem ine denk geldi. Şirketler kârlarını yine arttırm ışlardı. Kasım ayında işçi sendikaları birliği CGT ile H ollande’ın arası işsizliğin artm a sı nedeniyle bozuldu. Birçok kentte yürüyüşler yapıldı. Sendikalar 100 kentte gösteri düzenlediler. On binler sokaktaydılar. İşçilerin yarısının aylık kazancının 1500 Euro’dan az olduğu söyleniyor. Sonuçta Fransa 30 yılın en zor ekonom ik günlerini yaşıyor. Önüm üzdeki yıl bütçe açığının büyüm esini önlem ek için yeni önlem ler alındı. Hollande iktidarı beklendiği gibi krizden başka türlü politikalarla çıkıla cağı nı açıkladı. Kesinti yerine ekonom iye para enjekte edilerek canlandırm aya çalı şılacaktır. Kesintilerin istenilen sonucu vermeyeceği savunuluyor. Asgari ücret yükseltilecek ve eğitime 60 bin yeni öğretmen alınacak ve em eklilik yaşı 62 den 60’a düşürülecektir. Bütçe açığı başka yollarla kapatılm aya çalışılacaktır. Vergi kaçırm alar önle necektir. Zenginlerin kazançları daha iyi denetlenecektir. Yılda 1 milyon Euro üstünde kazananların vergisi % 75 arttırılacaktır. Bütçeden yapılm ası düşünü len 65 m ilyar Euroluk tasarruf bu kanallardan yaratılacaktır. Ayrıca kesintiyi 4 yıla dağıtacaktır. Fakat kimse H ollande’nin bu önlem lerinin başarılı olacağına inanmıyor. Başta işveren çevrelerinin fabrikaları ülkeden kaçıracakları bu durum da da iş sizliğin artacağı ve ekonom ik canlanm anın sağlanm ayacağı iddia ediliyor. Almanya lideri Merkel, H ollande’ın tuttuğu bu yolun tam am en karşısındadır. Alm anya’nın tuzu kurudur. İşsizlik % 7 civarında, AB içinde en düşük olan ülkedir. Hatta son 20 yılın en düşük seviyesindedir. 2012 Alman şirketleri için iyi bir yıl oldu. Alm anya, Asya ülkelerine ihracatını arttırdı. Ama Alm anya’nın eko nom ik iyileşm esi AB içindeki kötü ekonom ilerin pek işine yaramıyor. İyi bir ekonom iye rağmen Avrupa’daki durum dan yararlanıp, önüm üzdeki yıl bütçesindeki açığı 80 milyar indirecektir. Aile yardım ları kesilecek, 10 bin memur çıkarılacaktır. Nükleer enerjiden daha çok vergi alınacaktır. Ekonom inin motoru olan Mittelstand, yani orta ölçekli şirketler gelişiyor. Ama onlar da beş ya da on yıl durgunluğun süreceğini söyleyip Merkel’i işçi üc retlerini indirmeye, vergileri düşürm eye zorluyorlar. Böylece rekabet güçlerini arttıracaklarını iddia ediyorlar. Diğer ülkelerde işçi ücretlerinin düşm esine karşı kendilerinin çaresiz olduğunu savunuyorlar ve iş yerlerinin bu durum da güney ülkelerine kaçabileceğini iddia ediyorlar. O nedenle Alman işçisinin çalışm a ko şullarının da diğer topluluk ülkeleri seviyesine indirilm esini talep ediyorlar.
^1
oo
Sendikalar ise tam tersini savunuyor ve bu sene enflasyonun üstünde ücret lere %5,5 zam istiyorlar. Sendikalar işçilerin şirket kârlarından paylarını alm a ları gerektiğini savunuyorlar. Ücretler artarsa tüketim artar, sonuçta işverenler bundan yararlanır diyorlar. Kom şulara ihracatın azalm asını iç tüketim le karşı lamayı savunuyorlar. Önüm üzdeki dönem de sendikalar ve işveren çevrelerin de ücret zam mı görüşm eleri başlayacaktır.
Avrupa’daki Protestolar
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
a) Öğretmen ve öğrenci protestoları Avrupa gençliği kemer sıkm a politikalarının en önemli kurbanlarından biri dir. Eğitim harcam alarındaki kesintiler sonucu, eğitim sistem i büyük bir darbe yedi. Bir yandan m asraflar öğrencilerin sırtına yıkılm aya çalışılırken diğer yan dan da eğitim in kalitesi düştü. Avrupa eğitim sistem inin can çekiştiği söyleni yor. Üniversite harçları artıyor. İlk ve orta eğitim de öğretm enler işten çıkarılı yor. Sınıflardaki öğrenci sayısı artıyor. İyi eğitim verilemiyor. Hem öğretm enler çalışm a koşullarının kötüleşm esinden, istedikleri gibi eğitim yapam am aktan şikâyetçi, hem de veliler çocuklarının iyi öğrenem ediğinden, gerekli ilgiyi gö rememelerinden şikâyetçiler. Yani sosyal ve ekonom ik olarak eğitim sistem i bir felaket içindedir. Tüm Güney Avrupa kentlerinde durum aşağı yukarı aynıdır. Protestolar her yeri kapladı. Binlerce Portekizli öğretmen Lizbo n’da eğitim harcam alarının ke silm esini protesto etti. Kesintiler hem öğretmen m aaşlarını hem de öğretm en lerin çalışm a koşullarını etkiliyor. İspanya’da 2010 yılından beri eğitim den 5 milyon Euro kesinti yapılm ış. İs panyol öğretm enler ülkenin pek çok kentinde eğitim harcam alarından kısıntı yapılm asını protesto ettiler. 3 milyonun üstünde öğrenci velileri ile birlikte yü rüdüler, protestolar üç gün sürdü. Yoksul öğrenciler okul m asraflarını karşıla yamıyor, eğitim lerini bırakıyorlar. İspanya, okul terklerinde AB birincisi olm uş durum da. Göstericiler Eğitim Bakanı’nın istifasını istediler. Madrid sokaklarına dökülen öğrenciler “eğitim maliyetini bankacılardan kesin” diye bağırdılar. İtalya’da durum daha farklı değildir. Öğretm enler öğrencileriyle birlikte Roma sokaklarında sık sık yürüyorlar. Onlar da eğitim harcam alarındaki büyük kısıntıları protesto ediyorlar. Meydanları işgal ediyor, polisin dağılın uyarılarını dinlem iyorlar. Evlerinden getirdikleri koltuk ve divanları m eydanlara kurup bil gisayarlarını açıyor ve derslerini orada yapm aya çalışıyorlar. İngiliz öğrenciler de hem orta öğretim hem üniversite aidatlarının yükseltil mesinden şikâyetçiler. Kesintiler 2010 yılında başladı ve Ulusal Öğrenciler Birli ği tarafından her yıl şiddetli olaylarla protesto ediliyor. Genç işsizler konusunun parlam entoda daha iyi tartışılm asını istiyorlar. Eğitim sorunu yanında bugün Avrupa’da bir gençlik sorunu yaşanıyor. Eği tim harcam alarındaki kesintiler, mezun olduktan sonra iş bulam am a, ekono m ik durgunluk hepsi gençlerin geleceği açısından bir sorundur. AB şim di bir
b) Sağlık personeli protestoları AB içinde Yunanistan’dan İngiltere’sine kadar her yerde, sa ğlık sistem leri aynı eğitim sistem i gibi, çökm ek ile yüz yüzedir. Devletler özelleştirm eler yoluy la vatandaşlarının sa ğlık sorum luluğunu üstlerinden atmaya çalışıyorlar. Oysa başka yönlerden zaten cebi delinen vatandaşın sağlığına vereceği beş kuruşu yoktur. Sa ğlık personelleri bunu aktif bir şekilde iktidar güçlerine anlatmaya çalıştılar, seslerini yükseltiler. Ama şu ana kadar iktidarların hiç biri bunu duy m ak istemiyor. AB içinde ekonom isi olduğu kadar sa ğlık sistem i de en kötü durum da olan Yunanistandır. Devlet doktorların m aaşlarını, hasta bakım m asraflarını ödeye-
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
altı gençler arasında son iki yılda birden % 37’lere tırm andı. AB içinde 13 mil yon iş arayan ama bulam ayan genç işsiz var. Bunlara genel olarak internet çocukları deniyor. Bunlar birbirleriyle sıkı sık ı ya bağlı. Bilgileri var ama işe yaramıyor. Kendilerini toplum un bir kenarına atıl mış hissediyorlar ve biraz da öyleler. Sürekli bir iş ve ev bulam ıyorlar. Bunlara bazıları tehlikeli nesil diyor. İşleri yok genç ve yoksullar. Aile kurma umutları yok. Başka ülkelere göçm eye çalışıyorlar. İtalyan’lar 1000 Euro nesli diyorlar. Yaşları 20-30 arası bu eğitim li gençler birkaç ay bu paraya çalışıyorlar sonra ya işsiz kalırlar ya da bu maaşa devam et m ek zorundadırlar. Son seçim lerde kazanan M5S hareketi özünde bu gençlerin partisidir. M5S’nin 160 m illetvekili bu gruptan geliyor. Fransa’da da 15-24 yaş gurubu arasında işsizlik % 25’tir. H atırlardadır 2005 yılında Paris banliyölerini bu gençler yangın alanına çevirm işti. Bu olgu şim di tüm Avrupa kentlerine yayılabilir. Korkulan budur. Genelde AB gençlerinin büyük bir çoğunluğu politikaya inanmıyor. Yapılan araştırm alarda bunların üçte birinin oy kullanm ayacağını söylediği yazılıyor. Bu gençler günüm üz politikalarından um utlarını kesmişler. Zaten po litikacıla rın korkusu da bundandır. Bu gençlerin patlam ası onları endişelendiriyor. Ama son İtalyan seçim lerinde oy kullanarak böyle bir değişiklik yarattılar. Bu gençler zaten sokaktalar, bir araya gelip eylem yapm aları zor değil. On binlerce genç insan protestolara katılıyorlar. İspanya’da Madrid m eydanlarını işgal eden bu gençlerdi. Roma sokaklarında polisle dövüşen yine bu gençlerdi. Paris banliyölerini yakan bu gençlerdi. İngiltere, İspanya, İtalya’da işgalci hare ket bu gençlerden oluşmuştur. O nedenle AB parlam entosu ve meclisi bu soruna nasıl çare bulunabilece ğini tartışıyor. Sırf gençlere yönelik projeler geliştiriliyor. Onlara çalışm a alanı yaratm ak için fon oluşturulm aya çalışılıyor. 2014-2020 bütçesinden gençlere 6 m ilyar Euro ayrıldı. Bununla genç işsizliği ile m ücadele edilecek. Ancak bu öde neğin sorunu nasıl çözeceği bir bilmecedir. Büyük bir olasılıkla sorunu çözm ek yerine patlam ak üzere olan gençlere sus payı olarak dağıtılacak, çözüm belirsiz geleceğe havale ediecektir.
sO
gençlik sorunu ile karşı karşıyadır. Avrupa’da işsizlik oranı % 24, ama 25 yaş
o
oo
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
miyor. Eczanelere m ilyonlarca borcu var. Bu durum da ne hastanelerde m alze me kalmış, ne eczanelerde ilaç. Hastanelerde birçok bakım yapılam ıyor. Hasta ların çoğu ilaç bulamıyor. S a ğlık sistem i çökm üş durumda. Maaşlarını alam ayan doktorlar hastalara bakm ak ya da bakm am ak arasında büyük zorluklarla karşı karşıyadır. Birçoğu istifa ediyor, özel sektöre geçiyor ya da fırsat varken emekli oluyor. Özel doktorlar da baktıkları hastaların paralarını devletten alamıyorlar. O nedenle özel doktorlar da devlet güvencesinde olan hastaları almıyorlar. Yani parası olana bakılıyor. Olm ayan ölüm e terk ediliyor. Hastanelerden personel azaltılıyor. Atina hastanesinde 710 işçi yerine şim di 8 işçi çalışıyor. Bazı hastanelerde elektrikler bile kesik. Devlet, “borçlarım ı öde yeceğim ” diyor. Bunun için kurtarma planı çerçevesinde gelecek yardım dilim lerini bekliyor. Ama bu yardım ların kapatacağı başka birçok delik var. İspanya belki Yunanistan’dan biraz daha iyi, çünkü o kemer sıkm aya biraz daha sonra başladı, ama aynı yolun yolcusu. Devlet vatandaşlarının sağlığını 1986 yılından beri anayasa güvencesi altına almış. Şim di bu hak yavaş yavaş çeşitli yollarla geri alınıyor. 2013 yılında bütçeden 7 m ilyar Euroluk bir kesin ti yapılacak. Devlet elindeki hastanelerin % 10’unu özelleştireceğini açıkladı. Ama herkes bunun sa ğlık sistem inin paralı hale gelmesi anlam ına geleceğini biliyor. O nedenle yüzbinler hastaneler ve kliniklerde protestoya başladılar. İm zalar toplandı devlete dilekçeler yazıldı. Protestolar rotasyon ile yapıldı. S a ğ lık işçileri haftanın belirli günlerinde hastalar ve hasta yakınlarıyla birlikte önce hastanelerde sonra sa ğlık ocakların da oturma eylem leri yaptılar. Bir ayı geçkin süre, yüzbinler sokaklara döküldü ler. Sa ğlık merkezlerinin önünde yolları trafiği kapattılar. Hastaneler etrafına insandan zincir örülüp “hastanene sa rıl” sloganı atıldı. İngiliz sağlık sistem i ise, zaten başından beri çok gelişkin değildir. 2010 Yılın da yapılan büyük kesintiler sonucunda sistem daha da kötüleşti. Sa ğlık perso neli burada büyük protestolar yaptı.
c) İşgal eylemleri Occupy’cılar 2008 kapitalist krizinin en ilginç olayı kuşkusuz ki Occupy yani işgal eylem leridir. İspanya’daki bir avuç genç tarafından başlayan eylem, sonra Avrupa’nın 20’ye yakın kentine, dünyanın da 80 ülkesine örnek oldu. ABD’de Occupy Wall Street (Wall Street’i İşgal et) (OWS) olarak yankı buldu. OWS’ciler İspanyollardan etkilendiklerini söylediler. İspanyol Öfkelilerı de OWS’den enerji aldıklarını açıkladılar. İspanya’da Öfkeliler Hareketi (İndignants Movement) kemer sıkm a poli tikalarına karşı olarak ortaya çıktı. Meydanları işgale başladılar. Mayıs ayının 15’inde kuruldukları için aynı zam anda M-15 olarak da bilinirler. Aralarınsa Real Dem ocracy NOW’dan Geleceği Olm ayan Gençler gibi 200 irili ufaklı örgüt bulunm aktadır. Kendilerini hiçbir parlam enter partinin tem sil etmediğini savunup İspanya politikasında radikal değişiklikler talep ettiler. Yani özünde bir partiye karşı de
d) Yolsuzluk protestoları Daha çok Doğu Avrupa ülkelerinde görülüyor. Yolsuzluğun zaten zor durum da olan ekonom ilerini daha kötüleştirdiğini düşünüyorlar. Rom anya’da iktidar bu nedenle düştü. Çek Cum huriyeti’nde az kalsın düşecekti. Slovenya’da baş bakan silah kaçakçılığı zannı altındadır. Hırvatistan da yolsuzluk davaları dizi dizidir. Eski Başbakan ülkenin en büyük yolsuzluk davası nedeniyle içeridedir.
00 AVRUPA HALK HAREKETLERİ
ğil, sistem e karşı duruyorlardı. İşsizliği, sosyal harcam aların kesilm esini, kapi talizm i ve bankaları, yolsuzlukları protesto ediyor, temel hak ve özgürlükleri savunuyorlardı. Ev, iş, kültür, sa ğlık ve eğitim istiyorlardı. Tahm inlere göre 8 m ilyona yakın insan bu gençlerin protestolarına destek verdi. İşgal eylem leri kısa sürede Avrupa’nın belli başlı kentlerine yayıldı. Banka kurtarm alarından hoşnut olm ayan yoksul halk kesimleri ve gençler, uygun gör dükleri alanları, sokakları işgal etmeye başladılar. İspanyollardan etkilenen İtalyanlar da kendi işgallerini yaptılar. Roma mer kezindeki Via Nazionale sokağını işgal ettiler. Burada çadır kent kurdular. Ama gece yarısı polis saldırdı ve dağıttı. Ancak işgal eylemleri İtalya’da hala sürüyor. Rom a’nın ortasındaki bir spor alanını işgal edip yıkılm asını engellediler. Şim di halka açık bir tesis olarak kullanıyorlar. Palazzo sinem ası işgal edilerek gazino haline gelmekten alıkonuldu. Şim di kültürel faaliyetlerin yapıldığı bir merkez haline geldi. Rom a’nın çeşitli kesim lerinde yüzlerce işgal evi bulunuyor. İtalyan yasalarındaki bir boşluktan yararlanılarak gelişen bu işgal eylemleri sonuçta Eylem Yanlısı Vatandaş kavram ını doğurdu. Vatandaşlar devletten alam adık ları, alam ayacaklarını bildikleri haklarını kendi elleri ile almaya başlıyorlar. İş galler Roma dışında Sicilya ve Milano’da da yaygınlaşıyor. Londra’da işgaller yaşandı. Kentin en önemli turistik alanı ünlü Katedrali yüzlerce gösterici iki hafta boyunca çadırlar kurup işgal ettiler. Yem ek çadırları kurdular. Ekonom ik eşitsizlik ve ÇU Ş’lerin aç gözlülüklerini halka duyurm aya çalıştılar. Ayrıca başka alanları da işgal etme kararı aldılar. Kilise 2. Dünya Sa va şı’ndan beri ilk kez kapatıldı. Böylece kilise büyük bir gelir kaybına uğradı. Açıklandığına göre gezenlerin günlük yardım ı 32 bin do ları buluyordu. Katedral papazları ne yapacaklarını şaşırdılar. Bu gençleri çı kartm ak ve çıkartm am ak arasında büyük tartışm alar yaşandı. Çoğu dindar, işgalcilerin yağm ur ve soğuk altında bırakılm asını doğru bulm ayıp onların içeri alınm asını önerdi, ama sonuçta kilise gerçek yüzünü gösterip polisin işgalcileri dağıtm asını kabul etti. Polis işgalcileri zor kullanarak dağıttı. Olay İngiltere’de uzun süre tartışıldı. Avrupa’daki işgal hareketleri burjuva basınında epey dikkat çektiler. En te mel özellikleri büyük kitlelere ulaşabilm eleriydi. Bunlar eskinin politik örgüt lerinden farklı esnek örgütlenm elerdi, bir araya gelerek bir tartışm a ortamı ya rattılar. Meclisler kuruldu. Bir takım konular, kriz nedenleri, neler yapılabileceği tartışıldı. Ama sistem e karşı ciddi alternatif olacak bir oluşum haline gelem e diler.
(N
oo
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
Hırvatlar bu nedenle sokaklara döküldüler. 100 binin üstünde insan Prag’da sokaklara bu yüzden akın ettiler. Slovenya’da politikacılar özelleştirm elerden rüşvet yem ekle suçlanıyorlar. Yunanistan, İspanya, Portekiz’de yolsuzluk iddiaları ile insanlar so kaklar daydı. Yunanistan ve Portekiz’de politikacıların yolsuzluk yaptıkları ve medyaya rüşvet verdikleri için protestolar oldu. Ülkelerin ekonom ik krizinin ve yaşanan sıkıntıların asıl sorum luları arasında yolsuzluk yapan, rüşvet yiyen politikacılar gösteriliyor ve bunlara karşı dava açılm asını halklar talep olarak dile getiriyor lar. İzlanda’da da kriz suçluları tutuklanıp hapse atıldılar. Olaylar artık o kadar kom ik durum a geliyor ki, Avrupa dem okrasisi komedi oyunu haline geldi. Son İtalya seçim lerinde partisi ikinci durum una gelen Ber lusconi seçim sonrası bir yıl hapis cezasına çarptırılıyor. Yani ülkede yolsuzluk lara adı karışan biri utanm adan seçim lere giriyor ve partisi seçim lerden ikinci olarak çıkıyor. İspanya’da Başbakan Rajoy’un iktidar partisinin adı arsa vurgunculuğuna karıştı ve halkların öfkesi taştı. İddiaya göre Başbakan arsa vurgunu yapanlar dan rüşvet yemiştir. İşe bazı parlam enterlerin de karıştığı biliniyor. Öte yandan Yunanistan’da petrol yolsuzluğunu ve bundan m ilyonlarca euro vergi kaçıran kişilerin adlarını yayınlayan gazeteciler ölüm tehditleri aldılar. Sonuçta politikacıların yaptığı yolsuzluklar Avrupa’nın tüm ülkelerine ya yıldı. Halkların politikacılara olan güvenleri sarsıldı. Çoğu burjuva politikacısı halkların gözünde bir değer taşımıyor. Ancak alternatif olm adığı için iktidarda duruyorlar. H alklar bu kez parlam entoya yolladığı politikacıları geri çağırma hakkını tartışm aya başladı. Anayasalara böyle m addeler konulm ası, değişiklik yapılm ası isteniyor. Bilindiği gibi bu olgu pek işlemese de Sosyalist düzende vardı. H alk görevini doğru yapm adığını gördüğü politikacıyı imza toplayarak geri çağırm a hakkına sahipti. AB halkları şim di çeşitli yerlerde böyle bir hakkın konulm ası doğrultusunda talepler dile getiriyorlar. Yolsuzluk olayları her bir ülkede on binleri sokaklara döktü. Halklar kendi leri yiyecek bir kap yemeğe muhtaç, işsiz ve evlerinden atılırken politikacıların rüşvet alm aları ve yolsuzluklar yapm alarını büyük bir öfke ile protesto ettiler.
e) Şirket vergi kaçırmalarına karşı protestolar İngiltere’de bazı Ç U Ş’in vergi kaçırdıkları ortaya çıktı. Gençlerin arasında son zam anlarda çok tutulan Starbu cks’ın yıllardır ülkede vergi ödem ediği an laşıldı. O kadar kâr etmesine rağmen vergi yasasındaki boşluklardan yararlana rak İngiltere’de kâr etm ediğini açıklıyor ve kârlarının kaynağını başka ülkelerde gösteriyordu. Haberin yayılm ası ile gençler Starbuck’sı protesto etmeye başladılar. Gün lerce Starbucks kahveleri önünde eylem ler konuldu. Oradan kahve alınm am a sı için kam panyalar yapıldı. Sonuçta şirket protestolara dayanam adı, imajının kirlenm esini göğüsleyem edi ve İngiltere kasasına 20 milyon pound ödeyerek barış yapm ak istedi. Ancak bu parayı başka bir ülkede zarar göstererek gene
Kemer sıkm a politikalarının ilk kurbanları arasında em ekliler vardır. Büt çe açıklarının kapanm ası gündem e gelince Yunanistan, İspanya, İtalya ve Portekiz’de ilk em eklilerin m aaşından kesintiler yapılm aya başlandı. Yunan em eklilerinin m aaşları yarı yarıya kesildi. Emekli eczacı bir Yunanlının Atina’da parlam ento binasının yanındaki parkta tabancayı beynine dayayıp intihar et mesi yalnız Yunanistan’da değil, tüm AB ülkelerinde şo k etkisi yaptı. Em ekliler m aaşları ile yaşayam az durum a gelm işlerdi. İlaçlarını alm ak bir yana karınları nı bile doyuram az hale geldiler. Bu sorun giderek tüm AB ülkelerinde yaygınlaşıp şiddetlendi. İtalya, Porte kiz, İspanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde hem emekli m aaşları kısıldı; hem de bunlara sa ğlık harcam alarında ve ev gibi çeşitli sosyal yardım lardaki kesinti ler eklenince son günlerinde biraz doğru dürüst yaşam ak isteyen yaşlılar hiç de hayallerini gerçekleştirem ediler. Ayrıca yaşlılar genel olarak bakıma m uhtaç in sanlar oluyorlar. Günlük faaliyetlerini kendi kendilerine gerçekleştirem iyorlar. Birçoğu evlatları torunları ile birlikte yaşıyor. Emekli intiharları az sayıda değil. Birçoğu bu son günlerinde böyle yaşam aktan utanıp hayatına son veriyor. Em eklilik yaşının yükseltilm esi de ayrı bir sorun olarak gündem de. Fransa dışında hemen hemen tüm ülkeler em eklilik yaşını yükseltti veya yükseltm eyi tartışıyor.
