Yıldız Tornavida - 22. Sayı

Page 1



Yönetim Kurulu Başkan Burak AYDIN

Başkan Yrd. Tugay AKTAŞ

Sekreter Cennet YILDIRIM

Sayman Mehmet KARABULUT

Üye Sezgin SAĞLAM

Denetleme Kurulu

Değerli okurlar, Yeni bir sayı ile karşınızdayız. Buraya yazmaya alışmıştım aslında. İlk defa yazıyormuş gibi heyecanlıyım. Bu, beraber olduğumuz 4. sayı. Kulüpteki 5. senemin de sonuna geldim. Artık yeni gelenlere yol açmak lazım. Bir anlamda sizlere veda ediyorum. Görev sürem boyunca yazmaktan keyif alan insanlarla çalıştım. Bu noktada bizi yalnız bırakmayan BasınYayın Komitesi’ne ayrı ayrı teşekkür ederim. Umarım herkes için güzel bir sene olmuştur. Tabii ki bu süreç içerisinde destekleri için yardımcım Selin ÇETE’ye de sonsuz teşekkürler. Gelelim dergimize. Son zamanların popüler konusu olan Sanal Para ve Bitcoin konusunu kapağımıza taşıdık. Yıldız Teknik Üniversitesi mezunlarından Ahu TÜRKPENÇE ile yaptığımız keyifli röportaj da sizleri bekliyor. Bu sayımızda Hayal Mesaisi tiyatro ekibi ile röportajımız bulunuyor. Bilimden teknolojiye hatta uzayın derinliklerine kadar indiğimiz birbirinden eğlenceli konuların bulunduğu yazıları keyifle okumanızı dilerim.

İnci AKA Rasim Bora KOCAOĞLU Bartu YEŞİLBAĞ

Yıldız Tornavida Yazarlar Aleyna KÜÇÜKAY Alihan ÖZ Alperen ÖZTÜRK Anıl BAŞ Burak EMİR Cemile DEMİR Enes ÖZLEN Esra CANLU Eylül NİKBAY Hatice ATA Hazal DENİZ İbrahim EVKAY İlknur SEZEN Kadir Rıdvan DÜZELLİ Mehmet Can CANDAN Meltem YEŞİLDAĞ Necla İpek LOMLU Selin ÇETE Semanur SANCAR Şeyda ÖZSARI Tuğba AYDIN Uğur Can KALKAN Yonca PEHLİVAN

Redaktörler

Eğlenceli hazırlık döneminden sonra 22. sayı da sizlerle. Umuyorum ki bizim hazırlarken eğlendiğimiz kadar siz de okurken eğlenirsiniz. Basım için destek olan HAVELSAN’a da teşekkür ederiz. Görüşmek üzere.

Ebru BONCUKÇU Gökçe DOĞAN Gülşen DUR Hatice ATA İbrahim EVKAY Oktay DEMİRHAS Selin ÇETE Yonca PEHLİVAN

Dizgi & Tasarım Anıl BAŞ İbrahim EVKAY Selin ÇETE Zeynep GÜLER

İbrahim EVKAY ibrahimevkay@gmail.com Basın-Yayın Komitesi Başkanı

İletişim: Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Yerleşkesi Elektrik-Elektronik Fakültesi B Blok Zemin Kat, 34220 Esenler/İstanbul e-posta: yildiztornavida@ytuieee.com Yıldız Tornavida Dergisinde yayınlanan yazıların tümü IEEE YTÜ inisiyatifi altında olup, kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan başka bir yerde kullanılamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz.




Türkiye’de Ar-Ge ve inovasyon kültürünün gelişmesi ve üniversite öğrencilerinin projelerinin hayata geçmesi konusunda onlara destek olmak amacıyla düzenlenen Yıldızlı Projeler Yarışması’nda, geçtiğimiz 8 senede 126 farklı üniversiteden toplamda 1326 proje başvurusu alındı. Geçtiğimiz senelerde İstanbul Sanayi Odası, Makine Tanıtım Grubu, İstanbul Ticaret Odası, Elginkan Vakfı ve Havelsan’ın ana sponsorluklarında gerçekleşen Yıldızlı Projeler Yarışması, bu sene Yıldız Teknik Üniversitesi, YTÜ Teknopark A.Ş. ve YTÜ Teknoloji Transfer Ofisi’nin de destekleriyle gerçekleştirilmeye hazırlanıyor. Yarışmaya destek veren diğer kurum ve kuruluşlar ise şöyle: Altın Sponsor: Etiya Bilgi Teknolojileri, Türkiye’nin Makinecileri Gümüş Sponsor: EAE Elektrik, Ziraat Teknoloji Destek Sponsor: Kardeş Elektrik, Yaz Bilgi Sistemleri Ödül Sponsoru: OpenUpCall Destekçiler: Endeavor Türkiye, ETMD, E-Tohum, IBM, EEC, Aktif Mühendislik Eğitim Sponsoru: Sürekli Gelişim Merkezi Basın Sponsoru: ElektrikPort, GirişimHaber, ShiftDelete, CEOtudent, KampüsEtkinlikleri Ön değerlendirmeyi geçen finalist projeler 27-28 Mayıs tarihinde sunum teknikleri, Ar-Ge, inovasyon ve girişimcilik konulu 2 günlük eğitim alacaklar. 29 Mayıs 2017 tarihindeki finalde projelerin üniversitelerin gözde akademisyenlerinden oluşan Bilim Kurulu ve başarılı sanayicilerden oluşan Sanayi Kurulu beraber yapacak; üniversite-sanayi iş birliği somutluk kazanacak. Ayrıca Final Günü'nde melek yatırımcıların proje sahiplerini yakından takip edeceği bir ortam olacak. Bilişimden makinaya, enerjiden sağlığa, elektrikten kimyaya her alandan projeler alanlarında uzman isimler tarafından objektif bir şekilde değerlendirilecek; sektöre, insanlığa hizmet edecek olan en güzel projeler seçilerek hayat bulması için desteklenecek. Yıldızlı Projeler Yarışması’nda finalist projeler ise YTÜ Teknopark bünyesinde yer alan Prototip Atölyesi ve Türkiye’nin en büyük kuluçka merkezindeki ofisleri kullanma hakkı elde edecekler. YTÜ Teknoloji Transfer Ofisi’nin vereceği danışmanlık hizmeti sayesinde projeler, KOSGEB, TÜBİTAK ve Sanayi Bakanlığı Teknogirişim Sermayesi gibi teşviklerden yararlanmak için rakiplerinin bir adım önüne geçecekler. Ayrıca seçilen 1 proje Silikon Vadisi’ne seyahat ve staj yapma hakkı kazanacak. Sürpriz ödüllerin de olacağı Yıldızlı Projeler Yarışması’nda her sene olduğu gibi bu sene de maddi destek verilecek. 1 yıllık OpenUpCall Sanal Ofis Plus paketi ve İngiltere Warwick Üniversitesi tarafından İnovasyon ve AR-GE eğitimi de verilecek ödüller arasında. Yıldızlı Projeler Yarışması, 2017 döneminde de pek çok yenilik ile kendi projesini hayata geçirmek isteyen girişimcilik ruhuna sahip üniversite öğrencilerini bekliyor. Yarışma ile ilgili daha detaylı bilgi için http://yildizliprojeler.elektrikport.com/ sitesini ziyaret edin. Kendini geleceğin başarılı girişimcileri arasında görmek istiyorsan bu yarışma tam sana göre! Yıldızlı Projeler Yarışması’na katıl ve “Fikrinle Yıldızlaş!

Alihan Öz alihanoz@ytuieee.com


İNOVASYON VE GİRİŞİMCİLİK İNOVASYON NEDİR? İnovasyon, yeni veya iyileştirilmiş ürün, hizmet veya üretim yöntemi geliştirmek ve bunu ticari gelir elde edecek hale getirmek için yürütülen tüm süreçleri kapsar. Yeni veya iyileştirilmiş ürün, hizmet veya üretim yöntemi geliştirme, yeni düşüncelerden doğar. İnovasyon, sürekliliği olan bir faaliyettir. İnovasyon (yenilikçilik, yenilik) kavram olarak, hem bir süreci (yenilemeyi, yenilenmeyi) hem de bir sonucu (yeniliği) ifade eder. İnovasyon, bir buluş değildir. Daha çok günümüzde var olan bir ürünü veya hizmeti ele alıp ürüne yeni etkin özellikler katıp insanlığın hizmetine sunmaktır. Araştırma-Geliştirme (ArGe), inovasyon için gereken en önemli faaliyetlerden biridir. Ancak girişimsel inovasyon yoksa, diğer bir deyişle Ar-Ge’yi yapanların girişimcilik niteliği yoksa, değer yaratılamaz; Ar-Ge sonuçları inovasyona dönüştürülemez. GİRİŞİMCİLİK NEDİR? Girişimcilik, en basit şekliyle, kişinin kendi işini kurmasıdır. Ama bu işi başarılı noktaya getirmek için “girişimci” dediğimiz kişinin özelliklerine sahip olması gerekmektedir. Hemen herkes kendi işinin sahibi olmak ister; ama küçük bir kısmın bunu başardığını biliyoruz. En güzel girişimcilik tanımlarından birisi ise Apple tarafından yapılmıştır; “Eski kuralları, çağdaş yeniliklerle yorumlayan ve aksiyona geçiren beceri.” GİRİŞİMCİ KİME NEDİR? Girişimcinin genel olarak sözlük anlamı; ticaret ve sanayi gibi alanlarda belli bir miktar sermaye koyarak iş yapmaya girişen, kâr amacı ile riski üstlenen kişidir. Girişimciler ellerinde bulunan olanakları en iyi şekilde

kullandıkları gibi, ihtiyaçları olan mal ve hizmeti yaratmak için de en iyi çözümsel önerileri sunmaktadırlar. Bu amaçla da fazlasıyla risk alabilir ve aldıkları riskin üstesinden gelebilirler. Tek amaçları para kazanmak olmamakla birlikte tüketici ihtiyaçlarına yönelik mal ve hizmet üretimi yaparlar. Girişimci bir ruhun temel faktörleri yetenek, cesaret ve bilgidir. Bu üç özelliği iyi bir şekilde kullanarak sürdürülebilir ürünler üretmektedirler. Günümüzde tanıdığımız ve başarıları ile adından bahsettiren girişimcilerin başlangıç noktalarına bakıldığı zaman bazı ortak yönler ortaya çıkmaktadır. Girişimci ruhu tetikleyen ve teşvik eden yönler ise şu şekilde sıralanmaktadır: * Çalıştığı ortamın imkanları çerçevesinde maksimum performansı yakalamak, * İş ortamının kendisini geliştirmesine imkan sağlamak, * Kendine tanımlanan ortamda karar alma özgürlüğüne sahip olmak, * Kararları ve davranışları hakkında, doğru geri bildirimlerin yapılması, * İşbirliği anlayışının hâkim olması, * Adil iş dağılımı ve ödüllendirmenin hâkim olması, * Çalışanların birbirleriyle ve yöneticilerle bir amaç için bağ kurabilmesi,

* Çalışanın işini sevmesi ve kendince bir anlam bulmasıdır. Her girişimcide olması gereken özellikler ise şu şekilde sıralanabilir: 1- İleri Görüşlülük 2- Motivasyon 3- Zaman Yönetimi 4- Özgüven 5- Yönetim Becerisi 6- Planlama Yeteneği 7- Finansal Bilgi 8- İletişim Kurma Becerisi 9- Hırslı Olmak 10- Esneklik AYRILMAZ İKİLİ: İnovasyon ve Girişimcilik İnovasyon terimi, 'yeni bir fikir, cihaz veya yöntemi' ve bu fikir, cihaz ve yöntemlerin geliştirilme sürecini temsil ediyor. 'Yeni' bir şeyi en iyi şekilde sunmanın yolu ise başarılı girişimcilikten geçiyor. Yeni bir çözüm veya ürün üretmek isteyen girişimciler, bunu inovasyon sayesinde başarıyor. Şirketler, inovasyon kabiliyetlerini geliştirdikçe toplum içinde değişen trendleri ve çözüm sunma yeteneklerini de o kadar geliştiriyor. İnovasyon, girişimciler için kolay para veya kısa süreli başarı değil, kaliteden ödün vermeden tüketici ihtiyacına cevap vermenin yöntemi olarak beliriyor.

Şeyda ÖZSARI seydaozsari266@gmail.com


SANAL PARA VE BITCOIN Sanal Para ve Sanal Para Madenciliği son dönemde gündemi oldukça meşgul eden ifadelerden biri oldu ve para madenciliği ile uğraşan kişilerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Sanal para denildiğinde de herkesin aklına ilk gelen sanal para birimi Bitcoin olduğundan onun üzerine odaklanmak daha doğru olur. Peki Bitcoin Nedir? Bitcoin, 2008 yılında Satoshi Nakamoto tarafından deneysel olarak

başlatılmış, herhangi bir merkez bankası, resmi kuruluş, vs. ile ilişiği olmayan, ancak ülkelerin para birimleriyle alınıp satılabilen, herhangi bir üçüncü parti hizmetine aracı kurumuna gerek kalmadan transferi yapılabilen bir tür dijital para birimidir. Küresel piyasalarda, Dolar ve Euro’ya alternatif olarak lanse edilen Bitcoin’in sembolü ฿, kısaltma ise BTC‘dir. Bitcoin'in ortaya çıkmasının nedenlerinin başında 2008 yılındaki

Mortgage krizinin ardından, Amerikan Merkez Bankası’nın parasal genişleme yoluna gitmesi gelir. Zaten bunun arkasından da dünya genelinde bir ekonomik durgunluk, kısa bir süre sonra da Avrupa'da devlet borcu krizi patlak vermiştir. Tüm bunların sonucunda devletin bastığı para birimine olan güven azalmaya başladığından Bitcoin gibi yeni bir dijital para biriminin ortaya çıkması için ideal bir ortam olmuştur.


Bitcoin nasıl çalışır? E-posta sistemine benzer bir şekilde çalışan ve herhangi bir merkezden üretilmeyen Bitcoin, yapılan ödemelerin doğrulanması için açık anahtarlı şifreleme (asimetrik şifreleme), noktadan-noktaya ağ bağlantısı ve proof-of-work gibi teknolojiler kullanır. Bitcoin’ler, ödemeyi yapan adresten alıcı adrese imzalanarak gönderilir. Bu ağda gerçekleşen ödemeler diğer noktalara anında ulaşır, böylece hangi adresten hangi adrese ödeme yapıldığı kayıtlara geçer. Her kullanıcı çok sayıda adrese sahip olabilir. Her işlemin ağa duyurulumu yapılır ve blok zincirinde yerini alır. Her bir blok üzerinde yüksek işlem gerektiren bir hash algoritması uygulanarak, belli bir sıfır sayısıyla başlayan ifadenin bulunması istenmektedir. Yaklaşık 10 dakikada bire tekabül eden bu işlemi gerçekleştiren ilk kullanıcıya sıfırdan ortalama 25-50 BTC ödül olarak verilir. Böylece Bitcoin'ler emisyona sürülmüş olur. Her bir blok kendisinden önce gelen son bloğun da hash ifadesini içerir. Böylece bozulması oldukça zor (%51 saldırısı hariç) bir blok zinciri oluşur ve eklenen Bitcoin’ler birden fazla kere harcanamaz. Bitcoin bu teknolojileri kullanarak, herkesin kullanabileceği hızlı ve son derece güvenilir bir ödeme ağı sağlamaktadır. Bitcoin teknolojisinde kullanılan blok sisteminin amacı ise; tarih damgası vurulmuş bütün ödemelerin doğrulanarak aynı paranın iki kere harcanmasının önüne geçilmesini sağlamaktır.

Bitcoin Madenciliği nedir? Para yaratma işlemine madencilik (mining) denilmektedir. Madencilik, hesaplama yetkisini ve gücünü kullanarak matematiksel işlemleri gerçekleştirme işleminin genel adıdır. Bu işlemleri yapmak için, sunulan Bitcoin yazılımını indirerek donanımları (genellikle ekran kartları) üzerinde yoğun işlemci gücü gerektiren işlemleri gerçekleştiren Bitcoin ağındaki düğümlere "maden" denilmektedir. Bitcoin madenciliği (Bitcoin mining) kısaca; Bitcoin ağının işlemleri onaylaması amacıyla bilgisayar-

lara matematiksel işlemler yaptırmak ve güvenliği artırmak anlamına gelir. Bitcoin çıkartmak, yani madencilik yaparak bir miktar Bitcoin elde etmek, madenciliğin tek amacı değildir. Madencilik, hesaplama yetkisini kullanarak işlemi gerçekleştirme, sistem ağını güvenli bir şekilde koruma ve sistemdeki her kullanıcıyı senkronize hale getirme işlemidir. Sistem tek bir merkezden kontrol edilemediği için Bitcoin kullanılan her yerde süreci çalıştırmak, sistemi gözetmek türü işleri yapanlara madenci denir.


Bitcoin Avantajları ve Dezavantajları

Avantajları / Faydaları Enflasyon riski düşük: Enflasyona sebebiyet veren etkilerden biri de tedavüldeki reel para arzlarındaki artıştır. Tedavüldeki para arzının artması doğru orantılı olarak enflasyonu da arttırır. Ancak bu sistem Bitcoin için geçerli değildir. Çünkü Bitcoin sistemi, sonu olan bir sistemdir. Teknik tasarımı itibariyle maksimum 21 milyon adet Bitcoin üretilebilir. Dolayısıyla Bitcoin’in enflasyon riski çok düşüktür. Herhangi bir ülkenin merkez bankasına bağlı olmadığı için herhangi bir ülkenin ekonomisinden de etkilenmiyor, yani oluşan dalgalanmalar hiçbir kişiye ve devlete bağlı olmuyor. Çökme riski düşük: Reel para birimlerinin çöküşü, hükümetlere bağlı yaşanan hiperenflasyonlardan kaynaklanır. Bitcoin sistemi de herhangi bir hükümete bağlı olmadığı için, çökme riski oldukça düşüktür. Güvenli, basit ve ucuz: Kredi kartı veya PayPal gibi ödeme sistemlerinin kullanıldığı klasik online işlemlerde satıcı tarafından bakılırsa; alıcının parasını geri talep etmesi durumunda 3. şahıs servislerini kullanmak gerekiyor. Bu aşamada güvenlik tehlikeye girebiliyor ve olay karmaşık bir hale dönüşebiliyor. Bitcoin’de ise geri talep etme gibi bir sistem olmadığı için bu tarz bir güvenlik sorunu yaşanmıyor. Olaya alıcı tarafından bakılırsa da ödeme yapma ve hesaplar arası para transferi yapma gibi

işlemler daha güvenli ve daha ucuz hale geliyor. Çünkü Bitcoin teknolojisi Peer-to-Peer (P2P) sistemiyle; yani hiçbir aracı olmadan direkt olarak eşler-arası çalışıyor. Aynı zamanda Bitcoin anonimdir. Bu nedenle hiç kimse ya da hiçbir kurum sizin hesabınızı kapatamaz ya da donduramaz. Bitcoin’de hesap kurulumu oldukça basittir, banka hesabı açtırıyor gibi sayfalarca form doldurmanız gerekmez. Taşıması kolay: Milyarlarca dolar değerindeki Bitcoin’lerinizi küçük bir hafıza kartında bile taşıyabilirsiniz. Bunu nakit para ile ya da başka bir sistem ile yapmak imkansız. Bitcoin ile yapacağınız gönderimler dakikalar içerisinde yerine ulaşır. Gecegündüz, hafta sonu-hafta içi fark etmez ve bu bakımdan Bitcoin en hızlı transfer aracıdır. İzi sürülemez: Bitcoin’lerin takip edilemiyor olmasının ya da herhangi bir iz bırakmamasının avantajları olduğu kadar dezavantajları da var muhakkak. Örneğin Bitcoin sisteminizdeki mali kaynağınızın ne kadar olduğu ya da hesabınız hakkındaki diğer bilgiler, hükümetler de dahil olmak üzere hiç kimse tarafından bilinemez ve takip edilemez. Dolayısıyla vergiyi önlemiş olursunuz. Dezavantajları / Riskleri İzi sürülemez: Avantajlarından bahsettiğimiz Bitcoin’in bu özelliği pek tabi dezavantaja hatta tehlikeli durumlara da dönüşebilir. Bazı hükü-

metlerin Bitcoin’i bir para birimi olarak kabul etmemelerinin en büyük sebebi ise takibinin yapılamıyor olmasıdır. Kaybetmesi kolay: Kredi kartınızı kaybettiğinizde ya da banka hesabınız başka birisi tarafından ele geçirildiğinde, bankanızı arayarak durumu anında kurtarabilirsiniz. Hatta yetmezse polisi bile devreye sokup kaybınızı giderebilirsiniz. Ancak Bitcoin için aynı şeyler geçerli değil. Bitcoin sisteminde; kaybettiğiz Bitcoin’leri, ya da ele geçirilen Bitcoin cüzdanınızı geri almak için kullanabileceğiniz bir mekanizma yok. Bunun önüne geçebilmek için izleyebileceğiniz en iyi yöntem, Bitcoin’lerinizi internet bağlantısı olmayan harddisklerde saklamak olacaktır. Alıp satmak zor: Taşıdığı risklerden dolayı Bitcoin’lerinizi bir ürün satın alır gibi alamıyorsunuz. Bitcoin satın almak veya satmak için birçok servis bulunuyor ancak bunu gerçekleştirmek o kadar da kolay değil. Her geçen gün geliştirilmesine rağmen (Bitcoin ATM’leri açılmaya başlandı), işler reel para birimlerinde olduğu kadar kolay ilerlemiyor. Hala çok yeni: Bitcoin sisteminin 2009 yılında kurulmuş olması; yani hala yeni bir teknoloji olması, yeni Bitcoin rakiplerini de beraberinde getirebilir; hatta Bitcoin sisteminde büyük açıklıklar bulabilen yeni teknolojiler hala geliştirilebilir. Harcama alanı darlığı: Ödeme sistemi olarak Bitcoin sisteminin de kullanıldığı çok fazla yer yok. Her ne kadar gelişim aşamasında olsa da şu anda Bitcoin sahibi olmaktaki en büyük amaç yatırım. Değişken: Bitcoin’in değer grafiğine baktığımızda herkesin aklından Bitcoin yatırımı yapmak geçebilir, ancak Bitcoin değeri nasıl hızla yükseldiyse düşme riski de o kadar fazla. Dolayısıyla yapılacak olan yatırımların dengeli ve düşünerek yapılması gerekmektedir.


