Gaia Dergi Sayı: 6 | Aralık 2015

Page 1

Sürdürülebİlİr yaşam dergİsİ

SayI: 6

Aralık 2015

TÜRKIYE’NIN 2015’INDE KADIN, HAYVAN, TOPLUM VE HES Fiyatı: 8 TL

gaiadergi.com

9 772149 494002

ISSN:2149-4940


ETKİ YARATIYORUZ

Editörden

İmtiyaz Sahibi Adem Aykanat, adem@gaiadergi.com

Genel Yayın Yönetmeni Burak Avşar, burak@gaiadergi.com

Sorumlu Yazı İşleri Gamzegül Kızılcık, gamze@gaiadergi.com

Editör Yeşim Özbirinci, yesim@gaiadergi.com Merhaba,

Tasarım

2015’in son sayısı ile selamlıyorum sizleri. Bu kadar acı dolu geçen bir senenin sonunda insan ne diyeceğini bilemiyor. Her gün ölüyoruz. Öldürülüyoruz. Korkunç bir haberle gündemimiz değişiyor çok çabuk. Bu ülkede her şeyin yolunda gitmesi nasıl bir his bilmiyorum. Aynı zamanda her şeyin yolunda gitme düşüncesi de korkunç geliyor. Sizce de öyle mi? Kaosu normalleştirmişiz. İçselleştirmişiz karanlığı bünyelerimizde. 2016’dan iyi dilekler beklememeliyiz çünkü toplum olarak tüm hakkımızı tükettik. Artık ses çıkarma zamanı… Kaosun yarattığı boşlukta sürüklenmemek, nefes alabilmek, hayvanların bir mal değil insanlar gibi eşit birey olduklarını anlatabilmek için… Ses çıkarma zamanı. Düzenin bozuk insanlarından biri olmayı reddediyorum.

Sürdürülebİlİr Yaşam Dergİsİ gaia, Reklam ve TanItIm Projelerİnİz İçİn Dİjİtal ve Matbû SayfalarInI İşbİrlİğİnİze AçIyor!  | partner@gaiadergi.com

Kim bilir belki 2016 sizler için de bazı konularda farklı adım atacağınız bir yıl olacaktır. Belki de 2016 sizin de ses çıkartacağınız yeni bir dönem olacaktır.

Sasun Bazaryan, sasun@gaiadergi.com

Kapak İllüstrasyonu Kadir M. Ersoy, kadirmersoy@hotmail.com

Katkıda Bulunanlar Eda Serttürk, Emrah Oprukcu, Engin Düz, Esra Aydın, Esra Çelik, Gökçen Taner, Kadir M. Ersoy, Neslihan Durateymur, Pelin Aydın, Ruken Zilan, Sibel Yükler, Utku Erinç Yeğenoğlu

Teşekkürler Kaos GL, Hasan Bora Ayan

Reklam ve İletişim partner@gaiadergi.com

Basım Yeri Azim Matbaacılık, Büyük Sanayi 1. Cad. Alibey İşhanı No: 99/33 İskitler ANKARA

Adres

Dostluklar…

Yeşim Özbirinci

GMK Bulvarı, Neyzen Tevfik Sk. No: 26 D:12 PK: 06570 Maltepe Çankaya ANKARA 0532 755 87 89

ISSN 2149-4940

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 1


42

14

Bölümler 14 Gezici Festival 21. Yolculuğunda

Türkiye’de sinemaya dair atılan en büyük adımlardan biri olan Gezici Festival, bu sene 21’inci yolculuğuna başladı.

18 2015 Bilim Takvimi

2015 yılı içinde bilimde sürdürülebilir yaşam adına da büyük başarılara imzalar atıldı.

22 Mücadelenin gökkuşağı KAOS GL 21 yaşında (Röportaj)

22

30 Sınır Tanımayan Doktorlar

Organizasyonlar, vakıflar, yardım kuruluşları sıkı sıkıya bağlanmış bir şekilde dünya barışını tesis etmeye çalışıyor. Bunlardan bir tanesi de Sınır Tanımayan Doktorlar.

36 Gelecekte Yaşanacak Bir Dünya Nasıl Kurgulanır?

18

84

Bir gelecek var. Fakat günümüz bilgisiyle ner esindeyiz, nasıl değişir veya nereye gider bilinmesi mümkün değil.

42 Türkiye’nin 2015’inde Kadın, Hayvan, Toplum ve HES

88 36

30

Her biten sene, üzüntüler ve mutluluklar ile bir likte düşündürür insanı.

72 Suskun dostlarımız hayvanlar ve 2015 karnemiz

“Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hay vanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir.”

84 Aşklarının Gölgesinde Nazım Hikmet ve Bir Aşk Şiiri

“Bugün Avrupa’da tanınan bir tek şairimiz var: Nazım Hikmet. O da, bize rağmen tanınıyor. Biz ‘aman kimse duymasın!’ diyoruz ama fay dası yok: Duymuşlar.”

88 Tek kaynağı insan olan tedavi aracı: Kan

72 2 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

78

Türk Kızılayı’na ve hastanelere yeterli kan bağı şı yapılmıyor, toplumsal olaylarda gösterilen duyarlılık sıradan bir günde gösterilmiyor.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 3


Doğanın ve yaşamın renklerini Gaia Dergi’nin gözünden takip edin! İnternet sayfamızı ziyaret ederek abonelik sayfası üzerinden dergimize abone olabilirsiniz.

Gaia Dergi’yi sosyal medya üzerinden takip edebilirsiniz! /dergigaia

@gaiadergi

@gaiadergi

www.gaiadergi.com

/gaiadergi


Hayvan

DEĞİŞİMİ TASARLIYORUZ gaia

Sürdürülebİlİr Yaşam Dergİsİ , Reklam ve TanItIm Projelerİnİz İçİn Dİjİtal ve Matbû SayfalarInI İşbİrlİğİnİze AçIyor! | partner@gaiadergi.com

Atlantik kıyısında bir mavi ejderha Kasım ayında dünya gündemine gelen Glaucus atlanticus diğer adıyla mavi ejderha, Avustralya’nın sahillerinde görülmesiyle bilim insanları arasında büyük bir heyecan yarattı.

B

u küçük mavi dostumuz, sıklıkla karşılaşılan bir tür değil. Pokemon’dan çıkma görüntüsü ile pek çok insanın kalbini fetheden mavi ejderha, Glaucidae familyasına bağlı bir deniz salyangozu türü. 3 cm’e kadar uzayabilen boyu ile dünyanın bütün okyanuslarında ve ılıman tropikal sularda görülür. Biyolojik yapısının elverişi ile suyun üst kısmından en dibine kadar yüzebilir.

6 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Mavi ejderhanın şirin görüntüsünün altında tehlikeli bir yamyamlık özelliği de bulunur. Kendi türünün diğer bireyleri ile beslenme özelliği gösteren bu deniz salyangozu türü, karnındaki gaz keseleriyle suyun üzerinde çok rahat bir şekilde durabilir. Bilim insanları ejderhanın bu hareketinin kendinden mi olduğunu yoksa rüzgârla mı sağlandığını hâlâ tartışmaktadır.

Diğer deniz salyangozlarında olduğu gibi Glaucus atlanticus da hermafrodittir, yani erkek ve dişi çiftleşme organlarının her ikisini de taşır. İlginç özelliklerinden bir diğeri de avının vücudunda bulunan zehri, kendi vücudunda depolayabilmesi, ayrıca boyutunun yaklaşık 10 katı kadar denizanasını yiyebilmesidir.


Yeşil Kitaplık

Küba’da Sürdürülebilir Kent Tarımı Sovyetlerin dağılmasının ardından, o güne kadar endüstriyel tarım yaparak, ürettiklerini bloğa satan ve karşılığında petrol ve yan ürünlerini alan Küba, alışılmadık bir meseleyle karşı karşıya kaldı; petrolsüzlük. Artık ne tarlalarını sürecek ne de ürünlerini şehirlere taşıyacak petrolü kalmamıştı. Küba’da Sürdürülebilir Kent Tarımı, gıda krizinin nasıl fırsata dönüştürüldüğünü anlatıyor. Petrolsüzlük öyle bir gelecek ki pek yakında fakirlerinden başlayarak sırasıyla bütün dünya ülkelerinin yüzleşeceği bir dönüşümü ifade edecek.

Küba, çok çeşitli konularda dünyanın ilgisini çeken bir ülke. Elinizdeki kitap, sıradışı bir konuda inceleme yapıyor; Küba’da Sürdürülebilir Kent Tarımı. Küba halkı 20 yılı aşkın bir süredir yiyeceğini ekolojik yöntemlerle kent bahçelerinden sağlıyor.

8 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Küba’da Sürdürülebilir Kent Tarımı, sadece kent tarımı anlatmıyor. Devrim öncesi, devrim ve COMECON’un çöküşüne giden yıllar ve sonrası, yönetiminden kurumlarına hatta dış ilişkilerine kadar satır aralarında, çarpıcı örneklerle anlatılıyor. Castro kardeşlerden Che’ye, Küba Devrimi’nin efsanevi kahramanları, somut yapıp ettikleriyle örneklerde yer alıyor.

PARTNERLERİMİZİ ARIYORUZ

Öte yandan, kooperatif deneyimlerinin, sağlıklı bir işleyişle nasıl başarılı olabileceğini, verimliliğinin yollarını ve işçilerin yatay bir formülde örgütlendiğinde neler başarabilecekleri şaşırtıcı bir şekilde gösteriliyor. Kitabın öğretici metinlerinden biri de, kent bahçeciliği ve eğitim sistemi arasında kurulan entegrasyonun faydaları. Yazar Sinan Kunt ABD’de yaşayan ve öğretim üyeliğine Dickinson Collage’de devam eden bir akademisyen. Buna rağmen gayet objektif bir şekilde ABD’nin uyguladığı ambargo başta olmak üzere çeşitli Küba politikalarını eleştiriyor. Küba’daki kent bahçelerini yaptığı pek çok seyahatle yerinde gözlemliyor ve röportajlar yapıyor. Küba’ya seyahat planlıyorsanız, elinizdeki kitap size ziyaret edeceğiniz kent bahçeleri örnekleri sunuyor, yönetici isimleri ve bulundukları belediyelerle birlikte.

Sürdürülebİlİr Yaşam Dergİsİ gaia, Reklam ve TanItIm Projelerİnİz İçİn Dİjİtal ve Matbû SayfalarInI İşbİrlİğİnİze AçIyor! | partner@gaiadergi.com


Yeşil Kitaplık

Eve Yolculuk Kutup Ayısı yeni bir ev bulmak için yollara düşüyor çünkü buz denizi eriyor. Bu maceralı deniz yolculuğunda ona katılın ve yol boyunca karşılaştığı arkadaşlarıyla tanışın... Prestijli Sendak Fellowship ödülüne layık görülen genç İngiliz yazar ve çizer Frann Preston-Gannon’ın yazdığı ve resimlediği Eve Yolculuk, güçlü bir çevre bilinci mesajı taşımaktadır.

10 | Aralık 2015 • Gaia Dergi


Haberler Arkeoloji

Latin Amerika tarihinin en büyük piramidi keşfedildi Araştırmacılar Meksika’da, Maya şehri Teotihuacan’daki Büyük Güneş Piramidi’nden daha büyük bir piramit keşfettiler. Piramidin yüksekliğinin 75 metre, yaşının ise 1700 olduğu tahmin ediliyor.

Veganlık

Dünyaca ünlü bira markası Guinness tamamen vegan içeriğe dönüyor İrlanda’nın meşhur siyah bira markası Guinness, 256 yıllık tarihinin ardından içeriğinde bulunan balık jelatinini çıkartarak vegan bira üreteceğini açıkladı.

Kentleşme

New York mutlu sona yakın: Milyon ağaç projesi sona eriyor New York, Güney Bronx’ta yer alan Joyce Kilmer Parkı’na bir milyonuncu ağacını dikti.

Enerji Geleneksel güneş panellerinden 400 kat fazla enerji üreten küreler Geleneksel panellerden farklı, ancak çok daha verimli olan bu yenilikçi tasarım hem estetik hem de alışılagelmiş aynalardan 400 kat daha ucuz. Kullanılan teknoloji, benzerleri gibi pahalı silikon altyapısı kullanmak yerine, güneş enerjisini yakalayan ve odaklayan balon şeritleri kullanıyor.

Metan gazı Dicle Nehri’ni temizleyecek Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan, 23 milyon euro sözleşme bedelli İleri Biyolojik Arıtma Tesisi’nin yüzde 97’si tamamlandı. Tesis enerji ihtiyacını metan gazını elektrik enerjisine dönüştürerek karşılayacak.

D

iyarbakır Büyükşehir Belediyesi DİSKİ Genel Müdürlüğü’nün Dicle Nehri’ni kirlilikten koruyacak ekolojik ve tarihsel çalışma niteliğindeki İleri Biyolojik Atıksu Arıtma Tesisi Projesi bitmek üzere. Deneme testlerinin başladığı tesis; tamamlandığında Dicle Nehri’ndeki kirliliği önemli ölçüde azaltacak. Projenin tamamen hayata geçmesiyle birlikte Diyarbakır’dan Basra Körfezi’ne kadar 1900 kilometre yol kat eden Dicle

12 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Nehri, ilk kez bir İleri Biyolojik Atıksu Arıtma Tesisi’ne sahip olacak. Atıksu arıtma çamurlarından çıkan metan gazı enerjiye dönerek nehri temizleyecek, hem de doğadan gelen enerjiyle ve doğaya herhangi bir zarar vermeden. Kent merkezinde 998 kilometreye tekabül eden kanalizasyon hattı aracılığıyla Arıtma Tesisi’ne gelecek pis su, tesiste kurulan ünitelerde arındırıldıktan sonra Dicle Nehri’ne bırakılacak, böylece Dicle Nehri daha temiz akacak.

Kartal Belediyesi’nden doğa dostu atılım: Plastik poşet kullanımı yasaklandı Kartal Belediyesi, ilçe sınırları içerisinde naylon poşet kullanımına yasak getirdi.

G

eçtiğimiz yıl içinde plastik poşetlerin yasaklanması konusunda girişimlere başlayan Kartal Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü, biyo-bozunur poşetleri yaygınlaştırarak büyük bir atılım gerçekleştirdi. Belediye Meclisi’nin Temmuz’da aldığı kararı hayata geçirmeye başlayan yetkililer, plastik poşet-

lerin yasaklanmasıyla önemli bir adım atmış oldu. Gaia Dergi’ye konuşan Kartal Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Müdürü Dr. Dilek Kars, projenin ilk önce esnaflar ve pazarcılar ile iletişime geçilerek başlandığını belirtti. Bölge halkına ve esnafına konuyla alakalı bilgi verildiğini söyleyen

Gezegenin akciğerlerine darbe: Amazon ormanları yok olma tehlikesinde

Washington, ilk doğal yaşam köprüsünü inşa edecek

Amazon ormanlarındaki devasa ağaç çeşitliliğinin yarısından fazlası yok olma tehlikesi ile yüz yüze. eğer şimdiden başlayıp 2050’ye kadar ormansızlaştırma kontrol edilmez ise bilim insanlarının öngörüsüne göre Brezilya fındık ağaçlarının yüzde 63’ü, Acai palm ağaçlarının yüzde 72’si, kakao ağaçlarının yüzde 50’si yok olacak.

Washington Eyaleti Ulaştırma Bakanlığı, eyaletin Snoqualmie Geçidi yakınlarındaki I-90 şeridinde inşa edilecek ilk doğal yaşam köprüsünün haberini verdi. Doğal yaşam köprüsünün inşasını savunan I-90 Doğal Yaşam Köprüsü Koalisyonu’na göre şeritten her gün 28 bin araç geçiyor.

Kars, doğa dostu poşetler temin eden Kartal Belediyesi’nin bunu halka ve esnafa dağıtarak bu alanda teşvik edildiklerini söyledi. Yasağın başladığı Kartal ilçesinde süpermarketlere, dükkanlara, pazarlara ve halka yapılan bilgilendirme devam ediyor. Yasağa uymayan kişiler ve kurumlara Belediye Meclisi kararı gereğince idari yaptırım da uygulanacak.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 13


Esra Aydın

Sinema

 | esra@gaiadergi.com  | @verdehime Gezici Festival; Dünya Sineması, Türkiye Sineması, Kısa İyidir ve Çocuk Filmleri kategorilerini her yıl sabit tutup programa eklediği tema filmleri, atölyeler ve söyleşiler ile sonbaharımızı renklendirmeyi hedeflemektedir. Klasikleşen film gösterimlerinin yanı sıra “Sinema Konuşalım” ve “Canlandırma Atölyeleri” faaliyetleri ile sinemaya duyarlı bir nesil yetişmektedir.

Gezici Festival 21. Yolculuğunda Türkiye’de sinemaya dair atılan en büyük adımlardan biri olan Gezici Festival, bu sene 21’inci yolculuğuna başladı. 1995 yılında ilk yolculuğuna çıkan ve Dr. Ahmet Boyacıoğlu, Başak Emre ve Pınar Evrenseloğlu öncülüğünde hazırlanan festival, oturmuş bir ekiple tecrübesini her geçen yıl seyircisine yansıtmayı başarıyor.

14 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

U

zun bir sinema geçmişinin ve donanımlı bir kadronun, Türkiye izleyicisinin ihtiyaçlarını odak noktaya alarak organize ettiği festival, sinema salonu dahi olmayan ücra kentlere özenle seçtikleri filmleri götürmeyi amaçlıyor. Ülkemizin bereketli topraklarından yola çıkıp dünyayı dolaşan, sinemanın evrenselliğine yerelden başlayarak katkı sağlamayı amaçlayan Gezici Festival; bugüne kadar Ankara, Artvin, Bakü (Azerbeycan), Bursa, Çanakkale, Diyarbakır, Drama (Yunanistan), Edremit, Eskişehir, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kars, Kastamonu, Kayseri, Malatya, Mersin, Ordu, Samsun, Saraybosna (Bosna Hersek), Sinop, Tiflis (Gürcistan), Üsküp (Makedonya), Kas-

tamonu ve Van şehirlerine sinemanın nefesini götürmüştür. Festivalin temel ilkelerinden biri, film ekibi ve sinemaseverleri aynı platformda buluşturarak seyirci için bir hayali gerçekleştirmektir. Özgürce soruların sorulduğu söyleşiler, sinemanın yerelde hayat bulması için düzenlenen atölyeler ve kentlerde hayata geçirilmeye başlanan film çekimleri ile kolektif bir festival ortamı yaratılmıştır. Gençleri sinemaya, kentleri kültür sanata yönelik çalışmalara ağırlık vermeye teşvik eden Gezici Festival, ülkemizde bir ilki hayata geçiriyor. İnternet sitelerinde yaptıkları açıklamaya göre, “Sinema izleyicisiyle daha önce hiç bu kadar kucak kucağa olmamıştı.”

ilgili yönlere kayıyorlar. Aslında kültür ve sanat açısından son derece fakir ve cahil bir ülkeyiz. • Sanatçı destekleri sizi nasıl etkiliyor? Maddi ve manevi destek olan sanatçılar var mı? Biz göçebe bir festivaliz. 1995 yılından beri, hani o meşhur geleneksel Türk misafirperverliği vardır ya, bayağı işimize yarıyor. İnsanlar bir

Festival düzenlemenin en büyük zorluğunun maddi kaynak bulmakta yaşandığını vurgulayan Boyacıoğlu, ülkemizde kültür sanata sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Sinema Genel Müdürlüğü’nden destek alabildiklerini aktarıyor.

Hayır. Ama aslında sinemayla ilgili belirli bir kitle var ve bu kitle bize yetiyor. Ama Türkiye’de iki şey çok önemli biri televizyon, diğeri ise futbol. Dolayısıyla insanlar bu iki medyayla çok ilgileniyorlar. Sponsorlar televizyona ya da futbolla

• Şehirleri seçmek için belirlediğiniz kriterler var mı? Ankara’da yaşadığımız için Ankara’yı kaçınılmaz bir şekilde yapmak durumundayız. Onun haricinde biraz istek biraz gittiğimiz kentteki ilgi etkiliyor. Yıllar sonra bu yıl Bursa’ya gideceğiz, Nilüfer Belediyesi’nden teklif geldi. Her sene Sinop’a giderdik, bu sene maddi sıkıntılar sebebiyle gidemedik. Geçen sene Kastamonu üniversitesinden çok hoş bir mail geldi: “Burası Kastamonu, Ilgaz Dağları’nın arkasında kaldığından ne Ankara ne İstanbul bakmaz.” Biraz, dediğim gibi, karşılıklı ilişkilere bakıyor.

Yoğun festival temposunun arasında değerli zamanını bizimle paylaşan Ankara Sinema Derneği kurucusu ve Gezici Festival Sekreteri Dr. Ahmet Boyacıoğlu festivalin kuruluş aşaması ve Türkiye’de sinemaya dair sorularımızı yanıtladı.

• Türkiye’nin sosyokültürel yapısının sinemaya, sanata eğilimli olduğunu düşünüyor musunuz? Bu da bir zorluk yaratıyor mu?

diği çok zaman oldu. Son geçen 20 yılın kataloğunda Tuncel Kurtiz’in katkısını çok rahat görebiliriz. Bir de mutlaka sinemayla da ilgili olması gerekmiyor, dostluklar vasıtasıyla değişik sanat dallarından sanatçılarımızdan çok güzel destekler görüyoruz.

şehre geldiğimizde bize kapılarını bacalarını açıyorlar. Şimdiye kadar belediyelerle, üniversitelerle çalıştık. 1998’den beri Kültür Bakanlığı destekliyor. Sanatçılara gelince, zaman içerisinde belirli bir samimiyet oluşuyor tabii ki. Tuncel Kurtiz çok özel bir isimdir derneğimizin üyesiydi, festivallerle birlikte kent kent ülke ülke gezerdi. Festival programına öneriler getir-

• Türkiye’de çok odaklı bir film festivali yapmanın dezavantajları ve keyifli yanları var mıdır? İlk başladığımız senelerde ekipmanı taşımak çok daha zordu, teknolojik yetersizlikler sebebiyle. Ancak başka bir kente gitmek, yeni insanlar tanımak ve güzel bağlar kurmak bir kente tıkılıp kalmaktan çok daha cezbedici geliyor.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 15


Sinema Biz Ankara Film Festivali’nden ayrılan bir ekibiz ve ayrıldıktan sonra oturup konuştuk, ülkede nasıl bir festivale ihtiyaç olduğuyla ilgili. Bir festivalin en hüzünlü anı kapanış töreni bittikten sonradır. Bir yıl uğraştıktan sonra festivali organize etmişsinizdir, bütün zorluklardan sonra birden bitiyor oluşu çok üzücü. Hâlbuki bizim festivalimiz bir kentte bitiyor, diğer bir kentte tekrar başlıyor. Değişik kentlerde değişik insanlara ulaşmak dezavantajlardan çok daha göz önünde tutulması gereken bir şey. Festival sadece filmlerin gösterildiği bir yer değil, bu filme film ekibi katılıyor, karşılıklı bir etkileşim oluyor. O festival ortamı çok farklı bir şey, Kars’a gittik senelerce. Küçük kentlerin üniversitelerinden öğrencileri “sinema konuşalım” adlı programımızla çağırdık ve o öğrencilerden yönetmenlerle tanışan ve daha sonra ortaya güzel işler çıkaran insanlar da oldu. Sadece film izlemek değil ilişki kurmak da önemli oldu. • Film programınızı oluştururken nelere dikkat ediyorsunuz? Programımız küçük olduğu için çok seçici olabilme şansımız var. Yani belirli bölümlerimiz var değişmeyen. O sene festivallerde gösterilmiş ilgi görmüş filmler var. Kısa film bölümümüz ve temalarımız oluyor. Her sene oturup konuşuyoruz ve her sene yeni bir fikir ortaya

16 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

çıkıyor. Bazen de festival başlamadan önümüzdeki yıl için bir fikir geliyor aklımıza. • Son senelerde Türkiye sineması çok büyük bir yükselişe geçti, siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

birtakım sorunlar olmalı sinemayı besleyecek. Sorunsuzluktan sorun yaratan bir toplumdan kaliteli sanat çıkması çok düşük bir ihtimal. Bizde o kadar çok sorun ve hikâye var ki, yönetmen eğer birazcık sinema biliyorsa buradan yürüyüp gidiyor. Aralarında kötü film yok mu var, tabii ki çok var. Ama yılda 100-150 film yapılan bir ülkede tabii ki bunlardan bir kısmı da kötü olacak. Bizim sinemamızın üretim sorunu bana göre maddi yoksunluktan kaynaklanıyor. Yapım aşamasında yaşadığımız sıkıntılar bizi küçük filmler yapmaya zorluyor. Bu yıl Gezici’de neler var neler

Sorun olmazsa film olmaz. İyi film yapmak için sorunlu bir ülkede yaşamak gerek. Şöyle bir örnek vereyim, 5 yıl öncesine kadar Yunanistan’dan güzel film çıkmıyordu. Bir şeyler yapıyorlardı ama yeterli gelmiyordu. 5-6 yıldır ciddi bir krizdeler ve inanılmaz güzel filmler çıkmaya başladı. Bir başka örnek ise İsrail. Ülkede sürekli bir kavga dövüş var. Hiç bitmiyor, İsrail’in kendi içinde laik-dindar, sağcı-solcu. Bir de İsrail-Filistin. Bir sürü öykü var anlatacak. Yani mutlaka

Gezici Festival’in bu yılki teması Güvencesiz Hayatlar. Sürekli ekonomik kriz tehdidi altındaki günümüz toplumlarında iş güvencesi de ortadan kalkmış durumda. Ekonomik istikrarsızlık ve iş güvencesizliği; vasıfsız işçilerden akademisyenlere, göçmenlerden üst düzey yöneticilere, toplumun hemen hemen her kesimini etkiliyor. Festival de bu yıl, güvencesiz hayat koşullarına odaklanan filmlere özel bir bölüm ayırıyor. Seçkide yer alan filmler, daha iyi bir yaşam umudunun ortadan kalktığı günümüzde insanlık durumuna odaklanarak, güvencesiz ve istikrarsız koşullar altında toplumsal statülerini yitiren ya da mevcut duruma uyum sağlamaya çalışan bireyleri mercek altına alıyor.