g) Grevler Avrupa Sendikalar Birliği, AB içinde sorunun ortak olduğunu öne sürerek AB çapında ortak bir eylem planı kabul etti. 14 Kasım 2012 günü tüm Avrupa halkları genel protesto ve greve çağrıldı. Kıtada kemer sıkm a politikaları ortak bir şekilde protesto edildi. Yüzbinler, m ilyonlar Avrupa’nın çeşitli kentlerinde yürüdüler. Her ne kadar protesto ve grevler kıtanın güneyinde yoğunlaştı ise de, kuzeyde de katılım oldu. Ancak AB içinde bir güney-kuzey farklılaşm ası ol-
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
f) Emekli maaşlarının indirilmesine karşı protestolar
co oo
kazançlı hale geçm eyeceğinin hiçbir güvencesi yoktur. Sonra olay derinleşti. Google, Vadafone, Amazon gibi şirketlerin de aynı şe kilde vergi ödem edikleri anlaşıldı. O zam an olay iktidara kadar yükseldi. Ç U Ş’in vergi kaçırabilm esi için AB iktidarlarının nasıl bunlarla birlikte davrandıkları anlaşıldı. Aç gözlülükleri ortaya döküldü. İktidarlar halkları ÇU Ş’in vergilerini düşürerek yeni iş yerleri açacaklarına inandırıyorlardı. Oysa işte şirketler kazanıyorlardı ama kazançlarının vergisini ödem iyor ve yeni iş alanları da açılm ıyordu. Şirketler kârlarını verginin en az olduğu yerlerden gösteriyorlar ve devlet kasasından yani halkların cebinden paralar çalıyorlar. Starbucks olayı birçok ikonu yıktı. Eskiden ÇU Ş’lerin Baham a, İsviçre banka ları yardım ıyla vergi kaçırdıkları biliniyordu. Ama şim dilerde artık oralara git melerine gerek kalmıyor. AB politikaları sayesinde bunu topluluğun göbeğinde yapabilir hale geldiler.
oo AVRUPA HALK HAREKETLERİ
duğu gözlerden kaçm adı. Alm anya, Hollanda ve Danim arka gibi daha zengin ülkelerde gösteriler daha ufak çaplıydı. İspanya’da tüm okullar hastaneler kapalı kaldı. Madrid’de polisle çatışıldı. İtalya gösterilerinde de şiddet yaşandı. Portekiz’de yaşam durdu. Kara, deniz ve hava taşım acılığı yapılam adı. Avrupa havaalanlarında birçok uçuş iptal edildi. Fransa’nın 100 kentinde gösteriler düzenlendi ama sendikalar genel grev çağrısı yapm adılar. Belçika’da yabancı elçilikler önünde protestolar düzenlen di. Trenler 24 saat çalışm adı. Madrid, Londra gibi kentlerde bazı parlam enterler de halklarla birlikte yürüdüler. 14 Kasım Avrupa çapındaki grev dışında tek tek ülkelerde de grevler giderek daha sık ve daha uzun süreli oluyor. İspanyol havaalanı işçileri ve uçak çalı şanları işten çıkarm alara karşı 5 gün süren grev yaptılar, 1200’ün üstünde uçuş iptal edildi. Polisle çatışm alar oldu. İspanyol havayolları grevi havacılık tari hinin en maliyetli grevi olarak kayda geçti. Günde 3 milyon Euro kayba uğradı İspanya havayolları. Portekiz hava yolları TAP çalışanları da Mart 2012 yıllında işçi çıkartm a ve ücretlerdeki kesintilere karşı protestodaydılar. Demir yolu işçileri de ücret ke sintilerine karşı sokaklardaydı. Hepsi hükümetin istifasını istiyordu. Kentin ye raltı treni sistem i tam am en durdu. Otobüsler ve gemi seferleri çok kısıtlı olarak yapıldı. Genel grev rekoru sanırız Yunanistan’a aittir. Belki tarihte bu kadar sık genel grev yapan ülke olm am ıştır. Yeni yılda 2 tane genel grev yaşandı. Ülkenin büyük iki sendikası kemer sıkm alara karşı 24 saatlik işi bırakma eylemi düzenlediler, Şubat ayı içinde ülkede yaşam tam am en durdu. Gemiler lim anlarda kaldı, baş kentte kamu taşım acılığı yapılam adı. Hastanelerin sadece acil servisleri çalıştı. Birçok devlet dairesi kapalıydı. Bazı küçük esnaf işyerleri de kepenklerini indir mişti. Sendikalar grevlerin ayda bir ya da iki olarak düzenli yapılacağını duyur du. Grevlerle birlikte gösteriler de düzenlendi. Binlerce işçi Atina parlam entosu önünde toplandı. Yunan hükümeti artık grevler ve gösteriler karşısında olağanüstü hal ilan et meye başladı. Yunan işçileri ilginç protesto örnekleri veriyorlar. Bunların bir tanesi Atina sokaklarında yaşandı. Binlerce kamu çalışanının işten çıkarılacağı haberine karşı işçiler “bunları da alın!” pankartları ile iç çam aşırlarının asıldığı ipleri ta şıdılar. Yani artık bizi donum uza kadar soydunuz kanım ızı em diniz, bu da do numuz deniyordu.
h) Patron kaçırmalar Krizin hemen arkasından Fransa’da işçiler patronları kaçırm aya başladılar. Fabrikaların kapanm ası ve işten çıkartm alara karşı işçilerin tepkisi böyle oldu. Olaylar kendiliğinden gelişti. İşçiler Sony fabrikasının girişini kam yonlarla ka patıp patronların dışarı çıkm asını engellediler. Patronları ancak tekrar masaya oturup kendileri ile pazarlık etme koşulunda serbest bıraktılar. Fabrika bir sü
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
AB her zam an bir kır sorunu yaşadı. Topluluğun kır gelişkinliği geçm işten gelen farklılıklar taşıyordu. Topluluk kurulurken Ortak Tarım Politikası gelişti rildi ve buna göre topluluğun bütçesinden üçte biri tarım a ayrıldı. Ülkeler tarım nüfuslarına göre bu fondan yararlanır. Bu ülkeler arasında sürekli çatışm alara ve tartışm alara yol açar, kavgalar yaşanır. Bütçenin aslan payı Fransa’ya düşer. Her ülke kendi payını arttırm ak için elinden geldiğince dövüşür. Bu bütçe her 4 yılda bir belirlenir ve belirlenm e sırasında da çiftçi protestoları artar. Ekonom ik kriz ve kemer sıkm a politikaları ile çiftçiler de zor durum da kal dılar. Tarım girdilerinin yükselm esi karşısında ne yapacaklarını bilemiyorlar. Her yıl binlerce köylünün topraklarını bıraktığı biliniyor. Ekerek zarar etmekten böylece kurtuluyorlar. Çiftçi protestoları artıyor. Yunan çiftçileri Selanik’te son zam anlarda yolları işgal ettiler. Benzin fiyatlarının ve genel olarak girdi fiyatlarının yüksekliğinin kendilerini öldürdüğünü ilan ettiler. Polisle yaşanan çatışm alar günlerce sürdü. Ortak Tarım Politikası genelde büyük çiftçiyi kollarken küçük çiftçi zarar edi yor. Sübvansiyonların % 80’nin büyük çiftçilere % 20’sinin küçüklere verildiği ni savunan küçük çiftçi dernekleri sürekli olarak protestolar düzenliyorlar. Bu eylem lerde m allarının bir değer etmediğini sim geleyecek şekilde ürettiklerini yerlere atarlar. Bu kâh elma olur kâh süt. Geçtiğim iz günlerde Avrupa 4 yıllık bütçesi tartışm aları sırasında Brüksel, Fransa, Alm anya, Hollanda ve Belçika süt üreticileri traktörleri ile AB kurum larının önüne geldiler ve her tarafa süt sıktılar. Küçük çiftçilerin eylem lerine ge nellikle yeşiller, tüketici ve çevre örgütleri destek veriyorlar.
LO
i) Çiftçi protestoları
oo
redir grevdeydi ve işçiler bunu son çare olarak gördüler. İkinci olarak ABD’li 3M ilaç şirketi işçileri, çıkartılan arkadaşlarına tazm inat ödenm em esini protesto ettiler. Patron 24 saat rehin alındı. Sendika liderleri, fabrika yönetim i ve yerel politikacılar arasında saatler süren pazarlıklar sonrası patron serbest bırakıldı. İşçiler çıkarılan işçiler için 2 ile 3 yıl arasında tazm inat aldılar. Bu tür olaylar Fransa’da epey arttı. Ve bu Avrupa ölçüsünde hem bir örnek oldu, hem de patronlar korkm aya başladılar. Bu olaylardan sonra Avrupa’da özel güvenlik sistem i korkunç gelişm eye başladı. Avrupa’da şu anda tek gelişen iş alanı bu güvenlik personeli alanıdır. Polis zam an zam an yetmiyor, şirketler böyle güvenliklerle korunm aya başladılar. Patronlar yalnız kaçırılm ıyor onların kazançları da protesto konusu oluyor. Büyük şirketlerin yöneticileri yani CEO ’lar aldıkları m ilyonluk m aaşlarının dı şında bir de yönettikleri şirketlerin yıllık kârlarından paylar alıyorlar. Şirket ler m ilyarlar kazandığı için de CEO’ların yıllık ödentileri m ilyonları buluyor. Halklar bu şirketler kâr etsin diye yoksulluktan kıvranırken patronların normal insanın öm ür boyu alam ayacağı primler alm ası halkların öfkesini çekti. Yapılan protestolarda bu konu da dile getirildi.
k) Çeşitli meslek gruplarının protestosu
SO oo AVRUPA HALK HAREKETLERİ
İşçiler, öğrenciler dışında kemer sıkm a politikaları çeşitli m eslek gruplarının çalışm a koşullarını da derinden etkilemektedir. Eğitim personeli ve sağlık ala nında çalışan doktorlar ve hemşireler devlet memuru olarak ücretlerinin kısıl ması ve çalışm a koşullarının zorlaşm asını protesto ediyorlar. Onların çalışm a alanı özellikle kesintiye uğrayan alandır. Kesintiden etkilenen başka devlet ça lışanları da vardır. Örneğin itfaiyeciler, örneğin kamu aracı sürücüleri, polisler hepsi bu güney ülkelerindeki kesintiden nasiplerini alıyorlar. İtfaiyeciler zaten zor koşullarda çalıştıklarını ve yeni kesintilerle daha da zor duruma girdiklerini söylüyorlar. Aynı şey polisler için de geçerli. İkisi de kesinti ler nedeniyle erken emekli olanların, işten çıkartılanların yerine yeni personel alınm am asından yakınıyor. İspanya polisleri en aktif protesto edenler arasın dadır. Ülkenin dört bir yanından gelen polisler, çalışm a koşullarının zorluğunu protesto ettiler. Ayrı bir moral baskı altında olduklarını duyurm aya çalıştılar. Yakında İspanyol halkı isyan ettiğinde devletin yanında duracak polis kalm a yacaktır. İktidar güçlerinin kesintileri kendi can güvenliklerini de birçok açıdan tehdit etmektedir. Yunan gazetecileri ve medya çalışanları geçenlerde 24 saatlik grev yaptı lar. Ekonom ik koşulların zorluğu basın özgürlüğüne da kısıtlam alar getiriyor. Yolsuzlukları ortaya döken, devlet yalanlarını ortaya çıkaran, doğruyu söyleyen gazeteciler ve basın m ensupları cezalandırılıyorlar, işlerinden kovuluyorlar. Yunan gazetecileri ikinci grevi yaptılar. 24 saat Yunanistan sustu. Hiçbir haber çıkm adı. TV’ler yayın yapm adılar. Hatta m üzik bile konulm adı. Bulgaristan gazetecileri de Yunan m eslektaşları gibi protestolar düzenledi ler. “Gerçekleri söylem ek istiyoruz” diye bağırdılar. Baskıları protesto ettiler. Maaşlarının kesintiye uğram ası karşısında Yunan adli personeli ilginç bir protesto sergiledi. Madem ücretlerim iz azaltılıyor, biz de çalışm a saatlerim izi azaltıyoruz dediler geçtiğim iz Eylül ayında. Bir ay boyunca boşanma ve vergi borcu davalarına bakm ayacaklarını açıkladılar. Ay sonuna kadar sabah saat 10’dan 13’e kadar çalıştılar. Ayrıca eve iş götürmediler. Sonuçta devletin açtığı ödenmeyen borç davaları havada kaldı. Sadece acil davalara bakıldı. Böylece devlete karşı suç işlenme davaları duracaktı. Protestocular, maddi olarak zor durum da olanlar yararlandılar. Zaten çok sıkışık olan adli dosyalar daha da sıkıştı. Adli personel böylece anayasa ile belirlenen haklarını arama yoluna çıktılar. Her gün ancak 1 ya da 2 saat duruşm alara çıktılar. Daha sonra Şubat sonunda 2000 hâkim, savcı ve adli memur greve gittiler. Ekonom ik zorluğu küçük esnaf da çok derinden yaşıyor. A çıklandığına göre Yunanistan’da son üç yılda 160 bin şirket kapanmıştır. İspanya, Portekiz ve İspanya’da durum daha farklı değildir. Özel doktoru, dişçisi, eczacısı dışında ayakkabıcısından, bakkalına serbest m eslek çalışanı her alanda daralan eko nomiden payını alıyor. Birçoğu yanında personel çalıştıram ıyor, işten çıkarıyor. Çalıştırdığı işçinin m aaşını ya da em eklilik primlerini ödeyemiyor. Onun ötesin de kendi vergisini hiç ödeyemiyor. Yani orta işletm eler sırtlarını dayayacakları
Her dönem in krizi kendine özgü özellikler taşıyor. 2008 krizinin en temel özelliklerinden biri bir yandan boş evler diğer yanda sokaklara atılan insan lardır. Olay ilk ABD’de başladı ama İspanya, İtalya ve Yunanistan gibi ülkelerde tepe noktasına ulaştı. Türkiye de aynı yolda ilerliyor. Boşalan kasaları doldurm anın en son yolu devlet arazilerini satm aktır. Bir ülkenin ekonom ik canlanm asının en kolay yolu inşaat sektörünün canlandırıl masıdır. İnşaat ile kolay iş alanları açılır ve ufak kredilerle halka konut satılır. Bu işten hem devlet, hem bankalar hem de inşaat sektörü kâr eder. Bu arada da açıkgöz politikacılar arsa satışları ile ceplerini doldururlar. Yeni liberal politikalar ile İspanya, arkasından Yunanistan ve İtalya’da deva sa sayıda sosyal konut yapıldı. Orta sınıf diyebileceğim iz işi olan insanlar ban kaların kolay kredi politikaları ile taksitle konut almaya başladılar. Kriz ile işten atılm alar başlayınca bu kredilerin geri ödenm esi im kânsız hale geldi. Binlerce, on binlerce insan kredi taksitlerini ödeyem edikleri için evlerinden atıldılar. Te melleri atılm ış binlerce konut satılm adan beton yığını halinde durm aya başla dı. Ya da bazıları bitse bile kriz nedeniyle hepsi satılm adığından kent uzakla rında inşa edilen bu alanlara ne alış veriş merkezleri kuruldu, ne de belediye kamu taşım acılığı hizmeti verdi. Hatta çoğunda belediyeler alt yapı hizm etle rini bile tam am lam adılar. Sonuçta hem oturanların m ağdur olduğu, hem de taksiti ödenm eyen binlerce konutun beton yığını halinde kaldığı alanlar oluştu. Yeni konut sistem leri her ülkedeki büyük reklam lara rağmen bir felaketler zinciri yarattı. Taksitini ödeyem ez insanlar önce tek tek intiharlarla seslerini duyurdular. Sonuçta bu tek tek olaylar sosyal protestolara dönüştü. Evi olsun olm asın, yüz binler, yaşananları protesto etmek için eylem ler sergilediler. Ev den atmaya gelen bankacı ve icra m emurları m ahalleye sokulm am aya başlan dı. İspanya’da son dört yıl içinde evinden atılanların sayısı 350 bine ulaştı. 1 milyon konut da boş olarak durm aktadır. Portekiz, İtalya ve Yunanistan’da du rum farklı değildir. Sokakta yaşayan, bidonlarda yaktıkları ateş ile ısınmaya çalışanların sayısı yalnız Atina’da 10 binin üstünde deniyor. Bir yanda boş ko nutlar diğer yanda sokaklarda yaşayanlar. Son günlerde patlam alardan korkan AB mahkemeleri ve adalet konseyi de evden atılm alara karşı bir şeyler yapılm asını talep etti. Sonuçta baskılara ve
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
L) Evden çıkartmalara karşı protestolar
OO
bir devlet de olm ayınca kepenklerini indirdiklerinde gelirsiz kalıyorlar. Bu ne denle İtalya ve Yunanistan’da son seçim lerin galibi 5 Yıldız Hareketi ve Syriza, program larında küçük esnafı koruyucu m addeler getirdiler. Avrupa Birliğinin Brüksel’de çalışan memurları da ülkelerindeki m eslek taşları gibi kemer sıkm alardan nasiplerini aldılar. Onların da m aaş ve em ekli liklerinin kesintiye uğrayacağı açıklandı. Ç alışanlar greve gittiler. 2004 yılında m aaşlarının zaten % 30’unun kesildiğini söylediler. Yeni kesinti ile yabancı bir ülkede yaşam a koşulları zorlaşacak. O nedenle grevlere gittiler.
oo oo AVRUPA HALK HAREKETLERİ
protestolara dayanam ayan İspanya hükümeti Kasım 2012’de ev taksiti ödem e lerini sadece yaşlı, hasta ve işsiz olanlar için iki yıl boyunca erteledi. Akdeniz ülkelerindeki bu borç sorunu nasıl çözülecektir? Kemer sıkm a poli tikaları ile ekonom iler canlanm ıyor. AB ekonom isi büyümüyor, durgunluk için de. 6 ay ya da 2 yıl sonra borç taksitleri gene kendilerini dayatacaktır. Sorun sadece geleceğe ertelenmiştir. H alklar da zaten bunun bilincindedir. Şubat ayı sonunda yapılan genel grev ve yürüyüşlerde kitlelerin en yaygın sloganı “ bizim borcumuz yok!” oldu. Yani halklar sanki yavaş yavaş bu borçları ödememe eğilim i içine giriyorlar. Ödeme hayalleri, yani ekonom ilerinin düzlüğe çıkacağı hayalleri kalmam ıştır. “Borcum uz yok” radikal talebi böyle bir um utsuzluğun sonucudur. Bankaları devletler halkların parası ile kurtardılar, öyleyse şim di de taksitleri alm ayarak bankalar halkları kurtarsınlar. Bankalar gibi insanlar da if las ediyorlar.
m) Ayrılıkçı eylemler AB içindeki kemer sıkm a politikaları, vergi artışları, devlet harcam alarının azaltılm ası, işsizlik sağlık harcam alarındaki kısıntılar genel ekonom ik zorluk lar herkesi kendi başının çaresine bakm aya zorluyor. Topluluktan ayrılm aktan, Euro alanından çıkm aya kadar çeşitli şekillerde kendini gösteriyor. İngiltere ör neğin topluluktan çıkacağı tehdidini savurdu. Kriz dönem lerinde her dikiş yerinden ayrılıyor. Bölgesel ayrılm a istekleri ço ğalıyor. Örneğin İngiltere’de İrlanda sorunu, Katolik ve Protestanlar arasındaki çatışm alar geçtiğim iz kış aylarında giderek yükseldi, günlerce protestolar ya şandı. Diğer yandan Baskların ve Katalanların İspanya m erkezinden ayrılıp bağım sız eyalet haline gelme tartışm aları giderek yükseldi. Hatta merkeze ödedikleri vergilerin iadesini alm adıklarını iddia eden bağım sızlık yanlısı Bask partileri seçim lerde galip geldiler. Belçika’da yaşayan iki toplum da birbirlerinden ayrılm ak istiyorlar. Ayrılıkçı örgütler sık sık gösteriler düzenliyorlar. AB içinde ülkeler başka türlü de birbirlerinden kopuyor, ayrışıyorlar. Borçlu, yoksul ülkeler zengin ve borç veren ülkeleri suçlarken, örneğin Yunanistan’da borç veren Alm anya’ya karşı protestolar yapılırken, Alm anya da Yunanistan halkını tem bellikle suçluyor. Olaylar daha derin konuma sıçrıyor. Örneğin Romanya ve Bulgaristan’da ke mer sıkm a politikaları ve işsizlik insanları Alm anya ve Fransa’ya göçe zorluyor. Fransa’da 20 bin civarında Bulgar ve Romen göçmeni var. Hatırlardadır Sarkozy bunlara savaş açm ış ve çok zor koşullarda yaşayan bu insanları ülkesinden at maya kalkışm ıştı. O zam anlar büyük olaylar, gösteriler oldu. Ama sorun çözül mediği gibi Bulgaristan ve Rom anya’daki son kemer sıkm alar ile birlikte göç daha da arttı. Bu kez sorun Alm anya’da patlak verdi. Geçen sene 150 bin Bulgar ve Romen vatandaşının Alm anya’ya göç ettiği söyleniyor. Bu nedenle Mart 2013 başında
Son yıllarda pek çok eylem gerçekleşm esine rağmen bunların sonuçları tar tışm a konusudur. Göründüğü kadarıyla sonuç yaratm ıyorlar. Bu bir anlam ıyla doğrudur. Ama olayları derinden incelediğim izde eskiden bazı farklar çıkart m ak mümkündür. Sanki halklar sadece bir şeyleri protesto etmiyor, yeni arayış lar içindedir. Ama ne arıyorlar? Sanki eski hazm ediliyor ve yeniye hazırlanılıyor. Peki, yeni nedir? Yeni ne olacaktır? Sosyalist sistem in çökm esinden sonra baş layan süreç tekrar geriye dönüyor. Yeni kavrayışlarla sosyalist bir hedefe doğru geri sayım başlıyor.
a) Katılım, Süre, Şiddet ve Öfke Artıyor. Yoğun protestoların başladığı 2009 yılından günüm üze kadar sürece baktı ğım ızda protestoların giderek şiddetlendiğini söylem ek gerekir. Gelecek, belir sizlik korkusu yükseliyor. Çaresizlik artıyor. Bunlar daha çok öfke ve daha çok şiddeti doğuruyor. Gösterilere katılan kitleler giderek büyüyor. Eskiden bir kentte, genelde baş kentlerde, herkesin boş olduğu bir tatil gününde düzenlenen gösteriler şim di değişti. Ülkenin belli başlı tüm yerleşim yerinde yapılıyor. Örneğin İspanya ve Yunanistan’da protestolar artık sırf başkentlerde Madrid, Roma ve Atina’da ya şanm ıyor. Yaklaşık her hafta sonu ülkenin her kentinde insanlar sokaklara çıkı yorlar. Mart ortalarında İspanya’daki protestolar 60 ayrı kentte gerçekleştirildi. İçlerinde 150 örgüt vardı. Fransa’da sendikalar tam 100 kentte gösteri düzen lediler. İtalya’da da başlarda sırf Rom a’da görülen protestolar artık belli başlı tüm kentlerde gerçekleştiriliyor. Bu anlam da eylem ler her geçen gün daha faz la yerde yapılıyor ve daha fazla kitleyi içine alıyor. Çünkü öfke yükseliyor. İspanya’da Şubat içindeki gösterilere bir iki milyon değil, tam 9 milyon gös terici katıldı. 2000 yılında anti-küresel hareketler bir milyon insanı sokağa dö keceğiz diye bir girişim de bulunm uş ve New York ya da Washington so kakların da bu rakama ulaşm ışlardı. O zam anlar bir milyon kişiyi sokaklara dökm ek bir
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
Eylemlerin Özellikleri
ON OO
Alm anya, Romanya ve Bulgaristan sınırını kapatıp Schengen alanına girm eleri ni engellem eyi planlam aya başladı. Dış işleri düzeyinde Brüksel’de tartışm alar başladı. Romanya iktidarı, bunun yeni dem ir perde anlam ına geldiğini açıkladı. Alm anya, Romanya ve Bulgaristan’ı Schengen anlaşm asından çıkartıp va tandaşlarının AB içinde serbestçe dolaşm asını engellem eye kararlı görünüyor. H ollanda’nın da kendisini destekleyeceği bekleniyor. O zam an AB başka tür den bir ayrışm aya girecektir. Schengen anlaşm asını çiğnem iş olacaktır. Böyle bir kararın yarın A B’nin içinde başka nerelere kayacağı, kimlerin hangi topluluk yasalarını çiğneyeceği belli olm az. Doğu Avrupa’nın Polonya, Macaristan vs. gibi ülkelerden 12 milyon insan A B’nin zengin ülkelerinde çalışıp yaşıyor. Bu AB nüfusunun % 2,5’unu oluşturuyor. Ayrıca bunların çoğu kaliteli iş gücüdür. Eğer Schengen anlaşm ası çiğnenm eye başlanırsa bu işin sonu yeni ayrılıklara, Avrupa’da yeni protestolara yol açar.