Peki Bitcoin dışında hangi sanal para birimleri bulunuyor? Geleceğin finans ve satın alma dünyasında sanal para birimleri hâkim bir konuma gelebilirse hangi isimleri daha çok duyacağız? Litecoin: Bitcoin protokolü ile çalışan 2011’de kullanıma sunulan Litecoin sisteminde 84 milyonluk bir Litecoin potansiyeli bulunuyor ve bugüne kadar yüzde 20’si piyasaya çıkartılmış durumda. Bu da 17 milyon Litecoin’e denk geliyor. Şu an için piyasadaki Litecoin’lerin toplam değerinin 50-60 milyon dolar civarında olduğu düşünülüyor. Litecoin ile yapılan işlemlerin Bitcoin’e kıyasla daha hızlı gerçekleştiği ve bir Litecoin biriminin bir Bitcoin’in 30’da 1’i kadar değerli olduğu da biliniyor. Amazon Coins: Amazon da finans dünyasının geleceği olarak gösterilen sanal para birimlerine kayıtsız kalmayıp yakın geçmişte kendi para birimini çıkartmıştı. Amazon Coins adı verilen birimin ilk kullanıcıları ise Amazon’un popüler tabletlerinden Kindle Fire’ı satın alanlar oldu ve her kullanıcı toplam 5 dolar değerindeki 500 Amazon Coins ile hesaplarını açmış oldu. Bitcoin gibi bir protokole sahip olmadığından dolayı ayrı bir kategoride değerlendirilebilecek olsa da Amazon Coins’in aynı Facebook Credits gibi içerik satın alımında gelecekte önemli bir aktör olacağını söyleyebiliriz. Ayrıca Amazon’un para biriminin farklı sitelerde farklı kullanım alanlarına gelecekte sahip olabileceğini de öngörmek mümkün. Freicoin: 100 milyon Freicoin‘in çıkartılmasına (mining) izin verilen protokolde, aynı Litecoin’de olduğu gibi henüz yüzde 20’lik kısım piyasada bulunuyor. Şu an için Bitcoin ya

Kaynaklar: zcashturkiye.com eticaretmag.com coinkolik.com teknolojioku.com tr.wikipedia.org melihguney.com webmasto.com

da Litecoin kadar popüler olmayan Freicoin’in yaklaşık 100 kadar kullanıcısı bulunuyor. Freicoin de diğer sanal para birimlerinde olduğu gibi merkezi olmadığını, şeffaf, hızlı ve güvenilir olduğunu iddia ediyor. Freicoin’in yaratıcılarından Mark Friedenbach, şu an Freicoin’in yalnızca birkaç niş pazarda kullanıldığını ve daha fazla kullanımı için de çalıştıklarını belirtiyor. Ripple: Aynı zamanda bir ödeme networkü olan Ripple, Silikon Vadisi’nde yer alan OpenCoin tarafından geliştiriliyor. 100 milyar kadar yaratılmış olan Ripple’ın 50 milyar kadarının önümüzdeki yıllarda OpenCoin tarafından dağıtılacağı, ilk aşamada ise kişi başı 2.000 Ripple’ın 40 bin kadar kişiye verileceği söyleniyor. Bitcoin protokülünden daha farklı

bir yapıya sahip olan Ripple’ın ana görevinin para aktarımı olduğunu söylemek mümkün. Zcash: Kamuya açık bir blok kullanarak merkezi bir ağ sürdürürken dahi tamamı ile ödeme gizliliği sunar. Bitcoin'den farklı olarak Zcash işlemleri, gönderen alıcıyı ve tüm işlemlerin değerini blok zincirinde gizlemek için korunabilir. Yalnızca doğru görünüm anahtarına sahip olanlar içeriğini görebilirler. Kullanıcılar tam kontrol sahibidir ve başkalarına görüşlerini anında kendi takdirine göre vermeyi seçebilirler. Zcash işlemleri diğer tarafların iş birliğine göre değişkenlik göstermez. Bunlar dışında ise SolidCoin, BBQCoin, Fairbrix ve GeistGeld gibi artık kullanılır olmayan sanal para birimleri bulunuyor.

İbrahim EVKAY

Selin ÇETE

ibrahimevkay@ytuieee.com

selincete@ytuieee.com


TASARIM ve TEKNOLOJİ

T

asarım ve teknoloji arasındaki ilişkiye geçmeden önce tasarım ve teknoloji kavramlarının ne anlama geldiklerine bir göz atalım. Türk Dil Kurumu’na göre teknoloji, insanın maddi çevresini denetlemek ve değiştirmek amacıyla geliştirdiği araç gereçlerle bunlara ilişkin bilgilerin tümü olarak tanımlanır. Tasarım ise bir sanat eserinin, yapının veya teknik ürünün ilk taslağı, tasar çizim, dizayn olarak tanımlanmaktadır. Şimdi ise bu tanımlara açıklık getirmeye çalışalım. Teknoloji, hepimizin hemfikir olduğu üzere hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmiş durumdadır. İnsan öğrenmeye, değişmeye ve gelişmeye açık bir varlıktır. İnsanlık tarihi boyunca insan, kendi hayat kalitesini arttıracak

adımlar atmıştır ve atmaktadır. Herhangi bir şeyi daha iyi, daha hızlı, daha kolay, daha ekonomik ve daha verimli yapma çabasını da teknoloji olarak tanımlayabiliriz. Aslında biz, insanoğlunun bilim, sanat, mühendislik, ekonomi ve sosyal çalışma alanlarında edindiği bilgi ve tecrübeleri dayanak noktası yaparak ortaya koyduğu gelişim sürecine teknoloji demekteyiz. Teknoloji sayesinde bilgi gözle görülür, kullanılabilir ve uygulanabilir hale gelir. Peki tasarım bu sürecin neresinde devreye girmektedir? Teknolojinin, bilginin hayata geçirilmiş hali olduğunu söylemiştik. Bu geçişin başlıca ve en önemli aşamalarından bir tanesi projelendirmedir. Bunun manası bilginin tasarıma aktarılmasıdır. Tüm

bunlardan çıkardığımız sonuç şudur ki; ele alınan herhangi bir problemin bir bilgi baz alınarak çözülmesi için insan hayatına kolaylık sağlayacak tasarımlar üretmek gerekir. Bu tasarımları üretmek de teknolojinin sağladığı bilgi olmadan gerçekleştirilemeyeceği için teknoloji ve tasarım arasında önemli bir ilişki vardır diyebiliriz. Tasarım, zihinsel etkinliğe bağlı bir uygulama alanıdır. Tasarım sırasında farklılıkları bulma, hayal kurma, sorgulama, yaratıcı düşünme, eleştirel düşünme, akıl yürütme gibi üst düzey zihinsel mekanizmalar ön plana çıkar. Teknolojik gelişmelerin tasarım ile ilintili olduğunu vurgulamıştık. Evet teknolojinin gelişmesi, tasarım süreci basamaklarının başarıyla geçilmesine bağlıdır. Tasarım sürecini inceleyelim: 1-Problemi Tanımlama: Çözüm üretilecek olan problemin ne olduğunu anlamak, sorunun kaynağını ince detaylarına kadar öğrenmek. 2-Bilgi Toplama: Soruna ve çözüme yönelik önceki araştırmalar ve örnek olaylara dayanarak bilgi toplama 3-Yaratıcılık ve Buluş Süreci: Toplanan verilerle çözümü sağlayacak buluşun bulunması. 4-Çözüm Bulma: Sorunu ortadan kaldıracak olasılıklar hakkında bir karara varma ve araştırmayı sona erdirmek. 5-Uygulama: Tüm aşamaları başarıyla sona erdirme tasarımın hazır hale gelmesi.


Tasarımın yapı taşları olan ton, renk, ölçü ve biçim teknolojik ürünlere şekil verir. Sonuç olarak gelişimin sağlanması için gereken zihinsel planlama ve projelendirme işlemlerini kapsayan tasarım ile deney ve araştırma sonuçlarından toplanan verinin sanayide işlenmesi ve sonuca ulaşması işlemlerini kapsayan teknoloji iç içedir. Örnek verecek olursak, bir arabanın genişliği, uzunluğu, ağırlığı, rengi, lastik çapının büyüklüğü, koltuk döşemeleri gibi algısal özellikleri toplanan verilerle tasarlanır ve sanayide istenen özelliklere uygun olarak üretilir. Yani tasarım ve teknoloji birbirlerini tamamlayan unsurlardır.. Bu iki kavram, bu yazıyı okuyacak çoğu kişinin, yani bizim neslin, hayatına belki de ilk olarak ortaokul müfredatında bulunan Teknoloji ve Tasarım dersi ile girmiştir. Birçoğumuz yapmaya çalıştığı projeleri, çizdiği tasarımları, kartonlardan oluşturduğu modelleri hatırlar. MEB’in oluşturduğu Teknoloji ve Tasarım dersi öğretim planına göre, bu dersin vizyonu, kendisinin ve toplumun yarınını daha yaşanabilir hale getirmek için sorunların farkına varan, çözümler üreten, yaratıcı ve hayal gücü gelişmiş, düşüncelerini kurgulayan ve ifade eden, öğrenmeyi öğrenen, sorgulayan, girişimci, Kaynaklar: tdk.gov.tr teknoalem.org meb.gov.tr gelisenbeyin.net derszamani.net

değişim ve gelişime açık sorumluluk bilinci yetiştirmektir. Bu plana uygun olarak Teknoloji ve Tasarım dersinde öğrenciler; insan ihtiyaçları için çözümler geliştirir, buna yönelik tasarımlar yapar, düşünce üretir, planlar ve gerçekleştirir. Sonuçlarını değerlendirir. Baktığımızda küçük bilim adamlarının, küçük mühendislerin, küçük mucitlerin kendilerini keşfetmek için bir fırsattır bu ders. Haliyle geleceğimiz ve gelişimimiz için önem arz etmektedir. Teknoloji ve tasarım, anlatmaya çalıştığımız kadarıyla ürün geliştirme sürecine birlikte katkı sağladığı ve insan hayatını doğrudan etkiledikleri için birlikte ele alınmalıdır. Teknoloji ve tasarım birlikteliğine katkı sağlayan en büyük etken yaratıcılıktır. Teknolojide ve tasarımda gelişim sağlanması ancak bireylerde yaratıcılık düzeyinin arttırılması ile sağlanabilir. Yaratıcılığın geliştirilebilmesi için bireyin dış uyarılara açık ve alıcı durumunda olması gerekir. Buna ek olarak bireyin duygu, istek, hayal gücü ve iç tepkilerinin bilincinde olması gerekir. Yeniyi üretme, yaşam kolaylığı ve konforu sağlama, hayal edilenleri gerçeğe dönüştürmek ancak bu gelişime bağlıdır ve teknoloji tasarım öğretmenlerimize gençleri yönlendirmek ve bilinçlendirmek için çok iş düşü-

yor. Günümüzde teknoloji ve tasarımın buluşması… Bilim kurgu filmlerinin ve romanlarının bir bir gerçeğe dönüştüğü bir yüzyılda yaşamaktayız. Hayal ettiğimiz her şey sanki ertesi gün hayata geçmekte. Eminiz ki siz de demişsinizdir çok kez, yeni gördüğünüz bir eşya veya telefonlardaki uygulamalarla alakalı olarak ‘Ben bu fikri düşünmüştüm, birileri yapmış’ şeklinde sözler. Şimdilerde teknoloji ile alakalı olarak yapılan robotlar dünyayı ele geçirebilir mi tartışmalarını sizlerin hayal gücüne bırakıp, bize fayda sağlayacak ve tasarım-teknoloji birlikteliğinin güzel örneklerinden birkaç taneyi sizin için derledik. Mini USB Kamera Bu kamera sadece USB bellek büyüklüğünde ve her yerde kullanabilirsiniz. Transparan Tost Makinası İçindeki ekmeği görebildiğiniz için kızarma seviyesini ağzınızın tadına göre ayarlayabilirsiniz. Akıllı Saat Şimdilerde birçok teknoloji markasının bize farklı tasarımlarla sunduğu akıllı saatlerle, saate bakmak dışında takvim etkinliklerinizi kontrol etmek, sosyal medya bildirimlerinizi görmek gibi özellikleri kullanabilirsiniz. Çoklu Doğrayıcı Makas Artık mutfakta geçirdiğiniz zaman daha kısa, daha az yorucu ve daha eğlenceli olacak.

Semanur SANCAR sancar.semanur@gmail.com


AHU TÜRKPENÇE

Ahu TÜRKPENÇE kimdir? Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? İnsanın kendinden bahsetmesi çok zor bence. En kısa haliyle tiyatro ve sinemaya gönlünü vermiş ve her daim yeni şeyler öğrenmeye çalışan biriyim diyeyim . Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisiydiniz. Buradaki zamanlarınızdan ve tiyatroya geçiş hikayenizden bahseder misiniz? Fizik, lisede en sevdiğim derslerden biriydi, bu yüzden Fizik bölümünü yazmıştım ve kazandığımda da çok sevinmiştim. Fakat üniversitede sandığımdan çok daha zor bir bölüm olduğunu gördüm. Beni bu yoğun tempodan koparsın ve aklimi dağıtsın diye pantomim öğrenmeye başladım. Sonrasında pantomimden tiyatroya geçiş yaptım ve baktım ki

vaktimim çoğunu tiyatroda geçirmek istiyorum, üniversiteyi bırakıp MSM’nin yetenek sınavlarına girdim. MSM’de 4 yıl tiyatro eğitimi aldım ve mezun olduktan sonra (sene haddinden af çıkmıştı eski öğrencilere) anneme söz verdiğim için Yıldız’a geri dönüp kalan son senenin derslerini aldım ve bitirme tezimi verip mezun oldum. İki üniversiteden mezunum ama fizikle ilgili hiçbir şey yapmıyorum tabii ki . Yıldızlı olmanın size getirisi ne oldu ve Yıldız Teknik Üniversitesi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Yıldız Teknik Üniversitesini hep çok güzel arkadaşlar edindiğim ve harika hocaları olan bir okul olarak hatırlarım. Özellikle yaz okulundan aldığım derslerde, hocalarımın o sıcakta hiç üşenmeden gelip, özenle bize ders

anlatmalarını asla unutamam. Bana “fizik, aslında çok eğlenceli “cümlesini tekrar kurdurdukları için hepsine minnettarım. Üniversitede yaşadığınız ve unutmadığınız bir anınız var mı? Finallere çalışırken birkaç arkadaş hep beraber evde sabahlar, oradan da sınava giderdik. Ama ben her seferinde sabahlayamaz ve uyuyakalırdım. Bir keresinde gerçekten inat ettim ve ben de uyumadan onlarla birlikte sabahladım ama artık evden çıkıp üniversiteye gitme vakti geldiğinde o kadar uykusuzdum ki, evin kapısından çıkamadım. Tüm ekip finale girdi ben evde kalıp uyudum. O gözünü açamama halini asla unutamam, feci çok feci.


“Ancak siz o mesleğe kalbinizi verirseniz, zorluklara göğüs germek kolaylaşır ve başarıya ulaşırsınız. “

Özellikle üniversite çağında birçok öğrenci tiyatro ve sinema sektöründe çalışmak istiyor. Bu konuda o kişilere ne önerebilirsiniz? Her ne istiyorsanız mutlaka peşinden gidin derim. Hangi bölümü kazandığınızın bir önemi yok bu hayatta. Sizin gönlünüzde hangi meslek varsa onun peşinden gidin ve asla vazgeçmeyin, çünkü var olan her meslek inanın ki çok zor, ancak siz o mesleğe kalbinizi verirseniz, zorluklara göğüs germek kolaylaşır ve başarıya ulaşırsınız. Çok fazla projede yer aldığınızı biliyoruz ve ülkemizdeki başarılı kadın oyunculardansınız. Başarınızın sırrı nedir? Dediğim gibi mesleğimi çok ama çok severek yapıyorum, bu yüzden zorlukları aşmak benim için kolay oluyor Yaptığınız işlerde kendinizi en çok eleştirdiğiniz ya da kendinizle en çok övündüğünüz nokta nedir? Yaptığım her işte samimiyet ve gerçekçiliği ön planda tutuyorum, bu yüzden iş seçiyorum ve her projeye evet demiyorum. Birçok kişiden bu seçiciliğim yüzünden eleştiri alsam da kendi seçtiğim yolda ilerlemeye devam edebiliyor olmak beni gururlandırıyor. Seçerek yaptığım bu işlerin her birinin bir şekilde özel yerlerde olduğunu görmek bana güç veriyor. Umarım bundan sonra da böyle devam edebilirim. Hayatınızda “iyi ki yapmışım” ve “keşke yapmasaydım” dediğiniz olaylar var mı? İyi ki istediğimin tiyatro eğitimi al-

mak olduğunu anladığım an okulu bırakıp MSM’nin sınavlarına girmiştim. Keşke yapmasaydıma gelince ne yazık ki bir sürü keşkem var, hepsinden bir şeyler öğrenip ayni keşkeleri dememeye çalışıyorum, ama bunları paylaşmak istemem, bende kalsın hepsi. Şimdiye kadar çalıştığınız birçok dizi ve filmde size yol gösteren, yardımcı olan usta oyuncular oldu mu? Elbette ki oldu. Ben çok şanslıyım bu konuda, çalıştığım her ekip çok güzeldi. Her ekipten hala görüştüğüm bir sürü abim, ablam ve kardeşim oldu. Hepsi biricik, hepsi çok özel ve çok değerlidir. Sinema mı Tiyatro mu sizi daha çok heyecanlandırıyor? Ne anlam ifade ediyorlar sizin için? İkisini de kıyaslanamayacak kadar çok seviyorum. Sinema çok büyülü geliyor bana, yoktan var edebiliyorsun, mümkün olmayan şeyleri gerçekleştirebiliyorsun, uçabiliyorsun mesela ama tiyatronun da kendine has başka bir büyüsü var. Hiçbir oyun bir öncekine benzemiyor mesela. O gece gelen seyircilerle diğerlerinin hiç göremeyeceği anlar paylaşıyorsun ve bunu tam da o an, canlı canlı hissediyorsun. İkisi de olmazsa olmaz benim için. Ülkemizin sinemaya ve tiyatroya bakış açısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle tiyatroya gelen seyircilerin çoğunun üniversite öğrencisi olduğunu düşünürsek, her zaman bana umut veren ve yüzümü gülümseten bir şey oldu bu. Kesinlikle seyrettiği-

ni çok iyi yorumlayabilen, çok dikkatli ve bir o kadar da meraklı bir seyirci kitlesi bu ve aynı kitlenin sinemaya da gittiğini düşünürsek, bizim yapmamız gereken daha samimi daha güçlü isler çıkarmak. Bizi daha iyisi için zorlayan bir seyirci kitlemizin olması büyük mutluluk sektör için. Günümüz Türk sineması ile 10-15 yıl önceki Türk sinema sektörü arasında ne gibi farklılıklar olduğunu düşünüyorsunuz? Sizce bu süre zarfında Türk sineması ileriye gitti mi? Elbette ki ileriye gidiyor sinemamız, ama keşke daha hızlı olsa bu ilerleyiş demekten alamıyor insan kendini. En sevdiğiniz 3 Türk yönetmen kimlerdir ve sevme nedenleriniz nelerdir? Yavuz TURGUL ve özellikle de “EŞKIYA” filmi. Yavuz TURGUL kocaman adımlar attı sinemada ve bence onun adımları sayesinde başka bir dönem başladı sinemamızda. Onur ÜNLÜ, Kendi tarzını yaratması, yolundan şaşmaması, yılmadan bu yol için savaşması ve sonunda hem seyirciye bu tarzı benimsetmesi hem de “SEN AYDINLATIRSIN GECEYİ” gibi unutulmaz bir eser çıkarması. REHA ERDEM, Sanatsal açıdan çok özel bir yeri olan, efsane eserler vardır ki sadece film demeye diliniz varmaz. Hem görseli hem duygusu hem de anlatış tarzıyla o kadar başkadır ki, sadece iyi ki seyretmişim diyebilirsiniz ve eserin sahibine de iyi ki varsın dersiniz. Reha Erdem ve eseri “KOCA DÜNYA” da bana aynen böyle hissettiriyor.


“Hayallerinizin pesinden koşmaktan ASLA vazgeçmeyin.“

Dağ 2’de ya da yer aldığınız diğer projelerde en unutamadığınız sahneniz hangisiydi? Dağ 2’de Ceyda’nın Veysel Yarbay ile konuşup, köyde kalmaları için tartıştığı sahne ve Ceyda’nın helikopterden inip Enegül’e sarıldığı sahne beni çok etkilemişti. Öğrencilere genel tavsiyeleriniz neler, söylemek istediğiniz şeyler var mı? Hiçbir şey için geç kalmış değilsiniz, hem de hiçbir zaman. Bu yüzden hayallerinizin pesinden koşmaktan asla vazgeçmeyin lütfen. Yıldız Tornavida olarak popüler bilim, kültür ve teknoloji içeriği üreten bir dergiyiz. Peki siz teknoloji hakkında ne düşünüyorsunuz? Teknoloji çok hızlı bir şekilde ilerliyor. Bize düşen, çağın gerisinde kalmamak tabi ki. Yenilikleri reddetmek ya da yok saymak yapılacak en büyük hata sanırım. Neyse ki geleceği şekillendiren o müthiş beyinler bizim ülkemizde de varlar. Tek sorun ülkenin bu özel insanların değerini bilmesi ve onlara destek olması, yoksa beyin göçü ile hepsi birer birer ülkeyi terk edecek ne yazık ki. İnternetin sinema sektörü üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz? Yurt dışındaki emeği koruyan sistem henüz bizde yok. Bu yüzden isteyen istediği gibi internetten film indirip

bedava seyredebiliyor. Fakat bunu yapanlar sektörü nasıl bir zarara uğrattıklarının farkında değiller. Sonra da kalkıp daha kaliteli filmler niye çekilmiyor demesinler lütfen. Dağ 2 harika bir başarı elde etti. Proje hakkında söylemek istedikleriniz neler var? Yönetmenimiz Alper Çağlar tek başına öyle güzel bir proje oluşturdu ve yine tek başına onu o kadar harika gerçekleştirdi ki, övgülerin çoğunu o hak ediyor. Elbette ki biz ekibi olarak elimizden gelen desteği verdik filme ama onun inancı ve uğraşlarının yerini hiçbir şey alamaz. Dağ 2, projeyi okur okumaz kabul ettiğim nadir işlerden biridir. Senaryosu, anlattığı şey ve anlatım tarzı o kadar iyi ki, bu ekibin bir parçası olduğum için çok şanslı hissediyorum kendimi.

