/157
zete
e t e z r e v i n 端
26 Mayıs 2016 Sayı: 157 Genel Yayın Yönetmeni İlgi Özdikmenli Yazı İşleri Berk Özdemir, Cenk Bonfil, Elif Nur Aktaş, Tuğçe Kılınç
GENÇ MUTANTLARLA YENİ BİR EVREN
Yazılar Berk Özdemir, Cenk Bonfil, Günizece Uğurlar, İlgi Özdikmenli, Ömer Faruk Canat, Tuğçe Ersözoğlu Ön Kapak: Sedef Akalın
ÖĞRENCİLERDEN, ÖĞRENCİLER İÇİN UYGULAMA
Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi
EVRENİN MERKEZİNE YOLCULUK 4: TEHLİKELİ
Arzu Cahide Öz
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin:
Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
Instagram: https://goo.gl/JT0p59 İletişim: univerzete@gmail.com
/ifbilgi
@ifbilgi
BİRAZ ROCK’N ROLL BİRAZ METAL
FEMİNİZM NE DEĞİLDİR?
/
v i 端n
e t e z er
4
Genç Mutantlarla Yeni Bir Evren X-Men: Apocalypse ile geçmiş, şimdi ve gelecek büyük bir karmaşa içinde? / Günizece Uğurlar
5
6
20th Century Fox, ilk üçlemesini, X-Men ve X2’nin başarısının ardından üçüncünün getirdiği düş kırıklığıyla sonlandırmıştı. Bu evrenin temellerini de tekrardan 2011’de First Class ile sağlamlaştırıp Days of Future Past ile daha da olağanüstü bir dönüş yapmıştı. Özellikle kendi evrenindeki son filmleri ve yakın zamanlarda Marvel’ın çıkarttığı iyi işler sonucunda seyircilerin beklentileri X-Men: Apocalypse için oldukça artmıştı. Film böylesine güvenilir bir altyapının devamı oluşuyla ne yazık ki bu yükün
altında eziliyor. Serinin diğer filmlerine de imza atan Bryan Singer, seriden bağımsız bakıldığında iyi bir iş çıkarsa da sürekli kendini tekrar eden senaryosuyla üçlemenin en zayıf filmini yaratıyor. (Yazının devamı spoiler içerir.) Önce tarihteki “ilk mutant” olan Apocalypse’in (En Sabah Nur) eski Mısır’da nasıl kaybolduğunu izliyoruz. 1983’te uyanıyor ve onu “yanlış tanrılar”, “kör liderler”, “sistemler”den bahsederken
7 görüyoruz. Dünyanın sonunu getirmek isteyen bu karakterin hiçbir derinliğini bulamıyoruz. Diğer tarafa baktığımızdaysa bu durum tamamen tersine dönüyor. Bu sıfırlanan evrene dahil edilen Jean Grey, Cyclops, Nightcrawler, Storm karakterlerinin hikayelerini öğrenme şansı buluyoruz. Xavier/Professor X ve Beast’i toplumda yer bulamamış yetenekli
çocuklara ders verirken görüyoruz. Bu sırada Eric/Magneto takma bir isimle yeni hayatına başlamış oluyor. Magneto’nun güçlerinin farkına varılınca evlerine gelen polislerle üzüntü dolu bir kırılma noktası yaşanıyor. Film; Magneto için, daha önceki filmlerdekiyle aynı motivasyon olan “insanlığa karşı savaş”ı sunuyor.
8
Serinin önceki filmlerinde de hep merkez konusu olan, Professor X ve Magneto’nun problemli ilişkisi devam ediyor ama beraber oldukça az sahne paylaşıyorlar. Bu etkileyici ilişki beklemede bırakıldığı için, filmin duygusal ağırlığını ve karmaşıklığını kaybetmesi kaçınılmaz. Aynı eksiklik daha önce karmaşık ilişkilerine tanık olduğumuz Mystique ve Beast karakterlerine de yansıyor. Mystique karakterinin diğer mutantlar tarafından idol olarak benimsenmesi de biraz garip kaçıyor ve bu misyon, karakteri altında eziyor. Neyse ki yeni jenerasyon için cast oldukça başarılı. Genç mutantlar iyi seçilmişler ve yeterli uyumdalar. Özellikle Game of Thrones ile çıkış yapan Sophie Turner, Jean Grey karakteriyle bu evrenin en kritik karakteri konumunda ve
beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Filmin eğlenceli kısmı olan Nightcrawler/Kurt, Cyclops/Scott ve özellikle Quicksilver/ Peter bu evrenin devamında Jean Grey ile önemli konumlarını koruyacak gibi görünüyorlar. Days of Future Past filmindeki gibi bu filmde de Evan Peters’ın Quicksilver’ı gösteriyi çalıyor. Bu defa “Sweet Dreams” ile gelen ağır çekimli sahnesi filmin en iyilerinden. Sadece yeteneklerini çok iyi aktarmasından
9
değil, kendi kişisel özelliklerini de yerinde gösteren bir sahne. “Sweet Dreams” bize biraz 1980’ler havasını verse dahi film, olayların geçtiği zamandan oldukça uzakta hissettiriyor. Önceki X-Men filmlerinin bu konuda başarısı sayesinde düşlediğimiz 1980’ler teması yok, bundan daha büyük avantaj sağlamıyorlar. Apocalypse “Kıyametin Dört Atlısı”nı toplamaya başlayınca, bu takipçilerin hangi nedenlerle ekibe katıldığını Magneto’nunki dışında bilemiyoruz. Storm’u önceden biliyor olsak bile Psylocke ve Angel film süresince oldukça harcanmış görünüyorlar. Apocalypse büyük bir düşman olma potansiyeline sahip bir karakter ama film sanki onu eski karakterleri getir-
mek için bir katalizör görevinde kullanmış. Oscar Isaac uzun söylevleriyle eski bir mutant olma konusunda başarılı ama dünyanın sonunu getirecek bir karakter altyapısına göre o kadar tehditkar olamıyor. Başkentlerin yıkıldığını, yavaşça parçalandığını görsek de oldukça boş ve uzakta hissettiriyor. Bu kadar çok tahribat olmasına rağmen neredeyse hiç sonuç ya da trajedi yok. Bu sırada Professor X ve Magento arasındaki, artık klişeleşmiş olan, doğanın iyiliği ve kötülüğü diyaloglarını dinliyoruz. Jean Grey’in Phoenix’ine de tanıklık ediyoruz. Sonuna doğru önceki iki filmin “flashback”leriyle, üçlemenin merak edilenleri tutarlılıkla cevaplanmaya çabalanıyor. Apocalypse, çok şeyi bir anda anlatmaya çalışarak aslında hiçbir şey anlatamaması ile üçlemenin diğer filmlerine yazık ediyor. İlk iki filminin oldukça gerisinde kalsa da yeniden doğuşu tamamlayıcı nitelikleriyle üçlemeyi tamamlamaya çalışıyor. Yeni karakterleri ve ilişkilerini yaratmak amacıyla eskileri dışarıda bırakıyor, derinlikli ve ayırt edici tarihsel havadan yoksun kalıyor ama serideki yenilenmiş kısım olması bakımından, oldukça eğlenceli bir macera ve Xavier’ın yeni sınıfının temellerini kurması konusunda başarılı oluyor.
