Yıldız Tornavida - 26.Sayı

Page 1



Hayır ağlamıyorum, gözüme toz kaçtı! Herkes son kez merhaba, Bir yıllık bir masalın ardından bu size buradan son kez seslenişim. Artık devir teslim vakti, çok sevdiğim görevimi, canım dergimi, mentilerime teslim edeceğim. Eminim onlar da çok güzel işler çıkaracak ve komitemizi daha da ileriye taşıyacaklar. Biraz dergimizin içeriğinden bahsedip teşekkür kısmına gelmek istiyorum hızlıca. Dergimizin bu sayısında kapak konusu olarak Sanal Sınıfları ele aldık. Eğitim devrimlerinden, uzaktan eğitimin geleceğinden, günümüzdeki sanal sınıf uygulamalarından ve bu uygulamaların doğuracağı pozitif durumlardan bahsettik. Kapak konumuzun haricinde komitemizden çok güzel konu önerileri ve yazılar aldık. Emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Siz de dergimize yazı yazmak isterseniz komitemize bekleriz. Şimdi gelelim teşekkür faslına, bir yıl boyunca birbirinden güzel yazılarına dizgi yapma fırsatı bulduğum kimi zaman kızdığım kimi zaman onlarla birlikte eğlendiğim canım komiteme çok teşekkür ederim. Bizi her zaman destekleyen yönetim kuruluna, her daim arkamızda duran mentörlerime ve idari kuruldan olan olmayan tüm arkadaşlarıma da çok teşekkür ederim. “Dikkate değer bir başarı elde etmek ancak ekip işidir.” Benim bu yıl harika bir ekibim vardı. Öncelikle bize destek olmak için sorumluluk alan, bize motivasyon kaynağı olan, bizi her zaman bir adım öteye taşıyan Ahmet Burak Aydın’a ve biricik dostum, canım arkadaşım, birlikte ortak işler yapmaktan dolayı çok mutlu olduğum, üniversite hayatımın en güzel tesadüfü Hatice Ata’ya çok çok çok teşekkür ederim. Sizleri kazandığım için çok mutluyum, sizi çok seviyorum.

Evet veda vakti, arkaya dönüp baktığımda gurur duyduğumuz işler çıkardığımızı görüyorum. Süreç içerisinde kırdığım birileri varsa özür dilerim. Kendinize iyi bakın. Gün gelir, lazım olur... İşte karşınızda 26.sayımız, keyifli okumalar dilerim. Görüşmek üzere. Yonca PEHLİVAN —————————–—— yoncapehlivan@ieeeytu.com yoncapehlivan@gmail.com

Yönetim Kurulu Başkan Vekili | Burak ZOBAR Sekreter | Özgün Doğa AŞIK Sayman | Ahmet YAPRAK Üye | Hasan KONANÇ

Yıldız Tornavida Yazarlar Ahmet Burak AYDIN Ahmet YAPRAK Alperen ÖZTÜRK Altan ÖZTÜRK Atakan EKİNCİ Barışcan KURTKAYA Berkay Şahin AŞKAR Burak ÇETİNKAYA Burcu ÖZDEMİR Ecem SON Eren MEMİŞ Esin KİBAR EYÜP Erdem ERBİL Ezgi GÜNTÜRK Hasan KONANÇ Hatice ATA İlknur SEZEN Mehmet HAMURLUOĞLU Mehmet KARABULUT Mehmet ŞENEL Melih AKMAN Melike TUNÇ Mete ÇINAR Metin Yiğit İPLİKÇİ Muhammet Emin ALAN Özgün Doğa AŞIK Selin ÇETE Sencer KARAKAYA Seren TEMURLENK Serra ERSOY Şeyda ÖZSARI Taha SEVİM Talat ATAÇ Yonca PEHLİVAN Redaktörler Ahmet Burak AYDIN Esin KİBAR Burcu ÖZDEMİR Hatice ATA Melike TUNÇ Mete ÇINAR Selin ÇETE Yonca PEHLİVAN Katkıda Bulunanlar Mehmet KARABULUT Dizgi & Tasarım Ahmet Burak AYDIN Hatice Ata Yonca PEHLİVAN İletişim: Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Yerleşkesi Elektrik-Elektronik Fakültesi B Blok Zemin Kat IEEE Ofisi, 34220 Esenler/İSTANBUL e-posta: ytornavida@ieeeytu.com /ytornavida Yıldız Tornavida Dergisinde yayınlanan yazıların tümü IEEE YTÜ inisiyatifi altında olup, kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan başka bir yerde kullanılamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz.




‘Bugün okula başlayan çocukların yüzde 65’i daha icat edilmemiş işlerde çalışacak’ ABD Çalışma Bakanlığı’nın ‘Geleceğin İşleri: 21. Yüzyılda İş, İşgücü ve İstihdam Trendleri’ raporu Kara Tahtadan Sanal Sınıfa Günümüzde bilim ve teknolojide gerçekleşen hızlı ilerlemeler, yaşam biçimimizi etkilemekte ve bu çarpıcı gerçeği gözler önüne sermektedir. Bireylerin yaşamı bu değişim ve dönüşümden etkilenirken, eğitim süreci ve eğitim ortamlarının bu değişimden etkilenmemesi mümkün değildir. Geçmişten günümüze eğitim ortamlarında kullanılan teknolojiler incelendiğinde kara tahta ve tebeşirden, bilgisayar ve internet dünyasına hatta yapay zekâya sahip akıllı teknolojilere doğru bir dönüşüm olduğu görülmektedir. Kara tahta ile başlayan bu serüven, günümüzde hızla yayılan sanal sınıfa doğru ilerlerken birçok evreden geçmiştir. Bunlardan en çok ses getireni uzaktan eğitimdir. Uzaktan eğitim, zamandan ve mekândan bağımsız olarak yapılan etkileşimli bir eğitim şekli olması sebebiyle büyük bir ses getirmiştir. Dünyadaki ilk uzaktan eğitim İngiltere’de mektup yoluyla başlamıştır. Ardından radyo, televizyon, bilgisayar derken uzaktan eğitim yaygınlaşmış ve bugün ki düzeyine ulaşmıştır.

Hızla gelişen teknoloji hayatımızın her alanını etkilemiş ve bu etkilemeye bağlı olarak değiştirmiş durumda. Fakat bu değişimin eğitim ortamlarına etkisi incelendiğinde çok büyük bir farkın olmadığı göze çarpmaktadır. Sol taraftaki görseldeki sınıf ortamı 1921 yılına ait iken sağ tarafta bulunan sınıf ortamı günümüze aittir. Dikkatlice incelendiğinde her iki fotoğraftaki

tek farkın günümüz görselinin siyah-beyaz olmayışıdır. Her iki sınıfta da öğretmen merkezli, etkileşimsiz ve takım çalışmasına uygun olmayan ortamlar görülmektedir. Gelişen teknolojinin eğitim ortamlarına entegre edilememesi büyük problemler ortaya çıkarmaktadır. Günümüzde bu problemleri çözmeye yönelik çalışmalar devam etmektedir. Eğitim birey ve toplum gereksinmelerinin temel noktasını oluşturmaktadır. Toplumlar ihtiyaç duydukları niteliklere sahip bireyler yetiştirmeyi amaçlarken, bireyler de toplumların bu talebini karşılamak amacıyla kendilerini yeni dünyanın normlarına uygun şekilde geliştirmeye çalışmaktadırlar. Bu gelişim ülkelerin eğitim ve öğretim programlarını yeniden yapılandırmaları ile mümkün hale gelmektedir. Çağımızda eğitimin bütün düzeylerinde öğrenme ve öğretme teknolojileriyle karşılaşmaktayız. Bilgisayar ve bilgi teknolojileri eğitim, ekonomi, ticaret ve sağlık gibi birçok kesimine standartlar getirmiştir Yasam kalitesi ve kariyer edinme gibi gündelik yasamın yeni

ihtiyaçları bu teknolojilerle daha da anlam kazanmış, yeni beceri ve bilgilerden söz edilir olmuştur. Bilgi çok hızlı değişmekte, beceriler eskimekte ancak birçok öğretmen ve hatta eğitim kurumu bu hıza yetişememektedir. Günümüz istihdam şartları bireylerin beceri ve güncel bilgi durumlarına göre düzenlenmektedir. Teknik beceriler teknolojik gelişme neticesinde değiştiğinden veya eskidiğinden bu becerileri kazandırma yönünde oluşacak eğitim talebini karşılama çevrim içi öğrenme gibi sürekli kesintisiz eğitimi savunan yaklaşımlarla mümkün hale gelebilecektir. Sanal ortam olarak da nitelendirilebilen Sanal Gerçeklik, herhangi bir “yerde” olmayı hissettiren ve bunun için duyu organlarımıza çeşitli bilgiler (ışık, ses ve diğerleri) sağlayan üç-boyutlu bir bilgisayar simülasyonudur. Bir başka tanımda sanal gerçeklik, insanların karmaşık bilgisayar sistemlerini ve verilerini görselleştirme, manipüle etmede ve etkileşimde bulunma için kullandıkları yollardan biri olarak tanımlanmaktadır.


Eğitimde Kullanılan Sanal Sınıf Ortamlarının Sahip Olduğu Özellikler 1. Etkileşim 2. Öğrenci Dikkati 3. Öyküsel Esneklik 4. Deneyimsel Oluşu 5. Duyulara Önem vermesi Sanal gerçeklik günümüzde özellikle uzaktan eğitimde çok tercih edilmeye başlamıştır. Hem öğrenciler hem de öğretmenler açısından oldukça kullanışlı ve olumlu sonuçlar doğuran bir teknolojidir. Sanal gerçekliğin sadece uzaktan eğitim sistemlerinde değil, örgün eğitimde de kullanılması öğretmenlerin yükünü oldukça hafifletmektedir. Sanal gerçeklik ortamlarında öğretmenler, öğrencilerin kendilerini keşfetmelerini ve öğrenmelerini kolaylaştırıcı bir role sahiptirler. Bu sayede öğretmenler, genelde öğrenci sorularını cevaplayan kişiler olmaktan çıkıp öğrencilerin kendi benliklerini bulmalarına ve yeni fikirler üretmelerine de rehberlik yaparlar.

Sanal ortamların gerçekçi ortamlarda öğrencilerin meşgul olmalarını sağladığını, zengin algısal ipuçları ve çok yönlü geri bildirimler verdiğini, sanal deneyimlerin gerçek ortamlara kolaylıkla transfer edilebilmesini sağladığını, içerikle etkileşimi sağladığını, öğrenirken eğlendirdiğini, kavramların öğrenilmesini kolaylaştırdığı görülmektedir. Ayrıca öğrenmeyi etkili ve ilgi çekici hâle getirdiği,

yüksek düzey kazanımlar elde edilmesini sağladığı görülmüştür. Ortamda bulunma hissinin ve hayal gücünün öğrencilerin problem çözme becerilerini geliştirdiği, yüksek düzeyde etkileşimli öğrenme deneyimleri sağladığı, beyin fırtınası, bilginin yapılandırılması ve farklı kaynaklardan bilgi sentezi için mükemmel ortamlar sunduğu araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır.

Uzaktan eğitim sisteminin çok önemli bir bileşeni haline gelmiş olmakla beraber sadece eğitim odaklı kullanılmayan sanal sınıf programları, uzaktan eğitim, seminer verme, etkileşimli laboratuvar uygulamaları, simülasyonlar (benzetim), çeşitli yazılımların tanıtımları, video konferans, çevrimiçi danışmanlık gibi pek çok farklı alanlarda kullanılmaktadır. Bu tip programlarla öğrenenin ve sunumu yapacak eğiticinin sadece internete bağlı olarak, 7/24 ve dünyanın her yerinden aynı anda ve/veya farklı zamanlarda oturum yapmaları mümkündür. Sanal sınıflar öğretmenler ve öğrenciler için pek çok fırsat içermektedir: Yabancı dil öğrenmede, pedagoji, metodoloji, uygulamalar, öğretmen rolü, etkileşim, kendi kendine öğrenme ortamı gibi pek çok araca sahiptir. Ayrıca çok kullanıcılı kanallar, öğrenme materyalleri öğretmenler ve öğrenciler arasındaki iletişimin sadece bir yoludur. Öğrenciler, diğer öğrencilerle grup oluşturarak interaktif

olarak etkileşime geçebilmektedir. Yapılandırıcı yaklaşım ise sanal öğrenme ortamlarıyla bir araya gelerek öğrencilerin yeteneklerini etkileşimli, sosyal ve özerk bir şekilde gelişmesini sağlar. Eğitimde Sanal Sınıf Uygulamaları

Sanal sınıfların eğitimdeki kullanımına yönelik çok miktarda çalışmalar yapıldığını görmekteyiz. Bu çalışma alanlarını şu şekilde sıralayabiliriz, 1- Özel Eğitim Sanal sınıf ortamları özel eğitimde önemli roller üstlenmektedir. İngiltere’de yapılan çalışmada iletişim ve hareket güçlüğü çeken çocukların normal şartlarda engelli oluşlarından dolayı yapamayacakları yaşantıları sanal gerçeklik ortamları kullanılarak eğitilmeleri sağlanmaktadır. Yine Oregon araştırma enstitüsünde motorlu tekerlekli sandalye kullanan çocukların günlük yaşamda karşılaşacakları olası tehlikeli durumlar sanal gerçeklik ortamları yoluyla yaşanmaları sağlanmakta ve çocukların eğitimleri gerçekleştirilmektedir. 2- Mimarlık Bir binanın daha iyi tasarlanmasında sanal gerçeklik ortamlarından yararlanılmaktadır. Örneğin bir bina içerisinde engellilerin kullanımına yönelik olarak merdivenlerin nasıl olmasının test edilmesi bu sayede yapılabilmektedir. 3- Tarih Geçmişte yaşanan olaylar ve kişilerin gerçeklerinin kopyalarının tarih derslerinde kullanılması öğrencilerin konuları daha iyi anlamalarını sağlamaktadır. Tarih odası adı verilen sanal sınıf ortamı sayesinde öğrenciler tarihi olaylara tanıklık edebilmekte ve bu olaylarda yer alan kişilerle etkileşim kurabilmektedirler.


4-Fen ve Matematik Fen eğitiminde sanal gerçekliğin en önemli kullanım alanlarından birisi kimyadır. 3 boyutlu bilgisayar modelleri karmaşık moleküllerin şekillerini anlamada yardımcı olur. Fizik öğrencileri sanal gerçeklik ortamlarını kullanarak fiziksel teorileri test etme şansına sahip olabilmektedirler. Sanal gerçekliğin eğitim amaçlı kullanım alanlarından biriside matematik eğitimidir. Görsel olarak anlaşılması zor olan grafikler ve denklemler sanal gerçeklik ortamlarında daha kolay anlaşılır bir hale getirilmeye çalışılmaktadır. 5-Tıp Eğitimi

Oluşturulmuş olan sanal kadavra yoluyla tıp eğitimini alan öğrencilerin kadavra üzerinde sayısız denemeler yapabilmeleri sağlanmaktadır. Öğrenci kas ve kemik üzerinde incelemeler yaparken kas ve kemiklerin bisturiye karşı direncini hissedebilmektedir. Bu durum sadece tıp öğrencileri için değil aynı zamanda uzman doktorların da bu teknolojilerden faydalandıkları görülmektedir. Gele-

cekte Sanal gerçeklik, doktorların karmaşık ve ender operasyonları tekrar etmelerini, birden çok cerrahi yöntemlerin sonuçlarını görebilmeyi, ilaç tedavisinin moleküler düzeyde etkilerini anlamalarını sağlayacaktır. 6-Askeri ve Havayolu Endüstrisi Şu ana kadar yapılan çalışmaların çoğu deneyimlerimizden birçok şeyi öğrendiğimizi göstermiştir. Bu sebeple askeri ve sivil amaçlı pilotların eğitiminde sanal gerçeklik simülatörleri kullanılmaktadır. Uçak simülatörleri şu ana kadar yapılan eğitimsel yazılımların en iyisi olarak düşünülebilir. Aynı şekilde hava trafik kontrollerinin eğitiminde de sanal gerçeklikten yararlanıldığı görülmektedir. Askeri amaçlı birçok sanal savaş oyunları tasarımları yapılmaktadır. Günümüzdeki Sanal Sınıf Ortamları

Second Life Kullanıcıların avatarları ile etkileşimli İngilizce öğrendiği çok kullanıcılı 3D sanal ortamlar sunar. SL bireyin sanal ortamda gerçek dünya ve daha fazlasını yaşaması ya da oluşturabilmesi için çok geniş tasarım ortamına sahiptir Moodle Moodle açık kaynak kodlu ve geliştirilmeye açık, eğitimcilerin çevrim içi kurslar oluşturmalarına yardım etmek üzere tasarlanmış bir öğrenme yönetim sistemidir. Sloodle Second Life ya da OpenSim ile Moodle öğrenme yönetim sisteminin birleştirilmesiyle oluşturulan, ücretsiz, açık kaynak kodlu, çok kullanıcılı bir sanal öğrenme orta-

Kaynakça: Eğitimde Artırılmış Gerçeklik Uygulamaları (JITTE 2014) Eğitimde Sanal Gerçeklik (TOJET 2004)

mıdır. Active Worlds Active Worlds (AW), SL gibi bir sanal dünya ortamıdır. AW ortamında da SL gibi avatarlar oluşturulup, diğer avatarlar ile iletişim kurulabilmektedir. Ayrıca öğrenenler AW ortamında gezinerek, “Aktif Dünya Eğitim Evreni” (AWEDU) gibi eğitim amaçlı mekânlara giderek eğitimlere katılabilirler.

Sanal Pencereler Sanal pencere sistemi için genelde vSKAPES sistemi kullanılmaktadır. vSKAPES stresi azaltmak, penceresiz okulda verimlilik ve örgütsel refah sağlamak için kullanılan sanal bir pencere sistemidir. VSKAPES sistemi yüksek çözünürlüklü ve geniş ekran TV panelinden oluşmaktadır. Yukarıda saydığımız ortamların haricinde birçok sanal sınıf ortamı daha bulunmaktadır. Her geçen gün bu ortamlar kendini yenilemekte ve daha fazla kullanıcıya hitap etmektedirler. Bugünün şartları göz önünde bulundurulduğunda yakın bir gelecekte örgün olarak aldığımız eğitimlerin çoğuna bu türden ortamlar ile erişeceğimiz yadsınamaz bir gerçektir.

Sanal Ortamda Eğitim Ve Öğretimin Geleceği Ve Olası Sorunlar (Murat Tuncer) İnternet Ortamında Eğitim (Hakıir 1999)


Sanal Sınıf Ortamlarının Eğitimde Kullanılmasının Yararları

Sanal gerçeklik eğitim alanında hem öğrenciler hem de öğretmenler açısından oldukça kullanışlı ve olumlu sonuçlar doğuran teknolojik bir araçtır. Sanal gerçekliğin okullarda kullanılması öğretmenlerin yükünü oldukça hafifletmektedir. Sanal gerçeklik ortamlarında öğretmenler, öğrencilerin keşfetmelerini ve öğrenmelerini kolaylaştırıcı bir role sahiptir. Öğretmenler, öğrenci sorularını sadece cevaplayan kişiler olmaktan ziyade, öğrencilerin kendi kendilerine keşfetmelerinde ve yeni fikirler üretmelerinde rehberlik yaparlar. Sanal sınıf ortamlarının eğitim alanında kullanılmasının öğrenci açısından pek çok yararları bulunmaktadır. Bu yararları aşağıdaki gibi maddeler halinde sıralamak mümkündür: 1- Motivasyonu arttırır. 2- Öğretilecek konunun bazı özelliklerini ve önemli noktalarını diğer yöntemlere göre daha gerçekçi bir biçimde gösterir. 3- Uzun mesafelerden gözlem yapma olanağı sağlar. 4- Daha önce deneylere ve öğrenme ortamlarına katılma imkanı bulamammış özürlü öğrencilerin bu ortamlara katılmalarına olanak sağlar. 5- Yeni anlayışların gelişmesi için olanaklar sağlar. 6- Her öğrencinin kendi öğrenme hızına göre deneyim yaşamasına ve böylelikle öğrenme olayını daha etkin bir biçimde gerçekleştirmesine izin verir. 7- Öğrencilere sınırlı sınıf ortamlarında sıkıştırılmış zamanlarda deneyim kazandırmaktan ziyade daha geniş bir zaman aralığı sağlar. 8- Karşılıklı bir etkileşim gerektirdiğinden öğrencilerin pasif durumdan aktif konuma geçmelerini sağlar. egitimdevr.com esmacalisir.com hurriyet.com

9- Yaratıcılığı teşvik eder. 10- Sosyal bir atmosfer oluşturur. 11- Bilgisayar becerilerini geliştirir. Sanal gerçekliğin gelecek dönemde eğitim alanında kendini hissettireceği kaçınılmaz bir gerçek olarak görünmektedir. Şu anda yapılan uzaktan eğitim sistemi, gelecek dönemde yerini sanal eğitime bırakacaktır. Öğrenciler, video görüntüler ile değil, takacakları bir gözlük ile sanal olarak oluşturulmuş sınıflarda eğitim göreceklerdir. Tabi tek katkısı bu olmayacaktır. Sanal gerçeklik fiziki sınıflarda da önem kazanabilir. Şöyle ki; coğrafya dersinde olan öğrenciler, sanal gerçeklik gözlükleri ile konusu işlenen bölgeleri gezerek daha akılda kalıcı bir eğitim alabileceklerdir. Sanal gerçeklik gibi yeni teknolojilerin eğitimde etkin bir şekilde kullanımı öğrencilerinin hayal güçlerini son derecede etkileyecektir. Bu durum derslerin kalitesinin artmasının yanı sıra öğrencilerin derse karşı olan motivasyonlarını ve tutumlarını da olumlu bir şekilde arttıracağı düşünülmektedir. Yakın bir gelecekte öğrencilerin gerek okullarda gerekse evlerinde internet erişimli bilgisayar donanım ve yazılımlarının olacağı düşünülürse, bu teknolojilerin eğitimde akılcı ve etkin bir şekilde kullanımına yönelik önlemlerin şimdiden alınmasını gerektirmektedir. Sanal sınıf ortamları teknolojisi öğrenmenin daha iyi bir hale getirilmesinde çok önemli özelliklere sahiptir. Sanal sınıf ortamlarının etkin bir biçimde kullanılmasıyla öğrenciler hem bilgileri daha hızlı ve kolay bir biçimde edinirler, hem de öğrendikleri bilgileri gerçek yaşamla bağdaştırma imkânı bulurlar. Teknolojideki hızlı gelişimin insan hayatını ne kadar kolaylaştırdığı Hatice ATA —————————–—— haticeata@ieeeytu.com atahatice05@gmail.com

ortadadır. Hâl böyle olunca teknolojinin bu nimetlerini eğitimde kullanmak vazgeçilmez bir amaç olmalıdır. Bu sayede her birey zaman ve mekândan bağımsız olarak her koşulda eğitim alabilecektir. Sanal sınıflar yaşam boyu öğrenmenin sınırlarını genişletecek ve sağladığı imkânlarıyla daha fazla sayıda bireye daha etkili, verimli ve çekici öğrenme olanağı yaratarak ülke geleceği için daha verimli ve kalifiye insan gücü sağlanacaktır.

Biri Bizi Gözetliyor Biyometri, insanları belirli fiziksel ya da davranışsal özelliklere göre tanımlamak için kullanılan bir teknoloji. Bu teknoloji gelecekte akıllı yazılımın, bir sınıfta eğitim alan çocukların fiziksel ve duygusal durumunu tamamen anlayabilmesini sağlayacak. Öğrencilere sunulan ders malzemeleri, bir iş üzerinde çalışırken değiştirilebilir olacak ve öğrencilerden alınan biyometrik sinyallere göre kişisel olarak düzenlenebilecek. Yüz ifadesi, kalp atış hızı, cildin nemi ve hatta ten kokusu gibi fiziksel özelliklerle öğrencilerin algı ve performansına dair detaylı raporlar çıkarılabilecek. Yazı yazma hızı, yürüyüş tarzı ve ses tonu gibi davranışsal özellikler de öğretmenlerin, hangi öğrencinin ekstra yardıma ihtiyacı olduğunu anlamasını sağlayacak ve her bir öğrencide hangi eğitim tekniklerinin en iyi sonuç verdiğini tespit etmesine yarayacak.

Yonca PEHLİVAN —————————–—— yoncapehlivan@ieeeytu.com yoncapehlivan@gmail.com


MATE-ROV MATE-ROV Uzaktan Kontrollü Sualtı Araç Yarışması Engineering Technologies (EngTechs) sponsorluğunda, Marine Advanced Technology Education (MATE) Center tarafından düzenlenen bir yarışma. Amerika’da finalleri gerçekleşen bu uluslararası yarışmanın Türkiye ayağına IEEE YTU CAS takımı olarak geçen yıldan itibaren iki kez katıldık ve ikisinde de Türkiye 3.sü olduk.

MATE Center aslında uzaktan kumandalı araçları veya ROV (remotely operated vehicle) da denen sualtı robotlarını bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik (STEM) öğretmek ve öğrencileri teknik kariyerlere hazırlamak için bir araç olarak kullanıyor. MATE, öğrencileri STEM'e dahil etmenin ve onları fen ve teknoloji kariyerlerine yönlendirmenin, öğrencileri teknik, takım çalışması ve problem çözme becerilerini geliştirmeye ve uygulamaya teşvik etmenin, işgücü ihtiyaçlarını karşılayabilecek yetenekli bireylerle endüstriye öğrenci öğrenimini desteklemek için fonlar, materyaller ve teknik uzmanlık sağlamanın bir yolu olarak ROV yarışmasını düzenlemeye başladı. Yarışmada dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilerin inşa ettikleri ROV’larla gerçek hayattan alınan senaryoların yer aldığı sualtı görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeleri gerekmektedir. Ayrıca yarışma öğrencilerin kendilerini girişimci olarak düşünmelerini ve takımlarını üreten, pa-

zarlayan ve satan şirketlere dönüştürmelerini bekliyor. ROV yaparken ki mühendisliklerine ek olarak, takımlar teknik raporlar hazırlıyor, çalışan profesyonellere poster sunumları ve teknik sunumlar yapıyorlar. Yarışmada her yıl yeni bir tema oluyor. Görevler de bu temaya göre şekilleniyor. MATE-ROV 2018’in teması ise “Jet City: Aircrafts, Earthquakes and Energy” idi. Bu yıl robotumuzu baştan aşağı yeniledik. Sayısız toplantı yaptık. Sponsorlar bulduk, gerekli raporlamaları yaptık. Yeni bir kasa, yeni bir elektronik sistem tasarladık. Takımdaki mekanikçiler önceki yıl silindirik kasamızla ilgili yaşadığımız hacim kaybı sorununu çözmek için dikdörtgensel bir kasa tasarımı yaptı. Elektronikçilerimiz devre kartlarımızı modüler olarak tasarladılar. Bu sayede robota herhangi bir özellik eklemek istediğimizde bütün sistemi yenilemek yerine o özelliğin gerektirdiği donanımı modül kartı olarak tasarlayıp sisteme yerleştirebiliyoruz. Ayrıca robot, yarışmanın görevleri gereğince görüntü işleyebilmeliydi. Yazılımcılarımız denge

Ecem SON —————————–—— ecemson@ieeeytu.com ecemson97@gmail.com

ve hareketi sağlamak dışında kontrol istasyonumuzun ara yüzünü ve görüntü işleme programlarını da yazdılar. Bu işleri takımımız hep birlikte yaptı. Takım üyelerimiz; Buğra Tufan Eyüp Erdem Erbil Ecem Son Altan Öztürk Muhammed Emin Alan Ramazan Kaan Eren

Altan Kaplan Ekin Başar Kömür Hanife Güney Umarım 2019’daki MATE-ROV yarışmasında Türkiye 1.si olabilir ve ABD’deki uluslararası finallerde ülkemizi temsil edebiliriz. Yarışma veya takımımızla ilgili sorularınız için bize ulaşabilir, her zaman kulüp odasına gelebilirsiniz.