İbrahim EVKAY

Mehmet Can CANDAN

Selin ÇETE

ibrahimevkay@ytuieee.com

mehmet39can@gmail.com

selincete@ytuieee.com


TORYUM Toryum, yapay olarak bulunmayan, doğal bir elementtir. Uranyumdan sonraki ikinci doğal aktinit elementidir. Uranyum gibi yapay olarak bulunmayıp 60 civarında mineralin yapısı içindedir ve bu mineraller genellikle nadir toprak elementlerinde bulunmaktadır. Toryum, bu minerallerden gerektiği gibi ayrışıp, saf hale getirilirse birçok alanda kullanılabilir. Örnek verecek olursak; Yüksek sıcaklıklarda magnezyumun direncini arttırmak amacıyla alaşımlarda, elektronik cihazlarda ve aydınlatmada tungsten filamanların kaplanmasında, yüksek ısıya dayanıklı potaların yapımında, yüksek kaliteli kamera merceklerinde, en önemlisi özellikle Türkiye’yi yakından ilgilendiren teknolojide yani Nükleer Teknolojide. Şimdi sizlere nükleer teknolojide nasıl kullanıldığından bunun Türkiye’deki ve dünyadaki durumundan bahsedelim. Nükleer Enerji Ve Toryum: Toryum nükleer santrallerde bugünkü teknolojiyle tek başına yakıt olarak kullanılamıyor. Şu anki teknolojiyle sadece uranyum ve toryumu uygun koşullarda reaksiyona sokarsak verimli bir yakıt elde etmiş oluruz. Toryumun nükleer santrallerde tek başına kullanılması mümkün. Çekirdeğinde bazı değişiklikler yapılarak

Kaynaklar: taek.gov.tr maden.org.tr

uranyuma ihtiyaç duyulmadan enerji üretilebilir (Çekirdeğinde nasıl değişiklikler yapıldığını merak edenler TAEK’in sitesinden Reaksiyon şemasına bakabilir). Maalesef şu anki araştırmalarımız ve teknolojimiz yeterli olmadığından çekirdeğin yapısını değiştirmek şuan için bir teoriden ibaret. Eğer bunu başarabilirsek uranyumdan daha az zararlı olan Toryumu nükleer reaktörlerde tek başına kullanabilir ve uranyuma ihtiyaç duymadan enerji üretmiş oluruz. Dünyada Toryum: Dünyada toryum ile çalışan nükleer reaktörler yukarıda bahsettiğimiz gibi belirli oranlarda uranyum-toryumun karıştırılmasıyla çalışmaktadır. Toryumla çalışan nükleer reaktör denemeleri dünyada 1960’lı yıllarda başlamıştır. Fakat güç reaktörlerinde kullanımı 1976’lı yıllarda başlamıştır. Almanya, Hindistan, Japonya, Rusya Fed. İngiltere ve ABD'de araştırma/geliştirme çalışmaları bulunmaktadır. -Almanya'daki (AVR) reaktöründen geliştirilen 300 MWe gücündeki toryum yüksek sıcaklık reaktörü yarısından fazlası Th/U (yüksek zenginlikte uranyum) yakıt içeren 674.000 adet küresel yakıtla 1983-1989 yılları arasında işletilmiştir. -Toryum tabanlı yakıtların basınçlı su reaktörlerinde kullanımının incelen-

mesi Amerika'daki Shippingport reaktöründe gerçekleştirilmiştir. Bu reaktörde fisil malzeme (yavaş nötronlarla parçalanabilen iz otoplar) olarak U-235 ve Pu (Plütonyum) kullanılmıştır. Bu incelemede, toryum kullanımının işletme stratejisi veya reaktör kalbi güvenlik marjlarını etkilemediği sonucuna varılmıştır. 1977-1982 yılları arasında hafif sulu üretken reaktör konsepti de bu reaktörde başarıyla denenmiştir. Toryumun nükleer yakıt olarak kullanılması ile ilgili çalışmalar yapılmaktadır ancak günümüzde toryumla çalışan ticari ölçekli bir nükleer reaktör bulunmamaktadır. Türkiye’de Toryum: Toryum ülkemizde gerekli şekillerde kullanılabilirse enerji ihtiyacımızın büyük bir çoğunluğu karşılanabilir. TAEK 2009 yılı verilerine göre Türkiye’de Yaklaşık olarak 380 000 ton saf toryum bulunmaktadır. Hatta bazı komplo teorilerine göre Türkiye’nin uluslararası telefon kodunun 90 olması bu yüzdendir(90 Toryumun Proton Sayısı). Doğru şekilde kullanılırsa, enerji açığımızın büyük bir kısmını kapatabiliriz ve enerji sektöründe dışa bağımlı olmak zorunda kalmayız.

Alperen ÖZTÜRK alperen.ozturk1998@gmail.com


GELİŞMİŞ ARAÇ SİSTEMLERİ MOTOR GÜCÜNDE DEVRİM

B

ir otomobilin teknik özelliklerinde motor gücü ve beygir gibi değerlerini görürüz. Buradaki güç, motorun beygir gücüdür ve Türkçesi BG olan HP(horsepower) birimiyle ifade edilir. 1 BG, 75 kg’lık ağırlığı 1 saniyede 1 metre yukarı kaldırabilecek güç miktarı olarak tanımlanır. Bunun da yaklaşık 1 atın gücüne denk geldiği düşünülerek “beygir gücü” denilmiştir. Beygir gücü, motora has değiştirilemez bir değerdir. Fakat otomobilin dinamometre aracılığıyla ölçülen beygir ve tork değerleri; aktarma organı, vites kutusu ve tekerlek çapı gibi etmenlere bağlı olarak farklılık göstermektedir. Yani beygir gücü yüksek, torku ise düşük olan bir motoru sadece dişli oranı ayarlarını değiştirerek bile tam ters karaktere büründürmek mümkündür. Bu nedenle beygir gücü ve tork, çıplak bir motorda gerçek değerlerini ifade ediyor olsalar da gücün yere iletilmesine kadar araya giren faktörler göz önüne alındığında sadece motora ait karakteristik bir veri olarak düşünülemez.

Motor Gücü ve Arabanın Ağırlığı Arasındaki Denge Yaklaşık 9,81 Newton 1 kg kuvvete denk gelir. 1 kg ağırlığındaki bir cismi yerden kaldırmak için 1 kg’ın biraz üzerinde bir kuvvete ihtiyaç duyarız. Aynı şekilde 1200 kg ağırlığındaki bir otomobili düz bir satıhta vites boştayken hareket ettirebilmemiz için yaklaşık 40-50 kg civarında bir lineer kuvvet uygulamamız gerekir. Yani bir nesneyi iterken, çekerken ya da kaldırırken vektörü lineer bir kuvvete ihtiyaç duyarız. Motor gücü, ağır tonajlı araçlarda taşıdığı yük itibariyle güçlü bir motora ihtiyaç duyar. Genellikle ağır tonajlı araçların kullandığı motor v6 ve v8 motor olarak önümüze çıkar ancak güçlü bir motor, ağır tonajlı araçlar için yeterli değildir. Güçlü bir motorla birlikte onlara uyum sağlayabilecek şanzımanlara ve güçlü akslara da ihtiyaç vardır. Ayrıca yük taşıyan araçlar hızdan ziyade yüksek çekim gücüne de ihtiyaç duymaktadır. 1-Motor gücünün spor arabalara yansıması

Spor otomobil ya da spor araba, küçük hacimli, genellikle iki koltuklu ve iki kapılı olarak dizayn edilmiş, çevik kullanım sağlayan ve yüksek performanslı otomobillere verilen isimdir. Spor otomobiller sade tasarımlı ya da lüks sınıf olabilirler ancak yüksek manevra kabiliyetinde ve minimum ağırlıkta olmaları gereklidir. Spor otomobiller 2. Dünya Savaşı yıllarına doğru Avrupa’ya da yayıldı. Bu yıllarda motor sporları Atlantik’in her iki yakasında da oldukça popüler hale gelmişti. Spor otomobiller çabuk hızlanmaları, hassas direksiyonları ve güçlü frenlere sahip olmaları ile ayırt ediliyordu. Spor otomobillerin gelişimi göz önüne alındığında hızlı gelişen teknoloji ve hız sınırlarının giderek yükselmesi, spor arabalara ayrı bir pencereden bakmayı gerekli kıldı. Hızla gelişen motor gücü sayesinde spor arabalar, ortaya çıkışından günümüze kadar büyük yol kat etti. Motor gücü sayesinde bugün spor arabalar çok daha kısa sürede hızlanabilme ve daha hızlı çekiş kuvvetine sahip oldu.


GELİŞMİŞ ARAÇ SİSTEMLERİ MOTOR GÜCÜNDE DEVRİM

2-Motor gücünün arazi araçlarına yansıması Off-Road kelimesi İngilizce bir kelime olup, “yol dışı” anlamına gelmektedir. Kullanım amacı ise yol olmayan ortamlarda, taşıtlar ile gidebilme üzerinedir. Off-Road’un en belirleyici özelliklerinden biri, otomobil sporları içinde dünyanın en eskisi olma unvanına sahip olmasıdır. Bunun temel nedeni, ilk tekerlekli taşıt icat edildiği zamanlarda o tekerlekli taşıtın gidebileceği yol henüz icat edilmemiş olmasıdır. Dolayısı ile gidilecek bir yol bulunmadığı için taşıtlar spontane olarak OffRoad yapmaktaydılar. Motor gücü sayesinde günümüzde halk arasında “cip” diye tabir edilen ve arazide ilerleme yeteneğine sahip olan 4x4 araçlar yalnızca arazi ortamlarında değil, yollarda da boy göstermeye başlamıştır. Arazi araçlarını diğer araçlardan ayıran temel özellik, normal bir binek araca fazladan eklenen bir ya da iki ekstra diferansiyeldir. Temelde daha fazla tutunma ve ilerleyebilme ihtiyacı üzerine üretilen bu araçlar, ihtiyaç duydukları yüksek tutunma gereksinimi itibari ile temelde tüm tekerleklerden çekiş yeteneğine sahiptir. Gelişmiş araç sistemleri ve motor gücü sayesinde günümüzde “cip” diye adlandırdığımız araçlar daha yüksek tutunma kabiliyeti ve güçlü motor seçenekleriyle daha kullanışlı hale gelmiştir. 3-Motor gücünün ağır tonajlı araçlara yansıması Yük taşıyabilen ilk kamyon, 1870

yılında Jon Yule tarafından yapıldı. Yule, bu kamyonla Glascow’daki atölyesinde ürettiği büyük gemi kazanlarını, iki mil uzaklıktaki doklara taşıdı. Araç, dakikada 250 devir yapabilen 2 silindirli buhar motoru ile çalışıyordu. Tam yüklü olarak saatte 3/4 mil hız yapabiliyordu. Bu denli düşük hızına rağmen Yule altı tekerlekli buharlı kamyonunu ekonomik bir taşıma aracı olarak görüyordu. Bunda da haksız sayılmazdı. Benzinle çalışan ilk kamyon 13 Ekim 1894 tarihinde, Paris’te bulunan Panhard tesislerinde üretildi. İlk dizel kamyon ise Benz tarafından 1923 yılının ağustos ayında, Stuttgart’ta üretildi. 5 ton ağırlığındaki araç, 50 beygir gücünde bir motorla çalışıyordu. Motor gücü sayesinde ağır tonajlı araçlar çeşitlenmeye ve gelişmeye başladı. Motor gücü ve kamyonlar dinamikleştikçe “daha hızlı ve daha uzağa gitmek neden mümkün olma-

sın?” gibi sorular sorulmaya başlandı. Bunun üzerine mühendisler çok pratik çözümler buldular. Devrilebilen kabinler, arızaları halletme kolaylığı sağladı. Yataklı olmaları ise sürücüye istediği yerde konaklayabilme imkânı verdi. 90’lı yıllara gelindiğinde kamyonculuk artık gerek üretim tekniklerinde olan ilerleme gerekse bilgisayar teknolojisinin varlığı nedeniyle yeni bir bakış açısı kazanmış oldu. Silindir başına dört valf üstten eksantrik mili gibi spor arabalarda olan teknoloji kamyonlara da uygulanmaya başladı. Günümüze gelindiğinde ise motor gücü sayesinde ağır tonajlı araçlar hızla gelişmiş ve şu anki son görünümünü kazanmıştır.

Kadir Rıdvan DÜZELLİ kadrduzell25@gmail.com


KANSER TEŞHİSİNDEKİ TEKNOLOJİLER Kanser, bir organ veya dokudaki hücrelerin düzensiz olarak bölünüp çoğalmasıyla beliren kötü urlara denir. Genel anlamda ise kanser vücudumuzun çeşitli bölgelerinde ki hücrelerin kontrolsüz çoğalması ile oluşan 100'den fazla hastalık grubudur. Çok çeşitli kanser tipleri olmasına rağmen, hepsi anormal hücrelerin kontrol dışı çoğalması ile başlar. Tedavi edilmez ise ciddi rahatsızlıklara, hatta ölüme dahi sebep olabilir. Milyonlarca insan kanserle savaşıyor. Erken tanının en önemli olduğu hastalıkların ilk sırasında kanser var. Kanserin tanısı ne kadar erken konulursa tedavide başarı oranı o kadar yüksek oluyor. Yılda 51.000 kanser teşhisi, önlenebilir nedenlerden kaynaklanıyor. Tedavideki en önemli aşama erken teşhis. Bu yüzden bilim insanları teşhis cihazları üzerine çeşitli çalışmalar yapıyor. Geliştirilen teknolojilerden bazıları şöyle: Biyosensörler: Hastalıkların tespiti için geliştirilen ve biyobelirteçleri deri üzerinden algılayabilen biyonsensör teknolojisi düşük hacimde

Kaynaklar: tto.boun.edu.tr dunyahalleri.com cnnturk.com

vücut sıvısı kullanarak çoklu hastalık tespitini kolaylaştırıyor. Elektriksel olarak pasif bir özelliğe sahip olan bu algılayıcı biyosensörler, hem teknoloji hem de uygulama alanına önemli bir yenilik getirecek. Vücut içine yerleştirilebilecek (implant) ve hastalığın sürekli gözlem altında tutulması sağlayacaklar. Cilt Kanseri Teşhisinde Yapay Zekâ: Araştırmacılar yapay zekanın fotoğraflar üzerinden cilt kanserini en az doktorlar kadar iyi teşhis ettiğini tespit etti. Söz konusu yazılımla 129 bin 540 fotoğraf tarandığında, fotoğraftakilerden hangisinde ne tür

cilt kanseri bulunduğunu ayırt edebildiği gözlemlendi. Sonuçlar 21 onkoloji uzmanının görüşleriyle karşılaştırıldığında yazılımın mükemmele yakın sonuç verdiği görüldü. Ancak sistem hala yanlış pozitif sonuçlar sunduğu için doktorların yerine kullanılmayacak. Yazılımcıların planı yapay zekayı görsellerdeki şüpheli bölgeleri işaretlemesi için kullanmak. Böylece doktorlar bu bölgeleri inceleyerek daha hızlı ve daha isabetli sonuçlar elde edebilecek. Hücrelerin Sesini Dinleyen Teknoloji: Keşif, kanserli hücrelerin normal kan hücrelerinden farklı hızdaki hareketini ses dalgalarıyla tanımlamayı temel alıyor. Bu sayede kanda dolaşan tümörler sağlıklı hücrelere zarar vermeden tespit edilip ayıklanabiliyor. Yeni cihazla birlikte hekimler cihazları ilk tanı ve tedaviyi belirlemek, hastanın kemoterapiye nasıl yanıt verdiğini izlemek için kullanabilecek. Tüm testleri tamamlanan bu yeni teknolojinin yakın zaman içinde piyasaya çıkacağı belirtiliyor.

Aleyna KÜÇÜKAY aleynakucukay@gmail.com


Yıldız Teknik Üniversitesinde okuyan ya da yolu bir şekilde Yıldız Teknik Üniversitesi ile kesişmiş herkes kampüslerde ki o tarihi havayı solumuş ve bunu iliklerine kadar hissetmiştir. Yıldız Teknik Üniversitesi Kondüktör Mekteb-i Âlisi adı ile 22 Ağustos 1911 tarihinde kurulmuştur. Daha sonra gerek mimari olarak gerek isim olarak çeşitli değişikliklere uğramış ve günümüzdeki Yıldız Teknik Üniversitesi haline 3 Temmuz 1992 tarihinde kavuşmuştur. Okulumuza adını veren Yıldız Sarayı, Osmanlı padişahlarının İstanbul'da devamlı oturduğu dördüncü saray olup, Beşiktaş'ta sahilden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan yaklaşık 500.000 metrekare yüzölçümü olan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür. Bu birleşimin önemli yapıları arasında yer alan Hünkâr Dairesi 1937 yılında Yıldız Teknik Üniversitesine verilmiş olup, bugün Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlük binası ola-

rak kullanılmaktadır. Ayrıca, Çukur Saray, Bekar Sultanlar, Şehzade Köşkleri, Sünnet Köşkü, Damatlar Dairesi, Agavat, Kileri-i Hümayun da Üniversitemizce kullanılan binalardır. Yıldız kampüsü, yıldız tepesi adı ile Kanuni Sultan Süleyman döneminden beri padişahlar tarafından av sahası olarak kullanılmıştır. Hazine-i Hassa’ya kayıtlı bu araziye ilk kasrı Sultan I.Ahmed yaptırmıştır. Asıl yapılaşma Sultan II. Abdülhamid döneminde başlamıştır. II. Abdülhamid tahta çıktığında, kardeşinin ve amcasının saltanatına son verildiği Dolmabahçe Sarayı'nı güvenli bulmadığından, 1877 yılında Yıldız Sarayı'na taşınmıştır. Otuz üç yıl devletin idare merkezi olan saraya Yıldız Saray-ı Hümayunu adı verilmiştir. Yıldız Sarayı, sultanlar ve şehzadeler tarafından ikamet yeri olarak kullanılan ve resmi görevlilere tahsis olunan köşklerden başka tiyatro, müzehane, kitaplık, eczane, hamam, tamirhane, marangozhane, demirhane, kilithane gibi çeşitli binaları da kapsamaktadır. Sultan Abdulhamid’ten

sonra kısa bir süre Sultan Vahdettin tarafından kullanılan ve Sultan Vahdettin ile Mustafa Kemal Atatürk’ün çeşitli görüşmeler gerçekleştiği saray Sultan Vahdettin’den sonra belli bir süre boş kalmış ve ardından Erkan-ı Harbiye Mektebine tahsis edilmiştir. Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Yıldız Yerleşkesi dışında eğitim ve öğretiminin büyük bir kısmının verildiği Davutpaşa Yerleşkesi İstanbulEdirne kervan yolunun üzerinde olup büyük bir tarihe tanıklık etmiştir. XI. yüzyıldan beri Bizans ve Osmanlı gibi büyük imparatorluklara ev sahipliği yapmış olan Davutpaşa sahrası her daim önemli bir konuma sahip olmuştur. Bizans döneminde yerinin güzelliği ve havasının ılıman oluşundan dolayı saraylıların uğrak yeri olan ve bundan dolayı Region (saraylı) adıyla anılan düzlük daha sonraları Aretai veya Hobdemon gibi çeşitli isimlerle anılmıştır. Bu bölgede önemli askerî tesisler ile başta Afamea Sarayı olmak üzere imparatorluğa ait beş güzel köşkün bulunduğu bilinmektedir.


Fatih’in İstanbul’u fethi sırasında ilk bu bölge Osmanlı’nın eline geçmiş ve burada bir Otağ-ı Hümayun kurulmuş ve ordunun ordugâhı haline gelmiştir. Fatih devrinin tanınmış komutanlarından ve II. Beyazid devri sadrazamlarından Davud Paşa, 1483 yılında burada bir köşk yaptırınca bölge onun adıyla anılmaya başlamıştır. Hangi padişahın emri olduğu kesin olarak bilinmese de iki katlı olarak inşa edilen Davutpaşa Kasrı, sebebi bilinmeyen bir nedenden dolayı yıktırılıp yeniden yaptırılmıştır. Padişahların bu kasra gelerek burada aylarca kaldıkları ve çeşitli turnuvalar düzenledikleri sık sık görülmüştür. Ayrıca Hünkâr Kasrı’nı saray halkı herhangi bir iç karışıklık ve isyan durumunda alternatif olarak kullanılabilecekleri bir saray olarak görmüşlerdir. Hünkâr Kasrı düzgün kesme taştan yapılmış kare planlı, iki katlı ve kubbeli bir yapıdır. Yapının ana mekânlarını alt kattaki büyük divanhâne ve üst kattaki büyük kubbeli oda oluşturmaktadır. Yapının batısında iki yana taşkın bir kitle mevcuttur. Yapının girişi güney-

dedir. Giriş, baklava dilimli başlıklı sütun üzerine oturan iki sivri kemerin taşıdığı kaburgalı çapraz tonozla örtülü eyvan içindedir. Aynı düzenlemeye sahip ikinci bir giriş yapının kuzeyinde de mevcuttur. Yapıldığı dönemde yapının içinde çini, kalem işi, alçı, mermer ve ahşap olmak üzere beş çeşit süsleme vardı. Bu yapıların çoğu tahribe uğramıştır. Gerek Osmanlı döneminde gerek günümüzde çeşitli restorasyon çalışmalarından geçirilmiş ve yapı günümüze kadar gelmiştir. Saray, Abdülmecid döneminden sonra terk edilmiştir. Kışlanın inşasıyla birlikte kasır, depo haline getirilmiş ve cephanelik olarak kullanılmıştır. Davutpaşa Kampüsü’nde yer alan en eski tarihi yapılardan biride Mehmet Paşa Kasrı’dır. Yapılış tarihi tam olarak bilinmese de 17. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Kasırda seferden dönen ordunun teslimi yapılıyordu. Sancak köşkü olarak da bilinen köşk 60 sene öncesine kadar iki katlı ve çatılı olarak ayakta duruyordu. Günümüzde ise gerekli restorasyon çalışmalarının henüz yapılma-

masından ve kasrın yapımında kullanılan malzemelerin çürümesinden dolayı yıkık bir haldedir. Bahar geldiğinde okuldaki öğrencilerin en uğrak noktası haline gelen orta bahçeyi çepeçevre saran Davutpaşa Kışlası, II. Mahmut’un Yeniçeri Ocağını tamamen ortadan kaldırarak yerine oluşturduğu Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı orduya kışla olarak yapılmıştır. Mimarı Krikor Amira Balyan olduğu tahmin edilen yapının 1826 da başlayan inşaatı 1832 de bitmiştir. Davutpaşa Kışlası’na bina emini atanması uygun olan kişilerin adları padişaha bildirilmiş ve Mirahur-i Sani Mehmet Ağa, bina emini olarak atanmıştır. II.Mahmut yapının inşaatıyla özel olarak ilgilenmiş ve kışlanın inşası için Ebniye-i Hassa müdürüne bir keşif hazırlatmıştır. Ancak, padişah keşfi yetersiz görmüş ve yeni bir keşif hazırlamasını emretmiştir. Padişahın keşfi yetersiz görmesi, kışlanın küçük tutulmuş olmasındandır. Ebniye-i Hassa müdürünün yeni hazırlayacağı keşif günümüzde büyük ve görkemli kışladır.


