Yönetim Kurulu
Herkese merhaba, Yeni bir sayı ile yine karşınızdayız. Harika bir başlangıç yaptık, sizlerden 23.sayımız ile ilgili güzel dönüşler aldık. Bunun mutluluğu ve verdiği ‘daha iyisini yapalım’ azmi ile 24.sayımızın hazırlıklarına başladık. Dergimizin içeriğine geçmeden önce Basın-Yayın komitesi olarak düzenlediğimiz Kutup Yıldızı II etkinliğimizde görev alan, bizlere destek veren ve bu etkinliğin bu denli güzel geçmesini sağlayan herkese çok teşekkür ederim. Dilerim ki daha iyilerini ve daha güzellerini göreceğiz.
Dergimize gelirsek bu sayımızda kapak konusu olarak Nanoteknolojiyi ele aldık. Nanoteknolojinin kapsamının yanı sıra kullanım alanlarından ve gelecekte bizi nelerin beklediğinden bahsettik. Kapak konumuzun haricinde komitemizden çok güzel konu önerileri ve yazılar aldık. Emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Siz de dergimize yazı yazmak ve bizimle birlikte çalışmak isterseniz komitemize bekliyoruz. Ayrıca 28 Ekim 2008 yılında faaliyetlerine başlayan, adından söz ettiren ve herkes tarafından hayranlık uyandıran işlere imza atan Basın-Yayın komitesinin 10.Dönem ekibi olmaktan dolayı çok büyük bir sevinç ve gurur içerisindeyiz. Basın-Yayın komitesine bugüne kadar emek vermiş tüm mentörlerime ve ekip arkadaşlarım Hatice ATA ve Ahmet Burak AYDIN’a çok teşekkür ederim. Geçmişimizden aldığımız güç ve hayallerimizle geleceğe daha sağlam adımlar atmaya devam edeceğiz. İşte karşınızda 24.sayımız, keyifli okumalar dilerim. Gelecek sayılarda görüşmek üzere.
Yonca Pehlivan ——————————-yoncapehlivan@ieeeytu.com
Başkan | Tugay AKTAŞ Başkan Yrd. | Burak ZOBAR Sekreter | Özgün Doğa AŞIK Sayman | Melih Kemal KILIÇ Üye | Hasan KONANÇ
Denetleme Kurulu Özgür TELLİEL Ebru BONCUKÇU Beyza HEPARSLANTUNÇ
Yıldız Tornavida Yazarlar Ahmet Burak AYDIN Atakan EKİNCİ Barışcan KURTKAYA Batuhan EMEN Burak ÇETİNKAYA Doğa Şimal SENEM Enes ÖZLEN Eren Eyüp NANE Eylül NİKBAY Fatih TOPULCA F. Umay IŞIK Furkan ÇELİK Hasan ÖZKAYA Hatice ATA İlknur SEZEN Melike TUNÇ Mert UĞURLU Onat Taylan ASLANTAŞ Pınar Yasemin BAKAR Senanur YUVACI Serra ERSOY Uğur Can KALKAN Yonca PEHLİVAN Redaktörler Ahmet Burak AYDIN Ahmet YAPRAK Aykut GÜNDOĞAR Hatice ATA İbrahim EVKAY Melike UĞURLU Mustafa Nafi SERİM Selin ÇETE Senanur YUVACI Yonca PEHLİVAN Katkıda Bulunanlar Uğur Can KALKAN Dizgi & Tasarım Ahmet Burak AYDIN Hatice Ata Kader DEREN Yonca PEHLİVAN İletişim: Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Yerleşkesi Elektrik-Elektronik Fakültesi B Blok Zemin Kat IEEE Ofisi, 34220 Esenler/İSTANBUL e-posta: ytornavida@ieeeytu.com Yıldız Tornavida Dergisinde yayınlanan yazıların tümü IEEE YTÜ inisiyatifi altında olup, kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan başka bir yerde kullanılamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz.
NANOTEKNOLOJİ Nano kelimesi Yunanca “nannos” kelimesinden gelir ve “küçük yaşlı adam veya cüce” demektir. Günümüzde nano, teknik bir ölçü birimi olarak kullanılır ve herhangi bir birimin milyarda biri anlamını taşır. Bir nanometre metrenin milyarda birine denk gelir. Nanometre dediğimizde bir saç telini elli bin parçaya böldüğümüzde elde ettiğimiz büyüklükten bahsediyoruz. Nanobilim ve nanoteknolojinin tam bir tanımı olmamakla birlikte, genel görüşe göre 1-100 nanometre boyutlarda maddelerin anlaşılması, kontrol edilmesi ve atomsal seviyede değiştirilip işlevsel hale getirilmesidir. Nanoteknoloji; fizik, kimya, biyoloji ve mühendislik gibi multidisipliner bir konuma sahip olmasının yanısıra, endüstri, savunma, ilaç, elektronik, tarım, sağlık gibi bütün alanlara potansiyel etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle birçok gelişmiş ülke tarafından kritik araştırma alanı olarak görülmekte ve desteklenmektedir.
Nano boyutta bir dünya olduğunu ilk defa ünlü Amerikalı fizikçi Richard Feynman (1918- 1988) ortaya atmıştır. Feynman 1959 yılında bir konferansta ‘‘There is plenty of room at the bottom’’ (Aşağıda daha çok yer var) başlıklı konuşmasında ilk defa nano boyutlardaki gizeme değinmiştir. Feynman eğer atom ve molekül büyüklüklerde imalat yapılabilirse birçok yeni keşiflerin
ortaya çıkacağını bildirmiştir. Nano teknoloji üzerine yoğunlaşan Foresight Enstitüsü'nün kurucusu olan Eric Drexler, MIT laboratuvarındaki çalışmaları sırasında, biyolojik sistemlerden esinlenerek, moleküler makineler yapılabileceğini önermiştir. Böylece, nanoteknoloji kavramından söz edilmeye başlanmıştır.
Nanoteknoloji bir yandan eski teknolojilere yeni bakış açıları getirirken diğer yandan da, daha önemli ve kritik olan, önceleri imkansız gibi gözüken yeni teknolojilere ve uygulamalara kapı aralamıştır. Örnek olarak, malzemelerin özellikleri nanoteknoloji sayesinde daha iyi anlaşılmış, dolayısıyla bu malzemelerin kullanıldığı uygulamalarda belirgin iyileştirmeler gözlenmiştir. Öte yandan, nano seviyede işlevselleştirilmiş nano parçacıklarla kanserli dokuların yok edilmesi ancak nanoteknolojiyle mümkün hale gelmiştir. Nanoteknolojinin başlangıcı olarak kabul edilen bu konuşmada nano boyutlarda uğraşların olabilmesi için, öncelikle nano ölçekte ölçme ve üretim yöntemlerinin geliştirilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Feynman’ın konuşmasından bazı dikkat çeken hususlar; 24 ciltlik Britannica ansiklopedisi bir toplu iğne başına yazılabilir. Küçük ölçeklerde motorlar, Biyolojik yapılardakine benzer üstün özellikli yapı ve sistemler,
Minyatür bilgisayarlar, Atomlara hükmetme, onları yeniden düzenleme gibi ilk defa duyulup daha sonra keşfedilecek birçok yeni görüşten bahsetmiştir.
NANOTEKNOLOJİ müzde büyük önem kazanmıştır, bunun içinde nano ölçekte ki aygıtlarla bu işin zorlukları aşılabileceği tahmin edilmektedir. Ayrıca bir diğer uygulama da hayati olan hastalıklarda vücut içine yerleşen bir sensör ile haber verilmesidir.
Önümüzdeki 20 yıl içerisinde nanomalzemeler ile ilgili bilimsel, teknik ve mühendislik çalışmalarından beklentiler, klasik malzemelerin özelliklerinin ve uygulamalarının gelişmesine, yeni teknoloji alanlarının ortaya çıkmasına neden olacak niteliktedir. Nanomalzemeler, metal, seramik, organik moleküler topluluk, polimerik ya da kompozit malzemeler olabilir. Nanoteknoloji Kullanım Alanları: Nano teknoloji kullanılarak üretilmiş çeşitli ürünler şimdiden yaşamımıza girdi. Bu ürünler içinde kir tutmayan duvar boyaları, küvet ve lavabolar, gümüş parçacıklı sabun, kirlenmeyen, ıslanmayan ve ütü gerektirmeyen kumaşlar, bakteri ve mikropları öldüren filtreler ve çeşitli yüzeyler, el ve yüz kremleri, tenis raketleri ve tenis topları, hipersonik turbo piller için şarj sistemi, mantarları ve bakterileri öldüren çoraplar yer alıyor. Nanoteknoloji, birçok farklı alanda kullanılmaktadır: Nanoelektronik ve bilgisayar; Nano ölçekte elektronik devre elemanları üretimiyle bilgisayar mimarisinde ve tasarımında önemli gelişmeler olmaktadır.
Nano ölçekte veri saklamak günümüzde ayrı bir önem kazanmıştır. Gün geçtikçe bilgisayar ve elektronik sektörü daha küçük, daha ince, daha hafif ürünler üretme vizyonu içinde olup, bunu da nanoteknolojiye borçludur. Havacılık ve uzay; Uzay çalışmaları ve uzay mekikleri için üretilen robot ve uzay mekikleri için gerek ağırlık bakımından gerekse uzaydaki koşullar nedeniyle yüksek dayanıklı malzeme kullanılması gerekmektedir. Nanoteknoloji ürünü malzemeler ve aygıtların kullanılması çözüm getirmektedir. Roket ve uzay istasyonları için öncelikle ısıya dayanıklı nanoyapılı kaplama yapılması ve nano ölçekte aygıtlar kullanılmaktadır.
Tıp ve sağlık; Hayatın yapıtaşları olan, proteinler, nükleik asitler, karbonhidratlar boyutları ve dizilişleri itibarı ile nano malzeme olarak sayılabilir. Gen çalışmaları günü-
Savunma sanayi; Öncelikli olarak tekstil, daha sonra haberleşme ve algılama sistemleri gelmektedir. Bugün üretilen çelik yelekler karbon nanotüp katkılı ve çelikten 10 kat daha güçlüdür , bunun yanında hafiftir. Malzeme ve imalat; Malzemelerin atomik ve moleküler boyutlardan başlayarak inşa edilmesi, daha sağlam ve hafif maddelerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu malzemeler daha düşük hata seviyeleri ve eşsiz dayanıklılık güçleri ile hali hazırdaki bir çok endüstriyel süreç için devrimsel yenilikler getirecektir.
NANOTEKNOLOJİ NANOBİYOTEKNOLOJİ Tüm Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de temel amaç, hızla artan nüfusa sağlıklı yaşam koşulları hazırlamaktır. Nanoteknoloji ile biyoteknolojinin birlikte gelişmesi ve moleküler biyoloji alanındaki çok hızlı bilgi birikiminin, bu iki gelişen alanı beslemesiyle; nanobiyoteknoloji araştırma alanı ortaya çıkmıştır. Bu sayede, bugüne kadar mümkün olmayan tanı ve tedaviler, artık insanda kullanılmaya başlanmıştır. Kanser, enfeksiyon ve alerjiye karşı tedaviler, nanobiyoteknoloji sayesinde geliştirilmektedir.
Hücrelerimizdeki bir DNA molekülünün çapı, 2 nanometre, kanda dolaşan antikor proteinlerinin tiplerine göre, 15 ile 50 nanometre civarındadır. Bu nedenledir ki nanobiyoteknolojinin, yakın gelecekte nanobilim ve tıp alanında, önemli yenilik ve açılımlar getireceği açıktır. Araştırmalar, nanoimplantlardan akıllı ilaç salım sistemlerine, nanobiyomakinalardan, biyoinformatik ve genomik uygulamalar için DNA çiplerinin nanofabrikasyonuna ve kök hücreye dayanan organ mühendisliğine kadar uzanmaktadır. Ayrıca, kanser hücrelerinin, sağlıklı hücrelere zarar vermeden öldürülmesi üzerine, nanobiyoteknoloji grubu, çok yeni ve farklı
yöntemler üstünde çalışmaktadır. Bu konuda, dünyada birkaç laboratuvarda sürdürülen, çok ileri düzeyde araştırmalar yapılmaktadır. DNA moleküllerinin, bağışıklık sistemi üzerine olan uyarıcı etkisinden yararlanarak, yeni DNA kökenli ilaçlar tasarlanmaktadır. Nanobiyoteknoloji alanında Türkiye'nin başlıca somut hedefleri şunlardır: 1.Sağlık alanında hızlı, yüksek kapasiteli ve hassas protein ve DNA tanı sistemlerinin nanoteknoloji kullanılarak geliştirilmesi: Bu amaçla kamu ve özel kuruluşlarda yürütülecek olan çevrimsel araştırma, teknoloji geliştirme ve ürün geliştirme etkinliklerinin kamu olanakları ile desteklenmesi, bu amaçla multidispliner araştırma ağlarının oluşturulması, girişim sermayesi uygulamalarında bu alanın desteklenmesine öncelik verilmesi. Bu etkinliklerin hemen başlatılması uygundur ve ilk on yıl içinde somut çıktıların (tanı ürünleri) elde edilmesi hedeflenmektedir. 2.Hedefe yönelik yeni ilaç etken maddelerinin tanımlanmasında kullanılmak üzere hızlı tarama yöntemlerinin nanoteknoloji kullanılarak geliştirilmesi: Özellikle moleküler mekanızmaları iyi tanımlanmış olan hastalıklara karşı hedefe yönelik ilaç etken madde tarama yöntemleri, ilaç adayları bulunmasında izlenmesi gereken bir yoldur. Bu bağlamda, özellikle Türkiye florası (bitki ve mikroorganizmalar) kaynak alınarak, doğal kimyasal madde bankaları oluşturulması öngörülmektedir (Bkz. Biyoteknoloji ve Gen Teknolojileri Strateji Raporu). Bu
Kaynakça: Doç. Dr. Mehmet Bayındır / Nanoteknoloji Devrimi Geliyor TÜBİTAK / Nanobilim ve Nanoteknoloji Stratejileri muhendisbeyinler.net
bankalarda biriken ve sayılarının binleri bulması beklenen moleküllerin taranmasında kullanılmak üzere, nanoteknoloji temeline dayanan hızlı tarama yöntemleri geliştirilmelidir. Bu yöntemlerin geliştirilmesinde multidisipliner işbirliği özendirilmelidir. Bu konularda çalışan kişi ve kurumlar arasında ağ kurulması desteklenmeli, bu ağlara kamu tarafından proje desteği sağlanmalıdır. Bu etkinliklere hemen başlanabilir ve bu yolda yapılacak araştırmaların ilk 10 yılda yeni hızlı ve yüksek kapasiteli tarama teknolojilerinin geliştirilerek etkin kullanımı sağlanabilir. Akıllı Fiberlerle “Kanser Tedavisi” Işığın, fotonik kristal fiberler içerisinde hapsedilerek yönlendirilmesi; kanserli dokuların vücut içerisinde, lazerle yakılarak yok edilmesinden, fiber tabanlı lazerlere kadar, birçok yeni uygulama alanları açmıştır. Kanserli hücrelerin, yüksek enerji taşıyabilen akıllı fiberlerle, dağlanarak (yakılarak) tedavi edilmesi, bu alanda çığır açmıştır. Örnek olarak; bir hastanın, sigara dumanından dolayı akciğer kanallarında meydana gelen kanserli tümör dokuları, Harvard Brigham Kadın Hastanesi'nde yapılan operasyonla, neştersiz ve cerrahî müdahalesiz bir şekilde yok edilmiştir.
ekstrembilgi.com diyadinnet.com yaklasansaat.com pcnet.com.tr
NANOTEKNOLOJİ
Ekonomistler, nanoteknolojinin, yeni bir sanayi ve bilgi devrimi olarak 21. yüzyıla damgasını vuracağına inanıyorlar. Nanoteknoloji, öncelikle malzeme ve biyoteknoloji alanlarında gelişecektir. Ancak 10-15 yıl sonra elektronik, spintronikte(dönüş tabanlı elektronik-magnetoelektronik) ve özellikle moleküler elektronikte ağırlığını hissettireceği düşünülmektedir. Son 20 yıldır birkaç atom boyunda yapılan tüm araştırma, geliştirme, işleme ve ölçümler ortak olarak nanoteknoloji başlığı altında toplanıyor. Nanoteknoloji, son derece küçük bir ölçekte araştırmalarda bulunduğu için, hem günlük hayatta, hem de bilimsel ilerleme de bugüne kadar bildiğimiz teknolojinin çok ötesinde olanaklar vaat ediyor. Nano malzemelerin olağanüstü özellikleri, hemen hemen her alanda; savunma sanayinde, tekstilde, otomotiv sanayinde, inşaatta, yeni tedavi yöntemlerinde ve ilaç sanayinde devrim yaraAhmet Burak AYDIN ——————————-ahmetburakaydin@ieeeytu.com
tacaktır. Sürtünmesiz yüzeyler sayesinde, taşıtlarda, motor yağı değiştirme sorunu ortadan kalkabilecektir. Bunu yanında lotus çiçeğinin yaprağını hiç ıslanmaması ve kirlenmemesi gibi özellikler, nano teknoloji ile taklit edilerek tekstil gibi alanlarda yararlanılması hedefleniyor. Kirlenmeyen elbiseler, ıslanmayan tabaklar, hafif ve esnek kurşungeçirmez yelekler, görünmezlik elbiseleri üretilebilecektir. Böylece, belki çamaşır makinelerini ortadan kalkabilecektir. Ayrıca, binalardaki betonarme kolonların kesitleri, küçülüp elastik özellikler kazanacaktır. Bu sayede de depremler, binaları daha az tahrip edecektir. 2015 yılından sonra nanoteknoloji, moleküler nano sistemleri içine alacak şekilde genişleyecek. Moleküler nano sistemler, moleküllerin ve molekül altı yapıların bağımsız bir cihaz gibi işlev görebildiği heterojen ağlardır. Hücrelerin içindeki proteinler birlikte hareket eder, fakat biyolojik sistemler su Hatice ATA ——————————-haticeata@ieeeytu.com
bazlıdır ve bu nedenle sıcaklığa karşı çok duyarlıdırlar. Bunlara bağlı olarak moleküler nano sistemler daha geniş bir çevre çeşitliliği içinde hareket ederler ve çok hızlı olmak zorundadırlar. Bu gelişmeye bağlı olarak bilgisayar ve robotlar olağanüstü küçük boyutlara indirgenirler. Tıbbi uygulamalarda genetik terapiler ve yaşlanmayı durdurmaya yönelik çalışmalara ağırlık verilir. Nanobotlar DNA’dan 2,5 kat daha küçüktür. Yani nanobotlar tek tek hücrelerin içine girerek onları tamir edebileceği anlamına geliyor. Bu konsept ile nanoteknoloji hücrelerimizdeki hemen hemen her şeyi tedavi etmesi de mümkün olacak. Nanoteknoloji sadece bedensel hataları düzeltmekle kalmayacak, aynı zamanda insan ömrünü uzatması da mümkün olacaktır. Vücuda yerleştirilmiş nano algılayıcılar sayesinde hastalıklar önceden tespit edebilecek, erken tedavi şansı yakalanacaktır. Daha da önemlisi vücudun sadece hasta olan bölgesine inecek olan nano veya mikroskobik boyutlu cihazlar sayesinde diğer dokulara hasar vermeden tedavi etme olanağı sağlanacak. Nanobilim ve nanoteknoloji araştırmaları için gelişmiş ülkelerde, her biri 100 milyon Doların üzerinde harcama yapılarak, çok sayıda Ulusal Araştırma merkezleri kurulmuştur. Gelecek teknolojik ürünler, şüphesiz genetik modifiye mikroorganizma, hayvan ve bitki hücreleri, hatta hayvan ve bitkiler olacaktır. Günümüzde artık bunlar bir hayal değildir, gerçekleşmişlerdir. Geleceğin güçlü toplumları bu teknolojiyi üretenler olacaktır.
