Yönetim Kurulu
Değerli okurlar, Yeni bir sayı ile karşınızdayız. Bu sayımız karantina dönemindeki siz değerli okurlarımızın keyifli vakit geçirmesi için titizlikle hazırlandı. Yazarlarımıza ve katkıda bulunan herkese çok teşekkür ederiz. Bayramın ilk günü sizlerle buluşacak olan dergimizin tadı dileriz bayram şekeri gibi damağınızda kalır. Gelelim 28 sayımıza… Bu sayımızda içeriğimiz yine dopdolu. Kapak konusu olarak Gen Değiştirmeyi (Crispr) ele aldığımız sayımızda ünlü yazar Canan Duman’ın keyifli röportajı sizleri bekliyor. Bitti mi bitmedi. Popüler bilim, teknoloji ve kültür başlıkları altında Basın-Yayın komitemizin yazarlarının birbirinden kıymetli yazılarını okuyabilirsiniz. Basın-Yayın komitesi olarak “Geleceğine Yön Ver!” sloganı ile bu sene üçüncüsünü düzenlediğimiz Kutup Yıldızı etkinliğimize katılan, görev alan ve destek olan herkese çok teşekkür ederiz. Geçmişimizden aldığımız güç ile geleceğe daha emin adımlar atarak seneye daha güzelini sizlerle buluşturmak için çok çalışacağız. Bu süreçte her daim arkamızda olan mentörlerimize çok teşekkür ederiz. Gelecek sayılarda görüşmek üzere. #evdekal
Başkan | Berdan YILDIZ Başkan Yardımcısı | Cengizhan GÜLER Sekreter | Ahsem KAYAALP Sayman | Furkan ŞENİŞLER Üye | Melih URGANCI
Denetleme kurulu Hasan ÖZKAYA Kübra BERBEROĞLU Taylan AYDIN
Yıldız Tornavida Yazarlar Ahmet Fatih AYTAR Ayşe Buse AVCI Andrea GUMBAZ Barış DURGUT Burcu ÖZDEMİR Barış KALMAOĞLU Ece BOZKURT Esin KİBAR Hakan DUMAN Hilmi Burak ÖZDEMİR M.Fatih ÖNKOL Melek GÜNER Meryem Şifa ALTUNHAN Mustafa Onur KILINÇ Nisanur KUKUK Rauf Ebrar BİLGİN Sümeyra Efe Şahin ŞAHİN Yiğit İPLİKÇİ Yunus Emre PEHLİVAN Redaktörler Ahmet Fatih AYTAR Burcu ÖZDEMİR Cansu KÖSE Melek GÜNER Katkıda Bulunanlar İbrahim EVKAY Dizgi & Tasarım Burcu ÖZDEMİR Burak GÜN Mustafa Onur KILINÇ Yonca PEHLİVAN
Yıldız Tornavida Dergisi Editörü
İletişim: Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Yerleşkesi Elektrik-Elektronik Fakültesi B Blok Zemin Kat IEEE Ofisi, 34220 Esenler/İSTANBUL e-posta: ytornavida@gmail.com /ytornavida
Yıldız Tornavida Dergisinde yayınlanan yazıların tümü Yıldız Tornavida markasının inisiyatifi altında olup, kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan başka bir yerde kullanılamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz.
Bir bebek düşünün ki; bu bebek bilim insanları tarafından tasarlanmış, genleri özenle seçilmiş ve birtakım hastalıklara karşı dayanıklı olsun. Evet, böyle bir film izlemiş olma ihtimaliniz çok yüksek fakat bir filmden bahsetmiyorum şu an sizlere. Bu olay, en az bu fikrin imkansızlığı kadar gerçek! İnsanlar doğası gereği her alanda hep mükemmeli istemiştir. Tıp ve genetik dünyası da buna hizmet veren bir bilim dalı olmuş durumda adeta. Gerek bilim-kurgu filmlerinde olsun gerekse gerçek dünyada birden fazla fikir var etrafımızı çevreleyen. İşin garip kısmı ise “Sadece filmlerde olur bu.” Dediğimiz birçok şeyin aslında biz farkına varmadan etrafımızda gerçekleşiyor oluşu. Mesela klonlama fikri hala kulağa sadece bilim-kurgu dünyasında olacakmış gibi gelirken aslında “Klon Koyun Dolly”nin doğumu 1996
yılındadır. Dolly dünyaya geleli tamı tamına 23 yıl olmuş ve bildiğiniz üzere bilim dünyası yerinde sadece birkaç şeyle yerinde sayacak bir alan değil ve olmayacak da. Şimdi, gözümüzü Hong Kong'da gerçekleştirilen genom zirvesine katılan araştırmacı He Jiankui’nin yaptığı araştırmalara çevirelim. Çünkü bu konferansta dünyanın ilk genetik olarak düzenlenmiş bebeklerini yaratan ve hakkında soruşturma başlatılan Çinli bilim insanı He Jiankui, gen üzerine yaptığı çalışmasının ayrıntılarından bahsetti. Jiankui tarafından açıklanan prosedüre göre, üreme tedavisi sırasında yedi çiftin embriyolarını değiştirdiğini bunun sonucunda bir hamileliğin gerçekleştiğini belirtti.
Jiankui, bu deneyle amacının kalıtsal hastalıkları tedavi etmek olmadığını ancak Aids virüsü gibi enfeksiyonlara neden olan genlerin direnç göstermesinin engellemek olduğunu söyledi. Başka bir potansiyel hamileliğin üzerinde daha çalıştığını söyledi. Jiankui, genom zirvesinde isimleri Lulu ve Nana olan ikizlerin sağlıklı doğduklarını ve gelecek 18 yıl gözetim altında tutulacaklarını belirtti. Üreme tedavisi sırasında yedi çiftin embriyolarını değiştirdiğini hatırlatan Jiankui, genleri CCR5 olarak bilinen bir geni devre dışı bırakmak için değiştirdiğini ve böylece HIV virüsünün hücreye girmesi için kullanılan yolu bloke ettiğini söyledi. Ancak, 2018 Kasım ayında yayınlanan bir açıklamaya göre, Çin Ulusal Sağlık Komisyonu tarafından Guangdong Bölge Sağlık Komisyonuna söz konusu iddiaların acilen soruşturulması talebinde bulunulduğu ifade edildi. Gen değiştirme işleminin gerçekleştirildiği iddia edilen Şenzen Kadın ve Çocuk Hastanesi temsilcisinin CNN'e yaptığı açıklamada ise, "Araştırmanın hastanemizde yapılmadığına ve bebeklerin hastanemizde doğmadığına eminiz" ifadelerini kullandı. Temsilci ayrıca, Jiankui'nin yayınladığı belgelerde adı geçen doktorlardan iki tanesinin hastanede çalıştığını doğruladı ve konuyla ilgili bir iç soruşturmanın başlatıldığını belirtti.
Bir başka elde, yine Çinli bilim insanları tarafından ilk kez AIDS ve lösemi hastası olan bir kişinin tedavisi için gen değiştirme teknolojisi CRISPR kullanıldı. Kısmen başarılı olan yöntemle 27 yaşındaki hasta lösemiden kurtuldu fakat HIV tedavi edileme-
di. New England Tıp dergisinde yayımlanan raporda, yetişkinlerde bir hastanın tedavisinde CRISPR yönteminin ilk kez başarılı bir şekilde kullanıldığı belirtildi. CRISPR teknolojisi açısından şimdiye kadar yapılmış olan en ümit verici çalışma olarak değerlendiriliyor. Tedavinin HIV enfeksiyonunu yenememesinin sebebi ise, tedavi altına alınan kişideki beyaz kan hücrelerinin sadece yüzde 5’inin CCR5 adlı geni taşıyabilmesinden kaynaklandı. Hastanın HIV’den tamamen kurtulabilmesi için ise bu oranın en az yüzde 90 olması gerekirdi. Ancak araştırmayı yürüten Hongkui Deng, artık CRISPR yöntemi ile güvenli bir şekilde DNA’da değişiklik yapılabileceğinin kanıtlandığını ifade ediyor.
PEKİ GEN DEĞİŞTİRME NASIL YAPILIR? CRISPR (Clustered Regularly Interspaced Short Palindromic Repeats) -Cas9 (CRISPR-associated protein 9) sistemi ile moleküler biyoloji tarihinde bugüne kadar üretilmiş en çok yönlü genomik mühendislik aracıdır. Bu sistemin farklı genom türlerini benzeri görülmemiş bir kolaylıkta düzenleme yeteneği, uluslararası biyomedikal topluluğu boyunca önemli bir heyecan ve alarma neden oldu. CRISPR, çok çeşitli hastalık bağlamlarında hatırı sayılır bir umut vaat ediyor görünmektedir. Örneğin, dünya çapında en az 15 klinik çalışmaya odaklanmış bulunmakta, bunlar: Multiple miyeloma; yemek borusu, akciğer, prostat ve mesane kanseri; katı tümörler; melanom; lösemi; insan papilloma virüsü; HIV-1; gastrointestinal enfeksiyon; ptalasemi; Orak hücre anemisi.
Ayrıca, Mayıs 2018 itibariyle, Çin'de en az 86 kişi klinik çalışmaların bir parçası olarak genlerini değiştirmiştir. Gelelim adından bahsettiren bu CRISPR yani gen değiştirmenin teknik kısmına. Gen değiştirme, gen üzerindeki kusurlu bölümleri Cas9 (CRISPR-associated protein 9) proteinini DNA'yı kesebilmek için bir moleküler makas olarak kullanma prensibine dayanıyor. ETİK Mİ? CRISPR teknolojisinin ortaya çıkmasıyla birlikte, çok çeşitli genomların hedef alınarak düzenlenmesi artık soyut bir varsayım değil, gerçektir. CRISPR'ın uygulama alanları araştırma ve biyomedikal tedavilerin ötesinde olduğundan, küresel toplumda sistem kullanımının uygun kapsamı hakkında yeni ve mevcut etik kaygılar bulunmaktadır. Bazı uzmanlar da bu araştırmanın genler üzerinde değişiklik yapıldığı için güvenli olmadığını savunurken bazıları da tasarım bebeklerin ortaya çıkmasına neden olacağını söylüyor. Habere göre, Jiankui'’nin araştırmasıyla ilgili bağımsız bir onay bulunmuyor. Ayrıca araştırma hiçbir sağlık dergisinde de henüz yayımlanmadı. Çinli doktorun, söz konusu araştırmayı salı günü gen
Kaynakça: Yuval Noah Harari—Homo Deus milliyet.com tr.sputniknews.com
konusunda, Hong Kong’da düzenlenecek uluslararası bir konferansta açıklaması bekleniyor. Böylesine bir buluş, insanlık geleceğini kökünden değiştirebilecek güce sahip. Bundan dolayı ise uzmanlar bu konuda oldukça hassas davranıyorlar. İnsan geni üzerinde yapılacak her değişikliğin gelecek nesiller üzerine, genel düşünürsek, iki temel olasılık var: Gen değiştirme başarılı olacak ve gelecek nesillerde bir problem olmayacak veya kötü senaryo olan gen değiştirmenin başarısızlığı ile sonuçlanacak ve bu da gelecek nesilleri dolayısıyla insan soyunu tehlikeye sokacak hatta tükenmesine yol açacak.
Burada, aşağıdakileri içeren temel etik sorunları gözden geçiririz: 1) CRISPR kullanımına ne ölçüde izin verileceği; 2) CRISPR uygulamalarına erişim; 3) İnsan denekleri içeren klinik araştırmalar için düzenleyici bir çerçevenin / çerçevelerin germ çizgisinin düzenlenmesi de dahil olmak üzere her tür insan genomu düzenlemesine uygun olup olmadığı; ve 4) Uygunsuz CRISPR kullanımını düzenleyen uluslararası düzenlemelerin hazırlanıp yayınlanmayacağı. Ahlaki karar vermenin, genomik mühendisliği bilimi ilerledikçe gelişmesi gerektiği ve ulusal ve uluslar üstü yasama organlarının, insan sağlığının ve ilerlemesinin iyileştirilmesi için bazı CRISPR uygulamalarının kanıta dayalı düzenlemelerinin dikkate alınmasının makul olacağını iddia ettiği sonucuna varıyoruz. Bu konuyu bir de şu açıdan düşünmekte fayda var. Evet, başarılı bir şekilde gen değiştirme işlemini yaptığımızı varsayalım. Fakat bunu birkaç nesil gözlemlemeden gen değiştirmenin etkilerini yani başarısını tam olarak kestirmek mümkün değil. Çünkü genlerde yapılacak herhangi bir değişimin etkisini göstermesi hemen olacak bir olay değil.
Bu değişikliklerin insan DNA’sındaki etkileri belki bir yıl belki de bir asır içerisinde etkisini gösterebilir. Bu konuda birden fazla faktör olduğunu unutmamak gerekir. Bazı bilim insanlarına göre, bu teknik aynı zamanda genlerin birbirleri ile olan etkileşimini de değiştireceği kanısında. Şu an araştırması yapılan ve He Jiankui’nin de gerçekleştirdiği çalışmalarda Cas9 proteini ile kesilen DNA bölgesindeki değişimlerin hedefe, yani virüs genomuna yönlendirmekte ve nihayet hedeflenen virüs DNA’sı Cas9 enzimlerinin aracılığı ile kesilip etkisiz hale getirilmektedir.