Güvencesiz Hayatlar teması altında gösterime girecek filmler ise şu şekilde; • İnsanın Değeri (The Measure of a Man) • Nefesim Kesilene Kadar • Amerikan Rüyasına Ağıt (Requiem for the American Dream) • Kralın Yeni Giysileri’nde (The Emperor’s New Clothes) Büyük bir seçicilik ile belirlenen bol ödüllü Dünya Sineması ve Türkiye Sineması kategorilerindeki filmler ise sinemaseverleri bir hayli heyecanlandıracak nitelikte: Dünya Sineması: • Olağanüstü Öyküler (Extraordinary Tales) - Raul Garcia • Gündelik Yaşantımız (Our Everyday Life) - Ines Tanovic • Koza - Ivan Ostrochovský • Annemle Geçen Yaz (Second Mother) - Anna Muylaert • Paulina - Santiago Mitre • Tikkun (Avishai Sivan) - Avishai Sivan • Gençlik (Youth)- Paolo Sorrentino • Saltanatın Mezarlığı (Cemetery of Splendour) - Apichatpong Weerasethakul Türkiye 2015: Abluka - Emin Alper Sarmaşık - Tolga Karaçelik Bulantı - Zeki Demirkubuz Hasret - Ben Hopkins Ana Yurdu - Senem Tüzen

ABD Büyükelçiliği’nin katkılarıyla hazırlanan ve ücretsiz olarak seyirciyle buluşacak olan Sinemada Caz Bölümü ise Gezici Festival’in bu yılki sürprizlerinden. 20’nci yüzyılda gelişen ve rüştünü ispat eden iki farklı sanat dalı, sinema ve caz arasındaki ilişkinin kökleri, sinemanın sessiz dönemindeki canlı müzik eşlikçilerine kadar uzanıyor. Sinemada Caz, farklı dönemlerde görüntü ve bu müzik türü arasındaki kültürel ve estetik ilişkiye odaklanıyor. Seyirciyi, beyazperdenin gerisinde kalmaya zorlanan siyahi müzisyenlerden, makyajla yüzlerini siyaha boyayan beyaz müzisyenlere kadar uzanan maceralı bir yolculuğa çıkacak. Bölümde, canlı performans ve turne kayıtlarını içeren kısa filmlerin yanı sıra müzisyen karakterlere odaklanan iki önemli kurmaca film de yer alıyor. Gezici Festival ve Goethe Institut Ankara işbirliğiyle bir de özel gösterim seyircisiyle buluşacak. Alman yönetmen Ewald André Dupont imzalı 1925 yapımı sessiz film Varyete (Varieté), canlı müzik eşliğinde gösterilecek. Türkiye’de güncel sanat ile sinema arasında bir köprü oluşturmayı hedefleyen festivalin bu yılki sanatçı konuğu ise Işıl Eğrikavuk. Video işlerinde ve performanslarında, medyanın yaratmayı hedeflediği gösteri toplumu ile gündelik yaşam gerçekleri arasındaki tezatları vurgulayan Eğrikavuk’un çalışmaları bugüne kadar pek çok uluslararası sergide yer aldı.

Gezici Festival İhtilaf Sanatı adlı bölümde, sanatçının sahte-belgesel formuna yakın beş işine yer veriyor; Karanlık Kütüphane (2006), Gül (2007), Röportaj (2008), Anı Müzesi (2010) ve Ters Köşe (2013). Video çalışmalarının yanı sıra performanslarından parçaların ve fotoğrafların da yer alacağı gösterim esnasında Eğrikavuk, işlerinin üretim sürecini anlatacak ve izleyicilerin sorularını yanıtlayacak. Kısa İyidir ve Çocuk Filmleri bölümleri, her yıl olduğu gibi bu festivalde de yerini alıyor. Dünyanın çeşitli ülkelerinden festivale başvuran filmler arasından seçilen kısa filmler, izleyicileri farklı ülkelerin yenilikçi sinemasıyla tanıştırıyor. Çocuk Filmleri ise bu yıl Norveç’ten geliyor. Kısa İyidir ve Çocuk Filmleri gösterimleri her yıl olduğu gibi ücretsiz. Çocukları bir de her sene düzenlenen Canlandırma Atölyesi bekliyor. Roland Schütz’ün düzenleyeceği atölyede, katılımcı çocuklar ilk filmlerini üretmiş olacaklar. 26 Kasım’da Ankara’dan yola çıkacak festival, 10 Aralık’a kadar sinemaseverlerle buluşacak. Festival, 26 Kasım - 2 Aralık’ta Çankaya Belediyesi’nin katkılarıyla Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleşecek başkent gösterimlerinin ardından, 4-7 Aralık tarihleri arasında Nilüfer Belediyesi’nin katkılarıyla Bursa’ya konuk olacak ve yolculuğunu, 9-10 Aralık’ta Kastamonu Üniversitesi Medya ve İletişim Topluluğu’nun katkılarıyla Kastamonu’da tamamlayacak.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 17


Ruken Zilan

Bilim-Teknoloji

 | rukenzilan@gaiadergi.com  | @Mute_ThinkThank

herhangi bir mobil cihazda rahatlıkla kullanılabileceği” ifade ediliyor. Bu sayede, ev eşyalarından araba cihazlarına gerekli elektrik güneşten sağlanabilecek.

2015 Bilim Takvimi 2015 yılı içinde bilimde sürdürülebilir yaşam adına da büyük başarılara imzalar atıldı.

G

üneş enerjisi açısından verimli bir yıldı; Stanford Üniversitesi tarafından geliştirilen pembe anten teknolojisi ile güneş ışınlarından daha fazla verim elde edilmesi sağlandı. Pembe anten teknolojisi sayesinde güneş altında, güneş hücresi tarafından üretilen ısı uzaklaştırılıyor ve fotovoltaik hücreler soğutuluyor; böylece hücrelerin daha fazla fotonu elektriğe çevirmesi sağlanarak verim arttırılıyor. “Güneş enerjisi nasıl yaygınlaştırılır?” sorusuna bir cevap da İngiltere’den, Sheffield Üniversitesi’nden geldi: Bilim insanları bir spreyle

18 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

güneş paneli elde etmeyi başardılar. Araştırmacılar düşük maliyetli, boya gibi yüzeylere püskürtülebilen, sprey haline getirilmiş güneş hücreleri ürettiler. Sheffield Üniversitesi’nin bu buluşu sayesinde güneş hücrelerini, düşük maliyetle, sprey şeklinde elde etmek mümkün olacak. Bu yıl fotovoltaik hücreleri elde etmek için önerilen bir diğer yöntem de: Yazıcıdan çıkarılarak üretilen yeni ince fotovoltaik hücreler. Bu kâğıt inceliğindeki güneş hücreleri, endüstri yazıcıları ile oldukça ucuza mâl edilebiliyor. Esnek yapıları sayesinde, bu güneş hücrelerinin

taşınması da oldukça pratik. Basitleştirilmiş yapılarıyla ve düşük fiyatlarıyla bu tür güneş panelleri başarı vadediyor. Silikon teknolojisiyle geliştirilen geleneksel teknolojiden farklı olan bu ince güneş hücreleri “perovskite” adlı organik bileşenlerden oluşan bir mineralden meydana geliyor. Görünen o ki, yakında geleneksel güneş panellerinde kullanılan klasik silikon altyapısının yerini farklı teknolojiler alacak. Güneş enerjisinin kullanım alanlarını yaygınlaştırabilecek bir çalışma da Michigan State Üniversitesi’nden geldi.

Araştırmacılar daha önce oksimoron bir kavram olan tamamen şeffaf güneş yoğunlaştırıcılarını yapmayı başardılar. Bu cam yapılar, herhangi bir pencereyi ya da camı, hatta ekranı fotovoltaik hücreye çeviriyor ve elektrik üretiyor. “Bu şeffaf güneş toplaçlarının çok camlı yüksek binalarda ya da

Bu alanda bahsedeceğim son çalışma da SunPartner tarafından şarj sorununu ortadan kaldırmak üzere geliştirilen Wysips teknolojisi. Geliştirilen bu teknoloji yapay ışığı ve güneş ışığını elektriğe çeviriyor. Kullanılan ve ışığı toplayan camlar; telefon, tablet, akıllı telefon ekranlarının üstüne ya da altlarına yerleştirilebiliyor. Yerleştirilen cam, suni ışığı ya da doğal güneş ışığını elektriğe çevirerek telefonun ya da tabletin sürekli şarj olmasını sağlıyor. Bu teknolojide; ince fotovoltaik katman, mikro merceklerle birlikte yerleştirilerek ince şeffaf bir tabaka oluşturuluyor. Wysips teknolojisi, şu anki haliyle

yüksek enerji tüketimi yapan akıllı telefonları kendi kendilerine yeter hâle getiremeyecek olsa da daha düşük güçle çalışan e-okuyucuları, saatleri ve daha basit telefonları tamamen şarjdan bağımsız hâle getirebilecek. Bu yıl uygulamaya giren ve bahsetmeye değecek bir gelişme de; yosun çiftlikleri. NASA tarafından küresel ısınmaya çok büyük katkı sağladığı belirtilen; ulaşımdan kaynaklı karbonmonoksit ve nitrojen oksit ile baş edebilmek için, yolları yosunla bitkilendirmek üzerine bir çalışma yapıldı. İsviçre, Cenevre’de araçlar tarafından üretilen karbondioksidi absorbe eden şehir yosun çiftliği kurdu. Yosun çiftliği bir köprüye asılı ve köprünün altında yoldan geçen araçların ürettiği karbondioksidi faydalı hâle çevirmeyi başarıyor.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 19


Yazar Adı

Bilim-Teknoloji

 | e.posta@gaiadergi.com  | @gaiadergi Durumu ekip üyelerinden Prof. Ma’nın sözleriyle tanımlamak gerekirse “Artık işlemciler o kadar güvenli ki, bir ormana koysanız mantarlarla çözülebilir. Yani çipler gübre kadar güvenli oldular.”

Fotoğraf: Darren Staples/Reuters

Karbondioksitle baş etmenin bir yolu da Kanadalı bilim insanlarından geldi; araştırmacılar endüstriyel karbondioksit dönüştürme tesisi geliştiriyorlar. Bu tesis atmosferdeki karbondioksidi toplayıp sıfır-karbon dizel yakıta çeviriyor. Sistem temelde ağaçları taklit ediyor. Ancak ağaçların yetişemeyeceği buzlu alanlar ya da çöllerde de kullanılabilecekler. Karbondioksit dönüşüm tesisi, karbondioksidi sudan ayrılan hidrojenle birleştiriyor ve hidrokarbon yakıtını oluşturuyor. Bu yeni teknoloji, yenilenebilir enerjiye tamamlayıcı çevre dostu yakıt üretme hedefiyle geliştiriliyor. Bu yıl bir başka alandan; bilgisayar ve çip dünyasından da çevre dostu haberler geldi: Standford Üniversitesi’nde geliştirilen teknoloji ile bilgisayar işlemcileri arasında veri transferi yapmak için

20 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

elektrik kullanmak yerine ışık kullanmanın verimli bir yolu bulundu. Bu buluş sayesinde bilgisayarlar sadece çok hızlı veri transferi yapmakla kalmayacak, aynı zamanda çok daha az enerji tüketecek. Çalışmanın anlatıldığı Nature Photonics’te bu cihazların (ufak tefek yapısal kusurlar olsa da) çok iyi sonuçlar verdiği ifade ediliyor. Yine Standford Üniversitesi araştırmacıları, su damlacıkları ile çalışan bilgisayar geliştirmenin bir yolunu buldular. Normal bir bilgisayar elektronik bir panoda elektronlar aracılığı ile veri transferi yaparken, yeni yapıda bu, su damlacıklarının “varlıklarının” ve “yokluklarının” 1 ve 0 ikili kod sisteminde temsil edilmesi ile başarıldı. Bu bilgisayar normal bir bilgisayarın yaptığı tüm işlemleri daha yavaş olsa da yapabiliyor. Sistemin en heyecan veren

yanı ise bu yeni teknolojide su damlacıklarının kimyasal içerebilecek olması; böylece bilgisayar çok daha kompleks bir dağıtım sistemi oluşturabilecek.

Son yıllarda ismini sıkça duyuran 3 Boyutlu (3B) yazıcılar açısından da oldukça verimli bir yıl yaşandı. 3 Boyutlu (3B) yazıcılar ucuzladıkça meraklılarının ilgisi de heyecanı da artıyor. Uzmanlar bu ucuzlamanın devam edeceğini ve yakın gelecekte her evde bir 3B yazıcı olacağını ifade ediyorlar. Kullanılan malzemelerin toksik olmayan maddelerden seçilebilmesi, sürdürülebilir hayata destek sağlayabilmesi ve birçok ürünün daha ekonomik üretilmesini sağlaması sebepleriyle hergün daha da popülerleşen bu yazıcılar hemen hemen her alanda değişiklik yaratacak. İlk ilginç uygulama gıda tasarımları yapanlardan geldi: 3B yazıcılarla kekler, pastalar ve yemekler basıldı. Bunun ardından dünyanın ilk 3 boyutlu baskı köprü-

sünün Amsterdam’daki kanallardan birinin üzerinde yapılması için çalışmalar başladı. MX3D adlı şirket tarafından yapılan bu yenilikçi çalışmada; otomatik olarak basılacak çelik köprüye kanalın iki taraftan başlanacak ve yapı ortada birleştirilerek bitirilecek. 3B yazıcılar, endüstri kadar tıp alanında da yeniliklere gebe: Carnegie Mellon Üniversitesi (CMU) hasarlı organlar için gereken organ nakli ihtiyacını ortadan kaldırabilecek bir işe imza attı. Science Advances bilimsel dergisinin 2015 Ekim sayısında yayınlanan çalışmaya göre, yakında 3B yazıcılarla çalışabilen kalp, beyin, atar damar ve kemik üretilebilecek. Bunların yanı sıra, bu yıl uzay alanındaki çalışmalar da oldukça hız kazandı. Uzay taksileri, Mars gözlemcileri, Mars’tan gelen haberler (Mars’ta sürekli yaşam projesi, Marsta tuzlu su bulunması ve Mars’ın atmosferinin güneş patlamalarıyla bugünkü hale gelmesi)

bilim alanında heyecan üzerine heyecan yaşattı. Tüm bu çalışmaların detaylarına, Gaia Dergi’nin internet sitesinin “Bilim-Teknoloji” kategorisinden ulaşabilirsiniz. Öte yandan, 2015 yılında özellikle Türkiye için, adları anılmadan geçilemeyecek iki büyük bilimsel başarı daha var: “DNA onarımı” hakkındaki bilimsel çalışmasıyla Nobel Kimya Ödülü’nü Dr. Tomas Lindahl ve Prof. Paul Modrich ile paylaşan Prof. Dr. Aziz Sancar, bu alanda alınan ilk Nobel ile Türkiye’nin gurur kaynağı oldu. Cambridgde Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Mete Atatüre ise ölçülmesi imkânsız olarak kabul edilen ışık seviyesinin gürültü ölçümünü yaparak Fizik alanında tarihi bir başarıya imza attı. Kısacası 2015 yılı oldukça heyecan ve umut verici bilimsel haberlerle doluydu, bakalım 2016 yılında bizleri neler bekliyor...

Nature Communications’ta yayınlanan çalışmada bilim insanları odundan, doğada çözünebilen işlemci yaptı. Elektronik cihazların çevreye olan yükünü azaltmak için yapılan bu çalışmada Wisconsin-Madison Üniversitesi araştırmacıları, Madison’daki ABD Ziraat ve Orman Ürünleri Laboratuvarıyla (FPL) yaptıkları ortak çalışmayla odun tabanlı işlemci geliştirmek için ilginç çözümler sundu. Çalışmada, bilgisayar çipinin substrat (üstleç) ya da destek katmanı yerine doğada çözünen, odundan sağlanan esnek bir malzeme olan selüloz nanofibril (CNF) kullanmanın mümkün olduğu gösterildi.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 21


Röportaj Derneğin ismi neden KAOS GL?

Mücadelenin gökkuşağı KAOS GL 21 yaşında 1994 yılından bu yana LGBTİ hareketinin aktif simgelerinden KAOS GL hakkında Hakan Özkan ile konuştuk. Derneğin 20 yılını ve bugününü anlatan, sorularımızı yanıtlayan Günday, bizlerle 2016 planlarını da paylaştı.

“Kaos” sözcüğü bizim için de doğal döngü ile birlikte tahakkümsüz bir toplumu tanımlıyor. Zorunlu heteroseksüelliğin bir insanlık suçu olduğunu düşünüyoruz. Kaotik bir toplumda, eşcinseller ile heteroseksüeller egemenlik ilişkisine girmeden birlikte ve yan yana yaşayabilirler. Kaos GL tam da bu tanımdan hareketle kaotik toplumda beraber yaşayacağımız bir mücadele için, “eşcinsellerin kurtuluşununun heteroseksüelleri de özgürleştireceği” bir dünya için yoluna devam ediyor. Türkiye’de LGBTİ hareketinin tarihinden bahseder misiniz?

Geldiğimiz nokta itibarıyla homofobi ve transfobi karşıtı hareket; görünürlük mücadelesinde, eşcinsel ve trans realitesinin varlığının ama iyi ama kötü kabulü noktasında ciddi aşama katetti. Ancak hâlâ ne anayasal eşitlik ne de nefret suçlarına karşı yasal korunma noktasında bir adım atıldı. Aynı şekilde her alanda ayrımcılık devam ediyor. Bir yandan çoğalan, varlık mücadelesini gündelik hayattan siyasete her alanda yükselten bir hareket; öte yandan şiddet, nefret ve ayrımcılık.

22 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Türkiye’de eşcinsel hareketin ortalama 20 yıllık bir geçmişi var. Doğal olarak söz konusu 20 yıllık süreç, eşcinselliğin toplumsal bir kimlik talebi olarak dillendirildiği dönem. Başta İstanbul ve Ankara gibi metropollerde bir araya gelen eşcinseller süreç içinde İstanbul’da Lambda, Ankara’da ise Kaos GL gruplarını oluşturdu. 1996 yılında ülkedeki ilk LGBT öğrenci örgütlenmesi olan LEGATO, ODTÜ’de kuruldu ve oluşum hızla diğer üniversitelere yayıldı. 2007 yılında ilk resmi LGBT öğrenci topluluğu Gökkuşağı, Bilgi Üniversitesi’nde kuruldu. Haziran 2003’te ilk LGBT Onur Yürüyüşü Lambdaİstanbul tarafından İstanbul’da İstiklal Caddesi’nde gerçekleştirildi. Türkiye LGBTİ hareketi, dünyaya kıyasla oldukça geç bir dönemde ortaya çıksa da Gezi Direnişi ile ivme kazandı. Onur Yürüyüşü’ne katılım her yıl artış göstererek devam etti. Mevcut durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? LGBTİ hareketi Türkiye’de olması gerektiği yerde mi? Hareket belirli bir yeri hedef alarak yola çıkmadı, dolayısıyla bu mücadelenin her bileşeninin kendi imkânları ve gücüyle ilerlediğini gözlemliyoruz. Daha somut örneklerle konuşmak gerekirse LGBTİ’lerin varoluş mücadelesi bir tanınma mücadelesidir.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 23


Eşitlik ve özgürlükle mümkün olacak bu süreç, her türlü ayrımcılığın ve nefretin önlenmesi için İş Kanunu ile TCK ayrımcılık mevzuatının değişmesinden Anayasal tanınmaya kadar hedeflediğimiz bir hat var. Bu düzlemde, evet, henüz bir yasal değişiklik mümkün olmadı ama LGBTİ hareket, her türlü hak ve hukukun araçlarını sivil toplumdan TBMM’ye kadar dolaşıma sokabildi. Harekette, 2001 yılında Ankara’da 1 Mayıs’ta LGBTİ’lerin ilk kez kendi pankartlarıyla alana çıkmaları bir nevi kamusal bir açılma deneyiminden bahsediliyor. O dönemi yaşayanların aktardıkları, uzunca süre “1 Mayıs alanında eşcinsellerin ne işi olduğunun” sorgulandığını ortaya koyuyor. 90’larda sendikaların kapıları çalınıyor ve eşcinsellerin “rakip sendikanın” ya da devletin “ajanları” olduğu düşünülüyor. Günümüze geldiğimizde ise Eğitim-Sen başta olmak üzere birçok sendikada, özellikle kamu emekçileri sendikalarında LGBTİ çalışması başladığını, bazı yerlerde komisyonlar kurulduğunu görüyoruz. Bütün bu sıçrama gibi görülen adımlar aslında yılmayan, küsüp gitme lüksü olmayan bir mücadelenin sonucu. 2015 1 Mayıs’ında LGBTİ’ler 25 şehirde alanlara çıktı. Bütün bunlar birdenbire, kendiliğinden olan gelişmeler değil. Kaos GL’nin her yıl çok sayıda yaptığı etkinlikler eşcinsel ve translar için ilk etapta bir araya gelme, buluşma olanağı sağladı. Devamında, yatay ağlarla örgütlenen bir hareketin açığa çıktığını söyleyebiliriz. Bu örgütlenmenin belki de en güzel ve kritik özellik-

24 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Diğer hareket bileşenleri ile verdiğimiz mücadele sonucu daha çok görünüyor ve isteklerimizi politik arenada dile getiriyoruz. Bu doğrultuda, 2016 için planınız nedir?

lerinden birisi ise merkezi olmayıp aksine her yerelin o ilk bir araya gelişin ardından kendi ihtiyaçlarına göre bir biçim ve tarz tutturması. Geldiğimiz nokta itibarıyla homofobi ve transfobi karşıtı hareket; görünürlük mücadelesinde, eşcinsel ve trans realitesinin varlığının ama iyi ama kötü kabulü noktasında ciddi aşama katetti. Ancak hâlâ ne anayasal eşitlik ne de nefret suçlarına karşı yasal korunma noktasında bir adım atıldı. Aynı şekilde her alanda ayrımcılık devam ediyor. Bir yandan çoğalan, varlık mücadelesini gündelik hayattan siyasete her alanda yükselten bir hareket; öte yandan şiddet, nefret ve ayrımcılık. Bunlarla beraber mücadelenin yürünecek çok yolu var. Dünyadaki örneklere baktığımızda somut kazanımların da sürekli varolan bir

mücadele ile korunması gerektiğini görüyoruz. Yani bu coğrafyadaki hareketin daha kazanması gereken çok şeyi, korunması gereken birçok kazanımı var. 2015 yılını, verdiğiniz mücadele bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz? 2015 yılı sürekli yas ikliminde geçti. Onur Yürüyüşü’nde polis saldırısına maruz kaldık. Nefret cinayetleri, arkadaşlarımızın intiharları, kaybettiğimiz LGBTİ aktivistleri ile hüzünlü bir yıldı. Peşi sıra gelen ölümler, Ankara Katliamı, toplanma ve gösteri hakkına saldırılar olmasına rağmen yaşamın kendisine duyduğumuz aşkla mücadele ettik. Bu kapsamda Kaos GL 20’nci yılının getirdiği olgunlaşmalarla yola başladı. Temas ettiğimiz alanlar arttı.

Son Onur Haftası’nda görünür olduğu üzere aktivistlerin güvenliğinin sağlanması ciddi bir ihtiyaç. Bu noktada aktivistlere yönelik güvenlik eğitimleri düzenlenecek ve güvenlik fonu yaratılması için çalışmalar yapılacak.

