Yıldız Tornavida - 25.Sayı

Page 1



Yönetim Kurulu Başkan | Tugay AKTAŞ Başkan Yrd. | Burak ZOBAR Sekreter | Özgün Doğa AŞIK Sayman | Ahmet YAPRAK Üye | Hasan KONANÇ

Herkese merhaba, Sömestr tatili sonunda bitti. Dergimizin 25., bu dönemin 3., yeni yılın ilk sayısı ile karşınızdayız. Bu sayımız uzun bir hazırlık dönemi geçirdi. Biraz tatil yapalım biraz dergi yapalım derken yorulduk mu dinlendik mi tam anlamadık. Sizler bu sayıyı okurken biz yeterince dinleneceğiz. Ayrıca kulübümüzün üç ayrı etkinliği için geri sayım başladı. Etkinliklerin detaylarını incelemenizi tavsiye ederim. Dergimizin içeriğine gelirsek; kapak konusu olarak Elektrikli Araçları ele aldığımız sayımızda, Elektrikli Araçların geçmişinden, avantajlarından, dezavantajlarından, günümüzdeki uygulamalarından ve gelecekte bizi nelerin beklediğinden bahsettik. Kapak konumuzun haricinde komitemiz tarafından gelen birçok güzel yazıyı ve Kod Dünyası editörlerinin bizler için derlediği yazı dizisini de dergimizde bulabilirsiniz. O zaman teşekkür faslına geçelim. Öncelikle birbirinden güzel yazıları için Basın-Yayın komiteme, her daim arkamızda duran yönetim kuruluna ve bizden desteklerini esirgemeyen mentörlerime çok teşekkür ederim. Eğer yaptığımız işlerde bir başarı varsa bu işimizi severek yaptığımız içindir. Bana görevimi daha da sevdiren ve her anı daha keyifli kılan Hatice Ata ve Ahmet Burak Aydın’a çok teşekkür ederim. İşte karşınızda 25.sayımız keyifli okumalar dilerim. Gelecek sayıda görüşmek üzere.

Yonca PEHLİVAN ——————————-yoncapehlivan@ieeeytu.com

Denetleme Kurulu Özgür TELLİEL Ebru BONCUKÇU Beyza HEPARSLANTUNÇ

Yıldız Tornavida Yazarlar Ahmet Burak AYDIN Altan ÖZTÜRK Atakan EKİNCİ Barışcan KURTKAYA Batuhan EMEN Burak Çetinkaya Burak KARSLI Burak ZOBAR Doğa Şimal SENEM Eylül NİKBAY Eyüp Erdem ERBİL Ezgi GÜNTÜRK Furkan ÇELİK Furkan Uygur Haşim KURT Hatice ATA İlknur SEZEN Mehmet HAMURLUOĞLU Mert UĞURLU Metin Yiğit İPLİKÇİ Onat Taylan ASLANTAŞ Selin ÇETE Seren TEMURLENK Serra ERSOY Şahin KOCABAŞ Taylan AYDIN Tuncer YAZGAN Yonca PEHLİVAN Redaktörler Ahmet Burak Aydın Ahmet YAPRAK Aykut GÜNDOĞAR Burcu ÖZDEMİR Hatice ATA Melike TUNÇ Oktay DEMİRHAS Selin ÇETE Senanur YUVACI Yonca PEHLİVAN Dizgi & Tasarım Ahmet Burak AYDIN Hatice Ata Yonca PEHLİVAN İletişim: Yıldız Teknik Üniversitesi Davutpaşa Yerleşkesi Elektrik-Elektronik Fakültesi B Blok Zemin Kat IEEE Ofisi, 34220 Esenler/İSTANBUL e-posta: ytornavida@ieeeytu.com /ytornavida Yıldız Tornavida Dergisinde yayınlanan yazıların tümü IEEE YTÜ inisiyatifi altında olup, kaynak gösterilmeden ve izin alınmadan başka bir yerde kullanılamaz, çoğaltılamaz, dağıtılamaz.




ELEKTRİKLİ

Günümüzde otomobile olan talebin artması ve dünyamızdaki fosil yakıtların hızla tükenmesiyle birlikte alternatif enerji kaynakları ile çalışan otomobillerin üretilmesi konusunda çalışmalar hız kazanmıştır. Elektrikli arabalar sürüş gücünün tamamını veya bir kısmını elektrik motoruyla üretip tekerleri döndüren teknolojiye sahip araçlara denir. Elektrik motorunu aracın bataryalarında depoladığı enerji besler ve bu bataryalar çeşitli şekillerde şarj edilir. Elektrikli araçlar genel olarak bir motor ve içten yanmalı bir sistem kullanırlar. Tasarlandıkları türe bağlı olarak seri bir bağlantı ya da paralel bir bağlantı ile dizayn edilirler. Klasik eski içten yanmalı bir motor, tekerleğe bağlı elektrik motoruna bir jeneratör vasıtasıyla gerekli elektriği tedarik ettikten sonra içten yanmalı bir motor tarafından temin edilen jeneratör tarafından üretilen elektrik kullanır. Elektrikli motor pil gücü ve jeneratör kullanır. Paralel bağlantı serili hibrit araçlar sayesinde elektrikli motor ve gaz gerekli mekanizmayı kullanarak araç tekerleğine gerekli bağlantıyı sağlar. Elektrikli

otomobil sistemi karışık ancak bir o kadar şehir trafiği ve doğa için uygun tasarlanmıştır. Bu araçlar gerekli emisyonu sıfıra yakına indirir. Gerekli maliyeti ve tüketimi minimize ederler. Artan araç sayısına bağlı olarak, atmosferde kirletici emisyonların ve karbon dioksit gazı miktarının hızla artması, dolayısıyla sera etkisinin oluşması ve iklim değişikliği sorunları alternatif yakıtların kullanılmasını gündeme getirmiştir. Avrupa’nın ve dünyanın diğer ülkelerinde her geçen yıl ulaşım yoğunluğunun artması ve açığa çıkan emisyon miktarlarının da

buna paralel olarak artması alternatif yakıtların kullanımının etkisini sınırlamaktadır. Ayrıca mevcut sistemler ve altyapı olanaklarının getirdiği kısıtlamalar nedeni ile fosil yakıtlardan alternatif yakıtlara geçilmesi beklenen hızda gelişmemektedir. Bunlar üretim potansiyelleri, üretim teknikleri, dağıtım, pazarlama ve motor uyumudur. Örneğin; çevre açısından kirletici emisyon açığa çıkarmayan hidrojenin istenen saflıkta eldesi ve depolama sistemleri zor ve pahalı teknikler gerektirmektedir.


ARAÇLAR

Tüm bu problemleri gidermek için uygun alternatif yakıtlar ve daha verimli alternatif araçların geliştirilmesi gündeme gelmiştir. Bu sebepten elektrikli ve hibrit elektrikli araçlara ilgi artmaya başlamıştır. Esasında otomobillerin tahriki için kullanılan elektrik enerjisi ve elektrikli araç teknolojisi yaklaşık 1800’lü yıllardan ve otomobilin icadından beri mevcuttur. Fakat 1900’lerin başlarında içten yanmalı motorlar, ağırlık güç oranının düşük olması ve yakıt için kullanılan petrolün enerji yoğunluğunun yüksek olması nedeniyle daha fazla ilgi görmekteydi. Elektrikli tahrik birçok açıdan üstün olmasına rağmen bataryaların enerji yoğunluğunun az olması nedeniyle 1970’lere değin geri planda kalmıştır. Ancak 1970’teki petrol krizi petrol fiyatının ve yakıta bağımlılığın artmasıyla birlikte yeni teknoloji arayışları ile elektrikli araçlar (EA) yeniden gündeme gelmiştir. Bu amaçla 1997 yılında Japonya’da Toyota firmasının

Prius modeli ile gerçek anlamda ilk kez modern hibrit elektrikli araç geliştirilerek pazara sunulmuştur. Bundan 2 yıl sonra Amerika’da Honda Insight üretilmiş ve bunu Honda Civic hibrit elektrikli aracı takip etmiştir.

EA’ların tarihçesindeki dönüm noktaları : •1800 Volta primer hücre ve bataryayı geliştirdi. •1821 Faraday elektrik motorunun temel prensibini ortaya koydu. •1834 Davenport primer bataryalı ilk elektrikli yol aracının uygulamasını yaptı.

•1859 Plante sekonder hücre ve

bataryayı geliştirdi. •1869 Gramme 1 BG’ den daha fazla ilk DC elektrik motorunu yaptı. •1881 Trouve sekonder bataryalı ilk elektrikli aracı yaptı. •1885 Benz ilk İYM’lu aracın uygulamasını gerçekleştirdi. •1887-98 Avrupa’da ve Amerika’da kullanılan EA’ların menzili geliştirildi. •1899 Jenatzy 105.9 km/saat ile dünya hız rekorunu kırmış ve bu rekoru 3 yıl elinde tutmuştur. •1900 Eşit sayıdaki buharlı, elektrikli ve benzinli araçlar birbirleriyle yarıştı. 1900-12 EA’ların altın dönemi yaşandı. •1921-60 Benzin motorlu araçlar tamamen yaygınlaşmaya EA’lar ise yok olmaya başladı. 1960-90 EA’lar çok az sayıda da olsa tekrar görünmeye başlandı. •1990 Yeni batarya teknolojileri ile artan sayıda elektrikli araç görülmeye başladı.


ELEKTRİKLİ DÜNYA'NIN ÇOK GERİSİNDEYİZ Türkiye'de ise ilk elektrikli otomobil II. Abdülhamit tarafından İngiltere'de Messrs Immisch & Co şirketine 1888 yılında sipariş edildi. Bu alanda ilk çalışmalar; 2002 yılında bir proje kapsamında ülkemizdeki ilk otomobil fabrikası ve TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) iş birliği ile geleneksel bir hafif ticari aracın sürücü sisteminin elektrikli hibrit olarak geliştirilmesini içermektedir. Türkiye’nin ilk lityum iyon bataryalı otomobilini gerçekleştirmek için çalışan TÜBİTAK MAM’da, hibrit ve elektrikli araç sistemleri ilgili projeler sonuçlandırılmıştır. Ülkemizde çeşitli üniversitelerde ya bağımsız projeler halinde veya sanayiüniversite iş birliğinde elektrikli araba ve yan donanımları geliştirme araştırmaları yapılmaktadır. Ayrıca okulumuzun teknoloji geliştirme bölgesinde de elektrikli araç şarj istasyonu ve Teknopark’a ait elektrikli araç bulunmaktadır. Türkiye’de elektrikli otomobil üretimi ve satışı konusunda ilk faaliyete geçen otomobil fabrikalarından biri 2011’in sonlarına doğru elektrikli otomobil ihracatına başlamıştır. Aracın elektrik motoru, senkron tip motor olup; yavaşlama

anında enerji geri kazanımı sistemi, lityum-iyon bataryaların şarj edilmesini ve aracın şehir içinde daha da tasarruflu olmasını sağlamaktadır. Araç, ev tipi şarj ünitesi ile 6-8 saatte şarj olmakta ve 185 kilometre yol alabilmekte olup, yurtiçinde de 2012’de satışa sunulmuştur. Günümüzde Türkiye'de toplam elektrikli araç sayısı 471 iken, Çin'de sadece 2015 yılında 200 bin elektrikli araç satılmıştır. Öte yandan, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumunun 2003 Elektrikli Araçlar Raporunda da belirttiği üzere; duruma ülkemiz açısından bakıldığında uzun dönemde beklenen derin etkilerin yanında bilhassa petrol kaynakla-

rının tamamının dışa bağlı olduğu ve taşımacılığın büyük oranda karayolları tarafından sağlandığı görülmektedir. Ülkemizde elektrikli araçlar ile ilgili atılacak herhangi bir adımın bizlere büyük bir getirisi olacaktır. Elektrikli araçlar; •Yakıt dağıtım ve alt yapı değişikleri, •Bakım tekniklerinin ve personelinin eğitiminde değişiklikler, •Standartlar ve yönetmelikler, •Kullanıcıların uyumu, •Akıllı trafik sistemlerinin ortaya çıkışı gibi bir çok değişikliğe yol açacaktır.


ARAÇLAR Elektrikli Araçların gelecekte kullanımın artmasına yol açacak pozitif etkenler özetle aşağıda verilmiştir: • Ulaşım maliyetlerinin azaltılması, • Fosil kökenli yakıtların kullanımının azaltılması, • Özellikle kentlerde hava kirleticilerinin azaltılması, • Global ölçekte sera gazı oluşumunun bertaraf edilmesidir. Fakat hala çeşitli sorunlardan dolayı kafaları karıştırıyor ve tercih edilmesi zor olabiliyor. Bu sorunları da şöyle sıralayabiliriz.

1-) Elektrikli otomobillerin en büyük sorunu bataryasının olabildiğince daha çok enerji depo edebilmek için olabildiğince teknolojik olarak üretilmesi. Bu teknoloji beraberinde bataryanın fiyatını çok yükseltiyor. 2-) Otomobil için gerekli elektriği evlerimizdeki prizlerden sağlayabileceğimiz gibi kurulu olan ya da kurulacak olan şarj istasyonlarında da bunu yapabileceğiz. Yalnız şu an için elektrikli şarj istasyonları sayısı çok az ve Türkiye’nin birçok ilinde yok. 3-) Bu elektriği üretebilmek için daha fazla enerji santrali kurulmalıdır. 4-) Elektrikli otomobiller, normal otomobillere oranla biraz daha pahalı olmasına rağmen, teşvik-

Kaynakça: emo.org.tr yenilenebiliryasam.com enerjiatlasi.com

lerden dolayı vergi oranının sadece %3 olması fiyatı normal seviyelere çekebiliyor. 5-) Elektrikli otomobiller her ne kadar istasyonlarda yarım saate kadar kısa sürelerde şarj olabilse de bu süre kısa değil. Ayrıca evlerdeki prizlerden şarj olma süresinin 5-7 saat sürmesi de başlı başına sorun yaratıyor. GÜNÜMÜZ VE GELECEK Petrol fiyatları ve çevresel kaygılar otomotiv sektöründe alternatif enerji kaynaklarını kullanan teknolojilerin önemini hızla arttırmaktadır. Günümüzde belirtileri iyiden iyiye hissedilmeye başlanan küresel iklim değişikliğinin etkileri kabul edilen bir gerçektir. Araçlarda kullanılan fosil yakıtların ve buna bağlı karbon emisyon değerlerinin de küresel ısınmadaki rolünü fark eden üreticiler, bu durumun önüne geçebilmek için etkin önlemler almaktadır. Bu nedenle otomotiv endüstrisinin geleceği araştırılırken, artık çoğu parametre küresel iklim değişikliği ve enerji sorunlarının etkisinde belirlenmektedir. Otomotiv üreticilerinin çevresel sorunlar için bulduğu en ciddi çözüm, hibrit ve elektrikli motor teknolojileridir. Günümüzde %3’ün altında bir pazar payına sahip hibrit araçların 2020 yılı itibari ile pazarı ele geçireceği düşünülmektedir. Yaklaşan enerji krizi, üreticilerin yakıt tasarrufunu araçlarında öncelik olarak görmeye başlamasında diğer bir neden olarak gösterilmektedir. Hibrit motorlar gibi yakıt tasarrufuna doğrudan etki yapan teknolojilerin dışında, yeni nesil araçlarda kullanılan elektronik yol sistemleri ve sürücüyü bilgilendirmeye yönelik yeni teknolo-

acikerisim.nku.edu.tr normenerji.com.tr hybridteknoloji.com

jilerin önemi de artmaktadır. İYM’da kullanılan petrol ve türevleri yakıtların rezervlerinin azalması ve buna bağlı olarak fiyat artışı ilginç gelişmeleri de beraberinde getirmiştir. Son yıllarda üreticiler, elektrikli araçların menzil, batarya ve altyapı sorunlarını gidermek için yoğun bir çalışmanın içine girmişlerdir. Dünyanın önde gelen otomobil üreticileri elektrik ile çalışan modellerinin testlerine başlamış ve kullanıma sürmüşlerdir. Elektrikli otomobillerin gelecekteki yeri ile ilgili birçok tahminler yapılmaktadır. Kasım 2010 tarihli bir raporda, hibrit ve tümü elektrikli araçlar ayrı olarak incelenmekte; 2020 yılında dünyadaki binek araç satışlarının 70.9 milyon adete ulaşacağı ve bunun 3.88 milyon adetinin (% 5.5) hibrit araç olacağı öngörülmektedir. Bu araçların, ABD (% 53), Japonya (% 20), Avrupa (% 16) ve diğer ülkeler şeklinde dağılacağı ve üretici grubun hibrit araç üretiminde ön planda olacağı beklenmektedir. Aynı rapora göre, tümü elektrikli araç satışlarının ise dünyada 2020’de 1.31 milyona ulaşacağı (%1.8) tahmin edilmektedir. Bu araçların, Avrupa (%62), Çin’in (%21), ABD (%7.5) ve Japonya (%4.5) şeklinde dağılacağı beklenmektedir.

Hatice ATA ——————————-haticeata@ieeeytu.com

Yonca PEHLİVAN ——————————-yoncapehlivan@ieeeytu.com



14.RLC GÜNLERİ

İle Hamle Sırası Sende !

“Sektörün En Bilinen Öğrenci Etkinliği” büyük yeniliklerle ve farklı konseptiyle 14.senesinde sizlerle buluşuyor !

Elektrik, Otomasyon, Aydınlatma, Enerji, Otomotiv gibi birçok sektörü mercek altına alan, IEEE YTÜ Öğrenci Kulübü tarafından düzenlenen İstanbul’daki en büyük kariyer etkinliği olan 14.RLC Günleri etkinliği 20-21-22 Şubat 2018 tarihlerinde YTÜ Davutpaşa Kampüsü Kongre ve Kültür Merkezi’nde ! RLC Günleri, öğrenci-sanayiakademisyen üçlüsünü bir araya getirerek firmalarla öğrenciler arasındaki iletişimi sağlamak, öğrencileri sektörün dünü, bugünü ve yarını hakkında bilgilendirerek sektör için daha kaliteli ve bilinçli bireylerin yetişmesine katkıda bulunmak; aynı zamanda gelişen teknolojiyi takip ederek, katılımcılarına bunlardan faydalanma imkânı sunmaktır.

