Halkevlerinde Devrimci Tavır
Dr. Hikmet Kıvılcımlı ve devrimci hareketin otokritiği
Liselerde Devrimci Mücadele
Murat Belge eleştirisi
Son Ekonomik Durum Ulusal sorun (1)
Gençliğin Reddettiği Miras ve Yeni Yönelimleri Türkiye'de Proleterya
Devrim Hedefinin Devrimci Provokasyonu: Özerk Demokratik Üniversite Programları
Dünya Komünist Hareketinde Sancılar
"Bir ufka vardık yalnız değiliz sevgi Gerçi gece uzun, gece karanlık, Ama bütün korkula Bir sevdadır böyleşyaşamak
Çağdaş YOL AYLIK SİYASİ DERGİ Düşünce ve Davranış Birbirinden Ayrılmaz
Sahibi: S.GÜNEŞ ÜNSAL Sorumlu Yazıişieri Müdürü: Süleyman KILIÇ Yazışma Adresi: Jöntürk Cad. Nikah Dairesi Karşısı Şamdancı İşhanı Şamdancı İşhanı No: 26 Laleli/İST. Dizgi: Nüans - 511 03 57 Baskı: ÇİFTAY Fiyatı: 2500 TL. Yurt dışı fiyatı: 5 DM - 5 SF Genel Dağıtım: Hürda Ön kapak resmi: Dr. Hikmet Kıvılcımlı (1902-1971) Şiir: A.Arif
İÇİNDEKİLER
Merhaba................................................................................... 1 1960 sonrası devrimci harekete bakış............. 2 Son ekonomik durum............................................................. 12 Ulusal Sorun (1)......................................................................15 Murat Belge Eleştirisi............................................................. 20 Devrim Hedefinin Devrimci Provokasyonu: Özerk Demokratik Üniversite Programları............................................................34 Gençliğin reddettiği miras ve yeni yönelimler..................... 38 Liselerde devrimci mücadele.................................................41 Dünya Komünist Hareketinde Sancılar................................43 Belediye-İş Beyoğlu Şb.Bşk.Hıdır Bal ile söyleşi................ 51 Halkevlerinde Devrimci Tavır................................................ 53 Türkiye’de Proletarya............................................................. 57 Sosyalist Basına Duyuru: Ç.Yol Okuru Bir Grup Kadın.....63 Kamuoyuna duyuru: Dev-Lis.................................................64
Merhaba Yeniden birlikteyiz. 8. sayıyı geri ide bırakırken ve yeni sayının hazırlıklarını sürdürürken Türkiye siyaset sahnesinde de artık her tarafta kriz ‘sahnelenmeye başlamıştı. Öncelikle bu gelişmelere kısaca değinelim: Son iki ayın en önemli gelişmelerinden biri hiç kuşkusuz Genel Kurmay Başkanı Necip Torumtay’m "bize silah çeken düşmandır" diyerek; artık PKK'ya savaş ilan etmesi oldu. Onun ardından bazı dergilerde eski ordu komutanlarının "önce serfiuk ama sonra özerklik verilebilir" demeçleri geldi ve daha sonra da Milli Güvenlik Kurulunda "yeni bir K urt politikası oluşturulması" kararı alındığı basma sızdırıldı. Silopi olayı ise son bombaydı. ikinci ve hala canlı olarak devamı e den politik gelişme Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkindir. Özal Cum hurbaşkanı, Mesut Yılmaz/Hasan Cefed Güzel/Bedrettin Dalan Başbakan formülleri her gün basında tartı şılıyor. Üçüncü nokta ise 1 9 8 7 sonunda baışgösteren yeni bir sermaye birikim krizi karşısında uluslararası finans kapitalin de alarm zillerini çalması oldu. IMF ve Dünya Bankası artık her toplantıda finans kapitali masaya oturtmaya çalışıyor, acı reçetesi.ni içirtmeye hazırlanıyor veya "acı ilacını kendin al, yoksa.." diye tehditlerini ta okyanusların ötelerinden s, avuruyor. \. Tüm bunların sınıf savaşımı prizmasın ıdaki anlamı nedir? Bir kere her üç noktanın da finans kapitalce çözümü için "büyük operasyonlar" gerekmektedir. Her 10 yılda bir her keresinde Katbe kat ağırlaşan-her yanı kasıp kavuran ekonomik politik kriz ı nasıl ki 1 9 8 0 , 1 9 7 0 , 19601ı yıllarda "Cumhurbaşkanlığını seç mede de krizleri yarattıysa "parababaları 1 9 9 0 a girerken de yine aynı hastalığın nöbetine yakalanmışlar dır. Diyalektik çelişki finans kapitalin içine bir kama gibi giriyor ve onun böylesi bir sorunun çözümünde bile elini kolunu giderek açılmaz hale getiri; yor. Kürt meselesi, şimdilik sivrilen Cumhur!>aşkanlığı-yarın erken seçim vd... IMF ve Dünya Bankasının dayatmaları: Bunların tümü Özal'm Meclis kürsüsündeki hırçınca "alınlarını karışlarım!..." diye savurduğu tehditlerin altında esasen finans kapitalin ba şta kendi içinde olmak üzere başlatacağı operasyonları öteki alanlara da yayacağının: yani bir saldırının habercisidir. Yaşam dayatmaktadır. Finans kapital katlarında hazırlanan operasyon paketi çok geçmez açı lir: Her şey sanki 1 9 8 0 öncesi gibi! Ama b\u -kez komedi değil trajedi. Trajik olan, güçler terazisinde prole tarya sosyalizminin diğer devrimci direnişçi gl içlerin bu kez, şimdilik "büyük oynamalar yaratamamasıdır", bu geçici bir durumdur: Sınıf savaşının her oej pheden yükseleceğinin işaretleri artık görülebiliyor. Proletearya sosyalizmi tüm bu siyasi kombinezonları, denklemleri kurulabilecek güçte olmalı, cephelerde hazırlık larını hızlandırmalı. O muazzam gücün açığa ç akacağı zaman seyirci değil dönüştürücü, önder olmalı. Ha zırlık, hazırlık, yine hazırlık gerekiyor. Y en i S ayı
9. sayıda neler var? 11 Ekim proletarya sosyalizminin önderi Dr. Hikmet Kıvılcımlının ölüm yıldönü mü. Devrimci hareketin 1 9 6 0 ’dan sonraki otokritiği ilk yazımız. Kıvılcımlının siyaset düzleminde onyıllarca süren etkinliği, genel taktik-stratejik alanlard a attığı adımları yazı iyi gösteriyor. Mehmet Yılmazer bu kez Murat Belge kiritiğini yazdı. Belgenin sosyal izme vedasmın kökleri ve bunun önümüzdeki günlerdeki etkisi yazıda ele almıyor. A. Erkan Atakan arkadaş ;>"U lusal sorunu" bu sayıda teorik olarak irdeliyor. Gelecek sa yıda ise bu Marksist Leninist soyutlamadan s om uta girilecek. "Türkiye de proletarya" Ali Kemal'in yazısı, işçi sınıfının yüzyıllık sosyal varlığı irdeleniyoıÜ niversiteler açıldı. Üniversite gençliğinin önünde zorlu gö revler var. Mücadelede dövüştürülecek taktik 1er S-evinç Atakan, Sinan Mert arkadaşın yazılarında açılıyor. Halkevlerine Bakışımız ne olmalı? Bu çerçev< ade Y en i Çözüm taraftarlarının takındığı tutumların eleştirisi Dikbaş arkadaşın yazısından ve Belediye Iş Ş ube Başkanı Hıdır Bal'la yapılan röportajdan okunabilir. Bir devrimci, Merkez komiteye kadar yükselmiş 1 oir devrimci kadın: Kollontay. Gökçe Demir Kollontay’ı yazdı. Evet, siyaset termometresinde ısının her c jeçen gün yükseldiği günleri yaşıyoruz. Aralık başında 10. sa yıda buluşmak üzere.
Çağdaş YOL 1
1960 Sonrası Devrimci Harekete Genel Bakış
Mayısla Türkiye'de ki sınıflar savaşı yeni bir döneme giriyor du. Tek Parti dikta törlüğünün ve ardından Menderes zul münün baskı ve bentlemesinden son ra, bütün gövdesiyle açığa çıkıyordu. Bunun anlamı, ekonomik gelişmenin kaçınılmaz sonucu olarak, sınıflar ara sı kopuşm dnın hızlanmasıdır. Yani o güne kadar, Finans-kapital'in siyaset çemberinde oyalanıp uyutulan sınıf ve tabakalar, yavaş yavaş kendi öz eği limlerini açığa vurmaya başlıyorlardı. Elbette bu sınıflar kopuşması ilk plan da ve kaçınılmaz olarak proletarya ve burjuvazi arasında olmuş, TKP daha 1 9 2 0 ’Ierde örgütlenmiştir. Ama diğer sınıf ve tabakalar, genellikle, Finanskapitalin siyaset ağlannda çırpınmış lardır. İşte bu sınıf ve tabakaların Fi nans-Kapital ağlarından kopuşmasının hızlandığı yıllar; 19501er ve en kör göze batarsa açığa çıktığı yıllar ise, 1 9 6 0 ’lardır. Bu sınıflar kopuşmasının 1960lard a kendini gösterişi, yaşadığı mız toplumun g elen ek lerin e uygun bir şekilde oldu. Ordu gençliği Devleti kurtarmak için davrandı. Ve ilerisi için hemen hiçbir açık fikre sahip ol madan kendini iktidarda buldu. V e iş te o andan sonra, vurucu güç un yön lendirilmesi toplumdaki sınıflar savaşı nın güçler dengesinden ayn bir yol ala mazdı. Egemen Finans-Kapital, 2 7 Mayıs’ı daha birinci gününden itibaren nötralize etmek için didinmeye başla dı. Ve bu, 12 Marta varana kadar bir on yıl sürdü gitti. Yön ve T. A ydem ir olayı: 2 7 Mayıs'da davranan ordu gençliğine yol gösteren sadece Finans-Kapital değil
2
di. O dönemde Vatan Partisi adına Dr. Fi. Kıvılcımlı MBK'ne iki açık mek tupla ne yapılması gerektiğini bildirdi. Ve söylenenin esası Vatan Partisi Program ının uygulanmasıydı. Elbet te, proletaryanın siyasi örgütlenmesi nin çok cılız olduğu o günlerde, bu yol göstermelerin pratik bir sonucu ola madı. Esas olan şudur. Osmanlılığın İlb'lerinden kalan 1D evlet Sınıflarının 'devlete sahip çık
1ön ve T.Aydem ir olayı: 2 7 M ay ıs‘da dav ranan ordu gençliğine y o l gösteren sadece Fi nans-Kapital değildi. O dönem de Vatan Partisi adına Dr. H. Kıvılcım lı M BK'ne ik i açık m ektupla ne yapılması gerektiğini b ild ird i. Ve söylenenin esası Vatan Partisi Programının gulanmasıydı. Elbette, proletaryanın siyasi ör gütlenm esinin ço k cılız olduğu o günlerde, bu y o l gösterm elerin p ra tik b ir sonucu olamadı.
ma, halk adına davranma geleneğinin en güzel bir atılışı olan 2 7 Mayıs, kendi başına özlediğini yapamazdı. Halk için birşeyler yapmak, ancak işçi sınıfına dayanarak olabilirdi. Ve bu yolda pro letaryanın siyaseti Vatan Partisi, 'MBK ne Açık Mektup'la bu gerçeği açıkla mıştı. İşçi sınıfının karşısında, FinansKapital, MBK'ne yol' göstermede, güçlü örgütlenmesinden dolayı kıyaslanmıyacak avantajlara sahipti. Fakat MBK'ne yol gösteren sınıf lar, sırf birbirine karşıt, Finans-Kapital ve proletarya değildi. O dönemde, 1 9 6 1 sonlarında yayınlanmaya başla yan 'Yön' dergisi çevresindekiler de, 2 7 Mayıs'a bir şeyler öğretmeye çalışı yorlardı. Yön'ün gösterdiği yol eski bir şarkının tekran gibiydi. Tutulması ge reken yol Devletçilik'di. Bunun başa rılması için ise aydın kadrolar seferber edilmeliydi. Böylece 'Yön', TK P için den tasfiye olmuş Kemalizmin Kadro' ideolojisinin yeni bir biçimini savunu yordu. Bu haliyle 'Yön' sınıflan göre meyen bir küçükbuıjuva ütopyası ola rak şekilleniyordu. Dikkat edilsin, 2 7 Mayıs'la hızlanan sınıflar kopuşmasında, en azından bir yayınla önde görü nen 'Yön' küçükburjuva eğilimi, tama men içinden geldiği ortamın karakteri ni üzerinde taşımaktaydı. Doktrini D ev letçilik1di dayandığı zemin ise ay dın k ad rolard ı . Sınıfsız bakışı ve Dev letçilik doktriniyle hala Kemalist Bur juvazinin ideolojisinden öteye gideme mişti. İşte 2 7 Mayıs sonrası ilk şekille nen küçükburjuva eğilimi 'Yön' böyle bir zemindeydi. Sınıflar savaşı şiddet lendikçe, küçükburjuvazinin yön el iş leri elbette değişti. 1 2 Marta girmeden MDD olarak şekillendi. V e Kemaliz min izlerinden kurtulmaya, işçi sınıfını
görmeye doğru bir yol izleyen küçükburjuva devrimciliği, şimdi elbetteki 12 Mart öncesinden de daha ileride bir siyasi çizgiye gelebilmiştir. Sınıflar savaşı küçükburjaziyi eğitm ektedir. . Demek ki 2 7 Mayıs'tan sonra ilk şekillenen küçükburjuva eğilimi 'Yön', ideolojik yapısıyla, K em alizm i ve Devletçiliğimizi aşabilmiş değildir. Daha sonra, 1969'larda, Yön,. Dev rim dergisi olarak varlığını sürdüre cektir. Ve temel bakış açısı işçi sınıfı dı şında 'sivil ask er aydın z ü m rece da yanan bir devrim anlayışını savunmak olacaktır. 2 7 Mayıs kaynaklı bir diğer önemli atalım da T. Aydemirlerin 2 1 Mayıs darbe girişimidir. Finans-Kapitalin 2 7 Mayısı nötralize etmesine bir tepki olarak gelişen 21 Mayıs hareketi ba şarıya ulaşamadan bastınldı. 21 Mayıs'ın liderlerinden Fethi Gürcan hare ketlerinin dayandığı temel mantığı şöyle açıklıyor: 'Biz haklılığımızın sa vunmasını modern devlet görüşünde bulmaktayız. Bu görüşe göre, devletin bir fonksiyonu ve bu fonksiyonu ger çekleştirmek için de bir otoritesi var dır. Bu fonksiyonun gayesi halkın mutluluğunu sağlamaktır ve mutluluk sağlandığı müddetçe meşru bir devlet otoritesi var demektir.... Bu itibarla kanunlar ve devlet müesseselerinin verdiği her türlü hukuki emirler özü iti bariyle bu amaca karşı olamazlar. Ak si takdirde meşru değildirler. (F. Gür can'ın Savunması Sosyalist, s. 6) 'Halkın mutluluğunu sağlamayan bir devleti 'meşru' görmeyen F. Gür can, bu mutluluk yolunda yapılabile cekleri şöyle anlatıyor: 'Olumlu bir toprak reformu, hem sosyal adaleti ve onunla birlikte hem de en azından bü yük fakat aç ve çıplak Anadolu halkını besleyecek ölçüde istihsal artışını sağ layacak toprak reformu nerede? 'Bütün bunlann altında nüfuz tica reti, soygunlar, akraba kayırmaları yatmakta ve ekonomik, politik müna sebetleri ile, basınıyla, diğer müesseseileri ile halkın gerçek iradesinin dı şında hatta karşısında kalınmaktadır. Şimdi soruyoruz: 'Bu şartlar altında 2 7 Mayıs öncesi statükoyu koruma, hatta restore et mek rolünde olan Başbakanla, parla mento, büyük halktan yana mı, yoksa onun karşısında mı? '27 Mayıs öncesi statükonun korunup-restore edildiğini gören ordu gençliği, 'Yön' dergisi gibi fazla yazıp . çizmeden, doğrudan davranıyor, ve halk adına halktan kopuk kaldığı için
/
Kıvılcımlı hupisuncde.
şte 1 96 0' Iarda küçükburjuva d e vrim ciliğ i ik i yön de gelişm iştir. D evletçi gelenekli aydın Küçükbur ju v a e ğ ilim i 'Yön 2 7 Mayıs 'a y o l gösterirken kendi aydın çem beri içinde soysuzlaşıp bayağı burjuva libe ralizm ine dönüşmüştür.
'statüko'nun duvannda parçalanıyor du. Elbette bizim ordu gençliğimizin bu güzel geleneğinin de kendine göre dayandığı bir tabaka vardır. Bunu da yine F. Gürcan şöyle açıklıyor: 'İşte biz ulusal iradenin gerçekten tecellisi için ona engel olan politik, ekonomik ve sosyal münasebetleri ulusun çoğunlu ğu lehine ortadan kaldırmak istiyor duk. 'Bu münasebet yann mutlaka ko partacaktır. Bu koparmayı kimlerin aracılığıyla yapacaktık? Kafalanyla ye ni nesil Atatürk'ün Cumhuriyeti ema net ettiği, aslında halkın mutluluğunu
sağlamayı tavsiye ettiği gençlik ile ya pacaktı. Daha doğrusu onlar yapacak tı. Bu şüphesiz dar anlamıyla gençlik değil, yurdun her yanında, her kesi minde düşüncesiyle ve yapıcılığıyla devrimci olan zinde güçtür.' (a.y.) İşte 1960'larda küçükburjuva dev rimciliği iki yönde gelişmiştir. Devletçi gelenekli aydın Küçükburjuva eğilimi 'Yön', 2 7 Mayısa yol gösterirken ken di aydın çemberi içinde soysuzlaşıp bayağı burjuva liberalizmine dönüş müştür. Öte yandan, ordu gençliğin den kaynak alan 2 1 Mayıs hareketi ise, kendi geleneğini sürdürmüş, adeta
3
tışılmaktadır. Bunun anlamı ise, işçi sı nıfının kendini siyaset sahnesinde ya vaş yavaş duyurması ve küçükb urjuva devrimciliğinin bundan etkilen m en i demektir. 'Zinde güçlerin ne teorisi ne dıe pratiği 1 9 6 0 sonrası devrimci hareket üzerinde etkin ve egemen flam am ı ştır. Sadece, henüz 2 7 M a lısın sıcak etkinliğinin yaşandığı günlerde filizle n~ miş, sonra yaşayamamrş: ya kendini yakmış ya da burjuva liberalizmine soysuzlaşmıştır. Y ö n 1 CHP'nin yedme ğinde kalmıştır. İşte bu yıllar, henüz b ağımsız küçükburjuva devrimciliği p ek yoktur. Var olan eğilimler 'devlet sınıf ları' geleneğinin ötesine geçem em iş tir. Yani sınıflar kopuşması, henüz kü çükburjuva devrimciliğini az çok istik rarlı bir biçimde ortaya koyacak s e d yede değildir. Küçükburjuva tabakalar; özellikle köylülüğün bir kısmı ve küçük esnaf lar, hatta gençliğin bir kısmı bu yıllan ia CHP potasındadır. Şehir ve kasaba lardaki gençliğin büyük kısmı ise, 1963'lerden sonra güçlenmeye başla yan TİP çevresindedir. O dönemde CHP 'ortanın solu' TİP'de 'Sosyalizm' demektedir. Bu söylenenlerin sınıflar savaşı açısından anlamı şudur. O güne kadar gerek ekonomik gerekse politik olarak Finans-Kapitalle önemli bir ça tışma içinde olmayan Yaban burjuva ların (tekel dışı kapitalistler) 19501erden beri Finans-Kapital vurgununun hızlanmasıyla, Finans-Kapitalle çatışmalan yükselmiştir. V e bunun siyasi olarak görünümü iki yönde olmuştur. Yaban burjuvalann daha irileri serbest rekabet özlemlerini 'ortanın solu' şek lindeki daha çok libe;ral bir anlayışla CHP'inde dile gitirmişler, düzenden daha çok kopuşanîan ise, kurtuluşu iş çi sınıfı ile ittifakta yoldayarak, özlem lerini 'Sosyalizm' talebiyle TİP'de gi dermeye koyulmuşları dır. TİP işçi sınıfı içinde aristokrat, zengin işçilere, sen dikacılara dayanmaktc tydı. TİP'de ege men olan işçi aristokr asisi ve burjuva aydınların eğilimiydi. Bunlar ise so nuçta işçi sınıfı içinde burjuva nüfuzu olmaktaydılar. Bütün fa u gelişmeler şu nu gösteriyordu: Proletaryanın öz i eğilimi 1920'd e doğm uş ve 1927'İerd e sağlamca şe killenm iştir. Fakat sı nıflar savaşının yüksek boyutlara varm adığı yıllarda Finans-kapitalin sürekli; zulmü ve yoketmesi sonucunda 1 9 6 0 dara gelindiğin de dağınık ve örgütsüz :dü. Bu nedenle 2 7 Mayısla 'hürleşen ortamda işçi sı nıfı adına onun öz eğiîi mi değil, tersine
öylece 1969'lara ge lindiğinde burjuva dev rim ciliğinin çözülürken, daha çok gençlik temelinde şenf küçükburjuva dev rim ciliğinin açıkça belirmeye başla mıştır. i
sınıfların önünde davranmıştır. 'Yön' atalet içinde soysuzlaşırken, 2 1 Mayısçılar bir atakla statükoyu sarsamadan meşale gibi yanıp söndüler. Türkiye'de sınıflar savaşının en kör göze henüz batamadığı bu yıllar da, sınıfa dayanm adan davranan Genç Türk geleneğimiz teorisi ve pra tiğiyle Önde göründü. Soyut halk kav ramından, ve onu kurtaracak zinde güçlerden öteye gidememiş olan bi linçlenme, sınıflar savaşı yükseldikçe ister istemez değişmiştir. TİP: Yine 1961'd e kurulan, fakat sırf sendikacılar zümresinde kalan TİP, bu yıllarda genellikle sessiz ve adeta yok gibidir. Ordu gençliğinin 21 Mayış yenilgisinden sonra 1964'lerde, TİP sesi duyulur hale gelmeye baş lamıştır. Aristokrat işçi zümresi sendi kacıların ve burjuva aydınların ege menliğindeki TİP, gelişmesiyle, çevre sine hemen hemen o yıllarda devrimci potansiyelin tamamını toplamıştır. Küçükburjuva devrimciliğinin sınıfsız bakışan a ve "zinde güçler'e dayan masına karşılık; TİP, bir sınıfa dayan dığını söylüyor ve 'halkın mutlulu ğunun yerine de soyut olarak S osya lizmi savunuyordu. Bütün bunlar dev rimci hareketin genel gidişinde bir aşam aydı. Yön 'çağdaş uygarlık'tan Öteye gitmemiş ve sınıfları görmemiş ti. 2 1 Mayıs hareketi, 'zinde güçlerle 2 7 Mayıs'a pratik yol göstericiliğini denemiş, ancak kendini yakmıştı. Ve bu yıllar içinde sınıflar savaşındaki ge lişim, 1963'lerde işçi sınıfının grev ve toplu sözleşme hakkını almasına ka dar varmıştır. İşte bu dönemde 'Türki ye'de burjuva ve emekçi sınıfın olup ol madığı.... Endüstri işçisi Türkiye'de toplumculuğun öncüsü olabilir mi, olamazını?' vb. konulan hararetle tar
4
işçi içindeki eg em en burjuva nüfuzu davranmış, ve TİP olarak partileşmişdir. Ve henüz küçük burjuva devrimci liği de TİP içindedir. Yani sınıfsal ola rak: henüz sınıflar kopuşmasında işçi sınıfı ve küçükburjuva tabakalar Y a ban burjuvazinin takipçisi durumunda dır. Ve yine aynı şekilde henüz Yaban burjuvazinin, küçük burjuvazinin ve proletaryanın siyasi taleplerinin birbi rinden fa rkı açıkça görünmemektedir. Kaba bir bakışla hepsi sanki aynı gö rünmektedir. Elbette bu görüntüyü sağlayan sınıflar savaşının 1965lerdeki seviyesidir. İşte 1 9 6 0 sonrası 'devlet sınıflan' gelenekli küçükburjuva devrimciliği nin kısa ataklanndan sonra, devrimci harekette burjuva devrim ciliği öncü davranmıştır. Onun öncülüğü 1z inde g ü çler1İn sınıfsız bakışma karşılık işçi sınıfı ve sosyalizmi savunmasında ol muştur. Ama sınıflar savaşı yükselip de mücadele şartlan değişince, d ah a militan bir karakter kazanınca TİP'in burjuva devrimciliği iflas etmeye başla mıştır. Çünkü TİP'in sosyalizmi ger çekte işçi sınıfına değil, işçi içinde aris tokrat bir zümreye dayanıyordu. Ve düzen değişikliğini devrimci bir tarzda düşünmeyip, bufjuva devrimciliğinin gereği parlementoda 'başa güreş'tiğini. söyleyerek, aslında, mevcut düzenin ebedileşmesi için çalışmış oluyordu.. İş;te bütün bunlar gen işyığm lar tarafın dan 1965'lerde henüz gerçek avılan ılcirmda bilinemiyordu. Ama özellikle 1 966'lardan sonra hızla yükselmey e başlıyan, sertleşen sınıflar savaşıl T İP'in yaldızlarını dökmüştür. T İP i çind e ve dışında partinin politik hatıtma kcirşı MDD hareketi gelişmeye be ışlamııştır. Bunun anlamı, yükselen «sınıf müc adelesi şartlarında küçükbur juva tabakalarının burjuva öncülüğün den koptışmasıydı. Dolayısıyla sınıf mi icadeles sinin yeni şartları bir bakıma b uajuva devrimciliğinin öncülüğünü imi can sız hale getiriyordu. 1 9 6 0 sonras ınm genellikle banşçıl geçtiği 1 9 6 7 yıl lanna kadar olan döneminde, bur juva devri mciliğinin öncülüğü açıkça c ata dayken, bu öncülük ekonomide 5 /e ni bir buhranın patlamaya yüz tutt uğu 1 9 6 9 'larda açıkça dağılışa girmi ştir *. Özellikle 1 9 6 9 yılı, parlamentoda ba -. şa gü treşilemeyeceğini göstermiş > ve *. T İP hı zla çözülmeye başlamıştır. E )aha doğru şöyle söylenebilir. Gelişen 5sınıf lar* savaşı karşısında TİP'in gittikç< 2 geric deşmesi ve çürümesi iki olay tar afında.n hızla açığa çıkartılmıştır. İç erde, 1 9 6 9 seçimlerinde uğranılan son u ç,
Milletvekillikleri birdenbire kaybolun ca, bu durum, parlementer mantıklar daki paniği hızlandırmıştır. Dışarıda ise, Çekoslavakya olaylarıdır. Ay bar Vdu olaylar karşısında bütün gericili ğini l aısmuş ve sosyalizm düşmanlığını açığ a vurmuştur*. Bu iki olay hem T İP ’in karakterini daha iyi ortaya çıkartmış, hem de çözüdmeyi hızlandırmıştır. Böylece 1 9 6 9 la r a gelindiğinde burjuva devrimciliğinin öncülüğü çö zülürken, dciha çok gençlik temelinde gelişen, küç ükburjuva devrimciliğinin öncülüğü açıkça belirmeye başlamış tır. B u değişim ncisıl gerçekleşmiştir? Ve nelere yol açmıştır? Ö nce Finans-Kapitalin 2 7 Mayıs sayesinde ha İka tasarruf ettirdiği biri kimler monta j sanayi dış atımıyla tüke tilmiş, Finans -K apital yeni ve daha bü yük serm aye birikimleri özlemiyle buhrana girmiştir. Ekonomideki bu gi diş kendini siy a sette sınıflar savaşının hızlanması şekli inde göstermiştir. Bunun sonı ıcu olarak işçi, gençlik hareketleri en yi üksek noktasına 1 9 6 9 yılında ulaşmış ıtır. 1 964'd e 6 .6 0 0 olan grevci say ısı 1966'd a 1 0 .4 0 0 'e çıkmış ve 1 9 6 ^ 'd a ise 2 3 .1 9 0 'a var mıştır. Yine gej içlik hareketleri de bu yılda en fazla oh nuştur. Â ynfellar için de toprak işgali eri de sıklaşmıştır. Bü tün bunlar ülke< deki buhranın derinleş tiğine işaret etti. Ve toplumdaki sınıf lar savaşı yükseldikçe, kaçınılmaz ola rak sınıf ve tabakalann tepkileri ve kendi öz eğilimıleri daha net olarak or taya çıkmaktadır. Kaynayan kazanda birbirine yapışık görünen sınıf ve taba kalann arasındaki çatlaklar büyümek te ve sınıfsal kopuşmalar gerçekleş mektedir. İşte bu yıllarda, şekillenmesi sonuçlanan TİP'deki MDD hareketi ve CHP'deki Ecevit hareketi sınıflar pla nında küçükburjuva tabakalann kopuşmasınm siyasi görünümüne denk düşer. MDD- daha çok şehirlerdeki aydın gençliğin işçi aristokrasisi ve burjuva aydmlannın siyasi zemininden kopuşması idi. Ecevit hareketi ise, aşağıdan yükselen küçük üretmenlerin tepkisiy le İ. İnönü'den daha radikal davran mak zorunluluğunu hisseden Yaban burjuvaların siyasi hareketiydi. Bu ha reket ister istemez küçük üretmenle rin tepkilerini de dile getiriyordu. Dci ha doğrusu gelişen hareket Yaban burjuvalan daha radikal davranmaya itiyordu. İşte yükselen buhran içinde çabuk etkilenen ve çarçabuk ihtiialci ğüşüncelere sürüklenen küçükbuıjuvalsr ha
reketin kabanşının ve bilinç seviyesi nin tabii sonucu olarak öne sıçramış lardır. Küçük üretmenler İnönü'nün Finans-Kapitalle uzlaşıcı politikasına tepkilerini yükseltirken, gençlik de devrimci hareketin gerektirdiği yeni ve daha militan mücadele yöntemlerine karşı TİP'in gösterdiği gerici tutuma, yani karşı devrime pasifçe teslim olu şuna hoşnutsuzluğunu yükseltiyordu. 1969'd a artık TİP görevini ta mamlamış ve kendi sınıf zeminindeki yapısı daha da netleşmiştir. 1 9 6 0 son rası en genel anlamda işçi sınıfı öncülü ğü ve Sosyalizm propagandası yap mış, bunu yaygınlaştırmıştı^ Fakat mücadele, artık bu genel sözlerden öteye daha yeni görevlerle yüzyüze gelince, kendi sınıf karakterinin sonu cu hareketin öncülüğünü artık yürüte meyeceğini göstermiş oluyordu. TİP döneminde parlementarist mücadele daima ön d e olmuş, işçi sınıfı içinde de sen dikalizm den öteye gidilememiş tir. Ve bu mücadele tarzı belli bir dö nem (1 9 6 3 -1 9 6 9 ) genel olarak dev rimci kadrolarda açık bir tepki oluştur mazken, sınıflar savaşının daha da şid detlenmesiyle o güne kadar biriken tepkiler açıkça ortaya çıkmış, ve TİPMDD kopuşması gerçekleşmiştir. Bu kopuşmanın objektif zemini sınıf sava şının o dönemde en yüksek noktasına varması, sübjektif zemini ise, bu gidiş karşısında TİP'in tam bir teslimiyete bürünmüş olmasıdır. Ve bu kopuşmanın en genel anla mı da, devrimci hareketin belirli bir ge lişme seviyesinde geçerli olabilecek olan ve belki de yaşanması bir bakıma zorunlu-aynı zamanda zorunluluğun dan dolayı öğretici de-olan burjuva devrimciliğinin öncülük döneminin bittiği veya kapandığıdır. Aynı şekilde bu dönemin kapanmasıyla birlikte, o döneme ait mücadele araçları olan parlemantarizm ve sendikalizmin de göz boyacı olmaktan çıkması demek tir. Nitekim 1 9 7 4 sonrası TİP'in anlı şanlı günlerini ne legalitede TSİP ne de yeraltında TKP yaşayamamış, hiç bir zaman hareketin tek odak merkezi olamamışlardır. Artık yaşanan ve de rinleşen buhranla kopuşan sınıflar eski balayı dönemini bir kere daha yaşaya mazlardı. Bütün yaldızlan ancak bir iki yıl sürmüştür. MDD kopuşurken, yani sınıf anla mında burjuva devrimciliğinden kü çükburjuva devrimciliği kopuşurken, elbette olumluluğunun yanında olum suz özellikleri de kaçınılmaz olarak
vardı. En genel anlamda TİP’in sırf işçici tutumuna haklı bir tepki gösterirken, aynı zamanda işçi sınıfının öncülüğü nü tartışma konusu yaparak, ister iste mez 'Yön' devrimciliğinin "zinde güç, ler"e dayanan sınıfsız bakışının etkile rini üzerinde taşıyprdu. Daha doğrusu MDD hareketi, TİP deneyi süresince yaşanan olaylardan iki gerici sonuç çı kartmıştır. ilk i , işçi sınıfının pratikde öncülüğünü göremediğinden, veya iş çi sınıfı öncülüğünü TİP gibi zannettiğiden, sınıfa güvensizliği kışkırtmak. Onun yerine aydın-sivil asker zümrey le bir bağımsızlık savaşı hayal etmek. İkincisi, TİP soysuzlaşmasından kal karak partinin olmazlığına varmak. Partisizliği teorileştirmek. TİP deneyinden ancak bir küçük burjuva devrimcisi bu gerici sonuçları çıkarabilirdi. İşte* MDD böyle bir ze minde şekillenmiştir. Ve sırf işçici TİP ile 'ağdın kadrolar'a öncülük tanıyan 'Yön' çizgisinin e k le k tik bir uzlaşması nın sonucu MDD teorisi olmuştur. MDD sözde işçi sınıfının varlığını ve öncülüğünü reddedemiyor, ama işçi sınıfını öncü olarak da bir türlü göremiyordu. Nitekim daha sonraki yıllarda MDD'nin diğer bütün nüansları arasın daki tem el konu hep bu öncülük m ese lesi olmuştur. MDD: İ969'lard a işçi ve gençlik hareketlerinin en yüksek noktasına erişildiği zamanda sonuçlanan TİPMDD kopuşmasında Özellikle MDD'nin Türkiye’ye bakışını irdelemeliyiz. Elbette eleştirinin hedefi açı sından bu ancak genel hatlarıyla yapı lacaktır. Zaten 'MDD Zortlaması' ki tapçığı bu eleştiriyi momentinde ve en iyi biçimde yapmışdır. MDD, TİP içinde özellikle 1966'larda şekillenmeye başlamıştır. Ve bu birikim sınıflar savaşının gelişim seyrinde 1969'd a kopuşmayla sonuç lanmıştın Bu kopuşma burjuva dev rimciliği ile küçükburjuva devrimciliği nin bir kopuşmasıydı. Biz şimdi bu kopuşmada, Türkiye sınıflar savaşına TİP'in ve MDD'nin nasıl baktığını açık larsak, bu, burjuva ve küçük buıjuva devrimciliğinin Türkiye'ye bakışlan olacaktır. Ve dolayısıyla bu eğilimlerin hangi 'düşmana göre şekillendiğini de ortaya çıkmış olacaktır. Bu 'düşman' kavramı tam am en sınıflar savaşının kapsam ını, derinliğini kavrayabilmek le ilgilidir. TİP- MDD çatışmasında en temelli konu devrimin stratejik konağıydı. TİP 'Sosyalist D evrim 1adını, MDD 'Milli
5
Kıvılcımlı son günlerinde.
Demokratik Devrim' adımını savunu yordu. Yani TİP Kemalist burjuvazinin kendi burjuva devrimini sonuçlandır dığını, böylece kapitalizm öncesi üre tim ilişkilerini tasfiye ettiğini söyleye rek, artık işçi sınıfının sosyalizmi kur mak için davranması gerektiğini öğütlüyordu. Bunları söylemekle TİP Tür kiye'deki sınıflar gelişmesini olduğun dan ileride görmüş oluyordu. Bunu yaparak da çağımızda, yani burjuvazi nin devrimci karakterini yitirdiği tekel ci kapitalizm çağında, burjuvaziye ol duğundan öteye bir devrimci misyon yüklüyordu. Oysa Kemalist burjuvazi ulusal kurtuluştan, sosyal kurtuluşa sıçrayamamıştı. Dayandığı sınıf açı sından, irili ufaklı bütün Anadolu bur juvazisine dayandığından, ulusal kur tuluştan sonra kendi soygun düzenini kurmakla yetinmiştir. V e üstelik bizde egemen antika tefeci-bezirgan ser maye ile uluslararası tekelciliğin sentezleşmesi ve Devletçilik fideliğinde semirmesiyle Finans-Kapital gelişmiş, dolayısıyla hiç bir temelli reform ger çekleşmemiştir. Oysa TİP'e göre antika sermaye ve üretim ilişkileri tasfiye olmuş, üste lik bunlan burjuvazi gerçekleştirmiştir. Bunun ise iki pratik sonucu vardı: Ön ce TİP bu tutumuyla proletaryanın önündeki demokratik görevleri gör mezlikten gelmiş oluyor, dolayısıyla bu görevleri CHP'ne (burjuvaziye) ıs marlamış oluyordu. Kendisi Sosya lizm türküsüyle demokratik görevler den kaçmıyordu. İkinci sonuç ise, ka pitalizmin bizdeki gelişim seviyesini ve doğurduğu çelişkileri yanlış değerlen dirdiğinden proletaryanın bugünkü müttefiklerinden kopuyor, somutça taktik cephe adımını atlıyor, hareket içinde yanlızlaşıyordu. 6
TİP daylara neden böyle bakmak taydı? TİP işçi sınıfı içinde burjuva nü fuzu olduğundan; işçi aristokrasisi ve burjuva aydın zümrelerine dayandı ğından, bizde kapitalizmin gelişim se viyesini abartıyordu. Çünkü hem işçi aristokrasisi (bizde zenginleşmiş sendi kacılar zümresi) ve hem de burjuva ay dınlar (doktor, avukat, mühendis vb.) kapitalizmin yaratığıdır. Üstelik de ka pitalizm bu tabakalan kendi nimetle riyle düzene daha sıkı bağlamışdır. Y a ni bunlar karnı tok politikacılardır. Dolayısıyla konumlarını korumak ve biraz daha iyileştirmek için genellikle ekonomik mücadele zemininde hapsolurlar. İşçi sınıfını ekonomik müca dele zemininde tutmak isterler. Yani işçi sınıfını önündeki acil demokratik görevlerden (işçi sınıfının asgari prog ramı) kopanp, sosyalizm ninnisiyle sı nıf bencilliği içine hapsetmek isterler. Mücadeleleri düzenin onanlması sevi yesinde kalır. Özetlersek, kapitalizimin yarattığı işçi aristokrasisi ve burjuva aydınları, burjuvazi ile aralanndaki çelişkiyi çö zümlemeye kalkarken, sınıf adına de ğil de, onun zenginleşmiş bir zümresi adına davrandıklanndan bu konumlan onları işçi sınıfım halkın önçüsü olarak davranma perspektifinden uzaklâştınr, tersine sınıf bencilliği içinde dav ranması pratik sonucuna vardmr. Yi ne işçi aristokrasisi ve burjuva aydınlan hali vakti yerinde bir tabaka olduğun dan, mücadele tarzı ve araçlan bu ko numuna göre şekillenir. Daha devrim ci bir ruh içinde olan unsurlarla ittifak yerine, kendi fikirlerini buıjuvaziye an latıp ikna etme tutumunu seçerler. Bunun ise en bilinen iki yolu Parlementobülbüllüğü ile sendikalizm kı sır döngüsüdür, işte TİP bu yapısıyla iş
çi sınıfının önündeki gerçek görevleri atlayıp, sınıf içinde bir burjuva nüfuzu olduğundan işçi sınıfını müttefiklerin den kopancı bir politika izlemiştir. Bu nun teorik çerçevesi ise kaçınılmaz olarak, Sosyalist Devrim bahanesiyle, demokratik devrim görevlerinden yan çizmek olmuştur. Ve bütün mücadele 'burjuvaziye karşı' günlük ücret ve bazı haklann alınması seviyesinde ilkelleştirilmiştir. Bunun karşısında MDD ise, doğru bir çizgi savunmamış, adeta TİP'in an titezi kılığında şekillenmiştir. Türki ye'de kapitalizmin gelişmesini oldu ğundan geri değerlendirmiş, 'yan-feodal' gördüğü Türkiye'de feodalizm ve sömürge olgusunu abartmiştır. MDD 1920'lerin Türkiye'siyle 19 6 0 'la r Türkiyesi arasında fazla bir fark göremedi. TIP Kemalizme burjuva devrimini so nuna kadar yaptmrken, MDD 1930'lardan sonra Kemalizmi dağdan geri kaydmp 1 9 1 9'lara kadar düşürdü. Böylece 1968'ler Türkiye'sini Emparyalizmin işgalindeki bir yan sömürge gibi gördü. O zamanda sırf dışarlak bir Emperyalizm ile onun yerli işbirlikçi lerinin karşısına 'milli sınıflan' koydu. Böylece sınıflar savaşımı kendi küçükburjuva milliyetçiliğini karıştırınca or taya 'milli', 'gayrı milli' sınıf değerlen dirmesi çıkmıştır. Mesele böyle konu lunca bunun mantık sonucu işçi sınıfı nın öncülüğünü küçümsememek ol muş, bunun yerine 1960'lann M. Ke mal'i olmak yeğlenmiş, MDD Kema lizm'den kopuşamamıştır. Kemalizmin anti-emperyalist tutumunun be nimsenmesi olumluluk sayılsada, esas burjuva karakteri görülemeyip, Kema lizm küçükburjuva eğilimi zannedilin ce, ister istemez burjuva etkisi altında kalınmış olunuyordu. MDD Türkiye'de Kurtuluş Sava şından sonra gelişen kapitalizmi ve onurl yarattığı sınıf ilişki-çelişkilerini < göremiyordu. Daha doğrusu, MDD sı nıf savaşı açısından meseleye bakamı yor, Emperyalizme ve onun yerli işbir likçilerine karşı bir bağımsızlık savaşı özlüyordu. Bu savaş 'millici sınıflar' ta rafından yürütülecekdi. Böylece MDD'nin tepkisinin özü ve yönelişi Amerikan Emperyalizmine karşı ulu sal seviyede şekillenmiş oluyordu. Bu 'anti-emperyalist' savaşın sınıfsal saf laşması konusunda MDD daima bula nık kalmış ve Y ön' eğilimiyle TİP'in ek lektik bir birliği olmaktan öteye gide memiştir. MDD'ye göre Kemalizm küçük burjuva eğilimidir. Ve 1920'lerden
sonra iktidardadır. Fakat 1946'lardan sonra Amerikan emperyalizmi yerli iş birlikçileriyle bizi yan sömürge yapmışdır. Bütün 'millici' sınıflar emper yalizmi söküp atmalıdır. Ve bu talebin temel parolası T am Bağımsızlık' ol muştur. MDD bu tutumuyla Kemalizmden ileriye gitmiş olamıyordu. 1920'lerde Ulusal Kurtuluş tamam landıktan sonra artık gündemde sosyalkurtuluş vardı. Ve bu da ancak işçi sınıfının öncülüğünde gerçekleşebilirdi. Yoksa dış düşmana karşı 'milli sınıf larla' değil. Bu değerlendirmesiyle MDD iki şeyi açıkça ilan etmiş oluyordu. 1930'lardan beri Türkiye'de kapitaliz min gelişmesini ve bunun sonucu şe killenen sınıf yapılannı önemsemiyor, böylece bizdeki kapitalizmi ve işçi sını fını cılız olarak görüp, feodalizmi abar tıyordu. Bunun pratik sonucu işçi sını fı öncülüğünde bulanıklık oldu. İkinci si; MDD, bizde kapitalist gelişmeye gösterdiği kayıtsızlığa, ve bunun yeri ne sırf bir genel düşman Emperyaliz mi öne çıkartarak mücadeleye sınıfsal (işçi sınıfı) zeminden değil, ulusal (burjuva-küçükburjuva) bir zeminden bak tığını anlatmış oluyordu. MDD Türkiye'ye neden böyle ba kıyordu? MDD liderliği Türkiye dev rimci hareketinde. 'II Emperyalist Ev ren Savaşı sonrası gençlik eğilimidir.' Öte yandan MDD daha ziyade şehir ve kasabalardaki gençlik eğilimi olarak şekillendi. Bu genç küçükburjuva ta bakaların en temel özelliği üretimden kopuk olmalarıdır. Yani direkt olarak kapitalist üretim içinde değillerdir. Bu nedenle sınıf-zıtlıklannı soyut olarak kavrarlar. Veya başka bir deyişle, üst lerinde duyduklan ekonomik ve siya sal baskının bir sınıftan kaynak aldığı nı önceleri kavrayamazlar. Onlara bu baskının nedeni soyut planda 'devleti olarak gözükür. Ve öfke ile devlete karşı çıkarlar. Devletin sınıf yapısını kavrayamaz, ama bunu Amerikan Emperyalizminin bir kuklası ('Filipin ti pi demokrasi') olarak görüp, bütün öf kesini Amerikan Emperyalizmine ve yerli piyonlanna yöneltir. Devletin güç kaynağını, dayanağını göremez, bunu sadece Amerikan Emperyalizmi olarak görür. Üretimden kopuk, bu sebeple do laysız sınıf çelişmelerinden de kopuk olan küçükburjuva tabakalarda, bu dü şünceleri uyandıran başka nedenler yok muydu? Herşeyden önce 1 9 6 5 sonrası, Amerikan Emperyalizminin hem dün
yada, hem de Türkiye'de yeterince de şifre olduğu yıllardır. 1 9 6 7 Vietnam zaferi amerikan Emperyalizminin bü tün kanlı ve gerçek yüzünü ortaya koy muştur. Buna bağlı olarak Amerikanın Türkiyedeki durumu da gençliğin daha çok gözüne batar hale gelmiştir. Ve bütün dünyada başta Amerikan Em peryalizmine karşı Ulusal Kurtuluş Sa vaştan verilmektedir. Ve Türkiye dev rimcileri de bu genel görünümden el bette etkilenmezlik edemezlerdi. İşte MDD'nin şekillenmesinde etkili otan en genel ortam budur. Elbetteki sırf bu görüntülerle yetinmek kaçınılmaz ya nılgıların kaynağı olacaktı. Ama ne ça re ki, küçükburjuva yapısı gereği ça buk öfkelenip davranır. Üstelik bir Kurtuluş Savaşı yaşamış, Kuvayi milliyeci bir geleneğe sahip olmak çarça buk gençliği Emperyalizme karşı yeni bir. bağımsızlık savaşma sürükledi. MDD'nin temel zemini budur. Elbette deney öğretir. Nitekim MDD hareketi de daha gelişmesi ve yaygınlaşmasıyla birlikte, hemen 1 9 6 9 sonlannda parçalanmalara uğ radı. Bunun anlamı, TİP'e karşı dev rimci hareketin gelişmesine devrimci tepkisiyle bir müddet cevap verebilen MDD, artık aşılmalıydı. Hareketin ihtiyaçlanna cevap veremez hale hızla ge liyordu. Bu süreç içinde MDD nüans lara aynlmış, kaba ve genel bakışını bir bakıma çeşitli yönlerden derinleştir miştir. 1 9 6 9 sonlannda gelişmesinin te pe noktasına varan MDD hareketi Ocak 1970'd e AL-AK Aydınlık bö lünmesine uğramışdır. Bölünmenin gerçekleştiği ortam Türkiye'nin 1 9 6 0 sonrası işçi hareketlerinin en çok yoğunlaşdığı bir ortamdır. Ocak 1970'd e kopuşan MDD'nin AK Aydınlık (şim diki SP) franksiyonunun o zamanlar savunduğu temel görüş işçi sınıfı öncü lüğünün 'objektif ve sübjektif şartlannın olmadığı, ve çalışmanın bu ger çeklik üzerine oturtulması biçimindey di. Böyle bir görüşü tam da işçi hare ketinin en yüksek olduğu zamanda sa vunmak ne anlama gelirdi? Bunu açık layabilmek için AK Aydınlığın diğer görüşlerine de kısaca bakmalıyız. 'Yan sömürge, yan-feodal bir ülke otan yurdumuzda devrimin temel gücü köylülüktür... Devrimin... programı nın özü... Toprakdevrimidir. (PD Ay dınlık, s. 26) Demokratik Devrimi Toprak devrimine' indirgemek Türki ye sınıflar yapısında feodalizmin abar tılmasının bir mantık sonucudur. Fa
kat AK Aydınlık bunla da yetinmiyor. Açıkça şunlan söylüyor: 'Emperyaliz min en yakın işbirlikçisi otan tekelci sermaye, diğer bütün sömürücü sınıf lara da hükmetmektedir ve sömürülen ülke halkının en amansız düşmanıdır. Ama geniş halk yığınlannm, özellikle köylülüğün hemen önündeki düşman lar; geniş köylü yığınlannı doğrudan doğruya sömüren unsurlar, bu tekelci sermayenin gerici müttefiki yan-feo dal unsurlardır.' (PD Aydınlık, s. 26) Evet, mücadele 'doğrudan doğruya sö müren unsurlarla olduğundan şimdilik 'tekelci sermaye' bu alanın dışında ka lacaktır. Bu mücadelenin hedeflerini de AK Aydınlık şöyle sıralar: 'Toprak refor munun yapılması, tefeciliğin kökünün kurutulması, aracılığa son verilmesi, adil kredi sağlanması' (İşçi Köylü, s.7) Bütün bu söylenenler içerik olarak CHP'nin taleplerinden daha ileri değil dir. 'Aracılığa son verilmesi, adil kre d i....’ bütün bunlar O bir türlü görüle meyen kapitalizmin anaforunda boca layan küçük üretmenlerin hayalleridir. Fakat bunlar eninde sonunda hayaldir ve kapitalizme vurmaya göze almadan hiçbirisinin bir anlamı yoktur. Hedeflediği bu talepler doğrultu sunda AK Aydınlık nasıl döğüşecektir? 'Biz niçin menfaatlerimizi temsil etme yen partilere bölünelim ve niçin millet olarak bölük pörçük olalım? İki köylü nün veya iki işçinin aralannda hangi menfaat aynlığı var ki ayn ayn partile re bölünüyorlar?... Bizim partimiz MİLLİ KURTULUŞ CEPHEŞİ'dir. Bi zim partimizin komutanı Mustafa Ke mal'dir. Bizim partimizin üyeleri, Amerikan sömürücüleriyle çrtaklık et meyen bütün MİLLETTİR’ (İşçi Köylü, s.7) AK Aydınlığın sınıflarla bir işi yok tur. Amerikan sömürücülerine karşı 'MİLLET'çe savaşacaktır. Bu millet bölürimemelidir. Bunlar, MDD içinden çıkan bir nü ansın temel görüşleridir. Açıkça beliren karakteriyle AK Ay dınlık, sınıflar savaşının hızlandığı bir momentte ve en kör gözlere batmaya başladığı zaman, bu savaşın üstünü örtmeye çalışıyor. Bunun tek anlamı şudur: bu tuium yükselen işçi hareketi ne karşı gerici bir burjuvanın feryadı dır. öyle bir burjuva ki, bu feryadıyle iş çi sınıfına sosyalizme düşmanlığını açıkça itan etmiş olmaktadır. İşte AK Aydınlık hareketi MDD içinden, yük selen işçi hareketine karşı şekillenen bir gerici tepkidir. MDD devrimci eğiti-
,
7
mi içinden böyle gerici bir eğilimin şe killenmesi nasıl açıklanabilir? M D D - TİP karşısında Demokratik Devrim görevlerine talip olurken ve TİP'in pasif, teslimiyetçi mücadele tar zına karşı dururken, devrimcidir. Ama Türkiye'deki mücadeleyi 'milli', 'işbirlikçi' mücadelesine indirgediğin den ve bu temel pencereden Türki ye'ye baktığından, dolayısıyla yaşanan sınıf mücadelesini kavrayamadığın dan, bu sınıf savaşı karşısındaki tep kileriyle de gericidir, 1919'lann ba ğımsızlık savaşı o moment içinde dev rimci bir görev yaparken, 1970'lerde aynı mantıkla davranıldığmda her şey den önce yerli egem en sınıflara karşı verilmesi gereken İktisadi Kurtuluş Savaşı görülemediğinden mücadele nin gerisine düşülmüş oluyordu. 'Ba ğımsızlık' parolası abartılarak 'Sosya lizm' parolası yasaklandı. 'Memleke tinde Emperyalistlerin işbirlikçileri ik tidara sahip çıkarken... senin hakkın yoktur 'Sosyalist Türkiye' sloganı atmıya... layık değilsin henüz ona. Ona layık olmak için, 'Sosyalist Türkiye sloganını atabilmek için, ilk önce Tür kiye'yi bağımsı^ frctle getirelim; bağım sız ve gerçekter) demokratik bir ülke haline getirelim. (Türk Solu,. 12) Bu haliyle MDD- TİP'e tepki gös terirken aslında devrimci yanlanyla birlikte iki önemli gerici tutumunu da açığa vurmuş oluyordu: Birincisi, MDD 'Sosyalizme' bu günden yarma gerici bir tepki göster miş oluyor, bu parola yerine ’bağımsızlık'ı geçiriyordu. Yine buna bağlı olarak işçi sınıfına ve onun öncülüğü ne gerici bir tepki göstermiş oluyor, bunun yerine 'milli sınıflar'ı geçiriyor du. İşte AK Aydınlık MDD'nin bu sağ, gerici yanının yükselen işçi hareketi karşısında hızla şekillenmesi, mantık sonuçlanna varması ve ayrı bir çizgi olarak açığa çıkmasıdır. Yani MDD’nin özünde fi Uz halinde var olan S osyalizm e ve işçi sınıfına duyulan .gerici tepki, AK Aydınlık şeklinde uç vermiştir. AK Aydınlık; mücadeleyi Ameri kan Emperyalizmine karşı bütün 'miF let'in savaşına indirgemiş, tekelcileri 'doğrudan sömürücü' olmadıkîanndan göz ardı ederek, hedefini 'Toprak devrimi'yle sınırlamıştır. Ve bu yolda sınıflara bölünmemek gereklidir. Oy sa Toprak devrimi' dahi çağımızda ve ülkemizde ancak 'işçi sınıfı öncülüğün de' gerçekleşebilecektir. AK Aydınlık bu gerçeği reddederek bayağı bir libe-
rai burjuva olduğunu açığa vurmuş tur. Yine AK Aydınlık sınıflar mücade lesini görmek istemediğinden bunun mantık sonucu olarak sosyalizme düş manlığını açıkça ilan etmiştir. Bunu o yıllarda Sovyetlerin 1956'd an sonra, 'revizyonistleştiğini' ve egemenliğin 'Sovyet burjuvazisi'ne geçtiğini (PD. Aydınlık, s. 22) söyleyerek yapmıştır. Yani yer yüzünden sosyalizmi kuş ya pıp uçurmuş, sosyalizmin olmazlığını ispatlama yoluna girmiştir. Hep biliriz daha sonra, yani Türkiye'de işçi sınıfı nın mücadelesi inadına yükseldikçe, buna tepki olarak AK Aydınlık Sovyet lerin 'baş emperyalist' olduğunu iddia etmeye kadar işi vardırmıştır. Özetlersek AK Aydınlık önce sınıf lar savaşını reddederek, bunun üstünü örtmeye çalışıp, burjuvalaştığıni: sos yalizme düşmanlığını ilan ederek de gerici bir burjuva olduğunu açığa vur muş oluyordu. Olaya bir de sınıflar savaşının, dev rimci hareket önüne koyduğu görevler açısından bakalım. TİP'in pazifizmine karşı bir tepki olarak şekillenen MDD ilk günlerinde, harekette belli seviyede devrimci bir adım oldu. Yani daha militan mücade le tarzlarına uyum gösterebilmesi bakı mından önemli bir adımdı. Fakat hare ket yükseldikçe MDD'nin perspektifi de yetersiz kaldı. V e bu yetersizliğin ortaya çıkması uzun yıllar gerektirme di. MDD gelişiminin en yüksek nokta sında, 1969'd a, aynı zamanda zaafla rının da en çok açığa çıktığı günleri ya şıyordu. İşçi sınıfı ile ittifak kurup daha devrimci adımlar atılacaktır, yada ka rarsızlığa saplanıp burjuvazinin safları na düşülecektir. Çünkü küçükburjuva devrimciliğinin kaçınılrpaz alın yazısı budur: Y a gerçekten proleterleşen, yani sürekli proletaryayd doğru objek tif ortam tarafından itilen küçükburju va tabakalann devrimci öncüsü olarak proletarya ile ittifak sağlamlaştırılacaktır; ya da devrim yolunda bir kaç adım atıldıktan sonra ken di konu m u nu koru m akla yetinip devrimci bir atı lımı göze alamayıp burjuva liberalizmi nin saflanna yanaşılacaktır. Oradan en gerici saflara da atlanabilir. İşte MDD olarak yola çıkılırken Amerikan Emperyalizmine tepki seviyesindeki hareket, işçi sınıfı ile ittifak yol ayıranı na gelince yani çıkış noktasından daha devrimci adımlar otmakla yüzyüze ka lınca, MDD hareketi içinden daha hali vakti yerinde küçükburjuvalar geriye doğru kopuşdular. V e en temel özel likleri sözde keskin çığlıklar atmak, öz
de yığınların gericiliğini kışkırtmak ol du. İşte AK Aydınlık yükselen işçi hare ketinin MDD'nin önüne daha devrimci görevler koymasıyla, bu görevlerden geriye kaçan ve kendi konumunu ko rumakla yetinen ve hızla burjuvazinin saflanna yelken açan gerici küçükbur juva eğilimi olarak şekillenmiştir. AK Aydınlık kopuşrriasından çok kısa bir süre sonra-5-6 ay sonra-151 6 Haziran olayları yaşandı. Bu AK Aydınlığın işçi sınıfını görmesini sağla mış mıdır? Elbette açıkça inkar artık et kisini yitireceğinden, aynı inkar artık daha örtülü yapılacaktır. Esas sorun şudur: 1 5 -1 6 Haziran olaylan AK Aydınlık'da daha devrimci bir kıpırdanma mı yaratmışdır? Tam tersine işçi sınıfı nın devrimci atılımının her açığa çıkı şında AK Aydınlık daha da gericileşrniştir. Çünkü onun doğuş zemini yük selen işçi hareketine bir gerici tepiridir. Nitekim 1 2 Mart gelmeden AK Aydın lık ünlü Sovyet Sosyal Emperyalizmi' tezine varıp Amerikan emperyalizmi nin yükünü yarı yarıya hafifletmiştir. (70'lerin sonlarında ise, Amerikan Emperyalizminin yükünü tam am en al mış, onu beraat ettirmiştir.) 1 5 -1 6 Haziran olaylan MDD saflannda önemli bir dönüm noktasıdır. 1 5 -1 6 Hazirandan hemen ö n ce ger çekleşen AK Aydınlık bölünmesi hare ketten geriye doğru, gerici bir kopuşmaydı. Haziran olaylarıyla birlikte işçi sınıfı kendini ortaya koyunca, AL Ay dınlık saflannda iki tepkiye yol açtı. AL Aydınlığın pratik ve teorik tutanaklan çözülüp dağılırken bu momentte, 1 9 7 1 başında 'Aydınlık Sosyalist D ergiye A çık M ektupla Cephe hare keti kopuştu. Haziran olaylanndan hemen son ra 1 9 7 0 sonlanna doğru Proletarya Sosyalizm i, Sosyalist gazetesiyle ve
P roletarya Partisinin R eörganizasyonu parolasıyla açık tutumunu orta ya koydu. O zamana kadar Türkiye'de proletaryayı göremeyen gözler onun ideolojisini 'en eski sosyalizmi' de el bette göremeyecekti. Bu nedenle Dr. H. Kıvılcımlı’nm bütün görüşleri o za mana kadar susuşa getirilmiştir. Eleşti riyle öldürülemeyen görüşler susarak olmamışa çevrilmeye çalışılıyordu. Fa kat Haziran olaylan proletarya sosya lizmi üzerindeki bütün örtüleri kaldır maya yetti. Böylece ne oluyordu? TİP karşısında belli bir p ratik üstünlük sağ lasa da, MDD, teorik perspektifi bakı mından işçi sınıfı öncülüğüne, Parti ön gü tlenm esine, dolayısıyla iktidar problemine yan çizmesiyle TİP karşı-
8 \
sında hiçbir teorik üstünlük kurama mış, devrimci kadrolann yolunu aydınlatamamıştı. Proletarya Sosyaliz mi ise, MDD'nin aksadığı ve sağa yal paladığı bütün konularda devrimimizin sorunlarını, 4 0 yıldır konulmuş ha liyle, n etçe ortaya koyuyordu. Bu du rumda MDD teorisi eldem yerlerinden dağılmaya başladı. Küçükburjuva mil liyetçiliğini gerici sonuçlara vardıran AK Aydınlık sınıfsızlığı savunarak sa ğa yol almaya başlamıştı bile. Bu sağa gidişe, aynı zamanda da MDD Mer kez Kanadı M. Bellinin oyaîamalanna, sol bir tepki şekillendi. Proletarya öncülüğünü açıkça reddedenler AK Aydınlık saflarındaydı. Proletaryanın ikirciksiz öncülüğünü savunan onun öz eğilimi Sosyalist artık gün gibi orta daydı. Proletarya öncülüğünü yan çiz m eden savunanların ve döğüşenlerin bu safta yer alması gerekiyordu. V e öyle de oldu. En kör göze batan proletaryayı açıkça inkar edemeyen, fakat küçük burjuva ütopik bakışıyla da ona bir tür lü öncülüğü layık görmeyen C ep h e eğilimi ise, ikisinin ortası veya eklektik toplamı olan 'ideolojik öncülük' görü şüne vardı. Bu proletaryayı yeteri ka dar öncü göremeyen küçükburjuvalann onun adına davranmalarıydı. Böylece C ephe, proletaryanın ide olojik öncülüğünü savunup, kırları mücadele alanı seçerek aslında olaylann baskısı ile küçükburjuva devrimcili ğini iyice sol bir çizgiye vardırarak, proletaryanın öncülüğünü sol'dan red dediyordu. A K A ydınlık ’objektif-subjektif şartlar' bahanesiyle iğrenç bir burjuva kuyrukçuluğuna soyunarak proletaryanın öncülüğünü reddeder ken, C ep h e de tersine proletarya 'şe hirlerde kuşatıldığından' onun adına kırlarda davranma yoluna çıkarak, sol uçkunlukla proletaryanın sınıf öncülü ğünü reddediyordu. MDD Merkez (M.Belli) kanadı ise, gerçek proletarya sosyalizminin karşısında bocalayıp, eriyor dağılıyordu. Böylece MDD hareketi, süreç için de iki temel kanada aynlmıştır. MDD'nin ve aynı zamanda işçi hare ketinin en yüksek noktasında yeni ve daha zorlu görevlere (teorik-pratik) soyunmanın eşiğinde AK Aydınlık g e riye bir kopuşmadır. Yine özellikle Haziran olayları ile birlikte devrimci hareketin genel olarak inişe geçtiği 1 9 7 0 ikinci yarısında, MDD, hareke tin gerektirdiği devrimci atılımı yapamayınca hızla dağılmaya başlamış, karşı-devrim de terörünü sistemlice
K ıvılcım lı: Düşünce ve davranış birbirinden ay rılma/.