Gittikçe daha organize ve kurumsal bir kimlik kazanıyoruz. Bu mücadelemizi sarıyor ve güçlendiriyor. Mart ayında yaptığımız Feminist Forum, Mayıs ayında binlerin katıldığı Homofobi Karşıtı Yürüyüş, Kasım ayında gerçekleştirdiğimiz birçok kamu kuruluşu ve bürokratın katıldığı Sosyal İçerme Konferansı bu sene attığımız güzel adımlardan bazılarıydı. Tanıştığımız insanlar artıyor ve mücadelemiz büyüyor. Yine bu sene Eylül ayında Uluslararası Hrant Dink Ödülü’nü aldık. Farklı ayrımcılıklar arasında bağlantı kurmanın önemine dikkat çeken bir oluşum olarak, ırkçı ve milliyetçi devlet politikalarıyla kurumsallaşan söylemlerin ancak özgürlük mücadeleleri arasında köprüler kurularak aşılabileceğini biliyorduk. Bu nedenle bu ödül bizim için değerli bir anıya dönüştü.

2015’i ve hareketin kazanımlarını anlatırken aslında bunların sürekliliğini vurguladım. Buradan hareketle nereniz acıyorsa oradan örgütleniyorsunuz. Bahsettiğim politik isteklerin somut kazanımlara dönüşmesi için çalışmaya; düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün tehdit altında olduğu, internete bile sınırlandırmaların getirdiği günümüzde örgütlenmeye devam edeceğiz. Kaos GL Derneği çalışmalarını, çalışma hayatı, eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, sağlık/ruh sağlığı, insan hakları programı, mültecilik, akademik faaliyetler ve medya gibi ana temaların altında yürütürken geçen senenin değerlendirmesi doğrultusunda, engellilik/sakatlık çalışmaları, çocuk, gençlik, LGBTİ intiharları, cinsel sağlık, HIV/AIDS ve eşcinsel ve biseksüel kadınların sağlığı temalarını da gündemine almasına karar verildi. Son Onur Haftası’nda görünür olduğu üzere aktivistlerin güvenliğinin sağlanması ciddi bir ihtiyaç. Bu noktada aktivistlere yönelik güvenlik eğitimleri düzenlenecek ve güvenlik fonu yaratılması için çalışmalar yapılacak. LGBTİ mülteciler, mahpuslar, HIV pozitif LGBTİ’ler gibi belirli alanlarda hizmet ve destek mekanizmalarına erişemeyen LGBTİ’ler için dayanışma ağları ve sosyal politikaların oluşturulması için çalışılacak.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 25


Fotoğraf: Sasun Bazaryan Kaos GL hâlihazırda Sendika Çalışma Grubu ve Eğitim Çalışma Grubu ile doğrudan sendikalarla ve bu alanda sendikacılarla yan yana geliyor. İki çalışma grubunun faaliyetleri devam edecek ve 2016 yılından itibaren insan hakları savunuculuk programına özel sektör de dahil edilecek. KaosGL.org’un kaynaklarını geliştirerek kurumsal, sürdürülebilir, gündemi etkileyerek reel siyasetin dönüşümünü sağlayabilecek bir LGBTİ haber ajansına dönüşmesi de hedeflerimiz arasında yer alıyor. Tabii son olarak 17 Mayıs Vakfı çalışmaları devam ediyor. Homofobinin küresel bir mesele olmasından hareketle yerelden bölgesele ağlar kuran Kaos GL, 17 Mayıs Vakfı ile LGBTİ haklarının temel

26 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Fotoğraf: Sasun Bazaryan insan hakları olması gerçeğinin gelişmesini ve kurumsallaşmasını hedefliyor. Uluslararası Homofobi Karşıtı Gün vesilesiyle 17 Mayıs Vakfı, Türkiyeli LGBT derneklerinin ayrımcılık karşıtı taleplerinin temel insan hakları kapsamında değerlendirilerek bir an önce yasal düzenlemelerin yerine getirilmesinin takipçisi olacak.

Aslında bu kadar geç kalmayabilirdik de. Örneğin, artık heteroseksizm ve türcülük arasındaki ilişkiyi iki hareket de daha fazla anlamaya başladı. Bu nedenle tüm iktidar mekanizmasıyla ezilen toplulukların, heteroseksizmden çok da uzakta olmadığını anlatabilir ve ilişkilenebilir hâle gelmemiz gerekiyor.

Özeleştiri yapmanızı istesek bize nelerden dem vurursunuz?

Bir diğer eleştiri de yaptığımız her işin başında karşımıza çıkan “toplum buna hazır değil” ifadesi. Bu söylem maalesef hareketin dışında bir söylem olmayabiliyor. Heteroseksizmin baskısı bu düşünce ile bazı şeyleri beklemede bırakmamıza neden olabiliyor. Kaos GL Dergi’nin çıkışının ve ilk kamusal eyleme çıkışımızın beklemesi bunlara örnek verilebilir.

Ana akım dışında kalan hareketlerle temasımızın hâlâ tatmin edici düzeyde değil. Bir hareket ana akım dışında kalıyorsa birbirimizi bulmamız zorlaşıyor. Veganlar ve ekoloji hareketi ile son dönemde çok iyi ilişkilendiğimizi düşünüyorum.

Dünyadaki diğer eşcinsel hareketleriyle ilişkileriniz var mı? Bunların içinden örnek aldığınız, sevdiğiniz, sevmediğiniz, takdir ettiğiniz veya önemsedikleriniz hangileri? Homofobi ve transfobinin küresel bir sorun olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle uluslararası alanda faaliyet göstermeyi de önemsiyoruz. Yürüttüğümüz Bölgesel Ağ faaliyeti, Ortadoğu, Kafkasya ve Balkan bölgesindeki LGBTİ bireylerin ve örgütlerin homofobiye karşı mücadele deneyimlerini öğrenmek ve kendi deneyimimizi paylaşma fikri üzerinden şekillendi. Bahsettiğimiz bölge toplumlarında ve kültürlerinde LGBT bireylerin ve heteroseksüellerin birlikte özgürleşeceği bir dünyaya dair düşünce-

lerimizi paylaşıyor ve hep birlikte tartışıyoruz. Uluslararası alanda sorunlarımıza çözüm yolları arıyoruz ve bulduğumuz çözüm yollarını paylaşmak ve gerektiğinde birlikte müdahale edebilmenin maddi ve manevi olanaklarını yaratıyoruz. Bu kapsamda Ermenistan, İsrail, Filistin, Lübnan, Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Bosna Hersek, Hırvatistan, Gürcistan, Kıbrıs (Kuzey/Güney), Azerbaycan gibi ülkelerden katılımcılar ile sekretaryasını yürüttüğümüz Bölgesel Ağ faaliyetimizi yürütüyoruz. Bölgesel Ağ faaliyeti dışında; ILGA Avrupa, IGLYO gibi örgütlerle yakın temas içerisindeyiz. LGBTİ hareketlerinde tek bir perspektifte yani sevip sevmemekle değerlendirmek

ne yazık ki mümkün değil. Dünyadaki LGBTİ hakları mücadelesinin tamamını değerli buluyor ve takdir ediyoruz. Farklı ülkelerdeki farklı mücadeleler bizim feyzalmamıza, deneyimlerimizi paylaşmamıza olanak sağlıyor ve hep birlikte büyüyoruz. Bazen, sanki LGBTİ destekçileri, bizzat LGBTİ bireylerden daha fazla mücadele ediyormuş gibi bir manzara oluştuğu düşünülüyor, sizce bunun nedeni ne olabilir? Aslında bu algının nasıl oluştuğunu pek anlayamadım. Biz daha önce bahsettiğim gibi eşcinsellerin kurtuluşunun heteroseksüelleri de özgürleştireceğine, homofobiye ve transfobiye karşı mücadelenin hep beraber olacağına inanıyoruz.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 27


Röportaj Biz her yıl Nefret Suçu Raporumuzu yayınlıyoruz. Yayınladığımız rapor Türkiye’deki nefret söylemini ve nefret suçlarını görünür kılıyor. Yayınladığımız 2014 Yılı Türkiye’de Gerçekleşen Homofobi ve Transfobi Temelli Nefret Suçları Raporu’na göre; 351 nefret suçu vakasından 118’i cinayet, cinayete teşebbüs, fiziksel şiddet, silahla yaralama, tecavüz veya diğer cinsel saldırıları içerdi. 118 vakadan sadece 31’i polise bildirildi, 4’ü de mahkemeye taşındı.

Fotoğraf: Kemal Aslan/Reuters Aksine LGBTİ’ler kendi kimlikleri için mücadele ediyor, ölüyor ve öldürülüyor. Günden güne görünür hâle geliyor. Tüm kimliklerin görünür olduğu bir dünyada henüz yaşamıyoruz. Bu nedenle kim LGBTİ kim destekçi, bilmek pek mümkün de değil. Yani burada cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinin bir önemi yok. Bunun yanında insanlar beyan etmedikçe cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliğini doğrudan sormuyoruz. Yani harekette bu kadar LGBTİ, bu kadar LGBTİ destekçisi var gibi bir istatistiğimiz yok. Bunu da doğru bulmuyoruz. Verdiğimiz mücadele insanları cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği üzerinden sınıflandırmadığımız bir Kaos’un mücadelesi. Yani hareketin LGBT’si ve heteroseksüelleri, sizi bizi yok. Bu nedenle bu algının ve yapılan ayrımcılığın

| Aralık 2015 • Gaia Dergi

nedenini sorgulamaktansa ayrım yapmadan hep beraber mücadele etmeyi önemsiyoruz. LGBTİ hareketinde, eşcinsel bireylerin üzerine düşen nedir? Aktivizm kişilerin kendi deneyimleri, kimlikleri ve yapabildikleri üzerinden şekillenen bir süreçtir. O nedenle bir formülasyonu yok tabii ki. Kişi ne kadar harekete katılmak istiyor ve ne yapabiliyorsa onunla sınırlı kalabilir. Kişi kendi üzerine düşenleri ve sorumluluklarını kendi belirler. Bu sorumluluğu hissetmeyebilir de. Ancak kendi kişisel deneyimim ve hikâyemden yola çıkarsam; politik mücadelenin örgütlü yürüyeceğine inandım ve sokakta bulunmayı hâlâ önemsiyorum. Kendi politik açılmamı gerçekleştirdikten sonra Kaos GL ile beraber güçlendim. Şimdi insan hakları

mücadeleme birçok koldan devam ediyorum. Bunun içinde cinsiyetçilik, türcülük, homofobi/transfobi, hayvan özgürlüğü gibi birçok alan yer alıyor. Nefret söylemi ülkemizde çok yaygın. En belirgin muhataplarından biri de LGBTİ bireyler. Nefret söylemine karşı çalışmalarınız neler? Evet, belirli bir grubu ya da kişiyi, ırk, cinsiyet, yaş, ulus, din ya da cinsel yönelim gibi konularda nefret söylemiyle aşağılamak ne yazık ki hâlâ yaygın. Sokaktan sosyal medyaya, iş yaşamından okula, siyasete kadar çok geniş alanda LGBTİ’ler nefret söylemine konu olabiliyor. Bu söylemin yanı sıra Türkiye transfobi temelli nefret cinayetlerinde dünyada 9’uncu sırada.

Kaos GL olarak, nefret suçu mağdurlarına hukuki destek sağlıyoruz. Stratejik Davalama ağımız nefret söylemine ve nefret suçlarına karşı hukuki alanda savunuculuk faaliyetlerinde bulunuyor. Söylemin hukuki düzleme taşınması hak arama mücadelesi açısından fazlasıyla önem teşkil ediyor. Bunun dışında yayınlarımız, internet sitemiz ve varoluşumuz nefret söylemine karşı farkındalığı artırmayı ve azaltmayı her daim amaçlıyor.

karşılaşılan büyük eksikliklerden. Bu hukuki boyutta mücadelede elinizin zayıf kalmasına neden olabiliyor ne yazık ki. Ancak mücadelemiz yasaların değiştirilmesi, düzenlenmesi üzerine de yürüyor. Faillerin aldıkları ceza indirimleri, tahrik indirimleri altında alınan ve medyaya yansıyan kararlar ne yazık ki karşılaştığımız engellerden bir diğeri. LGBTİ cinayetleri konusunda cezalandırma sisteminin etkin çalışmaması, örneğin Ahmet Yıldız davasında katil baba Yahya Yıldız’ın kırmızı bültenle aranmasına rağmen hâlâ bulunamayışı bu alandaki eksiklikleri gözler önüne seriyor. Queer ve LGBTİ kavramları ile ilgili farkındalık ve bilgilendirme çalışmalarını birebir halk ile yapmayı denediniz mi? Halkta bu bilinci uyandırmayı nasıl başarabiliriz? Sivil toplumun genel işleyişi tam da bahsettiğiniz “halk” ile beraber yürür

zaten. Hitap ettiğimiz kesimin bahsettiğiniz insanlardan farklı olduğunu düşünmüyoruz. Kaos GL’nin her yıl düzenlediği Uluslararası Homofobi Karşıtı Buluşma, Uluslararası Feminist Forum, Ayrımcılık Karşıtı Sempozyum, Bölgesel Ağ faaliyeti, Kaos Kültür Merkezi etkinliklerinin yanı sıra; düzenlediği küçük etkinlikler, yayınladığı Kaos GL Dergisi ve KaosQueer+Hakemli Dergisi hiç kimseye belirli bir mesafede durmuyor. Bahsettiğim tüm faaliyetlerin hepsi, yürütülen çalışmalar ve projeler farkındalık ve bilgilendirmeyi amaçlıyor. Kaos GL bu bilgilendirme farkındalığı artırmak amacıyla yerel ölçekte homofobi karşıtı buluşmalar düzenliyor, diğer şehirlere gitmeye çalışıyor. Gittiği şehirlerde öğrencilerle, işçilerle, öğretmenlerle buluşuyor. Buluşmaların yanı sıra sendikal faaliyetler, eğitim çalışma grupları tam da mücadeleye buradan bakıyor. Fotoğraf: ETHA

Yitirdiğimiz eşcinsel bireylerin ardından hukuk mücadelesini nasıl yürütüyorsunuz, karşılaştığınız hukuki engeller neler? Yitirdiğimiz LGBTİ’lerin davalarını takip ediyor, medya araçları yoluyla görünür kılıyoruz. Nefret suçu faillerinin cezalandırılması, cinayetin açığa çıkarılması ve faillerin bulunması için davaları derinlemesine inceliyoruz, müdahil oluyoruz. Türkiye’de bir Nefret Suçları Yasası’nın olmayışı, anayasada eşitlik maddesine dâhil olmayan cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadesi hâlâ

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 29


Burak Avşar

Yaşam

 | burak@gaiadergi.com  | @thelastvegan

Daha sonraları sıcak savaş alanında da etkin olmaya başlayan kurum, günümüze kadar pek çok çalışanını görev sırasındayken kaybetti. Afganistan Savaşı, Çeçenistan Savaşı, Liberya’daki iç savaş, Bosna Savaşı, Ruanda Soykırımı, Sri Lanka iç savaşı, Orta Amerika’da 1980’li yıllarda yaşanan karışıklıklar, Saddam rejimi sırasında Kürtlere karşı kullanılan kimyasal silah kullanımı gibi travmatik ve dramatik durumlarda korkusuzca çalışan ekip, milyonlarca insanın sağlık hakkından yararlanmasını sağladı.

Doktorlar hareketinin ilk yaptığı girişim, 1972 yılında bir Afrika ülkesi olan Nikaragua’nın başkenti Managua’da yaşanan ve 10 bin ila 30 bin arasında insanın ölümüne sebebiyet vermiş büyük depremden sonra gerçekleşti. Bu dönemlerde oldukça küçük bir grup durumundaki organizasyon, diğer kurumlar ile birlikte ortaklaşa işler yürütüyor, insani yardım projelerinde yer alıyordu.

Çalışmalarının yüzde 60’ını Afrika ülkelerinde sürdüren grup, yalnızca savaş alanlarında rol oynamadı, aynı zamanda birimlerini salgın hastalıklar yaşanan ülkelere hızlı bir şekilde sevk etti. 1998 yılında Nijerya’da yaşanan menenjit salgını sırasında yaklaşık 4 milyon aşı desteği sağlayan ekip, ülkedeki salgının engellenmesinde büyük rol oynadı. Afrika’da başlayan ve küresel çapta tehdit yaratan Ebola krizine karşı da aktif rol oynayan Sınır Tanımayan Doktorlar, yayınladıkları rapora göre yalnızca 2014 yılında tüm dünya çapında 8,5 milyondan fazla insana tıbbi ve insani destek sağladı.

İlk büyük çalışmasını 1975-1979 yılları arasında Kamboçya’nın Kızıl Kmerler isimli gerilla teşkilatının kurucusu Pol Pot’un baskıcı rejiminden Tayland’a kaçmak zorunda kalan milyonlarca bireye tıbbi destek sağlayarak gerçekleştirdi.

Günümüze dek yardım götürdüğü ülkelerin rejimlerinden de baskı gören kurum, 2004 yılında uygun çalışma alanı bulamadığı ve çalışanlarının sağlığının riskte olduğu gerekçesiyle Irak programını sona erdirmek zorunda kaldı.

MSF çalışanı Liberya’daki salgın sırasında koruyucu teçhizatını giyerken Fotoğraf: Yann Libessart

Sınır Tanımayan Doktorlar “Cesaretini bul ve yaşa” Savaşlar, felaketler, küresel büyüklükte hastalıklar… Yeni yüzyılımız bize yaklaşıyor, hem de büyük sürprizler ile. Dünya giderek kutuplaşıyor. Bir yanda özgürlükçüler, aktivistler ve pasifistler; diğer yanda parayı, savaşı ve acıyı yöneten hükümdarlar. Parayı yönetenler ise dolaylı yoldan pek çok insanı da yönetiyor. 30 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

S

avaş, canlıların yaşadığı en somut gerçeklerden bir tanesi. Sadece bulunduğu bölgeyi değil, yeryüzündeki tüm olumsuzlukları tıpkı kelebek etkisi gibi tetikliyor. Din, ırk, renk, dil, politik görüş, tür ve cinsiyet ayırt etmeksizin dokunduğu her yerde ne bir mutluluk ne de bir umut bırakıyor. Ancak dünyada umut, henüz yok olmuş değil. Küresel eylem grupları hızla büyüyor, organizasyonlar, vakıflar, yardım kuruluşları sıkı sıkıya bağlanmış bir şekilde dünya barışını tesis etmeye çalışıyor. Bunlardan bir tanesi de Sınır Tanımayan Doktorlar (Médecins Sans Frontiéres).

20 Aralık 1971 yılında Paris’te kurulan Sınır Tanımayan Doktorlar, kâr amacı gütmeyen uluslararası, bağımsız ve insani sağlık kurumu. Kendilerini internet sitelerinde, din, ırk, cinsiyet ve politik mensubiyet göz önünde bulundurmadan ihtiyaç duyan bütün insanlara destek olmaya adamış bir kurum olarak tanıtıyorlar. Hikâyeleri oldukça dokunaklı, başardıkları şeyler ise bu dünyada hâlâ umudun var olduğunu hatırlatan cinsten. 1967-1970 yılları arasında Nijerya’da yaşanan kuraklık ve iç savaş sonrasında doktorlar, hemşireler ve gazeteciler tarafından kurulan Sınır Tanımayan

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 31


Yaşam Nobel Barış Ödülü ile ödüllendirildi. O dönemde MSF’nin başında bulunan Dr. James Obrinski, Ruanda Soykırımı sırasında yaşanan dramatik olayların altını çizerken bir kadın hastasıyla yaşadığı konuşmaya yer vermiştir. Konuşma ise şöyledir:

“Orada her gün hastaneye taşınan yüzlerce kadın, çocuk ve erkek vardı. O kadar çoktular ki; bazılarını sokakta yere yatırarak ameliyat etmek durumunda kalıyorduk. Hastane etrafındaki oluklar kandan dolayı tamamen kırmızıya boyanmıştı. Bu kadın, sadece bir usturayla saldırıya uğramamış; aynı zamanda bütün vücudu bilinçli ve sistematik olarak sakat bırakılmıştı. Kulakları kesilmişti. Yüzü o kadar dikkatle parçalanmıştı ki, yarıklar açıkça görülüyordu.

ABD’nin ekim ayında bombaladığı Afganistan’ın Kunduz şehrinin kuzeyinde bulunan MSF hastanesinin ardından geride kalanlar. Fotoğraf: Andrew Quilty

1985 yılında Etiyopya’ya tıbbi yardım götüren MSF çalışanlarının hükûmetin milyonlarca insanı yerinden etmesine karşı açıklamalar yaptığı gerekçesiyle Etiyopya hükümeti tarafından çalışmaları durduruldu. O yıllarda Etiyopya’da on binlerce insan yaşanan olaylar sebebiyle hayatını kaybetti. 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan’a daha sonra da Irak’a operasyon başlatan George W. Bush yönetimindeki ABD, bu bölgelerin daha da karışmasına sebebiyet verdi. 2 Haziran 2004’te Afganistan’ın başkenti Kabil’in kuzeyinde bulunan Khair Khana bölgesinde kimliği belirsiz bir grup tarafından silahlı saldırıya uğrayan MSF çalışanlarından 5’i olay yerinde hayatını kaybetti. Bu gelişmenin ardından örgüt, 28 Temmuz 2004’te bölgedeki çalışmalarını durdurmak zorunda kaldı.

32 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

2008 yılında Somali’de hâlihazırda devam eden karışıklıklar sırasında 3 gönüllüsünü organize bir saldırı sonucu yitiren örgüt, aynı yıl içerisinde Somali’deki çalışmalarını da durdurmak zorunda kaldı. Bosna Savaşı sırasında bölgede tıbbi ve mental sağlık programlarını yürüten MSF çalışanları, tarihe bir kara leke olarak düşmüş Srebrenitsa Katliamı hakkında da açıklamalar yaptı. Bölgede insanlığa karşı suç işlendiğini açıklayan yetkililer, bunun bir etnik kimliğin kasten yok edilme amacıyla yürütüldüğünü söyledi. En son geçtiğimiz ekim ayında ABD’nin hava saldırıları sırasında MSF çalışanlarının bulunduğu bir hastanenin bombalanması tüm dünyada geniş yankı buldu. Reuters’ın haberine göre 15’i çalışan 7’si hasta

olmak üzere 22 insan olay yerinde hayatını kaybetti. BBC’nin haberine göre saldırı sırasında hastanede 105 hasta ve 80’den fazla örgüt çalışanı bulunmaktaydı. “Saldırıyı mümkün olan en sert dille kınıyoruz” açıklamasını yapan MSF yetkilileri, bunun bir savaş suçu olduğunun altını çizdi.

O, insanlık dışı ve tarif edilemez işkenceler yaşayanlardan yalnızca biriydi. O sırada elimizden kanamasını durdurmak ve birkaç basit dikiş atmak dışında bir şey gelmiyordu. Kendimizi kaybetmiştik. Bu kadın, onun gibi sayısız kişinin sırada olduğunu biliyordu. Ve bu kadın, hayatımda duyduğum en temiz sesle bana şunları söyledi: ‘Allez, allez…ummera, ummerasha’; Git, git arkadaşım. Cesaretini bul, ve yaşa.” Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü, çalışmalarını sessizlik ilkesi ile yürüten diğer kurumlara benzemediğini birçok kez kanıtlamıştır. Yaptıkları açıklamalar yüzünden çalışmaları hükûmetler tarafından durduruldu, ancak hiçbir zaman ilkelerinden vazgeçmediler. Obrinski, MSF’nin yaşadığı

zorlukları duyurmak konusundaki kararlılıklarını Nobel Barış Ödülü konuşmasında şöyle taçlandırdı: “Sessizlik, uzun zamandır tarafsızlıkla karıştırılmaktadır ve insani eylemler için bir gereklilik gibi sunulmaktadır. Kuruluşundan bu yana, MSF bu kanıya karşı durmaktadır. Bizler, kelimelerin hayat kurtardığından emin değiliz. Ancak sessizliğin, ölüme sebebiyet verdiğine kesinlikle eminiz.” Örgüt günümüzde 70 ülkede çalışmalarını sürdürüyor. Özel bağışlar örgütün gelirlerinin yüzde 90’ını oluşturuyor. 2014 itibarıyla yayınlanan rapora göre, örgütün tüm bütçesi yaklaşık 1 milyar euro civarında. 2015 itibariyle bünyesinde 30 binden fazla doktor, hemşire, tıbbi eleman, ulaşım uzmanı ve gönüllü çalışıyor.