Yonca Pehlivan ——————————-yoncapehlivan@ieeeytu.com
ATATÜRK’ÜN KENTİ YALOVA VE YÜRÜYEN KÖŞK
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü iyi bir asker, devlet adamı olarak tanıdık. Oysa ki Atatürk dünyada henüz çevrecilik kavramı yokken doğaya ve çevreciliğe dair uygulamalarıyla ilk çevreci devlet adamı olduğunu da söyleyebiliriz! Atatürk 19 Ağustos 1929 günü İstanbul’dan Bursa’ya gitmek üzere Ertuğrul yatıya yola çıkar. Yalova açıklarına geldiğinde dikkatini ulu bir çınar çeker. Karaya çıkar. Gölgesinde bir süre dinlendiği bu ulu çınardan çok etkilenir ve kendisine burada bir ev yapılmasını ister. Yalova doğu sahilinde, yanlızca 22 günde Ata’nın isteği üzerine iki katlı ahşaptan mütevazı ev tamamlanır.
Evin yapımının üzerinden 1 yıl geçtikten sonra kendisine çınar ağacının dalının çatıya zarar vermesi nedeniyle kesilmesi gerektiği iletilir. İşte o gün (1930 yılında) Büyük Önder dünyada henüz çevreciliğin ‘Ç’si dahi yokken o emri verir; “Dal kesilmeyecek köşk yürütülecek.” Dünyada “Çevrecilik” kavramı ilk kez 70’li yıllarda gündeme gelmiştir. Atatürk ise, 1930’da söylemle değil eylemle en büyük çevreci olduğunu ortaya koymuştur. Atatürk’ün emriyle İstanbul’dan getirilen bir teknik ekip 8 Ağustos 1930 tarihinde çalışmaya başlamış ve 3 gün içinde binayı raylar üzerinde 4 metre 80 santim doğuya kaydırmıştır. Köşk’ün kaydırılması çalışmalarına Gazi bizzat eşlik etmiş ve çalışmaları yerinden takip etmiştir. Kaydırılma işleminin tamamlanmasıyla birlikte hem çınar kesilmekten hem de ev yıkılmaktan kurtulmuştur. Bu tarihten itibaren yapı Yürüyen Köşk olarak anılmaya başlanmıştır. Günümüzde müze olarak kullanılan Köşk, Gazi Mustafa Kemal Ata-
türk tarafından Türk halkına bağışlanmıştır. Çınar ise bugün yaklaşık 400 yaşında olup, bir uzmanlar ekibi tarafından ülkemizin en önemli 4. ağacı seçilmiştir. Yürüyen Köşk, dünyada yerinden kaydırıldığı bilinen ilk yapıdır. Bu özelliği ile UNESCO Dünya Kültür Mirasları Listesine girmek için aday olmuştur ve süreç halen devam etmektedir. Gazi’nin yanında çeşitli vesilelerle bulunan kişiler ilerleyen dönemlerde hatıralarından bahsederken Yalova ve Ulu Çınar’a ilişkin çok önemli anekdotlar anlatmaktalar. Yalova, Atatürk’ün yazlık çalışmalarını yaptığı, dinlendiği ve en önemli kararları aldığı bir yerdi. Çok önem verdiği toplantılara Yalova’da hazırlandı. Yerli ve yabancı devlet adamlarını ve konuklarını Yalova’da ağırladı. Atatürk, Yalova’ya 17 kez günü birlik olarak geldi, aynı gün ayrıldı; 27 kez gelişinde ise toplam 313 gün 270 gece Yalova’da kaldı. Atatürk, Yalova dışında hiçbir yere bu kadar sık gitmemiş ve hiçbir yerde iki çiftlik ve üç ev sahibi olmamıştır. Tüm bunları “Yalova Benim Kentimdir” veciz sözüyle taçlandırmıştır. Sonuç olarak Yalova, Atatürk’te çok özel bir yere sahipti.
*Yalova Belediyesi Basın-Yayın Halkla İlişkiler Müdürlüğü
“Geleceğine Yön Ver!” IEEE 1963 yılında Amerika’da kurulmuş ve zamanla gezegenimizin her yerinde kendinden söz ettirecek kadar büyüyen Dünya’nın en büyük teknik ve mesleki organizasyonlarından biridir. Bünyesinin %30’unu öğrenciler oluştururken geri kalanı akademisyenler ve şirket çalışanlarıdır. Sadece Türkiye’de 78 farklı üniversitede IEEE Öğrenci Kulübü bulunmaktadır.
Öğrenci kulüpleri, ekiplerinin çabalarıyla projeler, toplantılar ve çeşitli etkinlikler düzenleyerek öğrencilere teknik ve kişisel anlamda birçok avantaj sağlar. IEEE de bu çabayı her yıl verdiği Öğrenci Kulübü Ödülleriyle taçlandırıyor. Öğrenci kulüplerinin bu ödülleri kazanabilmesi için IEEE’ye bir raporlamayla başvuru yapması gerekiyor. Öğrenci kulüplerinin baş vurabileceği 4 ödül bulunuyor; IEEE Regional Examplary SB Award The Darrel Chong Student Activity Award Larry K. Wilson Regional Student Activities Award IEEE Outstanding SB Counselor & Branch Chapter Advisor Award IEEE Yıldız Teknik Üniversitesi Öğrenci Kulübü olarak her sene bu ödüllere başvuru yapmayı bir kulüp kültürü haline getirmiş bulunmaktayız. Bu sene de; başvuru kriterleri arasında “Ödül kazananları takip eden 4 yıl boyunca tekrar aday olamazlar” şeklinde bir
madde olan, IEEE Outstanding SB Counselor & Branch Chapter Advisor Award hariç tüm ödüllere başvurduk. Sonuçlar yine, herkesin bildiği adıyla, Yıldız IEEE’ye yakışır şekildeydi. Öncelikle IEEE Regional Exemplary SB Award kazandığımız açıklandı. Daha sonra da 1 Altın 2 Bronz ödülle toplamda 3 The Darrel Chong Student Activity Award ödülü kazandığımız duyuruldu. Altın ödülü Yıldızlı Projeler Yarışması ile Bronz ödülleri İLTEK Günleri ve Kutup Yıldızı Etkinlikleriyle kazandık.
4 ödül motivasyonuyla başladığımız yeni dönemimizin ilk etkinliği ve ilkiyle ödül alarak çok daha büyük başarılara gebe olduğunu gösteren Kutup Yıldızı etkinliğimizin ikincisini 17 Ekim Salı günü Eğitim Fakültesi Yunus Emre Konferans Salonu’nda gerçekleştirdik. Amacımız ülkemizdeki başarılı insanları ilham alarak, biz öğrencilerin kendi yaşam haritasını çıkarmasına önayak olmaktır. Bu bağlamda “Geleceğine Yön Ver!” sloganıyla Bilim Dünyası, Sanat Dünyası, İş Dünyası ve Spor Dünyası’ndan bizlere Kutup Yıldızı olabilecek 4 ismi ağırladık.
Ahmet Burak AYDIN
——————————-ahmetburakaydin@ieeeytu.com
Bilim kategorisinde MIT’den “Ordinaryüs Profesör” unvanı alan Nihat Berker, Sanat kategorisinde “Güldüy Güldüy Show Çocuk” programının sunucusu Ezo Sunal, İş kategorisinde etkinliğimizin Ana Sponsoru Munters Form’un Genel Müdürü ayrıca Yıldız Teknik Üniversitesi mezunu Oktay Gümüşay ve Spor kategorisinde NTV Spor sunucusu ve spor spikeri Emek Ege katıldı. Etkinlik sonunda konuklarımız ve katılımcılarımızdan gelen dönüşlere göre insanların yüzlerini güldürebildiğimizi ve beklentilerini karşılayabildiğimizi gördüm. Bana göre yapılan etkinliklerin başarı kriteri katılanların memnun ayrılmasıdır. O yüzden böyle başarılı bir etkinlik çıkmasında öncelikle en büyük emeğe sahip koordinatör arkadaşlarım Yonca Pehlivan ve Hatice Ata’ya sonra da etkinlik için vakit ayırıp uğraşan herkese teker teker teşekkür ediyorum. Unutma! Nereye gittiğini bilmiyorsan hiçbir yere varamazsın. O yüzden başarı için kendi kutup yıldızını bul ve “Geleceğine Yön Ver!”
BioForm V Kasım ayının sonu geldi mi, IEEE olarak biliriz ki BioForm zamanı gelmiş demektir. 4 yıldır EMB komitesi olarak gelenekselleşmiş etkinliğimiz BioForm ile bu sene beşincisini gerçekleştirmek üzere sizleri 28-29-30 Kasım tarihlerinde YTÜ Davutpaşa Kampüsü’ne bekliyoruz. BioForm, genel tanımı ile EMB komitesinin amaçları doğrultusunda, biyomühendislik, biyomedikal mühendisliği, kimya mühendisliği, moleküler biyoloji ve genetik gibi bölümlere hitap eden, sağlık ve mühendislik teknolojilerini bir araya getirip, sektörü öğrenciyle buluşturan bir etkinliktir. Temel amacımız, bu bölümlerde okuyan öğrencileri mezun olduktan sonra ne yapabilecekleri veya hangi sektörlerde çalışabilecekleri gibi konularda bilgilendirmek ve doğrudan sektörde yer edinmiş uzman kişiler ile bir araya getirip iletişim kurmalarını sağlamaktır.
Siemens Healthineers ve Cordamed Biomedical Engineering’in sponsorluğunda gerçekleşecek olan BioFormV’te sağlık teknolojilerinin dinamiğini oluşturan ilaç,
biyoteknoloji, biyomedikal, robotik, kök hücre, epigenetik gibi başlıkların yanı sıra, sağlıkta inovasyon, girişimcilik, biyomimetik gibi konuları da ele alarak çeşitli akademisyenleri, firmalarda ve hastanelerde rol oynayan alanında uzman, yetkili ve bilgili kişileri sizlerle buluşturacağız. Abdi İbrahim, P&G, GE Healthcare, Medtronic gibi dünya markaları Biyoteknoloji, Robotik Cerrahi, Medikal Görüntüleme, Üretim konulu oturumlarıyla bizlerle olacak. Bunun yanı sıra, tıbbın çaresiz kaldığı durumlarda uyguladığı kök hücre tedavileriyle çok büyük başarılara imza atmış olan İstinye Üniversitesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Erdal Karaöz; teknoloji ve inovasyon camiasının bir türlü dilinden düşüremediği Biyomimetik konusu ile yoğun istek üzerine Doğa Bilimleri Derneği Başkanı Altuğ Revnak Eti bir kez daha bizlerle olacak. Etkinliğimizin artık neredeyse gelenekselleşmiş isimlerinden Popular Science bu sene de Şahin Ekşioğlu ve Tuna Emren’in katılımıyla “Beyni Eğitmenin Yolları” konulu güzel bir panel gerçekleştirecek.
3 gün sürecek olan etkinliğimizde bunların yanı sıra stant alanları, Siemens’in etkinlik alanımıza getireceği ve inceleme fırsatınızın olacağı medikal cihazlar da yer alacak. Bütün bunlar olurken, WestLine; Uluslararası Eğitim Sponsorumuz olarak etkinliğimizde son zamanların en popüler yurtdışı programlarından olan Work&Travel çekilişi gerçekleştirecek! İçinizden şanslı bir kişi bu güzel programı kazanmış olacak. Yani 3 gün süren 18 oturumluk programı ile BioForm V dolu dolu geçecek! Unutmadan, etkinliğin son oturumunda ise herkesin severek takip ettiği ve yakın zamanda da Youtube Değişim Elçisi seçilen İlker Gümüşoluk ve yine hepimizin severek takip ettiği radyo programcısı ve stand-up sanatçısı Mesut Süre bizlerle olacak. Bütün bu gelişmelerden geri kalmak ve konuklarımızla tanışma fırsatını kaçırmak istemiyorsan 28-29-30 Kasım 2017 tarihlerinde YTÜ Davutpaşa Kampüsü Elektrik Elektronik Fakültesi Konferans Salonu’nda buluşalım!
Eylül Nikbay ——————————-eylulnikbay@ieeeytu.com
Tornavida Kariyer
Üniversiteye ilk başladığımızda karşımıza çıkan fırsatlardan biri olan kulüpler hakkında tam olarak ne yapacağımıza karar veremeyiz. Ben de aynı durumu yaşadım ve ‘’Biraz uzak durayım da sonrasında bakarım.’’ dedim;fakat bilirsiniz ki ilk haftalar sürekli önünüze birileri çıkar ve kulübünü anlatmaya başlar. Yine böyle bir durum oldu ama karşımıza çıkan kişi hiç susmadan anlatmaya başladı; tam yine kabul etmeyecektim ki Yıldız Tornavida’dan bahsetti. O an arkadaşlarım ‘’İşte aradığın kişi burada!’’ dedi ve kendimi direk geçen yılki IEEE Basın-Yayın Komite Başkan Yardımcısı Selin’in yanında buldum ardından da IEEE’ye kaydoldum. Burada şöyle bir detay vereyim; o zamanlar yazıyordum kendimce ama yazmayı bırakmayı düşünüyordum çünkü hem yeterli kişiye ulaşamıyordum hem de yazmanın bana ne kazandıracağından emin değildim tam olarak. Fakat hem Selin’in sıcakkanlılığından hem de istediğim ortamı sağlayabileceği için Yıldız Tornavida’da yer almaya karar verdim. İlk iş olarak tanışmayı çok istediğim ShiftDelete.Net’in kurucusuyla bir röportaj ayarladım. Sonrasında da biri bilim-kurgu hikayesi olmak üzere iki yazım da ayrı sayılarda yayınlandı. Tornavida ekibinde yer almam bana çok şey öğretti fakat çok büyük şeyler de sağladı, şimdi onlardan bahsedeyim biraz da.
Teknoloji haberlerine ilgili olduğum için “Yıldız Tornavida’da yazıyorsam niye diğer dergilerde de yazmamayayım?” diye düşünüp, iki üç teknoloji dergisine başvuruda bulundum. Bunlardan biri olan Hardware Plus dergisinde ilk etapta stajyerlik, sonrasından kısa süreli de olmak üzere çalıştım. İlk defa da profesyonel bir işten para kazanmıştım. Ama bundan ziyade orada o kadar çok şey öğrendim ki yani satın alamayacağım şekilde muhteşem şeylerdi bunlar. Zaten bunlar sayesinde de şu anki konumuma, yani KreatifBiri.com kuruculuğuna ve yöneticiliğine geldim.
Yıldız Tornavida sayesinde girdiğim Hardware Plus’tan öğrendiklerimle ‘’Neden profesyonel web sitesi açmayayım ki?’’ dedim ve açtım. KreatifBiri.com’u açma amacım insanların faydalı alternatif içerikleri bulabileceği ve ülkemizdeki kreativiteyi arttırmaktı. Tek kişi olarak başladım ama ilk haftasından itibaren muhteşem geri bildirimler almaya başladım ve yavaş yavaş büyük bir ekip kurdum. Şu anda ise çoğu YTÜ’lü 20 kişilik ekibimizle her gün daha da büyüyen projemizi yürütmekteyiz. KreatifBiri.com şu anda kendi etkinliği, sosyal medyaya özgü içerikleri (@kreatifbiri kullanıcı adıyla
bulabilirsiniz), Youtube Kanalı, sosyal sorumluluk projeleri gibi faaliyetleri olan büyük bir platforma dönüşmüş durumda. Ana amacı ise Türkiye’de hep ihtiyaç duyulan ama kimsenin el atmadığı bir alan olan faydalı, yararlı işler yapmak isteyenler ve yapanlar için bir çıkış kapısı olmak, onlar için topluluk, platform kurmak. Bunun yanında çocuklardan başlamak üzere ülkemizdeki olabildiğince çok kişiye girişimci, yaratıcı, faydalı olma bilinci kazandırmak istiyoruz. Yazımın sonuna şunları eklemeden edemeyeceğim. Steve Jobs’ın şu sözünü asla unutmayın: Geleceğe bakarak noktaları birleştiremezsiniz ancak geçmişe bakarak noktaları birleştirebilirsiniz. Yani, bir işe girişeceğimiz zaman gelecekte bize neler kazandıracağını tam olarak kestirmeyiz. O yüzden karşınıza çıkan projelerde mutlaka yer alın. Bakın, Yıldız Tornavida’nın bana bunları kazandıracağını tahmin etmemiştim ama iyi ki o gün, o kişi yolumu çevirmiş, iyi ki Selin sıcakkanlı davranmış; iyi ki IEEE’de, iyi ki Yıldız Tornavida’da yer almışım. Siz de mutlaka IEEE ya da KreatifBiri gibi projelerde yer alın. Noktalar oluşmadan birleştirmeniz mümkün değil.
Enes ÖZLEN ——————————-enes@kreatifbiri.com
ROBOTİK Mühendisliğin Sağlık Üzerinde Söz Sahibi Olduğu Nokta: Robotik Cerrahi Sağlık Harcamaları Üzerine Teknoloji, çağın en büyük gereksinimlerini amansızca karşılayacak güce ulaşmıştı. Milattan sonraki 3. milenyuma girildiği vakitlerde kendi gelişimi açısından kayda değer bir ivme yakalamış insanoğlu, Paleolitik çağda ortaya çıkardığı taş burgular ve Mezolitik çağın kazandırdığı mızrak üzerinde kullandığı teknolojiyi nihayet hayatının her bir köşesine uygulamıştı. Bahse konu gündelik yaşam bu şekilde donatılmış ve birçok insan bu paydadan nasibini almışken teknoloji yeni sektörler doğuruyordu. Başta birey olarak varlığımızı devam ettirirken göz önünde bulundurduğumuz sağlık alanı üzerinde her geçen gün ciddi derecede yol kat ediyoruz. Mühendislik ve tıbbın buluşma noktası olan tıbbi cihaz sektörü hastalar üzerinde tetkik, teşhis ve tedavi aşamalarında büyük rol üstlenip muayenenin en az hata ile doğru sonuca varmasına katkı sağlıyor.