VO O AVRUPA HALK HAREKETLERİ
başarı olarak görülüyordu. Şim di sık sık belki de her ay bir yerlerde bu rekor kırılıyor. İspanya’da eğitim kesintilerini protesto eden öğrenci ve veli sayısı 3 milyonu geçti. Portekiz’de bir hafta sonu yalnız Lizbon’da 200 bin kişi yürüyor. Yalnız bir hafta sonu sırf evden atılm aları protesto için 50 kentte sokaklara dö külen sayısı 400 bini geçti. 2013 yılının ilk iki ayında yalnız 3 tane genel grev yapıldı. Ulusal grev sayısı ise 80 tane. Şim diye kadar yaşananlar bir önceki yıla göre % 23 artmış. Eylemlerin süreleri uzuyor. Eskiden işçilerin bir saat iş bırakm ası büyük bir olaydı. Şim di Yunan, İspanyol, Portekiz, İtalyan işçileri bir ay içinde bir kaç kez 24 saatlik iş bırakma eylemi yapıyorlar. Yunanistan’da artık 24 değil her kere sinde 48 saatlik işi bırakma eylemi yapılıyor. Gösteriler daha şiddetli geçiyor. Öfke yükseldikçe şiddet artıyor. Ufuksuzluk, çaresizlik insanları daha çok şiddete itiyor. Taş ve sopaların yerini petrol bom baları aldı. Özel arabaları ve polis arabalarını, binaları ateşe verm eler artıyor. Polis copunun yerini ise tazyikli sular, biber gazları aldı. Daha çok gösterici tu tuklanıyor, daha çok yaralanm alar oluyor. Eskiden üniversite ve fabrikalar işgal edilirdi. Çünkü işçiler ve öğrenciler protestoya katılırdı. Şim di işsizler, evsizler protestolara katılınca başka yerlerin işgalleri başladı. Kent m eydanları, sokaklar, devlet daireleri, devlet evleri, özel evler, kullanılm ayan tesisler, sinem alar işgal ediliyor. Yunanistan ve İspanya’da hastaneler bile işgal ediliyor. Hava m eydanları işgal ediliyor. Kiliseler işgal edi liyor. Parklar çadırlarla doluyor. Polis yetmiyor, sık sık ordu devreye sokuluyor, yardım a çağırılıyor. Düzen her yerinden işgaldedir. Sıra parlam entolara, m eclislere mi geliyor? Devlet mi işgal edilecek. Geri sayım ın son durağı burası olsa gerektir.
b) Umut Arayışları Yukarıda sık sık değindiğim iz şeyi bir başlık altında vurgulam alıyız. Günü müz protestolarına katılan kitle değişti. Sıradan insanlar sorunları etrafında örgütleniyor ve eylem ler yapıyorlar. Bunun en tipikleri arasında evlerinden atılanların kurduğu örgütlenm eler sayılabilir. Evinden olan İspanya’daki 400 bin insan, örgütlenip kendi çıkarını korum ak, sesini hükümete duyurm ak için taleplerini oluşturdular ve sokakları ve devlet dairelerini aşındırıyorlar. Yani es kinin orta sınıfları yoksullar, sokakta kalanlar, açlar sınıfına doğru evrimleşti. Hepsi kurtuluş doğrultusunda dertlerine çare aram ak uğraşındalar. Emekliler eylem lerin vazgeçilm ez kişileri oldular. Bu yaşlarında em ekliler can derdinde sokaklara zorlanıyorlar. Belki de Avrupa tarihinde ilk kez yaşlılar sokaklara çıkm ak ve durum larını dile getirm ek zorunda kaldılar. Yüksek emekli maaşı duyulm uş mudur? Bu kitleler Euro pahalılığı ve düşük m aaşları ile zaten kıt kanaat geçiniyorlardı. Düzen tepesi taklak geliyor. Gençler yaşlılara baka cak iken yaşlılar gençlere bakar hale geldi. Maaşları ile evlatlarını, torunlarını beslem ek zorunda kalıyorlar. Em ekliler onca yıllık hizmetten sonra devletin kendilerine bunu reva görm esine çok öfkeliler. Hatta Hollanda da em ekliler
c) Dayanışma Halklar kriz sırasında dayanışm anın ne anlam a geldiğini ve güçlü olm anın dayanışm adan geçtiğini anlam aya başlıyorlar. Krizin başlarında kemer sıkm a politikasından etkilenenler sırf kendi sorunları ile ilgili konularda protesto ey lemlerine katılıyorlardı. Eğitim kesintisinden etkilenen öğretmenler, öğrenciler hükümetin kendileriyle ilgili kararında sokaklara çıkıyorlardı. S a ğ lık personeli beyaz yakalılar olarak ayrı yürüyorlardı. Devlet m emurları ayrı eylem yapıyor du. Ancak zam anla bu değişti. Kriz yaygınlaşıp derinleştikçe alttan baskı arttı. İşsizliği yalnız işsizler değil, işleri olanlar da protesto etmeye başladılar. Sa ğlık çılar, eğitim cilere, öğrenciler işçilere ya da işçiler öğrenciler, memur m aaşları nın düşürülm esine karşı destek verdiler. Ortak sorunlar karşısında dayanışm a öğreniliyor. H alk m eclislerinde insanlar yıllardır kapitalizm in öğrettiği bencil liklerinden, vurdum duym azlıklarından kurtulmayı öğreniyorlar. İnsan cıllaşı yorlar.
d) Teknik Kullanım Günüm üz protestolarının önemli bir özelliği modern haberleşm e teknikleri-
SO AVRUPA HALK HAREKETLERİ
partisi kuruldu. Partinin adı 50+ yani elli yaş üstü. Meclise 2 üye sokm uşlar ve şim di seçim olsa 16 üye sokacakları söyleniyor. “Bu düzeni kuran bizleriz. Ne yaptık da, nelere kandık da yaşlılık günlerim izde bu sefil durum lara düştük, çocuklarım ıza böyle bir ülke bıraktık” diyorlar. Ve yanlışın neresinden dönsek kârdır m antığı ile yeni bir arayış içindeler. Sokaklardan parlam entolara tırm a nıyorlar. En azından boş vakitleri var. Günüm üze özgü bir oluşum da mahalle ya da halk meclisleridir. İlk Arjan tin halkları m ahalle meclisleri kurm uşlardı. İspanya’da “Öfkeliler” örgütünün girişim i ile ilk önce Madrid’de m ahalle meclisleri kuruldu. Meclislerde m ahal lenin ve halkın sorunları tartışılıyor. Katılanlar dem okratik bir şekilde davran mayı, dayanışm ayı, tartışm ayı, söz alm ayı, dinlem eyi öğreniyorlar. Kendilerini yönetmenin ne anlam a geldiğinin ilk deneylerini buralarda yaşıyorlar. Bir an lamda halk iktidarının provasını yapıyorlar. Gençler kitaplar getiriyorlar. Buralarda okunm aya başlanıyor. Sorunlara çö züm ler düşünülüyor. Ortak davranm a öğreniliyor. Ortak eylem ler düzenleniyor. Neden ve niçinleri tartışıyorlar, bilinçleniyorlar. Krizden nasıl çıkılacağını araş tırıyorlar. Suçlu kimdir, sorusuna yanıt arıyorlar. Seçenek arayıp üretiyorlar. H alk Meclisleri ilk İspanya’da arkasından İtalya ve Yunanistan gibi ülkeler de kuruldu. Meclisler sonunda çok kalabalık hale geldiler. Tartışm alar uzadı. Uzun uzun konuşm alar başladı. Katılım düştü. Meclisler parçalanm aya başla dı ve daha verimli ve etkin hale getirilemedi ama bir şekilde sürüyor. Sonuçta protestolar sadece bir öfke kusm ası değil bir alternatif arayışına da yol açm ak tadır. Belki bu örgütlenm eden bir umut çıkm adı ama en azından umudun ken dilerinden gelmesi gerektiği bilinci yerleşm iş olm alıdır
<N On AVRUPA HALK HAREKETLERİ
nin kullanım ıdır. İnternet, cep telefonu, Facebook, son olarak da Twitter Arap Baharı protestolarının gençler arasında örgütlenm esinde büyük işlev gördü. Eskinin bildiri, kuşlam a gibi araçların yerini bu tür yeni teknikler alıyor. Bunlar bir açıdan da daha ucuz ve etkin oluyorlar. Günüm üz hareketlerinin gelişip ör gütlenm esinde bu tekniklerin sık sık kullanıldığını görüyoruz. İngiliz gençleri birkaç saat içinde binleri kapsayan bir protesto düzenleyebiliyorlar sonra da polisten kaçm ada birbirlerini yönlendiriyorlar. Savaş karşıtı gösteriler bu tek nikle örgütlenm enin en güzel örnekleriydi. Bu araçlarla halk haberleri anında birbirine iletip, yardım çağırabiliyor, pro testo düzenleyebiliyor. Giderek daha yaygın biçim de kullanılıyorlar. 2012 yaz aylarında bir Güney Asya ülkesinde NIKE ayakkabı şirketi işçilerinin ucuz ve kötü şartlarda çalıştırm asına karşı imza kam panyasına 24 saat içinde m ilyon larca kişi imza attı. NIKE kullanım ına karşı kampanya başladı. Şirket sonuçta gençler arasındaki pazarını kaybetm em ek için grevdeki işçilere istedikleri ta lepleri vererek olayı sonuçlandırm ak zorunda kaldı. Bu, haberleşm e tekniğinin sosyal olaydaki büyük bir başarısıdır. Aynı şekilde İngiltere’de Starbucks kahve şirketinin yıllardır devlete vergi ödem ediği ortaya çıkınca gençler bir anda Starbucks protestosu örgütlediler. Gençler Ç U Ş’lerle dövüşte bu haberleşm e ve medya tekniğini sık sık kullanır oldular. İtalya son seçim lerinde 5 Yıldız Hareketi (M5S) sadece internet üzerinden ör gütlenerek var olan partilere meydan okudu ve birinci parti oldu. Böylece İtal yan seçim leri sosyal medya üzerinden kampanya yürütm enin başarısını ortaya koydu. M5S bir internet hareketidir. Hareketin internet üzerinden örgütlenen 250 bine yakın üyesi vardır. Grillo’nun Facebook’unda kayıtlı 3 milyon hayranı var. Hareketin neredeyse hiç parası yoktu. Kam panya personeli iki elin parm ak larını geçmez. Her şeylerini internet üzerinden yürüttüler. Afişleri, TV’leri, rad yoları hepsi internet üzerinden gerçekleşti. Parti program ları, propagandaları hep internetten yayınlandı. Facebook ve Twitter’ı iyi kullanarak halka ulaşabil diler. Parti toplantılarına kiralık araçlarla gittiler. Politik sahneye dam ga vurdu lar. 21.yy’da m ilyonlar böyle örgütlenebileceğini kanıtladılar. Teknik yalnız örgütlem e değil bilinçlendirm ede, medyanın dem okratikleş mesi ve finans kapital güçleriyle savaşm ada yaygın kullanılır oldu. Wikileaks ve Anonym ous hareketleri bu doğrultuda büyük hizm etler verdiler. Anonym ous Pentagonun internet ağını hacklam ıştı. Bunun gibi Amerikan bankası ve dün yaca ünlü ÇU Ş’lerin internet sayfalarını çökertti. Bir bankanın kredi kartı siste mini durdurdu. Saatlerce işlem görülem edi. Bunun gibi sayısız protesto eylemi yapıyorlar. Devlet, bakanlık, polis sitelerine giriliyor ve çökertiliyor. İsrail’in Filistin saldırılarına karşı en güzel saldırılardan bir tanesini gene Anonym ous yaptı. Kasım 2012 Gazze saldırısında İsrail savunm a bakanlığı si telerine saldırdılar. 700 İsrail internet sitesi siber saldırıya uğradı. Bunların ara sında Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık web sitesi de vardı. İsrail Finans Bakan
Genelde Güney Avrupa’da sayıca, örgütledikleri kitleler açısından kabaran, giderek daha şiddetli hale gelen halk hareketlerinin sonu ne olacaktır? Şim diki düzene giderek daha şiddetli karşı çıkan bu hareketler karşı çıktıkları iktidarları alaşağı edip kendilerini tem sil eden iktidarlar kurabilecekler midir? Ya da 21. Yüzyıl Sosyalizm i’nde olduğu gibi bu hareketler iktidar olacaklar mıdır? Bilindiği gibi Latin Am erika’da 21. Yüzyıl Sosyalizm i deneyi yaşanıyor. Mart başında kaybettiğim iz Chaves’in ülkesi Venezüella’da halkları örgütleyerek ik tidar oldu ve Bolivya ve Ekvator ülkeleri de bu deney çizgisinde gidiyorlar. Bu sol anlayış giderek bu ülke sınırlarından çıkıp yayılıyor. Avrupa içinde yaşadığım ız halk örgütlenm eleri ve ayaklanm aları 21. Yüzyıl Sosyalizm i’ne giden yolda bir adım olarak değerlendirm ek m ümkün müdür? 21. Yüzyıl Sosyalizm i Latin Am erika’da liberal politikaların yol açtığı sosyo-ekonom ik yıkıntılar içinden filiz vermedi mi? 21. Yüzyıl Sosyalizm i sadece proletar ya iktidarı değil, yoksulların ikili iktidarlarından yola çıkış değil midir?. Yukarıda anlatm aya çalıştığım ız onlarca halk hareketi acaba 21. Yüzyıl S o s yalizm i doğrultusunda evrim leşecek midir? Bu hareketler kim ler ve hangi çatı lar altında örgütleneceklerdir? Örgütlenip böyle bir iktidara alternatif olm aları mümkün müdür? Chaves gibi, Evo Morales gibi bir lider çıkacak mıdır? 21. Yüz yıl Sosyalizm ine inananlar açısından böyle bir soru gündem dedir. Avrupa’ya bu perspektiften bu teori ve ilkelerle baktığım ızda acaba göze çarpan bir şeyler var mıdır?
Eski Sol Hareketler Sol hareketler sosyalist sistem in çökm esinin yarattığı yıkım dan hala kendi lerini çıkaram adılar. O güne kadar sosyalist ya da sosyal dem okrat olan partiler liberal partilerin kuyrukçusu oldular. İçlerindeki sol güçleri temizlediler.
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
Halk Hareketlerini Örgütleme
co On
lığı kendisine 44 milyon saldırı düzenlendiğini açıkladı. 5000 İsrail kom utanının adları ve kim lik notları ile özel online bilgileri yayınlandı. İsrail e-m ail hizmeti veren Walla şirketinin 600 bin kullanıcısının bilgileri yayınlandı. Aynı şekilde son günlerde de Anonym ous İsrail’i internet dünyasından silm ekle tehdit edi yor. W ikileaks internet üzerinden bilgi sızdıran bir harekettir. Devletin ve finanskapital güçlerinin çok gizli bilgilerini kaçırıp bunları halkın bilgisine sunuyor lar. Saldırı hedeflerinin başını Pentagon çekiyor. ABD’nin Irak ve Afganistan’da yaptığı katliam lar vs. gibi bilgiler basına sızdırıldı. W ikileaks liderlerinden olan Assange sanki tek başına dünya silah tekellerine savaş açm ıştı. Onların gizli nesi varsa çarşaf çarşaf yayınlandı. Sonuçta Assange bir nolu düşm anları ha line geldi. Sonuçta teknik kullanım günüm üzde halklara ulaşm ak, halkları örgütle mekte giderek daha çok kullanılan bir araç oldu. H alk hareketleri politik arena da böyle bir başarıya imza attılar.
VO AVRUPA HALK HAREKETLERİ
Avrupa Kom ünist Partileri işçi sınıfı demeyi sürdürüyorlar. Geçmişten ders ler çıkartm adıkları gibi çoğu burjuva partilerine alternatif olam adılar. Çin çizgisindekiler kapitalizm e evrimleştiler. Troçkistler işçi sınıfı ve dünya devrimi deyip duruyor, etraflarında gelişen hareketlere inanm ıyorlar. Bu sol grup ve örgütlenm eler mevcut yapılarıyla elbette Avrupa’da yükselen halk hareketlerini kucaklayam ıyorlar. Ama Yunanistan’da ortaya çıkan bir sol birlik, Syriza bu hareketleri örgütlem eye, onlar üstünde yükselm eye çalışıyor. Solda bu doğrultuda çabalar var. Ama bu süreç içinde de yeni çatlam alar, yeni bölünm eler yaşanıyor. Örneğin İngiltere’deki Resistance partisi ve Fransız anti kapitalist partiler parçalandılar ve taban kaybediyorlar. Avrupa içinde en öne çıkm ış 3 yeni oluşum dan söz edilebilir. Bu üç örnek de ülkelerinde yapılan son seçim lerden zaferle çıkm ışlardır. Bunlardan bir tanesi İspanya’da Bask örgütlenm esidir. Ancak bunlar İspanya ülke bütününü kapsa mıyor, sadece bölgesel yapıyı kapsıyorlar. Bilindiği gibi Bask ayrılıkçıları son zam anlarda silahlı m ücadeleden vazgeçtiler ve seçim leri kazanıp bölgelerinde iktidar oldular. İkinci örnek İtalya’da son seçim lerin galibi Beş Yıldız Hareketidir (M5S). Üçüncüsü de Yunanistan’da iktidar adayı Syriza radikal sol örgütlenm esidir. Bu üç hareket ve parti birbirinden ayrı özellikler taşım aktadırlar. ETA ateş kes ilan edip, seçim le iktidara gelme kararı aldı. Bask Sol Ulusal Koalisyonu EH-Bildu olarak bir koalisyon kurdu. İspanya’nın Bask bölgesinde İspanya’dan ayrılarak sosyalist bir sistem kurm ak istiyorlar. Kemer sıkm a po litikalarına karşı öfkeyi bağım sızlaşm a tem elinde iyi örgütlediler. Venezuela, Bolivya, Ekvator, Küba ile iyi ilişkiler geliştirdiler. Bölgelerinde yıllardır çeşitli kooperatifler içinde çalışıyorlar. Kendi bölgelerindeki hoşnutsuzluğu örgütle yip İspanya’dan ve A B’den ayrılm ayı planlıyorlar.