RLC Günleri şimdiye kadar Mercedes-Benz, Schneider Electric, Borusan, Bosch, Prysmian Group, Siemens, Socar Zorlu Enerji, Arçelik, ABB, Philips, Anel Grup, Best Trafo, EAE, Tofaş Türk Otomobil Fabrikası gibi sektörün öncü firmaları ve ETMD, ENOSAD, GÜNDER, YILKODER gibi önemli derneklerin desteğini arkasına almış ve kalitesini kanıtlamıştır. Aynı zamanda öğrencilere bu firmalarda cv bırakma ve staj yapma imkânı sağlamış, düzenlenen paneller ve İnsan Kaynakları forumuyla katılımcılarının vizyon ve kariyer planlaması açısından gelişmelerine oldukça katkı sağlamıştır. 14.RLC Günleri’nde Hangi Konular İşlenecek ? Endüstri 4.0, Savunma Sanayi, Robot Devrimi, Elektrikli Araçlar, Solar Enerji, Otonom Araçlar, Enerji Verimliliği, Elektrik İletimi ve Dağıtımı, Havacılık, Endüstriyel Otomasyon, Girişimcilik, Robot Terbiyeciliği, İş Hayatında Kadın, Dijitalleşme, Kariyer Yönetimi gibi birçok ilgi çekici ve gündemde olan konu etkinliğimizde yer alacak. RLC Günleri 14.senesinde de sektörün önemli isimlerini öğrenciler ile buluşturmaya devam ediyor. Bu sene etkinliğimizde Schneider Electric Türkiye, İran ve Orta Asya Genel Müdürü Bora Tuncer, General Electric Türkiye Teknoloji Müdürü Dr.Aybike Molbay, Renault Mais Türkiye Genel Müdür Dr. Berk

Ezgi GÜNTÜRK 14.RLC Günleri Koordinatörü ———————–——— ezgigunturk@ieeeytu.com

Cağdaş, Enerjisa Dağıtım Genel Müdürü Murat Pınar, Savunma Sanayi Müsteşar Yardımcısı Celal Sami Tüfekçi, Pegasus Hava Yolları YK Başkanı Danışmanı Berrak Kutsoy ve birbirinden değerli sektörün önemli isimleri bizimle olacak. Ayrıca 22 Şubat 2018 tarihinde Festo, Beckhoff, Fanuc ve Staubli gibi sektörün öncü firmalarının katılımıyla, endüstriyel otomasyon hizmetlerinden elektrik ve elektronik ekipmanlara, araç motorlarına kadar pek çok otomasyon cihazını gözlemleyebileceğiniz kapsamlı bir Otomasyon Fuarı sizleri bekliyor olacak. Dil okulu ve work and travel çekilişini de unutmamak lazım tabi !

Sektöre imza atmış firmalar, dernekler ve akademisyenlerimizin işbirliği ile‘ Sektörün En Bilinen Öğrenci Etkinliği’ 14. RLC Günleri 20-21-22 Şubat 2018 tarihlerinde YTÜ Davutpaşa Kampüsü Kongre ve Kültür Merkezi’nde öğrencilerle buluşacak. Eğer siz de; Sadece Derse Girerek Mühendis Olunmaz! diyenlerdenseniz 14.RLC Günlerine etkinliğine davetlisiniz!

Şahin KOCABAŞ 14.RLC Günleri Koordinatör Yardımcısı ——————–—— sahinkocabas@ieeeytu.com



13.İLTEK GÜNLERİ “Teknolojinin Gerisinde Kalmayın!” “Teknolojinin Gerisinde Kalmayın” sloganı ile her sene profesyonel işlere imza atan İLTEK Günleri, bu sene sektörün devlerini 13. İLTEK’te ağırlıyor! Her sene Mart ayında teknoloji devlerini öğrencilerle buluşturan İLTEK(İletişim ve Bilişim Teknolojileri) Günleri,bu sene 13.’sü ile karşınızda! İLTEK Günleri telekomünikasyon, yazılım, bilişim, mekatronik sektörlerinin ele alındığı üç günlük bir öğrenci etkinliğidir. Geçtiğimiz senelerde Turkcell, Oracle, Huawei, Garanti Teknoloji, Koç Sistem, Microsoft, Intel, Aselsan, Tübitak gibi sektörlerinin zirvesindeki şirketlerin desteğiyle gerçekleşen İLTEK Günleri, bu sene de 12 senelik öz güven ve tecrübe ile 20-21-22 Mart 2018 tarihlerinde Davutpaşa Kampüsü Elektrik-Elektronik Fakültesi Konferans Salonu’nda gerçekleşecek. Peki İLTEK Günleri’nde sizileri neler bekliyor? Teknoloji, adımımızı attığımız her yerde. Teknolojinin gerisinde kalmamak ise artık herkes için bir zorunluluk haline geldi. İLTEK Günleri, katılımcılarına Yapay Zeka, Blockchain, Uzay Teknolojileri, Internet of Things, Siber Güvenlik, Akıllı Şehirler gibi günümüzün en ilgi duyulan konularını, alanının en iyilerinin ağzından dinleme ve sorularını sorarak merakını giderme imkanı sunuyor. Her sene merakla beklenen CEO Forum bu sene de dopdolu geliyor! Türkiye’nin en büyük şirketlerinin CEO’ları, kariyer basamakla-

rını tırmanırken edindikleri tecrübeleri ve tavsiyeleri CEO Forum’da sizlerle paylaşacak. Ayrıca artık gelenekselleşmiş olan üçüncü gün konsepti bu sene de devam ediyor. Etkinliğin üçüncü günü olan 22 Mart’ta gerçekleşecek Savunma Teknolojileri Fuarı ile Aselsan, Havelsan, TAI, Sasad gibi Savunma sektörünün en başarılı şirketleri ve dernekleri ürünleri, projeleri ve stantları ile İLTEK Günlerinde olacak! Eğlenmeyi de ihmal etmediğimiz İLTEK Günleri’nde etkinliğin sonunda sürpriz bir konukla söyleşi sizleri bekliyor olacak Zengin içerikli paneller ve oturumları, onlarca şirkete CV bırakılabilen kalabalık stant alanı, Work and Travel, dil okulu, bilişim kursu çekilişleri, eğitimleri ile katılımcılarını bekleyen İLTEK Günleri’ne siz de katılın, “Teknolojinin Gerisinde Kalmayın!”

Metin Yiğit İPLİKÇİ 13.İLTEK Günleri Koordinatörü ——————————-yigitiplikci@ieeeytu.com

Online Kayıt için : iltek.ieeeytu.com Etkinliğimiz ücretsiz ve sertifikalıdır.

Seren TEMURLENK 13.İLTEK Günleri Koordinatör Yardımcısı ——————————-serentemurlenk@ieeeytu.com


Evrendeki her şey gibi, canlıların vücut faaliyetleri de belirli bir düzen içerisinde işler. Bunlar günlük, aylık ya da yıllık periyotlar ile olabilir. Günlük olan yani 24 saatlik periyotlara “Biyolojik Saat” denir. Kısaca biyolojik saat için insan vücudunun işleyişini sağlayan doğal bir ritimdir de diyebiliriz. Biyolojik saatler oluşturduğu ritim saatlerine göre de 3 kısımda incelenir. Bu 3 kısımdan biri olan ve Sirkadyen Ritim olarak adlandırılan kısım vücudunuzun kimyasal ve hormonal üretim metabolizmasını düzenler. Örneğin uyku zamanında uyumanızı ve uyanmanız gerektiğinde uyanmanızı sağlar, vücut bu işleyişi sürekli dengede tutar. Bu ve bunun benzeri bütün metabolik işlemleri düzenleyen bir ritimdir. Vücut, kimyasallarının bütün ayrıntılarına gömüldüğünüzde epey karmaşık gelebilir ama temel olarak, “usta saat” gibi görev yapan bazı özel beyin hücreleriyle birlikte Sirkadyen Ritimde kendi üretimini ayarlayan hücreler vardır. Sirkadyen ritim vücut tarafından üretilir ama dış uyarılar onları etkileyebilir. Bu etkiye örnek olarak; sirkadiyen ritmini düzenleyen en önemli hormon melatonindir. Karanlıkta salınan bu hormon uykuya geçişi sağlar. Salgılanma zamanlarında maruz kalınan yüksek ışık, melatonin salınımını bozar ve uyku problemlerine yani doğal olarak biyolojik saatin etkilenmesine neden olur.

Literatüre göre sirkadiyen aynı zamanda çoğu türün davranış ve fizyolojisini de belirler. 2017 Nobel Tıp Ödülünü, İnsan vücudunun biyolojik saatini inceleyen ve sirkadiyen ritmini kontrol eden moleküler mekanizmaları ortaya çıkaran üç ABD’li bilim insanı Jeffrey C. Hall, Michael Rosbash ve Michael W. Young kazanmıştı. Nobel Komitesi'nden yapılan açıklama da şu yöndeydi: "Yeryüzünde hayat, gezegenimizin dönüşüyle uyumludur. İnsanlar da dahil yaşayan organizmaların bir iç, biyolojik saati olduğunu ve bu saatin organizmanın günün doğal ritmine uyum sağlamasına yardımcı olduğunu biliyorduk. Ancak bu saatin nasıl çalıştığını Hall, Rosbash ve Young'ın çalışmaları sayesinde öğrendik. Bu bilim insanlarının çalışmaları, bitkilerin, hayvanların ve insanların biyolojik ritimlerini Dünya'nın devinimiyle nasıl uyumlu hale getirdiğini anlamamıza yardımcı oldu" ifadeleri kullanıldı. İlk olarak 1970’lerde sirke sineklerinin 24 saatlik biyolojik döngüleri üzerine yapılan çalışmalar, ödülü kazanan bu üç bilim insanının çalışmalarının

başlangıç noktası olmuştur. 1970’li yıllarda Seymour Benzer ve öğrencisi Ronald Konopka sirke sineklerinde biyolojik saati kontrol eden genlerin ayrıştırılması için çalışmış ve bilinmeyen bir gendeki mutasyonun sineklerdeki biyolojik saati bozduğunu göstermiş. Seymour Benzer ve öğrencisi bu geni “period” olarak adlandırmış, fakat bu genin biyolojik saati nasıl etkilediği çözülememiş. Jafrey Hall ve Michael Rosbash, yine sirke sinekleri üzerinde çalışarak, “period” genini diğerlerinden izole etmeyi başardı ve sonra bu gen tarafından kodlanan “PER” adlı proteini keşfetti. Keşfettikleri bu protein, gece boyunca period geni tarafından kodlanarak hücrede birikiyor ve gündüzleri çözünüyordu. Böylece, PER proteinlerinin 24 saatlik bir döngüyle biyolojik saati koordine ettiği ortaya çıkmış oldu. Michael Young keşfettiği başka bir genle, “doubletime” ile DBT proteini üretilerek PER proteininin üretiminin ertelendiğini keşfetti ve böylece 24 saatlik bir döngü tam anlamıyla yakalanmış oluyordu. Bu çalışma ile de Nobel’e layık görüldüler.


Neticede bu 3 bilim insanının bulguları bitkilerin, hayvanların ve insanların biyolojik ritimlerini Dünya'nın devinimi doğrultusunda nasıl adapte ettiklerini açıklıyor. İç saatimiz fizyolojimizi büyük bir hassasiyetle günün önemli safhalarına göre uyarlıyor; davranış, hormon seviyeleri, uyku, vücut ısısı ve metabolizma gibi kritik fonksiyonları düzenliyor. Dış çevre ile bu iç biyolojik saat arasında geçici bir uyumsuzluk doğduğunda, mesela uzak bir yere seyahat edip “jet lag” yaşadığımızda sağlığımız olumsuz etkileniyor ve yaşam tarzımızla iç saatimiz arasında bir uyumsuzluk doğacak olursa çeşitli hastalıklar için risk oranı artıyor. Bunların yanı sıra insanlarda görülen biyolojik saat bazı durumlarda 24 saate tekabül etmeyebili-

yor. Çeşitli gen varyasyonları yüzünden günlük ritmimiz 24 saati takip ederken bazı insanların 24 saatten az ya da fazla olabiliyor. Diğer canlılarda da biyolojik saatin evrimleşmesinden kaynaklanan bir süreç mevcut. Peki biyolojik saat neden evrimleşmiştir? Temel sebeplerinden biri, bazı hayati davranışların (beslenme, üreme, vb.) "doğru zamanda" yapılabilmesinin sağlanmasıdır. Örneğin siyanobakterilerde, fotosentez ve nitrojen bağlanması (fixation) aynı anda olabilmektedir. Ancak nitrojen, ortamda oksijen bol miktarda bulunurken bağlanamaz. Bu sebeple, Biyolojik Saat'in evrimi sonucu, bu iki işlem birbirinden ayrılmıştır. Fotosentez gündüz yapılırken, gece nitrojen bağlanır. Buna zamansal ayrışım denir. Ayrıca Biyolojik Saatler, çok önemli bir

Ahmet Burak AYDIN ——————————--

Selin ÇETE ——————————--

ahmetburakaydin@ieeeytu.com

selincete@ieeeytu.com

Kaynakça: hemensaglik.com hurrtiyet.com.tr ntv.com.tr

diğer olayın sağlanabilmesi için evrimleşmiştir: Av zamanları. Bir grup canlı, gündüzleri aktifken, bir diğer grup geceleri aktiftir. Eğer bir av geceleri aktifse, o avın avcısının Biyolojik Saat'i, gece kalkmak üzere "kurulmuştur", böylece potansiyel yemeğini asla kaçırmaz. Aynı şekilde avlar da mümkün olduğunca avcıların ortamda bulunmadığı zaman aktif olmaya çalışırlar. Elbette, meydana gelen zorunlu çakışmalar sonucu "avlanma" olayı gerçekleşir. Örneğin Türkiye'de bolca görebileceğiniz kör fareler, kışın akşam 5-7 gibi ortaya çıkmaktadır. Bu saatlerde hava kararmaya başlar ve gündüz avlanan avcılar artık gündüz olduğu kadar iyi göremezler. Tabii bu defa da gece avlanan avcılar başa bela olmaktadır. İşte buna, doğal denge denir.


Sözlerime Britanyalı yazar Simon Kupper’ in adına marşlar yazılmış, besteler yapılmış, belgeseller ve televizyon programları çekilmiş meşhur kitabının başlığı “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” cümlesiyle başlamak istiyorum. Hakikaten de futbol; yüz yılı aşkın bir süredir insanların hayallerini, hayatlarını derinden etkileyen, toplumları birleştiren ya da uzaklaştıran, aynı şehirde birlikte yaşayan insanlar arasında dahi kırmızı sınırlar çizebilen bir güce sahip olmasıyla hiçbir zaman “Sadece Futbol” olarak kalmamıştır ve kalmayacaktır. Bugüne kadar onlarca kariyer etkinliği düzenlemiş, yüzlerce teknik gezi organize etmiş, teknik anlamda birçok yarışmaya katılmış, dergiler çıkarıp proje yarışmalarına ev sahipliği yapmış, kurulduğu günden bu yana binlerce öğrenciye hitap etmiş 17. Yaşına doğru ilerleyen köklü bir öğrenci kulübünde bulunmanın sorumluluğunu omuzlarımızda taşıyoruz. Kurumsal yapısının başarıyı getirdiği YTÜ IEEE öğrenci kulübünde birbirinden farklı sorumluluklara sahip 14 farklı komite bulunmaktadır. Bütün bir yılı, öncesinde günü gününe planlanmış bir şekilde çalışmalarını sürdüren bu organizasyon 2017 yılında 1600’ den fazla kayıt almış, ailesi olarak gördüğü ekibini bir hayli genişletmiş bir şekilde yoluna devam etmektedir. Ekiplerin bünyesinde bulunan insanların sayısının artmasıyla, o insanları ortak amaçta bir araya getirme zorluğu birbiriyle doğru orantılı bir şekilde artmaktadır. Farklı bölümlerde, farklı yaşlarda, farklı zevklere sahip olan böylesine geniş çaptaki insan topluluğunu ve bu topluluğun üniversite öğrencileri gibi özgürlüklerine düşkün bireylerden oluştuğunu

düşündüğümüzde bu zorluk katlanarak artmaktadır. İşte böylesine geniş çapta bir kulüpte insanları ortak paydada buluşturmak için Simon Kupper’ in kitabının başlığı geliyor hemen aklıma; “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir.” Köklü, kurumsal ve geniş kitlelere yayılmış bir kulübün, yönetiminde bir sorumluluğa sahip olmak sizi attığınız her adımda ciddi bir yükün altına sokar. Aldığınız her kararın kulübünüzün alışılagelmiş kültürüyle uyum sağlaması gerektiğini düşünmek, geneli kucaklama şartını gözden kaçırmamak bunlarla birlikte attığınız adımların sonuçlarının yaratacağı imajı öncesinde değerlendirmek ve bütün bunları en ince ayrıntısına kadar hesaplamak zorunda olursunuz. Bütün bu kriterleri göz önünde bulundurarak kulüp içerisindeki yakınlaşmayı arttırma niyetiyle kapsamlı bir “futbol turnuvası” organize etme kararı aldık. Kulüp yapılanmasında ekibi bulunan 8 komiteden 6 ‘sının katılım sağladığı turnuva insanlar üzerinde büyük bir heyecan yarattı. Bu heyecan komitelerin takım seçmeleriyle, hazırlık maçları oynamalarıyla, karşılıklı meydan okumalar, şakalaşmalar ve büyük iddialarla devam etti. İnsanlar kendisini turnuva ruhuna kaptırdıkça hedeflenen gerçekleşiyor gibiydi. İlk aşamada 3er takımdan oluşan 2 grubun kuraları çekildi. Hakem belirlendi, düdük, kartlar sağlandı, kurallar yazıldı. Gruplarında lider çıkanların diğer grubun 2.si ile eşleşerek yarı final oynayacağı bir turnuva modeli belirlendi. İlk düdük çaldı ve heyecanla bekleyen turnuva yoğun seyirci katılımıyla başladı. Grup maçları sonunda 1. Gruptan RLC ve WIE, 2. Gruptan ise TEGEK ve YPY komiteleri çıktılar. Grup maçları sonunda tüm takımlar birbirinin

Burak ZOBAR ——————————-burakzobar@ieeeytu.com

oyun stilini gördü ve rakibine yönelik taktik çalışmalarına başladı. Turnuva tahmin edilenden çok daha fazla ciddiye alınıyordu tabii ki bu durum oldukça sevindirici oluyordu. Yapılan taktik çalışmalar sonunda yarı final maçları daha heyecanlı bir şekilde başladı. Yoğun yağmur dönemine denk gelmesine rağmen seyirci ve oyuncu bakımından eksik kalmayan maçlar sonunda finale RLC ve TEGEK komiteleri kaldılar. Nefes kesen kıyasıya mücadelelerin olduğu final maçında 59. Dakikaya kadar maçı önde götüren TEGEK yediği son dakika golüyle maçın berabere bitmesine engel olamadı. Maç bitişinin ardından penaltı vuruşlarına gidildi. Penaltılarda da penaltı atma sırası kalecilere gelene kadar eşitlik devam etti. Adına yakışır bir final izliyordu seyirciler. TEGEK kalecisinin penaltı kaçırmasıyla IEEE 1. Futbol Turnuvası Şampiyonu RLC Günleri oldu. Öncesinde planlanan şekilde şampiyon takım oyuncularına Forma yaptırıldı, madalyaları verildi. EAE Elektrik sponsorluğunda gerçekleşen bu turnuvaya katılanlara, izlemeye gelenlere, emek verenlere ve maddi destek sağlayan sponsorumuza teşekkür ediyor, “Futbolun Asla Sadece Futbol Olmadığını” bahar dönemi yapmayı planladığımız 2. turnuvada görmeyi bekliyorum.