10
Öğrencilerden, Öğrenciler İçin Uygulama Stubridge, uluslararası bir öğrenci platformu yaratmayı hedefliyor ve bütün öğrencileri bu topluluğun bir parçası olmaya davet ediyor/ Cenk Bonfil, Tuğçe Ersözoğlu Sosyal medya bütün dünyada almış başını giderken, haberlerimizi sosyal medyadan takip edip arkadaşlarımızla sosyal medyadan haberleşirken, her bir şeyimizi sosyal medyada paylaşırken biz öğrenciler
için de bir sosyal ağ kurulması kaçınılmazdı. Bu sosyal ağın da çok içimizden, yeni mezun olmuş gençlerden çıkması hiç şaşırtıcı olmadı tabii. Stubridge; üniversite öğrencilerinin öğrenim hayatlarını kolaylaştırmayı,
11 açıkçası. Maksadımız bir şeyler yapmak, kendi kendimize bir şeyler oluşturmaktı. O zaman da yanımıza çok insan geliyordu “Şarjım yok, şarjı olan var mı, keşke şurada bir şarj aleti olsa” diye. Biz de bu kulak dolgunluğuyla bununla ilgili ne yapabiliriz diye bakalım dedik. Sonra Batu bu cihazların tedarikçisini buldu, pazarlığımızı yaptık, makineleri aldık. Önce kendi üniversitemiz Bahçeşehir’den başladık, daha sonra da altı üniversiteye bu hızlı şarj ünitelerini koyduk. Biz de bu süreç içerisinde birçok bilgi edindik. Aslında öğrencilerden dinleyerek topladığımız problemlerden yola çıkarak Stubridge fikrini oluşturduk.
dersleri bir sorun halinden çıkarıp öğrencilerin üniversite hayatını daha verimli geçirmelerini amaçlayan bir uygulama. Uzun vadede amacı ise bütün dünyadaki üniversite öğrencilerinin bir araya gelebilecekleri, tanışıp birbirlerine destek olabilecekleri bir ortam yaratmak. Stubridge’i, 105 kişilik gönüllü ekibi Stuteam’i, girişimciliği, yeni mezunların neler yapabileceklerini uygulamanın kurucuları Sarp Keskin ve Ali Batuhan Karakuş ile konuştuk. Biraz kendinizden ve Stubridge hikayesinin nasıl başladığından bahseder misiniz? Sarp: Batu’yla ben liseden beri yakın arkadaşız. Ben 2013 Bahçeşehir Üniversitesi İşletme Bölümü mezunuyum. Daha sonra UC Berkeley’de pazarlama okudum. Bu süre zarfında gelişen bir iş tecrübem var. Bizim ilk girişimimiz Kampüs Telekom’du. Girişimci olmak için olmadık
Batuhan: Oxford Brookes’ta şu vardı: Öğrenciler sürekli bir şeyler yapıyor, insanlar çalışıyor. Babası multimilyarder olsa bile kendisi gidip Pizza Hut’ta garson olarak çalışıp farklı tecrübeler elde ediyor. Bunu gördüğümde durum beni çok etkiledi. Buraya döndükten sonra biz neden bir şeyler yapmıyoruz diye düşündüm. Sonra bizim için Sarp’ın anlattığı süreç başladı. Bununla birlikte çok fazla tecrübe edinmeye başladık. Aslında Stubridge’i kendimizin kullanabileceği bir yapı olarak düşündük. Baştaki odak grup bizdik zaten. Öğrencilerin, ders notu paylaşımları için büyük Whatsapp grupları oluşturduğunu gördük. Telefonlarının kamerasından notlarını çekiyor, paylaşıyor, derslerindeki insanların kimler olduğunu farklı yollarla öğrenmeye çalışıyorladı. Bunların hepsi birleşince de “Stubridge’i neden yapmıyoruz?” dedik. İlk önce web’de başladık, sonra mobile kaydık. Beş yazılımcı değiştirdik. Zorlu ve ağır bir süreçti. Gecemizi gündüzümüze kattık. İki yıldır takıntılı bir şekilde bu işle uğraşıyoruz. Belki yaptığımız en büyük hata, yazılımcıyla ortak olmadan böyle bir işe
12 girişmekti. Sosyal ağ Türkiye’de yapılması en zor işlerden biri çünkü o kadar çok algoritma ve yapı var ki para vererek bile yaptıramıyorsun. Biz bu süreçte hiçbir yatırımcıya gitmedik. O süreç içinde Endeavor’dan staj teklifi vardı. Endeavor Dünya’da girişimciliği ve girişimcileri daha iyi bir noktaya getirmeye çalışan bir vakıf. Türkiye’deki yönetim kurulu Ali Koç, Vuslat Doğan Sabancı, Murat Özyeğin gibi önemli isimlerden oluşuyor. Bağlantısı her daim geniş olan insanlar. Oraya girdim, altı ay staj yaptım. Endeavor direktörlerinden Aslı Kurul Türkmen’e “Aslı bir fikrim var, oluşturduğumuz bir ürün var. Bana yatırımcı geçinen bir grup değil, kişisel değerinden yatırım yapabilecek birini arıyorum” dedim. Aslı bir iki dakika düşündü, sonra Emrah Kaya’ya mesaj attı. “İki tane girişimci var, seninle tanıştırmak istiyorum” diye. Bir hafta sonra Emrah Bey, Endeavor’a geldi. Bir ay flört serüvenimiz oldu. Emrah Kaya anladı, ekibi ve fikri çok beğendi yapabileceklerimizi konuştuk ve Eylül 2015’te üçüncü ortağımız Emrah oldu.