Beş Yıldız Hareketi Beş Yıldız Hareketi adı üstünde parti değil bir harekettir. M5S lideri eski ko medyen B. Grillo başta bir şarlatan olarak değerlendirildi ve ciddiye alınm adı, ama oyların % 26’sını toplayınca ciddiye alınm ası gerektiği anlaşıldı. 1994 yı lında Berlusconi’nin partisi oyların % 21’ini aldığında zafer ilan etmişti. Yani İtalya bölünm üş siyasi yapısı içinden bakınca % 26 oy büyük bir zaferdir. O ne denle M5S halk öfkesini örgütleyebilen bir hareketin iktidar adayı olabileceğini gösterdi. Ancak M5S hareketi, Avrupa finans-kapitali açısından Yunanistan’daki Syriza hareketi kadar korkutucu görülm edi. İki hareket ve parti de halkların kemer sıkm a politikalarına hayır dem ek ten doğdular. Hayır diyen halkları iktidara yaklaştırdılar. M5S bir gençlik örgütü gibidir. Yaşları 30-37 olan % 90’ı akadem isyen genç işsizlerden oluşuyor. 160 m illetvekili çıkarttılar. Hareketin başkanı B. Grillo destekçileri arasında küçük esnafın da olduğunu söylüyor. Küçük ve orta işletme sahipleri de hareketi des tekleyerek oy vermişler. Hatta zengin kesim inden de destek buldukları söyleni yor. İşçi sınıf ile ilgili özel bir söylem leri yok. Buradan anlaşılacağı gibi hareket
LO
ON
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
özel olarak sosyalizm i hedefleyen, toplum a sınıf gözlükleri ile bakan bir hare ket değildir. Ama bazı söylem lerinde sosyalizm i anım satan yönelişler vardır. 21. Yüzyıl Sosyalizm i zaten böyle bir yoldan ilerliyor. Halk öfkesini ve onun örgütle rinin taleplerini iktidara götürüyor. Ülke ve dünya güçler dengesi içinde çözüm ler üretiyor. Ülke sınıf ve tabakalarını ortak bir noktada buluşturuyor. Hareket kadrolarının sol rengi yoktur. Düzene öfkeli ve kendilerine düzende bir gelecek görmeyen akadem isyenlerden oluşuyor. 5 Yıldız Hareketinin temel 5 ilkesi vardır. Sırasıyla bakalım : Suyun kamu mülkiyeti; herkesin ödeyebileceği kamu taşım acılığı; sürdürülebilir bir ekono m ik kalkınm a; herkese açık ve bedava internet girişi ve çevre koruma. (Suyun m ülkiyeti konusunu en çok dile getiren ve BM’ye bunu bir insan hakkı olarak yazdıran kişi Bolivya lideri Evo Morales’tir.) Suyun kamu m ülkiyeti olarak ilanı, günüm üz kapitalist koşullarında oldukça radikal bir sosyalist talep olarak dü şünülebilir. Hele artık dünyanın pek çok yerinde içecek suların ÇUŞ tekelinde bir meta haline geldiği düşünülürse su üzerinde kamu mülkiyetini sağlam ak kolay bir iş değildir. Ülke içinde büyük kavgalar verilm esini gerektirecektir. Özel taşım acılık yerine kamu taşım acılığını öne çıkartm ak, bisiklet kullanım ını des tekleyecek olm ak gene sosyalist talep olarak düşünülebilir. Sürdürülebilir bir ekonom ik kalkınm a da 21. Yüzyıl Sosyalizm i kokmaktadır. Çevre koruma da zaten bunları içine alan daha büyük bir kavramdır. İnternet’in bedava ve halka açık olm ası da belki sosyalist bir talep olabilir. Günüm üzde halk dem okrasisinin bilgisayarlı bir dünyada internet üzerinden daha iyi kuru labileceği açıktır. Bir sosyalist bu taleplerin hiç birinden rahatsız olm ayacaktır. Sorun bunların ülkedeki kurulu düzen ile büyük bir m ücadele gerektirdiğini bilerek bunun hangi araçlarla yapılacağının bilincinde olup olunm adığı ile ilgi lidir. M5S ekonom ik olarak küçük ve orta işletmelerin çıkarlarını savunur. Tekel lerin ve banka gibi büyük işletmelerin parçalara ayrıldığı bir ekonom ik yapı dan söz eder. Büyük şirketler, tekeller küçük küçük işletmelere bölüneceklerdir. Böylece haksız rekabet ortadan kaldırılacaktır. Ülke küçük esnaf ve işletm eler üstünde oturacaktır. Yerli üretim ve m allar desteklenecektir. Grillo ülke porta kallarını yiyem em ekten yakınıyor. Kırda küçük üretici ve bio tarım desteklene cektir. Bu durum da ekonom ide tekellere, finans kurum larına karşı, küreselleşm e ye karşı, kırda ve sanayide küçük üretici üzerine kurulu bir ekonom ik yapı dü şünülüyor. Günüm üz koşullarında bu ne kadar müm kündür? Bize göre M5S ha reketi ilkel bir protesto hareketidir. Bunların yapılm ası günüm üz koşullarında finans-kapital güçleri ile büyük savaşları gerektirir. Ayrıca tekellerin parçalan ması verim lilik ve işçilerin uluslararası ilişkileri konusunda büyük bir ilkelliktir. O anlam da da pek ciddiye alınm ası mümkün görülmüyor. M5S eklektik bir yapıdadır. Bazı talepleri ile devleti koruyor. Kemer sıkm a politikalarını başka yollarla halka kabul ettirmeye soyunm uştur. Grillo, devlet kasasına bakar ve ayda em eklilere ödenen giderleri inceler ve sonuçta bu dev-
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
let bu emekli parasını birkaç ay sonra ödeyem ez hale gelecektir der ve eşitçilik sloganı atar. Herkese asgari olarak yaşayabileceği düzeyde bir emekli maaşı vermekten söz eder. Zenginden alacak, herkesi eşitleyecektir. 20.yy sosyaliz minin yıkılm asının başlıca nedenlerinden bir tanesi böyle kaba eşitlik anlayışı idi. Herkesi tem belliğe itip, sosyalist ilke olan herkesten yeteneğine göre alıp herkese emeğine göre vermeyi becerememiş ve batmıştı. Eğitimde devlet düzenlem esi kalkacaktır, üniversiteler ve iş yerleri daha çok iç içe girecektir. Sa ğlık sistem i de önleyici tıbba kaydırılıyor. Sağlıklı beslenme desteklenecek, sigara gibi zararlı şeylerle savaşılacaktır. Gereksiz tedaviler için de ek ücret istenecektir. Günüm üz sa ğlık ve eğitim sorunlarına kaba bir bakış geliştirilm iştir. Grillo yandaşlarının baş düşm anı finans-kapital değil bürokrasidir. Yolsuz luk internet arayıcılığı ile çözecektir. İnternet ile halk dem okrasisi kurulacaktır. İnsanlar onunla siyaseti belirleyecektir. Politikacıların m aaşları indirilip yol suzluk yapanlar siyasi yaşam dan silinecektir. Halkların doğrudan dem okrasisi kurulacaktır. Su gibi hava gibi herkese bedava olacak internet ile hem bürokra tik sorunlar çözülecek hem de şişkin devlet kadroları azaltılacaktır. Tam am da, bunlar için nasıl bir stratejik m ücadele yapılacaktır. Belli değildir. Bu anlam da M5S hareketi halk öfkesine popülist çözüm ler getiren bir ör gütlenm eden öteye gidemiyor. AB içinde üçüncü büyüklükteki bir ekonom iye nasıl bir hedef çizeceği bilmecedir. Sorunlar karşısında hareketin kısa zam anda bölünmesi kaçınılm az görünüyor. Ne İtalya’nın dış borçları ne de kemer sıkm a politikaları öne çıkarılır. Kemer sıkm alara alternatif yoktur. A B’ye kuşkuyla bakılır. Aslında bu borçlar ve kemer sıkm alar altında eşitlikçi m aaş ve emekli paraları ile yaşam aya devam anlam ı na gelir. Sonuçta M5S hareketi bir zam anlar tüm Avrupa’ya yayılan işgal hareketle rine benziyor. Öfkeleri var, talepleri var ama bunları düzene bir alternatif hali ne nasıl getirecekler? İşgalciler sonuçta yok oldular. İşgal ettikleri alanlardan süpürüldüler. M5S hareketi sanki bu silinip süpürülenlerin internet üzerinden yeniden başka şekilde ortaya çıkm asıdır. Ama gene önlerinde tutarlı bir hedef leri yoktur. Hareket 2009 yılında kuruldu. Avrupa’da halk öfkesini örgütleyen bir hare ket işte bu kadar kısa bir zam anda iktidar adayı olabiliyor. Halkların gücünü açığa çıkarm ası açısından ilginç bir olaydır. Ama finans-kapitalin gücünü gör memesi ve bu konudaki cahilliği, halklara büyük bedeller ödettirebilir. Kitlesel hayal kırıklığı yaratabilir, fakat kitleler biraz da böyle öğreniyorlar.
Syriza Syriza ise kendiliğinden çıkan bir örgütlenm e değil, birçok radikal sol guru bun bir araya geldiği bir koalisyondur. Yani her birinin eskiye dayanan bir prog ramı, tüzüğü vardır. Şim di hepsi bir koalisyon içinde birleşm işlerdir. Önüm üz deki aylarda da parti olacaklardır.
Sonuç Sosyalizm in çöküşünden beri halk hareketleri bir evrim leşm e yaşam akta dır. Başlangıçtaki anti-kapitalist ve anti-küresel hareketler zam anla büyüdü, ete kemiğe dönüşm ek için sosyal forum lar düzenlendi. Yeni liberal politikaların Avrupa’dan çok önce başladığı Latin Am erika’da halklar yıkılan sosyalizm i, 21. Yüzyıl Sosyalizm i olarak tekrar dikm e uğraşı içindeler. Avrupa halkları yeni li beral politikaların soygunu ve yıkım ı altında refah toplum u özlem lerinin kırılıp
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
Syriza 2009 yılında % 4,6 oy aldı ama 2012 Haziran genel seçim lerinde % 27 oyla ikinci parti oldu. Kemer sıkm a politikaları can yaktıkça Syriza iktidara yaklaşıyor. Başından beri koalisyona katılm am dedi. Zaten politikalarına bakıl dığında da Yunan politik arenasındaki herhangi bir parti ile ittifak yapabilm esi olanaklı gibi görünmüyor. Syriza Yunan burjuvazisi ve AB finans kapital çevre lerinin korkulu rüyasıdır. Syriza kemer sıkm a politikalarına hayır diyor. Şim dilik borç ödem elerini dur duracaktır. 2. Dünya Savaşı sonrası Alm anya’nın borç ödeme koşullarını istiyor. Syriza A B’nin yapısını eleştiriyor. Topluluğun bazılarını zenginleştiren bazı larını da yoksullaştıran politikalar ile kurulduğunu savunup değiştirilsin diyor. Anlaşm alar yeniden gözden geçirilsin, bu politik yapı değişm eden borç sorunu çözülm ez diyor. Sonuçta topluluktan çıkm ak değil topluluğa kendini olduğu gibi kabul ettirip onun yapısını değiştirm eye soyunuyor. Böylece A B’ye yeni bir yol arıyor. Syriza ülke içinde de devlet yapısını değiştirm ek istiyor. Vergi sistem i zen ginlerden daha çok ve düzenli vergi alınm asını sağlayacak şekilde değiştirile cektir. Başarılırsa dış borçlar bu vergilerle ödenebilir deniyor. Yolsuzluklar araş tırılacaktır. Syriza küçük esnafı koruyucu önlem ler alacaktır. Çiftçinin girdi fiyatlarından yok olm aları önlenecektir. Onlara kredi bankaları açılacaktır. Askeri harcam a lar kısılacak, fonlar eğitim ve sa ğlık sektörüne harcanacaktır. Syriza işçiler arasında çalışm alar yapıyor. İktidar olduklarında işçilerin üre tim araçlarının denetim ini ellerine alm asını destekleyeceklerini söylüyorlar. Onların sosyalizm i ulaşılm az değil olabilir bir seçenek olarak görmeleri doğ rultusunda eğitim ler veriyor. Syriza geçm işin sendika anlayışının yolsuzluk ve çürüm e üzerine kurulduğu tespitini yapıp bunun değiştirilm esi gerektiğini sa vunuyor, işçiler içinde örgütleniyor. Syriza çeşitli halk örgütlenm eleri içindedir. Evden atılanlar, sosyal harca maları kesilenler, öğrenciler, m em urlar ile bağlantı içinde ve onlarla birlikte çalışıyor. Mahalle çalışm aları yapıyorlar. Mahallelerde dayanışm a komiteleri kurmuşlar. Arjantin’de olduğu gibi em ekler ve m etalar takas ediliyor. Aydınlar bu komitelerin içindeler. Syriza bunları örgütlüyor. Sorunlara kolektif yanıt üre tilm eye çalışılıyor. Her ne kadar 21. Yüzyıl Sosyalizm i uygulayan ülkelerle iyi ilişkiler içinde olsa da böyle bir yönelişi yoktur.
oo
On
döküldüğünü görüyorlar. 2007 finans krizi kapitalist sistem in yapısal çarpıklığı nı, halklar için bir umut olm adığını kör göze batırır hale getirdi. Avrupa halkları nın gözlerindeki perdeler yavaş yavaş kalkıyor. Halklar yeniden bilinçlenm e ve öğrenme dönemindeler. Her protesto her düzen savunucuları ile çatışm a sanki gözlerdeki perdeleri daha da açıyor. Avrupa tablosu bize böyle bir öğrenme, bilinçlenm e dönem ini hatırlatıyor. Ama şurası bizce kesindir. Avrupa halk hare ketleri içinde güzel şeyler filizleniyor. Harıl harıl bir beklenti ve arayış yaşanıyor. Yavaş yavaş da olsa sosyalist hedefe doğru geri sayım başlam ıştır. Bu gerçekliği görm ek, hızlandırm ak her ilerici, halkseverin görevi olm alıdır.
AVRUPA HALK HAREKETLERİ
20 Mart 2013
SO SO
EVO MORALES'İN ISLA DEL SOL'DEKİ TARİHİ KONUŞMASI Çeviri Ayşe TANSEVER
Giriş 2012 yılının 21 A ralık günü güney yarım küredeki yaz dönüm ü, birçok yerli halk açısından olağan dışıdır. Çünkü Maya takvim ine göre orada ve dünyanın her yerinde bir çağ kapanm ış ve yeni bir çağ başlam ıştır. Efsaneye göre eski çağ ya da Macha (Zam ansızlık) olarak bilinen kara dönem , Kristof Kolom b’un, daha sonra Am erika olarak adlandıracağı, topraklara adım atm ası ile başlar. Sonraki çağ (Pachakuti), yavaş yavaş açlık, hastalık ve savaşların ortadan kalktığı, in sa n lık ve doğa arasında bir harm oninin kurulduğu bir çağ o lacak tır. Bolivya hüküm eti bu olayı Titikaka adında güzel göldeki Isla del S o l’da (Güneş Adası) görkem li bir kutlam a düzenleyerek kutladı. Güney A m erika’nın bu en büyük tatlı su gölü y a k la şık 4.000 metre yükseklikte Bolivya ve Peru arasındaki sınırı oluşturur. İnka efsanesine göre güneş burada doğm uştur. Bolivya Dışişleri B akanlığı, bir Aym ara şair, ayrıca yerli ve cam pesino (köy lü) hareketi içinde uzun süre aktivist o larak çalışm ış bakan David Choquehuanca liderliğinde, olayı duyurm ak için bir web sitesi kurdu. Bu sitede yerli tarih ve efsanelerin yanı sıra, turistik bilgiler içeren m akaleler de yayınlandı. 21 A ralık öncesindeki günlerde, hüküm et hem Isla del S o l’da, hem de bu s i tede iklim değişikliği, gıda krizi ve kapitalizm gibi konularda 13 farklı kamu forum ları düzenledi. Etkinlikler, çoğunluğu Güney A m erika’dan (tabii ki!) olm ak üzere beş kı tadan 40 yerli grup ve çok sayıda “gringo” (yerel olm ayan) turist çekti. Ayrıca
EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
Çeviren Notu: Evo Morales’in bu konuşmasını, 21. Yüzyıl Sosyalizm i prog ramına bir katkı sağladığını düşündüğümüz için yayınlıyoruz. Metnin Türkçe’de çeşitli versiyonları yayınlanmıştır. Burada yayınlanan metin, Richard Fidler’in Life on the Left dergisi ve boliviarising.org sitesinde yer alan İspanyolcadan İn gilizceye çevirisinin çevirisidir. Richard Fidler çevirisinin başına olayı anlatan bir giriş bölümü de koymuş. Bu bölümde, 21 Aralık 2012 günü Güneş Adası da kısaca anlatıyor. Konuşmanın anlaşılması açısından bu girişi de çevirmeyi uygun gördük.
o o EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
devlet başkanları, elçiler ve diğer yetkililer, dış ülkelerden de az sayıd a yetkili katıldı. Birçok açıdan oldukça görkem li bir gösteri oldu. Bolivya Başkanı Evo Morales’in festivale katılım ı en görkem li an oldu. Mo rales 21 A ralık günü yü zyılla rd ır Titikaka Gölü sularında avlanan yerli halk sanatçıları tarafından tasarlanm ış ve inşa edilm iş teknelere benzeyen büyük bir balsa salı ile festivale geldi. Kutsal alevi yaktıktan sonra, Morales hükü metinin felsefesini on em ir şeklinde bir Manifesto ile sunduğu bir saate yakın süren bir konuşm a yaparak kalabalığa seslendi. Konuşm a küresel krizin eko nom ik, ekolojik, kurum sal, kültürel, etik ve m anevi o larak çok boyutlu o ld u ğunu, ayrıca serm ayenin dünya ölçüsünde sald ırısın ı ve kapitalist sistem in doğa ve her şeyi m etalaştırm asını yererek hüküm etinin “ Living W ell” komm uniter so syalizm ini inşa etme hedeflerini açıkladı. Morales’in m esajı yabancı m edya tarafından büyük ölçüde göz ardı e d il m esine rağmen Bolivya’da ve daha az m iktarda Güney A m erika’da çok sayıda eleştiri ve yorum aldı. A şağıda bu konuşm aya benim çevirim in arkasından, bu eleştirilerin bir kısm ına atıfta bulunarak kendi eleştirilerim i yapacağım . İlk önce Evo Morales’in konuşm ası aşağıdadır. Konuşm anın birçok versiyonu olm asına rağmen ben onun konuşm asını İspanyolcadan çevirdim . Bu metnin Morales’in okuduğu metin gibi gözükm ektedir. Notlar bana aittir. ***
Kapitalizme Karşı Durmak Ve Yaşam Kültürü Oluşturmak İçin On Emir Kardeşlerim , Abya Yala’lı[1], Am erika, Avrupa, Afrika ve A sya’lı kardeşle rim! Isla del Sol adasında bizleri bir araya getiren bu devasa kalab a lık karşı sındaki şa şkın lığım ı belirtm ek istiyorum . Bolivya başkan yardım cısı Alvaro García Linera’ya; Nikaragua Başkan yar dım cısı Moisés O m ar H alleslevens Acevedo’ya; Venezüella Haberleşm e ve En form asyon bakanı Ernesto Villegas ve gene Venezüella’nın Latin Am erika ve Karayipler bakan yardım cısı Verónica Guerrero ve Kuzey Am erika bakanı C la udia Sa lern o ’ya; Küba Kültür Bakanı Rafael Bernal A lem any’ya; Bolivya’nın Am erika, Asya ve A vrupa’dan tüm bakanları ve büyükelçilerine, selam larım ı iletiyorum . Hoş geldiniz. Aynı zam anda bu 21 A ralık konusunu tartışan ve politik ekonom ik, çevre, Toprak Ana konusunda çok derin düşüncelerini belirten tüm sosyal hareket lere, onların liderleri kadın ve erkeklere ve çeşitli sektörlerin örgüt yö n e tici lerine selam larım ı yolluyorum . O nlar e şitlik ve sosyal adalet konusunda sü r mekte olan tartışm alara katkılarda bulunuyorlar. Bugün hepim iz, Pachakuti yani değişim dönem inde bir aradayız.
Isla del Sol, Yeni Bir Zamanın Başlangıcı Bugün, yani 21Aralık 2012 günü, Peru ve Bolivya arasında paylaştığım ız
Bu nedenle kardeşlerim , bu büyük eşsiz tarihi olay, Pacha’ı elde etm ek için harekete geçen Guatem ala, Meksika, Ekvator ve dünyanın diğer ülkele rindeki kardeşlerim iz için büyük bir sürprizdir Bu sabah, kardeşim başkan yardım cısı Alvaro Garcia ve kardeşim Dışişleri bakanı David C hoquehuanca ile birlikte hem Kanada hem de Am erika Bir leşik Devletleri’ndeki Kuzey Am erika yerli halklarının bu yaz gündönüm üne olan um utlarını belirtm ek için seferber oldukları haberini aldık. [4] Kardeşlerim : Dünyamızın hemen hemen her köşesi kendini iklim , fi-
nans, gıda, kurumsal, kültürel, etnik ve manevi kriz olarak gösteren dün ya çapında çok sayıda krizle karşı karşıyadır. Bu kriz bize kapitalizm in ve d izgin siz tüketim in son günleri içinde olduğunu gösteriyor; yani in san o ğlu nun Toprak A na’dan daha üstün olduğunu iddia eden ve onu kendi vahşi, a cı m asız, hâkim iyet objesi haline dönüştüren bir toplum m odelinin sonundayız.
Kapitalizm in ideologları kapitalist sistem krizine aşağıdaki çözümleri getiriyorlar: Bir yandan, daha fazla kapitalizm , daha fazla özelleştirm e, daha fazla m etalaşm a, daha fazla tüketim , doğal kaynakların daha irrasyonel ve vahşi söm ürüsü ile birlikte şirketler ve özel kârın daha fazla korunm asını sa vu n u yorlar. Öte yandan, daha az sosyal hak, daha az halk sa ğlığı, daha az kam usal ve parasız eğitim ve insan haklarının daha az korunm ası çözüm dür deniyor. Bugün gelişm iş ülke halkları ve toplum ları pazarın yarattığı kapitalist kri zi acı acı yaşıyorlar. Kapitalist hüküm etler bankaları kurtarm anın, şirketleri kurtarm anın, insanları kurtarm aktan daha önem li olduğunu düşünüyorlar. Kapitalist sistem de bankaların öncelikli ekonom ik hakları var ve birinci sın ıf vatandaşlığın tadını çıkarıyo rlar ve bu nedenle bankaların insan hayatından daha değerli olduğunu söyleyebiliriz. Bu d izgin siz kapitalizm de bireyler ve
EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
Dünya halkları, toplumsal hareketler, aşağılanm ış ayrımcılığa uğra mış insanlar aynı Pacha, Pachakuti zamanlarında olduğu gibi artık yeni den örgütleniyor, harekete geçiyor, yeni bilinç kazanıp tekrar ayaklanı yorlar.
O
Kutsal Titika ka gölündeki Isla del Sol adasından, bazılarının dediği gibi dün yanın sonunu beklediğim izi değil tekrar birleştiğim izi haykırm ak istiyoruz. Dünyanın sonu asla gelm eyecek. Biz burada dünya halklarına bu yeni şafak vaktinde bir um ut ışığı verm ek için toplandık. Bin yıl önce Güneş Zam anı Isla del S o l’da başladı. Tahuantinsu yo’yu ku ran, Manço Kapac ve Mama O cllo doğdu. [2] İşte bu yüzden bu ada zam anın ve güneş çocuklarının tarihinin başladığı adadır. Ama daha sonra yabancı iş ga lcile r ile birlikte karanlık geldi. H ırslarından cesaret bularak kıtam ız Abya Yala’ya geldiler, burada yaşayan yerli halkları kulları yaptılar. İşte bu karanlık, acı, üzüntü zam anıydı, W illka çocuklarının [3] zam an sızlık zam anıydı. Bugün, Tahuantinsu yo’ya hayat veren bu adadan, artık bu karanlık ve za m an sızlık çağını kapatıyor, yeni bir ışık zam anını, Pachakuti çağını açıyoruz.
<N O EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
in san lar kardeş değildirler, vatandaş değildirler, insan değildirler. Bireyler ve halklar borçlarım ödeyem eyenler, borç alanlar, kiracılar ve m üşterilerdir yani kısacası insanların parası yoksa on lar bir hiçtirler. Biz yeşil renk krallığında yaşıyoruz. Dolar gibi yeşil para politikaları, do lar gibi yeşil kalkınm a politikaları, do lar gibi yeşil konut politikaları, dolar gibi yeşil kalkınm a ve çevre politikaları. Bu nedenle kapitalist sistem yeni kriz dalgası ile karşı karşıya kalınca onun ideologları yeşil ekonom i ya da yeşil kapitalizm dedikleri sözde doğayı özelleştirm eden yana oldular. Ancak, pazar, liberalizm , özelleştirm e reçeteleri sadece yo ksu llu k, d ışla ma, a çlık ve kenara itilm e doğurur.
Dizginsiz kapitalizmin dünyaya bıraktığı görüntüler tehdit saçıyor. (a) Dünyada 850 m ilyon aç insan, 30 yıl öncesinden y a k la şık 200 milyon daha fazla. (b) Dünya en yoksulların ın yaşam beklentisi aynı 1977 yılın d aki gibi 44 y ıl dır. (c) Yaklaşık 1,3 m ilyar insan yo ksu llu k koşullarında yaşam aktadır. (d) Dünyada 230 m ilyon işsiz vardır, 30 yıl öncesinden 40 m ilyon daha faz ladır. (e) Son olarak, gelişm iş ülkeler yılda 700 m ilyon ton yiyeceği sokağa atı yorlar. Bu rakam Afrika Sahrası y ıllık üretim inin üç katıdır.
Kapitalist küresel krizin yapısal nedenleri arasında şunlar sayılabilir: (a) Zenginliğin bir avuç ülke ve ayrıcalıklı küçük bir so syal gurubun elinde birikip yoğunlaşm ası; (b) Serm ayenin en hızlı ve en büyük kâr getiren meta ve kaynakların üreti mi ve pazarlam asında yoğunlaşm ası; (c) Daha fazla şeye sahip olm ak daha iyi yaşam a ktır anlayışı ile üretilenle rin aşırı ve çok m iktarlarda tüketim inin kışkırtılm ası; (d) Serm ayeyi zenginleştirm ek uğruna çevre kirliliğine yol açacak tek kul lanım lık ürünlerin çok m iktarlarda üretimi; (e) Yenilenebilir ve yenilenem ez doğal kaynakların büyük çevre kirliliğine rağmen aşırı çıkarım ı ve kullanım ı; (f) Serm ayenin çabu k ve cöm ert kâr am acıyla finansal vurgunculukta y o ğunlaşm ası; (g) Bilgi ve teknolojinin en zengin ve en güçlü sosyal gurupların elinde y o ğunlaşm ası; (h) Ö zellikle de gelişm ekte olan ülkelerde devletin bağım sızlığının ve eko nom inin altını kazacak olan finans, ticaret ve çıkarım faaliyetlerinin arttırıl m ası, doğal kaynaklar ve onların kazanım larının tekelleştirilm esi; (i) Devletin görevinin bir düzenleyici seviyesine indirilm esi ve ‘yabancı y a tırım cılar her sorunu çözer’ m itosu ile onların halkların m ülklerinin yöneticisi yapılm ası, yani devletin ve halkların onların zayıf kulları haline gelm esi.