yükseltmiştir, işte böyle bir momentte, 1 9 7 1 Ocakmda AL Aydınlıktan ko pan Cephe hareketi ise, ileri kaçık biı karakterdedir. A K A ydınlık hareket yükselirken geriye (sağa) düşmüş, Cephe ise hareket geriye çekilirken bu esnekliği gösteremeyip paniğini uçkunluğa vardırıp, ileriye kaçm ıştır . Dolayısıyla AK Aydınlık gericiliği teorileştirirken, Cephe de uçkunluğunun teorisini yapmıştır. Bunun son durağı K esintisiz D evrim 1olmuştur. Sonuçlandınrsak; TİP‘in pasifizmine ve demokratik devrim görevle rinden kaçışma, yani işçi aristokrasisi nin sınıf bencilliğine karşı şekillenen MDD Küçükburjuva devrimciliği, 12 Mart'tan önce bizzat işçi hareketi tara fından bozguna uğratılmıştır. Ve MDD, 12 Mart'm eşiğinde çözülmüş tür". (Küçükburjuva Devrimciliğinin Eleştirisi, Kıvılcım Yayınları s. 9-27) Özetlersek: 1919'larda şekillen meye başlayan proletarya hareketinin ayrılıklan, sapıklıklan bir bakıma kendi içinde, ve teşkilat olarak da bir Parti (TKP) içi ve çevresinde yaşanmıştır de nilebilir. Ütopist ve Popülist konak (toptan Narodnikde denilebilir). Onbeşler ve Halk İştirakiyyun ile yaşan mış; ardından Legal Marksizm ve Ekonomizm konağı (toptan Kuyrukçuluk ta denebilir) Aydınlık Dergisi ve (sonra Kadro dergisi olan) V. Nedim ve Ş. Sü reyya'lar yada ünlü "Seka" ile yaşan mıştır. Oysa, 1960'lar sonrası benzer kopuşmalar bir teşkilat içinde (TİP’in bu dönemdeki konumunu unutmuyo ruz) olmaktan çok, hızla ayn kanallara akıp, kendi şekillenmelerini kurmuş tur. 2 1 Mayıs Ordu Gençliği darbesi ve Yön hareketi bir ölçüde Popülist bir
atılım olarak sayılabilirse de, hareket 2 7 Mayıs sonrası esas olara k TİP olayı ve ardından Dev-Genç-MDD olayı ola rak akmıştır. Dolayısıyla, 1 9 6 0 sonra sı yeniden doğuşa ilk olarak damgasını vuran TIP olmuştur. Bu ne demekti: İş çi sınıfı mücadele alanını artık nicelik ve yoğunluğu ile doldurabilecek konu ma gelmişti; ama öte yandan, işçi sınıfı "adına" ilk ve epeyce yaygın olarak öne çıkan eğilim işçi içindeki burjuva nüfuzu yani aristokrat işçi eğilimiydi. Bu, hareketin ikinci yeniden doğuşun da Legal Marksizm ve Ekonomizm ko nağına denk düşmekteydi. Demek ki, hareket 1 9 6 0 sonrası yeniden doğar ken Narodnik eğilim değil, fakat işçi sı nıfına yapışık ekonomist eğilim önde davranmıştır. Yada böyle görünmüş tür. Bu, sapıklıklanyla birlikte işçi sını fının 1 9 6 0 sonrası mücadele alanının artık önünde olacağının, olabileceği nin ilk belirtisiydi. TİP deneyinin yukarda sayılan olumsuzluklanndan da kaynak alan,, az çok Narodnik karakterli Dev-Genç ve MDD hareketleriyse ancak, hare ketin ikinci önemli basamağı olarak doğmuş, ama işçi hareketi kaçınılmaz yoluna bir kez girmiş olduğundan, bu hareket, 3 -4 yılda en yüksek noktası na çıkıp, dağılışa geçmiştir. 1 2 M arta kadar geçen hemen he men bir on yıllık mücadelenin ideolojik çatışma noktası yada siyasetler arası mücadelenin odak noktası: Türki ye'nin Strateji Planı, yada sınıflar yapı sının tesbiti ve burdan hareketle önü müzdeki devrimin temel karakterinin tartışılmasıydı. Olayca, bu temel tesbitler Türkiye komünist hareketi tarafından 1 9 3 0 ’larda olgunlaştırılmış olmasına
9
rağmen neden bir on yıl daha aynı ko nu en canlı tartışma noktası olmuştur? İlk olarak, 1 9 5 0 ve 1960'lardaki önemli değişimler, sanki öncesiyle te melden bambaşka bir görünüm yarat mış, olay özce böyle olmasa da bu de ğişimlerin de izahıyla, 1930'lardaki tesbitler zenginleştirilmeliydi. Bu ob jektif bir ihtiyaç olarak dayatıyordu. İkinci olarak, ve en önemlisi, devrimci harekete neredeyse bir kaç yılda bin lerce insan akmış, hareketin boyutları eskiyle kıyaslanmayacak boyutlara varmıştı. Elbetteki bu yeni insanlar müthiş bir enerji ve çoşkuyla atıldıkları mücadelenin temel hedeflerini tartışa caklardı. Fakat elbetteki bu büyük "haklılık lar", ne kadar büyük olurlarsa olsun lar, inatçı gerçeklikleri de örtemezler di. O nedenle proletarya sosyalizmi nin, Partinin en eski tesbitlerini yeni deneylerin ışığında zenginleştirerek ileri sürdüğü "Halk Savaşının Planlan'ndaki Strateji Planı olayların akı şıyla zahmetli yollarla da olsa gittikçe daha öne çıkmakta, aydınlanmada dır.
1 2 Mart Sonrası Devrimci Ortamın G enel K arakteri: "Burjuva devrimciliği TİP, 12 Mart gelmeden, daha mücadele yükseldiği zamanda teslimiyet bayrağını çekmiş, yenilgisini ilan etmişti. 12 Mart, bu ne denle, özellikle MDD kökenli küçükburjuva devrimciliğinin yenilgisini g e tirdi. Devrim hayalleri , 'devrim zor lamaları* pratiğin cenderesinde kırıl dı. Dolayısıyla aynı hayallerin yeniden aynı kılıklarda ortaya çıkması imkan sızdır. Ama mücadeleye yeni küçükburjuva yığınlar katıldıkça bu hayaller aynı ilkellikte olmasa da bu anlamda tekrarlanacaktır. Her tekrar bir önce kinin basit bir kopyası değil, deneyler le zenginleştirilmiş bir üst aşaması ola caktır. Bu gerçeklik kendini şöyle gös termiştir. 12 Mart öncesi devrimci ha reketin en genel karakteri sınıf eğilim leri arasındaki sınır çizgilerinin çizil mesi dönemi olmuştur. Bu kendini, 1S trateji tartışm aları' biçiminde açığa vurmuştur. Ve bu dönem hemen he men 10 yıl sürmüştür. Ve sonunda en genel batlarıyla burjuva devrimciliği
nin , küçükburjuva
devrimciliğinin
ve proletarya sosyalizminin sınır çiz gileri ortaya çıkmıştır. Böylece 12 Marta girerken sınır çizgileri çizilmiş, dolayısıyla tartışma lar^stratejiden program ve parti basa
10
mağına tırmanmıştır. 1 2 Mart karan lıklan ise, bu yanm kalan parti adımla rının sürdürülmesine denk düşer. Ve zaten 1 4 Ekim seçimleri sonrasında da hızla siyasi yayın organlan ve parti ler ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu 12 Mart öncesi hareketin geldiği seviye nin 12 Mart duraklamasından sonra devam etmesi demek oldu. Bu yeni dö nemde tartışma konuları ise, eski de neylerin kritiği ışığında parti ve günlük politik taktikler üzerine yığılmıştır. Bu nun siyasi anlamı ise şuydu: artık sınır çizgileri çizilmiş olan devrimci eğilim ler arası mücadele dönemi başlıyordu. Bu ise sınıflar kopuşmasmın en doğal sonucuydu. Artık burjuva, küçük bur juva, proletarya devrimciliği kendi tak tik parolaları ile hergün yüzyüze, karşı karşıyaydılar. Bu nedenle temelli tar tışma konusu: ittifaklar veya H alk C ep h esin e dönüşmüştür. Elbette bunlan söylemekle mutlak bir ifadeyle her siyasi eğilimin tamamen sınır çiz gilerini çizdiğinden söz etmiş olmuyo ruz. Böyle bir bakış açısı hayatın kendi akışına ters düşer. Bizim söylediğimiz şey, bu karakterlerin dönemin hakim özellikleri olmasıdır. Öyleyse 12 Mart, bu sınıflar kopuşmasını ve bunun siyasi görüntüsü olarak siyasetlerin sınır çizgilerini orta dan kaldıramayacağına, bu gelişimi geri döndüremeyeceğine göre, ancak siyasetlerin en genel stratejilerinin bir sınanması olmuştur. 12 Mart'ın en genel dersleri: Tür kiye’deki sınıflar yapısını, bir avuç parababasını açığa çıkartmasıdır. Görün meyen gerçek sınıf düşmanı inkar edi lemez biçimde ortaya çıkmıştır. Ame rikan Emperyalizmi gibi bir dışarlak düşman hayali yıkılmış ve Finans-Kapital gerçekliği kafalarda yavaş yavaş şekillenmiştir. Ve yine 'Devrim zorla maları' veya sınıflar savaşındaki güç ler dengesinin yanlış değerlendirme leri pratikde yargılanmıştır. Son ola rak, sınıflar kopuşması şekillenince az çok ideolojiler netleşince bunun man tık sonucu olarak Parti konusundaki oyalamalann içyüzü daha açıkça orta ya çıkmıştır. Bütün bu gerçeklerden dolayı, 12 Mart sonrası yeniden do ğuşlar bu derslerin izini kaçınılamazca üstünde taşıyacaktır". (Küçükburjuva Devrimciliğinin Eleştirisi, Kıvılcım ya yınları s. 1 1 2 -1 1 4 ) Bu şekillenen sınır çizgilerini en genel hatlanyla nasıl özetleyebiliriz? Burjuva Sosyalizm i: 12 Mart ön cesinin TİP'i 12 Mart sonrasında esas yapısını ve özünü koruyarak yeniden
şekillenmiştir. 12 Mart öncesi olma yan TSİP ve "Atılım" yapan "TKP" ise 1973lerden sonra şekillenmişlerdir. Yeni olmalanna rağmen özce bir ye nilik taşımakta mıdırlar? TSİP, 12 Mart deneyinin hilkat garibesi çocuğu dur. Öncenin deneylerinin olumsuz bir inkandır. MDD teorisinin, TİP'in ve H.Kıvılcımlı'nın tezlerinin "doğru" yanlanndan e k le k tik bir ideoloji yaratma ya kalkışmış, ama bu ekleme teori ek lem yerlerinden 1 .5 yıl içinde çatla mış, gerçek burjuva özü açığa çıkmış: orta aydın tabakaların, işçi aristokrasi si eğiliminin bir varyasyonu olmuştur. "TKP" TİP yenilgisinin boşluğuna, ama özde ondan fazla farklı olmayan bir şekilde doğmuştur. Teorik lafızla rında hiç şüphesiz ki farklar olan bu eğilimlerin en temelli ortak yanı nere dedir? Önümüzdeki devrim aşamasın da (kimisi "demokratik devrim", kimisi "ileri demokrasi" der) baş müttefik ola rak orta tabakalara (aydınlar, işçi aris tokrasisi, tekel dışı burjuvalar) tutunur lar. 12 Eylüle kadar p ratik davranış ları bunu defalarca ispatlamıştır. On lar "Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiğinde Menşevik hatta: burjuvaziyi ürkütmeden, bu an lamda "devrimin alanını daraltmadan" yürüme hattına denk düşerler. Bu eğilim, TIP olarak 12 Mart ön cesi, TİP- TSİP- TKP olarak da 12 Mart sonrası 12 Eylüle kadar yeterli evrimlerini geçirmişler, bu anlamda oturaklaşmışlardır. Özellikle 1 9 7 8 Ecevit koalisyonundan sonra yüzleri daha netçe açığa çıkmış, bir anlamda etkinlikleri zayıflamaya başlamıştır.
Küçükburjuva Sosyalizm leri: Aşınca çeşitliliğinden dolayı bir kaç temel süreci irdelemekle yetinme liyiz. 12 Mart öncesinin AL Aydınlı ğından doğan Cephe eğiliminin İçinde 12 Mart sonrası en yaygın olanı D.Yol oldu. D. Yol, Cephe ideolojisini başlı ca iki yönden evrimleştirmiştir. İlki, "Amerikan Emperyalizminin işgaline" karşı kurtuluşçu temeldeki tepki, "Fa şizme karşı direniş'e, böylece müca dele D.Yol açısından "demokrasi programı" aşamasına gelip dayanmış tır. 12 Eylüle gelindiğinde varılan sön nokta buydu. Öte yan d an , "Kesintisiz Devrim"deki işçi sınıfının "ideolojik öncülüğü" tesbiti sessizce gerilere itilir ken, öne "başçelişki = oligarşi ile halk arasındadır" denerek, h alk kavramı çı karılıyordu. "İşçi Sınıfı" ideolojik ola rak da "öncü" konumundan alınarak
halk arasına "katılıp", sınıf bakışı eriti liyordu. Bu, küçükburjuva devrimcili ği içinde birinci temel eğilimdir. Öte yandan, 12 Mart öncesi yine Narodnik kaynaklı eğilimlerin bir kıs mı (örneğin Cephe kaynaklı Kurtuluş ve THKO kaynaklı: Emeğin Birliği) es ki hataların ışığında görüşlerini evrimleştirirken işçi sınıfının öncülüğünü öne çıkartan bir gelişime girmişlerdir. İlk bakışa olumlu görünen bu gelişim, kendi derinliklerinde nasıl zaaflar taşı maktaydı? İşçi sınıfını daha önce görmeyen onu şu veya bu gerekçelerle reddeden Narodnik kökenli bir bakışta böyle bir dönüş, pratikte iki sonuç doğurdu. Kurtuluş, 12 Mart yenilgisinin ezikli ğiyle, "Bilinçlenmeyi", "Marksizmin genel doğrularının öğrenilmesini" önüne pratik görev koydu. Haklıydı, pek basit bir gerçekliği, Türkiye’de işçi sınıfının konumunu göremeden döğüşen bir eğilimden, bir yenilgi sonrası kopuşunca, en basit, temel gerçekleri nin kavranması ilkelliğine battı. O alanda sallandı durdu. Aslında böyle yaparak işçi sınıfına teorik techizatsız, ve pratikçe örgütsüz olarak yö neldiğinden, işçi sınıfı içinde üste gö rünen, burjuva etkisin e bulaşmadan edemedi. Böylece, işçi sınıfına yöne liş, objektif olarak onun içindeki burju va etkisine yöneliş anlamına geldi. Emeğin Birliği: ideolojide ve pratikte işçi sınıfına yönelirken, işçi sınıfının objektif konumunu yaratan ekonomik ve sınıf yapısını tahlilde, Türkiye'de kapitalizmin konumunu özellikle kır lardaki durumunu, olduğundan ileri d e görerek, köylü sorununu atlıyor, bir bakıma sırf işçici bir konuma girip, işçi sınıfını gerçek müttefikinden ko parıyordu. Böylece Emeğin Birliği, si yasi bakış açısı olarak, sınıfı esas müt tefikinden kopardığından, sırf işçici ültimatomcu -otzovist keskinliklerede bunun tam zıddı burjuva etkilenmelere de açık bir konuma gelmiş oluyordu. Özellikle 1979'lardan yakın zamana kadar "devrimci durum" vb. tesbitleriyle birinci konumda göründüysede, şimdi İkincisine doğru keskin bir dö nüş yapıyor. Neticede, 12 Mart de neylerinden sonra Narodnik kökenli hareketlerden işçi sınıfına dönüşde (ideolojik ve pratik olarak) bir eğilimdi. Ama sırf yönelmek yetmiyordu. Ve bu dönüşlerin objektif sonucu, şöyle yada böyle burjuva sosyalizminden etkilen me, böyle bir etkiye açık olma objektifi sonucu doğmuştur.
12 Eylül Sonrası ve Sonuç: Sonuçlandmrsak; 2 7 Mayıs, 12 Mart arası yeniden doğuş döneminde hareketler Türkiye'nin Strateji Planını, yani Sınıflar Konum unu tartıştılar. Davranışlannı ve teorilerini başlıca bu temel gerçeklik determine ediyordu. 12 Mart'ın eşiğine gelip dayamadığın da bu konak genel anlamda asılmıştı. 12 Mart’tan sonraki dönem, strateji Planından hareketle Program ları ve T em el Taktiği, bunlara bağlı olarak Partileri kurma dönemi oldu. Yine 12 Mart-12 Eylül döneminde devrimci hareket henüz filiz halinde de olsa ger çek anlamda iktidar mücadelesiyle yüzyüze geldiler. Bu onların Programlaşmalannı daha bir acil ve zorunlu ha le getirdi. Ve 12 Eylülle girilirken he men her devrimci hareket ya Progra mını, yada Program taslağını ilan et miş durumdaydı. Artık bundan sonraki mücadele bu anlamda daha açık ve net parolalar temelinde yürüyecektir. Bu hareket açısından önemli bir adım dır. Program deyince ise gündeme başlıca iki sorun: D em okrasi ve K öyli sorunu gelir. Ve Programda, Strateji Planındaki az çok soyut ve g en el kav ramlar daha bir pratik anlam ve so mutluk kazanır. Bugüne kadar akıp gelen mücade le içinde Proletarya Sosyalizmi dışın daki eğilimlerin, olaylann akışında bel li bir oranda kavrayabildikleri gerçek lik: egemen zümre Finans-Kapitalin varlığı ve konumudur. Ama FinansKapital şehirlerdeki "tekelciler" olarak kavrandığından, bugüne kadar müca dele belli bir anlamda tekellere karşı "demokrasi" mücadelesi seviyesine gelebildi. Ve sınıflar kopuşmasmın se viyesi henüz, işçi sınıfını, onun içinde ki burjuva nüfusu olan aristokrat işçi eğilimlerini, özellikle şehir ve kasaba daki küçükburjuva aydın, küçük esnaf ve memurlarn seslerini yükselttiğin den, demokrasi mücadelesinin ufküda bir sınırlar içinde görülmeye başlandı. Henüz Finans-Kapitalm geniş Türkiye kırlarındaki bağlan, onun yedek gücü tefeci-bezirganserm aye ve bu serma yenin ağında inleyen milyonlarca, top raksız, az topraklı küçük köylülük dev rimci hareketlerin bilincinde soyutluk tan kurtulamamamıştır. Yani bir bakı ma Finans-Kapital gerçekliği görünen yanıyla kavranabilmiş, kendi iç bağlan ve derinlikleriyle kavranmamıştır. Böyle bir kavrayış ise devrimci or
tamda şu jki uç şekillenmeyi ve yönelişi yaratmıştır. İlki, burjuva sosyalizmi de diğimiz TİP- TSİP- TKP- Finans-Kapitale karşı mücadelede tekel dışı orta tabakalan (hem kendi sınıf yapısından, hem de bu tabakaların siyaset alanın da açıkça görünlerinden dolayı) mütte fik edinmiş, böylece tarihteki yeri Menşevizm olarak isimlendirilen, libe ral burjuva kuyrukçuluğuna yönelmiş tir. İkinci eğilim , özellikle Acil, TKEP ve İş. sesinin daha çok öne çıkarttığı, Türkiye'de köylü sorununu gelişmiş bir kapitalist ülkedeki gibi ele alışlanyla, proleteryayı geniş, ittifak gücünden kopartır konumuna düşmüşlerdir. Bi zim gibi bir ülkede Köylü Sorununu böyle bir atlayış, kaçınılmaz bir şekilde bu siyasetleri ya keskin işçiliğe, yada li beral bocalamalara itecektir. İki rah metten biri kaçınılmazdır. Bu ikisinin arasında bir konum gösteren D. Yol ise demokrasi ve köy lülük sorununda sınıfsız bir halkçı bakış açısını daha çok öne çıkartmaktadır. "Halk" kavramı, halkın içindeki sınıf laşmayı örten bir seviyeye çıkartılırsa, bu yol kaçınılmazca popülist bir ideo lojiye yönelir. Ve halkın biz de çoğun luğu şu yada bu ölçüde meta üreten kü çük üretmenler, yada devlet bürokrasi sidir. Yani üretim temeli olarak kapita lizme bağlı, ve kapitalizmi üreten, bir yapıdadır. Dolayısıyla böyle bir temele dayanan ideoloji, en son tahlilde ka pitalizmi devrimci sözlerle rektöre et me, "demokratik" olarak yeniden üretm e çerçevesinde kalır. 12 Eylülle birlikte, özellikle yeni hazırlanılan mücadele dönemi kendi özelliklerini daha açıkça ortaya koy dukça, bu temel yönelişler iyice netle şecek, sınıf ve tabakaların öz eğilimleri gerçek özleriyle görünmeye başlaya caktır. Ve böyle bir gelişme, şimdi ko puk görünen 1 9 5 0 öncesi mücadele siyle 1 9 6 0 sonrası mücadelesinin bağ larını daha gerçek temellere oturta cak, görünüşteM kopukluğu kapata caktır. Yeni mücadele dönemine, olduk ça yüklü bir deney birikimi ve objektif olarak yaygınlaşmış, hoşnutsuzluğu artmış bir "halk" hareketinin potansi yeli ile giriyoruz. Sınıflar kopuşması gerçekliğini bulandırm aya çalışacak bütün girişimler ömürlerini hızla tükeceklerdir. Artık proletaryanın devrim ci öncülerinin dünyayı değiştirme azmi ve enerjileriyle, "tarihin adaleti yerine getiri"lecektir □
11
Son ekonomik durum
Ali KEMAL
undan önceki sayılarımızda, yazmıştık: 1 9 8 7 sonlarında başlayan yeni sermaye biri kim krizi derinleşmektedir ve bunun daha da İleri gitmesi olasılığı yüksektir. Gelişmeler öngörülerimizi doğruladı. Şimdilerde artık herkesin ağzında bunalım kelimesi var. Finans-kapital çevrelerinde de artık bu sıkça tartışılı yor ve tabii ki giderek sıkışan siyasi or tamın da etkisiyle ekonomiye yeni 'çı kış senaryoları" yazılıyor. Yeni yazılıp çizilen senaryolar yıllardır söylenege len "ithal ikameci sanayileşme mi?", "İhracata dayalı sanayileşme mi?" tar tışmalarını neredeyse gereksiz kılıyor. Çünkü finans-kapital artık her ikisinin "karması bir ekonomik modelden" bizzat TÜSİAD'm yayınladığı'rapor larda bahsetmeye başladı. Önce en son alman 8 -9 Ağustos kararlarına genel hatlanyla baktıktan sonra, model tartışmasına dönelim. Bilindiği gibi bu kararlarla yurt dışın dan ithalatı yapılan bir çok ürünün, özellikle temel tüketim maddelerinin ithalatından alınan gümrük ve fonlar düşürülmüştür. Bu gümrük ve fon in diriminin ilk başlarda yarattığı etki "Batıyoruz, sanayiyi öldürüyorlar!" şeklinde oldu. Özal'ın bu kararlarla esasen finans kapitalistlerimizi Koçu, Sabancıyı vb... ni hedeflediği anlaşıl dı. Çünkü tüm bu indirimlerin yapıldı ğı ürünlerin Türkiye pazanndaki ege menleri bunlardı. Özal, onyıllardır tü ketimden sürekli kazık yiyen vatandaşı yanına almak için de "onu iktidara ge tiren Koç'ları, Sabancıları "bunların tüketiciyi istismarına izin vermeyece ğiz, onları koruduğumuz yeter", diye tehti etti, deyim yerindeyse onlara
B
12
yaptığı bu misillemeyle giderek kendi sinden uzaklaşılmasmın; Demirel ve İnönü'ye prim verilmesinin önüne geç meye çalıştı. Ama finans-kapitalin tav rı da sert oldu ve onun profesyonel yö neticileri "Kim kimi terbiye ediyor?" deyip, çok ileri gidilirse sanayii bile terk edebileceklerini, "bir koltuk, bir telefona bakan ithalatçılığa başlayabi leceklerin" açıkça ilan ettiler. Demek ki bu kararlarla istenilen sonuçlara ula şılamadı. Zaten kararlarla Koç'un da Sabancımın da batacağı yoktu. Çünkü koruma yine devam ediyordu. Önemli olan her iki kesim: Özal hükümeti ve parababaları arasındaki kapışmaydı. Bu son kararlar deyim yerindeyse ola yın tuzu biberi oldu. TÜSİAD BAşkanı Cem Boyner (büyük bir cerasetle) hü kümete verdi veriştirdi. Ardından di ğer sermaye kesimi temsilcileri: Yani finans-kapitalin etkinliği altındaki İSOİTO gibi organlar da eleştiri bombardı manına başladılar. Sonuç kısa sürede alındı: Özal'ın kurmaylan-Maymun beyni yediği iddia edilen Güneş Taner hariç, ki o da artık devreden çıkacağa benziyor-yaptıkian basın toplantıla rında "özeleştirilerini vermeye başladı lar ve diyaloğa her zaman açık oldukla rını" ifade ettiler. Yani kazanan tabii ki parababalarımız oldu. Şimdi model tartışmasına dönelim. Burada, giderek ağırlık kazanan "1 0 -1 5 yıllık perspektifler çizilmeli" görüşü model tartışmasına somutluk getiriyor. Model tartışmasında ANAP'ın dışında DYP ve SHP'nin de olaya esasen temelde aynı baktıkları ortaya çıktı. Bu, değişik açıklamalarda gerçeklik kazanırken parababaları nezdinde de tabii ki memnunluk yara tıyor.
SHP'nin kurmayları daha şimdi den açık olarak "doğru olan; ihracatı teşvik vb... uygulamalan kaldırmayı düşünmediklerini, bu konuda önyargı lı olmadıklarını" ifade ediyorlar. İnönü, Baykal en son, SHP'lilerin kurduğu Türkiye Siyasal Sosyal ekonomik Araştırmalar Vakfı (TÜŞES)in düzen lediği konferansda TÜSİAD'a görücü ye çıkar gibi çıktılar. TÜSİAD Başkanı Cem Bçyner, eski Başkanı Feyyaz Berker, İnönü ve Baykaİ'ın konuşma larını dinledikten sonra "Sol'da biz de değiştik. Artık masaya oturabiliriz. Ko nuşmalar çok güzel ve ilginç. Her ikisi de inandmcı. Ama önemli olan taban buna ayak uydurabilecek mi? SH P bir gölge kabine kursun ki kadrosunun ciddiyetini anlayalım" diyorlardı. Evet, sonuç yavaş da olsa alınmaya başlan mıştı: Son bir buçuk yıldır SHP'yi "iktidar mengenesine" çıkıştıran TÜSİAD te pelerde güven verici değişimlerin sağ landığını görüyor ama esas olarak ta banın kontrolünden az da olsa kaygı duyduğunu dile getiriyor, bu da, çok ama çok hassaslaşan güçler dengesin de "direksiyonun hafif kmlması halin de" meydana gelebilecek gelişmeler den kaygı duyulmasından kaynaklanı yor. Yani istemli değil, istemsiz" ace milik veya beceriksizlikten" kaynakla nacak direksiyon kırmalar korkutu yor! Demirel ise "iyi hoş da acaba halk iade-i itabar yapar mı", bu da bilinmez ki. O halde, model tartışmasında çok da fazla ayrılıklar yok. Peki model neyi getiriyor? 1 5 -2 0 yıllır perspektiflerle hangi alanda, hangi sektörde yoğunla şılacak? Hangi politikalar tercih edile-
[e k o n o m ik alandaki krizin atlatılabilm esi için ye n i m odel arayışları gündem dedir. Para babalarının üç ana pa rtinin uygulayacağı ekonom ik m odelden pek endişesi yoktu r ama esas endişe bu yeni m ode lin nasıl hayata geçirileceğidir. 24 Ocağın uygula nabilm esi için yılla rd ır yaşananları hatırlarsak ve bugün karşılaşılan krizin 1980 öncesine göre daha da ağır olduğunu gözönüne yen i m odelin uygulanma şansının şim d ilik söz konusu olm adığı anlaşılır.
cek? Bu bilinsin istiyor. Tüm siyasi partiler-siz bunu burjuva partiler veya finans kapital partileri anlayın-bu ko nuda öyle bir görüşbirliğine varsın kiörneğin Avrupa Topluluğuna girmek konusunda olduğu gibi bu politika kim gelirse gelsin değişmesin. İstikrar için bu gerekli görülüyor. Finans-kapitalin 1980'd en bu ya na faşizmle yüklediği yaklaşık 1 0 0 tril yonluk yeni birikmiş sermaye de işte bu perspektif çerçevesindeki senaryo ya göre "Türkiye'nin 2. büyük sanayi leşme atılımma" kanalize olacaktır. İşte senaryo budur.... Ama güçleriç ve dış-buna izin verecek mi? İşte asıl yanıtlanması gereken soru budur. Dış ve iç borç sorunu: Yapılan he saplar Türkiye'nin yaklaşık 5 0 milyar dolarlık dış borcunun, 3 0 trilyon lirayı aşan da iç borcu bulunduğunu gösteri yor. Türkiye ekonomisi bir fasit daire içine girmiştir. Sürekli borç, borcu borçla ödeme dairesi. Her yıl 7 milyar dolar civannda yapılan dış borç öde meleri esasen "büyüyen ekonomiyi küçültmektedir". Şöyle ki: Türkiye her yıl yüzde 6-7 büyüse bile yaptığı dış borç ödemesi bir yılda toplam yaratı lan ulusal gelirin yüzde 5'ini tuttuğu için büyüme yüzde 6-7 değil, yüzde 12'lerde kalmaktadır. Buna nüfus artış hızını da eklersek o zaman büyüme yüzde 6-7'lik büyü menin küçülme anlamına geldiği anla şılır. Yani ülkede yoksullaşmanın gide rek artmasıdır yaşanılan. İhracat: Birinci sorunla bağlantılı bu sorun da artık iyice belirginleşmiş tir. İhracatta sınıra gelinmiş, teşvikle rin kaldırılmasının hemen ardından 1 9 8 8 yılının ihracatını bile tutturmak olanaksız hale gelmiştir. Dış borç öde melerinde önümüzdeki dönemde kar-
şılacak bir krizin ana etkenlerinden biri hiç kuşkusuz ihracat gelirinin azalması olacaktır. Yeni kapasitelerin olmama sı, dahası finans-kapitalin çank-çürük malını, o da trilyonlan bulan teşvikler le satabilmesi gerçeği, bu ana etkenin besleyecisidir. Enflasyon: 1989'd a yüzde 100'lere vuran enflasyonun 1 9 9 0 Tda yüz de 100'leri aşması bekleniyor. Türlüye Cumhuriyeti 1980'd e sadece enflas yona baksak en ağır enflasyon döne mini yüzde 107'lik enflasyonla yaşadı, ama bu kez ondan da ağır bir enflas yon geliyor. Bu, tüm toplumsal doku üzerinde büyük tahribat yapacaktır ki bu da sosyal gelişmeleri hızlandıracaktir. İşçi sınıfı hareketi yükseliyor: Ni san ayında yaşanan direnişlerin önü müzdeki dönemde bir İkincisinin ya şanması, ama bu kez daha kaliteli, da ha periyodik ve örgütlü yaşanması söz konusudur. Sadece Demir Çelik grevinin ya rattığı kamuoyu düşünülse, sadece de ğişik işyerlerinde yaşanan direnişlere bakılsa bunun ilk ipuçlan yakalanabi lir. Bu kez gelecek olan büyük "işçi dal gasının neleri süpürüp neleri süpür meyeceği" ise kuşkusuz en çok göz korkutan olaydır. Kürt meselesi: Türkiye'deki model tartışmalannı önemli ölçüde etkileye cek bir başka etken de Doğuda yaşanı lanlardır. Her gün 10 milyar liralık, ya ni yılda yaklaşık 3 -4 trilyon liralık bir askeri harcamanın yapıldığı bu alanda yaşanan gelişmeler diğer yazılarda gö rüleceği gibi finans-kapitalde iki görü şü gündeme getirirken, bunun ekono mik gelişmelere katkısı tabii ki hep ne gatif olacaktır. Köylü-iğrenci hareketi: En son, kır
burjuvalarının örgütlü olduğu Türkiye Ziraat Odalan Birliği (TZOB)'un ön derliğinde; o da zoraki olarak Mani sa'da yapılan miting kırdaki yoksullaş maya yıllardır gösterilen ilk kitlesel tepkiydi. Yıllardır ertelenen bu miting toplumsal hareketlilik dalgasının kırla ra da uzanmaya başladığını ve önü müzdeki günlerde bu hareketlilikte yoksul ve küçük burjuvaca köylülerin etkili olduğu eylemliliklerin yaşanabi leceğini anlatmaktadır. Öğrenci hareketi ise 1989'u n tıkanıklann aşacak ve daha da militanlaşa cak görünüyor. İşçi sınıfı mücadelesi nin yükselmesi Kürt meselesi, Köylüöğrenci hareketi ve bir bakıma kadın hareketi ekonomik yapılanmada mut laka doğrudan etkileyici faktörlerdir. Yani yapılacak olan hesaplamalar için finans-kapital, tüm bunları gözönüne alacaktır. Bunlar bu model tartışmasında ya nıtlanması gereken iki soru gündeme getirmektedir: Birincisi, ktapitalist mekanizma nasıl daha fazla artı-değer elde ede cektir? İkincisi ise tüm toplum düşü nüldüğünde krizin faturası kime çıkanlacaktır? Birinci sorunun yanıtı yapılacak yeni yatmmlara, teknoloji geliştirme lere bağlıdır. Bu kısa sürede bu müm kün olmadığına göre kapitalistin şu anki artı-değer düzeyini korumaya ça lışacağı, bunun için de giderek baskı nın dozunu arttıracağı, istihdam da sü rekli işçi çıkarımına başvurarak daha ucuz işgücüyle yenileyeceği öngörüle bilir. Artı değer pastasını büyütmek esasen yukanda saydığımız toplumsal hareketlilikler eğer bastırılabilirse ola naklı hale gelebilecektir. Çünkü ancak ve ancak dikensiz gül bahçesinde para babalanmız yatınma yönelecekler ve bu doğrultuda sermaye birikimi krizini atlatmaya çalışacaklardır. İkinci sorunun yanıtı ise daha önemlidir. Çünkü fatura çıkarılmaya başlandıktan ve bu konuda bir güven yaratıldıktan sonra yeniden bir yapı lanmaya gidilebilecektir. Bu ise başta finans-kapitalistlerimizin de içinde yer aldığı özünde işçi-emekçi yığınlann ya raşıra, orta kesimlerin de içinde yer alacağı büyük bir kitlenin soyulmasını zorunlu kılmaktadır. Bu, finans-kapital için kaçınılmazdır. Krizin atlatılması sermayenin daha yoğun ve daha mer kezileşmesi demektir. Bunun içinse başlayan iflas dalgasının giderek art ması, bunun büyük holdinglerimize de sıçraması gerekmektedir. Yani finans
13
P,
arababaları her açıdan köşeye sıkışmıştır. Bu köşeye sıkışan kedinin yırtıcı ve vahşi davranışını hatırlatıyor. Parababaları sınıf hareketinin köşesine sıkışmıştır.