Sarp: Çok cana yakın sevecen bir ortam, çok yaratıcı bir ekip. Yani böyle keyifli bir ortama girdik. Neden ilk etapta bir yatırımcı bulmaya yönelmeyip yazılımıyla kendiniz uğraştınız? Batuhan: Bizim başladığımız süreçte Türkiye’de ciddi anlamda “start up kültürü” yoktu. Gerçek anlamda “Melek Yatırımcı” da yoktu, Mentor da yoktu. Türkiye’de mentorların çoğu daha önce hiç girişimi olmayan ama “mentor” geçinen insanlardı. Bu yüzden de çok yalnızdık. Kurşunlarımızı da çok fazla kullanmak istemiyorduk çünkü yapılabilecek belliydi; ürünü oluşturmamız gerek. O yüzden elde avuçta yapabileceklerimiz nelerse ilk ürünü oluşturmaya koyulduk sonra gösterebileceğimiz bir şey çıkınca yatırımcı bulmaya yöneldik. Stubridge nedir? Kısa bir cümleyle anlatabilir misiniz? Sarp: Stubridge sadece üniversite öğrencilerinin, “.edu” adresleriyle giriş yapabildikleri, bir paylaşım platformu. Sosyal ağ da diyebilirsiniz buna. Normal bir platformdan farkımız, herhangi bir öğrencinin giriş yaptıktan sonra sadece kendi üniversitesiyle etkileşime girebildiği bir üniversite duvarına sahip olması. Burada herhangi bir kimseyi arkadaş olarak eklemek zorunda da değil. Açtığı zaman o üniversitede konuşulan konuyu, oradaki duyuruları, nerede ne olduğunu doğrudan görebiliyor. Öbür taraftan her öğrenci kendi derslerini seçebiliyor ve o dersi onunla beraber kimlerin alabildiğini görüyorlar. Aynı zamanda içeride not da paylaşıp bulabiliyorlar. İçeride dönen bütün olaylar için bildirim alabiliyorlar. Örneğin biri not paylaştığı zaman doğrudan ona bildirim geliyor ve en sıkıştığı anda belki
13
bir notla kendi hayatını kurtarabiliyor. Öbür taraftan kişinin bir dersle ilgili hiç bilmediği bir şey vardır, o dersle alakalı ödevi vardır, sunumu vardır, sınav tarihini bilmiyordur vs. Böyle durumlarda sistemdeki her ders için ayrılmış özel duvarlar var. Oraya yazabiliyorsun. Böylece o dersi alan diğer öğrencilere bildirim gidiyor ve doğrudan oradan cevap bulabiliyorsun. Herhangi bir Whatsapp grubu kurmana gerek kalmıyor. Facebook gruplarına dağılmak zorunda kalmıyorsun. Burada hali hazırda, senin için kurulmuş bir yer var. Oraya girip yazıyorsun: “Bu haftaki ödev neydi arkadaşlar?” diye sorduğun zaman hemen orada, o dersi alan elli kişi varsa, onlardan biri ikisi sana doğrudan cevap verebiliyor. Böylece bayağı bir kolaylık sağlıyoruz üniversite öğrencileri için. Batuhan: Kısa bir cümleyle Stubridge; üniversitendeki sınıf arkadaşlarınla seni bağlayan, beraber paylaşım yapabilmeniz için olanaklar sunan, aynı zamanda eleştiri yapabilmenizi sağlayan bir platform.
Global Student Entrepreneur Awards’dan, Berlin ve Bangkok maceranızdan bahsedebilir misiniz biraz? Batuhan: GSEA, EO’nun düzenlediği bir yarışma. Endeavor gibi girişimcileri buluşturan, çevre sağlayan bir vakıf. Bu yarışmada da her sene bir ülkeden bir öğrenci seçiliyor. Seçilme şartı da şu: En az belirli bir miktar yatırım almış ya da belli bir kârâ geçmiş olma, aynı zamanda üniversitede lisans programına devam eden bir öğrenci olma. Türkiye’den dört tane aday çıktı. Yarışmanın ilk ayağı Avrupa’da Berlin’di. Bizim için ilk hedef bağlantılarımızı geliştirmekti. Başlangıç aşamasında bir girişimiz. Elimizdeki kullanıcılar çok fazla kişiyi etkileyebilecek kullanıcılar değil. Başlattığımız Stubridge oraya gittiğimizde ilk haftasındaydı, Berlin’deki herkesi etkiledi ama bir sonraki aşamada insanlar girişimleri hem hikayeleriyle hem de kullanıcı sayısıyla gösteriyor. Biz Berlin’de, oradaki jüri tarafından, Türkiyeli girişimciler arasından birinci seçildik ve Bangkok’a gitmeye hak kazandık. Berlin’de çok güzel bağlantılar elde ettik. Orada birçok ülkeden gelmiş girişimcilerle fikir alışverişi yaptık. Bu sayede Sorbonne Paris, Berlin Humboldt Üniversiteleri gezip odak gruplar oluşturmaya başladık. Oradaki öğrenciler ne paylaşıyor, nasıl paylaşıyor? Facebook gruplarından mı paylaşıyorlar? Whatsapp’dan mı paylaşıyorlar? Whatsapp kullanıyorlar mı? Facebook’u ne kadar aktif kullanıyorlar? Üniversiteye girip tutuyorsun kolundan, soru soruyorsun. Çok keyifli bir süreçti. Sonra Bangkok’ta Global finaller oldu. 51 ülkenin birincileri orada yarışıyor. Orada her ülkenin pazarını bilen bir tane kişi var. Bağlantı kurmak için de inanılmaz bir küresel fırsat sunuyor. Sunumumuzu yaptık ama geribildirimlerden
14 de gördüğümüz üzere bizden sayıca çok çok daha üstün girişimler vardı. İlk beş seçildi finalde: Kanada, ABD, Belçika, El Salvador ve Sri Lanka. El Salvador ve Sri Lanka’dan bahsediyorum. Çok zor şartlarda, çok iyi sonuçlar elde etmiş çocuklardı. Kendimizi bir sene sonra görmek istediğimiz yerde o çocuklar vardı. Dolayısıyla böyle olması lazım diyorsun. Şu anda dünyanın en iyi noktasında değiliz. Her zaman birinci olacağız diye bir kaide yok. Birinci’de El Salvador’dan gerçekten hak ettiği bir ödül aldı. Sarp: Bir de şundan bahsedelim: Berlin’e gittiğimizde de birinci olmayı düşünerek gitmedik. Visionteractive vardı Türkiye’den. Ciroları çok yüksek. Bizi de oradaki arkadaşımız çağırdı yarışmaya. Daha çok yeniyiz, hiç beklemiyorduk birinci olmayı. Bizim için beklenmeyen bir başarı hikayesi oldu bu. Batuhan: Çok yararlıydı. 50 ülkenin birincisiyle beraber partiye gidiyorsun. İster istemez yakın oluyorsun ve Bangkok’tasın.