Uluslararası boyutta ülkelerin sağlık harcamaları 2016 yılı verilerine bakıldığında büyük bir ekonomik potansiyel barındırıyor. Dile getirilen yılda OECD(Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) raporuna göre Norveç, kişi başına düşen sağlık harcaması açısından 9.055 $ ile birinciliği elinde tutarken Kongo ne yazık ki yalnızca 15$ ile so-
nunculuğu almış durumdaydı. Türkiye bu tablo göz önüne alınırken kişi başına 941$ sağlık harcaması ile 34. sırada kendine yer buluyordu. Tıbbi cihazların ise dünya üzerindeki ticaret hacmi 400 milyar $ civarında seyrederken ülkemizde 2016 yılında 30 milyar $ bu sektöre harcanmıştır. Sektör adına %90 oranında dışa bağımlı kalmışken %10'luk bir dilim iç piyasadan karşılanmıştır. Aslına bakılırsa saman ve tohum ithalatının arttığı, büyük bütçelerin "Organik Hoşaf" üretim havuzuna aktarıldığı şu yıllarda %10 luk pay ülkemizin gelişmesi için çabalayan insanların varlığını bir nebze olsun hissettirmektedir.
Robotik Cerrahiye Giriş Robotik cerrahi kavramı robotların kendi kendine yaptığı ameliyatlardan ziyade robot yardımı ile yapılan cerrahi müdahaleleri kapsamaktadır. Robotik cerrahide cerrah bizzat aletleri tutmak yerine
robot kollarını uzaktan kontrol eder. Robotik sistemlerde robot kolları ekstra olarak el bilek hareketini taklit eder, üç boyutlu görüntü sağlar ve el titremelerini filtre eder. Kullanıcının ameliyat salonunun içinde bulunma ve steril olma şartı yoktur. Cihazın ergonomisi ve kullanımının öğrenilmesi oldukça kolaydır. Bu avantajlar dikiş atmayı ve karmaşık işlemleri kolaylaştırdığı için kompleks ameliyatlar daha kısa bir sürelerde yapılabilir ve hata oranları en aza indirgenebilir. Bu teknolojinin yaygınlaşmasının önündeki en büyük engel yüksek maliyetleri bulunmasıdır. Dolayısıyla robotik cerrahinin kullanıldığı merkezlerin yaygınlığı şu an için istenen düzeyde değildir.
CERRAHİ
Robotik Cerrahinin Doğuşu ve Gelişimi 1980'li yılların başından itibaren robotik cerrahi ve bilgisayar destekli cerrahi gelişim göstermeye başlamıştır. Cerraha yardımcı olmak için ortaya çıkarılan ilk robot ise 1983'de Vancouver'da geliştirilen Arthrobot olmuştur. Aynı yıllarda laparoskopik(Geniş kesikler yerine 1cm'lik delik kullanılan teknik) ameliyat tekniği de gelişmeye başlamış ve modern laparoskopik cerrahi Phillipe Mouret’in 1987 yılındaki ameliyatı ile başlamıştır. Teknolojinin ilerlemesi ile günümüzde ameliyatlarda kullanılan orijinal tele robotik sistem DARPA ve NASA'nın desteği ile geliştirildi. Tele robotik sistem doktorun olmadığı uzak ortamlarda (Uzay yolculuğu) cerrahiyi mümkün kılmak amacıyla geliştirilmiş olmasına rağmen, laparoskopik ameliyat için de çok yararlı olduğu ortaya çıkmıştır. 1999 yılında Fransa, robotik cerrahi uygulamasına geçmiştir. 2000 yılında ABD çıkardığı genelge ile genel cerrahide robot kullanımının önünü açmıştır. Şu
ana dek, dünyada 2 milyonu aşkın sayıda robotik ameliyat yapıldığı bildiriliyor. Robotik Cerrahinin Hastalara Kazandırdıkları Robotik cerrahi uygulamalarında kullanılan cihazların insan el yapısıyla örtüşür nitelikte olması ve yazılım desteklerinin artmasıyla beraber hasta üzerinde daha fazla hareket olanağı sağlamaktadır. Buna bağlı olarak cerrah tarafından el titremesine bağlı olarak yapılabilecek hata payı akıllı filtrasyon sistemleri ile ortadan kalkmış durumdadır. Robotik cerrahinin temel amaçlarından biri de kan kaybının ve kan nakli ihtiyacının düşürülmesidir. Geniş ve derin kesiklerin aksine birkaç delik bir ameliyat için yeterli oluyor, böylece hastaya ameliyat sırasında veya sonrasında verilmesi gereken kan ihtiyacı azalıyor. Robot yardımlı ameliyatlarda hastanın hastanede yatış süresi açık ameliyatlara göre kısalıyor. Hastanın ayağa kalkması ve normal fiziksel aktivitesine kavuşması kolay ve hızlı oluyor. Ameliyatın birkaç delikten
yapılmasının getiri olarak daha az ağrı hissetme ve çok az miktarda ağrı kesici kullanımının yanı sıra operasyon yapılan bölgenin estetik açıdan eskisi gibi olması da kolay bir hal alıyor. Ayrıca karın açılmadığı ve kanama çok olmadığı için robotik cerrahide enfeksiyon riski azalıyor. Standart kapalı ameliyatlarda görüntüler tek bir kamera ile sağlanıyorken robotik sistemde ameliyatlar yüksek çözünürlük özellikli iki adet kamera ile gerçekleştiriliyor. 10-12 kat büyütülmüş üç boyutlu görüntü elde ediliyor. Robot, cerrahın elinin giremeyeceği küçüklükteki yerlere girebilmesini; çıplak gözle göremeyeceği kadar küçük oluşumları görebilmesini ve müdahale edebilmesini sağlıyor. Böylece cerrah karın içinde veya vücuttaki diğer boşluklarda açık olarak ulaşamadığı yerlerde de ameliyat yapabiliyor. Her geçen gün hızla ilerleyen bu iki bilim dalının nice hastalıklara çare bulması dileğiyle... Fatih TOPULCA ——————————-fatih.topulca@gmail.com
Çağımızın pahalı oyuncakları olarak nitelendirilen ve genç yaşlı demeden herkesin elinden kumandasını düşüremediği drone’lar, geçtiğimiz yıllarda internetten alışveriş devi Amazon'un teslimat drone’larını işe almasıyla yeni bir kullanım alanı daha kazanmıştı. Şimdiyse dünyanın en zengin ve lükse düşkün ülkelerinden birisi olan Dubai'nin isteği doğrultusunda insan taşımaya başlıyorlar.
2016'da Dubai Ulaştırma Bakanı Mattar Al Tayer'in açıklamasına göre, 2030 yılına kadar Dubai'deki yolcu trafiğinin %25'i drone’larla yapılmaya başlanacakmış. Üstelik bu konuda Uber ve Airbus gibi devleri geride bırakan Çin asıllı drone üreticisi Ehang ile çoktan anlaşmaya varmışlar. Şu anda Burç El Arap isimli gökdelene yolcu indirip çıkartan Ehang 184 isimli prototip yolcu taşıma drone’una yakından bakalım isterseniz.
İlk olarak CES 2016 fuarında tanıtılan Ehang 184 yolcu taşıma drone’u 150 kilogramlık yük taşıma kapasitesiyle öne çıkıyor. İçerisinde sadece tek bir koltuk bulunan drone, yolcunun valizini de beraberinde taşımasına olanak sağlıyor. Saatte 96 km hıza çıkabilen araç, tek dezavantajı olarak en fazla 30 dakika havada kalabiliyor. Yine de Dubai gibi bir yerde bu pek sorun olacağa benzemiyor.
Üstelik bu drone’u kontrol etmek için kumanda gibi aletlere ihtiyacınız yok. Tek ihtiyacınız olan 4G erişimi olan bir cep telefonu. Araca bindiğinizde cep telefonunuzla drone’a bağlanıyorsunuz ve gelen harita penceresinden gideceğiniz yere basıyorsunuz. Her şey bu kadar basit. Ardından drone eğer isteğiniz yer menzili içerisindeyse, ki şu anda 31 mile kadar menzili var, havalanıyor ve o sizi en uygun yere indiresiye kadar size Dubai'nin gökdelenleri arasında
manzarayı seyretmek kalıyor. Üstelik Dubai'nin öncülük ettiği bu yeniliğe ABD'nin Nevada eyaleti de katılmaya hazırlanıyor. (Federal Havacılık Kurulu onayı bekliyorlarmış.)
Öte yandan, Dubai'de sadece yolcu taşıma için kullanılmıyor drone’lar. Polislerin de suçlu takibi için drone’ları sık sık kullandığı bulabildiğimiz bilgiler arasında. Bizi nasıl bir geleceğin beklediği belirsizken, sanıyorum ki o gelecekte yolcu taşıma drone’ları da diğer her yenilik gibi bizimle olacak. Ne dersiniz Dubai'nin gökdelenleri arasında uçmaya var mısınız? (Bu arada almak isteyen arkadaşlara da fiyatını söyleyeyim. Tanesi 53 milyon dolarcıkmış.) Atakan EKİNCİ ——————————-atakane70@gmail.com Kaynakça: www.log.com www.ehang.com
1901 yılından beri takdim edilen Nobel Ödülleri, bu yıl da sahiplerini buldu. Ödüle layık görülen kişi ve kurumlara; her ödül farklı bir komite tarafından olmak üzere bir madalya, bir diploma ve değişken miktarlarda para veriliyor. Nobel Ödülleri, şimdiye dek 579 kez, toplamda 911 kişi ve kuruluşa verildi. NOBEL TIP ÖDÜLÜ: BİYOLOJİK SAAT ÇALIŞMASI Jeffrey C. Hall, Michael Rosbash ve Michael W. Young, biyolojik saatimizi kontrol eden moleküler mekanizmaları keşfettiler. Günlük biyolojik ritmi kontrol eden bir geni ayrıştırmayı başaran bilimciler, bu genin gece boyunca hücrede biriken ve gündüz de çözünen bir proteini kodladığını gösterdi. Bu genden kodlanan başka protein bileşenleri de tespit edildi ve böylece hücrelerin kendi içinde biyolojik saati nasıl çalıştırdığını açığa çıkardı.
NOBEL FİZİK ÖDÜLÜ: KÜTLE ÇEKİMSEL DALGA ÇALIŞMALARI Rainer Weiss, Barry C. Barish ve Kip S. Thorne, LIGO dedektörüne ve kütleçekimsel dalgaların gözlemine yaptıkları katkılardan ötürü bu yılki Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldüler.
Yapılan açıklamada "Bu tamamen yeni ve farklı bir şey ve daha önce görülmemiş dünyaların kapılarını açıyor. Bu dalgaları yakalayıp, mesajlarını çözmeyi başaranları çok sayıda keşif bekleniyor" denil-
di. NOBEL KİMYA ÖDÜLÜ: KİROELEKTRON MİKROSKOBİSİ ÇALIŞMALARI Jacques Dubochet, Joachim Frank ve Richard Henderson, çözeltideki biyomoleküllerin yüksek çözünürlüklü yapısının belirlenmesi için geliştirdikleri soğukelektron mikroskopisi ile Nobel Kimya Ödülü’nü kazandı. Bu teknik sayesinde bozuk iki boyutlu görüntülerin yerini keskin üç boyutlu görüntüler alabilecek. Yapılan açıklamada "Bu çalışma sayesinde elektron mikroskobu, çok daha verimli bir biçimde kullanılmaya başlandı. 2013'te atomik çözünürlük hedefine ulaşıldı ve araştırmacılar, artık biyomoleküllerin üç boyutlu yapısını düzenli olarak elde edebiliyor. Büyük bir hızla gelişen biyokimyayı heyecan verici bir gelecek bekliyor" ifadeleri kullanıldı. NOBEL EDEBİYAT ÖDÜLÜ: KAZUO ISHIGURO Romanlarındaki büyük duygusal güç sayesinde Kazuo Ishiguro Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Kazuo Ishiguro, Nobel Edebiyat Ödülü’nü ‘Günden Kalanlar’ isimli romanıyla kazandı.
‘Günden Kalanlar’ romanı Şebnem Sunar tarafından dilimize çevrilmişti. Ishiguro'nun 2005'te yazdığı Never Let Me Go (Beni Asla Bırakma) Time dergisi tarafından, İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınmıştı ve sinemaya da aktarılmıştı.
NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ: ICAN Nükleer Silahların Tamamen Ortadan Kaldırılması İçin Uluslararası Kampanya (ICAN), nükleer silah kullanımının yol açacağı insani sonuçların yıkıcı etkisine dikkat çektiği ve bu tarz silahların anlaşmalarla yasaklanması için gerçekleştirdiği çığır açan çalışmaları sebebiyle Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. NOBEL EKONOMİ ÖDÜLÜ: RİCHARD THALER Nobel Ekonomi Ödülü bu yıl "davranışsal iktisat teorisine katkılarından dolayı" ABD'li iktisatçı Richard H. Thaler'e verildi. Ödülü veren Nobel heyeti, "Thaler'İn araştırmaları sayesinde, ekonomi ve psikoloji disiplinleri arasında bir köprü kuruldu. Ortaya koyduğu teorik altyapı ve deneysel bulgular, davranışsal ekonomi alanının ortaya çıkıp hızla büyümesini sağladı " dedi.
Melike TUNÇ ——————————-melikeetunc98@gmail.com
PELİN OLGUN
Enva Medya’nın çatısı altında “Yanlı ve Acılı Biyografiler” sloganıyla Youtube’da boy gösteren ‘Vibio’ 434 bin abonesiyle geniş bir kitleye hitap ediyor. Kanalın sunucu Pelin Olgun; 1991 İzmir doğumlu. Övgi Terzibaşıoğlu Anadolu Lisesi ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü mezunu. Kendisiyle Kadıköy’de buluştum, sorularımı sordum ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdim.
Vibio’nun size göre tanımı nedir? Aslında çok basit; video biyografi. Üstünde çok çalıştık ne yapsak diye. İlk önce dedik ki sadece ünlüleri anlatalım çünkü artık insanlar o kadar hızlı yaşıyor ki bir şeyler okumaya üşeniyorlar. Ünlüler ile başladık bir baktık dizi karakteri yapıyoruz, bir baktık dizinin kendisini yapıyoruz. Sonrasında öğrendik ki biyografi sadece insan üzerinden olmuyor. Yavaş yavaş her şeyin tarihten bugüne gelişimini anlattık. İnsanlar zannediyor ki sadece önemli kişilerin biyografisini yapıyoruz ama hayır, Aziz Sancar’ı yaparken Bahar Candan’ı da yapıyoruz ama bu da bir biyografi bize göre. Vibio ile nasıl tanıştınız?
Ben önceden haber kanalında çalışıyordum. Orada muhabirlik ve editörlük yapıyordum dış haberler bölümünde, sonra ayrıldım bir süre işsizdim. Kariyer.net’ten buldum Enva Medya’yı. Çoğu kişi benim bir ajansta olduğumu ve oradan bulduğumu sanıyor ama bir ajanstan bulmadım. Farklı bir proje için görüştük ama beni kabul etmediler. Sonrasında bir gün patronum Çağrı -şu an dostum
tabi aradı tam sana uygun bir proje var gelir misin dedi ve böyle başladı.
Vibio’nun kamera arkasında ve yaratıcı beyin kısmında kimler var? Üç kişi başladık. Ben, genel müdürümüz Çağrı ve yönetmenimiz Orçun. Sonra beş kişi olduk. İki tane metin yazarımız var. Çağrı da metin yazıyor ama genel müdür olduğumuz için metin yazarı demiyoruz. Ben yazıyorum ve Emre yazıyor. Hatta çok sevilen Kemal Sunal videosu Emre’den çıktı. Tek kişiden çıktı diyemem herkes işin içine giriyor ama Emre’nin hakkını vermek lazım. Sonra Songül adında bir tane daha montajcı aldık. İki kişi kamera arkası, iki kişi metin yazarı ve bir de ben, bu şekilde devam ediyoruz. Vibio’nun format fikri kime ait? Genel müdürümüz Çağrı’ya ait.
VİBİO
Video konularını nasıl seçiyorsunuz? Herkes kendi istediği isimleri yazmak istiyor ama bizim istediğimiz isimler izlenmiyor kesinlikle. İnsanlar başka şeyler izlemek istiyor, bu yüzden kendi aramızda çelişkiye düşüyoruz. Bahar Candan mı yapalım Einstein mı yapalım diye aramızda kavgalar ediyoruz. Bu işin tek bir doğrusu yok, herkes kendi doğrusunu kabul ettirmeye çalışıyor. Kişileri belirlerken baktığımız şey; “Bu kişinin hayatı ne kadar merak ediliyor? Bu kişi ne katmış?”. Çünkü her videoda mutlaka bir şey söylememiz gerekiyor, dümdüz okumuyoruz hayatını, kendi fikrimiz olması gerekiyor. Biz beş kişi öyle bir beyin fırtınası yapıyoruz ki sonuç olarak ekibin hepsine uygun bir video çıkıyor ve her seferinde içimize sinen videolar yapıyoruz. Videolar hakkında şimdiye kadar aldığınız en ilginç yorum nedir? Ben tüm yorumları okuyordum başta ve deli gibi küfürler geliyordu. Dedim ya, insanlar benim ajanstan geldiğimi sanıyor ama Kariyer.net’ten işi bulmuşum. İlk zamanlar gelen yorumlardan “Kim bilir kimlere yalakalık yaptı?” cümleleri vardı ama ben hiç üzülmüyordum bunlara. Ta ki çok sevdi-
ğim birinin ölüm yıldönümü, sabah kalktığımda gördüğüm yorumlar canımı çok sıktı. Aileme, kişiliğime her şeye küfürler vardı. Ben de yorumları okumama kararı aldım. Artık okumuyorum en iyisi bu. İnternet, özellikle Youtube camiası büyüyen bir evren. Son yıllarda blog, vlog demeden bir sürü paylaşım karşımıza çıkıyor. Siz bu büyüme ve ilgi hakkında ne düşünüyorsunuz? Diyorlar ya, son zamanlarda neden hiç mucize görmüyoruz. Çünkü herkesin elinde telefon var. Önceden telefon yoktu ve mucizelere
inanıyorduk. Biri “Aa ufo gördüm!” diyordu görmüşsündür diyorduk. Şimdi “Hani kanıt? Fotoğrafı yok mu?” diyorlar. Herkes son zamanlarda yazar oldu, yönetmen oldu, sunucu oldu bunlardan biri de benim. Artık parasında da değilim, insanlar değer görmüyor. Değer eşittir para değil Ama güzel tarafları da var tabii ben ne kadar tasnif etmesem de bazen güzel şeyler çıkabiliyor. O yüzden nasıl kullandığına bağlı, insanın kalitesine bağlı. Kalitesini belli ediyorlar. Vibio’yu diğer Youtube kanallarından ayıran şey nedir? Biz zeka kullanıyoruz. Hepimiz gerçekten okumuş, kendini zamanla geliştiren ve hep üstüne koymuş insanlarız. Ekibimiz tamamen böyle insanlardan oluşuyor. Bizim farkımız araştırıyoruz, öğreniyoruz, öğretiyoruz. Her videoda bir yazardan alıntı var. Hadise’yi anlatırken Schopenhauer’dan bahsediyoruz. Örneğin makyaj yapan kişi bunu yapamaz, biz bundan tatmin alıyoruz. Abonemiz az, çok da izlenmiyoruz ama yaptığımız şeyden memnunuz. Diğer kanallar izleyici için içerik yapıyor biz kendimiz için içerik yapıyoruz.