Mehmet KARABULUT —————————–—— mehmetkarabulut@ieeeytu.com


Paris Sendromu Aşıklar şehri olarak bilinen Paris bazı insanlar için hiç de sevimli değildir. 1986 yılında Japon Profesör Hiroaki Ota, Paris’i gezen veya orada tatil yapan bazı insanlarda rastlanan psikolojik bir rahatsızlığı Paris Sendromu olarak tanımlamıştır. Bireylerde halüsinasyon görme, hissiyat değişikliği, kaygı gibi bir takım psikiyatrik semptomla, sarsıntı, terleme, taşikardi gibi belirtiler görünür. Yılda 10 -15 kişide gözlenen bu sendromu tetikleyen sebeplerden en önemlilerinden biri beklentilerin karşılanmamasıdır. İşin ilginç yanı bu hastalığın tek tedavisi bireyin kendi ülkesine dönmesi ve bir daha asla Paris’e gitmemesidir.

Montmartre Mezarlığı, Eyfel Kulesi, Zafer Takı, Louvre Müzesi ve Notre-Dame Katedrali gibi birçok önemli simgesi bulunan Paris’i her sene milyonlarca turist ziyaret etmektedir. İki ay önce, 4 arkadaşımla birlikte ben de Paris’i ziyaret etme fırsatı buldum. Paris bizim turumuzun ara duruklarından biriydi ve Paris’e vardığımızda geceydi. Paris, Ville Lumière (Işık Kaynakça: tuhafhastaliklar.blogspot.com.tr

Şehir) olarak da anıldığı için gece çok güzel bir şehirle karşılaşacağımızı umuyorduk ama pek öyle olmadı. Ota’nın Paris Sendromu’na yakalanmadık belki ama Paris’in bizim beklentilerimizi karşılamayacağının sinyallerini iner inmez aldık. Paris bizi sokaklarının iğrenç kokusu ve caddelerde koşuşturan fareleriyle karşıladı. Parisli ve 19. yüzyılın en önemli şairlerinden biri olan Charles Baudelaire’nin Paris’i anlatmak için kullandığı “hangi parfüm daha keskindir kusmuk kokusundan?” cümlesi karşılaştığımız manzarayı sanırım oldukça iyi anlatıyor. Hostelde sabahladıktan sonra şehri gezmeye başladık. Ulaşım için metro kullandık. Oldukça geniş bir metro ağına sahip. Neredeyse istediğiniz her yere metro kullanarak gidebilirsiniz. Fakat metrolarda bir sürü yankesici olduğunu aklınızda bulundurmanız iyi olur. Aslında şehir genel olarak pek güvenli değil o yüzden eşyalarınızın yanınızda olduğunu devamlı teyit etmelisiniz. Şehri olabildiğince tarih dolu birçok yeri görmeye değer ama özellikle yukarıda saydığım yapılar oldukça ilgi çekici ve bence herkesin ölmeden önce mutlaka görmesi gerekir. Eyfel Kulesi ve Louvre Müzesi’ni gece görme şansını yakaladık neden Işık Şehir dendiğini o zaman anladım. Adeta güneş battıktan sonra şehir aydınlanıyor. Rahatsız edici şeylerden biri de maalesef insanlar. Halkın tamamını aynı kefeye sokmak bana göre pek doğru değil ama yine Baudelaire’den örnek vermek istiyorum. Paris Sıkıntısı isimli kitabında insanların kirliliğini “Oy! zavallı köpeğim, önüne bir çıkın dış-

kı koysaydım zevkle koklar, belki de yalayıp yutardın. Yazık ki sen de, bu hazin yaşantımın iğrenç yoldaşı olan sen de, tıpkı halka benziyorsun, önlerine güzel kokular korsan öfkelenip kızarlar, özenle seçilmiş çöplük isterler." diyerek ele almıştır. Bunların tamamını göz önünde bulundurursak üzülerek söylemeliyim ki; Paris, benim için bir hayal kırıklığıydı.

Ahmet Burak AYDIN —————————–—— ahmetburakaydin@ieeeytu.com brkaydn1864@gmail.com


YILDIZLI PROJEJER YARIŞMASI Yıldız Teknik Üniversitesi IEEE Öğrenci Kulübü , Yıldız Teknopark ve Yıldız Teknoloji Transfer Ofisi ve iş birliği ile düzenlenen 10’uncu Yıldızlı Projeler Yarışması’nın kazananları 24 Nisan 2018 tarihinde YTÜ Davutpaşa Kampüsü Kongre ve Kültür Merkezi’nde gerçekleşen ödül töreninde belli oldu. 500’e yakın projenin başvurduğu yarışmada, üç kategoride dokuz proje ödüle layık görüldü.

Yıldız Teknik Üniversitesi IEEE Öğrenci Kulübü, Yıldız Teknopark ve Yıldız Teknoloji Transfer Ofisi ve iş birliği ile düzenlenen Yıldızlı Projeler Yarışması’nda ödüller sahiplerini buldu. YTÜ Rektörü Prof. Dr. Bahri Şahin, etkinlikte yaptığı konuşmada ürünlerden verimli çıktı alabilmek için nitelikli insan yetiştirebilmenin önemine dikkat çekerken, Yıldız Teknopark Genel Müdürü Prof. Dr. Mesut Güner, start up dostu bir çatı altında girişimciliği desteklediklerini söyledi. “Fikrini geleceğe taşı” sloganı ile bu yıl 10’uncusu düzenlenen Yıldızlı Projeler Yarışması’na 500’e yakın proje başvururken, yapılan değerlendirme sonucu, üç kategoride 22 proje finale kaldı. Proje sunumlarının ardından, ödüle layık görülen dokuz proje şöyle sıralandı: Öğrenci kategorisi 1.Interactive Experiments – Alpay Sabuncuoğlu 2.Basit bir yöntem ile tungsten karbür ve milli servet bor katkılı radyasyon zırhlayıcı polimer kompozit malzemelerin üretimi- Alparslan Erol 3.Hayvanlarda devamlı ateş takip sistemi ve entegre nörolojik EEG sistemleri – Ahmet Cabir Start up kategorisi 1.Zeytin çekirdeği atığından antimikrobiyal ve doğada kısa sürede

kaybolan çevreci biyoplastik üretimi – Duygu Yılmaz 2.Aşılama ve tüp bebek tedavi yöntemlerinde sperm hızını artırmaya yönelik serotonin etken maddeli ürün geliştirilmesi - Yasemin Yılmazer 3.Compocket - Burak Deniz Akademisyen kategorisi 1.Fizyoterabot/W1: Üst uzuvların rehabilitasyonuna yönelik terapatik egzersiz robotu-Doç. Dr. Erhan Akdoğan 2. Acil hasta transferinde hastayı darbelerden korumaya ve konforunu arttırmaya yönelik ambulans içi pasif ve aktif süspansiyon sistemleri tasarımlarının geliştirilmesi - Dr. Mehmet Hakan Demir 3.FDM (Fused Deposition Modeling) üretim yöntemi kullanılarak kompozit kemik modeli üretimi-Dr. İbrahim Mutlu Silikon Vadisi’nde yatırımcılarla buluşacaklar Yarışmada dereceye giren proje sahipleri, para ödülünün yanı sıra Yıldız Kuluçka da yer alma fırsatı, Yıldız Prototip Atölyesini kullanma hakkı, OpenUpCall sponsorluğunda Sanal Ofis, Bundle Haber Ödülü gibi birbirindne değerli ödüllerini kazandılar. Tüm bu ödüllerin yanı sıra Start up kategorisi birincisi Starcamp Girişimci Hızlandırma Programı ile Amerika Silikon Vadisi’ne giderek yatırımcılarla bir araya gelecek.

Şeyda ÖZSARI —————————–—— seydaozsarı@ieeeytu.com seydaozsari266@gmail.com

“Doğru zamanda doğru yatırım girişimi yaşatır” Etkinlikte ayrıca “Girişimcilik ve İnovasyon” konulu bir de panel düzenlendi. Moderatörlüğünü Argecon CEO & ENTREN Kurucu Başkanı Erdem Dereli’nin üstlendiği panelde konuşan Şirket Ortağım Melek Yatırımcı Ağı Kurucusu ve Ağ Başkanı Mehmet Buldurgan, doğru zamanda doğru yatırımın girişimi yaşatacağını söyledi. Buldurgan girişimcilere, “Mutlaka bir kuluçka merkezinde yer almalı, çalışacağınız kalifiye mentörler ile projenizi daha ileri noktalara taşımalısınız. Yatırımcı ile görüşmekten korkmayın, kısa tanıtıcı sunumlar ve iş planları hazırlayın” tavsiyesinde bulundu. Diğer bir panelist Lala Eğitim Kurucu Ortağı Eray Erdoğan, “Bir start up, fikrine körü körüne bağlı olmamalı, esnek olmalı, girişimci olarak geri bildirime açık olursa ürününü pazarda daha rahat sunabilir, satabilir” diye konuşurken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi AB İlişkileri Müdürü Kübra Bayraktar Şişman, “İBB olarak şehrimize çözüm sağlayan projeler üretiyoruz ve bu tarz fikirler üretebilecek kişiler ile daha da büyümek hedefindeyiz” dedi. THY Kurumsal İnovasyon Uzmanı Emre Dalarslan ise “Girişimci olamıyorsanız, çalıştığınız şirkette kurumsal girişimci olun” çağrısını yaptı. Eren MEMİŞ —————————–—— erenmemis@ieeeytu.com erenmems.01@gmail.com


Artık geleneksel hale gelen Ulusal Biyomühendislik Öğrenci Kongreleri’nin altıncısını bu sene Yıldız Teknik Üniversitesi KimyaMetalürji Fakültesi Biyomühendislik Bölümü ile birlikte IEEE YTÜ Öğrenci Kulübü olarak düzenledik. Engineering in Medicine & Biology Society ve Biyomühendislik Bölümü iş birliğiyle 5-6 Nisan 2018 tarihlerinde düzenlediğimiz kongremize gösterilen ilgi için öncelikle teşekkür ederiz. Üniversite, sanayi ve öğrencileri bir araya getirerek aralarındaki bağın güçlenmesine önemli bir katkı sağlayan, biyomühendisliğin multidisipliner yapısına uygun olarak farklı alanlardan firmalar, akademisyenler ve öğrencilerce biyomühendisliğin güncel konularının ve bu alanın akademi ve sanayide giderek artan öneminin tartışıldığı 6. Ulusal Biyomühendislik Öğrenci Kongresi öğrencilerle buluştu! Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Kampüsü’nde düzenlenen bu kongreye sadece biyomühendislik alanında çalışanların ve eğitim alanların değil bu alana ilgi duyan herkesin katılımı sağlandı. Biyomühendisliğin geleceğine ışık tutan ve ülkemizin ihtiyaç duyduğu bu alanın gelişmesine katkıda bulunan interaktif bir etkinlik olması amacıyla yola çıktığımız kongrede bu sene 800’ü geçkin kayıt alarak rekor katılıma eriştik. Geçtiğimiz yıllarda Ege Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi ve Üsküdar Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı kongrelerin devamı niteliğinde gerçekleşen 6. Ulusal Biyomühendislik Öğrenci Kongresi, biyomühendislik şemsiyesi altında, güncel bilimsel gelişmelerin, ülkemizde ve dünyada gerçekleştirilen çalışmaların ve tek-

nolojinin yeni trendlerinin tartışıldığı bir platform haline geldi. 6. Biyomühendislik Öğrenci Kongresi geçtiğimiz 5 yıldan farklı olarak bu sene ABDİ İBRAHİM, ANT TEKNİK, INTERLAB ve BİLİMLAB gibi sektörün önemli firmalarının sponsorluğunda gerçekleştirilmiş ve IEEE YTÜ Öğrenci Kulübü’nün imzasını taşıyarak bir sonraki kongrelere örnek olma niteliği kazanmıştır. Bu sene biyoteknoloji, biyoreaktör, biyoetik, aşı, biyoyakıt, kök hücre, biyomimetik ve biyomalzeme gibi konularda alanının ileri gelen akademisyenlerini ağırlayarak sadece Biyomühendislik’le kısıtlı kalmayarak Doku Mühendisliği, Genetik Mühendisliği, Biyokimya ve Moleküler Biyoloji ve Genetik gibi dallara da hitap eden bir kongre gerçekleştirilmiştir. Aynı zamanda 6. Ulusal Biyomühendislik Öğrenci Kongresi, öğrencilerle akademisyenleri ve firma yetkilerini bir araya getirerek katılımcılarının vizyon ve kariyer planlaması açısından gelişmelerine oldukça katkı sağlamıştır. Kongrenin ilk gününde VSY Biotechnology CEO’su Dr. Ercan VARLIBAŞ “Türkiye’de Biyoteknoloji” konulu oturumuyla birçok öğrenciye ilham kaynağı olurken, Abdi İbrahim Kıdemli Tıbbi Yöne-

ticisi Dr. Cihan KİRİŞÇİOĞLU yapmış olduğu “Biyoteknolojik Devrim ve İlaç Sektörüne Etkisi” isimli oturumunu gerçekleştirerek Türkiye'de bilim insanları ve akademik dünya ile iş birliğinin önünü açacak olan biyoteknolojinin öğrenciler tarafından tanınmasına yardımcı oldu. Ayrıca Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Amitav Sanyal, "Polimerik Biyomalzemelerin Tasarımında Organik Kimyanın Rolü", Acıbadem Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Deniz Yücel “Doku Mühendisliği ve Kök Hücre”, İstanbul Teknik Üniversitesi‘nden Dr. Öğr. Üyesi Muhammet Ü. Kahveci “Moleküler Lego’lar İle Malzeme 4.0’ı Tasarlamak” ve Üsküdar Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Mesut Karahan “Yeni Nesil Aşı Sistemleri ve Proje Kültürü” gibi birçok akademisyen ilgi çekici ve gündemde olan konularıyla etkinliğimizde yer aldı. IEEE YTÜ Öğrenci Kulübü EMB Komitesi ve Biyomühendislik Bölümümüzün özverili çalışmasıyla ortaya çıkan 6. Ulusal Biyomühendislik Öğrenci Kongresi umuyoruz ki gelecek senelere bir ışık tutacak. Böylesi bir organizasyonda bizi yalnız bırakmayan ekibimize sonsuz teşekkürler. Özgün Doğa AŞIK —————————–—— ozgundogaasık@ieeeytu.com ozgundogaasik@gmail.com


MAKİNE ÖĞRENMESİ:

DERİN ÖĞRENME

Google tarafından geliştirilen AlphaGo yazılımı 2016 yılında Yapay zeka alanının en efsanevi karşılaşmalarından birisi olan Go maçında, kendisini Go oyununun efsanesi Lee Sedol ile yaptığı karşılaşmada test etmiş ve 5 maç olması planlanan karşılaşmanın ilk üçünün galibiyetini AlphaGo almıştı. AlphaGo’nun bu galibiyetini açıklamak için için medyada yapay zeka, makine öğrenmesi ve derin öğrenme kavramları kullanılmıştı. Bu kavramların birbiriyle ilişkilerini anlamak için eş merkezli daireler (dıştan içe yapay zeka- makine öğrenmesi- derin öğrenme ) hayal edebiliriz. Daha iyi anlamak için; gelin, bu eş merkezli kavramları birlikte inceleyelim. Yapay Zeka – Makineler Tarafından Sergilenen İnsan Zekası Yapay zeka, dar zeka ve yapay

genel zeka olarak ikiye ayrılmaktadır. Yapay genel zeka; biyolojik olarak insan sinir sisteminden esinlenerek matematiksel olarak tasarlanan görsel algılama, konuşma ve ses tanıma, hareket, muhasebe ve muhakeme yeteneğine sahip, kendi kendine öğrenme işlemlerini sürdürebilen yazılımsal ve donanımsal sistemler bütünüdür. Yapay dar zeka ise belirli bir problemin çözümü için geliştirilen ve veriden öğrenen dar kapsamlı yapay zeka sistemleridir. Makine Öğrenmesi – Yapay Zekayı Sağlama Yaklaşımı Makine öğrenmesi, kod yazmanıza gerek kalmadan, size belirli bir veri kümesi hakkında ilginç şeyler söyleyebilen genel algoritmalar oluşturma fikridir. Kod yazmak yerine bu genel algoritmayı veri

ile beslersiniz ve bu şekilde algoritma, bu veriye dayanarak kendi

mantığını oluşturur. Diğer bir deyişle makine öğrenmesi, verilerin ayrıştırılması için algoritma kullanma, onu öğrenme ve sonra dünyadaki bir şey hakkında bir belirleme veya tahmin yapma uygulamasıdır. Amerikalı bilgisayar bilimci Tom Mitchell’in makine öğrenmesini “Bir bilgisayar programı düşünün. Bir işi yaparken edindiği tecrübe arttıkça, işi yaparkenki performansı artıyor.” şeklinde açıklıyor: Yani elinizde bulunan veri artıkça makine öğrenmesinin başarı oranı artarcaktır.Derin Öğrenme – Makine Öğrenmesini Gerçekleştiren Bir Teknik Aslında birkaç yıldır var olan ancak son zamanlarda hızla popülerlik kazanan Derin Öğrenme ise makine öğreniminin özel bir çeşitidir. İncelenen dünyayı, her bir kavramın daha basit kavramlarla olan ilişkisi şeklinde tanımlandığı, iç içe geçmiş hiyerarşik kavramlar şeklinde öğrenir. Bu sayede çok güçlü ve esnek hale gelmektedir. Gelin bunu bir örnek üzerinden inceleyelim: Kedi mi, köpek mi?


Klasik bir örnek olan hayvan tanıma problemini yani resimdekinin kedi mi yoksa köpek mi olduğunu tanıma görevimiz olsun.

Eğer bunu klasik makine öğrenimi problemi olarak görürsek, resimdeki hayvanın bıyıklarının varlığı, kulaklarının sivri olması gibi özellikleri tanımlamamız gerekir. Yani kısaca, yüz özelliklerini sisteme gireriz ve hangi özelliklerin, belirli bir hayvanı algılamada daha önemli olduğunu bulmasını sağlarız. Derin öğrenmede ise yüzlerce veya binlerce kedi ve köpek resmini sisteme veririz ve sinir ağı bizim için bu sınıflandırma için hangi özelliklerin daha önemli olduğunu kendisi otomatik olarak bulur. Yani makine öğreniminde olduğunu gibi bu özellikleri bizim tanımlamamıza gerek yoktur. Dahası kendi bulduğu özellikler, bazı problemlerde, bizim için anlamsız bile olabilir. Basitçe derin öğrenme, •Önce kedi ve köpekle en alakalı olan çizgileri saptar. •Daha sonra hiyerarşik olarak hangi şekil ve çizgi kombinasyonKaynakça: medium.com yapayzeka.ai linkedin.com

larını bulabildiğine bakar. Örneğin, bu kombinasyonlar bıyık ya da kulakların varlığı ile ilgili olabilir. •Peş peşe gerçekleşen hiyerarşik parçaların tespit edilmesinden sonra hangi özelliklerin sınıflandırmayla daha alakalı olduğuna karar verir. Yüz ya da kedi köpek gibi hayvanların tanımlanmasında kullanılan sinir ağları

Peki derin öğrenme yönteminin gelişmesi, yapay zeka çalışmalarını nasıl etkiledi? Derin öğrenmeyle birlikte makine öğrenmesindeki çalışmalar öznitelik mühendisliğinden mimari mühendisliğine doğru evrildi. Daha önceki çalışmalarda araştırmacılar çoğunlukla ilgili problemi çözebilmek için problemi temsil edecek en iyi öznitelik kümelerinin oluşturulması; yani özniteliklerin çıkarılması ve bu öznitelikler arasında temsil kabiliyeti en yüksek olanların seçilmesi üzerinde çalışıyorlardı. Derin öğrenme yaklaşımlarının gelişimi ile birlikte çok katmanlı yapay sinir ağının

nasıl tasarlanacağı; kaç katmandan oluşacağı, ne kadar nöron içereceği, hangi optimizasyon algoritmasının ya da aktivasyon fonksiyonunun kullanılacağı problem çözümünde daha önemli hale geldi. Grafik kartları ile paralel işlemlerin daha hızlı yapılabilmesi araştırmacıların daha fazla katmandan oluşan daha karmaşık yapılar tasarlayabilmesine imkan vermesiyle birlikte; derin öğrenme ile problem çözmek çok katmanlı ağ yapısını en iyi ve optimum şekilde tasarlamak ile eşdeğer duruma geldi. Kısacası derin öğrenme, makine öğrenmesinin birçok pratik uygulamasını ve yapay zekanın genel alanını genişleterek etkinleştirmiştir. Derin öğrenme, görevleri her türlü makine yardımını mümkün kılacak şekillerde yıkacaktır. Sürücüsüz arabalar, daha iyi koruyucu sağlık hizmetleri, daha iyi film önerileri bugün burada veya çok yakınımızda. Yapay zeka şimdi ve gelecektir. Derin öğrenmenin yardımı ile yapay zeka, hayal bile edemediğimiz o bilim kurgu filmlerine ulaşabilir. “Güçlü bir yapay zekanın yükselişi insanlığın başına gelen en iyi ya da en kötü şey olabilir. Hangisi olacağını bilmiyoruz.” -Stephen Hawking-

İlknur SEZEN —————————–—— sezen.ilknur.9@gmail.com ilknursezen@ieeeytu.com


PROF. DR. GALİP CANSEVER •Öncelikle kendinizi bizlere kısaca

tanıtır mısınız? 1952 Adapazarı doğumluyum. İlk, orta ve liseyi Adapazarı ve İzmit’te tamamlayarak 1972 yılında İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi (İDMMA) Elektrik Mühendisliği Bölümü’ne girdim. 1976 yılında mezun olduktan sonra 1978 yılında Yüksek Lisans derecesini aldım ve 1979 yılında İDMMA Elektrik Mühendisliği Bölümü’nde asistan olarak göreve başladım. 1984’de Yıldız Üniversitesinde Doktor, 1987’ de Yardımcı Doçent, 1990’da Doçent ve 1996’da Yıldız Teknik Üniversitesinde Profesör unvanını aldım. •Tarafınızdan Bilimin tanımından hareket ederek Bilimsel Ortamların nasıl olması gerektiğini, Türkiye’de bilim insanı olunması hakkında ne düşündüğünüzü ve ülkemizin neden bu kadar çok beyin göçü yaşadığını anlatır mısınız? Öncelikle bilimi tanımlamayla başlayalım; Bilim, kâinat yaratıldığından bu yana meydana gelen oluşumların ve olayların bir kısmını ele alıp çeşitli teorik ve deneysel yöntemler ile, gerçeğe dayanarak insanlığın faydasına olacak şekilde, her yerde geçerlilik ve kesinlik nitelikleri taşıyan bilimsel yasaların elde edilmesi yoludur. Bilimin, tüm insanlar için olduğunu, tüm dünyanın malı olduğunu, ülkeler arası sınır tanımadığını kabul etmek gerekir. Gerçeğe giden yolları aydınlatan ışık olduğunu akıldan çıkarmamak, doğrulara ve gerçeklere açık olmak, duyguları ve ön yargıları göz önüne almadan tartışmak ve kuşkulanmak gerektiğini bilmek gerekir. Aklın baskı altında kaldığı ortamlarda bilimin gelişmediğini ve gerçeklere/olaylara yalnızca akıl yolu ile yaklaşmak gerektiğini bu ortamda çalışan tüm insanların bilmesi gerekmektedir. Bilim insanlığı, bir meslek değil, bir yaşam biçimidir. Her şeyden önce bilim insanları dürüst, cesur, çalışkan, meraklı, canlıları seven, etik değerleri önemseyen insanlar olmalıdır. Bilim insanlığı sıfatı, aynı zamanda birçok zorluğu da göğüsle-

mek demektir. Bilim insanlığının ahlaki değerleri vardır. Buna göre bilim, insana belirli bir dünya görüşü oluşturma, belli ilkelere göre düşünme, dünyaya, bilimin sağladığı verilere göre bakma imkânı verir. Yani bilim, insanlara bilimsel bir zihniyet kazandırır. Bilimsel zihniyet ise, insanlara dürüst ve tarafsız olmayı, karşılaşılan problemleri sabırlı, ayrıntılı ve uzak görüşlü bir biçimde ele almayı öğretir ki bunlar ahlak ve erdemin en önemli özellikleri arasındadır. İnsan sahip olabileceği bilimsel zihniyet yoluyla hem kişisel yaşayışını ve hem de toplumsal yaşayışını düzenleyebilir; insan bu sayede, içinde yaşadığı toplum için çalışmayı öğrenerek toplum içinde saygın bir birey olur. Bilimsel çalışmalar en verimli şekilde huzurlu ortamlarda, bilim insanının gelecek kaygısının olmadığı, fikirlerin özgürce tartışıldığı ortamlarda mümkündür. Bilimsel çalışma yapanların önünü açmak ve onlara yardımcı olmak gerekir. Bu tip çalışmaların yapılabilmesi için maddi yönden desteklenmesi gerekir. Projelerin desteklenmesi, yurt içinde

TÜBİTAK, Üniversite-BAP proje destekleri ve benzeri kuruluşlar ile sağlanmaktadır. Uluslararası projeler için gerek TÜBİTAK üzerinden ve gerekse Avrupa Uluslararası projelerinden (H2020) yararlanılmaktadır. •Yıllarını akademik kariyere adamış biri olarak, akademisyenliğe yeni adım atacak ya da atmayı düşünen kişilere ne gibi önerilerde bulunabilirsiniz? Akademisyenlik bir meslek değil bir yaşam biçimidir. Akademisyenliğe yeni adım atacak kişilerin öncelikle bunu kabul etmesi gerekir. Akademik çalışmaların liyakatle sürdürülebilmesi için yeri geldiğinde özel hayatınızdan fedakarlıkta bulunmanız gerekebilir. Bu zorluğu bilerek ve kabul ederek yola çıkmanız önemlidir. Akademisyenlik aynı zamanda yenilikçi, girişimci, gelişmeye açık olmayı da gerektirir. Bu vasıflar ancak çok çalışarak, farklı kültürler tanıyarak, çok iyi yabancı dil bilerek kazanılır. Bu kazanımlar akademisyenlikte çok uzun bir zamana genişletilmemeli, doktora eğitimi bitene kadar tamamlanmalıdır.