İnsanların evrende teknolojik aletlerle(teleskoplarla) gözlemleyebildiği genişlik sadece 93 milyar ışık yılıdır. Bu mesafenin ‘sadece’ kelimesiyle küçümsenecek kadar küçük olmadığını biliyoruz ama tahmin ettiğimiz sonsuz evrenin yanında bu 93 milyar ışık yılı mesafe sadece okyanusun bir damlasına tekabül eder.

Paralel evrenler çok karmaşık bir konudur ve paralel evrenleri konu alan bir sürü model vardır. Bu yazıda paralel evrenleri en basit şekilde ele alacağız. Paralel evrenler konusu bizim evrenimizin dışında eş zamanlı sonsuz tane evren olduğunu kabul eder. Yazının başında verdiğim evrende gözlemleyebildiğimiz alan içinde bunun doğru olduğunu söyleyememekteyiz. Fakat bu konu hiçbir

fizik kuralına aykırı olmadığı için yanlış da diyemeyiz. Bu yazıyı okumayı burada bırakabilirsiniz. Ya da burada… Fakat sonuna kadar okumaya devam da edebilirsiniz. Şu anda farkında olmadan 3 tane daha paralel evren yarattık. Evet yanlış okumadınız. Verdiğiniz her kararda bu kararı vermediğiniz başka kararlar verdiğiniz paralel evrenler oluşturmaktasınız. Tabi ki her karar da farklı sonuçlar doğuracaktır. Buna göre paralel evrenlerde çok farklı durumlarda olabilirsiniz. Mesela bu evrende maddi durumunuz iyiyse başka bir evrende babanız verdiği bir karardan dolayı kötü olabilir. Ya da sizin verdiğiniz bir karardan dolayı çoktan ölmüş olabilirsiniz. Tabi ki sadece bu evrende olan iyi şeyler başka bir evrende kötü olacak diye bir şey yok aynı zamanda bu evrende kötü olan bir şey başka bir evrende iyi olabilir. Günümüz teknolojisiyle bu konuya aydınlık getirmek zor. Peki gerçek olduğunu ele alırsak paralel evrenlerin: Asıl evren hangisi? Biz kaçıncı evreniz? Gerçek mi-

yiz? Gibi sorular gerçekten kafamızı kurcalayıp tüylerimizi ürpertirdi. Ve tabi ki diğer evrenlere geçişin yollarını arardık. Bence gelecekte bunların olma olasılığına göre kendimizi ayarlamalıyız. Hatta şimdiden kendimize az önce sıraladığım soruları sorarak kendimizi geleceğe hazırlayabiliriz. Ne dersiniz daha 10 yıl önce günümüzde olan birçok olay imkânsız gibi görünürken ileride de şu anda çoğu kişiye imkansızmış gibi görünen paralel evrenlerin gerçek olduğu anlaşılabilir mi? Bana kalırsa paralel evrenler var. Buna tamamen duygusal yönden bakıyorum. Çünkü bu evrende çektiğim acıları çekmemiş yaşadığım üzgün olayları yaşamamış bir ben olabilir. Olmalı… Onat Taylan ASLANTAŞ ——————————-onattaylanaslantas@gmail.com


KOD DÜNYASI Serüvenimiz nasıl başladı? Kod Dünyası, ilk olarak Mayıs 2015'te açılan Instagram hesabıyla takipçileriyle buluştu. Sosyal medyada gördüğü ilgi ve aldığı destekle kısa bir sürede binlerce takipçiye ulaşarak, daha geniş bir alanda kullanıcısına hitap etmek üzere koddunyasi.org sitesiyle sosyal medya sınırlarını aşarak web dünyasında da yayın hayatına başlatmıştır. Buradaki amacımız tam olarak; Türkiye’de yazılıma ilgi duyan ve bununla ilgili projeler geliştirmek isteyen herkesin özellikle genç neslin- kodlamaya olan ilgisini canlı tutmak kendilerini geliştirmeleri için yol göstermek ve bu yolda ışık tutmak… Nitekim, koddunyasi.org ve @koddunyasi instagram sayfası bugün her gün binlerce ziyaretçisiyle bu amacını gerçekleştirmenin haklı gururunu yaşıyor.

Bunlara ek olarak sosyal sorumluluk kapsamında hazırladığımız projelerimiz ile hem belirli konularda 7-13 yaş gençlerin bilinçlen-

mesini hedefliyor hem de gerçek ihtiyaç sahibi kişilere ulaşarak sunduğumuz imkanlardan faydalanmalarını sağlıyoruz. Yazılımcılara Olmak İsteyenlere Tavsiyeler Proje hakkındaki hedeflerimiz nelerdir? Ülkemizde yazılıma ilgi duyanların ilk sorusu genelde “Nereden başlamalıyım?” oluyor. Bu soruya cevap bulamadıkları için zaten gözlerinde büyüttükleri ‘kodlama’dan, henüz yolun başında vazgeçerek belki de ileride ülkemiz adına çok faydalı projelerde yer alacak yazılımcılar yetişemiyor. İşte bizim hedefimiz, bu kişilere yazılımda emeklemeyi ve yürütmeyi öğretmek. Koşmayı zaten kendileri öğrenecektir... Bu doğrultuda en azından ekip içerisindeki en önemli unsurumuz bildiklerimizi paylaşmak, yeni öğrendiklerimizi (öğreneceklerimizi) arkadaşlar ile paylaşmak oluyor. Meraklı ve İstekli Ol Merak ve istek bir şeyi öğrenmenin temel motivasyonudur. Merak, bir şeyi anlamak, bilmek, ona ulaşmak, elde etmek için duyulan istek olarak tanımlanabilir. Yazılım dünyasında bir programlama dilini öğrenmek her şeyden önce sabır gerektiren, zahmetli bir iş. Bu nedenle merak ve isteği canlı tutmak adına yazılımla ilgili tüm gelişmeleri takip etmek, yayınları okumak ilgili eğitim videolarını izlemek, alanında en iyilerin makalelerini okumak; mümkünse yabanca kaynaklardan da faydalanmak gerekir. Yazılım ve programlamada gelişimi tamamlamak gibi

bir olgu söz konusu değil. Sürekli değişen ve gelişen dünyada yeni programlama dilleri ve yeni teknolojiler ile karşılaşıyoruz. Bu noktada kodlamaya yeni başlayanların kendini sınırlamaması gerekir. Sürekli merak ve istekle klavyesini eline almalı, gelişen dünyayla birlikte kendini de geliştirmeli.

Kendine Güven Daha önce de belirttiğimiz gibi yazılım dillerini öğrenmek veya bir program geliştirmek özünde zahmetli ve sabır gerektiren bir iş. Bunu yaparken karşılaşacağımız engelleri aşabilmek için kendinize güvenmeniz şart. Şöyle ki; bazı diller çok karmaşık ve ezberlenmesi güç algoritmalarla doluymuş gibi görünebilir. Hiçbir şey bilmeden baktığınızda öğrenmeniz mümkün değilmiş gelir; işte bu noktada kendine, yapabileceğine inanmalısın. Engelleri aşmanın en iyi yolu bu. Ve kendinize güvenerek aşılan engeller size unutulmaz dersler verecektir. “Bir başarısızlığa göğüs germek size özgüven kazandırır. Başarısızlıklar öğrenmenin en iyi araçlarıdır. Fakat onları daima minimum düzeyde tutmayı bilmelisiniz”. Jeffrey İmmelt


Başarısız ol Başarısız olmaktan korkmayın, çünkü başarısız olduğunuz konuda öğrendiniz bilgiler kendinize kattığınız artılar olarak geri dönecek, o konuda bir daha hata yapmamanızı sağlayacaktır. Geçmişte yapılan başarısızlık geleceği daha iyi görmenizi sağlar. Günümüzde başarılı olan insanlar başarısızlığından ders çıkarmayı başarabilen insanlardır. “Sen geleceğe yön veren insansın. Pes edersen başkasının hayalini yaşamak zorunda kalırsın ki bu yüzden durma devam et. Gelecek senin parmaklarının ucunda ve sen bunu başarabilirsin.” – Emine Yalama (Kod Dünyası Takipçilerimizden)

Öğrenmeyi Öğren Bir bilgi ve becerinin, bireyin davranışlarında uzun süreli değişiklik meydana getirmesine öğrenme dendiğini biliyoruz. Bir anlamda; eğitim ve öğrenimde temel amaç öğrenmeyi öğretmektir. Öğrenme olgusu, öğretmeyi de birlikte düşündürdüğü için, öğreten her insanın önce öğrenmeyi öğrenmesi, sonra da öğretmeyi öğrenmesi zorunluluğu vardır. Öğrenmeyi öğrenmekte bir istekten doğar ve bu kod dünyasını benimsediğinizi gösterir.

“Öğrenmeyi öğrenmeli sonrasında dünyan büyüyecektir zaten.” Mertcan Cihan (Kod Dünyası Takipçilerimizden) Yaratıcılık Yeteneği Her konuda olduğu gibi yaratıcılık yazılımda önemli konulardan biridir. Sürekli gelişen ve değişen dünyada yaratıcı düşünme yeteneği yazılımcı için ekstralardan biridir. Yaratıcı bir insan problemlere veya olaylara farklı açılardan bakabilir ve bu özellik kişinin kariyeri için güzel bir artıdır. “Yaratıcı düşünceler, hayallerin peşinden koşarken farklı bir yol arayışında olmak. Geleceğe farklı bir pencereden bakmak. Pes etmeden canını sıkan hataların üstesinden gelmek. Bir süre sonra alışkanlık edinince seni ilk başta sinir eden şeylerden zevk almaya başlamak ve bu işi şevkle zevkle yapan bir yazılımcı olmak.Tabi seçim tamamen sana ait developer, Webmaster ve daha fazla unvanı almak senin elinde....” – Mert Demir (Kod Dünyası Takipçilerimizden) Analitik Düşünme Yeteneği Analitik düşünmek “bir problemi çözmek için, bilgileri ayrıştırarak ve sorunu oluşturan öğeleri göz önüne alarak sonuca varmak için yürütülen sistematik düşünme tarzı” olarak tanımlanır. Programcılığın temelinde problemi en iyi şekilde çözebilmek için analitik düşünme yeteneği yatmaktadır. Programlama dillerinin eğitimi verilmeden önce problem çözebilme yeteneğini arttırabilmek için her zaman algoritmalar konusun-

dan başlanmasının sebebi budur. "Problem çözmeyi sevmeli. (Sadece matematik gelmesin aklınıza). Araştırmacı ve meraklı olmalı. Hobi olarak yapmalı. Pratik zeka seviyesini arttırarak aynı zamanda sabırlı olmalı. En önemlisi de insanlık için yapmalı.” – Oğuz Şık (Kod Dünyası Takipçilerimizden)

Sabırlı olun Yazılım herkesin öğrenebileceği bir konudur fakat bunun için anahtar kelimemiz “Sabır” dır. Gün gelecek sabahlara kadar hata arayacaksın gün gelecek tek bir noktalı virgül için saatlerce bu program niye çalışmıyor diye kafa patlatacaksın fakat bu sabır sana bu yolda büyük adımlar attıracaktır. “Öncellikle sabırlı olmalı. Yazılıma meraklı olabilir ancak bu yeterli olmayacaktır. Kod öğrenmeyle birlikte gelen sıkıntılarla başa çıkacak kadar sabırlı değilse, çabuk vazgeçer. Ondan sonra hırslı olmalı. Hırs, başkaları dışarıda gezerken ve ya evlerinde dinlenirken yeni bir şeyler öğrenmek ya da üretmek için gece ve hafta sonlarında çalışmasını sağlar.” – Aynes Bekir (Kod Dünyası Takipçilerimizden)


GENOM Hepimiz biliyoruz ki, teknolojinin gelişmesi ile elde edilen veri gün geçtikçe artıyor ve şu anda “Big Data” dediğimiz bu büyük veriyi, gelecekte saklamakta zorlanacak gibi duruyoruz. Yeni ortamlar ve yeni potansiyeller ararken, geçtiğimiz Temmuz’un ortalarında dünyanın öbür ucundan, Harvard Üniversitesi’nden ilginç ve bir o kadar da hayrete düşüren bir haber geldi. Harvard’lı bilim insanları, canlı bir bakterinin genomuna veri depolamayı başardı. Üstelik bunun ardından veriyi doğru ve sorunsuz bir şekilde okuyabildiler. Veri neydi derseniz, GIF (hareketli resim) formatında bir görüntü. Bilim insanları daha önce DNA’ya filmler de dahil olmak üzere çok miktarda veriyi kayıt edebilmeyi başarmıştı fakat bu çalışma ile araştırmacılar, yaşayan bakteri hücrelerine (E. coli) koşan bir atın görüntüsünü kodladı ve oynatmayı başardı. Böyle anlatırken çok kolaymış gibi gözükebilir, ancak daha iyi anlayabilmek için uzun ve meşakkatli bir sürecin ürünü olan bu çalışmanın derinlerine inelim biraz da. Çalışmaya kabaca göz attığımızda aklımıza şu soru geliyor: “Biyolojik bellek diye bir şey olabilir mi?” DNA veri depolamak veya arşivlemek adına güzel bir ortam. Bu daha önce de yapılmıştı, ancak bu sefer yapılan şey E. Coli, (Escherichia coli) genomu üzerine CRISPR tekniğiyle hareketli resimler kodlamaktı. Bu teknik, canlı hücrenin gerçek zamanlı bir

Kaynakça: biyologlar.com bbc.com

“moleküler kayıt cihazı” haline gelmesini sağlayarak, vücut içerisinde görünmeyen biyolojik gelişmeleri gözlemlemeyi mümkün hale getirebilir. Süreç, ünlü koşan at animasyonundaki gölgeli her pikseli bir DNA koduna dönüştürmeleri ile başlıyor. Her bir pikseli; Adenin, Guanin, Timin ve Sitozin gibi nükleotid bazlarına atayıp, CRISPR gen düzenleme teknolojisini kullanarak bu bilgi dizisini her gün yeni bir kare (frame) ekleyerek E. coli bakterisinin genomuna yerleştirdiler. CRISPR sayesinde araştırmacıların canlı DNA’sını aynı bir word dosyasını düzenler gibi düzenleyebilmeleri çalışmanın şaşırılacak kısmı değil.

DNA bazlarını kodlayıp, CRISPR ile E. Coli genomuna yerleştirmelerinin ardından, modifiye edilen bu hücreler dosya kopyalanmasına benzetebileceğimiz bir şekilde genomlarını kopyalayarak çoğalmaya bırakıldılar. Laboratuvarda çoğalmaları için bir hafta boyunca gerekli koşullara tabi tutuldukları sırada, DNA sürekli kendini eşleyerek yeni hücreler oluşturdu ve bu da beraberinde, genomunda koşan at görseli taşıyan çok sayıda canlı bakteri hücresi oluşmasına sebep oldu.

Bu bir haftalık sürenin ardından, araştırmacılar bakterilerden aldıkları örneklerde genomlarını çözerek görüntüyü yeniden oluşturmayı başardılar. Üstelik yüklenen görüntü ile bakteriden alınan görüntü arasında neredeyse hiçbir fark yoktu. İmajın %90’ında herhangi bir bozulma olmadı. Burada karşılaştırma yapacak olursak, daha önce bazı araştırmacılar canlı hücre içine 11 bit veri saklamayı başarmıştı. Yeni teknik ise veri kapasitesini 73 kat arttırarak 100 byte'a çıkardı. Çalışmanın yazarlarından Seth Shipman, “Şu anda kullanılan tıbbi kayıt teknolojilerinden çok daha küçük olan ve işlevsel bir yapıya sahip, müdahale olmadan kayıt yapabilecek biyolojik bir hafıza sistemi yaratmayı amaçlıyoruz.” diyerek çalışmalarını özetliyor. Özellikle beyin gelişiminin takibinin yapılabileceği bir sistem olarak ele alınan bu çalışma ileride belki de birçok hastalığı tedavi etmemize olanak sağlayacak. Gelecekte bizi nelerin beklediğini hep birlikte göreceğiz.

Eylül NİKBAY ——————————-eylulnikbay@ieeeytu.com


Google’dan bağımsız bir Android OS düşünebiliyoyor musunuz? eelo; Google'ın sunduğu hizmetlere açık, ücretsiz ve alternatif bir çözüm sunmayı ve kullanıcı gizliliğin korunmasını önemli ölçüde önemseyen Android tabanlı bir mobil işletim sistemi projesidir. Bu proje, Mandrake Linux’un yaratıcısı Gaël Duval tarafından başlatılmıştır.