Davutpaşa kışlası İmparatorluk döneminde zaman zaman tamirler geçirmiştir. XX. yüzyılın başlarında kışla harap olmaya yüz tutmuş bir duruma gelmiştir. Balkan savaşı sırasında göçmenler buraya yerleştirilmiştir. I. Dünya savaşı sırasında ise bir askeri hastane açılmış ve 1920 de kapatılmıştır. Davutpaşa Kışlası, Cumhuriyet döneminde onarılarak yine kışla olarak kullanılmıştır. 1999 yılında TSK’nın girmiş olduğu küçülme politikası ile bu yerleşim birimi boşaltılmış ve 9. Cumhurbaşkanı Demirel`in de desteğiyle 9 Temmuz 1999`da Yıldız Teknik Üniversitesi’ne devredilmiştir. Kışlanın erzak ihtiyacını karşılamak üzere Yıldız Teknik Üniversitesi’nin de girişinde bulunan fırın, Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır. Günümüzde restore edilerek aslına uygun olarak İBB İSMEK Eğitim Merkezine bağlı olarak Fırıncılık Ve Pastacılık Okulu olarak faaliyet göstermektedir. Kışlanın bir parçası durumundaki tarihi hamam tarihte olarak askerler tarafından kullanılmıştır. İstanbul İl Özel İdaresi’nin yenileme çalışmalarının ardından üniversite öğrencilerinin eğitimine sunulacaktır. Kışlanın bir diğer ucunda ise tarihi bir mescit bulunmaktadır. Hakkında Kaynaklar: yildiz.edu.tr yildizsarayivakfi.org.tr yildiz-teknik.blogspot.com.tr esenler.bel.tr academia.edu

pek bir çalışma yapılmayan mescit günümüzde de ibadethane olarak kullanılmaktadır. Davutpaşa'da birçok kişinin bilmediği büyük bir yeraltı tünel ağı bulunmaktadır. TSK'ya geçtikten sonra, askerlerin yapmış oldukları mıntıka temizliği sırasında bulunan büyük yeraltı tünel ağı, daha sonra TSK tarafından güvenlik amacıyla kapatılmış ve tünel girişleri gizlenmiştir. Üç askerin bu tünel içindeki zehirli gazlar tarafından zehirlenmesi, tünellerin kapatılma nedenleri arasındadır. Davutpaşa Kampüsü’nün birkaç noktasında gördüğümüz çeşmeler ise Osmanlı döneminden bu yana zamana meydan okuyup günümüze gelebilmiş yapılardandır. Bu çeşmeler-

den Otağ-ı Hümayun yanındaki çeşmenin üzerindeki kitabedeki yazı Bahtı mahlasını kullanan Sultan Ahmed tarafından bizzat kaleme alınmıştır. Bunların yanı sıra Davutpaşa Yerleşkesinde tarihi bir fil ahırı, su deposu ve sarnıç bulunmaktadır. Henüz restorasyon çalışmalarına başlanmadığı için bu yapılar harabe haldedir. Aynı zamanda TSK döneminden kalma askeri yapılarda Davutpaşa Kampüsü içerinde yer almaktadır. Tüm bunların ışığında hem Yıldız Kampüsü hem de Davutpaşa Kampüsü genel olarak Yıldız Teknik için söylenebilecek tek şey okula girdiğiniz ilk andan itibaren her adımımız bir tarih. Bunun kıymetini bilmeli ve gurur duymalıyız.

Hatice ATA

Yonca PEHLİVAN

atahatice05@gmail.com

yoncapehlivan@gmail.com


YAPAY Ö

lümün evrenselliği ne kadar gerçek ise, ölümsüzlük arzusu da o kadar evrensel ve psikolojik bir gerçekliktir. Nitekim yaşama isteği insanın en derin arzularından birisidir. Günümüz dünyasında insanın ölümsüzlük arzusu teknolojinin gelişmesiyle yapay zeka, transhümanizm ve dijital ölümsüzlük gibi yeni yaklaşım tarzlarıyla boyut değiştirmiştir. Hayflick Limit Teorisi'ne göre hücrelerimizin kendi kendini doğru bir şekilde kopyalama sayısı limitli, işte o limit aşıldıktan sonra yaşlanıyoruz. Bu yüzden ölüm kaçınılmaz! Biyokimyacılar genç yaşta hücrelerdeki bu bozuklukları tamir etmeye yarayan enzimlerin, yaşlılıkta da verimli olabilmelerini ve doğru yönlendirilmelerini sağlamaya çalışıyor. Ama görünen o ki nafile bir çaba. Çünkü her ne kadar gen haritası çizilmiş de olsa bunların nasıl beraber çalıştıklarının gizemi çözülemedi. Bu noktada devreye biraz önce altını çizdiğimiz çığır atlatan teknolojik buluş kısmı geliyor. Biz belki bu-

gün genleri tam anlamıyla çözmüş değiliz ama yapay zeka sayesinde mümkün olacağının savunucuları azımsanacak gibi değil. Hatalı kopyalanan hücreye uygun enzim üretilip uygulanacağı ve ölümün sürekli erteleneceği düşünceler arasında. Bizden çok daha hızlı ve zeki bilgisayarların bu bilmeceyi çözeceğine dair büyük bir güven mevcut. Bu öngörüyü dile getiren kişilerin başında teknoloji devi Google’ın baş fütüristi Ray Kurzweil geliyor. Kurzweil’e göre günümüzde zaten teşhis için kullanılan, bir hücre kadar küçük, nano boyutlu robotlar, 20-30 yıla kalmaz vücudu sürekli denetleyecek, kanserli bir hücre oluştuğu ilk anda onu yok edecek. Kurzweil, 2045 yılında yapay zekanın çok gelişeceğini ve Tekillik hipotezi etrafında insanlığın makineler ile birleşmesini ön görmekte. Yapay zeka ile zihinlerimizi bedenimizin dışında depolamak mümkün olacağından dijital ölümsüzlüğü yakalayabileceğimize inanıyor. Beyninizin dijital bir sürümünün bu-

lutta (güvenli ve internete her an bağlı bir sunucuda) bulunduğunu ve anlık olarak yaşadıklarınızla senkronize edildiğini düşünün. Elektrik sinyalleri sayesinde materyalize ettirdiğiniz bilinciniz, sentetik bir beyinde ve yapay bir bedende depolanabilecek. Teorik olarak bu şekilde sonsuza kadar yaşayabilirsiniz. Çünkü benliğinizi taşıyan bir bedeniniz olmayacak. Daha doğrusu istediğiniz hangi bir yapay beden size ait olabilecek. Ve dünyanın neresinde isterseniz! Hatta uzayda bile! Tek yapmanız gereken, olmak istediğiniz yapay benden içine “siz”i yüklemek olacak. Yalnız dijital ölümsüzlüğün biyolojik ölümsüzlük tanımına girmediğini unutmamak gerek. 2045 INITIATIVE VE AVATAR PROJESİ 32 yaşındaki Rus milyarderi Dmitry Itskov’un mimarı olduğu 2045 Initiative projesinin manifestosu halihazırdaki teknoloji ne ölçüde ilerlemiş olursa olsun bedenlerimize hapsolduğumuz müddetçe hastalıklar ve ölümden kurtulamayacağımız, bu nedenle teknolojik ilerlemenin yepyeni bir hayat formunu netice verecek şekilde yönlendirilmesi için yeni bir ideolojik paradigmaya ihtiyaç olduğu, bunun da bizi insanın artık sadece çevresini değil bizatihi kendisini de yeniden inşa edeceği bir bilimsel ve teknolojik devrime götüreceğinden bahsediliyor. Bunun yolu olarak da yapay bir insan bedeni prototipinin inşa edilmesi gösteriliyor. Proje dört safhadan oluşmakta. Sürecin birinci safhasını oluşturan Avatar A’da, insan beyni tarafından yönetilebilen bir robot geliştirilecek. Avatar B, insan beynini sentetik bir bedene nakletmeyi içeriyor.


ZEKA

Avatar C’de, biyolojik beynin içeriği sentetik yedeğine yüklenecek. Avatar Projesi’nin son ayağı olan Avatar D’yi ise emülasyon aşaması oluşturuyor: Biyolojik bedeni ve beyni, insan bilincinizin dijital sürümüne ev sahipliği yapacak bir hologram ya da bir diğer avatar ile değiştirmek. KARBON KOPYA PROJESİ Sinirbilimci Randal Koene tarafından kurulan carboncopies.org’da önemli projelerden bir başkası ve Dmitry Itskov, 2045 Initiative için bu projeyi destekliyor. Koene’nin liderlik yaptığı transhümanizm savunucuları, dijital ölümsüzlüğü aktif bir şekilde desteklemeye çoktan başladılar. Eksiksiz beyin emülasyonu fikrinin temelini bizzat bu idealistler attı. Grup ayrıca insan beyninin taklit edilebilmesinden önce çözülmesi gereken insan beyni yapısını haritalamak, sinir Kaynaklar: electronics.howstuffworks.com en.wikipedia.org 2045.com rak.minduploading.org

bağlantılarını ve işlevlerini çözmekle beraber, bir bilgisayar yongasının silikonundaki ölümsüz kişiliğinize ev sahipliği yapacak yazılım ve donanımın geliştirilmesi gibi önemli adımların da taslağını çıkardı. Eksiksiz beyin emülasyonu araştırması alanındaki bilimciler, yuvarlak solucanların (Caenorhabditis elegans) tüm sinir ağlarını başarılı bir şekilde haritalamışlar bile. Sonraki aşamayı solucan beynindeki sinir ağı ve bağlantıları temel alan model üzerinden kod yazmak ve kodu bu örnekte olduğu gibi bir robota aktarmak oluşturuyor. Aynı işlem teorik olarak insan beyni için de uygulanabilir. Ama çok daha büyük ölçekte… İnsan beyninde yaklaşık 100 milyar sinir ve bu sinirler arasında da 100 trilyon bağlantı bulunur. Yoğun, şehir sokaklarını andıran insan beyni şebe-

kesini haritalayıp sinir ağının kurallarını çözerek pek tabii nörolojik, nörodavranışsal ve nöropsikiyatrik hastalıkların kökleri hakkında tahmin edemeyeceğimiz ölçüde bilgiye ulaşabiliriz. İlaveten, beynin sinir bağlantılarıyla ilgili bozuklukları önleme ve tedavi etme çalışmalarına paha biçilemez değerde bir ışık tutabilir. Ayrıca nasıl düşündüğümüz ve sonuç çıkardığımız, kendimizi nasıl algıladığımız hakkında derin bir anlayış kazanabilir ve aklımızı nasıl taklit edebileceğimizin yollarını bulabiliriz. DİJİTAL OLMAYI İSTER MİYDİNİZ? Dijital ölümsüzlük fikrinin savunucuları kadar muhalifleri de var. Fikre inanmayanların çoğu, fikrin prensiplerini her açıdan eleştirmekte. Şüphesiz dijital ölümsüzlük, doğrudan ciddi ahlaki ve etik sorunlar doğuracaktır. Belki de en önemlisi, toplumsal hayatta ciddi mahremiyet problemleri çıkarabilir. Ölümsüzlük fikrine karşı çıkanların bir başka iddiası ise yapay beynin bir bilinci, gerçekten doğru biçimde temsil edip edemeyeceği yönünde. Bilinç kavramını bile tam olarak kavrayamadığımız bu günlerde dijital ölümsüzlükten bahsetmek sizler için saçma geliyor olabilir. Peki, diyelim ki ömrünüz vefa etti ve dijital ölümsüzlüğün mümkün hale geldiği bir döneme ulaştınız. Bunu satın alır mısınız? Tüm benliğinizi, anılarınızı, hislerinizi oluşturan o dev kütüphanenizin bir bilgisayarın diskinde durması sizi nasıl hissettiriyor?

Cemile DEMİR cemiledmr8@gmail.com


KÖK HÜCRE

Ç

ok eski zamanlardan beri bilim insanları insan vücudunun gizemlerini, bilinmeyenlerini öğrenebilmek, bunlardan faydalanabilmek için türlü araştırmalar, deneyler ve projeler yapıyor. Amaç mevcut hastalıkların nedenine inip, bir çözüm yolu bulabilmek. Gün geçtikçe daha da hızlı gelişen teknoloji sayesinde daha çok hastalık mercek altına alınarak tedavi sürecine giriyor. Son zamanlarda, bu gelişen teknolojiden payını alan en önemli konulardan birisi ise kök hücre teknolojisidir. Öncelikle, kök hücre nedir, ne işe yarar? Kök hücreler, isminden de tahmin edilebileceği gibi vücudumuzdaki tüm doku ve organları oluşturan ana hücrelerdir. Biz yaşlanırken bozulan, yorulan, hasar alan ya da hastalanan dokuları yenilerler. Farklılaşmamış hücreler olmaları sebebiyle, her doku veya organ türüne dönüşebilirler. Peki, biz kök hücreleri nereden alabiliriz, nasıl kullanabiliriz? Kök hücre kaynaklarını üç bölümde inceleyebiliriz; embriyonik kök hücreler, fetal kök hücreler ve erişkin kök hücreler. Embriyonik kök hücreler döllenmeden sonra oluşan "zigot" dediğimiz iki hücreli oluşumdan gelişmektedirler. Fetal kök hücreler fetüsten alınan, erişkin kök hücreler ise diğerlerinden farklı

olarak doğumdan sonra insanda veya hayvanda gelişen kök hücrelerdir. Günümüzde kök hücre elde etmek için en çok kullanılan kaynak ise kemik iliğidir. Vücudumuz inanılmaz derecede kendini yenileme yeteneğine sahiptir. Maalesef bu yeteneğin de belirli sınırları var. Vücudumuzda çok sayıda bulunan farklılaşmış hücreler ciddi hasar görmüş ya da hastalanmış ise doğal yollarla yenilenemezler. Kök hücreler ise bu hasarlı, hastalıklı veya kendi işlevini yerine getiremeyen hücrelerin yerine sağlıklı ve işlevsel hücreler oluşturmak için kullanılırlar. “Hücre tedavisi" denilen hastalıklı hücrenin sağlıklı hücre ile yer değiştirmesi işlemi organ nakline benziyor. Tek bir farkla; nakledilen şey organ değil, bir hücre. Öyle ki bu işlem ışığında araştırmacılar erişkin, fetal ve embriyonik kök hücrelerin çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan sinir hücresi, kas hücresi, kan hücresi ve deri hücresi gibi özellikli hücreler için bir kaynak ola-

bilme potansiyelini incelemektedirler. Örneğin, günümüzde yaygın olarak rastlanan Parkinson hastalığında kök hücreler dopamin salgılayan bir çeşit sinir hücresine dönüştürülme-

de kullanılabilirler. Teorik olarak bu hücreler hastanın beynindeki sinyalleri düzenleyerek hastanın iyileşmesini sağlayacaktır. Fakat her zaman

evdeki hesap çarşıya uymayabiliyor. Kök hücre tedavilerinin hala aşılamamış engelleri var. Öncelikli olarak aşılması gereken engel; farklı hücre çeşitlerini barındıran bir dokudaki kök hücrelerini tanımlayabilmektir. Erişkin bir dokuda ender bulunan kök hücrelerini saptamak ve ayırmak için çok sayıda çalışma yapmak gerekiyor. İkinci olarak ise tanımladığımız kök hücreleri istediğimiz doğrultuda farklılaşmasını sağlayacak doğru ortamlar hazırlayabilmek. Tabii ki bu da çok sayıda deney yaparak mümkün olan bir şeydir. Genel olarak embriyonik kök hücrelerin erişkin kök hücrelerden daha kullanışlı olduğu düşünülüyor. Ancak buradaki sorun ise embriyonik kök hücrelerin çok hızlı çoğalmaları. Bu hücreleri, özellikli hücreler olarak çoğaltırken çok dikkatli olunması gerekiyor; çünkü kontrolsüz çoğalmalar tümör oluşumuna neden olabiliyor. Ayrıca, kök hücrelerinin vücuda verildikten sonra kendisinden istenilen işlevi yerine getirmelerini sağlayabilmek de önemli bir nokta.


Örneğin, hasarlı beyne enjekte edilen nöronlar beyin hücrelerinin karışık ağ yapısını ve bağlantılarını gerektiği gibi yeniden düzenlemek zorundadır. Bir diğer aşılması gereken engel ise, “doku reddi” olayı. Organ nakli sırasında vücut nakledilen hücreleri yabancı kabul ederek bağışıklık sistemini devreye sokuyor. İmmunorejeksiyon denilen bu olay naklin başarısız olmasının yanı sıra hastanın hayatını tehlikeye sokacak kadar ciddi. Bunlar kök hücre teknolojisinin henüz her konuda kullanılabilirliğinin kanıtlanmamış olmasından kaynaklanan sorunlar. Peki, bu kök hücre teknolojisinin iyi yanları, umut verici yanları nelerdir? Kök hücrelerde en umut verici konu farklı fonksiyonel erişkin hücre tiplerine dönüşebilme yetenekleri ve çok sayıda hastalığın tedavisinde hücre replasmanı için potansiyel kaynak olarak hizmet vermeleri. Böylece, doku dejenerasyonu olan her hastalık kök hücre tedavisi için (Parkinson ve Alzheimer hastalığı, omurilik hasarı, felç, yanık, kalp hastalığı, Tip 1 diyabet, osteoartrit, romatoid artrit, kas distrofisi ve karaciğer hastalığı) potansiyel aday olabiliyor. Bunların yanı sıra gözden alınan kök hücrelerle yapılan retinal rejenerasyon, ha-

sarlı ya da hastalıklı gözlerin tedavisinde, hatta ve hatta körlüğün tedavisinde bile kullanılabilir. Saç kök hücreleri de yine aynı şekilde kelliğin tedavisinde kullanılabilir. Gördüğünüz gibi seçenekler çoğaltılabilir ve birçok hastalığa, bozukluğa bir çözüm bulunabilir. Son günlerde ise erişkin kök hücrelerinin kullanımıyla ilgili yeni olasılıklar ortaya çıkıyor. Araştırmalar çeşitli hücre tiplerinden de (karaciğer, beyin, kas, böbrek) özellikli hücre çoğaltılabildiğini ortaya koydukça kendi vücut hücrelerimizi laboratuvar ortamında çoğaltıp, vücuda geri vererek tedavide kullanabileceğiz. Bu noktada sağlık ve mühendislik camiasında kök hücre teknolojisi çok büyük bir rol üstleniyor. Kök hücre teknolojisi denildiğinde akıllara gelen bir başka soru ise, vücuttan alınıp besi ortamlarında çoğaltılan kök hücrelerinin bir “kök hücre bankası” içinde saklanıp saklanamayacağı. İnsan kordon kanı, nöral kök hücreler ve insan embriyonik kök hücre bankaları çeşitli ülkelerde kurulmuştur ve sayıları hızla artmaktadır. Embriyonik kök hücre bankaları da kısıtlı sayıda da olsa devlet kontrolünde embriyonik hücre saklamaktadırlar. Yani bu konuda da araştırmalar son hızla sürüyor ve gerekli

adımlar atılıyor. Tabii ki burada da kök hücreleri saklarken çeşitli aşamalardan geçmemiz gerekiyor. Örnek ile ilgili kalite kontrol prosedürlerinin sağlanması, kök hücrelerin dondurulma-çözülme aşamasındaki yetenekleri, hastanın kök hücrelerine ihtiyacı halinde immün reaksiyonu, kök hücrelerde hastalığa neden olabilecek virüslerin bulunması, gerektiğinde gereken erişkin kök hücreleri üretme/oluşturma yetenekleri ve kök hücre sayısının yarar sağlayacak miktarda çoğaltma yeteneklerinin olup olmadığının araştırılması gerekli. Yani, kök hücre teknolojisi hızla gelişen ve gün geçtikçe de ivmelenen bir konu. Teknolojinin de ilerlemesiyle akıllara yeni sorular ve yeni çözümler geliyor, hastalıklara karşı umut vadeden gelişmeler yaşanıyor. Kök hücre teknolojisinin tıp ve mühendislik (biyomühendislik, biyomedikal mühendisliği gibi) alanlarını birleştirmesi bu multidisipliner konuyu daha da önemli kılıyor. Kim bilir belki gelecekte kök hücre teknolojisi sayesinde günümüzde tedavisi olmayan hastalıkların tümüne bir çözüm getirebileceğiz.