PROF. DR. GALİP CANSEVER Bir araştırma görevlisinin başlıca görevleri; bölüm ve anabilim dalı tarafından verilen görevleri yerine getirmek ve aynı zamanda bireysel ve doktora hocası ile birlikte akademik çalışma yapmaktır. Bir araştırma görevlisi, akademisyenlik mesleğinin gereklerine uygun bir kişilikte olmalıdır. Belirtilen özelliklere sahip, görev ve sorumluluklarının bilincinde olan isteklilerin, önce araştırma görevlisi ve daha sonra öğretim üyesi yapılması hem liyakat hem de kariyer ilkesinin bir gereğidir. Kendi alanlarındaki çalışmaları sürekli olarak takip etmeleri ve bu çalışmalara dahil olmaları, daha üst seviyelere çıkma hedeflerine sahip olmaları gerekmektedir. Bir an evvel unvan alma veya maddi çıkar peşinde koşma değil, akademik kapasitelerini geliştirme ve bilim dünyasına ve insanlığa nasıl fayda sağlarım düşüncesinde olmalıdır. Anabilim dalındaki öğretim üyeleri ile ve meslektaşlarınızla iyi ilişkiler içinde olmanız ve devam ettirmeniz önemlidir. Atamaları yakın olanların, kendilerini bir yarış içine sokup, stres yapmaları hem kendileri hem yakın çevreleri hem de çalışma barışını olumsuz etkileyecektir. •Akademik hayatınız de en zorlandığınız nokta nedir? Hayatınız için attığınız en büyük adım/karar nedir? Benim akademik hayatımda çok zorlandığım bir durum olmadı. Karşılaştığım zorlukları çok çalışarak aşmaya çalıştım. Benim için zor olan, ilkokuldan sonra girdiğim Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları ÇIRAK Okulu sırasında sınavlara girerek hem Çırak Okulu hem de ortaokul mezunu olduktan sonra liseye başlamamdı. Çok küçük yaşlarda, önce okuldaki öğretmenlerim daha sonra da sevgili anne ve babamın desteği ile dışardan girdiğim 39 dersin sınavında başarılı olmam beni çok umutlandırdı ve çok hırslandırdı. Hedefim hep daha fazla çalışmak ve başarılı olmak oldu. Çünkü ben diğer öğrencilerden farklı bir eğitimden

gelmiştim, üniversiteyi kazanmam için sınırları zorlamam gerekiyordu. İşte benim hayatımda aldığım en büyük karar, üniversitede okuyabilmek için Çırak Okulu’ndan liseye geçmemdir. •Yıldız Teknik Üniversitesi sizin için ne anlamı ifade ediyor? Gelecekte bizi bekleyen projeler var mı? Yıldız Teknik Üniversitesi, benim bu günlere gelmemde en büyük katkısı olan yerdir. Burada kendimi buldum kendime güvenim geldi ve bu günlere çok çalışarak geldim. Burada akademik çalışmayı öğrendim; burada yayın yapmayı, öğrenci yetiştirmeyi ve bunun ne kadar ulvi bir özellik olduğunu gördüm. Yıldız Teknik Üniversitesi Teknik Üniversitelerin içinde ilk üçün içindedir. Bu üçün içinde olmayı önemsemek ve 1. Sıraya geçmek için kişisel olarak elimden geleni yapmak için uğraşmaktayım.

•Üniversite Sanayi İşbirliği sizce

ne kadar önemli? Derslerin sektöre hazırladığını düşünüyor musunuz? Üniversite sanayi işbirliği o kadar önemli ki bir ülkenin gelişmesinde en önemli yeri tutmaktadır. Bu işbirliği olmaz ise ne üniversite kendisini geliştirebilir ve uygulama sahası bulabilir ne de Sanayinin problemini çözülebilir. Bu ise ülke gelişiminde negatif bir parametredir. Bu ikili birbirinden vazgeçmesi imkansız iki taraftır. Bu ülkemizde 15 seneden beri yeni yeni anlaşılmaya başlamıştır. Ancak “Üniversite Sanayi İşbirliği” mottosu 1960’lardan beri vardır. Bir türlü bu işbirliği 2000’li yıllara kadar gerçekleşmemiştir. Mühendislik Fakültelerinde okuyan öğrencilerin

sanayide staj yapmaları ve gerektiğinde bunun üzerine ek staj yaparak o firmada pozisyon alma durumları olacaktır. Bunun için Üniversite-Sanayi işbirliği hem sanayiciler için hem öğrenciler için hem de Öğretim Elemanları için çok önem arz etmektedir. Bu sadece bizim ülkemizde değil gelişmiş olan tüm ülkelerde bu ilişki çok daha fazlasıyla var olup devam etmektedir. Üniversitelerdeki bölümlerin hazırlamış oldukları ders programları ve içerikleri bir taraftan teorik, diğer taraftan bazı derslerin uygulamalı olması ve bu uygulamaların da sanayide olan konuları içermeleri gerekmektedir. Bu nedenle bölümlerin dış paydaş komisyonları bunun için bulunmakta gerek MÜDEK ve gerekse BOLOGNA Süreci bunu istemektedir. Dolayısıyla bölümler dış paydaşların önerilerine dikkat edip akademik boyuta taşırlarsa derslerin bazıları değişebilir ve sanayi ile iç içe olunmuş olur. Yeni Sanayi Devriminin getirmiş olduğu birçok yenilikler bulunmakta bu yeniliklerin önemli olanlarından birisi de EDUCATION 4.0’dır. Bunun için ilgili fakülte ve bölümler gerek derslerin değişiminde gerekse bunların içeriklerinin değişiminde bu özellikleri göz önüne alarak yapılması gerekmektedir. Hali hazırdaki var olan derslerin tamamının derslere hazırlayacağını söyleyemeyiz zaten Sanayiye hazırlık bu şekilde olmaz. Öncelikle 4 sene boyunca alınan bu dersler öğrenciyi genel olarak sanayiye hazırlar. Yani 4 senelik eğitim bir formasyon eğitimidir. Her fabrikanın veya her disiplinin konusu olan dersleri öğrencilere öğretemeyiz. Öğrenci almış olduğu bu dersler ile sanayide gerekli araştırmaları yaparak problem çözecektir. Üniversitelerde verilende bu olması gerekir. Üniversitenin, öğrencinin nasıl araştırma yapacağını ve nasıl problem çözeceğini öğretmesi gerekir.


PROF. DR. GALİP CANSEVER •Sizce ideal bir öğrenci nasıl ol-

malı, üniversite hayatı boyunca neler yapmalı? İdeal bir öğrencinin önce tanımını yapmak gerekir. Öncelikle iyi bir mühendis yeniliklere ve değişik fikirlere açık olmalıdır. Sabit bir fikre kapılıp yıllarca onunla hayatını sürdürmemesi gerekir. Mühendis olmanın yanında o birey bir sanatçıdır. Sanatını teknolojiyi kullanarak şekillendirir. Örnek verecek olursak ilk bilgisayardan günümüze kadar gelişen teknolojiyi takip edersek devasa büyüklüklerden cebe sığacak kadar ufaldığını görebiliriz. Peki bu kadar gelişme nasıl oldu diye sorup kendimizi sınayacak olursak, ihtiyaçların doğurduğu sorunlar, yenilikçi fikirlerle geliştirilen başarılı çözümler ve düşünen mucitlerin geliştirme çalışmaları ile birlikte çözülmüştür. Genellikle üniversite bir maratonun sonu olarak görülür ama gel gelelim ki öyle değil. Hepimiz üniversiteye başlayarak yeni bir hayatın kapılarını aralıyoruz. Yeni fikirlere, yeni bir arkadaş çevresine ve yeni bir geleceğe merhaba diyoruz. Bu fikirlere, arkadaş çevresine alışmak için birçok şey yapabiliriz. Bunlardan en önemlisi üniversitedeki öğrenci kulüplerine üye olmak gerekir. Ve o kulüpte etkin rol oynamak önemlidir. Böylece yeni çevreye kolay şekilde adapte olacak, yeni fikirlere yelken açılacak, var olan fikrini geliştirecek bir ortam bulunacaktır. Topluluk karşısında nasıl konuşacağını öğreneceksin. Değişik firmalara gidip İnsan Kaynakları vb. kişiler ile görüşecek firma temsilcileri ile kulüp etkinliği hakkında görüş alışverişi yapacaksın. Tabi ki sadece bir kulübe bağlı olmak da yetmez. Üniversitenin sana verdiği bilgilerden en iyi şekilde yararlanmalısın. Kendi amaçlarını ve hedeflerini belirlemelisin ki düz bir çizgide yol alabilesin. Üniversitede hazırlık sınıfı 1 yıl çok önemlidir. Burada İngilizceyi ya çok iyi olarak, 4 temel beceriyi hakkını vererek öğrenmiş olursun veya

sadece İYS’yi geçecek şekilde öğrenirsin. İkinci durum ne 4 yıllık lisans süresinin verimli geçmesini sağlar ve ne de tüm hayatınız boyunca karşınıza çıkacak firma yabancı ortakları veya proje ortakları elemanları ile konuşabilecek, yazışabilecek, anlayabilecek veya okuyabilecek düzeyde öğrenmemiş olduğunuz İngilizceyle iyi bir iletişim sağlar. Ve Bozuk İngilizceyle hiçbir üst düzey pozisyonlara gelme imkânınız olmaz. İkinci olarak 4 yıllık süreç önemlidir. Burada dersler günü gününe çalışılmaz ise derslerden verim alınamaz. Ayrıca çok iyi en az 2 programlama dili bilmeniz gerekir. Hangi Mühendislik programında olursanız olun muhakkak bilinmesi gerekir. Bu günkü devir Yeni Sanayi Devrimidir. Buna ayak uydurmak gerekir. Bilen insan sorar bilmeyen insan soru soramaz. Bu nedenle derse gelmeden önce ders notlarından, o günkü ders en az bir gün öncesinden çalışılması gerekir. Yeni Teknolojilere meraklı olmak ve Fuarların takip edilmesi gerekir. Araştırma için kesinlikle üşenilmemesi gerekir. Bu ilerde nasıl bir mühendis olacağınızı belirler. Ya aranılan mühendis ya da her yerde çokça bulunan Mühendis. •IEEE YTÜ Öğrenci kulübü olarak kulübümüz ve yaptığımız çalışmalar hakkında ne düşünüyorsunuz? IEEE Öğrenci kulübü her şeyden önce çok iyi bir yapılanmadan geçmiş ve bunu kurumsal olarak uygulayan, herkesin birbirlerine saygılı olduğu ve başarılı etkinlikleri düzenlediği öğrencilerimize faydaları çok olan bir öğrenci kulübümüzdür. Yapılan çalışmalar oldukça yorucu ve bir o derece önemli çalışmalar olup her bir üye burada görev almaktadır. Bu şekildeki çalışmalar ile hayata daha iyi hazırlanılmakta ve başarılı olunmaktadır. •Ve son olarak okurlarımıza ve üniversite öğrencilerine tavsiyeleriniz nelerdir? Öğrencilerimiz üniversitemizin herhangi bir bölümünde okuyor

olabilir ancak buraya kendi isteği ile gelmiş ve aynı zamanda ileride ne olacağını iyi bir şekilde kestirmiş ve idealleri hedefleri olmaları ve bu hedefler doğrultusunda çalışmalarını yapmaları ve kendilerini geliştirmeleri gerekmektedir. Bir taraftan bölümdeki dersler, diğer taraftan o dersler ile ilgili veya o bölümle ilgili olarak dünyada neler oluyor bunları takip etmeleri, aynı zamanda sosyal taraflarını çok iyi geliştirmeleri ve insanlar ile nasıl iletişime geçmeleri gerektiğini bilmeleri hatta gerekirse bunun eğitimini de almaları gerekir. Bugün birçok kurumda birçok program bulunmakta ve zamanında bu programlar ve yazılımlar ve halen tek başlarına birçok problemi çözebilmekte ancak artan ihtiyaçlar doğrultusunda bu yazılımların birbirleri ile haberleşmemeleri ve iletişime geçmemeleri büyük sorunları getirmektedir aynı şekilde makinaların da bu devirde haberleşmeleri söz konusu ancak geçmişte ve geçmişten gelen makinalarda bu özellik bulunmamakta ve birbirleriyle haberleşememektedirler. Bu günümüz dünyasındaki teknoloji seviyesinde son derece kötü durumdur. Aynı şekilde siz öğrencilerimizin iletişim içerisinde olmamanız ve sosyal taraflarınızın gelişmemesi büyük bir eksiklik olacaktır. Yabancı dillerinizi geliştirmeniz ve master ve doktora eğitimlerine yönelmeniz günümüz dünyasında aranılan özelliklerdendir.


Dijital Gelecek İnsan varoluşunun ilk anından beri gelişmekte olan bir canlı türüdür. Peki, bu gelişimi sağlayan şey nedir? Aslında insanlar ne koşmaya ne yüzmeye ne de uçmaya programlıdır. Yırtıcı pençelerimiz, sivri dişlerimiz ya da gelişmiş vücutlarımız yoktur. Avlanmaya ve doğada tek başına yaşamaya pek uygun olmayan insan, aslında bütün bunların hepsinden daha önemli olan ve hepsinin işlevini yapabilen bir organa sahiptir. Beyin! İnsan doğada tek başınalıktan sıkılıp komünler kurmuş toplu yaşam arasında düzeni ve sistemi koruyabilmek adına yasalar çıkartmış, hayatta kalma içgüdüsüyle yaşam ihtiyaçlarını karşılayabilen eşyalar üretmiştir. Aslında ne kadar kötü dursa da savaşlar mekanik anlamda ve teknolojik anlamda gelişmelere olumlu katkı sağlamıştır. Birçok dönem içerisinde mekanik olarak farklı alet edevatlar kullanan insan sanayi devrimi ile ilk defa insani işleri motorize ekipmanlara devretmiş ve teknoloji için büyük bir adım atmıştır. Sonraki yıllarında da insanlık tarihine göre oldukça hızlı bir çıkış yakalayan teknoloji, bilimin ışığında insan hayatını epeyce kolaylaştırmıştır. Günümüzde bilgisayarlar, telefonlar, arabalar, mutfak eşyaları artık insanlığın bir parçası haline gelmiştir. Yakın geçmişte bunların hiç birisi yokken peki bizleri gelecekte neler bekliyor? Aslında bunu kestirebilmek oldukça güç. Şu anda bile yapılan çok çok önemli deneyler ya da çalışmalar hala sonuç vermiş bile değil ve teknolojinin bu denli hızlı artışı artık içerisinde birçok farklı dallanmalara sebep olmuş durumda. Evrenin yaratılışını inceleyen Cern insanlık için bulacaklarından hala habersiz. Öbür yandan yapay zekâ konusu var ve bu ilerleyen süreç içerisinde

daha büyük tartışmalara yol açacağa benziyor. Yaratılan yapay zekânın insanlıkla dost mu olacağı düşman mı olacağı bilinmiyor ve makineler tarafından sonumuzun geleceğine inanan bir kesim şu an oluşmuş durumda. Atlanan en önemli faktör ise insan vücudu, defolu olan ve artık insan beyninin ihtiyaçlarına cevap vermeyen biyolojik vücudun daha ne kadar insan beynini hapsedeceği bilinmiyor. Sürekli beslenme, uyuma, temiz kalma, korunma ve üreme gibi ihtiyaçların yanında büyüklü küçüklü tüm hastalıklar insan hayatındaki verimi düşürüyor. Elbette yaşlanma ve ölüm. Bütün çağlar boyunca insanlık ölümü yenmenin yolunu arasa da bunu maalesef daha bulamadı. Peki, bundan sonra bu mümkün mü? Belki de insanlığın geleceği Cyborg ile daha kolay ve uzun olabilir. Bu zamana kadar bilim kurgu filmlerinde işlenen insanı biraz korkutan ama ölüme ve hastalıklara, beslenmeye, uykuya yani biyolojik olarak ne ihtiyacımız varsa son verebilecek kuvvetli bir yöntem. İnsanı, biyolojik formdan sıyırıp yarı ya da tam bir elektromekanik işlevsel bir forma dönüştürme işlemidir cyborg. Kısaca tüm insanlığın bir terminatör olduğu şu an için üto-

pik bir olay. Fakat üzerinde çalışılırsa ki farkında bile olmadan bu yapılıyor, insan ömrünü ciddi oranla artıracak bir yöntem. Bunun tam olarak kesinleşebilmesi için öncelikle insan beyninin tüm sırlarının çözülmesi gerekir. Gelecek düzen içerisinde ışınlanabilen biyolojik canlılar olmaya devam edebileceğimiz gibi yarı makine de olabiliriz. Artık kalp pilleri, protez bacaklar veya uzuvlar, işlevsel gözlükler lensler bize cyborg çağının kapısını aralayan buluşlardır. İnsanlık farkında olmadan daha işlevsel bir vücut içerisinde olmanın yollarını arıyor. Bunun bir başka boyutu ise data olmak yani tanrısal bir açı. Hiçbir biyolojik mekanik ya da elektronik bir parçaya ihtiyaç duymadan sadece bir veri olarak yaşamda kalmak. Bunun için oluşturulması gereken ve kendini besleyen bir veri tabanına ihtiyaç olacaktır elbette. Gün geçtikçe eriyen kaynaklarımız bizi şu günlerde yenilebilir enerjiye iterken ilerleyen süreçlerde farklı formlar bulmak zorunda bırakabilir. Belki bunların hiçbirisi olmaz ama olacağını bildiğimiz bir şey var ki oda teknolojinin büyümesi asla durmayacak. İleride neler olur bilinmez ama bizi ultra dijital bir çağın beklediğinden emin olabiliriz. Taha SEVİM —————————–—— tahasevimm@gmail.com


Kapalı Alan Konumlandırma Sistemleri

IPS

Uydu tabanlı konumlandırma sistemleri son yıllarda çeşitli uygulamaların önünü açmış, mobil konum ve navigasyon gibi çeşitli uygulamaları hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline getirmiştir. Ancak uydu tabanlı konumlandırma sistemleri iç mekanlarda gerekli kararlılığı gösterememekte veya tamamen etkisizleşmektedir. Bu durum alternatif sistem ihtiyacı doğurmuştur. Bu konuda ‘’İç Mekân Konumlandırma’’ başlığı altında günümüzde farklı çözümler ele alınmaktadır. Radyo dalgaları, manyetik alanlar, akustik sinyaller, Bluetooth sinyalleri, Wi-Fi sinyalleri iç mekân konumlandırma için kullanılan yaygın teknolojilerdendir. Ancak bu teknolojiler yüksek seviyede hassasiyet sağlayamamaktadır. Bu noktada son yıllarda gelişen UWB teknolojisi öne çıkmaktadır. Özellikle yüksek hassasiyete sahip olması, daha keskin konumlandırma sonuçları verebi-

len sistemlerin önünü açmaktadır. Peki bu gibi sistemler hayatımızda nasıl değişikliklere sebep olacaktır. Bize ne gibi yenilikler sunacaktır. Kapalı alanlarda yaşıyoruz, çalışıyoruz, eğleniyoruz. Hemen hemen ömrümüzün yüzde 90’ını kapalı alanlarda harcıyoruz. Bu da ortalama 80 yıl yaşarız varsayımından yola çıkarak 70 yıldan fazlası demek… Peki hayatımızın büyük bir çoğunluğunu yaşadığımız kapalı alanlarda bir şeyin ya da birinin tam olarak konumu bilmek yaşantılarımıza ne gibi avantajlar sağlayacak. İnşaat ve maden gibi zorlu çalışma sektörlerinden gerçek zamanlı personel konum ve hayati bilgi takibi Reklam ve pazarlamada konuma dayalı yeni bir pazar Akıllı ev sistemlerinde kişinin konumuna bağlı yeni teknolojiler Oyunlar için konum bilgisine dayalı yeni teknolojiler

Geniş mağazalar, müzeler, havaalanları, ofisler ve konferans salonları gibi büyük kapalı mekanlarda yer yön tayin etme.vs. bunun gibi yüzlerce alan sayabiliriz. Peki bu işin geleceği tam olarak nerede Kapalı alan konumlandırma konusunda birçok farklı firma araştırma ve geliştirmeler yapmaktadır. Bunlar arasında Chipset üreticileri (Broadcom, Qualcomm, Invensense, STSMicroelectronics, CSR), mobil işletim sistemi geliştiricileri (Google, Apple, Microsoft), Motorola, Samsung, Sony, Nokia gibi cep telefonu üreticileri, network ekipmanı üreticileri (Cisco) gibi farklı sektörden farklı oyuncuları bulunmaktadır. 2017 yılının Nisan ayı itibariyle Google’a ait Google Maps üzerinde 10.000, Microsoft’a ait Bing üzerinde de

3.000’nin üzerinde indoor harita bulunmaktadır ve bu haritalar üzerinde başarılı bir şekilde konumlandırma yapılıyor. Büyük oyuncular yanı sıra birçok startup da bu konu üzerinde çalışmalarını sürdürüyorlar. Görünen o ki, yakın bir zamanda bu konu üzerinde daha çok haber çıkacak. En başarılı çözümler bütün teknolojileri bir arada kullanan sistemler olacak gibi duruyor. Bakalım, bu yarışın kazananı kim olacak? Muhammed Emin ALAN ——————————-alan.muhammed.emin@gmail.com


TÜRKSAT 6a TÜRKSAT A.Ş.'nin ihtiyaçlarını karşılamak üzere, TÜBİTAK Başkanlığı koordinesinde başlatılan "TÜRKSAT 6A Yerli Haberleşme Uydusu Geliştirilmesi ve Üretimi" Projesine ait sözleşme, 15 Aralık 2014 tarihinde gerçekleşen törenle imzalanmıştır. TÜRKSAT 6A Projesi finansmanı; Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığı, TÜRKSAT A.Ş. ve TÜBİTAK Başkanlığı tarafından karşılanmaktadır. Ülkemizin ilk yerli haberleşme uydusu olacak TÜRKSAT 6A'nın; yerli endüstri ve enstitülerimizin birbirlerini destekleyen ve tamamlayan yetkinlikleri doğrultusunda oluşturulan iş paylaşımı ile geliştirilmesi hedeflenmiştir. TÜRKSAT 6A Projesi kapsamında; uydunun Yapısal, Isıl ve Kimyasal İtki Alt Sistemleri ile Mekanik Yer Destek Ekipmanlarının Geliştirilmesi, Kablaj Tasarım ve Üretimi TAI sorumlulu-

ğunda gerçekleştirilecektir. Ayrıca TÜBİTAK Uzay ile birlikte; Uydu Veri Kotarma ve Komuta Kontrol Yazılımları ile Uydu Montaj, Entegrasyon ve Test faaliyetlerinde görev alacaktır. TÜRKSAT 6A Uydusunun; montaj, entegrasyon ve test faaliyetleri TAI'de kurulu bulunan Uzay Sistemleri Entegrasyon ve Test Merkezi'nde gerçekleştirilecektir. 42° doğu geo-yer senkron yörüngeye yerleştirilecek uydu TÜRKSAT tarafından işletilecektir. Uydunun kütlesi 4 tondan fazla olacaktır. 20 Ku-Bant alıcı/verici (transponder) taşıyacak TÜRKSAT 6A Uydusu, teknolojik yetkinliği ile ülkemize güvenli veri iletişimi alanında önemli oranda kapasite arttırımı ve kritik avantajlar getirecektir. Yeterlilik testleri 2018 yılı başında yapılması planlanan Türksat 6A’nın 2020 yılında uzaya gönderilmesi hedefleniyor. TUSAŞ tesislerindeki Uzay Sistemleri Entegras-

yon ve Test Merkezi’nde (USET) tasarım çalışmaları devam eden Türksat 6A’nın üretimi, Fransa ile Japonya’da eğitim alan Türk mühendislerin katılımıyla gerçekleştiriliyor. Türksat 6A, Türkiye’nin daha önceki haberleşme uydularından farklı olarak, bütünüyle millî imkânlarla üretilecek olan ilk haberleşme uydusu olma özelliğini taşıyor. Yaklaşık 600 milyon lira maliyetle gerçekleştirilecek yerli uydu projesinde, uydu ve yer istasyonunda kullanılacak ekipman, yazılım ve birçok alt sistem de millî imkânlarla geliştiriliyor. Türksat 6A, Türkiye’nin yanı sıra Avrupa, Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Asya kıtasının büyük bir bölümünde müşterilerine hizmet sunacak. Teknik özellikleriyle de dikkat çeken uydu, 18 aktif, 5 yedek, toplam 23 aktarıcıya sahip olacak. Türkiye, yörüngede 15 yıl kalması planlanan Türksat 6A’nın hizmete alınmasıyla beraber haberleşme uydusu üretebilen 10 ülke arasına girecek.