Youtube için pırlanta. Danla Bilic olmasa Youtube’da çoğu kişinin zevk alabileceği bir şey yok.
Bu kanalda çalışmaya başladığınızda hedefiniz ne idi? Benim kafamda hiç hedef yoktu. Bu kadar büyüyeceğini bile düşünmemiştim bir yılda. Hedeflediğimiz kitleye göre bence gayet büyüdü. Biz bu işe hiç bilmeyerek başladık. Önceden Youtube’da iş yapan biri değil ekibimizdeki kimse. Çağrı; bir yerde insan kaynaklarında çalışıyordu. Orçun Sinema -Televizyon okumuş. Ben karşılaştırmalı edebiyat bölümünü okudum. Emre Çevre mühendisi. Biz Youtube’da iş yapmadan başladık ve ne olacağımızı bilmiyorduk bile. Bakalım ne olacak diye girdik.
Fark ederseniz ilk videolarda yüzümde makyaj bile yok. “Kim izler?” “Bu kadar da izlenmez?” diyordum. Bir baktım izleniyoruz. Ondan sonra süslenmeye kuaföre
gitmeye başladım. Sizin beğenerek takip ettiğiniz veya örnek aldığınız bir kanal ya da kişi var mı?
Stolk ile aynı dönem çıktık biz. Hatta onlar bizi görmüşler, çok beğenmişler sonra biz onlarla görüştük. Stolk’u beğeniyorum. Türk Youtube’a iş yapıp Türk Youtube’da çok fazla sevdiğimiz insan yok. Mesela Barış Özcan var onu severiz. Ruhi Çenet var, yeni nesil belgeselci diyoruz onun için. Ama böyle çok tutkuyla takip ettiğimiz biri yok. Mesela Danla Bilic şu an
Şu an hayatınızda olduğunuz yerden memnun musunuz? Hedefiniz, gelmek istediğiniz bir yer var mı? Ben üniversiteyi editörlük yapmak için okudum. Tek tercihimdi karşılaştırmalı edebiyat bölümü. Cumhuriyet gazetesinin kitap ekinde staj yaptım. Benim için orası ‘top’ noktasıydı. İstediğim şey Cumhuriyet gazetesinin kitap ekinde editörlük yapmaktı. Çünkü orada bütün gün kitap okuyorduk. Kitap okuyarak iş yapıyorsun. Kolay söylediğime bakmayın, boş bir iş değil ama üniversiteye girerken hedefim buydu. Ekran önü hiç yoktu kafamda. “Diksiyonunuz çok güzel nerede eğitim aldınız?” diyorlar ama bunun eğitimini almadım. Normalde nasıl konuşuyorsam kamera önünde de öyle konuşuyorum. Şu an olduğum yerden memnunum. Kötü yorumlar geliyor dedim ama bir o kadar güzel yorumlar da geliyor. Okullarda gösteriyorlar mesela bizim videolarımızı. Belki daha güzel şeyler olur, belki daha kötüye gider ama bu dönem benim hayatımda hep kar kalacak.
Doğa Şimal SENEM ——————————-simalsenem@hotmail.com
Kara Delik
İnsanlar yüzyıllar öncesinden beri gökyüzünde olup bitenleri anlamaya çalışmış ve birçok sorular sormuşlardır. Bilimin gelişmesi ve özellikle sanayi devriminden sonra hızla gelişen teknolojiyle birlikte daha hassas ölçümlerin yapılabilmesiyle ise bu sorular yerlerini başka sorulara ve bulgulara bırakmışlardır. Bu bulgulardan biri de hala tam olarak anlaşılamamış ve birçok tartışmaya konu olan kara deliklerdir. Peki, nedir bu Kara Delikler? Kara delikler, evrenimizde ulaşılabilecek en yüksek hıza sahip olan ışığın bile kaçmak için yeterli hıza sahip olamadığı, Güneş’ten en az birkaç kat daha büyük bir kütlenin yaklaşık 20 km^3 hacime sıkışmasıyla oluşan ve dolayısıyla devasa bir kütle çekim ivmesine sebep olan olağanüstü bir gök cismidir. Kara delik diye adlandırılmasının sebebi ise ışığın kaçmasına izin vermediği için doğrudan görülememesidir. Bir Kara Delik görülebilir mi? Kara delikler, ışığı geçmesine izin vermeden hapsettikleri için (adlarına
kara delik denmesinin sebebi de budur) doğrudan görülemezler. Fakat olağanüstü kütlelerinden dolayı uzayda ve zamanda sebep oldukları etkiler, araştırmalar sonucunda gözlenebilmektedirler. Bir Kara Delik nasıl oluşur? Yıldızlar, neredeyse tamamı hidrojenden oluşan çok büyük kütleli birer gök cismidirler. Bu devasa kütleden dolayı devasa bir kütle çekimi ile hidrojenler yıldızın merkezine doğru çekilirler. Dolayısıyla merkezde hidrojen yoğunluğu ve sıcaklık çok yüksektir. Bu etkiler, yıldızların merkezinde hidrojenlerin birleşerek daha kararlı bir element olan helyumu oluşturması ve bunu yaparken de ısı ve ışık yayması için elverişli bir ortam oluşturur. Bu ısı aynı zamanda kütle çekimden dolayı oluşacak içe çökmeyi dengelemeye yarar. Fakat bu direniş yıldızın yapısındaki hidrojenin büyük ölçüde azalması ile sona erer ve yıldız, merkezinde helyumu birleştirebilecek enerjiye sahip olana kadar küçülür ve artık yakıt olarak helyum kullanılabilecek şartlar sağlandı-
ğında yıldızın kütlesine bağlı olarak ya büyüyerek kızıl deve dönüşür ya da süpernova şeklinde patlar. Sonrasında dağılmış vaziyette bulunan bu büyük kütle, kütle çekiminin etkisiyle yeniden toplanır ve merkeze doğru çökmeye başlar. Bu çöküş esnasında atom çekirdekleri birleşerek daha kararlı elementleri oluştururlar ve bu şekilde kütle çekimin yettiği yere kadar önce oksijen ve karbondan oluşan beyaz cüceye, ardından nötron yıldızı olarak da adlandırılan pulsarlara ve en sonunda da tekillikten oluşan kara deliklere dönüşebilirler. Kara Delikler neden bu kadar çok tartışma konusu olur? Kara delikler hakkında yorum yapılırken kullanılan iki farklı yaklaşım vardır. Bunlar genel görelilik ve kuantum yaklaşımlarıdır. Fakat bu yaklaşımlardan biri ile hazırlanan bir teori, diğer yaklaşıma bazı taraflarıyla ters düşebilir. Dolayısıyla bu tartışmaların başlıca sebebi genel görelilik ve kuantum yasalarının henüz tek bir yasa altında toplanamamış olmasıdır. Burak ÇETİNKAYA ——————————-brkcet@gmail.com
NÖROPROTEZLER Protez, vücut parçalarını taklit edecek şekilde yapılmış aygıtların genel adıdır. Protezler, eksik vücut parçalarının yerini doldurmak amaçlı olarak eski çağlardan beri kullanılıyor. Ve aslında mühendisliğin tanımı da düşünülecek olursa, bu aletler mükemmel birer mühendislik örneği. (Mühendislik, Webster Lügatı’nın 1989 basımında “Tabii Bilimler ve Matematik prensiplerinin uygulanmasıyla, tabiattaki enerji ve hammadde kaynaklarının insanlık yararına yapılar, makinalar, ürünler ve süreçlere dönüştürülmesi” olarak tanımlanıyor.) Tarihin bilinen ilk protezlerine Antik Mısır’da rastlanıyor. M.Ö. 950710 yıllarına ait olduğu düşünülen ve Mısır’ın Nil Nehri kenarında yatan Antik Luksor kentine yapılan kazılarda, kadın bir mumyanın mezarında bulunan bu protezler üç parça ahşap ve deriden ayak parmağı ile ezilmiş kâğıttan yapılan bir ayak parmağını kapsıyor. Bilinen en eski yazılı referans ise M.Ö. 500’lü yıllara ait bir yazıt. Herodotus, bu yazıtta ayağını keserek bağlı olduğu zincirden kurtulan bir mahkûmu ve sonrasında kesik ayağının boşluğunu tahtadan bir parça ile doldurduğunu anlatır. Bu ilk örnekler, bugün aklımızda canlandırdığımız protez görüntüsünden bir miktar farklı olsa da yıllar geçtikçe şu anki tasvirine yaklaşıyor. II. Dünya Savaşı ar-
dından, Amerikan Ulusal Ajans’ı tarafından protezlerle ilgili teknolojiye daha çok önem verilmesi kararlaştırılıyor ve ilk devlet destekli projeler bu dönemde hayata geçiyor. Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise gelişen teknolojinin yanında özellikle tıp ve mühendislik alanlarındaki ilerleme çerçevesinde edinilen yeni bilgi birikimleri ile beraber protez kelimesinin tanımı da dahil olmak üzere bu alanda köklü değişiklikler yaşanıyor. Daha önceleri eksik vücut parçalarının yerini doldurmak için kullanılan protezler, kaybedilmiş bir fonksiyonu yeniden hastaya kazandırmak amaçlı yahut hali hazırda var olan bir fonksiyonu yükseltme amaçlı da kullanılmaya başlanıyorlar.
İlk defa 1960 yılında, Manfred Clynes ve Nathan S. Kline tarafından yazılmış bir makalede “beyinmakine arayüzünden”, diğer bir adıyla “bilgisayar-beyin arabirimi”, bahsedildi ve bu konu hakkındaki araştırmalar 1970’lerde, Los Angeles California Üniversitesi’nde National Science Foundation ile DARPA (İleri Savunma Araştırma Projeleri Ajansı) kurumlarının bağışları sayesinde başladı. Bu araştırmalar sonucu yazımızda kilit rol oynayacak kavram olan “nöroprotez” kavramı ortaya çıktı. Bilgisayar-beyin arabirimi araştırmaları öncelikli olarak hasarlı işitme, görme ve hareketin düzeltilmesini amaçlayan nöroprostetik uygulamalara odaklandı. Beynin, bağlantılarını düzenleme ve yeni
bağlantılar kurma yetisi sayesinde, yerleştirilen protezlerden gelen sinyallerle, adaptasyondan sonra bu protezlerin doğal birer sensör gibi beyin tarafından idare edilebileceği gösterildi. Hayvanlar üzerindeki çalışmalar ardından, insanlara implante edilen ilk nöroprostetik cihazlar 1990’ların ortalarında ortaya çıktı.
Sinir bilimi ve biyomedikal mühendisliği ile ilgili olan Nöroprotestetik (Neuroprosthetics), sinir protezleri geliştirmeyi amaçlayan bir disiplindir. Sinir protezleri, bir yaralanma veya hastalık sonucu hasar görmüş olan motor sistemler, duyusal sistemler ve bilişsel sistemlerin fonksiyonlarını onarabilmek amaçlı kullanılan cihazlardır. Bu cihazlar aynı zamanda hayvanlarda yapılan deneylerde, beyin ve işlevlerini daha iyi anlayabilmek için sinir bilimciler tarafından da yaygın olarak kullanılmaktadır. Beyne gönderilen ve kaydedilen elektrik sinyallerinin doğru bir şekilde yorumlanması, belirli bir işlevden sorumlu nöronlar arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur.
NÖROPROTEZLER Nöroprotezler çok çeşitli başlıklar altında incelenebilir. Bunlardan bazıları şunlardır: Beyin İmplantları Beyin implantları, biyolojik bir beyne, cerrahi müdahale ile doğrudan bağlanan cihazlardır. Genellikle beynin yüzeyine yerleştirilen veya beyin korteksine bağlanılan bu cihazların görevi beyindeki nöron veya nöron gruplarından gelen sinyalleri teşvik etmek, bloke etmek ve kaydetmektir.
Modern beyin implantlarının ortak amacı ve günümüzdeki araştırmaların odak noktası, inme ya da başka kafa yaralanmaları sonucu, beyinde, işlevini yitirmiş alanların fonksiyonlarının tekrar kazandırılmasını veya taklit edilmesini sağlayan biyomedikal protezi oluşturmaktır. Bu teknoloji, her ne kadar sağlık alanındaki çalışmalar yoğunlukta gibi görünse de çeşitli üniversiteler ve DARPA gibi kurumlar tarafından askeri alandaki çalışmalar için de kullanılan bir teknolojidir. DARPA, 2006 yılında, bu bağlamda henüz gelişimini tamamlamamış (pupa evresindeki) böceklere implantlar yerleştirerek “Cyborg Böcekler” geliştirmeye olan ilgisini duyurdu. DARPA Mikrosistemler Teknoloji Ofisi’ne göre amaç, metamorfozun erken aşamalarında böceklere mikro-mekanik sistemler yerleştirerek sıkı bağlanmış makine-böcek arayüzleri gelişti-
mek. Bu araştırmanın sonucu olarak geçtiğimiz yıllarda hamamböceğinin elektrotlar yoluyla aldığı dürtüler tarafından kontrol edilebildiği gösterildi. Görsel Protezler Görsel protezler, görüntüyü algılayan ve işleyen harici bir görüntüleme sisteminden oluşur. Güç ve veriler implanta harici ünite tarafından kablosuz olarak aktarılarak, görsel sistemdeki nöronlar elektrik sinyallerince uyarılır ve bir görüntü hissi oluşur. Görsel protezlerin gelişimine yönelik ilk deneysel çalışma, büyük yüzey elektrotları ızgarası kullanılarak beyin korteksinin uyarılması ile gerçekleştirildi. 1968'de Giles Brindley 52 yaşındaki kör bir kadının görsel korteks yüzeyine 80 elektrot cihazı yerleştirdi. Uyarılma sonucunda hasta görsel alanın 40 değişik pozisyonunda fosfeni görmeyi başardı. (Fosfen; göz kapalıyken fiziksel ya da
elektriksel baskıya maruz kaldığında retinanın uyarılması sonucu beynin görme merkezine giden uyartı sonucu oluşan görme hisleridir. Göz açıldığında kısa bir süre görülen renkler, ışıklar bu durumu örnekler.) Bu deney, implantlar ile belirli bir dereceye kadar görmenin sağlanabileceğini gösterdi. Kalıcı olarak implante edilen bir retinal protezin ilk klinik çalışması ise 2000 yılında Optonionics Inc.’de gerçekleştirildi.
Kaynaklar: Biyomedikal Mühendisliğin Temelleri /Nobel Akademik Yayıncılık ntv.com.tr
İşitsel Protezler İşitme protezlerinin 3 ana türü vardır; koklear (Kulak salyangozu ile ilgili olan) implantlar, işitsel beyin sapı implantları ve işitsel orta beyin implantları. Bunların arasında en başarılı ve yaygın olanı Koklear İmplantlardır. 2012 yılı itibarıyla, dünya çapında, en yaygın kullanılan nöroprotez, 300.000'den fazla kullanıcı sayısı ile koklear implanttır.
Koklear implantlar, hasarlı iç kulağın fonksiyonunu yerine getiren elektronik tıbbi cihazlardır. Seslerin şiddetini yükselten işitme cihazlarının aksine, koklear implantlar beyne ses sinyalleri sağlamak için iç kulağın hasarlı parçalarının (koklea) işini yaparlar. 1957’de Fransız araştırmacılar A. Djourno ve C. Eyries, D. Kayser tarafından bir insanda işitme sinirinin doğrudan teşvik edilmesine ilişkin ilk ayrıntılı açıklamanın yayınlanması ardından ilk defa 1972’de bir yetişkine taşınabilir koklear implant sistemi uygulanmıştır.
Hasan ÖZKAYA ——————————-ozky.hasan@gmail.com
Yıllardır internette yaptığımız bütün hareketler kayıt altına alınıyor. Sosyal medya paylaşımlarımızdan tutun fotoğraflarımıza kadar her şeyin biriktiği bu veri yığınına önceleri bilgi çöplüğü olarak bakılıyordu. Yakın geçmişte bu bilgi çöplüğü analiz edilip işe yarar veriler elde edilmeye başlandı ve günümüzde devasa veri çöplüğünden anlamlı veriler çıkarmak çok önemli bir iş haline geldi. Büyük veri (big data) terimi teknik olarak 100 terabayt ile 1 petabayt arasındaki yelpazeyi kapsıyor ama önemli olan verinin miktarı değil nasıl analiz edildiği.
Verinin büyüklüğü için bir kaç örnek; 2013’te 2.712.239.573 internet kullanıcısı, Google’da yaklaşık olarak 1,2 trilyon arama yapmış. Aylık 271 milyon aktif kullanıcıya sahip olan Twitter’da günde 500 milyon tweet atılıyor. 200 milyon aktif aylık kullanıcısı olan Instagram’da günde 60 milyon fotoğraf paylaşılıyor. Büyük verinin oluşmasında beş bileşen var. Kısaca 5V olarak adlandırılan bu bileşenler ise şu şekilde açıklanıyor;
Variety (Çeşitlilik): Üretilen veriler genel olarak yapısal olmadığı ve birçok farklı ortamdan elde edilen veri formatlarından oluştuklarından dolayı bütünleşik ve birbirlerine dönüştürülebiliyor olmaları gerekmekte. Velocity (Hız): Büyük veri üretimi her geçen gün hızına hız katmakta ve bu veriler saniyede inanılmaz boyutlara ulaşmakta. Hızlı büyüyen veri, o veriye muhtaç olan işlem sayısının ve çeşitliliğinin de aynı hızda artması sonucunu ortaya çıkartmakta ve hem yazılımsal hemde donanımsal olarak bu yoğunluk kaldırılabilmeli.