Eylül NİKBAY eyllnkby@gmail.com


DRONE TEKNOLOJİSİ İ

nsansız Hava Araçları (İHA) ya da genel olarak bilinen adıyla “drone” fikrinin ilk olarak Nikola Tesla tarafından ortaya atıldığını biliyor muydunuz? Nikola Tesla, 8 Kasım 1898 yılında patentini aldığı buluşunda, ilk İHA prototipini belirlemiş oldu. Elektrik enerjili iletkenler ya da kablolara bağlı olmaksızın çalışan alet tasarımı, günümüz insansız hava araçlarını andırıyor. “Araç veya taşıt hareket kontrol mekanizması için yöntem ve alet” olarak adlandırılan patent içerisinde Tesla'nın bu teknolojinin geleceğine dair görüşleri de yer almıştır. Tesla, İHA’ların yanlış ellerde, farklı amaçlar doğrultusunda kullanılması ihtimalinde kitleleri ölüme sürükleyecek düzeyde tehlikeli olabileceğini aktarmıştır. Takip eden yıllarda savaş için üretilen insansız hava araçları Tesla’nın öngörüsünü hatırlatmaktadır. 1916 da üretilen “Areial Target” deneme uçuşlarını geçememiş olsa da kısa bir süre sonra üretilen Hewitt-Sperry Automatic Airplane 1. Dünya Savaşı’nda kullanılmıştır. 2. Dünya Savaşı öncesi İngiliz Kraliyet Donanması tarafından 1931 yılında “Queen” 1935’te ise “Queen Bee” adlı insansız hava araçları geliştirmiştir. Bu yıllarda ABD donanması da İHA teknolojisinde ilerlemeye devam etmiştir. 1936 yılında, Donanma Araştır-

ma Grubu Başkanı radyo kontrollü İHA’ları tanımlamak için “drone” sözcüğünü ortaya atmıştır. Önceleri yalnızca askeri amaçlar için kullanılan drone’ların günümüzde kullanım alanları oldukça genişlemiş buna paralel olarak da çok daha küçük boyutlu modeller geliştirilmiştir. Fotoğrafçılık Drone’ların en popüler kullanım alanlarından biri şüphesiz fotoğrafçılık. Ulaşılması güç alanların fotoğraflanabilmesine ve daha yüksekten, daha geniş açılı fotoğraflara imkan sağlaması, kullanımının kolay olması gibi nedenlerle her gün drone’larla çekim yapan amatör ve profesyonel fotoğrafçıların sayısı artıyor. National Geographic tarafından düzenlenen Uluslararası Drone Fotoğraf Yarışması başta olmak üzere düzenlenen drone fotoğraf yarışmaları bu alana ilginin büyümesinde etken. Gelecekte dizi/film sektöründe de drone’ların vazgeçilmez olacağı öngörülüyor. Çevreci Drone’lar Çıkan yangınların söndürülmesi ve yangın sonrasında kaybedilen yeşil

alanın tespiti ve haritalandırılması, deprem sonrası hasar ve radyasyon tespiti, doğal yaşamın gözlenmesinin yanı sıra DroneSeed, Biocarbon Engineering gibi ABD’li şirketler ağaç dikiminde de drone’ların kullanıldığı projeler geliştirdiler. Böylece Pasifik Kuzeybatısı gibi, arazinin oldukça dik ve sert olduğu yerlerde ağaçlandırma yapılmasını kolaylaştırmayı ve iklim değişikliğinin etkilerini azaltmayı hedefliyorlar. Akıllı Fabrikalarda Audi, Almanya'nın Ingolstadt kentindeki fabrikasında, drone'ları otomobil üretiminde lojistik aracı olarak kullanmak için ilk test uçuşları ve teslimatlar başarıyla tamamlandı. Audi, gelecekte "akıllı fabrika" kapsamında kapalı üretim merkezlerinde kamera, GPS ve sensörlerle donatılmış drone'ları otonom olarak acil parçaların teslimatı yanında, fabrika içinde ulaşılması zor bölgelerin tamiratında ve bakımında veya herhangi bir ilk yardım durumunda alana gerekli tıbbi cihazların hızlı bir biçimde ulaştırılmasında kullanmayı öngörüyor.


Taşımacılık Her geçen gün daha da yaygınlaşan drone kullanım alanlarından biri de kargo taşımacılığıdır. ABD Federal Havacılık İdaresi’nden (FAA) ilk izni alıp kargo teslimatına başlayan firma 7 Eleven oldu. 7 Eleven’ı eticaret devi Amazon’un takip etmesi uzun sürmedi. Lojistik sektörünün önemli şirketlerinden UPS de sağlık ürünleri gibi acil teslimatları drone’lar ile yapmak için ilk testlere başladı. Atlantik'te bir ada üzerinde yapılan testte yaz kampında yer alan bir şahısa, sahte astım iğneleri yaklaşık 5 kilometre mesafeden sekiz dakika içerisinde teslim edildi. Google Project Wing programının direktörü Dave Vos, 2015’te Washington'da düzenlenen Hava Trafik Kontrol konferansında drone taşımacılığı sektörüne gireceklerini duyurmuş, hedeflenen tarihinse 2017 olduğunu açıklamıştır. Muadillerinden geride kalmak istemeyen Walmart mağaza içinde kullanılacak bir drone teslim mekanizması geliştirip patentini aldı. Walmart’ın planladığı yöntemde, bir müşteri rafta bulunmayan bir ürün isterse ve stokta bulunuyorsa, ona istediği ürünü bir drone getirecek. Projeye göre drone’lar, müşterilerin ve koridorların üzerinde uçmayacak. Daha önceden belirlenmiş olan güvenli rotaları ve rafların üzerlerini kullanacaklar. Her mağazada, o ma-

ğazanın drone’larını yönetmek için bir merkezi kontrol sistemi de bulunacak. Yoğun kardan dolayı açık yol bulmanın çok zor olduğu Kuzey Kanada bölgesinde halkın ihtiyaçlarının daha rahat karşılanabilmesi için Kanada hükümeti, hazırladığı yeni yasa ile ülkede drone kargo taşımacılığını düzene oturtmayı ve bu konuda faaliyet gösterecek şirketlere yol göstermeyi planlıyor. Böylece toplumsal yaşamın kolaylaştırılmasını hedefleniyor. Ülkemizde ise PTT Genel Müdürü Kenan Bozgeyik, katıldığı bir yayında yaptığı açıklamada PTT'nin Kargomatik isimli cihazından ve drone ile kargo taşıma projesinden bahsetti. Kargomatik kargoya teslimata ihtiyaç duymadan insanların kargolarını teslim almayı hedeflerken, İHA'lar ile kargo taşıma projesi de son alıcı tarafından kuryeye ihtiyaç duymadan kargonun teslimine imkan tanıyor. Her Derde Deva Drone’lar Drone'ların sunduğu olanaklardan yararlanan bir başka sektör emlakçılık oldu. Örneğin, temel aşamasındaki 30 katlı binanın 25. katından, güney cephede gayrimenkul almayı düşünen bir müşteriye drone kullanarak 25. katın manzarası gösteriliyor. Artık düğünlerde yeni moda; düğün çekimlerinde drone kullanmak. Fotoğrafçı Emre Tanyolaç ve ortağı Erdem Genç, bu akımın öncü-

lerinden. Tanyolaç’ın yaptığı iş, bu ay New York Times gazetesinin, “Kuş mu? Uçak mı? Hayır, düğün fotoğrafçısı...” başlıklı bir haberine de konu oldu. Diğer bir enteresan kullanım alanıysa Kurban Bayramı’nda ortaya çıktı. Kurban Bayramı'nda kaçan kurbanlık hayvanlara müdahale etmek için kurulan "kurban yakalama timinde", drone’lara da yer verildi. Drone’lar İçin Hava Trafik Sahası New York Times 2014 yılı sonunda NASA’nın drone’lar için hava trafiği geliştirdiği haberini duyurmuştu. Takip eden süreçte NASA’nın Verizon’la birlikte sivil ve ticari drone uçuşlarını özel bir radar sistemi içinde denetlenecek bir hücresel kule sistemi geliştirmeyi amaçladıkları, testlerde de Google ve Amazon’la iş birliği yapacakları açıklanmıştı. Nanyang Teknoloji Üniversitesi (NTU) de Singapur’da bu gelişmeleri dikkate alarak drone’lara özel bir hava trafiği kontrol mekanizması planlamaya başladı. Proje kapsamında şehirlerde drone’lara denetleme ve engelleme sistemlerinin yanı sıra kalkış, iniş bölgeleri de tasarlanmış. Bununla birlikte drone’ların hızını ve şeritlerini denetleyebilen bir sistem geliştirilmesi projenin en önemli yeniliği olarak görülüyor.


İNSANLI DRONE’LAR İnsansız hava aracı olarak tanımladığımız drone’ların tanımı değişebilir. Alman Şirketi E-Volo, drone teknolojileri kapsamında odağına aldığı drone helikopterin yapım ve test aşamalarını tamamlayarak ilk uçuşunu 2013 yılında gerçekleştirdi. E-Volo en Volocopter VC200, hem tarihte uçan ilk drone helikopteri oldu hem de ilk sertifikalı drone helikopter sıfatını aldı. Kumanda gücü ile çalışan ve havada toplamda 20 dakika kalan, 450 kilogram ağırlığındaki Volocopter, 18 pervaneye ve elektrikli motora sahip. Test sürüşü ile başarılı bir grafik çizen insan taşıyan drone helikopter, saatte 100 km/s hıza ulaşabiliyor. Bir diğer insanlı drone örneği ise Çin’li Ehang firmasından geldi. CES2016’da Ehang 184 adını verdikleri drone’la dikkatleri üzerlerine çektiler. Ehang 184, 100 kiloya kadar ağırlık taşıyabiliyor. Bir helikopterin sadece 1/4'ü kadar alan kaplayan Ehang 184, tek bir şarj ile 64 kilometre uçabiliyor. Drone aynı zamanKaynaklar: redorbit.com haberler.com webrazzi.com airlinehaber.com shiftdelete.net hurriyet.com.tr pchocasi.com.tr haberbilimteknoloji.com perakende.org

da yerden 3.5 metre yükseliyor. Drone'un içinde oturan kişi ise herhangi bir şey yapmak zorunda değil. Cihazın kendi kontrol mekanizması bulunuyor ve bir merkez aracılığı ile kontrol edilebiliyor. Otonom drone’larla insan taşımacılığı Dubai’de gerçekleşen World Government Summit 2017 etkinliğinde de duyuruldu ve temmuz ayında uygulanmaya başlanmasının planlandığı açıklandı. Proje için EHang 184 modeli kullanılacak. Eğer başarılı olursa şehir içi ulaşımın geleceği için en mantıklı projelerden biri olacak olan Drone taksi, özellikle İstanbul gibi trafik konusunda sıkıntı yaşayan şehirler için vazgeçilmez olabilir. Ayrıca İsrail merkezli Urban Aeronautics firması, geçtiğimiz aylarda askeri kullanım için tasarlanan ulaşım drone’larının 2020 itibariyle kullanılmaya başlanacağını açıklamıştı. Bir başka drone taksi projesi de Avrupa merkezli uçak üreticisi Airbus tarafından duyuruldu. Airbus, Pop.Up adını verdiği uçan otomobil

konseptini Cenevre Otomobil Fuarı‘nda tanıttı. Pop.Up; küçük, akıllı ve araba boyutunda iki koltuklu bir yolcu kapsülü barındırıyor. Karbon fiberden üretilen bu kapsül; 2,6 metre uzunluğa, 1,5 metre genişliğe, 1,4 metre yüksekliğe ve 4 adet pervaneye sahip. Pop.Up’ın tanıtımı için hazırlanan videoda bir kadının Pop.Up adlı aracı evine çağırdığını ve bir yapay zeka tarafından yönetilen aracın kendi kendine kadının evinin önüne geldiğini görüyoruz. Araç, belli bir yere kadar geldikten sonra yolun devamını havadan gitmek için dev bir drone yolcu kapsülüne kenetleniyor ve yolcuyu varış noktasına kadar götürüyor. Kısacası gideceğiniz mesafede kara yolunda trafik olması durumunda, Airbus‘ın geliştirdiği teknoloji size havalanmayı önerebilecek. Tüm bu gelişmeler ve planlanan projeler gösteriyor ki, ilerleyen yıllarda drone’lar insanlı ve insansız türevleriyle hayatımızın daha da içine girerek vazgeçilmez bir parçası olacak.

İlknur SEZEN sezen.ilknur.9@gmail.com


Her yıl maalesef milyonlarca hayvan, kürkü için öldürülmekte… Kürkü için öldürülen kedi ve köpeğin sayısı, yılda iki milyondan fazla. Kır kurdu, vaşak, kunduz, su samuru, tilki, mink (vizon), rakun, tavşan, astragan, çinçilla, fok, angora, kedi ve köpek, kürkü için öldürülen hayvanların başında geliyor. Kürk endüstrisi kurbanı bu hayvanlar, besin almadan ve su verilmeden çok pis koşullarda, kafeslerde üst üste istiflenerek yaşatılır. Kürklerinin kalitesini optimum düzeyde tutmak için her tür vahşi ve kötü uygulamaya maruz bırakılır ve itlaf zamanına gelene kadar olabildiğince güçsüz hale getirilir. Hayvanların kürküne zarar gelmemesi tek kriter olduğundan, av için genelde ayak ve ağız kapanları kullanılır. Kapanlar, yakalanacak ve yakalanmayacak hayvanlar arasında ayrım gözetilmeden gelişi güzel kurulduğu için kürk hayvanlarının yanı sıra kürk hayvanı olmayan birçok hayvan ve yeni yavrulamış dişiler de bu kapanlara yakalanıp ölür. Hayvan, bir kere kapana kısıldıktan sonra kurtulma amaçlı olarak ayaklarını kemirmeye başlar. Hayvanlardan azının bu şekilde kurtuldukları olur. Kurtulamayanlar ise kendilerine zarar verme sonucu kan kaybından ölür.

Kedi köpek gibi hayvanlar da özellikle Çin, Kuzey Çin ve Doğu Asya’da kürk çiftliklerinde üretilir. Kedi köpek kürkü, ucuza mal olduğu için daha düşük bütçelere hitap eden markalar tarafından ürünlerinde ve ucuz eşya satan mağazalarda aksesuarlarda kullanılmaktadır. Çiftlikler, iktisadi işletmelerdir ve hayvanlar, buralarda en ucuz (dolayısıyla en rahatsız) koşullarda barındırılır ve yine en ucuz (dolayısıyla en eziyetli) şekilde öldürülür. Mümkün olan en küçük alanda maksimum hayvanı barındırmak için hayvanlar ancak bir iki adım atabilecekleri küçük tel kafeslerde tutulur. Bu kafesler yan yana ve üst üste yığılı olduğundan kene, pire gibi parazitler veya herhangi bir enfeksiyon kolayca ve hızla yayılır. Bu durumda ise hasta hayvan ölüme terk edilir. Çiftlikteki kafesler, genellikle açık havadadır ve hayvanlar; rüzgâra, sert soğuğa, aşırı sıcaklara maruz kalır. Bütün bu kötü ve hayvanların doğal ortamlarına aykırı koşullarda yaşam mücadelesi sonucu strese bağlı olarak çiftlik hayvanlarında, kendi kendilerini yaralama, birbirlerine karşı yamyamlık ve yeni doğan yavruları öldürme davranışı görülür. Hayvanları, bu yaşam sayılamayacak bu sürecin sonunda, ürkütücü bir

ölüm beklemektedir. Kürkün kalitesini korumak yine tek amaç olduğundan ölüm şekilleri, işkenceden farklı olmaz. Yirmi civarında hayvan küçük bir kutu içine doldurulur, bir ucu kutuya diğer ucu bir traktöre bağlı bir borudan gelen sıcak, filtrelenmemiş egzoz gazıyla zehirlenir. Bu gaz her zaman öldürücü bir etkiye sahip olmaz, bu nedenle gazdan bayılan hayvanların çoğu kürklerinin yüzülmesi esnasında bilinçlerini kazanır. Daha büyük hayvanlar ise anüslerinden içeri sokulan bir çubuk aracılığıyla elektrik verilerek öldürülür. Bir diğer teknik ise kasları çalışmaz hale getirip solunumu durduran, bu sırada dayanılmaz ağrılı kramplara sebep olan striktininle öldürmedir. Bu yaygın metotlar haricinde, basınç odaları, boyun kırma, başlarından sert zemine çarpma, yere fırlatma, metal çubuklarla dövmek diğer öldürme yollarıdır. Neticede, hangi metot kullanılırsa kullanılsın, bu hayvanların kürkleri, üzerlerinden canlı iken yüzülür, bunun akabinde, hayvanlar, tarif edilemeyecek acılar içinde kıvranarak can verir. Kürkü için öldürülen hayvanın çektiği acıya siz katlanır mıydınız? KÜRKÜNÜ ÇIKAR, VİCDANINI GİY!

Uğur Can KALKAN ucankalkan@gmail.com


CRISPR GENOM MODİFİKASYONU

18. Yüzyılı takiben artan bilimsel gelişmeler ve buhar gücüyle çalışan makinelerin artması, dünyamızda sanayi devrimi olarak adlandırdığımız yeni bir çağın başlamasına sebep oldu. Biyoloji ve genetik alanında, her ne kadar aynı zaman dilimi içerisinde bilimsel çalışmalar yapılsa da Biyoendüstri diye adlandırabileceğimiz bir çağın ikinci versiyonuna geçmek için 2000’li yılları beklemek zorunda kaldık. 2001’de üç milyar harften oluşan insan genomu tamamıyla deşifre edildiğinde çok az insan bunun aslında bir başlangıç olduğunu düşünüyordu. Çünkü DNA kitabımızı okuyabilmek, kalıtımsal hastalıklarımızın altında yatan nedenleri anlamak ve tedavi edebilmek için bu yeterli değildi. Genom modifikasyon tekniklerinin geliştirilmesi için bir 10 yıl daha beklememiz gerekti. Ama bu teknikler içerisinden hiçbiri, sağladığı hız, kolaylık ve fiyat ucuzluğu nedeniyle CRISPR teknolojisi kadar ün yapmadı. BİYOENDÜSTRİ 2.0 NASIL BAŞLADI? 2007 yılında Danisco yemek şirketinden bilim insanları, E. coli bakterisinde tekrarlanan DNA dizilerinin bakteriler tarafından virüs enfeksiyonlarına karşı bir savunma mekanizması olarak kullanıldığını keşfettiler. Bu dizilere, düzenli aralıklarla bölünmüş

palindromik tekrar kümeleri (Clustered Regularly Interspaced Palindromic Repeats) yani CRISPR adı verildi. Bakteriler, virüslere karşı, Cas9 enzimini kullanarak virüsün DNA çift zincirini hedefleyip keserek virüslerin çoğalmasını engelleyebiliyorlardı. CRISPR-Cas9 mekanizmasının nasıl çalıştığının anlaşılması, araştırmacılara hedefledikleri DNA bölgelerini, rehber RNA dizisi yardımıyla, spesifik bir şekilde modifiye edebilmelerini sağladı. 2013 yılında CRISPR genom modifikasyon teknolojisinin insan dâhil birçok canlının genomunu değiştirebilmek için kullanılabileceğini anlatan ilk makale yayınlandı. HAYVANLAR ÜZERİNDEKİ ÇALIŞMALAR Tüberküloz (TB) hastalığı, Asya ve Afrika’daki sığır çiftçileri için uzun zamandır bir sorun teşkil ediyor. Çin’deki Northwest A& F Üniversitesi’nden bilim insanları, tüberküloza neden olan bakterilerle savaşmaya yardımcı olan bir proteinin inekler tarafından üretilmesi için sıkıştırılmış bir CRISPR-Cas9 gen düzenleme sistemi kullandı. TB direncini sağlayan doğal direnç ilişkili makrofaj-1 proteinini kodlayan gen, CRISPR tekniğiyle inek embriyolarının genomuna yerleştirildi. Bu çalışmayla ineklere TB hastalığına karşı direnç kazandırılabildiği gösterildi.

Araştırmacılar ayrıca ilk defa fareler üzerinde, kalıtımsal rahatsızlık olan kas distrofisine sebep olan genleri modifiye ederek tedavi etmeyi başardı. Diğer yandan organ nakillerinde genetiksel farklılığa dayalı doku uyuşmazlığını önlemek amacıyla, domuz embriyosu üzerinde CRISPR tekniği kullanılarak 60 gen modifiye edildi ve doku uyuşmazlığının ortadan kaldırılabileceği gösterildi. Çinli bilim insanları, CRISPR teknolojisi alanındaki liderliklerini daha kaslı ve yapılı av köpekleri geliştirdiklerini duyurarak da pekiştirdiler. Tabi bu kadar kısa sürede yapılan bu alışık olmadığımız çalışmalar etik tartışmaları da alevlendirmeye devam ediyor. TARIMDA CRISPR RÜZGÂRI CRISPR genom modifikasyonu, zararlılara karşı direncin artırılması için, 2013’ten beri buğday, pirinç, soya fasulyesi, patates, portakal ve domates dâhil olmak üzere birçok bitki üzerinde de denendi. Örneğin, tahrip edici mantar hastalığı olan toz küfüne dirençli bir buğday soyu CRISPR tekniği ile geliştirildi. Caribou Biosciences şirketi, kuraklığa karşı düzenlenen mısır ve buğday suşları üretmek üzere CRISPR teknolojisi üzerinde çalıştıklarını belirterek geçtiğimiz yaz tarlada üretim denemelerine başladı.


CRISPR-CAS9 genom modifikasyonu tekniğinin kullanım alanları. Bu teknik, bitki ve hayvan genomunun yanı sıra kalıtımsal hasarlara sahip insanlar için gen terapi yöntemi olarak da kullanılabiliyor.

GENETİK HASTALIKLARDA CRISPR ZAMANI CRISPR genom modifikasyon teknolojisi, sentetik biyoloji alanında son 30 yılın en iyi gelişmesi olarak adlandırılıyor. Çünkü CRISPR-Cas9 teknolojisi, DNA’yı daha hassas ve daha kolay bir şekilde düzenleyebildiği gibi, önceki gen düzenleme sistemlerine kıyasla daha az zamanda ve daha az maliyetle hastalık mutasyonlarını onarabilme veya silebilme potansiyeline de sahip. 2015 Nisan ayında insan embriyolarının genomu modifiye edilerek kalıtımsal kan hastalığı olan beta talaseminin ortadan kaldırılabileceği gösterilmişti. Böylelikle CRISPR-Cas9 teknolojisi, genetik olarak hastalık taşıyan insanlara umut ışığı oldu. CRISPR gen düzenleme aracının insan hücreleri üzerinde de çalışabileceğini gösteren ilk bilim insanlarından olan George Church ve Feng Zhang, bu amaç doğrultusunda Editas Medicine şirketini kurdu. Onları Intellia Therapeutics ve Bayer ilaç şirketinin bir girişimi olan CRISPR Therapeutics şirketi takip etti. Editas şirketi 2017 yılı ilk hedefi olarak nadir ve kalıtsal bir retina rahatKaynaklar: nationalgeographic.com.tr popsci.com.tr

sızlığı olan Leber Congenital Amaurosis 10 (LCA10) körlük hastalığını belirledi. Planları, spesifik bir gen mutasyonunun neden olduğu ilerleyici körlüğün ender bir formundan bulunan insanlara CRISPR-Cas9 içeren bir adenovirüs enjekte etmek. Bundan sonra Cas9 enziminin hatalı DNA dizisini saptayıp keserek, hücrenin kendi mutasyonunu onardığı doğal bir DNA tepkisinin (rekombinasyon) tetiklenmesi amaçlanıyor. KANSER TEDAVİLERİNDE CRISPR DÖNEMİ Onkolojist Lu You ve ekibi, kanserli hastadan izole ettikleri kendi bağışıklık sistemi hücrelerinin genomunu CRISPR-Cas9 sistemi ile modifiye ettiler. Daha sonra, tekrar hastaya naklederek kanserli hücrelere karşı daha etkili bir saldırı gerçekleştirmeyi planlıyorlar. Kanserli hücreler, bağışıklık sistemi hücrelerini etkisizleştirebilmek için hücre yüzeylerinde PD-L1 (Programmed Death Ligand1) molekülleri sentezlerler. PD-L1, T hücreleri üzerindeki PD-1 (Programmed Death-1) reseptörlerine bağlanarak T hücrelerini programlı ölüme zorlar. Bu aslında kan-

serli hücrelerin savunma mekanizması olarak da düşünülebilir. Hali hazırda kanser immunoterapi yöntemi olarak PD-1 antikorlarından oluşan ilaçlar kullanılıyor. Ancak bu çalışmada hastadan izole edilen T hücrelerinin genomunda bulunan PD-1 geni CRISPR-Cas9 sistemi ile spesifik olarak mutasyona uğratılarak etkisizleştirildi ve PD-1 üretmeyen T hücreleri tekrar hastaya nakledilerek kanserli hücrelere karşı daha etkili olması amaçlanıyor. ARAŞTIRMACILARIN ÇEKİNCELERİ CRISPR-Cas9 tabanlı genom düzenleme teknolojisi popüler olmasına rağmen dezavantajları da yok değil. Hedef dışı etkiler, kromatin yapısının etkisi, yakındaki genler üzerindeki yan etkiler ve mutasyon etkinliğinden oluşan sorunları ortadan kaldırmak için yoğun olarak çalışmalar gerçekleştiriliyor. Bu nedenle, insan üzerinde kullanılması uzun süredir tartışılan olan bir konu. Araştırmacılar, yeteri kadar uzun süreli çalışmalar bulunmadığından dolayı CRISPR sistemine sahip hücreleri vücudunda taşıyan insanlarda gelecek zamanlarda istenmeyen mutasyonlar oluşabilmesinden korkuyorlar. Necla İpek LOMLU neclaipeklomlu@gmail.com


S

osyal medya, 1971 yılında doğmasıyla birlikte milenyumla hayatımıza giren, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerdeki nüfusların hemen hepsi tarafından çok kolay bir şekilde kabullenilmiş bir mecradır. Bu sosyal ağa ulaşmak oldukça basittir ve bu ortama girmek için gereken cihazlar da bir o kadar çeşitlidir. Yaşları fark etmeksizin her birey, gündemi sosyal ağları ve herhangi teknolojik bir cihazın takibini kolaylıkla internet üzerinden yapabilmektedir. Bireyleri kendisine bağımlı kılan bu sosyal ağların elbette etkileri de çok çeşitlidir. Sosyal medya tanıştığı her insanın siyasal, kültürel ve eğitsel dünyasına doğrudan etki etmektedir. İnsanlar sosyal medya üzerinden reklam, bilgi aktarımı yapabiliyor ve haberleşebiliyor. Bu da sosyal medyayı sadece bir eğlence aracı olmaktan çıkarıyor ve onun önemini gözler önüne seriyor.