Kaynakça: turksat.com tai.com

Hasan KONANÇ ——————————-hasankonanc@ieeeytu.com hasankonanc848@gmail.com


NBA’de hikayesi bol bir normal sezonun sonuna geldik. Play-Off ilk turunun ardından final yolu gözüktü. 3 yıldır aynı final eşleşmesi ile sonuçlanan NBA PlayOff’larında bu sene Golden State Warriors ve Cleveland Cavaliers’ın işleri hiç de kolay olmayacak. Yılın flaş takımı Houston Rockets’la birlikte Boston Celtics de final için gümbür gümbür geliyor. Lafı çok da uzatmadan normal sezon ve ilk turun hikayeleri ile başlayalım. Normal Sezon ve Play-Off İlk Turu Normal sezon beklentileri aşan takımlar, koçlar ve oyunculara sahne oldu. Houston batıda birinci olurken, doğuda Toronto liderliği kimselere bırakmadı. Philadelphia 76ers & Ben Simmons Son 4 yılda sırayla 19, 18, 10 ve 28 galibiyetle ligin dibinde bulunan ve NBA Draft’larından seçtiği oyuncuların sakatlıklarıyla boğuşan 76ers, kendisinden beklenen çıkışı 52 galibiyet alarak bu sezon fazlasıyla yaptı. Milli forvet Ersan İlyasova da sezon ortasında takıma dahil olurken 23 maçta 10.8 sayı, 6.7 ribaund ile katkı verdi. Ben Simmons normal sezonu 12 triple double yaparak ve 16.0 sayı, 8.1 ribaund ve 8.2 asist ile kapatırken bu lig için ne kadar komple bir oyuncu olduğunu kanıtlamış oldu. Performansındaki en önemli detay sezonun en iyi çaylağı ödülündeki rakibi Mitchell’ın aksine takımdaki diğer oyuncular Simmons’un yaratması için ideal koşulu hazırlamıyor. Simmons takımı için ideali yaratı-

yor. Yıldız çaylağın pas yeteneği ve gücü ile “Mini Lebron” lakabını oldukça hak ettiğini söyleyebiliriz. Utah Jazz Utah Jazz batıdaki diğer başarılı takımların aksine çok daha mütevazı kadrosu ile konferans yarı finaline kadar ilerlemeyi başardı. Gordon Hayward’ın ve Rodney Hood’un gidişinden sonra son 41 maçta 33 galibiyet alarak sürpriz bir şekilde normal sezonu 5. bitirmeyi başaran, Oklahoma’yı de ilk turda eleyerek yoluna devam eden Jazz Houston deplasmanında da bir maç çalarak seride iddiasını sürdürüyor. Efsane koçluk performansı gösteren Quin Snyder, takımın hücum yükünü neredeyse tek başına sırtlayan Donovan Mitchell, Utah’ı elit bir savunma takımı haline getiren Rudy Gobert bu sezonu unutulmaz kılan isimler oldu. Houston Rockets & James Harden Normal sezonu 65 galibiyetle ilk sırada tamamlayan Houston, 3 yıl sonra bu ünvanı Golden State Warriors’tan alan takım olmayı başardı. Houston basketbolunu 3 kelimeyle basit, temel ve yıkıcı olarak özetleyebiliriz. Bu başarıda kuşkusuz en büyük pay James Harden’a ait. Rockets Harden’ın 30.6 sayı, 5.4 ribaund

ve 8.7 asistlik liderliğinin yanında Chris Paul, Ariza, Gordon, Capela ile birlikte şampiyonluğa göz kırpan takımlardan biri. En büyük MVP adayı olan James Harden izolasyon(bire bir) oynadığı pozisyonlardan 1.21 sayı çıkartarak NBA’nin en iyi izolasyon oyuncusu olduğu iddialarını güçlendirmiş oldu. Lebron James Normal sezonda ve ilk turda hayal kırıklığı yaratan performansıyla Cleveland şu an bulunduğu konumu tek bir isme borçlu. 33 yaşındaki süper yıldız normal sezonda kendi sayı, asist ve ribaund ortalamasını geçerek 27.5 sayı, 8.6 ribaund ve 9.1 asist ile oynadı. Indiana Pacers serisini neredeyse tek başına geçen LeBron’un yanında hiçbir şey üretemeyen hatta üretmenin yanında ondan beslenemeyen Cavaliers oyuncuları Toronto serisi ile birlikte toparlanmaya başladı. Şampiyonluğa ulaşması içinse hala düzeltilmesi gereken birçok sıkıntısı mevcut Cleveland’ın. Sürpriz Çıkış Yapanlar: Toronto Raptors, Indiana Pacers, Portland Trail Blazers, New Orleans Pelicans, Hayal Kırıklıkları: Memphis Grizzles, Oklahoma City Thunder, San Antonio Spurs


Konferans Yarı Finali Değerlendirmeleri Houston Rockets - Utah Jazz (2 -1) Ricky Rubio’nun sakatlığı ve Utah’ın en güçlü yanı potadan uzaklaştıran savunmasına karşı orta mesafe şutları ve üç sayılık isabetleri ile sonuca giden Houston eşleşme dinamiklerinde çok avantajlı. Deplasmanda kazandığı maçın da avantajını kaybeden Jazz’ın Play-Off’lara veda etmesi muhtemel. Tahmin: Houston Rockets 4-1 Utah Jazz Golden State Warriors – New Orleans Pelicans (2-1) Tempolu oyunun imparatoru olan GSW’ye karşı tempolu oyunla kazanmaya çalışan Pelicans ideal senaryonun oluşmasıyla seride 1 maç kazanmayı başardı. Ancak ikincisinin gelmesi büyük sürpriz olacaktır. Son şampiyon açık ara favori. Tahmin: Golden State Warriors 41 New Orleans Pelicans Toronto Raptors – Cleveland Cavaliers (0-3) 4-0 Toronto da geçse 4-0 Cavaliers da geçse şaşırmayacağımız seride tahminim LeBron’a karşı iddiaya girilmez diyerek 4-2 Cavs şeklinde olmuştu. Ancak LeBron’dan bu kadarını kimse beklemiyordu. Kötü bir seriden gelen Cleveland, birçoklarına göre favori olan Toronto’yu LeBron’un saçma derecede iyi performansıyla süpürmek üzere. Boston Celtics – Philadelphia 76ers (3-0) Gordon Hayward, Jaylen Brown ve Kyrie Irving’in sakatlığı ile birlikte 4-3 kazandığı yorucu seriden gelen Boston, Brad Stevens ile iddiasını korurken karşısında genç ve geniş kadrosu ile doğunun en iyi performans sergileyen Philadelphia vardı. 76ers Simmons liderliğinde oynadığı akıcı oyunu ile favoriydi. Kaan Kural’ın seri öncesi tahmini 4-0 Philadelphia yönündeyken Brad Stevens ve öğrencileri resmen tarih yazdı. Akıcı oyun akmaz, sınırlı hücum

gücü akar oldu. Tahmin: Boston Celtics 4-1 Philadelphia 76ers

NBA Finallerine Giden Yol Houston Rockets – Golden State Warriors Bu sezonun en çok beklenen eşleşmesine yani batı finalinde iki devin çarpışmasına kısa bir süre kaldı. Geçen yılın şampiyonu basketbolun Los Galacticos’u karşısında yılın flaş takımı Houston var. Play-Off’un loser isimleri olan hafızalara kazınan Harden, Paul ve Mike D’Antoni bu sene çok daha agresif geliyor. Curry’nin formunda dönmesiyle artan hücum gücü, yokluğunda oturan savunma kurgusu ve kazanma alışkanlığı ile Golden State bu seride bir boy önde gözüküyor. Kevin Durant’ın savunma ve hücumda damgasını vurmasını beklediğim seride tahminim: Houston Rockets 2-4 Golden State Warriors Boston Celtics – Cleveland Cavaliers Bir tarafta başarılı savunma ve hücum setleri ile en formda aktif koç Brad Stevens, diğer tarafta içinde bulunduğu kaosu tek başına sırtlayan LeBron James var. Kaosu savunmanın zorluğuyla boğuşması muhtemel Brad Stevens kağıt üstünde geride olan kadrosu ile kazanmak istiyorsa LeBron’u kimin savunacağı soru-

suna yanıt bulmak ve bu seride yine şapkadan tavşan çıkarmak zorunda. LeBron’a karşı iddiaya girilmezi tekrar ediyor ve oyumu Cleveland’a atıyorum. Tahmin: Boston Celtics 2-4 Cleveland Cavaliers Şampiyon Tahmini: Golden State Warriors(4-1)

Normal Sezon Ödülleri MVP (En Değerli Oyuncu) Adaylar: James Harden,Lebron James, Anthony Davis Tahmin: James Harden Yılın Çaylağı Adaylar: Ben Simmons, Donovan Mitchell, Jayson Tatum Tahmin: Ben Simmons Yılın Koçu Adaylar: Quin Snyder, Brad Stevens, Dwane Casey Tahmin: Brad Stevens Yılın Savunmacısı Adaylar: Rudy Gobert, Joel Embiid, Draymond Green Tahmin: Rudy Gobert Yılın 6. Adamı Adaylar: Lou Williams, Eric Gordon, Will Barton Tahmin: Lou Williams Yılın En Çok Gelişme Gösteren Oyuncusu Adaylar: Victor Oladipo, Andre Drummond, Clint Capela Tahmin: Victor Oladipo Metin Yiğit İPLİKÇİ —————————–—— yigitiplikci@gmail.com yigitiplikci@ieeeytu.com


YERLİ GEMİ Yerli ve Milli imkanlarla hazırlanmış silahlarla donatılacak İ sınıfı İstanbul Fırkateyn’in inşasının 3 yıl 10 ay içinde tamamlanıp, geminin 2021'de hizmete alınması bekleniyor.

Tasarımı Türk Deniz Kuvvetleri personeli tarafından yapılan, İ sınıfı fırkateynlerin ilk gemisi olan "İstanbul Fırkateyni"nin ilk kaynağı, Milli Savunma Bakanı Fikri Işık ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu tarafından yapıldı. - "Savaş sistemlerini çok büyük oranda yerli olarak üretme gayreti içindeyiz" Milli Savunma Bakanı Işık, su üstü askeri gemi ihtiyaçlarının tamamının yurt içi tersaneleriyle karşılandığını, gelinen aşama itibarıyla Tuzla'daki 7 özel tersanede ve bakanlığa bağlı tersanelerde yürütülen askeri gemi inşaat projelerinin bütçesel büyüklüğünün 5,5 milyar doları aştığını, askeri gemi inşaat sektöründe orta ve uzun vadede gerçekleştirilmesi planlanan fırkateyn, hücumbot, destek gemileri ve süratli bot sınıflarına yönelik projelerle meblağın 12 milyar dolar seviyesine ulaşacağının öngörüldüğünü bildirdi. Bakan Işık, "Halihazırda çeşitli kara, hava platformları ve su üstü

gemilerin tamamını yerli olarak üretebilen savunma sanayimizin, yürütülen kararlı strateji ve politikalar sayesinde orta ve uzun vadede denizaltından uzay platformlarına kadar, ülkemizin savunma ihtiyaçlarını yerli olarak karşılayabilir düzeye ulaşacağına inancım tamdır." diye konuştu. MİLGEM projesinin 5. gemisi "İstanbul’un inşa edilen ilk 4 gemiden edinilen tecrübeler, teknoloji ve tehditlerdeki gelişmelere bağlı olarak harekat manevra fonksiyonlarının geliştirileceği, hava savunma kabiliyetinin arttırılacağı ve geliştirilen milli silah sistemlerinin entegre edileceği modern fırkateynlerin 4 adedinin birincisi olduğuna işaret eden Işık, şöyle konuştu:

"Geminin üzerindeki savaş sistemleri artık geminin maliyetinden çok daha fazla bir meblağ tutuyor. Bu savaş sistemlerini çok büyük oranda yerli olarak üretme gayreti içindeyiz. Büyük mesafeler aldık. Artık Türkiye, elektronik harpte de bir oyuncu haline geldi. Sadece gemi inşa etmiyoruz, bu gemiyle ilgili tüm savaş ve silah sistemleri ve silah sistemlerinin işletimini de yerli imkanlarla yapıyoruz."

Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu ise "Halen hizmette olan Heybeliada ve Büyükada korvetleri ile inşası devam eden Burgazada ve Kınalıada korvetlerinden kazandığımız tecrübe ile dizayn ettiğimiz İstanbul Fırkateyni, Cumhuriyet tarihimizde can vereceğimiz, ilk özgün Türk fırkateyni olacaktır. Bunun kolay başarılmadığını, geminin fiziksel varlığının arkasında yüksek bir kararlılık olduğunu da ifade etmem gerekir" diye konuştu. Bostanoğlu, "İstanbul Fırkateyni, Deniz Kuvvetleri'nin kendine, devletine ve sanayisine duyduğu güvenin somutlaşmış ifadesidir. Fırkateynimiz İstanbul, biz denizcilerin, Cumhuriyet'in ilk yıllarında kıt kaynaklara rağmen şanlı Yavuz'un onarılması ve yurt dışından savaş gemisi alınması için destek sağlayan aziz milletimize olan vefa borcudur. Aslında fırkateynimiz İstanbul, asla vazgeçmediğimiz ve hiç bitmeyecek bir hayalin, hayata geçecek halidir" dedi.


FIRKATEYN Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, İ sınıfı fırkateynin tasarımını, ada sınıfı korvet dizaynını esas alarak yaklaşık 2 yılda tamamladı. İ sınıfı fırkateynlerin boyu ve menzili ada sınıfı korvetlerden daha uzun olacak. İ sınıfı fırkateynler İstanbul'dan Somali veya Yemen'e yakıt ikmali yapmadan ulaşabilecek. Gemiye Dikey Atım Sistemi (DAS) ile su üstü ve hava hedeflerine karşı "Evolved Sea Sparrow Missile" (ESSM) güdümlü mermi atma kabiliyeti kazandırılan fırkateynlerin, ESSM güdümlü mermi entegrasyonuyla hava hedeflerine karşı kullanılabilecek güdümlü mermi sayısı 21'den 64’e, menzili ise 5 kilometreden 18,5 kilometreye çıkartılacak. Fırkateynin inşasının 3 yıl 10 ay içinde tamamlanması, geminin 2021'de hizmete alınması hedefleniyor.

TCG Bayraktar TCG Bayraktar (L-402), tamamen Türkiye’de inşa edilmiş yerli ve milli amfibi tank çıkarma gemisidir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ihtiyacına binaen Mayıs 2008'de yayınlanan iki adet Amfibi Gemi (LST) Tedarik Projesi Teklife Çağrı dosyasına teklif verilmiş, yapılan değerlendirme sonucunda Savunma Sanayii İcra Komitesi tarafından Anadolu Tersanesi(ADİK) ile Savunma Sana-

Kaynakça: msb.gov

yii Müsteşarlığı arasında sözleşme görüşmelerine başlanması kararı verilmiştir. Görüşmeler sonucu sözleşme 16 Haziran 2011 tarihinde imzalanmış ve üretim takvimi 17 Haziran 2013 tarihinde başlamıştır. 3 Ekim 2015'de suya indirilmiştir. MİLGEM MiLGEM - Ada Sınıfı Korvet Projesi Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en önemli projelerinden biri olan Denizaltı Savunma Harbi ve Keşif Karakol Gemisi (MİLGEM) Projesi kapsamında, SSM (Savunma Sanayii Müsteşarlığı) ile STM (Savunma Teknolojileri Mühendislik ve Tic. A.Ş.) arasında; 2006 yılında, "Prototip Gemi Dizayn Hizmetleri ve Platform İnşa ve Donatım Malzeme ve Hizmetlerinin Tedarik Sözleşmesi" imzalanmış, 2007 yılında, Prototip Gemi için ihtiyaç duyulan İkinci ve Üçüncü paket dizayn, inşa ve donatım malzeme ve hizmetlerini de kapsayacak şekilde sözleşme revize edilmiş, 2009 yılında, MİLGEM Dizayn Hizmetleri ve Platform İnşa ve Donatım Malzeme ve Hizmetlerinin Tedarik Sözleşmesi revize edilerek, MİLGEM Projesinin ikinci gemisini de kapsayacak şekilde yeniden imzalanmıştır. SSM ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın ortaya koyduğu vizyon ve kararlı tutum ile gerçekleşen ve Türkiye’nin milli imkanlarının azami oranda kullanıldığı Milli Gemi (MİLGEM) Projesi kapsamında, Türkiye’de ilk defa günümüz teknolojisine uygun, yüksek

Eyüp Erdem ERBİL —————————–—— eyuperdem97@gmail.com

standartlara sahip, komplike bir su üstü harp gemisinin dizayn ve entegrasyonu yerli sanayinin desteği ile milli imkanlar kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Proje kapsamında, STM’ye; gemi dizaynı, klaslama hizmetleri, model deneyleri, ana tahrik sistemi, diğer tüm sistemlerin, geminin inşasında kullanılacak inşa/donatım malzemelerinin ve inşası süresince ihtiyaç duyulacak dizayn dahil, tüm hizmetlerin sağlanması görevleri verilmiştir. Ayrıca, STM resmi olarak MiLGEM’in ihracatı konusunda yetkilendirilmiştir. MİLGEM Projesinde bugün gelinen durum itibarı ile gemi inşa ve donatımında kullanılan malzeme, cihaz ve sistemler değer olarak %70 oranında yerli sanayi imkânları ile karşılanmıştır, bu oran kalem bazında %80 dolaylarındadır. Küçük boyutlu alımlar için 212 firma ile çalışmalar yürütülmüş, hizmet ve materyal tedariki konusunda özel sektör sanayicisi ile toplam 75 firma ile ana sözleşme yapılmış ve yaklaşık 9200 kalem malzeme tedarik edilmiştir. TCG HEYBELİADA (F511) 27 Eylül 2011, İkinci Gemi TCG BÜYÜKADA (F-512) 27 Eylül 2013 tarihinden itibaren hizmete girmiş ve Dz.K.K.lığı bünyesinde görev yapmaya başlamıştır. Üçüncü gemi TCG BURGAZADA (F-513) 18 Haziran 2016, dördüncü gemi TCG KINALIADA (F-514) 03 Temmuz 2017 tarihlerinde deniz indirilmiş olup, halihazırda donatım faaliyetlerine devam edilmektedir.

Altan ÖZTÜRK —————————–—— altanozturk@ieeeytu.com altanozturk97@gmail.com


FALCON HEAVY Elon Musk, Mars'a gitmeyi hayal eden değil, orada ölmeyi isteyen bir girişimci. Servetinin neredeyse tümünü harcamayı göze alarak 2002 yılında SpaceX'i hayata geçirdi. Musk'ın amacı; mevcut roketlere göre üretimi çok daha düşük maliyete gelen, yeniden kullanılabilir bir roket üretmek, aynı zamanda bu roketlerle insanoğlunun geleceğini Mars’a taşımak. SpaceX, 6 Şubat 2018’de test edilen Falcon Heavy isimli roketiyle hem bu hedefler doğrultusunda çok önemli bir kilometre taşını aştı hem de uzay yarışında yeni bir çağ başlattı. Aynı zamanda Falcon Heavy kalkışının ardından dünyanın en güçlü roketi unvanını sahibi oldu. Yapılan en verimli itici roket motoru olan 27 Merlin motorundan güç alan ve üç Falcon 9 roketinin birleşiminden oluşan Falcon Heavy’nin iki itici(booster) roketi dünyaya dikey iniş yaprak başarıyla dönerken ana roket arıza yaşadı ve denize çakıldı. Elon Musk, kalkıştan önce, test uçuşunun riskli olduğunu, başarı ihtimalinin yarı yarıya olduğunu belirtmişti. Gerçekleştirilen test uçuşundan sonra da üçte iki oranının bir başarı olduğunu söyledi. SpaceX şirketinin ürettiği Falcon Heavy isimli roket, ayrıca Musk'ın Tesla Roadster isimli spor arabasını da uzaya taşıdı. Kırmızı spor arabanın sürücü koltuğuna SpaceX uzay giysileri giyen, Starman isimli cansız bir manken oturtuldu. Her ne kadar Tesla Roadster Mars'ın yörüngesine yerleştirilmek istense de Starman’i taşıyan ikinci kademe roket kendi motorunu biraz uzun ateşleyince Starman, Mars yörüngesini aşarak Asteroit Kuşağı çevresinde daha geniş bir yörüngeye girdi. Son olaral Tesla'nın radyosu David Bowie'nin Space Oddity şarkısını çalmaya

Kaynakça: khosann.com

ayarlandı, aracın ön paneline “Don’t Panic” yazılıp bir de “Made by Human” şeklinde bir not da bırakıldı ve torpido gözüne “Otostopçunun Galaksi Rehberi” kitabı yerleştirilirdi.

Peki Falcon Heavy’nin asıl önemine gelecek olursak. Ağır yük roketleri uzaya çok sayıda uydu fırlatarak birim fırlatma maliyetlerini düşürüyor. Ayrıca Falcon Heavy’yi oluşturan üç yeniden kullanılabilir Falcon 9 roketi de maliyetleri azaltacak. Mühendislik harikası olan yeniden kullanılabilen Falcon roketlerin uzay yolculuğuna yeni bir soluk getirdiği yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor. Falcon Heavy aynı zamanda Mars’a uzay aracı gönderebilen en güçlü roket. 70 metre uzunluğunda ve 54 ton ağırlığında olan bu canavar, SpaceX şirketinin en büyük rakibi olan ULA’in Delta IV Heavy roketine

göre iki kattan daha fazla yük taşıyabiliyor. Hem de üretim maliyeti üçte bir olduğu halde. Bizleri daha karşılaşacağımız sayısız heyecan verici gelişmeler bekliyor. Bu gelişmelerden şüphesiz en önemlilerinden biri olan ve tanıklık etme şansına sahip olduğumuz Falcon Heavy’nin uzay macerasındaki yeri başka. Kim, nasıl, ne zaman bizleri atmosferin dışına taşıyacak? Bunu belki şimdi tahmin etmek biraz zor gibi gözükse de şimdilik bize düşen bilet parasını karşılayabilmek için kollarımızı sıvamamız. Unutmayın! Gelecek uzayda…

Sencer KARAKAYA ——————————-karakayasencers@gmail.com


Zeki Müren gibi bir sanatçıdan, olsa da dinlesek dediğimiz güzel bir şarkı fakat asıl konumuz rüyalar. İnsanoğlunun yaşamının nerdeyse üçte birini geçirdiği uyku ve rüyalar üzerine birçok insanüstü ve gizemli anlamlar yüklenmiştir. Eski Yunan mitolojisinde uykunun ‘hypnos’ adlı tanrıça tarafından yönetildiğine inanılmıştır. Hypnos ‘Thanatos’ un yani ölüm tanrıçasının kardeşidir. Hypnos’un bir Yunan adasında bir mağarada yaşadığı, bu mağaranın unutkanlık nehrinin suları altında kaldığını anlatan bir efsane vardır. Uykuda görülen rüya ve fantezileri temsil eden oğulları, Morpheus, Phobetor ve Phantasos’tur. Bütün bu mitolojik özellikler uykunun özelliklerinin kişiselleştirilmiş durumudur. Phobetor rüyalarda görülen kâbusların kişileştirilmiş hali, Morpheus rüyada sürükleyen ve unutmayı sağlayan tanrıçadır. Yunan mitolojisi yanı sıra eski çağda birçok kültür rüyaları gelecekten haber veren yaşantılar olarak görmüştür. Rüya içeriğini oluşturan emosyonlar arasında en sık yaşanan duygu kaygıdır. Erkekler kadınlara göre daha fazla saldırgan içerikli rüyalar görmektedir. Elde edilen

bulgular, yaşamdakine benzer içeriğin rüyalarda sürdüğünü göstermiştir. Rüyaların %10’unda cinsel içerik vardır ve gençlerde daha fazladır. İnsanların %12’si sadece siyah beyaz rüya gördüklerini bildirmiştir (Hall 1990). Bunun yanı sıra sıklıkla kişi kendisini bazı belirli durumlarda görebilir. Bunlar arasında kovalanma, havada uçarken görme, yavaşça koşarken, düşerken, cinsel ilişki kurarken, çıplak halde olma, geç kalma rüyaları, bir sınava hazırlıksız girmek, dişlerinin dökülmesi, ölmüş birini canlı görme, kaza geçirme, sağlık durumu bozulması ve hastalık rüyaları sayılabilir. Görme engelli insanlarda rüya görür. Doğumdan sonra görme yetilerini kaybetmiş insanlar da rüyalarında objeleri görebilirler. Doğuştan görme engelli insanlar ise rüyalarında görüntü görmek yerine sesleri duyar, kokuları koklar ve temasla göremedikleri nesnelere dokunurlar. Rüyalarda daha önce gördüğünüz yüzleri görebilirsiniz. Rüyalarda en çok tecrübe edilen duygu endişe/kaygıdır. Gelecekten haber veren rüyalar: Yapılan araştırmalar insanların yüzde 18 ila yüzde 38’nin rüyalarında ‘geleceğe ilişkin’ veriler taşıyan imgeler gördüğünü, yüzde

70’ininse ‘déjà vu’ yaşadığını gösteriyor. Rüyalarda geleceğin görülebileceğine inanan insanların oranıysa araştırmaya bağlı olarak yüzde 63 ile yüzde 98 arasında değişiyor. Rüyalar tarihteki birçok icadın ve büyük girişimin kökeni olmuştur. Rüyalar insanlar üzerindeki etkisiyle bilime ve sanata da katkı sağlamıştır ve bunun birçok örneği mevcuttur. Örneğin; Stephenie Meyer Alacakaranlık’ı yazarken kendi rüyasından etkilenmiştir (kitabın 13’üncü bölümü). Uyandığında gördüğü ilginç rüyayı hemen not eden ve daha önce herhangi bir şekilde hiç kitap yazmamış biri olan Meyer, 3 ay sonra bu rüya ile 600 sayfalık bir roman yazdı ve çok satanlar listelerinden uzunca bir süre ayrılmadı. İnsanlar yetişkinlik dönemlerinde çocukluk dönemlerine göre daha kısa rüyalar görürler. 2 yaşından sonra rüya görmeye başlayan çocukların gördüğü rüyaların %40’ı kabuslardır ve çoğunluğu hayvanlarla ilgilidir. Çocuk zihni özellikle 7 yaşına kadar gerçek ve hayal arasındaki farkı ayırt edemediği için rüyalarında gördüklerini gerçek zannederler. Bu nedenle korkuları daha da artar. Uyumak istememe durumu oluşabilir. Talat ATAÇ —————————–—— talatatac@gmail.com


Terraforming, dünyalaştırma ya da yeryüzü şekillendirme, bir gezegenin ya da uydusunun koşullarını dünyaya benzetme, yani insanların yaşayabilmesi için uygun hâle getirme sürecine verilen addır. Bilim kurgu sevenlerinin karşısına çokça çıkan, dünyalaştırma tam tercümesiyle “ Dünya şekline büründürme ” olan bu İngilizce kelime ilk olarak Jack Williamson’un yazdığı bir bilimkurgu öyküsüyle ortaya çıkmıştır. Bir gezegeni dünya şekline büründürme yani benzetme fikri ise “A Day in Parisian in the 21th Century” isimli, Ay’a atmosfer kazandırdığı, bitki türlerini yetiştirdiği ve tehlikede olan türlere ev sahipliği yaptırdığı hikâyesiyle Octave Beliard tarafından ortaya atılmıştır. Öte yandan bilim kurgu sevenlerinin öyküler, romanlar ve filmlerde görmeye alıştığı bu kavram her geçen gün kurgu olmaktan çıkmakta. Peki, neden insanoğlu farklı bir gezegeni yaşanabilir hale getirme düşüncesine ihtiyaç duyuyor?

Bu soruyu fazla zorlanmadan cevaplayabildiğinize eminim. Giderek hızlı şekilde gelişen sanayi, Dünya’nın aynı hızla kirlenmesini beraberinde getirmektedir. Fabrikaların atıkları, ormanların tahribi, atmosfere salınan zehirli gazlar Dünyanın dengesini her geçen gün bozmakta. Su kirliliği, hava kirliliği, atmosferdeki ozon tabakasının zayıflaması zararlarını göstermeye başladı bile. Küresel iklim değişiklikleri, asit yağmurları, kuruyan göller, nesli tükenen canlılar, kuraklık, doğal felaketler ve hızlı nüfus artışı bize yakın zamanda Dünyanın yaşanılamayacak bir yer olacağını gösteriyor. Bütün bunları düşününce insanoğlunun bir gezegenin çevresel yapıyı değiştirebileceğini kötü bir yoldan öğrendiğimizi fark edebilirsiniz. Eskiden sadece bilimkurgu olsa da, bugün küresel ısınmaya sebep olmamız bile bir gezegenin doğasına, atmosferine etki edebileceğimizin bir kanıtı. Bu da farklı bir gezegeni yaşanabilir hala getirebileceğimizi göstermekte bana kalırsa.