Herkesin sadece seninle konuşması lazım çünkü Tayca bilmiyorlar. Fransa’da veya Almanya’da olsak herkes kendi başının çaresine bakardı. Çok güzel şeyler öğrendik. Bizim için bilgi birikimi olarak döndü. Biz genelde yarışmalarla dalga geçen insanlarız. “Start up’ın yarışmalarda işi yok” deriz ama bizim için en önemli tarafı, orada tanıştığımız kişiler. Şu anda benim arkadaşımlar ve onlarla aramızda bir güven duygusu var. Bu çok zor yapılan bir şey. Onlar Türkiye’de bir şey yapmak istediğinde veya ben onların ülkesinde bir şey yapmak istediğimde birbirimizi ararız. Bu, ancak böyle yarışmalarda olur. Hiç kimseyi tanımayacağım bir süreç olsaydı katılmamızın bizim için bir anlamı yoktu çünkü para için yarışmaya gitmek de istemiyoruz. O yüzden bizim için asıl olay bağlantıydı. Birinci olsaydık da aynı bağlantıları sağlayacaktık, olamadık ama gene sağladık. Sürecin işleyişi de size çok yararlı olmuş. Dediğiniz gibi Bangkok’ta olması ve İngilizce konuşma zorunda kalmanız… Sarp: Bir yandan da güzel bir pazarlama oldu. Batuhan: Evet. Hürriyet ve Sözcü’de Stubridge’in haberi çıktı. PR Startup’ların ateşleme filtresi gibi. O yüzden bizim için fazlasıyla güzel oldu bu yarışma deneyimi. Peki bu PR Stubridge için bir PR mı yoksa Sarp ve Batuhan’ın PR’ı mı oldu? Batuhan: Stubridge’in olmuştur. Sarp: Olduysa çoğunlukla Batu’nun olmuştur :) Stuteam’den bahsedin o zaman biraz da. Sarp: Stuteam şu an açıldığımız altı üniversitede okuyan öğrencilerden oluşan,
15
toplamda 105 kişilik bir ekip. Bu ekip ne yapıyor, neden böyle bir ekip var? Ondan bahsetmek gerekirse, aslında oluşturduğumuz bir topluluk diye düşünün. Yani bu topluluk içinde herkes hem Stubridge’i bir amaç olarak görerek, Stubridge’i nasıl yayarız diye düşünüyor hem de biri burada, ekip üyesi olarak bir “start up” tecrübesini nereden ne kadar fazla kapabilir, ekip kendi yapacağı projelerde buradan nasıl destek alabilir diye düşünüyor. 20 kişiydik, yayıldık yayıldık yayıldık, şu anda 105 kişiyiz. Ekip çoğunlukla hem sosyal medya kısmına destek veriyor, hem arkadaşlarına anlatıyor, ders notu buluyor, aynı zamanda çok iyi geribildirim veriyor. Ayrıca bizim karar mekanizmamız Stuteam. Stuteam bize “şurası böyle ama şöyle olursa daha iyi olur” der, bu gündeme gelir, diğer insanlarla konuşuruz, bir şekilde karara bağlarız. Burada mesela Batu’nun ya da benim çıkıp “arkadaşlar bu bu bu olacak, haberiniz olsun” demesinden ziyade “siz üretin bir şey, önerin, ondan yürüyelim” diye başlıyoruz. Örneğin iki arkadaş oradan bir gönderi önerdi. “Böyle bir gönderi var, ne düşünüyorsunuz?” Yapalım, tamamdır. Bir metin önerisi gelir, hashtag
düşünün deriz. Herkesin birleştirdiği bir kararla sosyal medya gönderisi çıkarırız mesela. Tamamen karar mecrası olacak bir ekip yarattık biz burada. Ekip de gayet iyi çalışıyor. Hem iş yapıyor, hem kendilerine bir şey katıyor. Aynı zamanda Stubridge’in işleyişi yönünde de katkıları oluyor. Onların bize verdiği geribildirimler, bu tarafta şöyle bir sıkıntı var demeleri, biri şu dersten not bulamıyor nereden bulabiliriz demeleri… Bunlar iç içe, sağlam bir şekilde yapılaşmamızı sağlıyor. Mesela diyorlar ki “Niye sadece altı üniversitedesiniz? Elitist misiniz?” Hayır. Daha tam olarak bitirebilmiş değiliz. Yazılım bakımından “Budur!” dediğimiz bir sistemimiz yok, hala eksiklerimiz var. Tamamen bir “lean start up” mantığıyla ilerliyoruz ve kendi ekibimiz ve bu ekibin içeride oluşturduğu geribildirimlerle ilerlemeye çalışıyoruz. Eksiklerin ne tarafta olduğunu öğrenelim, kendi içimizde kavrulalım ki başka yerlere iyi açılalım. Maksadımız o. Bu altı üniversitede kalmamızın tek sebebi bu. Altı üniversite hangileri? Sarp: Bilgi, Bahçeşehir, Koç, Sabancı, Özyeğin, Boğaziçi. Geniş bir ekibiniz var. Bu ekibin beraber çalışması, kimyaların tutması gibi sorunlarınız oluyor mu? Sarp: Herkes bir arada çalışmıyor tabii. Parti yapıyoruz, herkes ancak o zaman bir araya geliyor. Yani şöyle: Kimyalar genelde tutuyor çünkü tamamen tecrübe peşinde, bir şeyler öğrenmek isteyen insanlarla dolu ekip. O yüzden herkes uyumlu oluyor. Uyumlu olmayanlar zaten yavaşça sıyrılıyor. Tabii ki katılanlar oldu, ayrılanlar da oldu. Profiller genelde amaç doğrultusunda olduğu için uyumlu olunuyor. Biz burada bir
16 işe alım yapmıyoruz. Oturuyoruz konuşuyoruz. Biz size değer katabiliriz, siz bize değer katabilirsiniz. “Burada nasıl güzel bir sinerji yaratırız” fikrinden girdiğimiz için konuya insanlar kafa kafaya verebiliyor. Öte yandan ekipler okul okul birbirlerinden ayrılar. Bilgi ekibi, bizim Bilgili Girişimciler ile kurduğumuz bir ekip. Tuğçe onlarla beraber. Oranın nasıl çalıştığını bizden daha iyi tecrübe ediyorlardır zaten. Hem kendileri çalışabiliyorlar, hem bizimle gelip konuşabiliyorlar, istediklerinde ofise gelip çalışıyorlar. Buradaki arkadaşlarla tanışıyorlar. Öte yandan bir iki etkinlik düzenlemeye çalışıyoruz. Partiler yapıyoruz, orada herkes tanışıyor. Burada yakın arkadaş olanlar da var. Batuhan: Burada hep beraber bir şeyler öğreniyoruz. Şunu diyoruz; Önümüzdeki süreçte biz nasıl bir şeyler göreceksek siz de