5 // OCAK’14
zete
Editรถr: Cem GELGร N
// 01. JARED LETO: HER ROLDEN SONRA BİRAZ ÖLÜYORUZ // 02. FRANCESCO PALEARI’NİN GÖZÜNDEN MİLANO’NUN PROFİLİ // 03. YENİ YIL KARARLARIMIZI NEDEN UYGULAYAMIYORUZ? // 04. JOSEPH GORDON-LEVITT ‘DONJON’LA KAMERA ARKASINDA // 05. HAYATA X- RAY IŞINLARIYLA BAKMAK // 06. HEPİMİZ MAHKUM ÇOCUKLARIYIZ!
01.
Jared Leto: Her rolden sonra biraz ölüyoruz
30 Seconds To Mars grubunun solisti, sinemanın melek yüzlü aktörü Jared Leto, dört yıllık bir aranın ardından bir AIDS hastasını canlandırdığı Dallas Buyers Club’la geri dönüyor. Jared Leto’nun başrollerini Matthew McConaughey ve Jennifer Garner’la paylaştığı Dallas Buyers Club, 1980’li yılların ortalarında, AIDS teşhisi koyulan bir adamın, kendine ve diğer hastalara ilaç temin etmek amacıyla federal yasaları çiğeneyerek kaçakçılığa başlamasını konu alıyor. Bir transseksüeli canlandıran Jared Leto, mesleğine, bağımsız sinemaya ve hayata bakışını CinéLive dergisine anlattı.
Dallas Buyers Club’da, AIDS hastası, Rayon adlı bir transseksüeli canlandırıyorsunuz. Bir aktör olarak böyle bir rolü nasıl yaşadınız? Bu rol sizi tamamen içine çekiyor. Bu önemli bir şey çünkü bir insanın yaşayabileceği acıları anlamanızı sağlıyor. Bir aktör için bu tarz sınavlar iyidir. Bu acıyı hissetmek sizi daha da güçlü kılar. Rayon ayrıca, hayal kuran, insanları cezbeden, çevresini seven ve sevilmek istenen, iyi kalpli ve mizah duygusu olan bir adam. Kişiliğini seviyorum ve özelliklerini göstermek hoşuma gidiyor. Filmin konusu
çok yoğun duygular üzerine kurulu. Filme bağlı olarak, çekimler de, hem fizik olarak hem de duygusal olarak çok yoğun geçti. Aşılması gereken zorluklar vardı ve projeyi bu denli özel kılan da bu zorluklar oldu. Bu rolle yüzleşmem gerekiyordu. Başta çekingendim ama sonra dayanamadım ve bana gelen teklifi kabul ettim.
Sanırım, ikisi de. Eğer bir rol sizi kendine çekiyorsa, bu anlık, düşünülmemiş bir şeydir. Bunun üstüne, tamamen bilinçli bir şekilde beni motive eden, ilgimi çeken, renkli ve farklı projeler arıyorum. Bu tür tercihleri yapmaktan kaçınan aktörler, bu mesleğin inceliklerini kaçırıyorlar demektir. Sadece sinema yapmaktansa, her zaman ilginç ve farklı filmlerde oynamayı tercih ettim. İlk başlarda tabii ki sadece çalışabiliyor olmanın mutluluğunu yaşıyordum ama imajıma hapsolduğuma inanmıyorum. Ayrıca başından beri insanların b*ktan Hollywood filmleriyle yetinmeyeceğimi anladıklarını düşünüyorum… Belki de bazıları beni hafife almıştır.
Sinemada çoğu zaman yalnız adamları, O zaman aradığınızı, özellikle bağımsız toplum tarafından dışlanmışları, sıradışı sinemada buluyorsunuz. insanları, anlaşılamayanları canlandırdınız. Bu bilinçli bir tercih miydi yoksa Bağımsız sinemayı her zaman sevmişimdir. farkında olmadan mı gelişti?