Öncelikle; Linux nedir, Android nedir ve neden veri gizliliğinden bahsediyoruz?Linux, Linus Torvalds tarafından açık kaynak & özgür yazılım prensibinde ortaya konulmuş bir işletim sistemi çekirdeğidir. Android ise Google tarafından Linux çekirdeği etrafında geliştirilmiş yine açık kaynaklı bir mobil işletim sistemidir. Gelelim asıl noktamız olan veri gizliliğine. Google, Android’i belirli bir seviyeye kadar geliştirdiğinde somut bir kullanıcı havuzu oluşmuştu. Google bu havuzu fırsat bilerek bazı hizmet uygulamaları geliştirdi. Bu atılımdan sonra firmanın elinde bir sürü dağınık veri oluştu ve bu veriyi kullanmak için çeşitli uygulamalar geliştirdi. Bu uygulamalardan birisi de Google AdWords. Basitçe çalışma mantığını anlatacak olursak, Google hizmetlerinden herhangi

Kaynakça: eelo.io kickstarter.com zdnet.com

itsfoss.com fossbytes.com

birini kullanan bir kullanıcıya örneğin yaptığı aramalara dayaranarak- ürün tavsiyesinde bulunulmasıdır. Farz edelim ki arama motoruna ayakkabı yazdınız ve ayakkabılara biraz göz attıktan sonra birisine tıkalyıp incelediniz. Sonrasında ayakkabı aradığınız sekmeyi kapatıp en sevdiğiniz dizinizi izlemek için bir siteye girdiniz. Bum! Az önce baktığınız ayakkabı, dizi izlemek için açtığınız sitedeki reklamlarda karşınıza çıktı. Bu karşılaşma,firmamızın “seni izliyorum” demesinin kibar yoludur. Buna izin verdiğinizi hatırlıyor musunuz? İzlenen sadece ayakkabı aramalarınız değil. Tam da burada Gaël’in düşüncesini anlıyoruz. Gaël Duval’in bu projesi, Google ve Apple’ın gizliliğimizi ihlal etmesinden ve reklamcılara verilerimizi satmasından bizi korumak için bir girişimdir.

“Google’dan ve diğerlerinden memnun değilim. İşler çok büyük bir hale geldi ve ne yaptığımız hakkında çok fazla bilgi bizi takip ediyorlar. Bizim üzerimizden reklam satmak için, mümkün olduğunca çok şey öğrenmek istiyorlar. Milyonlarca insan gibi GOOGLE'IN BİR ÜRÜNÜ OLDUK. Bunu durdurmak istiyorum, en azından kendim için. İnsanlar istediklerini yapmakta özgürdürler.

Kimi insanlar gönüllü olarakköle olmayı seçebilirler. Ama ben artık bu durumu istemiyorum.” Şeklinde projesinin amacını açıklamıştır. Gaël Duval. Gaël’in “Kimi insanlar gönüllü olarak köle olmayı seçebilirler.” sözünde anlatmak istediği şey, benim kimseden gizlim saklım yok diyen insanlardır. Bu insanlar, “Google bizi dinliyor!” şeklinde naralar atan insanlarla aynı kişilerdir. Ekşi Sözlük gibi platformlarda yazarların fikirlerini belirttikleri sitelerde bu gibi ifadeleri çokça görebiliriz.

Bildiğiniz gibi Google, Android’i açık kaynak ve ücretsiz telif hakları ile piyasaya sürerek herhangi bir şirketin başka bir şekilde değiştirmesini ve ürünlerine yüklemesini sağlar. Doğal olarak da hemen hemen tüm gelişmelerde söz sahibidir. Bunlar Google’ın mobil internetin, verinin, trafiğin, arama pazarının ve büyük reklam pastasının hakimi olmasına yol açar. Gaël Duval, bu yeni özel işletim sisteminin arkasında. Şu anda eelo, temelden değişecek olan mobil işletim sistemi Android‘in başlatıcısı olarak görülüyor. Teknik olarak uzun süredir Android camiasına hizmet etmiş Cyanogenmod’un devamı olan LineageOS’u örnek almaktadır. Katkılarından dolayı Oğuzhan Tezcan’a teşekkür ederim.

Batuhan EMEN ——————————-batuhanemen@gmail.com


TESLA

V

Nikola Tesla (10 Temmuz 1856 – 7 Ocak 1943, New York), Sırp kökenli Amerikalı mucit, fizikçi ve elektrofizik uzmanı. Aslında dünyadaki bilim ve teknoloji yapısını tam anlamıyla 'kökünden' değiştirebilecek birçok 'kullanılan ve kullanılmayan' deneye ve buluşa imza atmıştır. Özellikle 'elektriğin kablosuz taşınabilmesi' gibi bir buluşu ve bunu kanıtlaması onun ne kadar benzersiz bir mucit olduğunu açıklar. Elektrik üzerine yaptığı sayısız deneyler ve buluşlar vardır. Öldüğünde, yirmi altı ülkede kendisine ait üç yüze yakın patenti bulunmaktaydı.

Altan ÖZTÜRK ——————————-altanozturk@ieeeytu.com

Bir tarafta yeni ve üstün alternatif akım sistemi ile Tesla diğer tarafta baskın doğru akım sistemini korumak için çalışan Edison; 19. yy’ın sonlarına doğru New York’ta elektriğe çok büyük bir talep vardı. Edison’un Pearl Caddesi’nde bulunan doğru akım jeneratörü ise bir anda tekel haline gelmişti. Bu sıralarda Tesla, New York’ta AIEE (şimdiki IEEE)’nin bir toplantısında çok gösterişli bir konferans verip, tek ve çok fazlı alternatif akım sistemlerinin gösterisini yapıyordu. Dünya mühendisleri Tesla’nın bu buluşuyla telle yapılan elektrik enerjisi iletimindeki sınırlamanın giderilmiş olduğunu gördüler.

Eyüp Erdem ERBİL ——————————-eyuperdem97@gmail.com

Tesla çalışmalarını anlatabileceği böyle bir ortamı hemen bulamamıştı. New York’taki laboratuarında geliştirdiği akkor lambasına pazar aramakla meşgul olan Edison ile ilk karşılaşmasında Tesla, büyük bir heyecanla çalışmalarından Edison’a söz etti. Tesla, Alternatif akım ile yapabileceklerini anlattıktan sonra Edison’un teori ile vakit kaybediyorsun sözlerine içerledi. Edison, Tesla’nın çalışmaları ile pek ilgilenmese de Tesla'ya bir görev verdi. Edison o yıllarda kurduğu şirket ile (General Electric) şehirlere doğrusal akım kullanarak elektrik üreten santraller inşa ediyordu. Fakat bu santrallerin ürettiği akım kısa

mesafelere iletilebildiği için ve tam verimli çalışmadığından dolayı o yıllarda Amerika’da sık sık elektrik kesintileri yaşanmaktaydı. Tesla, Edison tarafından kendisine verilen görevi her ne kadar sevmemiş olsa da Edison'un kendisine 50.000 dolar vereceğini öğrenince görevi birkaç ay içinde tamamlar. Edison’un kendisine söz verdiği ücreti talep ettiğinde, Edison şaşırmış bir şekilde “tam bir Amerikalı gibi düşünmeye başladığında Amerikan şakalarından da anlayabileceğini” söylerak bir ücret ödemedi. Bunun üzerine Tesla derhal istifa eder ve ikilinin arasındaki rekabet başlamış oldu.


S

EDİSON Thomas Alva Edison ( 11 Şubat 1847 – 18 Ekim 1931), 20. yüzyıl yaşamını icatlarıyla büyük bir şekilde etkileyen Amerikalı mucit ve iş adamıdır. Bazı icatları tamamen orijinal olmakla birlikte eski icatların geliştirilmesi veya yönetimi altında çalışan yüzlerce işçiye aittir. Yine de Edison elinde bulundurduğu onun adını taşıyan Amerikan patentiyle tarihteki en önemli ve en verimli mucitlerden biri olarak nitelendirilir. Patentlerinin çoğu Amerika'nın haricinde Almanya, Fransa ve İngiltere onaylarına da sahiptir.

Kaynakça: elektrikport.com bthaber.com

Savaş Başlıyor Tesla bir süre sonra kendi şirketini kurar ve yatırımlar alır. Edison ise bu sırada tüm bu gelişmeleri takip eder ve Tesla’nın fikirlerinin ilerlememesi için elinden geleni yapar. Hatta bu konuda o kadar ileri gider ki Tesla’nın savunduğu alternatif akım ile çalışan ve idam için kullanılacak olan elektrikli sandalyeyi keşfeder. İlk olarak 1890 yılının ağustos ayında bir hükümlü için kullanılır. İdam sırasında yaşanan sorunlar ve mahkûmun acı çekerek ölmesi sonucu Edison Tesla’nın sisteminin tehlikeli olduğunu öne sürmüştür. Bütün bu negatif propagandaya rağmen Tesla pes etmez. Kolomb’un Amerika kıtasını keşfi-

nin 400. yılı onuruna düzenlenen Chicago Dünya Fuarı’nın ışıklandırma ihalesinde Edison’un doğru akımının karşısına kendi altenatif akımıyla çıkar. Fuarın teması elektriktir ve kazanırsa Edison’un doğru akımı karşısında büyük bir zafer ve prestij kazanmış olacaktır. Edison’un vermiş olduğu teklifin üçte biri bir fiyat verir ve ihaleyi kazanır. O gün Tesla, Edison’a karşı büyük bir zafer kazanmış olur. Tesla aradan geçen onca zaman sonra elektriğin ücretsiz olabileceğini düşünür ve bu doğrultuda çalışmaya başlar. Atmosferdeki iyonosfer tabakasını iletken olarak kullanacak ve elektriği tüm dünyaya ücretsiz

bir şekilde yayacaktır. Bu durum sermayedarları rahatsız eder ve tüm yatırımcıları destek olmaktan vazgeçer. Tesla tüm varlığını bu fikir uğruna harcar. Çalışması hayata geçmemiş dahi olsa çağının çok ötesindeki bu mucidin notlarına ölümünün ardından ABD hükümeti tarafından el konuşmuş ve hala gün yüzüne çıkartılmamıştır. Edison ise belki gücünü belki servetini paylaşmak istemediği Tesla’dan çok önce, elinde bulundurduğu 1000’e yakın patenti ve insanlık tarihi açısından çok büyük öneme sahip olan icadı ampul ile adından söz ettirmiş bir şekilde dünyaya veda etmiştir.


SPACEX

Elon Musk bir mucit, bir kâşif, bir mühendis ve bir girişimci, “Gerçek Dünyanın Iron Man’i”. Bu yazım onun biyografisi şeklinde değil de kurduğu bir şirketin özelinde Elon Musk’ın fikirleri, hayalleri üzerine olacak çünkü türlü internet sitelerinde ve hakkında yazılan kitaplarda Elon Musk’ın yaşamı hakkında bilgilere ulaşabilmek mümkün. Hadi Geleceği İnşa Eden Adam’ın vizyonuna hep birlikte bir göz atalım. Elon Musk daha 12 yaşındayken teknoloji konusunda ne kadar yetenekli ve iddialı olduğunu ortaya koydu. Kendi yazdığı Blastar adlı bir video oyununu bir dergiye $500’a satan Musk, ilk girişimcilik deneyimini bu şekilde yaşamış oldu. Kurduğu 2. şirketinin ürünü olan PayPal’ın satışından elde ettiği 180 milyon doların 100 milyonunu yatırdığı kendisinin 3. şirketi olan SpaceX ise Elon’un en büyük hayali için bir adımdı. SpaceX Uzay teknolojisinde devrim yaratmayı amaçlayan, odaklanmış fırlatma araçları geliştiren özel bir şirketti. Şirketin baş mühendisi, baş tasarımcısı ve CEO’su olan Musk roketler hakkında bulduğu bütün kitapları okuyarak şirkete alacağı mühendisler Kaynakça: barisozcan.com

kadar konuya hâkim olan biri haline gelmişti. Yedi yıl içerisinde SpaceX Falcon fırlatma araçları ailesini ve Dragon çok amaçlı uzay aracını sıfırdan tasarladı. Eylül 2009’da Falcon 1 roketi özel bir şirket tarafından finanse edilmiş Dünya yörüngesine uydu yerleştiren ilk sıvı yakıtlı fırlatma aracı oldu (4. Denemesinde başarılı oldu). NASA, Uluslararası Uzay İstasyonu’na kargo ulaştırılması için özel şirketlerin görevlendirildiği ilk programının bir parçası olmak üzere SpaceX’i seçti. Minimum değeri $1,6 milyar olan bu anlaşma Uzay İstasyonu’nun kargo alımı ve gönderimine devam eden erişiminin bir mihenk taşı oldu. 25 Mayıs 2012’de, SpaceX’in Dragon aracı Uluslararası Uzay İstasyonu’na girmiş, ve böylece SpaceX Uluslararası Uzay İstasyonu’na bir araç gönderen ve yanaştıran ilk ticari şirket olarak tarihe geçmiştir. Fırlatma araçlarının adlandırılması hakkında gelen sorulara Elon şöyle cevap veriyor: “Neden bir araca Falcon, diğerine Dragon ismini verdik? Falcon, Star Wars’daki Millenium Falcon’un ismini aldı, çünkü Falcon, Kessel koşusunu yedi parsekte* tamamlayabilir. Dragon ise esasen adını Sihirli Ejderha Puff’tan aldı, çünkü pek çok insan böyle bir girişimde bulunduğum için ot içtiğimi sanıyordu.” SpaceX’in Falcon 1’i yörüngeye ulaşmak konusunda art arda 3 kez başarısız oldu. Bu Elon Musk’a sorulduğu zaman verdiği cevap ise ”Yörüngeye ulaşamadık, bu doğru ama kayda değer bir ilerleme kaydettik. Bu bir ya hep ya hiç meselesi olsaydı, başarısız olduğumuz söylenebilirdi. Fakat bu bir ya hep ya hiç meselesi değil. Eninde sonunda yörüngeye ulaş-

mak zorundayız ve biz bunu başaracağız. Birkaç deneme yapmamız gerekebilir ama sonunda başarılı olacağız. Bunu halledebiliriz.”olmuştu. SpaceX’in hedefleri arasında yeniden kullanılabilir roketleri üretmek ve aynı anda uzay uçuşu maliyetini on kat azaltıp güvenilirliği on kat artırmak bulunmaktadır. Musk’ın uzun vadeli idealiyse Mars’ta kendini idame ettiren bir koloni kurmanın yanı sıra heyecan verici bir gelecek yaratmak. Musk neden farklı bir

gezegende yaşam kurmayı düşünüyor diye soruyorsanız Musk’ın buna da bir cevabı var: “Er ya da geç hayatı mavi-yeşil topun ötesine uz tükenecek.” Musk’a göre uzayın keşfi insanlığın bilincini, korumak için değilse de, genişletmek için önemli bir adımdır. Not: * Parsek (Simgesi: pc; İngilizce: Parsec), gökbilimde kullanılan uzaklık ölçü birimidir. Paralaksı 1 olan bir gökcisminin uzaklığına denktir. 1 Parsek, yaklaşık 3,26 ışık yılına eşdeğerdir. Taylan AYDIN ——————————-taylanaydin.ieeeytu@gmail.com


DAHİLER VE DAHİLİK Samuel Beckett “Hepimiz deli doğarız. Bazılarımız deli kalırız.” demiş olsa da içinde olduğumuz düzende dâhileri delilerden daha çok kabullendiğimiz bir gerçek. Bunun sebebi dahiliğin doğuştan kazanılması olabilir belki de. IQ derecelendirmesinde normal zeka aralığı 91-110 iken, 111-125 aralığı ileri zeka, 126-140 aralığı üstün zeka, 140-155 ise aralığı çok üstün zeka olarak kabul ediliyor. Bu ölçütler mantıksal zeka olan IQ’nun ölçütleri elbette. Kişisel fikrim, dahiliğin iki şekilde değerlendirildiği ve iki çeşidinin olduğunu düşünüyorum. Birincisi, parasal olarak kazanç sağlayan ekonomiye kazandırılmış dahilikler. Steve Jobs ve Mark Zuckerberg bu çeşit için iki çok güzel örnek. Apple bilgisayarın kurucu ortağı Amerikalı girişimci Steve Jobs, 1976 yılında Steve Wozniak ve Ronald Wayne ile beraber Apple’ı kurdu. 1984 yılında, o döneme kadar yapılmış en gelişmiş kişisel bilgisayar olan Macintosh‘u piyasaya sürerek bir anda değerini ona katlayan firma, 1985 yılında Steve Jobs’u kendi kurduğu

firmadan yönetim kurulu ve çalışan kararıyla attı. Apple’dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra NeXT bilgisayar firmasını satın alan Jobs, 1996 yılında 429 milyon dolarlık bir bedelle NeXT firmasını Apple’a sattı ve iki büyük şirketi birleştirdi. 2000 yılında Apple’ın CEO’su oldu ve 2011’de öldü. Jobs, 2009 yılında açıklanan resmi verilere göre, 5.4 milyar dolarlık serveti ile Amerika‘daki en zengin 43. insandı. Dahiliğin ikinci şeklinin ise bilime kazandırılmış ama maddiyata hiç dönüşmeyen dahilikler olduğuna inanıyorum. Sırp kökenli mucit Nicola Tesla gibi... 1943 yılında 86 yaşında ölen Tesla, öldüğünde ailesine yüklü miktarda borç bırakmıştır. Elbette bunun yanında kendine ait 700 patentli buluşu bilime kazandırmıştır. Hayatının tamamını bilime adamış ama bunu hiç maddiyata dönüştürememiştir. Nobel ödülünü kabul etmeyen ilk fizikçidir. Yaşadığı yıllarda bu olay bomba etkisi yaratmıştır. Tesla’nın üzerinde en çok çalıştığı deneyi ise kablosuz enerji iletimi-

dir. Açıklamak gerekirse, şuan kullandığımız internetin temelleri Nicola Tesla tarafından atılmıştır. Tarih sayfalarında Tesla ile ilgili en çok Edison ile yaşadığı büyük çaplı tartışmaları görürüz. Edison bir mucit, aynı zamanda zengin bir iş insanıdır. Edison, Tesla’nın alternatif akım üzerinde çalıştığı dönemlerde keşfettiği akkorlu ampül ile (Edison ampülü keşfetmemiş, kendisinden önceki 22 bilim adamının çalışmalarını derlemiş ve ampulü nasıl ticarileştirebileceğini keşfetmiştir söylentileri de vardır tabii) şehirlere doğrusal akım veren santraller inşa etmektedir. Aradan geçen yıllardan sonra elbette Tesla’nın alternatif akım sistemi, Edison’un doğrudan akım sisteminden daha çok kullanılmıştır. Peki Edison neden daha popüler olmuştur? Yorumu sizlere bırakıyorum. Steve Jobs’un da Nicola Tesla’nın da bizlere çok şey kazandırdığı aşikar. Peki eğer siz bir dahi olsaydınız, hangi tür bir dahi olmak isterdiniz? Doğa Şimal SENEM ——————————– simalsenem@gmail.com