Burcu ÖZDEMİR —————————–—— burcuozdemir@ieeeytu.com
YAKIN GELECEĞİN DÜNYASI Her yıl dünyamız çok hızlı değişiyor. İnsanoğlu eski zamanlara göre yeniliklere daha çabuk alışıyor ve tüketiyor. Dronelar, sanal gerçeklik gözlükleri, akıllı saatler ve hayatımıza giren pek çok terim yakın geçmişte hayatımızın bir parçası değildi. Hayal gibi gözüken bu teknolojiler günümüzde insanlar için önemli bir yere sahip. Her an katlanarak gelişen teknoloji gelecekte bizi nerelere götürecek merek ediyor musunuz? Cevabınız evet ise hadi beraber geleceğe doğru bir yolculuğa başlayalım. Uzaya gitmenin nasıl bir his olacağı, gökyüzüne bakıp hayallere dalan herkesin aklına en az bir kere gelmiştir. Dünyayı uzaydan seyretme hissini yaşayabilmek hala çok çok az kişinin yakalayabileceği bir şans. Ancak turistik uzay yolculuklarının giderek yaygınlaşacağını ve hatta belki, çok da uzak olmayan bir geleceğe doğru ilerliyoruz. Yakın gelecek de uzaya yolculuk edip ayı, marsı, güneşi ve diğer birçok gezegeni yakından görme şansına sahip olacağız. Günümüzde insanların çoğu her gün iş streslerin yanında bir de trafik sorunu uğraşıyor. Ama yakın gelecekde bu sorun için de bir çözüm olacak. Birçok bilimkurgu filmlerinde gördüğümüz uçan arabalar artık üretilmeye başlanıldı. Hayal gibi gözüken uçan arabalar yakın gelecek de insanlar tarafından kullanılmaya başlanacaklar. Bu sene Teknofestde sergilenen ve Türk yapımı “Cezeri ” adlı uçan araba görücüye çıktı. Yakın gelecekte hava otoparkları görmeye hazırlıklı olun. Tıpta devrim olacak. NanoteknoKaynakça: nkariyer.com arcadium.com yeniisfikirleri.net
loji kanserde kemoterapinin yerini alacak. Hedefe yönelen akıllı ilaçlar kanserli hücreleri yok edecek. Akıllı tuvaletlerimizde yer alacak DNA çipleri, kanseri yıllar öncesinden tespit edebilecek. Laboratuvarda üretilen organlar insanlara nakledilecek. Birçok ölümcül hastalık daha başlangıç döneminde iken tespit edilip tedavi edilecek. İnsan ömrü uzayacak. 3 boyutlu yazıcılar icat edildiğinden beri 3 boyutlu baskı teknolojinde büyük bir ilerleme kat edildi. Günümüzde artık 3 boyutlu yazıcılar tarafından birçok organ veya doku üretilebiliyor. Bu kulağa çok çılgınca gelebilir ama şu ana kadar kulak, burun ve karaciğer gibi çok önemli organlar 3 boyutlu yazıcılar tarafından üretilmeye başlanıldı. Hollandalı bilim insanlarına göre de yakın gelecekte 3 boyutlu yazıcılar ile hayati öneme sahip birçok organ ve doku da üretilmeye başlanacak. Herhangi bir şeye dokunmayacağız biz sadece göreceğiz ve gerçekleşecekler. Televizyondaki
kanalları zihin gücüyle değiştireceğiniz, internete telepatik olarak gireceğiniz ve iş arkadaşlarınıza fiziksel klavyede yazarak değil de sadece düşünerek e-posta göndereceğiz. Yabancı dil sorunu ortadan kalkacak. Kontak lenslerimiz karşımızdaki yabancının söylediklerini anında tercüme edecek. Karşılaştığınız insanların kim olduğunu söyleyen ve sizin için anlık çeviri yapan gözlüklere hazır olun! ABDli bilim adamı Raymond Kurzweil’e göre gelecekte robotlar dünyayı ele geçirecek. 2045 yıllarına geldiğimizde robotlar gelişmek için artık insanlara ihtiyaç duymayacak. Robotlar artık insanları kontrol altına alacaklar. Günümüzde bizim komutlarımıza, direktiflerimize göre hareket eden robotlar belki de yakın gelecek de hayatımızı kontrol altına alacaklar. Gelecek büyük sır perdesinin ardında bizi bekliyor. Bizim yapmamız gereken şey o perdeyi büyük bir dikkatle aralamak. Yunus Emre PEHLİVAN —————————–—— emreyunuspehlivan@gmail.com
İLAÇ TASARIMI Her geçen günle birlikte teknolojinin gelişmesi sonucuyla her alanda araştırmalar ve tasarımlar artmıştır. İlaç sektöründeki bu artılar nelerdir? Bu sorunun cevabından önce ise ilaç nedir, neye denir? İlaç nasıl elde edilir, ilacın yapım süresi nasıldır? İlaç, canlı hücre üzerinde meydana getirdiği tesirle bir hastalığın iyileştirilmesi veya etkilerinin azaltılması amacıyla tedavisini veya bu hastalıktan korunmayı mümkün kılan; canlılara farklı biçimler ile verilen doğal, yarı sentetik veya sentetik kimyasal preparatlardır. Mesela aldığımız antibiyotikler ya da ateş düşürücüler, ağrı kesiciler, uyku ilaçları… İlaç elde etme dönemi uzun bir süreçtir.1989’da 10.000 bileşiğin arasından doğru ilacın bulunması 12-16 yıl sürüyordu. Şimdi ise 4.000 bileşik arasından bulmak 8-10 yıl sürmektedir. Bu süreçte keşif; araştırma, pre-klinik çalışmalar, klinik çalışmalar ve tedavi onayından geçmektedir. Keşif zamanında, belirlenen hastalığa doğru anahtarı bulma zorunluluğu vardır. Denek olarak hayvanlar kullanılır. Hayvanlardan sonra ise gönüllü insanlara ve en son da ruhsat alımına gidiliyor. Doğru anahtar bulunması için bilgisayarlardan yardım alınır. Bilgisayarlar ne kadar gelişirse ilaç tasarımı o kadar yol alır. İlaç tasarımı, yeni ilaç etken maddesinin bileşiklere ulaşabilmesi amacıyla kimyasal bileşiklerin moleküler yapıları ile biyolojik etkileri arasındaki ilişkileri tanımlama sürecine yoğunlaşmıştır. Böylelikle daha ideal ve etkili bileşiklere ulaşılmasını, aynı zamanda da etkili çözümü daha kısa sürede vermesini sağlamak istenmektedir. Çalışmaların kaynağını keşif süreci belirler. Bu zamanda öncü madde be-
Kaynakça: web.hitit.edu.tr
lirlenmesi çok önemlidir. Sonraki adım tasarımda ne yapmak istiyorsak onun üzerine geliştiriliyor. Akılcı ilaç tasarımı, biyolojik hedefe ait bilgilere dayanarak yeni ilaç moleküllerinin tasarlandığı ilaç geliştirme yöntemidir. Bunlar: BİLGİSAYAR YARDIMLI İLAÇ TASARIMI Tasarımcının gerçekleştirmek istediği tasarım için geliştirilmiş yazılım dizgelerinden yararlanarak etkileşimli biçimde çalışmasına olanak hazırlayan araştırma ve uygulama alanı. Bilgisayar yardımı ile yapılan tasarımlar iki gruba ayrılır. Bu gruplar: Efektör temelli ve hedef yapısına temellidir. QSAR modelleme ve Farmakofor modelleme, bu konuda kullanılan bazı modelleme çeşitleridir.
İlaç tasarımında sık karşılaşılan 3 boyutlu yapısı bilinmeyen yapıların moleküler modelleme çalışmasıyla yapılan etkileşimi haritalandırma şansı vermektedir. Bu yöntem sayesinde reseptörle ilaç veya enzimle substrat arasındaki ilişkilerin, bu ilişkilerde hangi güçlerin önemli olduğunun incelenmesi ve reseptörle en iyi uyumu sağlayacak molekülün tasarlanmasında bu bilgilerin kullanılmasıdır. Bu yöntemlerle ideal ilaç tasarlamak çok daha kısa. Ayrıca ilaç tasarımı sayesinde denek hayvan sayısı da azalmıştır. Fakat bizlere en büyük faydası, üç boyutlu düşünebilmemizi ve anahtar kilit uyumunu bize gösterebilmesidir.
FARMAKOFOR MODELLEME
Hakan DUMAN
Daha önce hiç görmediğiniz, belki adını bile duymadığınız ama mutlaka görmeniz gereken yerleri tanımaya ne dersiniz? Şehrin kalabalığından ve stresinden, araçların gürültüsünden kurtulup biraz olsun rahatlamak istemez misiniz? Cevabınız evet ise sizinle ufak ama eğlenceli bir tura çıkalım.
Turumuza kuzeyden başlayalım. Kastamonu’nun eşsiz güzellikleriyle dolu Ilıca Şelalesi'ne gidelim. Şelale, yaklaşık olarak 14 metre yükseklikten bir gölete dökülmektedir. Göletin çevresi ağaçlarla kaplıdır. Dilerseniz bu ağaçların altında kuş cıvıltıları ve şelalen sesi eşliğine harika bir piknik yapabilirsiniz. Gölette boğulma riski yüksek olduğu için yüzmek tehlikeli ve yasaktır.
Şimdi de Ege’ye gidelim, Kuladokya’ya. Kuladokya, Manisa’nıBurgaz köyünde bulunmaktadır. Kapadokya’da bulunan peri bacalarına çok benzediği için yöre
Kaynakça: usakseramik.com kulturportali.gov.tr gezginlerkulubu.org
halkı buraya Kuladokya ismini vermiştir. Burası doğal, kültürel ve jeolojik güzelliğinden dolayı birçok araştırmacı ve seyyahın ilgisini çekmiş ve birçok esere de konu olmuştur. Bölgenin toplam alanı 37,5 hektardır. Milli Parklar Genel Müdürlüğü burayı ülkemizin 107. Tabiat Anıtı ilan etmiştir. Turumuza Ege’de bulunan başka bir cennet mekan ile devam edelim. Muğla’nın Datça ilçesinde bulunan Çatı Koyu’na gidelim.
Çatı Koyu, biri büyük diğeri küçük olmak üzere toplam iki koydan oluşuyor. Buraya karadan ulaşım oldukça sıkıntılı olduğu için bir tekne kiralamanız veya uzun ama keyifli bir doğa yürüyüşü yapmanızı tavsiye ederiz. Koyun etrafı çam ağaçlarıyla çevrili. Koy, rüzgar almadığı için deniz oldukça durgun. Buraya gelip yüzebilir, balık tutabilir ve kendinizi doğaya teslim edebilirsiniz. Tekrar Karadeniz'e, Rize’deki Avusor Yaylası'na gidelim. Yaylanın rakımı yaklaşık olarak 2400
blog.tatilbudur.com seyyahdefteri.com www.yoloykuleri.com
metre. Yaylada büyüleyici ve ihtişamlı kalp şeklinde bir göl bulunmakta, zaten yaylanın adı da bu gölden geliyor. Avusor Gölü yaklaşık 2800 metre yükseklikte bulunuyor. Göle ulaşmak için yayladan yükselen bulutlarla beraber yaklaşık 2 km yol yürümek gerekiyor.
Son olarak Uşak Karahallı’ya gidiyoruz. Burada yaklaşık 2500 yıl önce yapılmış Clandras Köprüsü yer almakta. Aslında bir su kemeri olan köprünün iki tarafı da dağ kayalığına dayandırılmıştır. Uzunluğu 24, derinliği 17, genişliği 1,75 metre olan köprü 1 km uzaklıktaki Pepeuze kentine şu taşıyan kanalların başlangıcındadır. Köprünün yanındaki elektrik santralinden boşaltılan su köprünün yanından aşağı dökülerek bir şelale görüntüsü oluşturmaktadır.
Ayrıca köprünün çevresi mesire alanı olarak kullanılmaktadır. Hadi, ne duruyorsunuz? Kameralarınızı alın ve bu cennet mekanların tadını çıkarın.
Barış DURGUT ———————————— durgutbaris37@gmail.com
ANTİK BİR RÜYA Sınavlarınız, ödev teslim tarihleriniz, bin türlü stres faktörü kapınıza dayandığında uyuyup yıllar sonra uyanmak istediğiniz oldu mu? Eğer bunu hissettiyseniz bilin ki bu çok antik bir insanlık hayali. Hatta çeşitli kültürlerde anlatılan “Yedi Uyuyanlar”ı duymuşsunuzdur. Hükümdarlarının eziyetinden kaçan yedi arkadaş ve bir köpek bir mağarada 3 asır uyumuş ve bir gün bile geçtiğini fark etmeden uyanıvermişlerdir. Bu mümkün olabilir mi? Ne koşullarda olabilir? Bu mağara nasıl bir mağaradır? Neredeyse ölmüşken yaşam tekrar başlayabilir mi? Bilim her konuda insanlığın hayallerini gerçekleştirmek için kollarını sıvamışken bu soruları da es geçmemiştir. Buzullarda bulunan insan ve hayvan cesetlerinin neredeyse çürümeden binyıllarca korunduğunu gözlemleyen bilim insanları çözümü düşük sıcaklıklarda çalışmakla bulmuştur. Bu uyku/ölüm halinden yaşama geçişin kriyojeni ile mümkün kılınabileceğini düşünmüştür. “Krios” soğuk anlamına gelen Yunanca bir kelimedir. Biyoloji de bildiğiniz canlı
bilimi. İşte kriyobiyoloji; canlıları düşük sıcaklıklarda inceleyen, bir süre dondurulmuş bir canlının tekrar hayata döndürülmesinin imkânlarını araştıran bilimdir. DOĞANIN MUCİZESİ İnsanlık bir hayalle bilimini icra ededursun o sırada Kuzey Amerika’nın Kuzey Kutbu’na yakın bölgelerinde türüne Rana sylvatica derler bir ağaç kurbağası her kış defalarca donar, havalar ılıdıkça çözülür, hayatına devam eder. Bu kurbağaların bünyeleri kriyoprotektan denen ve dokularının donma noktasını normalin altına çekerek biyolojik dokuyu donma hasarından koruyan bir madde üretebilir. Böylece haftalarca donmuş durumda nefes almadan, kalpleri atmadan, metabolik faaliyetleri “neredeyse” durma noktasına kadar yavaşlamışken ilkbaharla çözülür ve hayatlarına kaldıkları yerden devam ederler. DONMAK NEDEN ÖLÜMCÜL HASARLARA SEBEBİYET VERMEKTEDİR? Hücreler, metabolik faaliyetlerini belli koşullardaki sıvılarda gerçekleştirir. Sıfırın altındaki bir sıcaklıkta dokularda oluşacak buz; hücre içindeki suyun tamamını
kendine çekerek dondurur, hücreyi sıvısız bırakır ve büzüştürür. İşte bu ölümlerine sebebiyet verir. Tekrar çözüldüğünde hücrenin yaşamaya devam edememesinin sebebi, suyun donunca hacminin artması ve bu hücre membranlarını parçalamasıdır. Böylelikle hücre işlevselliğini yitirmiş olur. Hemen üstte isimlerini andığımız canlılar, bu durumda kriyoprotektan üretme özellikleri ile kışın ölümün üstesinden gelmektedirler. Biz insanların ise konuyu çözebilmek için tek yolu KRİYOBİYOLOJİDİR. Bilim insanlarının hücresel düzeyde çalışırken durumu kontrol altına almaları daha kolaydır. Dikkat edilmesi gereken iki nokta vardır: donmanın getirdiği hasarları azaltmak ve çözülmeden sonraki iyileşme sürecini desteklemek. Donmanın getirdiği hasarı azaltmak için buz oluşumunu engelleyecek maddeler kullanılır. Böylelikle “dondurmak” yerine “camsı aşamaya” (vitrifikasyon) hızlı soğuma ile yumuşak bir geçiş yapılır. Bunun için, şeker ve nişasta gibi basit maddeler viskoziteyi değiştirmek ve hücre zarını korumak için kullanılmaktadır.