Dünya kardeşlerim, Kapitalizm savurgan, tüketici, dışlayıcı, kullaştırıcı, gösteriş ve sefa let üreten bir uygarlık yarattı. Bu acilen değiştirm ek zorunda olduğumuz bir yaşam, üretim ve tüketim modelidir.
co O EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
G ezegenim iz ve in san lık ciddi olarak yo k olm a tehlikesiyle karşı karşıyadır. O rm anlar tehlikede, biyo-çeşitlilik tehlikede, nehirler ve okyan u slar tehlike de, dünyam ız tehlikededir. Toprak Anam ız ve üzerinde yaşayan çok güzel in san topluluğu, bu iklim krizi nedeniyle tehlike altındadır. Bu iklim krizinin nedeni zenginliğin birkaç ülke ve küçük sosyal grupların elinde birikim i ve yoğunlaşm ası ile doğrudan bağlantılıdır. Ayrıca daha iyi bir yaşam dem ek, daha fazla, aşırı ve pahalı tüketm ek dem ektir anlayışı da buna yol açıyor. Serm ayeyi zenginleştirm ek için tek ku lla n ım lık m etaların üretimi çevreyi kirletiyor. Ayrıca yenilen ebilir ve yenilenm ez doğal kaynakların aşırı tüketim inin çevreye büyük zararları vardır. Kardeşlerim , Bolivya Çokuluslu Devleti, dünya halklarının haykırışını tekrarlıyor ve geze genim ize karşı ahlaki bir yüküm lülük içinde olduğum uzu kabul ederek insan lığın Toprak Ana ile uyum ve bütünlük içinde olm ası gerekliliğini savunuyor. Gezegenim izin geleceği çok hayati bir noktada duruyor. Yoksulluğun yok edilm esi, refahın dağıtım ı ve yeniden dağıtım ı, doğa ile bir uyum ve denge içinde yaşam a k için sosyal, m addi ve m anevi koşulların yaratılm ası ve gü ç lendirilm esi doğrultusunda tu tu lacak yol konusunda uzlaşm a sorum luluğu hem bilinçlerim izde duruyor, hem de yapabileceğim iz şeyler vardır. Zengin ve san ayile şm iş ülkeler doğa ile uyum içinde zenginliğin ve refahın so syalleşm esini arttırm aya hizm et etm elidir. Aynı şekilde yo ksu l ve gelişm ek te olan ülkeler de ellerindeki küçük zenginliği dağıtm alıdırlar. Varlıklı olanın va rlıksız üzerinde tahakküm kurduğu sistem de birikim ve gösteriş sürdükçe, hırs ve b e n cillik son bulm adıkça insanlığın bir geleceği yoktur. Bilgi, ze n gin lik, in sa n lık ve doğaya saygıd a birbirim izi tam am lam alı, paylaşm alıyız. 21 A ralık P achaku ti’nin başlangıcı, yani dünyanın yeni bir yaşam kültürü ne uyanışı dem ektir. D izginsiz kapitalizm in sonunun başlangıcıdır. Kötü kul lanm a ile in san lık ve doğa arasındaki şiddet dönem inden, yeni bir dönem e, yani insanlığın Toprak Ana ile bir bütünlük oluşturduğu ve herkesin her şeyin evren ile uyum , denge ve birlik içinde yaşadığı yeni bir dönem e girildi. Yü zyıllardır yaşayan top lu m lar için, gezegenim izde tellür-ko zm ik değişik liklerin yaşanacağı günlerdeyiz. Ölüm , açlık, ad a letsizlik kültürünün artık so nuna gelindiği kehaneti vardır. Dünyada süre giden birçok şey bitecek ve çok derin d e ğişiklikle r başlayacaktır. Aynı şekilde, bu yeni dönem , m onarşiler, hiyerarşiler, oligarşiler, pazar ve serm aye anarşilerinin sonunun başlangıcı olm alıdır. Pachakuti başladı. Titikaka gölündeki Isla del Sol adasında bizlerle bir araya gelen herkes, birer Gökkuşağı Savaşçısı, İyi Yaşam Savaşçısı ve bu d ü n yanın isyancılarıdır.
Bu bağlam da, kapitalizm e karşı durm ak ve yeni bir yaşam kültürü o lu ş turm ak için on em ir önerm em ize izin verin.
1. Politika alanında: Demokrasi ve siyaseti yoksulu güçlendirici ve halklara hizmet götürü cü şekilde yeniden kurun.
o EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
Dünya bir po litik sistem krizi yaşıyor. Çünkü artık halkları tem sil etmeyen, seçkinlere hizm et eden, dışlayıcı, o ligarşik yapıda, bir avuç insanın cebini doldurm aya yö n e lik iktid arlar kuruluyor. Sözde dem okrasiler, doğal kaynak ları uluslararası şirketlere peşkeş çekm enin bahanesidir. Bu sahte dem ok rasilerde siyaset, hizm et verm e değil, kar aracı olm uştur. Dünya halklarının taleplerine yanıt verm eyen, eskim iş hüküm et biçim leri hala varlığını sü rd ü rüyor. Dem okrasileri yeniden kurm alıyız. Po litikacıların, yoksulun hizm etin de bir m ilitan olm ak yerine, aristokrat sınıftan geldiği söm ürge dem okrasisi istem iyoruz. Eğer bir dem okrasi yoksulu, kenarda duranı güçlendirm iyorsa, en ihtiya cı olanların acil ihtiyaçlarını başta gelen görev o larak ele alm ıyorsa geçerli değildir. Birkaç kişinin zengin olduğu, çoğunluğun yo ksu lla ştığı dem okrasi, dem okrasi değildir. Dem okrasiyi yeniden kurm ak, devleti yeniden kurm ak, cum huriyeti ye n i den kurm ak, politikayı yeniden yap ıla n d ırm ak en başta aşağıdakileri yerine getirm ekle sağlanır: 1. Hiyerarşi, m onarşi, oligarşi, pazar ve serm aye anarşisinin her türden biçim inin ortadan kalktığı bir po litik sistem yeniden kurulm alıdır. Dem okrasi pazarın değil halkların iktidarı olm alıdır. 2. Seçkinler ve azınlıkların çıkarlarına hizm et veren tem sili dem okrasinin ötesine geçip, ne çoğunluk ne de azınlıkların olm adığı, kararların oy birliği ile alındığı, oyların değil m antığın öne çıktığı kom ünal dem okrasilere geçilm elidir. 3. Po litik çalışm anın yaşam a verilen tam ve sürekli bir hizm et olduğu fikrini yaygınlaştıralım . Bu toplum lara etnik, insancıl ve ahlaki b a ğlılık gö s term ektir. Yalan söylem eye, çalm aya, tem bellik ve d a lkavu klu k etmeye karşı atalarım ızdan gelen ahlaki ilkelerin tekrar canlandırılm asıdır. 4. Vatanı sanki bir iş yeri gibi kullanm ak, ona hizm et etm ek değildir. Po liti kacılar devletin yasal ve ekonom ik kurum larını kendi özel ve kişisel çıkarları için kullanam azlar. 5. Sosyal ve top lu m sal örgütler aracılığıyla in san lar po litik iktidarı ellerine alm alı ve çok uluslu devletin yeni biçim lerini kurm alılar ki, böylece m andar obedeciendo (halk hareketlerinin taleplerine uyarak onlara liderlik etmek) çerçevesinde kendi kendilerini yönetebilsinler.
2. Sosyal hayatta: İnsan ihtiyaçlarının metalaşması yerine daha çok sosyal hak ve insan hakkı
LO
O
A daletsiz gelir dağılım ı, tem el hizm etlerden ayrım cı ve eşitsiz yararlanm a sonucu günüm üz dünyasında zengin ve yoksul arasında süre giden farklılık, insanın a şağılandığı çok çirkin bir gerçeklik. Serm aye ve Pazar, e şitsizlik ve yo ksu llu ğa bir çözüm değildir. B unlar sadece hizm etleri özelleştirir ve ihti yaçlardan kâr devşirir. Ö zellikle su gibi tem el hizm etlerin özelleştirilm esi ko nusunda çok trajik şeyler yaşadık. Bu ciddi sosyal eşitsizliklerin üstesinden gelm ek için diğerlerinin yanı sıra, aşağıdaki şeyleri yerine getirm elidir: 1. Dünyam ızın dört bir yanındaki insanların su, elektrik, haberleşm e ve sa ğ lık gibi tem el ihtiyaçlarının uluslararası yasalarla ve tüm ülkelerin ulusal standardı o larak tanınm ası zorunluluktur. 2. Ö zellikle su, yeryüzündeki tüm canlıların yaşam ası için doğrudan öne me sahip olduğundan tem el insan hakkı olm alıdır. Su, tüm üretim sürecini harekete geçiren tem el öğedir. 3. Tem el hizm etlerin bir insan hakkı olduğunu kabul etm enin yanında, bu hizm etlerin m illileştirilm esi ile işe başlam alıyız. Çünkü özel m ülkiyetçiler ya şam için tem el olan bu hizm etlerden halkın çoğunluğunun yararlanm asını sağlam ıyorlar. Ç oğunluğun ulaşam ayacağı bir ekonom ik değer biçiyorlar. 4. Daha çok eko nom ik kaynak devletin elinde birikm ek zorundadır. Bu zenginliğin bölgeler ve in san lar arasında en çok ihtiyacı olan ve en sa vu n m a sız olanlara dağıtım m ekanizm aları yaratılm alıdır. A ncak böylece ön üm üzde ki birkaç yıl içinde ekonom ik zenginliği dem okratik hale getirerek, dünyadaki sosyal, m addi ve ahlaki yoksulluğu ortadan kaldırabiliriz. 5. Ne m ateryalist ne de tüketici olan, dayanışm a ve uyum içinde tüm dünya insanlarının büyük bir ailenin parçası olduğu, derin devrim ci ahlakla gelişm iş bir İyi Yaşam ve daha iyi yaşam a arayışına kendini adam ış tutarlı, yeni, bütün bir insanın oluşum unu geliştirm ek gereklidir. 6. İlaç endüstrisinin uluslararası tekelini sona erdirip, atalarım ızdan kalan doğal tıbbı bilgi ve uygulam aları yeniden güçlendirm eliyiz.
EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
3. Kültürel ve manevi yaşamda: Halklarım ızı ve kültürümüzü bağım sızlaştırm alı ve İyi Yaşam için komünal sosyalizm kurulmalıdır. Kardeşlerim , Biz her şeyin küreselleştiği ve hom ojenleştirildiği, kültürel kim liklerin geç mişin çöplüğüne atıldığı, unutturulm aya çalışıld ığı bir dünyada yaşıyoruz. Ta rih ve atlarım ızdan kalan kültürler, ekonom i ve p o litikalar bir kenara atılıyor ve onların verdiği m anevi kültürel enerji ve güç küçüm seniyor. Bu dünyam ızı insanlıktan çıkardı; m anevi, kültürel kayn aklarım ız aşağılandı. Oysa kapita lizm in vahşetine karşı gerekli olan gücüm üzü bunlardan alacağız. O nedenle: 1. Irkçılık, faşizm ve her türden ayrım cılıktan kendim izi bağım sızlaştıralım . 2. Kendim izi lüks, bencillik, açgözlülük, m etalaşm a ve tüketicilikten ba ğım sızlaştıralım ve İyi Yaşam biçim ini geliştirelim .
o
3. Toprak Ana’nın üstünde yaşayan tüm insanların ve toplum ların bilincini güçlendirm ek için dünyam ızdaki eski kültürlerin bilgi ve yaşam anlayışlarını yeniden canlandıralım . Yaşam ak ve saygıdeğer olm anın ne anlam a geldiğini anlayalım . Biz hepim iz kardeşiz ve aynı Toprak A na’dan besleniyoruz. Doğa nın kendisine saygı duyalım . Tüm can lıla r hayatın arm oni ve dengesinin bir parçasıdır. Biz Toprak A na’nın rahm inden do ğduk ve tekrar ona döneceğiz. 4. Eğer ki bir ülkede birden fazla kültür varsa o zam an sosyal, ekonom ik, yasal ve kültürel çoğunluğa saygı duyan, çok uluslu devletlerin kuruluşunu h ızlandırm ak zorunluluktur.
EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
4. Çevre ile ilgili olarak: Toprak Ana’nın haklarını korumak, iyi yaşamak ve “yeşil ekonomi nin” çevreyi sömürgeleştirmesine karşı duruş için: Son yıllarda kapitalist sistem in ideologları bu toplum m odelini kurtarm ak için bir “yeşil e ko nom i” yarattılar. Bu sadece yeşil kapitalizm için doğanın m etalaştırılm ası dem ektir. Yeşil ekonom i ölüm ekonom isidir, çünkü doğayı kurtarm a adına dünya insanlarının ölüm ferm anıdır. Bu nedenle biz yeşil ekonom iyi bir yeni çevre sö m ü rgeciliği, yeşil kapitalizm olarak değerlendi riyoruz. Aynı şekilde gezegenim izin içinde bulunduğu iklim krizi, bizi çok y a kından ilgilendirir, çünkü Toprak Ana üstünde yaşayan tüm insan top lu lukları doğal afetlerin korkunç so nuçlarının tehdidi altındadır. Bu durumu değiştirmek için dünya halkları aşağıdaki eylemleri desteklemelidir: 1. İklim krizine neden olm uş ülkelerin tarihsel so rum lulukların ı yerine ge tirerek Güney halklarına iklim borcunu ödem elerini ve bağlayıcı uluslararası a n laşm alar çerçevesinde gaz em isyonunu azaltm alarını talep edelim . 2. Doğal kaynakların bitm esini önleyici eylem ler ve p o litikalar uygulam a lıyız. Yeryüzündeki yaşam Toprak Ana ve onun bileşenlerinin tutarlı bir yö n e tim i ile ancak devam edebilecektir. Gezegenim izin in san lar olm adan daha iyi yaşayacağını, am a insanların onsuz yaşayam ayacaklarını aklım ızdan çıkart m ayalım . 3. İçinde bulunduğum uz yüzyıl, dünyada uyum ve denge içinde y aşaya bilm ek için uluslararası anlaşm alar, ya sa la r ve tüm kanunlarda Toprak Ana haklarının evrensel o larak tanınm ası için m ücadele yüzyılıdır. 4. Dünya ülkeleri Toprak Ana ve onun bileşenlerinin doğal süreci ve çev resel işlevlerinin m etalaştırılm asına karşı kararlı ve aktif bir m ücadeleyi yü k seltm elidirler. Kutsal Toprak Anam ızı pazarların öne çıkarttığı sahte hayal lere satam ayız. H alklar ve Toprak Ana ne şim di ne de hiçbir zam an sa tılık olm ayacaktır.
5. Doğal kaynaklar ile ilgili olarak: Halkların tam gelişimi için doğal kaynaklar üzerindeki söm ürgecilik ve yeni liberal politikalar egemenliğinden kurtulmak olmazsa olmaz ko şuldur.
6. Gıda egemenliği ile ilgili olarak: İyi yaşam ak için karnımızı nasıl doyuracağımızı bilelim, gıda bağım sızlığını ve insanların gıda hakkını geliştirelim. Yiyecek güvenliği, dünya ölçüsünde gıda güvenliği ve insanın yiyecek hak kı çeşitli yaklaşım ve açılardan tartışılıyor. Gıda ve İyi Yaşam bireylerin tem el hakkıdır. Bu nedenle devletler ve h alklar bir dizi eylem leri yükseltm elidirler: 1. “İyi Yaşam için nasıl besleneceğim izi öğrenm eyi” örgütlem eli, besinle rin birer ilaç ve kültürel kim liğim izin parçası olduğu gerçeği ile toplum um uzun beslenm e bilgisi ve üretici teknolojisini kurup geliştirm eliyiz. 2. Her ülkede aile tarım ını destekleyerek ayrıca kır üreticisinin ekonom ik, sosyal, kültürel, politik, üretici ve eko lojik sistem ini güçlendirm e yolu ile her ülkenin kendi kendini beslem esini sağlam aya çalışın. 3. İnsan sa ğlığın a zararlı besinlerin pazarlanm asını denetlem eye önem vererek kötü beslenm enin etkilerinden insanları korum alıdır. 4. Gıda üretimi ve pazarlam asına dayalı finansal vu rgu n cu lu k cezalandırm alıdır.
7. Entegrasyon ve uluslararası ilişkiler ile ilgili olarak: Müdahalecilik, yeni liberalizm ve sömürgeciliğe karşı Güney halkları nın ittifakı A talarım ız he zam an kültürlerle kaynaşık, ticaretle kaynaşık, dayanışm a ile kaynaşık ve işbirliği ağı içinde yaşadılar. Bugün biz de destek, işbirliği ve dayanışm a çerçevesinde yaşam ı ve insanlığı güçlendirm ek için h alklar ve topluluklar, devletler ve hüküm etler arasındaki kaynaşm ayı inşa etm eli, güçlendirm eliyiz. Ölüm ve savaş d iplom asisi, m etalaşm a, özelleştirm e, doğal kaynakların yağm alanm ası ile karşı karşıya olan Güney’de kendim izi güçlendirm ek için kendi halklarım ızın po litikalarını kendim iz inşa etm eliyiz. Güney, Kuzey güçlerinin itaatkâr ve köle piyonu d eğildir ve olam az. Biz Kuzey güçlerinin ne endüstriyel-nükleer atık yeriyiz, ne de onların tükenm ez
^1
O EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
Doğal zen gin likle r birçok ülkede ekonom ik zenginliğin tem el kaynağıdır. A ncak, çoğu ülkede bu servet uluslararası güçler tarafından özel ellerde ve halklar pahasına kendilerini zenginleştirm ek için yağm alanm aktadır. Biz tüm ülkelere, doğal kaynaklarına ilişkin aşağıdaki eylem leri öneriyoruz: 1. Doğal kaynakların m ülkiyetini tüm halkların çıkarına ve m utluluğuna yöneltm ek için devlet denetim ine alın. 2. Stratejik doğal kaynağı olan tüm ülkeler bunları m illileştirm ek sürecini hızlandırsın, çünkü ancak böyle bir m illileştirm e ile ekonom ik sö m ü rgecilik süreci durdurulabilir, devlet ekonom ik kaynaklarla gü çlen ir ve halklarına te mel hizm etleri daha iyi verebilirler. 3. Doğal kaynakların sanayileşm e süreci, Toprak A na’nın haklarının ko runm ası ve saygıyı akıldan hiç çıkartm adan geliştirilsin.
oo
o EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
ham m adde kaynağıyız. Güney halk iktidarları, bağım sız ve vatansever ikti darlar, ticari, kültürel, tekn olojik, ekonom ik, finansal ve so syal entegrasyon projeleri inşa ediyorlar. Güney halklarının, Kuzey halkları ile dayanışm a ha linde, sosyal, ekonom ik ve kültürel anlam da kendisini güçlendirdiği bir d ö nem deyiz. Entegrasyon ancak güçlü devletlerin ve halkların, m illiyetçi, vatansever ve so syalist hüküm etlerin po litik kararlılığı ile gerçekleştirebilirler. Bölgesel güç ve entegrasyon projeleri ile güçlü Güney ittifakı kurulabilir. Güneyin gücü onun bağım sızlığından, kalkınm a hakkından, devlet ve halkların dayanışm ası ve desteğinde doğar. Güney gittikçe güçleniyor, bütün leşiyor. B ağım sızlık, vatanseverlik, m illiyetçilik olm adan, devlet ve halkların sö m ü rgecilik ve yeni liberal kölelik zincirlerini koparm a arzusu gelişm eden güçlü bir Güney kurulam az. Güney-Güney bütünleşm esini başarm ak için aşağıdaki eylem ler teşvik edilm elidir: 1. Yaşam A nlaşm aları im zalayab ilecek güçlü ittifaklar ve koalisyonlar ku ralım. Güney kadar Kuzey halkları için ölüm anlaşm ası dem ek olan serbest ticaret anlaşm aları yerine bilgi, teknoloji ve m ali kaynakların paylaşım ı an laşm alarına imza atm alıyız. 2. Güneyin devlet ve halkları arasında entegrasyon ve ortak kalkınm a m e kanizm aları inşa edilm elidir. B unlar en başta bilgi, teknoloji, enerji, gıda üre tim i, finans, sa ğ lık ve eğitim alanlarını kapsam alıdır. 3. Kuzey halkları ile birlikte em peryalizm i yo k etme ve Toprak Ana ile uyum içinde m edeni iyi yaşam ufku geliştirilm elidir.
8. Bilgi ve teknoloji ile ilgili olarak: Bilgi ve teknoloji, yoksulluk ve açlığı ortadan kaldırıp birlikte kalkın manın temel araçlarıdır Haberleşm e, eğitim , tem el hizm etler, sanayi ve enerji projeleri, ham m ad denin işlenm esi ve gıda üretim araçlarının sağlan m ası yani kısacası eko no m ilerim izin kalkın m ası için bilgi ve teknoloji tem eldir. Günüm üzde kalkın m ış ülkeler teknolojilerini, patentler ve lisan slar ile kıskançça koruyorlar ve onları elde etm em izi engelliyorlar. Teknoloji istiyorsak onların teknoloji pazarlarına girm em iz gerekiyor. Dayanışm a yok. G elişm iş ülkelerle tekn ik yardım laşm a ve dayanışm a m üm kün değildir. Teknoloji üzerindeki tekel gelişm ekte olan ülkeler üzerinde denetim sağlam a aracıdır. Zengin gelişm iş ülkelerin u lu s lararası güçleri ve em peryalizm teknolojiyi paylaşm ıyor, çünkü onları bizim üzerim izde hâkim iyet kurm ak ve bir b ağım lılık yaratm ak için satıyorlar. Bu nedenle her zam ankinden daha fazla aşağıdaki eylem leri teşvik etm ek zorunludur: 1. İyi Yaşam ı kurm ak ve Toprak Anam ızı korum ak için atalarım ızın ve top lulukların bilgi, bilgelik, tekn ik ve teknolojileri ile m odern bilim in pratiklerini ve teknolojilerini birleştirelim .
Söm ürgeci küresel kurum lar halkları kandırm ak için tasarlanm ıştır. Yeni lenm iş G üvenlik Konseyi ile Birleşm iş Milletler ve NATO, ülkeleri işgal ediyor, halkları yo k ediyor, katliam ları yasalaştırıp yönlendiriyorlar. Ulusal güvenlik bahanesi ile insanların üstünde egem enlik sa ğ la m a k için askeri üsler ve s a vaş endüstrileri kurulm asını kabul edip, izin verem eyiz. En önem li şey halk ların yaşam ları ve Toprak A na’nın güvenliğidir. Silah üretimi kapitalizm i zen ginleştiren ve gezegenim izi tahrip eden bir ölüm sektörüdür. Birleşm iş Milletler denen küresel kurum sal m ekanizm a halkların bağım sız kararını yo k etm ek için tasarlanm ıştır. Burası bürokrasinin, serm aye ve em peryalizm hizm etinde çalıştığı kurum dur. Dünya halkları olarak bizler, bu uluslararası kuruluşların işgali ve m üdahale hakkını kendilerinde görm eleri ni kabul etm iyoruz. BM’nin kabul edilir bir ahlakı yoktur. Biz dünya halkları o larak bu em peryalist bürokrat elit kurum u kabul etm iyoruz. Ö zelleştirm eci yeşil ekonom i BM kazanlarında pişirildi ve biz bunu ö lü mün kara ekonom isi o larak görüyoruz. Ö zelleştirm e ve m üdahale reçeteleri hep buradan kök salıyor. BM zengin ve güçlü ülkelerin kurum u gibidir. Belki o nedenle EÜÖ yani Em peryalist Ülkeler Örgütü adı verilm elidir. Biz BM’yi iste m iyoruz ve onu reddediyoruz. Yeni liberal bürokrasi, yeşil ekonom i ve özelleştirm e bürokrasisi, yap ısal uyum po litikalarını öneren bürokrasi, serm ayeye hizm et edenler, tahakküm ve yoksulluğun ideologları, hepsi halkları ve kalkınm akta olan ülkeleri sö m ürgeleştirm e inancı ile davranıyorlar. O nlar bizi aptal sa n ıyo rlar ve reçete lerini uygulayalım istiyorlar. İyi Yaşam am açlı olarak yeni bir dünya halkları kurum u oluşturm ak için şu aşağıdakileri geliştirm eliyiz: 1. H alklarım ız ve ülkelerim izin bağım sız, saygın bir şekilde herhangi bir m üdahaleye izin verm eden, herhangi bir dış askeri üs kurm adan yaşayacağı yasal koşulları ve kurum ları inşa edelim . 2. Dünya Bankası, IMF gibi küresel finans kurum larının, onların uyduları nın ve yeni-liberal tahakküm ün aydınlarının ideo lojik ve politik etkilerinden kendim izi kurtaralım ve İyi Yaşam a yö n e lik po litikalar tasarlayan ve öneren kendi kurum larım ızı kuralım .
O EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
9. Uluslararası kurum sallık ile ilgili olarak: Toprak Ana, yoksullar ve halkların dünya kurumsallığını inşa etmeli yiz. Birleşmiş Milletler ve sermaye imparatorluğunun kurumlarının mü dahaleciliğini ve yeni liberalizmini kabul etmiyoruz ve bunlara izin ver miyoruz.
VO
2. Kuzeyin uluslararası güçlerine tekn ik bağım lılığım ızı kırm ak için kendi öz bilgi ve tekn iğim izi geliştirm eliyiz. 3. Kuzey’in uluslararası güçlerinin m etalaşm ış egoistliğine karşı Kuzey halkları ile birlikte Güney halkları ve devletlerinin dayanışm a, işbirliği, birbir lerini tam am lam asını sa ğlayıp güçlendirelim .
Yo ksullar Dünya Örgütünü, Adalet Dünya Örgütünü, H alkların Bağım sızlığı Dünya Örgütünü, Toprak Ana Dünya Örgütünü, Dünya H alkları Meclisi Ö rgü tünü kuralım .
o
10. Finans ekonomisi ile ilgili olarak: Ekonomik kalkınma pazar, sermaye ve kâr amaçlı olmamalıdır. Kal kınma insan mutluluğu ve Toprak Ana ile uyumlu bir denge olarak algı lanmalıdır.
EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
Kapitalizm yo ksu llu k, a çlık ve sosyal adaletsizliği küreselleştirir. İnsan haklarını, sosyal, ekonom ik ve kültürel hakları, çevreyi tahrip eder. D izginsiz kapitalizm a çlık ve yo ksu llu k yaratır. Küresel kapitalist finans sistem i sö m ü r geci ve em peryalisttir, güçlü ülkelerin gelişm ekte olan ülke ve halklarını özel leştirm ek, m etalaştırm ak ve kendi oligarşilerinin denetim ine alm ak, serm a yenin anarşik m etalaşm asına tabi kılm ak için kullandıkları bir silahtır. Bu nedenle biz uluslararası finans sistem i ve onun uyduları IMF ve Dünya Bankasını benim sem iyor ve onu d a ğıtm ak istiyoruz. Bu nedenle dünya hüküm etleri ve halklarını bu finans sö m ü rgeciliği zin cirlerini kırm aya çağırıyoruz, çünkü ancak ekonom ik ve finansal bağım sızlık, kendi kaderim izi belirlem em ize ve bağım sız bir yol çizm em ize izin verecektir. Ekonom i ve finansın bağım sızlığı için aşağıdaki eylem leri önüm üze koyu yoruz: 1. Eşitlik, ulusal bağım sızlık, ortak çıkarlar, doğa ile uyum , devletler ve halklar arasında işbirliği ilkelerine dayalı olan yeni bir uluslararası ekonom ik ve finansal düzen kurm alıyız. Bu yeni düzen sürdürülem ez üretim ve tüketim m odelini değiştirm eli, zengin ve yoksul ayrıca kalkınm ış ve kalkınm akta olan ülkeler arasındaki farkı büyük ölçüde azaltm aya yö n e lik olm alıdır. 2. Dünya Bankası ve IMF güçlerinin bağlayan kollarından özgür yeni kü resel, bölgesel ve ulusal bir finans sistem i kurm alıyız. Yeni yapı ve yeni fin a n sal düzen halkların kendisi tarafından ve on lar için olm alıdır. 3. Ulusal ve uluslararası düzeyde yeni bir yasal ve kurum sal yapı oluştur m ak ve ayrıca yeni bir sistem le finans sektörünün gözetim i ve düzenlem esini yap m ak gereklidir. Devletler ve halklar özel finansı denetlem elidir ve özel ç ı karların ve finans yönetim inin söm ürgeci köleliğine tabi olm am alıdırlar. 4. Yalnız bizi tehdit etmeye, varım ızı yoğum uzu verm eye zorlayan, doğal kaynaklarım ızı özelleştirm eye, halkların ve devletlerin bağım sızlığını tahrip etmeye yarayan Dış Borç denilen şeyin söm ürge bağlarından kurtulm alıyız. Söm ürgeci Dış Borç gelişm ekte olan ülkeleri yo ksu llaştırm a ve kalkınm a kay naklarını ellerinden alm anın yoludur. Adil olm ayan Dış Borçların iptal e d il mesi çağrısı yapıyoruz. Eşitsizliğe son! Yoksulluğa son! Zenginliğin dağıtılm a zam anıdır. 5. Gelişm ekte olan ülkeler olarak kendi öz finans kaynaklarım ızı yarat m alıyız. Dünyanın Yoksul ve Bağım sız H alklar Dünya Bankasını kurm alıyız: Kapitalist söm ürgeci finans sistem inin koşullu yard ım lar ve borç verm elerine
güvenem eyiz. Birleşm eli, kaynaşm alıyız. Yani kendi bağım sız, halk çıka rla rın dan yana devlet finans sistem im izi kurm alıyız. 6. Kapitalizm in yücelttiği rekabet politikaları yerine İyi Yaşam ufku ile ge liştirilm iş dayanışm a, birbirini tam am lam a, po litikaları ile bölgesel pazarları inşa edip güçlendirm eliyiz. Bizim İyi yaşam kom ünal Sosyalizm görüşüm üz pazar değil haklar üzerine kuruludur. İnsanların, toplum ların m utluluğunun tam gerçekleşm esine d a yalıdır. İnsanların, devlet ve Toprak A na’nın birbiri ile bağlanm ış bir şekilde birbirini destekleyen m utluluğudur. Yeniçağ em eğin iktidarı, m ahallelerin iktidarı, insanların dayanışm ası, o tüm canlıların birlikte iktidar olduğu bir çağdır. Böylece Toprak Ana ve İyi Ya o şam Kom ünal Sosyalizm i kurulur. 5 Kardeşlerim : Yaşam ve İn san lık için 10 em ir anlam ına gelen bu İsla del Sol 00 adası m anifestosunu dinlem e sabrını gö sterdiğiniz için çok teşekkür ederim . Bu m anifesto tüm dünya insanlarının özgürlüğünü destekleyen Bolivar halk 00 r~ > larının deneylerinden yola çıkm aktadır. O Kardeşlerim Abya Yala liderleri, Am erika ve Dünya halkları ve sosyal güçler 00 o larak gezegenim izi, yaşam ı ve insanlığı kurtarm ak gibi büyük so ru m lu lu klar O rz taşıyoruz. Bu tarihi yaz dönüm ü, yani Pachakuti dönem inin başladığı günde, O m burada bulunduğunuz için teşekkür ediyoruz. > Son o larak Isla del Sol adası yerli halklarına deneylerim izi paylaşm a o la 73 nağı verdikleri için teşekkür ediyorum . Sosyal örgütler, silahlı kuvvetler, ba 7^ kanlar, ulusal ve bölgesel liderlerim ize de dünya halkları için bir um ut olan O bu m ükem m el festivali düzenledikleri için teşekkür ediyorum . Lütfen şunu hep birlikte söyleyelim : >oo Ja lla llla , dünya halkları! Kausachun, dünya halkları!
111
KAVRAMLAR
<N EVO MORALES’İN ISLA DEL SOL’DEKİ TARİHİ KONUŞMASI
[1] Batı yarım küreye Bolivya yerlilerinin verdiği ad. [2] Manco Kapac (ya da Capac) Cusco krallığının efsanevi ilk Sapa Inca’sıdır. Tanrı Inti Mama O cllo ’nun oğlu denir. Bazen de Manco K a p a c’ın kızı ve karısı olarak anlatılır. İnka m itolojisinde ve rim lilik anası ve tanrıçasıdır. [3] Wilka, Aym ara yerli dilinde “ b üyüklük”, “zirve ” anlam ına gelir. Genel olarak yerli protesto liderlerine bu ad verilir. Pablo Varate W illka 1899 yerli ayaklanm a lideriydi. [4] Kanada O ttava’da Harper hüküm etine karşı olan Idle No More hare keti 21 A ralık (kış gündönüm ü) günü a çlık grevinde olan Attaw apiskat lideri Theresa Sp en ce ’ye destek verdiğini açıkladı.
ÇKP NEDEN AYAKTA?
21. yüzyılın ilk on yılına hızlı ekonom ik kalkınm ası ile dam gasını vuran Çin, birçok açıdan anlaşılm ası oldukça zor, sıra dışı bir sentez görünümü vermekte dir. Sermayenin küreselleşmesi sürecinin en önemli bileşenlerinden biri olarak konumlanan, çektiği yabancı yatırım lar sonrasında “dünya fabrikası” olarak anılmaya başlayan, bu anlam ıyla dünya kapitalist sistemi içerisinde çok özel bir yeri bulunan Çin, 1989 yılında yaşanan büyük Tienanm en olayları sonrasında ayakta kalmayı başaran bir Kom ünist Partisi tarafından idare edilmektedir. 1949 yılında gerçekleşen devrim ile iktidara gelen Çin Kom ünist Partisi, o günden bu güne Çin siyasi hayatının, en azından merkezi düzeyde, tek hâkimidir. Bu ha kimiyete potansiyel anlam da alternatif oluşturabilecek bir siyasi organizasyon da görünmemektedir. Batı dünyasında tek parti iktidarının, diğer post-sosyalist ülkelerde olduğu gibi ortadan kalkacağına dair beklentiler de giderek zayıfla maktadır. (Ergenç, 2010; Heberer ve Schubert, 2006) Bu çelişkili gibi görünen durum, literatürde genellikle Ç in’e sağladığı im kânlar açısından değerlendirilmektedir. Otoriter rejimlerin ekonom ik kalkınma süre cinde oynayabileceği olumlu rol vurgulanarak, otoriterlik ve kalkınm a arasında bir takım bağlantılar incelenmekte ve öne çıkarılmaktadır. (Haggard,1990) Oysa öncelikle açıklanm ası gereken dünyada benzerleri yok olan bir siyasi rejimin, komünist bir tek parti iktidarının, 1989’da Tienanm en Meydanı ile simgelenen ve aslında tüm ülkeye yayılan çok önemli bir meydan okuma ile karşı karşıya kalm asına rağmen nasıl olup da yoluna devam edebildiğidir. Sovyet bloğunu oluşturan tüm komünist iktidarların çökmesi üzerinden oldukça uzun zaman geçm esine rağmen Çin Kom ünist Partisi, uygulanan piyasacı ekonomi politika larına rağmen iktidarını sürdürmekte, Çin’i dünyanın en önemli ekonom ik ve siyasi güçlerinden biri haline getirmekte olan bir döneme öncülük etmektedir. Ç in’in ekonom ik anlam da ortaya koyduğu bu başarılı performans, genel an lamda sosyalizm den kapitalizm e geçiş tartışm alarını da etkilemektedir. Ç in’de uygulanan aşam acı geçiş m odelinin, neo-liberal iktisatçılar tarafından savunu-
ÇKP NEDEN AYAKTA?
GiRiŞ
co
M. Büyükkarabacak
ÇKP NEDEN AYAKTA?
lan ve genel olarak Rusya ve Doğu Avrupa ülkelerinde uygulanan şok terapilere dayanan ani geçişlerden çok daha etkin sonuçlar üretebildiğini öne süren geniş bir evrimci grup bulunmaktadır. (Buroway,1997) Şok terapi görüşü, eski rejim den kalan kurum sal yapının piyasaların gelişmesi ve özel sektörde sermaye bi rikiminin sağlanm asının önündeki en önemli engel olduğunu savunm akta, pi yasaların kurumsal yapının yıkılıp yeniden yapılanm asını sağlam ak durumunda olduğu ifade etmektedirler. (Sachs ve Woo, 1994) Buna karşılık evrimciler, ye nileri inşa edilemeden var olan kurumların yıkılm asının olası en kötü seçenek olduğunu savunm akta, bunun yerine eskinin bağrında yeninin adım adım inşa sına dayanan bir modeli önermektedirler. (Poznanski, 1993) Susan L. Shirk tara fından önerilen kurum salcı bakış açısı ise evrimci teoriye benzemekle birlikte, siyasete ve devletin rolüne daha merkezi bir rol vermekle bunlardan ayrılm akta dır. Shirk’e göre Rusya’nın en büyük hatası ekonom ik reformlar yerine politik re formlara öncelik vermiş olmasıdır. Çin deneyiminin ortaya koyduğu ders, politik reformların ekonom ik reformları takip etmesi gerekliliğidir. Buroway de benzer biçimde Rus deneyimine Çin merceğinden bakarak yaptığı değerlendirmelerde Çin ve Rus deneyimleri arasındaki farka yol açan en önemli etkenin devlet oldu ğunu vurgulam aktadır. Polanyi’den yaptığı bir alıntıyla da piyasa ekonomisine piyasalar aracılığıyla varılam ayacağını belirtmekte, güçlü bir devletin bu geçiş sürecini yönetmesinin neredeyse bir zorunluluk olduğunun altını çizmektedir. (Buroway,1997) Ç in’in ekonom ik başarısını açıklam ak için geliştirilen bir diğer görüşe göre ise Çin’i avantajlı bir geçiş ekonomisi haline getiren faktör, piyasa dostu federalizm olarak isim lendirdikleri bir siyasal sisteme sahip olmasıdır. (Montinola vd.,1995) Merkezin mali olanaklarını yerel yönetimlerle paylaşm a sı, ekonom ik kalkınm anın büyük oranda söz konusu yerelleşmenin sağladığı im kânlarla sağlanm ası bu tezin önemli gerekçelerini oluşturmaktadır. Bu kısa değerlendirmeden de anlaşılabileceği gibi Çin ortaya koyduğu ekonom ik perfor mans ve siyasi istikrar itibariyle geçiş ekonomileri içinde ayrıksı ve tartışmaları yönlendiren bir örnek oluşturmaktadır. Fakat bu tartışm alar daha ziyade reform sonrası politikalara yoğunlaşm akta, geçiş sürecinin sağlıklı bir biçim de yürütü lebilmesi için devletin nasıl bir rol oynam ası gerektiği üzerinde durulmaya çalı şılmaktadır. Fakat devletin geçiş sürecinde etkin bir rol oynayıp oynayam ayacağı büyük oranda sosyalizm dönem inde sahip olduğu hegemonyayla, rıza üretebil me kapasitesi ile ilişkilidir. Rusya’da 1989 sonrası yaşanan hızlı dağılm a süreci, şok terapi fikrini savunanların burada çok geniş bir takipçi kitlesi yaratabilm iş ol ması ile ilgili değildir. Devlet ve Kom ünist Partisi’nin toplum nezdinde neredeyse hiçbir meşruiyetinin kalm am ış olm ası, 20. Yüzyılın kaderine dam gasını vurmuş bir büyük devrimin tarih sahnesinden sessiz sedasız, önemli bir iç çatışm aya yol açm aksızın çekilm esine sebep olm uştur1. Oysa Çin’de farklı bir durum söz ko
1Heberer ve Schubert bu yaşananı bir içe göçme(implosion) olarak tanımlamaktadırlar. Devletin neredeyse kıpırdayamaz hale gelip, bulunduğu yere çökmesini anlatan, etkin bir kavram olduğu düşünülebilir.
Köylülük meselesi Marksizmin kurucularının temel meselelerinden birisi ol mamıştır. Sosyalizm in kapitalist sanayileşm enin ardından geleceği, kapitalist gelişmenin küçük köylü üretimini ortadan kaldıracağı, kırlarda kapitalizm in merkezileşm iş üretim birimleri yaratacağı, kent ve kır işçileri arasında önemli bir ayrım olm ayacağı beklentileri tarım sal yapıların analiz edilmesi ve bunlar la devrim sonrasında nasıl ilişkilenileceği meselelerinin acilen ele alınm ası nı gereksizleştirm işti. Bunun önemli istisnalarından bir tanesini Marx’ın Vera Zasuliç’e 1881’de yazdığı mektup oluşturur. Burada Marx, Rus kırlarının gelenek sel komünal yapısı olan mirlerin, Rusya’da sosyalist kuruluşa temel olabileceğini
ÇKP NEDEN AYAKTA?
Marksizm, Köylülük ve Rıza
LO
nusudur. Çin devleti geçiş sürecinin her noktasında en önemli özne olarak varlık bulabilmiştir. Çin sosyalist deneyimine dam gasını vuran kontrollü deneycilik, re form sürecinde de devletin adım adım ilerleyerek politika geliştirm esine ilham vermiştir. Çin devleti, zam an zaman yaşanan tüm karşı çıkışlara rağmen sürece hakim olm ayı ve rıza üretebilme kapasitesini diri tutmayı başarabilmiştir. Geçiş üzerine yapılan açıklam alar devletlerin, geçiş sürecine girilirken sahip oldukları kapasiteleri görmezden gelerek yürütülürse eksik kalmaya mahkûmdur. Dolayı sıyla bu çalışm a öncelikli olarak şo k terapi uygulanarak geçiş yapan Rusya’yı ve aşam alı geçişi başaran Çin’i model ülkeler olarak alarak, devletlerinin geçiş sü reci başlarken sahip oldukları toplum sal meşruiyet seviyelerini kıyaslam aya ça lışmaktadır. Bu kıyaslam ada da özellikle sosyalist rejimlerin köylülükle kurduk ları ilişkiyi, meşruiyet seviyesini belirleyen temel faktör olarak almaktadır. Batı demokrasileri için “orta sınıf”ın rızasının dem okratik rejimler için istikrar kayna ğı olduğu tespit edilmiştir. Benzer biçim de genellikle azgelişm iş, kırsal nüfusun yoğun olduğu, tarım sal üretimin sanayileşm eye gereken kaynakları yaratm ak zorunda olduğu sosyalist ülkelerde rejimin doğasına ve toplum la kurduğu ilişki nin istikrarına en büyük etki devlet ile köylülük ilişkisinden gelmektedir. (Moore, 1989) Rus ve Çin Kom ünist Partileri’nin reform sürecinde oynayabildikleri -ya da oynayam adıkları-rolün kaynaklarını yukarıda bahsedilen devlet-köylülük ilişki sinin sosyalizm deneyimi boyunca izini sürerek bulabiliriz. Dolayısıyla bu yazı temel olarak Sovyetler Birliği ve Çin’de yaşanan devlet-köylülük ilişkilerini kıyas layarak, yaşanan farklı deneyimlerden yola çıkarak kom ünist partilerin her bir ülkede süreci yönetebilme yetenekleri arasında ortaya çıkan farkı açıklam aya çalışacaktır. “Ç in’in hala komünist bir parti tarafından yönetiliyor oluşu ülkeyi sosyalist yapar mı?” sorusu bu yazıda yürütülen tartışm anın kapsam ı dışındadır. Fakat sadece şu kadarı söylenebilir ki Çin sürprizlerle dolu bir geçm işe sahiptir. Mark Selden’in deyişiyle Çin kalkınm asının en göze çarpan özelliklerinden biri farklı politik kutuplar arasında sergileye geldiği salınımdır.(Selden,1993) Dirlik de Çin sosyalizm inin en özgün yanının, sürekli diri tuttuğu deneyselci yanı oldu ğunu vurgulam aktadır. (Dirlik,2005) Bu yüzden belki de şu andan yapılabilecek en doğru tespit, Çin’le ilgili aceleci ve kestirmeci değerlendirmelerde bulunm a m ak gereğinin altını çizm ek olacaktır.
ON ÇKP NEDEN AYAKTA?
belirtir. Bu tutum kapitalist gelişme olm aksızın da sosyalizm in kurulabileceğine dair düşüncelere onay verirken aslında bir toprak reformuna değil de komünal bir mülkiyete referans vererek, devrim sonrasında sosyalist devletlerle köylüler arasında yaşanan genel gelişmelere de yol vermiştir. (Selden,1993:42) Engels yine son dönem yazılarında kırsal topluluğun denetimi altındaki kooperatiflerin örgütlenmesine vurgu yaparken küçük köylülüğün m ülksüzleştirilm esinde zor kullanılm asına kesinlikle karşı olduğunun altını çizmiştir. Küçük köylülüğün ka çınılm az yok oluşu öngörülm ektedir ama bu kolektif üretimin sağladığı avantaj ların görülmesi ile gerçekleşecektir. (Engels,1990) Sovyet ve Çin komünizmlerine kendi özgün renklerini veren en önemli boyutları, köylülüğün en baskın sosyal grup olduğu toplum larda gerçekleşmelerine rağmen köylülükle kurdukları farklı ilişkilerdir. Gerçekten de Rus ve Çin devrimleri köylülüğün büyük çoğunluğu oluşturduğu topraklarda gerçekleşti. 19. Yüzyılın başına kadar kendine özgü dinam ikleri ile devasa bir üretimi gerçekleştirmeyi başaran, dünyada üretilen toplam hasılanın üçte birini tek başına üreten Çin, Afyon Savaşları sonrasında yaşadığı askeri ye nilgilerin neticesinde aynen Hindistan gibi büyük bir gerileme anaforuna kapıldı. Dolayısıyla Çin’de sanayi üretimi toplam üretimin % 3.5’ini devrime kadar hiçbir zaman geçemedi. Sanayi işçilerinin oranı da toplam işgücünün % 1 ’ini geçeme mişti. Aynı rakam lar 1917 öncesi Rusya’da sırasıyla %16 ve %5 seviyesindeydi. (Skocpol,2004: 457) Dolayısıyla devrimin kaderi büyük oranda köylülük ile kuru lan ilişkinin gelişim ine bağlı olm ak durum undaydı.