14
kapital sermayenin, içinde yapacağı büyük tasfiyenin yanısıra, ağırlıklı ola rak işçi-emekçi kesimden, orta gelir gruplarından büyük transferler yap maya çalışacaktır. İşte buraya kadar saydıklarımız şunu göstermektedir ki: Ekonomide başgösteren kriz her an derinleşmektedir ve bu çoktan siyase te de yansımıştır. Ekonomik alandaki krizin atlatılabilmesi için yeni model arayışları gündemdedir. Para babaları nın üç ana partinin uygulayacağı eko nomik modelden pek endişesi yoktur ama esas endişe bu yeni modelin nasıl hayata geçirileceğidir. 2 4 Ocağın uy gulanabilmesi için yıllardır yaşananları
hatırlarsak ve bugün karşılaşılan krizin 1 9 8 0 öncesine göre daha da ağır ol duğunu gözönüne alırsak, yeni mode lin uygulanma şansının şimdilik söz konusu olmadığı anlaşılır. Önümüzde ki günlerde uygulamaya konulup ko nulmayacağı; birincisi parababalarınm kendi siyaset düzlemlerin de krize bir son vermesine, halk yığınları ile esaslı bir hesaplaşma içine girmeye karar vermesine bağlıdır. Para babala rı her açıdan köşeye sıkışmıştır. Bu kö şeye sıkışan kedinin yırtıcı ve vahşi davranışını hatırlatıyor. Parababaları sınıf hareketinin köşesine sıkışmış tır ■
Ulusal sorun <u
Erkan DEMİRCİ
lusal sorun, bugün Türkiye ve Kürdistan siyasi arenasının ana konusu olma özelliği taşı maktadır ve öyle görünmek tedir ki çokuluslu devletlerin tamamın da olduğu gibi devrim arifesine dek ay nı önemi taşımaya devam edecektir. Ulusal soruna yaklaşım, devrim soru nuna yaklaşımın bir minyatürünü ver mekte, ulusal sorunu kavrayış devrimi kavrayışın bir göstergesi olmaktadır. Türkiye'de ulusal sorun Kürt Ulusu sorunudur ve kökeni Cumhuriyetin kurulmasından öncesine tekabül eder. Egemen ulusun devrimi olarak gerçekleşen Türk burjuva devrimi Kürt halkının bağımsızlaşmasının önünü kesmiş, askeri zor yoluyla sö mürgeci politikasını Kürdistan üzerin de egemen kılmıştır. Sömürge baskısına karşı tepkiler, birbirinden bağımsız, bölgesel ayak lanmalar düzeyinde kalan, ki bu ön derliğin ulusal birlik sağlamaktan çok aşiretler üzerinde yükselen ayaklan malar olduğunu gösterir-tepkilerdir. 1 9 2 3 -4 0 arasında irili ufaklı yirmi ka dar ayaklanma sömürge politikasının, ulusal baskının Kürt halkınca reddedilişinin somutlanması olmuştur. Fakat bu ayaklanmalar burjuva, feodal ön derlikçe gerçekleştirildiği, yoksul köy lülüğün taleplerini tutarlıca öne çıka ramadığı için yenilgiye mahkum ol muşlardır. Bu ayaklanmalardan sonuç almamayışmın nedenlerini Dr. Hikmet KI VILCIMLI İhtiyat Kuvvet Milliyet (ŞARK) adlı kitabında şöyle belirti yor; "1. Milli Kurtuluş ve İstiklal hare ketinin öz itiban ile bir geniş çalışkan köylülük meselesi olduğunu bilmemek
U
yani objektif olarak kitleden kop mak, 2 . . . . teşkilatta derebeyi artıklarına dayanması, ağa ve bey şeflerle ve kad rolarla iş görmeğe kalkışmasıdır". (1) Finans-Kapitalin zorla asimilas yon ve imha siyaseti yoksul köylülü ğün hattına oturmayan ulusal kurtuluş hareketini bastırabilmiş, Kürt burjuvafeodalleriyle uzlaşma zemini yaratarak sorunu "unutturabilmiştir" Sömürgecilik yukanda krediler, mevkiler, ayncalıklar yoluyla, aşağıda jandarma baskısı ve asimilasyon politi kasıyla perdelenmiştir. Bu "perdele meyi" Finans-Kapital o denli "başarı" ile uygulamıştır ki Türkiye devrimci hareketinde uzun bir süre farklılık ve sömürge siyaseti yoksayilmiş, görüle memiş ve hâlâ görülmemekte ısrar edilmektedir. Bugün ulusal sorun konusundaki çeşitli yaklaşımlarda iki ulusun çıkarla rını birbirinden ayıramamak, ilkelerin yorumlanmasında sapmalara yol aç maktadır. Oysa proleterya sosyalizmi ulusal sorun konusunda iki ulusun hat ta iki ulusun işçilerinin çıkarlarının aynlması gerektiğini açıkça belirlemiş tir. "Bizim tezlerimizin temel, esas fik ri nedir? Ezilen halklarla ezen halklar arasında aynmın yapılması. Biz II. En ternasyonalin ve burjuva demokrasisi nin tersine bu ayrımı özellikle belirtiyo ruz" (2) "Bizim herşeyden önce, ezilen ulusların işçileri için istediğimiz şey-bu yalnızca ulusal sorunda sözkonusuezen uluslann işçileri için istediğimiz şeyden farklılık gösteriyor" (3) Farklılık üzerine bu derece vurgu yapılmasının nedeni ulusal eşitlik ilke sinin uygulanabilmesinden kaynak
lanmaktadır. Bu farklılığı görmemek ezen ulus şovenizmiyle aynı hatta düş mek, demokrasiden uzaklaşmak de mektir. Sorunun koyuluşunda yöntem, so yut belirlemeler yerine, konu olan ül kenin tarihsel kökenin ekonomik ya pısının analizini, konjonktürel duru munu, somuta uygun bir tatzda, enternasyonalist açıdan ele alınmasıdır. Ulusal sorunun çözümü esasında bur juvazinin sorunudur, burjuva demok ratik bir taleptir. Burjuvazinin gericileştiği bir çağda sorun proletaryanın omuzlarına yüklenmiştir. Proletarya nın dünya genelinde çıkarlan bir ve or taktır. Oysa burjuva demokratik bir ta lep olarak ulusal özgürlük talebi bölge seldir ve burjuvazinin miras bıraktığı bir sorundur. Sorunun somutta irde lenmesinin gerekliliği buradan gel mektedir. Bu özelliği ihmal ederek şablonik düzeyde kesinlemelere git mek Marksizmin-Leninizmin metinle rinin ruhuna aykm kullanılması anla mına geliyor. Lenin tek tip modellere saplanılmaması gereğini şöyle ifade ediyor: "Biz hiç bir koşulda kendimizi tektip modellere bağlamayacağız, bir çır pıda kendi deneyimimizi Merkez Rus ya deneyimini bütünüyle her bölgede uygulama kararını vermeyeceğiz" (4) Ulusal sorunda pek sık ortaya çı kan pratikten kaçış, Rusya deneyini mutlaklaştınp örgütlenme boyutundayanlış çıkarsamalara dayanarak-fanatik davranırken demokrasi, ulusal eşit lik konusunda vurdumduymaz olabil mektedir. Aynca ulusal baskının em peryalizmle birlikte özel bir sorun ol maktan çıkıp, halklar ve emperyalizm arasında genel bir soruna dönüşmüş olması gerçeği, küçük patronlann sö-
15
surlanndan.biri dilbirliğidir. Toprak Birliği, yani aynı coğrafi arasında ir ili ufaklı y irm i ka zemin de ilişkilerin kolayca sağlanabil diği bir konumlanışı ifade eder. dar ayaklanma sömürge , ulusal o p baskı Uluslaşma bir "Birleştirme" ilişkisi nın Kürt halkınca reddedilişinin somutlanması o l ise bu ulusal alanların birleştirilmesi de muştur. Fakat bu ayaklanm alar burjuva, feodal ön birbirine yakın kolay ulaşabilecek yurt lar üzerinde mümkündür. Toprak birli derlikçe gerçekleştirildiği, yoksul köylülüğün ta ği olmadan birbirinden bağımsız top le plerin i tutarlıca öne çıkaramadığı için yenilgiye luluklar ulus olarak tanımlanamaz. Üs telik toprak birliği bir tarihselliğe teka m ahkum olmuşlardır. bül eder. Pazar alanlannm gelişimi, ti caretin yaygınlaşması ve yoğunlaşma sı, üretim ve tüketimin toplumsallaş mürgeci suçlarının yalnızca emperya yaşamının biçimini belirler. Toplulu ması, ekonomik yaşamda bir ortaklaş lizme isnat edilmesi sapmasına da yol ğun, balıkçı, tanmcı ya da fetihçi ola maya neden olur. Bu ortaklaşmanın açmaktadır. rak yaşamını devam ettirmesi doğa ve sının ulusun da sınırını oluşturur. Kürt ulusunun varlığı-yokluğu ar kendi arâlanndaki ilişkileri, ahlaki de Kapitalizmin: tüm pre-kapitalist tık burjuva siyaset düzlemine inmiştir. ğerlerin, yeme, bannma, giyinme, üretim tarzından farklı olarak, üretim Devrimci siyaset düzleminde ulusların sosyal statülendirme özelliklerini belir sürecine müdahale etmesi karakteris kaderlerini tayin hakkı genel olarak ler. tiğidir. Basit yeniden üretimde tefeci ayrı devlet kurma hakkı olarak kabul Ortak yaşamın zorunlu sonucu bezirgan sermaye ve feodaller üretime görmektedir. Tartışmalann ekseni, ilolan bu ortak özellikler, topluluğun ge müdahale etmez, yalnızca sonuçlanyhak-sömürge, örgütlenme konusu, lişigüzel bir biraraya gelişi değil, karar la ilgilenirdi. İhtiyaç için üretim ekono ulusal eşitlik konulannda olmaktadır. lı, tarihselliği olan ve geleceğe yönelik mideki kapalılığın temel nedeniydi. Bu birinci yazıda genel tanımla olmasını sağlar. B u,2 ulus olma özelli Oysa kapitalist elbirliği üretimde hızlı malarla ulus, ulusal devlet, sömürgeci ğinin unsurlanndan biri olan kültür bir bir yükselişe neden olur. Üretim artışı lik, ulusal sorun, konulan ele alınacak liğidir. pazann genişlemesini, pazann gelişi tır. Pazar, dil ortaklığı ve toprak birli mi üretim artışını körükler. Ticaret, en Uîuslann kaderini tayin hakkı ğinin olduğu alanlarda daha hızlı yay önemli ekonomik faaliyet olarak ka (UKTH)'nm kaynağı olarak ulusal dev gınlaşır. Ulusal devletin üzerinde yük palı ekonomileri parçalamada mızrak let: seleceği alanlar öncelikle bu iki ortaklı ucu görevini üstlenmiştir. Feodalizmin Tarihsel-ekonomik bir kategori ğın bulunduğu bölgelerde gelişir. Satı gerileme çağma denk düşen 14. ve olarak ulus; toplumlar tarihine kapita cı ve alıcı arasındaki bağlann güçlen 15. yüzyıllarda, kapitalist üretim, bazı lizmin doğuşu sırasında giriyor. Ulus, mesi, geniş ticari alış-verişin sağlana Akdeniz ülkelerinde görülmesine rağ tarihsel bir kategoridir. Tarihi bir biri bilmesi, sözleşmeler, ticaret kanunlanmen, kapitalist dönemin başlangıcı prensipleri ortak bir dili zorunlu kılar, kimi zorunlu kılar. Dilbirliği, ruhsal bi 16. yüzyıldır. çimlenme birliği olarak görünen kül "ticaret dili" egemen dil halini almaya Ülus kavramı kapitalizmin doğuşu tür birliği tarihsel gelenekler üzerinde başlar. Kapitalizmin gelişimi sırasında sıralanna tekabül eder, ulusal alanların yükselir. Ekonomik bir kategoridir. ticaret dilinin egemenliği bir çok küçük oluşumu pazann genişlemesiyle müm Pazar alanlarının oluşması ve yaygın halkın kendi dillerinin unutulmasına ya kün olmuş ve halklar kaosundan ulus laşması sonucu ortaya çıkar. Yaşam da asimile olmasına neden olmuştur. lar ortaya çıkmıştır. sal malların üretimi insanların sosyal Ulusun oluşumunun en temel un"Ulus tarihsel olarak oluşmuş, ka rarlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir." (5) Burjuvazi girdiği tüm ilişkileri kapitalize etmeye çalışır. Toplumsal değer ler kapalılıktan çıkıp pazar etrafında evrimleşmeye başlar "bireycilik, öz gürlük, eşitlik" kavramları, eski "sada kat, aşiret, asalet" kavramlannın yerini alır. Eski iktidar yeni ekonomiyle kes kin bir çelişki içindedir, burjuvazi ulu sal pazar talebini gerçekleştirmek için ulusalcılığa, ulus egemenliğine sarılır. Genel olarak özgürlük ve eşitlik tale biyle başlayan ulusal hareket, durgun köylülüğü harekete geçirmiş, burjuva demokratik kurumlar üzerinde yükse len ulusal devleti ortaya çıkarmıştır. PKK militanı diye öldürüldüler. A rdında iki bin köylü yürüdü. Silopi'de o Ulusal devlet, burjuvazinin pazar gün hayat tam am en durdu. da aynı değişim aracının, aynı dilin, ay
1923-40
16
nı ekonomik yasalann egemen olma sı, ayrıca yabancılarla rekabet edebil mesi için bir gereksinimdir. Ve bu güç lü ekonomik istemlerin somutlanması olarak ortaya çıkmıştır. Pazann yay gınlaşmasıyla ulusal alanlar oluşmuş bu ulusal alanlar üzerinde ulus ege menliği gerekmiştir. Ulus egemenliği, feodalitenin köhnemiş kurumlarının parçalanma sı, ekonomi dışı zorun yerini ekono mik zorun alması demektir. Feodaliteye karşı ulusal hareket lerle verilen demokrasi mücadelesi, ulus egemenliğinin kurulmasıyla, ulu sal devletle sonuçlanmıştır. "Ulusal devlet, kapitalizmin kuralı ve normasıdır." (7) Batı Avrupa'da aristokrasiye karşı burjuva demokratik devrim gerçekleş tirilmiştir. Bu devletler genel olarak türdeş veya türdeş olmaya yakın dev letlerdir. Bundan dolayı ulusal sorun feodaliteye karşı ulusal planda görü lür. Doğu Avrupa devletlerinde ise du rum daha değişiktir. "Doğu Avrupa devletleri grubuRusya, Avusturya, Türkiye ve altı kü çük Balkan devletinin bir teki bile-ulusal yönden tam türdeş devlet değildir." (8 )
Türdeş olmayan uluslar devleti ge riciliği temsil eder, ya da istisnadır." (9) Batı Avrupa'da sömürgecilik, ka pitalizmin oluşumuyla aynı döneme denk düşer. Birincisi ulusal hareket doğuda yalnızca feodalizme karşı de ğil aynı zamanda sömürgeciliğe karşı yürütülmek zorunda kalmıştır. İkincisini Stalin şöyle belirtiyor: "Avrupa'nın doğusunda merkezi devletlerin savunma gereksinimleri (Türklerin, Moğoliann vb. akınlan) yü zünden hızlandırılmış bulunan oluşu mu feodalizmin ortadan kaldmlmasına, dolayısıyla uluslann biçimlenmesi ne öngelmiştir. İşte bunun sonucu uluslar, bu bölgede ulusal devletler bi çiminde gelişememişlerdir ve gelişe mezlerdi de. Fakat genel olarak güçlü bir egemen ulus ile birkaç güçsüz ba ğımlı ulustan oluşan bir çok karma, çok uluslu burjuva devletler oluştur muşlardır (Avusturya, Macaristan, Rusya gibi...)"(10) Doğu Avrupa ve Asya ülkelerinde çok uluslu devletler, feodal dönemden devraldıktan güçlü merkezi devletin, uluslann bağımsızlaşması önündeki engelinden kaynaklanmaktadır. Bu ülkelerde güçlü bir burjuva önderlik oluşumadığından dolayı en organize
maddi ve politik güç olarak ordu ulusal kurtuluş hareketinde belirleyici olmuş tur. Burjuva demokratik hareket em peryalizme karşı bağımsızlık mücade lesi verirken bir yandan da mahkum ulusu devlet çitleri içinde tutmaya ça lışmıştır. Bu çok uluslu devletlerde: ulusal sorunun varlığı, burjuva demok ratik devrimin tamamlanmamışlığının temel nedenlerinden biridir. - Uluslararası planda demokrasi nin ihlali: ilhak, sömürgecilik. Emper yalizm ilhak, siyasi bir kavramdır, zor yoluyla sınırlann çoğunluğun isteğine aykm olarak belirlenmesi anlamına gelir. Siyasi egemenlik kurmak demek olan ilhak, genellikle askeri işgalle des teklenir. Ekonomik ilhak kavramı, zor yoluyla ekonomik faaliyetleri belirle me demektir ve sömürgecilikten farklı anlamlar ifade eder. "Emperyalizm her yere, özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren Fınans-Kapitalin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilim sonucu ise şöyle olmaktadır. Siyasi rejim ne olursa olsun, her yerde gericilik ve bu alanda mevcut uzlaşmaz karşıtlıkların, aşın ölçüde yoğunlaşma sı, aynı biçimde ulusal baskı ve ilhak eğilimleri de, yeni ulusal bağımsızlığın bozulmasının da özellikle yoğunlaşma sı. (Çünkü ilhak, uluslann kendi kendi ni yönetme hakkının ihlalinden başka bir şey değildir.)" (11) Sömürgecilik: Askeri-siyasi bir egemenliği içeren iktisadi bir kavram dır, değer aktanmını ifade eder. Üste lik bu değer aktanmımn özel bir biçim de sömürgeleştirme yoluyla yapıldığını gösterir. ' Sömürgeciliğin bu üç biçimini bir birinden ayırmak gerekmektedir. Ti caretin giderek artan önemi çoğrafi keşiflerle sonuçlanmış, buralardan ak tarılan değer kapitalizmin ilk birikimi nin kaynağını oluşturmuştur. Manifaktür döneminde ekonomik üstünlük ti cari üstünlükten kaynaklanıyordu. Ti caret yollannın ele geçirilmeye çalışıl ması, ticari mallara (ipek, altın, gü müş, baharat, vb.) duyulan istek, sö mürgeciliğin ilk biçimlenmesini veri yordu". "Avrupa dışında düpedüz talan, köleleştirme ve katillik yoluyla ele ge çirilen servet, anayurda taşınarak ser mayeye çevrildi. Sömürge sistemini ilk defa tam olarak geliştiren Hollanda, 1 6 4 8 yılında ticari kudretinin tepesin de bulunuyordu." (12) Hammadde talanına dayalı olan sümürgecilik servet aktanmına, bura dan sermaye oluşumuna neden olu
yor. Bunuıtsonucu artan üretim pazar ihtiyacını doğuruyordu. Sömürge tala nına, İngiltere'den önce girmiş olan İspanya'da, servetin sermayeye dönüşememesi bu sömürgeci ulusun, giderek İngiltere'nin vesayeti ve egemenliği al tına girmesine neden olmuştur. Marks bu durum için gerçek zenginliğin altı na sahip olmaktan değil onu ele geçir mek için üretmekten geçtiğini söyle miştir. İspanya bu ilişkide değer yitir dikçe, sömürgelerde azgınlaşmakta ve "küçük patron'lann sömürgeci reka betteki uygulamaîannı sergilemekte dir. Emperyalizm öncesi sömürgecilik ekonomik üstünlükten çok askeri üs tünlüğe dayanıyordu. Ve sömürgeyi kapatabilmenin tek yolu askeri zordu. Ticari üstünlük; donanma ve askeri üs tünlükle dünyanın her yerinde mal alıp satabilmenin sonucuydu. İspanya ve Portekiz sadece tüccar toplumlar ola bildiler. Oysa sanayi toplumu olmalan gerekiyordu. Sömürgeciliğin kapita lizmin gelişimiyle değişiminin ipuçlan bu örnekte mevcuttur. Önceleri yanlızca hammadde tala nına dayalı olan sömürgecilik giderek üretime müdahale edip varolan küçük üretimi tahrip etmiş, ihtiyacı doğrultu sunda yeniden düzenlemiştir. Bu sö mürgeleştirme, yeni sömürgeciliğin üzerinde yükseleceği temel taşlan döşemiştir. Fetih ve barbar istilalanndan sömürgeciliği ayıran en temel kıstas bu olmaktadır, istilacılar, varolan üre time müdahale etme olanaklanndan yoksundular. Çünkü daha geri bir üre tim tarzını temsil ediyorlardı. Buradan fetihci barbar istilalann yönünün, dai ma zenginliklerin, üretimin kaynağı na, ticaret yollanna yöneldikleri, oysa sömürgeciliğin tüm dünya topraklanna yöneldiğini çıkartabiliriz. Sömürgeleştirme; yalnızca ham madde talanına dayalı olmayıp aynı zamanda varolan üretici güçleri tahrip edip kendi yapısına uygun hale dönüş türme olmaktadır. Fetihci barbar istilalan ise toprak elde etme ve üretimi ver gilendirerek değer aktarımını sağlıyor du. Tüccar toplumlann talancı sömür gecilikleri sömürgeciliğin yeni aşama sına ayak uyduramadıklan için ele ge çirdikleri topraklan emperyalizmin dünyayı yeniden paylaşımında kaybet mişlerdir. Batı Avrupa'da kapitalizmin gelişi miyle birlikte, geri ülkeler ekonomik bağımlılık yoluyla yan-sömürgeleştiriliyordu. Meta ihracı ve istikrar yoluyla gerçekleştirilen bağımlılık ticaret ka-
17
nomik olarak sömürebilir. Sömürge ulusun sömürüsü emperyalizm ve ege 'urjuvazı neyi savunursa sız onun tersini savunmen ulusun sömürgeciliğinde vücut bulmaktadır. Çünkü sömürüye her malısınız". Eğer burjuvazi "çocuk öldürüyorlar" d i başkaldm egemen ulusun askeri aygı bulmasıyla sonuçlanır. yorsa, bize düşen "hayır, asıl siz her gün onlarca ço tını -karşısında Ulusal sorun ve uluslann kaderle rini tayin hakki: cuk öldürüyorsunuz" demektir. Ulusal sorun burjuva demokratik bir talep olarak ayrı devlet kurma hak kının uluslararası planda ihlalinden nalıyla bu ülkelerdeki kapitalizmin te 1- Sömürgeciliğin kapitalizm ön kaynaklanır. UKTH ulus egemenliği mellerini oluşturdu. cesi, (bu ya fetihci barbar istilası ya da gerektirir, ulus egemenliği demokrasi Doğadaki çok uluslu merkezi dev hammadde talanına dayalı askeri iş ile mümkündür. "Ulusal kaderi tayin letlerde, kapitalizmin gelişmiş olduğu galle gerçekleştirilen biçimi) emperya hakkı, demokratik bir istek olmaktan bölgede ulusal bilinç mahkum uluslara lizm önceki dönemi (sömürge ekono başka bir şey değildir, ilke olarak, öteki göre daha erken seçimlenmiş ulusmisinin anayurt ihtiyaçlarına göre dü demokratik isteklerden farklı değildir." devletlere geçiş egemen ulusun burju zenlenmesi), Emperyalist dönemi (ye (14) va devrimiyle gerçekleşmiştir, sömür ni sömürgecilik olarak tanımlanan ser Bu burjuva demokratik talep, siya geci çıkartan, emperyalizme bağımlılı maye ihracı ve entegrasyon) ayniması sal özgürlük, ulusal ayricalığm redde ğı burjuva devriminin tamamlanamagerekliliği. "Çünkü kapitalizmin eski dilmesi ve yabancı baskısının ortadan masma yol açmıştır. Emperyalist iş evrelerindeki sömürge politikası bile kaldmlmasını ister. Bu talebin destek bölümüne katılış şartı, yani genelemali sermayenin sömürge politikasın lenmesi demokratlığın asgari ölçütünü neksei sömürge ekonomisi değişme dan temel aynlıklar göstermektedir". oluşturmaktadır. UKTH siyasal özgür miş, ticaretin en önemli faaliyet oldu lüğün sağlanmasıdır. Ulusun kendi öz (13) ğu, hammadde ve tarımsal ürün ihra 2- Sömürgeci egemenliğin emper gür tavrını hiç bir baskı altında kalma catı, tüketim malı ithalatı yapılan eko dan alabilmesi demektir. Karar alma yalizm öncesi dönemlerde ekonomik nomi egemen kalmıştır. özgürlüğü emperyalizm, sömürgecilik zordan çok askeri zora dayalı olmasıy la veya ilhakçılar yoluyla ihlal edilir. Bu 'Küçük patronlar" sermaye biriki mini sağlama sürecindeki yetersizliği ihlalin az veya çok kanlı ya da siyasi 3- Ekonomik gelişim farklılığının ni askeri-siyasi egemenliği altındaki mümkün olmasıyla yoldan olması sorunun nicelik boyutu 4- Yarı sömürgenin emperyalizm dur. Her üç durumda da ulusun gelece mahkum ulusun yeraltı-yerüstü Vve emek gücü kaynaklarını sınırsızca sö ğini belirleme hakkı gaspediîmiştir. le ilişkileri sürecinde kendi sömürgeci liğinin çelişki oluşturmamasıyla, görümürerek biriktirme yolunu seçmiştir. Ulusal hareket genellikle eşitsizli Yarı sömürge bir ülkenin tam sömür Jebilir. ğin ya da çelişkinin en yoğun olduğu Emperyalizm her iki ulusu da eko konuda sloganlaşarak yükselir. S ö gesi olabileceği, mürgecilik ve emperyalizm ulusal bas kıyı her alanda yoğunlaştırarak (dil baskısı, ekonomik baskı, kültür baskısı vb.) talepleri birbirleriyle ilişkilendirir. "Ulusal hareketin içeriği, elbette her yerde aynı olamaz. Bu içerik hare ket tarafından formüllendirilen çeşitli istemlere bağlıdır. İrlanda'da hareket tanmsal bir niteliğe, Bohemyada dil sorunu niteliğine bürünür". (J.Stalin. Marksizm ve ulusal sorun ve sömürge ler sorunu sf:24) Sömürgecilik ve emperyalizmle ulusal hareketin içereği bütün olarak demokrasi haline dönüşmüştür. Ulusların kaderlerini tayin hakkı nın gerçekleşmesi, emperyalizmin ve ya sömürgeciliğin tüm sömürü kanal larının tahrip olacağı anlamına gelmi yor. emperyalizm borsa, rüşvet, askeri-ekonomik bağımlılık yoluyla özgür bir cumhuriyeti bile kendi istekleri doğrultusunda yönlendirebilir. Bu, ulusların eşitliğini savunma ilkesini or tadan kaldırmaz. PKK militanlan yürüyor. UKTH bir sonuçtur. Ayrıcalıklara,
R
18
ulusal baskıya ve eşitsizliğe karşı (ne den) uluslararası demokrasinin uygu lanmasını (sonuç) istemektir. Sorun bir sonuç olarak soyutlanırsa ayn dev let kurma hakkı, bu konjontürde alışverişlemedir", demokrasiyi verirsek emperyalizm alır mı?... Ya da biz de mokrasiyi tanıyalım ama ne derece bir kurtuluş olacaktır", çıkmazlanna götü rür. "Bütüne uymayan parçanın sökü lüp atılması" UKTH demokratik tale binin abartılması olarak düşünülme melidir. Parçanın atılması, Bu hak eğer emperyalizmin ya da sömürgeci liğin askeri-ekonomik pozisyonlannı güçlendiriyor, nüfuz alanlannı genişle tiyorsa demokrasiyi ihlal etmeyen bir tavırdır. Olabilecek olandan değil bugün olandan yola çıkmak gereklidir. Bu, soruna "neden'den yaklaşım demek tir. Dikkat edilmesi gereken nokta ulu sal baskı, ulusal eşitsizlik sömürgecili ğin hangi egemenlik koşullan yeniden ürettiğidir, (şovenizm, anti-demokrasi, faşizm, ekonomik emniyet sübaplan.) "Bir Marksist, tavrını gerçeklere göre alır, imkanlara göre değil." (15) Demokrasiyi görmezden gelmek, po litikasızlığa, soruna sonuçtan yakla şım; yanlış politika üretmeye neden oluyor, yapılması gereken, demokra tik ilkeyi ana perspektif haline getir mektir. "(Siyasal kaderini tayinin) ... dün yanın her yanında ulusal hareketlerin tarihi açısından ifade ettiği şey; ulusal devletin kurulması. Bu maddeyi başka türlü anlamaya dönük eğlendiri çaba lar, (gülünç) Ulusal sorunda, demokra tik ilke, demokratik ilkeden aynlış, tüm tarihi uriutuyor ve ona ihanet edi yor". (16) Proleteryanm tüm istemleri de mokrasinin en üst uygulanımlarına yöneliktir. Çünkü demokrasi sınıfların ve taleplerinin, birbirlerinin karşısında netçe ortaya çıkmasını sağlar. Ayrıca sorunun hak eşitsizliği olmayıp, kapi talizm olduğu gözler önüne serilir. S o nuçta demokrasinin uygulanmasın dan en kazançlı çıkacak sınıf, işçi sını fıdır. Burada demokrasi için verilen mücadelenin içeriği ve biçimi, nitelik belirleyici olmaktadır. Doğru perspek tif, ulusal baskıyı reddediştir, demok rasiyi yani ulusal eşitliği savunmaktır. Fakat proleter sosyalizmi burada kala maz. Demokratik taleplerin ancak sosyalizmle bağlantısı içinde kalıcı ola rak elde edilebileceğini belirtir.
/
1 alkla r şovenizm i şıyorsa devrim yordun "Biz demokratik taleplerden yana yız, onlar uğruna içtenlikle mücadele eden sadece bizleriz. Çünkü objektif tarihsel durum nedeniyle bu talepler ancak sosyalist devrimle olan bağlantı lar içinde iler sürülebilir". (17) "İnsan, demokrasi için mücadele ile sosyalist devrim için mücadelenin birincisini, İkincisine bağımlı kılarak, nasıl birleştirebileceğini bilmelidir. Bü tün güçlük burada yatıyor, meselenin özü buradadır." (18) Kapitalizmin gelişimiyle birlikte özellikle anonim şirketler ve bankalar aracılığıyla, ezilen ulusun burjuvazisi nin uzlaşma zemini ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu halk için demokrasinin Öneminin giderek artmasına karşın burjuvazinin uzlaşma eğilimi, proletar yanın sorunun çözümünde belirleyici olmasının objektif koşullannı hazır lar. - Şovenizm açısından: "Başka ulu su ezen halk kendi zincirlerini sağlam laştırır" (19) Marks'ın bu belirlemesi proletarya nın ulusal eşitliğe yaklaşımının temel hattını belirtir. Ezen ulus burjuvazisinin sömürge ci politikası, hukukta, devlet biçimin de, kurumlann örgütlenmesinde, ide olojisinde siyasetinin her yönünde kendisini gösterir. Ezen ulusun prole taryası bu açıdan mahkum ulus üzerin deki baskıdan kendi payına düşeni alır. "İngiltere'de gericilik, İrlanda'nın esaret altında tutulmasıyla beslenmek te ve güçlenmekterdir. (tıpkı Rusya'da gericiliğin bir sürü ulusların esaret al tında tutulmasıyla beslendiği gibi) ". (20 )
Şovenizm, ezen ulus proletaryası na yıllar boyunca eğitiminde sanatında empoze edilmiştir. Bundan kurtulmak burjavizinin ideolojik egemenliğinin en güçlü kanallanndan birini yok et mek anlamına gelmektedir. Burjuva ideolojisinde şovenizm ya ilkel kabile lere "medeniyet" götürüyordur ya da "cahil, görgüsüz, kıro" halkı "eğiti yordun Veya daha önemlisi becerebiliyorsa koca bir halkı unutturuyordun Bir de bunlara azgelişmişlik kompleksi
nederece kırıyo r ve , o derece yükseliyor ve yakınlaşı e d
binince açık bir iki yüzlülükle "kart, kurt"lara varacak derecede sefilleşmektedir. Burjuvazi neyi savunursa siz onun tersini savunmalısınız". (21) Eğer bur juvazi "çocuk öldürüyorlar" diyorsa, bi ze düşen "hayır, asıl siz her gün onlar ca çocuk öldürüyorsunuz" demektir. Halklar şovenizmi ne derece kırı yor ve yakınlaşıyorsa devrim de, o de rece yükseliyor ve yakınlaşıyordun Sürecek (Gelecek Sayı; Örgütlen me ve Türkiye'nin Gündeminde Ulusal Sorun) ■
KAYNAKLAR: 1- Dr. Hikmet KIVILCIMLI (İhtiyat Kuvvet Milliyet (ŞARK), 1 9 7 9 Yol Yayınla rı, sf:35) 2 - LENİN (aktaran J.STALİN. (Mark sizm ve Ulusal Şorun ve Sömürgeler Soru nu, Sol Yay., sf: 2 8 5 ) 3- LENİN (Marksizmin Bir Karikatürü ve Ekonomik Emperyalizm, Sol Yay, sf: 65) 4V.İ. LENİN. (Toplu Yapıtlar, c 2 9 , sf: 188) 5 - J . STALİN (age, sf. 15) 6- V.İ. LENİN (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, sf: 5 9 Sol Yay.) 7- V.İ. LENİN (age, sf 59) 8- V.İ. LENİN (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları Sol, Yay. sf: 3 0 3 ) 9- V.İ. LENİN (UKTH- sf: 59) 10 - J . STALİN (age. sf: 113) 11V.İ. LENİN (Emperyalizm Sol Yay. sf: 143) 12- K. MARKS (Kapital 1. Sol Yay. sf: 793) 13- V.İ. LENİN (Emperyalizm sf: 97) 14- V.İ. LENİN (Marksizmin Bir Kari katürü ve Emperyalist Ekonomizm, Sol Yay, sf: 38) 15- V.İ. LENİN(age. Koral Yay sf:
102) 16 - V.İ. LENİN (Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları. Sol Yal, sf: 145) 17- V.İ. LENİN (Leninciliğin Sosyalist Devrim Teorisi, Konuk Yay, sf: 4 3 7 ) 1 8 - V.İ. LENİNfage, sf: 117) 19- MARKS (Aktaran V.İ. LENİN, UKTH, Sf 1 1 1 . Sol Yay.) 2 0 - V.İ. LENİN (USUKS-SOL Yay, sf:
20) 2 1 - V.İ. LENİN (MBK, Koral Yay, sf: 104)
19
Sosyalizm: Hâlâ ütopya mı, gerçeklik mi? (M. Belge eleştirisi)
Mehmet YILMAZER
££
osyalizm Türkiye ve Gelecek" iki büyük yer sarsıntı sının ürünüdür. Birinci sar sıntı, yaşadığımız toprak larda gerçekleşen 12 Eylüldür. Diğeri ise, Gorbaçov reformlarıyla Sosyalist ülkelerde yaşanıyor. M.Belge gerek Marksizmip temel kavramlannı ve ge rekse Türkiye devrimci hareketinin bugüne kadar edindiği değerleri rahat bir üslupla eleştirirken bu iki büyük depremin yıkıntılannı arkasına kanıtlayıcı fon olarak alıyor. Böylece işi ko laylaşıyor mu? sanmıyoruz. 12 Eylülle yaratılan ortamdan ve dünya sosyalizminin açık başarısızlık larından aldığı güçle M. Belge çok bü yük bir rahatlıkla Marksizmin genel değerleri üzerinde şüphe izlen bıraka rak geziniyor. Öte yandan, 12 Eylül faşizminin acılı derslerinden geçmiş insanlara büyük bir pişkinlikle "banşçıl mücadele" yolları öneriyor. Önerebilir. Herkes düşüncesini açıklamakta "özgür" değil mi? Hiç şüphesiz özgür olabilmeli. Ancak dü şüncenin özgürce açıklanması kadar, açıklanan düşüncenin gerçekten öz gür olabilmesi önemli Düşünce özgür lüğüne sözde sınır konulmamış batı demokrasilerindeki Özgür düşüncele rin birazcık yaldızı kazınınca, nasıl dü zenin felsefesini en kılcal yollarla em dikleri hemen görülebilir. Dolayısıyla o düşüncelerin pek çoğu finans kapi tal demokrasilerinin kölesidir. "Sosyalizm ve gelecek" hakkında konuşan M. Belge gerek Marksizmin genel kavramları ve gerekse Türkiye devrimci hareketinin deneyleri üzerin de gezinirken hangi konumdadır? Yaratıcı düşüncelerle mi yüzyüzeyiz, yoksa on yıllardır batı demokrasiW y a
20
lerine huysuz kölelik yapan düşüncele rin bir benzeriyle mi karşı karşıyayız. görelim. M.Belge "nasıl bir sosyalizm?" so rusuna cevap ararken şöyle der: "Marksizmin bilimsel sosyalizm olarak benimsenmesi bazı çok önemli olum suzluklara yol açtı; ama koşullan düşü nüldüğünde belli bir kaçınılmazlığı var dı bunun" (Belge, s. 156). Olumsuzlu ğun "kaçınılmazlığına" sonra değine ceğiz. M. Belge Sosyalizmin 'bilimsel' olmasından açıkça hoşnutsuzdur. "Bi limsellik, daha sonra bir sorun haline gelmiştir. Üstelik, bilimselliğin bilimsel olmayan formülasyonlarının yapılma sıyla sorun haline gelmiştir" (Belge. 157). Bilimselliğin "sorun" haline gelme si nasıl olmuştur? "Stalin'in dünya ko-
Belge: Sosyalizme elveda!
münist hareketine önderliğini kabul ettirmesinden aşağı yukan günümüze kadar, "ütopik"in karşıtı olarak "bilimsel"in yanma yakın anlamlı sayılabile cek ikinci bir kavramın da yerleşmeye başladığı gözlemlenir. Bu ikinci kav ram ’gerçekçi'dir". (Belge, s. 155) "Gerçekçi" tanımı M. Belge'ye gö re "varolan sosyalizm" gençliğine "kat lanma" anlamıyla yüklüdür. O zaman pratik yaşamda "bilimsel" sosyalizm gelir gönülsüzlükle katlanılan" bir sos yalizme dönüşür... Katlansak da katlanmasak da dün yanın gözü önünde bir sosyalizm pra tiği var. Marksizm herşeyden önce olaylan olduğu gibi görebilmekle baş lar. Bu pratiği tüm gerçekliğiyle kavra dığımızda onun hatalannı tekrarla maktan kurtulabiliriz. Fakat "bilimsel" sosyalizmin pratik sonuçlan bazı göz ve gönülleri hoşnut etmeyince onun bilimselliğini "sorun" haline getirmek başka bit anlam taşır. M. Belge pek hoşlanmasa da "bi limsel" bir zeminde kalmak istiyorsa, Marksizmin sosyalizm üzerine önerile rini yaşanan pratikle sınayıp ya bu tez lerin temelde bilim dişiliğini ispatla mak, yada esas da pratiğe uygunluğu nu, yani bilimselliğini göstermek duru mundadır. Çünkü "nesnel gerçekliğin insan düşüncesina atfedilip edileme yeceği sorunu bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. Düşüncenin ger çekliği yada gerçeksizliği konusundaki pratikten soyutlanmış anlaşmazlık, tamamiyle skolastik bir sorundur" (Feuerbâch Üzerine Tezler, K. Marks). Oysa, M. Belge "varolan sosya lizm" gerçekliğine "katlanamayıp" sos yalizmin bilimselliği konusunda şüphe ci bir konumu benimser.
MARKSİZM VE "EKONOMİ" M. Belge sosyalizmin 7 0 yıllık pra tiğinden Marksizmin bazı temel tesbitlerini sorgulamaya yönelir. Bunlann ilki Marks’ın ekonomiyle ilişkisi üzeri nedir. M. Belge, Marks'ın "vulgarize" edilmesinden yakınır ve onun "bütün insan eylemlerinin temelinde ekono mik dürtüler yatar diyen adam" haline getirilmesini eleştirir. "Oysa Marks pek böyle söylemediği gibi, bunu söy lemiş olmakta yeterince ayırdedici bir özellik sayılmazdı. Çünkü pek çok kla sik ekonomi-politik uzmanı aynı şeyi söylemişti" (Belge, s. 157). Marks yukandaki cümleyi söyle miş midir? Belli değil. M. belge "pek böyle sÖylemediği"ni belirtir, fakat he men ardından bir ekleme yapar", eğer söylemiş olsa bunun "ayırdedici bir Özellik" taşımayacağını, o dönemin "pek çok klasik ekonomi-politik uzma n ın ın (altını ben çizdim) aynı şeyi söy lediğini iddia eder. Önce Marks'ın formülasyonu elbetteki bambaşkadır. Sonra, bu konu da söyledikleri "ayırdedici" bir Özelliğe sahiptir. Ekonomi-Politiğin önsözün de Marks bu buluşunu şöyle hikaye eder: "Ben, ekonomi politiği incele meye, Paris'te başlamıştım ve bu ince lemeye, Bay Guizot'nun hakkımda verdiği sınırdışı edilme kararı sonucu dönmek zorunda kaldığım Brüksel'de devam ettim. Ulaşmış olduğum ve bir kez ulaşıldıktan sonra incelemelerime kılavuzluk etmiş olan genel sonuç kı saca şöyle formüle edilebilir:".... Mad di hayatın üretim tarzı genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel ha yat sürecini koşullandırır". Aynı kitaba önsözünde Engel, Marks'ın ulaşmış olduğu sonucu şöyle niteler: "Yalnızca iktisat için değil bü tün tarih bilimleri için (ve doğa bilimle ri olmayan bütün bilimler, tarih bilim leridir) devrim yaratan keşif..." Belge aynı görüşte değildir. Marks'ın ekonomi-politik inceleme sinde ulaştığı sonuca "pek çok klasik ekonomi-politik uzmanı"nm da vardı ğını iddia etmektedir. M. Belge bilim sel bir kaygı taşımayan açıklamasıyla, Marks'ın "keşif" derecesinde önemli buluşunu hem deforme ediyor, hem de sıradan j önemsiz bir hale getirerek küçümsüyor. Çünkü M. Belge toplum olaylanna "bilimsel" bir yaklaşıma inanmıyor. v "Marks'a her şeyin başı ekonomi dir diyen adam gözüyle bakma" (s.
158)nm yanlışlığını eleştirmek bir şey dir, Marks'ın buluşunu vulgarize edip hiçe indirmek başka şeydir. M. Belge daha da ileriye giderek şu inanılmaz görünen sonuca vanr: "Bu noktada 'bilimsel' sosyalizm ile 'ekono mi' arasındaki ilişki üstüne bir kaç söz daha söylemek gerekiyor. Bu ilişki zo runlu değil, bir anlamda raslansal bir ilişkidir. Sosyalizmin bilimsel olması gerektiğine inanmak, ille de ekonomizmi öne çıkarmayı gerektirmezdi" (Belge, 159). Sözü edilen "raslantı'lar ise şöyle sıralanır: "Raslantı, biraz da, bilimsel sosya lizm düşüncesinin yeni şekillendiği günlerde, ekonominin en olgunlaşmış 'bilim' görüntüsüne sahip olmasına bağlıydı. Tabii bunu çok fazla abart mamak gerekir. Başka nedenler de söz konusuydu mutlaka. "Bu nedenlerden biri de doğrudan doğruya Marks'ın çalışmalandır. Marks'ın en anıtsal çalışması göze çar par biçimde ekonomiyle ilgiliydi" (Bel ge. s. 160). Raslantıya bakın ki, bilimsel sosya lizmin kurucusu Marks'ın yaşadığı yıl larda "ekonomi olgunlaşan bir bilim"dir.... Öte yandan bir raslantı so nucu Marks "en anıtsal" eserini ekono mi üzerine yazmıştır. Bu rastlantılar sonucu bilimsel sos yalizm ile ekonomi arasında bir ilişki kurulmuştur. M. Belge ne dediğini bili yor mu? Bilimsel sosyalizm, insan toplumîarmın gelişim kanunlannm bulunup açıklanmasıyla şekillendi. V e bu geli şimlerin hareket ettirici zembereği, Marks'ın buluşuyla "maddi hayatın üretim tarzı"nda, yada M. Belge'nin ikide bir aşağıladığı "ekonom fde yatı yordu. Bırakalım, raslantısal ilişkiyi bi limsel sosyalizmin açıklamalanndan ekonomi temelini çekip aldığımızda, ortada belki, bir "sosyalizm" kalır, an-
cak bu sosyalizm artık bilimsel ola maz. M. Belge, toplumlann gelişiminde ekonomi temelinin vurgulanmasını "ekonomizm" olarak nitelendiriyor ve bu görüşün savunuculannı ekonomist Marksistler olarak isimlendiriyor. Böy le bir vurgulamanın insanı kavramsal düzeyde yoksullaştırdığı kanısındadır. Marksizmin özünün gerek Sovyet aka demisyenlerince ve gerekse pek çok "Komünist Partili" teorisyen tarafın dan tek yanlı bayağılaştırdığı bir ger çekliktir. Olaylann açıklanmasında ekonominin abartılarak sürecin diğer özelliklerinin gözden yitirilmesi Mark sizm açısından hata olur. Ancak bir ya sanın hatalı kullanımı o yasayı ortadan kaldırmaz. M. Belge böyle hatalı ör neklerden hareketle Marks'ın bulduğu yasayı inkara yada önemsizleştirmeye yelteniyor. Bilimsel Sosyalizm ile eko nominin ilişkisi raslantı olarak gör mek, Marksist düşüncenin doğuş ve şekillenişini bir rastlanüya bağlamakla eş anlamlıdır. Bir adım daha gidelim. Gene ken disinin üst yapı olarak ayırdığı son de rece geniş alan üzerine çalışmaîan ise görece çok daha azdı. Marks Fran sa'da sınıf mücadeleleri, 1 8 Bmmaire vb. üstüne bildiğimiz metinleri yazma mış olsaydı, onun da bir ekonomist ol duğunu düşünmekte daha haklı olabi lirdik. Ama bunları yazdı;"... Demek ki sorun, ekonomist bir eğilim değil, bir insan ömrüne sığabilecek çalışmanın hacmi sorunudur." Bu belirlemeyi ya pan M. Belge şu genel sonuca vanyor: Marks'da ve Engels'de yeterli bir üstya pı teorisi, özellikle bir politika teorisi bulunmadığı söylenmiştir ve bu doğru dur" (Belge, s. 160). Yazar Marks'da "ekonomist bir eğilim" görmez. Marks'a ne büyük ilti fat! Oysa anladığımız kadanyla Belge, toplum yaşamında ekonominin belir leyiciliğinin vurgulanmasını "ekono mizm" olarak tanımlıyor. Eğer "eko nomizm" bu ise, Marks bir numaralı "ekonomist" olmalıdır. Öte yandan, yazar "maddi hayatın üretim tarzı"nm belirleyiciliğini yeterince önemseme diği, bu teorik bulgunun derinliğini \urat Belge bazıkavramadığı için Marks ve Engels'de açık sonuçlara varmak "yeterli bir üstyapı teorisi" bulamaz. Bu yargı Avrupa'da özellikle İ 9 6 0 için değil, sanki M ark sonrası güçlenen "Yeni sol" akımlann sizm açısından aydınlık ortak bir yargısıdır. Objektif temeli, olan k im i tem el konuları emperyalist sistemin az çok istikrarlı gidişi ve "refah" yıİlannm sürmesi so karartmak; deforme et nucunda ekonomi tabanının gözlere m ek için tartışmaktadır. çarpmaz oluşudur. Öte yandan, 2 9 .
M
21
Ya
a zarın yöntem i ilginçtir. Ayna boksunu andırı yor. "Ekonomi b e lirle y ic id ir" diyenleri karşısına ko yuyor. Marks bunların arasında tam açık de ğil. Sonra "ekonom i" kavramını kendince tanım lı yor, elem anlar tamam olunca maç başlıyor, fakat bu ara b ir kaç yum ruk da M arks1ın yediğine şüphe yok.
Kongreyle başlayan Stalin eleştirile riyle Sosyalist ülkelerin batıda çekicili ğini yitirmesidir. Üstelik Sosyalist ül keler de, kan ter içinde ekonomiye ağırlık vermelerine rağmen ortada "göz doldurucu" sonuçlar yoktur. Sı nıflar savaşının nisbeten durgun yıllannda kimi batılı aydınlann bu birbiri nin tekran olan tek düze gidişe göster dikleri tepkileri, yıkılmaz görünen "alt yapıya" dokunamayınca, onun "istik rarlı" gücü karşısında cüceleşince, tep kiler kendilerinin de içinde bulunduğu üst yapıya yöneldi. O zaman Marks ve Engels'i yeniden yorumlamak günde me geldi. Marks ve Engels'de yeterli bir "üst yapı teorisi" yok mudur? Çok yaygın bir şekilde Marks'm Kapitali yerli yer siz yüceltilirken kaçınılmaz bir şekilde diğer eserleri gölgelenir. Sanıldığının aksine Kapital bir alt yapı teorisi değil dir. Marks'ın alt yapı ile ilgili görüşleri Kapitale ne kadar içkinse, üst yapı ile ilgili görüşleri de en az o kadar içkindir. Marks ve Engels'de birbirinden ayn alt ve üst yapı teorileri yoktur. Alt ve üst yapının hiyerarşik dizilişi ve birbiri ne etkisi ise yeterince aydınlıktır. M. Belge, "üst yapıdan" söz ederken ne den Marks'ın Fransa'da sınıf mücade leleri ve 18 Brumaire’mı anıyor da ör neğin Engels'in Ailenin, özel Mülkiye tin Devletin Kökeninden hiç söz etmi yor? Orada üst yapının en önemli ku rumu devletin teorik açıklaması var dır. Çünkü Marks'ın sözü geçen yapıt larında Fransa'da somut olaylann akı şında üst yapının "göreli" bağımsız davranışlarından söz edilir. Bu göreli bağımsızlık üzerine Batı’da Yeni Sol o kadar çok şey yazmıştır ki, adeta Marks yeniden keşfedilmiştir. Ancak sonuç olarak ortada hala "yeterli" bir "üst yapı teorisi" yoktur. Oysa Marks ve Engels'de Ahlak, Hukuk, Devlet gi bi üst yapı kurumlanyla ilgili yeterince
22
derinlikli tanık vardır. M. Belge, Marks ve Engels'de üst yapı teorisi’nin yetersizliğinin yanında bir de "özellikle bir politika teorisinin bulunmadığını iddia etmektedir. "Poli tika teorisrnden tam olarak ne kaste diliyor bilemiyoruz. Ancak Marksizm de politikanın doğuşu, sınıf çıkarlarıyla bağlantısı yeterince açıktır. Üstelik bu konuda Marks-Engels'in ciltler tutan mektuplaşmalannda ve çeşitli gazete ler için kaleme aldıklan makalelerinde sayısız örnekler vardır. Yazar bu mal zeme içinden eğer isterse yeterince kesin bir "politika teorisi" edinebilir. Ancak M. Beîge'nin sorunu bu değil dir. O, ekonominin yada alt yapının belirleyiciliğinden özgür bir "politika teorisi" özlemektedir. Elbette, böyle bir "teori" Marks-Engels'de yoktur. M. Belge bazı açık sonuçlara var mak için değil, sanki Marksizm açısın dan aydınlık olan kimi temel konuları karartmak, deforme etmek için tartış maktadır. A.Kaçmazın "Belge, alt ya pının belirleyici rolünü reddediyor" eleştirisine itiraz ediyor ve görüşlerini bir kere daha şöyle özetliyor: "Marks'ın yaşadığı dönemde, kanşık toplumsal olaylan belirleyicilik ölçütü ne göre aymp sınıflandırarak buradan alt yapı üst yapı gibi bir aynma gitmek çok Önemli bir buluştu. Ama bunu bu gün aynı şekilde tekrarlamak fazla an lam taşımıyor, böyle bir aynm yanlış olduğu için değil, bu kadanyla yetersiz olduğu için". (M. belge, Birikim, s.4) Belge yalpalayarak yürüyor. Kita bında, Marks'ın, ekonominin belirleyi ciliği görüşünü pek de ayırt edici bul mamıştı. Şimdi "çok önemli bir buluş tu" diyor. Hangi düşünce Belgenin gerçek kavrayışını yansıtıyor? Bunun için spekülasyon yapmaya gerek yok. Belge, Marks'ın yaşadığı dönemde "belirleyicilik ölçütünü" önemli bulma sına karşılık bugün aynı şeyi tekrarla
manın yetersiz olduğunu iddia ediyor. Demek bu buluş artık önemsizleşmiştir. Daha ileriye gitmeden "alt yapı" "ekonomi" gibi kavramlarla ilgili bir ara açıklama yapmalıyız. "Marks ve Engels de dahil Marksistler alt yapıya kimi zaman da ekono mik temel kavramıyla değinmişlerdir. Bundan ötürü, anlaşılır bir semantik kayma ile alt yapı/ekonomi özdeşliği kurulmuştur. Böylece ekonomi belirle yicidir gibi bir sonuca vanlmıştır. Bu ise fazla genel, fazla yuvarlak bir kural'dır ve dolayısıyla tehlikelidir" (Bel ge, Birikim.s. 4). Yazar, Marks'ın görüşlerinden söz ederken "altyapı", "ekonomi", "maddi hayatın üretim tarzı" kavramlanndan özellikle "ekonomi" kavramı üzerine vurgu yapıp, ekonominin belirleyicili ğini fazla yuvarlak yada banal bulmak tadır. Marks ve Engels'in olayı böyle basit açıklamadıklannı ileri sürer. Eko nomi denince, Beîge'nin aklına "özgül leşmiş", yani kapitalizm çerçevesinde ki ekonomi kavramı gelmektedir. O zaman da bü ekonomi kavramıyla herşeyi açıklamak mümkün olmamakta dır. Her insan toplumunda bir tür eko nomik faaliyet vardır, olduğu ölçüde etkisi de vardır, ama sözgelimi orta çağda bulunan ekonomik faaliyet, ekonominin kapitalizmde belirleyici olduğu ölçüde belirleyici değildir" (Bel ge, Birikim, S .4). Yazann yöntemi ilginçtir. Ayna boksunu andmyor. "Ekonomi belirle yicidir" diyenleri karşısına koyuyor. Marks bunlann arasında mıdır, tam açık değil. Sonra "ekonomi" kavramı nı kendince tanımlıyor, elemanlar ta mam olunca maç başlıyor, fakat bu ara bir kaç yumruk da Marks’ın yediğine şüphe yok. Belge, gerek kitabında ve gerekse Birikim'deki yazısında konuyla ilgili Marks ve Engels'in orijinal metinlerine baş vurmaktan ısrarla kaçınır. Onlann bu konularda söylediklerini aktarmaz. Biz önce orijinal metinlerden bir iki gerçekliği tesbit ettikten sonra, yaza nn söylediklerine geleceğiz. Marks'ın Önsöz'deki orijinal formülasyonu şöyledir: 'Varlıklannm toplumsal üretimin de, insanlar aralannda zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişki ler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onlann maddi üretici güçlerinin belirli bir geliş me derecesine tekabül eder. Bu üre tim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisa di yapısını, belirli toplumsal bilinç şe
killerine tekabül eden bir hukuki ve si yasal üst yapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entellektüel hayat sürecini koşullandırır" (Eko. Pol. Eleştirisine Katkı, Önsüz). Bu metnin yazılışından 3 0 yıl son ra Engels, Marks'ın görüşlerinin bayağılaştınlması karşısında şunlan yaz mak durumunda kalmıştır. "Tarihi maddecilik anlayışına gö re, tarihteki belirleyici faktör, ancak son kertede (son tahlilde, son soruş turmada), maddi hayatın üretimi ve yeniden ortaya konulmasıdır. Ne Marks, ne de ben bundan fazlasını söylemiş değiliz. Her hangi bir kimse bu düşüncemizi, "ekonomik faktör bi ricik belirleyici faktördür" şekline so kacak kadar değiştirir ve bozarsa, ileri sürmüş olduğumuz bu yargıyı, bom boş, soyut ve saçma bir söz haline ge tirmiş olur. Ekonomik hareketin sayı sız rastlantılar arasından zorla ilerle yen bir şey gibi sonunda kendine içle rinde yol açtığı bütün bu faktörler (Anayasalar vb. hukuki şekiller, politik hukuki ve felsefi teoriler, dini görüş ler...) arasında karşılıklı etki ve tepki vardır. Böyle olmasaydı, teorinin (maddeci tarih görüşünün) herhangi bir tarih dönemine uygulanması birin ci dereceden bir denklem çözmek ka dar kolay olurdu" (Engels'den Joseph Blach'a Mektup, 1890). Herşey son derece, açık. Maddeci tarih görüşü açısından olayların çö zümlenmesi tek bilinmiyenli denklem lere değil, çok bilinmiyenli yüksek ma tematik problemlerine denk düşebilir. Ancak bir şey hâlâ açıklanmaya muh taçtır. Son kertede belirleyici olan "alt yapı", "Ekonomi" yada "maddi haya tın üretimi" nedir? "Toplum tarihinin belirleyici teme li olarak gördüğümüz, ekonomik bağ lantılar sözünden belli bir toplumun insanlannm geçimleri için gerekli, şeyleri üretiş ve ürünlerinin aralannda mübadele ediş tarzını anlıyoruz. De mek ki, bütün üretim ve ulaştırma tek niği bunun içinde yer almaktadır... Bundan başka, ekonomik bağlantılann içinde ortaya çıkıp geliştiği coğrafi temeli; eski gelişim dönemlerinden ar ta kalan ve çoğunlukla yalnız gelenek yüzünden yada vis inertia (atalet kuv veti) dolayısıyla süregiden kalıntılar ve hiç şüphesiz bu toplumsal yapıyı kuşa tan ortamda ekonomik bağlantılar içinde yer alırlar" (Engels'ten Heinz Strakenmburg'a 1894).
Netice olarak, Marks ve Engels'de "ekonomi" yada "altyapı" kavramı "fazla yuvarlak" değildir. Üretici güçler kavramıyla daha somutlanır. MarksEngels'de üretici güçler biraz dağınıkda olsa yeterince tanımlanmıştır. İn sanin yanında, coğrafi temel ve top lumsal yapıyı kuşatan ortam, gelenek ve bütün üretim ulaşım tekniği toplamı üretici güçlerdir. Biraz şemalaştmrsak üretici güçler başlıca dört başlıkta toplanabilir: tek nik, insan, coğrafya ve Tarih (Dr. H. Kıvılcımlı, TDS). Şimdi elimizde, toplumlann gelişimlerini aydınlatmak için ekonomi, altyapı gibi genel kavramlann daha somut elemanları vardır. Ör neğin, günümüzde toplumlann gelişi minde coğrafya ve tarih üretici güçleri nin çok önemsiz etkileri vardır. Nere deyse herşeyde son sözü teknik söyle mektedir. Ancak "antika tarih toplumunda tek başına teknik, insanı umut suzluğa düşürecek kadar yavaş geliş miştir. Buna karşılık her toplumun içinden çıktığı tarih gelenek-görenekleri, içine girdiği çoğrafya etki-tepkileri altında gösterilmiş, insanca kollektif aksiyon teknikten hızlı davranmıştır, denilebilir. Onun için, özellikle antika tarihte, dört küme üretici gücünün dördünü birden hesaba katmak gere kir. Yalnız teknik, olaylann değil tü müyle aydınlanmasını, şemalaştırt masını bile yapmaya yetmez" (H. Kı vılcımlı, Tarih, Devrim, Sosyalizm). M. belge'nin "fazla yuvarlak" bul duğu "ekonominin belirleyiciliği" ölçü tü hiç de "yuvarlak" değildir. Yazar, bi lerek yada bilmeyerek Marksın bulu şunu önce bozup, kabalaştırıyor, son ra da ekonominin belirleyiciliğinin faz la genel ve "yuvarlak, bu nedenle de "tehlikeli" olduğunu iddia ediyor. Elbetteki her yasa bir genelleme dir. Bu anlamda da biraz "yuvarlaktır". Fakat o yasanın bir olaya uygulanışı ta rihsel maddecilik açısından son derece somut ve tekil bir özellik kazanır. Y a zar, Marks'ın görüşlerinin yanlış uygu lamaları karşısında bu uygulamaların mantık sakatlıklannı sergileyeceği yer de, bizzat söz konusu buluşu hedef ala rak, açık ve kesin bir olguyu bulanıklaştmyor. Engelsin mektubu "ekonomik münasebetlerim çerçevesini çizmek tedir. Yazar, "altyapı/ekonomi" söz cükleri arasında kısır bir döngüye gire ceğine, bu kavramlann Mark ve Engels'deki karşılıklannı daha somutlaş tırmaya çalışsaydı, yasanın "tehlikele rini" de asgariye indirebilirdi. M. Belge, "ekonomist Marksist-
ler'den farklı davranmıyor. Onların herşeyi kabaca ekonomiye bağlamalan karşısında yazar da, Marks'da "yeter li üstyapı ve politika teorisi" bulunma dığını ileri sürerek onlan dolaylı olarak onaylıyor. Fakat Marks ve Engels'in ekonomi, üretici güçler anahtarlannı tarihi süreçlere nasıl uyguladığını açık lama zahmetine katlanmıyor. • Engels'in şu sözleri "maddeci" yön temin herhalde en güzel açıklanması dır: "Bir problemin üstesinden gelmek için maddeci sözünü kullanmak yeterli sayılıyor. Oysa, bizim tarih anlayışı mız, her şeyden önce, Hegeivari sis temler kurmaya yarayan bir basamak değil, inceleme yapılabilmesi için yol gösteren bir metotdur" (Engels'ten Conrad Schmidt'e, 1 890). Özetlersek, toplumlann gelişimi nin açıklanmasında anahtar olan eko nomi tabanı: teknik, insan, coğrafya ve tarih üretici güçlerinin seviyesi ve durumlanyla bir somutluk kazanabilir. Ve bu anahtar " Hegeivari sistemler kurmaya" değil, "inceleme yapılabil mesi için yol" açıcıdır. Şimdi bıraktığımız yere dönelim. Belge, Birikim'deki yazısında Marks'ın buluşunu o günler için önemli bugün için yetersiz buluyor. Bugün neden, yetersizdir, derli toplu bir açıklamasını Belge'de bulamadık. Bugün daha ge lişkin daha yetkin bir buluş mu yapılmışdır? Örneğin, Einstein'm görelilik teorisi Newton'un çekim yasasının bel li bir sınırdan sonra yetersizliğini orta ya çıkartmıştır. Sosyal olaylara bakışta Einstein’m görelilik kuramı gibi daha yetkin bir buluşla mı yüzyüzeyiz? Bel ge böyle bir buluştan söz etmiyor. An cak Marks'ın tesbitlerinin yetersizliği ne iki örnek verilmiş. Birisi, kapitalizm öncesi toplum biçimlerinden, diğeri günümüz tekelci ekonomilerinden. "Kapitalizme göre koşullanmış bir 'ekonomi' kavramını zihnimizde bi çimlendirip bunu aynı zamanda 'altya pı' ile özdeşleyerek, sonra da tarihi üretim tarzlanna bu çerçeveye uygun açıklamalar bulmaya çalışırsak, sonuç ta her hangi bir şeyi açıklamamış olu ruz. Çünkü bu şekilde özgülleşmiş bir 'ekonomi' kavramı, feodalizmi, Yunan sitesini, hele ilkel toplumlan hiçbir şe kilde açıklamaz yada yanıltıcı,zorlama ve keyfi açıklamalar getirir" (Belge.Bi rikim. s.4). Belge, son derece haklıdır. Kapita lizme göre koşullanmış ekonomi kav ramıyla, öncekileri hele ilkel toplumlan açıklamaya kalkışmak saçma sonuç-
23
şekilde tekelci finans-kapitalin çıkarla rına bağlandığı sonucu çıkar. Nerede Vlurat , "ekonomist lg e B farklı kaldı, "politikanın egemenliği"! Eğer kapitalizm, serbest rekabetçi davranmıyor. O nların herşeyi kabaca ekonom iye günlerindeki ve ilk tekelleşme yıllannbağlamaları karşısında z Marks'da ya daki gibi "yeterli çılgınca pervasızlıklara gireüstyapı ve p o litika teorisi" bulunm adığını ile ri süre miyorsa bunun tek nedeni işçi sınıfının ezilen halklann mücadelesidir. Ve rek onları dolaylı olarak onaylıyor. ve ve bunlann sonucu olarak Sosyalist ülke Engels 1in i üretici gü çle r anahtarlarını tari lerin varlığıdır. Onu kör ekonomik çı m n ko e h i süreçlere nasıl uyguladığını açıklama zahm etine karlardan, biraz olsun insanlığı dikkate almaya zorlayan işçi sınıfının zorudur. katlanmıyor. Oysa M. Belge emperyalizmin doğal gelişimiyle bu noktaya geldiğini, artık politikanın kör ekonomik çıkarlann kölesi olmadığını söylüyor. Bu emper yalizme bir övgüdür. Ve bunu "Marklar yaratmak zorundadır. Pek çok bur önemli ama kapitalizmin tekelleştiği, sistler" içinden ilk kez Belge yapmıyor. juva iktisatçısının kutsal özel mülkiyet böylece önemli kararlann merkezile Kautsky, emperyalizmi kimi kapitalist düşüncesine tutkularından dolayı, ilkel şirken politik düzeyde de içice geçtiği, ülkelerin dış politikası olarak görmüş topluluklardan beri özel mülkiyeti de emperyalist sistemin çeşitli çelişkile tü, onun maddi temelini kabule yanaş ğişmez kabul etmeleri böyle bir saç riyle varolduğu, öte yandan bilinçlilimamıştı. Bu nedenle, banşçıl bir süper malığa en tipik örnektir. Ancak bunlağin yaygınlaştığı, kültürün büyük emperyalizm hayal etmişti. nn Marks'm buluş ve yöntemiyle ne il önem kazandığı bir dönemde, politi M. Belge, kararlann merkezileş gisi var? Marks, özellikle kapitalizmi kanın yeniden egemenleşmeye başla mesi, bilinç ve kültürün yaygınlaşma irdelemiştir. Ancak kapitalizm önce dığı inancındayım" (Belge, Birikim, sıyla, politikanın ekonominin yavan siyle ilgilendiğinde kapitalizmin kavs.4). belirleyiciliğinden kurtulmaya başladı ramlannı o toplumlara basitçe aktar Burada, yazann "politika teoriğını iddia ediyor. Oysa politika bugün, mamış, tam tersine gelişme sürecini si"ne önemli bir örnek var. Marks'da her zamankinden çok uluslararası fi kendi orijinal özellikleriyle irdelemiş "politika teorisi" bulunmayan Bel nans-kapitalin soysuz çıkarlarının gütir. Bu çaba sırasında, hareket noktası ge'nin böylece "ekonomi"den özgür dümündedir. üretim ve üretim ilişkilerinin biçimi ve bir politikadan söz çttiği yeterince Netice olarak, Marks'ın toplumlagelişimidir. V e Marks-Engels, el değ açıklığa kavuşuyor. nn gelişimiyle ilgili buluşu, Belgeye direbildikleri ölçüde Kapitalizm öncesi Ekonomide tekelleşme, kararlann kalırsa en iyi serbest rekabetçi kapita toplum biçimleriyle ilgili mükemmel merkezileşmesi, bilinç ve kültürün yay lizm günlerine uygulanabilir, öncesi ve tesbitlere varmışlardır. Yaşadıklan dö gınlaşması açık gerçeklikler. Fakat bü sonrası için yetersizdir. Bütün bunlar nemdeki sınırlı bilgi birikimiyle (arkeo tün bunlar insanlan metalann tahak dan bir tek sonuç çıkar: Belge, Markloji henüz yeni gelişiyordu) dahice se kümünden kurtanyor mu? Tekelci ka sizmin bu en temel bulgusunu farklı bir zişler yapmışlardır. Fakat bütün bun pitalizmin yapısı içinde ve belli bir sü şekilde kavramaktadır. lar üretici güçlerin durum ve seviyesi reçte bu mümkün mü? Kapitalizm te Öyleyse nasıl? "Şu halde, altyapı nin, kapitalizm öncesini açıklamada mel karakterini, kâr güdüsünü yok et belirleyicidir; ama her toplumsal olayı yetersiz kaldığını değil, tek doğru ay medikçe,. son kertede politikayı "eko doğrudan belirleme anlamında değil, dınlatma yöntemi olduğunu ortaya nomi" belirmeye devam edecektir. toplumda neyin belirleyici olduğunu koymuştur. Fakat M. Belge Marks'ınBelge'nin umut bağladığı "bilinç ve kül belirleme anlamında (Belge Birikim, buluşunu ısrarla ve bayağıca ne oldu türe" de kısaca değinmek gerekli. T e s.4). Belge'nin bıktmcı kabalaştırmalağunu açıklamadığı 'ekonomi’ boş çu kelci ekonomi kendi kültürünü yarat nndan birisi daha. Bırakalım Marksvalına indirgemektedir. Üretici güçle mıştır. Avrupa'da yaygın kültür süper Engels'i, Mârksizmi en kaba kavnyan market alıklaşmasından ibarettir. Bel rin seviye ve durumu ilkel toplumİan birisi bile "altyapının her toplumsal da, Yunan sitesini de yeterince aydın ge, çeşitli "alternatif" gruplan, çevre olayı doğrudan" belirlediğini söyleme bilinçlenmesini, banş ve kadın hare yecektir. Belge, bir gerçekliği abartıp, latır. Ancak Belge'nin deforme ettiği ketlerini kastediyorsa, bunlann em "ekonomi" kavramıyla hiçbir şey açık saçmalaştırdıktan sonra bu çarpıklığı lanamaz. peryalist üretim temeline yön vermesi eleştirip düzeltiyor. şöyle dursun, bizzat o üretim temelinin Elbetteki "altyapı", "her toplumsal Belge'nin dediği gibi kapitalizm olayı doğrudan" belirlemiyor. Bu açık. öncesini açıklamada Marks'ın buluşu yarattığı ama o temele yönelmeyen hoşnutsuzluklardır. Yazara göre altyapı ancak "toplumda yetersiz değil, fakat Belge'nin bu yasa neyin belirleyici olduğunu belirlemek "Politikanın yeniden egemen ol yı kavrayışı kesinlikle yetersizdir. tedir." Bu totoloji kokan cümlenin an maya" başlaması ne demektir? Eğer Yazann günümüz toplumundan lamını daha iyi kavrayabilmek için Bel tekelci kapitalizmde kararlann merke verdiği örneğe gelelim. ge'nin verdiği örnekleri aktaralım. zileşmesi ve "politik düzeyde de iç içe "Böyle bir önerme, kapitalizmin "Maddi hayatın üretimi ve yeniden geçmesi ise, buradan hangi sonuç çı erken çağı için gerçekten doğrudur, üretimin genel koşullan olarak kapita kar? Batı'da dev tekellerle o ülke yöne ama bugünün kapitalizmi için eşit de timleri içiçedir doğru. Buradan politi list altyapı, kapitalist üretim tarzında recede geçerli olduğu kanısında deği ekonominin egemen olmasını belirler. kanın daha dakik ve daha doğrudan bir lim. Ekonomi şüphesiz gene çok
/
,
,
24
Aynı şekilde feodal üretim tarzında altyapı, dini ideolojinin egemenliğini, antik toplumda altyapı, siyasetin ege menliğini belirlemiştir" (ay). M.Belge, Marks'ın, maddi hayatın üretiminin üstyapının üzerinde yüksel diği temeli oluşturduğu görüşüyle tu tarlı olmak istiyorsa, feodal altyapı di nin, antik toplumda altyapı siyasetin egemenliğini belirlediyse, kapitalist altyapının da hukukun egemenliğini belirlediğini söylemek durumundaydı, ortaçağ, eşitlik, adalet çığlıklarıyla yı kılmadı mı? Kapitalist üretim tarzı, or taçağın imtiyazlarına karşı "aklı" ve "hukuku" egemen kılmadı mı? Yazarın söyledikleri, kapitalizm için totolojiye dönüşüyor. Kapitalizm de "altyapı" kendi kendini belirleyici kılarken, feodalizmde dini, antik top lumda siyaseti, yani üstyapı unsurlanndan bazılarını "egemen" kılmakta dır. Böylece, Marks'ın "altyapı teori$i"yle ilgisi olmayan bambaşka bir yak laşıma varmış olduk. Yazara göre "alt yapı" "toplumda neyin belirleyici oldu ğunu" belirler, yani kendisi toplum olaylarını belirlemek yerine, belirleyi ciliğini bir türevi ile ortaya koyar, du yurur. Bu türev kapitalizmde "ekonomi"dir (ne demekse), feodalizmde din, antikitede siyaset. Ortaçağdaki olayları, Belge, "top lumda belirleyici" olan dinle, yada an tikitede emperyalizm döneminde "be lirleyici olan politika" ile açıklayabile cektir. Eğer birisi Marks'ın orijinal gö rüşünü Belgeye hatırlatırsa, "zaten di ni yada siyaseti egemen kılan altyapı sıdır" diyerek, işin içinden sıyrılabile cek midir? Netice olarak, M. Belge, ilginç formulasyonuyla Marks'ın üretim temeli ve üstyapının dizilişiyle ilgili görüşleri ni bozmakta, onun insanlık tarihi için ileriye sürdüğü buluşunu daha çok ka pitalizmin ilk dönemiyle sınırlamakta dır. Çünkü M.Belge, altyapı yada eko nomiden bunların kapitalizmdeki ka ba görüntüsünü anlamaktadır. Oysa Marks’ın bizlere verdiği inceleme anahtarı, insanlık tarihi için geçerli üretici güçler teorisidir. İnsanın kollektif aksiyon olarak davranışı ve gücü; insanın kullandığı alet yada daha ge nel anlamıyla teknik; insanı dıştan çevreleyen coğrafya veya yine insanı içten çevreleyen, gelenek, görenek yada tarih, üretici güçlerinin durumu ve seviyesi insanlığın gidişini açıkla mada esas anahtardır.