MSF görevlisi, Sumatra’da bulunan tsunamiden etkilenmiş ve ulaşımın sağlanamadığı bir köyü ziyaret ediyor. (Endonezya, Ocak 2005) Fotoğraf: Francesco Zizola/Noor

Yaşanan doğal afetler ardından bölgeye çalışanlarını sevkeden MSF yetkilileri, bugüne kadar pek çok afette aktif rol oynadı. 1972’deki ilk programı olan Nikaragua depremi, 1986 San Salvador depremi, 1988 Ermenistan depremi, 2004 Pakistan ve Hindistan’ı vuran büyük deprem, 2010 Haiti depremi ve 2015 yılında Nepal’de yaşanan deprem örgüt çalışanlarının etkili bir biçimde görev sürdürdüğü alanlar oldu. Örgüt, 1971 yılında başlattığı çalışmaları sayesinde 1999 yılında

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 33


Fotoğraf Kaşmir Bölgesi doğal güzelliklerin envai çeşit bulunduğu bir yer. Dal Gölü üzerine kurulmuş köprüler, küçük adalarda yaşayan insanları buluşturuyor. Köprülerin minik bir geçit açtığı bu cennet gölde Sikara ile gezerken sessiz yeşillikler arasındaki insanların yaşamlarıyla oluşan ahenge kapılmamak elde değil. Müslüman toplumların yaşadığı bu bölgede tercih edilen kıyafetler ise adeta bir gökkuşağı gibi. Eşsiz manzaralar doğanın içindeki yaşamları korumanın, sürdürmenin ve bu konuda harcanması gereken çabanın da bir işareti aslında. Yazı ve Fotoğraf: Emrah Oprukcu

34

35


Gökçen Taner

Yeşil Felsefe

 | gtaner@gmail.com  | @GokTaner Sanayi Devrimi ve Yepyeni Bir Tür

Gelecekte Yaşanacak Bir Dünya Nasıl Kurgulanır? Bilim Kurgu türü öyle bir yol çizgisinde ilerlemiş ki, çoğu yerine biraz politika bulaşmış. Bazıları, bilim kurguyu hâlâ bir çocuk öykülemesi ya da salt kafa dinlemek için yapılmış eserler toplamı gibi görse de derinlemesine incelendiğinde bu türün aslında bir felsefe ve siyaset aracı olduğu görülür.

B

ir gelecek var. Fakat günümüz bilgisiyle neresindeyiz, nasıl değişir veya nereye gider bilinmesi mümkün değil. Bir zamanlar, bazı insanlar gelecekle ilgili bazı şeyleri bildiğini iddia ettiyse de, bilim tarafından birçok nedene ve delile dayandırılarak bu iddialar çürütüldü. Yine de insanın geleceğe olan tutkusu ve merakı bilimsel gelişmeleri tetiklerken, onu gelecekle ilgili öyküler uydurmaya ve kurgular yaratmaya da sevk etti. Böylece edebiyatta yepyeni bir dal doğdu: Bilim kurgu. Çok da uzun olmayan bir süre önce “çocuk edebiyatı, macera veya felsefe” gibi gruplar altında raflarda yerini alan bu dal, bugün “iyi bilim kurgu iyi edebiyattır” şiarı ile hak ettiği isim altında

36 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

raflarda ve kütüphanelerde yer edinmeye başladı. Elbette ki, insanlığın geleceğe dair en önemli merakı yaşamsal, politik ve yönetimsel anlamlarda oldu. “Kanada Devlet Başkanı’nın” haberinin “NASA’nın Mars’ta su bulması” haberine nazaran her zaman daha önemli olması bunun en önemli göstergelerinden biridir. Konu teknolojik gelişmeler, doğal olayların bilimsel sonuçları ve en önemlisi geleceği kurgulayan dala, bilim kurguya geldiğindeyse, politik bilim kurgunun neredeyse 1900’lerin başından beri yazılır ve okunur olması tesadüf değildi. İşte, gelecekle ilgili belki en politik çalışmaları yapanları incelediğimizde bir doğrunun iki ucu ortaya çıkıyor; ütopyalar ve distopyalar (veya kara ütopyalar).

Sanayi Devrimi sonucunda bazı haklar, aslında başka bir haksızlığı, yeni bir sınıf olan işçi sınıfının ayrımını ortaya çıkardı. Yepyeni bir dünya düzeninin kurulması, yaşamın birçok alanını etkilediği gibi elbette edebiyat ve sinemayı da etkiledi. Sonuçları ise yeni türlerin ve yeni fikirlerin ortaya çıkmasını sağladı. Sanayi ve ticaretin gelişmesi erki aristokrasiden alıp burjuvaziye verince, sanatçı hizmetkârların yerini bilim insanları aldı ve güce hizmet eden bir bilim ortaya çıktı. Böylece Sanayi Devrimi sonrası teknolojinin önünü açan bilimin de önü açılmış oldu. Sonuç olarak ortaya çıkan tablo, edebiyat dünyasını da etkileyerek bilim kurgu fikrinin edebi çevreler tarafından kabul görmesini sağladı. Bunu en iyi şekilde Bernhard Roloff ve Georg Seesslen, Ütopik Sinema adlı eserlerinde; “Sanayi Devrimi, nihayet, teknolojiyi geleceğin sınırsız olanakları düzeyine yükseltiyor gibi bir görünüm sunduğunda ve burjuvazi bir sınıf olarak makinelerinin metafiziği içinde, kendi sömürücü, sefil pratiğini gizlemeye çalıştığında; bundan böyle, teknolojinin hem geleceğe yönelik perspektif ve umutlarını hem de metafiziğini es-

tetik bir dile dönüştüren ve bunları kitlesel olarak yaygınlaştırabilen bir edebiyat biçiminin yaratılması sadece mümkün değil aynı zamanda kaçınılmaz da olmuştu” sözleriyle anlatır. Siyasal bir olayın yansıması olarak edebiyat dünyasına giren bu yeni türün, politik ön adlı alt türü olması ise şaşırtıcı olmadı.

Distopya ve Ütopya Arasındaki İnce Çizgi Ütopya; sözlük anlamıyla, ideal toplum demektir, fakat bu toplum henüz yaşanmamış bir topluma işaret eder, bu nedenle tasarlanmıştır. Gelecekle ilgili olduğu düşünülürse, yazılan her ütopik edebi eser, bir bakıma politik bir bilim kurgu edebiyatı olmaya mahkûmdur. Doğrunun diğer ucundaki distopya ise ütopyanın karşıtı olan yerde durmaktadır.

Edebi eserlerde genellikle totaliter rejimler veya post-apokaliptik (kıyamet sonrası) yaşamlar kullanılarak distopyalar yazılmıştır. Şimdi diyeceksiniz ki, bu kadar farklı iki terim arasında, bu ince çizgi nasıl olabilir? Ben de diyeceğim ki, soru tam da bildiğim yerden geldi. Sınav kolay geçecek. “En iyi ve en kötü yönetim biçimi monarşidir” şiarını hiç desteklemesem, hep başka bir siyasetin de olduğunu benimsesem de, birinin distopyası başka birinin ütopyası olabilir diyerek ortamı istediğim tarafa çekmeye çalışabilirim. Belki de en çok karşılaştırılmış iki edebi eser -ki bu iki eserin de filmi çekilmiş, fakat çok tutulmamıştır- bu ince çizginin tanımlanması için çok iyi örneklerdir. Bu eserler, George Orwell ve onun akıl hocası Aldous Huxley’e aittir. Belki de politik bilim kurgunun en önemli iki eserinden bahsediyorum: “Cesur Yeni Dünya (Aldous Huxley) ve 1984 (George Orwell)” Dönemin savaş şartları düşünüldüğünde, iki kitap da kendi tarafından dünyaya bakmış ve sanki insanlığın makûs kaderi iki tarafın kararları doğrultusunda ilerlemek zorundaymış gibi, tarafların birine tüm dünyayı yönettirerek birer bilim kurgu dünya yaratmışlardır.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 37


Yazar Adı

B-Master

 | e.posta@gaiadergi.com  | @gaiadergi

Huxley kitabında, 26’ncı yüzyılda emperyalizmin sözde özgürlükçü yapısını kitabına taşımış ve mükemmel hayatlar üzerinden kimilerine bir ütopya, kimilerine göre ise bir distopya olan eser, kendine münhasır dünyasıyla raflardaki yerini sağlamlaştırmıştır.

gusunda kendi kitabının tam tersini, günümüz dünyasını anlatan bir “Yüksek Şato’daki Adam” kitabından bahsetmiştir. Bu bakış açısıyla, düşünce özgürlüğü vurgusu yapılmış ve günümüz dünyasının faşist bir dünyadan farkı anlatılmaya çalışılmıştır.

Oysa Orwell, asker olarak katıldığı İkinci Dünya Savaşı sonrasında, tek adam diktatörlüklerinden korkarak 1984’ü yazmıştır. Bir Büyük Birader figürü ortaya koyarak, her yeri gözetleyen devletin kendini koruduğu bir dünya tasvir etmiştir. Bu eser de çoğunlukla distopik olarak görünse de, kimileri için ütopik bir dünyanın izlerini taşımaktadır.

Kimilerine göreyse distopya, distopyadır. Yine görüş ayrılıklarına göre kendini gösterse de, özellikle post apokaliptik türde yazılan birçok eserde distopyalar kendini göstermektedir. Örneğin, beyaz perdeye yansıyan Otomatik Portakal ve Matrix gibi eserlerde, iyinin olmadığı ve gelecekle ilgili kötüye gidildiği fikri açıkça ortaya koyulmuştur..

Philip K. Dick’in Yüksek Şato’daki Adam eserinde ise, İkinci Dünya Savaşı’nın kazananının faşizm olduğu bir dünya karşımıza çıkar. Aslında dünyanın neredeyse tamamı bu kitabı bir distopya olarak tanımlasa da, Neonaziler için bu kitap bile bir ütopya olarak görülebilir. Philip Dick, kitabında çok ilginç bir tarz deneyerek dünyayı tamamen tersine çevirmiş ve kur-

38 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Humanist Ütopyalar ve Android Yaşam Politik bilim kurguların bir başka bakış açısı da androidler üzerinden yansımaktadır. Hem sınıfsal hem de hümanist açıdan bakıldığında gelecek anlatımları bu eserlerin çok önemli politik kitaplar olduğunu gösterir.

Android ve robot işçi kavramını bize sunan Isaac Asimov’un robot serisi, insan ve robot arasındaki sınıfsal farkları anlatarak günümüz dünyasına vurgu yaparken, düşünen bir varlığın canlı olup olmadığını sorgular. Bir yandan robotların hakları konuşulurken, bir yandan da bitmek tükenmek bilmeyen enerjileri ve yetenekleri ile insanları işsiz bırakmışlardır. Robotların burjuvaziye hizmet ettiği sırada istihdam sorunu çıkararak işçi sınıfının hayatına etkide bulunması, bir sorun olarak işlenmiştir. Aynı konuyla yüzleştiğimiz, Robert Silverberg’in Cam Kule kitabı ise konuyu her anlamda daha iyi özetlemiş ve günümüze yaklaştırmıştır. İstihdam sorunu olmayan Silverberg dünyasında insanlar gayet huzurlu yaşarken, yaratılan sınıf ayrımı androidler arasında gelişen bir isyana neden olmakta ve siyasal olarak haklarını istemektedirler. “Rahim çocuğu” ve “Tank çocuğu” betimlemeleri ile bu sınıfsal ayrım, ırkçılık düzeyine çıkarılmıştır.

Ayrıca Silverberg’in kitabı din felsefelerine de takılmaktadır. İnsanlar, kendilerini yarattığını düşündükleri tanrıya inanırlarken, androidler de aynı düşünceyle kendilerini üreten fabrikanın sahibine tapınmaya başlarlar. Fakat esas soru; “Onların taptıkları, dünya üzerinde yaşayan Krug mudur, yoksa başka bir tanrı mı?”dır. Androidlerin yaşadığı bilim kurguların en önemlilerinden biri de şüphesiz Philip Dick’in “Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?”si olmuştur. Philip Dick, eserindeki dünyasında giderek tükenen hayvan çeşitliliğinin sonunu getirmiştir. Bu sebeple insanlar, ahlaki kurallarla bir hayvan besleme zorunluluğu duymaktadırlar, fakat artık hayvan bulmak çok zordur ve hayvanlar en değerli şeylerdir. Tabii ki kapitalizm bu soruna da el atmış ve mekanik hayvanlar geliştirmiştir. Tamamen insan yapımı bu hayvanlar, doğal olanlarına göre daha ucuzdur. Philip Dick’in dünyasındaki bir diğer sorun ise teknoloji şirketlerinin giderek geliştirdiği androidlerin insandan farkının kalmayışıdır.

Androidler asla dünyada barınamaz, Mars’taki kolonilerde yaşamak zorundadır. Tabii kaçakları bulup kapatmak (öldürmek) için de özel timler kurulmuştur. Peki, böyle bir timin üyesi, bir androide aşık olursa ne olur? Bu sınıfsal sorunu anlatan bu eserin de raflardaki yerini alması şaşırtıcı değildir. Türsel ayrımcılığın çok daha iyi vurgulandığı Ender’s Game’de de türler arasındaki yaşam farklılıkları ve insanın diğer türleri köleleştirme çabasını, eğer köleleştiremiyorsa öldürme çabasını görürüz.. Anarşist Ütopya; Mülksüzler Anarşist, Feminist, Politik Bilim ve Fantastik Kurgu yazarı Ursula Kroeber Le Guin’in en önemli eseri Mülksüzler ise, başka bir gezegen olan Urras’tan kaçarak Anarres’e gelen bir grup anarşistin kurduğu yaşamı anlatmaktadır. Belki de Le Guin için bu kitap bir anarşist olarak bir ütopya olurken, insan psikolojisi ve toplumsal sosyolojik analizle karşılaşmasını sağlamıştır. Ursula, kitabında soğuk savaş

döneminin SSCB (USSR) ve ABD (USA)’nin yönettiği iki başlı dünyasından nasıl kaçılabileceği sorusunun cevabını anlatmıştır. Urras da bu iki ülkenin isimlerinin birleşimidir. Fakat insan bencilliği anlatılarak, Anarşist Anarres’te de sorunların çıkacağı gözler önüne serilmektedir. Yine de Goodman - Goldman felsefesinden yola çıkarak mükemmele ulaşmasa da Anarres, bilinen gezegenler arasında en yaşanılabilir olanı olduğu anlaşılmaktadır. Yakın Geçmişin Teknolojik Distopyaları 21’inci yüzyıla gelindiğinde ise distopyalar, bilgisayarlar üzerine kurulu düzenleri ve sosyal ortamları anlatmaya başlar. Özellikle iki eser bu türün en göze çarpanlarından. Birincisi Selim Erdoğan’ın 2084’ü. Orwell’in baskıcı 1984’üne atıfta bulunan kitap, bir bilgisayarın dünyayı nasıl yönetebileceğini ve işler çığırından çıktığında nasıl baskıcı bir düzeni kuracağını anlatmaktadır.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 39


Yeşil Felsefe

Bir bilgisayarla mücadele veren insanın çaresiz kalıp kalmayacağı da gözler önüne serilir. İkincisi ise Charlie Brooker’ın dizi olarak çektiği Black Mirror. Black Mirror, aslında her gün birçok kez baktığımız bilgisayar, telefon gibi aygıtların kapalı olduğunda görünen yüzü olarak tanımlanmıştır. Black Mirror her bölümünde başka bir distopyayı anlatırken, bir şekilde sistemin yozlaştırdığı toplumsal etiği de sorgulamaktadır. Zaten Brooker da “Benim anlattıklarım, ya 10 dakika sonra yaşanabilir ya da daha erken,” diyerek durumu gözler önüne sermektedir.

Geçmişten Geleceğe Baktığımızda Bilim Kurgu Zaten Politiktir Aslında birçok kişinin söyleyebileceği, “Siyaset, toplumsal yaşamın kendisidir” şiarı doğrudur, fakat bazı bilim kurgu eserlerinde ideolojik sivrilmeler yaşar ki, politika ve bilim kurgunun birleşiminin bu şiardan birazcık sıyrıldığı gözlenebilir. Emrah Göker’in “Uyarılar, Kehanetler, Ütopyalar: Bilim Kurguda Gelecek Perspektifleri” isimli makalesinde söylediği şu sözle bu anlatılabilir; “Özellikle politik ütopyalarda toplumsal kontrol üzerinde fazla durulmaması ve toplumların genelde devingen

bir yapı göstermemesi belki de yazarların planlamaya ve manipule etmeye gösterdikleri tepkilerin ürünüdür.”

PARTNERLERİMİZİ ARIYORUZ

Birileri Hollywood’da yapılan bazı filmler gibi politik olmayan bilim kurgu eserleri icra etse de, Fritz Lang’ın Metropolis’i ya da Zamyatin’in Biz’i gibi eserlerden bu yana bilim kurgu, doğası gereği hep bir politik unsura dokunmuştur. Örnekleri de harmanlarsak bilim kurgu eser yaratıcıları bazı politik fikirleri ortaya koymaya çalışmışlardır ve hâlâ yazarlar, senaristler bilim kurguyla ideolojik politika anlatmaya devam ediyorlar.

Sürdürülebİlİr Yaşam Dergİsİ gaia, Reklam ve TanItIm Projelerİnİz İçİn Dİjİtal ve Matbû SayfalarInI İşbİrlİğİnİze AçIyor! | partner@gaiadergi.com

40 | Aralık 2015 • Gaia Dergi


DOSYA

Türkiye’nin 2015’inde Kadın, Hayvan, Toplum ve HES Her biten sene, üzüntüler ve mutluluklar ile birlikte düşündürür insanı. 2015 yılı da her sene olduğu gibi kimi zaman güldürdü kimi zaman üzdü. Geldik yine bir sona ve yaklaştık yeni başlangıçlara. Kadınlar öldü, hayvanlar öldü... İnsanlar sömürüldü.

K

adın, Hayvan, Toplum ve HES ekseninde Türkiye’nin 2015 karnesini çıkartarak bu konularla ilgili genel bir yazı hazırladık. 2015 senesinde de kadınlar yine öldü. Her bir yanımıza HES’ler kuruldu... Doğa ana kızdı ve seller ile intikamını aldı. Bu dünyanın en masum kurbanları insan türü dışındaki hayvanlar sömürüldü ve öldürüldü yine. Toplumun akışı da sevimli değildi bu yıl ne yazık ki. Öldük, tutuklandık bu yıl. Sokağa çıkmamız yasaklandı, sokağa çıkanlar öldü, ölenler buzdolabında saklandı. Üzüldük. Bu yıl bitti ama süzgecimizde bir şeyler var hâlâ. Buyurun kadın, toplum, HES ve hayvan başlık-

42

ları altında bu yıla şöyle bir göz atalım. Türkiye’de kadın olmaktan bahsettik biraz, yitirdiklerimizi andık sonra. Özgecan’dan Çilem’e, Nevin’den Dilek’e… İsmini yazmadıklarımızı aklımıza kazıdık çoktan. Onurlu bir yaşamın direnen kadınlardan geçtiğini anladık tekrar. Kaybettiklerimizi unutmadan, kazandıklarımıza sahip çıkarak ilerliyoruz 2016’ya; geçmişimizin hesabını unutmayarak, özgürlük arayışını asla bırakmayarak ve kadınlığımızı dibine kadar yaşayarak giriyoruz şimdi yeni yıla. HES başlığı altında hükûmetlerin ve özel şirketlerin HES’leri neden

inşa etmek istediklerini bunun karşısında yerel halkın ise neden direniş gösterdiğini anlattık. Ayrıca suyun, tarih içinde nasıl ticarileştirildiğinden bahsettik. Türkiye’nin 2015 hassasiyet listesinde yer almayan direnişin sessiz kahramanları; hayvanlar. Her gün binlercesinin öldürüldüğü, türlü işkencelerin uygulandığı, en tarifsiz acıların mağdurları olmalarına rağmen, en görünmeyen şekilde yaşamlarına devam etmeye çalışıyorlar. 2016’ya benzer acıların yaşanacağının farkındalığı ile fakat karşı mücadele için daha dik olarak giriyoruz. Bugün hayvan özgürlüğü hayalmiş gibi görünebilir fakat bir gün gerçek olacak.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 43


Gamzegül Kızılcık

Kadın

 | gamzegulkizilcik@gaiadergi.com  | @gmzglkzlck

“Türkiye’de kadın olmak” ile başlayan cümlelere çok alıştık, ama Türkiye’de kadın olmaya pek alışamadık. Çok zor, yıpratıcı, sarsıcı ancak bir o kadar da direnişçi, dik durmayı sağlayan ve kişilikli bir durum. Buralarda kadın olmak çocukluktan başlar. Nasıl oturup kalkacağından kiminle konuşacağına, onunla neler konuştuğundan nerelerde gezeceğine kadar pek çok husus önce ailenin kontrolündedir. Aile ile bağlar, hayat tecrübesinin ve yeni tanışıklıkların da katkısıyla, inceldiği vakit devreye önce mahallenin abileri, sonra erkek arkadaşlar sırasıyla sözlü, nişanlı ve “koca” girer.

T

ürkiye’de kadın olunca tecavüze uğrayama ihtimaliniz artar, size tecavüz eden kişi serbest bırakılabilir, hatta sonuçta siz suçlu bulunabilirsiniz. Taciz edilebilirsiniz, birileri sizi elleyebilir mesela. Hoşunuza gitmeyen sözler sarf edenler takip edebilir sizi tam da evinize kadar. Kısa etekleriniz, değişik renkli saçlarınız, belki ağzınızdaki sakız, belki de yanınızdaki erkek kişisi sebep olabilir bu tacize, devamındaki tecavüze ve direnmeyi sürdürürseniz nihani olarak da cinayete. Suçlu çoğu koşulda sizsiniz. Korkmayın, bir ihtimal daha var: Bu ülkeden sesi gür çıkan kadınlar da geçti. Bu biraz cesaretlendirecek hepimizi, biraz da gerçeklerle yüzleştirecek. Bu yıl kadın konusunda ne olduğunu düşünürken aklıma ilk gelen, her geçen gün kabaran katledilmiş kadınlar listesi. Hemen arkasından ise öz savunma hakkını kullanan kadınlar geliyor akla. Bu yılın belki de en ses getiren kadını Nevin Yıldırım’dı.

44 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Canım kadın, neler çektikten sonra feci bir cinayetin öznesi oldu. Şimdi hapishanede, ama işkence görmüyor; dayak yemiyor, tecavüze uğramıyor, tehdit edilmiyor. Pek doğal olarak hâkim Nevin’e, tacizci ve tecavüzcü erkeklere uyguladığı cezai indirimleri uygulamadı. Hemen yakınlarında Çilem Doğan’dan haber aldık. Yıllardır kendisine karşı çekilmez bir şiddet uygulayan kocasına karşı öz savunma hakkını kullanan yılın diğer direnişçi kadını da Çilem oldu. Tahmin edersiniz ki, hâkim bey ona da herhangi bir indirim uygulamadı. Erkek failli kadın cinayetlerini dijital platformda belgeleyen Anıt Sayaç’ın verilerine göre, 2015 Kasım sonuna kadar 256 kadın erkekler tarafından öldürüldü. Kadınların büyük bir kısmının, evli veya evlilik arefesinde oldukları erkekler tarafından öldürülmesi bizlere, bu sene de kadına şiddet ve kadın cinayetleri konusunda atılan adımların yetersizliğini kanıtlıyor.

Hayatını kaybeden kadınların bir kısmı ana akım ve bağımsız medya platformlarında çok yer aldı, dava süreçleri kadın örgütleri tarafından sahiplenildi. Ancak kadın cinayetlerinin, buzdağı misali, görünen kısmı haricinde bir de bilinmeyen boyutu var. Aynı erken evlendirmeler gibi. Bazı bölgelerde, bazı şehir ya da köylerde yaşanan çoğu olay basına yansımıyor, zaten basın bazı yerlerde de pek bulunmuyor. Kadına şiddet, dünyanın neredeyse bütün toplumlarında görülüyor. Ancak bir durumun her yerde görülmesi, bizim bu durumu yaşamaya ve yaşatmaya devam etmemiz manasına gelmiyor. İdealimiz kadına ve hiçbir canlıya şiddet uygulanmayan bir toplum yapısı; bu yolda ilerlerken dünyanın büyük ülkeleri ile kıyas yapıp yerimizde saymak, çözüme yönelik değil egoya ve erkek egemen zihniyeti korumaya yönelik bir davranış. Türkiye kadınların bol bol şiddet gördüğü bir ülke. Risk grubuna giren kadınlar arasında bir ayrım yapmak kolay değil. Kadın olmak risk grubuna girmek için yeterli. Çocukluktan başlayan şiddet ve tacizler ergenlikte hız kazanıyor ve genç bir kadına dönüşen birey şiddet ile tacize alışmışlığından ötürü büyük oranda sessiz kalıyor. Sessiz kalan kadının öldürülmesi ise an meselesi. Sinirini döverek veya bir şekilde taciz ederek hafifletemeyen erkek, elindeki argümanların sığlığıyla bir cinayete özne oluyor. Sonuçta erkek kısa bir süreliğine yargılanıp hapse giriyor, kadın ise hayata veda ederek mezara.