Sanatsal ve deneysel filmler, beni bu mes- Güzel sanatlarla başladım, üç yılın ardından leği yapmaya iten faktörler oldu. Elbette ki, öğrenimime ara verdim ama bunun, beni ve muhteşem stüdyo filmleri de var ama benim “varoluş” hakkındaki düşüncelerimi hala etkitercihim genellikle küçük, gerçekleştirmesi lemeye devam ettiğini düşünüyorum… Neye zor, yapımı zaman ve imkan darlığından el atıyorsam, çıkış noktası olarak sanatsal bir çok güç olan filmlerden yana oluyor. Bazen fikir, yaratıcı bir yaklaşım vardır. Rol yapsonuç beklediğimiz seviyede olmuyor ama, makla, şarkı söylemek arasındaki prosedür başardığımız zaman, şimdiki gibi, bu başarıyı farklı. Grubumla sahnede olduğumda kendime bir karakter inşa etmiyorum, tamamen kutlamayı hak ediyoruz. kendim oluyorum. 30 Seconds To Mars grubunuzla yaşaDallas Buyers Club’da sizi tanımak dığınız müzikal maceranın, bir aktör oldukça güç ve bu bir ilk değil. Bu, rolüolarak, işinizin üzerinde etkisi olunüzle kaynaşmanın ve kim olduğunuzu yor mu? Ya da bunu diğer yönde de unutturmanın bir yolu mu? sorabiliriz?
6
Evet kesinlikle. Ben beraber yürüttüğüm Görünümünüzle oynamak ve tamamen kılık bu iki mesleği birbirinden ayırmıyorum. değiştirebilmek oldukça sihirli bir şey. Bunu Yaptığım herşeyi sonuna kadar yapmaya çalı- her zaman sevmişimdir. Bazı aktörler kendişıyorum. İşlerimin ortak noktası yaratıcılık. lerini yansıtırlar, karakteriniz ve karizmanız
yeterliyse bu harika bir şey. Mesela Cary Grant her zaman Cary Grant’i oynar ve bu rolde muhteşemdir. Bu benim için hiç bir zaman geçerli olmadı. Kendimi her zaman, oynadığım rolün derinliklerini keşfedeceğim bir yolculuğa çıkıyormuş gibi hissediyorum. Ama daldığınız bir rolde boğulma riskiniz de var. Mesela Chapter 27 için iki ayda 30 kilo almak fizik ve mental açıdan tehlikeli ve bilinçsiz bir hareketti. Zaten genel anlamda, her rolden sonra biraz öldüğümüzü düşünüyorum. Sinemadan dört yıl boyunca uzak kalmış olmak size yardımcı oldu mu? Yaşamaya ve öğrenmeye ihtiyacım vardı. Lübnan’da güneşin doğuşunu görmek, Fransa’nın güneyinde aşık olmak, İtalya’da lezzetli yemekler yemek… Daha sonra paylaşabilmek için, hayatımı zenginleştirmek. Ne kadar çok şey yaşarsak, o kadar çok şeyi geri verebiliriz!
7
02.
Francesco Paleari’nin gözünden Milano’nun Profili
8
İtalyan fotoğrafçı Francesco Paleari, ‘Profili di Milano’Milano’nun Profili adını verdiği serisinde, doğup büyüdüğü şehri, göz kamaştırıcı mimari yapılarıyla ve Milano sakinlerinin portreleriyle tanıtıyor. Kolaj tekniği kullanan sanatçı Milano’nun tarihi yapılarını, profilden çekilmiş portrelerle bir araya getiriyor. Siyah beyaz fotoğraflardan oluşan seride ünlü La Scala opera binası, Duomo katedrali, Vittorio Emanuele galerisi gibi şehrin sembolü olmuş binalar, Milano sakinlerinin huzur dolu portreleriyle bütünleşiyor.
9
10
11
12
13
03.