Volume (Veri Büyüklüğü): Büyük veri olarak isimlendirilen veriler her geçen gün hızına hız katarak artıyor, haliyle gelecekteki durumları da ön plana koyarak ileride bu veri yığınları ile nasıl başa çıkılacağı iyi düşününülmeli ve planlar bu doğrultuda yapılmalı. Verification (Doğrulama): Bu kadar hızlı büyüyen verilerin akışı sırasında gelen verilerin güvenli olup olmadığı kontrol edilmeli. Bu veriler sadece doğru kişiler tarafından gö-
rülebilir olmalı. Value (Değer): Belki de en önemli katmanlardan bir tanesi de “Değer” katmanıdır, verilerimiz yukarıdaki veri bileşenlerinden filtrelendikten sonra Büyük Verinin üretimi ve işlenmesi katmanlarında elde edilen verilerin şirketler için artı değer sağlıyor olması gerekli. Bu veriler ne işe yarıyor sorusu da bu örneklerle açıklanabilir; Ebola salgınının çıktığı dönemde kontrol altına alınması ve tedavi edilmesi çok uzun zaman almış. Uzmanlar hastalığı iyileştirmeye başlasalar bile yayılmasını önleyemiyorlar yani yetişemiyorlardı. İşte tam bu sırada Büyük veri devreye girdi, hastalığa yakalanan kişilerin telefon sinyalleri incelendi bunun doğrultusunda mobil haritalama yapıldı ve hastalığın yayılması önlendi. Trafik yoğunluğuna baktığımız Google ve Yandex, GSM operatörlerinden aldıkları sinyallerden anlamlı bir sonuç çıkarıp trafik yoğunluğunu en doğru biçimde bize aktarabiliyorlar.
Turkcell 2014 yılı kurban bayramında verilerden yararlanarak 1,6 milyon kişinin İstanbul dışına çıktığını, 800 bin kişinin ise İstanbul’a geldiğini tespit etti. İstanbul dışına çıkan kişilerin bayram tatili için en çok tercih ettikleri şehir Kastamonu olunca neden nüfusu düşük bir şehrin daha çok tercih edildiği araştırıldı. Bu durumun Kastamonu’nun nüfusunun 320 bin kişi; İstanbul’da yaşayan Kastamonulu kişi sayısının ise 580 bin olmasından kaynaklandığı anlaşıldı. Netflix yalnızca aboneleri tarafından kullanılabilen internet üzerinden hizmet veren medya sağlayıcısıdır. Netflix’in iş modeli, yeni müşteri bulmaya ve eldeki müşteriyi korumaya odaklanmış durumda. 80 milyon abonenin günlük ürettiği 500 milyon abone eylem kaydı tutuluyor. Tüm bunların doğrultusunda tam 77 bin adet film türü ortaya çıkarmışlar. House of Cards yayınlanacak bir platform aradığında, Netflix, iki sezon için 100 Milyon Doları hemen ödüyor. Nasıl mı?
Yapılan araştırmalar sonucunda dizinin yönetmeni ve başrolünün çok sevildiği ayrıca İngiliz versiyonunun yüksek izlenme oranlarına sahip olduğu gözlenmiş. Tasarım aşamasında ise izleyiciler tarafından çok beğenilen Macbeth filmi
baz alınıyor ve benzeri tasarlanıyor. Bunun sonucunda 1 şubat 2013 tarihinde yayınlanan House of Cards dizisi, 275 bin seyirci ile anında hit oluyor. IMDB reytingi 9.0 çıkıyor dizi çok beğeniliyor. Netflix yaptığı 100 milyon dolarlık yatırımın karşılığını şansa bırakmamış oluyor ve kısa sürede alıyor. Ekstra dünya genelinde 3 milyon abone daha kazanıyor. Dünyanın en büyük perakende şirketlerinden biri olan Amazon, dünyanın dört bir yanına ürün teslimatı gerçekleştiriyor. Sattığı ürünleri kullanıcılara daha erken ulaştırabilmek için yenilikçi projeler üzerinde çalışan şirket, siparişleri satılmadan önce potansiyel noktalara gönderecek. The Wall Street Journal‘ın ortaya çıkardığı patent dosyasında belirtilene göre sistem, dünyanın belirli bölgelerinde ürün stoğu oluşturarak teslimatları hızlandırma fikrine dayanıyor. Bir paketin olası bir noktaya erişim sürecini inceleyen bunun için zamandan tasarruf edebileceği bir teslimat mantığı geliştiren şirket bazı veriler üzerinden potansiyel siparişleri tahmin etmeye çalışıyor. Lojistik ve teslimat süreçlerinde insan faktörünü azaltmayı amaçlayan Amazon, patent dosyasındaki açıklamaya göre sipariş tahmininde bugüne kadar oluşmuş coğrafi ve tarihsel satın alma modellerinden faydalanacak. Yapılmış ve yapılacak olan anketler, demografik veriler, tarama alışkanları ve dilek listeleri (wish-lists) Amazon’un tahmin sisteminde kullanacağı öğeler olacak. “Anticipatory shipping(Öngörülen Nakliye)” adı verilen yeni teslimat modelinde elde edilen verilere ve potansiyel müşterilerin yakınlığına göre senaryolar oluşturulacak. Bir anlamda müşteri siparişini verdiği anda paketinin yola çıkmış olması sağlanacak. Özetleyecek olursak, belirli noktalara gönderilen paketler bir tahmin sistemine göre yola çıkacak ve eğer siz yola çıkan gemilerdeki bir ürünü sipariş ederse-
Kaynaklar: Big Data @Work THY Yayınları / teknoyo.com / netvent.com
niz istediğiniz ürün kısa bir süre içinde elinize ulaşacak.
Büyük verinin yarattığı fırsatlar kadar oluşturduğu tehlikeler de var. Against All Odds Productions’ın kurucu ortakları olan Rick Smolan ve Jennifer Erwitt tarafından 2014 yılında hayata geçirilen “The Human Face of Big Data” (Büyük Verinin İnsani Yüzü) adlı belgesel filminde bu konu ele alındı. Filmde internetteki her hareketimizle beslediğimiz büyük verinin insanlığa sunduğu fırsatlar ile birlikte, oluşturduğu riskler de gözler önüne seriliyor. Okyanusların haritalarını çıkarmak için başlarına antenler takılmış olan fok balıkları, sivrisinekleri hedef almak için kullanılan uydular, Gana’da sahte ilaç satışını önleyici SMS sistemi, depresyona gireceğinizi önceden tahmin edebilen akıllı cep telefonları, boşanmaya doğru gittiğinizi iki yıl öncesinden bilen kredi kartları, bedeninizden doğrudan doktorunuza bilgi aktaran haplar, filmde karşımıza çıkan şaşırtıcı gerçeklerden sadece birkaçı. Ayrıca Edward Snowden'den öğrendiğimiz bilgilere göre, NSA insanların elektronik postalarının bir kopyasını; Amerikalıların, ve erişebildiği dünyanın diğer ülkelerinden pek çok insanın da, telefon kayıtlarını saklıyor. Bu kayıtlar kiminle, kaç dakika konuşulduğu, konuşma sırasında konuşmaya katılan kişilerin nerede oldukları gibi bilgiler şeklinde. Telefon konuşmalarının içeriğinin de saklandığı söyleniyor ama bu şimdilik bir söylenti. Yine de isabetli tercihler yapıldığı müddetçe big datanın gözünüzü korkutmasına izin vermeyin.
Senanur Yuvacı ——————————-senanuryuvaci@gmail.com
AY YÜZEYİNDEKİ DEV MAĞARALAR 4.1 milyar yıl önce Dünya’mızın çekim gücü etkisinden dolayı bize eşlik etmeyi sürdüren ve gecelerimize farklı bir atmosfer katan Ay, geleceğin kolonicileri için uygun bir yer olmaya devam ediyor. Geçtiğimiz ay Elon Musk, Avustralya’da BFG (Big Fucking Rocket)’yi tanıttığı konferansında Mars’a ve Ay’a nasıl yerleşerek bir koloni kurabileceğimizden söz etmişti. Bu güzel gelişmelerden sonra, gökbilimciler tarafından yıllarca araştırılan Ay’ın Oceanus Procellarum bölgesindeki volkanik tepelerle kaplı Marius Hills’te sığınılabilir mağaraların bulunması kolonileşme çalışmaları için önemli bir keşfe imza attı. Üstelik bu mağaraların arasında 50 kilometre uzunluğunda ve 100 metre genişliğinde dev bir mağara bulunmasıyla; barınma, sürekli değişen yüzey ısısı ve mikro-meteor çarpmaları çözüme kavuşmuş oldu. JAXA (Japan Aerospace Exploration Agency) tarafından kontrol edilen SELENE uzay aracının, Kaynaklar: dijitalx.com chip.com
jeolojik yapıları ortaya çıkarmak için göndermiş olduğu radar taramasındaki sinyaller, mağaraların yüzeylerine çarparak ilk önce zayıf bir yansıma oluştursa da bundan sonraki gelen ikinci ve daha güçlü yansımalarla, uydunun yüzeyindeki lav kanallarının yapısı çıkartıldı ve böylelikle o bölgede birden fazla mağara olduğu keşfedilmiş oldu. Ardından, NASA (National Aeronautics and Space Administration)’nın ikiz uzay araçları olan Ebb ve Flow ile gerçekleştirdiği GRAIL görevinde ise Ay’ın yer çekim haritasını tarayarak Marius Hill’in bazı bölgelerinde kütle eksikliğinden kaynaklanan yer çekim zayıflığını tespit edildi ve böylece gidip barınabileceğimiz yeraltı mağaraları ispatlanmış oldu. Peki neden Ay kolonileşme çalışmaları için bu kadar önemli? Bu soruyu üç şekilde cevaplayabiliriz. İlk olarak, doğal uydumuz bizden 384.400 km uzaklıkta bulunmaktadır ve Mars’a gidiş-geliş süremiz yaklaşık 13 ay sürmesine karşın,
Ay’a gidiş-gelişimiz yaklaşık 3-4 gün sürmektedir. İkinci olarak ise, Ay’da roketin aerodinamiğini etkileyecek herhangi bir atmosferi bulunmuyor ve yer çekim ivmesi Dünya ile kıyasla 8,185 m/s2 daha azdır. Bu yüzden, minimum yakıt ve kolay kalkış ile Ay’ın yörüngesinde süzülüp Mars’a gidilebilir. Son olarak da uydumuzun yüzeyinde Helyum-3 bulunması. Yerküremizin süper güçlerini birbirine düşmesine sebep olabilecek bu izotopun sadece 40 tonu ABD’yi 1 yıl boyunca kesintisiz aydınlatabilecek kadar değerli enerji taşımaktadır. Bu yüzden Ay’a da en az Mars’a yapılan kadar yatırım yapılıyor. İlk koloniciler için önemli bir yeri olan bu keşifle, barınma ve taşınma konusunda bir nevi çözüm sağlanmış gibi gözüküyor. Çünkü barınma yerlerini sıfırdan yapmak fazlasıyla zor olmakla birlikte yüklü bir maddi kaynak ve uzun bir süre gerektirecek bir iştir.
Mert UĞURLU ——————————-merttugurlu@gmail.com
KOZMİK TRAFİK KAZASI gösteriyor. Elbette ki hala açıklayamadığımız sorular da var. Mesela bu yıldızlarda patlamayan maddelere ne oldu? Sadece %5’lik kısmının patladığını düşünecek olursak geriye kalan %95’lik kısım hakkında hala bilgimiz yok. Bazı bilim insanları bunun bir kara deliğe dönüştüğünü düşünüyor. Ama kim bilir, bunu söylemek için elimizde yeterince bilgi yok. Gökyüzü insanlık için her zaman merak uyandıran bir konu olmuştur. İnsanlık tarihi boyunca dinden astronomiye ve hatta uygarlıkların temeline kadar birçok konu hakkında çıkarımlar yapılmıştır. Ama hiçbir zaman tam olarak ''Uzay hakkında her şeyi biliyorum.'' diyebilir konuma gelemedik ve belki de gelemeyeceğiz. Fakat öyle bir olay oldu ki 130 milyon yıl önce olmasına rağmen dünyamıza yeni ulaşarak bilim tarihinde çığır açabilecek konuma geldi. Peki bu olay neydi? Daha insanlık yokken, dünyamızda dinozorlar gezinirken komşu galaksilerin birinde kozmik trafik kazası diyebileceğimiz bir olay gerçekleşti. Olaya geçmeden kazamızın başrollerinden bahsetmek daha doğru olur. İnsanlar gibi gezegenlerin, yıldızların da sonları vardır, diğer her şey gibi onlar da bir gün ömürlerini tamamlar. Ömürlerini tamamlayan büyük yıldızlar patlayarak öldüklerinde geriye onların çekirdekleri kalır. Bunlar yaklaşık olarak 15-20 km çapında yani neredeyse İstanbul büyüklüğünde, çok yoğun nötron yıldızlarına dönüşürler. İşte kozmik trafik kazamızın başrolünde böyle iki tane nötron yıldızı vardır. Bu iki nötron yıldızı birbirlerine yaklaşmaya ve birbirlerinin etrafında Kaynaklar: bilimvetekno.com bilimdili.com bbc.com
dönmeye başladılar. Bu yıldızların dönmesiyle Einstein'ın ‘kütlesel çekim dalgası’ adını verdiği dalgalar, uzay zamanda oluşmaya başladı ve ışık hızında etrafa yayıldı. 130 milyon yıl sonra yani 17 Ağustos 2017 tarihinde dünyamıza ulaşan bu dalgalar detektörler tarafından tam 100 saniye boyunca kaydedildi. Bu sesin bilim için ne kadar önemli olduğunu ünlü fizikçi Stephan Hawking'in bu sözlerinden anlayabiliriz: ''Evrene açılacak yeni bir gözlem penceresi, tahmin edemeyeceğiniz sürprizleri karşınıza çıkarabilir. Daha hala gözlerimize, daha doğrusu kulaklarımıza inanamıyoruz. Çünkü yerçekimsel dalgaların sesine uyandık.'' Peki bu olay neden bu kadar önemli, bize neler kattı? Bu sorulara cevap niteliğindeki en önemli örneği altın gibi ağır elementlerin oluşumu hakkındaki sırrın çözülmesi olarak verebiliriz. Çünkü bu ağır elementlerin dünyamızda oluşabilme ihtimali yoktur. Hatta güneşin kütlesi bile ağır elementlerin oluşabilmesi için yeterli değildir. Bugüne kadar nasıl oluştuklarına dair elimizde sadece teoriler vardı ama yapılan bu gözlemler sonucunda altın, uranyum, platin gibi ağır elementlerin nötron yıldızları birleşmesi sonucu ortaya çıktığını
seyler.eksisozluk.com barisozcan.com gazetemanifesto.com
130 milyon yıl önce gerçekleşen ve 100 yıl önce Einstein tarafından matematiksel olarak öngörülen ve geçtiğimiz aylarda dünyamıza ulaşan bu dalgalar böylece fiziksel olarak da desteklenmiş oldu ve birçok bilim insanı içinde hayatlarında görüp görebileceği en önemli şey olarak tarihe kazınmış oldu. Çünkü bu bulgular evrene ilişkin hala bilmediğimiz ve anlayamadığımız şeylere ışık tutabilecek nitelikte. Biz daha yokken meydana gelen olaylar, biz sıradan hayatımıza devam ederken astronomide sessiz sedasız yeni bir çağ açıyor, ya da sesli mi demeliydim?
Pınar Yasemin Bakar ——————————-ipinarybakar23@gmail.com
Nesnelerin Interneti Nesnelerin İnterneti (Internet of Things / IOT) kavramını son aylarda sıkça duymaya başladık. Akıllı telefonlar, akıllı saatler, akıllı termostatlar, akıllı evler gibi pek çok akıllı cihaz ve sistem, nesnelerin interneti kavramıyla birlikte hayatımızda yaygınlaşmaya başladı. Peki nedir ‘Nesnelerin İnterneti’? IOT’yi; kısaca akıllı cihazların, birbirini algılayan ve iletişime geçebilen nesneler aracılığıyla, akıllı bağlantısı şeklinde tanımlayabiliriz. Nesneler, algılayıcılar ve elektronik devreler ile donatıldığında insanlarla iletişime geçerek, durum bilgilerini güncelleyebilecek yetenekler kazanırlar. Mobil ağlar ve internetin gelişimiyle birlikte bu nesnelerin kişiler ile iletişim kurmaları kolaylaştı ve insanlar da onları her yerden, her zaman gözlemleme ve kontrol etme şansına sahip oldu. Cihazlar birbirine bağlandığında, oluşturulan veriler, her cihazın kendi verisini ürettiği yazılımlar aracılığıyla, birbirlerine internet
desteğiyle aktarılır. Ortaya çıkan verilerden alınan sonuçlara bakarak daha hızlı ve en etkili kararların alınabilmesi sağlanır. Alınan bu kararlar, yine bu sistemler ile gerekli kişi, cihaz ya da sisteme aktarılarak senkronize bir çalışma ortamı sağlanır. Bu işleyişe örnekler vermek gerekirse: • Fitness izleyiciniz ışıkları kapattığınızda uykunuzu takip ederek sizi uyandırmak için doğru zamanı belirleyebilir ve kahve makinesiyle termostata devreye girme talimatı verebilir. • Buzdolabınız sütün bittiğini haber verip, arabanızın GPS’sini en yakın markete yönlendirebilir. • Güneş panelleri ile çalışan ve dolduğu zaman temizlik görevlilerine haber gönderen akıllı çöp konteynırı, konteynırın boyutunun/ kapasitesinin değiştirilmesi gibi işlemleri; çöp kutularının hareketlilik seviyesini kontrol ederek gerçekleştirebilir. • Akıllı arabanızın sensörleri, arabaları takip eden ve herhangi bir kaza anında bunu algılayıp size
yardımcı olabilecek bilgiler verebilir. Yapılan araştırmalara göre bugün internete 10-11 milyar cihazın bağlı olduğu tahmin edilmekte ve bu rakamın 2020 yılına gelindiğinde 50 milyar cihaz seviyesine çıkması öngörülmektedir. Aynı araştırmalara göre; 2003 yılında dünyada kişi başına düşen birbirleriyle bağlantılı cihaz oranı 0,08 iken bu oranın 2020 tahmini ise "6,48"dir. Ayrıca 2020 yılında, 20 adet tipik ev cihazının üreteceği bilgi trafiğinin, 2008 yılında üretilen tüm internet trafiğinden daha fazla olacağı tahmin edilmektedir. Aynı zamanda dünya genelinde; imalat, teknoloji ve finans gibi alanlarda faaliyet gösteren 500'den fazla kurumun yöneticileriyle yapılan araştırmaya göre; şirketlerin nesnelerin internetine önümüzdeki 5 yıl içinde 4.8 trilyon dolar harcayarak internete bağlı olan cihazların sayısını 4 kata kadar arttırması planlanıyor.