Dünya’yı terk etmek zorunda kalırsak nereye gideceğiz? Bilim insanlarının üzerine en çok çalıştığı soru bu olsa gerek. Dünyalaştırmaya aday gösterilen gezegenler Mars, Venüs, Jüpiter’in uyduları Ganymede, Callisto, Europa ve Satürn’ün uydusu olan Titan olarak dile getirilmekte. Bilim insanları dünyalaştırma için yoğun olarak Mars üzerinde çalışmalarını sürdürmekteler. Dünyalaştırma çalışmaları için Mars’a çok sayıda insansız uzay aracı gönderildi ve bu araçların birçoğu hala aktif olarak görevlerine devam etmekteler. Son olarak NASA tarafından tasarlanan ve 5 Mayıs 2018’de Kızıl Gezegen’e yolculuğuna başlayan Insight adlı jeolojik tarama aracının bugüne kadar cevabını bulamadığımız birçok soruya yanıt vereceği düşünülüyor. Her gün bu gezegenle ilgili yeni bilgiler edinmekteyiz. Dünya’yı terk etmek zorunda kalırsak ilk seçeneğimiz Mars olacak gibi.Güneş Sistemi’nde insanların yerleşmesine en uygun gezegen neden Mars?


Her ne kadar Venüs’te yerçekimi Dünya’nın yüzde doksanı olsa ve kalın atmosferi sayesinde ozon tabakasına gerek kalmadan zararlı güneş ışınlarını engellese de. Mars, hayata sıcaklığın ekstrem seviyelere ulaşabildiği Venüs’ten çok daha elverişli. Mars’ta yaz aylarında ekvatorda yüzey sıcaklığı 23 dereceye erişiyor ve Venüs’ün tersine hem yüzeyinde hem de yeraltında su buzu bulundurduğu düşünülüyor. Her ne kadar Mars güneş sistemindeki ilk seçeneğimiz desek de önümüzde aşmamız gereken sorunlar ve kat etmemiz gereken uzun bir süreç var. İlk aşama olarak su kaynağı problemini aşmak için Mars’ın kutuplarının hidrojen bombasıyla patlatılması bununla oluşan sera etkisiyle sıcaklıklarda yükselme ve su kaynağında artış sağlanması planlanıyor. Edward N. Lorenz, kelebek etkisiyle ilgili verdiği bir örnekteki gibi “Amazon Ormanları’nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD’de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması,

Dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir.” hidrojen bombalarının sadece bir kelebeğin kanat çırpışı olduğunu ve Mars’ta bir dizi olayın tetikleyicisi olacağı düşünmekte fayda var. Dünyalaştırma kulağınıza kolay bir kavram gibi geldiyse de. Unutmamanız gereken küçük bir detay daha var. Texas Tech Üniversitesi'nden Prof. Dr. Sankar Chatterjee'nin yayımladığı bir makalede yer verdiği gibi "Dünya 4,5 milyar yıl önce oluştuğunda, yaşam için uygun olmayan bir çevreye sahipti. Akıl almaz miktarda volkan patlamalarının olduğu, sadece meteor yağmurlarından oluşan günlerin geçtiği, sıcak ve ölümcül gazların yükseldiği bir gezegendi. Bundan 1 milyar yıl kadar sonra ise, tüm canlıların atası olacak olan mikrobik yaşamın filizlenebileceği sulu bir ortam halini almıştı." Buradan da anlayabileceğiniz gibi bir gezeni dünyalaştırmamız oldukça uzun ve zor bir süreç. Zorluklar bununla da bitmiyor işin içinde insan olunca göz ardı etmememiz ge-

reken insan biyolojisi ve fizyolojisi işin içine giriyor. Uzaya çıkanlarda baş dönmesi, mide bulantısı, kusma gibi ani birçok semptom gözlenebiliyor. Uzay tutması denen bu olayın deniz tutmasından bir farkı yok aslında, asıl sorunlar uzayda uzun süre kalındığında kas zayıflığı ve denge kayıplarıyla beraber ortaya çıkmaya başlıyor. Bu da Dünya’dan Mars’a doğru gerçekleştirilecek olası insanlı bir yolculuğun insanlar üzerinde birçok etkisi olacağını ve yolculuk için bile çözülmesi gereken yüzlerce problemin olduğunu gözler önüne seriyor. Şu an için her ne kadar zor görünse de dünyalaştırma kelimesinin sadece bilim kurguya ait bir kelime olarak kalmaması ve kurgu olmaktan çıkıp bilim insanlarının üzerine çalıştığı bir konu olması insanoğlunun hayal ettiklerini gerçekleştirebilecek güce sahip olduğunun bir göstergesi. Albert Einstein söylediği gibi “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere.” Mehmet KARABULUT —————————–—— mehmetkarabulut@ieeeytu.com


AHMET ÜMİT

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız? 1960’ta Gaziantep’te doğdum. 1982’den beri edebiyatla uğraşıyorum. 26 kitap yayınladım. 26 farklı dilde 70’e yakın kitabım yayınlandı. Yazarlık yaparak hayatımı kazanıyorum. , Neden yazarlığa yöneldiniz? Çünkü mesleğim çok sıkıcıydı. Ya kaymakam olacaktım ya banka müdürü olacaktım, yapanlara saygı duyarım ama benim nefret ettiğim işler, sıkıntılı işler. Bir de insan hayattan sıkılıyor, gençken güzel gelse de sonradan sıkılıyorsun. Yazdığım zaman çok eğlenceli geliyordu bana hayattan kaçıyordum. O nedenle yazmaya başladım. Yazdıkça çok mutlu oluyordum. Beni mutlu eden bir uğraştı yazı. Böylece o mesleği yapmaya, yazar olmaya karar verdim. Peki bu kararınıza aileniz herhangi bir tepki gösterdi mi? Tabi gösterdi. “Oğlum aç kalırsın. Git banka müdürü ol. Ne işin var yazarlıkla?” dediler. Sonra onlar da ikna oldu. Bu kadar çok tanınan bir yazar olunca mutlu

oldular. Yazar olmaya karar verdiğinizde rol model olarak benimsediğiniz isim ya da isimler var mıydı? Bir sürü isim vardı. Nazım Hikmet, Orhan Kemal, Sait Faik, Dostoyevski, Shakespeare, Jack London… Hepsi çok değerli insanlardı benim için ama “ben onlar gibi olabilir miyim?” düşüncesi aklımın ucundan geçmiyordu sadece yazamaya çalışıyordum. Türkiye’de ve Dünya’da tanınan bir yazar olacağım aklımın ucundan bile geçmiyordu. Yazmayı seviyordum ve yazıyordum. Ünlü olma hedefim yoktu yazıyı sevdiğim için yazıyordum. Aramızda sizin gibi yazmak, yazar olmak isteyen arkadaşlarımız var. Onlara ne tavsiye edersiniz? İnat etmeleri lazım. Çünkü “yazar olacağım” deyince çevreniz yazdıklarınızı küçümserler ve kendinizi kanıtlayıncaya kadar sizi ciddiye almazlar. O nedenle yazar olmak isteyen insanların ilk olarak inatçı olmaları lazım. İkincisi temel edebiyatı çok iyi

bilmeleri lazım. Üçüncüsü sanatı bilmeleri lazım. Dördüncüsü felsefe bilmeleri lazım. Beşincisi psikoloji bilmeleri lazım. Altıncısı çok çalışması lazım. Bunların hepsini sağladıktan sonra yeteneği de varsa olur. Size göre başarınızın sırrı nedir? En beğendiğiniz ve en eleştirdiğiniz noktalarınız neler? Eğer sanattan söz ediyorsak, bence başarının sırrı yetenek. Fakat yetenek de tek başına yetmiyor çok çalışmak lazım ve doğruyu seçmeniz lazım. Yani neyi yazmayı seviyorsanız onu yazacaksınız. Sevmediğiniz bir şeyi yazmayın. Sanat doğrudan sevmektir. Bu yüzden genellikle polisiye yazıyorum. Başka şeyler de yazdım ama polisiye yazmayı çok seviyorum. Yazarken o heyecanı yaşıyorum. O dünyaya giriyorum ve bu bana büyük heyecan veriyor. En eleştirdiğim noktaya gelirsek. Çok aceleci ve sabırsız bir insanım. O tarafımı sevmiyorum. Yaşlanınca biraz törpülendi ama her şey hemen olsun istiyorum.


Hayatınızda iyi ki yapmışım ya da keşke yapmasaydım dediğiniz şeyler var mı? Binlerce var. Keşke yapmasaydım dediğim çok fazla olay var ama maalesef olay geçiyor ve bazen çok ağır yaralar bırakıyor. Sonra pişmanlık duyuyorsunuz ve tekrar etmemeye çalışıyorsunuz. İyi ki yapmışım dediğim de çok olay var ama tek tek söyleyebileceğim özel bir şey yok. Kendinize olan inancınızı kaybettiğinizde sizi motive eden şey nedir? Kendime olan inancımı kaybettiğim zaman o kadar da önemli biri olmadığımı düşünüyorum. Dünya ben olmadan da idare edebilir, yanlışlarım o kadar da belirleyici değil. Hayatın akışına, doğaya, öteki canlılara saygı duyarım onlara bakarım ve tekrar işime dönerim. Kendimi çok önemli gördüğüm zamanlar, abarttığım zamanlar mutsuzluğa en yakın olduğum zamanlardır. Kendimi sıradan bir insan olarak gördüğüm zamanlar da mutluluğa en yakın olduğum zamanlardır. O yüzden bu tip anlarda kendimi sıradan biri gibi hisseder ve toparlarım.

Hayat felsefenizi hangi slogan özetler? Her şey geçicidir. Sen de geçicisin. Bugünün tadını çıkar. Güzel yaşa. İyi yaşa. Anlamlı yaşa. Biz bir teknoloji ve bilim dergisiyiz. Sizin teknoloji ve bilimle aranız nasıldır? Teknoloji ve bilime çok büyük Ahmet Burak AYDIN —————————–—— ahmetburakaydin@ieeeytu.com brkaydn1864@gmail.com

saygı duyarım. Fakat teknoloji ve bilim her seferinde kendini tashih ederek ilerler. Yaptığım şey yanlıştır o yanlışın üstüne yenisini kurar. Bir bakarız yüzlerce yıl kullanılan bir tekniğin inanılmaz yanlış olduğunu görürüz ama bu da önemli bir şeydir. Çünkü o teknik üzerine yeni şeyler kurulur. O nedenle bilimin değişkenliğine ve kendisine çok büyük saygı duyarım. İlerlemede çok önemli bir işlevi vardır. Kendi romanlarımda da kullanırım bilimi. Kriminalistik ve kriminoloji bilimleri başta olmak üzere değişik bilimleri kullanırım. Kullanmaya da devam ederim. O nedenle eğer bilim ve teknoloji olmasaydı ilerleme olmazdı. Fakat insanlık bilim ve teknolojiyi kavrayıp yönetebilecek, onun zararlarını engelleyecek ahlak ve etik yaratmalıdır. Hobileriniz var mıdır? Özel hobilerim yok. Yani şunu yaparsam iyi olur gibi bir şeyim yok. Sadece ofiste bir Beta Balı-

Mehmet KARABULUT —————————–—— mehmetkarabulut@ieeeytu.com

ğım var ismi Poseidon. Onu çok severim. Çiçekleri ve gezmeyi de seviyorum. En korktuğunuz şey nedir? Savaş. Dünyanın yok olması. Peki bir zaman makinanız olsaydı hangi zaman dilimine gitmek isterdiniz? Bugün iyi. Bugünde kalmak isterim. En sevdiğiniz kitabınız hangisi? Masal masal içinde. Çünkü o kitaptaki masallar annemin masalları. O yüzden bende yeri özel. İzlemekten en keyif aldığınız film nedir? Kazablanka ve Ah Güzel İstanbul’u çok seviyorum. Diğer sanat dallarından hangisine ilgi duyuyorsunuz? Sinema. En çok sinemaya ilgi duyuyorum. Çok da seviyorum sinemayı. Senaryolar da yazdım. Bir iş adamı çıkıp “birkaç milyon doları çöğe atacağım.” derse film de çekerim.

Selin ÇETE —————————–—— selincete@ieeeytu.com selincete94@gmail.com

Yonca PEHLİVAN —————————–—— yoncapehlivan@ieeeytu.com yoncapehlivan@gmail.com


Son dönemde teknolojinin hızlı ilerleyişinden olsa gerek, günlük hayatımızdaki değişimlerin de hızı oldukça artmış durumda. Bu değişim hızı öylesine arttı ki artık baş döndüren boyutlardayız desek öyle zannediyorum ki yanılıyor olmayız. Hayatımızdaki her şey çok hızlı bir değişim halinde, uzun süreçlerde edindiğimiz alışkanlıklarımız, fikirlerimiz, ideolojilerimiz, hayat görüşlerimiz inanılmaz bir yenilenme içerisinde. Hızlı değişimden kaynaklı her şeyden çok çabuk sıkılır bir hal aldık. İnsan olmanın fıtratı gereği artık bu hızlı değişimden de “sıkıldık”. Hızlı değişim ister istemez insanlığı ‘maddeci’ düşünmeye itiyor. Mânâ yavaş yavaş kayboluyor. İnsan olarak beden ve ruhtan oluşmuş bir varlık olduğumuz aşikâr. Maddeyi düşünerek bedenimizi besliyoruz, peki ya ruhumuz? Ruhu beslemek bedeni beslemekten çok daha zordur. Çünkü ruh açlığını anında hissettirir. Hareketlerimizle hissettirir, bakışlarımızla hissettirir, enerjimizle hissettirir, ne yapar eder kendi açlığını bir şekilde gün yüzüne çıkarır. “Değişimden sıkılma” olarak belirttiğim husus işte tam olarak ruhun açlığının gün yüzüne çıkışıdır. Tam bu noktada, artık değişmeyeni arıyoruz. Yani “edebi” olanı. Öyle şanslıyız ki hem edebi yani sonsuz olup hem de ruhu olan, yaşayan bir hazineye sahibiz. Aynı zaman da öyle şanssızız ki “Paha biçilemez hazineler üzerinde yayılan inekler gibiyiz”.

Nabi’den Baki’ye, Avni’den Nefi’ye eşsiz bir birikimimiz var. Bir özümüz, bir ruhumuz var. Gelin beraber bakalım bu ruha; İnsanız, seviyoruz, aşık oluyoruz. Peki bunu ne kadar güzel ifade edebiliyoruz? Şöyle bir düşünün… Yenişehirli Avni Bey şöyle ifade etmiş; Sanmam taleb-i devletü cah etmeğe geldik Biz aleme bir yar için âh etmeğe geldik. Muazzam bir söyleyiş ile şair diyor ki: Bu âleme, bu dünyaya zannetmeyin ki makam, mevki, para elde etmek için geldik. Biz bu dünyaya yar için ah etmeye geldik… Bazen üzülüyoruz, sitemde bulunuyoruz. Bakalım Çorlulu Ali Paşa’nın aldığı bir kararla evini yıktırdığı “Şair Nâbî” nasıl bir sitemde bulunmuş; Top-ı âh-ı inkisara pây-dâr olmaz yine Kişver-i câhın nice sengin hisarın görmüşüz (Gönlü kırık olanın attığı bir ah topunun nice büyük sultanların muhkem kalelerinin yıkıldığını biliriz.) Kâse-i deryüzeye tedbil olur cam-ı murad Biz bu bezmin Nâbiya çok bâdehârın görmüşüz (O elindeki -gururla kaldırıp- içtiğin kadeh var ya, gün gelir de dilenci çanağına döner; benzerlerini çok gördük.) Nabi’nin sözlerinde hem kendisine teselli hem de karşı tarafı tabiri caizse dumura uğratma var. Çorlulu Ali Paşa olsak bir çoğumuz bu dizelerden sonra afallayıp çoktan kararı geri almıştık bile. Nitekim dönemin Avrupalılarının kendisine takmış olduğu “Muhteşem” lakaplı devrin en büyük hükümdarı Kanuni bir başka deyişle “Muhibbi” kendisi gibi şair olan Baki’yi sürgün etmek için şu

dizeleri yazmış; Baki bed/Azm-i Bülend/ Bursa’ya red/ Nefy-i Ebed (Baki kötü adam/ Yüksek iradem odur ki/Bursa’ya gönderilsin/Bir daha gözüm görmesin) Devrinin cihan sultanı, devrin şiir sultanına çarpınca cevap yine aynı tondan olmuş N’ola kim nefyi ebed azm-i bülend olsa ey Baki Bilesin ki cihan mülkü değil Süleyman’ a baki Şeha! Azminde isbat-ı tehevvür eyledin amma Buna çarh-ı güher dirler, ne sen baki ne ben baki (Üzme kendini sultanın yüksek kararı sürgün olsa da Bu dünya Hz. Süleyman’a kalmadı adaşı da olsa buna mı kalacak Padişahım gazabınız pek sarih biçimde görülüyor amma Unutmayın ki bu dünya fani bana kalmadığı gibi size de kalmaz.) Dizeler hünkara iletildiği an karardan vazgeçilir! Kimi zaman seviyoruz kavuşamıyoruz, çağ açıp çağ kapatan Fatih, şairane tabirle “Avni” bunu nasıl tabir etmiş hep beraber okuyalım; “Kesmezem ağyar cevri ile canandan ümid Kim kesilmez havf-ı şeytan ile imandan ümid” Ağyar: Yabancı, dost olmayan Cevr: Sıkıntı Havf: Korku Ellerden korkup, düşmandan çekinip sevgiliden vaz mı geçeceğiz? Şeytanın bin bir türlü hilesinden korkup imandan vazgeçilir mi hiç Sonuç olarak baktığımızda benzer yaşanmışlıklarda aynı mesajları verme şeklimiz günümüzde ne kadar ruhunu kaybetmiş değil mi? Öyle zannediyorum ki ruhumuzu doyurmak için ihtiyacımız olan, “Teknolojiye bi’ çay molası vermek!” Esen kalın… Burak ZOBAR ——————————-burakzobar@ieeeytu.com burak.zobar@gmail.com


“Amatör Ruhla Yapılan Profesyonel İşler!” sloganı ile 17 yıl önce kurulan, yaptığı etkinlik ve teknik çalışmalarla adından sıkça bahsedilen ve benim de gönüllülük faaliyeti olarak başladığım IEEE YTÜ Öğrenci Kulübü’nde aktif üyelikten Yönetim Kurulu’na kadar uzanan süreçte en büyük kazanımım şüphesiz tecrübe, deneyim ve samimi dostluklardır.

Bir gönüllülük faaliyeti dedim çünkü yaptığım hiçbir çalışma ve faaliyette zorunluluğum yoktu. Yaptığım çalışmalar kendi isteğim ile yaptığım somut işlerdir. İdari Kurul ve Yönetim Kurulu’nda bulunduğum süreç ise çok daha farklı çok daha yoğun bir dönem oldu. Elbette bundan sonra gönüllülüğün yanında sorumluluk ile hareket etme bilincini de getirmiştir. Görev sonrası başarı işte bu farkındalık ile gelir. Ekip ile beraber hareket etme, kararları ortak alma ve alınan karara bağlı olma, başa-

rıya en başından beri inanma ve bunun için elinden geleni yapma şüphesiz bu kulübün şiarıdır. Sürekli gelişen ve globalleşen bu çağda ekip olarak çalışmak mecburiyetindeyiz. Elbette bunun için disiplin ve ciddiyet şarttır. Kulüp yapılanması içerisinde göreviniz ne olursa olsun her zaman insan ilişkileri önemlidir. Sürekli diyalog ve iletişim halinde olunan bu süreçte zarafet ve kibarlık içinde hareket etmek çok önemlidir. Gerek sponsorluk görüşmesinde gerekse aktif üye ile ilişkimizde her zaman bu duruma dikkat etmemiz gerektir. Mühendislik sadece teknik bir kelime değildir. Tüm bu dediklerim elbette mühendisliği daha anlamlı ve faydalı kılan esaslardır. İş hayatına başlamadan önce IEEE YTÜ ile bu esasları tecrübe etmiş oluyoruz. Mühendisliğin aslında bir yönetim olduğunu üniversite

içerisinde görmek, inanıyorum ki, bizim için büyük bir deneyimdir. Yine IEEE YTÜ ile sektörü tanımak çok önemlidir. Çünkü “Sadece Derse Girerek Mühendis Olunmaz!”

Bir emanet olarak aldığımız görevleri teslim etmeden; yeni gelen arkadaşlarımızın her şeyden önce aldıkları görevin ne olduğuna bakmadan layıkıyla yapmalarını, yapılanma içinde kulüpçülüğü esas almalarını ve her işini açık ve şeffaf bir şekilde tamamlamalarını onlardan rica ediyorum. Bundan 5 yıl hatta 10 yıl sonra, şimdiki yıllarımıza baktığımızda yüzümüzde tebessümün oluşması için bu esaslara dikkat etmek gerektir. Çünkü bu kulüp ve bu kulübe emek vermiş kişiler hep var olacaktır. Ahmet YAPRAK —————————–—— ahmetyaprak@ieeeytu.com ahmetyprk.ytu@gmail.com


Uzayda, dünyadan gönderilen yaklaşık 3500 adet uydu vardır. Bu uyduların pek çok görevi vardır. -Haberleşme uyduları dünyadaki verici antenlerden gelen radyo dalgalarını alır, güçlendirir ve dünyadaki alıcı istasyonlara gönderir.

-Askeri alanda kullanılan casus uydular, ülke topraklarını gözlem amaçlı kullanılırlar. -Sivil alanda radyo ve televizyon uyduları olarak kullanılmaktadırlar. -Seyir uyduları, bir geminin bulunduğu yeri tespite yarar. Gemiden ya da uçaktan gönderilen radyo dalgalarını değerlendirir ve saniyenin birkaç binde biri kadar kısa zamanda cevap verir. -Meteoroloji uyduları, televizyon alıcıları ve tespit bantlarına sahip-

tir. Uydu, yeryüzünün ve bulutların durumunu bantlara alır, istenilen zamanda televizyon alıcıları aracılığı ile yeryüzüne gönderir. Kasırga, tayfunlar ve fırtınalar gibi atmosferik olayları önceden tespit etmeye yararlar. -Uyduların yapılışındaki başlıca amaç, başlangıçta yüksek atmosferin ve dış atmosferin keşfi olmuştur. Göktaşları, kozmik ışınlar, elektromanyetik alanlar, güneş ışınlarının etkisi, atmosferin yüksek tabakalarının birleşimi, gezegenler ve uyduların yapısı, ısı dereceleri, uzaydan gelen ışınımların dereceleri ve uzayda yaşama şartları gibi bilimsel konuları incelemek için yollanan suni peyklerin yapıları da bu amaçlara göre değişmektedir. Bunların sağlıklı şekilde yapılabilmesi için uyduların yörüngelerinde sabit durmaları gerekir. Uyduların yörüngelerindeki sürtünme miktarı küçük olsa da uydunun yörüngede durması için gerekli olan hızda sabit kalmasını engeller. Uydulardaki itki sistemleri, sürtünme kuvvetinin etkisine ters bir kuvvet yaratarak uydunun hızının gerekli seviyede kalmasını sağlar.

Günümüzdeki uydularda itki sistemleri olarak iyon motoru, manyetik sabitleyiciler, katı-sıvı yakıtlı itki motorları, jiroskop ve gaz püskürtme sistemleri gibi mekanizmalar kullanılır. İyon motorları, yeni gelişmekte olan bir teknolojidir. İyon motoru, elektrik iyonlarını hızlandırarak itme oluşturur. İyon motorları, momentum korunmasına uygun olarak itme oluşturmak için iyon hüzmelerini kullanırlar. İyonları hızlandırma yöntemi değişir, ancak tüm tasarımlar iyonların yük/kütle oranından yararlanır. Bu oran, nispeten küçük potansiyel farklılıkların yüksek egzoz hızları oluşturabileceği anlamına gelir. Bu, gerekli olan reaksiyon kütlesi veya itici madde miktarını azaltır, ancak kimyasal roketlere kıyasla gereken özgül güç miktarını artırır. İyon motorları bu nedenle yüksek özgül dürtülere ulaşabilmektedir. Düşük itiş gücünün dezavantajı düşük hızlanmadır çünkü elektrik güç ünitesinin kütlesi doğrudan güç miktarı ile ilişkilidir. Bu düşük itki, iyon motorlarını uzay aracını yörüngeye fırlatmak için uygun hale getirmez, ancak uzay içi tahrik için etkilidir. İyon iticileri için güç kaynakları genellikle elektrikli güneş panelleridir, ancak Güneş'ten uzak mesafelerde nükleer güç kullanılır. Her iki durumda, güç kaynağı kütlesi tedarik edilebilen en yüksek güçle orantılıdır ve her ikisi de bu uygulama için enerjiye neredeyse hiçbir sınırlama getirmez.