Yenİ yıl kaRarlarımızı neden uygulayamıyoruz?
olarak seçti. Deneylerin başında bu insanların sadece yüzde 52’si başaracaklarına inanıyordu. Diğer bir deyişle, insanların yarısı daha kararı uygulamadan, kafalarında pes etmişlerdi bile. Tam bir yıl sonra, teste katılan insanların sadece yüzde 12’si, aldıkları kararları sonuna kadar uygulamayı başardılar. Peki neden, bir sigara yakma isteğine ya da vitrinde gördüğünüz çikolatalı bir keki afiyetle yeme arzusuna dayanmamız bu Bu seneki yeni yıl kararlarınız arasında neler kadar zor? Bilimadamlarının cevabı çok net: yer alıyor? Sigarayı bırakmak, kilo vermek, Beynimiz, alışkanlıklarımıza karşı koymak sağlıklı beslenmek, spor yapmak, kötü alış- için programlanmamış. kanlıklardan arınmak, liste uzayıp gidebilir… Bırakmak istediğiniz alışkanlık kötü Peki bu kararları geçen sene de almamış de olsa, önemli olan beynin içinde mıydık? Hiç kuşkusuz ki öyle. İngiliz psiyaşananlardır kolog Richard Wiseman, 2007 yılında insan alışkanlıkları ve iradesi üzerine yaptığı araştırmada, değişmek isteyen 3000 kişiyi konu Ağzımıza her çikolata atışımızda, beynin Her yıl, bıkmadan, usanmadan film şeridini başa sarar, kötü alışkanlıklarımızdan kurtulmak için planlar kurar, daha sağlıklı yaşamamızı sağlayacak yeni yıl kararları alırız. Ve yine her zamanki gibi, her yıl aldığımız bu kararlardan çok çabuk vazgeçer ve bir sonraki yıla erteleriz. Peki neden kendi iyiliğimiz için aldığımız bu kararları uygulamakta bu kadar zorluk çekeriz? İşte cevabı…
salgıladığı dopamin kendimizi iyi hissetmemizi ve zevk almamızı sağlar, bu da beyni tekrar çikolata istemeye iter. Bu hareketi her tekrarlayışımızda, beyindeki nöronal bağlantılar artar ve yaptığımız şey alışkanlık haline gelir. Diğer bir deyişle işten eve geldiğinizde, dolabı açıp atıştırmaya alıştıysanız, bu alışkanlığınızdan kurtulmak çok zor olacaktır çünkü beyinin “zevk” algısı bu hareketinize bağlı olacaktır. Yani beyinimize, ev-mutfakdolap-atıştırmak = zevk-mutluluk olarak yerleşecektir. Alışkanlığımızın ne denli kötü ve zararlı olduğunun bilincinde olmak da pek bir şey değiştirmez çünkü bu farkındalık bize bir ödül ya da zevk olarak geri dönmeyecektir. Biz sigaranın ya da alkolün ne kadar zararlı olduğunu bilsek de, beyin bunları bir dopamin kaynağı, yanı “zevk” olarak görecektir. Psikologlar, alışkanlıkların değişebilmesi için, yeni alışkanlıklar yaratmanın daha kolay olacağını söylüyor. Yani eğer eve geldiğinizde çikolata yemeye alıştıysanız, doğru olan, hiçbir şey yememekten ziyade, çikolata yerine bir meyve yemek olacaktır. Zamanla yediğiniz meyveye alışacak, çikolatadan kurtulacaksınız. Ama eğer çikolotayı “hiçbir şey”le değiştirirseniz, beyin “ödülünü” kaybedecek, negatif elektrik yayacak ve aldığınız kararı sürdürmek işkenceye dönüşecektir. Anlık zevk, uzun soluklu bir ödülden daha çekici geliyor