Son 27 yılda bu alanda büyük adımlar atıldı. Bilişsel bilgi işleme, makine öğrenimi ve yapay zeka ile nesnelerin internetinin önünde yeni bir olasılıklar dünyası yatıyor. Yani aslında yolculuk daha yeni başladı… Bu önemli teknolojinin, nesnelerin internetinden, nesnelerin akıllanmasına doğru nasıl bir değişim gerçekleştireceği ise merakla bekleniyor. “Zekanın” analitik aracılığıyla yazılımların içine nasıl yerleştirildiğini de göz önünde bulundurduğumuzda, “Nesnelerin akıllanmasına” gerçekten de ne kadar yakın olduğumuzu kim bilebilir? Şöyle bir senaryo düşünelim; Şehir dışında bir toplantınız var ve toplantıya trenle gideceksiniz: -Müşteri sabahki toplantıyı 45 dakika ileri alıyor; -Arabanız, deposunu kontrol ediyor ve tren istasyonuna gidebilmeniz için yakıt alması gerektiğini biliyor. Bu yakıt doldurma işleminin tahmini 5 dakika süreceğini hesaplıyor. -Aynı anda trafik durumu kontrol ediliyor ve istasyona giden yolda kaza olduğunu öğreniliyor, alternatif yol ise size 15 dakika kaybettirecek. -Tren ise 20 dakika rötar yapacağını bildiriyor. -Bunların hepsi yatağınızın başındaki saatinize bildiriliyor ve alarmınız 5 dakika daha geç çalıyor, bu da 5 dakika daha çok uyumanızı sağlıyor -Saatiniz arabanıza haber veriyor ve evden çıkış saatinizden 5 dakika önce çalışmaya başlamasını ve motoru ısıtmasını söylüyor. -Ayrıca kahve makinasına da 5 dakika daha geç çalışmasını söylüyor. Özetle her şeyin internete bağlı olduğu ve internetin hava, su kadar önemli olduğu zamanlara
Kaynaklar: muratcandemir.com karel.com.tr endustri40.com hurriyet.com.tr
doğru ilerliyoruz. Bu makinalar oldukça akıllı ve kendilerini daha akıllı hale getirmek üzere programlanmışlar. Dış dünyadan aldıkları veriyi birbirleri ile paylaşarak hem daha çabuk öğreniyorlar hem de birçok fonksiyonu daha kolay gerçekleştirir hale geliyorlar. Ayrıca donanım ve yazılım geliştirmeleri ile kapasiteleri arttırmak da her zaman mümkün. Bu makinalar hayatımızın her aşamasında bizi bilgilendirici ve yönlendirici olmak için, hayatımızın her anından veri topluyor olacaklar. Öyle ki bir zaman sonra en büyük danışmanlarımız hatta karar vericilerimiz olmasını öngörmek çok zor değil.
Bunun yanında, ortaya çıkan bu verilerin gizliliği ve güvenliği de önemli bir konu olarak karşımıza çıkacaktır. Fikri mülkiyet ve ticari sırların hırsızlığı, verilerin belli amaçlar uğruna değiştirilmesi veya tahrip edilmesi, aksamalar ve hatalar gibi birçok problem uzmanlar tarafından sıkça dile getiriliyor. Bu yüzden Nesnelerin İnterneti ile akıllı cihaz ve sistemler geliştirilirken, siber güvenlik teknolojilerinin de paralel olarak geliştirilmesi ve gerekli altyapıyla internete bağlı cihazların güvenliğinin sürekli güncel tutulması hayati önem taşımaktadır.
Tüm faydalarının yanında Nesnelerin İnterneti bazı sorunlara da yol açacaktır. Birbirlerine bağlı cihazlar sayesinde sosyal hayatımızı internet üzerinden kayıt altına sunuyor olmamız, ortaya çıkacak veri miktarını inanılmaz derecede arttıracak; bu büyük verilerin çözümlenerek işlenmesini zor ve karmaşık bir iş haline getirecektir.
İlknur SEZEN
——————————-ilknursezen@ieeeytu.com
Verilere göre insanlık yeryüzünde ortalama 200 bin yıldır bulunmakta. Fakat gerçekten sadece 10 bin yıldır vardır diyebilirim. Bunun nedeni, sadece son 10 bin yıldır insanlığın bilim ve teknolojiyi üretiyor ve kullanıyor olduğudur. Peki sorarım, ilk teknolojik icat nedir? ATEŞ! Ateş yakma şekillerini bulmak, tüm gezegenin kaderini değiştirdi. Bu sayede yiyecekleri pişirerek yedik ve dolayısıyla daha kolay sindirdik. Demektir ki sindirime ateşten sonra daha az enerji harcıyoruz. Yani daha az gıdayla hayatta kalabiliyoruz. Bu keşif, keşfedenlerine büyük evrimsel avantaj sağladı. Bilimsel veriler bize, insanoğlunun pişirmeyi öğrenmesi ile beyin kapasitesinin artmasının doğru bir orantıda olduğunu gösterdi. Çünkü beyin gıdalardan elde edilen enerjiyi en çok kullanan organdır. İnsanlığın en büyük sorunu olan besin sorununu yüzyıllar içinde belki de akıllı insanların hayatta kalması sayesinde çözdük. Artık gıdalara erişmek için kilometrelerce yürümeye ya da avlanmaya gerek yok. Doğanın çalışma mantığının yavaş yavaş anlaşılmasıyla bir başka yapay evrim süreci olan bitki üretimine yani tarıma başladık. Tarım toplumlarının ku-
rulmasıyla nüfus arttı. Artan nüfus beraberinde ticareti, matematiği ve en önemlisi yazıyı meydana getirdi. Yazı demek bilgi demektir. Bu süreci incelediğimizde bilginin birikmesi yani bilgi üretiminin de doğru orantılı olarak katlandığını görürüz. Buharlı motorların icadı, sanayi devrimi, elektronik devrim gibi büyük sıçramalar insanlığın kaderinin şansa bırakılmadığında gelebileceği noktanın en büyük kanıtıdır. O kadar ki insanoğlu, sonunda gecelerini süsleyen o parlak beyaz noktaya dahi ulaşabildi. Bu paragraflarda demek istediğim, hayatı ve hayatın en temel mekanizması olan evrimi, şansa bırakmak, yapılabilecek en büyük hata olacaktır. Fakat bilim ve teknolojinin verdiği güç ile bu akışa müdahalede bulunmak akıllılıktır. Tanımsal olarak transhümanizm, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin arttırılması, yaşlanma ve hastalanma gibi arzu edilmeyen veya gereksiz görülen yönlerinin ortadan kaldırılması amacıyla teknoloji ve bilimden faydalanılması gerektiğini öne süren uluslararası bir harekettir. Terimin ilk kullanılış tarihi 1957‘ye kadar gidebilse de bugünkü kullanımı 1980‘de bir grup bilim adamının o zamana kadarki gelişmeleri dü-
zenleyip harekatı oluşturmasıyla netleşir. Transhümanistler insanın eninde sonunda “posthuman” adı verilen bir varlığa dönüşecek olmasını öngörürler. Bu fikir akımı diğer akımlar gibi büyük, yapıcı ve yıkıcı eleştiriler almıştır. Filozof Nick Bostrom akımın daha sonraki evrelerini Aydınlanma Çağı‘na ve Rönesans‘a temellendirir. İnsan ömrünün uzatılmasında tıp biliminin öncü olması gerektiğini savunan ilk kişi Fransız düşünür Marquis de Condorcet‘dir. Buna üstelik hızlı gelişen bilimin sebebi olarak yaşlılığın ve hastalığın ortadan kalkmasını Benjamin Franklin‘den de duyuyoruz. 20. yüzyıla gelecek olursak John Burdon Sanderson Haldane 1923 yılında “Daedalus: Science and the Future” adı ile yayınladığı makalesinde genetiğin ve diğer gelişmiş bilimlerin insanlığa katacaklarından bahsetmiştir. Transümanizm kelimesini ilk kullanan kişi biyolog Julian Huxley, transhuman terimini” insan olarak kalan fakat kendisini aşarak insan doğasının yeni imkânlarını, yine kendi doğası için keşfeden insan” olarak tanımlamıştır. Tanımın o yıllardan bu yıllara nasıl değiştiğini görebiliyoruz, değil mi?
Transhümazim yandaşı bir kişi insanlığın en idealist amaçlarını temsil eden bir hareket olarak görürken, karşıtı olan bir kişi ise insanlığın başına gelmiş olan belki de en büyük bela olarak görmektedir. Haksız da sayılmaz bu karşıt kişi. Örneğin Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in yakın zamanda transhümanizm hakkında yaptığı yoruma bir göz atalım; "Farz edelim ki insan, istenen niteliklerde bir insanı yaratabiliyor. Bu kişi dahi bir matematikçi, dahi bir müzisyen olabilir, fakat korku duymadan, üzüntü veya acıma duygusu olmadan ve acı hissetmeden savaşabilecek bir asker de olabilir. İnsanoğlu çok yakın gelecekte gelişiminin ve varoluşunun çok zor ve sorumluluk isteyen dönemine girebilecek ve şimdi bahsettiğim gelişmeler atom bombasından daha korkunç bir hal alabilir. Yeni teknolojilerin etkili bir şekilde kullanılması ve geniş bir şekilde uygulanması gerekiyor, ancak insanoğlu asla ahlakı unutmamalı. Çünkü ahlakın olmayışı insanın yıkımına yol açabilir. Bir şeyler yaptığımız zaman ve hangi işi yapıyor olsak da asla işimizin ahlaki temellerini unutmamalıyız. Tüm yaptıklarımız, fayda getirmeli, insanı yıkmamalı, bilakis güçlendirmeli."
Putin kesinlikle haklıdır. Çünkü teknoloji artık öyle bir boyutta ki yeterli bilgiye sahip iki insan bir ekip oluşturup evinin garajında canlı bir organizma üretebilir. Evet, bu bir gerçek. Canlı üret-
mek artık gerçekten olan bir şey. Buna çözüm olarak önerebileceğim genetik mühendisliği gibi transhümanizm çevresinde ilerleyen bilim alt dallarının, nasıl ki bir atom bombası üretimi denetleniyorsa aynı şekil denetlenmesidir. Diğer türlü yolun sonu aydınlık değil. Bilim kurgu filmlerinde gördüğümüz ve şaşkınla izlediğimiz şeylerin gerçeğe dönüşmesi çok zor değil. Örneğin Mars'a giden insanlar, karbondioksit soluyacak, radyasyona dayanacak ve düşük yerçekimine karşı koyacak şekilde yeniden dizayn edilebilir. Bu teknoloji sadece birkaç merkezde bulunmalıdır ve çok sıkı korunmalıdır. Transhümanizm hareketinin yazarlarından bahsedelim biraz da. Raymond Kurzweil, insanüstücü ve fütüristtik ileri düşünür. “The Age of Spiritual Machines” (Türkçe’ ye Ruhsal Makineler Çağı olarak çevrilmiş) kitabında 2009'da arada mesafe bulunmasına rağmen obje ve insanlara dokunup hissedebileceğimizi, 2019'da insanların otomatize kişiliklerle arkadaş, öğretmen, hatta sevgili formunda çeşitli ilişkilerde bulunacağını, 2029'da insanoğlunun neredeyse tamamen sanal öğretmenler tarafından eğitileceği
gibi öngörülerini paylaşmıştır. Ray‘den başka bahsedilecek çok isim var. Mesela Google‘dan Larry Page, SpaceX ve Tesla Motors‘dan bilinen Elon Musk gibi. Tam anlamıyla transhümanizm felsefesi üzerine yazmasalar da yaptıkları bazı açıklamalar ve icraatları onları dahil ediyor buna.
Hareketin bizde işleyen kısmına bakacak olursak, bizim de dahil olan yazarlarımız var. En başında Ufuk Tarhan. Ufuk Hanım, dünyada en etkili 100 fütürist kadın arasında tek Türk olma unvanına sahip. Çıkardığı son kitap olan Tİnsan’da fütürizm ve onun getirilerinden olan transhümanizmden bahseder. Katkılarından dolayı Oğuzhan Tezcan’a teşekkür ederim.
Batuhan EMEN ——————————-batuhanemen@gmail.com
Eleştirel Tornavida
Robot yeniden programlanabilen; maddeleri, parçaları, programlanmış hareketlerle işleyen çok fonksiyonlu makinedir. Tabi bugün mutfak robotu ya da çamaşır makineleri tarzı cihazlar hakkında konuşmayacağız. Bugünkü konularımızdan ilki Sophia hakkında. Bildiğiniz üzere Hanson Robotics firması tarafından geçenlerde tanıtımı yapılan, şu ana kadar yapılmış en gerçekçi robot olan Sophia’yı diğer robotlardan ayıran özellikleri neler? En büyük farkı yaşanan olayları gözlerindeki kameralar sayesinde hafızasına kaydediyor ve bu olayları belirli algoritmalardan geçirip ona göre tepki veriyor. Bu tepkiler şimdilik konuşma ve yüz mimiklerini oynatma olsa da bu alanda çok büyük bir adım atıldığını söyleyebiliriz. Diğer bir farkı ise yüzünü ünlü Hollywood yıldızı Audrey Hepburn'den alması. Ayrı ca bu robotun büyük viral olmasının sebeplerinden biri de Suudi Arabistan’ın Sophia’ya vatandaşlık vermesi. Bu bilgilerin ardından Sophia’nın ileride kazanması bek-
lenen hareket kabiliyeti ve kendi kendine düşünme yetisi kazanması sonucu kanunlar önünde sorumluluğunun veya haklarının olup olmayacağı günümüzün en popüler tartışma konularından biri. Hatırlarsanız geçenlerde Facebook’un programladığı canlı yardım robotları kendi aralarında dil yaratmış ve konuşmuşlardı, tabii bunun üstüne firma robotları hemen kapatmıştı. Sophia ve ilerideki yeni nesil robotlar kendi aralarında konuşarak fikir alışverişi yapacaklar mı? Eğer yapacaklarsa dışarıdan müdahale olursa ne gibi sonuçlar doğuracak? Ya da duygulara sahip olacaklar mı? Bir makinenin elektriğini kesme hakkına sahip olacak mıyız? Yazımıza diğer yeni gelişme ile devam: Google, 2015 yılında DeepDream'i duyurmuştu. Görsel hafıza üzerine programlanan bu sinir ağı, sayısız kez test edildi. Sonuç olarak Nvidia’nın desteği ile son derece gerçekçi duran ama hiçbiri gerçek olmayan kişilere ait yüksek çözünürlüklü görüntüler üretti. Program ünlü kişilerin
fotoğraflarını kullanarak düşük çözünürlüğe sahip fotoğrafları yüksek çözünürlüğe sahip fotoğraflarla çeviriyor. Aslında yapılmak istenende tam olarak bu yani düşük boyutlu kaynakların kullanımıyla eşsiz sonuçlar üretmek. Bu tarz bir programın elektronik bir maske ile kullanıldığını varsayalım. Böyle bir maske ile gerçek
olmayan katillerin gerçek olan kurbanlarının olması pek kulağa hoş gelen bir durum değil. Bunca gelişmenin olduğu bir dünyada Yıldız Tornavida’sız kalmayın Başka bir Eleştirel Tornavida’da görüşmek dileğiyle… Barışcan KURTKAYA
——————————-brscnkrtky@gmail.com
İnsanlar günümüzde futbola çok önem veriyorlar. Öyle ki son dönemde yapılan transferlerde harcanan paralar akla hayale sığmayacak büyüklükte. Ne yazık ki bazen futbolun önüne hakem kararları geçebiliyor. İşte video hakem uygulaması fikri de tartışmalı pozisyonlarda en doğru kararın verilebilmesi amacı ile ortaya sürüldü. Video hakem uygulaması ilk olarak 2010 Dünya Kupası ikinci tur maçında Almanya-İngiltere maçında Frank Lampard’ın çektiği müthiş şutta topun önce üst direğe çarpıp daha sonrada kale çizgisini geçmesine rağmen hakemin gol kararını vermeyip oyunu devam ettirmesi sonucu ortaya çıkmıştı. Aslında FIFA bu teknolojiyi 2012’den beri gol çizgisi teknolojisi olarak kullanıyor. Ama asıl amaç direkt skora etki edecek tüm pozisyonlarda kullanılabilmesi. Buna da en yakın örnek Fransa-İspanya maçında Antoine Griezmann’ın attığı golün önce geçerli sayılıp daha sonra video hakem uygulamasından gelen uyarı doğrultusunda ofsayt gerekçesiyle iptal edilmesidir.
Video hakem uygulamasında sahada hakem maçı yönetirken analiz odasındaki iki hakemden biri maçı analiz edecek. Gerektiği yerlerde ikinci hakem birinci hakeme bilgiler verecek ve yardımcı olacak. Birinci hakem de gelen
bilgiler doğrultusunda kontrol odasında pozisyonu izleyip karar verebilecek. Topun kale çizgisini geçip geçmediği konusunda yaşanabilecek tartışmaları da ortadan kaldırıyor video hakem uygulaması. Stat çatısına yerleştirilen yüksek piksel çekim özelliğine sahip kameralar, topun hareketlerini kayıt altına aldığı bu bilgisayar sisteminde, topun çizgiyi geçip geçmediği bilgisini 1 saniye içerisinde hakemin kol saatine titreşimli olarak gönderebilecek. Video hakemin önümüzdeki yıldan itibaren Türkiye’de de kullanılması bekleniyor. Bu konuyla alakalı TFF Başkanı Yıldırım Demirören’in açıklamaları şu şekilde: "Futbolun içerisinde hakem hataları var. Hiç kimse Türk hakemlerinin adaletsiz olduğunu söyleyemez. Hakem hataları olmuştur, bu hatalar üzmüştür. İngiltere, Almanya, İtalya başlıyor. Biz de bu aşamada ilk adımımızı attık. Bu süreç sadece yurt içinde bitmiyor. Yurt dışında da bir eğitim süreci var. Ocak ayına Video
Hakem Uygulaması'nı yetiştirmeye çalışıyoruz. Sezon başına yetiştirmemiz imkansız. Bir kural değişmiyor. Sadece daha fazla ekranla incelenmiş olacak. Araçlarda yüzde 90 mevcut hakemler olacak. Ayrıca bırakmış hakemlerden de faydalanabiliriz."