MARKSİZM VE D İYALEKTİK Belge, altyapı ile ilgili görüşleriyle kendini maddi ortamın sınırlılıkların dan ya da belirleyiciliğinden kurtarma ya çalışır. Diyalektik konusundaki söy ledikleriyle ise, kendini sosyalizmin "zorunluluğundan" kurtarma çabasın dadır. Diyalektiğin bilinen yasalarını, sı ralayan Belge şu soruyu sorar:, "Burada da önemli olan nokta, bu yasaların nerede varolduğu sorusudur. Engels'den bu yana Marksizmde ege men olan gelenek bu konuda son dere ce açıktır: yasalar maddede, yani var lıkta içkindir. Biz bunları saptamakla, zihnimizi de aynı biçimde çalıştırmaya başlıyoruz. Dolayısıyla maddenin ya satan ile zihnin çalışma yasaları arasın da bir özdeş kuruluyor. Düşünce, maddenin yansıması oluyor (Belge, Türkiye Sosyalizm, s. 164). Belge, kendi yaptığı tanımı yine kendisi şöyle yargılar: "Bilgiye ve dü şünceye bu yaklaşım diyalektiğe özgü çelişki vb. kavramlara rağmen, amprist yada idealist epistemolojilerden çok farklı değildir ve bence yanlıştır" (ay). Yazar yanlışlığı açıklamaz, olayın başka bir boyutuyla ilgilenmektedir: "Doğru epistemolojinin ne olması ge rektiğinden çok, bu şekilde formullenmiş bir diyalektik maddecilik anlayışı nın ortalama sosyalist militanı nasıl be lirlediği sorusu beni ilgilendiriyor" (ay). "Ortalama sosyalist militana göre di yalektik, sosyalizmin/komünizmin zo runlu olduğunu bildiren bir düşünce/mantık tarzıdır" (s. 163). Belgenin Marksizmin temel kav ramları üzerindeki eleştiri yöntemi il ginçtir. Kavranılan hedef almak için onların yaygın bayağılaştınlmasını ge rekçe gösteriyor. Böyle bir "diyalekti ğin psikolojik işlevi bir 'amentü' ile eş değerdir" (ay. s. 165) diyerek, diyalek tiği "ortalama sosyalist militanın" şah sında bir dini inanca dönüştürüveriyor. Bu yaptığını, tıpkı bilimsel sosya lizmin ekonomi ile ilişkisinin bir "raslantı" olduğunu kanıtladığı gibi, aynı rahatlıkla kanıtlıyor. Bu "ondokuzuncu yüzyıl sonunun düşünsel atmosferi nin bir mirasıdır... Daha önceleri, bir şeyin doğru olduğunu kanıtlamak için tanrısal edimin veya tanrısal iradenin onu böyle kıldığını kanıtlamak yetiyor du. Bilim ve teknolojinin gitgide tartı şılmaz bir pratik güç haline geldiği dö nemden sonra ise 'bilim böyle söylü yor' demek, bir şeyin doğruluğunun en inandırıcı kanıtı oldu" (ay.s. 165).
19. yy. sonunun atmosferi, tannnın yerine bilimin geçmesi, böyle ka dere inanan insanların bir kısmının, bi limin gücüyle bu sefer sosyalizmin ka der olduğuna inanmaları... Bütün bun lar hoş anlatım. Ancak neye hizmet ediyor? M. Belge, ilgilendiğini söylediği "ortalama sosyalist militanı" bahane ederek diyalektik materyalizmi" yan lış" itan etmektedir. Bu konuda söyle dikleri çok sınırlı olmasına rağmen, yi nede önümüzde sonuç çıkartmak için biraz malzeme var. "Marksist diyalektiğin kendi içinde bir çelişiri taşıdığı en önemli özellikle rinden biri de, 'açıklama ilkesi yada tar zı' konusundaki bulanıklıktır. Diyalek tiğin temeli, bilindiği gibi Hegel'dedir. Hegel bütün felsefesinde nedensellik ilkesini ikinci plana iten bir mantık kul lanmış, 'neden etki’ yerine 'sebep eser' (cause-effecf yerine reason-end) ilişki sini kurmuştur. Onun idealist felsefesi ne göre hayat amaçlıdır... "Hegel'den alınmış (ve alınırken yeterince değiştirilmemiş) özünde teo lojik, diyalektik ve pozitivizmden etki lenmiş bilimsellik böylece Marksist sosyalizmde tuhaf bir evlilik yapmış ol dular. Bu kanşım düşünce yöntemi ve mantığı bakımından uyumsuzdu ve or taya eklektik bir bileşim çıkıyordu. Ama sık sık değindiğim konu, yani or talama militanın psikolojisi çerçeve sinde bu bir uyumsuzluk olarak görül memiş tersine gerçek bir psikolojik ih tiyaca cevap vermiştir. Bu, nesnel bir kesinliğe duyulan ihtiyaçtır" (Belge s. 166). Yine M. Belge'nin ilginç yöntemiy le karşı karşıyayız. Marksist diyalekti ğin "eklektik" hatta "ortalama militan açısından bakarsak "teolojik" (amaçlı) olduğunu iddia eden yazar, bunu is patlama gereğini duymaz. Sanki bu herkesçe kabul edilen ve ispatlama ge rektirmeyecek ölçüde açık bir aksiyon dur. Yada yazar, tıpkı "altyapı teorisi"nde olduğu gibi bu teorinin geniş öl çüde kabalaştırılmasından hareketle nasıl onun özünü eleştirdiyse, şimdi de "ortalama sosyalist militanın" kavrayı şını gerekçe ederek Marksist diyalekti ği "eklektik" itan etmektedir. Gerçek ten Belge, bize bu konuda başka kanıt sunmaz. Marks, Hegel’in diyalektiğini alırken, onun "teolojik" yanını da ko rumuş mudur? Belge, "alınırken yete rince değiştirilmemiş" olduğunu iddia ediyor, ancak bunu söylerken neye dayanıyor, açık değil. Marksizmi, onun karikatürleri üze-
25
yüzünü kavramakta tam bir eksikliktir" (Engels, anti-Dühring). Diyalektik azar, sık sık sosyalizmin "eşitlik ve özgürlük" o l materyalizm, Belgenin iddia ettiği gibi teleojik bir yaklaşımla duğunu söyleyerekbun ite likle ri taşımasından do olaylan açıklamaz, hele diyalektik yalayı kendiliğinden "iyi" olabileceğini düşünebilir. salannı süreçleri "tanıtlama aleti ola A ncak insanlık tarihinde "eşitlik ve özgürlük" uğru rak" hiç kullanmaz. Marks, tarihsel sü reçlerin yetkin bir incelemesinden kal na çok kelleler uçtu, ancak hâlâ elde edilm em iş gö karak, "tarihsel zorunlulukları" açıkla rünüyor. mıştır, yoksa diyalektik yasalannın ba sit sonuçlan olarak değil. Bu noktada Belge Marksist diya lektikte bir "bulanıklık" "uyumsuzluk" görür. "Yeterince değiştirilmemiş" di rinden eleştirmek, Belgenin düşünce lanılması zorunluluğuna kandmîmak yalektikle, "pozivitizm'den etkilenmiş lerine bir değer kazandırmaz, tersine güç olacaktır" (Engels, Anti-Dühring). bilimsellik" uyuşmamaktadır. Bu ne onun iddialannı da karikatürleştirir. Dühring Marks'ın bu sonuca tarihsel demektir? Belgeye göre bir tarafta Marksın, başının üzerinde duran sürecin derin bir incelenmesinden ha olaylara yön veren buyuran da diyebi Hegel'ci diyalektiği ayaklarının üzeri reketle değil, Hegelci üçlemenin (tez, liriz diyalektik yasalan vardır, diğer ta ne çevirdiğini söylemesi ne anlama yadsıma, yadsımanın yadsınması) so rafta herşeyden şüphe eden pozitivist gelmektedir? Begelci diyalektik "Mut nucu olarak varlığını iddia etmektedir. bilim... Biri diğerini dışlamaktadır. Bu lak Düşünce'nin hareketini açıklar ve Yani Marks diyalektiğin hegelvari uy "uyumsuzluğun" pratikte nasıl çözüm amaççıldır (teleolojiktir). Marks, Hegulanışından başka bir şey yapmamış lendiğini yine Belge'den dinleyelim: gelci diyalektiği ayakları üzerine çevi tır. "Bu anlamda diyalektik maddecilik pe rirken ondan bu amaçcılığı çıkartmış, Belgenin mantığı farklı değildir. dagojik ve didaktik bir düşünce tarzı onun bütün özünü değiştirmiştir. Diyalektiğin "teolojik" olduğunu iddia dır. Bu düşünce tarzını benimsemekle "Benim diyalektik yöntemim, Heeden yazar, diyalektiğin yasalannın bir dünyanın gidişi doğrultusunda bir ro gelci yöntemden yalnızca farklı değil, sonucu olarak olayların açıklandığını taya yerleşmiş oluruz ve 'tarihin akışıy onun tam karşıtıdır da. Hegel için in iddia eder. Başka şekilde söylersek, la' birlikte ilerleriz". (Belge, s. 166) san beyninin yaşam süreci, ani düşün olaylar diyalektik yasalanna uydurulur Böylece diyalektik maddecilik çelik me süreci-Hegel bunu "fikir" (İdea) adı ve sonunda böyle bir yöntem "amenraylarda insanlığı sürükleyen bir loko tu'ye varır. altında bağımsız bir özneye dönüştü motif olur. Tarihin akışı önceden çelik rür gerçek dünyanın yaratıcısı ve mi Engelsin Dühringe verdiği cevabı raylar gibi döşenmiştir. "Yasalar", ge marı olup, gerçek dünya, yalnızca "Fi tekrarlamak zorundayız. Belgenin, lecek duraklan tarifler. "Hepsi bu" "eklektik" dediği diyalektik yöntemin kirdin dışsal ve görüngüse! (phenomeOysa diyalektik materyalizmde bir nal) biçimidir. Benim için ise tersine, nasıl kavrandığına güzel bir örnek ola çelişki vardır, fakat bu Belgenin iddia fikir, maddi dünyanın insan aklında caktır. ettiği gibi kaba bir uyumsuzluk değildir yansımasından ve düşünce biçimleri ve çözümü mutlak hakikate vanlarak "Marks yalnızca tarih aracıyla ta ne dönüşmesinden başka bir şey de nıtlar ve burada kısaca şu olguları özet son bulmaz. Hegel süreçleri inceler ğildir (K. Marks;< Kapital, İkinci Al ler: vaktiyle küçük işletme kendi evri ken, değişimi görürken ve diyalektik manca Baskıya Önsöz). yasalarını bu süreçlerden çıkartırken mi ile kendi yok oluşunun, yani küçük mülk sahiplerinin mülksüzleştirilmesi Marksın bizzat kendisi, Hegel'in "devrimcidir". Ancak Hegel sistemin diyalektiğini alırken yeterince değiştir de devinen "Mutlak İdea"dır, herşey koşullannı nasıl zorunlu olarak yarattıysa, bugünde kapitalist üretim biçi memek bir kenara, "tam karşıtı" bir di onun bir yansımadır. Böylece Hegel yalektik yöntem benimsediğini açıkça diyalektiği "mistikleşir". Sistemdeki bu mi, kendisini yıkıma uğratacak mad belirtmektedir. Fakat, Belge ısrarla, çelişki, "Mutlak Fikir" yerine, doğa ve desel koşulları tıpkı öyle yaratmıştır. "ortalama sosyalist militan'dan hare tarihin gerçek, bizden bağımsız süreç Süreç, tarihsel bir süreçtir, ve eğer ay ketle, Marksit diyalektiğin teolojik ol nı zamanda diyalektik ise, bu, Bay leri geçirilerek en yetkin biçimde maktan kurtulamadığını söyler. Marks tarafından çözümlendi. O za Dühring için ne denli can sıkıcı olursa Diyalektik Materyalizme bu tarz, olsun, Marks'ın suçu değildir... man diyalektik: "doğanın, insan toplueleştiri yeni değildir. Batı'da günümüz munun ve düşüncenin genel hareket "Demek ki, süreci yadsımanın yad deki çeşitli biçimlerini bir kenara bıra ve gelişme yasaları bilimi" oldu (En sıması biçiminde nitelendirirken, kıp, eskilere dönmek daha aydınlatıcı gels, Anti-Dühring). Marks sürecin tarihsel zorunluluğunu olacaktır. Diyalektik materyalizm, gelişimin bu niteleme ile tanıtlamayı düşünmez. Tersine: gerçekte, sürecin kısmen na Tarihsel süreç içinde mülkiyet bi (doğada, toplumda, düşüncede) yasasıl gerçekleştiğini, kısmen de mutlak çimlerinin geçirdiği değişiklikleri ince lannı bulup çıkartırken, aynı zamanda olarak nasıl gerçekleşeceğini tarih ara leyen Marks, bunlardan hareketle Kakendi temel mantığı gereği "kesin çö pital'de mülksüzleştirenlerin mülksüzcıyla tanıtladıktan sonradır ki, Marks, zümlerden ve "sonsuz gerçeklerden leştirileceği sonucuna varır. Dühring bu süreci, ayrıca, belirli bir diyalektik kesin olarak kaçınır (Engels, Feuerbu sonucu şöyle eleştirir: "yadsımanın bach). Oysa M. Belge, "nesnel bir ke yasaya göre gerçekleşen bir süreç olasinliğe duyulan ihtiyaç'ın diyalektik yadsınması gibi Hegelci martavallara . rak nitelendirir. Hepsi bu". inanarak, aklıbaşmda bir adam için maddeciliği bir "amentü" ye dönüştür "Diyalektiği,... katıksız bir tanıtla toprağın ve sermayenin ortaklaşa kul düğünü vurguluyor. Eğer, aynı diya ma aleti olarak almak, diyalektiğin iç
#
26
lektik maddecilikten söz ediyorsak, o "Nesnel bir kesinliğin" her zaman bir sınırı olduğunu söyler, mutlak kesinliği dışlar, ancak belirli koşullarda, bir sınır içinde mutlak kesinliği tanır. M. Belgenin diyalektik materya lizmde "eklektik" bulduğu şey onun "açıklama ilkesi"dir. Yada daha açık söylersek diyalektik yasalarının olay lar karşısındaki konumudur. Bu yasa larla "geleceğe" ipotek koymak, "zo runluluklar" buyurmak, ne derece doğrudur? Böylece, Belgenin diyalek tik maddeciliği kavrayışındaki esas yanlışlığa geldikl. Bu bölümün başında yaptığımız alıntıyı tekrarlayalım. Yazar Engelse, Stalin'e, Lenin'e, hatta Mao'ya göre diyalektik yasalarını özetledikten son ra soruyor: "Burada da önemli olan nokta, bu yasaların nerede varolduğu sorusu dur. Engels'den bu yana Marksizmde egemen olan gelenek bu konuda son derece açıktır: yasalar maddede, yani varlıkta içkindiı ". Önce yasa nedir? Duyu organları mızla maddi ortamdan (doğa yada toplum) elde ettiğimiz bir bilgi türüdür. Defalarca tekrar edilen pratikten elde edilmiş, olaylarca doğrulanan, mad deyi ve onun hareket biçimlerini açık layan bilgidir. Ancak hör bilgi gibi sı nırlıdır. Mutlak değil görelidir, koşulla ra bağlıdır. O zaman Belgenin sorusu nu genelleştirip, "bilgi nerededir?" di ye sorsak ve buna "varlıkta içkindir" cevabını versek karşımıza bir sorun çı kar. Aynı varlıkla ilgili birbirine zıt, ya da birbirini inkar eden bilgi edinilmesi ni nasıl açıklayacağız? Eğer bilgi yada yasa Varlıkta içkinse, varlık aynı kal mak koşuluyla bilginin çelişmesi yada değişmesi nasıl mümkün olur? Newton fiziği zamanı mutlak kabul etmişti, Einstein, zamanın sistemin hızına bağlı olduğunu gösterdi. Zamanla ilgili yasalar değişmekle zamanın kendisi değişmiş olamaz. Çok açık ki, bilgi gibi yasalan da dı şımızdaki maddi ortamdan ediniriz. Bilgi yada yasa "nerededir" sorusu madde ile düşüncenin ilişkisini kaba laştırır. Çünkü maddeyi bilmek, ken dinde şeyi kavramak devamlı akan bir süreçtir ve düz bir çizgi gibi ilerlemez. O güne kadar ki pratikten elde edilmiş olan bir bilgi yada yasa bilincimizde bir genellemeye kavuştuktan sonra, ken dini ortaya koyduğu koşullar çerçeve sinde bizimle varlık arasında doğru bir ilişki kurulmasını sağlar. Böylece varlı ğın bir yönünü daha tanımış oluruz.
Ancak bu tanıyış görelidir. Önceki pratikten çıkmış olması, sonraki akışta sürekli doğrulanacağının teminatı de ğildir. "Her alanda, artık, kafasında bir takım zincirlenişler kurup tasarlamak değil, ama onlan olayların içinde bu lup çıkarmak söz konusudur" (Engels, Feuerbach). Yasalar, aklımızın uydurması de ğildir hiç şüphesiz, onları bilimin imkâ nları ölçüsünde, varlıktan elde ederiz. Bu anlamda, yalnızca onlan varlıktan edinme anlamında, yasalar varlıkta iç kindir. Ancak edindiğimiz yasa yada bilgi ile yeniden varlığa döndüğümüz de, onlan "olayların içinden bulup çı karmak" zorundayız. Diyalektik yasaları da, insanın do ğa ve toplumu kavrayışının uzun süre cinde pratikten edinilmiştir. Diyalekti ğe ilk varışın, üretim ve tekniğin ilk önemli gelişim çağında, antik çağda olması, diyalektiğin çok daha yetkin leşmesine ise, üretim ve tekniğin fırtı na hızıyla geliştiği kapitalizm yıllarında ulaşılması tesadüf değildir. Bu yasalar belirli bir bilgi birikimini gerektirmiştir. Bu anlamda onlar sırf ve yalnız Hegel'in düşünce sisteminin ürünü değil dir. Hegel'in muazzam ansiklopedik bilgisi onu diyalektiğe vardırmıştır. M. Belge, bu yasalann "maddede içkin" olduğunu Engelse söyleterek, aynı zamanda Engels e maddenin ve süreçlerin bu yasalara göre devindiğini söyletmiş oluyor. Yasalar maddeye iç kin olduğuna göre, süreçler bu yasala ra göre akacak, dolayısıyla yasalar olayların kaderini çizecektir. Bu mad deci diyalektiği yeniden idealist kalıp lara dökmekle eş anlamlıdır. Madde den edindiğimiz bilgi, süreçlerin baş aktörü belirleyicisi haline getirilir. Oy sa, Hegelci sistemle, Marksın siste mindeki zıtlık tam da buradadır. Diya lektik Materyalizm'de elimizdeki en sı nanmış bilgi bile, maddecil sürecin önünde olamaz, ö yeniden olayların içinde bulunmalıdır. Nicelikten niteli ğe sıçrama yasası var diye, buğday yı ğınına katılan her yeni teneke buğday la bu yığın nitelik değiştirmeyecektir. Gelişim, değişim başka zıtlann birliğini gerektirir. Ancak bütün bunlan incele diğimiz süreçte yeniden bulduğumuz da, diyalektik yasaları gidişi aydınlat mada kılavuz olabilecektir. "Araştırma yöntemi, işlenecek malzemeyi aynntıianyla ele almalı, onun gelişmesinin farklı biçimlerini tahlil etmeli, iç bağlantılann esasını bulmalıdır. Ancak bu yapıldıktan son
ra, gerçek hareket yeterince anlatılabilir" (Marks, Kapital, Almanca 2. Bas kıya önsöz). Eğer böyle bir tahlil yaparken içbağlantıların incelenmesi sırasında di yalektik yasalan olgularca doğrulanı yorsa mesele yoktur, yoksa en küçük bir sapmanın nedeni bulunmalıdır. Sapmanın nedeni bulunduğunda yasa bir üst seviyede yeniden daha zengin leşmiş olarak doğrulanabilir veya bu sapma yasanın eksik yada yanlış bir yönü ile ilgili yeni bir olguyu önümüze getirebilir. Ve zaten bu süreçledir ki, maddeye ilişkin bilgimiz derinleşir, zenginleşir. Ancak M. Belge, yasaları maddeye içkinleştirerek, Marksizmde olmayan bir şeyi ona yaptırarak, olgu ları yasalara boyun eğdirterek, sonuç ta diyalektiği "amentu'ye indirgiyor. "Diyalektik" maddecilikle ’tarih'i mad decilik arasında kurulan ilişki gereği, maddenin özünde saptanan çelişkiler toplum biçimlerinde de kendini göste rir ve böylece toplumlar bütün evrim ve devrimler, niceliğin niteliği dönüş meleri, tez ve antitez çatışmalarından sonra, hep bir daha üst düzeyde sen tezler oluşturarak son aşamada Ko münizmde karar kılarlar' (Belge, s. 164). (diyalektik ve tarihi kelimeleri üzerindeki tırnaklar Belgeye ait) İşte, Marks'm tam Dühringvari bir eleştirisi. Maddenin içindeki çelişkiler, niceliğin niteliğe sıçraması ve tez-antİ tez-sentezin işlemesi sonucunda top lum biçimleri komünizmde karar kılar lar. İşte maddeye içkinleştirilmiş yasa ların mucizevi becerisi. İnsan aklının maddeden edindiği, ama sonunda in-sanı boyunduruklayıp peşinden sürük leyen yasalar ve "amentu'ye dönüşen diyalektik materyalizm... Engels, Dühringe verdiği cevapta açıkça belirtmiştir: Marks, toplumların gelişimini, diyalektik yasalarının kur gusundan hareketle değil, tarihi olgu lara dayanarak açıklamıştır. Ancak ay nı zamanda, olguların akışının diyalek tik yasalarına uyduğunu belirtmiştir. Yazar, Marks ve Engels'den bunun tersini ispatlayacak bir tek örnek gös tersin. Ancak Belgenin böyle ciddi bir girişimi yoktur* onun için "ortalama sosyalist militan'ın diyalektiğe karşı tavn en büyük kanıttır. Belge, Marks'ın, diyalektik yönte mini görmezlikten geliyor. Marks top lum biçimlerinin gelişimini somut ol gularla çözümlemiştir. Belge, eğer be cerebilirse, tarihsel gelişimin böyle yü rümediğini tarihi olaylara dayanarak önce belgelesin, sonra da böyle bir ge-
27
lişimin diyalektik yasalarını yalanladı ğını kanıtlasın. Özetle, bize kendi "doğru" bilgi teorisini (epistemoloji) açıklasın. "Sosyalist militan"ın kavra yışının ardına gizlenmeye gerek yok. Marksizmin dev buluşlarını kendi ori jinalliği içinde eleştirmek yerine, marksologların yada ortalama sosya list militanın yada Marksizmin kaçınıl maz gölgelerinin üzerinden onu eleş tirmek, bir tek şeyi, düşünce yoksunlu ğunu ispatlar. Diyalektiği "amentu'ye indirge yen Belge, Sosyalist ülkelerdeki sancı lardan da cesaret alarak şu soruyu "or talama sosyalist militanın" yüzüne haykırır: "Sosyalizm zorunlu olduğu için mi sosyalist olmayı seçeriz, yoksa iyi olduğu için mi" (Belge, Birikim, s. 4). Bu soru da nereden çıktı diyebili riz. Şöyle yada böyle devrimci ortam daki herkes "sosyalizm için" mücadele ediyor, böyle bir sorunun ne anlamı var denebilir? Ancak bu soru, 12 Eylül pratiğinin genel olarak sol hareket içinde çizdiği kalın ayınm çizgisinin iki safında kalanların birbirine karşı ko numlarını dile getiriyor. O nedenle an lamlıdır, ve ortaya atılması rastlantı sa yılamaz. Ancak biz önce sorunun ken disini ele alalım. Belge sorusuyla belki farkında ol madan, çok farklı iki düzeyi birbirinin içine sokuyor. Bireyler olarak sosya list olmakla, insanlık tarihinin gelişi minde bir basamak olarak sosyalizm farklı şeylerdir. Kişiler olarak sosyalist olup olmamakta özgürmüş gkibi görü nebiliriz, ancak tarih, insanlığın akışı aynı derecede özgür değildir. Aynca "iyi"lik kavramı son derece görelidir, birine iyi görünen bir şey diğerine kor kunç bir cinayet gibi görünebilir. O za man soru karmaşıklaşır, sosyalizmin neden bazı insanlara iyi göründüğü açıklanmalıdır. Yazar, sık sık sosyalizmin "eşitlik ve özgürlük" olduğunu söyleyerek, bu nitelikleri taşımasından dolayı kendili ğinden "iyi" olabileceğini düşünebilir. Ancak insanlık tarihinde "eşitlik ve öz gürlük" uğruna çok kelleler uçtu, an cak hâlâ elde edilmemiş görünüyor. Dolayısıyla sorunu çözümlemeye girişirken iki şeyi birbirinden ayırmalı yız. Kişiler olarak sosyalizmi seçmek le, insanlığın akış yönü bakımından sosyalizm farklı düzeylerdir. Hiç şüp hesiz kişileri en sonunda içinde bulun dukları ortam belirler. Ama bu bir ka lıptan çıkmışçasına aynı olmayıp, bir yöne akan, ancak birde delice akan bir
28
nehir yatağındaki taşlann benzerliği kadardır. Son tahlilde hepsi bir yöneti lirler, şekilce daha çok yuvarlak bir for ma sokulurlar, ancak aynı kalıptan çık mışçasına aynı olamazlar. Dolayısıyla tek tek kişilerin sosyalizme varmalan bin bir çeşit farklı yol izlemiş olabilir. Fakat burada bile, kapitalizm ortamın daki insanlann yaptıklan kendi "öz gür" seçimlerinin son derece sınırlı ol duğu gözden kaçamaz. Onlann, farklı yorumlarla çeşitlense de, daha çok sosyalizmi seçmiş olmalannda bile, Belge pek hoşlanmasada, bir zorunlu luk olasılığı sezilmiyor mu? İnsanlığın gelişim sürecinde bir ba samak olarak Sosyalizm sorununa gel diğimizde, ister istemez kişilerin iste melerinin ötesinde nesnel bir sorunla yüzyüze geliriz. "Bence nesneler dünyasında amaçlılık olmaz. Zorunluluk, koşullar içindedir. Bu alemde ancak nedensel lik vardır. Bir olay bir başka olaya yol açar vb. Ama bütün bu nedensellik zin cirlemeleri bize olabilirlikleri gösterir; olması zorunlu olanı göstermez" (Bel ge, s. 167). "Sosyalizmin kullanılmasını iste mek, kurulacağına inanmak bir şey (bunu elbette ben de istiyorum) bir top lumsal kanuniyet olarak bunun mutla ka olacağını söylemek başka bir şey. Bilim, teoloji kaldırmadığı ölçüde, bu nu iddia etmek benim anladığım bilim sellikle de bağdaşmıyor" (Belge, Biri kim. S. 4). Belge, nesneler dünyasında ne densellik olduğunu söylerken haklıdır. Bir olay bir başka olayın nedeni olur. Yağmur, tarlalanmızı sulamak için yağmaz. Hava tabakalannın soğuma sıyla ilgilidir. Kapitalizmde, Sosyalizm kurulsun diye yıkılmaz, kendi iç çelişki lerinden dolayı yıkıma gider. Ancak bugün bilim yağmurun ne zaman ya ğacağını büyük bir kesinlikle tesbit edebiliyor. Hatta yağmurun şiddetini bile kestirebiliyor. Bu bilimsel öngö rüyle teolojinin bir ilgisi yoktur. Ancak birisi çıkıp, bilim adına, "yağmur yağa cak çünkü tarlalanmızm suya ihtiyacı var" derse, bu idealist, amaçcı bir yak laşım olur. Bugün dünyada son derece modern meteoroloji istasyonlannın yanında hala yağmur duasına çıkanlar vardır. Bu ikisini aynılaştırmak ne öl çüde saçmalıksa, bilimsel öngörü ile teolojiyi aynılaştırmak en az o kadar saçmalıktır. Belge, bilimsel öngörü ile amaçcılığı birbirine karıştmyor. Eğer bilim ge leceğe yönelik, belirli koşullar veri alı
narak, az çok kesin öngörülerde bulu namayacaksa, yalnızca durumu tasvir edip, "iyi" dileklerini belirtip kenara çekilecekse, bilime ne ihtiyaç var? Marksizm, Sosyalizme insanlık için "iyi" olması nedeniyle mi varmış tır? "Yeni olgular, bütün geçmiş tarihi yeni bir incelemeden geçmeye zorladı lar ve bütün geçmiş tarihin bir sınıflar savaşının tarihi olduğu, birbirine karşı savaşım durumundaki bu toplumsal sınıflann her zaman üretim ve değişim ilişkilerini, kısaca çağlanndaki ekono mik ilişkilerin ürünleri olduklan; ek o nomik ilişkilerin ürünleri oldukları ; buna göre, toplumun ekonomik yapı sının her kez, son çözümlemede, hu kuksal ve siyasal kurumlann tüm üst yapısını olduğu gibi, her tarihsel döne min dinsel, felsefi ve öbür fikirlerini de açıklamayı sağlayan gerçek temeli oluşturduğu görüldü. Böylece idealizm son sığmağından, tarih anlayışından kovulmuş; tarihin materyalist bir anla yışı ortaya çıkmış ve şimdiye değin ya pıldığı gibi, insanlann varlığını bilinçle ri aracıyla açıklama yerine, insanlann bilincini varlıktan aracıyla açıklamak için yol bulmuş oluyordu. "Bunun sonucu, sosyalizm, artık şu yada bu dahinin rastgele bir buluşu olarak değil, ama tarih tarafından oluşturulmuş iki sınıfın proletarya ile burjuvazinin savaşımlarının zorunlu ürünü olarak görünüyordu. Artık sos yalizmin görevi, elden geldiğince ek siksiz bir toplumsal sistem imal etmek değil, ama iktisadın, bu sınıflan ve on ların karşıtlıklannı zorunlu bir biçimde ortaya çıkaran tarihsel gelişmesini in celemek ve bu biçimde türetilen eko nomik durum içinde çatışmayı çözme araçlarını bulmaktı." (Engels, ArntiDühring) Marks ve Engels'in sorunu koyuşu son derece açıktır. İnsanlık tarihinin sı nıflar savaşı tarihi olduğu gerçekliğinin kavranması, ve "tarih tarafından oluş turulmuş iki sınıf" proletarya ile burju vazinin savaşımı nedeniyle sosyaliz me vanlacaktır. Bu tesbitte Hegelvari bir amaçcılığın izi bile yoktur. İnsanlık tarihinin bütün bir incelemesinden ve kapitalizmin kendi iç yapısının detaylı bir çözümlemesinden çıkan kaçınıl maz bir sonuçtur. Bu anlamda insanlı ğın sosyalizme gelişmesi bir zorunlu luktur. Ve eğer proletarya ve burjuvazi arasındaki sınıf savaşını, her ikisini de ortadan kaldırmaksızm çözüme bağla yabilecek bir tarihi ve sosyal gelişim ol madıkça, basitçe söylersek, bu veriler
le eldeki denklemin bir tek çözümü vardır, sosyalizm. Marksın, insanlığın gelişiminin önüne sosyalizm basamağını koyması tamamen nedensel bir çözümlemeyle elde edilmiştir, teoloji değildir, belki sosyalizm duası edenler çoktur. An cak Marks'm yaklaşımı insanlık tarihi ne ve gelişimine keskin gözlerle bakan meteoroloji kulesi gibidir. Belge, bize yine de sosyalizm bir "zorunluluk" de ğil ancak bir "olabilirliktir" diye itiraz edebilir. Tam bu noktada, sosyalizm bir zo runluluk mudur, sorusunu iki yönden ele almak gerekliliği ortaya çıkar: Marksizm sorunu nasıl ortaya koy muştur; İkincisi, pratik neyi kanıtla mıştır? Marksizmde, insanlık tarihinin'ge nel gelişiminin ve kapitalizmin kendi iç çelişkilerinin ortaya koyduğu veriler ışığında, sosyalizme vanşm kaçınıl maz ve zorunlu olduğu söylenir. Yok sa, insanlığın gelişiminin yollarından birisi de sosyalizm olabilir, biçiminde bir teorik tesbite vanlmamıştır. Belge, sorunu farklı koyuyor, sosyalizmi in sanlığın geleceğinde, olabilir - tabi ay nı zamanda olmayabilir- bir gelişim olarak koyuyor. Fakat diğer ihtimal lerden söz etmiyor. Eğer, sorun gelip kapitalizmin herşeye rağmen tutunma uğraşı ve ona karşılık sosyalizmin do ğup gelişmesi ihtimalleriyle sınırlıysa , Belge kapitalizmi mutlaklaştırmadan sosyalizmin kaçınılmazlığını inkar edemez. Şu yada bu yoldan, er yada geç, düşe kalka da olsa, insanlık sosya lizme varacaktır. Hiçbir zaman ve hiç bir yerde, otomatikçe ayarlanmışcasına sosyalizme geçivermiyecektir. Marksizm sorunu teorik planda böyle koymuştur. Eğer Belge sosyalizmi ih timal hesabına indirgemek istiyorsa, Marksizm’den kopuşmak zorundadır. Fakat Marks'ın bulgulan, tarihi kanıt ları ve bilimsel çözümlemesi istendiğince mükemmel olsun onun yaşadığı yıllarda bu çözümleme en sonunda in sanlığın önünde bir tez, olarak duru yordu. Ve yine Marks'm dediği gibi in san düşüncesinin nesnelliği ancak pratikte kanıtlanabilirdi. Bu anlamda, yalnızca bu anlamda, teorik bir belir sizlik ve ihtimal hesabı anlamında de ğil, Marks'ın teorisi pratikte kanıtlan madan önce, elbette "olabilirlik" sınırlannı geçemezdi. Ama bu apaçık ger çekliğin, Belge'nin yaklaşımıyla bir il gisi yoktur. "Kapitalizm ve kapitalizm ege menliğinde dünya gelişmesi, sosyaliz
min olabilirliğinin koşullarını ortaya çıkarmıştır, ama bu bir zorunluluk de ğildir. Olabilirlikten gerçekleşmeye geçişte, iradi etmen belirleyici derece de önemlidir. Dolayısıyla burada nes nel, bizim dışımızda bir determinizm den söz edemeyiz" (Belge, Birikim s.4) Burada Marks'ın deyimiyle, yığın lar içinde "teorinin maddi güç" olması sorununa geliriz. Belge, bu noktada "iradi etmenin belirleyici" rolünü vur gular, hatta "bizim dışımızda bir deter minizmden söz edemeyeceğimizi ileri sürer. "Bizler" istersek sosyalizmi ger çekleştirebileceğiz, istemezsek kapita lizm sonsuza dek "payidar kalacak tır". Eğer insanlann önüne kapitalizm İçinden bir başkası değilde sosyalizm alternatif olarak çıkıyorsa, bizzat bu gerçeklik bile bizlerin "iradesine bir sı nırlama, özgür seçimimize bir deter minizm kazandmr. Sosyalizm "iyi" ise ve seçmede özgür isek, neden Paris Komün'ünden beri insanlar sosyaliz me akmadılar, "kötü" oldukları için mi? Yakın tarihe baksak, feodalizm İçinden kapitalizm’gelişirken, insanlar kapitalizme yönelişi seçmeyebilirler miydi? Sorunu kişilere indirgersek bu pek ala mümkün ve bu nedenle insan lar binlerce trajedi yaşadılar. Ancak sonunda kapitalizmi seçmemezlik edemediler. Fransız aydınlanmacılannın eşitlik, özgürlük, adalet üzerine dü şünce üretmeleri sırf ve yalnız kendi is tedikleri için miydi? Onların dışında bir determinizm yok muydu? Sosyalizm içinde, kişilerin seçimi iradi görünür, ancak sorun sınıfın, ya ni proletaryanın ve diğer halk kesimle rinin sosyalizme yönelmesi, sosyaliz mi "istemesi" seviyesinde ele alındığın da konu iradi olmaktan çok koşulların determinizmine yükselir. Dünyada hiçbir devrim sırf ve yalnız komünist ler, devrimciler istediği için olmadı. Yoksa iş bu anlamda isteğe kalsa, dev rimler neden yıllarca gecikip, binbir İşkenceli yol izlesin. Devrimcilerin propagandalannı yığmlann daha hızlı kavrandığı ve daha cesaretle eylemlili ğe çekildiği momentler vardır, böyle momentler sırf ve yalnızca sosyalistle rin isteği ile gelmezler. Ancak Sosya listler böyle momentlerin geliş sürecini etkileyebilir, hızlandırabilirler. Fakat böyle olunca "bizim dışımızda bir de terminizmden söz" etmek zorunda kalmz. Netice olarak, Belge'nin Mark
sizm'de sosyalizmin teorik konuluşuna itarazı vardır. Yazar, bilimsel bir çö zümleme olarak sosyalizmin tarihsel zorunluluğuna inanmaz. Bilinemezci liğe eğilim duyar. Teorik çözümleme yerine olayı "iyi" dileklere indirger. İkinci soruna gelelim, Marksizm'in mükemmel çözümlemeleri, istediği denli yetkin olsun, 19. yy.'m ikinci ya nsında henüz insanlığın önünde bir tez idiler. Fakat bu tez 1 9 1 7 Ekim devrimiyle pratikte kanıtlandı. Tez olmak tan çıktı, pratik olgu, gerçeklik oldu. Böylece insanlığın sosyalizme kaçınıl maz gidişi teorik bir öngörü olmaktan çıkıp, pratik bir süreç haline geldi. Ancak Belge, böyle düşünmüyor, ve soruyor: "zorunlu idiyse niye ha la...?" (Belge, s. 167) ortalarda yok! Bu noktaya gelmeden yine yazann ko nuyla ilgili diğer sorusuna değinelim: "Sosyalizm mücadelesinin ne kadar zorlu olduğu, ne kadar fazla fedakarlık gerektirdiği hep söylenmiştir. Zorunlu bir sonuç için bu militan ahlaka ne ge rek olduğu, mantık düzeyinde beliren bir soru" (Belge, s. 167) Yazar, top lumsal olaylann hatta doğa olaylannm akış biçimini ya kavramıyor, yada bi linçli olarak sorunu çarpıtıyor. Doğa da hiçbirşey boşlukta akmaz. Uzay dediğimiz ortam bile madde parçacık ları içerir, dolayısıyla hareket bir karşı direnç yaratır, o direnci yendiği ölçü de akar. Toplum olay lan da bir ortam da akar, yeni eskinin içinde, filizlenip ilerlerken kaçınılmaz bir dirençle karşı laşır. Bu süreçte eski yenilmeye mah kumdur. Ama bu yılbaşlarında televiz yonda olduğu gibi sembolik olarak "es ki yılın" tıpış tıpış çekip gitmesine ben zemez. İnsanlığın çağrılı olduğu yola, onu akıtacak öncüler gereklidir. Ve bu ön cüler, korkunç dirençleri göğüslemek zorundadır. Bunlar apaçık gerçekler. Belge, sosyal olaylan yorumlarken ba yağı demogojilere sapıyor. Maddenin hareketini, her hareketin dirençle bir likte varolduğu gerçekliğini unutuyor. Sosyalizmin kaçınılmazlığı çözümle mesini, bayağı bir ataletle eş tutmak is tiyor. Gelelim "hala" ortada olmayan Sosyalizme... Eğer durum böyle ise, üstelik proletaryanın bazı ülkelerde ik tidar olmasına rağmen, sosyalizme vanlamadıysa Marksiloglar dahil pek çok sol eğilim 1917'd e proletaryanın iktidan aldığında hem fikirdir - O zaman Marksizmin en temel tezleri sorgulan malıdır. M. Belge aslında bu yoldadır. Ancak açık ve doğruca tavır koymak
29
meler yapmak mümkün değildir. Özellikle de, bilim kavramına saygı du yuyorsak mümkün değildir. Bilim, öy ı V l u r a t Belge 12 Eylül'ün ruhudur. Eylül'ürı le ne dediği üç beş cümlede özetlenebi süngü zoruyla yarattığı yıkıntılar üzerinde lecek Ahmet, Mehmet gibi bir özne len, pişm anlık vaaz eden ruhudur. 12 M a rt1ın da ru değil, karmaşık, uçsuz, aynca da her an kendini düzelten ve yeniden tanım hu olm ayı denemişti. Yapmayı umduğu B iri layan bir süreçtir '. (Belge, s. 170) k im 1lerle D e vrim ci Yokların b ilin c i olm ayı denedi. Bilimsel sosyalizm açısından konuA ncak 12 M a rt öyle çabuk akıp geçti k i üstünde ye şu'rsak, onun yargıları "üç beş cümle de" belki özetlenebilir, ancak bütün o n i b ir m oral anlayış yaratabileceği temel bırakama sonuçlara varış için insanlık tarihinin dı. O la yla r sanki bıraktırıldıktan yerden alel-acele ve kapitalizmin kılı kırk yaran irdele mesi gerekmiştir. Lenin, tekelci kapi yeniden akmaya başladılar. talizm içinde yaşayıp, onu inceledik ten sonra emperyalizmle ilgili sonuçla ra varabilmiştir. • Belge, bilime bilinemezci bir yak laşım içindedir. Onun kompleksliği, devasalığı ve sürekli kendini yenilediği yerine kıvrıla, eğrile Marksizmi defor tik" gibi Marksizm'in temel kavranılan açık. Ancak, aynı bilim elindeki veri me etmeyi deniyor. hakkında yaptığı "yeni" yorumlarla, lerden hareketle somut yönelişlere ve utangaç bir şekilde Marksizmi yalanla Sosyalizm vaaz eden papazlar de uygulamalara giriyor. Bilimi, kabalaş ma çabasındadır. Çok utandığı için ol ğilsek, 1917'd en beri sosyalizmin de tırmaktan kaçınırken onu bilinmez bir malı, "ortalama sosyalist militan'ın ar neylerini, gönlümüze göre değil, oldu karmaşaya dönüştürmek niye? Bili ğu gibi görmek ve bunlardan ders çı kasına saklanıyor. min "her an kendini" düzeltebilmesi' karmak zorundayız. Sosyalizmin bu Sonunda, Belge sosyalizmi "ahla için ortaya çözümler koyması gerekir. ki" bir konuma indirger: "Şu halde biz günkü sancıları onun "yıkılış" değil, Sosyalizm açısından düşünelim. kalitece yükseliş sancılarıdır. Gökten insan bireyleri, sosyalizm zorunlu bir Marks-Engels sosyalizme gidişin ve şey olduğu için sosyalist olmayız. Sos yeni, başka bir sosyalizm inecek değil sosyalizmin yalnızca genel yönlerini dir. Ancak Belge, sosyalizmi "şimdilik" yalizm iyi bir şey olduğu için, gerçkekbelirleyebildiler. Zaten daha öteye be leşebilir bir şey olduğu için... sosyalist gerçeklik olmaktan çıkarmayı yeğli lirlemeler bilimsellikten kopulmak is , oluruz. Öyleyse bu özünde ahlaki bir yor. karar ve bir seçmedir." (Belge, s. "Sosyalizm düşüncesine önce şim tenmiyorsa mümkün değildi. Günü müzde ise, sosyalizmi kuruşun çok dilik soyutta kalan genel toplum proje 167) zengin bir o kadar da zor pek çok deta Bu tam, katıksız idealizmdir. Ön sinden bakmamız gerekiyor. Özellikle yı elimizde deney olarak mevcut. Do ceki söylediklerimizi tekrarlamayalım. de tarihin bu evresinde. Bu şimdiye layısıyla bizler sosyalizmin kuruluşun Ancak "iyi" kavramının göreliliği çok kadar girişilmiş somut deneyleri kü da Marks-Engels'den daha detaylı ta açık. Kapitalizmin çelişkilerinin sosya çümsemek, yok saymak vb. anlamına sarlamalar yapabiliriz. Ancak Belge, lizmi zorlaması gerçekliğinden kopuk gelmiyor, ama neyin niçin yapılacağı bırakalım sosyalizmin daha somut ta bir yaklaşım, sosyalizmin bütün maddi nı iyi anlamalıyız, iyi anlatabilmeliyiz. sarlanmasını, yaşanan deneyleri bir temellerini ortadan kaldırır, onu bir Öncelikle de, sosyalizm anlayışımızı fi kenara iterek, sosyalizmi hala "soyut" din konumuna indirger. Insanlan, için ili gerçekliğin empoze ettiği daralma bir toplum projesi olarak görmeyi yeğ de akıp gittikleri maddi ortamdan ha dan kurtarmalıyız" (Belge,... 179). liyor. berdar etmek, bu gidişi bilinçlerine çı Belge, eski deneylerle ilgili ne der Yaşanan deneylerden kopuk, bi kartmak çabalarının yerini "iyi"ler üze se desin, şu anda sosyalizm "soyutta limsel öngörüyle temellendirilmemiş rine vaaz vermek alırsa, bu da belki kalan" bir projedir. Daha da önemlisi, bir sosyalizm sonunda Belgenin yaptı sosyalizm olabilir, ancak "ütopik" bir "fiili gerçeklik" sosyalizm anlayışımızı ğı gibi "ahlaki" bir temele dayandırıl sosyalizmdir. Ütopik sosyalizm, döne daraltmaktadır. Çok açık ki, Belge "fii minde ilerici bir rol oynadı. Çünkü ka mak zorundaydı. li" sosyalizm gerçekliğinden hoşlanmı Yazar, Marksizm'in toplumlann pitalizmin çelişkilerinin içinden, onun yor. Sosyalizm "soyut" kaldıkça daha gelişimini açıklayan üretici güçler teo özelliklerini kavramadan da olsa, yeni çekicidir... Fakat, dilekler bir kenara, risini bulanıklaştırdıktan, diyalektiği bir düzenin filizlenişinin ham, kaba ha bu yaklaşımın Marksist yöntemle bir il "teolojik" ilan edip diyalektik yasalayallerini kuruyordu. Marks'la birlikte gisi yoktur. O, en başta somut gerçek nndan kurtulduktan sonra, sosyaliz sosyalizm bilimsel bir temele oturun likten hareket eder, gerçeklik acı da ol min "zorunluluk" olmadığını ilan etme ca, ve bu aşamadan sonra sosyalizm sa kabule hazırdır. Ancak böyle yeni ütopyalan artık gerici konumuna düş si çok doğal, mantıki bir sonuçtur, Fa adımlar atılabilir. kat buradan bir sonuç daha çıkar: Bel tüler. Çünkü, sınıf gerçekliğini örtmek Netice olarak, Belge, pratikte ge insanlara gelişmeyi ya da geriyi, ge gibi bir sonuca yol açıyorlardı. Marksizm'in henüz kanıtlanmadığını riciliği seçmekte özgür olduklannı vaBelge, bilime kılıç çekmeden, sos söylemiş oluyor. Oysa böyle bir yargı, azediyor. İçinde yaşadığımız düzen yalizmi ahlak seviyesine indirgeye"70 yıllık sosyalizm deneyinin "Mark her türlü zoru kullanarak bu ünlü "seç mezdi. sizm'i yalanladığının dolaylı itirafın me" özgürlüğünün "hakkını" kullan "Bütün bu uçsuz bucaksız karmaşa dan başka bir anlama gelemez. Aslın makla eş anlamlıdır. içinde, 'bilim böyle diyor' yollu genelle da Belge, "alt yapı-üst yapı", "diyalek
30
DEVRİM VE DEVRİMCİ SINIF
) *
)
Belge Marksizm de temel olarak ne varsa açık ve doğrudan olmasa da hepsini sorguya çekmeye devam eder. Devrim ve proletaryanın dev rimdeki konumu da bunlar arasında dır. "Marksist teoriye göre kapitalizm kendi içinde ölümcül bir çelişki taşıyan bir üretim tarzıdır. O halde kapitaliz min gelişkinliği, mantıken, içerdiği çelişkinin aşılacağı anlamına gelmez; tersine, kapitalizm geliştikçe çelişkile rinin de derinleşmesi gerekir. "Ne var ki, dünyada yaşanan so mut tarih bize bunu göstermemiştir. Maddi bakımdan en fazla gelişmiş ka pitalist ülkeler en rahat ve istikrarlı ül kelerdir ve sosyalizmden bir hayli uzak görünmektedirler - başta Amerika ol mak üzere". (Belge, s. 48) Belge, bilinen en basit gerçeklikle re gözlerini kapatarak böylesine ra hat, Marksın devrim kavrayışını bir çırpıda yalanlıyor. "Neden en gelişmiş ülkelerde devrim olmuyor" ya da "çe lişkiler derinleşmiyor" sorusundan ha reketle, Marksizmin bu konudaki tesbiti "somut tarih" kanıt gösterilerek in kar edilebiliyor. Belgenin "somut tarih"den kastı, 1950'ler sonrasıdır. Bu kırk yıl Marksizmi gerçekten yalanla mış mıydınız? Belgeye göre evet. Oysa kapitalist anayurtlarda de rinleşen çelişkilerin nasıl devrim du rumlarına vardığı, savaşlarla çelişkile rin "çözümlendiği'yıllar, çok uzak de ğildir. Kapitalizmi dünya sistemi ola rak ele aldığımızda, anayurtlar kendi yükselen çelişkilerini önce klasik sö mürgecilik, sonra da yeni sömürgeci likle dünyanın "geri" alanlarına aktarabilmişlerdir. Bugün rahat ve istikrarlı görünen emperyalist merkezlerle, "patlamaya hazır" geri ülkeler gerçek liği nasıl açıklanabilir? Zeka geriliği, tembellik gibi nedenlerle geri ülkeler deki durumu açıklamayacaksak, bu nun esas açıklaması emperyalizm ger çekliğinde yatar. Sömürgeleştirilen ül kelerde insanlığın olağanüstü acıları pahasına, Avrupa ve Amerika "rahat" ve "istikrarlıdır". Belge, çelişkilerinin derinleşmesi karşısında Batı ülkelerinin emperyalist mekanizmalarla bu çelişkiyi nasıl yu muşattıklarını irdeleyip, tartışabilir; fa kat bu en gelişmiş ülkelerin, dünyanın geri kalan kesiminin sömürülmesi pa hasına "rahat" olabildikleri gerçekliği ni yadsıyamaz. "Somut tarih"de bu nun binlerce kanıtı vardır.