Bir çikolata paketine karşı koymak, hemen şimdi yaşayabileceğiniz bir zevki, bundan altı ay sonra elde edebileceğiniz farazi bir ödül için geri çeviriyorsunuz anlamına gelir. Fiziksel bir eforu ele alırsak, spor yapmaya karar verdiğimizde, bunu kilo vermek, daha sağlıklı yaşamak, daha güzel bir vücuda sahip olmak için yaparız. Bunlar sonucunu hemen göremeyeceğimiz uzun vadeli hedeflerdir. Karşınıza, ayaklarınızı uzatıp kanepenizde rahat rahat oturmak veya eşofmanlarınızı giyip bir saat boyunca koşmak ve ter içinde kalmak arasında bir seçim yapma olanağı çıktığında ise, “Ne olacak? Yarın da koşabilirim” demek çok zor olmayacaktır. Mathias Pessiglione’ye göre çabuk elde edilebilecek ödüller duyularımız tarafından hissedilebilir, yani önümüzde duran hamburgeri görebiliyoruz, kokusunu alabiliyor, 30 saniye sonra hissedebileceğimiz zevki hayal edebiliyoruz. Oysa uzun vadeli, farazi ödüller görülemez, koklanamaz ya da duyulamaz, sadece hayal edilebilir. Psikologlar, uzun vadeli hedefler için, kendimize kısa vadeli ödüller koymamızı tavsiye ediyor. Örneğin sigarayı bırakmaya çalışıyorsanız, bunun kısa vadeli ödülü olarak cebinizde kalan parayı kullanabilirsiniz. Her sigara alacağınız sefer, cam bir kavanoza para koyarak, her gün artan tasarrufunuzu gözle görebilir, bu parayla çıkacağınız tatili hayal edebilirsiniz. Gerçekleştirilebilir kararlar almak başarıyı arttırıyor
Araştırmacıların dikkatimizi çekmeye çalıştıkları diğer bir nokta ise, aldığımız kararların gerçekleştirilebilirliği ve bunun beyindeki etkileri üzerine. Araştırmacılar, insanların büyük bir bölümünün fazla “optimist” olduğunu ve kendilerine gerçekleştirilmesi çok güç hedefler koyduklarını, bunun sonucunda da başarısız olduklarını belirtiyor. Örneğin rejime başlamak istediğimizde, çoğu zaman beklentilerimiz
17
gerçek dışı oluyor, mesela bir ayda beş kilo vermek gibi. Toronto üniversitesinde psikolog olan Janet Polivy, kapıldığımız yanlış umutları “Değişmek istediğimizde, bu ilk başta zor gelmiyor. Bir, iki günlük bir diyet yapmak ya da yarım gün sigara içmemek zor bir şey değil. Ancak hemen ardından kararlarınızın ağırlığı üzerinizde bir baskı oluşturacak ve kısa süre sonra da pes edeceksiniz. Ben buna bilinçsiz umut sendromu diyorum” sözleriyle anlatıyor. Beynimizin belirli bir konsantrasyon ve adaptasyon kapasitesi olduğunun altını çizen psikologlar, kendimize dört beş maddelik bir listeden ziyade bütün dikkatimizi verebileceğimiz bir ya da iki konu bulmamızın daha gerçekçi bir yaklaşım olacağını belirtiyor. Yeni yıl kararlarımızı yerine getirebilmenin ipucunu bize Caroline Carlicchi veriyor: “Bir seferde dört beş kararla uğraşmak fazla baskı oluşturur ve hepsini bir anda bırakabilirsiniz. Sizin için en önemli olandan başlamak ve birer birer ilerlemek başarının anahtarı olacaktır”.
04.
Joseph Gordon-Levitt: Kullandığımız İletİşİm araçları algımızı etkİlİyor Beyaz perdeye 12 yaşında adım atan ve bugüne kadar Spielberg, Christopher Nolan ve Rian Johnson gibi önemli isimlerle çalışan Joseph Gordon-Levitt, kamera arkasına geçerek yönetmen olarak ilk filmine imza atıyor. Aynı zamanda filmin başrolünü Scarlett Johansson’la paylaşan Gordon-Levitt, DonJon ismini verdiği komedide, görünüşün prim yaptığı, medyanın insanları etiketlere indirgediği tüketim dünyamıza eleştirel bir yaklaşım sunuyor. Joseph Gordon-Levitt, Première dergisinin sorularını yanıtladı.
yapıştırabildiğimizi konu alan bir komedi. Bir Hollywood yıldızı olarak, siz de medyanın sizin hakkınızda yarattığı imajdan zarar gördünüz mü?