Video Hakem Uygulamasının dünyada yankıları ne olur bilinmez. Liglerde uygulanabilirliği ülkeden ülkeye değişebilir. Bunlar tartışmaya açık konulardır ama bir gerçek var ki ne kadar doğru karar verirse versin ilk ve en çok hakarete maruz kalan video hakemlerin bizim ligimizdeki video hakemler olacağı da bir gerçek. Onat Taylan ASLANTAŞ
——————————-onattaylanaslantas@gmail.com
Çoğu insanın kariyer hedeflerinin en üst sıralarında yer alan, özellikle kimya, fizik alanlarında özel ilgisi olanların mezun olduktan sonra çalışmak istediği, mühendis ekibinin bir üyesi olabilmenin hayallerini kuran o çoğu insandan biride benim tabii… Kim istemez ki o koskoca dünyada yer alabilmeyi, bilimle bu kadar yakından bir arada bulunabilmeyi, keşfedilmeyenleri keşfetmeyi… Peki, hayallerimiz güzel fakat bizim bunları icraata dökmemiz gerekmez mi? CERN hakkında bildiklerimiz yeterli mi? Staj imkânlarını, projelerini, doğru bilinen yanlışlarını öğrenmeyi istemez misiniz? O zaman şu an doğru yeri okuyorsunuz. Hadi gelin keşfetmeye bu yazıyı okuyarak başlayalım… İsviçre ve Fransa sınırında yer alan ve Cenevre şehrine yakın olan CERN, dünyanın en büyük parçacık fiziği araştırma laboratuvarıdır. CERN'ün kuruluş amacı üye ülkelerin kendi bütçe olanakları ile gerçekleştiremeyecekleri araştırmaları ortak olarak yürütebilmektir. CERN, Nobel ödüllerine layık görülen araştırmaların yapıldığı önemli bir merkezdir. İşte bu yüzden kafamızdaki projelerimizi gerçekleştirmek, hayallerimizdeki statüye ulaşabilmenin merkezidir CERN. O zaman bu merkezi iyice tanıyalım derim ben... İlk olarak CERN hakkında genel bilgileri verelim. CERN Nükleer Araştırmalar için ‘Avrupa Konseyi’ anlamına gelen Fransızca “Conseil Européen pour la Recherche Nucléaire” sözcüklerinin kısaltmasıdır. Bu kurum, İsviçre ile Fransa sını-
rında yer alan dünyanın en büyük parçacık fiziği laboratuvarıdır. 1954 yılında 12 ülkenin katılımıyla kurulmuş olan CERN’ün günümüzde 20 asil üyesine ek olarak Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 8 “gözlemci” üyesi vardır. Umarım ileride asil üyeler arasına girmeyi de başarabiliriz. Tabii bu birazda bizlere, gençliğe, mühendislere ve daha birçok bilimsel alanda kendini üst düzey geliştirmiş insanlara bağlı. O zaman şimdi de doğru bilinen yanlışlara gelelim. Şaşırmaya hazır olun… CERN de bütün yapılar yer altında değildir. Deney alanlarına girerken retina taraması yapılır. CERN bünyesindeki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı dünyanın en büyük makinesi olma ünvanına sahip. Büyük Hadron çarpıştırıcısı (LHC) sanıldığı gibi radyasyonla çevreye zarar vermiyor. CERN de tam 9600 tane süper mıknatıs bulunuyor.
CERN deki protonlar saniyede 11,245 kere tur atabiliyor. Hatta bir turları sırasında 27 km yol kat edebiliyorlar. CERN de sıcaklıkların güneşin merkezindeki sıcaklıklara kadar ulaşabildiği ve hatta makinelerin bu devasa sıcaklıktan korunmak için dev soğutucularla soğutulduğu biliniyor. Evet, bu maddeler CERN hakkında hiç bilgisi olmayan insanların bile CERN de ne yapıldığı hakkında fikir sahibi olabilmeyi sağlar. Fakat bilimsel olarak CERN neyi amaçlar? Cevap aradıkları sorular neler? 1.) Kütlenin kaynağı nedir? 2.) Süper simetri gerçekten var mıdır? 3.) Karanlık madde ve karanlık enerji nedir? 4.) Madde ve anti-madde miktarı neden eşit değil? Bakalım CERN deneyleri sonucunda önümüzdeki yıllarda bu sorulara cevap bulabilecek mi? Bekleyip göreceğiz...
Peki, medyada Higgs Bozonu’nu duydunuz mu? Yoksa hala duymadınız mı? Medyada Tanrı Parçacığı olarak bilinen bu bozon aslında gerçekten tanrısal bir parçacık değil. Böyle söylentinin çıkmasının nedeni ise Leon Lederman’ın bir türlü bulunamayan Higgs Bozonu hakkındaki kitabına verdiği Tanrı’nın Belası Parçacık isminin Tanrı Parçacığı olarak değiştirilmesidir. CERN’ün yaptığı çalışmaların hepsine değinecek olursak bizlere sayfalar yetmez. Ama genel olarak şöyle bahsedebiliriz:
Süperiletken teknolojisinin CERN hızlandırıcıları sayesinde ilerlemesi, yeni temiz enerji kaynaklarının araştırılması, yeni reaktör sistemlerinin geliştirilmesi, bilgisayar teknolojisi, tıpta tedavi ve teşhis uygulamaları, yeni elementlerin bulunuşu en önde gelen araştırmalardır. Parçacık fiziği araştırmaları lazer fiziği, plazma fiziği, elektronik, telekomünikasyon, Nanobilim, malzeme bilimi, nükleer tıp ve radyoterapi, bilişim teknolojisi (yazılım geliştirme, bilgisayar mimarisi, bilgisayar ağ bilimi vb.), savunma sanayi ve mühendisliğin çeşitli dallarındaki yeni gelişmelerin lokomotifidir. CERN’deki bazı çarpıştırıcılar:
LHC: Dedektörler ise LHC sisteminin ana parçalarını oluşturmaktadır ve hızlı parçacıklar çarpıştığında oluşan parçacıkları kaydeden, on binlerce karmaşık parçadan ve elektronik devreden oluşan dev aygıtlardır. CLIC: CERN'de kurulması düşünülen bir diğer çarpıştırıcı ise, CLIC (Compact Lineer Collider) elektron-pozitron çarpıştırıcısıdır. CAST (CERN Axion Solar Telescope): 2000 yılında CERN tarafından onaylanan CAST deneyi, parçacık fiziğindeki yaklaşık 30 senelik bir problem olan Güneşin merkezindeki 15 milyon derecelik plazmadan çıkan Axion'ları bulmaya yarar. ISOLDE (On-Line Isotope Mass Separator): ISOLDE tesisi çok sayıda farklı deneyler için çok çeşitli radyoaktif iyon demetlerinin üretimini yapmaktadır. AMS-02: AMS-02 gözlemleri “Evrenin görünmez kütlesini ne oluşturmaktadır?” veya “İlk antimaddeye ne oldu?” gibi temel soruların cevaplanmasına yardımcı olacaktır. RD51 GAZLI DETEKTÖRLERİ GELİŞTİRME ÇALIŞMALARI: R&D kolaborasyonu, RD51, temel ve uygulamalı araştırmalar için gelişmiş gaz-çığ dedektör teknolojilerinin ve bütünleşik elektronik-okuma sistemlerinin geliştirilmesinin kolaylaştırılmasını amaçlamaktadır. Evet, artık nasıl bu kadroda yer alabiliriz onu öğrenme vakti… Yaz öğrenci programı bizim için bir imkân. CERN, lise ve üniversite öğrencilerine yönelik düzenlediği yaz programlarının başvuruları hala devam ediyor. Fizik, prog-
ramlama ve farklı mühendislik alanlarından üniversite öğrencilerinin başvurabildiği CERN Yaz Öğrenci Programına katılanlar gerçekleştirilecek deneylerde görev alan araştırmacılarla birlikte çalışma imkânı yakalıyor. Program kapsamında bizler ayrıca dünyanın farklı üniversitelerinde ve araştırma merkezlerinde parçacık fiziği ve programlama alanlarında çalışan bilim adamları tarafından verilen derslere katılıyor, parçacık hızlandırıcıları ve diğer deney merkezlerini ziyaret edebiliyoruz. Türkiye'den kabul edilen öğrenciler Engin Arın Burs Fonu ile destekleniyor. Lise öğrencileri için ise kontenjan sınırı 22 olarak belirlendi. Üniversiteliler için ise 3. Sınıf öğrencisi olmamız dahilinde başvurabileceğimiz açıklanıyor. 813 hafta arasında eğitimimizi tamamlayabiliyoruz. En fazla 13 hafta sürebiliyor. Hafta da 40 saat çalışıyoruz. Dil olarak ise İngilizce veya Fransızcadan birini konuşabilmemiz yeterli. Evet, CERN’ü kısaca tanıtmak gerekirse anlatılabilecek bütün konulara değindik.
Artık sıra sizde… Gelecekte bunları internetten okuyan bireyler değil, orada canlı bir şekilde bunları gözlemleyebilmemizi umuyorum… Bekle bizi CERN, Yıldız Teknik’liler geliyor… Serra ERSOY
——————————-serra_ersoy1@hotmail.com
Gönüllü Olmak Sevgili, saygıdeğer ya da her neyse… Sizlerle ikinci yılımda yeniden burada buluşmak benim için büyük mutluluk…Bu sayıda sizlere anlatmak istediğim konu, hepinizin yakından duyduğu ancak belki de kavramsal olarak ne anlama tam olarak geldiğini düşünmediğimiz “Gönüllülük” kavramı. Aslında o kadar güzel bir kelime ki bu “Gönüllülük!” İçinde “gönül, sevgi, saygı, merhamet, fedakârlık, asalet, yardımseverlik, inanç…” ve eminim şu an sizler de ekliyorsunuz, gönüllülüğün size çağrıştırdıklarını…Çok güzel, bende çok farklı anlamlar barındırıyor bu kavram…Gelin “benim gönlüm”ü size anlatayım, yaptığım projeleri, bu yoldaki serüvenlerimi, gördüğüm zorlukları ve başarıyı! Sene 2014… -Bu arada şu an 20 yaşındayım!- Herhalde lise 2.sınıftayım.İnternette sörf yaparken sıklıkla karşıma çıkan şu mesaj: “Onlar İçin Bir Kap YEMEK, Bir Kap SU!”…İşte o afiş beni öylesine etkiledi ki,sonu henüz bitmeyen bir çok proje çalışması yapmamı sağladı. Lise 2.sınıftayken “gönüllülük, liderlik, sorumluluk” nedir henüz bilmeyen biri, yola 0 km’den başladım. Hocalarım, bazı arkadaşlarım öncesinde “bunlar boş işler” diye bakarken ben ise henüz onlara göre “küçük” olduğum halde düşüncelerimle onlardan ne kadar büyük olduğumu hissediyordum. Bana
göre “bir can” kurtarmak kadar üstün bir görev olamaz! Bu bilinçle yola çıktım. İşin sonunda ise yaptığım çalışmalar başarıya ulaşınca, insanlar takdir edince bu projelere “boş” diye bakanlar, sırtımızı sıvazlamaya başladılar…Ne büyük değişim Yani “gönüllü” olmayı içimden gelerek yapmış olmam işte bu. Şu an katıldığım seminerlerde, derslerde yavaş yavaş bu kavram tanıtılıyor, ”gönüllü olmak”…Hatta dersi bile var,düşünün. “Toplumsal Duyarlılık Projesi” Şaka gibi ama not karşılığı gönüllülük İyiymiş, keşke zamanında yapsaydınız be! Şaka tabi Velhasıl yanıma yolda omuz omuza yürüyebileceğim sekiz ekip arkadaşımı seçtim. Tabi yolun sonuna doğru bu sayı bire düştü Öylesine olaylar sonucunda aslında kişi sayısının değil niteliğin önemli olduğunu anladım. Evet, önce afiş çalışmaları, sonra okulda panoların alınarak diğer öğrencilerin bilinçlendirilmesi, sergiler, bisiklet turları, besleme çalışmaları, barınak ziyaretleri, battaniye kampanyaları, lise ve ilkokullarda Hayvan Hakları Kulüpleri, kedi evleri yapımı, sulukların yapılması, billboard reklam çalışmaları, seminerlerhalk bilinçlendirilmesi, müftülükten vaaz talebi vb. Neler neler? Dile kolay “2 Yılda 42 Proje” …Ve pek çoğu Türkiye’de ilk kez uygulanan proje çalışmaları. Tamamı “Sokak Hayvanları”nın sorunlarına çözüm
odaklı, vatandaş odaklı çalışmalar. Sorunu vurgulamak yerine, çözümün parçası olmaya çalıştık!” Bu sorun neden var?” demek yerine “Çözümü nedir, nasıl yapabiliriz?” dedik. Kamu kurum-kuruluşlarla istişare yaptık ve evet, sonunda BAŞARDIK! Henüz lise çağımda yakalandığım “gönüllülük”ten şimdiye üniversiteye kadar uzanan bir yolculuk başlamış oldu. Sıklıkla şu geldi kulağıma “neden hayvanların hakkı? İnsanlar ölüyor, siz ne yapıyorsunuz?” … Okuyanlarınız belki de çok duydu bunu değil mi? Sokaklarda yaralı kedi, köpek, kuşa yardım ederken, aç olanlarını beslerken… “Başka işimiz yok” değil mi? Onlara şahsım olarak şu cevabı verdim her zaman, “Biz hayvanlara yardımcı oluyoruz, onlar dilleri olmayan, haklarını savunamayan canlılar. Evet, siz hayvanlara yardımcı olmak istemeyebilirsiniz, böyle bir zorunluluğunuz yok! Siz de o halde bahsettiğiniz insanlara yardım edin, insanlığınızı orada gösterin!” Muhteşem değil mi? Yalova’da büyüdüm, şu an İstanbul’dayım. Buralara aşığım. Yalova’ma döndüğümde karşılaştığım pek çok insan beni “Gönüllülüğümle” tanıyor, biliyor. Yaptığım iyi şeyleri takdir ediyorlar. Çünkü bu işte “para, maaş, makam” YOK! Bu işte “emek, fedakârlık, merhamet” VAR!
Evimde bu projelerimin sonucunda çeşitli kurumların verdiği teşekkür plaketleri, sayısız sertifika ve ödül var. Maddi değeri yok, hiç... Ama verdiği manevi değeri pek çok paranın alamayacağı şeyler. Dönüp baktıkça yaptığım “iyi işleri ve gönüllülüğü”mü hatırlıyorum… Ve bizler az değiliz, şu an benim elimden bu çalışmalar geldi. Elimden geldiğince yeni projeler, fikirler üretmeye devam ediyorum, edeceğim. Aslan yürekliler, kanatsız melekler şu an ormanlarda… Binlerce aç hayvana ev oluyorlar, besliyorlar, tedavi ediyorlar! Onlar alkışa en değer insanlar! Onlar, evet onlar da “GÖNÜLLÜ”ler…
Bu dergide yazarak sizlere ulaşmam da tamamen aynı hikâyenin parçası “gönüllülük”! Hala aklımda gerçekleştirmeyi planladığım fikirlerim var… Örneğin, sokak hayvanları yararına bir konser, barınaklarda gönüllülük, çocuklarla hayvan sevgisi çalışmalarının arttırılması gibi. Belki bir gün Bu arada geçtiğimiz günlerde mesaj olarak bana Yalova’dan Uğur Çağlar’dan gönderilen bir mektup vardı. Mektubun genel konusu ta bebeklikten sahiplenilen ve büyütülen Kangal cinsi yavru köpeklerin ve onu evlat edinen yüreği sevgi dolu birinin kaleme aldıklarıydı. Bu aralar ayrı kalmışlar. Onlara olan sevgisi ve özlemini yazmış. Ben okuyunca çok etkilendim, eminim siz de aynı duygularda olacaksınız. Size bu mektupla “Allahaısmarladık!” diyorum, kalın sağlıcakla… “Gerçek sevgi ve mutluluk... Hayvan deyip geçiyoruz ama onların tertemiz sevgilerini görme-
mezlikten gelmeyin. Her türlü zorluğu yaşıyorlar; açlık, susuzluk, şiddet bazen de işkence ama yine de isyan etmiyorlar. Yaşadıkları hayatı her şeye rağmen seviyorlar. Bir avuç mutluluğu bile doyasıya yaşıyorlar, bir parça ekmek bulsalar keyfini çıkartıyorlar. Tek istekleri sevgi. Çünkü onlar da bizi çok seviyor, onların dünyasında kötülük yapmak yok, sadece sevgi var… Bizden tekme değil sevgi bekliyorlar. Hayatta gerçek sevgiyi onlarda bulabilirsiniz, birçok insandan daha iyi gelir size onunla geçen vakit. İşte bu yüzden onları ve çocukları çok seviyorum. Çocukların ve hayvanların kalbi temizdir. Bizim büyüdük dediğimiz şey, kirlenmek. Dünyaya ayak uydurup benliğimizi, ruhumuzu, sevgimizi kaybetmek; sevgimizi göstermekten korkmak. Fiziksel gelişim çoğu zaman ruhsal gelişimi geride bırakıyor. İçimizdeki çocuk ölüyor, o ölünce istek, sevgi, neşe bitiyor. Onlar bitince mutsuz, enerjisiz ve melankolik olup ruhumuzu karartıyoruz. Sevginin kıymetini unutup egoların kancasına takılıp savruluyoruz. Bizle beraber mazlumları da takıyoruz peşimize. Onlar bizden aşağı değiller, bizim yaşama hakkımız gibi onların da yaşama hakkı var. Tabi biz onların bu haklarını ellerinden almazsak… Dünyada bu hayvanlara çok büyük kötülükler yapılıyor. Aynısını insanlar yaşasa müthiş bir kin ve düşmanlık oluşur
bize yaşatanlara karşı. Ama onlar düşmanlık değil her şeye rağmen seviyorlar. İşte gerçek sevgiden kastım bu. Bence onların gözünde şeytan biziz! Senin parmağın kesildiğinde ne kadar canın yanıyorsa onlarında o kadar yanıyor seninki can onlarınki “patlıcan” değil! Duyguları, sevinçleri, üzün-
tüleri olan istekleri olan kalbi canı olan varlıklar. Bencil olma, elinden gelenin en iyisi yap! Bize ihtiyaçları var. Güçlünün güçsüze yardım etmesi ayıp değil gurur da değil: Adalet. “Yaratılanı sev yaratandan ötürü”. Onlar elini uzatmış bizden yardım bekliyor, geri çevirme sahip çık! İnsanlık görevini yerine getir, bizim en önemli görevlerimizden biri de bu: dilsiz me-
leklere tercüman olmak. Mutlu olmalarına destek ol, hemen yarın başla… Sizi bulacak zaten her gün yanınızdan geçiyor ama zalim dünyanın zamanından göremiyoruz. Şu andan itibaren daha dikkatli ol, gözlerinize baktıkları zaman size her şeyi anlatacaklar. Dünyayı seven, kalbinde hiçbir zaman yok olmayan o iyi insana daha fazla nefes ver! Onu yaşat, o ölürse senin bir maddeden farkın kalmaz. Ruhunu sevgiyle ayakta tut; yardım et, duyarsız olma, empati yap, hisset ve neye ihtiyacı olduklarını anlayıp onlara yardım elini uzat! Sımsıkı sarılmak için bekliyor olacaklar; yorgunluğa, üzüntüye rağmen tertemiz bir sevgi kalp ve umut ile yaklaşacaklar bize. Yardım eden değil etmeyen utansın, bizden dünyaları istemiyorlar. Küçücük şeyler yetiyor eğer bunu da yapamayacaksak kirli dünyanın karanlık yolunda; ruhsuz, sevgisiz hayatımız bizim gerçek sevgimizi alıp sahte sevgilerle bizi uyutmaya devam edecek!” Her zaman bana ulaşın, düşünceleriniz gelecek sayı için önemli, mail adresim aşağıda. Sevgiler, Uğur Can Kalkan ——————————-ucankalkan@gmail.com
Yapay zeka, insanların zekasıyla yapabildiği şeyleri bilgisayara yaptırma sanatının adıdır. İnsanların kendini daha yetenekli görmesi ile birlikte yapay zekalardan beklenti de bu oranda artmış oldu. Zaman içinde çok acımasızca "Bunu yapay zeka yaptı ama bu zaten mekanik bir şey; kendi hisleri, düşünceleri yok." gibi söylemler ortaya çıktı. 1980'lerde matematikçi olan Douglas Lenat; kendi geliştirmiş olduğu yapay zekada, küme ve kavramlar arası geçişi bilgisayara öğretmiş ve bu sayede doğal sayıları, dört işlemi, asal sayıları keşfetmiştir. Ayrıca “2'den büyük bütün çift sayılar iki asal sayının toplamı şeklinde yazılabilir.” diye bir teorem ortaya atmıştır. Bunun dışında Harold Cohen adlı bir ressam; resim hayatında tıkanıklık yaşadığı bir dönemde bir programcı ile tesadüfen karşılaşmış ve ondan programlama dersi aldıktan sonra "Yapay zekaya resim yaptırabilir miyim?" gibi bir düşünceye girmiş, yaklaşık 30 yıl
boyunca bu program ile uğraşmış ve Aaron'u geliştirmiştir. Bu resimlerin temelini Cohen oluşturmuş olsa da bir süreden sonra gerçek bir ressam gibi çiziminden resmin boyanmasına kadar tam bir sanat eseri üretmiştir. Hatta Cohen’in bazı çalışmalarından sonra "Aaron'un bunu yapmasına çok şaşırdım" gibi sözleri de vardır. Yine bir sanat üzerine programlanmış olan Emi’ye ilk olarak Bach'ın eserleri öğretilmiş ve Bach hayranlarına dinletildiğinde orijinal eserlerden hiçbir farkı olmadığını, hatta Bach'ın kendi eseri olabiliceğini bile söyleyenler çıkmıştır. Yapay zeka matematiğinin oluşması ve kendini geliştirme süreci 1946 yılında Alan Turing'in “insanların düşünme sisteminin bir matematik olduğu ve bunun bilgisayarlara yaptırılabileceği” fikrini ortaya atması ve 10 yıl sonra Amerika'daki bir toplantıda yapay zekanın konuşulması ile ciddi anlamda çalışmalar başlamıştır. Bu çalışmaların sonucunda yapay
zeka, eski moda ve sonrası olarak ikiye bölünür. Eski moda yapay zekaya Douglas Lenat'ın yapmış olduğu programı örnek olarak verebiliriz. Bu yapay zekada Lenat, küme ve kavramlar arası kendisi öğretmiştir bu sayede yapay zeka kendisi diğer sonuçlara ulaşabilmiştir. Yani bu tip yapay zekalarda arka tarafta programın kullanması gereken bilgiler verilir ve yaptığı işlemlerin ne olduğunu programlama kısmına bakarak anlayabiliriz. Eski moda yapay zeka sonrası ise özellikle derin öğrenmenin tıpkı insanda ki sinir ağlarının prensiplerinin bilgisayarda uygulayarak çalıştırdığımız bir öğrenme mekanizmasıdır. Buradaki en önemli fark, eski moda yapay zekada yaptığımız gibi kendimizin bir şeyler bilmeden sadece öğretmek istediğimiz konuyla ilgili farklı objeleri göstererek öğretebiliyoruz.