Kapitalist anayurtlar rahat kalabil sin diye, Latin Amerika, Afrika, As ya'da onlarca ülke askeri faşist dikta törlüklerle yönetiliyor. Özal'ımızı Batı, iyi borç ödediği için tutuyor. Eğer gele cekte, kapitalist üretim tarzıyla, geri ülkeler bugünün gelişmiş ülkeleri gibi olabilecekse, bu "patlamaya hazır" bombanın fitili kopanlmış olur. Ancak çelişkilerin boyutlan daha da büyürse, o zaman kapitalist merkezler kendi sancılı geleceklerini geri ülkelerin acılı alın yazılarında okuyabilirler. Emperyalist batının istikranna ka pılıp, onlann geri ülkeler günahını bir an olsun unutmak, kapitalist anayurt lara bayağı bir hayranlık olur. Kapita lizm ancak dünya ölçüsünde onun egemen olduğu bütün bölgelerdeki du rum dikkate alınarak doğru bir şekilde değerlendirilebilir. Yaşadığımız yıllar yeni sömürgeciliğin iflas sinyalleri ver diği yıllar. Bu iflasın bedelini önemli öl çüde gelişmiş ülkelerde ödeyecektir. O zaman onların rahat ve istikrannın ne ye bağlı olduğu, bir kere daha görmek istemeyen gözlere batacaktır. Yazar, kapitalist ülkelerde sınıf mücadelesinin "durgunluğu'na deği nirken konu proletaryanın durumuna gelir. "Dünyayı kurtarması beklenen" proletarya ne alemdedir? "Güzel ama, bir yanda tam olarak proleterleşmedikleri için devrimci ol mayan işçi sınıflan, öbür yandan emperyalist-kapitalist sistemde doydukla rı için devrimci olmayan işçi sınıfları açıklamalannm tuhaflığı ve çelişikliğini kendimize itiraf etmemiz gereken bir noktaya geldiğimizi sanıyorum" (Bel ge, s. 190). Somut ülkelerden öteye, en genel anlamda konuşulursa böyle bir belirlemenin tuhaflığı ve çelişikliği nerede dir? Belge, gelişmiş sanayi ülkelerinin yanında, az çok sanayileşmiş daha ge ri ülkelerde de işçi sınıfının durgun ol duğu, proletarya öncülüğünde bir dev rimin başarılamadığını ima ederek, "Marksist teorinin proletaryaya dev rimci rolünü verdiği zamandan bugü ne geçen upuzun süre içinde dünyada çok şey değişti". (Belge, s. 191) di yor. Değişen şeylere gelmeden Bel genin yukanda "tuhaf ve çelişkili" gör düğü gerçekliklere değinelim. "Dünya yı kurtarması beklenen proletaryanın emperyalist sömürüden komisyon alan bir özne olarak görülmesi" "biraz moral bozucu olsa gerektir" (Belge, s.48) Lenin’in I. Emperyalist Savaş yıl-
lannda yaptığı tesbiti ima eden Belge bunun biraz "'moral bozucu" olduğunu söylüyor, fakat daha öteye yeni bir yo rum çabasına girmiyor. Lenin'in bu tesbitinin ilk filizleri da ha 1850'ler İngiltere'sinde Engels ta rafından görülür. Eğer karşımızda bir olgu vars, "moral bozucu" da olsa bu onun gerçeklik olmasına gölge düşür mez. Belge, sorunu duygusal kelime lerle bulanıklaştmyor. Batı proletarya sının "emperyalist sömürüden komis yon" alması, hoş olmasa da eğer ger-, çeklikse, buna karşı ne yapılması ge rektiği sorunu sosyalistlerin gündemi ne gelir. Yoksa duygucul mide bulantı ları gerçekliği örtemez. Ve bugün Batı'da işçi sınıfı, geri ülke halklannın açlı ğı ve hayvanca ezilmesi pahasına, kendisinin "rahat" yaşayabildiğinin bi lincine varmadıkça devrimcileşemez. Ona bu bilinci ne çare kendi "komü nist" partileri bile henüz aktarma cesa retinde değiller. Ancak üçüncü dünya da hergün patlak veren olaylar, ayrıca geri ülkelerden, gelişmiş ülkelere hız lanan işgücü göçü, bu gerçeklikleri ba tı proletaryasına gösterecek, en azın dan bu yolda bir birikim yaratacaktır. Kapitalist anayurtlarda, finans-kapitalin işçi sınıfını nötralize etmek için nasıl binbir çeşit imkanı harekete ge çirdiği açık bir gerçekliktir. Bu da sınıf lar savaşının bir yönüdür. Yoksa olayı "doyan sınıfın" devrimcilikten vazgeç mesi olarak kabalaştırmak sorunu ay dınlatmıyor. "Doymak" en basit, hatta hayvansal bir içgüdüdür. Ancak Batı finans-kapitali insan beyinlerini de kendi ideolojik değerleriyle tıkabasa doyurmaktan geri durmuyor. Ve bü tün bunlar kaçınılmaz gidişi ancak duralatabilir, yavaşlatabilir. Belge son kırk yılın deneyinden yalnızca Kapita lizm açısından "istikrarlı" olan yanlan çıkartmakla, en hafif deyimiyle ege men propagandalardan hangi yönde etkilendiğini açığa vurmuş oluyor. Batı, sömürge talanından aktardıklanyla, daha önceleri sınıfı hareke te geçiren taleplerin önemli bir kısmını karşıladı, böylece mücadele ve talep ler başka, daha yüksek bir seviyeye sıç ramak durumundadır, bunun sancılan yaşanmaktadır. Öte yandan, az çok sanayileşmiş geri ülkelerdeki işçi sınıfı hareketlerine gelince bugün açıkça üçüncü dünyada mücadelenin ulusal kurtuluşçu mo mentten, sosyal kurtuluşa kabuk de ğiştirdiği inkar götürmez bir gelişme dir. Bu muazzam değişim kendi içinde pek çok sorunu taşıyacaktır.
31
Belge, dünyanın bu iki ayn ucun daki sancılı değişimlerin içeriğine de ğinmeden yalnızca, işçi sınıflannın bir yanda doydukları için, öte yanda kır dan henüz kopamadıkları için aktif ol madıkları açıklamalannı tuhaf ve çeliş kili buluyor. Bu tesbitler çok genel ve hatta kaba olmasına rağmen aynı za manda bir gerçekliği içeriyorlar. Çeliş ki bu açıklamaların temel mantığında değil, kapitalist dünyanın iki kutbu arasındaki zıtlıktan kaynaklanıyor. Bir yanda ”3 5 saatlik iş haftası" "çevre kir liliği" gündemdedir; diğer kutupta en basit "insan hakları" erişilmez ütopya dır. Bu zıtlık, daha uzun süre birlikte varolamaz. M. Belgenin gözlerini ka maştıran batının rahat ve istikran bu zıtlığı yaratarak oluştuğu için, aynı za manda bu köklü çelişkinin tehdidi al tındadır. Yazar, proletaryanın özellikle Batı'daki konumunda çok şeyin değiştiği ni söyledikten sonra, baklayı ağzından çıkartır: "M anân proletaryayı toplumu yö netecek sınıf gibi gördüğü dönemde, Lenin'in devlet aygıtının proletaryaya teslim edilebileceğini düşündüğü dö nemde, üretimin başta teknolojisi ol mak üzere toplum koşulları böyle bir düşünceyi pekala gerçekçi kılıyordu". "Bugün böyle bir şey söz konusu değildir... Kafa ile kol emeğinin ara sındaki mesafe iyiden iyiye büyüdüğü gibi, üretimde birincinin payı da kıyas lanamayacak derecede artmıştır.... Kapitalist üretim teknolojisinin ortaya çıkardığı, geleneksel küçükburjaviziye hiç benzemeyen modern teknik ele man tabakalarını da hesaba katma mız, sosyalist mücadelede onlann ye rini iyi düşünmemiz gerekiyor". (Bel ge,^. 191) Belge'nin dediğinden çıkan sonuç sosyalizmin özüyle çelişiktir. Tekniğin daha geri olduğu yıllarda işçi sınıfının "toplumu yönetmesi" "gerçekçi" iken, bilim ve tekniğin çok daha geliştiği bir dönemde "artık böyle bir şey söz ko nusu değildir". Yoksa sosyalizm henüz yeterince gelişmemiş bir kapitalist dü zenden spnraki biraz da tesadüfi bir aşama mıdır? Kapitalizm içinde tekni ğin gelişimi işçi sınıfının iktidar olup yönetme misyonunu azaltıyor, hatta neredeyse imkansız hale getiriyorsa, neden zıttı yönde de işleyip bir avuç kapitalistin iktidar gücünü değişikliğe uğratmıyor. Bütün bunlar, batıda mo da olan "yeni sınıf: aydınlar" gprüşüne yine ihtiyatlı ve utangaç bir el sallama mı?
32
Proletaryanın iktidarı, tek tek İşçi lerin toplumun bütün yönetim kade melerine gelmesi anlamına gelmiyor, tıpkı burjuvazi iktidar olduğunda her yönetim kademesini bizzat kapitalist lerin işgal etmediği gibi. Aydınlar hiç bir zaman bağımsız bir sınıf olamayacaklan için - çünkü doğrudan üretim sürecinin dışındadırlar- proletaryanın da aydınlan olacaktır. Bütün bir iktidar mücadelesi yıllan aynı zamanda böyle şekillenmeleri yaratacaktır. İşçi sınıfı, artık gelişimin önüne engel olmaya başladığında, üretim araçlannm mül kiyetini kapitalistlerden almak misyo nuyla yüklüdür. Teknik istediği denli gelişsin- kimilerinin hayal ettiği gibi proletaryasız, "sanayi ötesi toplumu" kurulamazsa- böyle bir gelişim sınıfın bu misyonunu ortadan kaldıramaz. Öte yandan, teknik gelişim işçi sı nıfını genel olarak aydmlaştırmaktadır. Hem üretimin her geçen gün yeni bilgiler gerektirmesinden dolayı, hem .de bilgi üretim mekanizmalannda çalı şanların önemli bir bölümünün işçi sı nıfının koşullanna itilmesinden dolayı, bu böyledir. Belge} kafa ve kol emeği arasındaki mesafenin iyice büyüdüğü kanısındadır. Oysa, daktilo kullanma ölçüsünde basitleşen bilgisayar kulla nımıyla bilgi edinme ve belli ölçülerde bu bilgiyi kullanma, sürekli yaygınla şan bir süreçtir. Netice olarak, Belge, teknik geli şimle işçi sınıfının "yeni bir düzen ya ratma formasyonunu" ters orantılı ele alarak, teknik ve bilgi geliştikçe sınıfın bu imkanı yitirdiğini ileri sürerek, sos yalizme, kapitalist düzen içindeki sınıf lar savaşından geçileceğini nutmuş oluyor. Ancak Belge için zaten sosya lizme sınıflar savaşının bir sonucu ola rak değil, "ahlaki" bir seçimle ulaşıla cağı için, işçi sınıfının teknik karşısın daki durumu çok da önemli değildir. Sonuç olarak, yazar, devrim soru nuna ve işçi sınıfının misyonuna deği nirken, sınıflar mücadelesi tarihin çok yakın geçmişinden bile kopuşarak, yalnızca son kırk yılın, o da en kaba gö rüntülerinden hareketle çok yanıltıcı tesbitlere vânyor. Batı'daki "istikrarla devrim teorisi yalanlanırken, bilgi ve teknikle de işçi sınıfı tarih sahnesinden geri çekiliyor.
HEDEFİN RADİKALLİĞİ Mİ, MÜCADELE ARAÇLARININ RADİKALLİĞİM İ? Eleştirimizi, Belge'nin Türkiye'de ki mücadeleye bakışını özetleyerek bi
tirelim. Yazar, kitabına Gramsci'nin tezlerini temel alarak başlamış. İtalya için Bolşeviklerin yolu değil de, banşçıl bir "ikna sürecfnin geçerli olduğunu ileri süren Gramsci'nin tezinden hare ketle Belge, 1920'ler İtalya'sı ile 1990'lar Türkiye'sini birbirinden "fazla uzak" bulmadığı için aynı yolu öneri yor. Gerekçelerini sıralarsak öne çı kanlar şunlardır: Birincisi, "özetle, devrimcilik nite lemesi, toplumda gerçekleştirilmesi öngörülen dönüşümün radikalliği ola rak değil de, bu dönüşümü gerçekleş tirmek için verilen mücadelenin (ama cın değil, aracın) radikalliği alanında aranmıştır". (Belge, s. 45) Yazar, dev rimci harekette çok sık tekrarlanan bir hatayı vurguluyor. Önemli olan hede fin radikalliğidir. Doğru. Ancak ikisi birbirinden çok da bağımsız değiller dir. Gramsci'nin mirasçısı İtalya Ko münist Partisi, komünizm hedefini, "tarihsel uzlaşma" yoluyla tarihte göm dü. O nedenle hedefin radikalliği, o hedefe varmak için kendiliğinden bir teminat değildir. Belge, hedefi öne çı kartıp, mücadele araçlarını arka plana iterek, bizim için de geçerli olduğunu iddia ettiği "banşçıl ikna süreci"nin tu haflığını biraz olsun örtmek mi isti yor? İkinci gerekçe: "Parlementer ku mulların, seçim geleneğinin vb. yer leştiği ülkelerde illegal ve silahlı müca dele biçimini temel mücadele biçimi olarak seçen bir sosyalist hareket başanlı olamaz". (Belge, s. 46) "Türkiye'de parlamenter gelenek zaman zaman (ya da sık sık diyelim) ba şına gelenlere rağmen oldukça istik rarlı bir- kurum olmuştur." (Belge, s. 56) 1 2 Eylül insana neler söylettiriyor. Banşçıl Ailende örneği birşey öğretmediyse, bir tek fazla cümle yazmaya gerek yok, Belge bildiği yolda yürüye cektir. Üçüncü gerekçe; "Emperyalist de diğimiz dünyadan Türkiye’ye giren, Türkiye'den bu ülkelere 'çıkana kıyas la daha fazladır ve bunun nedeni bu ül kenin coğrafi konumuyla ilgilidir (yani, 'ekonomik' emperyalizmden çok, kapitalist-emperyalist sistemin 'politik' koşulları belirleyicidir.) (Belge, s. 43) Başımızda bir "emperyalizm" soru nu da yoktur, aldığından çok, bize ver mektedir. O zaman "silahlı mücadele nin" bütün koşullan ortadan kalkmış oluyor. Belge, özellikle bu noktada ger çekten cesurdur. Bazen burjuva politi-
kacılarmı bile isyan ettiren emperya lizm gerçekliğini bir çırpıda bize fazla dan veren bir "politik" dosta dönüştürüverir. Bizde, mücadele araçlannın radikal olma zorunluluğunu inkar et mek için gerçekliklerin böylesine ba yağıca çarpıtılmasına gerek yoktu. Sonuç olarak, "barışçıl ikna süreci'nin güzel bir tanımlamasıyla Belge'nin sosyalist mücadele anlayışını tamamlayalım. "Kapitalist sistemin mantığı için de, ekonomik, politik ve ideolojik dü zeylerde kapitalizmin ilişkileri yeniden-üretilir. Demek ki, sorun, bu yeni den üretim mekanizmasına sosyalist hayat tarzının öğelerini sokarak, me kanizmada içsel bir değişimi başlat maktır.' İşte bir zamanı, başı ve sonu olamayacak şey budur. Devrim dedi ğimiz de, toplumsal kertelerin öncelik le bir tanesinde, siyaset düzeyinde ikti darı; bu kadar somut bir kurumu ele geçirme anı değil-toplumsal ilişkilerin yeniden üretiminin sosyalizme doğru dümen kırdığı anı anlatan bir kavram dır." (belge, s.2 24) Belge, "ikna sürecini" son derece açık tariflemiştir: Kapitalist yenidenüretim mekanizmasına sosyalist hayat tarzının öğelerini sokarak içsel değişi mi gerçekleştirmek, bu başı ve sonu
olmayan süreçle kapitalizmden sosya lizme geçmek. Mükemmel... Belge, bizlere bir de nasıl ve hangi somut yollarla kapitalist mekanizma da "içsel bir değişimi" başlatabileceği mizi anlatsa tablo tamamlanacaktır. Belgenin elinde ne somut yollar, ne de bu yolla değişime uğrayan bir kapita list düzen deneyi yoktur. Ancak Bernstein'dan beri aynı yolu sayıklayan bin lerce Marksizm döneği vardır. Bunlara bir de Belgenin eklenmesiyle sosyaliz me böyle bir yoldan vanş imkanı zerre ce artmış olmaz.
SONUÇ M. Belge 1 2 Eylülün ruhudur. 12 Eylülün süngü zoruyla yarattığı yıkıntı lar üzerinde yükselen, pişmanlık vaaz eden ruhudur. 12 Mart'ın da ruhu o l mayı denemişti. Yapmayı umduğu Bi rikimlerle Devrimci Yollann bilinci ol mayı denedi. Ancak 12 Mart öyle ça buk akıp geçti ki üstünde yeni bir mo ral anlayış yaratabileceği temel bıraka madı. Olaylar sanki bıraktınldıkları yerden alel-acele yeniden akmaya başladılar. 12 Mart olmamışa döndü. O nedenle şekillenebileceği bir beden bulamadığı ölçüde 12 Mart'ın ruhu olamadı. Birikimler bazı etkiler yarat
sa da akan pratiğin gövdesine sızama dılar. Ancak 12 Eylül, üstünde kendi piş manlık ve ikna ruhunun uçuşabileceği bir temel yarattı. V e şimdiye kadar ki olaylar henüz o yaratılan temeli uçura madı. Böyle bir temel var olduğu müd detçe Belge, yeni Birikimler yaratma yı deneyebilir, "ortalama sosyalist mili tanın" radikal özünü boşaltmak için "ikna" çabalannı sürdürebilir. 1 2 Mart'tan gelen bir M. Belge ol masaydı, koşullar yenisini yaratırdı. 12 Eylül'ün zoru devrimcilerin önemli bir bölümünü, her türlü radikalliğe töv be ettirdi. Bu kınlan cesaretlerin, yıkı lan hayallerin de bir siyasi zemini, ken dini dışa vuruş kanallan olacaktı. Bel ge, daha 12 Eylülün ilkyıllannda Yeni Gündem'le bunu denedi, ardından ge len yıllarda devrimci hareket ayağa kalkmayı deneyince pişmanlık vaazla rını pek dinlenmez oldu, ancak hem hareket sürekli bir yükselişe giremeyip, üstüne birde sosyalist ülkelerdeki olaylar patlak verince, pişmanlık yıllannm olgunlaşan meyvalannı toplama momenti gelip çatmış olsa gerek. M. Belge ve Birikim bir kere daha bunu deneyecekler ■
33
Devrim hedefinin devrimci provakasyonu: ••
Oz e rk-d em o k rat i k üniversite programları Mustafa Sinan MERT
1-1989'un ilk yarıyılında Öğrenci Hareketinin gündemine yerleşen ko nulardan biri de program sorunuydu. Şu ana değin, ön-çalışma ya da prog ram olarak Öğrenci Hareketine öneri len dört ana hedef görüyoruz; ÖzerkDemokratik Ünivesite, Halk Üniversi tesi Özerk-Demokratik ÜniversiteDemokratik Halk Üniversitesi, ortak programları, Özgür Emekçiler Üni versitesi Biz bu yazımızda Özerk De mokratik Üniversite (Ö.D.Ü) hedefine yer veren programları önümüze koya cağız. 2. Ö.D.Ü. hedefine yer veren programları biraz olsun incelemiş her arkadaş bu programlar arasında bazı aynmların olduğunu farketmiştir. Aynmlardan belki de en önemlisi "özerk lik hedefinin sınırları" konusundadır. Devrim öncesi sürece ilişkin "uyuşum" sağlanmıştır; tüm programlar, kabaca emperyalizmden, faşizmden ve büyük sermayeden özerklik hedefinin güdü leceğine hemfikirdirler ama, devrim sürecinde öğrenci Hareketinin hedefi ne olmalıdır sorusuna verilen farklı ya nıtlarla bu uyuşum bozulmaktadır. As lında bu soruyla karşılaşmak kaçınıl mazdı. Çünkü emperyalizmden, fa şizmden ve büyük sermayeden özerk lik hedefiyle devrim, yani bu güçleri tasfiye etmek hedefinin nasıl bağlana cağı, gerçekten bu bağın kurulup ku rulamayacağı, öğrenci gündeminde varolan diğer sorunlar nedeniyle bir türlü tartışılamamıştı. Bugün Öğrenci Gençlik, program sorununa daha yo ğun bir ilgiyle bakmakta böylesi bir tar tışmanın olanağı ortaya çıkmaktadır. 3. Şimdi ayn ayrı Özerk Demok ratik Üniversite hedefini taşıyan prog ramlara bakalım. İlk olarak Dev-Genç,
34
alınması gereken, egemen sınıfların Yeni Demokrasi, ve Genç Kominareğitim ve eğitim kurumlan üzerindeki lar'ın savunduğu ve bizim aşamalı egemenliğini sınırlamaya yönelik bir programlar dediğimiz Ö.D.Ü. ve De mokratik Halk Üniversiteleri ortak mücadeledir." (s/61) tanımlamasıyla ve "ÖDÜ mücadelesinde somut talep programlannı önümüze koyacağız. lerimiz" bölümüyle aşamacı mantığını Genç Kominarlarla onların izni olma ortaya koymaktadır. Programlan böydan yasal dergi platformunda tartış lesine ikiye bölen nedir? mayı doğru bulmuyoruz. Yeni De 5. Devrimciler kitlenin güncelliğini mokrasi ise Halk Üniversiteleri konu değil, tarihselliğini baz alarak program sunda somut birşeyler getirmediği için üretirler. Ülkede ki sınıfların mevzileaşamalı programların niteliğini belirle nişi, devlet biçiminin karakteri, ekono mede en "uygun" program Devmik yapı, programlardaki hedefleri Genç'in önerdiği oluyor 4. Dev-Genç ilk olarak Yeni Çöbelirler. Kitlenin güncelliği ise sözkonusu hedeflerin kitleye benimsetilme züm Yayınlarından "Özerk Demokra sinin yollannı, araçlannı, yöntemlerini tik Üniversite Programı"nı çıkarmıştı. kısacası biçimini belirler. Ama birçok Bu yıl içinde, eski programın "sürecin program bu kavrayışla inşaa edilme ihtiyaçlarına cevap verici tarzda eksik miştir. Neden? Çünkü bazı yaklaşımlar liklerinin tamamlanmış biçimi olarak güncel görevleriyle (reformlar müca "Demokratik Üniversite Programı'nı delesi) tarihsel görevlerini (devrimci çıkardı. Yeni programda eskiye göre görevler) birbirine bağlayamamış, ço az buçuk değiştirilmiş bir literatür kul ğu zaman tarihsel görevlerini güncel lanılıyor. Örneğin ÖDÜ kesinlikle bir görevlere tabii kılmışlardır. Program program olarak değil, "mücadele ve lardaki "acil talepler" "somut talepler" talep" olarak niteleniyor kuşkusuz bu bölümleri bu görevler arasındaki dialiteratür değişiminde Dev-Genç tarafJ lektik birliği kuramamanın programatadarına yöneltilen eleştirilerin büyük tik ifadesinden başka birşey değildir. payı var, ama literatür değişikliği öz Tümüyle tarihselliğe yönelik üretilen değişikliğinin yansısı olmadığı sürece programlar bir bıçak darbesiyle bu tademogojikbir söylemin öğelerini oluş rihsellikten kopmakta "acil talepler" turmaktan öteye hiçbir anlam taşımaz bölümünde güncelliğe teslim olmakta Gerçekte bizim için önemli olan, Devdır. aynı program altında bir yandan Genç'e eleştirimizin temelini oluştu tekelcileri tasfiyeyi diğer yandan tekel ran, adının program ya da mücadele cilerden özerkliği, gerçekte mücadele ve talep olmasına bağlı olmadan, alanında güncel görevlerle tarihsel gö ÖDÜ hedefinin devrim hedefinin revleri bütünleştirememekten başka (Halk Üniversiteleri) önüne çıkarılma ne açıklayabilir? Sınıflann pratik değil sıdır. Demokratik Üniversite progra ama tarihsel eyleminin bilinci olan si mında Dev-Genç "...Özerk Demokra yasetler ne yazık ki çoğu zaman bu ha tik Üniversite mücadelesi ve talebi ba taya düşmekte, hedefleri belirlerken sitten karmaşığa doğru gelişen, en acil izlediği tarihsel rolü (öncülük durumu) sorunlardan yola çıkarak, DHÜ'nün "acil taleplerle" yıpratmakta, kitle diliykurulması yolunda bir 'adım olarak
le konuşmaya başlamaktadır. DevGenç'te bu yüzyıllık yanılgıya düşmüş kitlenin güncel taleplerini programlaştırmıştır. Güncel görevlerin tarihsel görev lere bağlanması soyut bir formül değil dir; sosyalistlerin "hak" mücadelesin de kitle gibi, sadece ekonomik kaygı larından dolayı değil, öncü olarak bulunmalan gerektiğini yani, kitlenin ey lemine devrimci bir biçim (burjuva ya sal sınırlardan koparmak) ve talepleri ne devrimci bir öz kazandırma (düzen içi taleplerin ötesine geçirmek) amaç larını gütmeleri gerektiğini tanımlar Bu, güncellik içinde dahi öncülüğün korunması demektir, zaten başka tür lü güncel görevleri tarihsel görevlere bağlamak mümkün değildir. 6. Dev-Genç tam bu sorunla karşı karşıyadır; demokratik hak mücadele sinde devrimci öncülük yapamamak ta, kitlenin cesaretli unsurlan olmanın ötesine geçememektedir. Devrimci öncülük yürütmenin, birbirinden kop maz bir bütün oluşturan kitlenin, ey lemde burjuva yasal sınırlan ve talep lerde burjuva düzen-içi çerçeveyi aş maya yöneltilmesi oluduğunu belirt miştik. Dev-Genç bu bütünün ikinci kesiminde iflas etmekte, kitleye teslim olmaktadır. İşte onun programında devrim hedefini öteleyen, "en aci*l so runlardan" sözederken kullandığı dil, devrim hedefinden hiçbir koşulda ödün vermeyen öcünün değil, taleple rine teslim oluduğu kitlenin dilidir. Ne den Dev-Genç kitle çerçevesine sıkı şıp kalmaktadır. Bu tümüyle DevGenç'in sınıf kökenleriyle ve nesnellik le ilgili bir sorun. 7. Ülkemizde, Küçük burjuva sos yalizmi mücadele alanlannda keskin sınırlarla kopuştuğu burjuva sosyaliz minden teoride, hedeflerinde hala kopuşamamaktadır. Pratikte devlet güç leriyle sıcak mücadele içinde olan kü çük burjuva sosyalizmi buıjuva partile rine "iyice araştırıldıktan sonra" oy ve rilmesini önerebiliyor. İşçi sınıfının ba ğımsız politik hattı söylemi onlarda hiçbir şey uyandırmadı. Reformizm sağdan ve soldan gelip aynı taleplerde buluşabiliyor. TBKP ve Yeni Çözüm Özerk Demokratik Üniversiteyi birlik te savunuyor. TBK P açıkça SH P’nin desteklenmesine omuz verirken, Yeni Çözüm "iyice araştmldıktan sonra" kaydıyla Sosyal Demokratlara oy ve rin diyor. İkisinde de ortak yan sınıfa güvenmemeleri, taktiklerinde sınıfa dayanmamalan. Birisi salt elitizm için de bunu yaparken diğeri olanca popü
1988-89'da üniversiteye polisin girmesi binlerce öğrenci tarajınaarı protesto edildi. Bakalım 1989-90'da neler olacak? lizmiyle sınıfın tarihsel eyleminden ruz. Devrimci bir yapı birkez refor uzak duruyor. Sınıfın tarihsel eylemine mizm hastalığına yakalandığı zaman, güvenmeyen devrim hedefini açığa devrimciliğini kurtarmak için olmadık demogojilere başvurmak zorunda kalı vurmakta zorlanır, bunun için kavradı yor. Dev-Genç'te budurumun içerisine ğı gibi aşama aşama açığa vurur. Yaşa fazlasıyla sürüklenmiş. Örneğin de nan bir trajedi mi? Hayır!! Geçmişte TİP, TKP, TSİP pragramlanna "acil mokrasi konusunda; talepler" bölümü eklediler, "Devrimci Dev Genç'in demokrasi sorununa devrim sorunu olarak baktığı bilinir. ler ne için savaşıyor?" broşürünün 1. Ama Özerk Demokratik Üniversite basımında Dev-Yol' acil talepler bölü hedefini savunurken "demokratik" mü açmıştı. Bu aşama bitti, saflar ayüniversite nitelemesiyle demokrasiyi nştı, bazıları için acil talep olan bütün burjuva düzen içinde gerçekleşebile talepler bugün program haline dönüş cek birşey gibi göstermek durumuna tü; işte TİP-TKP birliği.. Diğerleri mü düşmekten kurtulamaz. Dev-Genç bir cadele içinde acil talepler" bölümünün kez bu reformizme yakalanmıştır, ar anlamsızlığını kavradılar, nesnel ola dından kaçınılmaz olarak demogojiler rak kitlelerin en acil talebinin devrim gelmeye başlar: olduğunun bilincine vardılar. Yıllar "Demokrasi mücadelesi bir yönüy sonra devrim hedefinin önüne yine le de (esas yönüyle değil) adım adım "acil talepler" çıkanlıyorsa yaşanan bir çeşitli demokratik kazmımlann, hak ve trajedi değil, artık komedidir. 8. Aşamacılığm bu genel eleştiriistemlerin elde edilmesi mücadelesi dir. İşte bu yön genelde demokratik sinden sonra Dev-Genç özelinde bu mücadele olarak tanımlanır" (s/31) durumun görünümüne bakmak istiyo
35
tün bu güçlerirf tasfiyesi demek olar devrim hedefi arasında ki ilişkisizliği görerek, programlannda Halk Üni öğrenciler ve H alk Batı üniversitelerinin kötü versitelerine yer vermişlerdi. Yukankopyalarına değil, devrim in üniversitelerine yani da eleştirdik; doğru tavır; devrim he aşamalarla programlann kıyısı H alkın Üniversitelerine; H a lk Üniversitelerim e defini, na köşesine yerleştirmek değil doğru lâyıktır. "H alk kendi kültürüne sahip ; ü n i dan savunabilmektir; ama Devrimci Gençlik aşamacılık bile yapamamakta versiteler halkın olacak" reformizm içinde sürüklenmektedir, çünkü değil tekbaşma savunmak, dev rim hedefine programında hiç yervermemekte, Devrim öncesi dönemde "emperyalizmden, büyük sermayeden nasıl açılay acak , program haline ge ve faşist rejimden, devrim sonrasında Dev-Genç bir sonraki paragrafta "Örneğin üniversitelerin bir top tirilen ÖDÜ "alternatif" değilmiydi? ise devrimci devletten özerkliği savun makta, devrim dönemi içinse susmak lumsal kurum olarak "özerkliğe" ka Son programında ilk defa telaffuz edi vuşturulması , demokratikleştirilmesi len Halk Üniversiteleri yani devrimin tadır. Devrimci Gençliğin proramında onun devrimci oluşuna ilişkin ne yazık sorunu vardır ve bunun dışında bîr üniversiteleri, yani Finans- Kapitalin, ki hiçbir şey yoktur. Bizce bu proram Emperyalizmin tasfiyesi üzerine inşaa akademik mücadele düşünülemez." edilecek halkın üniversiteleri , Devrimci Gençlik hareketinin değil görüşlerini sıralayarak Ö. Demokratik ama sivil toplumculann proramı olabi ÖDÜ'den nitelikçe farklı değil mi? Ü.'nin Demokratik nitelemesinden, Dev-Genç, Yeni Çözüm Yaymlannlir. Devrimci Gençliğin programındaki demokratikleşmenin anlaşılması ge bu büyük eksikliği şimdilik bir kenara dan çıkan "Özerk Demokratik Üniver rektiğini vurgulamaya çalışıyor. Aslın bırakarak onun "süreklilik" savını ince site Programı" nın "günün koşullanna da bu tam da burjuvazinin kitlelerde göre yorumlanmış, yetkinleştirilmiş bi lemeye yönelelim. yaratmak istediği bir kavrama tarzıdır. 11. ilk olarak programda süreklili çimi" sözleriyle sunuyor bize Halk Üni Burjuva politikacılan her demokratik ği sağlayan öğeyi araştırmalıyız. Dev versitesi Programını, öyleyse sormak hak kazanımmda ülkenin demokrasi rim öncesinde ki emperyalizmden, bü gerekiyor; ne değişti günün koşuların ye geçtiğinden söz etmeye başlarlar. yük sermayeden ve faşist rejimden da? Sürekli bunalım mı, sürekli faşizm Bu noktada Dev-Genç'e sormak gere özerklik hedefi bir üst içerik taşımadığı mi, sürekli devrirp durumu mu? kiyor kaç tane hak kazanıldığında üni sürece devrimci devletten özerklik he Dev-Genç reformiziminin henüz versiteye "demokratik" üniversite di define asla bağlanamaz ve ÖDÜ sü yan-bilinçliliğindedir, öylesine ki bir yebileceğiz? rekli programı daha baştan safsataya yanda "burjuva düzen sınırlan içinde Şu anda ki veri düzende de bazı de dönüşür; ama böyle bir üst içerik var alternatif aramak" reformizmdir tespi mokratik haklar vardır, bu nasıl düze dır, bu yüzden ÖDÜ pragramı (henüz) tini yaparken, diğer yanda "burjuva ne "demokratik" tesipiti yapmamıza safsataya dönüşmüyor. Pragramın düzen-içi alternatifimiz ise, bilimsel, yol açmazsa belli demokratik haklara devrim öncesi sürece ilişkin taşıdığı bu özerk, demokratik üniversitedir" tespi sahip üniversite de demokratik bir üst içerik devletten özerkliktir. Devrim tini yapabilmektedir. (Dev-Genç birim üniversite olarak tanımlanamaz. Ne öncesi dönemde devletten özerk olma demeklere ulaştmlan program s/4) den? Çünkü "demokratik" niteliği özel 10. Buraya kadar, aşamalı progistemi açıkça belirtilmese de "emper bir alanda ya da kurumda değil, tü yalizmden, büyük sermayeden ve fa ramlan temel alarak sürdürdüğümüz müyle genel toplumsal yaşamın örgüt şizmden özerklik" bu istemi zorunlu ÖDÜ eleştirisi şimdi Devrimci Gençlik lenişiyle ilgilidir ve bu anlamda kulla olarak kendinde taşımaktadır. Dev (Dev;Genç değil!)’in savunduğu sürekli nılmalıdır. rimci Gençlik işte bu hedefiyle devrim 9. Dev-Genç'in içine düştüğü re-ÖDÜ proramıyla devam ettireceğiz; öncesi ve sonrası dönemi bir birine Devrimci Gençlik formizmden devrimciliğini kurtarabil bağlayabilmektedir. "Özerklik istemi, üniversitede de mek için sanldğı demogojilerden biri 1 2 . Engels "Otorite Üzerine" adlı mokratik bir eğitim düzeni ve özgür bir de ÖDÜ'nün alternatif olup olmadığı makalesinde üniversiter yaşamın kurulabilmesi için, konusundadır. "... otorite ilkesinin tamamen kö emperyalizmden, büyük sermayeden "Özerk Demokratik Üniversite "al tü, özerklik ilkesinin de tamamen iyi ve faşist rejimden özerk olma gereksi ternatif üniversite" olarak sunulamaz olduğundan bahsetmek saçmadır. nimine denk düşmektedir. (...) (Dev Neden? Çünkü burjuva düzen smırlaOtorite ve özerklik toplumsal gelişme rimci Gençlik b.n.) devrim sonrasında nnı aşan bir talep değildir... Özerk De nin farklı safhalanna bağlı olarak deği ise üniversiteyi "devlete bağlı" bir daire mokratik Üniversitenin "alternatif" şen bağıntılı şeylerdir" değil, bütün diğer toplumsal süreçler olarak sunulması, "alternatifin" burju değerlendirmesini yapıyor. Dev için olduğu gibi politik üstyapının örva düzen sınırlan içinde annması, yani rimci Gençlikse devrim sonrası döne gütlendirilmesinde de doğrudan etkide "reformizm" demektir." me ilişkin herhangi bir "safha" aynmı bulunan bir yapı olarak ele alır." Demokratik Üniversite programı yapmaksızın "devletten özerklik" he açıklamalanyla, Devrim sonrası (s/61) defini toplumsal gelişmenin her anına döneme ilişkin tavnnda aşamacılar(Devrimci Gençlik Yayınlan.) yayıyor. Bu Marxist-Leninist bir tutum dan aynldığını savunmaktadır. Aşatespitini yapan Dev-Genç Yeni değildir. Sosyalistler elbette devletin macılar emperyalizmden, faşizmden Çözüm Yayınlanndan çıkan "Özerk sönmesi, toplumsal yaşamın özel bir ve büyük sermayeden "özerk'jik le bü Demokratik Üniversite Programını" ••
Q
36
devlet aygıtı olmadan sürdürülebilme si™ önlerine koyarlar, ama bu devlet ten özerklik teorisiyle her hangi bir dü zeyde bağdaşmaz, çünkü "delvletten özerklik” devlette somutlanmış gücün, devletin sönümü sürecinde devlete dönüşünü değil, tıpkı sivil toplumcular gibi, bu güçle toplumun aynşünlmaşını tanımlamaktadır. Bu gücün özsel olarak toplumdan aynştınlması ise mümkün değildir; devlet gücü toplum daki sınıf ayncalıklarıyla birlikte tari hin çöplüğüne gidene kadar hangi sı nıf o güçle egemenliğini örgütlemişse toplum yaşamını kendi çıkarlanna gö re güdecektir, ve özerkliğin de otorite nin de çerçevesini tam da bu çıkarlar belirleyecektir. Örneğin proleterya sosyalistleri olarak biz devrim sonra sında bütün din kumrularının, imam hatip okullarının ısrarla devletten özerk olmasını (tabi öncelikle devlet ten aldıkları parasal yardımlardan) sa vunurken din kurumlan devletin otori
tesinin peşinde koşacaklar. ortak sorunlan plân demokrasi soru 13. Üniversite isterse "politik üst nuyla sağlarlar. ÖDÜ hedefi ise Öğ yapının örgütlendirilmesinde" olsun, renci Hareketinin enerjisini, Batı'da iş devrimi proleteryanın önderliğinde leyiş tarzı itibanyla demokratik ve yapan ezilen sınıflann çıkarlanyla çe özerk görünümlü üniversitelerin son liştiği anda "devlet, yani hakim sınıf tahlilde kötü kopyalan için sarfetmeleolarak örgütlenmiş proleteryayı" karşı ri demektir. Halkınmın yanında müca sında bulacaktır, üstelik gerektiğinde dele etme coşkusu ve bilinci bu kadar herbiri birbirinden otoriter tüfekleriyle yoğun, gençliğin kendi hareketine ka süngüleriyle.... çünkü "proleterya.devzandıracağı devrimci bilincin önü keleti henüz kullandığı sürece onu özgür silmemelidir. Ezilen her katmana öne lük için değil, fakat kendi düşmanlarını rilen "devrim" hedefi küçük burjuvazi sindirmek için kullanacaktır." (Ennin en atılgan kesimi, yani öğrenciler gels'ten aktaran _ Lenin Makrksizm den esirgenmemelidir. Öğrenciler ve Devlet Üzerine/Öncü Kıtabevi.s:30) Halk Batı üniversitelerinin kötü kopyalanna değil, devrimin üniversiteleri SONUÇ: ne yani Halkın Üniversitelerine; Halk Üniversiteleri'ne lâyıktır. Bugün Özerk Demoratik Üniversi te hedefini öğrenci Hareketine öner mek, toplumsal muhalefetin devrim "HALK KENDİ KÜLTÜRÜNE için birliğinden öğrenci Hareketinin SAHİP ÇIKACAK kopmasını istemekle aynı şeydir. Ezi ÜNİVERSİTELER HALKIN len katmanlar devrim için birliklerinin OLACAK"
37
Gençliğin reddettiği miras ve yeni yöntemleri Sevinç ATAKAN
er toplumu ve yaşanan döne mi hazır reçetelere uydur mak, zorla kalıplara dökmek yerine, yaşanan gerçeklikleri o toplumun durumu çerçevesinde de ğerlendirmek, bizi devrim durumuna daha da yakınlaştıracaktır. Proleterya, devrim mücadelesinde, en kararlı sınıf olarak, düzenle çelişkileri olan her sı nıf, tabaka ve zümreyi kendi zeminin de, birlikte davranmaya çekmek zo rundadır. Bunu gerçekleştirmenin yöntemi de her sınıf ve tabakanın ikti sadi niteliği, sosyal ve siyasal özellikle ri, kendi bencil özlemleri, davranış özellikleri ve devrimden beklentilerini bilmekten geçer. Eğer savaşçı, en az düşmanını tanıdığı kadar, yoldaşlarını ve silahlarını da tamsa, savaştan galip çıkma olasılığı o denli fazla olur. Proleteryanın mücadelesinde yakın dostu aydın gençliğin konumunu ve davra nış özelliklerini doğru tahlil etmek bu açıdan önem kazanmaktadır. Bu de ğerlendirmeyi yaparken ise ne gençli ğin mücadele içindeki özgül durumu nu, ne de işçi sınıfının mücadelesi ile olan bağıntısını ihmal edebiliriz. Aksi ne, bu birbirinden farklı, biri diğerini dışlarmış gibi algılanabilecek alanların birbiriyle olan sıkı ilişkisi, esas üzerin de durulması gereken nokta. Doğu uygarlığının Batıdakinden çok farklı özellikleri vardır. Doğu toplumunun bu farklı özellikleri, devrimin genel çizgisi ile sentezleştiği noktada, dekvrim durumuna zenginlik katacak tır. Türkiye’deki devrimci hareket içe risinde ise "biz ve bizim gibi ülkeler" genellemesinden öteye gidemeyen kafalardaki skolastizmi yıkacaktır. Ka pitalizme, çarpık gelişmesi sonucu do ğuracak iç ve dış faktörler varlığında
H
38
ve geç geçen Türkiye'de, finans-kapital dünya pazarı çerçevesinde sömürü alanın darlığı v e " az zamanda büyük iş ler başardık" diyebilmenin gayretkeşli ği içinde sömürü ve talanını* katmerleş tirirken, bunun doğal sonucu olarak kendi dışındaki tüm kesimlerle arasın da çelişkilerin doğmasına ye derinleş mesine neden olmaktadır. İleri batı ka pitalizmi geri ülke halklarının soygunu sonucu elde ettiği artı değerin uzak da olsa bir parçasını sosyal refah harcamalanna ayırırken, bu görece refah ortamı sınıf çelişkilerinin görüntüde nötralize olmasına hizmet etmektedir. En basitinden bu ülke gençliği, geri ül kelerdeki boyutu ile düzenle çelişme mekte, var olan çelişkilerde ise dev rimci mücadele gerekliliği bizdeki ka dar açık ve net hissedilmemektedir. Böylesine bir ortamda, eğitim kurum-' lanndan egemen sınıfın kendi ideoloji sinin devamcıları ve yeniden üreticileri olacak kuşağı yetiştirmek daha kolay laşmıştır. Bizde ise aydın gençliğin ba tıda olduğu gibi kapitalizmin nimetle rinden yararlanması bir yana, gittikçe düzenle olan çelişkileri derinleşmekte dir. Kitlesel yoksullaşma, ara katman ların hızla proleterleşmesi kapitalizm üzerindeki duman perdesini kaldır makta, kapitalizm ideolojik yeniden üretim sürecinde tıkanmakta, meşru luğunu kaybetmektedir. Öğrenci gençlik bu süreçte diğer katmanların önünde tepkilerini ilk dile getiren, ey leme döken kesim olmaktadır. Onun eyleminde temel olan öncelikli olarak aydın konumuyla açıklanabilecek bi lincidir. Öğrenci Gençlik artı-değer üretiminde bulunmaz, düzenle olan çatışması ve kopuşması da bu bağlam da ideolojiktir. Ayrıca düzenle maddi
bir bağının olmaması (ev, çocuk, eş, özel mülkiyet vs.) onun diğer katman lardan daha çabuk aktive olmasını sağ lar. Diğer yandan işçi sınıfının bağım sız tavn ile diğer kesimleri etkilemesi, öğrenci gençlik özelinde de düzenle kopuşmayı hızlandmr. Ve daha ileriki aşamalarda, bu alandaki bilinçli müda halelerle öğrenci gençliğin eylemliliği nin küçük burjuva radikalizmini aşma sının olanaklarını yaratır.. Bizde ise bu genel özelliklerinin ya nında aynı gençliğin ayrı bir yeri ol muştur. Dr. Hikmet Kıvılcımlının "Türkiye'de her zaman ileri gelişim atı lışları hep aydın gençlikten çıkmış olu yor" tespiti bizim irademiz dışında var olan bir gerçekliğin tespitidir. Önemli olan bu "ileri gelişim atılışlarının" nite liğini belirlemek, bu niteliğin Leninist anlamda devrim mücadelesinde ne öl çüde, nerede kullanılabileceği sorunu na yanıt bulmaktır. Kıvılcımlı yukarıdaki bakışını tarih sel olarak temellendirerek, devlet sınıf ları geleneğinden bahsediyor. Osman lılık göçbe savaşçıların kurdukları ve 5 0 0 yıl yönettikleri bir toplumdur. Toplumun tabanında yer alan çiftçiler (reaya/güdülen) temel ve üstyapı ilişki lerinde belirleyici olmamıştır. Halk güdücü dirlikçilerin güdümü altındayken, dirlikçiler de. İlmiyye Seyfiyye-Mülkiye- Kalemiye olmak üzere dört devlet sınıfında örgütlenmişlerdi. Ülkedeki bunalım onlarında devlet sınıfları, sos yal yapıdan bağımsızmışçasına hare ket etme özelliğini taşıyorlardı. Ülke nin geleceğinde devlet sınıfları, tarih sel üretici güçlerden gelenek-görenek vurucu güçü olarak rol oynuyordu. Özellikle "İlmiyye ve Seyfiyye'nin bu noktada ileriye çıktığını, Tanzimatan
Meşrutiyete, Cumhuriyetten, 2 7 Ma yısa kadar ülke kaderinin belirlenme sinde rol oynadığını görüyoruz. Burada özellikle üzerinde durdu ğumuz nokta, devlet sınıflarının eyle minde devleti ve memleketi kurtarma ve koruma amacının esas olduğudur. .Bağımsızmış gibi görünmelerine rağ men, devlet sınıflarının bağımsızlıkları görüntüden öteye gidemez. Onların atılırdan Türkiye'nin sosyal yapısı yö nünde belirleniyordu, kesin sonucu belirleyen, ülkenin ekonomik ve sınıf sal yapısıydı. Vurucu güç sırası geldi ğinde bir gecede vurup düşürendir. Oysa ondan sonra belirleyici olan öz gün niteliğidir. Özgüç karşı devrimci ise, vurucu gücün devrimciliği ülke so mutunda yansımasını bulamaz; devrimciyse sosyal devrim yörüngesine oturabilir. Devlet sınıflannm davranış tan, devlet adına davranarak, devleti kurtarma ve koruma amacı doğrultu sunda şekillenmişken, bu sınıflara mo dern toplumda sosyal smıflann misyo nunu yüklemek yanlış olacaktır. An cak sosyal sınıf eğilimlerinin devlet sı nıflarının vurucu gücüyle kendisine yol açtığını görürsek, bu teorinin ön e mi kavranmış olur. Gençlik mücadelesine belli bir dö neme kadar damgasını vuran bu gele- i nek, Mahirler, Denizlerle birlikte özde farklılaşsa da, bu dönemde de, bu ge leneğin izlerini görmek mümkün. Da ha önceki gençlik atılımlarında devlet adına davranarak devleti kurtarma ve koruma amacı taşınırken, gençlik bu sefer de halk adına davranma, halkı kurtarma, bunu yaparken de devleti yıkma perspektifi ile davranıyordu. Devleti yıkma hedefine rağmen, bu dönemde ortaya atılan öncü savaşımı teorisi, vurucu güç özelliğine sahip çı kılması noktasında, halen devlet sınıf ları geleneğinden kopuşmamaya bir yanıyla da olsa bir gösterge. Ülkede kapitalizmin zor ve sancılı gelişimi, doğal olarak modern sosyal ' sınıflann gelişkenlik durumunu da be lirlemiştir. Gençliğin, sosyal sınıfların üstlenmesi gereken rolü üstlenerek, adeta bir sosyal sınıf gibi devrimci atılımlar yapması, Jön-Türklük, Kema lizm daha sonra da solculuk, gençliğin eyleminin ana özelliği olmuştur. Bilgi ve deney azlığına rağmen, aydın gençlik sadece pratikle yetinmemiş, Türkiye'deki sosyal devrim stratejisi de çoğunlukla bu kesimden gelen he nüz çok genç yaştaki kişiler tarafından konmuştur. (Şefik Hüsnü, Hikmet Kı vılcımlı bunun daha 1920'lerdeki ör-
Dir gösteride öğrenci karga tulumoa götürülüyor. 1990'da bu olaylara sıkça rastlanacağa benziyor. nekleridir) Modern sınıfların güçlenmesi, ploteryanın varlığının mücadele içinde hissedilmesi ki proleteryanın örgütlü lüğü ile direkt bağlantılı gelişecek bir süreç ile birlikte, Türkiye' de devrim mücadelesi aydın gençlik merkezli ol maktan uzaklaşacaktır. Nitekim işçile rin Nisan-Mayıs eylemliliği bunun ipuçlarını vermektedir. Gelişen İşçi ha reketi karşısında öğrenci gençlik du yarlılığını göstermiş, ancak bu konuda öğrenci hareketinin perspektifinin dar kalması, mücadeleye bakışın kısır ve derinlikten uzak olması sonucunda işçi sınıfına uzatılan kollar cılız kalmıştır. Bu gerçek bize öğrenci gençlik müca-
• o
C ~ ^ğ re n ci gençliğin m evcut örgütlülü, yu karıda açıklanan pektiğin hayata g e ç iril mesinde yetersiz kal maktadır. Ö nüm üzdeki a c il görev, m ücadelede k i örgüt insiyatifini ratmak, yaratılacak m er kezi örgütlenm e kanalı ile toplum un tüm kesim leri ile sıkı bağlar kur maktır.
delesini, devrim mücadelesine tabii görecek, işçi sınıfı ve ezilen tüm kesim lerle ortak mücadele noktalan yakala maya çalışacak, öğrenci hareketini sa dece okullarda ve bu alanlardaki so runlar özelinde değil, fabrika önlerin de, gecekondu yıkımlarında, toprak iş gallerinde de etkin kılacak bir bakışa sahip, güçlü bir direnişçi devrimci gençlik hareketine ihtiyacı hissettir mekte. Bu bakış açısı ile mücadeleler de bulunacak o yapı, işçi sınıfı ile aydın gençlik arasındaki köprülerin el yorda mıyla kurulmuş, çoğunlukla geçici de ğil, kalıcı ve sağlam, belli bir program çerçevesinde oluşturulması sonucunu doğuracaktır. Aydın gençliğin mücadelesinde hakim olan yan uçkunluktur. Gerek aydın olarak konumları, gereksede devrim mücadelesinde şu ana kadar hep öne çıkan kesim olması uçkunluğu daha da sivriltmiştir. Sosyal atlayış momentlerinde geçerli ve gerekli olan bu tarz, süreklilik durumunda giderek soysuzlaşır. Gittikçe devrime bakışı değişir, uzun süre sabırlı, kararlı bir ça lışmayla ulaşabilecek atlayış momen tindeymiş gibi davranır, devrimin ob jektif koşulları gözardı edilerek kendi sübjektif niyetinin devrim için yeterli olduğu sanısına kapılır. Ya da proleter enternasyonalizmi Kürdistanda geli şen ulusal kurtuluş hareketini destekle meyi gerektirirken, bu konu es geçilir ya da şovence yaklaşımlar geliştirilir. Çünkü gençliğin kendine özgü ama kendiyle sınırlı alanın dışında bütün alanları kucaklayacak bir perspektif yoktur. Oysa ne uçkunluk ne de yapkınlık tek yanlı kaldığınde yeterlidir. Yapkınlık sosyal birikim momentlerinde ge reklidir ve ancak atlayış momentinde uçunluk ile sentezleştiğinde bir anlam kazanır. İşte bu bakış açısıyla aydın geçliğin uçun özelliği, proletaryanın yapkınılığı ile sentezleşmeli uygun mo mentlerde her öğrenci işçi kadar yapkm olabildiği gibi, her işçide öğrenci kadar uçkun olabilmeli. Yukarıda sö zünü ettiğimiz şekliyle bir sentezleşme, muhakkak ki bunu gerekli kılan, proleterya ideolojisinin savunucusu ve uygulayıcısı olan modern işçi sınıfı partisi içinde olacaktır. Öğrenci genç liğin düzenle olan kopuşmasının mad di temele oturması ancak işçi sınıf mer kezinde gerçekleştirilecek devrimle mümkün. İşçi sınıfının ise öğrenci gençliğin devrimcileşmesinden kaza nımı, öğrenci gençlik, kendi dar sınır ları içine hapsolduğu müddetçe asgari-
39
*P im d i zo rlu b ir görevle Türkiye öğrenci ge n çlik hareketinde büyük öneme sahip ve yolum uzu aydınlatan bize cesaret ve onur veren D ev-G enç geleneğini yaşatmak. Ve D ev-G enç ge leneğini proletaryanın devrim ci hareketiyle kay naştıracak b ir e y le m lilik ve güce ulaştırmak ve d i renişçi Dev-G enç hareketinin ulusal kurtuluş m ü cadelesiyle dayanışmasını yükseltm ek! Görev ba şına!