Dimetil sülföksit (DMSO), etilen glikol, gliserol ve propanediol gibi kimyasallar, hücre içi buz oluşumunu önlemek için kullanılır. Donuk halde hücreler genelde biyolojik olarak sabittir. Kılcal çatlaklar gibi fiziksel hasar riski olsa da bozulmaya sebep olan biyokimyasal reaksiyonlar, düşük sıcaklıklarda, etkili bir şekilde durduruldukları noktaya kadar yavaşlarlar. Doku düzeyinden bahsedecek olursak, memeli dokularındaki hastalıkların tedavisi ve doku fonksiyon bozukluğunun düzeltilmesi için transplantasyon (doku nakli) yapılır. Transplantasyon için gereken dokuyu taşıma sırasında dokuyu koruma yöntemleri vardır. Bunlardan biri kriyojenik koşullarda (genellikle - 70 ° C ila - 196 ° C) saklamaktır. Donmamış olarak sadece soğukta saklamak donma hasarını önleyen bir avantaj olmasına rağmen yaklaşık 1 hafta veya daha az sınırlı bir saklama süresinin olması dondurmayı zorunlu hale getirmiştir. Bununla birlikte, dondurarak saklama, söz konusu doku için etkili metodolojilerin geliştirilebilmesi koşuluyla, buzdolabında depolamaya göre büyük ölçüde avantajlIdır. Organ düzeyinde ise parmaklar ve bacaklar gibi “basit” vücut bölümlerinin kriyoprezervasyonu konusunda çalışmalar yapılıyor. Hatta böbrek, mide, bağırsaklar gibi organlar kriyoprezervasyon edilmiş, çözülmüş ve hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde başarıyKaynakça: nefroloji.org.tr
la nakledilmiştir. 2015’te, Robert McIntyre, ilk defa bir memeli hayvanın beynini dondurduktan sonra tekrar canlandırmış, dondurulan tavşan beyni tekrar canlandığında fonksiyonlarını yerine getirmeye devam etmiştir. Bu gelişme, dondurulan insanların hayata döndürmek için bir umut olarak görülmeye başlandı. İnsan organlarının nakli şu anda sadece soğutulmuş organlara dayanıyor olsa da kriyoprezervasyonu geliştirmek için yapılan çalışmalar devam etmektedir. İNSAN ÇIKMAZI Hücre, doku ve organ düzeyinde var olan durumlardan bahsettik. İnsan organizmasının tümüne dönecek olursak yapılanlara değinelim. İnsan vücudu ölümden birkaç dakika sonra bozulmaya başlar. Bu yüzden kadavra dondurmakla sorumlu kişiler her an tetikte olmak zorundadır. Kadavrada dolaşımın devam etmesi kalp-akciğer makinesi ile sağlanmıyorsa sunî solunum ve haricî kalp masajı yapmaları gerekir. Daha sonra vücuda kan pıhtılaşmasını önleyici heparin enjekte eder ve buz torbalarıyla vücudu yaklaşık 10° C'ye kadar soğuturlar. Daha sonra vücuda kan pıhtılaşmasını önleyici heparin enjekte eder ve buz torbalarıyla vücudu yaklaşık 10° C'ye kadar soğuturlar. Daha sonra vücuda kan pıhtılaşmasını önleyici heparin enjekte eder ve buz torbalarıyla vücudu yaklaşık 10° C'ye kadar soğuturlar. Eğer bun-
ları yapmayı başarabilirlerse sıra vücudu DMSO veya gliserol ihtivâ edip damara nüfuz edebilen bir solüsyonla bir saat kadar ovmaya gelmiştir. Bu iki kimyevî madde, hücrelerde buz kristallerinin oluşmasını engeller. Böylece buz kristalleri hücre zarlarını parçalayarak dokuları tahrip edemezler. Bu işlemlerden sonra vücut dondurulmak için hazırdır. Kadavra, batta niye ve kuru buzla sarılabilir. Kuru buz vücudu -65°C dereceye kadar soğutacaktır. Son aşamaysa vücudu sıvı azotla dolu tabut şeklindeki bir kapsüle dikkatle yerleştirmektir. Sıvı azot, vücudu -160° C dereceye kadar soğutacaktır. Tüm vücudu canlandırmak; hücre, doku ve organ canlandırmasını tek tek barındırdığından en zorudur. Organların homojen bir şekilde işleve başlamaları gerekir. Organlara ve dokulara kan akışını geri getirmek de tıpta iyi bilinen bir zorluktur. Ancak soğumanın kendisinin sadece olumsuz etkilerinin olmaması umut vericidir. Fiilen travmayı hafifletebilir. PEKİ YALNIZCA 120.000 $ FARKLA TÜM VÜCUDUNUZU DONDURMAK İSTEMEZ MİSİNİZ? Gelelim işin maddi boyutuna. İsterseniz ABD'de tüm vücudunuzu 200 bin dolara, başınızı 80 bin dolara dondurulabilirsiniz. Rusya’da ise daha uygun bir fiyata anlaşarak tüm vücudunuzu 36 bin dolara saklayabilir, sadece kafanızı ise 18 bin dolara dondurabilirsiniz. Sadece kafasını donduran kişiler ileride vücutları olmasa dahi beyinlerindeki bilgilerin bir robota transfer edilebileceğine inanıyorlar.
Meryem Şifa ALTUNHAN —————————–—— meryemsifaaltunhan@gmail.com
Gelişen her teknolojiyle hayatlarımız bilim kurgu filmlerine ve kitaplarına daha çok yaklaşıyor. Cebimize giren bilgisayarlar, uçaklar, gelişen yapay zekalar… Şimdi de beyin implantlarıyla “gerçekten” bilim kurguya doğru büyük bir adım daha atıldı. Peki nedir beyin implantı? En kısa şekilde anlatmak istersek bilim insanları beyne çip takmayı başardı diyebiliriz. Peki neden ya da nasıl? Beyin implantında çip, istenen beyin bölgesine yerleştiriliyor. Fakat bir implanttaki elektrotlar dokularda yanmaya neden olabiliyor. Ayrıca bağışıklık sistemi doğrudan bu implanta müdahale ediyor. Bu yüzden implantın en uygun şekilde dizayn edilmesi ve çeşitli yöntemlerle bağışıklık sisteminin müdahalesini önlemek gerekiyor. Bunun için çeşitli yöntemlerden bazıları ipek kaplama ve özel bir masaj. Fakat zor kısım, implantın beyne bağlanabilmesi için beynin kodunu kırması ve zarar görmeden bu koda bağlanması gerekiyor. Wake Forest School of Medicine’dan Sam Deadwyler
Kaynakça: theguardian.com sciencedirect.com
nbcnews.com bbc.com
tarafından geliştirilen bir teknikte, normalde kablosuz iletişimde kullanılan “Mimo” algoritmasını kullanıyor. Peki tüm bu zorlukların sonunda bu implant ne işe yarıyor? Bilim insanları beyin implantlarıyla görme ve duyma problemleri, epilepsi, depresyon ve alzheimer gibi beyin kaynaklı hastalıklar ve hala tedavisi bulunamamış bazı hastalıklara kesin çözüm getirilebileceğine inanıyor. Kaybedilen hafıza da geri getirilebiliyor. Ayrıca hafıza kapasitesini ve beynin çalışma gücünü etkileyebilen implantlar da mevcut. Elon Musk’ın, MIT’nin ve pekçok önemli kuruluşun da üzerinde durduğu beyin implantları, henüz olmasa da her an hayatımıza dahil olabilir. Beyin implantlarının yapımındaki ve uygulamasındaki sorunların yanı sıra sağlık ve etik anlamında da bazı sorunları var. Her tedavi gibi beyin implantları da her insanda farklı sonuç veriyor. The Journal of Neuroscience dergisindeki bir makaleye göre 22 yaşındaki bir epilepsi hastası beyin
implantı tedavisinden sonra halüsinasyonlar görmeye başlıyor. Yine Frontiers in Behavioral Neuroscience dergisindeki bir makalede, beyin implantı takılan bir hastanın normalde beğenmediği bir şarkıcının hayarnı oluyor. Hastanın implantı kapatıldığındaysa hasta eskisi gibi şarkıları beğenmiyor. İleride beyin implantları bu halleriyle tamamen hayatımıza dahil olursa sağlık ve toplum sorunlarıyla karşılaşır mıyız sorusu karşımıza çıkıyor. Bir başka problem de etik. Transhümanistler bu işlemin insan beynine çip takılmasının insan evriminin bir sonraki aşaması olduğuna ve bunun insanı geliştirmekten başka bir şey olmadığını söylerken bazı insanlar da bu olayın insanı insan olmaktan çıkaracağını düşünerek beyin implantını reddediyorlar. Fakat beyin implantlarının tedavisi olmayan onca hastalığa çare olabileceğini de unutmamak gerek. Sizce trans-hümanizm gelecekte bizi bekliyor mu yoksa tozlu raflara mı kaldırılıyor?
Rauf Ebrar BİLGİN —————————–—— raufebrar@gmail.com
Kaynakça: /purelifi.com karel.com.tr/
shiftdelete.net signify.com
Mustafa Onur KILINÇ —————————–—— mustafaonurkilinc@ieeeytu.com
İKİ HÜCRENİN ETKİLEŞİMİ: BİR EMBRİYO Ekip, fare embriyosundaki kök hücreleri kullandı. İki farklı tip kök hücre ve üç boyutlu bir yapı iskelesi sayesinde doğal fare embriyosuna çok benzer işlevsel bir embriyo oluşturdular. Daha önce yürütülen yapay embriyo oluşturma çalışmalarından başarı elde edilememişti çünkü bilim insanları tek çeşit kök hücreye odaklanmıştı. Cambridge araştırmacıları ise aynı hücrelerin yanına yine embriyodan elde edilen trofoblast kök hücrelerini ekledi. Araştırmayı yöneten Magdalena Zernicka Goetz; ‘’Kök hücrelerin çok güçlü bir potansiyele sahip olduklarını zaten biliyorduk. Farklı kök hücre türlerinin bir araya gelip etkileşime geçmesinin gelişim için oldukça önemli olduğunu biliyorduk fakat en başlarda bu ikilinin bir embriyo oluşturabileceğinden emin değildik. Anladık ki bu iki hücre türü bir araya geldiklerinde olağanüstü bir şeyi başarabiliyor. Ortaklaşa yürüttükleri çalışma, doğru şekil ve formun hatasız bir zamanlamayla kurulmasını sağladı ki bu durum biyolojik gelişim mekanizması açışından büyük önem taşır.’’ dedi.
Kaynakça: ntv.com bbc.com webtekno.com
YAPAY EMBRİYO BİRÇOK ÇALIŞMAYA IŞIK OLABİLİR Kök hücreler, vücut dışında, içinde jöle bulunan bir petri kabında üretildi. Bu kök hücreler, tıpkı normal bir embriyo gibi erken evrelerde iç organlara dönüşebildiler. Araştırmacılar, bu teknik sayesinde canlılığın başlangıcı ile ilgili bazı gizemleri de çözeceklerine inanıyorlar. Bu çalışma aynı zamanda embriyoların erken dönemlerinde nasıl geliştiğine dair yararlı ipuçları da sunabilir ancak insan embriyoları üzerinde deney yapmak sıkı kurallara bağlı ve 14 günden büyük embriyolar üzerinde çalışmak yasak.
iukok.com molekulerbiyolojivegenetik.com cnnturk.com
CAMBRİDGE’DE BİR TÜRK Araştırma ekibinde bulunan Türk bilim insanı Berna Sözen; ‘’Çalışmamız bilimsel çevreler tarafından tarihi bir buluş olarak nitelendi. Biz iki kök hücre türü arasında önemli bir iletişim kurulduğunu keşfettik. Bir bakıma, hücreler birbirlerine embriyonun neresinde yer alacaklarını söylüyorlar. Bu, insan embriyoları üzerinde çalışmak zorunda kalmadan insan gelişiminin kritik aşamalarındaki önemli olayları incelememize izin verecek. Gelişimin normal olarak nasıl gerçekleştiğini bilmek, embriyo gelişiminde neden sıklıkla hata yapıldığını, kadınların neden düşük yaptığını anlamamızı sağlayacak. Çalışmamız pek çok dogmatik bilgiyi değiştirebilir ve insan gelişiminin temellerini anlamaya yönelik yeni bir bakış açısı kazandırabilir.” dedi.
FETÜSE DÖNÜŞMEYECEK Cambridge Üniversitesi'ndeki araştırma ekibi, yapay embriyolarını embriyonik kök hücre ve plasentayı oluşturan ekstra embriyonik trofoblast kök hücre kullanarak oluşturdu ancak araştırmacılar, bunun için üçüncü tür bir kök hücre gerekeceğinden yapay embriyonun büyük ihtimalle sağlıklı bir fetüse dönüşmeyeceğini belirtti.
Melek GÜNER —————————–—— melekguner43@gmail.com
Psikiyatri uygulamalarında nadiren gördüğümüz Capgras sendromu, en basit tanımıyla hastanın tanıdığı kişilerin yerine, onlara çok benzeyen sahtekarların geçmiş olduğuna inandığı psikolojik bir rahatsızlıktır. İlk olarak 1923 yılında Fransız psikiyatrlar Capgras ve Reboul-Lachaux tarafından detaylı bir şekilde tanımlanmıştır. Sendroma ilk Başta “The İllusion Of Doubles” ismi verilmiştir. Bu iki psikiyatr, mirasına konabilmek ve mülkünü elinden alabilmek amacıyla önce kocasının ve sonra kızının yerini alan sahtekarlardan ya da gerçeğin tamamıyla benzeri olan kopyalardan söz eden bir kadının vakasını kayda geçirmişlerdir. Capgras sendromu, oluşum sürecinde kişilerin yabancılık duyma ve güven duymama gibi problemleri bulunmaktadır. Bu sendromun oluşma nedeni ise beyin kanaması ya da felç gibi durumlardır. Kişilerin geçirdiği kazaların ve travmaların bu süreçte etkili olduğu bilinmektedir. Ünlü nörobilimci Vilayanur Subramanian Ramachandran’ın bir hipotezine göre bu sendromun nedeni, suratları tanımayı sağlayan temporal lob ile Kaynakça: neoldu.com psikolojitoplulugu.wixsite.com saglikloji.com webtekno.com
tanınan suratlara duygusal tepki vermeyi sağlayan limbik sistem (farklı uyaranlara göre farklı etkilerde oluşan içgüdüsel ya da öğrenilen tepkilerimizi ve duygularımızı kontrolünde bulunduran sistem) arasındaki bağlantının hasar görmesidir. Bu hasar yüzünden hasta bir tanıdığını görünce onun yüzünü tanımakta fakat bu yüze karşı duygusal anlamda tepki oluşturamamaktadır. Karşıdaki yüzü tanıyan fakat herhangi bir his uyandırmayan beyin ise bu durumu tanımlamak için ‘’Karşımdaki yüz tanıdığıma ait fakat tanıdığım değil.’’ sanrısı yaratır. Belirtisi olan kişiler bir psikiyatriye başvurmalıdır. Psikiyatriye başvuran kişinin hastalık derecesi ve durumuna göre tedavi uygulanmaktadır. Capgras sendromu tedavisi kaynağına göre değişebilmekle birlikte, doktorun belirlediği anti-psikolojik ilaçlarla olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Genellikle psikoterapi ve ilaç tedavi yöntemi uygulanmaktadır. İlaç tedavisi zamanla dozu arttırılarak uygulanır. Capgras sendromunun başlangıç aşamasında olan bir hastanın aktardıkları şu şekildedir:
“Her şey bana biraz garip görünmeye başlıyor, biraz yapay gibi mesela. Kimi zaman, etrafımdaki hiçbir şeyin gerçek olmadığı duygusuna kapılıyorum. Sanki her şey bir sahne ve herkes bir rol oynuyor. Kime gerçekten güvenebilirim? Sonunda cesaretimi toplayıp bu durumdan karıma söz ettim. Bana garip bir şekilde baktı ve bir doktora görünmem gerektiğini söyledi. Bu davranış pek onun yapacağı şey değil. Aslında, kulağa delice geliyor biliyorum ama git gide bu kadını gerçekten tanıyıp tanımadığımı düşünmeye başladım. Son zamanlarda çok sinirli ve rahatsız görünüyor, eskiden hiç böyle değildi. Aslında tam olarak neyin değiştiğini söyleyemiyorum ama bütün bu ufak tefek değişiklikler, bana bazen onun aslında benim karım olmadığını düşündürüyor. Evlendiğimiz sıralarda çekilmiş eski fotoğraflarla yakın zamanlarda çekilmiş olanları karşılaştırdığınızda, bu değişikliklerden bazılarını gerçekten görebilirsiniz. Parmak izlerini karşılaştırmanın bir şeyleri kanıtlayıp kanıtlamayacağını merak ediyorum.”