Furkan ÇELİK
——————————-furkancellik.58@gmail.com
Örneğin Beyzanur adlı bir kişinin farklı fotoğraflarını bilgisayara gösterdiğimiz zaman bir süre sonra Beyzanur'un hiç görmediği bir fotoğrafını da görse bile artık kendisi tanıyabiliyor. Asya ülkelerinde sıkça oynanan Go adlı oyun için Google'ın özel olarak geliştirdiği, dünya şampiyonunu yenen Alpha Go adlı yapay zekası ne eski moda ne de vermiş olduğum fotoğraf örneğindeki algoritmayla yapıldı. Bu programda o zamana kadar oynanmış binlerce Go oyununu makineye izlettiler ve yapay zekanın kendi kendine bu oyunu tekrar tekrar oynamasını sağladılar. Bu oyunların sonunda, kazandığı taktiği bir sonraki oyuna aktarmasını sağladılar tıpkı evrimsel süreçte olduğu gibi. Bunun sonucunda makine, insan ömrünün yetmeyeceği kadar oyunu oynamış ve kendini geliştirmiş oldu ve de en önemli nokta olarak kimse ona ne yapması veya nasıl yapması gerektiğini öğretmedi. Yapay zekanın gelişimindeki en önemli etkenlerden birisi de veri bilimidir. Büyük verinin işlenmesi sonucunda makinelerin insanlardan daha hızlı ve tutarlı bir şekilde kararlar verdiği bugüne kadar yapılan bazı yazılımlarla gösterilmiştir. ÖrKaynaklar: https://youtu.be/0DEE43p98JY
neğin bir şirketin birkaç yöneticisinin sahip olduğu verileri işleyerek bir yapay zekaya aktarırsak aynı verimlilikte firmayı yönetmeye devam edecektir veya bir doktorun bütün konuşmalarını, yazdığı reçeteleri vb. çok modlu verileri işlediğimizde bir araya getirirsek ve yapay zekaya verirsek bir anlamda da tecrübe aktarımını da gerçekleştirmiş olabiliriz. Bunun dışında "I Robot" filmindeki gibi robotlara sahip olursak ve bu robotla iletişime geçtiğimiz andan itibaren kendisinin bizim hakkımızda topladığı verilerden bizim ne zaman üzgün, hangi durumlarda sinirli veya nelerin bizi mutlu ettiğini ve nasıl tepki verdiğimizi öğrenebilir; hatta bu şekilde kendisinin de bizim gibi belli duygusal yansımalar sergileyebileceğini de söyleyebiliriz. Peki robotlar kendisine duygu gibi soyut bir ifadeyi bile katabildiğine göre çevreyi korumak adına insanları kontrol altına alma hatta öldürme kararı bile verebilir mi? Şekil 4'te olduğu gibi yapay zekanın 100 yıl bile olmadan geçirdiği evrimin insanlığın bugüne kadar geçirdiği evrime yaklaşmış olması, kendi kararlarını alması ve bu kararların bizim için negatif sonuçlar
olması kadar normal bir durum yok fakat ünlü yazar Asimov'un kitaplarında kullandığı 3 robot yasasını yapay zekalara aktarırsak "Terminatör" filmindeki aksiyonları yaşamamız pek olası olmayacaktır. Örneğin nüfus kontrolü gibi çok fazla değişkene sahip bir durumun yapay zekalara verilmesi insanları öldürerek veya toplumu kısırlaştırarak kontrol altına alabilir fikrini getirebilir ama biz karar alma çerçevesini iyi bir şekilde belirlersek öldürmek veya kısırlaştırmak yerine eğitim kalitesinin yüksek olduğu toplumlarda hem yaşam kalitesinin hem de nüfus sayısının belirli bir seviyede olduğunu öğrenip toplumun eğitim kalitesini arttırmak gibi bizim için olumlu bir katkı sağlayabilir. Sonuç olarak yapay zekaları bir bebek gibi görür ve onlara etik kuralları doğru bir şekilde aktarırsak, bizleri geçtikleri halde bile yaşlandığımız zaman bizlere yaşlı ama bakıma ihtiyacı olan dedeler gibi bakabilirler. Bunun için yapay zekalarımızı ZEKİ,ÇEVİK VE AHLAKLI olacak şekilde eğitmeliyiz.
NBA NEDEN FARKLI? olabildi. Bu gibi örneklerin tersi de yaşanmaktadır. 2005-2006 sezonu öncesinde hiç şampiyonluğu bulunmayan Miami Heat, 2005-2006 / 2013-2014 sezonları döneminde (9 sezon) 5 final oynayıp 3 kez de şampiyonluk sevinci yaşadı. Peki neden Avrupa’da futbolda ve basketbolda belli takımların dominasyonu varken NBA’de her takım zirveyi de görüyor dibi de? Bence bu duruma NBA’deki 2 uygulama neden oluyor. 1-SALARY CAP Avrupa’da futbol veya basketbol alanında dominasyon gösteren takımların bunu nasıl başardıklarını sorsak çoğunlukla bu takımların maddi gücünün fazla olduğu söylenir. Fransa Ligue 1’de (2011’den Bundan 20-30 sene önce Avruönce) en son 1993-1994 sezonunu pa’da en güçlü futbol takımları kim- şampiyon olarak tamamlayan di diye sorsak herkesin aklına Real PSG’nin başkanlığına 2011 yılında Madrid, Barcelona, Juventus, milyarder Nasser Al Khelaifi’nin Manchester United gibi takımlar geçmesiyle son 6 sezonda 4 lig gelir. Aynı soruyu bugün için sorsak şampiyonluğu elde etmesi maddi yine bu takımlar akla ilk gelenler gücün önemini gösterir. olur. Hatta soruyu bundan 20-30 sene sonra en güçlü futbol takımları hangileri olur desek yine bu takımlar söylenir. Bu soruları ülkemiz özelinde sorarsak da Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş cevaplarını alırız. Bu durumu Avrupa basketbolu için de kabul edebiliriz (sayılacak dominant takımlar değişse bile Avrupa basketbolunu belirli takımların domine ettiği gerçeği değişmez.) Ancak NBA’de durum farklı. Bu lig, maddi gücün belirleyiciliğinin en az Dünya’nın kabul ettiği en iyi basket- olduğu profesyonel liglerdendir. bol ligi olan NBA’de durum oldukça Çünkü ligdeki Salary Cap Sistemi, farklı. Mesela 1947’den bu yana her takımın oyuncularına ödeyebioynanan 71 finalin 31’inde oynama leceği maaş aralığını belirler. Bu başarısı gösterip en fazla NBA fina- miktarlar takımlara göre değişmez. li oynayan (Aynı zamanda bu final- Bununla birlikte Salary Cap 1 oyunlerin 16’sını kazanıp en çok şampi- cuya verilebilecek en yüksek maaş yonluk kazanan ikinci takım olan) ve en düşük maaş miktarlarını da L.A. Lakers, 2016-2017 normal se- belirler. Bu miktarlar da takımlara zonunda 82 maçın sadece 26’sını göre değişmez. Her takım için aynıkazanıp 30 takım arasında 28’inci dır. Bu sayede paranın belirleyiciliği
Avrupa’ya nazaran çok azdır. Mesela Avrupa’nın en güçlü takımlarından Real Madrid; Ronaldo, Bale, Benzema, Modric, Ramos, Isco,Marcelo,Varane gibi mevkilerinin en iyi oyuncuları arasında gösterilen oyuncuları aynı anda oynatabiliyor. Çünkü her oyuncuya istediği ücreti ödeyebiliyor. Ama bir NBA takımı her oyuncuya istediği parayı veremez. Herhangi bir NBA takımının bir oyuncuya ödeyebileceği en yüksek ücret o yılki salary cap üst sınırının %35’i kadardır. Haliyle NBA takımları her mevkiye mevkisinin en iyi oyuncularını alamıyorlar. Bu yüzden en iyi oyuncuları para yoluyla bir araya getirip dominsyon sağlama formülü Avrupa’da olduğu gibi başarı getirmiyor. Salary Cap konusunda kesin rakamları NBA yönetimi belirliyor ancak bu miktarı belirleyen temel etken yayın hakları. Mesela 20152016 sezonu salary cap bedeli üst sınırı 70 milyon dolardı. 2016-2017 sezonundan itibaren yürürlüğe giren yeni yayın hakları sözleşmesi çok ciddi sıçramaya sebep oldu. 2016-2017 sezonu salary cap’i 94 milyon dolara yükseldi. Ancak NBA üst sınır konusunda katı değil. Bazı istisnai durumların gerçekleşmesi halinde takımlara (diğer vergilere ek olarak lüks vergisi ödeme şartıyla)salary cap’i aşma hakkı veriliyor. Bu istisnai durumları sağlayan durumlarda takımların çoğu fazladan milyon dolarlar ödemek pahasına bu sınırı aşıyor. 2017/2018 sezonunda 30 takımın 22’si bu hakların bazılarından yararlanıp sınırı aşmıştır. Bu da Salary Cap’in takımlar arası dengeyi sağlamada ne kadar önemli olduğunu ve takımları ne kadar zorladığını gösteriyor. Şu sıralarda da NBA yönetiminin lüks vergileri artırıp takımların bu hakkı kullanmalarının bir nebze önüne geçmek için çalıştığı konuşuluyor.
2-DRAFT SİSTEMİ Avrupa’da futbolcu ve basketbolcuların yetiştiği yerler genellikle kulüp altyapılarıdır. Kulüpler A takımlarında altyapılarından yetiştirdiği oyuncuları kullanır, altyapıdaki oyuncuların yeterli seviyede olmadığı durumlarda başka takımlarda oynayan yeterli seviyedeki oyuncuları para karşılığı transfer etmeye çalışır. Altyapıdan yeterli seviyede oyuncu yetiştirmek hem az maliyet hem de az transfer riski demektir. Kulüpler bu yüzden olabildiğince altyapıdan oyuncu kullanır. Örneğin 2009 Şampiyonlar Ligi şampiyonu Barcelona final maçının ilk 11’ine aldığı oyuncuların 7 tanesini kendi altyapısından yetiştirmiştir.
NBA’de genç oyuncular kulüp altyapısından çıkmaz. Çünkü kulüplerin altyapıları yoktur. Oyuncuların yetiştiği yerler okullardır. Genç oyuncular Amerikan okullarında okudukları için okullararası maçlarda birbirleriyle birçok kez karşılaşırlar. Bu maçlarda üst düzey performans gösteren oyuncular jenerasyonlarının iyileri olarak gelecekte NBA yolunu tutar. Lige girmek isteyen oyuncular NBA Draft organizasyonuna başvurur. NBA takımları Draft’ta oyuncu seçimi yaparlar. Her oyuncu Draft’ta kendisini seçen
takıma gidebilir. Başka takımlara ise, oyuncu takaslanmadığı sürece, gidemez. Takımların bu sistemde hangi sıra ile seçim yapacağı Draft öncesi çekilen kura ile belirlenir. Bu sistem içerisindeki kurada şartlar eşit değildir. Normal sezon sonunda playoff’a kalamayan 14 takıma ilk 14 sıra verilir. Bu takımlar arasında çekilecek kura sırası ise en çok maç kaybedenin en şanslı olacak şekilde belirlenir. Dönemin en iyi genç oyuncuları NBA kariyerine dönemin en başarısız takımlarında başlarlar. Avrupa’da ise jenerasyonunun en iyi oyuncuları genellikle en büyük takımların altyapılarından çıkar ve en iyi takımlarda oynar. Her jenerasyonun en iyileri belirli takımlardan yetişip o takımlarda oynadığı için ilk paragraftaki soruların cevapları aynı kalır. NBA yönetimi draft edilen oyunculara verilecek ücretleri draft edildiği sıraya göre belirlemiştir. İlk sözleşmeler 2 yıllıktır ve kulüp isterse 2 yıl daha uzatma hakkına sahiptir. 4 yılın sonunda oyuncu şartlı serbest kalır. Yani oyuncuya diğer takımlar transfer teklifi yapabilir (Örneğin X yıllık sözleşme her yıl XX milyon dolar maaş gibi). Oyuncu bu tekliflerden birini kabul ederse kabul ettiği teklifi o güne kadar oynadığı kulübe bildirir. Kulüp sözleşmedeki koşulları sağlamayı oyuncuya taahhüt ederse oyuncu başka transfer görüşmesi yapamaz ve o sözleşme ile kulübünde oynar. Ama 4 yılını geçirdiği kulüp, şartları eşitlemezse oyuncu teklifini kabul ettiği takıma gider. Mesela 2016 yazında Harri-
Kaynakça: basketball.realgm.com spormuhendisleri.blogspot.com.tr
utkuhamarat.net mackolik.com
son Barnes, Mavericks’in teklifini kabul etmiş ama o zamana kadar oynadığı Warriors teklifi eşitlemeyi reddetmiştir. Böylelikle Barnes Mavericks’e gitmiştir.
Bir diğer fark da oyuncu sözleşmeleri ile ilgilidir. Avrupa’da transfer olan oyuncunun önceki sözleşmesi iptal olur ve oyuncu yeni takımıyla yeni bir sözleşme yapar. NBA’de ise takas olan oyuncunun önceki sözleşmedeki süre ve maaş durumu korunur. Şöyle ki sözleşmesinin son yılına gelmiş ve o sezon 20 milyon dolar alacak oyuncu takas olduğunda yeni kulübünde 1 sezon 20 milyon dolar için oynar ve sezon sonu ayrılabilir ya da sözleşme uzatabilir. Takası için anlaşılan oyuncunun takası veto şansı (sözleşmesinde takas veto hakkı yoksa) bulunmaz ama önceki kulübündeki sözleşmesi devam eder. Bu özelikten dolayı takaslarda salary cap’e ve (takaslarda kullanılabildiği için) draft haklarına çok dikkat edilir. Yani salary cap ve draft sistemleri oyuncu transferinde de çok önemlidir; heyecanı ve rekabeti hep canlı tutuyor. Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Eren Eyüp Nane ——————————-eyuperennane@gmail.com
ŞEHRİN KAMERA ARKASI
Yaşlanıyoruz İstanbul. Dar sokakların kadar yaş aldık. Yeter yorma bizi.
F.Umay IŞIK ——————————-umayfrt@gmail.com