İyon iticileri genellikle kimyasal roketlere göre daha az yakıt kullanırlar. Çünkü daha yüksek gaz/ madde çıkış hızına sahiptirler. Daha yüksek bir özgül itici kuvvet ile çalışırlar. Birim yakıttan alınan verim çok yüksektir. Sınırlı elektrik gücü sebebiyle itki miktarı kimyasal roketlere oranla daha zayıftır, ancak iyon itki sistemi bu küçük itkiyi uzun bir süre sağlayabilir. İyon motorları itki sistemi, uzun sürelerde yüksek hızlara erişebilirler ve bu yüzden derin uzay görevlerinde kimyasal roketlere göre daha iyi çalışabilirler. Aynı yakıta sahip bir kimyasal roket ve iyon motoru düşünelim: İyon motoru bir roket gibi dünyadan yükselecek itiş gücünü üretemez. Ama sürtünmesiz ortamda bir aracı saatte 0’dan 60 kilometreye ikidört gün arasında çıkartır. Bu hızlanma, günlük hayatta kullandığımız araçlara göre çok yavaştır. Bir kimyasal roket ise bunu saniyeler içinde yapar ve bütün yakıtını birkaç dakika içinde tükettiğinde sürati saatte binlerce, hatta on binlerce kilometre üzerine çıkmıştır. Ancak iyon motoru çalışmaya devam edip aracı yavaş ama istikrarlı biçimde hızlandırır. Bir iyon motoruyla yakıtı tüketmesi yıllar sürebilir ve yakıt tükendiğinde aracın hızı saatte yüz binlerce kilometreye ulaşmış olabilir. Bu denli yüksek hıza kimyasal bir roketle ulaşmak neredeyse imkansızdır. Bu şekilde karşılaştırmalar yaptığımızda görüyoruz ki iyon iticileri uzaya roket fırlatacak güce sahip değildir. Ancak uzun vadede, uzay boşluğunda çalıştırıldığında çok daha yüksek hızlar elde edebilir. İyon motorları elektrostatik, elektrotermal veya elektromanyetik türde olabilirler. Bu türler iyonları hızlandırma yöntemine göre değiKaynakça: gorevlerinelerdir.blogspot.com kokpit.aero kozmikanafor.com

şir. 1)Elektrostatik iyon motorları: İyonları hızlandırmak için Coulomb kuvveti kullanılır. İyonlar elektrik alan yönünde hızlandırılır. Bu tasarımlar elektrostatik kuvvetler ile iyonları hızlandırmak için yüksek voltajlı ızgara elektrotları kullanır. İki yüksek akım verilmiş ızgaranın arasındaki minik deliklerde oluşturulan elektrik alanda hızlandırılan iyonlar itilir. Bu sayede iyon motorları çalışmış olur. 2)Elektrotermal İyon Motorları: Bu tür motorlar plazma ile yakıtı ısıtır, ısınan yakıtın enerjisi bir püskürtücüde kinetik enerjiye dönüştürülerek itki sağlar. Yakıt olarak kullanılan gaza aktarılan termal enerji sonrasında gaz/tepki kütlesi çıkışı işlevi gören ve katı malzemeden yapılmış ya da manyetik alanlardan oluşan bir nozul (püskürtme çıkışı) tarafından kinetik enerjiye dönüştürülür. Molekül ağırlıkları düşük olan hidrojen, helyum veya amonyak gibi gazlar bu tür sistemlerde yakıt olarak tercih edilmektedir. Elektrotermal motor, gazın ısısını gazın moleküllerinin çizgisel hareketine dönüştürmek için bir püskürtme çıkışı kullandığı için, ısıyı üreten enerji dış bir kaynaktan gelmesine rağmen, gerçek bir roket olarak

kabul edilir. Resistojet denen alt modelleri alçak dünya yörüngesindeki uydularda kullanılmaktadır. 3)Elektromanyetik İyon Motorları: İyonları hareket ettirmek için Lorentz kuvvetini kullanırlar. Bu tarz itki sistemlerinde ise temel amaç elektromanyetik alan yardımı ile yakıttan plazma üretip, bu plazmadan itki oluşturmaktır. Plazma oluşturmak için yakıt iyonizasyona uğrar. Daha sonra oluşturulan manyetik alan yardımı ile bu plazma hızlandırılır ve itki oluşturulmaya çalışılır. Bu konuda en çok çalışma yapılan iticiler ise manyetoplazmadinamik iticilerdir. Elektromanyetik iyon motorları hala geliştirilmekte olan bir teknolojidir.

Ecem SON —————————–—— ecemson@ieeeytu.com ecemson97@gmail.com


SİNESTEZİ

Bir matematik problemi çözerken bölen ile bölüneni farklı renklerde görseniz nasıl olurdu? Sayılar ve harflerin renkleri bir anda değişebilir. Takvime baktığınızda ocak ile şubatın birbirinin yanında değil de arkasında görünebilir. Bu tür şeyler biz sıradan insanlar için tuhaf görünebilir ama bazı insanlar daha farklıdır. Sinestezik bireylerin algıları bizden daha farklıdır. Onlar dünyayı bazen daha renkli, bazen farklı boyutlarda görürler. Bazıları kızdığında kulaklarında bir ses duyarlar. Şimdi onların dünyasına bir göz atalım. Sinestezi, kelime anlamıyla Yunancadaki sin, yani "birlikte" ile aisthesis yani "his/duygu" kelimelerinden türetilmiştir. Anlaşılabileceği gibi, duyuların birlikte algılanması veya birbirine karışması durumu olarak tanımlanır. Nörolojik bir sorundur ve en temel tanımıyla, asıl algısal ya da duyusal bir sinir yolağının, istemsiz ve olağandışı bir şekilde ikincil bir duyusal ya da algısal sinir yolağını aktive etmesiyle tanımlanır. Sinestezi, ilk tanımlamalara göre ortalama olarak her 20.000 bireyden birinde görülmektedir. Ancak sonradan yapılan bazı diğer çalışmalar, bunun çok daha sık olabileceğini ortaya koymaktadır. Örneğin bir araştırmaya göre her 23 bireyden birinde bir tür sinestezi bulunurken, her 90 bireyden birinde az sonra değineceğimiz grafem-renk türü sinestezi görülmek-

Kaynakça: sinirbilim.org bilgiustam.com onedio.com

tedir. Dolayısıyla beyin, sandığımızdan daha sık hata yapmaktadır. Her ne kadar günümüzde 60'tan fazla sinestezi çeşidi tanımlanmışsa da ve bunlar, birçok farklı şekilde gruplandırılabilecek olsa da, en kısa haliyle biz bunları 2 ana başlıkta toplayabiliriz: İlki “idiyopatik" olarak isimlendirilen, sebebi bilinmeyen ve çoğunlukla geçici olan sinestezidir. Bu, her 25.000 kişiden birinde görülen, oldukça ender bir durumdur. Kafaya alınan darbeler, bir takım sinirsel kimyasalların kullanımını engelleyerek geçici sinestezik durumlara neden olabilir. Bir süre sonra bu durum kendiliğinden geçer ve kişi normal haline döner. İkinci türü ise “edinilmiş (sonradan kazanılan) sinestezi” olarak isimlendirilir. Sonradan kazanılan sinestezi genellikle bir başka hastalığın varlığı sebebiyle ortaya çıkmaktadır. Buna da en yaygın olarak rastlanan örnek epilepsi hastalarıdır. Epilepsi nöbetleri geçiren hastaların %4'ünde sinestezi durumu da görülür. Aslında sinestezi daha sık olarak bu kategoriler yerine, etkilenen duyular bazında kategorize edilmektedir. Bunları grafem-renk

sinestezisi, ses-renk sinestezisi, rakam formu sinestezisi, kişiselleştirme sinestezisi, leksikal-tat sinestezisi, ses-dokunma sinestezisi gibi gruplara ayırmak mümkündür. İsimlerden anlaşılabileceği gibi çok farklı duyular bir arada tetiklenebilirler. Üstelik sinestezide sadece duyular birbirine karışmak zorunda değildir. En başında, tanımında da izah ettiğimiz gibi, algılar da birbirine karışabilirler. Örneğin grafem-renk sinestezisinde bireyler, alfabedeki harfler ile rakamları belirli renklerle birlikte algılarlar. Örneğin grafem-renk sinestezisi olan biri için 3 rakamı her yerde kırmızı renkte görünebilir. 19. yüzyılın başlarından beri varlığı bilinen bu hastalık, çok geniş bir araştırma alanına sahiptir. Bu süreçte, hastalığı tanımlamak için birçok yöntem geliştirilmiş, beynin sırları büyük ölçüde çözülmüş ve bu hastalığın, insanın "mükemmel beyin" argümanı karşısındaki en yıkıcı gerçek olduğu anlaşılmıştır. İnsanın beyni, daha bağlantı bazında düzgün çalışamayan, koca bir nöron yığınıdır. Bize tüm özelliklerimizi kazandıran beynimiz olsa da, bu organ için "kusursuz", kullanabileceğimiz son sıfattır. Ezgi GÜNTÜRK ——————————-ezgigunturk@ieeeytu.com ezgigntrk@gmail.com


ENDÜSTRİ 5.0

Önceki zamanlarda endüstri devrimlerinin zaman aralıkları yüz yıllık dilimlerle ilerlerken, 2000 yılı sonrasında bu periyotlar neredeyse on yıla kadar düşmüş durumda. Öncelikle geçmişte yaşanan endüstri devrimlerine sırayla bakalım: Endüstri 1.0: Su ve buhar gücünün keşfi ve ilk makineler. (1780’ler) Endüstri 2.0: Elektriğin keşfi ve seri üretim. (1880’ler) Endüstri 3.0: Dijital, elektronik cihazlar ve bilişim. (1980’ler) Endüstri 4.0: Siber-fiziksel sistemlerin devreye girişi. (2010’lar) Endüstri 5.0: Toplum/robotik teknoloji entegrasyonu. (2017…) Daha Endüstri 4.0’ın yankıları devam ederken, karşımıza çıkan “Endüstri 5.0”ın bilincinde olmakta fayda var. Peki nedir Endüstri 5.0? İlk defa Bilişim Fuarı CeeBIT 2017’de Japonya Başbakanı’ndan duyduğumuz “Endüstri 5.0” veya “Toplum 5.0” felsefesini “Teknoloji insanlar tarafından bir tehdit olarak değil, bir yardımcı olarak algılanmalı.” olarak özetliyor. Başbakan fuar dönüşü Endüstri 4.0 devrimin ardından yaşanan yeni dönemi, Tokyo’da Society 5.0 ismiyle başlattı.

Kaynakça: dunya.com

İnsanların makine ve robotlarda ilişkisini üst düzey verimde tutan “Süper akıllı toplum” önerisini sunan Japonya, Endüstri 4.0 ile gelen teknolojik yenilikleri topluma en verimli şekilde entegre edilmesi için çaba sarfediyor. Toplumların teknolojiyi kullanarak işbirliği içerisinde olmasını öneriyor. Bir yandan baktığımızda Japonya’nın Endüstri 5.0 düşüncesi biraz da felsefi bir düşünce gibi gözüküyor. Endüstri 5.0’ı Japonlardan farklı şekilde de yorumlayanlar da yok değil. Bir danışmanlık şirketinin yaptığı araştırmaya göre robotlar seri üretimlerde gayet başarılı iken ürünlere müşteriden gelen feedback doğrultusunda özel bir şeyler eklemek istendiğinde insanın yardımına ihtiyaç duyuyor. Bu araştırma bize üretim süreçlerinde insan dokunuşunun olmazsa olmaz olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Endüstri 4.0 ile insansız üretim yapabilen akıllı fabrikalar, Endüstri 5.0 ile işbirlikçi robotların ve insanların aynı ürün üzerinde koordine bir şekilde çalıştığı yerlere dönüşüyor. Peki işler bizim ülkemizde nasıl ilerliyor? Bizler İçin Daha Endüstri 4.0’ı Anlamadan 5.0’a Geçiş Ne Kadar Mümkün? TÜBİTAK'ın yaptığı araştırmaya

göre, sanayimizin endüstri olgunluk seviyesi, Endüstri 2.0 ile Endüstri 3.0 arasında yer alıyor. Yani “Endüstri 2.5” seviyesindeyiz. İş dünyasının ‘Endüstri 2.5’ seviyesinde olduğunu akıldan çıkarmadan, gereken yatırımlara hız vermesi gerekiyor. ‘Endüstri 2.5’ seviyelendirmesinin, insan yönetiminden kurumsal anlayışa kadar daha bir çok konuda da geçerli olduğunu unutmayalım. Kamu ve özel sektör ile üniversitelerin, endüstri dönemi geçişlerinin iyi anlaşılmasını sağlayacak bilgilendirme seferberliği içine girmesi şart. Özellikle 'Toplum 5.0 felsefesinin ülkemizde iyi anlaşılması gerekiyor. Toplum 5.0’ın sadece teknolojinin gücünü artırmayı değil aynı zamanda toplumun yaşam kalitesini de artırmayı amaçlayan bir felsefe olduğu unutulmamalı. Son olarak, ülkelerin ekonomik gelişmişlik ve kalkınma seviyesi ile inovasyon ve teknoloji yaratma kapasitesi arasındaki göstergeler arasında doğru orantı olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla çocukların ve gençlerin deneye yanıla, hata yaparak, sorgulayarak, özgür düşünerek, yeni fikirler geliştirmelerinin yolu bir şekilde açılmalıdır.

Seren TEMURLENK —————————–—— serentemurlenk@ieeeytu.com serentemurlenk@gmail.com


Alzheimer, HIV, Akdeniz Ateşi Hastalığı, Çölyak Hastalığı, Kırım -Kongo Kanamalı Ateşi… Tedavisi çok zor olan veya henüz tedavisi bulunamayan birçok hastalık yüzünden her yıl, her ay, her gün ve her saat dünyanın her bir yerinden insanlar hayata gözlerini yumuyor. Peki, bunlardan bazılarının tedavisi bulunuyor desek sizin de ilginizi çeker mi? Bizim ilgimizi çekti ve bu ayki sayımızda çoğu insana umut olan bu araştırmaları sizinle de paylaşmak istedi.

Bilim insanları, son yıllarda yapılan bilimsel çalışmalardan elde edilen yeni bulgular ışığında geliştirilecek farklı ilaç tedavileri ile önümüzdeki yıllarda Alzheimer hastalığının HIV gibi semptomları baskılanan veya ortaya çıkması engellenen bir rahatsızlığa dönüşeceğini düşünüyor. The Times gazetesinde yer alan bir habere göre: “Nörobilim Alanının Nobeli” olarak gösterilen 1 milyon euroluk Brain Ödülü, Alzheimer alanında çalışmalar yürüten dört bilim insanı arasında eşit olarak paylaştırıldı. Düzenlenen törene katılan bilim insanları, Alzheimer'ı tedavi edecek bir ilaç geliştirme çabalarının şu ana kadar sonuca ulaşamamış olmasına karşın, Kaynakça: alzheimerhastaligi.org alz.org

yapılan bilimsel çalışmaların doğru yolda ilerlediğini belirtti. Ödül kazanan dört bilim insanın biri olan, Cambridge Üniversitesi Moleküler Biyoloji Laboratuvarı'nın Nörobiyoloji bölümü başkanı, Prof. Dr. Michel Goedert: "Alzheimer'ın bir anda ortadan kaybolmayacağını ancak HIV gibi olacağını düşünüyorum. Bundan 10-15 yıl önce çok büyük bir sorun olarak görülen HIV'nin kökü kazınmadı ancak farklı ilaçların kullanımıyla kontrol altına alınabilen ya da etkileri azaltılabilen bir hastalığa dönüştü" dedi. Goedert'in yaptığı araştırmalar, Alzheimer'ın aynı anda beynin en az üç alanına birden saldıran bir rahatsızlık olmasından dolayı tedavisinin bugüne kadar bulunamadığını ortaya koydu. Elde edilen bu bulgular, tedavinin de hastalığın saldırdığı beynin her bir alanına tek tek uygulanması gerektiği görüşünün ağırlık basmasına yol açtı. Alzheimer Hastalığı Nedir? Alzheimer hastalığı, adını bu rahatsızlığı keşfeden bilim insanı Alois Alzheimer'dan alıyor ve beyni etkileyerek ileri derecede unutkanlığa yol açan fiziksel bir hastalık olarak tanımlanıyor. Alzheimer Hastalığının Belirtileri: Günlük yaşamı etkileyecek kadar unutkan olma, gündelik işleri yapamama, kelimeleri bulurken zorlanmak, tarihleri ve bilinen yolları hatırlayamama, çok basit konularda bile karar vermede güçlük çekme, hesap yapamama, pratik düşünmede zorluk çekme, eşyaların yerlerini karıştırmak, davranışlarda ve ruh halinde değişiklik, karakter özelliklerinin değişmesi, insanları suçlama, sorumluluk sahibi olmaktan kaçmak.

Alzheimer Hastalığının Tanısı Nasıl Konur? Çekilen beyin filmi, yapılan kan tahlilleri ve laboratuvar tetkikleri ile Alzheimer hastalığı diğer hastalıklardan ayırt edilmeye çalışılır. Çünkü her unutkanlık, bu hastalığın belirtisi değildir. Bu şekilde hastalığın kesin tanısı konur. Alzheimer Hastalığı Kimlerde, Hangi Sıklıklarda Görülür? Sıklıkla 65 yaşın üzerinde kişilerde görülür. Hem kadın hem erkekte görülen bu hastalığın kadınlarda daha fazla rastlandığı saptanmıştır. Alzheimer hastalığı daha çok 65 yaşın üzerinde olan kişilerde görülse de zaman zaman daha erken yaşlarda tespit edilen vakalara rastlanmaktadır. Dünyada 20 milyondan fazla Alzheimer hastası vardır. Bu hastaların yaklaşık 300 bini ülkemizdedir. Kısacası hiç kimsenin yaşamak istemeyeceği bir hastalıktır. Buradan tüm Alzheimer hastalarına şifa diliyorum. Hakkında daha fazla bilgi sahibi olunca çektikleri sıkıntıları daha çok düşünüyor insan. Sağlıklıyken her şeyinizin kıymetini bilin, kötü anılarınızın da! Bir dahaki sayıda görüşmek üzere…

Serra ERSOY —————————–—— serraersoy1903@gmail.com


Grafen Nedir? Grafen dünyanın ilk 2D malzemesidir. Sadece en ve boya sahip olan bir atomik örtü de diyebiliriz. Bu malzemenin adı karbon atomunun bal peteği örgülü yapılarından geliyor. Ultra hafif ama son derece sert olan bu malzeme, çelikten 200 kat daha güçlü. Son derece esnek bir malzeme olan grafen, aynı zamanda çok ince ve şeffaf bir yapıda. Bu dayanıklı ve esnek malzeme havacılık ve savunma sanayisinden sağlık sektörüne kadar geniş bir alanda; transistörler, katlanabilir oled ekranlar ve su geçirmez kıyafetler gibi birçok ürünün üretiminde yenilik katıyor. Grafen malzemesini kullanarak gelişmekte olan bir diğer alan ise boya sektörü. Grafen Boya Grafen malzemesinin bulunma-

sıyla birlikte birçok bilim insanı araştırmalar yaparken, güneş ışığıyla enerji üreten grafen boya bir İngiliz firması tarafından bulunmuş. Saf kireç ve grafen karışımıyla ortaya çıkarılan boya

Kaynakça: ekoiq.com 1organik.com

mimarizm.com dezeen.com graphenstone.co.uk

“Graphenestone” adıyla şu an piyasada tek. İç ve dış cephelere uygulanabilen ve kokusuz olan bu boya ayrıca ses iletimini azaltma özelliğine sahip. Ses yalıtımına katkısının yanında, grafen boya kullanılan duvarlar ve binalar ısı iletimini yavaşlatarak binaların ısı yalıtımına da katkı sağlıyor. Kireç esaslı boyaların yerine çok dayanıklı olan grafen malzemesinin boyalara ilavesi, binaların termal regülasyonunu daha iyi bir hale getirebiliyor. Böylece binalarda ısıtma ve klima kullanımına daha az gereksinim duyuluyor. Grafenin dayanıklı ve ince yapısı sayesinde bir litrelik boya ile 16 metrekarelik alan boyanabiliyor. Ayrıca kimyasal içermeyen bu boya bazının %98’i karbondioksiti emen saf kireçten elde ediliyor ve bu sayede havayı temizleyebiliyor. Bu da boyaya ekolojik bir özellik kazandırıyor. Grafen Boyanın Elektrik Üretimi Grafen boya, içeriğinde bulunan titan dioksit partikülleri sayesinde güneş enerjisi toplama özelliğine sahip. Bilim insanları bu partikülleri kadmiyum sülfat veya kadmiyum selenit gibi bileşik yarı iletkenlerle kaplamışlar. Alkol ve sudan oluşan bir sıvı içinde dağıldıklarında, kıvamlı ve kolay işlenebilen güneş boyasının

temelini oluşturuyor. Deneyler sırasında yeni boya, saydam ve elektrik ileten bir alana sürülmüş. Bu alanın üzerine düşen ışık, yeni boya sayesinde yüzde bir oranında elektrik enerjisine dönüşmüş. Bu değer çok düşük gibi görünse de, çok büyük alanlara uygulandığında güneş

santrallerine dönüştürülmüş oluyor. Sonuç olarak; grafen boya hem ısıtma ve klima ihtiyacını azaltıyor, hem havayı temizliyor hem de güneş enerjisinden elektrik etmemizi sağlıyor. Bu yararları sayesinde grafen boya dünyanın en sürdürülebilir ve çevre dostu boyası olarak kabul ediliyor. Çatlama ve soyulma yapmaması ve uzun kullanım ömrü ile grafen boya geleceğin boyası olmaya aday. Türkiye’de de üretilmekte olan grafen malzemesinin boyalarda kullanımını yakın zamanda ülkemizde göreceğimizi söylemek garip olmaz.

Mete ÇINAR —————————–—— metecinar1@gmail.com


STEPHAN HAWKİNG

Geçtiğimiz günlerde ölümü ile hepimizi derin bir hüznün içine boğan Stephen Hawking adını altın harflerle bilim tarihine yazdırmıştır. Kendisi 21. yüzyılın en önemli bilim insanlarından biridir. İngiliz fizikçi, evrenbilimci, astronom, teorisyen ve yazar Stephen Hawking, 8 Ocak 1942 yılında doğdu. 8 yaşındayken Londra'dan 20 mil uzaktaki St Albans'a gitti. 11 yaşında St Albans okuluna kayıt oldu. Buradan mezun olduktan sonra babasının eski okulu Oxford Üniversitesi kolejine devam etti. Babası bir biyologdu ve onun tıp ile uğraşmasını istiyordu fakat Stephen Hawking matematiğe meraklı bir insandı. Oxford‘da matematik bölümü olmadığı için fizik bölümüne başladı fakat sandığımız gibi inek tarzda bir öğrenci değildi Stephen Hawking, oldukça sosyal ve renkli bir kişilikti. Aynı zamanda kürek sporuyla ilgileniyordu. Bölümünü birincilikle bitirip Cambridge Üniversitesi ‘nde kozmoloji üzerine doktoraya başladı. Stephen Hawking ‘Theory of Everything’ filminde Jane adında bir kadına kozmolojiyi zeki ateistlerin dini şeklinde ifade eder. Açıkladığı kişi de gelecekteki karısı Jane Hawking’dir.

Stephen Hawking o yıllarda evrendeki her şeyi tek bir denklemle açıklamanın yollarını aramaya başlar. Ne yazık ki daha 20 ‘li yaşlarda ALS (Amyotrofik Lateral Skleroz) adında korkunç bir hastalığın esiri olur. Doktorundan yalnızca 2 yılı kaldığını öğrenir. Kim olsa böyle bir haber karşısında dik duramaz herhalde? Stephen Hawking de ilk başta bu haldedir fakat evrenin sırlarını öğrenme konusundaki hevesi ve bunun için 2 yılının olduğunu bilmesi ona direnmesi için yardımcı olur. Sevgilisi Jane‘e hayatında çıkmasını söyler fakat o güçlü bir kadındır. Stephen‘e hastalığı beraber yenmeyi teklif eder. Jane ile evlenirler. Arkadaşları, öğretmenleri ve karısı Jane ona mükemmel yıllar yaşatır. Stephen Hawking hala daha çalışmalarına devam eder fakat artık kalem dahi tutamayacak duruma gelir. Tezini ve yazılarını karısı Jane yazar ve 1966’da doktora tezini tamamlar. Doktorasını aldıktan sonra ilk önce araştırma asistanı, daha sonra Gonville and Caius College'de profesör asistanı olur.1973'de Gökbilim Enstitüsünden ayrıldıktan sonra Stephen Hawking, Uygulamalı matematik

ve Kuramsal fizik bölümüne geçer. 1979'dan sonra matematik bölümünde Lucasian matematik profesörü olur. Bu profesörlük 1663 yılında üniversite parlamento üyesi olan Henry Lucas tarafından kurulmuştu. İlk olarak Isaac Barrow sonra 1669'da Isaac Newton'a verildi. Ünlü bilim insanı, 1985 yılından bu yana sesini de yitirmiş olduğu için, koltuğuna yerleştirilmiş, yazıları sese dönüştürebilen bilgisayarı sayesinde insanlarla iletişim kurabiliyor. Hawking, bilimsel uğraşlarında ve günlük yaşantısında çevresinden ve ailesinden büyük destek almıştır. Konuşmak istediği anda, elindeki elektronik aleti sıkarak, sandalyesine bağlı özel bilgisayarının ekranına, dakikada ortalama 10 kelimeyi sıralayabilmektedir. Bu sessiz konuşan dehanın, özel bilgisayarının hafızasında yaklaşık 2600 kelime bulunmaktadır. Böylece herhangi bir kelimeyi söylemek istediğinde ekrana yazabilmektedir. Sağlıklı insanların konuşmalarında kullandığı kelime sayısı da 2500 civarındadır. Dolayısıyla Hawking, duygularını ifade etmede kelime sıkıntısı çekmemektedir.