Nisanur KUKUK —————————–—— nisanurkukuk1@gmail.com
NEURA Simbiyotik Yaşama Giriş: Üstün Zeka ve NeuraLink Projesi Son zamanların en popüler girişimcilerinden Elon Musk’ın yeni projesini duymayan kaldı mı? Eğer varsa biz duyuralım, NeuraLink şirketinin yeni yapay zeka projesi ile üzerine çok konuşulan distopik bilim kurgu dizileri gerçek olabilir! Elon Musk yaklaşık üç sene önce NeuraLink şirketini kurarken yapay zekanın yaratabileceği tehditlerden korunmak için kendi çözüm önerisini ortaya attı : “cyborg”a dönüşmek. Peki nedir bu cyborg ? Bilim kurgu filmlerinden duymaya alışık olduğumuz bu kelime en basit tanımıya biyolojik ve yapay kısımları olan varlıklara verilen isim, İngilizce “cybernetic organism”, Türkçesiyle sibernetik organizma, teriminin kısaltılmasıdır. Yapay kalp kapakçığı, koklear implant, kalp pili gibi teknolojik aletlerin insan bedeninin işlevine etkisi, cyborg teknolojisi için başlangıç aşamaları kabul edilebilir. Günümüz tıp dünyasındaki teknolojik gelişmeler insan vücudunun hemen her organını iyileştirme
veya geliştirme için çözüm önerileri geliştiriyor. Şu anki teknolojiyle yapay uzuvların biyolojik uzvun yerinin tutması hedefleniyor. Ancak, teknolojik gelişmelerle birlikte oluşturulan bu yapay uzuvların biyolojik olarak sahip olduğumuz uzuvlardan daha “işlevsel” olma durumu da söz konusu. Bu nedenle “cyborg”a dönüşme süreci sadece iyileştirmeye açık, eksik uzuvları tamamlamakla kalmayacak, daha “üstün bir insan” olmak için talep edilir hale gelecek, öngörülen durum bu. Cyborg dönüşümünü anlatırken hepimizin aklına “Düşünce gücünde ne gibi bir iyileştirme yapılabilir?”, “İnsan beyni daha aktif kullanılabilir mi?” gibi sorular gelmiştir. Kimilerine göre yapay zeka insan zekasına asla ulaşamayacak bir teknoloji, kimilerine göre ise insanlığın sonunu getirebilecek bir güç. Elon Musk’a göre ise insanlar yapay zeka teknolojisini ancak onunla bir birleşim yaratabilirse, yani bir üstün zeka oluşturabilirse, yenebilecek hale gelecek. Bu nedenle geçen günlerde yaptığı çalışmalar titizlikle gizlenen Neura-
Link, makine – insan birleşimi için yaptıkları ilk çalışmayı kamuoyuna duyurdu. Yaklaşık 100 bilim insanın çalıştığı bu şirket tarafından geliştirilen elektronik bir beyin implantının ilk ayrıntıları kamuoyuyla paylaşıldı. NeuraLink’in geliştirdiği cihaz, üzerinde 3 binden fazla elektrot barındırıyor ve yaklaşık 1.000 nöronun aktivitesini izleyebiliyor. Bu cihaz, beynin belli bir bölgesini takibe alabilme yeteneğine sahip. "Yapay öğrenme" kullanılarak nöron aktivite kaydı da analiz edilebiliyor ve beynin hangi bölgesine nasıl bir uyarı gönderilebileceğini de saptıyor. NeuraLink şirketinin kendi sitesinden cihaz ile ilgili ilk bilgilendirmenin bir kısmı şöyle: “NeuraLink’in ölçeklenebilir, yüksek bant genişliğine sahip bir BMI (Brain-Machine Interfaces) sistemine yönelik ilk adımlarını açıklıyoruz. 96 iş parçacığına dağıtılmış dizi başına 3,072 elektrot ile küçük ve esnek elektrot “dişler” dizileri oluşturduk. Ayrıca dakikada altı iplik (192 elektrot) yerleştirebilecek bir beyin cerrahisi robotu inşa ettik.
LINK Her bir iplik, yüzey vaskülatüründen kaçınmak ve spesifik beyin bölgelerini hedeflemek için ayrı ayrı beyine mikron hassasiyetle yerleştirilebilir. Elektrot dizisi, düşük güçte yerleşik güçlendirme ve dijitalleştirme için özel yongalar içeren küçük bir implante edilebilir cihaza paketlenmiştir: 3,072 kanal paketi (23 x 18,5 x 2) mm3'ten daha az yer kaplar. Tek bir USBC kablosu, tüm kanallardan aynı anda kayıt yaparak cihazdan tam bant genişliğinde veri sağlar. Bu sistem, kronik olarak yerleştirilmiş elektrotlarda % 85.5'e varan bir spike verimi elde etti. NeuraLink’in BMI’ye yaklaşımı, klinik olarak ilgili bir pakette benzeri görülmemiş paketleme yoğunluğu ve ölçeklenebilirliğe sahiptir.” Bu açıklama sonrasında implantın maymunlar üzerinde denendiğini ve bir maymunun bilgisayarı kendi düşünce gücüyle kontrol edebildiğini, olumlu sonuçlar aldığını söyleyen şirket, bir sonraki adım için 2020 yılının sonuna kadar insanlar üzerinde deney yap-
Kaynakça: medium.com Fizikist Dergisi
ma hedefleri olduğunu belirtti. Tabii, bunun için öncelikle ABD Gıda ve İlaç Düzenleme Kurumundan (FDA) onay almaları gerek. Onay alınması durumunda ise şirket bünyesine daha fazla bilim insanı almayı hedefliyor. New York Times’a göre Musk, teknolojinin sonunda konuşma ve görme gibi bilişsel yeteneklere yardımcı olabileceğine inanıyor. Uygulamalar arasında, insanların beyin aktiviteleri ile bilgisayarları kontrol etmelerine yardımcı olma ya da konuşma kabiliyetini geri kazanma gibi yetkinlikler de var. Musk, aynı zamanda insanların teknolojiyi kullanarak telepati yapar gibi birbirleriyle iletişim kurabileceklerini söyledi. Örneğin; “Felç geçiren ve bu nedenle beyni ile kasları arasındaki bağlantı koptuğu için hareketsiz kalan insanlara yeniden hareket edebilme imkanı sağlayabilmek, el, ayak gibi organ kayıplarında ya da ALS gibi giderek tüm kasları felç eden hastalıklarda hareket ve dış dünya ile etkileşimin tekrar sağlanabilmesi
mümkün olabilecektir.” Bu teknolojiler hakkında konuşulurken işin bir de etik tarafının olduğu atlanılmamalı. Bu deneyler en nihayetinde insanların üzerinde gerçekleştiriliyor. İnsan üzerinde yapılacak deneylerin neler doğurabileceğini kestirmek mümkün görünmüyor. Görünen o ki, Musk öncelikle bu engelleri aşmalı. Elon Musk şirketin lansmanında: Bu cihazı takanlar bir anda insanların beynini ele geçirecek değil demiş ve ilk önceliğin felçli, epilepsi vs. gibi hastalar olduğunu belirtmişti. Fakat bu deneylerin felçli veya epilepsi sahibi hastalar üzerinde gerçekleştirilecek olması, onların insan olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sonuç olarak, yapay zeka ve insanın simbiyotik yaşamı hayata ne zaman geçer bilinmez ama gelişmelerin oldukça heyecan verici olduğunu söylemeden geçemeyiz. Kim bilir, başka bir yaşam formu sayılabilecek üstün zekalı makine – insan bileşimlerini yakında etrafta görmeye başlarız.
Esin KİBAR —————————–—— esinkibar6@gmail.com
CANAN DUMAN
Kendinizden bahseder misiniz? Grafik tasarımı mezunuyum ve 21 yıldır iş hayatındayım. İş hayatına muhabirlikle başladım ve daha sonrasında yazı işleri koordinatörlüğü, reklam satış müdürlüğü yaptım. 15 yıl kadar basın tecrübem vardı ancak kurumsal tarafta da yer alabilmek adına basın-halkla ilişkiler, kurumsal ilişkiler yöneticiliği ve halkla ilişkiler alanlarında çalıştım. Şu andaysa hayatıma yazar, eğitmen ve danışman olarak devam ediyorum. Grafik tasarım alanında eğitim aldığınızdan bahsettiniz. Peki, eğitim alanınız dışında bir alana yönelme sebebiniz nedir? Aslında benim hikayem biraz farklı. Ben herkesin, planlasa dahi, mezun olduğu bölümde çalışmayabileceğini de kanıtlayanlardanım. Üniversite stajımı büyük bir dergide grafiker olarak
yapmıştım. Ancak stajımı tamamladıktan sonra genel yayın yönetmenim bir iş teklif etti, ben de bu teklifi kabul ettim. İşi kabul ettiğim gün, yazı işleri kadrosundan birisi istifa etti. O gün de derginin takvimine işlenmiş bir etkinlik vardı. Bana da “Fotoğraf makinesini kap ve röportaj yap.” dediler. Sonuç olarak, grafiker olarak işbaşı yapmayı etmeyi umut ederken kendimi muhabir olarak buldum. Muhabir olarak başladığım yerden de yazı işleri koordinatörü olarak ayrıldım. Dolayısıyla da yapılan başlangıçların kaderin ağlarını örmesine vesile olduğunu görmüş oldum. Üniversitede okuyan gençlerin de meslek hayatlarına bölümlerinden devam etmeyeceği veya kariyerinde bölümünden devam etse bile bir süre sonra değişikliğe gidebilecekleri gibi durumlarla karşılaşmaları mümkün. Kısacası yıllar içerisinde bazı şeylerin
daha çok ilgimi çektiğini gördüm ve kariyerimde de bu kapsamda değişiklikler oldu. Kariyer alanınızda yaptığınız bu değişiklikler sizi “Şirket Yıldız Çalışanlarını Nasıl Kaybeder?” adlı kitabınızı yazmaya mı teşvik etti? Yaklaşık 20 yıl kurumsal tarafta bulundum. Bu süreçte de çalışan ve işverenlerin karşılaştıkları zorlukları da deneyim etme imkânı buldum. Bunların çoğu tabii ki ders çıkartılabilecek şeylerdi ve hepsini olumsuz olarak yorumlamanın doğru olacağı düşünmüyorum ama şirketleri ayakta tutan tamamen nitelikli çalışanlardır. Onların gerçekleştirdikleri inovasyonlar, şirketleri ayakta tutuyor dolayısıyla şirketlerin büyük başarılara imza atmasını sağlıyorlar.
CANAN DUMAN Kurumsal hayatta geçirdiğim süreç içerisinde gözlemlediğim şey, şirketlerin nitelikli çalışanlarını ellerinde tutmasının ne kadar önemli olduğu. Kitabı yazış amaçlarımdan bir tanesi buydu. Bugün dünyada da en çok zorlanılan hatta kıtlık yaşanılan alanlardan birisi bu. Bu yüzden, Türk iş dünyasının da nitelikli çalışanlarının kıymetini bilmesi oldukça önemli. Nitelikli çalışanlara dikkat çekmek ve şirketlerin onları kaybetmemesi amacıyla kitabımı yazdım ve kitabımın bu kadar ilgi çekmesi beni çok gururlandırdı.