Kaynak: Onedio Bu noktada da Türkiye’nin yasaları devreye giriyor. Kadına yönelik şiddeti genel tabloda değerlendirdiğimiz zaman psikolojik sebeplerin öne çıktığını görüyoruz. Ancak Türkiye’de, bazı başka ülkelerde de olduğu gibi, değer yargıları ve peşi sıra gelen yasal boşluklar kadınların şiddet görmesini kolaylaştırıyor. Yasaların caydırıcı nitelikten uzakta bir yerlerde uzun uzun cümleler kurduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yasaların düzenlenmesine ilişkin çabalar ise ne yazık ki pek yerini bulmuyor. Örneğin; toplumun başlıca sorunlarından biri olan kadına yönelik şiddetin direkt bir muhatabı yok. Kadınların en çok maruz kaldığı aile kavramı ile özdeşleşme durumu bakanlık ve mevzuatta da kendini gösteri-

yor. Türkiye’de bol bol gördüğümüz ve uyguladığımız erkek egemen gelenekler, yasalar ve alışkanlıklara rağmen bir kadın bakanlığına sahip değiliz. Bunun yerine varlık gösteren bakanlık, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’ndan kadın kelimesinin kaldırılmasıyla oluşan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı. Eski Aile Bakanı Ayşen Gürcan geçtiğimiz aylarda, börek twitiyle gündeme geldi. Müslüman bir kadının börek açmayı bilmemesi durumunda o ailenin dağılmasının kaçınılmaz olduğu içerikli bir twit attığı iddia edilen Gürcan, daha sonra Habertürk1 Gazetesi’ne verdiği röportajda börek açmayı bilmediğini zaten bunun için vakti de olmadığını belirtti.

Devam eden günlerde twit bir başkasının şaka ve eğlence amaçlı attığı ortaya çıktı. Medya, Aile Bakanını uygulamadaki eksikliği ve cinsiyet eşitsizliği içerikli davranışı nedeniyle rencide etmeye çalışırken aslında bir kadını mağdur etti. Buradan da anlaşılacağı üzere, kadına yönelik şiddet medya ile de destekleniyor, kadının sıfatı ve konumu ise söylemi oldukça etkiliyor. Bir hayat kadını veya bir “ev kızı” kıyaslanamıyor mesela. Bir bakan partisinden ötürü farklı tavırlara maruz kalabiliyor. Adımların yetersizliği konusunda bir başka kanıt ise erkek şiddetinin akrabalık bağının dışında, bir de siyasette baş göstermesi.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 45


Kadın

Çizim: Serpil Odabaşı

Kaynak: Onedio

Bu yıl kadınlar terörle mücadele adı altında da katledildi. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yılın son aylarında ağırlıklı şekilde dayatılan sokağa çıkma yasakları sırasında da erkek kolluk kuvvetleri, erkek üstlerinden aldıkları emirler ile kadınların hayatına son verdi. 15 Kasım 2015 tarihinde Evrensel2 Gazetesi’nde yer alan habere göre, Nusaybin’de sokağa çıkma yasağının üçüncü gününde evinin ikinci katından bahçesine inmek isteyen beş çocuk annesi Selamet Yeşilmen kobra tipi araçtan açılan ateş sonucu vurularak olay yerinde hayatını kaybetti. Yeşilmen’in çocuklarından iki tanesi ağır yaralandı.

Terörle mücadele ederken öldürülen kadınlardan biri de Ekin Wan oldu bu sene. Ekin Wan’ı önce öldürdü erk sahiplerinden emir alanlar, sonra çırılçıplak soydular, yerlerde sürüklediler ve fotoğraflarını çekip yayınladılar. Ama kadınlar Ekin Wan’a direniş sözü verdi, yılmadılar, yılmayacaklar.

1- Kübra Par, “Börek yapmayı bilmem, hem iyi

2- Evrensel Gazetesi, “DİHA: Nusaybin’de

3- İMCTV, “Dilek Doğan kadınların omuzların-

aşçılar erkeklerden çıkar!”, 23 Eylül 2015

Selamet Yeşilmen, polis saldırısında yaşamını

da uğurlandı”, 27 Ekim 2015

8 Ekim’de DHKP-C’ye yönelik operasyon sırasında 25 yaşındaki Dilek Doğan, evlerinde arama yapan polis tarafından vurularak ağır yaralandı. Dilek Doğan 25 Ekim günü tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.3

yitirdi”, 15 Kasım 2015

46 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Terörü engellemek için kadın ve çocuklar öldürüldü, ancak terör sona ermedi. Belki de terörü bitirmek, öldürmek ile bağlantılı değildir? Bazı durumlarda insan, o durumdaki acı ve üzüntüyü yaşadığında daha çok ve etkili empati kurabiliyor. İş politik duruşa geldiğinde ise empati hemen yön değiştiriyor. Canım kadınlar bir anda erkten taraf olabiliyor, ne yazık. Bunun bir örneğini Özgecan Aslan cinayetinde gördük. Özgecan “normal bir” kadındı. Giysisi normaldi mesela, okuldan eve dönüyordu, gündüz vaktiydi.

Tecavüze direndiğini tırnaklarında bulunan DNA örneklerinden öğrendik. Biber gazı sıkmıştı saldırganın yüzüne. Empati kurduk ve onun tecavüzü de öldürülmeyi de hak etmediğine karar verdik. Peki, kim hak ediyordu ölümü ve tecavüze uğramayı? Mesela bir seks işçisi olmak tecavüzü haklı mı kılıyor veya akşamın geç saatlerinde sakız çiğneyerek eve gitmek? Tabii ki olmuyor. Tecavüz eden erkeklerin bunu yaparken hiç utanmamasının ve korkmamasının sebepleri var. Ailesi tarafından “erkek” olarak yetiştiriliyor, kız kardeşine kapa o bacakları denilirken kendisine göster amcana pipini denildiği için bacaklarını açan kızın her türlü sapıklığı ve şiddeti hak ettiğine olan

inancı da sağlamlaşıyor, henüz küçük yaşlarda. Sonra aynı yetişme tarzıyla bir hâkim yetişiyor, o da haklı buluyor tabii ki o güzelim iki metre çıplak bacaktan tahrik olan erkeği, cezai indirimin gelişimi böyle oluyor. “Kadın cinayetleri politiktir” sloganının sebebi de bu yetiştirme tarzının erkek egemen devlet ve onun tüm kurumlarınca kabul edilmiş olması, ne yazık. Politikadan bahsetmişken söylemeden geçmek olmaz. Bu yıla damgasını vuran kadınların bir kısmını da Somalı kadınlar oluşturdu. Soma maden faciasında yaşamını yitiren, o iç kıyıcı iş cinayetine kurban giden emekçilerin eşleri hayata sıkıca tutunmak için el ele verdiler ve mis kokulu sabunlar, organik reçel, tarhana,

salça gibi ürünler üretmeye başladılar. Kadının gücünü bizlere tekrar gösterdiler. Kadınlar bu yıl doğalarını ve yaşam alanlarını korumaya çalışırken de şiddete maruz kaldılar. Yapımı ısrarla sürdürülen Yeşil Yol Projesi konusundaki eylemlerin öznesi hep kadınlar oldu. Yaşlı yaşlı kadınlar jandarmalar tarafından hırpalandı, biber gazı ve TOMA ile müdahale edilmesiyle mücadeleleri engellenmeye çalışıldı. Güçlü Havva kadını hepimiz çok yakından tanıyoruz şimdi. Kadınlar yine yılmadı, yılmayacaklar. Erke ve erkeklere rağmen doğalarını korumaya derelerini kurutmak isteyenlere karşı mücadele etmeye devam edecekler.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 47


Fotoğraf: AP Images / Burhan Özbilici

Fotoğraf: Cihan Haber Ajansı Bir sinir bozucu kadına şiddet haberi de yıl yine Onur Özbizerdik’ten geldi. Bu zat mafya diye adlandırılan bir başka zatın torunu ve çoğumuzun tanıdığı Alaaddin Çakıcı’nın üvey oğlu. Bu referanslara mı güveniyor nedir bilinmez ama kendisi sevgilisine yapmadığını bırakmadı, darp ve alıkoyma nedeniyle şikâyette bulunan genç kadın, aldığı tehditlerden olsa gerek şikayetini geri çekti. Nitekim devletin adalet organı da cüzi para cezaları ile Özbizerdik’i serbest bıraktı. Çok sıfırlı bir miktar para ödeyip serbest kalan mafya kişisi hâlâ sokaklarda ve bir daha bir kadını darp etmeyeceği hatta onu öldürmeyeceği bilinmiyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) 2015 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu yayınlandı. Türkiye 145 ülke içinde 130’uncu sırada bulunuyor.

48 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Çilem ve Nevin’e mektup yazıp yalnız olmadıklarını söyleyebilir, onları yüreklendirebilirsiniz. Çilem Doğan: Adana Karataş Kapalı Cezaevi Nevin Yıldırım: Isparta E Tipi Kapalı Cezaevi Aile içi şiddete son acil yardım hattı: 0212 656 96 96 – 0549 656 96 96 Toplumsal olaylarda 2015 Bu yıl aslında çoğumuz için acılarla geçti. Ölümler, yasaklar, istenmeyen pek çok durum yaşandı. Kelepçe, cenaze, bomba bu yılın toplumsal olaylarının kilit sözcükleri oldu. • 11 Mart 2015 - 47. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri töreni Cemal Reşit Rey Konser Salonunda düzenlendi. Gecede En İyi Film, En İyi Yönetim, En İyi Erkek Oyuncu Performansı ve Cahide Sonku En İyi Kadın Oyuncu Performansı kategorilerininde arasında bulunduğu 5 dalda ödülü Kış Uykusu filmi kazandı. • 27 Mart 2015 - Kamuoyunda İç Güvenlik Paketi olarak bilinen

bazı kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilerek yasalaştı. • 19 Nisan 2015 - Orta Doğu Teknik Üniversitesi Güneş Enerjisi Araştırma Merkezi ve MAN ortaklığında yerli imkanlarla geliştirilen “Türkiye’nin ilk güneş paneli destekli otobüsü” düzenlenen törenle tanıtıldı. • 24 Nisan 2015 - Türkiye’den Van gölündeki Akdamar kilisesi, Antalya’daki Aspendos Antik Kenti, İstanbul’daki Yıldız Sarayı, Muğla’daki Stratonikeia Antik Kenti, Kütahya, Eskişehir ve Afyon’u kapsayan dağlık Frigya bölgesi, Edirne’deki Uzun Köprü, Siirt’teki

İsmail Fakirullah Türbesi, Bolu’daki Mudurnu Ahi Kenti, Amasya’daki Harşena Dağı ve Pontus Kral Kaya Mezarları ve Kahramanmaraş’taki Ashab-ı Kehf külliyesi UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alındığı açıklandı. • 7 Mayıs 2015 – Türkiye, Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi’nde (CERN) gözlemci statüden “ortak üye” statüsüne geçti. • 5 Haziran 2015: İlk bomba siyasi parti mitingine 7 Haziran seçimlerinden önceki son mitingler yapılıyordu. HDP’nin Diyarbakır Mitingi sırasında bir bomba patladı. Selahattin Demirtaş da oradaydı. 4 kişi yaşamını yitirdi, 400 kişi yaralandı. Konuyla ilgili yayın yasağı getirildi. • 7 Haziran 2015 - TBMM’nin 550 milletvekilinin belirleneceği 2015 Genel seçimi yapıldı. 2002 genel seçimlerinden beri mecliste tek başına iktidarı sürdüren Adalet ve Kalkınma Partisi ilk kez çoğunluğu kaybetti, CHP ikinci, HDP üçün-

cü, MHP ise dördüncü parti oldu. • 28 Haziran 2015 – İstanbul’da 23. kez LGBTİ bireylerinin katılımıyla Onur Yürüyüşü düzenlendi. Yürüyüşe polis müdahale etti. • 20 Temmuz 2015: Barışı bombaladılar Sadece Kobane’de savaşın ortasında kalmış çocuklara oyuncak götüreceklerdi. Aralarında siyasi parti üyesi gençlerin bulunduğu basın açıklamasına yapılan canlı bomba saldırısında 34 kişi öldü, yüzden fazla insan yaralandı. Canlı bombanın IŞİD üyesi olduğu belirlendi. • 4 Eylül 2015 - Cizre’de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak 12 Eylül’de sona erdi. • 1 Ekim 2015 – Ankara’nın Cebeci semtinde, freni boşalan belediye otobüsü, durağa girdi. Olayda 12 kişi hayatını kaybetti. • 10 Ekim 2015 – KCK eylemsizlik kararı aldı.

• 10 Ekim 2015: Barış umuduna ikinci canlı bomba DİSK, KESK, Türk Tabipleri Birliği, TMMOB, birçok farklı sivil toplum örgütü ve muhalefetten CHP ve HDP’nin de katılımıyla gerçekleştirilmesi planlanan Barış Mitingi henüz başlamadan, insanlar toplanmanın tamamlanmasını beklerken ve kortej sıraları düzenlenirken üç saniye arayla iki patlama oldu. Saldırıda yüzden fazla insan yaşamını yitirdi. Daha sonra saldırganların “uyuşturucu kullanmış canlı bombalar” olduğu belirlendi. Saldırıyı IŞİD üstlendi. Ankara Tren Garı’nda gerçekleşen patlama sonrasında kolluk kuvvetlerinin biber gazlı müdahalesi ve destek vermeyişinin ölü ve yaralı sayısını da artırdığı bu yıl konuşulanlar arasında yer aldı. Yaralılar günlerce hastanede yattı, pek çok ameliyat geçirdiler, uzuvlarından oldular, ama umutlarından ayrılmadılar. Ameliyattan çıkan, hastaneden taburcu olan sıktı yumruğunu gülümsedi objektiflere. Barış umudunu parçalayamadılar bombalarıyla...

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 49


Şiddet konusundaki görüşlerine bütün dünyanın katıldığını ve şiddetin günlük hayatla başetme yollarından biri olduğu görüşündedir.

1

Sıklıkla terkedilme, kayıplar, yardımsızlık bağımlılık, güvenlik duygusunda azalma, mahremiyet ile ilgili sorunlar yaşamaktadır Kendi davranışları ile inkar, küçümseme, iddiacı ve yalana yönelme şeklinde bir tutum içindedirler

Düşük benlik sayısı. Cinsiyet rollerinde katılık.

6 7 8

3

05 5

İstismar ve şiddetin bulunduğu ailelerde büyümüşlerdir. Kişilik bozukluğu tanısı alanlara sık rastlanmaktadır.

2

4 04

Empati yapma yeteneği zayıftır. Madde bağımlılığı sık görülür. Engellenmeye karşı düşük tolerans gösterirler. Anormal düzeyde kıskançtır.

Toplumsal Olaylar

Fotoğraf: DHA • 1 Kasım 2015 - Türkiye’de gerçekleştirilen seçimlerinde AKP oyların yüzde 49-50’sini alarak birinci parti oldu ve 550 sandalyeli TBMM’nde 317 sandalye kazandı.

Şiddet eğilimi

olan erkeğin

özellikleri

• 12-13 Kasım 2015 - İklim Forumu Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirildi. Forumda Türkiye’nin iklim politikaları konuşuldu, Paris’te yapılacak zirveden önceki önemli bir etkinlikti. • 15-16 Kasım 2015 – 2015 G-20 Zirvesi Antalya’da düzenlendi. Zirvede iklim konuşulacaktı ancak Paris’te yaşanan terör olayı nedeniyle pek konuşulamadı.

• 26 Kasım 2015: Basına kelepçe 26 Kasım günü ifade için çağrılan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül MİT tırları ile ilgili hazırlayıp yayınladıkları haberden ötürü tutuklandı. Türkiye’nin en iyi gazetecilerinin arasında yer alan Dündar ve Gül yurdun dört bir yanında özgürlük savunucuları tarafından selamlandı. • 28 Kasım 2015: Barışın Elçi’sini öldürdüler Diyarbakır Baro Başkanı Tahir

Elçi, Diyarbakır’ın Sur ilçesinde yaşanan çatışmalarda zarar gören Dört Ayaklı Minare’nin korunması ile ilgili basın açıklaması yaparken öldürüldü. Barışa elçi olan nadir insanlardan biri konumundaki Elçi’nin katli sonrasında “Bizi şimdi kim barıştıracak” yorumları yapıldı, yüzlerce insan çeşitli kentlerde organize edilen basın açıklamalarına katıldı, kolluk kuvvetleri çoğuna biber gazlı ve TOMA’lı müdahalede bulundu. Elçi, 28 Kasım’da düzenlenen törenle defnedildi. • 30 Kasım-11 Aralık 2015 - İlkim Zirvesi Paris’te yapılacak.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 51


Fotoğraf

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nde Ankara’daki Kolej Medyanı’nda çekildi. Ankaralıların yakından tanıdığı Perihan Abla o gün, bir kadını erkek şiddetinden koruyama çalışırken aynı erkek tarafından öldürülen Dr. Aynur Dağdemir’in fotoğrafını elinden bir an olsun düşürmedi. Yazı ve Fotoğraf: Sibel Yükler

52

53


Yeşim Özbirinci

Enerji

 | yesim@gaiadergi.com  | @yejades

Kapitalizmin yeni oyuncağı: Su, Maşası: HES

Denizli ili sınırları içerisinde bulunan Cindere Barajı ve HES, bölgenin önemli su kaynaklarından biri olan Büyük Menderes Nehri üzerine inşa edilmiştir. Kaynak: Özaltın Holding

Su tüm canlılığa hayat verir. Ekolojik bütünlük içinde doğal döngünün devam edebilmesi için koşulsuz şartsız en gerekli kaynaktır. Su olmazsa yaşam olmaz. Dolayısıyla her canlının suya erişim hakkı vardır. Bu hakkı korumak da en önemli hak mücadelesidir.

D

oğal gaz, petrol, kömür gibi kaynaklara nazaran daha temiz, yenilenebilir ve yerli bir kaynak olması nedeniyle devletler tarafından HES’ler (Hidroelektrik Santralleri) teşvik edilse de hükûmet HES planlarını bu hakları görmezden gelerek gerçekleştiriyor. Gelecekte yaşanabilecek enerji sıkıntılarını gidermek, enerji bağımlılığını azaltmak amacıyla barajlara ilave olarak küçük yan dereler de değerlendirme kapsamına alındı ve buralarda HES’lerin kurulması için 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile izin verildi.

54 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

4628 Sayılı Elektrik Piyasası Kanunu’nda 2003 yılında yapılan değişiklikle söz konusu HES’lerin özel sektör tarafından yapımı ve işletilmesinin önü açıldı; bu çerçevede 26 Haziran 2003 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Elektrik Piyasasında Üretim Faaliyetinde Bulunmak Üzere Su Kullanım Hakkı Anlaşması İmzalanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkındaki Yönetmelik” hükümlerine göre özel sektör başvuruları başlatıldı.1

HES’lerin enerji üretiminin ana kaynağı su olduğundan üretim maliyeti çok ucuzdur. Ayrıca hava kirliliği yaratmazlar. Lakin HES’lerin inşa ve işletme süreçleri doğaya ve canlılara çok büyük zararlar verir ve çoğunlukla bunların geri dönüşü mümkün olmaz. Yenilenebilir enerjinin sürdürülebilir olması için yapılan yatırımların

çevresel ve sosyoekonomik etkilerinin boyutu, enerji üretimi faydası üzerine çıkmamalıdır. Hidroelektrik yatırımların da öncelikle sürdürülebilir olması gerekiyor.2 Sahip olduğumuz kaynaklar gelecek kuşakların (tüm canlılar) da hakkıdır. Dünyayı yaşanabilir bırakmak ise bizim en büyük sorumluluğumuzdur. Peki, HES’ler ile hayat nasıl azalıyor?

En basit anlatım ile kaynağından alınan su denize ulaşana dek borularla taşınıyor. Suyun yüzde 10’u (çoğu zaman daha azı) can suyu adıyla yatağına bırakılıyor. Kimi zaman bu yüzde 10’luk can suyu bile bırakılmıyor. HES’lerin yıllık üretimleri, kaynağa gelen su miktarı ile doğru orantılıdır. Kuraklıklar nedeniyle azalan yağış oranları HES’lerin üretimini de düşürüyor.

1- Sinan Güner ve Aydın Tüfekçioğlu, Artvin İlinde Yapılacak Olan

2- WWF, “Yenilenebilir Enerjinin Sürdürülebilirliği ve HES’ler”, http://

Küçük Dere Tipi Regülâtör ve HES’lerin çevresel açıdan İrdelenmesi,

www.wwf.org.tr/ne_yapiyoruz/ayak_izinin_azaltilmasi/su/yenilenebi-

Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Mühendisliği, s. 3.

lir_enerjinin_surdurulebilirligi/

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 55


Artvin’de kaldığımız süre boyunca madenlerin sebep olduğu talana,maden sahalarının saçtığı zehir sebebiyle terkedilmiş yerlere, yapılan barajlar yüzünden sular altında kalan köylere ve evlerini topraklarını anılarını zorunlu göç ile terketmek zorunda kalan köylülere, hidroelektrik santralleri yüzünden kuruyan ya da kurumasına ramak kalmış derelere tanık olduk. Kaynak: Pınar Demirkan/Yeşilist

Etiyopya’nın genelinde bulunan ve su kıtlığı sebebiyle gün geçtikçe zorlaşan elle kazınmış su kuyularından biri. Kaynak: water.org şartlarındaki değişimlere duyarlı bir enerji türü olan hidroelektrik enerjinin, suyu tükenmek üzere olan Türkiye’de dikkatli bir planlamayla ele alınması gerekiyor.4

Falkenmark’ın adıyla anılan indekste, kişi başına düşen yıllık su miktarında eşik değer 1700 metreküp olarak belirlendi. Bir ülkedeki su miktarı bu değerin altına düştüğün-

de, su sıkıntısının başlayacağı ifade ediliyor. Eşik değer, bin metreküpün altına indiğinde, o ülkenin su kıtlığı ile karşı karşıya kalacağı; 500 metreküpün altına düştüğünde ise kronik su kıtlığı yaşanacağı belirtiliyor. Falkenmark İndeksi’ne göre 2013 yılında Türkiye’de kişi başına düşen su miktarı 1600 metreküp. Bu rakam uyarınca, günümüzde Türkiye’de su sıkıntısı yaşandığı söylenebilir. 2023 yılında Türkiye nüfusunun 100 milyona ulaşacağı öngörülüyor. Yapılan hesaplamalara göre 2023’te kişi başına düşen su miktarı 1125 metreküpe inecek ve Türkiye, su kıtlığı yaşayacak.3 Başta sıcaklık, yağış ve akış olmak üzere iklim

3- Tuğba Evrim Maden, “Türkiye’de Kuraklık ve

4- WWF, “Türkiye Ne yapıyor?”, http://www.wwf.

5- HES’ler ile birlikte yok olan tarım arazileri

Yakıcı Etkileri”, 3 Ağustos 2014, http://www.alja-

org.tr/ne_yapiyoruz/ayak_izinin_azaltilmasi/su/

nedeniyle tarımda dışa bağımlılığı arttıran

zeera.com.tr/gorus/turkiyede-kuraklik-ve-ya-

yenilenebilir_enerjinin_surdurulebilirligi/wwf-

nedenlerden biri sayılabilir.

ve Hidroelektrik Santrallerin (HES) Çevresel

kici-etkileri Erişim Tarihi: 29 Kasım 2015

turkiyeneyapiyor/ Erişim Tarihi: 29 Kasım 2015

Hatta şiddetli kuraklık zamanlarında HES’lerden elektrik üretilememesi dahi söz konusu olabilir. Ayrıca yağışların azalmasını etkileyen bir diğer unsur da kesinlen ağaçlardır. İklim değişikliği ile de 2,5 - 3,5 derece artması öngörülen sıcaklıkların yağışları yüzde 25-35 oranında azaltacağı tahmin ediliyor. HES’ler inşa edilirken ileride karşılaşılabilecek kuraklık sorunları da hesaba katılmalıdır.

56 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Artan göç sorunu Köylü toprağı ile geçinir. Ektiğini yer, paylaşır ve satar. Su can verir toprağa. Su dağdan gelir; su faturası ödemez. HES’ler ile birlikte köle olmuş bir köylü doğar. Kimileri göç etmek zorunda kalır. Göç eden köylünün elinde artık ne suyu ne toprağı vardır. Göç edenleri ise şehirlerde bambaşka zorlukları içeren yeni bir dünya bekler.5

Baraj sahasında yaşayan insanlar, inşaatın başlamasıyla birlikte başka alanlara göç etmekte ve bu bölgeler önemli sosyo-ekonomik sorunların parçası olmaktadır. Barajdan etkilenen topluluklar çoğunlukla kentsel alanlara taşınmakta ve taşındıkları bölgedeki yaşam koşullarına uyum sağlamakta zorluk çekmektedir. Göçe mecbur kalan nüfusa ödenmesi gereken kamulaştırma bedeli ise çoğu zaman ödenmemekte veya yeterli olmamaktadır.6

yaşanan gelişmelerle yerel ekonomiye katkı sağlandığı iddia edilmektedir. Bu söylemlere rağmen HES projelerinde, arazinin açılması ve inşaat aşamasında yaklaşık 50-60 kişi, işletme aşamasında ise ortalama 8-10 kişi çalışmakta olup bu personel de çoğunlukla teknik ve kalifiye özelliklere sahip olduğu için dışarıdan gelmektedir.7

sindeki ülkeyi de etkiliyor. Doğadaki problemlerin sonucu sınırlar dışındaki tüm canlılığa kadar uzanıyor. Doğa tüm dünyanın, sadece sınırları içindekilerin değil.