göreceksiniz. Çok saydam duvarlar var. “Siz de gelin” diyen çünkü ofis çok saydam, yapacağımız işler çok saydam. Geri dönüşleri öğrenmek çok saydam. Neden uzakta kalasın ki? Bu tecrübeler ileride, çok daha değerli olacak çünkü sıfırdan bire gitme noktasını gerçekten çok insan göremiyor, sizi farklı kılıyor. Üniversite birinci, ikinci sınıf öğrencisi olsaydım ve Türkiye’de Scorp, Stubridge, Visioninteractive gibi “start up”lar olsaydı buralarda çalışmak isterdim çünkü her şey bir yapboz gibi. Sen bu startuplardan bir parça alırsın, kendini tamamlarsın ve bu yapbozun çok güzel parçaları var. Her şeyi bulabilirsin. İş, hayatınızda çok önemli, büyük bir yere sahip bir parça ve bu işin en güzel temeli artık “start up”lar ve bu “start up”lardan bir tanesi de Stubridge. Üstelik bu tecrübe bedava. O yüzden bence çok önemli bir şey buraya gelip bunu deneyimlemek. Empati yapıyoruz ve burada çok sıkılacağımızı düşünseydik herhalde 105 kişilik bir ekip kurmakta çok zorlanırdık. Gönüllülük
esasına dayalı her şey. Sarp: Son iki üç aydır Stuteam’e insan almak için herhangi bir şey yapmadık. İnsanlar artık duyuyorlar, katılmak istiyorlar, bizimle görüşüyorlar. Arkadaşı, arkadaşın arkadaşı şeklinde gidiyor. Artık ufak alımlar yapıyoruz, o kadar. Daha geçen hafta bir arkadaş katılabilir miyim dedi, tamam görüşelim dedik. Öbür taraftan şöyle de diyoruz: Bu bir iş sonuçta. Batabiliriz de çıkabiliriz de. Biz bunu tecrübe edeceksek gelin hep beraber edelim. Başarısız olacaksak da hep beraber görelim. Biz kampüstelekom işini batmış saymıyoruz Batu’yla. Onun yerine tercih ettik Stubridge’i. Biz ünversite birinci, ikinci sınıftayken kimse koymadı önümüze böyle bir tecrübe fırsatını. Yaşayabileceğimiz her şeyi, hadi gelin hep beraber görelim. İleride başka bir şey yapacağımız zaman tekrar bu ekibin içinden birileriyle yapacağız. Belki buradan biri çıkacak, o işin bir ucundan tutacak, öbürü diğer üniversitenin ekipten gelecek diyecek ki “ya böyle bir şey varmış, ben bu konuda destek olmak istiyorum.” Bu topluluğun içinde bir şeyler devam edecek. Süreç bitse bile bu ekip devam edecek. Öyle söyleyeyim. İstediğiniz çıkışı elde edebildiniz mi ve gelecek planlarınız nedir? Batuhan: İstediğimiz gibi gidiyoruz diyebiliriz. Tabii ki daha fazla istiyoruz ama çok da inatçı olmuyoruz. O yüzden istediğimiz noktada olduğumuzu düşünüyorum ama istediğimiz noktadan kastım da tecrübe. O kadar. Yani çok fazla tecrübe kazandık bu üç ayda. İlerideki süreçte neler olması gerektiğini biliyoruz. Eylül ayına kadarki süreci tamamen bu tecrübeleri somut hale getirmekle geçireceğiz. Yazılım ve pazarlama konusunda istediğimiz noktaya Eylül ayı
17 gibi geleceğimizi düşünüyoruz. Tam olarak “işte bu” dediğimiz bir nokta olmayacak. Zaten daha iyisini, daha güzelini, yapılması gereken çok şey olduğunu düşünerek ilerliyoruz. Daha fazla üniversiteye ve küresele oynayabilecek bir yapıya evrilmek istiyoruz. Sarp: Öngördüğümüz şekilde ilerliyoruz diyebiliriz. Ürünü halka açmadan önce yaptığımız pazarlamadan, anket sonuçlarından gördüğümüzle doğru orantılı ilerliyoruz. Sürekli yeni bir şeyler katıp bir strateji geliştirmek istiyoruz. Hem kısa vadede bayağı bir yoğruluyoruz hem de uzun vadeye uyuyor muyuz diye kafamızda ölçüyoruz. Arada yurt dışı araştırmalarına da başladık. Brezilya’da Sao Paolo Üniversitesi’nde bir kaç kontağımız var. Brezilya bizim için çok önemli bir pazar. Sosyal medyanın en çok kullanıldığı beş ülkeden biri. Amerika’da, UCLA’de ufak hareketlerimiz var. Hindistan’da var. Orada Leichester University’den arkadaşlarla irtibattayız. Türkiye’de de geniş çaplı büyümeyi hedefliyoruz. Burada başladık ama niyetimiz hiçbir zaman sadece buraya uyum
sağlayabilecek bir sistem değil. Genel, küresel üniversitelerin uyum sağlayabileceği bir sistem yaratıp işin sonunda da herkesin, dünyadaki bütün üniversitelerin, diğer üniversitelerde ne yapıldığını göreceği bir ortam yaratmak. Harvardlının bir konudaki fikrini ileride Bilgi Üniversitesi’ndeki öğrencinin görebilmesini sağlamak istiyoruz. Herhangi bir konuda nasıl dersler alıyorlar, nasıl not tutuyorlar, hangi hocalar var, o tarafta işleyiş nasıl? Bu bilgilere tek bir platformda ulaşılmasını sağlamak niyetindeyiz. Batuhan: İş belki not paylaşımıyla başlayacak ama ileride çok daha fazla sosyalleşebileceği, vizyonunu arttırabileceği ve çevresini genişletebileceği bir platform yaratmak istiyoruz. Stubridge sizin de dediğiniz gibi öğrenciler arasına bir köprü olma işini üstlenmek istiyor. İlk önce Türkiye’den başladığınız için burayı kapsayarak soruyorum. Bu işi nasıl bir ruhla gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz? Yani insanlar girip birbirleriyle iletişime mi geçsinler, dediğiniz gibi bir başlık açılsın ve orada yazıp fikirlerini mi paylaşsınlar? Stubridge olma özelliğini tam olarak nasıl yakalamayı düşünüyorsunuz? Sarp: Bütün üniversite duvarları bir şekilde birbirine bağlanacak ve tek bir sayfa olacak. Burada konu başlıkları altında insanlar konuşabilecekler çünkü işi sınıflandırmamız gerekiyor. Çok basit olması gerekiyor, üniversite duvarıyla bağlantılı olması gerekiyor. Bunun güzelliği, 18-25 yaş arasında -veya yüksek lisansa düşünürsek daha büyük- girip kendi kapalı toplumunda, bu yaş aralığında, bu eğitim seviyesindeki insanların –yani ekonominin ya içinde ya bir adım gerisinde olan insanların- girip