Gençlere kariyer tavsiyeleriniz nelerdir? Gençlere kariyer tavsiyesi vermeden önce, birkaç noktaya değinmek istiyorum. Üniversite etkinliklerine fazlasıyla katılma ve dolayısıyla gençlerle konuşma imkânım oldu. Şunu söyleyebilirim ki Türkiye’de yeni mezun gençlerimizin önemli bir kısmı rutin olarak çalışabilecekleri işlere yöneliyorlar. Fakat uzmanların tahmini, insan ömrünün yüz yıla kadar uzayacağı ve ortalama çalışma süresinin altmış yıla çıkacağı yönünde. Bu yüzden rutin bir işte çalışmak neredeyse imkânsız olacak. Dikkat süresi bu kadar kısalan ve sosyal medyadan her şeye anında ulaşan çalışan gençleri düşününce bunun daha da zor olacağını söylemek mümkün. Elli altmış yıl aynı işi yapmak zorlaşacak. Bunların
yanı sıra şirketlerin de gençlerimiz için şikayetleri var. Yazılı ve sözel olarak kendilerini iyi ifade edemiyorlar, takım çalışması yapamıyorlar, topluluk önüne konuşamıyorlar, zamanı iyi yönetemiyorlar ve stres altında çalışamıyorlar gibi birtakım şikayetlerden bahsediyorum. Bütün bu becerilerin kazandırılması gittikçe önemli bir hale geliyor. Gençlerimizin akademik veya kurumsal hayata atılmadan önce mutlaka bu becerileri kendilerine kazandırması gerekiyor. Gençlerimize özellikle üniversite hayatlarını iyi değerlendirmelerini tavsiye ediyorum. Üniversiteyi bir son olarak değil, bir başlangıç olarak görüyorum. Üniversite süreci iş hayatı için oldukça önemli bir dönem. Gençlerimizin iletişim becerilerini geliştirmeleri, topluluk önünde sunum yapabilmeleri, takım çalışması yapabilmeleri, zamanı iyi yönetmeleri, stres altında çalışabilmeleri ve pes etmemeyi öğrenmeleri ve karşılarına çıkacak engellerin onlara kazanım olabileceğini benimsemeleri lazım. Çünkü iş hayatı çoğu zaman başarısızlıklardan öğreten bir okuldur aslında. Başarılardan da öğreniriz ancak başarısızlıklardan çıkardığımız derslerle çok daha fazla öğreniriz. Veri analitiği ve veri madenciliği oldukça popüler halde. Bu yüzden Excel bilgilerini geliştirmeleri, en az iki dil bilmeleri, Erasmus değişim programı ile yurt dışına çıkmaları, kulüplerde aktif olarak görev almaları, sosyal medyayı özellikle LinkedIn’i aktif kullanmaları gittikçe önem kazanıyor. LinkedIn’de de kendi sektörlerindeki kişileri takip etmeleri onlarla oldukça önemli. LinkedIn’den gençleri yönlendiren pek çok isim mevcut. Dünyada nitelikli ve yetenekli insanların bu derece önemli hale geldiği bir dönemde
özellikle gençlerin kendilerine yatırım yapmaları çok önemli. Yeter ki gençlerimizin içinden gelsin ve harekete geçsinler. İlham kaynaklarınızdan bahsedebilir misiniz? Yaşam boyu öğrenmeyi ilke edinen bir yaklaşımım var. Gerek kurumsal hayatta gerekse kurumsal hayattan ayrıldıktan sonra bu yaklaşım ile devam ettim. Çünkü öğrenmenin sonu yok. Ne kadar kitap okursanız okuyun, okuduğunuz her kitap sonunda bilmediğiniz şeylerin olduğunu keşfediyorsunuz. Öğrendiğim her şeyin bana yeni bir kapı araladığını gördüm. Bana en çok ilham veren şey ise makale okumak. Günde en az iki makale okumaya çalışıyorum, özellikle yabancı kaynakları. Her gün sektörümle ilgili neler öğrenebilirim, kim yeni bir şey söylemiş ve daha farklı ne yapmışsa büyük bir motivasyon ile takip ediyorum.
CANAN DUMAN Kitabınızın konusu gerçekten de ilgi çekici. Peki bu ilgi çekici konuyu bulurken ve kitabınızı yazarken esinlendiğiniz bir kaynak oldu mu?
Hayır, olmadı. Hem Türkiye hem de dünya gündemini yakından takip ediyorum ve bu konuda eksiklerin olduğunu görüyorum. Özellikle iş dünyasının dijitalleşme konusundan biraz bunaldığını görüyorum açıkçası. Çünkü herkes dijitalleşme ve dijital dönüşüm diyor fakat bu sözcükleri biraz fazla kullandık. Tamam, dijitalleşelim fakat bunun yol haritası ne? Nerden başlamamız lazım? Önce kim dönüşecek? Nasıl dönüşecek? Asıl çıkış noktası bu sorular. Dünyadan dijital dönüşümünü başarmış örneklerle de konuyu desteklemeye çalıştım. Yeni gelişme şu: Artık diplomamızda yazan teknik becerilerin bizim için çok da yeterli olmaya-
cağı. Beşerî beceriler dediğimiz beceriler var. Bu becerileri tam kullanamadık. İstiyoruz ki gençler, iş hayatına yeni atılacaklar ve iş hayatındaki insanlar daha meraklı, esnek ve güçlüklere dayanıklı olsunlar. Herhangi bir sıkıntı ile karşılaştıklarında hemen yılmasınlar, hızlı bir şekilde sorunları aşabilsinler. Aynı zamanda iletişim önümüze çıkan önemli bir yeteneklerden olacaktır. Birtakım yeni beceriler, teknik beceri ile istenecektir. Yani sizin iyi bir okuldan güzel bir diploma ile mezun olmanızın raf ömrü kısalıyor. Belki de bunlar sizi beş yıl götürecek. Siz beş yıl içerisinde kendinizi ne kadar geliştirdiniz? Üzerine neler koyabildiniz? Yaşam boyu öğrenme sizin için önemli mi? İşte biz bunların cevaplarını arayacağız bundan sonra. Sizi motive eden şeyler nelerdir?
Aslında bahsettiğim gibi beni motive eden şey, öğrenme isteğim. Eğer gün içerisinde bir şey öğrenmemişsem o günü bir kayıp olarak görüyorum. Benim için en önemli şeylerden birisi her gün yeni bir şey öğrenmek. Gençlerimize de gerçekten de tavsiye ettiğim bir şey bu. Öğrenmek hayatımızın bir vazgeçilmezi çünkü her şey çok hızlı gelişiyor. Bizim bu hıza ayak uydurmamız ve sürekli kendimizi güncellememiz lazım. Günümüz teknolojisi sürekli kendini güncelliyor. Mesela telefonunuzun yazılımı kendini sürekli güncelliyor ya da sizi güncellemek zorunda bırakıyor. İşte insan da bu şekilde kendisini güncellemeli. İnsan bu dijital hayata ayak uydurmak istiyorsa süper yaratıcılık dediğimiz kendini sürekli yenilemeye odaklamak zorunda kalacak ki ben de bunu hayatımı buna uyarladım. istiyorum.
THE NEW QUANTUM SUPERCOMPUTER A new computing experiment conducted by Google and published in Nature, has inaugurated a new era of computing: Sycamore. "Our Sycamore processor takes about 200 seconds to sample a million times — our benchmarks currently indicate that the equivalent task for a state-of-the-art classical supercomputer would take approximately 10,000 years" What is a quantum computer?
Let's imagine it as a room where there is a very annoying noise, a Sahara heat and quantum states that do what they like. Difference between traditional and quantum Instead of the conventional "bits" binary information units, the classic 0 and 1, the green ones that run on the screen when you open Matrix; well in the quantum computer we use qubits, basic elements of quantum information (atoms or particles) from which we analyze and take into account the Spin. For us mere mortals, the spin corresponds to the state of that particle and if above all it wants to do something, lazy particles.
A simple parallelism: instead of using "Matrix" with its 0 - 1, we use atoms and their spin, which can be defined as binary or, always "0 or 1" in this case ,low budget, only its atoms and particles. To make the atomic and subatomic particles interesting for calculation purposes is the fact that they can also exist in an overlapping of states, since these atoms or particles are bad girls, they can assume different states at the same time, until it is "read" encoded (it sounds more like a person who knows about quantum computers), unfortunately the particles are unstable, generating enormous amounts of heat. WHAT ASSUMES in the fact that for the quantum correlation (entanglement) that expresses the constraint, the correlation and precisely, that there is between two particles or two qubits; it is possible to know the state of a particle (or a qubit) by measuring the other with which it has the constraint, a process that “translates into an acceleration of the calculation processes. enormously expanding the possibilities of coding information, thus allowing to face extremely complex problems. They are cooled, with some alchemical technique, with liquid he-
lium and pulse-tube technology, arriving around temperature is cooled to this temperature, which is approximately 180 times colder than interstellar space! Reduction of the temperature of the computing environment below approximately 80mK is required for the processor to function. The latest generation D-Wave 2000Q system has an operating temperature of about 15 millikelvin. The QPU and parts of the input/output (I/O) system, comprising roughly 10kg of material, most of the physical volume of the current system is due to the large size of the refrigeration system. The refrigeration system used to cool the processors is known as a dilution refrigerator, how works like a normal fridge, where the gas releases the heat outside? How you can extrapolate the data? To measure it, we refer to the equation of Schrödinger equation, (the physicist with the poor cat in the box), where the "cloud of probability" generated, will then, "seen" having a well-defined quantum state, give the information, 0 or 1.
References: nature.com/articles/s41586-019-1666-5 “Introduction to the D-Wave Quantum Hardware.” Andrea GUMBAZ BoldriniGiornalista, Nicoletta. “Computer Quantistico: Cos'è, Come Funziona e Chi Ci Sta ——————————-Lavorando.” AI4Business, 23 Sept. 2019 andrea.gumbaz@outlook.it www.ai4business.it/intelligenza-artificiale/computer-quantistico/ #Come_funziona_un_computer_quantistico_la_sovrapposizione_di_stati_e_l8217entanglement.
KORKULU RÜYAMIZ DEPREM İlkokuldaki doğal afet konusuyla başlayıp iş hayatındaki seminerlere kadar giden hayatımızın her bölümünde haşır neşir olduğumuz aynı zamanda da ne kadar tehlikeli olduğunu bildiğimiz ama nedense yeterli güvenlik önlemlerini hiçbir zaman almadığımız korkulu rüyamıza gelin biraz yakından bakalım. NEDİR BU DEPREM? Sözlük anlamı yerkabuğundaki kırılmalar sebebiyle aniden ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsması olan depremin bizim için anlamı Dünyanın oluşumundan beri milyonlarca insanın ve kaynağın yok olmasının sebebi aynı zamanda sürekli üzerine bastığımız cansız toprağın da hareket edebildiğinin ve ne kadar tehlikeli olduğunun göstergesidir. DEPREM TÜRLERİ Deprem de kendi içinde türlere ayrılır. Birincisi ve en yaygını tektonik depremlerdir. Ülkemizdeki
depremlerin %90’lık kısmının sebebi olan tektonik depremler yer kabuğunu oluşturan levhaların birbirlerine basınç uygulayarak hareket etmesi sonucu oluşur. Volkan patlamalarından sonra oluşan gaz sıkışmalarıyla meydana gelen volkanik depremler deprem türleri arasından ikinci sırada gelmektedir. Ülkemizde aktif bir yanardağ olmadığı için böyle bir deprem yaşanması söz konusu değildir. Ek olarak toprağın yumuşamasıyla, kazı çalışmalarıyla ve barajların çok olduğu yerlerde oluşan depremlere de çöküntü depremleri denir. TSUNAMİ Depremler şehir merkezlerine yakın konumlarda, ormanlarda ya da volkanlarda olabildiği gibi denizlerde de olabilir. Depremin denizde olmasıyla meydana çıkan enerjinin oluşturduğu uzun periyotlu dalgaya tsunami denir. Japoncada liman dalgası anlamına gelen tsunami önlem alınmadığında depremden çok daha fazla can ve mal kayıplarına sebep olabili-
yor. DÜNYA’DA DEPREM Deprem denince aklımıza çok büyük yıkımlar gelse bile aslında sürekli Dünya’nın farklı bölgelerinde farklı şiddetlerde depremler oluyor. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezine göre yılda yaklaşık olarak 500.000 deprem oluyor, bunlardan sadece 100.000 kadarı hissediliyor ve 100’e yakını hasara sebep oluyor. Dünya’daki en yoğun deprem kuşağını büyük depremlerin %81’inin meydana geldiği Pasifik Deprem Kuşağı oluşturuyor. Depremlerin % 17’sinin gerçekleştiği ikinci büyük deprem kuşağı ise Alp-Himalaya Deprem Kuşağı olarak biliniyor ve Türkiye’nin büyük bir bölümü bu deprem kuşağında bulunuyor. En yoğun üçüncü kuşak da Atlantik Bölgesi Kuşağı olarak biliniyor. Küresel Deprem Tehlikesi Değerlendirme Programı, 20 merkezinden topladığı verilerle Dünya deprem kuşakları haritasını oluşturdu.
DÜNYA’DA EN FAZLA CAN KAYBINA YOL AÇAN 10 DEPREM Türkmenistan/Aşkabat Depremi 5 Ekim 1948/Şiddet: 7.3 Can Kaybı: 110 BİN Japonya/Kanto Depremi 1 Eylül 1923/Şiddet: 7.9 Can Kaybı: 142 BİN İran/Erdebil Depremi 23 Mart 893/Şiddet: Bilinmiyor Can Kaybı: 150 BİN İran/Damğan Depremi 22 Aralık 856/Şiddet: 7.9 Can Kaybı: 200 BİN Çin/Haiyuan Depremi 16 Aralık 1920/Şiddet:7.8 Can Kaybı: 200 BİN Haiti Depremi 12 Ocak 2010/Şiddet:7 Can Kaybı: 222 BİN Çin/Tangşan Depremi 28 Temmuz 1976/Şiddet: 7.8 Can Kaybı: 225 BİN Endonezya/Sumatra Depremi 26 Aralık 2004/ Şiddet: 9.1 Can Kaybı: 227 BİN Suriye/Halep Depremi 11 Ekim 1138/Şiddet: Bilinmiyor Can Kaybı: 230 BİN Çin/Şensi Depremi 23 Ocak 1556/Şiddet: 8 Can Kaybı 830 BİN
DEPREM KUŞAKLARININ DERECELERİ Birinci Dereceden Deprem Kuşağı: Tektonik çukurlara ve aktif kırık hatlara yakın alanlardır. Büyük ölçüde can ve mal kaybı. İkinci Dereceden Deprem Kuşağı: Aynı nitelikte ama daha az hasar alan bölgeler. Üçüncü Dereceden Deprem Kuşağı: Sarsıntıların hissedildiği ama zararın az olduğu yerler. Dördüncü Dereceden Deprem Kuşağı: Sarsıntı hissiyatı var ama neredeyse zarar yok. Beşinci Dereceden Deprem Kuşağı: Hissedilmeyen yerler. TÜRKİYE DEPREM KUŞAKLARI Kaynakça: koeri.boun.edu.tr deprem.aku.edu.tr aa.com.tr
Türkiye’de yaklaşık olarak iki yılda bir yıkıcı, üç yılda bir çok yıkıcı deprem meydana gelmektedir. Bu durum Türkiye’de depremin kaçınılmaz olduğunun bir göstergesidir. Ülkemizdeki başlıca deprem kuşakları şunlardır. 1) Kuzey Anadolu Deprem Kuşağı: Çok hızlı ve çok aktif. 2) Güneydoğu Anadolu Deprem Kuşağı: Deprem miktarı çok sık. 3) Batı Anadolu Deprem Kuşağı: Uzun fay hatları. TÜRKİYE’DEKİ BÜYÜK DEPREMLER 1509 İstanbul Depremi: 7.2 Şiddetinde, 130 Bin Ölü 1766 İstanbul Depremi: 3 Ay Sürdü, Yapısal Hasar 1895 İstanbul Depremi: Büyük Yapısal Hasar 1939 Erzincan Depremi: 7.9 Şiddetinde, 33 Bin Ölü 1942 Erbaa Depremi: 7 Şiddetinde, 3 Bin Ölü 1943 Ladik Depremi: 7.6 Şiddetinde, 2300 Ölü 1966 Varto Depremi: ? Şiddetinde, 2400 Ölü 1976 Muradiye Depremi: 7.5 Şiddetinde, 3840 Ölü 1999 Gölcük Depremi: 7.4 Şiddetinde, 18 Bin Ölü 1999 Düzce Depremi: 7.2 Şiddetinde, 710 Ölü 2011 Van Depremi: 7.2 Şiddetinde, 644 Ölü Geçtiğimiz günlerde (26 Eylül 2019) İstanbul’da olan 5.8 şiddetindeki deprem başta İstanbul halkı olmak üzere tüm Türkiye’ye korku saldı. İstanbul halkının sokaklarda yatmasına sebep olan depremden sonra uzmanlar halkı uyardı ve olası bir büyük depreme karşı tedbir alınmasını istedi. DEPREMDEN ÖNCE YAPILMASI GEREKENLER Dolapları ve devrilebilecek benzeri eşyaları duvara sabitlemeliyiz. Binadan acilen çıkmak için kullanılacak yollardaki tehlikeler ortadan kaldırılmalıyız. Bir afet ve acil durumlar için buluşma noktası belirlemeliyiz. Deprem çantası hazırlamalıyız. DEPREM ANINDA YAPILMASI GEREKENLER Kesinlikle panik yapılmamalıdır. Güvenli bir yer bulup, diz üstü
ÇÖK, Başını ve enseni koruyacak şekilde KAPAN, Düşmemek için sabit bir yere TUTUN. Sarsıntı geçtikten sonra elektrik, gaz ve su vanalarını kapatılmalı, soba ve ısıtıcılar söndürülmelidir. Bina daha önce tespit edilen yoldan derhal terk edilip toplanma bölgesine gidilmelidir. DEPREM ANINDA AÇIK ALANDAYSANIZ; Binalardan düşebilecek baca, cam kırıkları ve sıvalara karşı tedbirli olunmalıdır. Toprak altındaki kanalizasyon, elektrik ve gaz hatlarından gelecek tehlikelere karşı dikkatli olunmalıdır.