Rus Devrimi ve Köylülük Sosyalist klasiklerde küçük m ülk sahibi köylülük ile ilgili sağlıklı bir tutum geliştirilememesi Rus devrimcilerin kucaklarında devasa bir köylülük sorunu ile ik tidara gelmelerine yol açmıştır. Rusya esas olarak bir köylü toplumuydu. Feodal düzenin mengenesinden kurtulalı daha 100 yıl olm am ış olan Rus köylülüğünün devrimden temel beklentisi toprağa sahip olm ak ya da elindeki toprağı büyüt mekti. Oysa Lenin’in 1919’da açıkça söylediği gibi devrimin temel amacı ise “iş çiyle köylü arasındaki farkı bütünüyle ortadan kaldırm ak, herkesi işçi yapm aktı”. (Selden, 1993: 65) Yani devrimin temel amacı köylülüğün elindeki toprak başta olm ak üzere üretim araçlarına el koymaktı. Bunun köylüler tarafından ne kadar büyük bir dirençle karşılaşacağı ise muhtemel ki pek de bilinmiyordu. Çünkü Bolşevikler köken itibariyle köylülükle oldukça mesafeli bir kent partisi idi. Kır lardaki örgütlenmeler, köylülerle ilgili sağlıklı bir değerlendirmeye sahip olmayı mümkün kılacak boyutlarda değildi. Zaten biraz da bu yüzden devrimin hemen akabinde Bolşevikler tüm tarım sal özel mülkiyeti kam ulaştırm aya dayanan ken di programlarını değil de yıllardır ihtilaflı oldukları sosyalist devrimcilerin, bü yük toprak sahiplerinin topraklarına el koymaya, bunları da küçük ve topraksız köylüye dağıtm aya dayalı programını uyguladılar. (Selden, 1993: 44) Aslında bu tavır, devrimin yaşayabilm esinin pam uk ipliğine bağlı olduğu koşullarda köylü lerin rızasını kazanm ak için toprak meselesinin ne kadar hayati olduğunu ortaya
ÇKP NEDEN AYAKTA?
koyan bir örnek teşkil etmektedir. Gerçekten de o kargaşa günlerinde istikrarın sağlanabilm esinde Bolşeviklerin bu pragm atik tutumunun büyük etkisi olm uş tur. Fakat sanayinin büyük yatırım lar için gereken artı-değeri yaratma kapasite sinin sınırlı olduğu Rusya ve Çin’de kentlerin beslenebilmesi ve sanayi atılım ının yapılabilm esi için gerekli kaynakların sağlanabilm esi konularında yol alınabil mesi devlet ile kırlar arasında sürekli gergin bir ilişkinin yaşanm asına yol açm ış tır. Bu gerilim Rusya’da köylülük ile devlet arasında iplerin tam am en kopmasına yol açan 1929 kam ulaştırm asında doruk noktasına çıkmıştır. 1929 Eylül’ü sonun da kırsal aile topraklarının sadece % 7’si kam ulaşm ışken, Mart 1930’da aile top raklarının % 59’u kolhozlara zorla katılm ış durum daydı. 11 milyon ailenin sahip olduğu toprak ve üretim araçları iki ay içinde zorla kam ulaştırılm ış Lenin’in de diği gibi köylülerin işçileşm esi tam am lanm ış olmuştur. Bu süreçte yaşananların olağanüstü travm atik etkileri olmuştur. Stalin kolektif çiftliklere katılmayanları Sovyet rejiminin düşm anı ilan etmiştir. Köylüler sahip oldukları hayvanların ya rısını devletin eline geçmesin diye kendileri öldürmüştür. 146 milyon koyun ve keçinin üçte ikisi telef edilmiştir. (Selden, 1993: 51) Sovyet deneyimi açısından bakıldığında köylülük bir sosyal yapı olarak, şüp heyle yaklaşılan bir kesim olmuştur. İşçi sınıfı karşısında her zam an ikincil bir pozisyona sahip olarak değerlendirilmiştir. Bu anlamda Sovyet deneyimi tam anlam ıyla kentleri ve sanayileşm eyi esas alan bir sosyalizm algısına sahiptir. Doğu’dan ziyade Batı’nın, geri kalm ış kırsal toplum larından ziyade sanayileşm iş, ileri, Batılı toplum lardan doğan bir sosyalizm anlayışına, Ortodoks bir tutuma daha yakın olmuştur. Bolşevik anlayış, Marksizm’i büyük oranda bir ilerlem ecilik olarak yapılandırm ıştır. Geri yapıların hızla tasfiyesi, toplumu sosyalizm e taşı yacak üretici güçlerin gelişimi açısından hayatidir. Bu anlam ıyla köylülük, hızla işçileştirilm esi gereken bir sosyal tabakadır. Sahip olduğu “küçük burjuva”, tam anlam ıyla m ülksüzleşm em iş karakterle de her ne kadar ezilen bir tabaka olsa da tam anlam ıyla m ülksüzleşm iş proletarya gibi geleceği temsil eden bir sınıf olamaz. Burada ilginç olan, Stalin zam anında hızlı kolektifleştirmelere karşı eleştirel tutum aldığı ve NEP (Yeni Ekonomi Politikası) benzeri daha aşam acı bir tutumu önerdiği için idam edilen Buharin’in bile 1920’lerde yazdıklarıyla Stalin’in icraat larını destekler bir tutum almasıdır. “Basit meta üretimi kapitalist ekonominin embriyonundan başka bir şey olm adığına göre, ....mücadele kapitalizm le ko münizm arasındaki m ücadelenin devam ıdır”(Buharin, 1989) “Dolayısıyla prole tarya diktatörlüğünün kaçınılm az sonucu proletaryanın örgütlenme eğilimi ile köylülüğün meta üretiminin anarşik eğilimi arasında gizli ya da az çok açık bir m ücadeledir”(Buharin, 1989:73) Bu m ücadelede ise zorun kullanılm ası “mutlak ve tartışm asız bir gereklilik oluşturm aktadır” (Buharin, 1989:123) Büyük bir toplum sal mobilizasyon üzerinden gerçekleştirilen Sovyet devriminin, özellikle 1930’lar sonrası dönemi toplumun geniş kesimlerinin sürekli ola rak politik yaşam dan dışlandığı, tamamen bürokratikleşm iş, parti merkezli bir devlet yapısı ortaya çıkarmıştır. Toplum devlete büyük oranda yabancılaşm ıştır.
oo ÇKP NEDEN AYAKTA?
Bu yabancılaşm a hali rejimin kendisini daha fazla tehdit altında hissetmesine yol açmış, bu his arttıkça bürokratikleşm e ve bütün ipleri tek elde toplam a eği limleri daha da güç kazanmıştır. Bu dönemde Marx’taki “ilkel sermaye birikim i” kavramına atıfla “ilkel sosyalist birikim yasası” kavramının üretilmesi dahi köy lülüğe üretici güçlerin gelişimi sağlam ak için gereken sermaye kaynağı olarak bakıldığının açık bir ifadesidir.2 Bolşeviklerin köylülüğe oldukça soğuk bakm alarının bir sebebi de hareketin doğuşundan itibaren kendilerini Sosyal Devrimciler adı verilen Narodniklerle (anarşizmden etkilenen ve Rus Devriminin köylü komünlerine dayanm ası gerek tiği düşüncesini benimseyen köylü devrimcileri) yürüttükleri mücadele içinde yapılandırm ış olmalarıdır. Rusya’da Marksizmin gelişimi öncesinde çok güçlü bir Narodnizm geleneği mevcuttu, bu gelenek Rusya’nın geleneksel aydınları ile yoksul köylülük arasındaki birliktelikten beslenmekteydi. Rus Sosyal Demok rasisi ilk önemli politik tartışm alarını köylülüğün neden bir anti-kapitalist dev rimin temeli olm ayacağını savunarak Narodniklere karşı yürütmüştü. İki siyasi gelenek, Çarlığın en baskıcı günlerinde bile hiçbir zaman fazla yakınlaşm adı. Hatta Lenin’e suikast düzenleyerek kısa süre sonra ölmesine yol açan kişi de bir Narodnikti. Bu anlamda Bolşevik kadrolar içerisinde köylülüğün politik eğilim le rine karşı hassasiyet her zam an en üst seviyede oldu. Bolşeviklerin köylülüğe bu kadar araçsal yaklaşabilm esinin en önemli sebep lerinden biri de hiç kuşkusuz parti olarak bu sosyal kesimle olan bağlarının çok sınırlı olmasıdır. Büyük kentlerdeki işçi havzalarında örgütlü bulunan Bolşevik lerin devrimin arifesinde dahi kırlardaki örgütlenmesi neredeyse yok seviyesin dedir. Devrim sırasında partinin tüm Rusya’daki köylü üyelerinin genel toplamı sadece 494 idi.(Scott, 2008:312) Bolşeviklerin köylülükle sosyal bağları büyük oranda 1. Dünya Savaşı’nda yaşanan yenilgiler sonrasında ülkeye geri dönen Asker Sovyetlerinde örgütlenen, aslen köylü olan savaş gazileri üzerinden kurul muştu. Bu durum devrim sonrasında yaşan gerilimli günlerde köylülük ile Bolşe viklerin ilişkilerinin çok çabuk bozulmasının önüne geçebilecek m ekanizm aları çok zayıf kılmıştır. Sovyet devleti kırlara müdahale etmek istediğinde bunu bü yük oranda kentlerden örgütlenen unsurlar eliyle yapm aya çalışmıştır. (Scott, 208:306)
Çin Devrimi ve Köylülük Oysa Çin Devrimi kendisini en baştan itibaren bir köylü devrimi olarak konumlandırm ıştır. Aslında Çin Kom ünist Partisi de büyük oranda kentli aydınlar arasında gelişen politik eğilim lerin bir sonucu olarak kuruldu. İlksel faaliyetleri de yoğun olarak kentlerde yapılan işçi örgütlenm eleri şeklinde gerçekleşti. Çin kom ünistlerinin köylülükle kaynaşm ası aslında büyük oranda mecburiyetten
2"İlkel sosyalist birikim yasası”nın mucidi Preobrazhensky, parti merkezinin çok daha yoğun bir sanayileşme politikasını öner diğini ifade eden Stalin’in konuşmasını dinledikten sonra Troçkiyandaşlığından partiye geri dönmüş, kolektifleştirme sürecinde etkin olmuştur. (Silber, 1998:164)
VO ÇKP NEDEN AYAKTA?
kaynaklandı. 1911’de Ç in’de gerçekleşen devrim Qing hanedanını sona erdir mişti ama yerine istikrarlı bir devlet yapısı inşa edememişti. Yoğun iç kargaşa ile tasvir edilebilecek bu dönem de Çin kom ünistleri Kom intern’in de yönlen dirm esiyle milliyetçi parti Koum intang ile birlikte siyasi faaliyet yürüttü. Fakat 1927’de bu ittifak m illiyetçilerin, kom ünistlerin hızlı büyüm esinden duyduk ları kaygı ile karşı saldırıya geçm elerinden sonra bozuldu. Kom ünist kadrolar şehirlerdeki katliam lardan kaçarak kırlarda konumlandılar. İşte bu süreçten sonradır ki devrimin gerçekleştiği 1949 yılına kadar kom ünistler büyük oranda Çin kırlarında kurdukları kızıl üslerden faaliyetlerini yürüttüler. Bu şehirlerden kırlara göç sürecinde Sovyetler Birliği Kom ünist Partisi’nin proletaryanın terk edilm em esi gerektiğine dair çağrıları da not etmekte fayda var. Denebilir ki bu 20 yıldan uzun süren iç içe yaşam a hali kom ünistlerle köylülüğü bütünüyle iç içe geçen iki taraf haline getirmiştir. Bu iç içe yaşam a hali Çin Marksizmine de çok yoğun bir biçim de dam gasını vurm uş, Çin devrimini büyük oranda bir köylü devrimi haline getirmiştir. Marksist bakış açısından sorunlu bir tutum gibi görünse de-proleteryadan ziyade ağırlıkla köylülüğe dayanan bir sosyal devrim -Çin toplum unun yapısı bu durumu zorunlu hale getirmekteydi. Dev rimin gerçekleşm esi öncesinde kom ünistlerin faaliyetlerini uzun bir süre kır kom ünlerinde yürütm ek zorunda kalm aları, devrimin temel stratejisinin “kır lardan kentlerin kuşatılm ası” olm ası gibi sebepler Çinli kom ünistlerle köylülük arasında organik bir ilişkinin oluşm asına yol açmıştır. Kırlardaki gerçek ilişkinin bilgisine sahip olabilm ek dahi Çinli kom ünistlerin Bolşeviklerle karşılaştırıldı ğında sahip oldukları çok büyük bir avantajdı. Devrimin neredeyse tam am en köylülerden oluşan bir ordu tarafından gerçekleştirilm esi, köylü kökenli kad roların partide yoğun olarak bulunm ası yine sahip olunan büyük avantajlardı. Bolşeviklerin devrimin ilk yıllarında karşı karşıya kaldıkları 150 köylü ayaklan ması büyük oranda bu im kânlara sahip olam am anın yarattığı sonuçlar olarak değerlendirilebilir.(Scott, 2008: 317) Çin sosyalizm ini özgün ve bu anlam da daha yaratıcı kılabilen yaklaşım lardan biri de devrimin Çinli karakterinin daha en baştan itibaren vurgulanm ış olm a sıdır. Çinli kom ünistler her ne kadar uluslararası kom ünist hareketin bir parça sı olarak konum lanm ış olsalar da kendi toplum sal yapılarının özgünlüklerinin devrime dam gasını vuracağının en baştan beri farkında olmuşlardır. Marksizmin Çin’e özgü bir yorumunun yapılm aya çalışılm ası, köylülükle çok daha olumlu ilişkilerin kurulabilm esine imkân sağlam ıştır. “Metayı ve meta üretimini bu şekilde, sadece kamu mülkiyeti ilan ederek yok etmek köylülüğü soym ak dem ektir”(Mao,2010:104) “Eğer hatalar yaparsak köy lülüğü düşm an saflarına iteceğiz”(Mao, 2010:105) Mao’nun bu son tespiti özel likle Sovyetler Birliği’nde yaşanan deneyimden yola çıkarak yaptığı kesin gibidir. Mao, meta üretimi konusunda da Buharin kadar sekter ve ekonom ik indirge meci bir tutum içinde değildir. “Kapitalistlerin tasfiyesinden sonra meta üreti mini büyük ölçüde genişletmenin meşru olduğunu anlam adan, kapitalizm den korkuyorlar.”(Mao, 2010:106)
o
<N ÇKP NEDEN AYAKTA?
Tarımda kolektifleştirme neredeyse tüm sosyalist ülkelerde yaşanm ış ve köy lülükten benzer tepkiler almıştır. Fakat hiçbir ülkede Rusya’daki kadar büyük kanlı olaylar eşliğinde gerçekleşmemiştir. Sosyalizm i kurabilm ek için hızlı bir sa nayileşme ve kalkınma hamlesi gerçekleştirm ek isteyen sosyalist devletler, kır sal yapıların artığına en etkin şekilde el koyabilm ek için kendilerini kolektifleş tirme yapm ak zorunda hissetmişlerdir. Hatta bu konuda Sovyetler Birliği ile ters düşen Yugoslavya ve Çin bile kolektifleştirmeyi denemişlerdir. Devrim öncesinde kırsal gerilla mücadeleleri yürütmeleri dolayısıyla köylülük ile çok daha içli dışlı olan, onların sosyo-ekonom ik talepleri ile ilgili daha yakından bilgi sahibi olan Yugoslav ve Çin komünistleri en azından kolektifleştirmeyi gerçekleştirirken Rusya’da yaşanan seviyede bir devlet terörüne imza atm amışlardır. Yugoslavya 1949’da kolektifleştirmeye gitm iş fakat oluşan olum suz sonuçlar sonrasında geri adım atm ak zorunda kalmıştır. 1953 yılında kolektif çiftliklerde yaşayanlara ken di topraklarında çalışm ak ya da kolektif çiftlikte kalm ak seçenekleri verildiğinde kolektif çiftlik sistemi bir gecede çökmüştür. Çin’de de 1955 yılında gerçekleşen kolektifleştirme ve sonrasında hayata geçirilmeye çalışılan ve devasa üretim artışları gerçekleştirmeye çalışan ileriye Doğru Büyük Atılım kampanyasının olum suz ekonom ik sonuçları Mao’nun itibar kaybetmesine yol açmış, 1960’ların başlarında kolektifleştirme politikasının esnetilmesine sebep olmuştur. (Sel den, 1993: 56) En önemlisi de Sovyetler Birliği’nde sosyalizm in, kentlerin kırları fethetmesi ve yutm ası olarak yaşanm asına rağmen Çin ısrarla kırlara dayalı bir toplum olma özelliğini korumuştur. Köylüyü, modern öncesi rejimlerdeki gibi toprağa bağlayan-hukou adı verilen bir ikamet sistemi aracılığıyla-Çin’de kırla rın nüfusu reform sürecine kadar azalm am ış, hatta oran olarak kentlere göre art mıştır. Çin’in oldukça yoğun bir sanayileşm e yaşadığı yaşadığı 1952-1976 yılları arasında kırların nüfusu 332 milyon artarak toplam nüfusa oranını %87.5’den % 88’e çıkarmıştır. (Selden, 1993: 191) Sovyetler Birliği’nde ise 1926’dan 1966’ya gelene kadar kentli nüfus oranı % 15’ten % 55’e çıktı. (Deutscher, 1990: 69) Çinli kom ünistler kent ve kırlar arasında dengeli bir tutum benimseyebilm enin öne mini fark etmişlerdi. Kırsal bölgelerin sanayileştirilm esi dolayısıyla işçilerin ta rımsal üretimden tam am en kopm am aları prensibi hem Mao dönemine hem de Deng’li reform yıllarına dam gasını vurmuştu. Hızlı sanayileşm e kentlerde bes lenmesi gereken devasa bir nüfus yaratıyor, bu nüfusun beslenebilmesi mese lesi köylülük üzerindeki devlet baskısının artmasında yol açıyor, bu da köylülük ile devlet arasındaki yabancılaşm ayı arttırıyordu. Barrington Moore, benzer bir anlatımı m utlak monarşilerin köylü isyanlarını arttırıcı etkilerini anlatm ak için kullanmıştı. “..büyüyen askeri kuruluşların ve kamu bürokrasisinin giderlerini karşılayabilm ek için köylülerin üzerlerindeki yükü arttırıp ağırlaştırdığı yerler de” köylü ayaklanm alarının patlama potansiyeli artmaktaydı. (Moore, 1989:367) Sosyalizm de hızlı kentleşmenin ve sanayileşm enin yükünü köylülük üzerine yıktıkça sosyal meşruiyetini kaybetti. Çin’de bu sürecin daha dengeli idare edil mesi -Alain Badiou’nun deyişiyle Çinli komünistlerin “köylerin kentlerin lehine şiddetle silinm esine taraftar olm am ası” (Badiou, 2011:92) Kom ünist Partisi’ne
Sovyet Devrimi’nde Bolşevik Parti çok özel bir rol oynamıştır. Lenin tarafın dan yönetilen ve bütünüyle iktidarı almaya dönük bir organizasyon olarak öne çıkan Bolşevik Partisi, 1917’nin karm aşık günlerinde öne çıkan en organize ve diri güç olarak iktidarı ele geçirmiştir. Lenin’in daha önce pek de bulunmayan bir Marksist parti teorisinin yaratıcısı olarak değerlendirilmesi mümkündür. Fakat Lenin’de parti, işçi sınıfının içindeki eşitsiz gelişimin bir sonucu olarak sınırları son derece kalın çizgilerle belirlenmiş bir elit devrim ciler partisi olarak yapılan mıştır. Bu partinin temel görevi sınıfa dışarıdan bilinç taşınmasıdır. Lenin, sınıfın kendiliğinden bilincinin politik bir dönüşümü desteklem ek noktasına varam a yacağını varsayıyordu. (Lenin , 1993) Dolayısıyla parti ile sınıf arasında tek yönlü biri ilişki söz konusu idi. Bu ilişki devrim sonrasında da büyük oranda devam etm iş,aşağıdan denetim m ekanizm alarının bütünüyle ortadan kalkm ası sonra sında ise bürokratikleşm enin olgunlaşabileceği bir ortamın oluşm asına yol aç mıştır. Çin kom ünistlerinin Mao’nun şahsında bu konuda geliştirdikleri tutumda yu karıda çerçevesi çizilen yaklaşım dan önemli farklılıklar mevcuttur. “Bu farklılık lar, ilk olarak Kızıl Ordu’nun kurulması ile ortaya çıkan Marksizm Leninizmin Çin modelinden kaynaklanm aktadır... Bu mücadele esnasında, halkın taleplerine tek partinin sınırları içerisinde yanıt üretme felsefesi geliştirdiler”(Desai,2007: 45) Maoculuk’da öncü parti yaklaşım ı korunm asına rağmen uyulması gereken doğru çizgi olarak “kitle çizgisi” öne çıkarılmıştır. Parti kitlelerin sadece öğret meni değil aynı zam anda öğrencisi de olm ak zorundadır. Partinin yürüttüğü po litik çalışm a “kitlelerden kitlelere” sloganı çerçevesinde ele alınıyordu. Partiye düşen kitlelerdeki dağınık düşüncelerin toplanm ası, biraraya getirilmesi, yoğun laştırılm ası ve sonrasında yeniden kitlelere taşınarak sınanm asıdır. Daha doğru düşüncelere parti kadrolarının dar, merkezi, sınırlı toplantılarında ulaşılam azdı. “Kitlelerden kitlelere” yaklaşım ı ile “her seferinde düşünceler daha doğru, daha yaşam sal ve daha zengin hale gelene kadar sonsuz şekilde bir sarm al içinde tek rar tekrar yapılarak” politik yöntemler geliştirilm eliydi. Bu epistem olojik açıdan
3 "Aile ekonomisinin genişletilmesi sürecinde öncülük yapan eyaletlerden Siçuan’da kişi başına düşen gelirin 50 yaun’dan -yoksulluk sınırı- az olduğu illerin(county) sayısı 1977’den 1979’a gelene kadar 39’dan 3’e düşmüştür.” (Selden, 1993:152)
ÇKP NEDEN AYAKTA?
Meşruiyet Kaynağı Olarak Bürokrasiye Karşı Mücadele
<N
reform sürecine öncülük edebilme şansı verdi. Reform sürecinin - ki esas olarak toprakların komün denetiminden aile denetimine geçirilmesi ile başlar-1978’de başlam ası ve sosyalist sistemi dünya çapında etkisi altına alan fırtınayı öncelemesi, reformun en kısa vadeli getirilerinin ise büyük oranda kırsal kesimler ta rafından toplanm ası3, Çin devletinin toplum sal desteğine büyük katkısı olduğu üstünden atlanam az bir gerçektir. Aynı gerçeğin, Çin’in hızlı büyüme sürecini destekleyen “sınırsız ucuz işgücü” nü oluşturan maddi temeli de yarattığını not etmeden geçemeyeceğiz.
<N <N ÇKP NEDEN AYAKTA?
da genel bir “bilimsel doğru”, “tek doğru” yaklaşım ından ziyade çerçevesi geniş, dem okratik katılıma açık bir anlayışı tem sil ediyordu. John K. Fairbank’in deyi şiyle kitlelerden kitlelere yaklaşım ı Çin geleneklerine uygun bir tür dem okrasiy di. (Fairbank, 1992: 319) Bürokratikleşm eye karşı “kitle çizgisi” nin sürekli diri tutulm ası ile ilgili hassasiyet belirgindir. “Bir yanda bürokratik sınıf, diğer yanda işçi sınıfıyla yoksul ve alt orta sınıf köylüler, keskin olarak ayrılm ış iki uzlaşm az sınıftır. Bunlar işçilerin kanını emen burjuva unsurlara dönüşüyorlar veya dönüştüler. Bunlar sosyalist devrimin ge rekliliğini nasıl teslim edebilirler? Onlar mücadelenin hedefleridirler, devrimin hedefleridirler.” (Zedung, 2010) Bunun en aşırı örneği 1970’lerdeki Kültür Devrimidir. Kültür Devrimi, parti içindeki bürokratikleşm iş “kapitalist yolcu”lara karşı halkın harekete geçm esi nin bilfiil Mao tarafından tetiklenmesi olarak tanım lanabilir. Yarattığı kimi aşırı sonuçlara rağmen iki kom ünist çizgi arasındaki tarz farkını ortaya koyması açı sından çarpıcı bir örnektir. Kitlelerin politik m obilizasyonunun bir politik araç olarak düşünülmesi komünist iktidarlar açısından pek görülm üş bir durum de ğildir. Kültür Devrimi, bu bürokrasi karşıtı söylemi ve donuk, hareketsiz kom ü nist ülkeler imajını yıkacak bir biçim de bir sosyal canlılığı çağrıştırm ası anlam ın da da 1968’de Batı’da yükselen gençlik hareketlerinin ilgi odağı olmuştu. Bir çok noktada katı merkezi, bürokratik ve hantallaşm ış Sovyetler Birliği çizgisindeki partilerin karşısında Maoculuk, uzunca bir süre devrimci alternatifi, tem sil et mişti. (Badiou, 2011) Kültür Devrimi, şu anki Kom ünist Partisi tarafından Mao’nun en büyük iki yanlışından biri olarak tasvir edilmektedir. Hatta Deng tarafından başlatılan 1979’dan itibaren başlayan Reform Süreci, büyük oranda Kültür Devrimi’nin anti-tezi olarak tanım lanm aktadır.(Tianyu, 2003) Fakat birçok yazar, kendilerini Kültür Devrimi’nin reform sürecini koşullayan önemli sonuçlarını vurgulam ak zorunda hissetmektedirler. “Sınıf m ücadelesinin esas alındığı bu dönem de” Mao, kapitalist yolcu olarak nitelendirdiği parti bürokratlarına karşı kitleleri se ferberliğe çağırmıştır. Yaşanan kitle mobilizasyonu çok fazla ilkelliğe yol açmış, entelektüellere dönük tepki sanat eserlerine dönük saldırılara kadar boyutlanmıştır. Üniversite kampüsleri kapatılm ış, entelektüeller “arınm ak” üzere köylere gönderilmişlerdir. Fakat Çin’deki reformların Rusya’daki sonuçları yaratm am asının en önemli sebeplerinden bir tanesi de Kültür Devrimi sürecinin bürokrasi üzerinde yarattığı terörizasyondur. Sovyetler Birliği’nde parti içindeki bürokratik kadrolar devletin elindeki zenginliklerin yağm alanm asına öncülük etmişlerdir. Oysa Ç in’de kitlelerin yoğun baskısı altında iç bütünlüğünü ve özgüvenini kay betmiş olan bürokrasi Sovyetler Birliği’ndeki gibi bir şok restorasyona cesaret edememiştir. Çin’de yürüyen reform sürecinin çok daha ağır ağır ve aşağıdan yukarıya doğru yürüm esinin bir sebebi de budur. Ortada tam bir totaliter devlet görüntüsü olsa da toplumun tepki verebilme kapasitesi ve bu konudaki geçmiş deneyimler dengeleyici unsur olarak devreye girebilmektedir. Dolayısıyla parti yetkilileri tabandan gelen şikayetlere oldukça hassas davranm ak durumunda
kalabilm ektedirler.4 Bir dünya bankası yetkilisi olan Ram gopal Agarwala, bu duruma dair bir gözlemini şöyle paylaşm aktadır: “Üst düzey Çinli liderlerin top lumun farklı seviyelerindeki insanlarla ilişki içinde olmaya Hindistan gibi daha dem okratik biçimde örgütlenm iş toplum lardaki meslektaşlarına göre daha fazla ilgi gösterdiklerini gözlem ledim ”(Arrighi ve Zhang, 2010: 25)
Çin-Rus Rekabeti ve Etkileri
Mao’nun sosyalist düşünceye en önemli katkısı çelişki kavramını özgün ele alışından kaynaklanm aktadır. Mao, klasik Hegel diyalektiğindeki tez-anti tezsentez gelişimini reddeder. Ona göre sentez im kansızdır, çelişki mutlaktır. Çelişki içermeyen hiçbir şey yoktur; hiçbir şey çelişkisiz var olam az. (Zedung, 2008:85) Çelişkiyi bu şekilde kaçınılam az bir durum olarak tespit etmek, karşıtı ile çelişki içinde bulunsa bile bir arada bulunmayı meşrulaştırır. Felsefi alanda geliştiri len bu tutumun pratik sorunlar ve tarihi Çin düşünce gelenekleri gibi iki önem li kaynağı olduğu düşünülebilir. Mao’yu çelişkiyi ve zıtların birlikte varoluşunu vurgulam aya bu kadar iten 2. Dünya Savaşı sırasında yaşanan Japon işgali kar şısında, kendilerine dönük kanlı saldırılar gerçekleştirmiş olan m illiyetçilerle it-
4Geçtiğimiz günlerde Wukan’da yaşanan bir köylü isyanında hükümet bir süre direndikten sonra hem köylülerin taleplerini kabul etmek zorunda kalmış hem de yolsuzlukla suçlanan parti yöneticisi yerini isyanın başını çeken köylü liderine bırakmak zorunda kalmıştır. Son dönemde ortak toprakların usulsüz satışı sonrasında bir çok köylü isyanı yaşanmıştır. (Wines, 2012)
ÇKP NEDEN AYAKTA?