de kalacaktır. Bundan azami ölçüde devrim için faydalanmak ancak genç liğin mücadalesine bütünlüklü yaklaş mak ve işçi sınıfı ile bağını kopartma mak, pekiştirmekle mümkündür. Sosyalizm ve sınıf mücadelesi ayn ayrı ön şartlardan meydana gelir ve birbirine paralel olarak gelişir. Ne sos yalizm sınıf mücadelesini doğurur geli şir, ne de sınıf mücadelesi sosyalizmi. Sosyalizm öğretisi derin bir bilimsel bilgi temeli üzerinde gelişebilir. Bu öğ reti, mülk sahibi sınıfların genelde sa dece kendilerine tanınmış olan eğitim olanaklarından yararlanan bireyleri nin geliştirdiği, felsefe, tarih, iktisat te orilerinden gelişir, işçi sınıfı sadece kendi mücadelesi ile ancak sendikacı lık bilincini geliştirir, ekonomik müca dele ile sınırlı kalır. Bu alandaki müca delesi ona otoriteye her koşulda bo yun eğişten kurtulup, kollektif'diren me gereğini kavratır. Bu noktada bu alandaki mücadelesi, özünde filizlen me halindeki bilinci ifade eder. Oysa
işçiler arasında kendiliğinden gelişen sosyal devrim bilinci olamaz. Sınıf bi linci işçilere ancak dışarıdan iletilebilir. Bir taraftan işçi sınıfının kendiliğinden uyanışı diğer yandan da sosyalizm teo risi ile bilinçlenmiş devrimci gençliğin işçilere yaklaşma eğilimi varken, bu durumdan işçilerin siyasi bilince ulaş masını sağlamak, öğrenci ve işçi hare ketini reformizm batağından kurtarıp, her alanda devrimci perspektifi hakim kılmak için faydalanmasını bilmeliyiz. Bunu gerçekleştirmenin yöntemi ise, bütün sınıf ve tabakaların devletle, egemen sınıfla ilişkisi ve bu sınıf ve ta bakalann karşılıklı ilişkilerinden bilgi lenmek ve bilgilendirmek için yarar lanmaktır. Siyasi ajistasyon düzenin her somut örneği ele alınarak yürütül meli. Devrimci eylemde dar kapsamla yetinmek artık aşılması gereken ilkel liktir. Bu noktada düzenle çelişkisi olan her sınıf ve katmana bütünlüklü bir ajitasyon çalışması bizi bu ilkellik ten kurtarmanın ilk aşamasıdır. Öğ
• •
Q
iğ ren ci gençliğin m evcut , yukarı da açıklanan perspektifin hayata geçirilm esinde yetersiz kalmaktadır. Ö nüm üzdeki acilg ö re v/ m ü cadeledeki örgüt insiya tifini ,yaratılacak m erkezi örgütlenm e kanalı ile toplum un tüm ke sim leri ile sıkı bağlar kurmaktır. 40
rencilere önce sadece kendi alanlannın sorunlan doğrultusunda mücadele edin, eyleme gidin demek bu bakış açı sını hayata geçirmeye çalışmak, işçile re sadece ekonomik haklan için müca dele edin demeye benzer. Önce eko nomik mücadele daha sonra bu müca dele içinde siyasi bilinç kazanımı şek linde şematize edilebilecek aşama aşa ma biliçlendirme teorisi oportünist bir yaklaşımdır. Gelinen aşamada önümüzdeki gö rev kitlenin gelişen eylemciliğine ör gütlü olarak müdahale etmek, teorik ve pratik öncülüğü yakalamaktır. Şim diye kadar "Polis idare işbiriliği, Yöke hayır, Özerk-demokratik üniversite sloganlan çerçevesinde örgütlenen öğrenci hareketine daha geniş bir perspektif sunulmalı. Elbette ki düze nin uygulamalanna karşı en geniş du yarlı kesimi içine alabilen eylemlilikler örgütlenmelidir, ancak bu süreçte ni hai hedef bir tarafa bırakılıp, sadece reformlar için mücadele etmeyi ana hedef olarak belirlemek, devrimleri öncü konumundan, kitle kuyrukçuluğu konumuna düşürecektir. Unutul mamalıdır ki pratikte öncülük, ideolo jik öncülükle sağlamlaştırıldığında kalı cı ve sürükleyicidir. Reformlar ise dev rim mücadelesinin yan kazanımlarıdır. Mücadelenin ana eksenine oturtulmamalıdır. ' Öğrenci gençliğin mevcut örgütlü lüğü, yukarıda açıklanan perspektifin hayata geçirilmesinde yetersiz kal maktadır. Önümüzdeki acil görev, mücadeledeki örgüt insiyatifini yarat mak, yaratılacak merkezi örgütlenme kanalı ile toplumun tüm kesimleri ile sı kı bağlar kurmaktır. Kişilerdeki siyasi bilincin gelişmesi ancak her alandaki gelişmelere duyarlı olunması ve müdahele etmesi noktasında gelişebilir. Hepsinden önemlisi proletarya hare ketinin iktidar hedefinin öğrenci genç liğe kavratılması, "Yolumuz Direniş Hedef İktidar!" sloganını gençlik ey lemliğinin ana eksenine oturtabilmek tir. İşte, Direnişçi Devrimci-Gençlik (Direnişçi Dev-Genç) hareketinin ana sloganıda bu olmalıdır. Şimdi zorlu bir görevle karşıkarşıyayız: Türkiye öğrenci gençlik hareke tinde büyük öneme sahip ve yolumuzu aydınlatan bize cesaret ve onur veren Dev-Genç geleneğini yaşatmak. Ve Dev-Genç geleneğini proletaryanın devrimci hareketiyle kaynaştıracak bir eylemlilik ve güce ulaştırmak ve dire nişçi Dev-Genç hareketinin ulusal kur tuluş mücadelesiyle dayanışmasını yükseltmek! Görev başına! ■
Liselerde devrimci mücadele
Metin ÇAKMAK
Y
etişkin bir insanla bir liselinin dünyaya bakışı birbirlerinden çok farklı. Yol aynmlannm en yoğun bir şekilde yaşandığı li se çağı, insanın belki de en fazla "in san" olduğu çağdır. Henüz toplumu yeni yeni anlamaya başlamak, onun içinde kendine yer edinmek, duygu sallık, meslek seçimi, geleceğe güven sizliğin verdiği korku, umutsuzluk, li seliyi sancılı bir tünele sokar. Tüm bu koşullar altında beyinler tepkici bir yapı kazanır. Bütün iyi niye te karşın çarkların içinde parçalanmak sanki kaçınılmaz bir sondur onun için. Tüm bu söylenenler Eylül sonrasının yaz ortamında katlanarak yaşandı ve yaşanmakta. Tüm insanları tek tip yapmayı kendine olmazsa olmaz ilke edinen faşizm, ilerde başına en çok dert açacak yerleri iyi hesaplayıp fab rikalara ye okullara yüklendi. Liselere bakınca gördüğümüz durum Faşizmin başarısını göstermeye yeter. Türkiye'de Fmans-Kapital'in asa lak, hazır yiyici yapısı tüm yaşama ol duğu gibi eğitime de damgasını verdu. Kendi kökleri sağlam olmadığı için, ik tidarı altındaki kitlelere vereceklerini, kılı kırk yararak verdi. Sonuçta cehale tin yaşam biçimi haline geldiği ülkede üretimden kopukluğun, hazır topçulu ğun abidesi olan Finans-Kapital, kitle lere üretim için eğitim konusunda ne verebilir di ki? Tabii ki hiç bir şey. İnsan yeteneklerini katagorilere ayırıp, eğitmek şöyle dursun, varolan yetenekleri kısır bir sistemde parala yıp yok etti. İnsan üretici gücünü çar çur etmekte Finans-Kapitalimizle hiç kimse yanşamadı. Onyıllardır değişmeyen müfredat programlan, hafız yetiştiren ve öğren
ciye üretime yönelik hiç bir şey kazan dırmayan leseîerde okutulunca buna bir de Eylül rejiminin liselerde bekçi köpekliğini yapan faşist müdür ve öğ retmenler eklenince bu günkü tablo oluştu. Ve bu tablo geleneksel aile ya pısının 1 5 -1 8 yaş arası gençliğe verdi ği "değerle süslendi. Aileye karşı ba ğımsızlık savaşının verildiği bu dönem, onun bunalımlara en yakın olduğu dö nemdir. Tutunacak dalları sınırlı olan lise gençliğinin uyuşturucu kullanma ya yatkınlığı burdan gelir. Burjuva de ğerleriyle beslenen ve onun istemiyle şekillenen liseli gençte son seneye gel diğinde, üniversite stresi başlar. Üni versiteye girmek onun gözünde henüz çözüm olduğu için tüm yaşamı ona gö re programlanır. Eğer kazanırsa sorun üç dört sene ertelenmiştir. Kazana mazsa iki yol var. İşçileşmek veya lüm penleşmek (küçük burjuvaziye işçileş mek çok dokunur.) Sorunlann harman olduğu böyle bir ortamda resmi ideoloji lise gençliği ne ne aunar. Tüm topluma sunduğu nu. Tüm iletişim araçlannı insanlann politikleşmesini engellemeye ayırır. Onlara güzel kızlann boy gösterdiği dergiler, totolar, lotolar, halı sahalarda maçlar sunar. Bu arada hak yolunu bu lup kendini Allah'a adayanlar da az de ğildir. Daha önce söylemiştik, yeni şekil lenen beyinlerde dejenerasyon çok daha köklü olur, etkileri tüm yaşam boyu sürer. 8 0 -8 6 Dönemi en üst boyutlarda yaşanan rezalet 86'dan sonra toplum sal muhalefetin yükselmesinin de etki siyle yerini yavaş yavaş uyanışa bırak tı. Toplumsal muhalefetin yükselme siyle lisedeki öncü öğrenciler, devrim
ci harekete aktılar. Küçük çapta da ol sa yapılan eylemler, liseli gençliğin 1 Mayıs gösterilerine en aktif biçimde katılması bu uyanışın göstergeleridir. Çelişkilerin en derin yaşandığı yerler de en nitelikli insanlann çıktığı gerçeği liseler için de geçerli. Henüz yaşın kü çük olmasına karşın ona verilen en kü çük politik bilinç onu bir anda sıçrat maya yeter. Şark kurnazlığını henüz öğrenmeyen beyinler en saf ve kararlı şekilde mücadeleye katılır. İler tutar hiç bir yanı kalmayan lise eğitimine şurası kötü burası düzeltil melidir türünden bir yaklaşımı doğru bulmuyoruz. Devlet denetiminin üni versitelerden yüzlerce defa daha koyu olduğu liselerde demokratik mücade lenin başarı şansı hiç olmazsa yakın gelecekte yüzlerce defa daha düşük. Proleterya sosyalizmine düşen gö rev, liseli gençliğin işlevini abartmadan ama yabana da atmadan onun kendi bağımsız yapılanmasını yaratmaktır. Bu yaratılan yapı, işçi sınıfının mahal lelerdeki öncü, yolaçıcı katalizör etkisi ni kullanarak mahalle gençliği ile bü tünleşmeye gitmelidir.
YAŞASIN LİSELİ GENÇLİĞİN DEVRİMCİ MÜCADELESİ Aydınlanmızın yıllarca uğraşıp emekçilere anlatamadığı faşizmi, 8 0 Eylülü öyelisine çıplak ve dupduru an lattı ki herkes şaşa kaldı. Ençok şaşıran da kendi aralannda açıktı, kapalıydı, sömürge tipiydi diye tartışmayan ge neraller oldu. Makina başındaki işçiye, üretme nin onuruna, üniversitelerde yumruk laşan öğrenciye hükmetmenin bu ka dar kolay olacağını onlar bile düşün
41
medi. Aradan dokuz yıl geçti. "Zengi nin parası, fakirin çenesini yorar" he sabı çok yazıldı çizildi. Proleterya yazı ya çiziye bakmadı, fabrikasına ve sof rasına baktı. Ve vardığı sonuç kendi göbeğini ancak kendinin kesebileceği oldu. O kendi yatağında kendi bildi ğince çağrılı olduğu yere akacak. Yazımızın konusu onun akışına omuz verecek güçlerden birinin, liseli gençliğin durumu. 8 0 Öncesi liselere kısaca değinmekte yarar var. Bu gün artık 7 0 -8 0 arası devrimci harekete damgasını vuran tabakanın küçük burjuvazi olduğu bir çok anlayış tarafından kabul ediliyor. O dönemin dünya ve Türkiyesi, küçük burjuvaziyi ve onun en aydın, en atılgan ve kendi ni ezilen halkına en yakın hisseden ka
42
nadı olan öğrenci gençliği sıcak müca deleye çekti. Üniversitelerde başlayan dalga liselere yayılmakta gecikmedi. Kendi sınıf temelinin getirdiği normal bir sonuç olarak mücadeleyi teorik ço raklığın toprağında pratik ilkelliği bes ledi. Pratik çürüdü, tekrar çorak topra ğa gübre oldu. Bu genel karakter liselerde de en açık biçimiyle varlığını sürdürdü. Sınıf mücadelesini salt sivil faşistlerle çatış ma düzeyine indirgeyen anlayışlar için en uygun ortam üniversite ve liselerdi. Kalıplann dışına çıkmanın günah sa nıldığı, sınıf adına, sınıftan kopuk mü cadelenin gelenekleştirildiği bir ortam da üniversiteli gençliğin yanı sıra, liseli gençlik de altında ezileceği yükleri omuzuna aldı. Zengin semtlerdeki le-
selerden, devrimci şiddeti sonuna ka dar uygulayan anlayışlara, kahraman kadrolar yetişmesi raslantı olmasa ge rek. Tüm saygı duyulacak onur veren kavgaları bir yana liseli gençlik de önünde sonunda kazanacaklan, kay bedecekleri, aydınlığı, disiplinsizliği, üretimden kopukluğu ile küçük burju va idi ve Eylül mihengine öyle vurul du, Geçmişe ağlamak yasak. Olacak olanlar, olanlardan daha f^zla ilgilen dirmek bizi. Eylülden sonra olanlan tekrar hatırlatmak bıktırıcı olabilir. An cak genç olan, filiz halinde olan herşeyin, olumluya da olumsuza da daha du yarlı olduğunu gözönüne almamız ge rek ■
Dünya Komünist hareketinin sancıları
K
omünist Hareket zor günler den geçiyor. Son birkaç yıldır Dünya basını Çin, Sovyetler, Polonya, Macaristan, Yugos lavya olaylanyla dolup taşıyor. Üçün cü Dünya Ülkelerinin borçlan, Nikara gua devrimine yapılan saldınlar artık haber değeri taşımıyor. Emperyalist basın büyük bir gayret ve keyifle ko münizmin artık "iflas" ettiğini ispatla ma çabasında... Hergün yeni bir ha berle, Sosyalist ülkelerin nasıl en so nunda kapitalist ekonomi metodlanna boyun eğmek zorunda kaldıklan, bütün Dünyada tekrar tekrar duyuru luyor. Eski başkanlardan R.Nixon, se çimlerin hemen sonrasında "Bush'un gündemfni şöyle belirlemiştir. "Yeni Yönetim Avrupaya en yük sek dış politika önceliğini vermeli dir... "Doğu, Avrupa Batı Avrupa'nın doğal politik insiyatif alanıdır. Mütte fiklerimizin yorgunluğu bir ölçüde şu gerçeklikten kaynaklanıyor; Kırk yıldır onlann rolü olumsuz bir misyonla sınırlandmldı-Sovyet yayılmacılığını durdurmak. Bu yorgunluk, Demir Perde ötesindeki gelişen banşçıl deği şime; olumlu bir misyonla enerji harcıyarak giderilebilir." (Foreign Aftairs, 'T he Bush Agenda", R. Nixon) Emperyalizmin dış politikasının odak noktası Avrupa (yani Doğu Av rupa) olacaktır. Avrupada kırk yıldır durgun görünen "Kapitalizm-Sosyalizm sının" olumlu bir misyonla enerji harcanarak değişime zorlanacaktır. Batılı liderlerin, duygulu nutuklarla iki de bir ortaya attıldan "Berlin Duvan"nın yıkılması dileği bu sınır zorlama sının en nazik noktasıdır.
Emperyalizm böyle bir taktik yö nelişe yalnızca kendi isteğiyle giremez di. Bu konuda "kırk yıldır" hiç bir fırsatı zaten kaçırmamıştır. Ancak şimdi em peryalizmi böyle bir taktiğe çeken, Sosyalizmin tepe noktalanna tırma nan iç zorluklandır. Sosyalizm sınırları içinden emperyalizme heyecanla el sallayanlar çoğaldı. Üstelik bunlar "açıklık politikası" sayesinde artık em peryalizme oldukça rahat kur yapabili yorlar. Eskiden kapitalizmin, Doğu Avru pa'ya yönelik saldın yoklamalanna ku rulu bir yay gibi cevap veren Sosya lizm, son yıllarda bu gerilimden çıkmış görünüyor. Böylece Sosyalizm Sosya lizm olmaktan mı çıktı? Yoksa kendi sistem temellerini daha soğuk kanlı es nek tepki gösterecek ölçüde güçlen dirdi mi? Konumuz Emperyalizm ve Sosya lizm karşılıklı taktik yoklarnalan değil Dünya Komünist Hareketinin sancılanna genel nedenleri çerçevesinde yak laşabilmek, daha derinliğine irdeleme ler için bir çıkış noktası belirliyebilmektir.
SORUNUN KONULUŞU 1917'd en beri Dünya Komünist Hareketi nitelikçe başlıca iki bölüğe aynldi: İktidarda olanlar ve iktidar için mücadele edenler. Dolayısıyla Komü nist Hareketin içindeki partilerin prob lemleri ülke özelliklerine göre ayncalıklar göstermekten öteye sistem farklılıklanndan gelen yepyeni sorunlarla yüzyüzedir. Bu süreç II. Dünya Savaşı sonrasında daha zengin bir nitelik ka zandı. Böylece Kapitalist Ülkelerdeki
Komünist Partilerini iktidar için müca delede izledikleri yol en iyi biçimde ta nımlarken; iktidann alındığı ülkelerde sosyalizmin kuruluşu için izlenen yol partilerin yapısının gerçek mihenk taşı olur. İkinci cümlecik şu soruyu peşin den getirir: İktidara proleterya adına el koymuş bir parti, sonraki süreçte, sınıf yapısında bir değişime uğrayabilir mi? Daha açık soralım; iktidar yıllannda ya da sosyalizmin kurulma sürecinde par ti, genel olarak halktan, özel olarak proletaryadan kopuşabilir mi? Polon ya deneyi bu soruya olumlu cevap ver memizi gerektiriyor. Evet, kopuşabilir. Bu cevapçık 7 0 yıllık Sosyalizm deneyi dikkate alındı ğında gerçekten yepyeni sorunlarla yüzyüze olduğumuzu vurguluyor. Sos yalizmin kuruluş için mücadele yıllannda proletaryadan kopuşan bir "prole tarya partisi"! Bu paradoks bugün bir emperyalist propagandası ya da uy durması değil, Komünist hareketin pratik akışında karşımıza çıkan açık bir gerçekliktir. Öyleyse üstünden atlanamaz. Çözümlenmelidir. Bugün birkaçı hariç bütün sosya list ülkelerde "reform'un uygulamalan gündemde. Bir kabuk değiştirme san cısı yaşanıyor. Polonya bir uç örnek, onun ardında Macaristan bekliyor. Sovyetlerde şimdilik "aşın" yönelişler gözlenmiyor. Bu kabuk değiştirme sancılan elbetteki yalnızca pratik, pragmatik yönelişler olmakla kalmı yor, kendi teorik yaklaşımlannı da ya ratıyorlar. İşte tam bu noktkada onyıllann sessiz birikimi gürültülü bir patla mayla etrafa saçılmıştır. Pek çok "ta bu" konu tartışma gündemindedir. Sosyalist mülkiyet biçimleri "pa zar" ekonomisi, sanayide bile özel giri-
43
şimciliğe dönüş, uluslararası planda sı nıf mücadelesinin reddi, devrimler dö neminin kapanıp evrimci değişimi tek gelişme yolu ilan etmek, militarizmsiz kapitalizm ve Yeni Sömürgecilik ol maksızın emperyalizm, hatta tekelci kapitalizmin "çürüyen” değil, belki de "kapitalizmin gerçek gelişme biçimi" olduğu tezleri, Komünist dünyada kı yamet alemetleridir. Bu tabloya Batı kapitalist anayurtlanndaki komünist partilerin çoktan katılaşmış antiMarksist görüşlerini de eklersek Dün ya Komünist Hareketinde bir çöküşden bahsetmek hiç de abartmalı bir değerlendirme olmayacaktır. Çöken nedir? Boyutları ve çıkış yolları nelerdir? Önümüzdeki yılların gündemindeki konular bunlardır. Bu konuda taslak düşüncelerimizi formü le etmeden, Komünist hareketin tari hinde yaşanmış önceki çöküşlere de ğinelim.
hayati tehlike karşısında savaşa başla yabileceği; (5) hükümetlerin bir prole ter de vriminden korktuklan; (6) hükü metlerin Paris Komününü (yani sivil savaş), 1 9 0 5 Rus devrimini hatırlama ları gerektiği" (lenin, Cilt 2 1 , s. 2 1 3 ) tespit edilmişti. İki yıl sonra savaş patladığında II. Enternasyonel partilerinin büyük bir çoğunluğu Basel Kongresi kararlannı unuttular ve proleteryanın sınıf çıkar larına, kendi burjuvazilerinin hatm için, ihanet ettiler. Herşey bu iki yılda mı birikti? S a vaşın olağanüstü koşullan mı Komü nist partileri bozguna itti? Tarihi ger çeklikler bu büyük çöküşün ardında uzun birikim yıllannm ve emperyaliz min, kapitalist ekonomilerde yarattığı yapısal değişikliklerin olduğunu ortaya koyuyor. "Bununla birlikte, "banşçıl" on yıl lar kendi izini bırakmaksızın geçip git medi. Bu yıllar kaçınılmaz olarak bü tün ülkelerde oportünizmin yükselme sine neden oldu ve onu parlementolar, sendikalar, basın ve diğer "liderler" arasında egemen hale getirdi. Devrim ci Proletaryayı çökertmek ve zayıflat mak için çırpınan tüm burjuvazi tara fından her yolla desteklenen oportü nizme karşı şu ya da bu biçimde uzun ve dişediş bir mücadelenin verilmediği tek bir Avrupa ülkesi yoktur. Onbeş yıl Önce "Bernştayn" tartışmasının baş langıcında, aynı Kaustky, oportünizm bir tepki olmaktan bir eğilime dönü şürse, bir bölünmenin yakın olduğunu yazmıştı." (Lenin , Çilt 2 1 , s.98). 1870lerd en sonra Avrupa’da uzun banşçıl yıllar başlamıştır. Bu aynı yıllar "hareket herşey amaç hiçbir şey dir" parolasını atan Bernştayn oportü nizminin doğuş ve serpiliş yıllandır. Komünizm nihai amacını günlük çı karların dar ufkunda boğan ve inkar eden Bernştayn "banşçıl" on yıllann
oportünist birikiminin bir bakıma baş langıç noktasıdır. Dolayısıyla savaşa karşı Basel Kongresinde olumlu karar alabilen II. Enternasyonal partileri as lında on yılı aşkın süredir oportünizm mikrobuyla boğuşmaktaydılar. Sava şın olağanüstü koşullan uzun banşçıl yıllann sivriltemediği sorunlan bir an da üste çıkartmış, Enternasyonel par tilerinde oportünizmin aktığı derin ka nallar birden patlamış, çürümüşlük bü tün iğrençliğiyle gözler önüne serilmiş tir. Demek ki II. Enternasyonali çökü şe götüren nedenlerden birisi, uzun yıllar, içinden geçtiği "banşçıl" on yıl lardır. "Bu yıllar kaçınılmaz olarak bü tün ülkelerde oportünüzümin yüksel mesine neden" olmuştu. Ancak böyle geniş boyutlu bir yıkılış için yalnızca uzun banşçıl yıllar yetmezdi. Emperyalizm dönemi oportünist eğilimlere bir bakıma sağlam maddi temeller hazırlanmıştır. "Oportünizm, İLK BÜYÜK ÇÖKÜŞ: kapitalizmin gelişiminin özel nitelikli IL ENTERNASYONAL bir döneminde onlarca yıllık süreçte peydahlandı; bu dönem diğerlerine Lenin "II. Enternasyonalin Çökü göre banşçıldı ve imtiyazlı işçi tabaka şü" broşürünü Mayıs 1 9 1 5 'te yazdı. sının kültürlü yaşamı onlan "buıjuvaEnternasyonal üyesi partilerin savaşla laşürdı" onlara uluslar kapitalistlerin birlikte "anavatanın savunulması" tak sofrasından kırıntılar vardı ye yoksul tiğine sürüklenmeleriyle proletarya ve perişan yığınlann acılanndan, dert nın vatan tanımaz uluslararası örgüt lerinden devrimci ruh halinden kopar lenmesi çöktü. Oysa Balkan savaşı ne dı." (Lenin, cilt 2 1 , s. 2 4 3 ) "Burjuvaladeniyle Kasım 1912'd e toplanan II. şan" imtiyazlı işçi zümresi emperyalist talanın yaratığıdır, ezilen uluslann za Enternasyonal olağanüstü Basel rarına, bu yağmadan kmntı çöplenen Kongresinde; "(1) savaşın ekonomik ve politik kriz yaratacağı; (2) işçilerin ve işçi sınıfının genel kitlesinden ko pan ona yabancılaşan bu aristokrat iş savaşa katılmayı ve kapitalistlerin çi zümresi oportünizmin maddi daya kârları için birbirlerini vurmayı bir ci nayet olarak kabul edeceği; savaşın işnak noktası olmuştu. ıçiler arasında öfke ve isyan uyandıra On yılların birikimi ve oluşumu, cağı; (3) sosyalistlerin görevinin, halkı savaşla bütün örtülerinden sıynlmıştır. ayaklandırmak ve kapitalizmin yıkılışı "Bu çöküş, Sosyal-Demokrat par nı hızlandırmak için bu krizden ve işçi tilerin ulusal işçi partilerine dönüşü lerin ruh halinden yararlanmak oldu mü, oportünizmin tam bir zaferi anla ğu; (4) istisnasız bütün hükümetlerin mına gelmekle birlikte, aslında, İkinci Enternasyonalin bütün tarihsel döneminin-ondokuzuncu yüzyılın kapanışı ve yirminci yüzyılın başlangıcı-bir so nucudur. Bu dönemin objektif koşullaL / a h a açık soralım; iktid ar yıllarında ya da sos n-Batı Avrupa burjuva ve ulusal devrimlerinin tamamlanmasından sosya ya lizm in kurulm a sürecinde genel olarak list devrimlerin açılışına geçiş-oportünizmi yarattı ve besledi" (lenin, Cilt 2 1 , halktan özel olarak proletaryadan 6 ). mi? Polonya deneyi bu soruya o lu m lu cevap ver s. 25Özetlersek, II. Enternasyonalin m e m izi gerektiriyor. Evetkopuşabilir. Bu cevapçöküşünü başlıca üç koşulun yanyana çık 70 y ıllık Sosyalizm deneyi dikkate alındığında gelmesi hazırlamıştır. İlki, uzun banşçıl on yıllardır, İkincisi; emperyalizm ça gerçekten yepyeni sorunlarla yüzyüze olduğu ğının işçi sınıfr içinde aristokrat bir zümre yaratması, üçüncüsü; burjuva m uzu vurguluyor.
,
,
44
devrimleri çağının kapanıp, sosyalist devrimler döneminin açılmasıdır. Ar tık egemen olan burjuvazi "her yolla" sınıf içinde oportünizmi besleyip kışkırtabilmiştir. Hatta tarihi ve siyasi olarak eyleminin başça yönlerinden birisi bu olmuştu. Çöküşen teorik cephaneliğe de göz atarak tabloyu tamamlayalım. Banşçıl geçiş umutlan; proletarya dikta törlüğünün reddi, "demokrasi'nin (burjuva demokrasisinin) kutsanması, ultra emperyalizm" tezleriyle emper yalizmin yüceltilmesi, çelişkisiz, çatışmasız bir şekilde "süper emperyalizm'min, Dünyayı banşçıl sömürme sinin ve geliştirmesinin mümkün oldu ğu görüşleri, o yıllar oportünizmin, II. Enternasyonal döneklerinin bayrağı na yazılmıştır. Savaşla birlikte aynı bayrağa "vatan savunması" ya da şo venizm de yazılınca çöküşü ilan etmek kaçınılmaz olmuştur. Uluslararası işçi hareketinin önünden bu çürümüş cesedi ancak 1 9 1 7 Rus Devrimi'nin patlamasıyla hızlanan Avrupadaki devrimci kabarış süpürebilmiştir. III. enternasyonali ya ratan dönem, II. Enternasyonel yılla rından bambaşka karakterdedir. Bu yıllar derin ekonomik krizlerin ebelik yaptığı devrimci atılım ile faşizme kar şı mücadelenin içiçe geçtiği yıllardır. III. Enternasyonal, kimi önemli hatalarına rağmen, uluslararası prole tarya mücadelesinin şanlı, unutulamaz yıllarının adı oldu.
İKİNCİ KRİZ: SOVYET-ÇİN KOPUŞMASI VE "AVRUPA KOMÜNİZMİn II. enternasyonalin çöküşünden sonraki yıllar savaş ve kriz yıllanydı. Avrupa'da en azından iki on yıl devrim ve faşizm ölümcül savaşa girişti. II. en ternasyonali içten çürüten "barışçıl" on yılların tersine III. Enternasyonal yıllan adeta düşüncenin olaylann hızı na yetişemediği yıllar oldu. Komünist Enternasyonal sonrası yıllar ise, II. Enternasyonal yıllanna benzedi. En genel tarihi gidiş açısın dan I. ve III. enternasyonal yıllannı, öte yandan da II. Enternasyonal yıllan ile 1950'ler sonrası benzetmek hatalı olmaz. Bu dönemlerin farklılığı dev rim ve evrim arasındaki farklılığa denk düşer. Bu iki temel sosyal gelişim yolu nun bambaşka özellikleri, kaçınılmaz bir şekilde ortamın içindeki partileri de etkilemiştir. 1 9 5 0 sonrası yıllan, II. Enternas
yonal yıllanndan ayıran elbetteki çok önemli özellikler vardır. Bu özelliklere gelmeden, Komünist Harekette önemli bir kriz yaratan Çin Sovyet kopuşmasının kapsamına değinelim. 1 9 6 3 'te şiddetlenen polemikler bir kaç yıl sonra kopuşma ile sonuçlan mış, Çin, Sovyetler Birliğini "emper yalist" ilan ederek karşı-devrim saflannda görmeye başlamıştır. Bu kopuşmanm, Dünya Komünist Hareketinde önemli bir kargaşa yarattığı açıktır. Ancak bu kaosun tek nedeni yalnızca Çin ve Sovyetlerin kopuşmalan ger çekliği değil, bizzat polemikleri böyle bir kopuşmaya götüren ortam ve olay lardır. Çin Sovyet çatışması, teoride Stalin'in ölümünden sonra S B K P politika sındaki değişimler pratikte de Küba krizinde Sovyetlerin tavn kışkırtmış tır. 2 2 . Kongresinde kabul edilen yeni programla SB K P , o güne kadar Batı Avrupa komünist partilerince savunu lan "barışçıl geçiş" tezlerini açıkça be nimsediğini ilan etmiş oldu. Küba krizindeki geri çekiliş ise Çin tarafından, Amerikaya "teslimiyet" olarak görüldü. Sonuçta belli konularda sivrilen bir siyasi çatışma başladı.,* "Uluslararası komünist hareketin genel çizgisi,tek yanlı bir görüşle, "ba rış içinde birarada yaşama", "banş içinde yanş" ve "barış içinde geçişe" inodirgenirse bu, 1 9 5 7 Deklarasyo numun ve 1 9 6 0 Bildirisinin devrimci ilkelerine aykm hareket etmek, Dünya Proleter Devriminin tarihsel görevini hiçe sayma ve Marksizm-Leninizmin devrimci öğretilerden ayrılmak de mektir." (ÇKP'nin SEKP'ne Mektubu, 1 4 .7 .1 9 6 3 ) ÇKP- genel olarak "barış'çı tezlere karşıdır. Çünkü "çağdaş kapitalist dün yanın bünyesindeki çelişmelerin geliş mesinin, emperyalist ülkelerin birbirleriyle yoğun ve dönülmez bir savaşı ma girecekleri yeni bir duruma zorun lu olarak yol açacağına (a.y.) inan maktadır. Öte yandan, "dünya sosyalizm sis temiyle kapitalizm sistemi arasındaki çelişmenin "ekonomik yarış"ın gidişi içinde kendiliğinden ortadan kalkaca ğını (a.y) savunan görüşlere karşı çıkan ÇKP haklı olarak başka bir alternatif ileri sürür: "Bu yüzden, Dünya Proleter Dev riminin tüm amacı bir bakıma, Dünya nüfusunun ezici çoğunluğunu oluştu ran bu bölgelerdeki (Asya, Afrika, La
tin Amerika b.n.) halklann devrimci savaşımlannm sonucuna dayanmak tadır." (a.y) ÇKP'nin SB K P ile giriştiği pole mik, yalnızca SBKP'nin "banş içinde birlikte yaşama" politikasının farklı yo rumlan seviyesinde görülürse, dünya devrimci sürecinde yaşanmakta olan objektif değişimler dikkate alınmamış olur. Çin'in o dönem politik saldmlannın diğer önemli hedefi Avrupa komü nist partilerinde yaşamakta olan geli şimdi. Hemen hepsi sosyalizme "banşçıl" hatta "parlementer bir geçişi" savunmaya başlamışlardı. Aynı za manda kaçınılmaz bir şekilde "demok rasiyi" dokunulmaz tabu olarak görüp onu sınıf temellerinden kopanp kutsallaştmyorlardı. Oysa bu pek "de mokratik" ülkeler Asya, Afrika, Latin Amerika halklarına yeni sömürgecilik tuzağından başkasını layık görmüyor lardı. O nedenle çatışma özünde Çin ile Avrupa Komünist partileri arasınday dı. Y a da yeni sömürgeciliğin artıklanyla yeniden uyuşturulmaya başlanan batı proleteryası ile Batı'ya baş kaldır mış olan ezilen halklar arasındaydı. Bu çatışma ortasında, SB K P -Çin'in tehli keli noktalara varan görüşlerine karşı (savaşın kaçınılmazlığı görüşüne karşı) mücadele etmemekle kalmamış, bu saçmalıklan desteklemiştir de. İşte bu noktada mücadele "Çin-Sovyet çatış m asın a dönüşmüş ve iki yönlü bir kopuşmayla sonuçlanmıştır. Çın, Sovyetleri "emperyalist" ola rak niteleyerek kopuşmuş; daha son raki yıllarda ise Batı partileri "Avrupa komünizmi" parolasıyla, komünist partiler soyut bildiriden başka bir şey üretmeyen toplantı komedisine son vererek Sovyetlerden "bağımsız'laşmışlardır. 1 9 6 3 -1 9 7 0 arasında olgunlaşan bu iki uç kopuşma Dünya Komünist Hareketinde yeni önemli bir sancının açık kanıtlanydı. O günlerin koşullanna bir göz ata rak, olayın biraz daha derinliğine in meye çalışalım. Batı'da ekonomik gidiş eski "barış çıl yıllan" geri getirmiştir. Ekonomik gelişme, işçi ariktokrasisini yeniden canlandırıp beslemiştdir. Üstelik işçi demokrasisi artık, egemen burjuvaziy le kol kola devleti yönetmek gibi önemli bir deneye de sahiptir. İngilte re, Almanya, İsveç'te Finans kapitalin gözlerini yaşartan deneyler yaşanmış tır. II. Enternasyonal partilerinin iha
45
netleri kolay unutulacak bir deney ol mamasına rağmen, III. Enternasyona lin Avrupa partileri daha 1955'îerde taktik sapıklığa düşerek, sosyalizme "banşçıl geçiş” yolunda sıralanmışlar; sanki II. Enternasyonalin hatalannı tekrarlamaya soyunmuşlardır. Bu dönüşü yalnızca, başlıyan banşçıl yıllarla, açıklayanlayız. II. Enternasyonal partilerinin dev rime ihaneti Avrupada faşizmin tırma nışı için imkan yarattı. O dönemin ka labalık Sosyal-Demokrat partileri fa şizmin önünde kirli bir yolluk oldular. Üstlerine basılıp geçildi. Ancak uzun faşizm yılları mücadele ufkunu prole tarya devriminden Burjuva demokra sisine geriletince, III. Enternasyonal partileri ile ihanet damgalı II. Enter nasyonal partileri taktik ittifaklarda yanyana geldiler: Faşizmin korkunç pratiği, komünist partileri içinde de bir kere daha, II. Enternasyonal yılların daki gibi, "demokrasi sevdasını tutuş turdu. Burjuva demokrasileri idealize edildi hatta sosyalizme geçişin rahat, zahmetsiz bir basamağı olarak görül dü. Netice olarak, faşizm yıllan Avru pa komünist partilerinin devrim ufku nu köreltmişti. Dönüşe ikinci neden, II. Dünya Savaşı sonrası yıllarda Sosyalizmin tartışılmaz saygınlığı ve gücüdür. Bu güç "barışçıl geçiş" rahat yastığında uyuklamak için gerekçe oldu. Bu iki neden, komünist partilerin deki taktik sapkınlığın hemen 1950'ler sonrası başlamasını açıklar, ancak ardından gelen uzun yıllarda koyulaşarak daha geri noktalara var masını yeterince anlatmaz. Burada üçüncü nedene, kapitaliz min 19501er sonrası yaşanan "refah" yıllarında işçi sınıfının yapısındaki de ğişimlere gelinir. Yeni sömürgecilik ve bilimsel teknik devrimle proletaryanın saflarında masa-hiz-met işçilerinin sa yısı hergün artmıştır. Sınıfta aydınlaş ma artarken bu beraberinde uzlaşma eğilimlerini de beslemiştir. 'Sınıfın ya pısında bu yöndeki değişim eğilimi esas olarak devam ettiği için yıldan yıla komünistlerin sosyal-demokratlaşması yükse-len bir hızla devam etmiştir. II. Enternasyonal yıllarının aris tokrat işçi zümresi 1955'ler sonrası hem daha yaygınlaşmış, hem de sınıf içinde masa başı çalışanları- "beyaz yakalılar" yıldan yıla artmıştır. Batı'da sınıf mücadelesinin orta. mi; sınıfın yapısındaki tedrici değişim ve üst üste yığılan barışçıl yıllarla do nuklaşıp parlementer hayallerle zehir
46
lenmişken, "üçüncü dünya"da akan süreç bambaşkaydı. II. Dünya Savaşı nın bitimiyle Avrupa durulurken, ısını yordu. Mücadele ortamları tam anla mıyla taban tabana zıttı. Bu objektif zıtlık kendini teorik se viyede "üç dünya teorisi" nin saçmalık ları bir yana, bu teori, ulusal kurtuluş savaşlannın öneminin, sınıf mücadele sine kayıtsızlaşan batı proletaryasına duyurulma çabasıydı. Bu çaba saçma lık noktasına varan abartmalarla, sa vunmaya çalıştığı ulusal kurtuluş sa vaşlarına zarar verinek gibi bir sonuca varmıştır. 1963-70'Ler arasında ve sonrasın da Dünya Komünist hareketi içindeki sancınn iki kutbunu şöyle tanımlayabi liriz. Komünist hareketi; bir yandan ulusal kurtuluş savaşlarından gelen köylü yada küçükburjuva devrimciliği etkilenirken; öte yandan Batı'da "re fah" yıllannı yaşayan kapitalizmen alıklaştırdığı imtiyazlı işçi kesimlerinin reformist hayalleri etkiliyordu. Ezilen halkların devrimciliği radi kal parolalara sarılırken, batıda prole tarya "barış" bayrağı altında burjuva demokrasisi afyonuyla iyice uyuşturul muş olarak bu radikalliğe korku ve tik sintiyle bakıyordu. Ancak mücadele araçlanndaki devrimcilik Sosyalizme gidişin hiçbir zaman teminatı olmamıştır. Çin, bir yandan üçüncü dünya halklarının mü cadelesini tek odak noktası olarak gö rürken, öte yandan bu halklan en önemli müttefikleri Sosyalist sistem den koparmaya kalkarak kendi tutar sızlığını açığa vuruyordu. Bu, milli bur juvaziye "sempatiyle bakan küçükbur juva (köylü)eşitçiliğinin Sosyalizm yo lundaki kararsızlığının kendini açığa vurmasından başka bir anlamı gele mezdi. Çin'deki bu dönüş, aslında o yıl larda emperyalizmden bağımsızlaşan bazı üçüncü dünya ülkelerindeki genel sancının bir dile getirilişiydi. Onlar sos yalizmi kurmaya bile girişmeden kendi kapitalizmlerini çok az sağlamlaştır dıktan sonra yeniden emperyalizmin ağına takılmak için kapitalizm okyanu suna daldılar. Özetlersek, Komünist harekette ikinci çöküş değilse bile krizin en genel anlamı, küçükburjuva devrimciliğiyle, imtiyazlı işçi zümrelerinin sosyal eği limlerinin Marksizm zemininden kopuşmaları,.ya da bir süreci anlatmak is tersek böyle bir kopuşmaya kuvvetle yönelmeleridir. Dünya ölçüsünde Finans-Kapitalin ilk doğuş ve palazlanışı II. Enternas
yonalin çöküşünün maddi koşullannı yaratmıştı. 1950'ler sonrası ise, aynı Finans-kapitaî, çöken klasik sömürge ciliğin yerine yeni sömürgeciliği geçi rerek, tıkanan, kapitalist ekonomileri bilimsel teknik devrimle Sosyalizme karşı savunarak kendine yeniden çeki düzen verdi. Onun bu başansı, Avrupa komünizminin ve ulusal kurtuluş sa vaşlarının sosyalizme yönelişte yalpalanmalannın maddi temeli oldu.
ÜÇÜNCÜ KRİZ: İKTİDARDAKİ SOSYALİZMİN KİRİZİ Kapitalizmin etkisinin asgari ölçü lerde olduğu Sosyalist ülkelerde ne kri zi olabilir? Sosyalizm "krizsiz gelişi min" yolu değil miydi? Gorbaçov yeniden yapılanma ey lemine giriştikten sonra konuşmalannda sık sık "çürümenin bu boyutlarda olduğunu bilmiyorduk" demek zorun da kalmıştır. Bizler için ise sosyalist ül keler en genel bilgilerden öteye hep bi linmez kaldı. Sosyalist ülkeler kendi gerçek durumlarının açıklamayıp olumluluktan dünyaya duyurmakla ye tindiler. Şimdi gerçekliklerin perdesi aralındıkça yada aralanmak zorunda kaldıkça Sosyalist ülkeleri daha iyi ta nıyoruz. Ve Gorbaçov'un sözlerini tek rarlamaktan kendimizi alamıyoruz: Çürümenin bu kadarını hayal bile ede mezdik! 1980'lerde dünya komünist hare ketinin en önemli bölüğünde, sosyalist ülkelerde, gizlenemez sancılar ortaya çıkmıştır. Olayların boyutlan kendini ortaya koydukça sorunun, kimi aksamalan düzeltmekten öteye olduğu, köklerinin derin çözümünün zor ve acılı olacağı anlaşıldı. Sosyalist ülkelerdeki sorunları doğrudan kapitalizmin durumuyla açıklamak elbette mümkün değil. Ka pitalizmin bu sancılara dolaylı etkisi olabilir. Bu anlamda iki gelişmeden söz edilebilir. Sosyalist ülkelerdeki krize sebep olan değil, ancak oradaki birikimin açığa çıkmasında bir ölçüde rol oyna mış olan iki gelişmeden birisi ulusal kurtuluş savaşları döneminin kapan mış olmasıdır, hatta yalnızca kapa makla kalmamış, bağımsızlaşan ve sosyalizmle dost olan bu ülkelerin önemli bir bölümü yeniden emperya lizmin saflânna katılmıştır. Böylece II. Dünya Savaşı yıllanndan beri oldukça hızlı bir gelişim gösteren Sosyalizmin dünyadakti yayılması duruyor, daha
\
.
doğrusu bir kaç adım geriliyordu. Sos yalizmin yayılma hızının kesilmesi ka çınılmaz bazı sonuçlar doğurmuştur. Gelişim bazı sistemdeki zayıflıktan ör terken, gerileme başlayınca bu zayıf lıklar kendilerini daha kuvvetli hisset tirmeye başlamıştır. İkinci neden, kapitalizmin son kırk yıldır bazı önemli krizler yaşama sına rağmen gelişebilmesidir. Kapita list sistem Dünyada alanca daralmaya başladıkça üretimce yoğunlaşıp derin leşme yolunu seçmiştir. Bir bakıma Sosyalizm ekstansif bir yayılma yaşar ken, kapitalizm entensif bir derinleş meye zorlanmıştır. Bu, üretim tekni ğinde olağanüstü sıçramalar yaratmış tır. Böyle bir gelişimin Sosyalizmi etki lememesi, hatta onu kuşatıp baskı altı na almaması düşünülemezdi. Bu iki neden Sosyalizmin sancılannı açığa çıkmasını hızlandırmıştır. Ancak bu sancıların nedeni olamaz lar. Onlar bütünüyle Sosyalizmin ken di gelişim sürecinin ürünüdür. Önce Sosyalizmde sancılann ken dini ortaya koyuşundan başlayalım. Ekonomide; teknik gerilik, tüke tim mallarında kıtlık ve kalite düşüklü ğü, üretimin artık böyle gitmeyeceğini gösteriyor. Mülkiyet ilişkilerinde; "sahipsiz" yada soysuzlaşan bir devlet mülkiyeti. Ancak bu mülkiyet ilişkisine aşağıdan, sıradan halk yönünden bakınca, dev let mülkiyeti el değiştirmiş görünüyor. Katı bürokratik yapı üretim araçları nın da "sahibi" olarak görünüyor "Gö rünsün, nasılsa aslında öyle değil" de nilebilir. Ancak bu görüntü, değil sınıf sız topluma ilerlemek, sınıflaşmanın soysuzlaştmcı etsini sürekli canlı tutan bir sonuç yaratıyor. Politikada; ağır, pahalı, bürokra tik bir devlet ve elbette bunun mantıki sonucu yığın insiyatifinin çürümesi, yani ölü yada donmuş halk demokra sisi. Bu sonuçlan gidermek için alman önlemlere gelince; Sosyalist ülkelerin yapısına göre önlemler elbetteki deği şiyor. Biz Sovyetleri temel alacağız. Konumuz genelliği açısından de taylara girmeyeceğiz, alman önlemle re baktığımızda sosyalist sistemin do kunulmadık alanının kalmadığını gö rüyoruz. üretimden yığın örgütlenme lerine kadar herşey krizden payını al mıştır. Ekonomide, işletmelerin "kendi kendini finanse etmesi" prensibi be nimsenmiştir. Kendi kendini öldüren planlamadan kısmi "pazar" koşulları
na dönüş. Bunun anlamı ihtiyaçtan, tüketici tepkisinden kopan üretimin, kaçınılmaz şekilde korkunç savurganlı ğa kapı açmasıdır. Tüketilmeyen mal yığınlannın yanında, ihtiyaca karşılık veremeyen kıt üretim. Planlama, bü roda hesaplama olarak uygulanınca, kapitalizmin kar için üretim hastalığı nın yerini, plan için üretim almıştır. Fa kat planın ihtiyaçlara ne ölçüde cevap verdiği, daha da öteye üretilen malın kalitede ihtiyaca karşılık verip verme diğini kontrol eden mekanizmanın yokluğu plan ve israf kelimelerini eş anlamlı hale getirmiştir. Yine ekonomide, özellikle küçük üretim ve hizmet alanlanndaki tıkanışa çözüm olarak özel girişime izin veril miştir. Tamir bakım eğlence, taşıma vb. alanlarda "devlet" memurluğu yada işçiliği yürümüyor. Özel girişim dene necektir. Tanm da, atıl duran iş gücünü ha rekete geçirmek için toprak kiralama serbest bırakılmıştır. Mülkiyet .ilişiklerinde, çatıştığı fab rikadan hisse satın alabilmek, 5 0 yıl toprak kiralayabilmek, gibi önlemlerle özel mülkiyetin tılsımından medet umulmaktadır. Politikada, genel yığın insiyatifini harekete geçirmek için yollar bulunup uygulanmaya çalışılıyor. Bulunamaz sa Polonya'da olduğu gibi yığınlar ken dileri bazı çözümler dayatabiliyor. Dönmüş halk demokrasileri canlanı yor. Bu kısa özetlemeden sonra Sosya lizmin sancılannm nedenlerine gele lim. Birinci ve temel neden, Sosyaliz min kuruluşuna başlanırken, devir alı nan geri mirastır. Sosyalizm gelmiş bir kapitalist ülkede değil, Avrupanm en geri ülkesinde kuruldu. Bu genel karekter sonraki deneylerde de değişme di. Geriliğin, Sanayi ve tanmda - ki üretici güçlerin ilkelliği anlamına geldi
ği açık. Üretici* güçler modem çağda başlıca iki bölük: teknik ve ihsan. Tek nik geri olunca insan üretici gücün de bu ülkelerde çok geri seviyelerdeydi. Kapitalizm bir kaç yüz yılda üretim sü recinde keskin bir iş disiplini yaratmış tır. Oysa Rusya ve diğer ülkelerde bu disiplin kurulmadan Sosyalizmin ku rulma yoluna çıkılmıştır. Kapitalizm koşullannda, kapitalist iflas, işçi ise aç lık korkusuyla terbiye ediliyor. Sosya lizmde ise en önemli silah bilinç. Bu nun ezberlenmesi değil, tüm davranışlan belirleyecek şekilde sindirilmesi, deneylerin gösterdiği gibi uzun bir sü reci kapsıyor. Gerçek bilinçlenme ye rine cansız formüller ve talimatlar ge çirilince üretime kayıtsızlık en öldürü cü sonuç oluyor. işçinin, üretim sürecine gerçekten yaratıcı bir şekilde katılmasının her an yeni yollan bulunup denenmedikçe, Sosyalizmin şah daman kesilmiş olur. Sosyalizmin bugüne kadar ki deneyi, işsize iş bulmak ve iş güvenliği sağla maktan çok öteye gidememiş. Türkiye devrimcileri bizim "devletçi - lik "dene yimizi iyi tanırlar. Özel sektöre göre daha "güvenli",bir yumurtanın on kişi ye taşıtıldığı hantal işletmelerdir. Sos yalizmin kollektif mülkiyeti böyle bir soysuzlaşmaya uğramıştır. Kırda ise, binlerce yılın geleneğiy le yüklü küçük köylülük, kısa zamanda kollektif üretime "ikna olamıyor, ve bu konu Sosyalist ülkelerin en zayıf nok tasıdır. Bu geri mirası Sosyalizm içinde eğitmek ve modernleştirmek zor ve sancılı bir süreçtir. En küçük kestirme cilik, üretimde bir düşüş, üretici güçle rin israfı biçiminde karşı tepki üreti yor. Bugünkü sancılann ikinci nedeni demokratik devrim süreçlerinin zor lanmasıdır. Bunu şehirde küçük hiz metlerin özel girişime devrinden, kırda toprak kiralama imkanının tanınma sından çıkartabiliyoruz. Hele Polonya
Ik tid a rd a k i sosyalizm in sancılarıyla Dünya Kom ü nist Hareketinin k riz i tepe noktasına çıkmıştır. çükburjuva zorlam aları ve aristokrat işçi e ğ ilim le ri nin istikrarlı inatçı baskısıyla incelenen Dünya Ko m ünist Hareketi, şim di kabuk değiştirmeye zorlan ı yor. Ancak ,u fkta çürüyen cesedi yoldan süpüre cek yeni b ir 1917 de vrim i görünm üyor. 47
Gorbaçov Çin ziyaretinde Deng Xiaping'le tokalaştı. 1960'ların kavuşmasından sonra biraraya gelm e arayışla rı. Bakalım Çin-Sovyet yakınlaşması neler getirecek? ve Macaristan'ı göz önüne alırsak, özel sektörün şehirde ve kırda hızlı adımlar atışından acaba bir geri dönüş sürecimi yaşanıyor? sorusunu insan sormadan edemiyor. Sosyalizmin kuruluş deneyleri kollektif, üretime ve mülkiyete geçişin ka rar ve talimatlarla olamayacağını yete rince göstermiştir. Demokratik Dev rim sürecinden kastımız, proletarya iktidannda şehirde ve kırda küçük üre timin kontrolü ve giderek tasfiyesidir. Bu sürecin zorlanması özellikle özel likle küçük burjuva tabakaların Sosya lizme karşı direncini yükseltip,, bu hoşnutsuzluğu bilinçlerin derinlikleri ne püskürtmüştür. Sovyetler Birliğinin koşulları, böy le bir zorlamaya büyük ölçüde haklı çı karabilir. Ancak diğer ülkelerce Sov yet deneyinin taklit edilmesinin savu nulabilecek bir yanı yotur. Polonya buna en kötü örnektir. Böyle zorlama lar yalnızca üretici güçleri tahrip et mekle kalmamış, aynı zamanda ulusal duygulan beslemiş hatta Sovyet düş manlığı yaratmıştır.
48
Eski hatalar bugün geri dönüşlerle telafi edilmeye çalışılıyor. Bu geç kal mış geri dönüşler belki problemlerin çözümüne yardımcı olacaktır, fakat aynı zamanda her tedbir bugün Sosya lizmin aczi anlamına gelmektedir. Dün Sosyalizme gidişte kaçınılmaz adımlar olarak görülebilecek tedbirler bugün Sosyalizmin işlemediği yürümediği iz lenimini yığınlara yaymaktadır. Geç kalışa böyle bir bedel ödenmek zorun daydı. Demokratik Devrim süreçlerinin zorlanmasının en doğal sonucu her şe ye el atmak zorunda kalan hantal bü rokratik devlet cihazı olmuştur. Şöyle bir soru akla gelebilir: iktidar alındık tan sonra Sosyalizm yolunda hiç zor gerekmiyecek mi? Bu soruya hayır de mek çocukluk olur. İktidarda kalmanın zorluklan açıktır. Ancak zor kullanma nın sının, üretici yığınlardan kopuşmamak olmalıdır. Bu sınır "sosyalizm uğ runa" da olsa ikide bir aşıldıkça sosya list düzen tamiri güç yaralar alır. Bu gün Sosyalist ülkelerde yığın insiyatifinin zayıflığının en önemli nedeni bu-
dur. Demokratik devrim süreçlerinin zorlanması genellikle iki zıt sonuç do ğurmuştur. Geniş, küçük üretmen yı ğınlarının sinsi sistematik üretim sabo tajı karşısında ya geriye dönülmüş, ya da bu sistemli sabotaj üzerinde sistemli bir baskı kurulmuştur. Birincisi, özel likle kırda küçük üretimin etkisini art tırmış ve ömrünü uzatmıştır. Polonya, Macaristan ve Çin en tipik örnekler dir. İkincisi, tembel, yaratıcı üretimde gittikçe kopan kolhoz ve solhozlar ya ratmıştır. Kişi yaratıcılığı ve insiyatifinin ancak yüksek seviyelere çıkmasın dan sonra koîlektif üretim yeni ve zen gin bir üretim ortamı yaratabilir. Kör, ortaçağı durgunluğu ile inmelenmiş, binlerce yıl kendini tekrar etmiş küçük üretimden, koîlektif üretime geçiş, bu yeni üretim ortamına ortaçağın bütün ataletini taşımadan edemiyor. Bu kaçı nılmaz objektif ortam, yığın insiyatifini ve tepkisini her an en detaylı biçimde yansıtan örgütlenmelerle alt edilebilir di. Ancak Sovyet deneyinde olduğu gi bi, olaylıların, korkunç zorluktan için
de, böyle örgütlenmeler ya dağılmış ya da canlı özünü yitirip donuklaşma lardır. Sovyet örgütlenmeleri en iyi bi linendir. Cansız ölü biçimlere dönüş müşlerdir. Sosyalizmin bugünkü sancılarının üçüncü nedenine ya da onun sınıf te meline gelelim. Geri ülkede sosyaliz min kurulmasında en önemli problem yaygın küçük üretimin tasfiyesidir. Geniş küçükburjuva tabakaların varlı ğı, küçük burjuva mantık ve davranışı nın her an proletarya partisinin sınırlanndan süzülme imkanına objektif bir temel oluşturur. Şu çok açık bir ger çekliktir ki, proletarya partileri iktidarı aldıktan sonra küçükbuıjuva akınıyla daha güçlü bir şekilde yüz yüze kalır lar. Gerek parti içinde ve gerekse dev let bürokrasisinde kaçınılmaz şekilde küçük burjuvazinin bir yükselişi yaşa nır. Geri üretim temeli, yaygın küçük burjuva etkiler, emperyalizmin kuşat ması ve saldırısı koşulîannda, imtiyazlı bir bürokrasi yaratmıştır. Küçükburjuva etkiler kendini en açık biçimde: kaba eşitçilik ve kafa emeğinin küçümsenmesi kılıklannda ortaya koymuştur. Aynca, emperyalist saldırıya ha zırlık ve ardından onanm yılları ve bü tün sosyalist ülkeler için soğuk savaş yılları doğrudan yığın denetimini nere deyse yoka indirmiştir. Denetimden kopan bürokrasi bizzat karşı etkiyle yı ğın insiyatifini öldürmüştür. Halk insiyatifi büyük güçle Sosya lizmde her tıkanan sorunun bu insiyatife havale edilmesi en azından lafta ol sun sık rastlanan bir olay. Kapitalizm koşulîannda işçi sınıfı ve halk kendi insiyatiflerini genellikle uzun birikim yıllanndan sonra patla malarla ortaya koyuyorlar. Kapitalist ler ve onlann adına davrananlar ise hergünkü yaşamda insiyatif göster mek zorundadır. Sosyalizm ise, geniş halk yığınları nın eberidir ya da öyle olmalıdır. Onlar adına davranan öncü Parti yığın ör gütlenmelerine dayanamıyorsa sıra dan bir zümre partisine dönüşür. Sos yalizm, geniş halk yığmlannm, örgüt leri aracılığıyla günlük yaşamı insiyatiflice, yönlendirmeleri olmalıdır. An cak insiyatif durup dururken değil bilgi ve deneyle beslenip gelişebilir; insan yaşamını ilgilendiren her alandaki ör gütlenmeyle somutlaşır. Sosyalizmin bugüne kadar gelen pratiğinde, bilgi: Marksizm-Leninizmin biraz da Sko lastikçe okullarda aktarımı olmuş; de
ney ise: üst organlarda alınan karraların ruhsuzca uygulanışına dönmüştür. Sosyalist ülkelerden, Batıya iltica eden döneklerin biraz samimi olanları "sos yalizm teoride iyi ama pratikte rezalet" demektedir. Bu aslında bir gerçekliğin ifadesidir. Bürokrasi şekilleniş sürecin de teori ve pratiğin bağlannı kaçırmış tır. Ve koparabildiği ölçüde güçlen miştir. Bu ise, gerek teoride gerekse pratikte sosyalist değerlerin soysuzlaş masını getirmiştir. Yüksek sosyete seçilen 12 yıllık bir kimya işçisi kadın, eski hataları eleşti rilirken şunlan da ilave ediyor. "Halk uğruna', halkın yararına' gi bi deyimler sinirlendiriyor, çünkü böy le söyleyenler haîkla-işçiler veya diğer kesimlerle ilgilenmeyip, yalnızca ken di kişisel iktidarlanyla ilgileniyorlar" (Moscow News, 1 6 Temmuz 8 9 ; Valentina Kısblyova) En temel kavramlara tam tersi bir öz kazandıran bürokratik soysuzlaş manın kökünde, Sosyalizmin küçük burjuva dar görüşlülüğüyle bozulması yatar. Üstelik, bugüne kadar Sosya lizm yoluna çıkan ülkelerin hemen hepsinde, modem kapitalizmin yarat tığı küçükburjuva tabakalar değil, kapi talizm öncesinden kalma antika (köy lü, esnaf) küçükburjuva tabakalar kala balık bir yığın teşkil ediyordu. Bunun üretim açısından anlamı, üretici güçle rin önemli bir bölümünde ortaçağ ata letinin güçlü etkilerinin yaşaması de mektir. Kapitalizmin birkaç yüzyılda kmp parçaladığı bu ataleti, Sosyalizm bir kaç on yılda tasfiye etmeyi denedi. Sonuç; önemli kazançlann yanında dev, hantal bürokratik devlet mekaniz masının yaratılması oldu. Böylece üretici güçlerdeki dağınık lık ve ataleti yenmek için karşı ağırlık olan bürokratik devlet, aslında ortaçağ ataletinin Sosyalizm içindeki uzantısı oldu. Bir dönem gelişime hız katan bu aparat, kısa zamanda gelişime engel hale geldi. Bürokratik mekanizmaların ömrünü uzatan en önemli koşul ise, emperyalizmle savaş durumudur. Güçler dengesinin kuruluşuna kadar olumlu misyonu önde olan devlet, bu deneyden sonra hız kesici, tutucu bir konuma düşmüştür.