Sosyal medya her kesimden insanın kişisel olarak bilgilerini düşüncelerini paylaşabildiği bir ortam olmuştur. Çok değil şöyle bir on yıl kadar geriye gittiğimizde hatırlayacağız ki ülkemizde sosyal medya kavramını oluşturan sadece birkaç site (Yonja,Hi5 vs.) vardı ve bunların üye sayıları oldukça azdı. Genelde bu sayıyı gelişmiş şehirlerdeki insanlar oluşturmaktaydı. Günümüze doğru yaklaştığımızda özellikle Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım siteleri çok yüksek insan potansiyeline sahip birer sosyal olgu haline gelmişlerdir. Dijital pazarlama ajansı “We are social, Hootsuite” işbirliği ile hazırlanan “ Digital in 2017 Global Overview” raporuna göre 900 milyon Facebook ve 465 milyon Twitter kullanıcısı bulunmaktadır. Bunun 22 milyon Facebook ve 7,2 milyon Twitter kullanıcısını Türkiye oluşturmaktadır. Sosyal medyanın bir geti-

risi olan ve dünyanın en büyük profesyonel ağı olan LinkedIn’in de günümüzde etkili bir platform olduğunu söylememiz gerekiyor. Sosyal medyayı kişisel olarak kullanmanın yanında işletme sahipleri müşterileriyle iletişim kurmak için de kullanıyor. İşletmeler açısından bakıldığında sosyal medya, işletmelere özelleştirilmiş bir platform üzerinden müşterileriyle iletişim kurabilme fırsatı tanımakta; reklam ve tanıtımlarını müşterilerine sosyal medya aracılığı ile yapmak ise işletmelere, müşterilerine direkt olarak onların rahat hissettikleri bir ortamda ulaşabilme avantajı sağlamaktadır. Sosyal medya işletmelere, müşterileriyle, kendi ürün ve servislerinin onlar üzerindeki algısını şekillendirerek iletişim kurma ve diyalog geliştirme imkânı da tanımaktadır.


Birey ve toplumları son derece etkileyen sosyal medya; kültürel, ruhsal ve ekonomik değerleri de etkisi altına almıştır. Devlet güvenliğini dahi doğrudan etkileyebilecek gücünün bulunması, internetin vazgeçilmez bir buluş olduğunu göstermektedir. İnternet kullanım yaygınlığı ve sosyal medyanın gücü, olumsuz sonuçları da beraberinde getirmiştir. Sosyal medya zararlarından olan siber saldırılar, kişisel tehdit ve hakaretler, özel hayatın ifşa olması, yasaklı ve cinsel istismara dayanan veriler ve benzeri birçok faktör, kullanım yaygınlığına denk bir gerçektir. Bunun sonucu olarak da Bilişim Hukuku’nun önemi ve değeri artmıştır. İnternet ve bilişim avukatlarının yoğun bir şekilde ilgi görmesi, doğabilecek olumsuzlukları engellemek ve hukuksal süreçleri hızlandırmak içindir. Sosyal medya, olumsuz özellikleri kadar olumlu birçok ihtiyacı da karşılamaktadır. Sosyal medyanın canlılığı birçok fikir ve uygulamayı da beraberinde getirmiştir. Bunun yanında karışıklıklar da meydana gelmiştir. Durumun önüne geçilebilme-

si için bilgi ve haber hızının değişkenliği, bilgi kaynağının güvenilirliği gibi durumların kontrol edilmesi gerekmektedir. Peki, sosyal medyanın bu önlenemez büyümesi gelecekte nasıl devam edecek? Facebook kullanıcıların %30'unun gündeme ilişkin haberleri doğrudan Facebook üzerinden, %8'inin ise Twitter'dan öğrendiğinin bir araştırma sonucunda ortaya çıktı. Facebook'ta haberlerin yüzde 64 oranında mobil olarak okunduğu, Twitter da ise bu rakamın yüzde 85 seviyesinde olduğu açıklandı. Sosyal medya ve mobil cihazlar arasındaki ilişki her gün daha fazla gelişiyor. Örneğin; Facebook'a ziyaret trafiği %49 oranında mobil cihazlar üzerinden gerçekleşiyor. Sosyal medyanın ağırlıklı olarak mobil cihazlar üzerinden gelişimi, sosyal ağ platformlarına sağladığı destekler ile mobil kökenli gelirleri yükseltecek-

tir. Twitter'ın marka bilinirliğine yüksek katkısı şüphe götürmez bir gerçek. Dünya üzerindeki belirli bir standardı elinde bulunduran markaların tamamı (resmi rakamlara göre %89'u) mutlaka bir ya da daha fazla Twitter hesabına sahip. Rakamın % 99'lar seviyesine ulaşması yakın zaman içinde gerçekleşecek. Yani artık şirketler, sosyal medyayı adeta bir tür birim olarak ele alma eğilimini daha da uç noktalara ulaştıracaklar. Sosyal medyanın bilgilendirici rolünün ve profesyonel ortamda ayırt edici olacak etkisinin ilerleyen yıllarda katlanarak artmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Burak EMİR emirburak1996@gmail.com


ölümün kıyısı

O

daya gri tonlar hâkimdi, odanın kapısı yoktu, her yer hologramlarla doluydu, bazısı kendi sağlık durumuyla ilgiliydi, bazılarını ise anlayamamıştı. Odanın büyüleyici farklılığını ve inovatifliğini seyre dalmışken yanında bulunan iki kişiyi fark etmemişti, ta ki biri konuşmaya başlayıncaya dek. 5 saat öncesi… Yürüyordu, başıboşluğun sarhoşluğuyla şehrin ara sokaklarında. Adeta fırtınada rotasını kaybetmiş kaptan gibiydi, dümeni ne tarafa çevirirse çevirsin kaçınılmaz son gerçekleşecekti, biliyordu. Berbat bir hayata rağmen güzel bir ölümü olsun istiyordu. Şehrin zengin semtlerinden birinde bulunan o ihtişamlı kaleden okyanusun sığ sularına bırakacaktı kendini, üstelik hayatında hiç olmadığı kadar kararlıydı da! Şimdi, hep yaşamak istediği semtteydi ve az

sonra kalenin surlarının en yükseğindeydi. Derin bir nefes aldı, bulutlarla parçalanmış gökyüzüne baktı, İsa’nın çarmıha gerilmesini andırır biçimde kollarını açtı ve aniden bıraktı bedenini. Havada hızla süzüldü, sonrasında kendini suların içinde buldu. Tam o anda her yer bembeyaz oldu, daha neler olduğunu anlayamamışken kendini yemyeşil otların üzerinde sırtüstü uzanmış şekilde buldu. Neler oluyordu böyle, ölmeden önce halüsinasyon mu görüyordu, yoksa ölmüş müydü? Yavaşça doğruldu ve etrafına göz gezdirmeye başladı. Çevresi bir ormanı andırıyordu; kuş cıvıltılarıyla, devasa ağaçlarıyla, akan masmavi ırmağıyla, kokusuyla kısaca her şeyiyle. Fakat bazı garip sesler duyuyordu, daha önce duymadığı yalnızca çeşitli makinelerin oluşturduğuna emin olduğu sesler. Ayağa kalkınca üzerindekinin kendi kıyafeti olmadığını fark etti, gerçi

kıyafet denilebilir miydi ondan da emin değildi. Üzerindeki ne bol ne de sıkıydı ne sıcak ne de soğuktu. Sanki derisinin form değiştirmiş haliydi, üstelik metalik grimsi bir rengi vardı. Ürkek bir şekilde, nedenini bilmeden güneşe doğru yürümeye başladı. Kısa bir yürüyüşün ardından çok hızlı hareket eden arabaları ve iki katı geçmeyen garip evleri fark edebilmişti. Biraz daha ilerledikten sonra artık ormanın dışındaydı, sağa sola bakınırken biri ona bağırmaya başlamıştı. Sesin geldiği tarafa döndü, bir kadındı. Ona koşu yolunun ortasında duramayacağından bahsediyordu fakat S.Y. Ekzah kadının dediklerinden ziyade onun yüzünün yanında gördüklerine odaklanmıştı. Kadınla ilgili birçok bilgi yazıyordu; adı, işi, yaşı… Yine ne olduğunu tam anlayamamışken kadın koşusuna devam etmeye başlamıştı. Kadının arkasından neler olduğunu sormak için seslendiyse de kadın, az önceki umursamazlığından ötürü olacak ki oralı bile olmadı. Ne yapacağını şaşırmıştı, neler oluyordu böyle, neredeydi, neden buradaydı? Hızla yola doğru koşmaya başladı, olağan gücüyle koşuyordu; tam yola ayak basacakken birden bir duvara çarpmıştı ama canı acımamıştı, duvar sadece onu durdurmuş ve yola girmesine engel olmuştu. Göz hizasında bir onay yazısı çıkmıştı: “Karşıya geçmek ister misiniz?”. Yazıya doğru elini savurdu fakat beklediği gibi etkilenmemişti. Sonra nedensizce içinden: - Evet karşıya geçmek istiyorum, dedi.


“Tüm bunların sonucunda 4 milyar insan yaşamını kaybetti” Bunu der demez birden yerden yükselmeye başlamıştı lakin altında asansör görevi gören bir şey yoktu. Belli bir yüksekliğe ulaşınca aynı doğrultuda karşıya doğru havada ilerlemeye başlamıştı, kısa bir süre sonra aynı hizada karşıdaydı. Artık evlere çok yakındı, evlerden bazılarının rengi sürekli değişiyordu, bazıları rengarenk bazıları sabit bir renkti, bazıları ise saydamdı ve içleri net bir şekilde görülüyordu. Bazı evler oval bazıları düzdü, bazıları ise çok garip şekiller almıştı. Bir an bunların ev olduğu kanısına nasıl vardığını düşündü, çünkü birçok şeye benziyordu. Bu, yapıların bir arada olmasıyla ilgili olabilirdi ama asıl cevabın insanın var oluşundan beri olan bir güdüyle alakalı olacağını çok sonradan anlayacaktı. Araç selinin içinden bir araba yükselmişti ve ona doğru geliyordu. O an arabaların tekerleğinin olmadığını ve düz bir tabandan oluştuğunu fark etti. Aynı zamanda şekilleri çok farklıydı, uç kısımları daha sivri, arka kısımları daha uzundu ama daha yüksek değildi ve ovallik hakimdi. Araba yanına yaklaştı, içinden biri çıktı ama kapı açılmadan direkt yan kısmın içinden geçerek çıkmıştı. Hâlâ rüyada mıydı, tüm bunlar gerçekten yaşanıyor muydu, emin değildi. İçeriden çıkan, kendiyle aynı kıyafeti giymiş olan kişi:

Tüm sorularınıza cevap bulmak istiyorsanız lütfen benimle gelin, dedi çok nazik bir şekilde. Başka çaresi olmayan S.Y. Ekzah başıyla onaylayarak kabul etti teklifi. Ama yabancı ona daha fazla zarar gelmemesi için bir uyutucu kullanacağını söyledi üstelik bu defa onay ister gibi bir hali yoktu. Zaten çok geçmeden gözleri yavaş yavaş kapanmaya başlamıştı. Gözlerini açtığında sedye benzeri bir şeyde uzanıyordu ama sedyenin ayakları yoktu. Odaya gri tonlar hâkimdi, odanın kapısı yoktu, her yer hologramlarla doluydu, bazısı kendi sağlık durumuyla ilgiliydi, bazılarını ise anlayamamıştı. Odanın büyüleyici farklılığını ve inovatifliğini seyre dalmışken yanında bulunan iki kişiyi fark etmemişti, ta ki biri konuşmaya başlayıncaya dek. Uzun olan başlamıştı söze: Merhabalar Bay Ekzah. Muhtemelen neler olduğunu tam olarak anlamadınız, kafanızda birçok soru mevcut. Merak etmeyin, çoğunluğuna cevap olabilecek açıklamayı yapacağım şimdi. Öncelikle şu an 2034 yılındayız, yani siz zamanda yolculuk yaptınız, yaptırıldınız. Yaptırıldınız çünkü birden fazla nedenden ötürü yapacağımız deney için en uygun kişi sizsiniz, deneyimiz yapay organ ve uzuvlarla alakalı. Uzun yıllar boyunca insanlar bunun üzerinde çalıştı,

bir dönem başarılı da oldu, tam olarak 2027 yılında yapay organlar halkın aktif kullanımına açıldı. İlk başta her şey çok iyiydi, ilnsanlar hızla bu yeni teknolojileri kullandı fakat üç yıl sonra vücuda bu kadar yapaylık fazla gelince genetik mutasyonlar oluşmaya ve insanları acı içinde öldürmeye başladı. Üstelik bu yapaylıkları kullanmayanlar da etkilendi, tüm bunların sonucunda 4 milyar insan yaşamını kaybetti. Bu durum bir yandan dünyanın yaşanabilirliği açısından iyi bir şey olsa da hükümetler bilime karşı ağır yaptırımlar uygulamaya başladı. Zamanda yolculuk yapmak ve yapay organlar yasaklandı. Diğer konular ise aşırı derecede sınırlandırıldı. Lakin, yemek yemeyip hazır besin hapları kullanmamız, gün içindeki hareket süremizin ortalamasının çok azalması gibi nedenlerden ötürü ortalama ömrümüz çok kısaldı. Eğer yapay organları kullanmazsak daha da azalacak, biz de hükümetten gizli olarak araştırmalarımıza devam ettik ve bir önceki felaketin tekrar oluşmasını engelleyecek çözümü bulduk. Bulduk lakin bunu şu an yaşayan kimseye uygulayamazdık, işte sizi bundan dolayı buraya getirdik. Önünüzde iki seçim hakkınız var: ya geçmişe yani okyanusa dönersiniz ya da 1963’e gidip deneye dahil olursunuz. Şimdi seçiminizi yapın, ölüm mü yaşam mı?

Enes ÖZLEN enesozlen@gmail.com


MERAK NELER YAPTIRIYOR Uzay, her zaman insanoğlunun merak ettiği bir yapı olmuştur. Bu merak ilk insanlara kadar uzanır ve uzayı keşfetmek için ilk zamanlarda gökyüzüne bakarak tahminlerde bulunmuşlardır. Daha sonra Galileo teleskopu icat etmiş ve uzaydaki gök cisimlerini daha da yakınlaştırarak inceleme fırsatımız olmuştur. Tabi ki bu insanların merakını daha da artırmıştır. Bu yüzden uzaya insanlı ya da insansız uydular fırlatmışlardır. Hatta uzayda bir uzay istasyonu bile kurmuşlardır. Uzayı keşfetmek için yapılan çalışmalar 1942 yılına gelindiğinde Almanya tarafından uzaya ulaşmak için fırlatılan V-2 roketleriyle bir adım daha ileriye gitmiştir. Ama o yıllarda II. Dünya Savaşı olduğu için başka bir çalışma yapılamamıştır. Fakat II. Dünya Savaşı sonrasında bu konuda çalışmalara başlanmıştır ve uzaya fırlatılan ilk yapay uydu 1957 yılında Rusya tarafından fırlatılan

Suptik-1 uydusu olmuştur. Bu fırlatılan uydudan sonra Rusya ile Amerika arasında bir uzay yarışı başlamıştır. Her iki devlet de birbiri üzerinde üstünlük kurabilmek için bir hummalı çalışmaya girişmiştir. Bunun sonucunda da uzaya gönderilen insansız uydudan sonra ilk defa 1961 yılında uzaya ilk insanlı uydu Ruslar tarafından fırlatılmıştır. Bu fırlatılan uydu başarılı bir şekilde Dünya etrafında içinde bulunan Rus astronot Yuri Gagarin ile birlikte bir tam tur atarak Dünya’ya geri dönmüştür. Bu arada o dönemdeki iletişim zorluğunu unutmamak gerek çünkü uzay merakı kadar kolay bir şekilde iletişim sağlamakta bilim adamlarının öncelik verdiği bir konuydu. Bu sorunu çözebilmek için 1962 yılında ilk aktif iletişim uydusu olan TELSTAR uzaya fırlatılmıştır ve iletişim konusundaki sıkıntıya bir çözüm bulunmuştur. İletişim konusundaki problemi çözen bilim insanları kaldıkları

yerden uzayı keşfetmek için çalışmalarına devam etmişler ve yine aynı yıl Rusya tarafından uzaya iki tane uzay aracı gönderilerek uzayda ilk defa telsizli iletişim gerçekleştirmişlerdir. Bu başarılı çalışmadan sonra Rusya uzay yürüyüşü için çalışmalara başlamıştır ve 1965 yılında Rus astronot Aleksey Leonow ilk uzay yürüyüşünü gerçekleştirmiştir. Ama uzay yürüyüşü sırasında bazı sorunlarla karşılaşılsa da astronot görevini başarılı bir şekilde tamamlamıştır. Bu arada Amerika Ay’a insan gönderebilmek için çalışmalar yapıyordu ve yine aynı yıl uzaya, uzayda yörünge değiştirebilen uzay aracını (Gemini3) gönderdiler ve uzay aracı görevini başarılı bir şekilde tamamladı. Amerika bu projede başarılı olduktan bir yıl sonra uzayda iki uydunun kenetlenmesini başarılı bir şekilde yapmıştır. Amerika’nın bu başarısıyla aynı yıl Rusya başka bir gezegene ilk defa sonda indirmeyi başarmıştır.


Bundan iki yıl sonra yani 1968 yılında Ay yörüngesinde ilk kez insanlı bir uçuş gerçekleştirilmiştir. Bu başarılı uçuştan bir yıl sonra (1969) Amerika Ay’a ilk ayak basan insan olan Neil Armstrong, Apollo-11 ile Ay’a gidip geri dönmüştür ve bunu ‘’Bir insan için küçük, ama insanlık için büyük bir adım.’’ sözleriyle anlatmıştır. Ancak Ay’a insan göndermeyi Rusya’da istiyordu ve bu konuda birçok denemesi yapmışlar fakat başarısız olmuşlardır. Bu yüzden Ay’dan incelemek için toprak örneği alıp Dünya’ya getirmeye karar verdiler ve bunu başardılar. Tüm bu olanlardan sonra Rusya uzay konusundaki liderliğini kaybetmek istemiyordu. O sebeple yapabileceği iki şey vardı. Bunlar Mars’a insan göndermek ya da uzayda insanlı uzay istasyonu kurmaktı. Bu iki seçenek arasında seçim yapması gerekiyordu ve seçimini insanlı uzay istasyonu kurmaktan yana kullanarak 1971 yılında Salyut-1’i uzaya göndermişlerdir. Salyut-1 ile beraber toplam yedi tane Salyut istasyonunu uzaya gönderip otuzdan fazla uçuşla yetmişten fazla mürettebatı uzaya (Salyut is-

tasyonlarına) göndermiştir. Bu sayede uzayda kalma rekorları kırmışlardır. Ancak gönderilen istasyonların içinden Salyut-7, 1991 yılına kadar yörüngede kalmıştır. Bu sırada Amerika’da uzay istasyonu üzerine çalışmalar yapmaktaydı ve sonunda ilk ve halen tek olan uzay istasyonu olan Skylab’ı 1973 yılında uzaya göndermiştir. Skylab, 1979 yılında Avustralya kıtasında çöle düşene kadar yapılış amacına uygun olarak çalışmıştır (bilimsel deneyler ve incelemeler). Uzay keşifleri sırasında ve günlük hayatta iletişimi daha kolay hale getirmek için ilk aktif iletişim uydusu 1962 yılında fırlatılmıştı. Fakat ülkeler bununla yetinmeyip kendilerine özel yerel uyduları uzaya fırlatmışlardır. Bunların ilki 1972 yılında Kanada tarafından fırlatılan Anik-1 uydusudur. Bundan iki yıl sonra ise Amerika kendi yerel iletişim uydusunu fırlatmıştır. Ancak insanlar zamanla mobil iletişime geçtiği için 1976 yılında ilk mobil iletişim uydusu olan MARISAT uzaya fırlatılıp hizmet vermeye başlamıştır. Tüm bunlar olurken 1969 yılında

ortak bir Rusya-Amerika uçuşu için görüşmelere başlandı. Ancak 1972 yılında imzalar atıldı ve mühendisler kenetlenme mekanizması üzerinde çalışmaya başladı. 17 Haziran 1975’te ise Apollo ve Soyuz araçları birbirine kenetlendi. Sonrasında bilim adamları birbirlerinin uzay araçlarına geçerek araçlar üzerinde incelemeler ve deneyler yaptılar. Bundan sonra Amerika insanlı uçuşlara altı yıl ara verdi. 1981 yılına gelindiğinde ise uzay mekiği ile çalışmalarına kaldığı yerden devam etti. 20. Yüzyılın sonlarına doğru uzay keşfi çalışmalarına Avrupa Uzay Ajansı (AUA) da katılmıştır. Tabii AUA’dan sonra uzay konusunda çalışmak için birçok uzay araştırma enstitüsü kurulmuştur ve hala faaliyet göstermektedirler. Şu an, insanoğlunun Dünya dışında bir gezegende yaşama imkanı olup olmadığı araştırdıkları en önemli konu. Bu konu yüzünden birçok gezegenden incelemek için toprak ve kaya parçalarını bazen yerinde bazense Dünya’ya getirerek inceliyorlar.