DEPREM ANINDA ARAÇ KULLANIYORSANIZ; Bulunduğunuz yer güvenli ise; yolu kapatmadan sağa yanaşıp durulmalıdır. Pencereler kapalı olarak araç içerisinde beklenmelidir. Sarsıntı durduktan sonra açık alanlara gidilmelidir. Sarsıntı sırasında bir tünelin içindeyseniz ve çıkışa yakın değilseniz; araç durdurulup aşağıya inilmeli ve yanına yan yatarak ayaklar karına çekilip, ellerle baş ve boyun korunmalıdır. (ÇÖKKAPAN-TUTUN). METRODA VEYA DİĞER TOPLU TAŞIMA ARAÇLARINDAYSANIZ: Kesinlikle metro ve trenden inilmemelidir. Elektriğe çarpabilir veya başka bir metro ya da tren size çarpabilir. Deprem yıllardır olan ve olmaya devam edecek bir doğa olayıdır. Depremin olmasını engelleyemeyiz ama bunun için gerekli tedbirler alabiliriz. En önemli tedbir de sağlam bir evde yaşamaktır çünkü deprem öldürmez, BİNA ÖLDÜRÜR!
Ahmet Fatih AYTAR —————————–—— a.fatihaytar@gmail.com
3D yazıcı teknolojisi ilk olarak Charless Hull tarafından 1984 yılında ortaya çıkmıştır. 1986 yılında 3D Systems adlı ilk 3D yazıcı şirketinin kurulmasıyla yeni bir sektör doğmuştur. Biyoyazıcılar ise bu geliştirilen 3D yazıcıların farklı çizim ve materyalle uygulanmasıdır. İlk 3 boyutlu yazıcı ile canlı doku üretimi 2009'da Novagen 3D Printing Technology ile başlamıştır. Peki nedir bu 3D biyoyazıcılar ve biyoyazıcılar ile nasıl doku baskıları alabiliriz? Biyobaskı, canlı hücrelerin filament olarak kullanılmasıyla, kompleks biyolojik yapıların (doku, organ) katman katman oluşturulmasıdır. Biyolojik yapılar oluşturulurken, hücrelerin işlem sırasında canlılığını koruyabilmesi gerekmektedir. Canlı hücreler kullanılarak biyoyazıcılar ile 3 boyutlu yapılar oluşturulabilmektedir; deri, kıkırdak, tendon, kalp kası ve kemik gibi . 3D doku örneklerinin oluşturulması sürecinde ön işleme, işleme ve işlem sonrası aşamaları mevcuttur. Ön işlem aşamasında organ formunun ortaya çıkartılması için MRI gibi biyogörüntüleme sistemleri kullanılır. Elde edilen görüntüler standart taslak kütüphanesi (STL) formatına dö-
Kaynakça: webtekno.com teknolojipvoksel.com.tr rojeleri.com dr-hempel-network.com
nüştürülür. Daha sonra CAD programlarıyla bu işlenen görüntülere uygun çizimler yapılır. İşlem aşamasında ise biyoyazıcılar, canlı hücrelerin içinde barındırdığı biyomürekkepler kullanır. Bu süreçte istenilen tasarımlar elde edilir. İşlem sonrası sürecinde ortaya çıkan 3 boyutlu doku örneği cerrahi yöntem kullanılarak nakledilir. 3D biyoyazıcıların medikal alanda kullanımı nasıldır ve gelecekte bizleri neler beklemektedir? 3D Yazıcı ile Organ Basımı : Canlı hücreleri bir araya getirerek organları elde etmeyi amaçlar. Bu sayede ileride organ ihtiyacı olan insanlara daha uygun maliyetle ve daha hızlı bir şekilde çözüm sunulacaktır. Deri Üretimi: 3D biyoyazıcılar, hücrelerin kolojen jel üzerinde katmanlı bir şekilde bir araya getirilmesi ile deri basabilir. Böylelikle yapay deri implantlarının
yapılması mümkün olabilecektir. Yüz Yapılandırma: Kişiye özel yüz yapılandırma 3D yazıcılar ile mümkün olabilecektir. Yeni İlaç Deneme: Geliştirilen yeni ilaçlar canlılar üzerinde denenmek yerine 3D biyoyazıcı ile üretilmiş dokular ve organlar üzerinde test edilebilecektir. Kan Damarı Üretimi: 3D biyoyazıcılar ile günümüzde kan damarları üretilip insanlara cerrahi operasyonlar ile nakledilebiliyor. Medikal alanda gerçekleşen bu teknolojik gelişmeler hakkında Dr. Öğr. Üy. Darıcı şunları söyledi: “Gelecekte hastalıkların tedavisinde organ bağışına alternatif olarak kullanılabilecek bir yöntem. Belki 10-15 yıl içerisinde insanların organları hastalandıkça, bu organlar 3 boyutlu biyoyazıcılardan üretilmiş versiyonları ile değiştirilecek. Böylece organ kullanılabilecek hale gelecek”.
Ece BOZKURT —————————–—— ece.bozkurtt06@gmail.com
DÜCÜNCE GÜCÜ İLE CİSİMLERİ HAREKET ETTİRME Matrix'i izleyen herkes küçük bir çocuğun sadece düşünerek kaşığı büktüğü sahneyi hatırlar. Acaba bu nasıl oldu? Bunun birçok yolu ve adı var bugün 2 tanesinden bahsedeceğim. İlk olarak benim fazlasıyla ilgimi çeken yolu çok bilimsel konuşmadan anlatmak gerekirse; her düşündüğümüzde, duygularımızı hissettiğimizde, kolumuzu hareket ettirdiğimizde veyahut bize doğru gelen topa vurmak için ayağımız hareket ettirmek istediğimizde beynimize bir emir vermiş oluruz ve bu emir bir bilgi paketi halindedir. Bu bilgi paketi sinirsel otoyollarla ilgili organa gidip istenen görevin yerine getirilmesini sağlar. Bu olaylara büyüteç tutmak gerekirse göreceğimiz şey nöron denen her bir sinirimizde ilerleyen Kaynakça: ogrencibloglari.net
ileti sinaptik bölge adını verilen boşluklardan atlayarak iletilir. Bu atlama tabi ki de bizim bildiğimiz tür bir atlama değil. Her bir nöron kendisinden önceki nörondan (ki buna presinaptik nöron diyoruz) sinyalleri sinaptik boşluğa salınan nörotransmitter dediğimiz madde sayesinde doğru engelleme ve ilerleme ile alır ve iletimi sağlarız. Devam etmek gerekirse tam bu ileti anında sinaptik boşluktan atlayan iletiler elektrik alan yayar. Bu da demek oluyor ki eğer bu elektrik alanı nöral implantlarla yakalarsak bu enerjiyi cisimleri hareket ettirme yolunda kullanabiliriz. Güncel örnek vermek gerekirse geçtiğimiz günlerde gerçekleşen TEKNOFEST 2019'da bu enerjiyi bir oyuncak arabayı hareket ettirmekte kullanımınıza açan
bir şirket bulunuyordu. Bunun gibi nörobilimsel olaylara merakınız varsa David Eagleman'ın yazarı olduğu Beyin: Senin Hikâyen kitabını inceleyebilirsiniz. İkinci olarak çoğumuz bilip yetenek yarışmalarında gördüğü telekinezi yolu var. Telekinezeyi düşünce gücünün cisimlere, bilindik maddeler kullanılmadan etki etmesi şeklinde tanımlayabiliriz. Çocukluk hayallerimizin gerçeğe dönüşmesidir bir nevi. Telekinezide fizik kullanılmaz. Genelde telekinezi insanlar tarafından mucize ve az rastlanan bir yetenek olarak bilinir ama bu yanlış bir görüştür. İsteyen herkes telekinezi yolunu yapabilir. Telekinezi bilimsel bir yol olarak kabul edilmemektedir.
M.Fatih ÖNKOL —————————–—— fatihonkl@gmail.com
Merhaba basketbol severler ve yıldız tornavida okurları. Normal sezonu tüm hızıyla başladı. NBA son sezonların aksine sonu çok daha tahmin edilemez durumda. 6 şampiyonluk adayı ve onlarından biri olmayan Golden State Warriors. Bakalım bu sezon bize neler getirecek. Golden State Warriors Hanedanın Bitişi Geride baktığımız sezon başlarken, NBA takipçileri bu sezon hissettiği gibi hissetmiyordu. 4 yıldır NBA finallerinde bulunan ve 3 şampiyonluk elde eden Golden State Warriors’ın büyük bir sürpriz yaşamazsa şampiyon olacağı kaçınılmaz görünüyordu. Spoiler yediğimiz ama yine de heyecanla izlediğimiz bir film gibiydi. Ancak bu spoiler yanlış çıktı. Kimsenin sahip olmadığı bir lüks ile 4 süper star sahip olan Warriors, finallerde Kevin Durant ve Klay Thompson kaybetmesiyle favori durumdan çıktı. 28.5 sayı, 9.8 ribaunt, 4.2 asist ile oynayan Kawhi Leonard’ın karşısında duramadı. 4 yıldır süren Golden State Warriros hanedanlığını bitiren Kawhi Leonard ve Toronto Raptors yeni NBA düzenini başlatmış oldu. Kevin Durant’in takımdan ayrılması ve Klay Thompson’ın bu sezon oynama ihtimalinin çok düşük ol-
masıyla birçok takım riskli hamleler yaparak şampiyonluğa gözlerini dikti. Son oynayan maçın ardından Curry de 3 ay sahalardan uzak kalacak. GSW için artık tanking ve Russel’ı takaslama zamanı olacak gibi duruyor. Son sıralarda bitirmenin ardından gelecek iyi bir draft ve iyi bir takasla gelecekte tekrar şampiyonluk adayı olacaklar gibi duruyor. Ama bu sene için defter çoktan kapandı. Peki 2 süper yıldızlı takımlardan hangisi başarıya ulaşan yeni takım olacak? Los Angeles Clippers Finallerin MVP’si olan bir oyuncunun sözleşmesi biter. Onu imzalamak isteyen 3 takımdan kazanan Los Angeles Clippers olur. NBA tarihinde çok da emsali olmayan bir hareketle, Clippers’a Paul George’u getirin gelirim diyen Kawhi Leonard, amacına ulaştı. Aynı zamanda Clippers’ın en büyük rakibi Lakers’ı oyalamış oldu. Paul George için 4 draft hakkı, 2 draft değişme hakkı, Danilo Gallinari ve Shai Gilgeous-Alexander veren Los Angeles ekibi sezonun kağıt üzerinde en güçlü kadrosunu kurmuş oldu. Louis Williams ve Montrezl Harrel ikili oyunu savunulmaz takıma iki süper star eklemek hayalden bile güzeldi ve gerçek oldu. NBA’nin en iki kanat
savunmacısı denebilecek Kawhi ve George’a ek olarak Patrick Beverly’nin kısa savunmasındaki baskısıyla kusursuza yakın bir savunma potansiyeline ulaşan Los Angeles ekibi, pota altı savunmacısı eksiğine rağmen geniş rotasyonuyla rakiplerini korkuttuğu kesin. Kadroda bulunan Harkless, Zubac, Shamet, J. Green, McGruder gibi oyuncuların katkısıyla karşınızda bir numaralı favorimiz Clippers. Los Angeles Lakers 15 takımlı batıda 10. olan Los Angeles Lakers’ın kısa süre içinde bir numaralı favori ve tek süper güce dönüşmesiyle arasındaki ince çizgi ve yine aynı isim Kawhi Leonard… Geçtiğimiz normal sezon içinde Anthony Davis’i takaslanma niyet eden Lakers, elindeki bütün parçaları masaya açtı ama başaramadı ve normal sezonu 10. bitirdi. LeBron James 8 sene sonra NBA finallerinde oynaması sayesinde ilk defa uzun bir dinlenme ve antrenman süreci geçirdi. Sene içinde deplasman tribünlerinden “LeBron seni takas edecek” tezahüratlarından etkilenen 3 genç oyuncuyu ve 3 takas hakkı veren Lakers, Davis’ine kavuştu. Kawhi Leonard’ı almak için uğraşırken ise piyasadaki birçok değerli oyuncuyu kaçırdı.
Kawhi Leonard’ı da alamayan Lakers boşta kalan oyunculara yönelerek kalan oyuncularından bir takım kurdu. Peki nasıl olur da iki numaralı NBA şampiyonluk adayı Los Angeles’ın karşı yakası oldu? Çünkü LeBron James ve Anthony Davis gibi birbirlerini tamamlama potansiyeli daha önce NBA’de görülmedi. Belki en etkili ikili olmayacaklar ama kağıt üzerinde birbirlerini daha iyi tamamlayan bir ikili NBA tarihinde akıllara gelmiyor. LeBron tüm zamanları en iyi oyuncusu olduğunu iddiasını koruyabilecek mi yoksa sezon başında en iyi 3 numara oyuncusu oylamasında NBA koçlarının önüne yazdığı isime, Kawhi Leonard’a sezon sonunda geçilecek mi? LeBron’a karşı bahis alınmaz lafını hatırlatıp sıradaki takımımıza geçiyoruz.