Sosyalist Gelenekteki Farkların Etkileri
co <N
Çin ve Sovyetler Birliği, 1950’lerin sonlarından itibaren sosyalist blok içindeki iki büyük rakip haline gelmişlerdi. Bu politik zıtlaşm a Ç in’i Sovyetler Birliği de neyiminden daha farklı yollar aramaya iten faktörlerden birisidir. Merkezi plan lama konusunda da Çin’deki uygulama hiçbir zaman Sovyetler Birliği’nde uy gulanm aya çalışılan Gosplan’lar kadar kapsam lı hale gelememiştir. Bu durum, merkezi fabrikalarda işçilerin kendi inisiyatiflerini işyerlerine yansıtm alarını sağlayan kimi boşluklar oluşm ası sonucunu doğurmuştur. 1960 yılında Anshon Demir ve Çelik işletm esi’nde çalışan işçiler tarafından hazırlanan rapor, işçile rin işyerleri yönetimlerine katılım, işletmeyle bütünleşme ve reform taleplerini ifade etmekteydi. Raporda ortaya konan çerçevenin daha sonraları Ja p o n ya’da uygulamaya konan toplam Kalite Yönetimi gibi yeni yönetim teknikleri ile pa ralellikler taşıdığı kabul edilmektedir. (Wen,2005: 5) Bu durum reform sonrası süreçte hızlı gelişmeyi mümkün hale getiren deneyimli sanayi işçisi profilini de açıklanabilir hale getirmektedir. Ç in’de yapılan yatırım ların yüksek kar oranları sağlayabilm esinin en önemli sebepleri arasında pahalı makinelere yatırım yap maktansa çok düşük ücretlere çalışan ama yüksek becerili işçilerin daha fazla sayıda istihdam edilmesi ile çok fazla sayıda işçinin aynı oranda yüksek sayıda yönetici personele gerek duym aksızın çalışabilm e yetileri en başta sayılm akta dır. Bu durumun işyerlerindeki özyönetim geleneğinin işçilere kazandırdığı de neyimlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. (Arrighi, 2009)
<N ÇKP NEDEN AYAKTA?
tifak yapm a ihtiyacının ortaya çıkm ış olm asıydı. Zıtların bir arada bulunm asının kaçınılm azlığı o dönemde Koum intang’la girişilen ittifaka yapılacak “duygusal” itirazların boşa çıkarılm asına hizmet edecekti. Çelişkiyi m utlaklaştıran görüşün antik Çin düşüncesinde yansım alarını bulm ak zor değildir. Özellikle Taoculuk bu hayatın çelişkili bir bütün olarak gören anlayışıyla Mao’yu da etkilemiştir. Bu değerlendirmelerin yapıldığı dönemde Ç K P ’nin programına dam gasını vuran yaklaşım da sosyalist ve kapitalist ilişkilerin bir arada var olacağı bir Yeni Demokrasi sürecidir. 1949’da gerçekleşen devrim 1956’ya kadar büyük oranda bu programa sadık kalmıştır. Özel olarak ulusal burjuvazi ile ittifak korunmuş, özel mülkiyet hızla ortadan kaldırılm amıştır. 1953’te Ç in’de sanayi üretiminin % 37’si özel sektöre aitti. Reform sonrası dönemde yaşananları Yeni demokrasi teorisi üzerinden açıklam aya çalışan çok fazla sayıda çalışm a vardır. Zıtların zo runlu birliği anlayışı “piyasa sosyalizm i” gibi kimilerine oksimoron gelebilecek bir kavramı Çin kültürü açısından anlaşılır bir hale getirmektedir. Zıtların m utlak birliği yaklaşım ı Aristo’nun formel mantığı dışında daha sentezci ve pragm atik düşünme biçim lerine yol açmaktadır. Kom ünist partisi iktidarının dünyanın en hızlı büyüyen kapitalist ülkesinde sürebilm esi de bu düşünce biçim inde kendisi ne bir zemin bulabilmektedir. Sovyet “Siyasal iktisat” ders kitabını eleştiren Mao, “sosyalizm de çelişkiler uzlaşm az değildir” tespitini eleştirir. Çin m arksizm inin özgün yanlarından biri de teori ve pratik arasındaki ilişkide önceliği pratiğe vermektir. Hatta Arif Dirlik gibi kimi yazarlar Çin sosyalizm inin en ayrıksı yanının izlenecek-benim senecek po litika konusunda deneylere açık olması olduğunu belirtmişlerdir. (Dirlik, 2010) Bu deneylere açıklık iktidarın farklı politikalara uyum sağlayabilm e yeteneğini arttırmaktadır. “Kitlelerden kitlelere” yaklaşım ında ya da Kültür Devrimi uygu lam alarında olduğu gibi parti dışı dinam iklerin süreçlere dahil olabilm esine im kan tanımaktadır. Deneylere ve öğrenmeye açık olma, kendini yenileyebilm ek açısından çok önemli bir dinamiktir. Dünyanın birçok ülkesinde Marksist parti lerin muhalif olarak bile toplum sal yaşam da kendilerine yer bulam am alarına rağmen Çin m arksizm inin bütün tartışmalı durumlara rağmen çok sıra dışı bir deneyim yaşayan Çin’i birada tutan bir rolde kendini var edebilm esi, kendini canlı ve güncellenm iş durumda tutabilm e yeteneğinden kaynaklanm aktadır. Toplum sal dinam iklerle canlı bağlar kurabilmeye açık olm ak bu anlamda hem komünist partisinin sürekli kendisini yenilem esine yol açm ış hem de toplumun partiyle olan bağlarını bir seviyede diri tutabilmiştir. Toplum sal dinam iklerin sürece özne olarak katılabilm elerinin önünün bir biçimde açık olabilm esi çok önemli bir rıza m ekanizm ası olarak çalışm aktadır. Mao’nun en ünlü m akalele rinden biri Mayıs 1930 tarihli “Kitap Tapıncına karşı Ç ıkın ”dır. Teorinin değeri nin pratiğe yansım asıyla sınanm ası gerektiği yazıda döne döne vurgulanır. Kitap tapıncının üstesinden gelmenin yolu olarak fiili durumu sorgulam ak gösterilir. Daha yüksek bir organdan gelen kararların sorgulanıp anlaşılm aksızın memurca uygulanm ası da yazıda eleştiriye konu olan sorunlardandır.
Sonuç
LO
<N
ÇKP NEDEN AYAKTA?V
Sosyalist devletlerin siyasal istikrarı büyük oranda kentlerin iaşesini sağla m ak ve sanayi gelişimi için gereken kaynakları tarım kesiminden çekebilm ek sorunlarını nasıl halledebildiğine bağlı olmuştur. Bu sorunun zor ve şiddet kulla nılarak, radikal biçimlerde çözülmesi rejimin rıza üretebilme kapasitesini nere deyse bütünüyle tahrip etmiştir. Bunun en belirgin gerçekleştiği ülke Sovyetler Birliği olmuştur. Yaşanan yabancılaşm ayı ortadan kaldıracak hiçbir gelişmenin yaşanm am ası, iktidar partisi ile büyük oranda köylülükten oluşan toplum ara sındaki bağların kopmasına yol açmıştır. Dolayısıyla Glasnost politikasının siya sal baskıyı hafifletmesinin akabinde rejim hızlıca çökmüş, geçiş sürecini istikrarlı bir biçimde yönetebilecek bir iktidar ayakta kalamamıştır. Çin ise bambaşka bir yol izlemiştir. Kom ünist Partisi, iktidarını korumayı be cererek yoluna devam etmektedir. Şurası açık ki ekonom ik büyüme ve istikrarı bu biçimde sağlam ayı devam edemese, iktidarını sürdürebilm esi son derece zor olurdu. Dolayısıyla iktidarın en büyük meşruiyet kaynağı olarak ekonominin dev adım larla büyümesinin gösterilmesi yanlış olmaz. Parti, büyük bir fırtınayı ön ceden giriştiği reformların özellikle kırsal nüfusun hayatına olumlu etkileri saye sinde atlatabilm e şansı bulmuş ve bu şansı da iyi kullanmıştır. Biz bu metinde, Parti’nin bu şansı diğer sosyalist ülkelerden farklı olarak elde edebilm esinin bü yük oranda kendine özgü sosyalizm anlayışından kaynaklı olduğunu göstermeye çalıştık. Dışarıdan son derece otoriter bir devlet yapısına sahip gibi görünmesine rağmen Çin’in oldukça canlı bir sosyal yaşama sahip olduğu söylenebilir. Reform sürecinin yarattığı sosyal eşitsizliklere, sanayileşm e ile son yıllarda gitgide artan çevre kirliliğine karşı mücadelelerin varlığı belirtilmelidir. Toplum sal konularla ilgili gerçekleşen kitlesel eylemlerin sayısı 1993’teki 10 binlerden 2004’te 74 bine kadar yükselmiştir. Bu olaylara katılanların sayısı da aynı sürede 730 binden 3.8 milyona tırmanmıştır. (Yang, 2005:152) Buradan Çin’in çok dem okratik bir ülke olduğu çıkarsam ası yapılam ayacağı gibi ülkedeki sosyal canlılığı da görm em ez likten gelinemez. Bir tarafta yazdıkları şiirler yüzünden onlarca yıl hapis ceza sı alan şairler bir taraftan da köylülere kendi köy yöneticilerini seçm e hakkının sunulduğu Köy Seçim leri uygulam asının geliştirilm esi aynı süreçte gelişm ekte dir. ilk kez Deng tarafından 1986 yılında dillendirilen politik yapısal reformlar (zhengzhi tizhi gaige) ağır aksak da olsa hayata geçirilmektedir. Konfüçyüs öğre tilerinin yeniden gündeme gelmesiyle kavram sallaştırılm ış gibi görünen “uyum lu toplum ”(harmonious society / hexie shehui) devlet Başkanı Hu Jintao tarafın dan bol bol kullanılm aktadır. Hu, uyumlu toplumu tanım larken “halk içindeki çelişkilerin doğru ele alınm ası” nın önemine sık sık vurgu yapmaktadır. “Kom ünist tek parti iktidarı altında yapılan politik reform anlamlıdır, çünkü devlet organlarının ve yerel parti bürokrasisinin hesap verebilirliğini önemli oran da arttırarak rejimin meşruiyetini geliştirmektedir. Bu öncelikle hukuk devletinin güçlendirilm esi, siyasi katılım ın genişletilm esi (yerel ölçekte) ve hükümeti daha profesyonel, saydam ve hesap verebilir hale getirerek yapılm aktadır”(Heberer ve Schubert, 2005:12)
SO
<N ÇKP NEDEN AYAKTA?
Bir diğer görüşe göre de komünist önderliğin sahip olduğu “otoriter esneklik” en azından kısmen Çin’in gerçekleştirdiği politik reformlardan kaynaklanm aktadır.(Nathan, 2003) Çin’deki otoriterizm geleneği ile ilgili Batılı önyargılara karşı önemli eleştirilerden biri de Dirlik’ten gelmiştir. Dirlik’e göre Çin tarihinden kay naklanan otoriterizm geleneği geçmişte Ç in’in neden kom ünist olduğunu açıkla makta kullanılırken şim di de Çin’deki piyasa uygulam alarının başarısının temel sebebi olarak gösterilmektedir.(Dirlik,1995) Sosyalist rejimleri de sosyal hareketliliğe, siyasi tartışmalara alan açabilm e, toplumun tepkilerine açık olabilm e kriterleri açısından bakarak özgürlükler skalasında farklı noktalara oturtabiliriz.. Maoizm, köylülüğün rızasını kazanma noktasında hassasiyetini koruyan, kitle seferberliğini motive eden, kitle çizgisi ni parti çizgisi ile bütünleştirmeye çalışan, kitle çizgisini kötürüm leştirebilecek bürokratik eğilimlere karşı toplumu harekete geçirebilmeyi esas alan, çelişkinin m utlaklığı fikri üzerinden düşünsel farklılaşm alara daha makul bir çerçevede yaklaşabilen bir zemine sahip olagelmiştir. Zizek, Maoizmin bu yönlerini kendi ni sürekli devrimcileştirm e anlayışı ve devlet yapılarının kem ikleşmesine karşı sürekli bir mücadele olarak tanım lam ış, bu değişim dinam iği ile kapitalizm in iç sel dinam ikleri arasında bir yapısal bağlaşıklık olduğunu tespit etmiştir. (Zizek, 2008) Çin devriminde köylülük ile parti arasında kurulan bağın sahiciliği sosyalizm deneyimleri içerisinde oldukça ayrıksıdır. Sovyet devriminde aynı bağın işçilerle Bolşevikler arasında bulunduğu düşünülebilse de işçilerin toplum içerisinde o dönemde çok küçük bir azınlık olarak kaldıkları unutulm am alıdır. Bu bağ, im paratorla küçük köylülük arasındaki tarihsel bir aradalığın modern zam anlarda bir yeniden sahnelenm esi olarak da gerçekleşm iştir denebilir. Çin sosyalizm i, Gram sci’nin tezlerine yakın bir biçimde köylülüğün geleneksel yaşam tarzlarıy la uyum laşabilm eyi becermiştir. Çin küçük köylü kültürünün “yoksulluğa değil eşitsizliğe karşı olduğu” belirtilmektedir. Maoculuğun eşitlikçi tutumu, köylülü ğün bu tarihsel bilinci ile örtüşmüştür. Sovyetler ile yaşanan karşıtlık Mao’nun, Ç in’de Sovyet planlam acılığının sa vunusunu yapanlara karşı yürüttüğü polemiklere de yansımıştır. Sovyet tarzı plancılığın ağır sanayiye, kıyı bölgelerine ve merkezileşmeye dair saplantıya sa hip olduğu ve tarımı, hafif sanayiyi, iç bölgeleri ve yerel inisiyatifleri ise görmez den geldiği değerlendirmesi yapılm ıştır.( Li, 2009) Bu bakış açısı Çin sosyalizm i nin kendine özgü bir modernleşme arayışının bir sonucu olarak da okunabilir. Bu kendine özgü modernleşme anlayışı devrimci/dönüştürücü anlayışla Çin kül türüne özgü uyum/harmoni geleneğini sentezlemiştir. Devlet ve köylülük arasındaki bu ilişki biçimi reform sürecine de dam gasını vurmuştur. Çin reform sürecini şok terapileri eşliğinde uygulam ayan, kontrollü bir aşam acılıktan hala vazgeçm em iş tek post-sosyalist ülkedir. Reform süreci kent merkezli büyük özelleştirm eler ile değil kır komünlerinde elde edilen artı ğın denetiminin adım adım hane halklarının denetimine verilmesi şeklinde yü rütülmüştür. Köy ve ilçe girişim leri adı verilen kırsal hafif sanayi yapıları, Çin’de
K> ÇKP NEDEN AYAKTA?
reform sürecinin en önemli motor gücü olmuşlardır. Kırlarda tarım dışı faaliyet lerle uğraşan işçilerin sayısı 1978’de 28 m ilyon’dan, 2003’te 176 milyona çık mıştır. (Arrighi, 2008) 1978’den 1988’e Çin kırlarında kişi başına düşen gelir reel anlamda iki katından fazla artarak 134 yuan’dan 545 yuan’a çıkmıştır. (Selden, 1993: 33) Buralarda elde edilen gelir artışları aracılığıyla dünya yoksullukla mü cadele karnesinde en yüksek notu almayı hak eden bir başarıyla kırsal yoksulluk önemli oranda azaltılmıştır. Reform sürecinin en önemli meşruiyet kaynağının da bu olduğu söylenebilir. Çin Devrimi’nin tarihsel birikimine bilfiil hakim olan Deng, köylülükle ilgili meşruiyet yaratma m ekanizm asını aynen çalıştırm ayı ba şarmıştır. Böylece Kültür Devrimi’nin büyük şokunu atlatmaya çalışan bürokrasi kendisini konsolide edebilecek sosyal meşruiyet zeminini yaratabilmiştir. Sovyetlerde ise yıkılış da kuruluş süreci gibi şo k dalgaları eşliğinde yaşanm ış, siyasi sonuç ise her iki durumda da toplumun siyasal yabancılaşm ası ve önce mafyöz feodalleşme, sonrasında da Putin tarzı otoriterleşmenin konsolidasyonu olmuştur. Çin toplumunun bugününün anlaşılabilm esi için Maocu geçmişin mirası Ko münist partisi nezdinde önemli bir faktör olarak varlığını sürdürmektedir. Kimi değerlendirmelere göre Çin’in Batı’ya göre yükselişinin yeni bir dünya düzensiz liği mi, dünya düzeninin restorasyonu mu yoksa yeni bir dünya düzeni mi an lamına geleceğini tahmin etmek hala kolay değildir.(Xing,2009: 16) Hatta Batılı kimi kaynaklarda Çin’de piyasa reformlarının Hu Jintao yönetim iyle birlikte ke sintiye uğradığı tespit edilmekte, bu durum sert değerlendirmelerle eleştirilm ek tedir. (Scissors, 2009) Gerçekten de uyguladığı politikalarla neo-liberal anlayışa oldukça yatkın olduğu izlenimi veren bir önceki Devlet Başkanı Jia n g Zem in’e göre, Hu dönemi reformun yol açtığı sosyal yaraların sarılm ası anlamına gelecek kimi gelişmelere sahne olmakta, devletin ekonomi üzerindeki etkinliği ise sıkılaştırılmaktadır. “insan merkezli kalkınm a”, “sosyalist kırların canlandırılm ası” dönemin ön çıkan sloganları olmaktadır. Bu sloganların yeniden öne çıkarılm asının sebebi uygulanan ekonomi po litikalarının çok ciddi sosyal gerilimlere yol açmasıdır. Reform sürecine başlar ken dünyanın en eşitlikçi toplum larından biri olan Çin, bugün Dünya Bankası verilerine göre Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri arasında Malezya’dan sonra en eşitsiz toplum haline gelmiştir.(Yang, 2005:151) Ekonom ik büyümenin faydaları toplumun tüm kesimleri tarafından eşit şekilde edinilememektedir. Bu anlam da ortada işçiler ve köylüler açısından idealize edilecek bir durum yoktur. Fakat Kom ünist Partisi, hala karşısında ciddi bir siyasi muhalif yapı bulunm adan ikti darını sürdürebilmektedir. Partinin toplum dan hala alabildiği bu zımni destekte, yukarıda anılan sosyalist deneyiminin prestijinin payı olduğu düşünülebilir. Çin sosyalizm inin öne çıkan som ut durum lara uyum sağlayabilm e yeteneği Çin açısından ucu açık, nereye gideceği kesin olarak belli olmayan bir sürecin devamına imkân sağlam aktadır. Çin Kom ünist Partisi’nin bu sürecin yönlendiri ciliğine devam edebilm esi tarihsel anlamda meşruiyet kaynağı olan köylülükle ilişkisini olumlu bir zeminde sürdürebilm e yeteneğine bağlı olacaktır.
oo
<N
Bu tartışma üzerinden esas bakılm ası gereken ise kolektif mülkiyet biçimleri ile siyasal özgürlüklerin birbirini dışlam ayacak biçimde sentezlenebildiği siya si programlar için ipuçları ortaya çıkarabilmektir. Sosyalist sistemlerin çöküşü üzerinden neredeyse 25 yıl geçmesine rağmen, sürecin kırılma noktaları ile ilgili hala bir konsensüs oluşam am ası neo-liberal hegem onyayı büyüten en önemli unsurlardan biri haline dönüşm üş durumdadır. Çin, geçmişi ve bugünüyle bu sorunun cevabının araştırılabileceği devasa bir laboratuar olma vasfını hala kay betmemiştir. Onun bu yönü, insanlık açısından, yakaladığı göz kamaştırıcı büyü me oranlarından çok daha önemlidir.
ÇKP NEDEN AYAKTA?
Sİ YASİ DERGİ
İşçi sınıfı Kom ünden m ucizeler beklem i yordu. İşçi sınıfının p a r decret du peuple uygulana ca k hazırlop ütopyaları yoktur. İşçi sınıfı kendi öz kurtuluşunu ve bu kurtuluşla birlikte güncel toplum un kendi iktisadi g eliş m esiyle karşı konm az bir b i çim de yö n eld iğ i o daha y ü ksek yaşam biçim ini gerçekleştirm ek için uzun savaşım lardan, ko şu lla rı ve insanları baştan başa dönüştürecek tüm bir tarihsel sü reçler dizisinden g eçm ek zorunda olduğunu biliyor. İşçi sınıfı bir ülküyü gerçekleştir m ekle değil, yalnızca yıkılm akta olan eski burjuva toplum un kendi bağrında taşıdığı yen i toplum öğeleri karşısındaki en gelleri kaldırm akla yüküm lüdür. Tarihsel görevinin tam bilinci ve davranışında ona ya ra şır olma kahram anca kararıyla işçi sınıfı, basın uşaklarının kaba sövg ü leri ve b ilisiz ya van lıkları karşı sında sekterce fikirlerini bilim sel yanılm azlığın kesinliği üzerindne döktüren kurulu düzen tutkunu burjuva doktrinerlerinin kasıntılı kayırm ası karşısında, gülüm sem ekle yetinebilir K A R İ MARX "FRANSA’DA İÇ SAVAŞ"