18
konuşacağı bir ortam olabilmesi. Batuhan: Bizim yaş grubumuzdaki insanların fikirlerini daha açık söyleyebileceğine inanıyoruz. Arzu ettiğimiz nokta daha şeffaf bir dünya. İnternet bunu mümkün hale getiriyor. Şeffaf olduğu zaman herkes neyin ne olduğunu daha iyi bilebiliyor. İnsanların ne olduğunu. Şu anda sosyal eşitliği sağlayan tek şey internet. Siz bir insanın ismini internete yazdığınızda onun hakkında çıkan yorumlar sosyal eşitliktir. İyi ya da kötü. Onun günlük hayatta yaptığı hareketler internete dökülebiliyor. Bizim istediğimizde tam bu noktada başlıyor; öğrencileri daha güçlü bir konuma getirmek. Öğretim görevlilerinin yaptığı her hareketin artısı eksisi var. Bunu belirleyecek olanlar da öğrenciler. Bu sayede öğrencileri daha güçlü yapabiliriz. ‘’İnternette kendi fikirlerimi korkamadan söyleyebilme güveni’’. Stubridge’in bunu sağlamasını planlıyoruz. Yani öğretmenin hakkında yazdığın her
yorum diğer yaş grupları tarafından okunabilecek. Yani Google’a o hocanın ismini yazdığın zaman Stubidge’in web sayfası, o insan hakkında yazılanlar üye olmaya gerek kalmadan görülebilecek. Kimlik belirlemeden paylaşılacak bir hale gelecek veya Adam Smith hakkında yapılan yorumları da Stubirdge’de görebileceksin. Daha basit, daha sade yazılan, bu insanların ne yaptığı hakkındaki yorumları görebileceğin bir sayfa yaratmak istiyoruz. Sadece öğrenciler tarafından oluşturulan bir bilgi bankası gibi düşünebilirsiniz. Sarp: Gelecekteki insan ekolojiyi oluşturan, birlik ve beraberlik içinde bir şeyler üretecek insandır. Biz geleceğin insanına yönelmek istiyoruz. En basitinden, not paylaşmak bencilliği kırabilecek öneme sahiptir. Yardımlaşmak ve beraber yükselmek. Ben Amerika’ya gittim, bir sene okudum. Batu bir sene İngiltere’de okudu. Oralarda çan diye bir şey yok. Burada öyle rekabetçi bir
19 sistem oluşturmuşlar ki insanları birbirine karşı hep bir yarışmaya sokmaya çalışıyorlar. Evet, bir rekabet var ve hep devam edecek ama sen burada seninle aynı kulvarda olan insanı ezerek bir araya gelemezsin. Beraber çalışarak çok daha iyi bir noktaya gelebilirsin. O yüzden Stubirdge’de de yardımlaşmayla böyle bir algı yaymak istiyoruz insanlara. İnternet sitenizdeki manifestoda “Öğrencilere özgür bir platform sunarak ders notlarının aslında önemli olmadığını, onları geliştirecek esas temellerin çevre ve vizyon olduğunu vurgulamak istiyoruz” demişsiniz. Bu amacı tam olarak nasıl gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz? Batuhan: Onun az öncesinde şu yazıyor manifestoda: 21.yy’daki üniversiteler üç şey sağlıyor: Eğitim, çevre ve vizyon. Üniversitenin temeli bu üç ana unsurdan ibaret. Burada bütün dünyadaki üniversiteler, Harvard dahil, eğitime çok fazla önem veriyor ama üniversite çok kısıtlı bir süre. Dört senelik bir süreç var. Dört senede alacağın eğitim bir kenara koyduğun zaman önemli ama bağlantı ve vizyon senin hayatını şekillendirmekte çok daha önemli bir noktada. Eğer senin çevren varsa, bağlantın varsa, iş kurma konusunda veya politika konusunda çok daha iyi şeyler yapabilirsin. Eğitim sana bir teoriyi öğretiyor ama pratiği sen çevre ve vizyonla sağlıyorsun. Ders notlarını paylaşırsan çevre ve vizyona daha fazla zaman harcayabilirsin. Aslında olay bu. İnsanlar ders çalışmaya çok daha az zaman harcayacak ve arkadaşlarıyla veya hobileriyle ilgilenecek zamanları olabilecek. Aslında ironik şekilde bunu vurguluyoruz. Ders notları bir güç ve o gücü sadece yönlendiriyoruz.
Sarp: “We want to hack education.” Batuhan: Bir günde devrim yapamazsın. Ders notlarını paylaşmak, sistemin kendi çarkı. Sadece nasıl daha iyi olacabileceğini gösterebilirsin. Peki Stubirdge’in vizyon ve çevre edinmeye doğrudan bir etkisi var mı? Batuhan: Üniversitendeki herkesi görebiliyorsun ve onlarla iletişim kurabiliyorsun. Onların yazdığı herhangi bir metnin aslında onların karakteri olduğunu görebiliyorsun ve o insanları tanıyabiliyorsun. İsimlerini görebiliyorsun. En önemli şeylerden biri o. Gözükmeyen ama çok önemli noktalar var. Bir insanı sosyal medyada arayabilmeniz için ismini bilmeniz lazım. Sstubridge’de insanların hangi dersleri aldığını, isimlerini görebiliyorsunuz. Bu sayede o insanın resmini ve ismini görüp diğer sosyal ağlarda ne yaptığını görebiliyorsunuz. Bu görünmeyen ama önemli noktalardan biridir. Çevre ve vizyona da doğrudan olmasa da dolaylı olarak etki eden bir yapısı var. Eylül ayında insanların konu başlıkları altında tartışabileceği, doğrudan etki eden bir sistem yaratmayı planlıyoruz. O noktaya evrilmek istiyoruz yani. Daha tam istediğimiz Stubridge yok. Sarp: Daha demin de bahsettiğimiz gibi, insanların tartışabilecekleri bir ortam yaratmak, farklı üniversiteleri birbirine bağlamak istiyoruz. Dersler odaklı bir Stubridge yok hayalimizde. Zaman ayırdığınız için çok teşekkürler. Biz teşekkür ederiz.