Philadelphia 76ers Modern NBA, yeni oyun, yüksek tempo, kısalan beşler, pozisyonsuz oyuncular… 28.5 takımın
adapte olmaya çalıştığı Phoenix Suns ile başlayan GSW ile zirveye ulaşan sistem. Bu sistemin içinde bulunarak sistemi kırmaya çalışan Houston Rockets’ı yarım takım saydığımız durumda, kendine özgü ve tamamen farklı yola giren bir takım Philadelphia 76ers. Modern NBA artık kısaların hükmettiği, üçlük atamayan oyuncuların sistem dışına itildiği, yüksek temponun çözümünün arandığı, kısa beşlerin fark yarattığı bir lig olmuşken 76ers takıma Al Horford’ı ekledi. Joel Embiid ve Al Horford pota altının yanına şutör olan Tobias Harris, şutu olmayan gard Ben Simmons ve ikinci gard Josh Richardson ekleyelim. NBA’nin en fizikli takımı olan ve rakiplerini döverek yenmeye niyetlenen Philadelphia, alan paylaşımı konusunda sorunlar yaşasa da yetenek toplamı olarak en iyi ilk beşe sahip. Bu 5 oyuncu ne kadar birbirleriyle uyumu sorgulanan oyuncular olsa da yetenek çözer diyerek onları da şampiyonluk adayları arasına ekliyoruz. Türk sporcu Furkan Korkmaz ise rotasyonda bulunuyor. Geçtiğimiz gece maçı kazandıran basketi atan Furkan Korkmaz, önemli bir fark yaratmak için kollarını sıvamış gibi. Kötü geçen sezonların
ardından Furkan da takımın en güvenilir şut eli olarak görebiliriz. Milwaukee Bucks Geçtiğimiz normal sezon birincisi ve normal sezon MVP’si Giannis Antetokounmpo’nun sahibi Bucks, bu sezon da şampiyonluk adayları arasında. Malcolm Brogdon’ı kaybeden doğu temsilcisi takıma eklediği şutörler ve Giannis’in gelişimini devam ettirmesi ile şampiyonluk hayalleri kuruyor. Moders Shaq etrafına kurulu 4 şutörlü sistemi koruyan Bucks, geçtiğimiz sezonun yılın koçu ödülünün sahibi Mike Budenholzer ile yoluna devam ediyor. Çizilen pozitif çerçeve aklınız çelmesin. Bu takımın da sorunları yok değil. Giannis’in etrafına ikinci bir yıldız arayan Bucks, bunu henüz yakalayabilmiş değil. En büyük aday olan Brogdon’la sözleşme yenileyemedi çünkü maaş bloğunu Eric Bledsoe ile doldurdu. Bu oyuncunun çabuk dağılan oyun tarzı ve şut verimliliği takıma zarar verecek gibi duruyor. Yine de 76ers ile birlikte doğunun zirvesinde olacakları kesin. Bakalım Ersan’lı Milwaukee geçtiğimiz sezonun 60 -22’lik derecesine ulaşabilecek mi? Play-Off dönemi geldiğinde daha mücadeleci kalabilecek mi? Metin Yiğit İPLİKÇİ —————————–—— yigitiplikci@gmail.com
İLGİNÇ YASAKLAR
Yasalar, vatandaşlarını korumak ve ülkeyi ahenk içinde yönetmek için tarih boyunca yöneticilerimizin koyduğu kurallar bütünüdür. Öyle ki, yapılan farklı suçlar ya da gerçekleşen olaylar sonrasında farklı farklı yasalar ve yasaklar çıkmıştır. Fakat bazı ülkelerin çıkardığı yasaklar diğerlerinin yanında biraz garip kaçar. Bugün size dünyanın en tuhaf yasakları ve sebeplerinden bahsedeceğim. Çin’de reenkarne olmak yasak! 2007’ de çıkarılan yasaya göre Çin’de devletten izin almadan reenkarne olamıyorsunuz. Aslında başta çok saçma gelmesine rağmen devlet bu yasayı kendini rahip ilan edip insanları dolandırmaya çalışanları engellemek için kurmuş. 2. Singapur’da sakız çiğnemek yasak! 1992’den beri Singapur halkı sakız çiğneyememekte ve satamamaktadır. Sebebi ise ayak-
Kaynakça: ensonhaber.com beycan.net/ tarihiolaylar.com
kabıların altına yapışması! O dönemin hükümeti, ayakkabıların altına yapışan sakızları çıkarılması zor olması ve her zaman bir parçasının orda kalmasından dolayı bu konuya net bir çözüm getirmiş. Eğer ki yolunuz bir Singapur’a düşerse sakızlarınızı evde bırakmanızı tavsiye ederim. 3. Malezya’da sarı renk kıyafet giymek yasak! Oysa sarı mutluluğun ve pozitifliğin rengi değil mi.? Hatta Malezya kültüründe sarı asilliğin de rengi aynı zamanda. O zaman neden yasakladılar sarıyı? 2011 de gelen bu yasak o dönemin karşıt görüşlü gruplarının sarıyı sembol olarak belirlemesiyle sarı renk kıyafetler yasaklanıyor. Ki hala yasak. O yüzden Malezya'ya gidecek olursanız bavulunuza koyacağının kıyafetleri iyi seçin. 4. İtalya Milano’da kaş çatmak yasak! Bu şehre üzgün bir şekilde
gitmeyin. Yoksa para cezasına çarptırılabilirsiniz. Şehir yönetiminin mutsuzluğu azaltmak için koyduğu bu yasa ne kadar işe yarıyor bilmiyorum ama pek gülmeyen biri olarak uzak durmam gereken bir yermiş Milano. 5. Japonya’da obez personel çalıştırmak yasak! 2008’de gelen bu yasa ile şirketlerin uygun vücut kitle endeksine sahip olmayan çalışan çalıştırması yasak. Kilolu arkadaşlara ise “diyet rehberliği” denilen bir uygulama yapmak şirketlere bir görev olarak verilmiş. Hükümet bu yasa ile ülkedeki kilolu nüfusu azaltıp daha sağlıklı bir yaşamı teşvik ediyor. Ayrıca çalışanlarına “diyet rehberliği” uygulamayan şirketlere cezalar mevcut. 6. Avustralya'da sihirbaz değilseniz tavşan beslemeniz yasak! Avustralya’da tavşanlar sadece Queensland ve çevresinde bulunur ve istilacı bir tür olarak kabul edilir. Ancak, bir tavşanı araştırma, sihirbazlık ve sirkler için sahiplenme iznine başvurabilirsiniz. Onun dışında tavşan yetiştirdiğiniz anlaşılırsa sizin için sıkıntılı dönemler başlar. Bunların yanı sıra sebeplerini bulamadığım bir çok değişik yasaklar da var. Mesela Amerika Arizona’da eşeklerin küvette uyuması, California’ da küvette portakal yenmesi yasak - Amerikalılar küvetlere biraz takmışlar anlaşılan. Florida’ da bekar kadınların pazar günleri paraşütle atlaması yasak ve hapse girmeye kadar cezalandırılabiliyorlar, New Jersey’ de çorbayı şapırdatarak içmek, New York’ta asansörde yabancılarla konuşmak, Washington’da lolipop yemek yasaktır. Özgürlükler ülkesinde bu kadar ilginç yasakların olması epey bir şaşırttı doğrusu!
Hilmi Burak ÖZDEMİR —————————–—— hilmib2681@gmail.com
NADİR HASTALIK NEDİR ? “Nadir hastalıklar,” genel nüfusa kıyasla az sayıda insanda görülen hastalıklar ve bu hastalıkların nadir olarak görülmesiyle ilgili olarak ortaya çıkan belirli sorunlardır. Avrupa’da, 2000’de 1 kişide görülen hastalıklar nadir kabul edilmektedir. Bir hastalık bir bölgede nadir görülürken başka bir bölgede sık görülebilir. Nadir hastalıkların sayısı her geçen gün artıyor ve her ay yaklaşık 4-5 yeni nadir hastalık tanımlanıyor. Günümüzde bilinen 7000’den fazla nadir hastalık var. Hastaların yaklaşık %50’sini çocuklar oluşturmaktadır. Nadir hastalığa sahip çocukların %30’u 5 yaşını görememektedir. Bu durumun en temel sebebi; nadir hastalıkların %95’inin tedavisinin olmamasıdır. Nadir hastalıklar Türkiye’de her 16 kişiden 1’inde görülürken; Türkiye’de 5 milyon, dünyada yaklaşık 350 milyon kişi nadir bir hastalığa sahiptir.
TEŞHİS VE TEDAVİ Nadir hastalıklar sağlık profesyonelleri için hem tanı hem de tedavi süreçlerinde önemli güçlükler içermektedir. Hastaya yanlış tanı konulması, gereksiz cerrahi veya medikal uygulamaların yapılması ve doğru tanı sürecinin uzaması gibi zorluklarla karşılaşılabilmektedir. Nadir hastalıkların önemli bir kısmı kesin tedavisi olmayan kronik bir süreç içermektedir. ÖnKaynakça: nadirhastaliklaragi.org.tr acibademhayat.com/ rarediseases.info.nih.gov ec.europa.eu
celikle hekimler, nadir hastalık belirti ve bulguları konusunda daha sınırlı tecrübeye sahiptir. Öte yandan teknoloji ve sağlık alanındaki gelişmeler nadir hastalıkların teşhis ve tedavi aşamalarında umut vaat etmektedir. Bu hastalıkların bazıları için arşivlerin oluşturulması ile hastalıkların doğal öyküleri hakkında daha fazla bilgi edinilebilmiştir. Birçok Avrupa ülkesinde nadir hastalıklar alanında Avrupa politikalarıyla ve ulusal politikalarla sunulan bakış açıları sayesinde yeni umutlar ortaya çıkmaktadır. GETİRDİĞİ GÜÇLÜKLER VE TOPLUMSAL ETKİLER Nadir hastalıkların çoğu özel bakım yöntemleri, tıbbi cihazlar, ilaçlar veya özel besinler kullanımı gerektirdiğinden fiziksel, duygusal, psikososyal, ekonomik ve birçok yönden güçlüklerle karşılaşılmaktadır. Sabır ve mücadele gerektiren bu süreçte hastanın azimle hayata tutunması ve çevresindekilerin desteği önemli olmakla beraber hastalar da toplum için oldukça değerlidir çünkü bu farklılıklar ailelerine, topluma çok şey öğretir. Hastalar ve ailelerin yaşadığı zorlukların irdelenmesi, bakım ve sağlık hizmetlerine erişim konu-
sunda sorun yaşayan dezavantajlı ailelere destek olunması, tanı ve tedavi olanaklarının geliştirilmesi, olası çözümlerle hastaların yaşam standartlarının yükseltilmesi için bu alandaki araştırmaların hızlanmasında toplumsal farkındalık ve bilgilendirme oldukça önemlidir. Nadir hastalıklarla ilgili bilgi edinmemizdeki bir engel ise Türkçe kaynakların yetersizliğidir. Bu noktada ‘Tüm Nadir Hastalıklar için Türkçe Kaynak Oluşturma’ hedefiyle, Dr. Oktay I. Kaplan’ın da büyük katkılarıyla Nadir Hastalıklar Veri Tabanı (http:// nadirhastalik.org ) oluşturulmuştur. Bu değerli girişimde gönüllülük ekibine katılıp destek verebilirsiniz. Sadece sağlık alanında çalışanların değil toplumun her bireyinin nadir hastalıklar konusunda duyarlı ve bilgi sahibi olmasını sağlamak bu alanda atılabilecek önemli adımlardandır.
Sümeryra Efe —————————–—— sumeyraefe@ieeeytu.com
KÜÇÜK YILDIZIN DEV UYDUSU
UZAYDA BİFTEK! İnek hücrelerinin 3 boyutlu yazıcıyla çoğaltılması ile Uluslararası Uzay İstasyonundaki astronot ve kozmonotlar için biftek üretildi. Araştırmacıların ineklerden aldığı hücreler, etin besin değerini artıran bir suyla birlikte bir deney tüpüne konularak Kazakistan’dan Uluslararası Uzay İstasyonuna gönderildi. Uzun yolculuk sonrasında hücreler, Rus kozmonotlar tarafından manyetik yazıcılarla kas dokusuna dönüştürüldü. Eti deneyenler normal biftekle hemen hemen aynı tatta olduğunu ifade ettiler. Bu proje ile birlikte gelecekte uzayın derinliklerine yapılacak yolculuklara ve Ay ile Mars’taki ilk kolonilere protein kaynağının temin edilmesi artık çok zor gibi gözükmüyor!
Jüpiter benzeri gezegen, yörüngesinde döndüğü yıldıza kıyasla sıra dışı bir büyüklükte. Bu, gezegenlerin oluşumuyla ilgili genel kabul gören teoriye ters düşüyor. Genel kanı, bu tür gezegenlerin olmadığı yönündeydi fakat emin olunamıyordu çünkü normal yıldızlar Güneş gibi yıldızlardan sayıca çok daha fazla olmakla birlikte, ışıkları az olduğundan onları incelemesi zordu.
OZON TABAKASI
ZİHNİN GÜCÜ!
Antarktika üzerinde tespit edilen ozon tabakasındaki delik son 30 yılın en düşük seviyesine düştü. Ayrıca ozon deliğinin güney kutbu merkezinden bir miktar saptığı tespit edildi. Ozon tabakasında en fazla incelme olan alan geçtiğimiz günlerde 5 milyon km kareye indi. Geçen yıl aynı dönem bu alanın büyüklüğü 20 milyon, 2017’de ise 10 milyon km kareydi. Ozon tabakası kalınlığının 2060’larda 1970 öncesi seviyesine dönebileceği tahmin edilmekte.
Hayat zor ama hayatını kendi başına idame ettirememek daha da zor. Artık gelişmekte olan teknoloji ile birlikte felçli bireyler için hayat o kadar da zor değil. Fransa’da bir laboratuvarda denenen dış iskelet (eksoskeleton) teknolojisi ile iki yıldır felçli olan bir hastanın kollarını ve bacaklarını hareket ettirmesi sağlandı. Yapılan ameliyatla beyninin hareketi kontrol eden bölümünün yüzeyine iki parça takıldı. Bu iki parçanın her birinin üzerinde beyindeki hareketliliği okuyabilen ve beyinden gelen komutları yakındaki bir bilgisayara ışınlayan elektrotlar vardı. Bilgisayar yazılımı beyinden gelen dalgaları alıp bunları komutlara tercüme ediyor ve bu sayede iskelet hareket ettirilebiliyor.