OTONOM

Araç teknolojileri, endüstrinin ilerlemesi ile beraber yıldan yıla giderek gelişen ve günlük hayata daha uygulanabilir hale evrilen bir serüvenin içerisinde yer aldı. Endüstri, basamakları 1.0, 2.0, 3.0 ve son olarak 4.0 ile tırmanıp 5.0’ın teknolojilerine doğru yelken açarken, bu tırmanışla beraber otonom araçlar da günlük hayatımızda yerlerini yavaş yavaş almaya başladılar. Otonom araçlar, geliştirilen ve hala üzerinde çalışmalar yürütülen, özel kontrol sistemleri sayesinde bir sürücüye ihtiyaç duymadan, öz karar mekanizmasına sahip, çevreden anlık veri alıp bu verilere de karar mekanizması sayesinde tepkiler vererek, adeta bir insan edasıyla hareket eden araçlardır. Otonom araçların çevreden veri toplamasını sağlayan sistemlerden bazıları gönderdiği radyo dalgalarının bir engele

çarpıp geri dönmesi yoluyla o engelin uzaklığını ve konumunu tespit eden RADAR sistemleri, lazer darbeleri kullanılarak bir nesne veya bir yüzeyin uzaklığını anlamaya yarayan LIDAR sistemleri, Küresel Konumlama Sistemi olarak Türkçeleştirilebilecek olan GPS sistemleri gibi sistemlerdir. Şimdi biraz otonom araçların tarihçesini incelemekte yarar görüyorum. Otonom araç sistemleri üzerine şu ana kadar yapılmış olan deneylerin 1920’lerde başlayarak günümüze doğru uzandığı bilinmektedir. Bu deneylerin bir ürün vermesi ve günlük hayata entegre ürünler sunmasının ilk denemeleri ise 1950’lerde başladı. Fakat dünyanın ilk gerçek anlamda otonom olarak kabul edilebilecek olan araçları günümüzden yaklaşık olarak 38 yıl önce Carnegie Mellon Üniversitesi’nin NavLab bölümünde boy gösterdi.

Buradan aslında otonom araçlara geçiş denemelerinin 100 yıllık bir süreç olduğunu, bu süreç içerisinde bazen on yıllar süren yeni yeni denemeler, yeni yeni başarısızlıklar ve büyük çalışmaların olduğunu anlayabiliriz. NevLab’daki çalışmaların yanı sıra şu anda biliyoruz ki 1984 yılında Mercedes-Benz ve Bundeswehr Üniversitesi Münih’in EUREKA Prometheus Projesi üzerine çalışıp hayata geçirdiler. 1920’lerde deneylerle başlayıp, 1950’lerden 1980’lere uzanan başarısız üretime geçiş serüvenlerinin ardından günümüze doğru Mercedes-Benz, General Motors, Continental Automotive Systems, IAV, Autoliv Inc., Bosch, Nissan, Renault, Toyota, Audi, Volvo, Tesla Motors, Peugeot gibi birçok dev firma bazen çok başarılı, bazense çok başarısız birçok ürün geliştirme yaptı.


ARAÇLAR Yıllardır gelişmekte olan otonom araç teknolojilerinin daha da gelişmesiyle hayatımızda büyük farklar yaratacağı, belki birçok meslek dalının artık yok olmasına sebep olacağı ve birçok yeni meslek dalının türemesine yol açacağı şimdiden kesin görünüyor. Özellikle otomotiv sanayi içerisinde kökten bir değişimin bizleri bekliyor. Tabi ki sektör otomotiv olunca, bu büyüklükte bir değişimin tüm dünyayı değiştireceğini öngörmek pek de sürpriz değil. Her ne kadar bu değişimin zararları konusunda tartışmalar gırla gitse de, değişimin getireceği bazı temel faydalar da var. Şimdi biraz da bu faydaları mercek altına alalım. •Yeşil doğa, düşük emisyon. Otonom araçlardan beklenen en büyük faydalardan bir tanesi, gelişen yazılım teknolojisinin katkısıyla, kullanıcı kusuru olarak görülebilecek olan gereksiz yakıt kullanımının minimum seviyeye indirilmesi olacaktır. İlk etapta çok büyük farklar yaratacak bir katkı sağlayacak olmasa da, yakın gelecekte otonom araçların yakıt emisyonuna %60’a varan katkılar sağlayabileceği düşünülüyor.

•Güvenli sürüş, minimum risk.

Otonom araçların buradaki faydası da aslında yine aynı temel üzerine kurulu durumda, minimize edilmiş insan hatası ve makineleşmenin getirdiği mükemmeliyetçilik, kazaları da tabi ki en düşük oranlara kadar çekecektir. Hatta

öyle ki, bazı teorilerdeki iddialara göre, oluşturulacak olan algoritmalar sayesinde, hiçbir aracın birbirine temas etmediği ve aynı zamanda hiç duraksamadan tüm araçların hareket edebildiği bir trafik sistemi de mümkün. Her ne kadar kulağa imkânsız gibi gelse de geçmişten günümüze birçok imkânsızlık gerçeğe dönüştüğüne göre, insanoğlu yeni imkânsızların ötesine neden yelken açmasın? •Daha mutlu insan, daha mutlu çevre. Şimdi ise her gün saatlerinizi harcadığınız trafiği hayal edin ve bu trafikte sıkışıp yolu izlemek yerine, tamamen konforunuza göre dizayn edilmiş bir araç içerisinde vaktinizi değerlendirdiğinizi düşünün. Öyle ki 2017 verilerine göre Los Angeles içerisinde yaşayan bir kişinin ortalama yılda trafikte geçirdiği süre tam 104 saat. Bu sayıyı ortalama olması yerine reel kişi bazında düşündüğünüzde, kim bilir belki de yüz binlerce insan, her yıl yılda belki 10, belki 15 günlerini sadece ve sadece trafikte bekleyerek geçiriyor. 10 yıllar boyunca yaşayan bir insanın hayatındaki bu 104 saatlerini trafik ışıklarını beklemek yerine kişisel

gelişim ve mutluluk üzerine harcadığı bir dünya hayal edin. •Sıkışık şehirler genişliyor. Sürücüsüz otomobil, akıllı şehirlerin geleceğinde önemli bir rol oynayacak ve hatta şehir altyapısının tasarlanma ve inşa etme biçimini etkileyecektir. Bugün, otoparklar, araçlarını park ettikten sonra sürücünün çıkması için her araç arasında yeterli boşluk bırakılarak arabaların park edilmesini gerektirir. Otonom araçlar ise kendilerini park ederek bunun gereğini ortadan kaldırır, bu da otomobillerin birbirine daha yakın yerleştirilmesinin mümkün olacağı anlamına gelir. Şoförsüz arabaların günümüzdeki park alanlarının içerisinde %15 oranında daha geniş bir alan sağlayacağı tahmin ediliyor ve bunun sonucunda, kentsel alanlarda dünya çapında önemli yer tasarrufu sağlanacak. Görüldüğü gibi otonom araçlar hayatımızda yerlerini almaya devam ediyorlar. Faydalarının bilinirliği ve uygulanabilirliği arttıkça da giderek daha hızlı şekilde yer almaya devam edeceklerini öngörmek mümkün. Umalım da bu trendi kaçırmayalım...

Kaynakça: Gehrig, Stefan K.; Stein, Fridtjof J. Burak KARSLI Liden, Daniel. "What Is a Driverless Car?" gemalto.com ——————————– Kelly, Heather "Self-driving cars now legal in California". burakkarsli.ytu@gmail.com Thrun, Sebastian (2010). "Toward Robotic Cars"


İnsanoğlu bitmez bir merakla içinde bulunduğu evreni anlamaya çalışmış ve çeşitli incelemeler yapmıştır. 1590 yılında Hollandalı Zacharias Janssen tarafından ilk optik mikroskop icat edilmiştir ve böylece insan gözünün göremeyeceği kadar küçük cisimler de incelenebilmeye başlanmıştır. Mikroskop, ışık ışınlarını çeşitli mercekler yardımıyla incelenecek bölgeye odaklayarak çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük cisimlerin görülebilmesini sağlayan alettir. İcat edildiğinden beri geliştirilerek daha tatmin edici incelemeler yapılabilmesini sağlayan optik mikroskopların kullanımına günümüzde devam edilirken, optik mikroskobun yetersiz kaldığı boyutların incelenmesinde yeni teknolojiler kullanılmaya başlanmıştır. Bunlardan en dikkat çekici ve etkili olanı elektron mikroskoplarıdır.

Elektron Mikroskobu, optik mikroskopların aksine ışık ışınları yerine elektronları kullanan ve optik mikroskoplara göre daha küçük alanları inceleyebilen bir mikroskop teknolojisidir. Tarihçesi ve Çalışma Prensibi 1869-1875 yılları arasında İngiliz fizikçi William Crookes ve arkadaşları tarafından Crookes tüpünün icat edilmesiyle elektrik alan içinde hızlandırılan ve manyetik alanda sapmaya uğrayan negatif Kaynakça: turkcebilgi.com

yüklü katot ışınlarının (elektronların) varlığı anlaşılmıştır. 1926 yılında Alman fizikçi H.Busch katot ışınlarının manyetik alanda sapma özellikleri kullanılarak elektrik akımı taşıyan bobinler yardımıyla küçük bir alana odaklanabileceğini teorik olarak göstermiştir. 1928’de Berlin Teknik Üniversitesinde Max Knoll ve Ernst Ruska’nın yaptığı deneylerde art arda büyütme kullanarak büyük görüntüler elde etmenin mümkün olduğu anlaşılmıştır. Konulan iki bobinle 13 defa büyütmek mümkün olmuştur. İlk pratik elektron mikroskobu 1933’te Ernst Ruska tarafından yapılmıştır. Elektron merceklerinde yapılan gelişmelerle, manyetik bobin demir kap içine alınmış ve iç halkada küçük bir hava deliği bırakılmıştı. Bu prensip günümüzde de kullanılmaktadır. Elektron mikroskobu optik mikroskobun büyütme gücünü geride bırakmıştır. Çeşitleri Elektron mikroskopları çalışma prensibi yönünden ikiye ayrılırlar; Geçirimli Elektron Mikroskobu (Transmission Electron Microscope): Bunların çalışma sistemlerinin optik mikroskoptan tek farkı ışık ışını yerine elektron ışını kullanılmasıdır. Fiziki çalışma sistemi tamamen farklı olmasına rağmen, burada optik mercekler yerine elektron mercekleri kullanılır. Görüntü bir ekranda veya fotografik levhada elde edilir. Elektronlar kolayca yollarından sapabileceklerinden, bütün işlem ve görüntünün elde edilmesi bir vakum içerisinde gerçekleştirilir. Elektronlar, tungstenden akkor flamanlı elektrikle ısıtılan elektron tabancasından elde edilir. Anodla, flaman arasına 100.000 voltluk bir

potansiyel farkı tatbik edilir. Flamandan yayılan elektronlar hızlandırılır ve ekranda yeterli bir görüntü elde etmek için yeter güçte olması sağlanır. Bu safhada 500.000 defa büyük bir görüntü elde etmek mümkündür.

Taramalı Elektron Mikroskobu (Scanning Electron Microscope): Optik mikroskoptan daha çok kapalı devre televizyon sistemine benzer. İlk bölümde net odaklandırılmış elektron merceği tarafından cisim üzerine odaklandırılır. Çarptığı yerden gelen elektronlar toplanır ve güçleri yükseltilir. Mikroskobun ikinci bölümü televizyon alıcısına benzer ve bir katot ışını tüpü mevcuttur. Böylece yüksek kaliteli televizyon resmine benzer bir görüntü elde edilir. Yapı olarak TEM gibidir. Sadece düzeni farklıdır. Bu cins mikroskoplar taramalı olarak da kullanılır. Genel olarak sert yüzlerin 20-50 nm’lik hassaslıktaki incelenmesinde kullanılır. Odaklama ile çeşitli derinlikte görüntüler elde edilebildiğinden üç boyutlu hissi veren resimler elde etmek mümkün olmaktadır. Bazı deneysel mikroskoplarla 3 nm’lik hassaslığa kadar inilebilir. Cisimden gelen elektronlar mikro elektrik ve manyetik alanları da hassas hale getirebildiğinden, elektrik ve manyetik alanların görüntüsü elde edilebilir. Bundan faydalanılarak bilgisayar ve benzerlerindeki çok küçük elektronik devrelerin kontrolü yapılır. Elektronların yönlerini değiştirmesinden, bir cisimdeki mikro kristallerin dizilişini belirlemek mümkündür. Burak ÇETİNKAYA ——————————-brkcet@gmail.com


Rus asıllı bir uzay mühendisi ve milyarder Igor ASHURBEYLİ, 2016 yılının ekim ayında Paris Uzay Konferansı’nda ilk uzay devleti olan Asgardia’yı resmi olarak ilan etmiş, “Fiziksel anlamda Asgardia vatandaşları Dünya'da bulunacaklar ancak sadece Dünya’nın başka bir ülkesinde yaşıyor olacaklar. Başvuru sayısı 100.000’i geçtiği takdirde Birleşmiş Milletlere devlet statüsü için de başvurabileceğiz.” ifadelerini kullanmıştı. İlk başta kulağa bilim kurgu filmi gibi gelse de Asgardia büyük yankı uyandırmıştı. İnternet üzerinden pek çok kişi Asgardia vatandaşlığı için başvuruda bulunmuştu. İskandinav mitolojisinden Tanrı Odin’in hüküm sürdüğü Asgard’dan esinlenilerek isimlendirilen ülkenin, resmi internet sayfasındaki bilgilere göre, vatandaşlık başvurularında Türkiye ikinci sırada yer alırken, İstanbul halen en çok başvuruda bulunulan şehir durumunda. Peki Asgardia’nın kuruluş amacı nedir? Resmi sloganı “Tek İnsanlık, Tek Birlik!” olan Asgardia, yayınladığı konsept belgesine göre insanlığın uzaya az gelişmiş ülkelerin de dahil olabile Kaynakça: bilimkurgukulubu.com webtekno.com

ceği şekilde eşitçil ve barışçıl yayılmasını, dünya üzerindeki dinsel ve etnik çatışmaların uzaya yansımamasını amaçlıyor. Diğer hedefleri arasında gezegenimizi uzaydan gelebilecek tehditlerden korumak, uzay çöpü temizliği ve uzay turizmi gibi hizmetler sağlamak yer alıyor. İlk uzay devleti olmasını hedefleyen Asgardia’nın anayasası da mevcut. Toplam 10 bölüm ve birçok alt başlıklardan oluşan anayasada, üzerinde en çok durulan iki konu, resmi sloganından da tahmin edebileceğiniz gibi, barış ve eşitlik. Burada yaşayacak herkesin eşit şartlarda olacağı hedefi üzerinde yoğunlaşılan anayasada, ayrıca Dünya’nın güvenliği üzerinde de durulmuş. Bu maddelerden birkaçı şöyle: •Asgardia, Dünya’yı uzaydan kaynaklanan tehditlerden korumak için imkânlar oluşturmak için hükümet ve özel kaynaklar kullanacaktır. Bunu, bağımsız ve Dünya Devletleri ve uluslararası örgütlerle işbirliği içinde, ikili ve çok taraflı antlaşmalar temelinde yapacaktır. •Anayasa ve/veya Asgardia kanunları tarafından aksi belirtilmediği sürece hiç kimse belli bir resmi dilde kısıtlamalar veya ayrıcalıklar belirleyemez.