Esra CANLU canluesra@gmail.com


3D PRINTER 3-Dimension Printer; bilgisayar üzerinde tasarlanmış 3 boyutlu dataları veya 3 boyutlu olarak taranmış modelleri, birçok farklı malzeme kullanarak elimizle tutabileceğimiz nesnelere dönüştüren cihazdır. Peki 3 boyutlu yazıcılar ile üretim yapabilmek için nelere ihtiyacımız var? Öncellikle yapacağımız nesnenin 3 boyutlu tasarımına ihtiyacımız var. Bunu yapabilmek için AutoCAD, SolidWorks, Google Sketchup, Rhino3D gibi yazılımları kullanmamız gerekir. Bu yazılımlar ile tasarladığımız modelleri STL dosyası haline dönüştürmeliyiz. Bunun ardından 3 boyutlu yazıcıya dosyayı gönderiyoruz. 2 boyutlu yazıcıdan farklı olarak 3 boyutlu yazıcıda derinlik vermek için en alttan en üste kadar materyali katman katman atarak istediğiniz nesneyi oluşturuyor. Eğer teknik konularda yeterli değilseniz ya da yapmakta çok zorlanıyorsanız internet sitelerinden 3D tasarımlar indirebilirsiniz. 3D tasarımınız bittikten sonra sıradan bir plastiğin dayanıklı olan halleri; altın, platinyum, seramik tozu, metal tozu, metal görünümlü-akrilik plastikler ve daha nicesi fotoğrafta gördüğümüz şekle getirilip 2 boyutlu yazıcılardaki kartuş-toner işlemini görüyor. Ne hoş gözüküyorlar, öyle değil mi!

3D yazıcı teknolojisi ile üretilen ürünler günümüzde birçok alanda karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan bazıları moda alanında kıyafet, ayakkabı tasarımı, medikal alanında organ modelleri, kuyumculuk alanında yüzükler, kolyeler, küpeler, gıda sektöründe pizza, çikolata ve daha aklımıza gelebilecek çoğu şey artık 3D yazıcılarla tasarlanabiliyor. 3D PRINTER İLE YAPILAN BAZI ÜRÜNLER Osteoid Türk Tasarımcıya Ödül Getirdi! Belki aramızda kolunu kırıp alçı takan arkadaşlarımız vardır. Kim bilir o alçıya kimler imzasını atmış, neler yazılmış, neler çizilmiştir… Türk tasarımcı Deniz Karaşahin kemik kırıklarının tedavisinde alçının yerini alacak 3 boyutlu ürün tasarladı. 3D tarama teknolojisi ile her hastanın kol şekline özgü olarak üretiliyor. Deniz Karaşahin bu tasarımında kırılan kemiklerin kaynama sürecini hızlandırmak için LIPUS(Low-Intensity Pul-

sed Ultrasound Stimulation) teknolojisinden yararlanıyor. Tasarımın üzerindeki boşluklar sayesinde LIPUS cihazına bağlı proplar doğrudan kırık bölgeyle temas halinde oluyor ve kolun hava almasına olanak sağlıyor. Bu ürünü günde 20 dakika kullanmak kemik kaynama süresini %40 azaltıyor. Tasarım olarak herkesin zevkine hitap edebilecek bir ürün! Deniz Karaşahin tarafından hazırlanan 3D yazıcıdan üretilen Osteoid, A’Design Award & Competition yarışmasında birincilik ödülünü aldı.


Modada 3D Printer Rüzgarı:

Sanatçılar, tasarımlarını kapsamlı atölyeler olmadan, daha kolay ve daha hızlı bir modele dönüştürebilmek için 3D yazıcıları kullanmaya başladılar. 3D yazıcının modaya dokunuşu hayaller üzerindeki sınırları aşmayı sağladı. Aşağıda görmüş olduğunuz “PARAMETRIC IVORY” adlı tasarım 3D Printer ile 42, el yapımı ile 30 saat olmak üzere toplam 72 saat sürmüştür. Aiman Akhtar’ın Tasarımı: Aşağıdaki resim profesyonel 3D modelleyici Aiman Akhtar’ın Jessica Dru

Johnson 3D baskılı tasarımıdır. Aiman Akhtar, 3D baskı tasarlaması üzerine 3D World Magazine tarafından 2015 yılında görevlendirildi. Bilimkurgu(Sci-Fi) filmlerinden esinlenmiş bir kıyafet tasarlamaya karar verdi ve model Jessica Dru Johnson’ın bedenini 3D taramaya başladı. Kontürlerinden şekiller çıkardı ve tüm bunları ZBrush yazılımıyla yaptı. Tasarımı bitirmek ve gerçek bir bilimkurgu görünümü vermek için resimde gördüğünüz LED ve optik fiber kabloları elbiseye yerleştirdi. Kendi fikrimizi söylemek gerekirse elbiseyi gördüğümüzde bayıldık ve gerçekten çok çarpıcı bir tasarım olmuş! Robotel Türkiye:

Robotel Türkiye, ülkemizdeki el ve parmak deformasyonu olan insanlara -özellikle çocuklara- 3 boyutlu yazıcı ile Robotel diye adlandırdıkları mekanik aletleri tasarlıyorlar. Yaptıkları aletleri ucuza üretip tamamen ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorlar. Robotel Türkiye gönüllüleri öncelikle el ve parmak deformasyonu olan kişilerin ölçülerini alıyorlar. Daha sonra tasarım ve deneme sürecine başlıyorlar. İhtiyaç sahipleri Robotel sayesinde temel ihtiyaçlarını giderebiliyor. Aynı zamanda bisiklete binip top tutabiliyor. Mimarlar İçin Görsel Şölen Sunma Zamanı! 3D yazıcılarla maket hazırlamak mimarlar için çok büyük avantajlar sağlar.

Projelerini daha kısa zamanda bitirirler. Temiz maketlerle çalışma olanağı sağlar. Projenizde yer almasını istediğiniz her modeli çıkarma imkanı sunar. Nesnelerin daha hoş ve anlaşılır olmasını sağlar. En önemlisi olarak bakış açınızı değiştirmenizi sağlayan ve yaratıcılığınızı arttıran projeler çıkarmanıza yardımcı olur. NASA’nın Kaşif Robotu:

NASA 3D yazıcı ile PUFFER (gezgin robotu) adında açılıp katlanabilen bir robot üretti. Bu robotun üretimi katlanabilir origami tasarımıyla başladı. PUFFER robotunun tasarımı 45 derecelik eğimleri geçebilmesine, karşılaştığı yüzeylere göre açılıp katlanabilmesine, dik yamaçlara tırmanabilmesine ve kraterlere ulaşmasına olanak sağlar. Mojave Çölü’nden kutuplara kadar zor şartlarda test edilen robotun ulaşılması zor ve riskli yerlerde kullanması hedefleniyor. Bilim adamları Marstaki bilim araştırmalarında bu tarz robotların bilimi baştan sona değiştirebileceğini dile getirdiler.

Meltem YEŞİLDAĞ meltemyesildag@gmail.com


Bir İş Bulma Meselesi Lise ve üniversite okuyan her kişinin bir döneminde hayatına girmiş bir sorundur "STAJ BULMAK" ve hayatını idame ettiren her kişinin de hayatının her döneminde başına gelebilecek bir durumdur "İŞ ARAMAK". (Mesele de diyebiliriz çünkü iş aramak bazen kabusa dönüşebiliyor). Üniversiteden mezun olmuş, iş arayan bir aday olarak benim gibi bu durumda olan kişilerin de olduğunu düşünüyorum. Belki bu yazım hepimizin duygularına tercüman olur. Keyifli okumalar... Üniversite öğrencilerinin bir kısmı son sınıfta part-time olarak çalışmıyorlarsa eminim ki iş arama sürecine 2. dönemin başından veya mezuniyetine son 1 ay kala başlamışlardır. Çünkü işsizliğin gittikçe arttığı ülkemizde, iş bulmak artık tabir-i caizse "ekmek aslanın ağzında" misali zor ve bir o kadar da meşakkatli. Aynı durumlarda veya pozisyonlarda başvuran kişilerin ve işverenlerin tercihlerinin ya da bakış açılarının farklı olması en başta CV yazımında önümüze çıkıyor. Bazı yetkililer için CV az ama öz anlatımlı olmalıyken, bazılarına göre birkaç sayfa olmasında hiçbir mahsur yoktur. "Her yiğidin yoğurt yiyişi farklıdır" deyip birçok CV incelemesi yapıldıktan sonra az laf ile çok şey anlatayım deyip, bu döneme kadar yapılanlar ve yapılmaya devam edilen şeyler bir güzel yazılır çizilir; süslenir püslenir. İlk aşama olan CV yazma işini hallettikten sonra gerek kariyer sitelerinden gerek birebir başvurular başlar. Bazılarından geri dönüşler gelirken, bazılarından geri dönüşler gelmez. Geri dönüş sağlanan kurumların mülakatlarına gidilir. Mülakat sırasında güzel güzel yaptıklarımızı ve he-

deflerimizi anlatıyoruz, karşı taraftan da pozitif bir tutum varsa değmeyin o mülakatın keyfine. Sonrası ise malum, heyecanlı ve bir o kadar da stresli bekleme süresi. 2. mülakata çağırılınca her şey yolunda bir sorun yok. Ancak ilk mülakat sırasında eleme olunca ve eleme sebepleri hep bir kalıp halinde, aynı ve tekdüze önüme çıkınca kişisel olarak kafamda neden elendiğime dair soru işaretleri oluşuyor (bundan sonraki durumları kendi üzerimden yola çıkarak anlatacağım). Kötü geçen bir görüşmeden veya teknik yetersizliklerden dolayı olan elemelerde zaten o mülakatın sonrasında olumsuz dönüleceğini biliyorum ve kendime bunu söylüyorum. Olumlu güzel geçen bir mülakattan sonra ise neden elendiğimi bilmiyorum ve bilmediğim için de ister istemez eksiğimi göremiyor ve tamamlayamıyorum. Evet binlerce adayla görüşülüyor, mülakat yapılıyor ancak prosedür gereği gönderilen 1 ya da 2 paragraflık o yazı yerine birkaç cümlede olsa gönderilen bir feedback (neden olmadığına dair) adaya karşı daha sağlıklı ve yararlı bir tutum sergilenmiş olur kanaatindeyim. Tabii olumsuz dönülen veya prosedürde anlaşılamayan her işten sonra bu başvuru süreci devam eder. Ancak başvuru sürecinde karşımıza yine anlamlandıramadığım bir durum daha çıkıyor ki yeni mezun bir adaydan istenilen "TECRÜBE". Hem de 0-1 yıl değil 3-4 yıllık tecrübe istenen ilanlar bile var. Yapılan stajlar ve üniversite süresince boş zamanları değerlendirmek veya cep harçlığı çıkarmak için herhangi bir işte yapılan çalışmalar sayılmazsa tecrübe yeni mezun bir adayın sahip olamadığı bir konu ve hemen hemen çoğu

kurumun, stajlar için verdiği ilanlar hariç, ilanlara tecrübe şartı koyması bizleri ister istemez zorluyor. Tecrübe tabii ki önemli buna asla ama asla karşı değilim çünkü iş hayatı dikkat, çaba, pratiklik gerektirir ve ufak bir hatayı bile kabul etmez. Ancak biz yeni mezunlar olarak tecrübe kazanmamız taktir edersiniz ki çalışarak olacaktır. Bir de şu yabancı dil meselesi var ki benim en fazla merak ettiğim konu bu açıkçası. Çünkü yabancı dil önemli evet, hatta sadece bir tane ile yetinmeyip yanına bir tane belki de daha fazla öğrenilmeli ve bu dediğime de kesinlikle katılıyorum. Ancak bir işi çok isteyen ve belki de o ilanlarda belirtilen "AKIŞKAN İNGİLİZCESİ SAYESİNDE" işe alınandan daha fazla yararlı olacak kişi (tüm kriterler aynı sadece dil konusunda biri daha iyi) bu dil sorunu nedeniyle elenebiliyor. Yukarıda da belirttiğim gibi dil elbette önemli ve öğrenilmeli çünkü artık dünya küçük ve işler global ancak zaten tecrübe kazanacak bu aday, işi öğrenirken dilini de bir yanda geliştirebilir. Biraz adaya bu konuda toleranslı davranılsa belki de o adayı kazanacaklardır ve adayın da şevki kırılmayacaktır. Yazımı bitirirken burada yazdıklarımın benim fikirlerim olduğunu bunların yaşadıklarımdan, çevremdeki pek çok kişiyle konuşmalarımdan ve fikir alışverişinde bulunduğum bu konular hakkında üzerine tartıştığım, arkadaşlarımla yaptığım konuşmalardan yaptığım çıkarımlar neticesinde oluştuğunu belirtmek isterim. Herhangi bir kişi veya kuruma karşı bir tepkim olmamakla beraber; merak ettiklerim ve bu süreçte hissettiklerimin bir yansımasıdır.

Tuğba AYDIN aydintugba93@gmail.com


HAYAL MESAİSİ Kendinizden bahseder misiniz? Talat: Hayal Mesaisi 2014 yılında 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nde kuruldu. O zamana kadar ben 20072014 yıllarında özel bir doğaçlama tiyatro topluluğuyla birlikte önceleri öğrenci, daha sonraları oyuncu daha sonrasında da çalıştırıcı olarak görev almaktaydım. Ekipten ayrılmamla birlikte 2014’de kendi ekibimizi kurmaya karar verdik. Kendi ekibimizi de kurmak için öncesinde öğrenciler yetiştirdik. Mizahiyet Teorisi adı altında 14 kişilik bir ekip kurduk ve çeşitli üniversitelerin festivallerine katıldık. İstanbul’da çeşitli sahnelerde yer aldık: Beşiktaş’ta BKM Mutfak, Beyoğlu’nda YOTA Komedi Sahnesi. Ardından ekibin adı çeşitli sebeplerle Hayal Mesaisine dönüştü. Hayal Mesaisi kurumsal eğitimler vermeye okullara, şirketlere devam etti bünyesinde. Şu anda da Hayal Mesaisi olarak Beyoğlu’nda The Mekan ve YOTA’da, Kadıköy’de de Kaset’te oynuyoruz. Doğaçlama tiyatro yapıyoruz. Doğaçlama tiyatroyu seviyoruz, herkese de tavsiye ediyoruz. Kurulma amacınız nedir? Talat: Doğaçlama tiyatronun bilinirliliğini arttırmak. Daha fazla sevilmesini sağlamak. Klasik tiyatroya çok değer veriyoruz, klasik tiyatro geçmişimiz de var ama tercihimizi uzun yıllar önce doğaçlama tiyatrodan yana yaptık. Doğaçlama tiyatro için ne yapabilirsek, ne kadar ilerletebilirsek bilinirliliğini ne mutlu bize. Peki neden doğaçlama tiyatro? Talat: Oyuncu, klasik bir tiyatroya emek verdiğinde -tekrar söylüyorum sanatsal olarak çok değerli bir sanat olarak görüyorum klasik tiyatroyubelli bir noktadan sonra kısıtlanmış hissediyor. Yönetmenin, reji direktö-

rünün, yazarın üzerindeki baskısını hissediyor ve bu baskıdan kurtulmak, kendini ifade etmek, kendi hayatında yaşamış olduklarını, kendi duygularını sahneye koymak istiyor. Bu da klasik tiyatroda mümkün olsa da doğaçlama tiyatroda biraz daha mümkün, biraz daha kendinizi ifade etmeniz kolay. Perihan: Üniversitede tiyatroya ben de klasik tiyatro ile başlamıştım. Fakat doğaçlama tiyatro yaptıkça, işin içine girdikçe insan direk kendi içindekileri istediğini vurgulayabiliyor. Doğaçlama tiyatro gerçek hayattaki kimliğiniz hakkında da ipuçları veriyor, buna elverişli bir sanat dalı. Daha eğlenceli olduğunu düşünüyorum çünkü hem sıkılmadan hem de kimsenin baskısı olmadan, belli bir kural çerçevesinde kendimize dair her

şeyi ortaya koyabiliyoruz. Ekibinizden biraz bahseder misiniz? Talat: 20 kişilik bir ekibiz. Bu ekibin 11’i erkek 9’u kadın oyuncu ve bunların içinde farklı meslek gruplarından insanlar var. 20 kişinin 20’si de tiyatro oyuncusu değil profesyonel olarak. Bankacı, gıda mühendisi, inşaat mühendisi yani birçok meslek gruplarından arkadaşlarımız var. Tiyatro, mesleği başka olan insanların kendilerini ifade ettikleri bir oluşum. Hayal mesaisi olarak biraz bunu da hedefliyoruz. Şirketlere gidip bir oyun, bir atölye verdiğinizde bu düstur üzerinden gidiyoruz. Hayatının tiyatrodan uzak kalmış olması tiyatroyu yapamayacağın anlamına gelmiyor. Bir şekilde sende o istek ve arzu olduktan sonra içine girebilmen mümkün.


Türkiye’de tiyatro sanatına verilen değeri ne ile ölçerdiniz? Talat: Bu biraz üzücü bir soru çünkü bir olması gereken ve bir de ne olduğu var. Olması gereken; -Amerika’da ve Avrupa’da çok güzel örnekleri var - tiyatro sanatını hakkıyla yerine getiren birisi, gerçek sanatçı olarak ifade edebileceğimiz insanlar, inanılmaz hayat standartlarına sahipler. Sadece maddi olarak değil maneviyatı da işin içine katıyorum. Danimarka’da çocuk tiyatrosu yaptığınız takdirde şu an bizim ülkemizde star olarak ifade edilen bir insanın hayatına yakın bir hayat yaşıyorsunuz çünkü ülkenin bakış açısı bu. Bizim ülkemizde ise kıymeti bilinmeyen birçok şey olduğu gibi ne yazık ki tiyatronun da bilinmiyor. Bizim başka mesleklerimiz var, o meslekler üzerinden hayatımızı sürdürüyoruz o yönden bir şikâyetim yok ama çok değerli üstatlarımızı, bize yol gösteren, toplum üzerinde etki bırakmış insanları öldükleri zaman hatırlamayalım. Yaşarken de değer verebilelim, destek olabilelim. Hayal Mesaisi olarak bizim yapabildiğimiz şey oyunlarımızı bu kişilere ithaf etmek oluyor ve onları mümkün mertebe hatırlatmaya çalışıyoruz ama toplum olarak daha çok hatırlamaya ve daha çok saygı duymaya ihtiyacımız var. Dünyada işler biraz daha iyi gidiyor sorunun başında da söylediğim gibi ama genel olarak insanların, tüketim toplumlarının ciddi sorunlarından birisi bu. Milyonlar, milyarlar takipçi-

si olan isimler aslında ne veriyorlar da bu kadar takip ediliyorlar onu bilmiyorum. Perihan: İlerde ne olacağı belli olmayan bir yol Türkiye’de tiyatro, değeri bilinmiyor. Dünya’da bir çocuk tiyatrosu ya da herhangi bir şeyle ilgilenilse bile buna verilen değer, kişiye de verilmiş oluyor. Kişi kendini buldukça devam edecek ama Türkiye’de kişi idame ettiremiyor kendini, para kazanamıyor, kendini kısıtlamış oluyor, uzaklaşıyor. Tamamen kendini bulacağı o yolda tekrar kaybetmek durumunda kalabiliyor. Ekip olarak süreçte planlarınız nelerdir? Talat: Doğaçlama tiyatronun bilinirliğini arttırmanın hedefimiz olduğunu söylemiştik. Bu noktada biz, bizi davet eden bütün üniversitelere programımız uyduğu sürece ve herhangi bir karşılık beklemeden gittik. Topluma ulaşacaksak üniversiteler doğru başlangıç noktası. Toplumu yönlendirecek aydınların yetişeceği bir yer varsa orası üniversiteler. Gidiyoruz oyunlara çıkıyoruz, mümkün mertebe farklı sahnelerde yer almaya çalışıyoruz. Oyunlarımızı daha çok yaymak, doğaçlama tiyatronun bilinirliliğini arttırmak için atölyeler düzenliyoruz. Atölyeleri de ücretsiz düzenliyoruz. Sahne Kadının’a geçen sene 104 öğrenci geldi. Sahne Kadının da oyuncuların tamamen kadın olduğu bir ekibimiz. Kadınların toplumdaki sorunlarına farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Bu sezon şu an

135 öğrenci gelecek. Biz hayal mesaisi olarak profesyonel yaptığımız işlerden bir karşılık alıyoruz ama Sahne Kadının’da hiçbir öğrenciden bu zamana kadar tek kuruş almadık, almayacağız. Çünkü oradaki amacımız da başka bir alanda farkındalık arttırmak. Perihan: Hayal mesaisi ile, mesailerimizin tamamen hayallerimize dayalı olmasını istiyorum ben. Dilerim ki ve gönlümden geçen de sadece tiyatro yapmak, bunun için çabalıyorum. Talat: Yurt içinde de yeterince sahneye ve yeterince festivale çıkıp adımızı, bilinirliliğimizi arttırırsak yurt dışında da bunu yapmak istiyoruz. Ben aynı zamanda ITI (Uluslararası Tiyatrosporu Enstitüsü), doğaçlama tiyatronun dünyadaki merkezlerinden birisi olan kurumun Doğa Avrupa temsilcisiyim. Önce Doğu Avrupa’ya sonrasında dünyaya yayılan Türk bir ekip olmak isteriz ama bu 510 yıllık bir hedef. Oyuna hazırlanma süreciniz nasıl oluyor? Perihan: Haftada iki kere olmak üzere prova alıyoruz ama provalar çalışma şeklinde ilerliyor bir text yok elimizde. Oyunun kuralları var, birbirimize yönelim veriyoruz. Kurallar oyunlara göre değişiyor ve oyunlarımız kısa kısa 2-3 dakikalık. Talat bize her şeyi gösterdi, öğretiyor. Amacımız birbirimizi tanımak, ekip arkadaşımı tanımalıyım ki oyunda birbirimizi yönlendirelim. Talat: Doğaçlama tiyatroda ekip arkadaşlarının birbirleriyle uyumu çok önemli çünkü olmayan bir metin üzerine çalışıyorsun, klasik tiyatrodaki gibi ezberlenmiş bir metin yok. O anda birlikte yazıyorsun ve birlikte yazma kabiliyetin, birlikte geçirdiğin vakitle beraber artıyor. Doğaçlama tiyatroda çağrışım, oyuncunun enerjisi, düşünme hızı, anlık reaksiyon gösterebilme gibi kabiliyetlerini geliştiren küçük egzersizler var. Bunlar sahneye konmayan egzersizler ve bunların üzerine çalışıyoruz prova esnasında.