Bir ülkede yapılan HES ve baraj sadece yapıldığı ülkeyi değil çevre-

Bir hükûmet yetkilisinin dediğine göre; Irak’ın yüzey suyu kaynaklarından Dicle ve Fırat nehirlerindeki değişken su seviyesi, daha adil su erişim hakkı olmadıkça tarımsal kalkınmaya zarar verecek. Irak’ın su kaynakları başta Dicle ve Fırat nehirlerinden geliyor. Bakanlığın yaptığı açıklamaya göre; Türkiye ve Suriye’de inşa edilen büyük barajlar nedeniyle bu sular sürekli azalıyor.8

6- Uğur Akkaya, Arzuhan Burcu Gültekin,

lararası İleri Teknolojiler Sempozyumu, 13-15

lektrik Santrallerin (HES) Mekânsal Etkileri ve

Çiğdem Belgin Dikmen, Gökhan Durmuş, “Baraj

Mayıs 2009, Karabük.

Coğrafi Planlamaya Yönelik Öneriler: Alkumru ve

HES yatırımları ile istihdamı arttırma, ticari yaşamı zenginleştirme, tarımsal faaliyetlerde iyileştirme, ormancılık ve turizm gibi alanlarda

Etkilerinin Analizi: Ilısu Baraj Örneği”, 5. Ulus-

Göçleri arttıran HES’lerin en büyük zararı ekolojik dengeye olur. Doğada bir damla su boşa akmaz, yoksa kanımızda mı boşa akıyor.

Kirazlı Barajları Örneği (Siirt). Ayrıca bknz: (Bar7-Nurettin Özgen ve Sabri Karadoğan, Hidroe-

hal Vadisi HES Etkileri Uzman Raporu, 2009:59

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 57


Karadeniz’de ilk HES’in temeli eski başbakanlardan Adnan Menderes döneminde atılmış. İkizdere Hidroelektrik Santrali 1961’de yapılmış. 2007’de ise bu HES özelleştirildi. Kaynak: Kemal Soğukdere/Al Jazeera

HES’lere karşı çıkanların temel itirazlarından biri, Karadeniz’de, bölgenin kapasitesinin üzerinde HES projesine onay verilmesi. Kaynak: Kemal Soğukdere/Al Jazeera başlanıyor. İnternette yayınlanan haberlere göre de ÇED iptalleri olmasına rağmen inşaat alanlarında kanunsuz çalışma yapan işletmeler çıkıyor.10

Kapitalizmin tehdidi altındaki doğal kaynakların sermaye birikim süreçleri içinde metalaştırılması arayışının 1990’lardan bu yana su üzerinde yoğunlaştığı görülmektedir. Dolayısıyla doğal bir hak olarak tanımlanan su, 1990’larda “hak” olmaktan çıkarılarak ekonomik bir “mal” haline dönüştürülmüştür.11

Enerji Atlası internet sitesine göre Türkiye’de bulunan 540 HES’in toplam kurulu gücü 25.648,80 MW’dır. İnşaat halinde ve inşaatına henüz başlanmamış toplam 1340 HES projesinin ise toplam kurulu gücü 30.125 MW’dır. Bu projelerin tamamının hayata geçirilmesi durumunda, nehirlerimizin sağlığının, sundukları hizmetlerin ve biyolojik çeşitliliğimizin ülke genelinde önemli ölçüde hasara uğraması kaçınılmazdır. Hâlihazırdaki HES planlama, inşaat ve işletme süreçleri ise sürdürülebilirlikten uzaktır ve HES’lerin nehirlerimiz üzerinde ciddi tehdit oluşturduğu bir gerçektir.9

Getirileri ve götürülerini bir kenara yazdığımızda götürüsü daha fazla çıkar veya sonuç sıfıra yakınsa bu, devlet eliyle dere sularının rant için şirket patronlarına satılması anlamına gelir. Ayrıca bir şirketin HES inşaatı yapabilmesi için bu konuda uzmanlığı olmasına gerek duyulmuyor. DSİ (Devlet Su İşleri) ile kullanım hakkı sözleşmesi yaptıktan sonra EPDK’ya (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) lisans başvurusu yapılıyor. Lisansı da aldıktan sonra kurulu güç değerinde değişiklik yaparak lisans tadilatı yaptırılıyor. Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ÇED raporundan onay çıktıktan sonra üretim tesisi inşasına

1980’lerden beri su, küresel dünyada tartışılan konuların başında gelmiştir. Yine aynı tarihten bu yana da özelleştirmeler, ulusal ve uluslararası düzeyde sermayedeki tıkanmalara çözüm alternatifi ve kapitalist sistemin yeniden üretilmesinin bir aracı ve çıkış yolu olarak görülmektedir. Su konusu da aynı, eğitim ve sağlık gibi temel kamusal alanlarının özel sektöre açılması ile uluslararası sermaye için önemli bir kâr alanı yaratmaktadır.

8- Irin News, “Iraq: Call to Adopt Modern

9- WWF, “Türkiye Ne yapıyor?”, http://www.wwf.

10- Haberler, “Arhavi’de HES Eyemi: İş Makinesinin

11- Selime Güzelsarı ve Feyza Nazan Tuluay, “Küresel Su Yönetimi ve

12- A.G.E.

Irrigation Techniques”, 22 February 2012, http://

org.tr/ne_yapiyoruz/ayak_izinin_azaltilmasi/su/

Önüne Atladı, Gözaltına Alındı”, 24 Kasım 2015,

Suyun Ticarileştirilmesi”, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler

13- A.G.E.

www.irinnews.org/report/94921/iraq-call-to-a-

yenilenebilir_enerjinin_surdurulebilirligi/wwf-

http://www.haberler.com/arhavi-de-hes-eyle-

Enstitüsü Dergisi, Cilt 22011-1, Sayı 22.

14- A.G.E.

dopt-modern-irrigation-techniques/

turkiyeneyapiyor/

mi-is-makinesinin-onune-atladi-7906868-haberi/

58 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Petrol sanayi kârının yüzde 40’ına ulaşan ve ilaç sektörünü de geçen su endüstrisinin yıllık kârının sermaye için ne kadar önemli ve sermayede büyük bir paya sahip olduğu bu şekilde görülebiliyor.12

1970’lerden beri suyun metalaşması için Dünya Bankası, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Su Konseyi, Küresel Su ortaklığı, GATS gibi birçok uluslararası kurum, kuruluş ve anlaşma rol oynamaktadır. 1970–1990 arası dönemde BM, OECD ve Dünya Bankası gibi kurumlar su yönetimine ilişkin tezler geliştirdiler. Dünya genelinde su yönetimi, teknikmali-yönetsel işler bütünü olarak özellikle Birleşmiş Milletler, OECD ve Dünya Bankası tarafından geliştirilen politikalar doğrultusunda yönlendirilmeye başladı.13

Su ile ilgili ilk toplantı BM öncülüğünde 1977 yılında Mar del Plata’da Su Kaynakları Konferansın için gerçekleştirildi. Toplantının yaklaşımı “içme suyuna erişimin bir insan hakkı” olduğu görüşündeydi. 1990’lı yıllara gelindiğinde ise BM bu yaklaşımını değiştirerek, “su ekonomik bir mal” görüşünü benimsedi.14 İlk defa 1992 yılında Uluslararası Su ve Çevre Konferansı’nın Dublin beyanında su, ticari bir “meta” olarak anıldı. Yine aynı yıl Rio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda suya yönelik ticari yaklaşımlar görüşüldü. (Gündem 21, 18. bölüm)

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 59


Enerji 1981 yılında çıkarılan 2560 sayılı işçi kanunu ile Türkiye’de ilk defa suyun ticarileştirilmesi gündeme geldi. İSKİ, ASKİ gibi kuruluşlar kâra dayalı bir anlayışla çalışıyorlar. Bu gibi kurumlarla birlikte uluslararası sermayenin yeni su yönetimi anlayışının alt yapısı oluşturuldu. Bu kuruluşlar, uluslararası finans kuruluşlarından borç alarak su ve kanalizasyon yatırımı yapabiliyorlar. Ülkemizin birçok şehrinde su ve kanalizasyon işletmesi tekellere devredildi.

Fındıklı Derelerini Koruma Platformu ile HES projelerine karşı yılardır mücadele eden Fındıklı halkı, sekiz yıldır tek bir kazma dahi vurdurmamalarıyla biliniyor. Kaynak: OdaTV

İlki 1997 yılında gerçekleştirilen Dünya Su Forumu dünyada paylaşılan suların yönetimi ve kullanımı STK’lar ve hükûmetler arasındaki ortaklığı tavsiye ederek başlasa da daha sonraki forumlarda suyun ekonomik bir mala dönmesi üzerine yoğunlaştı. Suyu kamu malından piyasa malına doğru dönüştürerek küresel ve yerel politikalar belirlendi. Bedelini ödeyen suya erişebilecek Artık bir “para kaynağı” olarak görülen su, devletler ve özel şirketler tarafından üzerlerinde santraller yapılması için el konuluyor. Suyu bir “hak” olarak gören halk, verdiği mücadele karşısında jandarmayı veya polisi bulabiliyor. Bunun üstüne darp ediliyor, elindekinden oluyor, yaralanıyor, tutuklanıyor…

60 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Şirketler suyu ele geçirdikleri an, suyun dolandığı tüm alanları ele geçirmiş olacaklar. 49 yıllık kullanım hakkını aldıkları an suyu istedikleri gibi kullanarak suyun üzerinden istedikleri kadar sermaye elde edebilirler. Haliyle suya ihtiyaç duyan tüm canlılar bu şirketlerin eline bakacak. Kim satılan bu suyun bedelini ödeyebilirse suya erişebilecek. Peki, herkesin alım gücü buna yetebilecek mi? Piyasa tarafından bedeli belirlenen su ile birlikte sınıflar arası farklılık giderek artacak. Su dağıtım şebekeleri uluslararası su tekellerine satılan ülkelerde, su fiyatlarının nasıl hızla yükseldiği açık bir şekilde görülebiliyor. Gana’da ticarileştirilmesinden sonra su ücretleri yüzde 95 yükseldi. Hindistan’da aile bütçesinin yüzde

25’i su faturalarına gitmeye başladı. Peru’nun yoksul halkı ABD halkından altı kat pahalıya su tüketmeye başladı. Güney Afrika’da halk faturalarını ödeyemediği için suları kesildi, susuzluk ve kolera salgını baş gösterdi. Bolivya’da su fiyatları yüzde 200 arttı. Bolivya’da su fiyatları yüzde 200 arttı. Fas’ın Kazablanka kentinde su dağıtım şebekelerinin özeleştirilmesinden sonra su fiyatları üç kat arttı. Kanada’nın Ontorio Walkerton kentinde laboratuar hizmetinin (su tahlilleri için) ticarileştirilmesinden sonra yedi kişi sudan bulaşan E.Coli bakterisi nedeni ile öldü. Su şebekelerinin özel şirketlere devredildiği bu ülkelerde yaşanan sorunlar, suyun ticarileştirilmesinin halk açısından ne anlama geldiğini gayet iyi anlatıyor.15

Suyun ticarileştirilmesine karşı tüm dünya mücadele ediyor. Çünkü suyun ticarileştirilmesine karşı olanlar temiz suya erişimin bir insan hakkı olduğunu, suyun üzerinden kâr elde edilebilecek bir meta olmadığını vurguluyorlar. Suyun ticarileştiği yerlerde fiyatlar da artıyor, üstüne sular sağlıksız sunuluyor. Susuzluk sorununu kullanarak hükûmetler ve şirketler, piyasa merkezli su yönetimi ile yaşanan su krizinin aşılabileceğini iddia ederek suların ticarileştirilmesi için uğraşıyorlar. Bu düşünce ile birlikte hem küresel hem de ulusal çerçevede su yönetimi yapılandırılmaya çalışıldı ve devam ediyor. 21’inci yüzyıl özellikle azgelişmiş

ülkelerde su kaynaklarının nasıl yönetileceği üzerine uzun dönemli ve kapsamlı stratejiler geliştiriliyor. Sonuç Şöyle bir toparlamak gerekirse; hükûmetler gelecekteki enerji sıkıntılarını gidermek ve enerji bağımsızlığını elde etmek üzere politikalar üretmeliler. Lakin bunu yaparken “hak”ları ve canlı yaşamını göz ardı etmemeliler. Ayrıca uygulanması gereken uzun vadeli enerji politikaları yerine, kısa vadede çabuk sonuç almayı hedefleyen enerji politikaları olmamalı. Aynı zamanda fazla enerji tüketimi ile de mücadele edilmelidir.

15- Ekoloji Ağı, “Suyun Ticarileştirilmesine Genel Bir Bakış”, 1 Mart 2011, https://ekolojiagi.wordpress. com/2011/03/01/suyun-ticarilestirilmesine-genel-bir-bakis/ Erişim Tarihi: 29 Kasım 2015

Suyun Ticarileşmesine Hayır Platformu’na üye kurum ve kuruluşların temsilcilerinin İSKİ önünde yaptıkları bir basın açıklaması Kaynak: TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 61


Enerji Karadeniz, Türkiye’nin akarsu açısından en zengin bölgelerinden. Bu kare de Askaros Deresi’nden. Kaynak: Kemal Soğukdere/Al Jazeera

Tokat’ın Zile ilçesinde yapılması planlanan HES için köylülerin düzenlediği eylem. Kaynak: Mustafa Turapoğlu/Zile-DHA Şöyle bir toparlamak gerekirse; hükûmetler gelecekteki enerji sıkıntılarını gidermek ve enerji bağımsızlığını elde etmek üzere politikalar üretmeliler. Lakin bunu yaparken “hak”ları ve canlı yaşamını göz ardı etmemeliler. Ayrıca uygulanması gereken uzun vadeli enerji politikaları yerine, kısa vadede çabuk sonuç almayı hedefleyen enerji politikaları olmamalı. Aynı zamanda fazla enerji tüketimi ile de mücadele edilmelidir. Salt enerji santralleri artan enerji tüketimi ile eş giderse çok büyük bir fark yaratmayacaktır. İnsanlar enerji kullanımı konusunda da bilinçlendirilmeli, enerji tasarruflu binalar yapılmalı, kayıp ve kaçak enerji sorunu çözülmeli. Yoksa ne kadar enerji üretirsek üretelim enerji açığı kapanmaz.

62 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Dünyanın birçok ülkesinde eski zamanlardan beri HES’ler, önemli enerji kaynaklarından biri olarak görüldü. Çünkü alternatif kaynaklara göre gelişmiş teknoloji ve yüksek işletim maliyetine sahip değiller. Ancak HES’ler dünyadaki su döngüsüne bağlı çalışır ve inşa edildiği coğrafyadaki alanı tahrip edeceği unutulmamalıdır. Zorunlu ihtiyaç halinde, barajların ve HES’lerin inşa edilmesi gerekebilir fakat bu beşeri yapıların doğal ortamına en az zarar verecek şekilde planlanmalı ve hayata geçirilmelidir. Olumsuz etkiler olumlu etkisinden daha fazlaysa bazı şeyler için çok geç olmadan önce tekrardan düşünmekte fayda var. Çünkü suyun ticarileştirilmesinde sadece insan zarar görmez. Aynı

zamanda çevresindeki habitat da tehlike altına girer. Egemenliği altına alan özel şirket burayı istediği gibi kullanabilir. Artık günümüzde suyun varlığı iki şekilde tanımlanıyor. Suyu “ekonomik bir mal” olarak görenler suyun üretilip, satılmasını savunuyor. Suyu “temel bir insan hakkı” olarak görenler ise herkesin eşit ve güvenli suya erişimin sağlanması gerektiğini savunuyor. Tanımlamalar doğrultusunda iki yaklaşım ön plana çıkıyor: “Su bir insan gereksinimidir”; “Su bir insan hakkıdır.” İçme suyu, enerji üretimi… hangi amaçla kullanılmak için olsa da ilk önce, suyun “tüm canlı hakkı” olduğu unutulmamalıdır.

2015 HES tahribatları ile ilgili haberlerden kısa kısa başlıklar…16 • 11 Ocak 2015: Trabzon’un Çaykara ilçesinde hidroelektrik santrali inşaatına çığ düştü. 1 işçi ölürken, çığ altındaki 4 işçiyi kurtarma çalışması başlatıldı. • 13 Ocak 2015: Türkiye’de 2014 yılında HES’lerin ürettiği elektrik miktarı bir önceki yıla göre üçte bir azalarak 40,4 milyar kW/s oldu. • 1 Şubat 2015: Trabzon’un Çaykara İlçesine bağlı Yeşilalan, Baltacılı, Taşören, Kayran ve Işıklı Mahallelerinin güzergâhında bulunan Kozno deresi üzerinde yapımı planlanan HES, çevreye vereceği zararlar nedeniyle 5 mahalle muhtarını isyan ettirdi.

• 15 Mart 2015: Tokat’ın Zile ilçesinde yapılacak 3 HES’i halk protesto etti. İnşaatlara yürümek isteyen halka zaman zaman jandarma müdahale etti. • 16 Mart 2015: Tokat’ın Zile ilçesinde HES’i protesto eden köylüler AKP’li Belediye Başkanı Lütfi Vidinel tarafından “terörist” ilan edildi. • 12 Nisan 2015: Kars’ın Kağızman İlçesi’nde baraj gölünden HES’e su taşıyan kanal patladı, kayısı ağaçları su altında kaldı. • 24 Nisan 2015: Tokat Zile’ye yapılmak istenen hidroelektrik santralini protesto eden köylülerden 56’sı hakkında 25 yıla kadar hapis cezası istemiyle soruşturma başlatıldı.

• 18 Mayıs 2015: Kütahya’da HES tünel inşaatında göçük meydana geldi. 1 işçi mahsur kaldı. • 18 Haziran 2015: Rize’nin İkizdere İlçesi Şimşirli Köyü’nde HES inşaatına karşı gerçekleştirdikleri eylemler nedeniyle 80 kişi hakkında açılan 3 ayrı dava birleştirildi. • 22 Temmuz 2015: Fındıklı halkı, kasabalarına yapılması planlanan HES projesine dair ÇED toplantısını protesto etti. • 29 Temmuz 2015: Elektrik Üretim AŞ’ye ait 10 HES, 5 grup halinde özelleştirilecek. 16- Google arama motoru kullanılarak elde edilen haber taramalarından örnekler.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 63


Enerji

• 5 Ağustos 2015: Antalya’nın Kumluca ilçesinde HES’lerle mücadeleyle gündeme gelen Alakır Vadisi’nde yaklaşık 10 yıldır doğal yaşam sürüdüren Tuğva ve Birkan çifti, HES firmaları ve HES’leri destekleyen bazı köylülerin tehditlerine maruz kaldığı olaylardan biri de önceki gece gerçekleşti. Evlerinin önünde bir araştan 7- 8 el ateş edildiğini iddia eden çift, jandarmaya şikâyette bulundu. • 9 Ağustos 2015: Tokat’ın Almus İlçesi’nde Yeşilırmak üzerine yapılan HES için eylem düzenlendi. • 15 Ağustos 2015: Artvin’in Şavşat ilçesine bağlı Meydancık Köyü’nde bulunan Diyoban HES barajında balıklar ölü bulundu.

• 26 Ağustos 2015: Uzmanlara göre, şiddetli sağanak sonrası sel ve heyelanlarda 8 can alan Artvin’deki felakete, Karadeniz’de HES’lerle yatağı değiştirilen dereler ve tıkanan menfezler yol açtı. • 10 Eylül 2015: HES projesine ilişkin ÇED süreci bilgilendirme toplantısı, Allahdiyen, Gökköy, Çamurhamamı ve Bahçecik halkı ile siyasi partiler ve çevreci örgütlerin müdahalesiyle yaptırılmadı. • 23 Ekim 2015: Erzurum’un Olur ilçesine bağlı Ormanağzı mahallesindeki HES’in yapımı sırasında atılan dinamitler yüzünden Yeşilbağlar Mahallesindeki evinde ağır hasar oluşan Yanal Yücel, köyünü terk etmek zorunda kaldı.

Arhavi’de MNG tarafından ilçenin merkezinde yapılmak istenen HES projesine karşı düzenlenen eylem. Kaynak: Sendika.org

64 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

• 22 Kasım 2015: 22 Kasım 2015: Metamar/Dedegöl şirketine ait Kürce HES’in iletim hattından dolayı yaşanan sayısız heyelana bir yenisi daha eklendi. Kuzca Köyü’nün Kürce, İncircik, Burtu ve Karasin mahallerine giden yol kapandı. • 24 Kasım 2015: Artvin’in Arhavi ilçesinde mahkemenin daha önce iki kez “ÇED olumlu” raporunu iptal ettiği Kavak HES kapsamında inşaat sahasına yol ve köprü yapımı için iş makinelerinin jandarma eşliğinde çalışmaya başlamasına yönelik tepkiler sürüyor. İnşaat sahası girişinde toplanan bir grup yol ve köprü çalışmasının yasadışı olduğunu savunarak çalışmaları protesto etti.


Fotoğraf

Zümrüt Kelebeği (Callophrys rubi)

Antakya’nın Arsuz ilçesinin yakınlarındaki Kızıldağ’da bulunan Yıldırım Vadisi’nde çekilen bu fotoğraf, zümrüt kelebeğinin bölgede kayda alınmış ilk belgesi. Yazı ve Fotoğraf: Utku Erinç Yeğenoğlu


Doğanın ve yaşamın renklerini Gaia Dergi’nin gözünden takip edin! İnternet sayfamızı ziyaret ederek abonelik sayfası üzerinden dergimize abone olabilirsiniz.

Gaia Dergi’yi sosyal medya üzerinden takip edebilirsiniz! /dergigaia

@gaiadergi

@gaiadergi

www.gaiadergi.com

/gaiadergi


Fotoğraf Sonbaharda çok güzel olur Belemedik. Eğer fotoğrafçıysan ya da fotoğrafa ilgin varsa kafanı çevirdiğin her yer zaten fotoğraftır. Sararan ağaçlar, henüz sararmaya yüz tutmuş olanlar ve daha sararmayanlarla adeta bir renk cümbüşüdür kadraja yansıyan. Size sadece içinden seçtiğiniz görüntüleri fotoğraflamak kalır. Kapısına kilit vurulmuş bir ev, çok az yolcusu olan tren garı, raylar boyunca uzanan, sonbaharın renklerine bürünmüş ağaçlar, neyi fotoğraflamak isterseniz odur gördüğünüz. Fakat benim için en güzel tarafı ise, Kuşçular köyünden yola çıkarak başladığımız ve ortalama 22 km. yürüdüğümüz yoldur. Yol boyunca raylar, akan ırmağın sesi eşlik eder sana ve tabi Tanju Duru’nun Raylar Boyunca şarkısı. Yolun sonunda birkaç ev ve tren garı karşılar seni, bir de tabi irili ufaklı tüneller. Her ne kadar tehlikeli de olsa Belemedik’e gitmiş herkesin o tünellerde fotoğrafı vardır. Bu fotoğraf da o tünellerden birinin tam karşısında çekildi. O an sadece evin önündeki vosvos ilgimi çekse de sanırım terk edilmiş bu ev tam da sonbahar hüznüne uygun geldi bana. Ve biz yine her sonbahara olduğu gibi Belemedik’e doyamadan evlerimizin yolunu tuttuk. Yazı ve Fotoğraf: Neslihan Durateymur

70

71


Kadir M. Ersoy

Hayvan Hakları

 | kadirmersoy@hotmail.com  | @kadirmersoy

Suskun dostlarımız hayvanlar ve 2015 karnemiz “Bir milletin büyüklüğü ve ahlaki gelişimi, hayvanlara olan davranış biçimi ile değerlendirilir.” Mahatma Gandhi

G

ünlerden bir gün her şey tersine gitmeye başlayınca, kabile yaşlısı bir kadın benliğini feda eder ve tabiat oluşur. Mavi gökyüzünün, renkli kızı dünyaya gelir ve yaşam ilk filizle başlar. Yeşerir tüm dünya, tüm canlılar, tüm hayat… İlk ağaçlar, çiçekler, meyveler, hayvanlar ve biz insanlar. Hep beraber el ele geldiğimiz bu dünyada, sıkı

72 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

sıkıya sarıldığımız anamızın adını unuttuk. Kardeşlerimize düşman kesildik. Kabil’in kardeşini dünya üzerinden yok ettiği gibi birer birer yok ediyoruz kardeşlerimizi. Oysa ne kadar da sıkı tutardık ağacın dallarını, ne içten sarılırdık evlatlarımıza. Şimdi yüzlerini görmeye dahi tahammülümüz yok. Hırsımız bizi esir aldı. Her şeyin sahibi olmayı istiyoruz. Tabiat kendi yöntemleriyle buna karşı çıksa da ona dişimizi geçirdik bir kere. Kabullenmeyenle meselemiz büyük. Derinlerimizde kendimize olan nefretimizi yansıtıyoruz, ışık saçar gibi ölüm saçıyoruz adım attığımız her yere. Bulunduğumuz her coğrafyanın gaspçıları olarak nam saldık tüm dünyaya.