Uzay ülkesi için uzayda atılan ilk adım: 2017 Kasım ayında, Uzay ülkesi Asgardia’nın ilk uydusu Asgardia 1 uzaya fırlatıldı. Teknik olarak bir “nano uydu” ya da "nanosat" adı verilebilecek olan süt kutusu büyüklüğünde araştırma uydusuyla işe başladılar. Bu uydunun içinde ise 512 GB’lık bir sabit disk bulunuyor ve hafızasında, Asgardia’nın ilk anayasasını, ulusal sembolleri ve Asgardia’ya kayıt olan 154.000’e yakın vatandaşın kişisel bilgilerini taşıyor. Uydunun yörüngeye konumlandırılmasının ardından yapılan ilk açıklama ise fazlasıyla iddialı: “Asgardia, tüm uzay boşluğunun sahibi olan ilk ulustur.” Asgardia-1 uydusu, önümüzdeki beş yıl içinde yavaş yavaş Dünya'ya doğru düşmeye başlayacak gezegenin atmosferinde yanıp kül olacak. Ancak Ashurbeyli, haziran ayında yüklenen verilerin gelecekteki Asgardia uydularına kopyalanmasının yanı sıra bu işlemi sürekli yenileyeceklerini belirtiyor. İlk uzay ülkesi olma hayaliyle yolan çıkan Asgardia vadettiği gibi insanlığın geleceğinde önemli bir rol mu oynayacak, bir hayaller ülkesi olarak mı kalacak hep birlikte göreceğiz. İlknur SEZEN ——————————-ilknursezen@ieeeytu.com


Blockchain Nedir? 2008 yılında ortaya çıkan Mortgage Krizi‘nin ardından insanların piyasaya olan güveni iyice azaldı, farkında olmasalar da birçok kişi merkezsiz bir para birimi arayışı içindeydi. İşte tam da bu süreçte Satoshi Nakamoto takma isimli bir kişi veya bir topluluk ilk kez bir merkeze bağlı olmayan blockchain teknolojisi ile dijital para birimi Bitcoin’i oluşturdu. Satoshi Nakamoto’nun Bitcoin’i tanıtırken yayınladığı makalenin özeti şöyledir;

Tamamen eşten-eşe çalışan bir elektronik para sistemi herhangi bir finansal kurumdan geçmeden bir taraftan diğerine çevrimiçi ödeme gönderilmesini mümkün kılar. Dijital imzalar çözümün bir parçasıdır, ancak mükerrer harcamaları önlemek için hala güvenilir bir üçüncü tarafa ihtiyaç duyuluyorsa temel faydalarını kaybederler. Mükerrer harcama problemine eşler arası ağ kullanarak bir çözüm öneriyoruz. Ağ, işlemleri sürekli uzayan özet fonksiyonu tabanlı bir iş-kanıtı zincirine ekleyerek zaman damgasıyla işaretler ve işkanıtını tekrar üretmeden değiştirilemez bir kayıt oluşturur. En uzun zincir sadece karşılaşılan olayların sırasını kanıtlamakla kalmaz aynı zamanda en büyük CPU gücüne sahip havuzdan geldiğini de kanıtlar. CPU gücünün çoğunluğu ağa saldırmak için işbirliği yapmayan düğümlerin kontrolünde olduğu sürece en uzun zinciri üretecekler

ve saldırganları alt edeceklerdir. Ağın kendisi çok az bir altyapıya ihtiyaç duyar. Mesajların yayınlanmasında "elden geldiği kadar" kuralı geçerlidir. Düğümler istediklerinde ağdan ayrılabilirler ve dışarıda geçirdikleri sürede yapılan işlemlerin kanıtı olan en uzun iş-kanıtı zincirini kabul ederek tekrar katılabilirler. Şifrelenmiş, işlem takibi sağlayan dağıtık bir veri tabanı olarak tanımlayabileceğimiz Blockchain, adından da anlaşıldığı üzere zincirleme bir modelle inşa edilen fakat takip edilemeyen bir teknolojiye sahip. Yani örneğin para transferinde gönderen ve alıcı kişinin kimliği, gönderilen tutar gibi bilgiler şifreleniyor ve yeni bir blok oluşturuluyor. Bu bilgi bloğu diğer blokların sonuna ekleniyor ve blockchain ağına dağıtılıyor. Üstelik üzerine eklenen yeni bloklarla bu blok asla değiştirilemez ve kırılamaz hale getiriliyor. Blockchain, bir merkeze bağlı olmaksınız işlem yapmanıza izin vermesinin yanı sıra, aracısız her kullanıcı ağa bağlanabiliyor, yeni işlemler gönderebiliyor, işlemleri doğrulayabiliyor ve yeni bloklar oluşturabiliyor. Bu dağınık veri tabanı sayesinde bir merkeze bağlı olmaksızın işlem yapılabiliyor, çünkü her bir bilgi bloklar halinde, gelişmiş şifreleme algoritmalarıyla, birbirine bağlanarak kaydediliyor ve bu sayede işlemler direkt olarak alıcı ile satıcı arasında güvenli bir şekilde gerçekleştirilebiliyor. Kendi çektiğiniz bir fotoğrafı, bir makaleyi, hatta bir şarkıyı blockchain ile geliştirilmiş telif hakkı sistemine girerek, içeriğin aslında size ait olduğunu teyit ettirebilirsiniz. Hiçbir patent kuruluşuna bağlı olmanıza gerek duymadan çalışmalarınızın patentini alabilir, tapu-

larınızın, senetlerinizin, isim haklarınızın size ait olduğunu doğrulayabilirsiniz. Blockchain Nasıl Çalışır? Blockchain teknolojisinde sistemdeki her veri bir hash yardımı ile şifrelenerek korunur. Oluşturulan her hash bir Block oluşturur. Birbirine bağlı Blocklar oluşturduğumuzda ise bir Blockchain oluşturmuş olur. Bitcoin tarafından oluşturulan yazılım gereği belirli bir özelliğe sahip hash oluşturmaya çalışıyoruz. İşte bu istenen özellikte ve içinde sizin para gönderdiğiniz bilgisini barındıran hash oluşturma işlemi hep bahsedilen Bitcoin madenciliğidir.

Sizin oluşturduğunuz block zincirinden sisteme kayıtlı diğer madenciler de oluştururlar. Böylece para gönderim verisi sistemdeki kişilerin çoğu tarafından onaylanmış olur. Ve sistemdeki kişilerin çoğunluğunun oluşturduğu block zinciri doğru kabul edilir. Bu sayede sistemde veri dağıtılmış olarak onaylanır ve kimsenin sistemi kandırma ihtimali olmaz. Blockchain Teknolojisi Kullanım Alanları Bitcoin ile hayatımıza girse de sunduğu şeffaflık, hız, işlem kolaylığı, güvenlik gibi unsurlar nedeniyle blockchain teknolojisinin geleceğe yön vereceği düşünülmektedir. Veri akışını sorunsuz sağladığımız günümüzde, bize değerli varlıkların transferini aracısız olarak yapma imkanı sunan bu teknoloji, merkezi kurumların varlığının temel dayanaklarını çürütmektedir.


Uluslararası finans kuruluşlarında, veri yönetimlerinde, borsalarda, online alışveriş sitelerinde, devlet güvenliğinde, telif haklarının korunması gereken mecralarda blockchain teknolojisi kullanım alanı bulmaktadır. Aslına bakılırsa blockchain teknolojisini bazı sektörlere indirgemek çok da doğru olmayacaktır. Küresel çapta verilerin dağıtıldığı, merkezi kavramını sarsan, bireyleri faaliyetlerinde özgürleştiren, şeffaflığı ile soru işaretlerini bitiren ve üstelik maksimum güvenliği ile devrim niteliğine sahip olan bu teknoloji hayatımızın bir parçası haline geleceğini savunanların sayısı giderek artmaktadır. Blockchain’in Avantajları Nelerdir? Geliştirilmiş bir güvenlik sunar: Veriler küresel çapta dağınık olarak bulunduğu ve şifrelendiği için verilerin gizliliği maksimum düzeyde kurulur. Tüm bilgilerin tutulduğu merkezi bir kurum, kuruluş ya da ağ bulunmadığı için blockchain sisteminin çökertilmesi ütopik derecede zordur. Yüksek Kapasitelidir: Dünya geneline yayılmış milyonlarca bilgisayarın birlikte uyum içerisinde çalışması, birkaç merkezi sunucudan çok daha fazla bir güç ortaya çıkarır. Ağın kapasitesi artar; işlem hacmi fazlalaşır ve işlem yapma süresi kısalır. Hızlıdır: Geleneksel bankacılık Kaynakça: medium.com blog.ingilizceturkce.gen.tr

sistemi oldukça yavaş ve maliyetlidir. EFT işleminden bile çoğu banka komisyon almaktadır. Yurtdışı para transferleri söz konusu olduğunda ise hem işlem hızı yavaşlar hem de komisyon ücretleri artar. Blockchain teknolojisi işlemleri hızlandırır, komisyonları azaltır ve yüksek oranda tasarruf yapılmasını mümkün hale getirir. Değişmezlik: Blockchain teknolojisinde oluşturulan her bir blok daha önce oluşturulan blok zincirine eklenir. Veriler bozulmaz ve şimdiye kadar yapılan tüm işlemler kayıt altına alınabilir. Yeni işlemlerin onaylanması için bu süreçte değişiklik olmaz. Blockchain’in Dezavantajları Nedir ? Merkezi Bir Yönetim Yoktur: Bu aslında Bitcoin’in avantaj olarak sunulduğu bir özelliktir. Merkezi olmaması maliyetleri düşürmektedir. Ancak merkezi olmaması karar vermesini zorlaştırılıyor. 1 Ağustos’ta alınmak istenen bir karara göre 1 block’un boyutunun 1 MB’dan 8 MB’a çıkarılması tartışıldı. Bu durumda karar alınamadığı için Bitcoin Cash isimli yeni bir kripto para ortaya çıktı. Bu gibi olaylar ileriye dönük de olmayacağının bir garantisi yoktur. Sistem Kandırılabilir: Sistemde merkezi bir onay mekanizması olmadığı için dağıtılmış onay mekanizması bulunuyor. Sistemdeki kişilerin çoğunluğunun onayladığı

işlem sistem tarafından kabul ediliyor. Ancak Çin’de bazı yatırımcılar büyük yatırımlar ile Bitcoin havuzları kuruyorlar. Ve bu havuzların gücü tüm sistemin gücünün yarısını geçebilirse, tüm sistemi etkileyerek sistemi yerle bir edebilirler. Burada Bitcoin‘in diğer kripto para birimlerine karşı üstünlüğü bulunuyor. Çünkü kulanım sayısı çok yüksek. Dolayısıyla da sistemin kandırılması bir o kadar zor. Onay Süresi Uzun: Sistem teorik olarak çok hızlı olacak şekilde kurulmuş durumda. Ancak sistemin temelleri gereği her bir block 10 dakikada bir üretilebilmektedir. Bunun yanında sistemde zarar görmemek için 6 block onayı alma öneriliyor. Bu da bir para gönderimi/alımı için neredeyse 1 saat bekleme durumu oluşuyor. Ki bu günümüz bankacılık sistemine göre çok yavaştır. Fakat bu sadece Bitcoin‘e özel bir zorluktur. Şu anki en güçlü alternatif olan Ethereum 15 saniyede bir block eklenmesine izin vermektedir. Dolayısıyla da bir gönderim onay 1 dakika içinde alınabilecektir. Bu durum Ethereum‘a yüksek data boyutları olarak geri dönüş sağlamaktadır. Ancak ileriye dönük olarak kurulabilecek bir şifreleme algoritması ile bu durum çözülebilir olduğundan daha mantıklı gözükmektedir.

Tuncer YAZGAN ——————————-yazgantuncer@gmail.com


ZELANDA Zelanda en çok Yeni Zelanda olarak aklımıza gelir ilk duyduğumuzda. Peki, bunun eskisi de yok mu? Tabii ki de var. Dünya’da ve Zelanda’da keşfedilmemiş yerleri duyunca eminim sizde çok şaşıracaksınız…

Japonya ile neredeyse aynı büyüklüğe sahip olmasına rağmen, Yeni Zelanda 4 milyonluk nüfusu ile dünyanın en seyrek nüfuslu ülkelerinden biridir. İki resmi dili vardır: İngilizce ve yerli Polonez halkının konuştuğu Maori. Kraliçe Elizabeth II, aynı zamanda bu ülkenin de resmi kraliçesidir. Aynı zamanda Yüzüklerin Efendisi’nin çekildiği yerleri görmek içinde turlar var. Dünyanın en uzun ismi, Porangahau, Hawkes Körfezindeki Taumatawhakatangihangakoauauotamateaturipukakapikimaung ahoronukupokaiwenuakitanatahu tepesidir. “Landeater olarak tanınan, kayarak dağlara tırmanan, büyük dizli adam Tamatea’nın “aşkına flüt çaldığı yer” anlamına gelen bir Maori (Yeni Zelanda Yerlileri) ismidir. Kiwi adındaki kanatsız bir kuş, Yeni Zelanda’nın milli sembolüdür. Ayrıca, Yeni Zelandalı anlamına gelen bir argo terimidir. “Yeni bir kıta bulundu! Adı ZELANDİYA” peki hiç bu başlığı gördünüz mü internette dolaşırken. Dünya 7 kıtadan oluşur diye öğreniyoruz küçüklüğümüzden beri. Aslında bilim insanları kıtalar keşfetmeye devam ediyor. Yeni Zelanda’da Pasifik Okyanusu’nun altında keşfedilen dev kıtada bunlardan birine örnek hatta ad bile konuldu Zelandiya… “Şu anda Kaynakça: kaplaninternational.com bilmiyorsan.com

Zelandiya’ nın yüzde 94'ü suyun altında bulunuyor. Sadece birkaç ada ve üç büyük kara parçası suyun üstünde duruyor. Bunlarda Yeni Zelanda'nın Kuzey ve Güney adaları ile Yeni Kaledonya. Günümüzde kıtaları tanımlayan veya ilan eden bir kurum yok. Bu yüzden dünyanın 8 kıtanın varlığını kabul etmesi, gelecekte yapılacak araştırmaların Zelandiya' yı kıta olarak kabul etmelerine bağlı.” Diyor Nick Mortimer. 4,5 milyar yaşında olan Dünyamızda insanların varlığı 190.000 yıl öncesine dayanıyor sadece. İnsanlık bu kadar eskiye dayanıyor ve hala keşfedilmemiş insan yapımı aletler, resimler, yazılar, kalıntılar varken kim bilir dünyada keşfedilmemiş neler vardır? Dünyanın her tarafında keşfedilmemiş yerler hala var… Namibya: Namibya, Afrika’ nın

nüfus yoğunluğu olan bir ülkesi. Gizli güzellikleri ile insanı büyüleyen Namibya’ nın toprakları çok katı kurallarla korunuyor. Bu yüzden keşfedilmemiş birçok bölge bulunuyor. Bunlardan en gizemli olan yer ise Kalahari Çölü. Grönland Buz Tabakası: Atlas Okyanusu’nun kuzeyindeki Grönland, 2,2 kilometre kare ile kuzey kutbundaki en büyük buz örtüsü. Adanın %80′ i buz. 3 kilometre kalınlığındaki buz tabakası insanlığın bu bölgeyi araştırmasını imkânsız kılıyor. Gangkhar Puensum Dağı: Gangkhar Puensum, Butan’da bulunan en yüksek dağdır. 7.570 metrelik yüksekliği ve 2.990 metrenin üzerindeki çıkıntısı ile dün-

yadaki en yüksek tırmanılmamış dağdır. Mariana Çukuru: Dünya da en az keşfedilmiş ve Dünya üzerinde bilinen en derin noktadır. Yapılan son ölçümlere göre en derin noktası yaklaşık 10.994 metredir, suyun içine atılan 1 kilogram kütleli metalin tabana ulaşması, yaklaşık olarak 1 saat sürer

Şu anda Yeni Zelanda olarak bilinen topraklara ayak basan ilk Avrupalı kaşif, Abel Tasman isimli bir Hollandalıydı. Tasman 1640'larda oraya vardığında, Arjantin'in ucunda bir ada olan "Staten Landt'e geldiğini sandı ve adını da öyle koydu (Tasman'ın kafası biraz karışıktı, sonuçta uzun bir yolculuktu). Kısa süre sonra Hollandalı haritacılar Hendrik Brouwer ve Joan Blaeu, bu büyük adaların aslında Güney Amerika'nın bir parçası olmadığı fark ettiler ve Blaeu, bu topraklara Hollanda'nın batısındaki kıyı şehri Zeeland' ın adını vererek burayı Nieuw Zeeland olarak adlandırdı. Hollanda'daki kıyı bölgesi Zeeland da adalardan oluşuyor ve isminin anlamı Hollandaca "Deniz arazisi" anlamına geliyor. İngiliz James Cook, 1770'lerde Nieuw Zeeland'a üç seyahat yaptı. İlk ziyaretinin amacı, Güney Pasifik'ten Venüs'ün yolunu haritaya dökmekti, ama Cook ve ekibi kayboldu ve kendilerini Tesman' ın ilk ayak basışından sonra Avrupalılar tarafından halen keşfedilmemiş olarak kalan Nieuw Zeeland' da buldular. Cook bölgenin kıyı şeridinin çoğunu haritaya döktü ve bölgenin isminin "New Zealand" şeklinde İngilizce ‘ye çevirdi. Serra ERSOY ——————————-serra_ersoy1@hotmail.com


4D YAZICILAR

Günümüzün bilgisayar destekli üretim yöntemlerinden olan 3D yazıcılar otomotiv, mimari, inşaat, tıp, endüstri, gıda gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Fakat bu yöntemler kullanılırken malzemelerin de akıllı olması beklenmektedir. Teknolojik çağa atılan adımlarda sadece makineler ve eşyalar değil, malzemeler de akıllı hale gelmektedir. Bunu göz önünde bulunduran Skylar Tibbits ve Assembly Lab “4D Yazıcı” kavramını ortaya attı. Bu kavramda 4. boyut olarak zaman belirlenmiştir. Yani bilindiği gibi 3D yazıcılar en, boy, yükseklik fonksiyonları ile 3 boyutlu baskı yapabiliyor, 4D yazıcılar ise bunların yanında 4. boyut olan zaman fonksiyonunu da ekleyebiliyor. Buradaki 4. boyut olan zaman dışarıdan herhangi bir etki ile şekil değiştirme fonksiyonu oluşturuyor. Şekil değiştirme fonksiyonunda da ısı, titreşim, zaman, ses gibi değişkenler bulunuyor. Ayrıca kontrol aygıtları gibi desteklere gerek duymadan hareket edebilen, renk değiştirebilen, birleşerek büyük yapılar inşa edebilen ve programlanabilir malzeKaynakça: stratasy.com ALL3DP.com IFLscience.com

elektrikport.com shiftdelete.net bilim.org

meleri işleyebiliyor. Örneğin; ayakkabılar, elbiseler, ev aletleri ve aklınıza gelebilecek birçok ürün farklı durumlar için farkı parçalar üretip bu parçaları şartlara göre değiştirmek yerine tek bir 4D yazıcı ürünü sayesinde bu tür zahmetlere gerek kalmıyor ve ortam koşullarına göre kendini ayarlayabiliyor. Daha net bir örnekle açıklamak gerekirse, sipariş olarak verdiğiniz bir ürün ufak bir paket halinde elinize ulaştığında bu pakete şekil değiştirme fonksiyonu ile istediğiniz eşya haline dönüştürebiliyorsunuz. İlerleyen zamanlarda ise su ile temas ettiğinde kendi kendine dönüşebilen paketler ve mobilyalar olacağı öne sürülüyor. 4D yazıcıları, 3D yazıcılardan ayıran diğer özellik ise ürünlerin birleşebilmesidir. 4D ürünleri birbirleriyle kolayca etkileşebilir ve bir araya gelip devasa ürünler ortaya çıkarabilir. 3D yazıcılarda ise bu olay dışardan bir etki yardımıyla oluşmaktadır. Ayrıca Georgia Institute of Technology bünyesinde yer alan öğrencilerin yaptığı bir çalışmada 4D yazıcı ile yapılan bir kubbenin, 3D başkaboyut.com eksisozluk.com Popular Science Dergisi COMPLET3D Dergisi

yazıcı ile yapılsaydı 8 kat daha fazla malzemeye ve 8 kat daha fazla zamana ihtiyaç olacağı ölçüldü. Bu özellik de bu teknolojinin diğer bir getirisi olarak, kullanılan materyal miktarı konusunda önemli ölçüde fayda sağlayacağını gösteriyor. Bu teknolojinin ilerleyen zamanlarda daha da çok büyümesi için önemli faktörlere ihtiyaç duyulacaktır. İlk aşamada materyallerin potansiyelleri ve kabiliyetleri öğrenilmelidir. İkinci aşamada üretim ve fabrikasyon çalışmaları geliştirilmelidir. Üçüncü aşamada malzemelerin yapısı detaylı olarak incelenmelidir. Bu sayede 4D yazıcıların limitleri zorlanabilir. Dördüncü aşamada ise malzemelerin dış etkenlerle olan etkileşimi dikkatli bir şekilde takip edilmelidir. Bu aşamalar düzenli ve kontrollü bir şekilde takip edilirse bu teknoloji ilerleyen zamanda daha da işlevsel bir hal alacaktır. Şu anda 4D yazıcı sektörü gelişim aşamasında. ACES adlı kuruluşta bu sektörün gelişimine büyük katkı sağlayıp öncülük etmektedir.