SONUÇ II. Enternasyonal, 1 9 1 7 Ekim devrimiyle aşıldı ve dünya komünist hareketilll. Enternasyonali yarattı. Fa kat Çin-Sovyet kopuşması ve Avrupa komünizmi soysuzlaşması o yıllardan
bu yana aşılamadı, tam tersine sancı iktidardaki sosyalizmin kriziyle bir üst konağa tırmandı, derinleşti. Yani komünistleşmeyen radikal küçük burjuva devrimciliği gerileyip, gericileşirken komünizme parlemento sıralanndan sıçramayı düşleyen B a tı komünist partileri uzak ufuklarından komünizmi silip yerine "banşın korun masını" koydular. Birkaçı hariç diğer leri II. Enternasyonalde yeniden üyelik müracaatını bile gündeme getirdi. Y a ni sosyal demokratlaşıyorlar. Öte yandan Sosyalizmin kuruluş pratiğinde ne kadar küçük burjuva zor laması varsa hepsi tek tek dikiş patlatı yor. Sosyalizmin kuruluşundaki küçük burjuva hayaller ve kalıplar yıkılıyor. Sosyalizm böyle bir basamaktan geç mek zorunda mıydı? Objektif temel, yani Sosyalizmin devir aldığı geri ve yaygın küçük üretim temeli böyle san cılı bir dönemeci bir ölçüde kaçınılmaz kılmıştır. Dünya koşullan da bu gidişte ki sancıları şiddetlendirmiştir. Günümüzde, Sosyalist ülkelerde üretici güçlerin verdiği seviye, Sosya lizmin küçük burjuva tarzda bozulma sına daha fazla katlanmayacak nokta ya gelmiştir. Sosyalizmin kuruluş ve geliş süreçlerine yapıştmlan küçükbur juva yamalar artık dökülmektedir. Bunlar çürümenin kaynağı olmuştur. Ancak bu sancılı süreçten, küçükburjuvaca bozulmalardan kopuşma tek yönlü ve kolay olacağı benzemiyor. Soysuzlaşan "devlet mülitiyeti" kökleri1 kazınamamış özel mülkiyet duygulannı güçlendiriyor. Kollektif in siyatifi kolektif hantallığa ve tembelli ğe dönüştüren bürokrasi, bunun bede lini şimdi kişicil insiyatife yol açarak ödemek zorunda kalıyor. Bazı sosyalist ülkelerde özellikle tanmda hala özel mülkiyetin güçlü ol ması, bu sancılı dönemden geçiş süre mde emperyalizmin iştahını kabartı yor ve sosyalizmden geriye düşüş ihti malini de iktidardaki sosyalizmin gün demine sokuyor. Sosyalizmin çürüyen küçükburju va yanlan kendiliğinden proletarya sosyalizminin güçlenmesi sonucunu doğuramaz. Emperyalizmin çekim gü cünü de düşünürsek kapitalizme doğru devriliş kimi sosyalist ülkeler için mut lak olarak imkan dışı değildir. İhtimal ler üzerinde spekülasyon işimiz değil. Ancak bir Sosyalist ülkede ya da bu yolda ilerleyen bir ülkede şehir ve kır daki sosyalist üretim emek üretkenli ğinde başı çekemiyorsa o ülkede Sos yalizmin güçlenmesi için temel eksik
49
demektir. Dünya Komünist hareketi mevcut krizden nasıl çıkacaktır? Önümüzde, kısa dönemde dünyada bir devrimci durumun doğabileceği bir süreç gö rünmüyor. Dolayısıyla çözüme sıçra mak devrimci yılların içinden geçerek varılmayacak. Yaşanan yıllar henüz birikim yıllarıdır. Krizden çıkışta motor güçler ne olabilir? Kapitilazm, tekniğin ve üretim iliş kilerinin daha gelişkin olduğu Babil, Yunan yada Roma'da değil de daha geri İngiltere adasında alev aldı. Üreti ci güçleri çürüten aşırı iri tefeci-bezirgan sermaye eski medeniyetlerde böyle bir sıçrayışa engel oldu. Özellik le insan üretim gücünü daha diri ve canlı olduğu İngiltere ve Kıta Avrupasına, medeniyetin tekniği ulaşır ulaş maz 7 bin yılda değil bir kaç yüzyılda kapitalizm filiz verdi, üretici güçleri çok daha devasa bir gelişime itti. Sosyalizm ise, yine üretim tekniği nin daha gelişkin olduğu kıta Avrupasmda değil, daha geri olduğu Çarlık Rusyasmda patlak verdi. Kıta Avrupasında insan üretici gücü, başlıcası işçi sınıfı, sömürge talanlarının nimetleriy le uyuşturulabilmiştir. Uyuşmayanla rın can hıraş çabalan gidişi değiştirme di. Tekniğin fırtınalı gelişimiyle yüz yü ze gelen ayık Rus proleteryasının, sö mürge talanlarıyla değil papaz gaponlarla uyuşturulma çabaları sökmedi, Dünyada ilk işçi iktidarı kuruldu. O yıllardan bugünün ortamına geldiğinden batı proleteryasının yeni sömürgecilik talanıyla afyonladığı ve aynı zamanda nükler kıyamet tehditiyle sindirildiği acı ancak açık bir gerçek tir. Modern tefeci bezirganlık yani uluslararası Finans-Kapital Batılda in san üretici gücünü önemli ölçüde dev maketlerin vitrinleriyle hipnozite edip çürütmüştür.
50
Geri kapitalist ülkeler yada "üçün cü dünya"da ise, çalışan yığınların Ba tıdaki gibi afyonlanması ekonomik olarak mümkün değildir. O nedenle bu ülkelerde faşizm ve başka binbir yolla insan üretici gücü, kelimenin ger çek anlamında çürütülüp paçavralaştırılmak isteniyor. Ancak bunu sağlaya bilmek büyük ölçüde imkansızdır, işçi sınıfının geniş çekirdeği, bu ülkelerde gelişimin zembereği olmak özelliğini hala korumaktadır. Bu ülkelerde 1970'ler sonrası mü cadele karakter değiştirmektedir.. Ulusal kurtuluş mücadelelerinin yerini sınırları daha belirginleşmiş sınıf sa vaşları almaktadır. Bu konakta değişi mi ve,kendini ortaya koyuşu elbette yıl lar almaktadır. İşte Dünya Komünist Hareketindeki çürümeler taze kan kaynaklanndan birisi bu ülkelerdeki şçi sınıf haraketleridir. Bu ülkelerdeki mü cadelelerin nasıl gelişeceğini elbette ki gelecek günler gösterecektir, ancak bu mücadelelerin, kanı çekilip, cansız laşan Dünya Komünist Hareketine ye ni yaşam gücü vereceği açıktır. Sosyalist ülkelerde ise, insan üreti ci gücü önemli yaralar alsa da, kendini onarabilecek imkan ve araçlara sahip tir. Fakat bu kendini yenilemenin ko lay süreç olamıyacağı hergün daha iyi anlaşılıyor. Sonuç olarak, Dünya Komünist Hareketindeki çürümeyi aşabilecek iki güç: Sosyalist ülkelerde ve geri kapita list ülkelerde işçi sınıfıdır. Batı proleteryası emperyalizme karşı pasif bir di rençle kendi misyonunu sınırlarken, geri ülke proleteryaları emperyalizme zayıf noktalanndan vuran aktif saldırı misyonuyla yüklüdürler. Sosyalist ül keler kendilerini yeniledikleri ölçüde emperyalizme genel saldmnın yada üstünlük kurmanın maddi ve psikolojik ortamını güçlendireceklerdir. Dünya Komünist Hareketi krizli
günlerden geçiyor. Bu sancılı günlerin aşılmasında çü rüyen yanların kesilip atılmasında, ge nel komünist hareketin taze kan alma sında öncülük Sosyalist ülkelerce yada bir kaçı tarafından yapılırsa sorunlar daha kestirme bir süreçle aşılabilir. Fa kat öncülük üçüncü dünya proleteryasmın omuzlarına kalırsa sürecin çok sancılı olacağı açıktır. Sosyalizm kendi problemleriyle boğuşurken, üçüncü dünya devrimlerinin sorunlarıyla yüz yüze gelmek is temiyor. Canlı olayların akışı öyle bir kendini kayırışa izin verecekmi? Özetle, iktidardaki sosyalizmin sancılarıyla Dünya Komünist Hareke tinin krizi tepe noktasına çıkmıştır. Küçükburjuva zorlamaları ve aristok rat işçi eğilimlerinin istikrarlı inatçı baskısıyla incelenen Dünya Komünist Hareketi, şimdi kabuk değiştirmeye zorlanıyor. Ancak ufukta, çürüyen ce sedi yoldan süpürecek yeni bir 1 9 1 7 devrimi görünmüyor. Öyleyse kabuk değiştirme sancılı, dolambaçlı, inişli çıkışlı bir yol izleye cektir. Öyle görülüyor ki, 1965'lerde kurulan güçler dengesi, dünya Ölçü sünde yeniden kurulacak ve bu denge kendinden sonraki gelişime damgasını vuracaktır. Önceki denge Sosyalizmin itibarlı., kapitalizmin sancılı günlerinde kurulmuştu. Şimdi görünüş tersine dönmüştür. Sosyalizmin "iflas" ettiği , kapitalizmin geliştiğine dair çığlıkların atıldığı yıllar yaşayacağız. Bütün bunlar Sosyalizmi, kücükburjuva dar kafalığı ve aristokrat işçi hımbıllığından kurtararak aşılabilir. O zaman Sosyalizm, ilkelliklerinden kopuşup sevice yükselecektir ve insanlık Dünya ölçüsündeki tarihi hesaplaşma ya doğru büyük bir adım atmış olacak tır ■
Belediye-İş Sendikası Beyoğlu Şube Başkanı Hıdır Bal ile söyleşi
çözüm cülerin bu kendinden geçmiş saldırılarının altında kaybetm enin acısı yatıyor. Şube kongresindeki kayıplarını kastetmiyorum, daha esas ve tem eli i olanı, toplum sal m ücadeledeki konum larını giderek kaybedişlerinin acısı var. Ayrıca ben yakın b ir zaman kadar gücüm oranında o eğilim e yardım cı olu yo r dum. Ama zaman içinde görüşlerim de çok ön em li değişmeler oldu. ÇY: Sayın Başkan, sendikanızın şube kongreleri çok büyük oranda so nuçlandı. Siz de çok farklı bir sonuçla yeniden göreve getirildiniz. Bu sonuç ta hangi etkenler rol oynadı? Birinci döneminizin bir değerlendirmesini ya pıp, bundan sonraki faaliyetinizin he deflerini açıklar mısınız? HB: Biraz daha eskiden alayım. Belediye-Iş'e ben ve birkaç yönetici ar kadaşım çok geç üye olduk. Yeni sen dikalar yasasının çıkmasından önce ne yapılacağına dair bir tavır sapta mak için gerek iş yerinde, gerekse di ğer iş yerlerinde uzun bir tartışma dö nemi yaşadık. TÜRK-İŞ'e bağlı ve onun ilkelerinin sadık izleyicisi olan bir sendikaya gitmek kimse tarafından gönüllüce benimsenmiyordu. Döne min şartlan da düşünüldüğünde, yeni bir sendika yoluna çıkmanın zorluklan da orta yerde duruyordu. Özellikle de neysiz ve bilinççe geri arkadaşları o günün havasında bu yola sokmak çok zor olacaktı. Ama biz zor olanı seçtik. Gönüllü koşan, devrimci ve deneyli bir ekibin koordinasyonunda, İstanbul, Ankara, İzmir, Adana Belediye işçileri ilk adımı attı ve GENEL HİZMET-İŞ Sendikası kuruldu. DİSK'ten devraldı ğımız mirasın olumlu ve olumsuz yan
lan, tüm o tartışmalar esnasında enine boyuna değerlendirildi ve onun bırak tığı yerin basit bir devamcısı olarak de ğil, bir üst seviyede, DİSK'in hataların dan annmış bir yapılanmanın sağlan ması hedeflendi. Kuruluş günlerinde sendika büyük ilgi gördü. İlk birkaç ay da üye sayısı binleri aştı. Binbir imkan sızlık içinde kıvranılmasına rağmen pek çok grevin üstesinden gelindi. An cak 1 9 8 4 sözleşmelerinin bastırması ile birlikte, büyük hak kayıplanna uğ ranılacağı endişesi en geri üyelerimiz den daha ileri olanlara doğru yayılma ya başladı. Belediye-İş'in GENEL HİZ MET IŞ'i yok etmeyi hedefleyen operasyonlan sözleşme maddelerine ka dar sokuldu. Ve etkilerini de gösterdi. GENEL HİZMET İŞ'ten istifalar başla dı ve hızla yayıldı. Sendikada az sayıda inançlı devrimci arkadaşın dışında kimse kalmadı. Toplu sözleşmeden doğacak hak kayıplanna uğramamak için BELEDİYE IŞ'e giden arkadaşları mızın çoğunluğa hala geriye dönecek gücü kendilerinde bulamadılar. Bu du rumun belirli bir istikrara kavuşması, bizim önümüze iki alternatif çıkarmış tı. Ya inançlanmız yönünde uzun bir mücadeleyi hedefleyecek, dar devrim ci bir kadroya dayalı çalışmayı benim
seyecektik, ya da işyerlerimizdeki tec rit durumdan kurtulmak için geri bir adım atacak, onlarla olacaktık. Her iki tavn da benimsemeyen arkadaşları mız oldu. Ben ikinci tavn benimseyen lerdendim. Zor da olsa Belediye-Iş’de benimsediğimiz düşünceleri dövüştürebileceğimize inanıyordum. Doğru oldu mu, yanlış mı? Her ikisini de savu nan arkadaşlanmız bugün halen var. Belediye-İş üyeliğinden çok kısa bir süre sonra Şube Başkanı seçildim. Beklediğim zorluklarla yüzyüzeydim. 2 8 2 1 sayılı sendikalar yasasının aşırı ca güçlendirdiği bir merkezi yapının altında iş yapmak zorundaydık. Bu, ancak bir halde mümkün olabilirdi. Gerçekten işçilerin güvenini kazan mak ve herkesin tasfiyeci eğilimini gerçekleştirememesi yönünde bir set oluşturmak. Bir sürü eksiğimize rağ men bunu gerçekleştirdik. Düşündük lerimizi tümden uygulayamazsak da küçümsenmeyecek adımlar attık. Dü zenli temsilci toplantıları ile her adım da onlara dayanarak söz ve karann asıl sahiplerini canli tuttuk. Arkadaşlarım la çok sık ve düzenli aralıklarla, işyerle rini gezdik ve toplantılar yaptık. Sendi kanın oturduğu zemini, genel merke zin politikalannın sınıf karşıtı karakte
51 /
rini, bilincimiz yettiğince ve dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık. Sade ce kendi şubemizde değil, diğer şube ler çapında da devrimci bir birliğin oluşması için çaba gösterdik. Tüm bunların yetmediğini, daha işin baş langıcında olduğumuzu ve gideceği miz yolun daha epeyce uzun olduğu nun bilincindeyiz. Tüm bu çalışmalar içinde iki şeyin eksikliğini tüm ağırlığı ile hissettik. Birincisi: sınıf mücadelelerinin her devrimciden istediği ileri bilinç seviye sinde olmadığımızı, inanç ve kararlılı ğın da bir noktaya kadar götürebildiği ni, ondan öteye yetmediğini yaşadık. Bizim durumumuzla işçi arkadaşları mızın bizden beter hali birleşince, sınıf savaşında olmamız gereken yerden, istemeksizin de olsa gerilerde kaldık. Önümüzdeki dönemde ilk hedefimiz sistemli ve düzenli bir programla bu eksiğimizi gidermek olacak. İkincisi: Sendikaların bu günkü ya pılanmasının ve organlannın, müca delenin ağırlığının altından kalkacak bir yapıda olmadığı ve sendikaya rağ men işçilerin örgütsüz olduğu, kendi lerini mücadelenin dışında hissettikleri gerçeği. Bizim sendikamızın da parça sı olduğu bu günkü sendikalar, işçi sını fının mücadele örgütü değil işçiyi mü cadelenin içine çeken, sorumluluk al malarını sağlayan, karar süreçlerine katılmasını ve aktif davranışını besle yen ve geliştiren değil, aksine onu mü cadelenin dışına iten yalnızlaştıran ya pılardır. Bu durumu düzeltmenin ilk adımı temsilcilerden öte ve onlarında içinde bulunabileceği iş yeri grupları oluşturmak ve bu gruplan istikrarlı bir organlaşma düzeni içine sokmak. Bel ki ha deyince olumlu sonuçlar alama yacağız ama bu dönem de karşılaşaca ğımız zorluklar ne olursa olsun bunu başaracağız. Daha doğrusu başarmak zorundayız. Bu görev başarılmadıkça ne işçi sınıfının devrimci görevlere ta lip olması beklenebilir, ne de sendika lar sınıfın mücadele Örgütlerine dönü şebilir. ÇY: Sayın Başkan, çok uzun ve
olumlu bir değerlendirme yaptınız. Teşekkür ederim. Yaptıklannızı ve yapamadıklannızı şubeniz çapında neleri hedeflediğinizi açıkladınız. Yaptığınız tesbitleri onaylamamak oldukça zor. Ama tüm bunlara rağmen ağır bir it ham altındasınız. Çözüm Dergisi ad vererek 2 6 -2 7 sayılannda sizi genel merkez işbirlikçiliği ile hatta muhbirlik le suçluyor. Bu durumu nasıl yorumlu yorsunuz? HB- Çözümcülerin bu kendinden geçmiş saldmlannın altında kaybetme nin acısı yatıyor. Şube kongresindeki kayıplarını kastetmiyorum, daha esas ve temelli olanı, toplumsal mücadele deki konumlannı giderek kaybedişleri nin acısı var. Aynca ben yakın bir za man kadar gücüm oranında o eğilime yardımcı oluyordum. Ama zaman için de görüşlerimde çok önemli değişme ler oldu. Dün sezip de izah edemedi ğim pek çok konu zamanla açıklığa ka vuştu. Bu değişmeleri sınırlı alanlarda onlarla tartışmaktan geri durmadım. İstiyordum ki onlann ağızlannda doğ rulansın. Fakat olmadı "Sol çocuklu ğun" hezeyanlan ile üstüme saldırma ya başladılar. Onlar düşünen ve sorgu layan devrimci değil, her söylenene inanacak, otomat kul arıyorlar. Aynı durumda olan ne ilk kişi bendim ne de son kişi olacağım 1 9 8 9 Türkiye'sinin devrimci işçilerine küçük burjuva kul mantığı nasıl kabul ettirilebilir. Bu mümkünmüdür? Bu durum ve devrim ci hareketimizin kendinden her kopa nı kolay yoldan en ağır suçlamalarla yıldırma geleneği düşünüldüğünde, bu zavallılığın anlaşılmayacak yanı kalır mı? İşin bir diğer ilginç yanı da şu. Bun ca ağır suçlamalardan sonrş bile do laylı yoldan ve el altından "kandırma" operasyonlan hiç kesilmedi. Eğer şu anda bulunduğum çevreden kopar sam hiç bir meselenin kalmayacağına dair, el altından haberler alıyorum. Kendilerince bir yıpratma savaşı yapı yorlar. Ama onlar, bu deli saçması sal dırılarını arttırdıkça, kendi çevrelerin deki pek çok insanın benim haklılığım
yönündeki ‘endişeleri de yükseliyor. SH P yardakçısı bir kaç işveren vekili nin çok keskin devrimcilikleri ile başbaşa kalmış dürümdalar. Konunun fazla konuşulacak bir yanını göremi yorum. Bu durum onlan ciddiye almak olur. Sendikalarda yaptıklanm ve dü şündüklerim ortada. Çözümcü geçi nenlerin de sendikalar daki İETT der neğindeki halleri gözlerden saklı değil. Prensipler üstünde sürdürülecek bir tartışmadan hiç bir zaman kaçmadım. Çözümcü bile olsalar herkesle bu ko nularda tartışmaya hazmm. ÇY: Sayın Başkan, son bir sorum olacak. Yaklaşan genel kurulda tavrı nız ne olacak. Bu yöndeki hazırlıkları nız ne durumda? HB: Bu genel kurul bir hesaplaş ma arenası olacak. Sendikanın otur duğu anlayışa ve genel merkeze karşı güçlü tepki var. Ancak bu tepkinin karalderi, henüz devrimci bir zemine oturmuş değil. Ve yönlendiricilerinde klasik anlayışlarla uzlaşma ihtimali po tansiyel olarak var. Çeşitli tonlarına rağmen belli başlı üç eğilim, işçilerin önünde sınav verecek. Bu günkü yö netimin temsil ettiği gerici sağ anlayış, Sosyal-Demokratlarm temsil ettiği re formist anlayış ve onlara göre daha cı lız olan devrimci anlayış. Bizce önü müzdeki yönetimde, kimlerin temsil edileceği ikincil bir sorun. Asıl sorun kongreyi bir seçim aldı-kaçtısına kur ban etmemek, Faaliyetlerin değerlen dirildiği ve prensiplerin tartışıldığı bir kürsüye çevirmek. Şimdiden devrimci ve sosyal demokrat arkadaşlarla bu nun hazırlığını yapıyoruz. Biz düşün düklerimizi yazılı çizili hale getirip, tüm işçi arkadaşlara sunacağız ve ulaşabil diğimiz kongre delegeleri/ ile de tartı şacağız. Bu temellerde anlaşabileceği miz ittifaklara da girebiliriz. Şimdiden şöyleyebileceklerim bunlar. Ötesini yaşayacağız. Sonraki sayılannızda ya pacağınız bir değerlendirme için her türden yardıma hazır olacağız. Teşek kür ederim. CY: Biz teşekkür ederiz ■
HİKMET KIVILCIMLI EDEBİYAT-1 CEDİDENİN FELSEFESİ Gerçek Sanat Yayınları Tel: 143 45 33 52
Halkevlerinde devri mci tavır
Türker DİKBAŞ
••
lkemizin dört bir yanında devrimci demokrasi mücade lesinin alanlanndan biri olan halkevlerine, her geçen gün bir yenisi daha ekleniyor. İstanbul'da daha yoğunlukla yaşanan bu gelişme, diğer şehirlerimizde de kendini göste riyor. Hatay, Ankara, Gaziantep, Mersin, Edirne, Bursa gibi daha bir çok il ve ilçelerde halkevleri mücadele alanına atılıyor. Devrimci demokrasi mücadelesinin mevzileri her geçen gün devrimcilerle hayat kazanıyor. Evet, gerek halkevleri gerekse di ğer alanlarda ki DKÖ'lerin hızla çoğal ması, genel anlamda sevindirici bir du rum. Ancak bu durum devrimciler ta rafından objektif değerlendirilmediği ve kitle ilişkilerin sağlanacağı bu gibi alanlarda olumlu bir politika oluşturu lup, uygulanmadğı takdirde, sevindiricilikten öte, bir takım kitleden kopuk insanların kendilerini kandırdıklan, tatmin ettikleri, halkın yaşam gerçekli ğinden uzak, varolma amacını gerçek leştiremeyen, dar kapsamlı, dejarj ol ma mekanları haline gelir. Yazımızda genel anlamda DKÖ ve Halkevlerinde çalışma yöntemleri üzerine söylenebilecek, hemen her kes tarafından onaylanan genel kurallan da geçmekle birlikte, söylenen bu kuralların hayata nasıl geçirildiği nok tası üzerinde duracağız. Bu konuda özellikle de Yeni Çözüm un Halkevleri ve DKÖ politikasına teorik ve pratik yaklaşımlarını gözden geçireceğiz.
U
GENEL OLARAK HALKEVLERİ VE DKÖ'LER Halkevlerinin 12 Eylül öncesinde ki tarihini karıştırdığımızda karşımıza
Kemalizm'den kopamayan kitle örgüt lenmeleri çıkar . 1 İlk olarak Atatürk'ün Türk halk kültününün yaygınlaşması ve Osmanlı dan kalma kanşık hak kültürlerinin tek bir yönde gelişmesi amacıyla oluştur duğu, özelde ezilen Kürt ulusunun ve diğer azınlıkların kültür asimilasyonu na ve Türk kültürünün ağır basması amacına yönelik çalışmalar, 1 9 6 0 'a kadar aradaki kesintilerle birlikte ol dukça silik olarak sürmüştür. Halkev lerinin bu döneminde devrimci de mokrasinin mücadele alanı olması ya da bu amaçla kullanılması söz konusu olmamıştır. 60'lı yıllardan sonraki Halkevi çalışmalan ise kısmen, dayatılan Kema list politikadan kopuşmanın izlerini taşısa da 80'lere kadar bu anlamda önemli bir yol katedilememiştir. Özel likle 7 0 sonrasında varlıklannı hissetti ren Halkevlerinde uygulanan yanlış politikalar, bu süreçte de buralann devrimci demokrasi mücadelesinde alan olmalan noktasında olumsuz so nuçlara neden olmuştur, 80'in hemen öncesinde halkevleri faaliyetlerine ve oluşumlarına baktığı mızda 7 O’lere kadar oldukça yoğun bir şekilde H.E. politikasında kendini his settiren Kemalizm'e bağımlılğın, biraz törpülenerek de olsa varolduğunu ve bu politikadan dolayı çalışmaların işlevsizleştiği görülüyor. Burjuva ve kü çük burjuva sosyalizminin genel politi kalarında ki Kemalizme bağımlılık H.E. politikalannda da yansımasını buluyordu. Burjuva sosyalizminde, kendini Kemalizme ağırlıklı olarak bağımlılık, küçük burjuva sosyalizminde ise Kemalizmden kopamamışlık şeklinde ifa
de eden bu durum, H.E.'ni halk güçle rinin devrimci demokrasi mücadele sinde bir yere getirmekten öte, toplan tı, görüşme alanı, eğlence, zaman ge çirme mekanı olmasını doğuruyordu. Bunun dışında ise bir kışım küçük bur juva sosyalistleri de H.E ve diğer DKÖ'leri reformist, pasifist bulduğun dan dolayı bu alanlarda hiçbir koşulda yer almıyordu. Kısacası 8 0 öncesinde H.E.'nde iki uca savrulmuşluk göze çarpıyordu. Bir yandan alabildiğine pasifizm öte yan dan kitleden kopuk uçkunluk tarafın dan rededilmek. Sonuçta devrimciler H .Enden uzaklaşırken, buralardaki duyarlı halk ise reformistlerle başbaşa kalıyor, isteklerine yanıt alamayınca da uzaklaşıyordu. Bu arada DKÖ'lerde de farklı bir uçkunluk gözlemleniyordu. Bir kısım küçük burjuva sosyalistleri H.E'ne gel meme tavırlannı DKÖ'lerde de sürdü rürken, bir kısmı da adeta örgütlenme kaleleri haline getirdikleri DKÖ’lerde salt siyasi örgütlenmeye yönelik çalıştıklanndan kitle ile bağları oldukça zayıfdı. Sonuçta bir süre sonra, hatta ku ruluş aşamasında dernekler bağlı olduklan siyasetin adları ile anılır oldu lar. 1 2 Eylül sonrasında H.E'nin açılışı nı tüm devrimci demokratlar gibi sevinçla karşıladık. Başlangıçta 8 0 nöcesi gibi reformizmin kalesi yapılmaya çalışılan H.E' devrimci demokratlann mücadelesi ile kısmen bu tehlikeden kurtanldı ve kurtanlmaya devam edi yor. Reformizm ile atbaşı seyreden ikinci tehlike çanları, üstelik de bu kez 12 Eylül öncesinden daha da şiddetli çalıyor. Önceleri daha çok kendini
53
#\/sacas/ de vrim ci dem okratlar olarak r i n d e ,burjuva kültürüne kültürün yaratılması ve ya mik , ekonom ik, mesleki, dem okratik, kültürüel v.s. alanlardaki sorunları etrafında birleşmesi, aktivitesinin devrim ci m ücadeleye dönüştürülm esi y o lu n da ön de rlik ve y ö n le n d iric ilik yapm alıyız.
DKÖ'lerde ağırlıklı olarak hissettiren sekterizm, dar grupçuluk, ben mer kezcilik ekseninde dönen ve kitlesel alanların kitlelere kapanmasını geti ren bu tehlike şu an tüm DKÖ'leri ve H.E'ni kuşatmaya çalışıyor. Teoride sayfa sayfa bildiri çıkarılıp, kitleselleş mek, demokratik yanı ağır basan de mokratik merkeziyetçi anlayışın, çok sesliliğin korunması, çoğunluğun azın lığa uyması, azınlığın kendini ifade Öz gürlüğü olması, anti faşist, anti em peryalist ilkeler altında, H.E. Bazında birlik çağırılan yapılırken; dar, günlük grup çıkarlarının genel anlamdaki çı karlardan ağır basması; teorik yeter sizlikten dolayı kitlenin diğer kitleler içerisinde erime kaygısı ile kitlenin geliminden çok gidimine uğraşılması ve azınlıkta bulunan diğer yapılanmalara yaşam hakkı verilmemesini getirmiştir ki bu durum en açık biçimiyle Yeni Çö zümde somutlanmaktadır.
HALKEVLERİNİN MİSYONU NE OLMALIDIR? Kapitalizmin yapılanması alt yapıüst yapı bütünlüğünde tamamlanır. Diğer bir anlatımla kapitalizmde top lum ilişkileri, ekonomik ve ideolojik ol mak üzere iki yandan örülür.Kapitaliz min ekonomik anlamdaki yapılanma sı artık en kör gözün bile görebileceği açıklıktadır. Hedef nettir ve alt yapının ortadan kaldırılması devrim sorunu dur. Öte yandan egemen sınıf ideolo jik yapılanması ile yarattığı düzene uy gun davranış ve düşünceyi yani ege men kültürü hayata geçirecek, nesille re aktaracak kuşaklar yetiştirir. Ve bu nesilin ekonomik anlamda yaşam ko şullarının değişmesi, kafalarının da hemen değişmesi sonucunu doğur maz. Tam tersine üstyapı ilişkileri, kül
54
türel yapı, daha ağır değişir. Egemen sınıf egemenliğini, ezdiği sömürdüğü kitlelerin gözünde meşru laştırmak, meşrulaştıramadığı nokta larda sindirmek zorundadır. Bunun için de kendi kültürünü yaratır ve kitle lere empoze eder. Alabildiğine pasif, kişiliksiz, vurdumduymaz, yoz , kitlele ri varoldukları sınıf değerlerinden uzak tutan, özentili, bunalımlı bir nesilin ye tişmesi için tüm kitle iletişim araçlarını ve eğitim olanaklarını seferber eder. TV, Radyo ve basın en yoğun kitle tarafından izlenen görsel ve işitsel an lamda kişi üzerinde çok boyutlu etkiler yaratan, burjuvazinin kullanımındaki araçlardır. Diğer taraftanda eğitim ku rumlan tümiyle egemen sınıflar hiz metinde, burjuvaziye eleman yetiştirir. Gerek kitle iletişim araçları gerekse eğitim kurumlan ile halka empoze edi len değerler burjuvazinin icazetinden geçmiş ve burjuvazi tarafından halka dayatılmış değerlerdir. Bütün alanlardaki burjuva politika sı karşısında aktif mücadele verme ge reğine inanan devrimci demokratlar olarak, gelecek nesilin, burjuvazinin yaratmak istediğinin dışında, devrimci kültür ile donanması, yeni insan tipi üretiminin bu günden başlaması, du yarlı, üretken, mücadeleci bir kuşak yaratılması, nihayetinde kültür alanın* da da burjuvazi ile mücadele için, kül tür ağırlıklı kitle örgütleri olan halkev lerini oluşturmalı ve çalışmalıyız. Kısacası devrimci demokratlar ola rak halkevlerinde, burjuva kültürüne karşın, alternatif devrimci kültürün ya ratılması ve yaşatılması, halkın akade mik, ekonomik, mesleki, demokratik, kültürüel v.s. alanlardaki sorunları et rafında birleşmesi, aktivitesinin dev rimci mücadeleye dönüştürülmesi yo lunda önderlik ve yönlendiricilik yap
malıyız. Ancak henüz Kemalizmin hakimi yeti sürmektedir ve bu maddi zeminde reformizme kan vermektedir. Bugün kalternatif d e vrim ci Türkiye'de demokratik halk hareketi Kemalizm zemininden kopuşmuştur. ş h a lk ın 12 Eylül döneminin en büyük kazançlanndan biri olan bu kopuşmanın özel likle öne çıkartılması ve derinleştiril mesi yığınlarda bu yöndeki filizlenme lerin bilince çıkartılması gerekirken H.E. Yönetimi düzende tutunabilmek için Kemalizme sanlmakta, icazet mantığını açıkça sergilemektedir. HE zaten Kemalizmn en köklü kuruluşla rından biri olduğundan yönetim bu yöndeki gelenekselleşmiş yapıyı ra hatça kullanabilmektedir. O halde gö rev Kemalizmi bizzat kendi merkezle rinden birinde yenmektir. Şimdi bu sa vaş yaşanıyor ve sürecektir. Sonuçta ne olur? Şayet açık kitle desteğine rağ men devrimciler Kemalizmi yenilgiye uğratmazlarsa ki-bu kongrelerdeki ku lis pazarlıkları veya tüzükcül oyunlarla olacaktır- bu da devrimci kitleyi durdu ramayacak, mevcut HE yapısı aşılarak yeni biçimlerine, yeni kitle örgütlerine sıçranacaktır. Demek HE'de bu günkü asıl görev Kemalizm ile hesaplaşmayı yükseltmektir. Bu ise siyasi ajitasyonpropagandayla birlikte pratikte mev cut yönetimin icazetci legalite anlayışı nı terkederek, meşruiyet zemininde bir legalite anlayışını HE pratiğine ha kim kılmaktan geçiyor. Siz 12 Eylül yasalan içine hapsoldukça kitlenin de mokratik istemlerinin sözcüsü olamaz sınız. Ve İkincisi HE'ne süreklilik ka zandıracak otan faşizmden alınacak icazetler değil, emekçilerin, aydınların ona sahip çıkmasıdır. Bu ise onların demokratik istemlerine ve davranışla rına cesurca öncülük etmekten geçi yor. HE'nin genel bir değerlendirmesi ni yaptıktan sonra yazımızın bundan sonraki bölümünde genelde DKÖ'lerin özelde HE'ni çalışma ilkeleri, örgüt anlayışı, mücadele anlayışı üzerinde duracağız. Aynı zamanda bu atandaki sekter, dar grupçu, saldırgan ve teorik olarak Kemalizm'den kopamamanın izlerini taşıdığından, genel mücadele hattında dolayısı ile DKÖ'lerde de bu izleriyansıttığından uzun vadeli ve üre tici bir politik hat izleyememe özellik leri ile öne çıkmış Yeni Çözüm'ün ko nu hakkında teorik ve pratik çalışma larını sergileyeceğiz. Bunu yaparken pratiğe kaynak olarak gerçekleşen olayları, teorik kaynak olarak da Yeni Çözüm'ün
"Halkevleri Mücadelesinde Tavrımız' bildirisini gözönünde bulunduraca ğız.
DKÖ'NÜN TANIMLANMASI VE ÖZELLİKLERİ Yeni Çözüm, bildirisinde bu başlık altında şöyle yazıyor. "DKÖ"lerin be lirgin şekilde ön plana çıkan iki özelli ği, demokratik işleyiş biçimleri ve en geniş kitleyi bağırlarında taşıyabilme leridir. DKÖ'ler, halkın farklı sınıf ve tabakalarından insanlann bir arada ve ortak hedefler doğrultusunda çalışabi lecekleri örgütlenmelerdir. Bu şekliyle siyasal örgütlerden temel çizgilerle aynlırlar. DKÖ'ler siyasi örgütlerin mis yonunu üstlenemez. Ancak insanlara bu anlayışı verir. Bu anlayışa uygun pratik eylemlilik sağlarlar. Diğer yan dan farklı sınıf düşüncesine sahip kişi ve gruplar arasında sağlıklı bir eylem birliğinin sağlanması yolunda eşit söz ve oy hakkını öngördüğü için, kendine özgü demokratikliğe sahip olmayı ge rektirir." Yeni Çözümü teorik açıdan izle yenler için sorun yok gibi. Evet, kime sorsanız da aynı yanıtlan alırsınız. Ni tekim teorik olarak farklı bir şey söyle mek mümkün değil. Ama bilinen bir gerçeklik var. "Düşünce davranıştan ayrıla maz." O halde bir düşünceyi savunma nın ve gereklerini yerine getirmenin ölçüsü ve garantisi pratikten geçiyor. Ve pratikte Yeni Çözümü izleyenler yukarıdaki satırlan okuduklannda acı bir tebessüm ile tepkilerini göstere ceklerdir. Ya da orada geçen kelime lerin farklı algılandğını, "top yuvarlak tır" misali "nasıl işine gelirse" mantığı ile algılandığını düşüneceklerdir ki bu doğru bir tesbit çünkü küçük burjuva sosyalistleri minareyi çalıp kılıfını uy durmakta ustadır. Bildiriye dönelim. "... (Demokra tik işleyiş üzerinde daha sonra duraca ğız).. en geniş kitleyi bağrında taşıya bilmeleridir". En geniş kitle Y.Ç'nin anlayışına göre sanmz oradan oraya üye olmak için.taşman, seyyar yüz, ki mi zaman 2 0 0 'e varan sayıları ile, üye oldukları DKÖ ya da HE'nin yerini bile bilmeyen, belki adını üye olurken öğ rendiği kitledir. (Bu "geniş kitle (?!)"nin başka ne tür işlerde kullanıldığını ve neden oluşturulduğunu yazının sonra ki bölümünde açacağız) "... Halkın farklı sınıf ve tabakalarınım""... Farklı sınıf düşüncesine sahip kişi ve gruplar
arasından.." Varolduğu DKÖ'lerde farklı siyasi yapılara karşı bile hazım sızlıklarını her fırsatta, hemen her biçi miyle ifade eden Y .Ç . un yukarıdaki söylemlerinin ne derece ciddi ve sami mi olduğu tartışma götürmez. "DKÖ'ler siyasi örgütlerin misyo nunu üstlenemez. "DKÖ'leri siyasi ör gütlenmeden ayıran önemli özellikerden hatta en önemlilerinden biridir. Ancak bu ilkenin yerine getirilmesinde DKÖ'lerin kitleselleşmesi için yapılan çalışmalar ve kitlenin DKÖ'ye gelirken bakacağı program önemli yer tutar. Yeni Çözüm varolduğu-daha doğrusu yönetimde bulunduğu, çünkü Y .Ç . yö netimde olmadığı ya da kendinin kur madığı DKÖ’lerde yoktur. - DKÖ'lerde azınlıkta kalanlara gösterdiği tavır, ya şama söz ve karar hakkı ile, uyguladığı direk siyasi misyona hizmet eden programla-varsa eğer genellike yok tur- kitlelerin değil belirli, bir siyasi an layışa sahip olan insanların oraya gelimini olanaklı kılar. Bu siyasi anlayışı benimsemeyen, ancak o alanlarda ça lışmak isteyen demokratların, devrim ci demokratlann bu istemine başından set çekilir. Yeni Çözüm bu tür bir örgütlenme yolu izlerken çok önemli bir gerçekliği de gözardı ediyor. Bu gerçek ise legalite-illegalitenin birbirine kanştırılması ve provokasyona açık, ne olduğu be lirsiz yapılanmaların şekillenmesidir. Bunun son noktası ise tamamen legal zemide bulunmak ve illegaliteyi legale göre yönlendirmek. YÇ'nin şu anda bulunduğu durum tam olarak bu olma sa da oraya doğru hızla gidiyor. Paragrafın son satırlarında yer alan "kendine özgü demokratiklik de artık açıklamaya gerek yok. Y.Ç'ye öz gü demokratiklik; yani "benden başka sının söz değil, (çünkü henüz bunu ya pamıyor) ama karar hakkı yoktur de meye geliyor. YÇ. bildirinin devamında verdiği açıkla, Kemaliz'min ulusal belirlenme lerinin sının olan "Misak-ı Milli" sınırla rından hala kopuşamadığını ve ulusal soruna gösterdiği şövenist yaklaşımını DKÖ'lerin özellikleri boyutunda açıkça ortaya seriyor. "Bu çerçevede DKÖ'ler: - Toplumsal gelişmeden yana ko numları itibariyle anti-faşist, anti-emperyalist niteliktedirler." Burada devrimci demokratların DKÖ'lerde perspektif olarak daima nihayi sosyalizm hedef göstermeleri, bu hedef doğrultusunda günlük olaylarda program tesbit edip uygulamaya çalış-
malan - ki yazılan paragrafta bu da be lirtiliyor- reddedilmez bir kuraldır. O halde Y Ç ulusal sorun bağlamında devrimci nitelikten çok reformist bir yol izliyor. DKÖ'lerin nitelikleri arasın da anti şovenizmin olmaması, YÇ'nin ulusal soruna nasıl yaklaştığının, hatta böyle bir sorunu tanımadığının göster gesidir. Anlamayanlara daha net söy leyelim. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı sosyalistlerde olmazsa olmaz özelliklerden biridir ve ulusal sorunda her alanda perspektif bu olmalıdır. "Demokratik yanları ağır basar.. Kitleseldir. Bu nitelik DKÖ'lerde çok sesliliği de beraberinde getirir. Bünye lerinde demokratik çerçevede farklı görüşleri taşımaya açık olmalı fakat bu durum yönetimde çok başlılığı ve hiç bir işin üretilmediği yönetim yapılarını getirmemelidir. Aksine yönetimde ho mojenliğin varolması, üretkenliği ve verimi arttırıcı bir özelliktir. Ancak bu nun mümkün olmadığı koşullarda yö netimde halkevleri konusunda aynı programı savununlann olması sağlıklı bir çalışmanın zeminini oluşturacaktır. "Her siyasi yoğunluk birer kişiyle yö netimde yer alsın, en demokratik işle yiş budur" anlayışını savunanlann mantığı gerçekte anti-demokratiktir. Zira bu, yönetimi belirleyecek olan ta banın iradesini çiğneyen, seçim olayı nı hiçe indirgeyen bir anlayıştır." Y Ç un DKÖ yinetimleri üzerine bu kadar net tesbitlerde bulunması ve ob jektif koşullan hesaba katmadan yöne timde homojenlik kuralını koyması DKÖ'lerde birlik olayına salt seçim mantığı ile bakıldığını ve yönetimde o1 * 4a nasıl olursa olsun" düşünce sinin ağır bastığını, pratiğinden de"devrimci demokrasi mücadesinde araç olan DKÖ'lerin bu bakışla amaç haline geldiğini görüyoruz. DKÖ'lerde yönetimin oluşması se çimlerle belirlenir elbette. Seçimlere DKÖ üyeleri - altını özellikle çiziyoruz üreler katılır. Herhangi bir DKÖ'ye üye olanlar ise her gün olmasa da ara da bir, hiç olmazsa (!) bu mekanlara uğrarlar, aktif olarak çalışmasalar da maddi manevi katkıda bulunurlar, DKÖ'nün faaliyetlerinden imkanları ölçüsünde yararlanırlar. Bunlardan hiç birini gerçekleştiremeyen kimselerin o DKÖ'ye üye olmasının ilk bakışta hiç bir faydası yoktur. Ancak bu bakışı bi raz değiştirip YÇ (Buna reformist ola rak nitelendirdiğimiz adımlar da dahil, bu konuda anlayışların aynılığı kendini pratikteki birliklerde de gösteriyor) gö züyle bakarsak, yönetimi almak için,
55
de uygulanmalannın önüne geçiliyor. Kılıf hazır. "Çoğunluğun oyları ile YK'yı oluşturduk. Buradaki kitleyi dik LJu tür b ir örgütlenm e yolu izlerken çok ön em kateli almıyoruz." Sürekli sözü edilen çoğunluk ise ne hikmetse bir kez bile b ir gerçekliği aegözardı ediyor. Bu gerçek ise anlamda çoğunluğu sağlayamıyor. lite -illeg alite nin b irb irin e karıştırılması ve p ro vo bu Bu durumda artık geleneksel hale geti kasyona çık, ne olduğu belirsiz yapılanm aların rilen naylon üyeleme en kör göze bile a Bunun son noktası ise tamamen legal varlığını kanıtlıyor. Sonuçta ikna nok tasında göstermelik toplantılar, kitle zem ide bulunm ak ve illeg aliteyi legale göre yön iradesini, oylannı dikkate almama, lendirm ek. YÇ'nin su anda bulunduğu durum tam (bildirinin daha önceki bölümlerinde sözü edilen "demokratik yanları ağır olarak bu olmasa da oraya doğru hızla gidiyor. basar" ilkesi yerine tam tersine merke ziyetçilik uygulaması)da kar etmeyince en son yöntem gündeme sokluyor. Ve istenilene kısmen ulaşılıyor. Yani kitleY Ç dışındaki-DKÖ'lere gelmemesi görüşlerin dile getirilmesini de ilkesel değil bu insanların, aynı zamanda baş için ikna ediliyor. Yöntem: DAYAK. güvenceye kavuşturur. Katılım ilkesi ka birkaç yere daha üye olan insanlaTeoride sayfalarca yazıp, pratiğe hem karar alma ham de hayata geçiril nn bile üye yapılması gerekmektedir. gelince dar grup çıkarlan öne çıktığın mesinde ya da yönetime katılımı her Çünkü yönetim mutlaka alınmalıdır. da genelde küçük burjuva sosyalistleri üretken insan için güvence altına alır. Daha önce sözünü ettiğimiz seyyar nin davranış biçimidir- Yeni ÇÖZÜM, DKÖ'nün içinde yer alan farklı görüş birliklerin yaptığ işlerden biri budur. ÇÖZÜMSÜZ'lüğünü dayak ile ÇÖZlerden insanların alınacak karalarda Bir DKÖ'den öbürüne üye olup seçim ME'ye çalışıyor. Arkadaşların kitleleri söz hakkının bulunması katılımın birin lerde oy kullanarak görevlerinin bir ikna için verdikleri uğraşlara gıpta (!) ile ci aşamasıysa, kararın uygulanması kısmını yerine getirirler. bakmamak ve çabaları görmezden için faal görev üstlenmek de katılımın Bu tavırlar sonuçtur. Nedenleri ise gelmek mümkün değil. Bu çabalar ge ikinci aşamasıdır. Birlik içinde meyda bu tür örgütlenmelerde politik güven rek dergideki seviyesi(!) dikkate değer na gelen ve birliğe zarar veren davra sizlik, kitlenin nabzını elinde tutacak yazılarla, gerekse de ayrıca çıkarılan nış ve çelişkinin çözümünün" iknaya üretken bir politikaya sahip olamama bildirilerle taçlandırılıyor. Ve iş artık (?!)" dayalı olması gerektiği dikkate ve en önemlisi de politik tükenmişlik. atacak çamur kalmayınca "Çağdaş alınmalıdır." Genel anlamda politik tükenmişlik Yol örgütlenmede kadın kullanıyor'a Yukanda YÇ'ün bildirisinde DKÖ'ler bazında kendini yalnızca bu kadar vardırılıyor. DKÖ'lerde örgüt anlayışı başlığı altın tavırlarla mı ortaya koyarlar? Bundan Çağdaş Yol okuru bir grup ka da verilen tüm düşüncelere katılıyoruz. önce; DKÖ'lerde homojen yönetimin dının yanıtı ise doğru tesbiti yakalı Ancak bildirinin diğer bölümleri için gerçekten kitlesel anlamda bir homo yor. sözkonusu olan durum burada da ge jenlik olduğunda geçerli olduğunu, YÇ'ün bu güne kadar gelişinin ana çerli. Yani Y Ç için teori ile pratiğin programları uyan yapıların birlikleri tespitini onlann ağzından veriyoruz. bambaşka oluşu. Tabii bu durumu ".. Siyasi arenada politika ürete nin de gerçekten programda uyum ol yanlızca YÇ'nin bizzat kendisi tarafın duğunda -aynı yöntemle yapılan üye meyenlerin kendilerini ifade edecekle dan kurulan derneklerde, DKÖ'lerde sayıları çakıştğında değil ve üstelik ne ri iki alan vardır. geçerli olduğunu söylemiyoruz. Ora olursa olsun reformistlerin önderliğin Kaba güç larda muhalefet olmadığı için zaten bu İftira ve karalama edebiyatı ve vaz de değil- gerçekleşebileceğini özellikle tür tartışmalar da gündeme gelmeye vurgulamak istiyoruz. geçilemeyen dedikodu üslubu." cektir. YÇ'nin yönetimi ortaklaştğı Tesbit can alıcı noktaya parmak yerlerde ise yukarıda söyleninlerin izi basmış. Politik tükenmişlik bu belirti DKÖ'LERDE ÖRGÜT ne rastlamak bizi oldukça sevindire lerle kendini gösterir. Fazla söze gerek ANLAYIŞI cektir. Fakat Sezarın hakkını Sezara yok. vermek gerekir. Özellikle ikna konu Öte yandan bu tür tavırlara ve üslu "Demokratik Merkeziyetçilik" sunda YÇ'liler oldukça uğraşıyorlar. ba sessiz kalan siyasi kesimin ise ge Doğruluğu pratik deneylerle sınanmış Tartışmalarda ortada program vs. gibi rekçeleri merak konusu. "Sükut ikrar bir işleyiş modelidir. Farklı görüşlerin politik üretimler söz konusu olamadı dan gelir" sözü sanmz onlar için söy bastırılmasını değil güvence altına ğından bu konuda çalışma yapanların, alınmasını ifade eder. DM'in çok sesli lenmiş. Aksi sözkonusu ise bugüne ka farklı tartışma yöntemleri ile çalışma dar karşı tavırla karşılaşmayan Y .Ç . ve lik ilkesi farklı görüşlere karşı taham larını duyurmalannın ve kitle desteği Y .Ç . gibilerinin bu yapıları sindirdiklemüllü davranmayı, demokrat bir gö (DKÖ sürecinde bulunanlar) aldığı hal rini-istedikleri sonuç- düşüneceğiz ■ rev olarak önümüze koyarken, farklı
şe
killenmesidir.