Kariyerime çok genç yaşta başladım (12 yaşında) ve magazin basınının özel hayatınıza ve hatta bazen cinsel hayatınıza kadar herşeyi kurcaladığı bir gerçek. Bundan dolayı da, çoğu zaman, insanlar hakkımızda yanlış bir izlenime kapılıyor. Bu genç adamın hikayesiyle, bir bakıma bu fikri kullanmak istedim. Don Jon’dan haberi olmayan birine fil- Jon, kadınlar hakkında oldukça dar bir görüşe sahip olacak kadar porno seyreden bir adam minizi nasıl anlatırdınız? ancak bir gün, Scarlett Johanson’un canlanDon Jon, görünüşümüze verdiğimiz önemi dırdığı ve romantik komediler izleyerek aşk ve insanlara, biraz da günümüz medya- ilişkileri hakkında çok saf bir düşünceye sahip sının etkisiyle, ne kadar kolayca etiket olan bir kızla tanışıyor. Bu iki zıt bakış açısını
sunduğu görüntülere temkinli yaklaşmamız lazım çünkü kullandığımız iletişim araçları Sonuç olarak, DonJon’da eleştirdiği- algımızı büyük ölçüde etkiliyor. DonJon’da niz şey, genel anlamda hızını alamayan bunu ön plana koymak istedim. tüketim alışkanlıklarımız ve medyanın Projenin öncesine dönersek. Kamera bunda oynadığı rol. arkasına geçme isteği nereden geldi? Kesinlikle. Problem, doğrudan porno, kıyafet, reklam, belgesel ya da müziği tüketmemiz- Bir filmin yapım aşaması, film setinde zaman den gelmiyor. Tükettiğimiz nesnenin pek de geçirmek her zaman hoşuma gitmiştir. 21 önemi yok. Gerçek sorun, bize sunulanı nasıl yaşındayken kendime Final Cut (Bir video tükettiğimizle ilgili. Günümüzde, insanları montaj programı) programını aldım ve herşeye hemen sahip olma arzusuna itiyoruz kameramla çektiğim görüntüleri montajlaama gerçek hayat bu değil. Herkesin, haya- maya başladım. Alıştırma olsun diye evimde tın bir nesneden çok daha güzel olduğunu, bir sürü kısa metraj filmler ve video klipler çünkü çok daha fazla ince detaya, nüansa ve hazırladım. gizeme sahip olduğunu anlaması lazım. Hiç profesyonel iş olmadı mı? Bir hamburger reklamı ya da onun gibi bir şey? Bugün, Rihanna ve Miley Cyrus gibi şarkıcılar pornoyu ticari bir silah olarak kullanıyorlar. Muhafazakar biri (gülüyor) Hayır olmadı. Arkadaşlarımla değilim ama, bu bir istiladır öyle değil çekimler yapıyordum sonra bunları bilgisayarımda bir araya getiriyordum. Bu şekilde mi? yönetmenlik gerçek bir tutku haline geldi. Evet. Ve bundan dolayı da medyaya ve bize Sanırım yaratıcı prosedürün en sevdiğim karşı karşıya getirmek oldukça ilgi çekiciydi.