Furkan Uygur ——————————-furkanuygur51@gmail.com


SAVUNMA SANAYİİ

İmparator Mete Han tarafından geliştirilen onluk sistem bulunduğundan beri askeriyede strateji ve planlama çok büyük önem arz etmektedir. Hele ki günümüz teknolojisini düşündüğümüzde savunma sanayiinin teknolojiden yoksun olması düşünülemez. Aynı zamanda savunma sanayiinin milli olması da oldukça önem arz etmektedir çünkü bir milletin savunma sanayii milli değil ise o millet özgür değil yani dışarıya bağımlıdır bu yüzden ASELSAN, HAVELSAN, TAİ, ROKETSAN, TÜBİTAK SAGE gibi kurumlar milletimizin daha özgür ve kendi

kendine yetebilen bir millet ve devlet olması yolunda büyük önem taşımaktadır. Gelin şu ana kadar yaptıkları ve ileride yapacakları işlere göz atmadan önce kısaca Türklerin yaptıkları savaşlar ve ileride yapacağı stratejik hamleler üzerine konuşmak isterim. Tanrının Kırbacı İmparator Atilla’nın Papa’ya diz çöktürmesi aklıma gelen ilk örneklerden. Diğer bir örnek ise 1071 Malazgirt Savaşı ile Anadolu’nun Türklere açılmasıdır. Tabii ki bir çağı kapatıp yeni bir çağı başlatan 1453 İstanbul’un Fethi’ni atlamamak

gerek. Kurtuluş Savaşı başlı başına bir zaferdir. Ergenekon ve Bozkurt destanlarını hepimiz biliriz. Kürşad ve 40 Türk’ün Çin Sarayı’nı basması da aynı şekilde Türk’ün geçmişte, günümüzde neler yaptığına ve gelecekte yapacağına birer örnek teşkil etmektedir. Ben bunları yazarken gerçekleşen Zeytin Dalı Operasyonu’nda görev alan bütün askerlerimize ve komutanlarımıza da umudumuzun onlarla olduğunu ve daima arkalarında durduğumuzu söylemek isterim. İyi görevler sağ salim dönmeniz dileğiyle…


ANKA TAİ mühendisleri tarafından tasarlanan ve birçok yerli alt yüklenici firmanın da görev aldığı Türk İnsansız Hava Aracı “ANKA” montajı ve üretimi tamamlanarak, 16 Temmuz 2010 tarihinde TAI tesislerinde düzenlenen törenle hangardan çıkmıştır. Hangardan çıktıktan sonra motoru da çalıştırılan ANKA, kendi kategorisinde dünyanın en iyi operatif sistemi olmayı hedeflemektedir. Teknik Özellikler ANKA sistemi temel performans parametreleri aşağıda açıklanmaktadır: Servis irtifası: 30,000ft (ASL) Havada Kalış Süresi: 24 saat Normal Seyir Hızı: >75 kts Çevre şartları: 15kts yan rüzgar, 20 kts baş rüzgarı, sıcaklık, nem, yağmur ve buzlanma limitleri, MIL-HDBK-310 ile tanımlanmıştır. (Veriler TAİ’nin resmi sitesinden alınmıştır.)

BAYRAKTAR TB2 Kendisi ilk yerli üretim İnsansız Hava Aracı ve ilk yerli üretim silahlı İnsanız Hava Aracı ünvanına sahiptir. Türkiye BAYRAKTAR TB2 sayesinde Dünya’da kendi Silahlı İnsanız Hava Aracını üreten 5. Ülke olmuştur. 2014 Haziran ve Ağustos aylarında yaptığı

deneme uçuşlarında 27 bin feet irtifa ve 24 saat 34 dakika havada kalma süresiyle kendi sınıfında dünya rekoru sahibi olan Bayraktar TB2, 12 metre kanat açıklığı ve 650 kg toplam kalkış ağırlığına sahiptir.

(1 Mach = 1226,5 km/saat) Hareket Yarıçapı > 600 nm Azami Kalkış Ağırlığı > 60,000 lb Uzunluk à 19m(60ft) Kanat Açıklığı à 12m(39ft) Kanat Alanı ~ 60m^2 (670 ft^2)

(18 Aralık 2015 Bilgilerine göre)

(Veriler TAİ’nin resmi sitesinden alınmıştır.)

MİLLİ MUHARİP UÇAK

ALTAY Prototip testleri ve kalifikasyon çalışmalarının 2012 yılında tamamlamış ve 2017 yılında seri üretime geçmiş olan Altay Tankı’nın hala birkaç geliştirmesi devam etmektedir. Üretilecek Altay Tankı Güç Grubunun; •V-12 yapısında ve ~26 litre hac-

Türk Silahlı Kuvvetleri ihtiyaçlarını karşılamak üzere başlatılan Milli Muharip Uçak (MMU) Projesi ile Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı envanterinde bulunan ve 2030’lu yıllardan itibaren kademeli olarak devreden çıkartılması düşünülen F-16 uçaklarının yerini alabilecek yurt içi imkân ve kabiliyetler ile tasarlanan modern uçakların üretilmesi amaçlanmaktadır. Motor Takati > 2 x 20,000 Ib Tavan irtifası > 55,000 ft Azami Hız > 2 Mach

minde, •Transmisyon ile birlikte toplam

5,5 metreküplük hacim, •2 adet yüksek basınçlı turbo şarj

ile beslenmesi, •Common-Rail enjeksiyon siste-

minin kullanılması, •5 ileri 3 geri vites geçişine sahip

olması, •Tankın kendi ekseninde her iki

yöne de 360° nokta dönüşüne imkan sağlaması planlanmaktadır. Barışcan KURTKAYA ——————————-brscnkrtky@gmail.com


Öncelikle şu “Evrim yalnızca bir teori, daha ispatlanmadı yani kanun değil ki” kargaşasına birlikte son verelim. Evrimi anlamak istiyorsanız öncelikle kanun ve teorinin ne olduğunu araştırmanız gerekli. Bilimsel çalışmalarda ‘teori’ kelimesi hiçbir zaman toplum içerisinde kullanılan ‘teori’ kelimesi ile aynı anlamda değildir. Evrim bir teoridir ve teori olarak kalacaktır, çünkü hiçbir bilimsel açıklama, kütle çekimi gibi, görelilik gibi, hücre yapısına yönelik açıklamalar gibi, Evrim teorisi de kanun olamaz. Evrim Teorisi’nin bir kuram olması, onun ispatlanmamış, eksik, zayıf yönleri olduğu anlamına gelmez. Tam tersine Evrim Kuramı, 150 yıllık kuramsal tarihi, 2000 yıllık fikirsel tarihi ile bilimin gördüğü en güçlü, en az hasar görmüş, en çok sayıda bilim insanı tarafından geliştirilmiş ve geliştirilmekte olan teorilerden biridir. Şimdi yavaştan konumuza dönelim. Evrimle ilgili olan, olmayan

herkesin yakından tanıdığı bir sorudur bu. “İnsanlar maymundan geliyorsa, şimdiki maymunlar neden insan olmuyor?” Bu konuya daha sonra tekrar geleceğiz ama öncelikle evrimin ne olduğuna birlikte tekrar bakalım. Evrim Teorisi Nedir? Biyolojide Evrim Teorisi bize, Dünyada yaşamın tam olarak nasıl başladığını açıklamaz. Ancak, bir defa başladıktan sonra, yaşamın şu anda ve fosil kayıtlarında gördüğümüz inanılmaz formlara nasıl çeşitlendiğini gayet net açıklar. İşte bugün modern bilimde, canlıların kendi ömürleri içerisindeki değişimlerine gelişim (ontojenik değişimler), nesiller içerisinde gerçekleşen değişimlere ise evrim (filogenetik değişimler) diyoruz. Yani yukarıda söz ettiğim terminoloji dahilinde bakıldığında evrim, doğa yasası/ gerçeğidir ve “Ne” sorusunun cevabıdır: “Canlılar nesiller içerisinde değişmektedir.” Bu gerçek,

Evren’in temel dokusu değişmedikçe, Dünya kütle çekimi etkisi altında dönmeyi sürdürdükçe, varlıklar üzerine mutlaka etki edecektir. Eğer bir bölgede bildiğimiz veya bilmediğimiz bir canlılık varsa, zaman içerisinde mutlaka değişecektir. Az ya da çok… Dolayısıyla, “Evrim’i çürütmek’’ havada bırakacağınız herhangi bir meşrubat kutusunun normal şartlar altında yere doğru hareket edeceği gerçeğini çürütmek gibidir. Yapılabilirse ne ala… Evrim kuramı bu açıdan bakıldığında, bilim tarihinin gördüğü en güçlü teorilerden biridir. Yani Evrim ile Evrim Kuramı aynı şey değildir! Evrim, canlıların değiştiği gerçeğini ortaya koyan, “ne” sorusunun cevabı olan bir doğa gerçeğidir. Evrim Kuramı ise, bu doğa yasasının nasıl işlediğine ve canlıların “neden” evrim geçirdiklerine yönelik açıklamalar bütünüdür.


Evrimsel süreç içerisinde bütün canlılar tek bir atadan dallanarak evrimleşmişlerdir. Her yeni türün farklı popülasyonları, nesiller içerisinde, daha fazla sayıda türün evrimine neden olmuştur. Var olan ve var olmuş bütün türlerin birbirleriyle farklı seviyelerde akrabalık ilişkisi bulunmaktadır. Tıpkı kardeşlerinizi, anne-babanızı, amcanızı, halanızı, kuzenlerinizi içeren aile ağaçlarını çıkarıp, bunların birbirinden farklı uzaklıktaki akrabalık ilişkilerini tek bir ağaç üzerinde ifade edebilmeniz gibi, türleri de birbirinden farklı uzaklıklarda akrabalık ilişkilerine göre bir ağaç üzerine yerleştirmeni mümkündür. İlkine “Soy Ağacı” deriz. İkincisine ise “Evrim Ağacı”. Bu evrim ağaçlarını takip ederek türlerin birbirleri ile olan ilişkisini tespit etmeniz mümkündür. Örneğin insanlar ve en yakın akrabalarının Evrim Ağacı’nı şöyle verebiliriz:

Görüldüğü gibi biz Homo Sapiens olarak, en sağ taraftayız. En yakın akrabalarımız arasında Homo Habilis, Homo Erectus, Homo Neanderthalensis gibi türler yer almaktadır. Homo cinsi içerisindeki türlerden sonra, bize en yakın olan türler ağaç üzerinde sırayla, sağdan sola verilmiştir: Ardipithecus, Australopithecus ve Kenyanthropus gibi cinsler insan değildir ama insansı türlerdir. Uzun lafın kısası, farklı türler arasındaki evrimsel ilişkiyi bir evrim ağacı figürüne bakarak anlayabilirsiniz. Geriye doğru gittikçe, bu türlerin analizleri birbirine benzer olur ve sonunda tek bir ortak atada buluşurlar. İnsan türü olarak, kendimizi diğer

hayvanlardan ve maymunlardan dışlamaya çalışmanın bir anlamı yok. İnsanı bilimsel olarak tanımlamak gerekirse, şöyle bir tanım yapılabilir: Modern insanlar (Homo Sapiens türü), ökaryotlar (Eukarya) içerisinde yer alan, hayvanlar alemi (Animalia) içerisinde bulunan, gerçek dokulular (Eumetazoa) alt aleminin, çift yanlı simetrikler (Bilateria) kladının, ikincil ağızlılar (Deuterostomia) üst şubesinin, kordalılar (Chordata) şubesinin, omurgalılar (Vertebrata) alt şubesinin, gerçek çeneliler (Gnathostomata) infra şubesinin, dört üyeliler (Tetrapoda) üst sınıfının, memeliler (Mammalia) sınıfının, doğuran memeliler (Theriiformes) alt sınıfının, primatlar (Primata) takımının, kuru burunlu primatlar (Haplorrhini) alt takımının, maymunlar (Simiifromes) infratakımının, kuyruksuz maymunlar (Hominoidae) üst ailesinin, büyük kuyruksuz maymunlar (Hominidae) ailesinin, insanların (Homo cinsinin) içerisinde yer alan canlılar. Homo cinsi içerisinde tanımlanmış türlerin hepsi insandır; biz tek insan türü değiliz. Ancak bizler, hayatta kalmış son insan türüyüz. Türümüzün maymunlardan gelmesine tepki göstermekteyiz; ancak memeliler olduğumuz konusunda pek bir sıkıntı yok gibi. Bunun tek sebebi, “maymun” kelimesinin argolaştırılmasıdır. İnsanlar, duygularının kırılmasının veya sözcüklerden rahatsız olmalarının gerçekleri değiştirmeyeceğini anlamalıdır. Peki İnsan Bir Maymun Türü İse, Diğer Maymun Türleri Neden İnsan Olmuyor? İlk olarak, bilmeniz ve hatırlamanız gereken nokta şudur: İnsan ‘günümüzdeki’ hiçbir maymundan gelmemektedir. Hiçbir bilim insanı bunu iddia etmemiştir, etmeyecektir. Böyle bir düşünce komik olmanın dışında Evrim Kuramı’yla, dolayısıyla biyoloji ile dolayısıyla da bilimle çelişmekte-

Kaynakça: Evrim kuramı ve mekanizmaları, Çağrı Mert Bakırcı(2013) Ataların Hikayesi, Richard Dawkins(2004) Türlerin Kökeni, Charles Darwin Evrimağacı.org

dir. Çünkü maymunlar bizden daha az “modern” olan canlılar değillerdir. Şu anda var olan bütün canlılar moderndir ve hiçbiri, bir diğerinden meydana gelmemiştir, gelmeyecektir. Modern türler birbirlerinden evrimleşmezler, sadece ortak ataya sahiptirler. Peki, maymunlar neden insana evrimleşmemektedirler, buna bir miktar cevap verdik. Biraz daha irdeleyelim: Neden evrimleşsinler ki? İnsana evrimleşmek veya insan özelliklerini kazanmak evrimsel açıdan ekstra bir avantaj mı sağlamaktadır? İnsanlar, bir şempanze gibi ağaca tırmanabilir mi? Kaç tane insan, saatte onlarca kilometre hızla bir ağaçtan diğerine sıçrayarak avcıdan kaçabilir? Kaç tane insan, orman dokusunda bir maymun kadar iyi saklanabilir? Bunların cevabı açıktır; neredeyse hiçbiri. İnsana evrimleşmek, evrimin nihai bir amacı değildir. Böyle görüldüğü müddetçe, tüm canlıların yöneldiği noktanın insan olduğu yanılgısına düşülür.

Dolayısıyla, hiçbir maymun insana evrimleşmez, evrimleşmeyecektir. İnsan bir türdür, diğer modern maymunlar başka türlerdir ve birinin diğerine evrimleşmesini sormak, bilimsel bir soru dahi değildir. Çünkü evrim kuramının anlaşılmadığını gösterir. Evrimsel biyolojide aynı çağda yaşayan modern türler birbirlerine evrimleşmezler! Umarım net olmuştur, bu sorunun tamamen ve sonsuza kadar cevaplanmasını sağlamıştır.

Mehmet HAMURLUOĞLU ——————————-mehmethamurluogluu@hotmail.com


Hepimizin ufak yaşlardayken cips paketlerinden çıkan tasoları olmuştur değil mi? Hani şu sağdan ve soldan bakınca parlayan ufak yuvarlak şeyler. Onlarda bile bir teknolojinin yattığını hiç düşünmüş müydünüz? Bu teknolojinin adı "Hologram Teknolojisi". Hologram dendiğinde aklınıza daha havalı şeyler geldiğinin farkındayım. Özellikle "Iron Man" serisinde gördüğümüz o masmavi, tüm odayı kaplayan ve dokunmatik olan şekillerden sonra. Nite-

kim bunu gerçekten yapmaya uğraşanlar var, ona sonra değineceğiz. Öncelikle hologram nedir onunla başlayalım isterseniz. Hologram, lazer ışın dalgalarının, pozitif karışım ile oluşturduğu üç boyutlu görüntüye denir. Kısaca holograma herhangi bir nesnenin lazer fotoğrafı da diyebiliriz. Nesneyi yaklaşık bir saniye 250 milyon milivoltluk lazere maruz bırak-

Kaynakça: Webtekno.com bilgiustam.com elektronikhobi.net

teknolojioku.com forneo.net

tığımızda lazer fotoğrafını kısmen çekmiş oluyoruz. Devamıysa bildiğimiz fotoğraf sektöründeki film banyo işlemi gibi. Hologramı tanıdığımıza göre şimdi de biraz kullanım alanlarından bahsedelim. Aslında tasolardaki o değişen resimler şu anda iyice hayatımıza girmiş durumda. Neredeyse her marka ürününün taklit edilmesini önlemek için, ürünlerinin üstüne hologramlar basıyor.