Kaynakça: cnnturk.com onedio.com
860 VOLTLUK YILAN
“HERKÜL” PAPAĞAN
Amazon havzasında, biri 860 voltluk elektrik şoku üretebilen iki elektrikli yılan balığı keşfedildi. Şimdiye kadar elektrikli yılan balıklarında en fazla 650 volt gerilim ölçülmüştü. Araştırmacılar bu yeni keşfedilen balığın bu kapasitesini, iletkenliğin düşük olduğu yüksek sulara adaptasyonla açıklıyor. Elektrikli yılan balıkları elektrik üretme yeteneklerini avlanmak, kendilerini korumak ve yön bulmak için kullanıyor. Bu balıkların vücutlarının büyük kısmı, yüksek gerilim salan kaslara dönüşmüş elektroplakslarla (elektrik organları) kaplı. Bu organlar, düşük gerilim üreten binlerce küçük elementten oluşuyor. Bu elementlere seri bağlanan piller ile yüksek gerilim üretiliyor.
Yeni Zelanda’nın güneyindeki St. Bathans bölgesinde 2008’de bulunan kuş bacağı fosilinin, 19 milyon yıl önce yaşayan 1 metre boyunda bir papağana ait olduğu ortaya çıktı. 7 kilodan fazla olduğu, birçok kuşun aksine uçamadığı ve etobur olduğu belirtiliyor. Bu papağana türüne, boyutlarına ve gücüne atıfla “Herkül” adı verildi.
GÖRÜŞÜRÜZ FEDOR!
3D YAZICI İLE AKCİĞER
Rusya’nın uzaya gönderdiği ilk robot olan Fedor 10 gün boyunca istasyonda kaldı. Hem kozmonotlara yardım etti hem de yeni şeyler öğrendi. Fedor önemli bir çırak olacak gibi görünüyor. Kendisinin Instagram ve Twitter hesapları da var. Rusya, gelecekte robotlara uzay yürüyüşü gibi karmaşık ve tehlikeli görevler de vermeyi planlıyor. Yavaş yavaş robotlar hayatımız girmeye başladı. Acaba bu bizim için gerekli bir şey mi yoksa yavaş yavaş sonumuzu mu hazırlıyoruz?
ABD bulunan Rice Üniversitesi önderliğinde yapılan çalışmayla dünyada ilk kez 3D yazıcı teknolojisi kullanılarak damar geliştirildi. Bilim insanları daha önce üç boyutlu yazıcı kullanarak organ geliştirmeyi başarmıştı ancak bu organların çalışması için kan akışını sağlayacak damar ağı geliştirilememişti. Bilim insanları şimdi de laboratuvar ortamında akciğere kan akışını sağlayan damar sistemi üretti. Uzmanlar, canlı yapılar elde etmek amacıyla kullanılan yazıcı sayesinde, 20 yıldan daha kısa bir süre içinde yapay organların kullanılabileceğini ifade etti.
A.Buse Avcı —————————–—— avciiaysebuse@gmail.com
1-Dead Cells Motion Twin tarafından geliştirilen bir aksiyon-platform oyunu olan Dead Cells, oyun mekaniği açısından sizi kendine hayran bırakan bir oynanışa sahip. Bolca öldüğünüz ve çok hızlı akan bir oyun arıyorsanız aramıza hoşgeldiniz. Oyuna yay, kılıç ve kalkandan 2 tanesini seçerek başlıyoruz. Oyun içinde bu ekipmanların ne kadar kullanışlı ve güçlü olacağını topladığımız Cell'ler belirliyor. Cell'ler haricinde oyunda Mutation (mutasyon) toplayıp düşmanlarımıza karşı daha kolay savaşabiliyoruz. Oyunda her öldüğümüzde haritanın yapısı ve özellikleri değişiyor. Bu, oyunda sürekliliği ve yeniden oynanabilirliği sağlıyor. Aynı zamanda oyunda kullandığınız silahlar, özellikler, çeşitli animasyonlar da oyunun tekrar tekrar oynanabilmesine katkıda bulunuyor. Grafiksel olarak çizimleriyle ve animasyonlarıyla bizi kendine çeken oyun, piksel sanatının hakkını sonuna kadar veriyor. Oyun, ses açısından da oldukça tatlı, güzel müziklere ve animasyon
seslerine sahip. Son olarak Dead Cells, eğlenceli, sürükleyici ve vakit geçirmek için gerçekten güzel bir oyun. Bu türü seven oyunculara mutlaka tavsiye ediyorum. 2-Divinity: Original Sin II Şimdi de Larian Studios tarafından geliştilen, RPG türünün en güzel örneklerinden biri olan Divinity: Original Sin II ile birlikteyiz. Açık dünya oynanışı, her türlü özgürlüğü sunan yapısıyla kendini, türünün en iyileri arasına sokmayı başarmış bir yapım. Oyunun size sunduğu sonsuz özgürlüğü sonuna kadar hissediyorsunuz. Oyunda Human, Elf, Dragonborn, Dwarf ve Undead olmak üzere 5 farklı ırk bulunmakta. Aynı zamanda bol miktarda ana görev ve bu görevleri destekleyici yan görevler mevcut. Görevlerin en güzel yanı ise sıkıcı olmaması, aksine oyuncuyu daha çok kendine çekmesi ve oyuna bağlaması. Oyun size başladığınız andan itibaren teleport özelliği sunuyor ve bu özellik çoğu engeli aşmanızı ve görevleri daha rahat yapmanızı sağlıyor. Oyun esnasında NPC'lerle etkileşim oldukça gerçekçi olmuş. Onlara ettiğiniz her
yardımda onlar da size bazı kolaylıklar sağlıyor. Hikaye kısmı ise oldukça etkileyici ve karakterden karaktere değişkenlik gösteriyor. Oyunun grafiklerine gelirsek oldukça doyurucu ve güzel olduğunu düşünüyorum. Özellikle karakter skilleri ve vuruş efektlerinin fazlasıyla hoşuma gittiğini söyleyebilirim. Çoğu RPG oyunda pek önemsenmeyen seslendirme konusunda ise Larian Studios gerçekten başarılı bir iş çıkarmış. Karakterinizin ve NPC'lerin seslerini, gerçekten oyunun içindeymişsiniz gibi vermeyi başarmışlar. Gerek gergin anlarda gerekse aksiyon anlarında, o anı yaşadığınızı hissediyorsunuz. Oyunun Co-Op kısmı ise gerçekten çok güzel ayarlanmış. Aksiyon esnasında birbirinizi korumanız, yardımlaşmanız gerçekten güzel anlar yaşatıyor. Oyunun mekaniklerine gelecek olursak, bu mekanikleri daha çok dövüş esnasında görebiliyoruz. Oyun sıra tabanlı bir sisteme sahip, bu yüzden yapacağınız hamleleri önceden düşünmeniz gerekiyor.
İŞ VE YÖNETİM
Son olarak sizlere modlardan bahsedeceğim. Oyunda Game Master modu bulunmakta. Bu mod sayesinde kendi hikayenizi,haritalarınızı ve görevlerinizi yapabiliyorsunuz. Bu, benim gibi FRP severler için birebir olmuş. Fakat oyun, PvP severleri de unutmamış ve bir Arena modu eklemiş. Bu modda istediğiniz gibi PvP yapabiliyorsunuz ve oyun içinde geliştirdiğiniz taktikleri burada kullanabiliyorsunuz. Toparlayacak olursak Divinity: Original Sin 2, oynadığım en iyi RPG oyunlarından biri diyebilirim. Hikayesi, oyun içi mekanikleri, grafik ve seslendirmesiyle tam bir şaheser olmuş. Ayrıca sunduğu özgürlükler çoğu oyunda bulamayacağınız cinsten. Eğer RPG türünü seviyorsanız ve kendinizi uçsuz bucaksız bir hikayenin içinde bulmak istiyorsanız Divinity: Original Sin 2 tam size göre demektir. 3-Diablo III: Reaper of Souls Son olarak, bir efsane olan Diablo serisinin son oyunu Diablo III: Reaper of Souls’tan bahsedeceğim. Diablo 3 ilk çıktığında, eksikleri
olan bir oyun olsa da Reaper of Souls eklentisi ile kendini çok ileri bir düzeye taşıdı ve gerçek anlamda gönülleri fethetti. Oyunumuz zindan tabanlı bir aRPG oyunudur. Oyunda 7 farklı sınıf seçebiliyorsunuz, her sınıfın farklı özellikleri bulunmakta. Bu sınıflar Barbarian, Crusader, Demon Hunter, Monk, Necromancer, Witch Doctor ve Wizard'tır. Karakter özelleştirme konusunda ise oldukça zengin bir sistem geliştirilmiş. Skillerinizi farklı rünlerle ve pasif skillerle kombine edebiliyorsunuz. Oyunun hikayesi ve atmosferi gerçekten müthiş olmuş diyebilirim. Diablo serisinin en güzel yanlarından biri zaten kuşkusuz hikayesidir; hikaye konusunda tatmin olacağınıza eminim. Oyunun grafikleri, atmosferi ve sesleri birbirini çok güzel tamamlamış. Grafikler destansı ve güzel; atmosfer ise sizi gerçekten oyundaki karakterinizle bir bütün haline getiriyor. Oyun size hiç bitmeyecek bir oyun süresi vaad ediyor. Şahsen 3000 saati devirmiş bulunuyorum. 70, yani son seviyeye ulaştığımız-
da Adventure Mode açılıyor ve bizleri Rift adını verdiğimiz bir sistem karşılıyor. Riftler oyunda rastgele oluşturulan haritalardır. Hiçbir harita birbirinin aynısı değildir ve rastgele oluşturulur. Oyunu her açtığınızda farklı bir atmosfer oluşuyor, bu sayede oyun içinde süreklilik sağlanıyor. Bir başka mekaniğe gelirsek, Reaper of Souls ek paketi ile ladder sistemi eklendi. Eğer rekabetçi bir oyun tarzınız varsa ilginizi oldukça çekecektir. Bu sistemle oynadığınız riftlerin seviyelerinin sıralandığı bir sıralama var, böylece diğer oyuncularla rekabet edebilme şansınız bulunuyor. Oyunda aktif bir PvP sistemi bulunmuyor fakat yapımcı firma bunun üzerinde çalıştığını belirtiyor ki benim için oyunun tek eksisi bu diyebilirim. Toparlayacak olursam; güzel grafikli, kendinizi oyunun içinde hissedeceğiniz ve uzun süreli oynayabileceğiniz, parasının hakkını veren bir aRPG arıyorsanız Diablo III: Reaper of Souls sizin için doğru adres olacaktır. Barış KALMAOĞLU —————————–—— bariskalmaoglu@hotmail.com
Modern futbolun çok hızlı oynanması ve oyun kurallarının çok sık değişmesi, yeşil sahalarda hakem hatalarına sıklıkla neden oluyor. Bugün milyonların hatta günümüzde milyarların zevkle izlediği futbol, resmi kurallarına 1863 yılında kavuştu. Bunun üzerinden 150 yılı aşkın bir zaman geçti fakat kuralların uygulanışında büyük zorluklar yaşanıyor. Endüstriyelleşmeyle birlikte futbol artık salt sonuç ve sonuç üzerinden elde edilecek rant için oynanıyor. Kulüpler yaptıkları devasa harcamaların hakemlerin hatalı kararlarından dolayı heba olmasını sindiremiyor. Anlık temasların ve futbolcu bedenlerinin iç içe geçmiş hâlinden kaynaklanan karmaşık pozisyonların hakemler tarafından doğru bir şekilde gözlemlenmesi her zaman mümkün değil. İşin içinde insan faktörünün olması hataların asla sıfıra inmeyeceğini açık bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu hataları engellemenin yollarından biri ne olabilirdi?
Evet, cevabımız teknoloji. Futbolda teknolojiye ihtiyaç olduğu fikri aslında 2010 Dünya Kupası'nın ikinci turunda oynanan meşhur Almanya-İngiltere maçında Frank Lampard'ın çektiği şutta topun kale çizgisini geçmesine rağmen hakemin devam kararı vermiş olmasıyla ortaya çıktı. Bu olay FIFA'nın teknoloji arayışlarına girmesine ve 2012 yılında Japonya'da düzenlenen Kulüpler
Dünya Kupası’nda ilk kez "Kale Çizgisi Teknolojisi" denenmesine sebep oldu. Sonuçlar başarılıydı. Bunun üzerine Kale Çizgisi Teknolojisi, Futbol Oyun Kuralları El Kitabına dahil edildi. Bu teknoloji, hakem kararını desteklemek için, gol olup olmadığının doğrulanması amacı ile kullanılmaya başlandı. Kale Çizgisi Teknolojisinde topa elektronik devreler yerleştirilirken, kale çizgisi ve paralelindeki kale direklerine manyetik sensörler entegre edildi ve eğer bu sensörler topun tamamının çizgiyi geçtiğini algılarsa, hakemin saatine 1 saniye içerisinde uyarı gitmeye başlıyor. Tabii ki futbolda teknoloji kullanımı bu kadarla sınırlı değil. Sinyalli bayrak kullanımı, telsiz iletişim sistemi ve futbolda devrim niteliğinde bir yenilik; VAR sistemi. Futbolda uzun süredir gündemde olan Video Hakem Uygulaması, birçok ligde ve turnuvada kullanılmaya başlandı. Video Hakem Uygulaması özetle; karşılaşma sırasında hakemi tereddütte bırakan ya da oyuncuların yoğun itirazda bulunduğu bir pozisyonda, hakemin ekran başında pozisyonların tekrarını izleyen, diğer hakemlerle kulaklık ile iletişim kurduğu ve on-
lardan gelen bilgiye göre karar verdiği sistem diye tanımlanabilir. Sistem uzun süredir kullanılıyor ancak tartışmalar halâ sürüyor. VAR, birçok taraftarı hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyor. Bir yanda futbolun heyecanını ve ruhunu öldürdüğünü düşünenler, diğer yanda insani hatalardan bıkanlar. Aslında unutulmaması gereken en önemli nokta VAR teknolojisini de insanların yönetiyor olması. Paranın ön plana çıktığı futbolun bu döneminde yaşanan teknolojik gelişmeler spora ait bütün değer ve yargıların da değişmesine sebep oluyor. Haliyle bu süreç sportif etkinlikleri bir oyun olma özelliğinden çıkarıyor. Futbolda teknoloji varlığını eleştirip sorgulamak yerine futbolun popülaritesini kaybetmemesini sağlamak ve oyun içi dinamiklere odaklanmak futbolseverlerin asli görevi olmalıdır.
Şahin ŞAHİN —————————–—— shn.shnn.12@gmail.com