Zamanın farkına vardığımızdan beri yaşamlarımız çok değişti. Üzerine bir de kaydedebilme yeteneğini de ekleyerek, geleceğe ulaştırıyoruz davranış biçimlerimizi. Bu yüzdendir ki biliriz Azteklerin insan kurban ettiğini, bu yüzdendir ki biliriz Mevlana’nın hayvanları çok sevdiğini… Gelecekte var olacak torunlarımız da bizleri günümüzün kayıtlarıyla hatırlayacak. Bizlerden iyi veya kötü biçimde bahsedecek. Peki, nasıl örnek oluyoruz geleceğimize? Bizden güzelliklerle bahsederler mi dersiniz? Geçmişteki atalarımızın bazı davranışları bizleri onurlandırsa da dönüp arkamıza baktığımızda acı ve gözyaşının ağır bastığı bir geçmiş ile yüzleşmek zorunda kalıyoruz.

Geleceğimiz de hâlimize üzülecek gibi görünüyor. Birbirimize ve bizden olmayanlara uyguladığımız tutumlar, rahatsız ediciliğin ötesinde yaşamımızın koparılamaz birer parçası hâline gelmiş durumda. Peki, bu içselleştirdiğimiz rahatsız edici davranış bütünün kaynağını nerede aramalıyız? Karanlığın içerisinde bir çift korkulu göz bizlere bakıyor aslında, yalnızca bizler görmeye pek niyetli değiliz hepsi bu. Varlık nedenlerini bizim varlığımıza bağladığımız yeryüzünün suskun varlıkları; hayvanlar… Bulunduğumuz coğrafyada birbirimize olan tutumumuzun çok daha ağırını yaşattığımız dostlarımız.

2015 dünya genelinde ve coğrafyamızda her açıdan acıların yılıydı desek yanlış söylemiş olmayız herhalde. Kıyımların her türlüsüne şahit olduk ve korkuyoruz ki şahit olmaya da devam edeceğiz. Fakat görmezden geldiğimiz bir şey var. Bizler, bu kıyımları her gün tek suçu iki ayak üzerinde durup icat yapamamak olan varlıklara karşı işliyoruz. Bitirmek üzere olduğumuz 2015 yılında hayvanlar ile ilgili karnemiz pek iç açıcı değil. Her gün ölüme yolladığımız ve bedenlerini yemek yaptığımız hayvanların dışında, vahşi yaşam alanlarında varlıklarını sürdürmeye çalışan ve insanlarla birlikte hayatlarına devam etmek zorunda kalmış varlıklara karşı da aynı gaddar tutumun içerisinde

olduğumuz apaçık görülebilmekte. Adeta tüm ormanlarımız, tüm sokaklarımız, tüm evlerimiz açık birer mezbaha niteliğinde. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın hayvanlara karşı tutumlara denk gelebilecek herhangi bir düzenlemeye sahip olamaması, ceza hukukunun mal statüsü üzerinde bir tanımlama yapamaması, yerel yönetimlerin takındıkları tavırlar da eklendiğinde, hayvanlar için koca bir cezaevine dönüşen bir coğrafyada yaşamaktayız. Televizyon, internet ve gazetelerden derlediğimiz bu yılki karnemiz ile sınıfta kalıyoruz. Hem devlet, hem toplum, hem de bireyler olarak.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 73


Hayvan Hakları Bu yıl hayvanlar ile bizler arasındaki karşılaşmaların,tabii ki yalnızca kayda geçenlerden oluşan, küçük bir listesi:

• Roboski’de bir askerin, bir köpeğe işkence yaparkenki görüntüleri ortaya çıktı.

• Samsun’da şehre inen domuz halk tarafından linç edildi.

• İzmir’in Çiğili İlçesi’nde bir Komiser yardımcısı karakolun bahçesinde polisler tarafından bakılan köpeği beylik tabancası ile vurarak yaraladı.

• Eskişehir’de üniversite öğrencisi tarafından öldürülen kedi, mal sayılarak fiyatının belirlenmesi için bilirkişiye başvuruldu.

• Tuzla Marina ve AVM Projesi kapsamında yapılması planlanan yunus parkına karşı imza kampanyası başlatıldı.

• Hakkâri Yüksekova’da 1. Asliye Mahkemesi tarafından İran’dan geldiği öne sürülen 97 katır için, sağlık tehdidi sebebiyle öldürme kararı verildi.

• CHP İstanbul Milletvekili Mahmut Tanal tarafından Hayvan Hakları Bakanlığı kurulmasını öngören bir kanun teklifi hazırlandı.

• Edirne’nin Enez ilçesinde çiftlikte koruma altında olan 3 kaz, 4 ördek kimliği belirsiz kişilerce tüfekle vuruldu. • Kısırkaya’da faaliyete geçirilmesi planlanan tecrit merkezine karşı eylem düzenlendi. • Riva Deresi’nden yüzlerce balığın ölü biçimde yüzeyden aktığı görüldü. Ölümlerin bölgede bulunan fabrikaların atıkları nedeniyle olduğundan şüpheleniliyor. • Orman ve Su işleri Bakanlığı’nın gözetiminde, “başka kaynaklardan gelen hayvanlar” adı altında sokaklardan kaçırılan hayvanlar üzerinde deney gerçekleştirildiği öne sürüldü. • Bursa’nın Yenişehir İlçesi’ne bağlı Camönü Köyünde 84 köpek ölü bulundu. Bursa Vali Vekili Ahmet Hamdi Usta ölen kö-

74 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Roboski’de askerler tarafından katledilen katırlar. peklerin belediye araçlarında taşınırken boğularak öldüğünü açıkladı. • Şişli’de düzenlenen Uluslararası Köpek Nüfusu Yönetimi Konferansı’na karşı eylem düzenlendi. (ICAM yönetiminde gerçekleştirilen konferansın içeriği insanlarla birlikte yaşayan sokak hayvanlarının nüfusunun düzenlenmesi -öldürülmeleri ya da tecrit edilmeleri- konusunu işlemektedir.) • Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde 2013 yılında öldürülen Leopar hakkında görülen davada sanıkların ceza almalarına gerek olmadığına karar verildi.

• Eski manken Tuğçe Kazaz, arabasıyla çarptığı bir domuzun görüntülerini sosyal medyada yayınlayarak yaptığı eylem ile gurur duyarcasına ifadeler kullandı. Domuzun lanetli bir canlı olduğuna dikkat çekmeye çalışan Kazaz, yaşanan olayın rastlantı olmadığını iddia etti.

• Veliefendi Hipodromu’nda “Atlara Özgürlük” eylemi düzenlendi ve “para hayvanı esir alamaz!” dendi.

• Edirne’de bir aracın bagajından oturarak yularından tuttuğu atı yaklaşık 4 kilometre götüren kişi hakkında çevredeki kişilerce şikâyette bulunuldu.

• Ünlü isimlerden oluşan bir ekip, hayvanlara yapılan zulümlere dikkat çekebilmek için “Kürkünü çıkar, vicdanını giy” sloganıyla kürk kullanımına karşı bir spot film çekerek, farkındalık kampanyası başlattı.

• Silivrikapı’da iki yavru kediyi tekmeleyerek öldüren Derya Koçak’ın davası İstanbul 79. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlandı.

• Eskişehir’de yaralı bir at kepçe ile kamyon kasasına atıldı. Konu ile ilgili hayvan özgürlüğü aktivistleri harekete geçti.

• Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü koordinatörlüğünde kurulan bir komisyon, tarihi eserlere zarar verdikleri gerekçesiyle Ahtamar Ada-

sı’ndaki tavşanların toplanmasına karar verdi. • Kırklareli’nin Babaeski ilçesinde bahçesine giren kediye işkence eden bir kişi, ilgili işkence görüntülerini sosyal medyaya koydu. Konuyu takibe alan Sokak Hayvanlarını Koruma Yaşatma Rehabilitasyon ve Eğitim Derneği (SOHAYKO), Kırklareli Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Kırklareli Valiliği’ne, Kırklareli Orman ve Su İşleri Müdürlüğü’ne, Kırklareli İl Emniyet Müdürlüğü’ne şikâyet dilekçeleri ile suç duyurusunda bulundu. • Roboski’de kaçakçılıkta kullanıldıkları gerekçesiyle askerler tarafından 11 katır vuruldu.

• TEM Ümraniye - Kavacık yolu üzerinde kamyon kasasında taşınan sığırlar sıcaktan fenalaşınca, kamyon şoförü ve beraberindekiler tarafından yol kenarında kesilerek öldürüldü. • Eskişehir’de İşkence ile kedileri öldüren üniversite öğrencisine 3 yıl hapis cezası verildi. • Kadıköy’de ve Büyükada’da faytonlara koşulan atlara dikkat çekmek için “Faytona binme, atlar ölüyor” eylemi düzenlendi. • Kurban Bayramı boyunca yaklaşık 2,3 milyon küçükbaş, 850 bin büyükbaş hayvan öldürüldü. • Av turizmi adı altında 15 ayı, 109 yaban keçisi ve 4 çengel boynuzlu dağ keçisinin ölümü ihaleye sunuldu.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 75


Hayvan Hakları • Kastamonu’nun Çaykaşı köyünde bulunan hidroelektrik santralleri kanallarında neredeyse her gün yabani hayvan ölümü yaşanıyor. Bunun yanı sıra ülke genelinde faaliyete geçirilen HES projeleri nedeniyle tahrip edilen doğa kaynaklı evsiz kalan canlılar, aynı zamanda susuz kalarak da can vermeye devam etmekteler. • Bolu’da yapılması planlanan turizm projesi için tahrip edilecek 51 bin hektarlık alan karaca, boz ayı gibi türlerin evi olmakla beraber, doğal yaşam alanları tahrip edilen canlıların yaşayacağı zorluklar göz ardı edilmekte.

Aşkele’de öldürülüp elleri kesilen ayı. Kaynak: DHA • ABD’li Bir Golden Sahiplen Örgütü İstanbul’da barınaklara ve sokağa bırakılmış Golden Retriver cinsi köpekleri sahiplendirerek kendi ülkesine götürmek üzere kampanya başlattı ve toplamda 214 köpeğin götürüleceğini açıkladı. • İzmir’in Çiğili İlçesi’nde çatıya çamaşır ipiyle astığı kedi ile birlikte fotoğraf çektiren lise öğrencisi, sevgilisini sosyal medyadan tehdit etti. Kedi katili hakkında suç duyurusunda bulunuldu. • Erzurum-Erzincan karayolu üzerindeki Aşkale ilçesinin Çayköyü mevkiisinde 300 metre arayla iki ölü ayı bulundu. Öldürülen ayılardan birinin üzerinin toprakla ör-

76 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

tüldüğü, diğerinin ise pençelerinin kesildiği ve kesenlerce kaçırıldığı basına yansıdı. • İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı ekipler Sarıyer’in Ayazağa mahallesinde bulunan köpekleri zehirleyerek toplamaya kalkışırken bölge halkınca yakalandı. • İzmir’de bulunan Konak Meydanının simgesi olan güvercinlerden 5’i banka aracı şoförü tarafından ezilerek öldürüldü. Tüm bu yaşananların yanı sıra hâlâ devam etmekte olanlar ise; • Mersin’de Akdeniz foklarının üreme ve barınma bölgesi olan Silifke

• İstanbul’un Karadeniz kıyısında bulunan kuzey ormanlarında yaşanan orman tahribatı nedeniyle şehir merkezlerine yaban domuzları indiği gözlemleniyor. Boğazdan geçmeye çalışırken ve şehrin içerisinde gözlemlenen domuzların

yaşam alanlarının daralmasından kaynaklı yiyecek bulmak ve farklı yaşam alanlarına göçmek için şehre indiği belirtiliyor. Bizim toplumumuz açısından hayvan hususunda ülke genelinde ses getiren bazı olaylar da yaşandı. Kısırkaya barınağına gösterilen tepki bunların en önemlilerindendir. İkinci bir hayırsız ada vakası ile karşı karşıya kalma ihtimaline karşı son yıllarda yapılan en kalabalık hayvan hakları eylemlerinden birine imza atıldı. Bunun dışında Bana Göz Kulak Ol Derneği önderliğinde kürkleri için acımasız yöntemlerle derileri yüzülen ve öldürülen canlılara dikkat çekmek açısından Türkiye’nin tanınmış isimlerinden oluşan bir kadro ile “Kürkünü çıkar, vicdanını giy” isimli bir spot video hazırlayarak Türkiye genelinde bir farkındalık çalışmasına imza atıldı. Bir diğer umut verici haber ise av amacıyla ihaleye sunulan hayvan-

ların öldürülmesine tepki amaçlı oluşturulan imza kampanyasını 81 bin kişi imzaladı. İlgili ihale durdurulamasa da ülke genelindeki bakış açısının değişmeye başladığına dair ümitlerin yeşermesine olanak sağlıyor. En azından bizler böyle düşünmek istiyoruz. Dünya üzerinde hayvanlar hususunda ciddi yol kat etmiş toplumlar da yok değil. Örneğin Yeni Zelanda ve Kanada’nın Quebec Eyaleti hayvanların hisli varlıklar olduğunu tanıdı ve yasal düzenlemelerinde yer verdi. Uluslararası hayvan hakları mahkemesi kuruluyor mesela. İngiltere’de ördekler için özel yol yapıldı. Kosta Rika hayvanat bahçelerini kapatıyor. Gözlerin içerisine baktığımızda bir benlik gördüğümüz varlıkların acı çekmediklerini, bir eşya gibi hissiz olduklarını nasıl düşünebiliriz? Hayvan dostlarımızın hak ettiği yaşamları sürdürebildikleri bir dünya dileğiyle…

ilçesine bağlı Yeşilovacık beldesinde Akkuyu Nükleer Santrali için yapılan çimento fabrikası ve liman, foklar için ciddi tehdit oluşturuyor. Nesli kritik derecede tehlike altında olan ve Türkiye’de sayıları oldukça az olan foklar, atıklar nedeniyle yaşamını yitirmeye devam ediyor. Planlanan nükleer santralin faaliyete geçmesi durumunda, bölge sularında yaratacağı ısı değişimleri sebebiyle de birçok canlının yaşamının son bulacağı öngörülüyor. • Türkiye genelinde arı ölümleri yüzde 70’e çıkmış durumda. Geçtiğimiz yıllarda yüzde 10 ila 20 arasında değişen arı ölümleri bu yıl ciddi boyutlara ulaşmış bir şekilde bizleri tedirgin etmekte.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 77


Burak Avşar

Mitoloji

 | burak@gaiadergi.com  | @thelastvegan

Kadim efsaneler ve mitolojilerdeki hayvanların yeri

İnsan, tarihinin başlangıcından bu yana her zaman hayvanlarla yakın temas hâlinde oldu. Bu yakın temasla birlikte insanlar, hayvanlar hakkında pek çok efsane ve mit geliştirdi. Küçük bir örümcekten devasa fillere kadar her tür hayvan kendisine bu binlerce yıllık tarihin içinde önemli bir rol edindi.

M

itolojilerde en çok yer alan canlıları genellikle hayvanlar oluşturur; hayvanlara insanlar gibi konuşma özelliği verilir, bazen de olduğundan oldukça güçlü anlatılır. Yer yer de kahramanlar hayvan özellikleriyle bağdaştırılır, onlara kudretli hayvan özellikleri bahşedilir.

Adem ve Havva’nın bir yılan tarafından kandırılarak ilk büyük günahı işlemesi. Lucas Cranach the Elder, 1526

78 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Çoğu mit, hayvanlar ve insanlar arasındaki ilişkiyi anlatır; bazılarında insanlar hayvanlarla konuşur, bazılarında savaşır, bazılarında da hayvanlarla evlenir. Yer altını ziyaret etmeye giden bir kahramana genellikle bir hayvan rehberlik eder ya da görevini başarıyla tamamlamaya çalışan bir efsanevi karaktere bir hayvan yardım eder. Bu yüzden hayvanlar,

mitolojinin olmazsa olmazlarıdır. Peki, hayvanlar mitolojide tam olarak neyi sembolize ediyor? Boğadan keçiye, ağaçkakandan ineğe kadar çoğu hayvan, birbirinden farklı mitolojilerde yer alır. Örneğin, Kelt mitolojisi ve İskandinav mitolojisinde kuzgun, kültürün en önemli figürlerinden birisidir. Kuzgun; tüm evrenleri izler ve tanrılara bildirir, ölümü sembolize eder, aynı zamanda da bilgelik kuzgunla özdeşleştirilir. Yunan mitolojisinde de kuzgunun önemli bir yeri vardır. İskandinav mitlerinde kuzgun; bilgelik, habercilik gibi anlamlar taşırken Yunan mitlerinde bir cezalandırılma şeklidir. Keleos ve Zeus hikâyesinde, Zeus’un kutsal balını çalmaya çalışan gençler ceza olarak kuzguna dönüştürülür. Bazı mitolojik geleneklerde tanrılar, hayvan formu ile anlatılır. Eski Mısır’da halk, tapındıkları tanrıları bir hayvan ya da hayvan başlı insanlar olarak betimler. Örneğin; Mısır inanışındaki Tanrıça Bastet bir kedidir, Tanrı Horus ise bir şahindir. O dönemlerde Mısır’da bir kedi öldüğünde bu büyük bir üzüntüyle karşılanırdı, hatta kediler öldüğünde mumyalanırdı. Mitolojilerde hayvanların birer simge olarak kullanılması Günümüzde her ne kadar tartışmalı olsa da hayvanların birer sembol şeklinde kullanılmasına mitolojide rastlamak hayli olağan-

dır. Belli kişilik özelliklerinin vurgulanması için kullanılan hayvanlar, yer yer figürleşip insan yapımı eşyalara dahi bu özellikleriyle kazınmıştır. Örneğin, yaban domuzu Kelt kültüründe savaşı simgeler. O dönemde Keltlerin miğferlerine ve paralarına savaşçı özelliklerini vurgulamak için yaban domuzunu kazıdığı bilinir. Mitolojik öğretilerde ve efsanelerde hayvanların simge amacıyla kullanılmasına “bir tilki kadar kurnaz” ya da “bir aslan kadar cesur” betimlemeleri örnek gösterilebilir. Günümüzde de sadık kelimesi kullanıldığında akla ilk gelen hayvanın köpek olması ya da kaplanın güç ve canlılığı simgelemesi çok çok eski mitolojik anlatılara dayanır. Köpek hakkında mitolojide yer alan veri oldukça geniştir ve her mitolojide farklı özelliklerde bir köpek anlatısı bulunabilir. Köpek, Hristiyanlıkta bir kişiye kötü bir söz söylerken kullanılan bir semboldür; keza İncil’de köpek, insan öldüren, fuhuş yapan, putlara tapan ve büyücülük yapan günahkâr insanlarla bir tutulup toplumdan dışlanır, ancak sonraki dönemlerde de azizlerin sadık dostu olarak betimlenir. Sel Yayınları’ndan Deniz Gezgin’in Hayvan Mitosları adlı kitabında, köpeklerle ilgili oldukça ilginç mitlere yer verilmiştir. Bir Orta Asya efsanesi olan “Köpekler Krallığı”, yalnızca kadınların yaşadığı bir yerdi.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 79


Mitoloji

Medeniyetin beşiği Mezopotamya ve Anadolu toprakları, birbirinden farklı inanışlara ve efsanelere ev sahipliği yaptı. Hitit, Yunan, Sümer, Akad, Asur ve Babil medeniyetleri arkasında hayranlık uyandıracak bilgiler bıraktı. Tabii onların efsaneleri de hayvanlarla göbekten bağlıydı. Haida halkının yaratılış inancına göre tüm evreni ve ilk insanı bir kuzgun yaratmıştı. Fotoğraf: D. Gordon E. Robertson Bu ülkede yalnızca kadınlar yaşardı ve erkekler birer köpek formundaydı. Kadınların bu köpeklerle birleşmesinden bir yaşam dünyaya geldiğinde, cinsiyeti kadın ise bu insana, erkek ise bu köpeğe dönüşürdü. Köpekler, yani erkekler ülkeyi koruyordu, kadınlara hiçbir şekilde zarar gelmesine izin vermiyordu. Erkek köpekler avlanarak kadınlara yiyecek sağlıyorlardı. Yine aynı kitapta bulunan başka bir hikâye de köpeklere farklı bir açıdan yaklaşır. Altay yaratılış mitolojisinde tanrı ilk insanı yarattığı zaman onun yanına bekçi köpeğini koruyucu olarak vermişti, köpek bu ilksel varlığı şeytanın kötü emellerinden koruyacaktı. Ancak şeytan onu baştan çıkardı ve çıplaklığını tüylerle örtmesi konusunda onu

80 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

ayarttı, bu ilk günahtı. Bu olayla birlikte başlarda tanrının yardımcısı olan köpek tanrısal lanetle cezalandırıldı ve köpek artık günahkâr bir melek olarak görülmeye başlandı. Buradaki semboller İslam ve Hristiyanlık mitolojisindeki Adem ve Havva figüründeki şeytanın rolüne oldukça benzer, ki zaten mitolojiler ve inanışların hepsi, tabir-i caizse birbirinden kopya çekmiştir. Mitolojilerde dualite: Kötü ve iyinin dönüşümü Bazı hayvanlar farklı mitolojilerde oldukça sık bir şekilde geçer, ancak her birinde anlamı birbirinden farklıdır. Örneğin yılanlar bir efsanede iyi bir rol oynarken, bir diğerinde kötü bir rol oynayabilir.

Roma mitolojisinde yılanlar evlerin koruyucusu olarak anılmaktadır, ancak Hrıstiyanlıkta Adem ve Havva’ya ilk günahı işleten, yılan formunda gözüken şeytandır. Bir Japon mitinde 8 başlı bir yılan, prensesi esir tutan yaratıktır. Bu noktada özellikle mitolojilerin geçtiği coğrafyaların ait olduğu gelenekler ve semavi dinlerden etkilenmeleri önemli rol oynar. Boğa da tıpkı yılan gibi çift karakterli bir tarihe sahiptir. Bazı efsanelerde büyük bir güce sahip olan boğa figürü, bazılarında da korkulan bir yaratığa dönüşür. Kelt mitolojisinde boğa, iyi şans ve bereketin bir sembolüdür, ancak bazı Yunan efsanelerinde ölüm ve yıkımın simgesi olarak karşımıza çıkar.

Zeus’un boğa kılığına girerek Europa’yı Girit Adası’na kaçırmasını betimleyen resim. Jean-François de Troy, 1716

Çatalhöyük’te yapılan bir araştırmada bulunan kabartmalar, Anadolu topraklarında daha önceden leopar yaşayıp yaşamadığı sorusunu akıllara getirdi. Bazı figürlerde leopara doğrudan yer verilirken, bazılarında da leopar postu giyen Neolitik insan figürlerine yer verildi. Ancak bölgede hiçbir zaman leopar kemiği bulamayan arkeologlar için bu figürler hâlâ kafa karıştırıcıdır.

lojisinde Etana ve Kartal efsanesi görselleşmiş ve günümüze kadar gelmiş önemli bir mittir. Bir yılan ve kartalın hikâyesini anlatan efsanede yukarıda bahsedildiği gibi dualite, yani çift karakterlilikle karşılaşılır. Babil efsanesinde kartal iyi bir rol oynarken bu efsanede kötü bir karaktere dönüşür ve yılanın yuvasındaki çocuğunu yer. Yılan ise Tanrı Şamaş ile anlaşarak kartala bir oyun oynar. Görüldüğü gibi yılanın buradaki iyilik ile süslenmiş rolü diğer kültürlerdeki kötülük rolünden farklılık gösterir.

Seuekhoros adındaki Babil kralının ve onun kızının arasında yaşanan efsanede kartal önemli bir rol oynar, doğacak çocuk birgün Babil kralı olacaktır ve onu kurtaran hayvan kartaldır. Yine Sümer mito-

Yine Anadolu topraklarında bulunan ve bir zamanlar adı Phokaia olan şehir, adını fok balıklarından alır. Şimdilerde İzmir’in Foça ilçesi, o dönemde 12 İon kentinden birini temsil ediyordu ve günümüzde

Anadolu ve Mezopotamya topraklarının mitolojik hayvanları

de hâlâ fok balıklarının ziyaretine ev sahipliği yapar. Yunan mitolojisindeki Phokos karakteri ise bir foktur ve Anadolu topraklarındaki yaşanmış bu efsane, yine bu topraklarda yaşayan bir hayvan ile özdeşleşmiştir. Yukarıda bahsedilen hayvanlara eklenebilecek sayısız hayvan bulunmaktadır. Hayvanların ve insanların tarihi bilinenden çok önceki bir dönemde kesişmiştir, ancak bugün oldukça değersizleşen hayvanlar, aslında tarihimizin şekillenmesinde büyük bir yere sahiptir ve gece uyurken çocuklara anlatılan masallarda yerleri oldukça önemlidir. Geçmişte kültürümüze şekil veren hayvanların tekrardan bizimle birlikte olabilmesi dileği ile...