Böylelikle ürününün orijinalliğini kaybetmesini önlüyor. Üstelik maliyeti de öyle düşündüğünüz kadar fazla değil. Ben size şu anda kibrit kutusuna bile hologram basılıyor diyeyim, maliyetini siz düşünün. Sadece markalarda değil, şu anda cüzdanınızda bulunan her kartta neredeyse hologram bulunmakta. Kimliğinizde, kredi kartlarınızda neredeyse her yerde. Peki sadece bu kadar mı kullanım alanları? Tabii ki değil. Hani bahsetmiştik ya Iron Man serisindeki o mavi şekillerden veya Star Wars serisindeki telefon gibi sürekli birbirlerini aradıklarında masanın ortasında beliren görüntülerden. Onun aynısını şu anda Japonya'da Tsukaba Üniversitesi'nde

geliştirmeye çalışıyorlar. Açıklamalarını direk aktarmam gerekirse, "Belli bir noktaya odaklanan lazerlerin enerjisi, havayı iyonize etmeyi başarıyor ve oluşan plazmatik noktalar görüntüyü ortaya çıkarıyor. ''Peri Işıkları'' olarak adlandırılan bu hologramlara dokunan kişilerin karşılaştıkları his zımpara kağıdına dokunmayla benzerlik göstermekte." Tamamen yeni teknoloji lazerlerin hayatımıza yavaş yavaş girmesiyle beraber hologramlar da bundan nasibini alıyor. Nasıl mı? Aynen şöyle, hologramlar sayesinde insanlar yerinden ayrılmadan toplantılara katılabilecek, sunum yapabilecek hatta hologramlar, mitinglerde kullanılabilecek diyorlar. Yani kısacası hologramın kullanım alanları sınırsız, yani diyeceğim o ki bu yepyeni teknolojiyle ne yapacağınız konusu tamamen size ve hayal gücünüze kalmış.

Atakan EKİNCİ ——————————-atakane70@gmail.com


DÜNYANIN 1001

GİZEMİ İnsanlarımızın çok sık kullandığı bir söz vardır, o da; ‘’Dünyanın binbir türlü hali var.’’ Bu sözün söylenmesini gerçekten çok haklı buluyorum; çünkü dünyamız geçmiş yıllardan bugünlere kadar uzanan, hatta ne için oluşturuldukları çözülemeyen onlarca gizli yapı barındırıyor. Bu konu üzerinde düşündüğümüz zaman hep

aklımıza piramitler veya Stonehenge gibi esrarengiz yapılar gelmektedir. Bu yazımda sizlere Dünyanın en gizemli üç yapısını paylaşmak istiyorum. Moai Heykeller Moai Heykeller, Büyük Okyanus'ta, Şili'nin 3703 km. Batısındaki Paskalya Adası'nda bulunan som taştan yapılmış, devâsa heykellerdir. Heykelleri 1722’de adaya ayak basan ilk Avrupalı Carl Friedrich Behrens keşfetmiştir. Medeniyetten uzak olan bu adanın etrafını saran 888 heykelin

bazıları bir platform üzerinde ayakta dururken, diğerleri toprağa gömülü şekilde bekliyor. Bu heykellerin her birinin ağırlığı 70 ila 80 ton arasında değişiyor. Bu bölgede bolca heykellerin üzerine işlenmiş kuş figürleri ve kökeni bilinmeyen yazı dilli tabletler bulunmuştur. Bu yüzden yerliler burayı kuş adamların ülkesi diye adlandırmışlardır. Heykellerin en dikkat çekici yanı ise başlarının üzerinde bulunan kırmızı şapkalarıdır. Bu heykellerin nasıl konulduğu, ne için yapıldığı ve neden bu yapıların yapımının yarıda bırakılıp bu bölgeden uzaklaşıldığı hala tartışma konusu. Nazca Çizgileri

Nazca Çizgileri, Güney Peru’daki Nazca Çölü’nde çeşitli geometrik şekilleri yere çizilen kilometrelerce uzunlukta olan çizgilerdir. Çizgilerin çizildiği ya da kazındığı zemin, demiroksitin gri rengini kazandırdığı çakıllarla kaplıdır. Sinekkuşu, maymun, örümcek vb. biçimler çok büyük olduğu için yerden bakıldığında anlaşılmaz, ancak çok yüksekten bakıldığında görülebilir. İlk Nazca çizgisi 1926'da keşfedilmiştir. Bunları kimin, ne zaman çizdiği bilinmemekle birlikte, 12. Yüzyıldan da eski oldukları kesindir. Bazılarının takvim ya da gökbilimle ilişkili olduğu, bazılarının Mert UĞURLU ——————————-atakane70@gmail.com

ise doğa ayinlerinin bir parçası olarak yapıldığı sanılmaktaysa da, ne amaçla yapıldıkları hakkında kesin bir veri elde edilememiştir. Bölgenin aşırı kurak iklimi, bu çizgilerin bugüne değin bozulmadan kalmasına yardımcı olmuştur. Yonaguni Piramidi

Yonaguni Piramidi, Japonya’nın Güney Kıyısı’nda, okyanusun dibinde bulunan ve yaklaşık 10 bin yaşında olduğu düşünülen bir yapıdır. 1985 yılında Kihachiro Aratake adında bir dalma tur operatörü tarafından keşfedilmiştir. Bu yapının doğal şartlarda oluştuğuna ait bazı kanıtlar olsa da, üzerinde bulunan düzgün, keskin hatlar ve şekiller bir insan eseri olduğunu kanıtlama niteliğindedir. 50 m uzunluğuna, 20 m genişliğine ve 20 m yüksekliğe sahip olan piramit, dünyanın en eski yapılarından birisidir. Bu eski yapının, buzul çağından sonra buzulların erimesi sonucu sular altında kalmış bir antik uygarlık kalıntısı olabileceği düşünülüyor.


KUANTUM

Kuantum bilgisayar, 1980’li yıllarda matematikçi Manin tarafından dile getirilmiş ve ardından ünlü fizikçi Richard Feynman tarafından da desteklenmiştir. Kuantum bilgisayar şu anda kullanmakta olduğumuz bilgisayar gibi klasik fizik esaslı değil Heisenberg Belirsizlik İlkesi esaslıdır. Heisenberg Belirsizlik İlkesi, kuantum fiziğinde bir parçacığın konumunu ve hızını aynı anda öğrenemeyeceğimizi söyler. Çift yarık deneyinde ekrana gönderdiğimiz parçacıkları ilk olarak yarıklardan birini açtığımızda ekranda tek bir çizgi halinde bulabiliyoruz ama iki yarık birden açıkken fotonları yollarsak bu sefer iki çizgi değil bir dalga girişimi bulunacaktır. Bu fotonları gözlemlediğimizde ise bu sefer parçacıkların etkileşmesine müdahale ettiğimiz için çift çizgi oluşacaktır.

Günümüzde kullandığımız bilgisayarlar, bitler üzerinde 0 ve 1 kullanırken bu durum kuantum bilgisayarlar için de benzerdir. Kuantum bilgisayarlarda, klasik bilgisayarlardan farklı olarak, 0 ve 1 yerine terminolojik olarak qubit (quantum bit) kullanılır. Kuantum bilgisayarlarda bu sefer kuantum fiziğinin getirmiş olduğu etkiden dolayı aynı anda 0 ve 1’de olurken ikisi arasında 0,35 (süperpozisyonlar) gibi değerleri de kullanır. Klasik bir bilgisayarda bitler fiziksel olarak gösterilebilmektedir. Kuantum bilgisayarda bunların yerini elektronların spin, ışığın farklı polarizasyonlarını veya bir atomun enerji seviyesini kullanabilir. Süperpozisyon ilkesini kullanılacak olan qubitler bundan dolayı 0 ve 1 arasında da değerler alabilir.

Kedinizle birlikte bir labirentte kaldığınızı hayal edin. Buradan çıkabilmeniz için bütün ihtimalleri değerlendirmeniz lazım. Aslında şu an kullandığımız bilgisayarların da yapmakta olduğu budur ama işlemleri oldukça hızlı yaptığı için biz bu sıralamayı fark etmeyiz ve aynı anda yaptığını düşünürüz. Fakat kuantum bilgisayarlar belirsizliğin getirmiş olduğu nimetleri kullanarak bütün ihtimalleri aynı anda dener ve çıkış yolunu çok kısa sürede bulabilir.Elektron spinleri ile bir işlem yaptığımızı düşünelim. Spin; sağ, sol, yukarı, aşağı, ön, arka veya bunların dışında bir yönde gösterebilir. Bu da spinin sonsuz farklı durumda bulunmasını sağlar fakat kuantum fiziğine göre spin doğrultusunu iki yüzeyli olarak ele almamız gerekiyor.


BİLGİSAYARLAR Bunun sebebi ise spinin yönünü belirlemek için yapılan her ölçümün sadece iki olası değer veriyor olması. Ölçüm yapılırken öncelikle uzayda bir doğrultu seçilir ve ölçüm sonucu olarak spinin seçilen doğrultunun yönünde ya da bu yöne zıt yönde olduğu bulunur. Kuantum fiziğine göre diğer tüm olası spin doğrultuları deneyde bulunabilen bu iki özel durumun üst üste gelmesi (süperpozisyon) ile oluşur. Yukarı -Aşağı bir doğrultuda ölçüm yaptığımızı düşünelim. Yukarı yönelmiş bir spine “1” ve aşağı doğru yönelmiş spine de “0” diyelim. Spin, bu durumların ikisi dışındaki diğer bütün hallerde de bulunabilir. Yani bir spin hem “0” hem de “1” durumunda bulunabilir. Böyle bir spinde yapacağımız her ölçüm belli bir olasılıkla ya “0” ya da “1” değerini verecektir. Eğer spin sağa ya da sola doğru yönelmiş ise %50 olasılıkla “1” ve yine %50 olasılıkla “0” değerini buluruz. Bellekte 3300 sağa doğru yönelmiş elektron spini (kubit) varsa bu, yine eşit olasılıkla, bine kadar rakamı olan bütün sayıların aynı anda bellekte olması demek. Halbuki yukarıda söylediğimiz gibi aynı miktarda bit (3300 bit) bu sayılardan sadece birini saklayabilir. Bu kadar çok sayının bu kadar küçük bir fiziksel kaynağa sığması kuantum bilgisayarın klasik bilgisayardan ne kadar güçlü olabileceğinin bir göstergesidir. Aslında kuantum bilgisayarın bize verdiği sonuç olasılıklardır. Kuantum fiziğinde bulunan ihtimaller ise kesinlikle doğru ihtimallerdir ve bunların değişme şansı yoktur. Bu da kuantum fiziğinin deterministçi olmasından kaynaklanır.

Kaynakça: cangurses.wordpress.com katihal.sakarya.edu.tr

Ayrıca şu anda güvenlik sistemlerinde kullanılan şifreleme sistemi iki asal sayının çarpımından oluşmaktadır. Örneğin; elimizde a ve b asal sayıları ve bu iki asal sayının çarpımı olan X var. X = a.b ve X < 1 durumunda, X = 6 ise a = 2 ve b = 3’tür (tersi de olabilir). Fakat X’in büyük bir değer aldığı durumlarda -örneğin 300 basamaklı iki asal çarpandan oluşmuşsa- X’i çarpanlarına ayırmak oldukça zordur. Bu zorluk klasik bilgisayarların işlem yetersizliğinden kaynaklanmaktadır ve bankalar ve online alışveriş siteleri bu matematiksel yetersizliği kullanarak bilgilerimizi korumaktadırlar. Kuantum bilgisayarları üzerine çalışma yapan Peter Shor, kuantum bilgisayarların büyük asal sayıları çarpanlarına ayırabileceğini gösterdi ve 250 basamaklı bir asal sayıyı Shor algoritması kullanılarak 2 gün içinde çözmüştür. Stanford Üniversitesinde bir grup araştırmacı, 24 atomluk molekül-

den oluşan 7 qubitlik kuantum bilgisayarı ile 15 sayısını asal çarpanlarına ayırdı. Bu çalışmalar hem ileriye umut ışığı tutmakta hem de kullandığımız matematiğin kuantum dünyasında da işlediğini göstermekte. Örneğin 1 milyon verinin olduğu bir tabloda arama yaptığınızı düşünün. Klasik bilgisayarlar bu işlemi yapmak için 500.000 karşılaştırma yapmak zorunda ama araştırmacı Lov Grover’in kendi geliştirdiği algoritma ile kuantum bilgisayarlar tarafından 1000 karşılaştırma ile çözülmüştür. Şimdi bu işlemci gücünü yapay zeka ile birleştirdiğimizi düşünün. Örneğin; Alphago Zero bu tip bir bilgisayar ile çalıştırılınca saniyede milyonlarca kez oyunu oynuyorsa şimdi trilyonları bulabilecek veya büyük veri kullanılarak gözümüzün önünde olan ama fark edemediğimiz karanlık bilgilerin de ortaya çıkmasını çok rahat bir şekilde sağlayacaktır.

Furkan ÇELİK ——————————-furkancellik.58@gmail.com


FARADAY KAFESI Elektriğin, manyetizmanın ve ışığın gizemlerini açıklayıp bir de kütle çekimle süsleyen deha. Günümüzde kullanılan iletişim araçlarının çalışma prensibinden tutun da elektrik enerjisi ve mekanik enerjinin birbirine dönüştürülebilmesi, adını mucidinden alan elektrik soğurucu (koruyucu) kafese kadar birçok buluşa imza atmıştır. Çocuklara bilimin gizemini aşılamaktan tutun da anlatmakla bitmeyecek çalışmaları olan bu bilim insanının en belirgin özelliği bitmek bilmeyen merakı ve bu merakı gidermek için gösterdiği azimdir.

Bir bilim insanı olmak kesinlikle kolay değildir. Tıpkı sanata aşık olan sanatçı gibi bilime de aşık olmanız gerekir. Onu icra etmeniz için aklınızı karıştıracak etmenler elbette var olacaktır örneğin yoksulluğun ve açlığın olmadığı durumlarda sanatınızı veya biliminizi üretmeniz daha kolay olacaktır. Antik Yunanda gördüğümüz gibi şu anki gelişmişlik seviyemize doğrudan etkisi olan birçok alim ve felsefeci ortaya çıkmıştır bunun temel sebebi bu insanların açıkça karınlarının tok olmasıdır yani onları tehdit eden bir hayatta kalma sorunu bulunmamasıdır. Dolayısıyla Michael Faraday gibi yoksul bir ailenin çocuğu olup da böylesine işler başarmak onun ne kadar büyük bir bilimci olduğunu gösterir.

Kaynakça: Leonard Mlodinov ve Stephen Hawking

Michael Faraday çocukluğunda resmi bir eğitim alamamış ve dolayısıyla erken yaşta çocuk işçi olarak çalışmak zorunda kalmıştır. Tıpkı Einstein gibi bilgiye doğrudan ulaşabileceği bir işte çalışması içindeki bilim merakını körüklemiştir. Bir kitapçıda basılan kitapları ciltlemek üzere işe başlamış ve burada çalıştığı yıllar boyunca boş vakitlerinde bu kitapları okumuş, ucuz ve basit deneylerle bilim (özellikle elektrik) hakkında bilgi ve fikir sahibi olmuştur. Döneminin ünlü kimyageri Humphrey Davy’nin laboratuvarında asistan olarak işe başlamaya hak kazanmıştır. Ömrünün kalan 45 yılını burada geçirmiş ve Dayn’nin ölümünden sonra onun yerine geçmiştir. Asistanken ve terfi ettikten sonraki süre zarfında bilim camiası tarafından tanınmış ve çalışmaları takdirle karşılanmıştır. Faradayın en büyük entelektüel keşiflerinden biri kuvvet alanlarıdır. Newton’dan Faraday’a süre gelen fiziğin en büyük gizemlerinden biri; fizik yasalarının, kuvvetlerin etkileşim içindeki nesneleri ayıran boşlukta haraket etmesiydi. Faraday’a göre bir nesnenin hareket etmesi için ona temas eden bir şey olmalıydı ve elektrik yükleri ile mıknatıslar arasındaki boşluğun görünmez tüplerle çevrili olduğunu, bu kuvveti onların meydana getirdiğini hayal etti. Faraday bu tüplere kuvvet alanları adını verdi. Kuvvet alanlarını görebilmenin en iyi yolu mıknatıs üzerine konulan camın üzerine demir tozu dökmektir. Cama hafifçe dokunulduğunda manyetik alanın oluşturduğu görünmez desen belirecektir. Ancak elektromanyetizma bu dönem boyunca deneylerle sınırlı kalıyor ve bilim camia-

sı tarafından matematiksel denklemleri olmayan bu fenomen, bir bilim teşkil etmiyordu. Matematiksel denklemlere ihtiyacı olan Faraday’ın ise hiçbir zaman matematik öğrenememiş olması bu durumu bir hayli zorlaştırıyordu ve yardıma ihtiyacı vardı.

Zengin bir ailenin çocuğu olan ve henüz 20 yaşında olup adını matematikle duyuran James Clerk Maxwell de durumun farkındaydı. Faraday’ın bütün makalelerini okuyup matematiksel formül üretmek üzere kolları sıvadı. Sonuç, elektrik ve manyetik kuvvetleri aynı fiziksel varlığın, elektromanyetik alanın tezahürü olarak tanımlayan bir dizi denklem oldu. Maxwell elektriği ve manyetizmayı tek bir kuvvet içinde birleştirdi. Dahası, elektro manyetik alanın uzayda bir dalga olarak yayıldığını gösterdi. Dalganın yayılma hızını ölçtüğünde, o zamanlar deneysel ölçüden %1 lik hata payıyla bilinen ışık hızına eşit olduğunu gördü ve bu onu şaşırttı. Işığın kendisinin bir elektromanyetik dalga olduğunu keşfetmişti!

Haşim KURT ——————————-hasimkurt02@gmail.com




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.