STEPHAN HAWKİNG Hawking ‘in Buluşları Roger Penrose ve Stephen Hawking ‘in (Singularity) Tekillik Teorisi Yerçekimsel tekillik, sonsuz kütleyi; son derece küçük bir alanda tutan tek boyutlu bir noktadır. Tekilliğin içindeki yer çekimi sonsuz bir güce ulaşır ve uzay zaman sonsuz bir şekilde bükülür. Bu şartlarda bilinen fizik kuralları geçerliliğini kaybeder. İngiliz matematikçi ve bilim insanı Roger Penrose ile Stephen Hawking birlikte çalışarak tekilliğin varlığını kanıtlamış ve evrenin büyük patlamadan önce bir tekillik halinde olduğu teorisini ortaya atmışlardır. Penrose ve Hawking tekillik teorileri, yerçekiminin hangi şartlarda tekillik ürettiğini açıklar. Hawking‘in Kara Deliklerin İşleyiş Prensiplerini Keşfetmesi James Bardeen , Brandon Carter ve Stephen Hawking üçlüsü birlikte çalışarak kara deliklerin dört temel işleyiş prensiplerini keşfettiler. Bu yeni keşiflerin fiziksel özellikleri, termodinamik kurallar ile açıklanabildiği için, tüm bilim dünyası için tatmin edici olmuştur. 1971 yılının ocak ayında kara delikler ilgili makale, prestijli bir ödül olan Yer Çekimi Araştırma Kurulu Ödülü ‘nü (Gravity Research Foundation Award) kazandı. Hawking Radyasyonu Stephen Hawking ‘in en önemli buluşudur. 1974 yılında Hawking bu teoriyi ortaya atmıştır. Bu teori kara delikler ile ilgili bilim dünyasını temelinden sarsabilecek bir teoridir. Hawking’e göre sanıldığının aksine kara delikler etrafındaki her şeyi içine çekmez. Buluşa göre, kara delikler birbirinin zıttı olan negatif ve pozitif atomlara farklı davranış gösteriyordu. Bir kara delik, negatif atomları kendi-

ne çekerken, pozitif atomları ise itiyor ve buharlaşana kadar kendi enerjisini tüketmesini sağlıyordu. Bu süreçte ortaya çıkan ışımaya Hawking Radyasyonu adı verildi. Not: Negatif atomların kara delik tarafından yutulması, kara deliğin mikro düzeyde küçülmesine sebep olur. Ancak içine çektiği negatif atomlar sebebiyle kütle kaybederek yok olması çok uzun za-

man alır. Stephen Hawking’in Şişme Kuramına (Cosmic Inflation) Katkısı Alan Guth’un 1980 yılında öne sürdüğü teoriye göre, evren Büyük Patlama’dan sonra büyük bir hızla şişti ve bu genişleme süreci sonradan yavaşladı. Şişme Teorisi (Cosmic Inflation) günümüzde bilim dünyası tarafından yaygın olarak kabul görmektedir. Stephen Hawking ise Şişme Kuramına bu süreçteki kuantum dalgalanmasını ölçerek katkıda bulundu. Hawking’in yaptığı hesaplar, evrenin şiştiği ve katlanarak büyüdüğü süreçte galaksilerin nasıl ortaya çıktığını açıklar. Büyük Patlama (Big Bang) Öncesi Evren: Hartle-Hawking State Stephen Hawking ve James Hartle, 1983 yılında Hartle-Hawking State adı verilen bir evren modelini tanımladılar. Bu teoriye göre Büyük Patlama’dan önce zaman denen kavram büyük patlamadan önce yoktu. Uzay ve zaman olmayınca evrenin varlığı bir anlam teşkil etmi-

*The Theory of Everything filminden esinlenilmiştir.

yordu. Bu teori ardından 35 yıl geçmesine rağmen halen en önde gelen ‘Evren’in Önceki Hali’ teorisidir. Sadece Bir Bilim İnsanı Değil! Stephen Hawking,söylenen bunca olumsuz öngörüye karşı 2 yıl yerine 55 yıl yaşamıştır. Ondan öğrenilecek olan şeyler yalnızca fizik ve matematik değildir. Onun hayatına bakarak iyi insanlara dostluklara sahip olmanın önemini anlarız. Aynı zamanda bir şeyi istediğimiz ve onun için çabaladığımız zaman bize hiçbir şeyin engel olamayacağını görürüz. Bu kadar iyi bir espri anlayışına sahip olmasından, bu kadar ağır bir yük altındayken bile hayata pozitif bakılabileğini farkederiz. Vatikan'da "Evrenin Kaynağı" başlıklı bir konferans vermesi ve Papa Francis ile görüşmesinden inanç ve görüş farklılıklarının insan ilişkilerine engel olamayacağını öğreniriz. Konuşamamasına ve yazamamasına rağmen yayınladığı kitaplardan öğretmek için dile ve kaleme ihtiyaç olmadığını görürüz. ‘Hayat ne kadar zor görünürse görünsün yapabileceğin ve başarabileceğin bir şey mutlaka vardır, bu sadece vazgeçmemene bağlıdır.’ Stephen Hawking

Not: Galileo‘nun 300. ölüm yıldönümünde , Einstein’ın 139. doğum gününde ve pi gününde hayatını kaybetmesi de ilginç detaylardan biridir. Melih AKMAN —————————–—— melihakman07@hotmail.com


E-SPOR TURNUVALARI Daha geçen yıl yani 2017’de binlerce insan Pekin Olimpiyat Stadyumu’na doluştu. Etrafta tezahüratlar, spikerlerin sesi, şarkılar, sponsorlar hatta bir ejderha bile dolaşıyordu. “Ejderha mı? O da ne?” dediğinizi duyar gibiyim. Ejderhaya kadar aslında her şey standart bir spor müsabakasını andırıyordu değil mi? Öyleyse size bir spor dalı daha söylememe izin verin; e-Spor. Peki nedir bu e-Spor yani Elektronik-Spor? Aslında basitçe anlatacak olursak, bir grup insanın bilgisayarların başında takım olarak veya bireysel olarak tamamen profesyonel bir şekilde oyun oynayıp rekabet ettikleri bir dünya diyebiliriz. Dünya diyorum, evet. Çünkü eğer bu dünyadan değilseniz kullandıkları çoğu sözcük, yaptıkları hareketler veya hırslanmaları bile size anlamsız gelecek. Kendinizi onların yanında uzaylı gibi hissedeceksiniz. Yani aslında o kadar insan o stadyuma sadece bir bilgisayar oyunu turnuvasının finalini izlemek için gelmişti ve oyuncuların en büyüğü sadece 22 yaşındaydı. Video oyunları sektörü hızla büyümeye devam ederken (ki yaklaşık Kaynakça: 5mid.com fanatik.com.tr hltv.org

burada 100 milyar dolardan bahsediyoruz) o sektörün yaratacağı rekabet ortamından da kaçamazdık. İnternetin de gittikçe gelişmesi ve her yere ulaşmasıyla beraber doğan çok-oyunculu (Multiplayer) oyun kavramı çıktı önce. Sonrasındaysa tamamen kendi oyun sunucularına sahip oyunlar. Bunun sonrasında ise şu anda büyük ödülü milyon dolarlar olan turnuvalar. “Bilgisayar oynayarak spor mu olurmuş?” diyenlerin çok fazla olduğu dünyamızda bu oyuncular aslında bizim küçükken internet kafelere kaçıp “CS atalım abi ya!” dememizden başka bir şey yapmıyorlar. Sadece bunu haftanın her günü günde yaklaşık 16-18 saatlerini ayırarak ve oyun üzerinde uzmanlaşıp gelişmeye zaman ayırarak yapıyorlar. Eğer e-Spor’u ufak tefek anlattıysak şimdi oyunlarına geçelim. Aslında her bilgisayar oyunu e-Spor alemine atılamıyor, bu konuda iki özellik aranıyor bu. Birincisi oyunda herkesin eşit başlaması ve ikincisi herhangi bir şekilde para veya başka bir şey ödeyerek başka oyuncuların önüne geçilemiyor olması. Bu konuda en başarı sağ-

lamış oyunlara kesinlikle Counter Strike Global Offensive, League of Legends, Starcraft 2, Hearthstone ve Dota 2 gibi oyunlar örnek verilebilir. Aslında bu spor dalının da kendine göre gereklilikleri mevcut. Bunların arasında el-göz koordinasyonu, refleksleriniz, stratejik düşünme beceriniz gibi şeyler var. Bir de şu var ki sanal evrende hiçbir oyun aynı kalmıyor, sürekli güncelleniyor yeniliyor kendisini. Her e-Sporcu oynadığı oyun hakkındaki güncellemelere de ayak uydurmak zorunda. Zaten iş hayatı çoğu oyuncuyu yorduğu için, ne kadar yaptıkları işi sevseler de daha 30 yaşına gelmeden e-Spor lisanslarını bir köşeye fırlatıyorlar. Bıçağın iki yüzü. Birisinde milyon dolarlık ödüller yatarken, diğerindeyse tam zamanlı belki de beyninizi en çok yoracak mesleklerden birisi sizi bekliyor. Ancak emin olun ki, insanların yeni eğlencesi bilgisayar oyunları olmuşken, bu spor dalının ismini her geçen yıl daha fazla duyacağız. Öyleyse bana sadece tek bir şey söylemek kalıyor. LET’S PLAY THE GAME!

Atakan Ekinci ——————————-atakane70@gmail.com


Üzülmeyin, Kalbinize Yama Yapabilirsiniz! Kalbe oksijen taşıyan koroner damarlar tıkandığında kalp krizi gerçekleşir ve kalp hücreleri birkaç dakika içinde ölmeye başlar. Tıkanan damar bir saat içinde ameliyatla açılmazsa bir milyar kalp kası hücresi ölmüş olur. Deri veya karaciğer gibi diğer organların tersine kalbin kendisini yenileme gücü oldukça sınırlıdır. Kalp kas hücrelerinin bir yılda sadece yüzde 0,5'i yenilenir. Bu oran tamamen onarım için yeterli değildir. Krizden sağ kurtulan kişilerin çoğunda kalıcı hasar oluşur. Krizi takip eden beş yıl içinde bunların yarısı hayatta olmayacaktır. Bunun sebebi kalbin zayıflaması ve yeterli kan dolaşımını sağlayamadığı için tamamen durmasıdır. Çağımızın pozitif getirilerinden biri olarak gelişen teknoloji, biz bu noktada bir imkan sunuyor; Cambridge Üniversitesi'nden kök hücre uzmanı biyologlarla birlikte çalışan Sanjay Sinha, farklı bir yaklaşım geliştirdi: kalp yamaları. Kalp yetmezliği yaşayan hastaların tedavisi yalnızca yeni bir kalp nakli yapılarak gerçekleştirilebiliyor. Kalbin nakledilmeye uygun olabilmesi için; genç bir kalbe sahip bireyde beyin ölümü gerçekleşmesi gerekiyor ki bu da çok düşük bir oran demek. Bu durumda İngiltere’de yılda yalnızca 200 kalp nakledilebiliyor. Kardiyolog Sanjay Sinha, ihtiyaç duyulan sayıda kalp bulmanın mümkün olmadığını söylüyor. "Sağlıklı kalbe sahip binlerce genç ölmüyor. Ancak trafik kazalarında veya kafa yaralanmaları sonucu ölüp de kalbi hala güçlü olanların organları nakil için kullanılabiliyor." Kalp yaması dediğimiz şey aslınKaynakça: bulten.gen.tr

da laboratuvarda üretilen 2,5 cm kare büyüklüğünde, yarım cm kalınlığında yama şeklinde ve işleyen kalp kasları. Kandan alınan hücreler yeniden programlanarak herhangi bir organın kök hücresine dönüştürülebiliyor. Burada kalp kası, damar ve kalp zarını oluşturacak kök hücreleri hazırlanıyor ve özel bir iskelet üzerinde gerçek kalp dokusuna benzeyecek şekilde bir ayda istenen büyüklüğe getiriliyor. Ultrason ve Manyetik Rezonans Görüntüleme (EMAR) yoluyla kalpteki hasarlı doku tespit edilerek onun şekline uygun bir yama hazırlanıyor. Sonra cerrah hastanın göğüs boşluğunu açıp yamayı mevcut damarlarla bağlantılı olacak şekilde doğrudan kalbe yerleştiriyor. Kalp yamasının en büyük zorluklarından biri, hastanın kalbi ile yamanın senkronize atmasını sağlayacak şekilde elektriksel entegrasyonunu sağlamak. Yanlış elektrik bağlantısı ritim bozukluğuna neden olabilir. Ancak bu konuda yapılacak fazla bir şey yok gibi. Kalp kasından geçen elektrik sinyallerinin dalga halinde yamaya yansıyarak onun

da aynı ritimle kasılıp gevşemesini sağlayacağı düşünülüyor. Ayrıca bu yamalar hastanın kendi kanı kullanılarak yapıldığı için kalp nakli durumunda görülen komplikasyonlar veya organın vücut tarafından reddedilmesini engellemek üzere bağışıklık sistemini bastıran yüksek dozlu ilaçların kullanımını gerektirmiyor. Yamalar hastanın ihtiyacına göre tasarlandığı için kalbin reddetme riski azalıyor. "Bu yamaların hastanın kalbine uyum sağlama şansı daha fazla; çünkü birbiriyle etkileşim halinde olan farklı hücre tiplerini bir araya getirip, kasılıp gevşeyerek tam olarak işleyen canlı bir doku oluşturuyoruz," diyor Sinha. Bulunduğumuz yüzyılda insan yaşamını uzatmak hedeflenirken kalp yaması kuşkusuz bu yolsa atılan en önemli adımlardan biri. Domuzlar ve fareler üzerinde yapılmaya devam edilen deneyler sonucunda, beş yıl içinde insanlar için de kullanılabilir hale gelecek uygulama; gelecek için uzun yıllar vaat ediyor.

Melike TUNÇ —————————–—— melikeetunc98@gmail.com


HEPİMİZ YıLDıZ TOZUYUZ

Her başlangıcın bir sonu vardır ve her son yeni bir başlangıcı doğurur. Bundan yaklaşık 13.8 milyar yıl önce ani bir genişleme oldu. Nerede diye soracak olursanız bunun cevabı bilmiyoruz, gerçekten bilmiyoruz. Eğer uzay ve zaman büyük patlama ile oluştu ise büyük patlamanın olduğu yer her yerdir- her yer diyebiliriz. Fakat büyük patlama teorisi evrenin başlangıcının bir tekillikten meydana geldiğini söylemekte. Bunu yanı sıra geçtiğimiz günlerde büyük kaybımız olan Stephen Hawking bu soruya “Büyük patlamadan önce demek anlamsızdır çünkü uzay ve zamanın başlangıcı büyük patlamadır. Zamanın olmadığı bir anın öncesinden bahsetmek anlamsızdır, bu soru Kuzey Kutbu’nun kuzeyinde ne vardır diye sormakla aynıdır.” Şeklinde cevap vermiştir. Büyük Patlama olayından hemen sonra inanılmaz derecede bir hızla gerçekleşen şişme olayını şimdilik es geçeceğim çünkü çok fazla terminolojik terim içermekte ve bizim için ayrılan bölüm çok kısa. Bu kısa girişten sonra artık ana konumuza dönelim. EN İHTİŞAMLI ÖLÜM Büyük patlamadan hemen sonra Evren çok büyük bir hızla genişlemeye başladı. İlk zamanlarda hidrojen ve helyumdan daha ağır elementler yoktu. Bu nedenle, ilk yıldızların oluşumu çok ağır ve ömrü çok kısa olmaktaydı. Bu yıldızlar içlerinde oksijen gibi daha ağır elementleri oluşturdu ve sonrasında bu ağır elementler yıldız rüzgarları ve süpernova patlamaları ile uzaya saçıldı. Bu saçılma sonrası uzayda ağır elementlerle yüklü gaz bulutları meydana geldi. Yeterli yerimiz olmadığı için buradan sonrasında sadece; güneş sistemini, gezegenleri, canlılığı, etrafınızda gördüğünüz her şeyi oluşturan yıldızların ölümünden bahsedeceğiz. Her şey gibi yıldızlar da kendi içlerinde birbirlerinden ayrılmaktadır. Yıldız türlerin

Yıldız Türlerini burada görebilirsiniz.

belirlenmesinde birçok faktör ele alınmaktadır. Biz O-B tayf türünde olan dev kütleli yıldızların ölümünden bahsedeceğiz, yani süpernovalardan. Her şey O-B tayf türünde olan dev kütleli yıldızların çekirdekteki hidrojeni tüketmesiyle başlar. Yıldız çekirdekteki hidrojeni tüketince bazı genişleme ve daralma evrelerinden geçer. Artık kırmızı dev olma yolunda ilerlemektedir. Yıldızın çekirdeğindeki tüm hidrojen atomları tükenmiş helyuma dönüşmüştür. Daha sonra çekirdekte helyum-karbon füzyonu gerçekleşir. Helyumun füzyon olayı ile karbon oluşturması için gerekli sıcaklık ve basınç hidrojen helyum füzyonu için gerekli olan değerlerden daha yüksektir. Bu nedenle yıldız bir miktar büzüşecektir. Bu yüzden çekirdek çok fazla basınca maruz kalır. Çekirdekteki

sıcaklık yaklaşık 100 milyon santigrat dereceye yükselir. Sıcaklık öyle bir aşamaya gelir ki yıldızın dış çevresini oluşturan hidrojenler de reaksiyona girmeye başlar. Bu sırada çekirdekte karbon atomları oluşmaktadır. Çekirdekteki karbonun reaksiyonu daha fazla enerji yaymaya başlar. Karbonun reaksiyonunun devam etmesi oksijen atomlarının oluşmasıyla sonuçlanır. Oksijenler birleşerek neon elementini oluştururlar. Yıldızdaki reaksiyon devam ederken bu reaksiyona neon da dahil olur neon birleşerek magnezyumu oluşturur. Magnezyum da artan sıcaklık ve basınca dayanamaz ve reaksiyona girme kararı alır bunun sonucunda silisyum atomları saçılmaya başlar. Deyim yerindeyse artık yıldız resmen bir cehenneme dönmüştür.


HEPİMİZ YıLDıZ TOZUYUZ Füzyon sonucu artan aşırı sıcaklık ve basınç silisyumu reaksiyona girmeye zorlar bunun sonucunda yıldızda oluşabilecek en ağır element olan demir oluşur. Yıldızımız artık merkezinde demir onun üstünde sırasıyla silisyum, oksijen, neon, karbon, helyum ve hidrojenden oluşan katmanlar içerir. Yapılan hesaplara göre Betelgeuse şu an bu aşamadadır. Demir çok kararlı bir atomdur bu yüzden yıldızın çekirdeğindeki sıcaklık ve basınca dayanarak reaksiyona girmezler ve yıldızdaki enerji üretimi durmuştur. Artık kütle çekiminin zamanıdır. Yıldız kendi içine doğru çökmeye başlar. Öyle ki yıldızdaki bu büzüşme yüzünden demir atomları neredeyse birbirine değecektir. Elektron basıncı da bunu engelleyemez, atomlar birbirlerine yaklaşmaya devam eder. Atomlardaki her bir proton elektronları yakalayarak yüksüz nöt-

ronlara dönüşür. Bu durumda yıldızın çekirdeği artık demirden değil nötrondan oluşmaktadır. Çekirdeğin ani çöküşü bir şok dalgası yaratır ve büyük bir patlama yaşanır, bu patlama sonucunda öyle büyük bir enerji açığa çıkar ki bunun sonucunda daha ağır elementlerin oluşur (örneğin altın

gibi). Bu süpernova kalıntısı 3 ışık yılını aşan boyutlara ulaşabilir. Evrende her saniye yaklaşık 10 süpernova meydana gelir. Yakınlarda olan bir süpernova kitlesel yok oluşa neden olabilir. Bir süpernovanın Dünya’ya 30 ışıkyılından daha yakın bir mesafede meydana gelmesiyle saçılacak kozmik ışınlar, gezegenimizdeki yaşamı yok edebilir. Araştırmacılar saptanan süpernovaların canlılığı yok edecek kadar yakın olmasa da Dünya’da başka etkilere neden olabilecek kadar yakın olduğunu düşünmekte. Araştırmacılar daha önce saptanan süpernovanın (8 milyon yıl önce), geç Miyosen çağında Dünya’daki tüm hayvan türlerinde olan değişimlere tesadüf ettiğine vurgu yapıyorlar. Neyse ki bulunduğumuz galaksi içerisinde, bize zarar verecek kadar yakında bir süpernova patlaması olmasını beklemiyoruz. Fakat bir süpernovanın getireceği yıkımı düşünmektense bize verdiklerini düşünmenizi istiyorum. Eğer böyle ihtişamlı ölümler olmasaydı bizler olamayacaktık. Yıldızlar çağında yaşıyoruz. Fakat bu da bir son bulacak. Evrendeki hidrojen bir yere kadar yetecek.

Kaynakça: bilimfili.com Symmetry Magazine, “All about supernovae” nasa.gov kozmikanafor.com

Bundan trilyonlarca yıl sonra tükenecek ve hidrojen kalmadığında yeni yıldızlar olmayacak. Önce büyük yıldızlar sönecek. Ardından Güneşimiz gibi orta büyüklükteki yıldızlar sönecek, geriye sadece en küçük olanlar kalacak. Trilyonlarca yıl sonra onlar da ortadan kaybolacak ve evren bir kez daha kararacak. Yıldızları oluşturan ve onların ürettiği maddeleri düşündüğünüzde etrafınıza bakın. Etrafınızdaki her şeyin, önce büyük patlama sonra ise yıldızların merkezlerinde oluştuğunu anlarsınız. Kendinize bakın, karbondan oluşuyorsunuz, oksijenden oluşuyorsunuz, kanınızda demir var. Tüm bu elementler bir yıldızın çekirdeğinde oluştu. Kim bilir, belki sol elinizdeki atomlarla sağ elinizdeki atomlar farklı yıldızlardan gelmiştir. Bizim başlangıcımız da bu sonla oldu. Carl Sagan’ın deyimiyle HEPİMİZ YILDIZ TOZUYUZ.

Bu yazıyı hazırlamamdaki yardımlarından ve tavsiyelerinden dolayı Astrofizikçi Dr. Selçuk Topal’a sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

Mehmet HAMURLUOĞLU —————————–—— mehmethamurluogluu@hotmail.com


Örümcek Ağından Üretilen Antibiyotik Bandajlar Çoğumuzun görünce huylandığı korktuğu hatta bazen çığlık bile attığı hayvanlardır örümcekler. Ne kadar da korkutucu duruyorlar değil mi? Bizce de öyle ama biraz araştırdığımız zaman örümceklerin o kadar da çok korkutucu hayvanlar olmadığını görüyoruz. Tam anlamıyla bize hizmet etmek için yaratılmışlar özellikle de ördüğü ağlar muhteşem bir biçimde yaratılmış. Hem kendileri için hem de bizler için neler neler yapıyor bu örümcekler bir bilseniz. İstediklerinde kendi yaptığı tuzaklarla sinek avlayabiliyorlar. Bununla da kalmayıp bizler için antibiyotik üretiyorlar. Popüler bilimde “Tıpta örümcek ağları dönemi başlıyor” lafını duymuşsunuzdur. Peki nasıl oluyor da örümcek ağları sağlık alanında kullanılıyor. Örümcek ipeği gerçekten olağanüstü bir maddedir.

Örümcek ipeğinin ilk yardım müdahalelerinde etkin bir rol üstlenmesi bekleniyor. Örümcek ipeği güçlü, biyouyumlu, biyoçözünür ve protein tabanlıdır. Ayrıca herhangi bir bağışıklık problemine, iltihap ya da alerjik reaksiyona sebep olduğu da görülmemiştir. Tarihe baktığımızda birçok uygarlık örümcek ağlarını kullanmış özellikle Romalılar ve Yunanlılar savaşta yaralanan askerler için kanamayı durdurucu tampon madde olarak kullanmışlardır. Hatta askerlerin derin yaraları temizlemek için bal ve sirke kullandıkları ve her şeyi örümcek ağlarıyla sardığı da söylentiler arasında. Bu özellikler yüzyıllardır bilinse de net olarak anlaşılamamıştır. 5 yıl süren araştırmalar sonrasında İngiltere’de bilim adamları antibiyotik özelliğe sahip sentetik örümcek ipeği üretmeyi başardı.

Kaynakça: metekog.com pressreader.com

Alperen ÖZTÜRK —————————–—— alperen.ozturk1998@gmail.com

Örümcek ipeğinin açık yaraları enfeksiyon kapma riskini azaltarak kapatmaya ve uyuşturmaya yarayacağı düşünülmektedir. Nottingham Üniversitesi’nde disiplinler arası bir bilim insanları ekibi, ilaç iletiminde, rejeneratif tıpta (kendi kendini onaran hücreleri inceleyen bilim dalı) ve yara iyileşmesinde kullanılan, uygulamalara göre uyarlanabilen kimyasal olarak işlevselleştirilmiş örümcek ipek üretmek için bir teknik geliştirdi. Bu teknikle örümcek ağlarını laboratuvar ortamında sentetik olarak üretmeyi başardılar. Birçok alanda kullanılabilecek olan bu malzeme özellikle de dokuların hızla iyileştirilmesi amacıyla uygulanacak.


ZİHİN OYUNLARI Günlük hayatımızda gördüğümüz her şeye güveniriz ve inanırız. Peki doğruluğundan yüzde yüz emin olduğumuz bazı şeylerin yanlış çıkmasını nasıl açıklayabiliriz? Tabii ki zihnimizin bize oynadığı ufak çaplı oyunlarla! Gördüğümüz, işittiğimiz olaylara kısacası duyu organlarımızla algıladığımız pek çok şeye sorgulamadan inanırız. Fakat bazen işler düşündüğümüz gibi gitmeyebilir. Mandela etkisi, göz yanılmaları, halüsinasyonlar, dejavular gibi beynimize olan güvenimizi kıran, zihnimizin bize oynadığı oyunlardan bahsetmeye ne dersiniz? Monopoly pek çoğumuzun küçüklüğünde oynadığı bir kutu oyunudur. Monopoly’nin logosundaki ak saçlı logoyu gözünüzün önüne getirin. Peki ya size Monopoly logosunun gözünde bir mercek olmadığını söylesek? O merceği gerçekten de hatırladığınızı biliyoruz fakat bu zihninizin size oynadığı bir oyun ve bu oyunun ismi “Mandela etkisi”dir. Peki neden bu kadar insan aynı olayları aynı şekilde yanlış hatırlıyor? Mandela etkisini en iyi açıklayan kavram

Kaynakça: webtekno.com ilgincbirbilgi.com karasalanten.com

“konfabulasyon” kavramıdır. Konfabulasyon, kişilerin bellek boşluğu sonucunda istemsizce hafızalarında yer alan eksik bilgileri masallama yöntemiyle doldurması ve gerçek dışı bilgiler uydurmasıdır. İnsan zihninin konfabulasyonlar nedeniyle Mandela Etkisine kapılıp yanıldığını söyleyebiliriz. Gelelim bir diğer zihin oyunumuz olan dejavuya. “Ben bu anı yaşamıştım!” dediğiniz olaylar tam olarak dejavu kapsamına giren olaylardır. Dejavunun daha açık bir tanımı, yaşanılan bir olayı daha önceden yaşamış veya görülen bir yeri daha önceden görmüş gibi olma duygusudur. Psikologlara göre dejavu görmenin asıl nedeni beyindeki mekanizmaların zamansal farklılaşmasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Beyindeki hafıza sistemlerinin zamansal uyumsuzluğu dejavu yaşanmasına neden olur. Günlük hayatta yaşanılan olaylar beyinde kısa süreli belleğe giriş yapar. Daha sonra bu olaylar yani görülen yerler, yaşanılan olaylar kısa süreli bellekten uzun süreli

kesfedebil.com muhendisbeyinler.net nbeyin.com.tr

belleğe geçiş yapar. Bu işlem sırasında ortaya çıkan problem dejavu hissini oluşturur ve daha önce yaşamamış olsak bile zihnimiz bu yanılgıya düşer. En büyük zihin oyunlarından birisine geldi sıra. Optik illüzyonlar! Şekil-1’de gördüğünüz çileklere bir göz atın. Çilekleri kırmızı mı görüyorsunuz? Halbuki görselde sadece gri, mavi ve yeşil tonlar var. İnsan beyni çileği her zaman kırmızı gördüğü için otomatik olarak bu görseldeki çilekleri de kırmızı görür. Bir de Şekil-2’deki köprüye göz atın. İlk bakışta simetri hastalarını rahatsız edecek kadar asimetrik bir köprü gibi gözükse de aslında o köprü oldukça simetrik bir köprüdür. Parmağınızla ortadaki siyah şeridi kapatmanızla bu gerçekle yüzleşmeniz bir olacaktır. Zihnimizin oyunları sadece bunlar değil tabi ki. Zihin manipülasyonları, halisülasyonlar gibi çeşitli kavramlar da bulunmakta. Peki zihnimiz bize bu kadar fazla oyunlar oynarken hala zihninize güvenebiliyor musunuz?