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 81


Fotoğraf

Hindistan’ın Kashmir Bölgesi, etrafını Himalaya Dağları’nın çevrelediği doğa harikası bir yer. Bölgede çok fazla göl bulunuyor. Sikara adlı kayıklar ile ulaşım sağlayan bölge halkı küçük adalarda sebze yetiştirerek kendilerine yaşam alanları oluşturmuş. Ayrıca halk, göllerde inşa ettikleri bot-oteller ile gezginlere de konaklama imkânı sağlamış. Gölde gezen çiftin eşsiz doğadan esinlenmiş mutluluğu, suya yansıyan silüette gösteriyor kendini. Kayıkların arasında gezindiği nilüferler, doğanın bizlere sunduğu bu güzelliklerin korunması için bir mesaj gibi değil mi? Yazı ve Fotoğraf: Emrah Oprukcu

82


Edebiyat

Aşklarının Gölgesinde Nazım Hikmet ve Bir Aşk Şiiri Çizim: Hasan Bora Ayan

“Bugün Avrupa’da tanınan bir tek şairimiz var: Nazım Hikmet. O da bize rağmen tanınıyor. Biz ‘aman kimse duymasın!’ diyoruz ama faydası yok: Duymuşlar.” -Orhan Veli Adam kadını görür. Kadın adama görünür. Görünmek aşk, hayal gerçek olur. Türkçe şiire ritim katmış, çınarlı, kubbeli mavi bir limana hasret, sevdalı bir komünist: Nazım Hikmet. Kahramanlıkla beraber vatan hainliğinin gölgesinde sonlamış bir ömür. Tartışmaya çekindikleri için kimilerinin putlaştırdığı, umudu ve özgürlüğü taşıyan yazdıklarıyla da kimilerinin hain gördüğü kocaman bir adam. Oysa ne hain kılınması ne de putlaştırılması gereken, aksine anlaşılması ve paylaşılması gereken bir insan.

Kadın yüzünü döner. Nereye dönse yüzünü görür. Görmek aşk, renkler cümbüş olur. Türkçe şiire ritim katmış, çınarlı, kubbeli mavi bir limana hasret, sevdalı bir komünist: Nazım Hikmet. Kahramanlıkla beraber vatan hainliğinin gölgesinde sonlamış bir ömür. Tartışmaya çekindikleri için kimilerinin putlaştırdığı, umudu ve

84 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Engin Düz engin.duz@gaiadergi.com |  @erexime | 

özgürlüğü taşıyan yazdıklarıyla da kimilerinin hain gördüğü kocaman bir adam. Oysa ne hain kılınması ne de putlaştırılması gereken, aksine anlaşılması ve paylaşılması gereken bir insan.

Kadın yüzünü döner. Nereye dönse yüzünü görür. Görmek aşk, renkler cümbüş olur. Tutsaklığa, ayrılıklara, hasretlere ve hainliğe uzayan bir yol çizer Nazım’a şiirleri. Oysa motorları maviliklere sürmek, güneşli günler görmek için almıştır kalemi eline. Kalemin kâğıda temasının suç algılandığı bir ülkede hayallere öykünmek cezasız kalmaz. Ülke tarihi boyunca hep suç olarak görür bu eylem, sadece suçlular değişir. Bu suçun mağdurları iktidar olsa bile değişmez kötü tarih.

Adam ateşi görür. Dönmek aşktır, sönmek yanılmak. Oysa neye benzeyebilir
 kül olmadıktan sonra tutuşmak. Nazım Hikmet’in hayatı, Nazım’ın âşık olduğu zamanlardan çok da uzun değildir. En fazla bir çocuk ömrü kadar fark vardır aralarında. En az davalar, yasaklar, hapisler, sürgünler, hasretler kadar aşkla beraber anılmalıdır adı. Pek çok ilişkisi olmuştur Nazım’ın, ama bazıları ona şiirler yazdırmıştır. Çünkü hayat, insanın tahakkümü altına alamayacağı bir hızla ilerler. İnsanın zamanı anlaşılır kılmak adına verdiği çabalar, onu parçalayıp isim vermekten öteye gidememektedir. Aşk, zama-

nın insan üzerindeki hâkimiyet algısını yoldaşlığa çevirendir.

Yüzünde benler var demek isterdi adam.
 Bende sadece bir sen var demek isterdi adam. Adı topraktan ve kendi topraktan gelen bir yerden sana aşığım demek isterdi adam. Demiştir. Nazım Hikmet’in şiirlerinde yer almış ve hayatına tesir etmiş aşklar; bazen sitemlerle, bazen hasretlerle, bazen umutlarla bezenip çıkıyor kitaplarından karşımıza. Başlıca isimler daha çok dikkat çekiyor bu yazılanlarda. Nazım’ın aşklarına, Nazım’ın şiirlerinden, Nazım’ın aşkıyla baktıran dört kadın. Bahçesinde ebruli, hanımeli açan ev hayal eden minnacık kadın: Nüzhet Berkin Nazım Hikmet’in ilk büyük aşkı Nüzhet Hanım, minnacık bir kadındır. Hayallerini de kendisi gibi ufak ve güzel tutar. Yaşadığı zamanlar, insanın egemenliğinde geçen her çağ gibi yangın yeridir ama bu durumu engel görmez çiçeklerle dolu bahçesi olan bir ev düşlemeye. Nazım’ı peşinden Tiflis’e götüren bu aşk, evliliğe kadar gider. Şairin siyasi geçmişinden ötürü Nüzhet’e tanıdıkları tarafından yapılan baskılar ve Nüzhet’in hastalığı nedeniyle ayrı geçirdikleri zaman, bu aşkı sonlandıran olayların temelini oluşturur.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 85


Edebiyat kendini dünyanın yarısına yetecek kadar kuvvetli hissettiren kadın. Piraye, Nazım’la tanıştığında eşinden henüz boşanmış, çocuklu genç bir kadındır. Birbirlerine kısa bir zaman içerisinde âşık olurlar. Öyleki 1935 yılında kimseye haber vermeden evlenip İstanbul’a yerleşmeye karar verirler. Hayatının tümünün yönünü belirlemek zorunda kalmış siyasi düşünceleri, bu aşkın da önüne engeller çıkarır. Hem de elle tutulur, gözle görülür bir engel: Mahpusluk.

Nazım bu ayrılık sonrası üzüntülü olduğu kadar kırgındır da.

“şimdi anlıyor ki mavi gözlü dev, 
dev gibi sevgilere mezar bile olamaz: 
bahçesinde ebruli 
hanımeli 
açan ev” Kelimeleri kelimelere götüren aşkın kızıl saçlı bacısı: Piraye Hanım Piraye Hanım, Nazım’ı aşk şiirlerinin en sevilen şairlerinden yapan şiirlerin direkt muhatabı ve hasret dolu bir aşkın şahididir. Nazım’a “ben artık şarkı dinlemek değil/ şarkı söylemek istiyorum” dedirten, bulutlara özendiren, bütün dünya seslerini anımsatan, rüyalarını renklendiren, onunla beraberken

86 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Nazım hapiste geçirdiği uzun yıllar boyunca Piraye’ye yüzlerce; hasret, aşk, gerçek içeren mektup ve şiir yazar. Piraye de hep bekler Nazım’ı. Onun hep yanındadır. Eşi, nişanlısı, kardeşi, dostu, arkadaşı, umudu ve dünyası olur. Parmaklıkların ve duvarların şahitliğinde geçen bu büyük aşk, başka bir aşkla son bulur. Nazım Münevver Hanım’a aşık olmuştur ve buna rağmen Piraye’ye yanında olması için defalarca mektuplar yazar. Piraye bu mektuplar karşısında Nazım’a tekrar evinin kapılarını açmayı düşünür ama Nazım’ın Münevver’e aşkı, hapishane duvarlarını aşmaktan daha zor bir engeldir.

“Bulutlar geçiyor: haberlerle yüklü, ağır. Buruşuyor hâlâ gelmeyen mektup avucumda. Yürek kirpiklerin ucunda 
 uzayıp giden toprak uğurlanır. Benim bağırasım gelir : — «P î r â y e , 
 P î r â y e !...» — diye...

Ela gözlerinde yeşil hareler bulunan büyük, güzel ve muzaffer kadın: Münevver Andaç
 Münevver Hanım, Nazım hapisteyken ona önce mektuplar gönderen sonra da ziyaretine gelen hayat dolu, duygularını açıkça dile getiren ve ifade biçimi etkileyici bir kadındır. Aynı zamanda Nazım’ın daha öncelerden de tanıdığı akrabasıdır. Babasının ölümünden sonra annesiyle birlikte Paris’e yerleşmiş ve Fransızca eğitim almıştır. Türkiye döndüğünde Güzel Sanatlar Akademisinde Profesör Ressam Nurullah Berk’le evlenir. Nazım’la görüştüklerinde Münevver evlidir. Nazım’ın hapisten çıkacağını ve Münevver’in kocasından boşanacağını hayal ederler ama bu ihtimal ilk başta gerçekleşmez. Nazım Münevver’den bir süre haber alamaz. Bu süre boyunca Piraye’ye durumunu anlatan ve pişmanlık dolu mektuplar yazar. Münevver’den haber gelince de tekrardan ona aşk dolu şiirlerini yazar.

“hoş geldin kadınım benim hoş geldin yorulmuşsundur; nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını ne gül suyum ne gümüş leğenim var, susamışsındır; buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim, acıkmışsındır; 
beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam memleket gibi yoksuldur odam.” Nazım, Münevver’in eşinden hemen ayrılmasını bekliyordu ama o biraz daha sabretmesini istiyordu. Hem hapislik yıllarından kaynaklı geç kalmışlık hem de Piraye’den kaynaklı suçluluk duygusunun üstüne Münevver’in tavrı Nazım’ı epey etkiler.

Bunu dostlarına yazdığı mektuplarda açıkça dile getirir. Nazım hapisten çıktıktan sonra Piraye’den ayrılır ve Münevver’le beraber yaşamaya başlarlar. Bu beraberlikten 26 Mart 1951 tarihinde Mehmet ismini koydukları bir çocukları olur. Toplamda üç yıl süren bu aşk, elli yaş civarlarındaki Nazım’ın sağlık sorunlarına rağmen askere alınmak istenmesinden ötürü Romanya üzerinden Rusya’ya kaçmasıyla son bulur. 

Münevver zor geçen bir yolculuk sonucunda yanında çocuklarıyla Varşova’ya Nazım’ın yanına gider ama Nazım artık başka birine aşıktır. Her günü mis gibi dünya kokutan bir kavun dilimi: Vera Tulyakova Vera Hanım, Nazım’dan otuz yaş küçük, her göreni güzelliğiyle etki-

leyen saçları saman sarısı, kirpikleri mavi bir kadındır. Nazım’ı ağlatan bu aşka karşılık Vera yeni evlendiğini söyler. Bu durum Nazım’ı üzer ama hiç durdurmaz. Neredeyse her gün arar, ziyarete gider ve hediyeler gönderir. 1955 yılında başlayan ve Nazım’ın üstün çabalarıyla ilerleyen ilişkileri Nazım’ın rahatsızlığı sebebiyle Çekoslovakya’ya gitmesinden ötürü dokuz aylık bir ara yaşar. Nazım tedavi için gittiğinde, Vera’nın niyeti, Nazım döndüğünde bu ilişkiyi sonlandırmaktır. Olaylar böyle ilerlemez ama Nazım döndükten kısa bir süre sonra 1957’nin güzünde buluşmaları gizli bir aşka dönüşür. 18 Kasım 1960’da evlenirler. 

Vera Nazım’a uzun zaman sonra tekrar aşk şiirleri yazdırmaya başlayan kadın olur. Nazım’ın gerçekleştiremediği hayalleri için artık

zamanı azdır. Ölüm düşüncesini onu hayata bağlayan aşkıyla beraber içinde taşır. 2 Haziran 1963’te ölen Nazım’ın cebinde bulunan şiir, bu aşkın en güzel özetidir.

“Gelsene dedi bana Kalsana dedi bana Gülsene dedi bana Ölsene dedi bana Geldim, Kaldım, Güldüm, Öldüm.” Güzelliğin esrarında aydınlanan aşkların, kerameti kendinden menkul dayatıcı ve baskıcı unsurlar tarafından zarar görmeden yaşandığı bir dünya hayalini destekleyen Nazım Hikmet ve onun Nazım Hikmet olmasını sağlayan bütün insanlara saygıyla…

Nâzım Hikmet’in Hayatı ve Şiirleri - Mariya Leontiç

Nazım - Can Dündar (2006) İmge Kitabevi – Ankara, 89-90

100. Doğum Yıl Dönümünde Nâzım Hikmet’e Armağan.

Nazım Hikmet ve Kadınları – Prof. Dr. Sunar Birsöz

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 87


Eda Serttürk

Hak

 | sertturkeda@gmail.com  | @edasertturk

Tek kaynağı insan olan tedavi aracı: Kan Gelişmiş ülkelerde gönüllü kan bağışının nüfusa oranı yüzde 5’e yaklaşırken, Türkiye’de bu oran yüzde 3,7’dir. Türk Kızılayı’na ve hastanelere yeterli kan bağışı yapılmıyor, toplumsal olaylarda gösterilen duyarlılık sıradan bir günde gösterilmiyor.

88 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

B

ugün en önemli sorunlardan birisi gönüllü kan bağışçı sayısındaki yetersizliktir. Hastalık, yaralanma gibi çeşitli nedenlerden ötürü hayati tehlikesi olan nice insanın kana ihtiyacı sürüyor. Ancak bir tanıdığımızın ya da yakınımızın başına bir şey gelmeden kan bağışının önemini anlamamız mümkün olmayabiliyor. Kan, ne yazık ki başka alternatifi olmayan bir tedavi aracı olmasının yanı sıra sürekli ihtiyaçtır. Dolayısıyla ben, sen, biz olmadan hastaların hayata tutunması imkansız demek yanlış olmaz. Bir kez kan bağışlamak yetmez. Hayat kurtarmak, gönüllü ve düzenli bağış ile mümkündür.

Gelişmiş ülkelerde oran yüzde 5 Türkiye’de yüzde 3,7 Tamamen gönüllü kan bağışları ile çalışmalarını yürüten Türk Kızılayı, 3 bin personelle ülke kan ihtiyacının yaklaşık yüzde 83’ünü sağlıyor. Türkiye’de bin 592 hastanede kan nakli gerçekleştirirken, geri kalan hastaneler ise Kızılay’dan kan alıyor. Her sağlıklı erkek birey 3 ayda bir yılda 4 defa, her sağlıklı kadın birey 4 ayda bir yılda 3 defa kan bağışında bulunabilir. Gelişmiş ülkelerde gönüllü kan bağışının nüfusa oranı yüzde 5’e yaklaşırken, Türkiye’de bu oran yüzde 3,7’dir.

“A Rh pozitif mi? Gitmesem de olur...” Türkiye’de en yaygın kan grubu A Rh pozitiftir. Bu kana ihtiyaç duyan kişiler için halk arasında kolay kan bulunacağı, illa ki birilerinin kan bağışı yapmaya gideceği düşüncesi hâkimdir. Ancak yetkililerle görüşüldüğünde durumun hiç de öyle olmadığı göze çarpıyor. En yaygın kan grubu A Rh pozitif kana ihtiyaç duyan kişi sayısı ile en az bulunan AB Rh negatif kana ihtiyaç duyan kişi sayısındaki oran hemen hemen aynıdır. Kan grubu A Rh pozitif olan ve bu kana ihtiyaç olduğunu duyan bireyler, bir başkasına güvenip kan bağışı yapmaya gitmiyor ve kendisi gibi düşünenlerle birlikte hastanın hayatını riske atmış oluyor. Hangi

kan grubunda olursanız olun ihtiyaç halinde kan bağışı yapmanızın hastalar için hayati öneme sahip olduğunu unutmayınız. Toplumsal olaylarda kan bağışından rutin kan bağışına Türkiye, 10 Ekim’de Ankara Katliamı ile uyandı güne. Herkes tanıdıklarını aramaya, sormaya, onlardan haber almaya çalıştı dehşete kapılarak. Tanıdığının kucağındaki cansız bedene sarılıp ağladığını duyunca ne yapacağını bilemedi birçoğu. Yüzden fazla insanın bedenlerinin parçalara ayrıldığı Ankara Garı’nın önünde, yüzlercesi ise kan kaybederek hayata tutunmaya çalıştı. Yaralılar eylemcilerin yardımıyla

hastanelere taşındı. Yüzlerce yaralı, yüzlerce ünite kana ihtiyaç duydu. Sosyal medya yardımıyla kan duyuruları hızla yayıldı. Binlerce Ankaralı akın akın hastanelere koştu ve üzerine düşeni yaptı. Ellerinden gelse kanlarını son damlasına kadar verecek binler, hastanelerin önünde kuyruklar oluşturdu. Bu durum kuşkusuz duyarlılık göstergesiydi. Katliam sonrasında kan bağışlayanlar sayesinde pek çok insan hayata tutunmayı başardı. Yaşam mücadelesi binler sayesinde kazanıldı. Yakınları yaralanan aileler, hastanelere akın edenler sayesinde umut dolu yarınlara kucak açtı. Bir de yalnız aileler vardır hastanelerde.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 89


Hak

Bir kez kan bağışlamak yetmez. Hayat kurtarmak, gönüllü ve düzenli bağış ile mümkündür. Çocuğuna kan arar bir anne, bir baba. Belki hiç kimseleri yoktur çocuklarının tedavi gördüğü şehirde. Önceden tanımadıkları, tanıştıklarındaysa aileden yakın hissettikleri insanlardan medet umarak geçirirler günlerini. Birkaç kişinin vasıtasıyla çocuklarına her gün birkaç ünite kan bulunur. Kan bulundukça aile mutlu olur, umutla dolar. Oysa daha fazla kana ihtiyaç duyulur ve her geçen gün çocuğun hayatı tehlikeye girer. Kan arayanlar mücadeleyi bırakmaksızın her yolu dener, sınırlı sayıda da olsa bağışçı bulmayı başarmanın mutluluğunu aileyle paylaşır. Sonra kan bağışlayacak bir kişinin bile bulunamadığı o gün gelir çatar. Telefonlar edilir, sosyal medyada paylaşımlar yapı-

90 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

lır, çeşitli yerlerde anonslar geçilir ancak milyonların yaşadığı şehirde kimseler kanını bağışlamaya gitmez. Kan bağışı yapmasına engel teşkil edecek durumu olanlar bir yana, insanların hayatlarını zerre umursamayanlarla karşılaşılır bu zamanda. Umut olun ki umudunuz olsun Katliamda hastanelerin önüne giden binleri göremezsiniz sıradan bir günde. Hastalık kendiliğinden geldiyse, bir trafik kazasında yaralandıysanız canınız pek de kıymetli değildir kimilerince. Toplumsal olaylarda hastanelerin yollarını aşındıranlar, bir ünite kan bağışlamak için rahat koltuklarından kalkıp hastaneye gitmeye

zahmet etmez. Kimisi bir an bağış yapmaya niyetlenir, hastanenin evine uzak olduğunu öğrenince üşenir yol gitmeye. Kimisi hastayı yaşlı bulur, kimisi de hastayla kan bağınız olmadığını duyunca vazgeçer kan bağışlamaktan. Hastanede yatan yakınının hayati riski olduğunu bildiği halde, yana yakıla kan aramaya devam eden ailenin, bir ünite kan bulunduğunda yaşadığı mutluluğa tanık olmak bile çabaya değer. İnsanları yaşatmak, insanlara umut olmak zor olmasa gerek. Sizden paranız, malınız, mülkünüz, canınız istenmiyor. Senede birkaç kez kan bağışı yapmak ve ailelere manevi destek sağlamak çok zor değil. Umut olun ki umudunuz olsun.


Kendin Yap

Yaratıcı geri dönüşüm: Plastik şişe ve kâğıtla kendi gece lambanızı yapın Hayal gücünüzü ve el becerinizi konuşturacağınız, aynı zamanda evinizi aydınlatacak gece lambası için kullanılmış büyük boy plastik şişeye ve kâğıda ihtiyacınız olacak. Kâğıdınız beyaz ve nispeten kalın olmalı ki üzerinde rahat çalışabilesiniz. Işık içinse herhangi bir LED’li mum kullanın, rengi ya da parlaklığı isteğinize göre değiştirebilirsiniz elbette. Son olarak maket bıçağını ve şeffaf bandı da hazır edin.

İlk başta şişenin üzerindeki etiketi sökün ve uzunluğu 20 cm olacak şekilde kesin.

92 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Üzerinde, yazdırdığınız hazır desenin ya da kendi çiziminizin bulunduğu kâğıdı çizgilerin üzerinden kesin ve üç boyutlu görünümü kazandırmak için kestiğiniz yerlerden kıvırın.

Kâğıdı şişenin etrafına sardıktan sonra bantlayın.

LED’li mumu şişenin içine yerleştirin.

Uygulamanız için hazır desenlere QR kod üzerindeki linkten ulaşabilirsiniz.

Gaia Dergi • Aralık 2015 | 93


Yeşil Mutfak

Portakallı ayvalı leziz kereviz Malzemeler: 3-4 orta boy kereviz 1 büyük kuru soğan 1 küçük ayva 2 havuç 1 büyük portakal 1 buçuk limon 1 çay bardağı zeytinyağı 1 küp şeker Biraz tuz

Yapılışı: Kerevizleri soyup küp küp doğruyoruz. Yarım limonun suyuna atıp üzerini geçecek kadar su ekleyip bekletiyoruz. Sevgili kerevizler beklerken soğanımızı yemeklik doğrayarak zeytinyağında pembeleştiriyoruz. Bu arada havuçları da küçük küçük doğrayıp pişen soğanların üzerine atıp bir miktar kavuruyoruz. Kabuğunu soyup elma dilim doğradığımız ayvayı da eklediğimiz soğan ve havuç şimdi daha da renklendiler! Bu rengarenk karışımı yaklaşık 3 dakika kavurduktan sonra limonlu suda beklettiğimiz kerevizleri de karıştırıyoruz. Yaklaşık bir dakika kerevizleri

94 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

çevirdikten sonra bir portakalın suyunu ve üzerini tam geçmeyecek kadar sıcak suyu ekleyerek tenceremizin altını iyice kısıyoruz. Son olarak bir küp şeker ve bir miktar tuzu da eklediğimiz zaman yaklaşık yarım saat içinde leziz kerevizimiz pişiyor. Zeytinyağlı yemeğinizin pişip pişmediğini anlamak için sebzelerin sertliğini kontrol edebilirsiniz, çok yumuşarsa dağılır, az pişerse pek hoş olmaz. Zeytinyağlı yemekleri piştiği tencerede soğutmak ve soğuduktan sonra biraz limon sıkarak tüketmek en keyiflisi. Minik ve sevimli kerevizlerin yapraklarından da bir garnitür yaptınız mı olmuştur bu iş. Afiyet olsun!

DEĞİŞİMİ TASARLIYORUZ gaia

Sürdürülebİlİr Yaşam Dergİsİ , Reklam ve TanItIm Projelerİnİz İçİn Dİjİtal ve Matbû SayfalarInI İşbİrlİğİnİze AçIyor! | partner@gaiadergi.com


Yeşil Mutfak

PARTNERLERİMİZİ ARIYORUZ

Vegan Islak Kek Malzemeler: 1 buçuk su bardağı un 1 su bardağı şeker 1/3 su bardağı saf kakao 1 çay kaşığı vanilya 1 çay kaşığı yemek sodası 1/3 su bardağı bitkisel yağ 1 su bardağı ılık su 1 çay kaşığı elma sirkesi İsteğinize göre 1 çay kaşığı kahve Yapılışı: Fırınınızı 180 dereceye ayarlayın. Un, şeker, kakao, vanilya gibi sıvı olmayan malzemelerinizi bir kabın içinde iyice karıştırın. Üzerine geride kalan tüm malzemeleri ekleyip karıştırmaya/çırpmaya devam edin. Tüm malzemelerin karışıp kek hamuru kıvamına geldiğine emin olduğunuzda karışımı fırına koyun. Eğer yoğun çikolata tadı istiyorsanız karışımı fırına koymadan önce birazcık katı çikolata parçacıkları ekleyebilirsiniz. 10-15 dakika sonra fırından çıkarabiliriz. Islak kekimiz hazır! Soğuduğuna emin olduktan sonra servisi için, üzerini hindistan cevizi veya vegan bitter çikolata parçacıkları ile süsleyebilirsiniz.

96 | Aralık 2015 • Gaia Dergi

Dilerseniz puding kıvamında kakao hazırlayabilir ya da çikolata eritip üzerine sürebilirsiniz. Afiyet olsun!

Sürdürülebİlİr Yaşam Dergİsİ gaia, Reklam ve TanItIm Projelerİnİz İçİn Dİjİtal ve Matbû SayfalarInI İşbİrlİğİnİze AçIyor! | partner@gaiadergi.com


Gaia Dergi’yi sosyal medya ßzerinden takip edebilirsiniz! /dergigaia

@gaiadergi

@gaiadergi

www.gaiadergi.com

/gaiadergi


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.