Sizi diğer doğaçlama gruplarından ayıran bir fark var mı? Talat: Aynı yolun yolcusuyuz aslında, şöyle bir farklılık var doğaçlama tiyatro gruplarının bir bölümü hem klasik tiyatro hem de doğaçlama tiyatro yapıyor. Biz doğaçlama tiyatro alanında uzmanlaşmış ve o alanda ilerlemekte olan, yolu sabitlemiş bir ekibiz. İşin mutfağını bilmek çok önemli, çok doğaçlama tiyatro topluluğu var ve yaptıkları şey şu; izliyorlar, komik bir şey var hadi bunu uygulayalım ama pratiğe geçtiğinde bu yöntem her zaman tutmayabiliyor. Doğaçlama tiyatronun, klasik tiyatronun gerçeklerini bilmek gerekiyor. Doğaçlama tiyatro, klasik tiyatrodan biraz uzak bir alan ama o kadar da uzak değil. Bir metindeki matematik neyse, doğaçlama tiyatroda da o matematik var. Başarılı olmak istiyorsan bu matematiğe sahip olmak zorundasın. Belki o matematiği, iyi bir geçmişimiz olması ve iyi uygulamamız sebebiyle bir farkımız olabilir diğer ekiplerden.

Sosyal hayatınızda neler yapıyorsunuz? Vaktinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? Talat: Tiyatroya arkadaşlarımız bizden daha çok gidebiliyorlar. Sahne Kadının’ın Nisan ayı programı bana ulaştı geçenlerde 30 günde 3 geceleri boş. Hal böyleyken çok fazla sosyal hayata vakit kalmıyor. O da bizim gönüllü olarak feragat ettiğimiz bir alan. Ekip arkadaşların zaten sosyal hayatında görüştüğün arkadaşların oluyor. Üniversite öğrencilerine önerileriniz nelerdir? Talat: Güzel günler göreceksek sadece sanat da değil hayatın her alanında bu üniversiteler ile başlayacak çünkü genç kuşak orada yetişiyor. Aklını kullanabilen, aklı ile hayatına yön verebilen genç kuşak burada yetişiyor. Dolayısıyla da onlara çok iş düşüyor ve evet bu üzerinizde bir baskı oluşturacak ama vazgeçmeden engeller ile mücadele etmek durumundayız. Çünkü biz yapmazsak, siz yapmazsanız, kim yapacak? Hayata

dair mesajım bu olsun. Tiyatroya dair mesajım da öğrencilerimiz sıklıkla ben tiyatro yapmak istiyorum ama benim o alanda yeteneğim yok, yapamıyorum gibi sözler söylüyorlar. Ben bunu Yıldız Teknik Üniversitesi oyuncularında olduğumdan beri çok dile getirdim. Bu iş denize girmek gibi biraz, adım adım. Eğer tiyatroya hayatında yer vermek istiyorsanız vazgeçmeyin, güzel günleriniz hem sahne içinde hem sahne dışında olacaktır. Perihan: Öncelikle kendi isteklerinin ne olduğunu bulmaları çok önemli. Üniversite kendini keşfetme okulu. Okumak için gelenler haricinde kendini keşfetmek için gelenler de varsa iç seslerini dinleyip ona göre hareket ettikten sonra hangi yola sapacaklarına onlar karar verecektir. Hayallerinde ne yapmak istediklerini belirleyip, hayallerini bulabilmek adına yola çıkmalarını söyleyebilirim.

İbrahim EVKAY

Yonca PEHLİVAN

Selin ÇETE

ibrahimevkay@ytuieee.com

yoncapehlivan@gmail.com

selincete@ytuieee.com


HAPTİK TEKNOLOJİSİ Haptik, Yunanca “dokunulabilir bir şey” anlamına gelen haptios kelimesinden türemiştir. Bir insanda 4 tip dokunsal sensör vardır. Parmak ucumuzda bu 4 sensör de mevcuttur: Nosiseptif: Acıyı hissetmemizi sağlar. İğne battığında bu reseptörler algılar. Termoreseptör: Isıyı hissetmemizi sağlar. Tactile: Etkileşime geçtiğimiz nesnenin titreşimini, dokusunu, yumuşaklığını/sertliğini algılamamızı sağlar. Kinestetik: Pozisyon, kuvvet, gerilim gibi mekanik özellikleri algılar.

Haptik Sistem Nedir? Yukarıda saydığım 4 reseptörden herhangi birisi ile etkileşime geçmeyi hedefleyen sisteme haptik sistem denir. Yani insanın dokunma duyusuyla algılayabileceği bir çıktı üreten sistemdir. En basit örneği cep telefonlarımızın titreşimidir. Telefonun sesini duyamayacağımız gürültülü bir ortamda, imdadımıza telefonların titreşim özelliği yetişir. Telefonlar titreyerek, tactile reseptörlerimizi tetikler, kaba bir tabirle bizi dürter. Bu iletişim sayesinde telefonumuza mesaj geldiğini ya da birisinin bizi aradığını tespit ederiz. Bu teknolojinin bir çok alanda uygulanması düşünülüyor ancak en önemlisi ampute bireylerin hareket etmesini ve objeleri tutmasını sağlayan protez uzuvlara yerleştirilecek basılı elektronik deri; temas ettiği objeden aldığı sinyalleri sinir hücreleri üzerinden beyine ileterek kişinin dokunma hissini duyumsamasını sağlayacak. Amaç uzaktan robot

etkileşimli sistemlerde dokunsal verinin iletilmesidir, özellikle kinestetik verinin. Kinestetik veriye örnek verecek olursak; bir kumanda ile robot kolunu yönetiyorsunuz. Robot kolu duvara değiyorsa sizin için kumandanız adeta bir duvar gibi davranmalı, böylece eliniz sert bir cisimle temas ediyormuş gibi hissetmeli. Yönettiğiniz robotun çevresiyle olan etkileşimini elinizde hissetmeniz asıl amaçtır. Uygulama Alanları 1.Uzaktan Ameliyat (Tele-Robot, Tele-Operasyon) Uzaktan ameliyat, tıp sektörünün geleceğinde çok önemli bir konuma sahip olacak. Burada hasta, doktor tarafından yönetilen bir robot aracılığıyla ameliyat ediliyor. Damar, doku kesme işlemleri gerçekleştiriliyor. 2. Tıbbi Uygulamalar Özellikle ameliyat simülasyonlarında haptik teknoloji çok rağbet görüyor. Elinde elektronik neşter tutan bir cerrah adayı, sanal gerçeklikte bir hastanın beynini açabiliyor. Bu sıra-

da elektronik neşterde hastanın derisinin mekanik özelliklerini hissedebiliyor ve kendini gerçek ameliyat yapacağı günlere hazırlayabiliyor. 3.Askeri Uygulamalar Radyoaktif atıklar içeren veya patlama riski olan bölgelere müdahale etmekte kullanılan robotlarda da dokunsal veri oldukça faydalıdır. Örneğin bir bombayı etkisiz hale getirmeye çalışan, uzaktan kontrol edilen mobil bir robot düşünelim. Robotu bombayla etkileştirirken, hassas dokunuşlar yapmaya ihtiyaç duyabilirsiniz. Bunun için bombayla robot etkileşimindeki dokunsal verinin, operasyonu yürüten kişiye iletilmesi gerekmektedir. 4.Uzay Araştırmaları Uzay araştırmaları şu ana kadar oldukça pahalı ve hiç bir maddi getirisi olmayan araştırmalar oldu. Bu işin büyük kısmını sırtlayan ABD hükümeti, zaman zaman NASA’ya verdiği desteği kısıyor, bazen dünyaya sesleniyor: “Bu yükü tamamen bize yüklemeyin”.


HAPTİK TEKNOLOJİSİ

Bilim adamı için bilgi paha biçilemezdir. Ancak onları finanse eden devlet veya özel sektörler için durum böyle değil. Bir araştırmayı desteklediklerinde, oradan katma değeri yüksek bir gelir elde edilmesini umarlar. Uzay araştırmalarına devasa paralar yatırıldığı halde herhangi bir gelir elde edilebilmiş değil. Kısa ve orta vadede bir şey elde edileceğe de benzemiyor. Bu işi hizmet sektörüne çevirmeye çalışmalarında (uzay turizmi), bu ekonomik sıkıntılar yatıyordur, muhtemelen. Araştırmaları ucuzlatmak için yöntemler arıyorlar. Bunun için düşündükleri bir yöntem de, Mars’a veya herhangi bir gezegene giden uzay araştırma robotlarının, taşları toplayıp Dünya’ya getirmesine gerek kalmamasıdır. Haptik sistemler aracılı-

ğıyla, biz taşlara Dünya’dan dokunalım ve onları analiz edelim. Madem Bu Kadar Faydalı, Araştırılan Şey Nedir? Öncelikle uzaktan operasyon robotlarında haptik sistemlerin entegre olması için çeşitli sensörler gerekiyor. Örneğin köle robotun etrafıyla dokunsal etkileşimini algılamak için kuvvet sensörü. Bu kuvvet sensörleri oldukça pahalı. 6 farklı eksende ölçüm yapan bir kuvvet sensörünün piyasa fiyatı 15.000$ civarında. Yani robotun kendi maliyeti kadar. Yapılan araştırmalar birkaç farklı noktaya dayanıyor. -Kuvvet sensörü olmadan haptik sistemler: Sadece hız ve konum bilgisinden kuvvetlerin tahmin edilmesi işlemi ile yapılıyor. Newton yasaları sayesinde kuvvet ve hız arasın-

daki ilişkiyi bildiğimiz için, ölçmesi ucuz olan hız bilgisi ile kuvvetleri tahmin edebiliriz. Kuvvet sensörlü etkileşim kadar hassas olamıyor. Daha hassas hale getirilmeye çalışılıyor. -Kuvvet sensörünün daha ucuza mâl edilmesi. -Robot ve kumanda farklı ülkelerdeyse, performansın sağlanması: Robot ve kumanda fiziksel olarak birbirinden uzaklaştıkça zaman açısından gecikmeler yaşanıyor. İnternet hızı, iletilen verinin sağlıklı olması gibi konular işin içine giriyor. Bir yandan bu zaman gecikmeleri dokunsal iletişimin doğruluğunu büyük ölçüde etkiliyor. Bu etkileri azaltmanın yöntemleri araştırılıyor.

Hazal DENİZ hazaldeniz05@gmail.com


SİBER GÜVENLİK VE PENTEST SÜRECİ

T

eknoloji gün geçtikçe ilerliyor ve ilerledikçe hayatımıza daha da çok girmeye başlıyor. Bundan 20 yıl öncesinde cep telefonu bir lükstü fakat günümüzde hayatımızın büyük bir kısmını kaplıyor. Her gün cep telefonlarımızdan onlarca e-posta atıyoruz artık günlük yaşamda bilgisayarlara bile çok ihtiyaç duymuyoruz. Teknolojinin bu kadar gelişmesi tabii ki beraberinde zafiyetler de getiriyor. Bu zafiyetlerin kötü amaçlı kullanılması çok kritik durumlara yol açabilir. Bu nedenle dünyada ve ülkemizde henüz yeni oluşan bir bilinç sayesinde “siber güvenlik” kavramının önemi artıyor. Çok yakın bir zamanda ABD’ye yapılan bir DDoS saldırısında IoT cihazları kullanıldı. Bu cihazlar hayatımızı öylesine kolaylaştırırken cihazların zafiyetinden faydalanılması sonucunda internet ortamındaki bazı web siteleri bir süre hizmet veremedi ve ABD ekonomisinde çok ciddi bir zarar meydana geldi. Artık ülkeler veya bireyler birbirlerine fiziksel zarar vermek yerine siber dünya üzerinden harekete geç-

meyi tercih ediyor. Bunun nedeni olarak simülasyonu örnek verebiliriz. Hepimiz gerçek dünyadaki kimliklerimizin bir kopyasını siber dünya üzerine aktarıyoruz. Fiziksel kimliğimizin sanallaşması ile hedef haline geliyoruz. Kendimizi fiziksel olarak koruyabiliriz fakat ya sanal kimliklerimiz? Bu kimliklerimizi korumak için neler yapıyoruz? Bunun için öncelikle farkındalığımızı arttırmamız gerekiyor. “Bu bilginin mahremiyeti ne derecede?”, “Bu bilginin paylaşımı beni ne duruma sokar?” gibi sorulara cevaplarımızın olması gerekiyor. Bu bilgilerin mahremiyetini fark etmemizin yanı sıra çevremize de bu bilinci yayıp farkındalığı arttırmalıyız. Bir sistemi “hacklemek” için tercih edilen yolların en üst sırasında “insan” geliyor. Bir sistemde bulunan en büyük zafiyet insan faktörüdür. Çünkü sistemler, halen tam otomatik değil ve bu sistemlerin içerisinde insanlar da bulunuyor. “Sosyal mühendislik” yöntemi kullanılarak hacklenen insanların oranı % 90’lara kadar varıyor. Bu çok ciddi

bir sorun ve bunu göz ardı etmemeliyiz. Peki bu konunun farkındalığını arttırmak için ülkemizde neler yapılıyor? Son zamanlarda birçok STK bu konuyu ele alan seminerler düzenlemeye başladı. Bazı kamu kurum ve kuruluşları sosyal medya kampanyaları ve kamplar düzenlemeye başladı. Ülkenin üst düzey kuruluşlarından birisi olan BTK (Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu), USOM (Ulusal Siber Olaylara Müdahale Merkezi) için istihdam edilmek üzere çalışan alacağı duyurusunda bulundu ve bunun peşinden dünyada çok yaygın olan CTF (Capture the Flag) konseptinde “Siberyıldız” adı verilen bir yarışma düzenledi. TÜBİTAK, Havelsan gibi kuruluşlar da bu bağlamda siber güvenlik yaz ve kış kampları düzenliyorlar. Ayrıca ülkemizin silahlı kuvvetleri olan TSK bünyesinde bir Siber Savunma Komutanlığı kurulmuş durumda. Farkındalık bu tarz olayları önlemek için önemli bir yere sahip fakat biraz da işin makine tarafındaki çözüm yollarını inceleyelim.


Pentest Süreci Öncelikle pentest kavramını açıklayalım. Pentest, belirlenen bilişim sistemlerine mümkün olabilecek her yolun denenerek sızılmasıdır. Pentestte amaç güvenlik açıklığını bulmaktan öte bulunan açıklığı değerlendirip sistemlere yetkili erişimler elde etmektir. Pentestler, whitebox, blackbox, graybox olmak üzere genel kabul görmüş üç çeşide ayrılır. Bunları kısaca açıklayacak olursak; White Box Pentest: Bu çeşitte hedef sistem çok iyi tanınır. Kaynak kodları, IP adresi vb. bilgilerin hepsi bilinir. İçeriden bilgi sızıntısı olması durumunda ya da saldırının içeriden yani sisteme erişim yetkisi bulunan kişi tarafından yapılması bu türe girer. Black Box Pentest: Sistem hakkında herhangi bir bilgi olmadan yapılan testtir. Bu çeşit aynı zamanda “Kör Test” olarak da bilinir. Black Box Testing’de saldırganlar sistemi ön saldırı ile test edebilir. Gray Box Pentest: Adından da anlaşılacağı üzere siyah ve beyaz arasında kalan pentest tipidir. Bu metotta saldırganın sistem hakkında kısmen

bilgisi vardır. Peki ya pentest projesinin planı nasıl olmalıdır? Yaptırılacak pentestten olabildiğince çok verim alabilmek için her işte olduğu gibi burada da plan yapmak gerekir. En azından “pentestin kapsamı ne olacak”, “iç ağ yapısına yönelik bir test mi yoksa uygulamaya yönelik bir test mi yapılacak” sorularına cevap verilmesi gerekir. Web uygulamalarının pentest süreci belli başlı kalıp zafiyetlerin taranmasıyla başlar. Web uygulamalarının zafiyetleri hakkında bilgi almak için OWASP iyi bir başvuru kaynağı olacaktır. Yeri gelmişken OWASP’tan da bahsedelim. OWASP (Open Web Application Security Project), 2001 yılında ABD merkezli kâr amacı gütmeyen bir kuruluştur. OWASP, güvensiz yazılımların oluşturduğu problemlere karşı mücadele etmek için kurulmuş bir topluluktur. Belirli aralıklarla “OWASP Top 10” adı verdikleri bir liste ile kritik web zafiyetlerini duyuruluyor. Burada tekrar farkındalık konusuna dönmek gibi olacak ama bahsetmeden geçemeyeceğim bir konu var. Asya kökenli bir masa oyunu olan Snakes

and Ladders oyunu farklı amaçlarda kullanılarak birçok şekilde karşımıza çıkıyor. Bunlardan birisi de Web Güvenlik Konseptini Oyunlaştırarak Öğretmek amaçlı olan OWASP Snakes and Ladders. Snakes and Ladders oyunu web ve mobil güvenliği konusundaki farkındalığı arttırmak için geliştirilen eğitsel bir projedir. Oyunun web ve mobil olarak iki farklı versiyonu mevcut. Web temalı oyunu kısaca tanıtmak istiyorum. Oyun tahtasında 100 adet kare bulunuyor. Bu karelerin bazılarında her biri OWASP Top 10 listesindeki zafiyetleri temsil eden yılanlar ve OWASP Proactive Controls'daki güvenli yazılım geliştirme maddelerini temsil eden merdivenler bulunuyor. Attığınız zarda pozisyonunuz bu yılanlardan birinin ağzına denk gelen kareye düşerse, yılanın kuyruğunun ucu hangi karede ise, o kareye doğru geri gitmeniz gerekiyor. Varsayalım attığınız zarda 27 numaralı kareye, yani yılanın Cross Site Scripting (XSS) zafiyetini temsil ettiği kareye denk geldiniz. Sizi geriye 6 numaralı kareye gönderiyor. Yine oyun tablosunda sizi ileriye, yüksek basamaklara taşıyan merdivenler var. Her bir merdiven OWASP Proactive Controls listesindeki tedbirlerden/ kontrollerden birini temsil ediyor.


Örneğimizi sürdürelim: Oyuna devam ederken, 13 numaralı karedeki merdivene denk gelirseniz, bu merdiven OWASP Proactive Controls listesindeki 3. maddeyi, yani Encode Data maddesini temsil ediyor. Dolayısı ile 13 numaralı kareye gelerek, encoding'in önemini algılayıp, sisteme bu kontrolleri entegre etmek sizi merdivenin uç tarafındaki 33 numaralı kareye çıkarıyor. Böylece yol üzerindeki 27 numaralı karede bulunan Cross Site Scripting (XSS) zafiyetinden korunmuş oluyorsunuz. Oyun güvenlik konseptini somutlaştırmak ve farkındalık kazandırmak için oldukça faydalı. Oyunun bir Türkçe çevirisi de olacağı söyleniyor. Projenin aktif bir twitter adresi (twitter.com/OWASPSnakesWeb) de var buradan oyun ile ilgili hamleleri paylaşıyorlar. Peki “pentest konusunda kendimi geliştirmek için izleme gereken yol nedir?” diye düşünüyorsanız birkaç şeyden bahsedebiliriz. Öncelikle merak, pentest konusunda gelişmek için bilişim sistemlerine karşı ciddi bir merak içerisinde olmanız gerekiyor. Sistemleri bozmaktan korkmadan kurcalayan bir düşünce yapınız yoksa da işiniz biraz zor demektir. Zira pentester olmak demek başka-

Kaynaklar: blog.lifeoverip.net yazilimsevdasi.com cezerisga.com

larının düşünemediğini düşünmek, yapamadığını yapmak ve farklı olmak demektir. Bu işin en kolay öğrenimi bireysel çalışmalardır, kendi kendinize deneyerek öğrenmeye çalışmak, yanılmak sonra tekrar yanılmak ve doğrusunu öğrenmek. Eğitimler bu konuda destekçi olabilir. Sizin 5-6 ayda alacağınız yolu bir iki haftada size aktarabilir ama hiçbir zaman sizi tam manasıyla yetiştirmez, yol gösterici olur. Unutmamak gerekir ki, acı çekerek öğrenilen şeyler asla unutulmaz. Pentest konularının konuşulduğu güvenlik sitelerine üyelik de sizi hazır bilgi kaynakla-

rına doğrudan ulaştıracak bir yöntemdir. Blogları takip etmek ister istemez sizi bu konuya daha çok çekecek ve daha çok gelişme isteği içerisinde bulunacaksınız. Ve son olarak Linux öğrenmek, pentest konusunda mutlaka elinizi kuvvetlendirecek, rakiplerinize fark attıracak bir bileziktir. Bu işi ciddi düşünüyorsanız mutlaka Linux bilgisine ihtiyaç duyacaksınız. Özellikle pentest ve güvenlik için geliştirilmiş özel bir dağıtım olan Kali Linux ile yatıp kalkmanız gerekebilir. Pentest alanında “suç işlemeden” alıştırmalar yapmak için bazı organizasyonlar kendilerini “hacklemeniz” için izin veriyor. Bunlardan bazılarını da yazıma ekleyerek yazımı sonlandırmak istiyorum. Bilgisayarınızda bir Kali Linux dağıtımını kurduktan sonra VulnHub, DVWA, PentesterLab ve CTFTime gibi sitelerden zafiyetli uygulamaları indirip üzerinde oynayabilirsiniz. Evet oynayabilirsiniz dedim çünkü uğraşmaya başladıktan sonra bir oyundan aldığınız zevki almaya başlayacaksınız. Siber dünyanın getirilerine adapte olmak ve bu dünyanın tehlikelerine karşı bilinçlenmek dileğiyle…

Anıl BAŞ anilbas1995@gmail.com


#yildiztornavidaheryerde

/yildiztornavida

/ytornavida

/ytornavida



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.