Burcu ÖZDEMİR —————————–—— bburcuozdemir@hotmail.com


Mühendislik VE

PROGRAMLAMA FELSEFESİ Mühendislik ve Programlama ile ilgili farklı bir perspektif… Günümüz teknolojisinde artık güncel hayatta kullandığımız her cihaz elektronik ve kendi kendine çalışma üzerine odaklanmıştır. Aslında bakarsanız bu "otomatikleşme" tamamen yazılım temellidir. Endüstri 4.0 başladığından beri eskilerde hayal edilen geleceğin artık eskisi kadar uzak olmadığını düşünüyorum. Benim küçüklüğümde televizyonda çıkan 'Jetgiller' çizgi filmini izleyenlerin orada gördüğü gelecek bize olmasa bile torunlarımıza ulaşabilir. Yazılım Nedir? Size ilk önce bu yazılımın amacını bir metafor ile açıklamaya çalışayım. Farklı bir ülkeye gittiğinizde oradaki insanlar ile nasıl iletişim kurarsınız? Bir ihtiyacınızı karşılamak için onlarla iletişim kurmanız gerekir. Bir tercümanınız da yoksa şayet oranın kullandığı dili öğrenmeniz gerekir. Bu nedenle doğru olan hareket yurt dışına çıkmadan önce o ülkede ihtiyaçlarınızı giderebilecek kadar dahi olsa orada konuşulan dili öğrenmektir. Bilgisayar ya da elektronik alemini farklı bir ülke olarak düşünürsek hatta farklı bir gezegen dahi olabi-

lir. Oraya gitmeden önce ihtiyaçlarımızı giderecek kadar dili bilmemiz gerekir. Programlama dilleri, bilgisayar ve elektronik aletlerin bizi anlamasını sağlayan bir köprüdür. Mühendis, bir nevi bilgisayar dünyasında sizin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir tercümandır. Yazılım, bir başka deyişle insanların makinelerle konuşmasıdır.

Mühendis Nedir? Kime denir? Mühendis, toplumda yaşanan problemleri belirleyen ve o problemleri çözmeye uğraşan ya da nitekim çıkar yol bulunmuş problemlerin çözümlerini optimum hale getirmeye çaba harcayan, en basitinden yaşam standartımızı daha üst seviyeye nasıl getireceğimizi düşünen kişilere denir. Bu dediklerimin ışığında mühendisliğin eskilerde nasıl düşünüldüğünü anlatayım. Mühendis kelimesinin kökenine inersek, engineer üzerinden Latince kökenli;

Latince kökenine bakarsak Latince'de basitçe: Gene-Ingene-Ingeniare-Engineer Şeklinde gösterilebilir. "Gene" kelimesi şu an Türkçe'de de kullanılan "gen" kelimesi ile aynı anlama gelir. Bütün canlıların yeteneklerinin davranışlarının aslında her türlü bilgilerinin saklandığı yer. "Ingeniare" tasarlamak, üretmek ve mühendis anlamına gelir. Ki bence Latince kök daha oturaklı ve modern mühendis tanımına yakın bir köktür. Yani mühendis, aslında problemlere yaratıcı çözümler üretmekle mükelleftir. Sorun trafik mi? Yol, köprü, vs. yapsın. Sorun ülke güvenliği mi? En iyisinden silahlar, tanklar tüfekler yapsın. Sorun enerji kaynakları mı? Alternatif enerji kaynakları arasın ne bileyim güneşi kullansın, baraj yapsın suyu kullansın, hiç olmadı atomu parçalasın. Az önce bahsettiğim Latince mühendis kelimesinin kökünde ufak bir detaya ilginizi çekmek isterim. Mühendis kelimesinin temeli bir nevi ‘gen’ kelimesine dayanır. İnsanlarda ve aslında bütün canlıların bilgilerinin genlerde saklı olduğu bilinen bir gerçek.


Bilgisayarlarda ve aslında bütün elektronik cihazlarında bilgiler 'KOD'lardır. Kodlar olmadan elektronik cihazlar hiçbir işinize yaramaz. En basitinden klavye tuşlarına basınca bilgisayarın sizin hangi tuşa bastığınızı anlaması ve onu ekrana yazması bile kodlar sayesinde yapılmıştır. Yani aslında "KOD'lar elektronik cihazların GEN'leridir." diyebiliriz. Aynı metafordan devam edersek, Tanrı canlıların bütün yetenek ve özelliklerinin olduğu bilgileri insanların kodları olan genlere koymuştur. Mühendisler de elektronik aletlerin yetenek ve özelliklerini cihazların genleri olan kodlara koyarlar. Bu metafora göre mühendisler elektronik dünyasının tanrıları diyebiliriz.

Otomasyonun Sektörlere Etkisi Günümüz Türkiye’sinde yazılım sadece mühendis işi olarak görülse de yurt dışında bu fikir değişmeye başlamıştır. Artık nasıl araba kullanmayı öğrenmek zorundaysak yazılımı da öğrenmek zorunda olacağız. Bu düşünceye "hadi be oradan sen de ne yaptın" diyebilirsiniz fakat size olayı başka bir perspektiften göstermeye çalışayım. Bizim dedelerimiz, ninelerimiz hatta bir çoğumuzun annesi, babası bilgisayar ve telefona ne kadar hakimler? Onlara kendi zamanlarında "ilerde çağa ayak uydurmak için bunları bilmek zorundasınız" deseler kim hak verirdi? Otomasyon Teknolojileri ile birçok meslek döneme ayak uyduramamıştır. Geçenlerde gittiğim bir konferansta konuşmacının örneğini çok beğenmiştim aynen aktaKaynakça: interestingengineering.com RLC Günleri msenelblog.wordpress.com

rayım:"Eskiden asansörlerde asansörün düğmesine basan biri olurdu. Böyle şık giyimli biri size zarifçe hangi kata çıkacağınızı sorar ve o kata basardı. Şimdilerde size komik geliyor değil mi? O adamın mesleği otomasyonun gelişimi ve insanların otomasyonu öğrenmesi ile birlikte zamanla yok oldu. "Bu demek değildir ki "otomasyon çok tehlikeli bir şey, terminatör gibi girdiği her sektördeki meslekleri yok edecek." Otomasyon teknolojisinin gelişimi ile birlikte az önce alıntıladığım örnekteki 'asansör düğmesi basıcılığı' mesleği yerine asansör teknisyenliği mesleği ortaya çıkmıştır. Yani ilerde her sektör için hazırlıklı olmamız gerekiyor. Yazılım Dilleri Nedir? Nasıl Çalışır? Elektronik cihazların kullandığı dil aslında bakarsanız sadece 'doğru' ve 'yanlış' tan oluşan 2 olasılıklı bir dildir. Bu dil eveti '1' hayırı ise '0' olarak anlar. Bahsettiğim 1 ve 0 ‘lar elektronik cihaz için ‘elektrik akımı var’ ve ‘elektrik akımı yok’ anlamına gelir. Örneğin, siz ‘selam‘ yazmak için klavyenizde gerekli harflere bastığınızda; bilgisayar bunları ‘harf‘ olarak değil, her harfin karşılığına denk gelen ve 1 ile 0’lardan oluşan bir sayı bütünü olarak algılıyor. Bu durumu; ‘siz ekranın önünde ne yaparsanız yapın, bilgisayar sizin yaptığınızı milyarlar-

ca 1 ve 0 olarak görür’ diyerek açıklayabiliriz. Bu 2 olasılıklı dile makine dili ya da başka bir deyişle 'binary sistem' deniliyor. Harf İkili Sistem Harf İkili Sistem a

01100001

A

01000001

b

01100010

B

01000010

c

01100011

C

01000011

Bu dil sizin de fark edeceğiniz üzere öğrenebilmesi ve anlaşılabilmesi zor bir dildir. İnsanlar zaman içinde bahsettiğimiz 1 ve 0' ların karşılığı olan kelimelerle makinelerle iletişimimizi daha basit hale getirmeye çalışmıştır. Yazılım dilleri 0 ve 1’lerin karşılığı olan kelimelerle bilgisayara kolay yoldan komut verebilmemizi amaçlar. Tarihsel bir süreç içinde insanlar farklı çeşitlerde bir çok dilin kendi çalışma alanlarına göre 0 ve 1’lerin evrilmesini sağlamışlardır. Pek çok yazılım dili bu süreç içinde oluşturulmuştur. Hepsi temelde aynı şeyi yapsa da kullanım alanları ve optimum verim alınacağı sektörler farklılık gösterebilir.

Mehmet ŞENEL —————————–—— msenel@outlook.com


SÜPERSONİK VE SES HIZI Normal bir insan saniyede ortalama 6-9 metre koşabilir eğer atletik bir yapıya sahipseniz bu sayı 10’u biraz aşabilir. Peki ya çitalar? Çitalar maksimum hızına ulaştığında saniyede 38,88 metre koşabilirler. İnanılmaz bir değer öyle değil mi? Peki ya ses? Ses saatte havada ve 21 derece sıcaklıkta 342,2 m/s hız ile ilerler.

Ses hızını aşmamız mümkün mü? Tabi ki mümkün tek yapmanız gereken ayağınızın altına mükemmel hızlara ulaşan bir araba ya da bir uçak ya da bir hızlı tren çekmeniz yeterli. F-16 modeli uçaklar ses hızının tam 3 kat üstüne çıkabilir. Bu da demek oluyor ki 3 kere

ses duvarını geçebilir. Peki ses duvarı nedir? Ses duvarı ses hızını temsil eder. Eğer siz ses hızını geçerseniz ses duvarını aşmış olup üstüne muazzam bir patlama sesi çıkartırsınız. Peki gelelim diğer konumuza; Süpersonik kavramı ne anlama gelir? Süpersonik, ses hızının (Mach 1) üzerinde olan hızları belirtmek amacıyla kullanılan terimdir. Bir yaklaşıma göre de 1.2 Mach'ın üzeridir. Deniz seviyesindeki havada sesin hızı yaklaşık olarak 340 m/s, 1,087 ft/s, 761 mph ya da 1,225 km/h olarak kabul edilebilir. Ayrıca gövdesi ve motorları uzun süreli sesten hızlı uçuşa müsaade edebilecek özelliklerde olan uçaklara süpersonik uçaklar denir. Günümüz savaş uçaklarının büyük kısmı süpersonik uçaklardır. F-16 bunlara örnektir. Bloodhound SSC de bu tarz bir arabadır.

Barışcan KURTKAYA ——————————-brscnkrtky@gmail.com

Bugüne kadar en yüksekten atlama rekoru Felix Baumgartner’ın rekorunu 2014 yılında 41.425 km ile egale eden Google’ın patronu Alan Eustace olsa da Felix dünyanın en hızlı serbest düşüş yapan insanı rekorunu hala elinde tutuyor. Bu rekor tam olarak 1342 km/ saat olup 1.086816 ses hızına eşittir. Oysaki araştırdığım ve bulabildiğim en hızlı arabanın maksimum hızı 434,1km/saattir. Hatta bir sikorsky UH-60 Black Hawk’ın maksimum hızı 357km/saate denk gelmektedir. Yeni seri yakın zamanda Türkiye’nin envanterine eklenecek olan F-35B’lerin maksimum hızı 1976km/saattir.


Günümüzde fotoğrafçılık kendi sektörünü de oluşturmuş olan, dünyanın en yaygın hobilerinden birisi. Bu hobiyle uğraşmak isteyen herkes, fotoğraf makinelerinin piyasasına az çok hakimdir. İyi fotoğraf çekmek için iyi bir fotoğraf makinesine gerek olduğu; iyi bir fotoğraf makinesi içinse hatrı sayılır bir bütçe ayırmak gerektiği bilinmektedir. Peki gerçekten iyi fotoğraf çekebilmek için pahalı fotoğraf makinelerine ihtiyacımız var mı?

Bir fotoğrafın oluşum prensibi diğer adıyla camera obscura milattan önce beşinci yüzyılda Mo Ti adındaki bir Çinli filozof gözlemlerine dayanarak şu şekilde açıklanmıştır; karanlık bir ortama küçük bir delikten giren ışık, dışarısında bulunan ışıklı ortamın yansımasını tepetaklak biçimde meydana getirmekte ve iç kısmına yansıtmaktadır. İşte Pinhole kameralar da tam olarak bu prensipten yola çıkarlar. Pinhole, Türkçesiyle iğne ucu fotoğraf makineleri; karanlık bir kutu üzerine açılan iğne deliği yardımıyla, dışarıdan aldığı ışığın, karanlık kutu içerisindeki ışığa duyarlı karta yansımasıyla fotoğraf elde edebilmeyi sağlayan araçlardır. Üstelik bir pinhole kameram olsun diyorsanız, büyük bütçeler ayırmanıza gerek yok. Evinizdeki kibrit kutusunu veya metal içecek kutunuzu harika fotoğraflar çekebileceğiniz bir pinKaynakça: fotografya.fotografya.gen.tr gzt.com technotoday.com.tr fotografdergisi.com

hole kameraya çevirebilirsiniz. Hazırı yok mu diyenler için pinhole kamera satın alabilmek de mümkün. Fotoğraf çekmeye merakınız varsa fotoğrafçılığın en temeline dayanan bu kameraları mutlaka denemelisiniz. Tabii bu makinelerle iyi fotoğraf çekebilmek için emek harcamak ve sabırlı olmak çok önemli. Çünkü bu makinelerde ne lens ne de deklanşör bulunuyor. Fotoğrafı çeken kişi kompozisyonu iyi ayarlamalı çünkü çıkan fotoğrafı önceden gözlemleme şansı bulunmuyor. Günümüz fotoğraf makineleri saniyede birden fazla fotoğraf çekebilirken, bir pinhole kamera -mekana ve ışığa göre- belki de 15 saniyede ancak tek bir fotoğraf çekebiliyor. Bu fotoğraflar yüksek çözünürlüklü değil ancak kendine has dramatik teması onu günümüz fotoğraflarından farklı kılıyor.

Günümüzde fotoğraf çekmek, makinelerimiz veya cep telefonlarımız aracılığıyla saniye bile sürmüyorken, pinhole kamera ile bunca zahmete giren, emek harcayan kişiler var mıdır diye sorabilirsiniz. Pinhole kameralar kendine has teması ile dünya üzerinde birçok fotoğrafçının ilgisini çekmekte ve bu kameralara rağbet gün geçtikçe artmaktadır. Hatta dünya çapında kutlanan Dünya Pinhole Fotoğrafçılık

günü bile var. Her sene Nisan ayının son haftasında kutlanan bu gün, bu sene 29 Nisan 2018’de kutlanacak. Bu günde dünyanın her yerinde pinhole fotoğrafçılığını benimsemiş fotoğrafçıların fotoğrafları sergilenecekler. Bizler de bu harika fotoğrafları görme şansına sahip olacağız.

Herkes fotoğraf çekebilir ancak iyi fotoğraf çekebilmek maharet, sabır ve emek ister. İçinizde fotoğraf çekme arzusu yok ise en pahalı fotoğraf makineleri ve lensleriniz olsun, yine de doğru kompozisyonu elde edemezsiniz. Bir fotoğrafçının harikalar yaratması için pinhole kamera dahi yeterli olacaktır. Kimbilir, belki sizler de bu akımdan etkilenir ve pinhole kameranızla kendinize has kompozisyonlar üretip muhteşem fotoğraflar çekebilirsiniz.

Esin KİBAR —————————–—— esinkibar6@gmail.com


RADYO FREKANS RF Enerji Hasadı Modülleri Günümüzde giyilebilir teknolojinin yaygınlaştığı bir ortamda yaşamaktayız. Teknolojideki bu gelişmeler, hayatımızda birçok kolaylıklar sağlamasının ve hayat kalitemizi artırmasının yanında bir dizi ihtiyaçlar da doğurmaktadır. Bu ihtiyaçlardan biri de enerjinin sürekli bir şekilde sağlanmasıdır. İşte yazımızın konusu olan modüller de tam bu noktada devreye giriyor. Havada serbest halde bulunan enerjiyi elektrik enerjisine çevirme özelliği, bu modüllerin son zamanlarda oldukça popüler olmasına yol açmıştır. Yakın gelecekte hayatımızın bir parçası olma potansiyeline sahip bu modüllere isterseniz daha yakından bakalım.

RF enerjisi şu anda dünya çapında milyarlarca radyo vericisinden cep telefonları, el telsizleri, mobil baz istasyonları ve televizyon / radyo yayın istasyonları dahil olmak üzere yayınlanmaktadır. RF enerjisinin ortam veya özel kaynaklardan toplanabilme yeteneği, düşük güçlü cihazların kablosuz olarak şarj edilmesini sağlar ve ürün tasarımı, kullanılabilirlik ve güvenilirlik açısından faydalar

sağlar. Pil tabanlı sistemler, pil değiştirmeyi ortadan kaldırmak veya tek kullanımlık pil kullanan sistemlerin çalışma ömrünü uzatmak için şarj edilebilir. Aküden arındırılmış cihazlar, talep üzerine veya yeterli şarj biriktirildiğinde çalışacak şekilde tasarlanabilir. Her iki durumda da bu aygıtlar konektörler, kablolar ve pil erişim panellerinden arınmış olabilir ve şarj etme ve kullanma sırasında yerleştirme ve hareket etme özgürlüğüne sahiptir. Enerji Kaynağı RF enerjisinden elektrik enerjisi üretmenin şüphesiz en çekici yanı bedava olmasıdır. Özellikle mobil baz istasyonları ve el cihazları için radyo vericilerinin sayısı büyük bir hızla artmaya devam ediyor. ABI Research ve iSupply, son zamanlarda cep telefonu aboneliklerinin 5 milyarı aştığını yayınladı. Cep telefonları, RF enerjisinin toplanacağı bir kaynak olarak düşünülebilir ve yakın mesafe algılama uygulamaları için talep üzerine güç sağlayabilir. Ayrıca Wi-Fi yönlendiricileri ve dizüstü bilgisayarlar gibi kablosuz cihazların sayısını göz önünde bulundurursak bazı kentsel ortamlarda yüzlerce Wi-Fi erişim noktasını tek bir konumdan tam anlamıyla tespit etmek mümkündür. Aynı odada olduğu gibi

kısa menzilde 50 ila 100 mW’lık bir güç seviyesinde iletim yapan tipik bir kablosuz yönlendiriciden az miktarda enerji toplamak mümkündür. Daha uzun menzilli kullanım için, mobil baz istasyonlarından ve radyo kulelerinden yayın yapan RF enerjisinin pratik olarak toplanması için daha yüksek kazançlı büyük antenlere ihtiyaç vardır. RF Alıcıları RF enerji toplama cihazları, RF enerjisini DC gücüne dönüştürür. Bu bileşenler devre kartı tasarımlarına kolayca eklenir ve standart veya özel 50-ohm antenlerle çalışır. -11dBm'de mevcut RF duyarlılığı ile, 3W vericiden 40-45 fit mesafelere kolayca ulaşılabilir. RF duyarlılığını geliştirmek, RF enerji kaynağından daha uzak mesafelerde RF-DC güç dönüşümü sağlar. Bununla birlikte, menzil arttıkça mevcut güç ve şarj oranı azalır.


ENERJİ HASADI MODÜLLERİ Avantajları Gömülü kablosuz güç teknolojisine sahip ürünler, nem ve kullanıcı erişimi gibi çevresel koşullardan yalıtılabilir. Ayrıca konektörler ve kablolar da ortadan kaldırılabilir. Sonuç olarak, ürün güvenilirliği ve kullanım ömrü önemli ölçüde iyileştirilebilir. Uygun bir RF kaynağında olduğunda, şarj kullanımı son kullanıcı için otomatik ve şeffaftır, bu da kullanım kolaylığını artırır.

Tipik Uygulamaları RF enerjisi birçok düşük güçlü cihazı çalıştırmak veya şarj etmek için kullanılabilir. Düşük enerjili bir vericiyle yakın mesafede giyilebilir tıbbi sensörler, e-kitap okuyucular, kulaklıklar ve GPS gibi birçok elektronik cihazı şarj etmek için kullanılabilir. Daha uzun menzillerde ise HVAC kontrolü, bina otomasyonu, yapısal izleme ve endüstriyel kontrol gibi alanlarda batarya tabanlı veya bataryasız kumanda sensörleri için kullanılabilir. Güç gereksinimlerine ve sistem çalışmalarına bağlı olarak planlı veya isteğe bağlı sürekli olarak da gönderilebilir. Büyük ölçekli sensör dağıtımlarında, pilleri değiştirmek için gelecekteki bakım çalışmalarını ortadan kaldırarak önemli işçilik maliyetlerinden kaçınmak mümkündür. 3 W’lık bir vericiden elde edilebilecek güç, 10-15 m uzaklıkta birkaç Kaynakça: eu.mouser.com harvard.edu

10^-5 W seviyelerine inecektir. Bu güç miktarı, düşük güç tüketimi ve uzun veya sık şarj etme döngüleri olan cihazlar için en iyi şekilde kullanılır. Şarj edildikten sonra haftalar, aylar veya yıllar boyunca çalışabilen cihazlar, RF enerjisi kullanmak için iyi birer adaydırlar. Bazı uygulamalarda pil ömrünü arttırmak veya bir mikro denetleyicinin uyku akımını dengelemek, RF tabanlı kablosuz güç ve enerji depolama teknolojisinin eklenmesini haklı çıkarmak için yeterlidir. Bir oda şebekesi, oda bazında kablosuz bir güç sağlamak için veya çoktan çoğa şarj topolojisi için bir vericiye bağlanabilir. Cep telefonları; bataryasız, kablosuz cihazlar için taşınabilir güç kaynağı olarak kullanılabilir. Wi-Fi, Bluetooth veya ZigBee gibi yaygın olarak kullanılan bir protokolle verileri telefona gönderen; pilsiz, vücuda takılan bir sensörü çalıştıran bir cep telefonu düşünün. Bu veriler telefonda görüntülenebilir veya telefonlar bir izleme servisine iletilebilir. Powercast, bu uygulamayı

bir iPhone’dan RF enerjisi kullanarak zaten göstermiştir: Sonuç olarak; Ortam radyo dalgaları, özellikle yoğun nüfuslu kentsel alanlarda giderek artan bir frekans ve güç seviyesinde evrensel olarak mevcuttur. Bu radyo dalgaları, etkili ve

verimli bir şekilde toplanabiliyorsa, benzersiz ve yaygın bir enerji kaynağıdır. Kablosuz vericilerin artan sayısı doğal olarak artan RF güç yoğunluğu ve kullanılabilirliği ile sonuçlanmaktadır. Özel güç vericileri ayrıca tasarlanmış ve öngörülebilir kablosuz güç çözümlerini mümkün kılar. Elektronik bileşenlerin güç tüketiminde sürekli düşüşler, RF hasadı için pasif alıcıların artan hassasiyeti ve düşük kaçak enerji depolama cihazlarının performansının artmasıyla; RF tabanlı kablosuz güç ve enerji hasadıyla telsiz şarj uygulamaları büyümeye devam edin. Burak ÇETİNKAYA —————————–—— brkcet@gmail.com


HyperLoop nedir? Hyperloop Elon Musk’ın ilk olarak 2013 yılında ‘bir Concorde, bi dermiryolu vinci ve hava hokeyi masası arasında bir haç’ olarak bahsetti. Hyperloop öncelikle bir ulaşım aracıdır. Tabii ki bu ulaşım aracı bildiğimiz Kadıköy-Pendik metrosu gibi bir metro değil. Çok yüksek hızlara çıkabilen bir tüp hızlı ulaşım sistemidir. Bu sistemde yolculuk büyük tüplerin içinde havada yüzen, hava yastığı ile çevrili olan podlarla sağlanıyor. HyperLoop’un amacı nedir? Bir ulaşım aracı olduğunu varsayarsak tabii ki de ilk amacı ulaşımdır ama nasıl bi ulaşım? Çok yüksek hızlarda bi ulaşım. Şöyle örneklemek gerekirse, normal şartlarda Londra-Edinburgh arası mesafe tren ile 4 saatten fazla sürerken hyperloop ile bu süre yarım saate kadar düşmektedir. Bu astronomik hıza sahip tren Manchester’dan Londra’ya yani 163 kilometrelik bir mesafeyi 18 dakikada tamamlamaktadır. Bir diğer amacı (asıl önemli olan kısım) bu projenin spacex'e teslim edilmesinin çok önemli bir nedeni var; aslında bu projenin hedefi uzay. Günümüzde uzaya çıkmak Kaynakça: muhendisbeyinler.net dijitaller.com

için kullanılan roketlerin temel bir problemi var: Dünyanın yerçekiminden kurtulmak için kullandığı enerjiyi üzerinde taşıdığı yakıttan elde ediyor. Mesela 1 ton yükü yörüngeye çıkarmak için 800 kilo yakıt kullanmanız gerekiyor fakat bu 800 kilo yakıtı araca koyduğunuz için bu yüküde toplam yüke dahil etmeniz gerekiyor. O yüzden eklediğiniz 800 kilo için 640, o 640 için 512 kilo yakıt diye böyle devam eden bir grafikte yakıt ihtiyacı artıyor. Bu sorunu çözmek için önerilen en makul yöntem; uzay aracını toptan atılan kurşun gibi fırlatmak. Hyperloop'un içerisinde bulunduğu coilgun, railgun vs. manyetik-plazma fırlatmalı sistemlerde, yörüngeden çıkmak için gereken hıza raylar üzerinde ulaşıp sonra yörüngeye doğru fırlatılabilir. Böylece uzay aracı yörüngeden çıkmak için üzerinde yakıt taşıyıp ağırlığını arttırmasına gerek kalmıyor. Geleneksel toplarda mermiye barut'un kimyasal patlaması sonucu ortaya çıkan basınç hız kazandırırken, bu cihazlarda hızı raylar üzerindeki manyetik alan veya plazma sağlıyor. Bu raylar üzerindeki manyetik, plazma "patlamaları" kontrollü olduğu

için hız üzerinde de kontrol sağlayabiliyorsunuz. Unutmayın Maglev'de de Hyperloop ve hatta metrolarda trenler itki için gereken enerji üzerlerinde taşımazlar, bu nedenle daha ekonomik şekilde ulaşım sağlarlar. Karşısına çıkan sorunlar Bu konseptin en büyük problemi ise ivme. Evet bu cihazlar çok küçük bir alanda, araçları inanılmaz hızlara ulaştırabilir ama oluşacak ani ivmeler cihaz, ekipman ve insanlara ciddi zararlar verir. Bu yüzden araştırmalara göre araç, en az 3 km'lik bir ray hattı üzerinde çok güçlü bir sistemle azar azar ivmelendirilmeli. Bir diğer problemde nişan alma. Eğer bu aracı yere dar bir açı ile gönderirseniz, aracın maruz kalacağı atmosfer direnci kat be kat fazla artacaktır; bunun çözümü de "güdümlü mermi". Aracımızda maruz kalacağı hava direncine dayanıklı, mekiklerdeki gibi, aerodinamik yönlendirme yeteneği ve yere iniş kapasitesi için; görece küçük bir motor olacak. Hyperloop denen bu abartılı metro, yakın zamanda bizi mars'a götürebilir.

Berkay Şahin AŞKAR ——————————-berkayaskar12@gmail.com




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.