21
yanı bu. Elimde kendi oluşturduğum malze- hayatımın, benliğimin bir parçası. melerim var ve bunlardan yola çıkarak hayal Arkadaşınız Rian Johnson’ın projeyi ettiğim filmi inşa ediyorum. yakından takip ettiğini biliyoruz… Geçmişte Steven Spielberg, Christopher Nolan, Rian Johnson ve Robert Senaryonun yazım ve filmin hazırlanış aşaRodriguez gibi önemli yönetmenlerle masında üç farklı çekimde bulundum. İlki çalışma fırsatı buldunuz. Onlardan Christopher Nolan’la (The Dark Knight ilham aldınız mı ya da metodlarını kul- Rises), ikincisi Rian’la (Looper), sonuncusu da Lincoln için Steven Spielberg’leydi. landınız mı? Yaratıcılık anlamında oldukça besleyiciydi. Saydığınız yönetmenlerle geçirdiğim Rian, işimi başından sonuna kadar takip etti her saniye onlardan bir şeyler öğrendim. ve bana değerli tavsiyelerde bulundu. Kullandıkları tekniklerden ilham alıp Bu üç büyük yönetmenin ortak noktaalmadığımı bilmiyorum ama, muhtemeları nedir? len bilinçaltında olmuştur, onlarla çalışmış olmak büyük bir şans. Tanıştığım diğer insanlar kadar, bu yönetmenler de benim Onları yakınlaştıran, hiç birinin önceden
belirlenmiş bir planları olmamasıdır. Eğer kafanızda önceden belirlenmiş detaylı bir fikir varsa, bu sizi rahatlatabilir ama yapım aşamasında ortaya çıkacak değişikliklere kapalı olmanıza neden olur. Oysa sadece ana bir fikir varsa ve gerisine açıksanız, yaşanan detaylara çok daha fazla konsantre olabilir ve projeyi çok daha fazla geliştirebilirsiniz. Hiç kuşkusuz ki onlardan öğrendiğim en önemli şey bu oldu: söylenenlere her zaman açık olmak ve değişikliklerden korkmamak. Yönettiğiniz ilk filmde ayrıca başrolü
de üstleniyorsunuz. Kendinizi sadece yönetmenlikle kısıtlamak mı istemediniz yoksa başrolü siz oynamasaydınız filmin gerçekleşmeme durumu mu vardı? Hayır, başrolde sadece Scarlett de olsa film herhalükarda yapılacaktı. Bunu yapmamın sebebi, bana daha basit gelmiş olması. İlk yönetmenlik tecrübem sırasında zamanımı karşımdaki aktöre ne istediğimi anlatarak geçirmek istemedim. Çocukluğumdan beri aktörlük yapıyorum ve kafamda canlandırdığım karakteri ezbere biliyorum, onun için de bana daha doğal geldi. Scarlett Johansson’a rolü teklif etmeden önce kendisiyle tanışıyor muydunuz? Hayır, bu şansa sahip olmamıştım ama senaryoyu yazarken ilk olarak onu düşündüm ve gün geçtikçe bu seçim kaçınılmaz oldu. Kendisine senaryoyu yolladım ve Avengers’ı çektiği Albuquerque’de bir araya geldik. Fikirlerinizi anlattınız?
22
Evet. Daha önce telefonda konuşm u ş t u k v e s e n a r y oy u b e ğ e n d i ğ i n i biliyordum. Çekimlerin ortasına geldikleri sırada, Albuquerque’e gittim. Medyanın gücü ve medyanın insanlara yapıştırdığı etiketler, bilinç altımıza yerleştirdiği imajlar üzerine uzun bir sohbetimiz oldu. Ayrıca aşktan, cinsellikten ve ilişkilerden de konuştuk ve ortak düşüncelerimiz olduğunu fark ettik. Gerçekten çok iyi anlaştık. Scarlett, tam da filmimde bahsetmek istediğim, medyanın basit bir seks sembolü prototipine indirmeye çalıştığı ama aslında çok akıllı ve parlak olan bir kadın. Teklifimi kabul ettiğine çok sevindim çünkü bir B planım yoktu!
23
05.
Hayata X-ray ışınlarıyla bakmak
24
Geçtiğimiz ekim ayında, Hollanda’nın Gröningen kentinde düzenlenen TEDx konferansında sahneye çıkan adam, heyecanlı bir dille, mesleği sayesinde kendisinde daha önce hiç fark etmediği bir özellik keşfettiğini ve işini sanatla birleştirerek uzun zamandır aradığı yolu bulduğunu anlatıyordu. Arie van’t Riet, radyasyon fiziği okumuş, doktorasını almış ve uzun zamandır tıp dünyasında çalışan bir araştırmacıydı. Bir gün, yakın bir arkadaşının isteğiyle bir sanat eserinin X-Ray fotoğrafını çeken van’t Riet, sonuçtan oldukça etkilenerek başka ne gibi nesneleri görüntüleyebileceğini düşündü. Bir lale buketiyle başlayan çalışmalarına, doğal ortamı, bitkileri, kertenkele, kaplumbağa ve kedi gibi hayvanları ekleyerek etrafımızı çevreleyen hayatı dekor olarak kullandı . Tablolarını siyah beyaz negatif olarak çeken Arie van’t Riet, daha sonra kompozisyonlarına renk katarak göz kamaştırıcı sonuçlar elde etti. Fotoğraf serisine “Biorama” ismini veren sanatçı, işleri sayesinde, doğaya bakıp da göremediklerimizi göstermek istediğini anlatıyor 25
26
27
28
29
30
31
06.