56
Türkiye'de proleterya
Ali KEMAL
Türkiye'de işçi sınıfının sosyal var lığı yaklaşık bir yüzyıldır tartışılmaz gerçekliktir. Bu gerçekliğin kanıtları Tersane grevleri, Kurtuluş Savaşında İstanbul'un işgalini protesto miting ve gösterileri, 2 7 Mayıs öncesi ve sonrası savaşım ve gösteriler, DİSK olayı, 1516 Haziran; yani Türkiye'yi sarsan günler, Tariş, Gültepe direnişleri ve en son 1 9 8 9 Nisan direnişleridir. Her ülke, bölge vb. de olduğu gibi kapitalizmin olmazsa olmaz kuralları tabii ki Türkiye'de de işçi sınıfının do ğuşu, gelişimi, sürecine damga vur muş diyalektik bir işleyişi sahip olmuş tur. Onun yasaları, sistemin tüm hüc relerinde işlerlik kazanırken aynı za manda kendi karşıtını yani proletarayayı da doğurmuştur. Proletaryanın devrimci dönüşümdeki önder konu munu sergilemek için öncelikle teorik bir analizle kapitalistleşme sürecini anlatacağız. Kapitalizmin, bugün en üst aşaması emperyalizme ulaşmış ka pitalizmin yaklaşık 4 0 0 yıllık pratiğini Marksizm Leninizm sistematiği içinde kavranışı, bu sürecin seyri, derinliği, hızı, gücü ve karakterini iyice belirgin leştirir. Kapitalist üretim ilişkisi, bağnnda doğduğu feodal üretim ilişkisi ile tarih sel olarak çatışarak, adım adım ilerler ve onu yani "yeni olarak karşısındaki eskiyi" tarih sahnesinde siler. İki üre tim ilişkisi arasındaki çatışma tabii ki düz bir çizgi izlemez, zik-zaklarla de vam eder, ta ki sonuçlanıncaya ka dar. Kapitalizm köleci toplumdan bu yana varolan ama hiç bir zaman "te mel" olmayan meta üretimi temelleşti rir yani her şe y i" m e ta la ş tır ır Köleci toplum ve feodal toplumda da vardığı
nı devam ettiren tefeci bezirgan ser maye ve küçük zanaatkar, küçük mülk sahibi köylü de büyük bir dönüşüm ya ratır: Yani kapitalizm, eski üretim iliş kisi olarak feodalizmden devralınan toplumsal kategorileri, "eskinin malze mesini" ele alıp işleyerek işe başlar. Onun ilk gereksindiği; emek-gücünü satmaktan başka çaresi olmayan, yaşayabilmesi için "başka hiç bir gücü" bulunmayan proleterler rezerv olarak feodal toplum içinde az da olsa vardır lar. Ama kapitalizmin artık egemenli ğe oynaması, eksiyi silip süpürebilme si için bu yetmez; kent ve kırdaki küçük zanaatkarlar, küçük toprak sahipleri, serfîer "mülksüzleştirilip proleterleştirilmelidir! Bunun yolu kapitalistleşme sürecinde küçük zanaatkarlar için tefe ci bezirganın tuzağında hızla mülksüzleşmektir, Aynı şey genelde küçük toprak sahibi için de geçerlidir. Gide rek belirginleşen kapitalist piyasa ku radan eliminasyona başlamıştır. Sert ler yani "yerin esirleri" içinse "özgürlü ğe kavuşturma yasaları" çıkarılır. Kimi zaman kanla topraktan sürülür. Bu nun yanında süreç kırın kapitalistleşmesini hızlandırdıkça "köylülükte farklılılaşma" başgösterir. Yani tarihin di namikleri artık işlemeye başlamıştır. Genel olarak emek-gücünü satmaya hazır milyonlann hazırlanması süreci ilkel sermaye birikimi sürecidir. İşte, bu süreç "Hrlann ıssızlaşmasını" hızlandmr. Yani, bir yandan kırlarda basit yeniden üretim yıkılıp yerine genişle tilmiş yeniden üretim; yani pazar için meta üretimine geçilirken, öte yanda kırlarda giderek "gereksiz hale getiri len" değişen sermaye unsurlan şehirle re oluk oluk akar. Köyden kente göçün mantığı budur. O halde kapitalistleş-
menin hızı ve derinliğine bağlı olarakki bu da birazdan değineceğimiz güç ler dengesiyle belirlenir-kırlarda nüfus azalırken, şehirlerin nüfusu kabarma ya başlar. Şehir, tekniği, yaşam tarzı, gücü ile kırın üstesinden gelmeye baş lamıştır. Şehirlerde varoluşları doldu ran proleterlerin sayıca gelişim hızı ar tık genel olarak nüfus ve özelde tanmsal nüfusun" hızlarını geçmeye başlar. Sermayenin merkezileşmesi ve yo ğunlaşması proletaryanın niceliğinde yeni bir dönüşüm yaratır: Tekelci dö nemle büyük işletmelerde giderek da ha fazla sayıda proleter çalışmaya baş lar. Üretimde, teknikde, sermaye ya pısında "her şey demek olan" tekeller, aynı zamanda daha çok sayıda prole tere de hükmetmeye başlarlar. Tüm bunlar bize tarih sahnesinde karşı karşıya gelen kapitalist ve feodal üretim ilişkisinin kavgasını anlatır. Bu kavga, ya da çatışmanın seyri, hızı, de rinliği, gücü ve karakteri, özellikle Av rupa'da milyonlarca proleterin gücünü burjuvazinin ensesine dayayacak şekil de hissettirdiği dönemlerde çatallaş maya başlar. Kırlarda kapitalizmi radi kal ve çok hızlı bir şeklide; devrimci bir tarzda kökleştiren ve yerleştiren Ame rikan tipi gelişiminin yanısıra!850'lerde "feodal toprak beyliği iktisadının iç başkalaşımı" da kapitalizme geçişin di ğer bir temeli haline gelir. Bu iç başkalaşım, toprak ağasının burjuvalaştırılması, toprakağası-serf ilişkisini giderek kapitalist toprak sahibi-kır proleteri ilişkisine "ağır ve sancı lı" dönüşümdür. Bu, iki üretim ilişkisi nin belli bir süre belki de yanyana va rolmasını gündeme getirebilir ama bu hiç bir zaman "bu eklenme sürecinde" egemenlik ve tabîlik ilişkisinin varlığını
57
inkar etmez. Şehir, yani kapitalizm, tekniği, yaşam tarzı, gücü ve dünyada ki genel durumuyla kıra yani feodaliz me üstündür. Üstünlük, saf anlamda feodalizmi gündemden çıkanr, onu ’artık, kırıntı" haline getirir. Bu teorik analizlerden sonra artık Türkiye'de işçi sınıfının sosyal varlığı gerçekliğine geçebiliriz: Öncelikle T.C.'nin Osmanlıdan devraldığı mirasa bir göz atmamız ge rekiyor. 1 9 2 1 yılında İstanbul, İzmir, Adana gibi o dönem işgal altında bulu nan önemli merkezleri kapsamayan ve iktisat Vekaleti tarafından yapılan sanayi sayımına göre 3 3 bin 5 8 işye rinde 7 6 bin 2 1 6 işçi çalışmaktadır. 1927'd e Devlet İstatistik Enstitü sünün kurulmasının hemen ardından sanayi sayımı yapılmıştır. Bu sayıma göre 6 5 bin 2 4 5 işletmede 2 5 6 bin 8 5 5 işçi çalışmaktadır. İşçilerin büyük bölümü tanrn hayvancılık, dokuma, maden-maden işleme sektörlerinde yoğunlaşmıştır. İşletmelerin yüzde 79'u üç ve üçten az işçinin çalıştığı iş letmelerdir. 10 ve daha fazla işçi çalış tıran işletmeler ise genelin yüzde 3 u kadardır. İlk bakışta gibi gelebilecek iş çi sayısını esas olarak toplum çerçeve sine yerleştirdiğimizde bunun hiç de böyle olmadığı anlaşılmaktadır; Dr. Hikmet Kıvılcımlı "Türkiye işçi sınıfının sosyal varlığı "çalışmasında 2 5 6 bin kişiden 2 3 8 binin işçi olması nı ve 1927'd e, Türkiye nüfusunun 13 milyon 6 6 6 bin, 1 9 2 8 -2 9 devlet yıllı ğında ise 1 0 .9 milyon olarak gösteril diğini hatırlatarak ikisinin ortalaması nın alındığında karşımıza her 5 0 kişi den 1 kişinin sanayi proleteri olduğu gerçeğinin çıktığını yazıyor ve ekliyor du: "50 kişide bir sanayi işçisi, elbette ileri Avrupa sanayi memleketlerine bakarak, pek az nispettir. Fakat aynı Avrupanm cenup ve Şarkına doğru gelelim: işin gittikçe değiştiğini görü rüz. mesela, 1917'd e zirai ve geri bir memleket olan Çarlık Rusyası'nda 1 8 0 milyon nüfusa karşı yalnız 2 mil yon 9 0 0 bin sanayi işçisi vardı. Sanayi amelesinin nüfusa nispeti: 6 2 kişide 1 kişidir" Dr. Kıvılcımlı aynı çalışmasında "o istatistik yoksulluğunun" içinde işe ya rar tüm dokümanları tek tek irdeler ve şehir ile kırlardaki proleterlerin sayısı nın 8 0 0 bin ile 9 7 0 bin kişi arasında bulunduğunu saptar. Yine genel nüfus çerçevesinde yerleştirlidiğinde yine iki nüfus sayımı verilerine göre her 1 6 ki şiden birinin, veya her 1 4 kişiden biri
58
nin proleter olduğunu belirtir Sovyetler Birliğinde 1 9 2 4 -2 5 sıralannda, ya ni devrimden yedi-sekiz yıl sonra bir Rus araştırmacı Lozovsky'nin "Sovyetler Birliğin'de 1 5 0 milyon nüfusdan kır proleterleri de dahil olmak üzere" aza mi "8-9 milyonu proleterdir" sözlerini aktarır. Bu verilere göre o dönem her 1 5 veya her 18 kişiden biri proleter dir. 1 9 2 3 -1 9 2 9 yıllannı Burjuvazi için ülke içinde burjuva devletin oturması, savaş yaralarının sanlması, MusulKerkük, Kürt "meselesinin "halledil mesi, içeride sınıf zıtlıklannın, savaşı mının yükselmesine yönelik pratikle rin: Mustafa Suphi'lerin katledilmesi, İstiklal Mahkemeleri, her türlü yasak., dışarıda ise emperyalizme karşı varlı ğını kabul ettirme savaşı verilirken, yanıbaşındaki sosyalist devrimin etki ala nından kaçınmak için uğraşın verildi ği" yıllar olarak geçtiği gözözüne alınır sa: Bu dönemin kapitalistleşmenin sonraki yıllarda büyük bir patlama ya pacak denli hazırlık dönemi olduğu anlaşılabilir. 1930'lu yıllar kapitalizm ve aynı zamanda işçi sınıfında hem ni celik, hem nitelikçe gelişmenin ifadesi dir. 1927'd e genişletilen Sanayii Teş vik Kanunundan yararlanan kuruluşla ra baktığımızda bunu rahatlıkla görebi liyoruz. 1930'larda yapılan sanayi an ketlerinin sadece teşvikden yararlanan kuruluşları kapsadığını hatırlatarak başlayalım. 1923'd e teşvikden yararlanan şir ket sayısı 1 5 0 9 , 1931'd e 2 3 0 0 adet tir. 1 9 3 2 yıllında sayıca artış tersine dönre. 1932'd e işletme sayısı 1 4 7 3 'e , 1933'd e 1397'y e gerilemiştir. 1 9 3 5 ve 1 9 3 7 yıllannda ise sırasıyla bu sayı 1 1 6 1 ve 1116'y a düşmüştür. Şirket sayısındaki bu azalma, sermayenin esasen merkezileşmesinden kaynak lanmaktadır. Azalan şirket sayısına karşılık 1931'd e toplam şirketlerin sa bit sermayeleri yani değişmeyen ser maye değeri 5 5 milyon lirayken bu 1 9 3 5 ’de 6 2 milyon liraya çıkar. 1 9 3 3 yılında 1 3 9 7 işletmede çalışan işçi sa yısı 6 5 bin 6 5 9 iken, 1937'd e bu 8 0 bin 3 5 2 kişiye yükselmiştir. Şirket sa yısı 2 8 1 adet azalmış, şirketlerin ser maye yapılan güçlenmiş, işçi sayısı artmış şirket başına çalışan işçi sayısı da 4 7 işçiden 7 2 işçiye yükselmiş: Sonuç tabii ki çok açık bir tekelleşme. Bu tabloyu başka bir veriyle des teklediğimizde tekelleşme olgusu daha iyi anlaşılabilmededir. Bu kez yıl 1 9 3 9 ; 1 1 4 4 işletmenin yıllık üretim
değeri 3 4 î milyon lira. İşletmelerde yıllık işgünü sayısı 2 6 bin 7 9 6 gün 1 1 4 4 işletmeden sadece 113'ü yani yüzde 10'u üretimin yüzde 7 3 ,'ünü, aynı zamanda işçilerin yüzde 72,7'sini çalıştmyor. Demek ki, 1 9 3 0 -4 0 döneminde devletçi kapitalist gelişmenin verdiği hız ve güçle sermaye büyük işletmeler de merkezileşip yoğunlaşarak, sana yie hükmetmeye başlamıştır. Bu dö nem yaşanan kapitalistieşme süreci nin karakteri yani tekelci kapitalist ge lişim daha sonraki yıllarda da sürece damgasını vurmuştur. Savaş yıllan sanayide bir durgunlu ğu da beraberinde getirirken, finanskapitalin savaş sonrası döneminde gerçekleştireceği 'büyük atılım' için sermayesini beşe-ona katladığı spekü lasyon, vurgunlarla dolu yıllar olmuş tur. Savaş sonrasında kırlara gönderi len onbinleri bulan traktör tümenleri buralarda mülksüzleşmeyi hızlandmrken, şehire akan proleterlerin sayısını da milyon sınırına ulaştırıyordu. Sana yide ve tanmda yıllık yüzde 10'lan bu lan büyüme hızlan mülksüzleşenleri kapitalist işletmelerde masederken, tarımda kapitalizmin o döneme kadar ki "uysal gidişi, dizginsizleşmeye ve hırçınlaşmaya başlamıştır." Bu, o ana kadar ki Prusya tipi kapitalist gelişme ye hız ve derinlik kazandırmıştır. Köy lülük içindeki farklılaşma artmış, kırlann pazara açılması, daha da hızlan mış, kapitalist üretim hücra köşeleri bile fethetmeye' başlamıştır. 1960'lı yıllar "planla kalkınma" dö nemi olurken, 1 9 7 0 ve 1980'ler de 1960'lardaki genel eğilim devam et miş yani 1 9 6 0 -1 9 8 0 arasındaki 2 0 yıllık dönemde filans-kapital ağını dört bir yana sararken, kapitalistieşme açı sından "genişleme yılları" yaşanmıştır. Bu yıllarda yaşanan sürecin işçi sınıfı nın sosyal vanlğı üzerinde yarattığı et kileri sayısal olarak değindikten sonra onun "profilini de" çizmeye çalışaca ğız. Görüldüğü gibi dünyanın en hızlı nüfus artış hızına sahip ülkelerden biri olan Türkiye'de "biyolojik üretim hızı," kapitalizmin kendisini üretmesi ye ço ğalması hızından "geri kalmıştır. İkinci sonuç ise 1 9 3 0 , 1 9 4 0 ve 1 9 7 5 yılla rında bir önceki yıllara göre proletar yanın artış hızında patlamalar yaşan mıştır. Özellikle 1 9 3 0 -1 9 5 5 yıllan dik kat çekicidir. Böylece, Dr. Kıvılcım lının yönteminden hareket edersek tablonun sütunlarından da görüldüğü gibi nüfus başına sanayi proleteril
Yıllara göre sanayi proletaryası ve nüfus içindeki gelişimi, Sanayi Proletaryasının gelişim t a ve genel nüfus artış t a
Yıllar
;T-.7 Sanayi Proleteri
Nüfus Nüfus başına Proletaryanın (1000) | proleter artış hızı (%)
1930 300.000 14.000 1940 ' 533. 17.700 1955 • 1.123.000 Y 23.800 1960 1.329.000 ı 27.500 1965 : um m 31.000 2.120.000 O 40.000 1975 M l l l l l l l l | rV2.373.00Q :' • 4 4 . 4 4 0 1988 3.130.000 52400
İl 46 33
Nüfusun artış hızı (%}
IİI1 İ1 IIİ1 1 İİ 7S‘
İSIISH I! 11 20 ■ ■ ■ sı 20 1 I1 H 1 B ■1İ1IISB!IIİH IIH IIlİliİl! ! J ! ! ! ^ ! ! 8 I l i l l l l l 30
23 3$ 15 13 29 11 22 •
Not: Veriler DİE İstatistik yükîan, sanayi ve işyeri sayımlarından tarafımızca derlenmiştir. 1930'larda 4 6 kişide 1 kişiyken, 1988'lerde bu 17 kişide 1 kişiye düş müş bulunmaktadır. Türkiye'de kapitalistlerin sigorta lamamak, sendikasızlaştırmak, için anketlerde gerçek işçi sayısını her za man gizledikleri ve istatistik bulgulann Türkiye'nin her köşesini kucaklamak tan uzak olduğu düşünüldüğünde sa nayi proleteryasının sayısal olarak da ha fazla olduğu ortaya çıkar. Peki acaba analizimizi sadece sa nayi proletaryasıyla sınırlı tutabilirmiyiz? Kesinlikle hayır. Genel olarak sa dece sanayi değil, tarım ve hizmetler sektörü dediğimiz alanlarda da çalışan ücretlileri sayarsak tam olarak ücretli çalışanlann sayısına erişebiliriz. DİE'nin Hanehalkı işgücü anketlerini vereceğiz. 196x'dan itibaren bu an ketleri düzenleyen DİE'nin verileri Tablo 2'de görülüyor. Tablo 2 neyi anlatıyor? 2 0 yılda
ücreticilerin sayısı yüzde 1 1 0 artmış tır. Aynı zamanda bu mutlak artış nü fus içindeki ücretlilerin sayısını da gö rece olarak arttırmış 1965'd e her 10 kişiden biri ücretli iken, 1985'd e her 8 kişiden biri ücretli duruma gelmiştir. Dr. Kıvılcımlının 1930'larda sanayi tanm ve hizmetler sektöründe bulduğu 8 0 0 -9 7 0 bin arasındaki ücretlilerin sa yısı 5 5 yılda yüzde 6 1 0 artmıştır. Nü fus artış hızı ise 1 9 3 0 -1 9 8 9 'd e yüzde 2 6 0 olmuş, 1 4 milyon kişiden 5 0 mil yon kişiye çıkmıştır. Tablodan farkedilen diğer bir nokta ise aile içinde ücret siz çalışanlann sayısında yüzde 20'lik yani sayıca 1 milyon 2 3 4 bin kişilik bir azalıştır. Bu azalış esasen ücertilerde yani işçi sınıfındaki kabarma yaratan faktörlerden biri olmuştur.
İşçi sınıfının profili Şimdi de işçi sınıfının portresini
T abb2 . Çalışma hay at: rdaki yeri İşverenle'
İM
Sayısı 154000
ınsçaftşaft r8feE çalışan 6.414000
Kaynak: DİE Hanehalkı İşgücü Anketleri
19851 G enelniusa oranı Sayısı 201 lllllll 10
130 4.198.000 12 ' 5.180.000 I I M I I I 6.398.000 B B İ B İ İ I
I
20 yıllık değişim (%} 150 10 -20 110
çizmeye çalışalım. Burada işçi sınıfının bangi tip işletmelerde toplaştığına, onun çins aymmına, yaş grubu öğre nim durumu, yoğunlaştığı bölge-iller ayınmmı ortaya koyacağız. Burada yi ne istatistiksel olarak ortaya çıkan yoksulluğu vurgulayıp işe başlayalım. 1 9 5 0 ve 1963'd e yapılan ankentlere göre: 1950'd e 103'ü devlet kapi talist, 2 5 İ 5 'i de özel kapitalist işletme olmak üzere toplam 2 6 1 8 işletme toplam sanayi işletmelerin yüzde 3,2'si demektir. 1963'd e büyük işlet melerin sayısal olarak toplam işletme içindeki payı yüzde 1,9'udur. Ama bu sayısallık aldatmasın! Bu az sayıda iş letmelerde 1950'd e toplam işçilerin yüzde 7 8 , 8'i 1963'd e yüzde 76'sı ça lışmaktadır. İşçi sınıfının az sayıda ki tekel işlet melerde toplşmasını daha ayrıntılı ola rak aşağıdaki Tablo 3'te görebiliriz: Yazımızın ortalannda 1930'lu yıl larda kapitalistleşme sürecinde işlet melerdeki irileşmeye, yani tekelleşme ye işaret etmiş ve bu karakterin sonra ki dönemlere de damgasını vurduğu belirtmiştir. İşte size kanıtları: 1970'lerderi 1985'lere nicelikçe hep dev eşletmeler leyhine yavaş da olka bir gelişme vardır. Bu yavaş gelişme çok önceden ekonomik yapının tekel leşmiş olmasından kaynaklanmakta dır. Yani yeni değil onlarca yıl önce finans-kapitalin şekillenmesinin maddi zemini tekeller egemenliklerini ilan et mişlerdir. Toplam işletmelerin yüzde 0,5'i kadar olan işletmeler işçilerin toplam yüzde 50'sine patronluk et mektedirler. Daha detaya bakıldığında 1 0 0 -4 9 9 arasında içşi çalıştıran işlet melerde ortalama olarak yıllara göre sırasıyla 2 1 9 , 2 1 8 ve 2 2 3 işçi çalış maktadır. 5 0 0 ve daha üstü işçi çalıştı ran işletmelerin büyüklükleri ise yine sırayla 1 2 7 3 , 1 3 7 6 ve 1 2 7 0 işçidir. imalat sanayiinde çalışanlara ba kıldığında çalışanlann yüzde 83'ü er kek, yüzde 17'si kadındır. Toplam üc retlilere bakıldığında ise bunların yüz de 85'i erkek, yüzde 15'i ise kadındır. Kadınların yoğunlaştığı alan ise hiç kuşkusuz tanmdır. Sanayide çalışanlann yüzde 1 5 ’i kadınken, hemen he men tamamı tanm işletmelerinde çalı şan ile içi ücretsiz işçilerin yüzde 7 1 'i kadın, gerisi erkekdir. Yaş grubuna baktığımızda ise işçi sınıfının genel profilinin genç olduğu ortaya çıkıyor, imalat sanayiinde çalışanlann yüzde 3 1 'i 2 5 -3 4 yaşlan ara sında ve yüzde 20'si de 3 5 - 4 4 yaşlanndadır. Sadece 1 5 -3 4 yaşlan arasında
59
ııiııp ıı Topfan%erleıi Toplamişçiler ■.•içindekipayf i ıcindekıpayı * (%) ‘ w 9 8 ,3
1-1 9 20-99 H 100-499 5 0 0 ve üstü
m
'
b
42
l l l l l 0.3 m
Foplamışyerieri. Toplam işçiler içîndekıpayt içindekipayt (%ı m 9 7 ,4
4 0 ,5
Î0 .5
1,9
.11,6
16.2
04
15;
İ l i l
3 1 ,9
i
■
Topiamlşyerieri Topfemİşçiter ıçındekıpayı pdekipayj « W 97 ,4 M B jp p 0,5
40 11.1 M H H İ 3 0 ,7
Prolearyamn gelişiminde 2. kuşak
: DİE İmalat sanayii anketlerij işçilerin sayısı toplamın yüzde 60'dır. Peki işçi sınıfının öğrenim durumu nedir? Tarımda ücretsiz aile işletmele rindeki çalışanların öğrenim durumlan daha kötüdür. Bu işletmelerde her 1 0 0 kadından 3 6 sı okuma yazma bil memektedir. Toplam ücretlilere bakıldğında ise durum biraz olsun iyileşmektedir. Her 1 0 0 kadından 9'u okuma yazma bil memektedir. Okuma yazma bilmeyen erkeklerin sayısı ise 1 0 0 kişiden 4'dür.
kul mezunu olarak işe alınanlar genel içinde ağırlıktayken, son 10 yıldır bu ağırlık giderek Ortaokul ve Lise mezu nu işçilere kaymaktadır. Bu ise imalat sanayiindeki işçilerin öğrenim durum larında bir yükselmeyi, beraberinde de algılama güçlerinin artmasına yol aç maktadır. Şimdi gelelim işçi sınıfının bölgelerarası dağılımına: DİE- Hanehalkı iş gücü anketini 5 bölgeye göre yapılı yor. Marmara Trakya bölgesi, Güney Anadolu, Ege ve İç Anadolu, Karade
1İİİIİ! 1960 Okuma-yazmabilmeyen Okuryazar, okul mezunu değil ilkokulmezunu Ortaokul mezunu Li Lise dengi Meslek okulu mezunu Yüksek okul, fakülte mezunu
Tablo açık. Genel olarak işgücün de yani tüm sektörlerde faal olanlar arasında yapılan anketler okuma-yazma bilmeyenlerin oranında belirgin bir düşüşü gösteriyor. Ama kapitalizm henüz bu sorunu tam olarak çözeme miştir. Bu, ilkokul mezunlannm top lam işgücü içinde yüzde 5 4 gibi baskın bir durumda olmasından da görülebi lir. Ama burada altını çizmemiz gere ken bir şey var: Özel olarak İmalat sa nayiinde onlarca yıl önce asgari ilko i
60
genel olarak’ticretliler ve imalat sana yiindeki ücretliler içindeki payı ise yüz de 101ar civanndadır. Daha da özele indiğimizde Türkiye sanayi proletar yasının İstanbul, İzmir, Ankara, Ada na, Eskişehir Kocaeli, Bursa illerinde toplaştığını görüyoruz. Ücretsiz aile iş letmelerinde çalışanlara da baktığımız da - ki bunlar 5 milyon 1 8 0 bin kişiyi bulmaktadır- burada birbirine yakın oranlar çıkmaktadır. Doğu ve Güney doğu Anadolu bölgesinin payı bu kate goride her 1 0 0 kişide 2 6 , iken Mar mara'nın payı her 1 0 0 kişiden 2 4 ’dür.
1985
İİİIIİB IM İİİİM I
■
■
■
■
■
21,1 7,4 54,3 5,7 4,7 3,0 3,8
niz ve Doğu-Güneydoğu Anadolu böl geleri, 1 9 8 5 anketine göre tüm sek^ törlerde ücretli 6 milyon 3 9 8 bin işçi nin yüzde 4 l ’i Marmara bölgesinde, yüzde 251 Ege-İç Anadolu bölgesinde ve yüzde 1 2 !si de Ğüney Anadolu böl gesinde bulunmaktadır. Olaya imalat sanayii olarak bakarsak toplam çalı şanların yüzde 53'ü Marmara'da, yüz de 251 Ege-İç Anadolu, 111 de Güney Bölgesinde bulunmaktadır. Doğu-Gü neydoğu ile Karadeniz bölgelerinin
Buraya kadar çeşitli verilerle Tür kiye'de işçi sınıfının gelişimini ana hatlanyla anlatmaya çalıştık. Gördük ki, Türkiye kırlarında kapitalistleştirmede "Prusya tipi kapitalist gelişme, yön tem" olarak tercih edilmesine/zorunda kalınmasma/rağmen kısa süreli şoklarla finans kapital şekillenmiş ve işçi sınıfının sosyal varlığı da bir ger çeklik olarak ortaya çıkmıştır. Avrupada yüzyılların kapitalist birikişi sonu cunda tekelci aşamaya geçiş bizde her türlü iç ve dış koşulun bir sentezi olarak daha kısa sürede gerçekleşirken, bu gün geldiğimiz noktada "kapitalist birkişin yasalannın hala canlı olarak işle diğini" vurgulamalayız. Gerçi 1920'lerde şehirlerde yaşayan nüfus yüzde 25'lerde iken ve 1985'd en son ra bu yüzde 55'lere çıkıp "şekil olarak da şehirlerin kırlara baskınlığı" kesin lik kazanmıştır ama "prusyalılık" hala sürmektedir. Genel nüfus içinde yüzde 45'lik paya sahip olan kırlann ekono mideki payı yüzde 15'lere kadar düş müştür Bu kırlardaki facianın en basit göstergesidir. Ama dinamik süreçde kırların bu şişkinliği adım adım sön mektedir. Peki bu olay bize neyi gös termektedir? Bir yanda şehirlerde pro letarya "kendini yeniden üretmeye başlamıştır", öte yanda kırlardan şehire göç sürmektedir. O halde ikili işle yen bir süreçle karşı karşıyayız: Önce proletaryanın kendini yeni den üretmesi gerçeğine değinelim. Sonra da kırlanmıza. 1984'd e (Milli Prodüktivite Merkezi) MPM tarafın dan yazılacak İstanbul'da 1 3 8 sanayi işletmesinde 1 3 7 3 işçi ile yapılan uzun bir anket çalışmasının sonuçlan bize bu kpnuda önemli sonuçlar sunmakta dır. İşçilerin "Baba mesleğiniz nedir? "sorusuna verdikleri yanıtta ilk sırada
yüzde 39'la çiftçilik gelmektedir. Onun hemen arkasından ise yüzde 24'le 'sanayide işçi" yanıtı ikinci sıra dadır. Baba meslekleri içinde küçük memur yüzde 9'iuk, esnaf ve küçük ti caretle uğraşanlar yüzde 7 .6 , kendi mesleğinde serbest çalışan yüzde 6,3'lük paya sahiptir. Demek ki her 1 0 0 proleterin 2 4 'ünün çocuğu da ba ba mesleğini sürdürmektedir. Öte yanda ise şehirlere göçün devam etti ğini gösteren veri baba meslekleri içinde genelde küçük burjuva katego risinin toplam yüzde 6 7 lik paya sahip olmasıdır. "Barajın sularını kontrollü olarak akıtması" gibi finans kapital de kırların şehirlere akmasını "elinden geldiğince "kontrol altına almaya ve "sosyal patlamalann besin kaynağı " olmayacak şekilde gelişimini sağla mak istemektedir. Şimdi de kırlardaki proleterleşme ye bakalım. İ960'lard a yani Türki ye'nin 2 7 milyon civannda bir nüfusa sahip olduğu dönemde tarım işletmesi sayı olarak 3 milyon idi. 1980'd a nü fus 4 4 milyona çıkmış tarım işletmesi sayısı da yüzde 20'lik artışla 3 milyon 6 0 0 bine yükselmiştir. Kırlarda bir ta raftan kapitalist çiftçilik gelişip kır bur juvaları özellikle 1950'lerden sonra hızla boy atarken, öte yanda "toprak sızlık, buna bir basamak yakın küçük toprak sahipliği" mülkiyet bazı olarak işletmelerde ağırlıktadır. İşte bu işlet meler ve ücretsiz çalışan milyonlar hem kırlar, hem de şehirlerin proleterya deposudur. Köylünün köyün yo sunlarından kurtulup şehire göçü, do laysız olarak proleterleşmesi "gecik meye uğramaktadır." Ama tüm bunla ra rağmen kapitalizmin dinamikleri kır proletaryasını da doğurmuştur, yanı na da yine buna bir basamak yakın mevsimlik işçileri koymuştur. Burada yine MPM tarafından yapılan bir araş tırmadan bahsedeceğiz, istatistiklerin yoksulluğunu bununla aşmaya çalışa cağız. Yüzde 38'i küçük (1-50 dö nüm), yüzde 411 orta (5 1 -2 0 0 dö nüm) ve yüzde 2 l'i de büyük (200+üstü) tarımsal işletme olmük üzere top lam 3 3 7 5 işletme üzerinde yapılan bir araştırma bize işletmelerde sürekli üc retli, aile içi ücretsiz ve geçici-mevsimlik işçilerin çalışma oranlarını vermek tedir. 3 3 7 5 işletmeden alınabilen ya nıtlara göre toplam işletmelerin yüzde 10'unda sürekli ücretli işçi çalışmakta dır ve ücretli çalışan sayısı ortalama 2 kişidir. İşletmelerin yüzde 90'ı sürekli anlamında işgücünü aile içinden karşı lamaktadır. işletmelerin yüzde 5 2 fsi
ise her yıl sayısı belirtilmeyen bir oran da geçidi işçi-mevsimlik işçi çalıştır maktadırlar. Demek ki, 1 9 8 0 bazlı 3 milyon 6 0 0 bin tanmsal işletme üze rinden kaba bir hesap yaparsak kırlar da 7 2 0 bine yakın sürekli proleter, 1 ,5 ’ milyonun üstünde ise mevsimlik prole terler üretim sürecine katılmaktadır lar.
İşsizlik Her kapitalist ekonomide olduğu gibi Türkiye'de de kapitalistleşme sü reci, bağnnda kronik bir hastalığı; iş sizliği üretmiş ve ürtemeye devam et mektedir. İşsizlik, özünde kapitalistler için işgücünün fiyatını sürekli aşağıda tutabilmek için büyük bir baskı aracı" olması yüzünden doğmuştur. İstatis tikler 1950'lerden sonra bir işsizlik so rununun gündeme geldiğini gösteri yor. Bunlara inansak bile 1950'lerde aktif çalışabilir nüfus içinde işsiz sayısı yüzde 5 ,6 olurken, 1962'd e işsiz sayısı oran olarak yüzde 1 0 ,5 'e (1,4 milyon kişi), 1977'd e yüzde 12 ,2 'y e(2 milyon kişi) ve 1988'lerde yüzde 2 5'e (4 mil yon kişinin üstünde) çıktığını görüyo ruz. Sadece İş-İşçi Bulma Kurumu'na 'kayıtlı işsizlerin' sayısı 1 ,2 milyon kişi ye ulaşmıştır. Bir de yurt dışına çalış mak üzere gönderilen 1 milyonun üs tündeki işçiyi gözönüne alırsak bunu hem işsizlik hanesine, hem de çalışan işçiler hanesine yazabiliriz. Ama so nuç aynı kalır. Bu 1 milyon kişi emekgüçlerini satmak üzere şehirlere göç müşlerdir.
İşiçi sınıfının sosyal varlığının siyasi sonuçları 1930'larda başlayan hızlı kapita listleşme temposunda sermaye biriki mi de çığa dönüşen kartopu misali gibi hızla çoğalmış, aynı zamanda, görül düğü gibi merkezileşip yoğunlaşmaya başlamıştır. Bu, yüzde 400'lere ulaşan sömürü derecesiyle olanaklı olmuştur. Ama madalyonun Öteki yüzünde bu sömürüye başkaldırının yollarının tı kanması, bastırılması vardır. Grev ko nusunda 1936'ya kadar ve örgütlen me konusunda da 1 9 3 8 'e kadar 1909'd e Osmanlı döneminde çıkanlan Cemiyetler Kanunu ve Tatil-i Eşgal Kanununun getirdiği ve Cumhuriyet döneminde de geçerli olması gereken özgürlükler" fiilen kullandırlmamıştır. "Yani burada "zor vardır." 1938'd e ise açıkça Cemiyetler kanunu ile "sınıf esasına dayalı cemiyet kurma yasağı"
getirilmiştir. Bu yasak 1 9 4 6 ’da kaldınlrken, yerden mantar biter gibi sendikalann kurulmasına yol açmıştır. İşte uzun yıllar süren suskunluk yıllan bi randa patlamaya dönümüştür. Öyle ki, işçi sınıfının artan hareket liliğini denetim altına alabilmek için CHP ve DP kendi kontrolünde sırasıy la İstanbul İşçi Sendikalan Birliği ve Hür İşçi Sendikalar Birliğini kurulma sına yardımcı olmuştur. Ama bunlar kontrolde başarılı olmamıştır 1 9 4 9 yı lında 7 7 olan sendika ve 7 2 bin olan sendikalı işçi sayısı, 1 aralık 1952'd e 1 3 0 bin sendikalı işçiye ve sendika sa yısı 2 4 8 'e çıkmıştır. 1946'd an itibaren patlayan örgütlenme dalgasının belki de ilk önemli sonucu başından itibaren finans kapitalin kontrol altına almaya çalıştığı Türk-İş'in 7 Nisan 1952'deki kuruluşudur. Sendikalı işçi sayısı 1950'li yıllarda istikrarlı bir artışla yük seldi ve resmi verilere göre 1 Eylül 1960'd a 2 8 2 bin işçiye ulaştı. Sonra ları ise bu rakam giderek arttı. 1 9 6 5 ’de Türk-İş verilerine göre buraya bağlı sendikalardaki işçi sayısı 4 5 8 bin 7 7 5 kişiydi. Çalışma Bakanlığı istatistikleri ise 1966'd a sendikalı işçi sayısının 3 7 4 binde kaldığını gösteriyor. Arada ki rakam farkılılığı ne olursa olsun "proletaryanın örgütlenmedeki hızını ve adım adım düzeni sarsacak 1 5 -1 6 haziranlara gidiş yolunu" gizleyememektedir. 15 Ocak 1967'd e İstanbul'da top lanan 17 sendika yetkilisi burada "Türk-İş'in bağımlı duruma gelmesi, bu örgütün içinde kalarak düzeltilmesini, doğru yola getirilmesini imkansızlaş tırmıştır" gerekçesini öne sürerek Dev rimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (EJİSK'i) kurma kararı alır. Daha sonra DİSK'i kurma girişimine katılan sendi ka sayısı azalsa da Türk-İş üyesi Maden-İş, Lastik-İş ve Basın-İş ve ardın dan bağımsız Gıda-İş ve Türk Madenİş'in katılımıyla yaklaşık 6 5 bine yakın üyeyle DİSK'in kuruluşu kesinleşir. DİSK, buıjuva sosyalistlerinin Türk-İş dışında yeni konfederasyon kurmak girişimidir. Ama bu da nesnel olarak iş çi sınıfının en basit ekonomik-sosyal mücadelesinin Türk-İş içinde hapsedil mek istenmesine duyulan tabandaki tepkilerin yansımalardan biridir. 1970'lerde Demirel'in Başbakan lık yaptığı MC hükümetinin DİSK'i ka patma girişimlerine karış DİSK yöneti cilerinin, onlarla aynı zeminden TİP'li millet Vekillerinin dirençli bir zemin izleyememeleri onların burjuva sosyalist zeminlerini iyi açıklarken, sınıf kendili-
61
ğindelikle, içgüdüsüyle DİSK'in kapa tılmasına yönelik tepkisini biriktirme ye başlamıştır. 1 5 -1 6 haziran olayları yüz binlerce işçinin "İstanbul ve Türki ye'yi sarstığı günlerdir." Bu direniş finans kapitalin Cumhuriyetin kuruluşndan bu yana ilk en ciddi sarsılışıdır. Kendiliğİndenliğin ağır basması Sını fın kendisi için sınıf olma özelliğini hız la kazanması önünde bir engel oluş turmuştur. 1970'ler sonrasına baktığı mızda sınıf hareketinde işçi sınıfının daha ileri mevzileri ele geçirmeye baş ladığı görülüyor. Bunun ilk somut pra tikleri 1 9 7 9 -1 9 8 0 lerde Tariş ve Gültepe'de en ön saflarda mücadele eden öncü işçilerin ardlarmdaki kitleyle ver dikleri direniş mücadelesidir. DİSK o anki yönetimi ve sınıf bakış açısı ileburjuva sosyalist bakış açısı-Yükselen sınıf hareketini frenlemeye-örneğin Tariş direnişinde direnişi kırmaya ça lışmıştır. İşçi sınıfı yeni bir nitelik sıçra masının eşiğindedir. 1 5 - İ 6 haziran daki kendiliğindelik anlamlı ölçüde aşılmış, politik bir mücadelenin ilk fi lizleri boy vermiştir. 19801i yıllar esasen tam da bu momentte işçi sınıfını yakalamış ve onun gelişen direnişçi karakterinin yaygınlaşıp derinleşmesinin önüne set çekmiştir. Sınıfın yine Türk-İş havuzu na akıtılma çalışmaları faşizm koşullannda bir ölçüde başarıya ulaşmıştır. 1986'lardan sonra Netaş, Derby Kazlıcesme ve sonraki işçi direnişleri ölü
-toprağının üstten atıldığı ilk eylemler dir. 1 9 8 7 sonlannda başlayan serma ye birikim krizinin sınıfa daha çok yük lenmeyi gündeme getirmesi ve 1980'd en sonraki "sınıfın faşizm koşullannda yaşadıklan" bir birikişidir ve bu nihayet 1 9 8 9 nisan ayı direnişinde patlamaya dönüşmüştür. Burada da bugüne kadar pek direnişin görülme diği, işçi sınıfının politik anlamda göre ce geri kitlesinin bulunduğu devlet ka pitalist işletmelerinde sayısı milyona varan işçi kendilerince özgün yöntem lerle direnmeye başlamıştır. Demek ki 1 9 6 0 , 1 9 7 0 ve 1 9 8 0 sonları esasen sınıfın "her bir ileri sıçra yış ve geri çekiliş" momentleri olmuş tur. Her bir ileri sıçrayış sınıfın bakış açısını zenginleştirirken, onun büyük dönüşümdeki önder konumunu da da ha belirginleştirmiştir. Dr. Hikmet Kıvılcımlı 1930'larda Türkiye'de kapitalist gelişmeyi Markisist Leninist bir analize tabi tutup onun tüm iç bağıntılarını ve bunlann birbirleriyle olan ilişkilerini ortaya koyarken proletarya sosyalizmin temellerini de atıyordu. Aradan geçen on yılların ar dından "sınıf savaşına gözünü daha ye ni yeni açan bebek çağındaki" küçük burjuva sosyalizmi ise "keşif alanında dolaşmasına rağmen işçi sınıfını göremiyordu "onu cılız, zayıf bularak dolay sız olarak devrim önderliğine onu de ğil "onun ideolojisini fiilayatta ise, kü çük brujuvaziyi geçiriyordu.
KAMUOYUNA:
Faşist gerici eğitime son Finans-kapital yalnız halkın emeğini ve alınterini sömürüp gaspetmekle kalmı yor, onun kültürel değerlerini de sömüre rek yozlaştırıyor. Bugün T.C. de eğitimin, özelliklede li selerdeki eğitimin durumu içler acısıdır. Bilimsellik ve insani değerler dışında herşeyi içinde bulabileceğimiz eğitim sistemi Amerikancılığın ve Osmanlı artığı tefecibezirganlığm siyasal arenasından öte hiç bir şey ifade etmiyor. Bilimden ve üretimden yana liseliler olarak bu eğitim sistemini ve onun uygula yıcılarını tanımadığımızı ilan ediyoruz. So runa duyarlı tüm demokrat-devrimcilerin de bu konuda aynı tavrı alması gerektiği düşüncesindeyiz. T.C . gerici-faşist eğitim sistemiyle halkı muma çevirmeyi düşlese de, gençlik bunun kaşısında gerilemeyecektir. Tari-
62
hin durdurulamaz ilerleyicisi işçi sınıfı Ve onun savaşımı Demokratik Halk Devrimiyle eğitimi ve halkın kültürel değerlerini ger çek yerine koyacaktır. Faşizmi Türkiye topraklarına perçin leyerek gelen 12 Eylül faşizmi hala tüm et kinliğiyle sürmektedir. Liselerde gerici-faşist eğitim 12 Eylül'le birlikte azgınlaşarak uygulamaya so kulmuştur ve tüm etkileriyle hala sürmek tedir. T.C. liselerimizde: • Baskı, dayak (psikolojik+fiziksel iş kence) uyguluyor, • Endüstri Meslek Liselerinde staj adı altında öğrenci emeğini, işgücünü sömürü yor, • Kürdistan gençliğine en doğal hakkı olan anadilinde eğitim hakkını yasaklaya rak yoğun bir asimilasyon politikası uygu-
Oysa işçi sınıfı, 1 5 -1 6 haziranla "anlamak isteyen ve anlayabilenlere" önderliğini açığa vurmuştu. Artık, uzun yıllara yayılan sınıf savaşı proleteryayı küçük burjuva kitlelere de öğ retmiştir. Her bir ileri sıçrayışta"devrimden öğrenen ve devrime öğreten" proletarya: gelecek toplumun kurucu luğunda mevzileri birer birer ele geçiri yor. O, halkın içindeki "sayısallığının çok ötesinde sahip olduğu o sınırsız gücü, enerjiyi" iyi biliyor. Geleceğin toplumunu; sosyalizmi "kararlı ve tu tarlı" olarak kurabilme ve ileriye götür mede çıkan olan ve zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan' tek sınıf proletaryadır. Proletaryanın alternati fi yoktur. Eğer köylülükten, küçük bur juvaziden bahsedilecekse bunu dünya devrimleri çok iyi öğretmiştir. Yeniden yaşamaya gerek yoktur. Çünkü prole taryanın bunlarla kaybedecek zamanı yoktur! Küçük burjuvazinin sığ sulannda güneşi arayanlar hiç şüphesiz çok geç meden karaya otururlar ve gemi su al dıkça denizin enginliğini yeni keşfe derler ama ne yazık ki vakit artık çok geçtir: Hem yüzebilmek hem de bo ğulmamak için! Oysa proleteryanın engin sularına yelkenlerini açanlar o, sonu gelmez enerjinin, yaratıcı gücün rüzgarlarıyla yelkenlerini doldurup güneşi fetheder ler ■
İliyor, • Kız Liseleriyle kadının ikinci sınıf vatandaş kimliğini ciltliyor, • Fırsat eşitsizliğini azgınlaştırıyor, • Din dersleriyle gericiliğe uygun bi reyler yetiştiriyor, vb. vb. İşte 1 2 Eylül ve 1 2 Eylülün liseleri: Gerici-faşist eğitim sistemi ve finans oli garşisinin sinsi oyunları. Devrimci Lise Hareketi halkın sosya lizm cephesinde liselerdeki mücadelenin bayrağı ve liseli gençliğin öz-örgütü olarak Demokratik Halk Liseleri yolunda müca delesine devam edecektir. Karşı-devrimin hiçbir oyunu onu bu yoldan geri çeviremeyecektir. Dev-Lis Demokratik Halk Liseleri sü recinde halka ve onun liseli gençliğine iha net eden, karşı propaganda yapan herke se yada herşeye gerektiği biçimde karşı koyacaktır. Gün savaşan sosyalistlerle doğacak tır. Zafere giden yürüyüşümüz durdurula maz.
DEV-LİS DEVRİMCİ LİSE HAREKETİ EYLÜL 1 9 8 9
'90'h öğretim yıllarına girerken öğretmenlerin mücadelesi Öğretmen Arkadaşlar, Yeni bir öğretim yılma giriyoruz: 1 9 8 9 1 9 9 0 . Bundan yaklaşık on yıl önce varolan eğitim sorunlarına yeni açmazlar, yeni kör lükler ve çarpıklıklar eklendi. Tedavi edece ğiz diye yarayı karıştıranlar onu onduracak yerde iyice azdırdılar. Yara giderek büyüdü, karardı, morardı ve kokmaya başladı. Artık uzmanlar onu iyi etmek yerine etrafındaki kızartı, morartı ve kokularıyla uğraşıyorlar. * Ve bizler öğretmenler olarak bu acıyı ta içi mizde hissediyoruz. Bir zamanlar yasa ve yönetmeliklere il kokul öğreniminin mecburi ve parasız oldu ğunu koyanlar amaçlarını unutur oldular. Artık ilkokuldan üniversiteye değin eğitim paralı oldu. İşçiler, memurlar, yoksul köylü ler ve eğitimin esas unsurlanndan biri olan öğretmenler bile çocuklannı okutamıyacak duruma düştüler, okul giderlerini karşılaya maz oldular. Öte yandan bir avuç zengin, çocuklarını en iyi okullarda okutabilmek için avuç avuç para saçmaya devam ediyor lar. Bütçeden eğitime aynlan pay 1965'ler de % 1 5 civarında iken 1 9 8 0 ’lerden itiba ren bu pay % 8 lere kadar düştü. Oysa öğ renci sayısı bir önceki yıla göre durmadan artmakta. Bütün bunlann yanısıra halkla, bizlerle alay edercesine "kendi okulunu ken din yap" saçmalığını söylemeye cüret edi yorlar. Kısacası açıkça ne halin varsa gör di yorlar. Batan şirketleri kurtarmak için hâzi neden milyarlar bir kalemde verilirken ver gisini kuruş kuruş Ödeyen milyonlarca emekçi çocukları için elleri ceplerine gitmi yor. Her yıl ders kitaplanna bilim dışı, hal kın ve ülkenin gerçeklerine uymayan bilgi ler tıkıştırıyorlar. Din derslerini zorunlu hale getirenler laiklik ilkesini "yobazlığa layık" ol ma ilkesine dönüştürdüler. Dini liseler ülke nin her yanında mantar gibi bitiverdiler. Uygulayageldikleri "tek tip demokrasiye uy gun "tek tip öğrenci" ve "tek tip öğretmen" yaratmak için ellerinden geleni yaptılar. Sa dece kendini düşünen, köşeyi nasıl dönerim sevdası aşılanan, yaratıcılığı ve bilimsel araştırma ve üretkenliği katledilen saçından ayaklarına kadar hatta nerdeyse iç çamaşır larına varıncaya dek herşeyine karışılan bir öğrenci yetiştirmeye girişildi. Askeri yönet melikten hemen hemen aynen alınan bir iç hizmet yönetmeliği ve diğer baskıcı tutum ve davranışlarla öğretmenler askeri bir di siplin altına alınmaya çalışıldı. Öğretmensiz
63
okul, okulsuz köy, araç gereçsiz dershane çarpıklığına, örgütsüz öğretmen ve uysal öğrenci yetiştirme politikaları eklendi. Niha yet eğitim yuvaları birer çamur deryası hali ne getirildi. Gericilik, şovenlik, bencillik eği timi aldı yürüdü. Eğitim Bakanlığının önün deki "milli" sıfatı bir paravan olarak kullanılır hale geldi. Eğitimin ulusal hiç bir yanı kal madı; "öğretimin birliği" ilkesi bir yana itil di. Zengin sınıflar çocuklarının özel okul larda bir yabancı dil öğrenebilmesi için mil yonlar akıtırken, halk çocukları zorunlu olan ve parasız verilmesi yüzyıllardır uygar top lumlar tarafından ilke olarak benimsenmiş ilköğretim okullarına bile yaklaşamaz ol muşlardır. Kürt çocuklarının kendi ana dille rinde öğrenim görme hakları, kendi kültür lerini geliştirebilme özgürlükleri yok sayıl maktadır. Bir de utanmadan Avrupa Toplu luğuna üyelik için başvuruluyor. Hangi Av rupa Topluluğu ülkesinde öğretmenlerin sendika ya da dernek üyesi olmaları suçtur? Biz bilmiyoruz. Ancak, bildiğimiz bir şey varsa bu ülkelerde öğretmenler bırakın sen dika, dernek üyesi olmayı parti çalışmaları na bile fiilen katılabilmekte, milletvekili ve bakan olabilmektedirler. Dünyada çocuk ölümlerinde şampiyonuz; .şimdi buna bir de öğretmenlerin dernek kurma hakkı olunma yan tek ülke olma şampiyonluğunu kâttık. Öğretmenlerin sendika hakkı olmayan bir kaç ülkeden biri olmayı ise yıllardır sürdürü yoruz. Şu sıralar bu haktan öğretmenlerin yoksun bulunduğu ülkeler Brezilya, Peru, Ekvator, Ürdün, Liberya olmak üzere sade ce altı ülkedir. Bu ülkelerin ortak özelliği em peryalizmin sömürüsü ve halk düşmanı yö netimler altında inliyor olmalarıdır. Ama ni ce gerici ülke yönetimleri bile öğretmenlere bu hakları tanımıştır. Bizlere de örgütlen mek öcü gibi gösterildi, yıllardır ondan kor kuyla kaçındık. Temel insan hak ve özgür lüklerini esas alan uluslararası andlaşma ve sözleşmeler -ki bunlann altında TC hükü metlerinin imzalan bulunmaktadır- tozlu raflar arasında unutuldu. Oysa bu anlaşma ve sözleşmelerin ana konularından biri ör gütlenme özgürlüğü ve bu özgürlüğün gü vence altına alınmasıyla ilgilidir. Öğretmen arkadaşlar, İşte yeni öğretim yılma, 19901ı yıllara bu koşullarda giriyoruz. Sayımız azımsan mayacak, gücümüz küçümsenmiyecek bo
yutlarda. Aynı ekonomik-demokratik so runları paylaşıyoruz. Artık günümüzün bilin cine varmalıyız. 1 2 Eylül'den bu yana yoğun baskılar altında kalan öğretmenler sadaka larla, ianelerle daha ne kadar meslek onur larının zedelenmesine, çiğnenmesine izin verecekler? Şurası çok iyi bilinmelidir ki bu güne kadar ne çektiysek örğütlenmekten değil örgütsüzlükten ya da derme çatma örgütlenmekten çektik. O halde yapılması ge reken ahlayıp vahlayıp her şeyden yakın mak değil halk ve emek ve dolayısıyla da öğ retmen düşmanlarıyla kararlı bir mücadele ye girişmektir. Böyle bir mücadele örgütsüz yürütülemez; Bu apaçık bir gerçektir. Ara mızda oluşturacağımız birlikler ve dayanış ma ruhu bizi gerici yönetimlerin keyfi tutum ve davranışlarına, ekonomik ve toplumsal baskılarına karşı koruyup güçlendireceği gi bi, halk çocukları olan öğrencilerimize ve onların ailelerine de yaklaştıracaktır. Çünkü bizler gerçek gücümüzü onlardan, işçiler den, köylülerden, dar gelirli memurlardan vb. emekçi insanlardan alıyoruz. Bunu unut mayalım! Bizlere emanet edilen beyinleri daha sağlıklı geliştirmeye, özgür düşünceli, yaratıcı, emeğe saygılı, sanata yönelik, yü reği hak sevgisiyle dolu kuşaklar yetiştirmek - kim ne derse desin - boynumuzun borcu dur. Bunları yapabilecek öğretmenin de ön ce kendisinin mücadelesiyle öğrencilerine örnek olması gerektir. Aksi halde bu güzel amaçlar boş hayaller olmaktan öteye geçe mez. Gelin, ikibinli yıllara kendini yenile yen, geliştiren, sorunlarına sahip çıkan ve halkının çocuklarını yetiştirmekten gurur duyan bir öğretmen kitlesi olarak ulaşmak üzere el ele, omuz omuza verelim. Çağdaş ve bilimsel bir eğitime giden yolun önündeki engelleri yıkmak, çağdışı eğitim ve öğretim politikalarına ve bunların ardındaki gerici güçlere karşı çıkmak isteyen ve bunu şu ya da bu ölçüde yapmaya çalışan meslektaşla rımız yalnız olmadıklarını, çevrelerinde ken disi gibi düşünen yüzlerce arkadaşlarının bu lunduğunu bilmelidirler. Yapılması gereken bütün o insanları eğitim emekçilerini bir ara ya getirmenin yollarını yaratmaktır. Bilmeli yiz ki ülkemizin ve dünyanın tüm ilerici güç leri bizimledir. Mücadele içindeki tüm öğretmen arka daşlarımıza başarılı bir öğretim yılıdileriz.
Demokrat Öğretmenler
Sosyalist basın ve kamuoyuna
“Terör Kadın Kullanıyor” 1 2 .9 .1 9 8 9 GÜNAYDIN GAZETESİ
“Çağdaş Yol Kadın Kullanarak Örgütleniyor” Eylül 1 9 8 9 YENİ ÇÖZÜM DERGİSİ
Birinci başlık bizi şaşırtmıyor. Burjuva basınının, hizmet ettiği sınıfın borazanlığmı yapması onun tarihsel görevidir. Ancak aynı dil kendini devrimci saflarda TANIMLAYAN YENİ ÇÖZÜM Dergisinde de kullanılıyor. Bu dil birliğine dikkat çekmek istiyoruz. Öğretide, ezilen proletaryanın, ezilen ulusların içinde, ezilen cins olarak tanımlanan kadındır. Ve sosyalist mücadele, bütün ezilmişliklerle birlikte, kadının kurtuluşu görevini de üstlenmiştir. Bunun ilk basamağı; kafalar da varolan, kadına dair her türlü çürümüş burjuva değerlerin atılmasıdır. Bu arınma gerçekleşmedikçe sosya lizm kavranmamış demektir. Bu dil birliği neyin sonucudur? Siyasi arenada politika üretemeyenlerin kendilerini ifade edecekleri iki alan vardır,. • Kaba güç • İftira ve karalama edebiyatı ve vazgeçilemeyen dedikodu üslubu. Bu açıklamayı somutlayan Yeni Çözüm okurlarının pratiklerine bakalım. 1 Ağustos Genelgesinin protestosu için yapılan açlık grevlerinde politik insiyatifin kaçırılması üzerine pa nikle yen, siyasi anlamda ezilen Yeni Çözüm son çareyi politik insiyatifin somutlandığı insanları-devrimcileri dövmekte buldu, Söylemiştik: politik tükenmişliğin ilk belirtisi saldırganlık yani kaba güç kullanmaktır. Bu saldırganlıklarına karşı gerekli yanıtı alan Yeni Çözüm okurları, bu kez ikinçi aşamaya geçtiler. Çıkardık ları özel sayıda ve dergilerinde iftira ve karalama edebiyatı başladı. Politik tavır, devrimci ahlak anlayışı ve sosya list bilinç hak getire. Sonuç, dedikodu gazetesine dönen siyasi dergi. Söylemiştik: Politik tükenmişliğin ikinci belirtisi çirkin iftiralar, karalamalar ve asılsız dedikodulardır. Tüm bunlar, iflas eden küçük burjuva sosyalizminin bir kez daha tarih önünde kendini kanıtlamasıdır. Sos yalizmin kavranamamaşlığmm bir ürünüdür. Ve aynı zamanda HAZMEDİLEMEYEN; politik üstünlüğü kaza nan tarafta kadınların öne çıkmış olmasıdır. Saldırıdaki yöntem, -politikaya karşı politika üretmek yerine-ilkel ve çürümüş değerlerle ve külhanbeyi tavır larıyla, gelişmeleri bastırmaya yöneliktir. 8 0 öncesi devrimci mücadelede yardımcı kimliği ile yeralan kadınlar değiliz. Yol arkadaşlarımızla, olması gereken yerde, yanyanayız. • Kadının cinselliği burjuva değer sisteminde bir aşağılama aracıdır, küçümsemedir, küfürdür. Bu dil ait oldu: ğu burjuva sınıfının kullanımmdadır., YENİ ÇÖZÜM un burjuvazi ile bu dil ortaklaşmasını teşhir ediyor ve YENİ ÇÖZÜM okurlarını devrimci tavıra devrimci üsluba davet ediyoruz.
BİR GRUP ÇAĞDAŞ YOL OKURU KADIN 64
Kadınlar d iren ir!
Pem begül Binbir. A BD Konsolosluğunu bombalama iddiasıyla gözaltına alındı.
Afiş astığı iddiasıyl a-göz al tına alman kadınlar.