20
21
Evrenin Merkezine Yolculuk 4: Tehlikeli Karadelikten hiçbir şey kaçamaz; ışık bile / Berk Özdemir Bir cisim düşünün; onu koklayamıyor, duyamıyor, göremiyorsunuz. Sadece inanılmaz derecede yüksek çekim etkisi sayesinde varlığını ya hissediyor ya da hissettirdiklerini gözlemliyorsunuz. Üzerinde büyük araştırmalar yapılan, tüm insanlık tarihinin en büyük merak konularından biri olagelen şeydir karadelik. İçinde ne var? Kimse bilmiyor. Bilmediklerimiz, bildiklerimizden fazla. Yine de insanlığın algı sınırlarını zorlayan bu şey, yaptığımız yolculukta dikkatimizi cezbediyor. Kısacası yüksek çekim etkisine yenik düşüyoruz. İlk olarak karadeliklerin nasıl doğduğunu bilmek gerekir. Önceki bölümde yıldız patlamalarının süpernova olarak adlandırıldığı belirtilmişti. Hipernovalar ise bizim Güneşimizden binlerce kat daha büyük ve kütleli yıldızların ölümlerine deniyor. Karadelikler de bu şekilde oluşabiliyor. Ömrünü tamamlayan devasa yıldız –ki burada yıldız tüm yakıtını
22 tükettiğinden kendi kütleçekiminden kaçmasına yarayan basınç biter- büyük bir patlama gerçekleştirerek dış tarafındaki maddeleri uzaya saçar ama yıldızın kütleçekimi o kadar yoğundur ki çekirdeği içeri doğru çöktükçe çöker (beyaz cüce ve pulsar yıldızlarında da aynısı geçerli ve onlar da yoğunluğu yüksek gök cisimleri) fakat bu büzülmeyle hacim sıfırlanır yani yıldızın çekirdeğindeki maddeler, madde özelliklerini kaybederler ve yoğunluk muazzam biçimde artar. Öyle ki örneğin on Güneş kütleli bir yıldız karadeliğe dönüşürse olay ufku dediğimiz kara deliğin siyah kısmının çapı sadece 60 km olur. Kara delikler o kadar yoğundur ki çekim etkileri kozmosun en hızlı şeyi olan ışığın bile kaçmasına izin vermez. O yüzden görünmezlerdir. Işığı yansıtmazlar çünkü çekerler. Olay ufkunun içinde ne var bilmiyoruz. Madde yok, zaman ve mekân yok. İşte insanlığın algısını zorlayan bölüm de burada. Bizi içine çekerse ne olur, bilmiyoruz.
Belki de evrendeki yıldızlar kadar karadelik vardır ancak çevresindeki cisimlere etki ettiklerinde görebildiğimizden saymakta oldukça güçlük çekiyoruz fakat her galaksinin merkezinde muazzam kütleli bir karadeliğin olduğunu biliyoruz. Tüm galaksiyi bir arada tutan
kuvvetlerden biri. Karadelikler hakkında çokça teori mevcuttur. Örneğin bizim evrenimizin başka bir evrenin karadeliği olması. İnanılmaz şeyler gördükten sonra bu bize çok da uçuk gelmiyor.
Her cismin bir kütlesi vardır ve ne kadar fazlaysa uzayzamanı o kadar büker. Örneğin Dünya’nın yörüngesindeki uydulardaki saatler ile yeryüzündeki saatler arasında zaman farkı olmaktadır. 45 mikrosaniye hızlı akarlar. Dünya’nın kütlesi uzayzamanı bükmektedir, bizi normal uzaydaki zamandan yavaş bir şekilde aktırır. Peki bu devasa kütleli karadelik olunca ne olur? Eğer karadeliğe belirli miktarda yaklaşırsanız zaman sizin için daha yavaş akacaktır. Karadeliğin etki alanının dışında daha hızlı akan zaman, etki alanı içinde daha yavaş akar. Bunun için en iyi örnek Interstellar filmidir. Orada da karadeliğin yakınından geçtiklerinde Dünya’da 28 yıl geçmiştir fakat kendilerine bir saat gibi gelmiştir. Eta Carinae ölen bir yıldızdır. Milyonlarca yıl sürecek olan bu sancılı süreç dehşet görüntülere sahne olmaktadır. Muhtemelen patlamanın ardından bir karadeliğe dönüşecek yıldız, Dünya’dan yaklaşık 7500 ışık yılı uzaklıktadır.
23 yok. Tabii Güneş Sistemi’nden gördüğümüz kadarı hariç.