Hepimiz mahkum 癟ocuklar覺y覺z!
32
33
bir kimlik haline geldi. Normal koşullarda, bir ulusun, bir halkın geçmişi ve tarihi binlerce yıl öncesine dayanır. Ulus devletlerin var olmadığı, sınırların çizili olmadığı çağlarda, bir coğrafyadan bir diğerine göç ederek yerleşen ya da başka toplumlarla karışarak yeni medeniyetlere zemin hazırlayan insanları atalarımız olarak görürüz. Onların bize bıraktığı mirasa sahip çıkar, kazanılmış şanlı zaferlerle gurur duyarız. Ama sıra dünyanın en uzak diyarlarına, daha 250 yıl öncesine kadar varlığını bile bilmediğimiz topraklara gelince, tarih sayfaları sıfırdan yazılır. İngiliz sömürgelerin torunları olan Avustralya halkının hikayesi de, dünya üzerinde muhtemelen en ilgi çekici olanlardan. Atalarımızın en çok hangi yönüyle gurur duya- Denizci kaptan James Cook’un pasifik okyarız? Sayısız zaferler kazanmış korkusuz birer nusuna yaptığı sayısız seferler sırasında 1770 savaşçı oluşlarından mı, bir dönem Akdeniz’e yılında keşfedilen Avustralya’nın doğu kıyısı, egemen oluşunlarından mı, yoksa sanatı ve o dönemde, binlerce yıldır kabile halinde edebiyatından mı? Kazanılan zaferleri, kah- yaşan Aborijinlere ev sahipliği yapmaktaydı. ramanlıklarla dolu hikayeleri ballandıra Majesteleri’nden aldığı yetkiyle Avustralya ballandıra anlatabiliriz. Peki çok daha kısa bir kıyılarını Krallığa bağlayan James Cook, tarihe sahip Avustralya halkı atalarının hangi yerel halktan habersiz, yoluna devam edecek; yönüyle gurur duyuyor olabilir? Sorunun Aborijinler de uzun bir süre daha beyaz insanı cevabı bir hayli ilginç… Adaya ilk ayak basan görmeyecektir. İngiliz mahkumların soyundan gelmek, yakın bir geçmişe kadar utanç kaynağı sayılırken, Mahkumlar için radikal bugün Avustralyalıların gururla savunduğu çözüm
34
Yıllar sonra, İngilizlere bu topraklarını varlığını hatırlatan, ne Avustralya’nın doğal kaynakları, ne de iklimi oldu. İngiltere’de 18. yüzyılın ikinci yarısında başlayan endüstriyel atılımlar, kırsal alanda yaşıyan insanların büyük şehirlere akın etmesine neden olmuştu. Hızlı göçü kaldıramayan şehirler, çetecilikten ve fuhuştan geçimini sağlayan fakir bir kesime ev sahipliği yapıyordu. Kısa zamanda dolan hapishaneleden dolayı Thames nehri kenarındaki hangarlara tıkılan mahkumlar, hem
35
salgın hastalıklar açısından hem de şehrin örtüsünü ve canlı türlerini araştırmış, kengüvenliği bakımından tehdit oluşturuyordu. dilerini uzaktan gözlemlemiş, sonra sessizce İngiliz hükümeti radikal bir karar imza atarak ayrılmıştı. Eora kabilesi, belli bir mesafeyle bu insanları, James Cook’un keşfettiği top- de olsa, topraklarına ayak basan beyaz insanı raklara sürgüne yollamaya karar verdi. Kaptan dostane bir şekilde karşıladı. Uzun ve zorlu Phillip kumandasında, 400 erkek, 200 kadın geçen yolculuğun ardından karaya ayak basmahkum, yüzlerce denizci, rütbeli asker ve manın sevincini yaşayan genç denizci Watkin aileleri, ilk İngiliz kolonisini kurmak için 12 Tench günlüğüne şu notları düşüyordu: “Körfezi oluşturan iki burnu geçtikten sonra Mayıs 1787 tarihinde denize açıldı. karşımıza, büyüklüğü ve güzelliğiyle, göz kamaştırıcı bir koy çıktı. Olduğumuz yerden Beyaz insan karaya ayak Aborijinleri gözlemleyebiliyor, misyonumuzu basıyor başlatabileceğimiz ve kolonimizi kurabile1788 yılının ilk günlerinde, sahilde otur- ceğimiz korunaklı ideal bir yer arıyorduk”. makta olan Eora kabilesi, sekiz aylık uzun bir Genç denizcinin ayak bastığı yer, Sydney şehyolculuğun ardından Avustralya kıyılarına rinin kurulacağı yer olacaktı. ulaşan ve ufukta belirmekte olan yelkenlere neredeyse kayıtsız kalmıştı. Bundan 18 Mahkum soyundan gelmek bir yıl önce James Cook kaptanlığında ansızın gurur kaynağı oldu beliren filo, uzunca kıyıları gezmiş, bitki
36
Bir kaç gün sonra, seferde yer alan binin üzerinde mahkum, asker ve denizci karaya ayak basmıştı. Asayiş nedeyle katil ve tecavüzcülerin yer almadığı mahkumların en genci, pazarda ekmek çalmaktan mahkum olan 9 yaşında bir çocuk, en yaşlısı ise komşusundan bir avuç salatalık çalan 70 yaşındaki bir kadındı. Kısa sürede yoktan var olan küçük koloninin başındaki Kaptan Phillip’in Aborijinlerle kurduğu sıcak ilişkiler kendilerine belli bir güvence ve özgürlük veriyordu. Bunun karşılığında Phillip, Aborijinlere, kendilerine dokunmayacakları sözünü vermişti. Bir kaç yıl boyunca süren karşılıklı güven ilişkileri, Phillip’in ayrılışından sonra gelen Grose’un şidette başvurmasıyla koparak 20. yüzyılın ortasına kadar süregelen katliamlara neden olacak ve Güney Afrika’dakine benzer bir apartheid rejimini doğuracaktı. 1788 ve 1860 yılları arasında ek olarak 160.000 erkek ve kadın mahkum yollayan ve ardından genel af ilan ederek mahkumları serbest bırakan
İngiliz hükümeti, kolonideki nüfusun artmasını sağladı. 1900 yılında, Commonwealth’e bağlı kalarak, 4 milyon nüfusuyla bağımsızlığını ilan eden Avustralya, bugün dünyanın en gelişmiş ülkeleri arasında yer alıyor. Kısa tarihinde oldukça sancılı süreçlerden geçen Avustralya’da, uzun zamandır tabu olan bir çok konu bugün artık açıkça konuşulabiliyor. Düne kadar, bir mahkumun soyundan gelmek utanç kaynağı olarak görülüyorken, bugün artık insanların göğüslerini kabartarak benimsedikleri bir kimlik haline geldi. Dünyanın en büyük 12. ekonomisi olan Avustralya’yı kuran İngiliz mahkumların torunları, göz kamaştırıcı sahillere ayak basan ve kendilerine kıymetli bir miras bırakan atalarıyla gurur duyuyor. Winston Churchill’in İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz hükümetine baş kaldıran Avustralya başbakanı John Curtin’in davranışını, mahkum genlerine sahip olmasına bağlayarak alay konusu yaptığı dönem artık geride kaldı.
37
Haftaya görüşürüz:)
5 // OCAK’14
zete