Kozmik adresimizin ikinci kısmını bitirdik. Samanyolu’ndan nihayet çıktık ve önümüzde uzanan milyarlarca yıldıza ve arkamızdaki milyarlarca yıldız içeren milyarlarca galaksiye bakıyoruz. Her ne kadar güzel gözükse de Samanyolu o kadar da masum bir yer değildir. Ayrıca her bir tüm Samanyolu fotoğrafı bir tasvir ve tahmindir çünkü en uzaktaki insan yapımı nesne olan Voyager 1, Güneş Sistemi’nin dışına daha yeni çıkmıştır. Yani Samanyolu’nu çekecek bir şey henüz
Güneş, her 220 milyon yılda bir Samanyolu’nun merkezine yaklaşıp uzaklaşır. Yani olduğu yerde zikzaklar çizer. Ayrıca Samanyolu da kendi çevresinde dönmektedir. Bu da 50 milyon yıl sürer. Samanyolu’nun çapı 100 bin ışık yılıdır. Kalınlığıysa 1000 ışık yılı kadar. Galaksimiz oldukça büyük ve tehlikelidir. Artık evden çok uzaklaştık. Eve dair hiçbir şey kalmadı çünkü galaksimizde bile değiliz. Burada bile ne kadar küçük ve önemsiz olduğumuzu anlıyoruz. Evren o kadar büyük ki Güneş Sistemi ya da Dünya unutulmuş ya da çok önemsiz bir yer. Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde yazdığı gibi “Çoğunlukla zararsız”…
24
25
Biraz Rock’n Roll Biraz Metal / Hazırlayan: Ömer Faruk Canat Bu akımlar ilk çıktığında çok katı eleştirilere maruz kaldı fakat muazzam bir kitleye hitap ettiği için de günümüzde gayet yaygın bir müzik, yaşam stili olarak kalmayı başardı. Birçok kıdemli ses sanatçısına sahip olan bu müzik türleri sizde varoluş için sebep arama dürtüsü oluşturacaktır. Toplum sorunlarını ele alan bu müzik, dinlendikçe daha da farklı anlam kazanıyor. Sinirli, kızgın ruh halinizde size yoldaşlık edecek birçok şarkı var elbette lakin özenle seçtiğim bu şarkılar “tek değilmişim” dedirtecek kadar samimi. https://goo.gl/4DrwCB
26
FeMinizM ne değildir? Bilmeyenler kadar yanlış algılayanlar da hayatı zorlaştırıyor! / İlgi Özdikmenli Feminizm toplumda birçok kişi tarafından, radikallerin çarpıtmaları ve kendilerini bilir kişi ilan ederek verdikleri demeçler yüzünden yanlış anlaşılıyor. Kuramın üzerine okuyor ve düşünüp sorguluyor olsam dahi ben de aynı hataya düşmek istemediğim için genelleme yapmadan, bireysel rahatsızlıklarım üzerinden bu yanlış anlaşılmaya değinmek niyetindeyim. Öncelikle iki ayrı uçlarda da konuşmaya kapalı, ve değişmez doğruları felsefesi ilan eden insanlar, ne yazık ki konu ne olursa olsun, derinlemesine bilgi sahibi olmayanlar için yanlış bir algının oluşmasına sebep olabiliyorlar. Radikal ve ayrılıkçı bakış açıları, günümüzün en tehlikeli duruşlarından biri, yine konu ne olursa olsun. Bugün feminizmi ve alt başlıklarını, feminizmi 21. yüzyılda bu denli ateşli savunmamızı gerektirecek gelişmemişliği ve ataerkil düzeni, bu düzenin hem kadın hem erkeğin hayatına getirdiklerini ve toplumsal tabuları nasıl yerleştirdiğini ardından bunu yıkmak için hep birlikte
neler yapabileceğimizi konuşmamız gerekirken, konuyla aslında hiç bir teması olmayan noktalara saplanıp kalıyor ve yanlış noktadan ele almanın esas meselenin haklılığını kaybettirmesine üzülerek şahit oluyoruz. Bu, gerçek sorunun fark edilmesinden ve çözümüne odaklanılmasından uzaklaştırıyor insanları. Feminist mücadele neden meşru bir mücadeledir, hatta bazı noktalarda neden meşru müdafaadır sorularına verilecek cevaplar bambaşka bir yazının içeriğini oluşturuyor elbette ama burada bahsetmeden geçemeyeceğim bir şey varsa o da bir çizimle pek güzel anlatılmış diye düşünerek paylaşıyorum. Kadın cinayetleri, taciz ve tecavüzleri ardından oluşan haklı nefretin, birey ve sistem bazında kalması gerekliliğine inanıyorum ve bunun cinsiyet geneline mal edilmesini son derece tehlikeli buluyorum. Bu felaketleri oluşturan sistemi lanetlemekle ve bu düzeni yıkma çabası göstermekle, bunu tüm cinsiyetin ortak suçu ilan etmek arasında fark var. Feminist
27 mücadelenin, bir cinsiyetten nefret etme ve saf dışı bırakma isteği olarak algılanması; toplumda ayrışmaya sebep oluyor ve soruna asla çözüm odaklı bakılamıyor. Ötekileştirmeye karşı çıkan bir hareket, bugün yaşadığımız sorunların temeline inildiğinde yapıcı çözümler üretebilir. Bugün bile hala cehaletin perdesini aralayamamış ataerkil zihniyet tarafından
kategorize ederek yeni bir ayrımcılığa yol açmak değil her bireyi olmak istediği gibi kabul edip fırsat eşitliği tanımaktır. Cinsiyetçiliği ve cinsiyetçi sömürüyü bitirme çabasında olan bir hareketin kendi içinde ayrıştırmaması gerekir. Üstelik çok büyük dertleri olan koskoca bir mücadele, böyle sığ mesajlara indirgenemez. “Güzellik” algısını tartışmak, oluştu-
zorunda bırakıldığı her şeye, kendisini tutan tutsak eden her algıya, yanlış yerleşmiş kültürel kodlara karşı çıkması kadının meşru müdafaasıdır. Ancak ötekileşmeyle mücadele ederken ötekileştirmemelidir. Feminist mücadele kadınların omuzlarında tek başlarına taşıyabileceği, ama inanan erkeklerle aynı yolda yürümenin bir sakıncası olmadığı ve çok sesli bir ritim oluşturma imkanı olan bir mücadeledir. Bu durumda, bugün ayrılıkçı feministlerin getirdiği “kadın bakımlı olmalıdır, kilo vermelidir, genç gözükmelidir, ağda yapmalıdır, seksi iç çamaşırı almalıdır, makyaj yapmalıdır. Ve bunlar hep cinsel obje olmak içindir/erkek içindir” algısı başlı başına mücadelenin özüne ters düşüyor diye düşünüyorum. Öncelikle feminist hareket, tüm kadınları ayrım yapmaksızın tek çatı altında toplayan bir hareketken, bakımlı olmayı seçen, makyaj yapmayı seven, seksi iç çamaşırlarından bireysel olarak haz alan kadınları eleştirmesi ve dışlaması kabul edilemez. Amaç kadınları
rulan “güzel” tanımını sorgulamak, tartışmak sonuna kadar haklı bir çabadır diye düşünüyorum ve düzen tarafından güzel kabul edilen/ettirilmeye çalışılan her şeyi güzel bulmayan bir kadın olarak, insanların bunlara uymak zorunda olmadığına inanıyorum. Ancak “kadın toplumun güzellik algısına hapsolmak zorunda değildir.” demekle kadının bakımlı olmasını eleştirme hakkını kendinde görmek arasında dağlar kadar fark var. Kadının dilediği gibi yaşama hakkını savunup buna engel olanları taşlarken, bakımlı olmasını -veya kendisini güzel hissetmek istemesini- eleştirmek durumun özüne aykırıdır. Tercihi bu yönde olan kadınları, bu yönde olmayanları eleştiremeyeceğimiz gibi eleştiremeyiz. Yaratılan güzellik algısına yenik düşmekle, cinsel obje olmakla suçlayamayız. Zaten lanet ettiğimiz ataerkil zihniyetin kadın üzerinde yaptırım uygulayabileceğini sanmasıyla, bu eleştiriler arasında hiç bir fark bulunamaz.
e t e z r e v i n ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete