ZETEMAG 14

Page 1

zete

14

zete


Merhabalar, sevgili zetemag okurları! Genel Yayın Yönetmeni Oğulcan KELEŞ

Havalar ısınıyor, hepimizde böyle bir mutluluk… Tabi baharla birlikte finaller de geldi çattı. Biz de hem final stresini hem de bahar yorgunluğunu atmak için yine birbirinden güzel ve farklı

Yazıişleri Müdürleri Hazal Tükel İrem Boza

konudaki yazılarla karşınızdayız. Bu ay sizlere 70’lerden günümüze dijital dünyayı bir de sanatla birlikte gösterelim dedik Dijital Devrim sergisini gezdik. Türkçe cazın özgün grubu ve isimlerindeki matizin hakkını

Yazarlar Hazal TÜKEL Ece YOMRALIOĞLU İrem BOZA Mina YALÇINTAŞ Begüm EVREN Oğulcan KELEŞ

fazlasıyla veren JazzMatiz grubunun saksafonisti, aynı zamanda da kurucularından Bora Tanyeli ile müzik ve JazzMatiz üzerine konuştuk. Bu güzel günlerde Avrupa da bir harikaymış. Belki gitmek isteyenleriniz olur diye Begüm Evren Paris’ten bildiriyor. Part-time parisienne biri Paris’te neler yapabilir, nerelere gidebilir? sizler için yazdı. Dans severler olarak baleyi iki farklı balerinden duyalım dedik, Günnur Bayburt ve Bengü Korkman’ la bale üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik. Türkiye’nin en büyük Harry Potter koleksiyoneri Taha Şahin’in renkli dünyasına girdik, Motoruyla Türkiye’yi gezerek farklı bir adrenalin yaşayan birinin sizin de ilginizi çekeceğini düşündük ve aktardık. Güzel ve keyifli okumalar dileriz... Sevgilerimizle

Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmıştır.


01

DİJİTAL DEVRİM, DİJİTAL NOSTALJİ

03 02

05

TÜRKİYE’NİN EN BÜYÜK HARRY POTTER KOLEKSİYONERİ

İKİ BALERİN, İKİ HAYAT...

06

PART-TIME PARISIENNE

TÜRK CAZININ ÖZGÜR GRUBU: JAZZMATİZ

04

KÜLDEN KUTSAL KADINLAR


4


5

Dijital Devrim, dijital nostalji 70’lerden günümüze, teknolojik değişmelere sanatla iç içe tanıklık etmek istiyorsanız ve teknolojinin gittikçe hayatımızın her noktasına nasıl dokunduğunu merak ediyorsanız “Dijital Devrim” sergisi sizi bekliyor Hazal TÜKEL 20 Şubat’ta başlayıp 12 Haziran’a kadar devam edecek olan “Digital Revolution” (Dijital Devrim) sergisi Zorlu Center’daki Sky Lounge’da ziyaretçilerini bekliyor. İlk olarak 2014 yılında Londra’da açılan bu sergi daha sonra Stockholm ve Atina’da da büyük ilgi görmüştü. Barbican International Enterprises’ın

küratörlüğünü yaptığı serginin dördüncü durağı ise İstanbul oldu. Will.i.am, Björk, Radiohead, Brian Eno, Yuri Suzuki, Pasha Shapiro gibi isimlerin de katkı sağladığı sergiye ilk girdiğinizde gerek müzikler gerekse görselliğin yarattığı atmosferle dijital bir dünyaya


6

girdiğinizi hissediyorsunuz. Tabii dijital dünyadan 2000’lerin karmaşık teknolojileri aklınıza gelmesin yalnızca; Tetrisler, Atariler, Nintendolar eski bir dostmuşçasına selamlayacak sizleri. 1977’de Steve Wozniak ve Steve Jobs’un geliştirdikleri ilk ev kişisel bilgisayarı olan “Apple II”

serginin en eski aletlerinden biri. Bilgisayarların gelişimi için en heyecan verici adımlardan biri olan “Apple II”, benim için de serginin en heyecan verici parçalarından. Bu sergide Commodore gibi başka örnekleri görme şansına sahipsiniz. Sadece ilk bilgisayarlar değil, animasyon tekniklerini etkili şekilde kullanan ilk filmler hakkında görsel ve yazılı bilgiler de bu sergide sizleri bekliyor. Terminatör, Inception, Gravity filmlerinin arka planını görmek, çekim tekniklerini öğrenmek oldukça farklı bir deneyim oluyor. Oyun tutkunlarını ise nostaljik bir yolculuk bekliyor bu sergide. Özellikle biz 90’larda doğanlar, bu oyunların ve teknolojilerin evlerimize ilk girdiği günlere tanık olmuş bir kuşak olarak, hiç şüphesiz ayrı bir heyecan duyuyoruz. Pacman, Mario, Tomb Raider, Tetris gibi oyunların başındaki genç çocukların(!) oluşturduğu sıralar da bunu kanıtlar nitelikte.


7

Şahsen ben de kervana katıldım ve “The Sims”in başından yarım saat ayrılamadım. Küçükken kusursuz gözüken oyunların şimdilerde ne kadar ilkel gözüktüğünü de fark ettim. Bugünün teknolojileri de belki on yıl sonra böyle hissettirecek kim bilir? “Dijital Devrim” sergisinin en ilginç bölümlerinden birini “giyilebilir teknolojiler” oluşturuyor. Gelecekte giyilebilir teknolojilerin hayatlarımızın daha önemli parçaları olmaları büyük olasılık. Bu


8 sergide bu teknolojilerin çeşitli örneklerini görebiliyorsunuz: Akıllı telefonlar üzerinden tasarımı değiştirilebilen ledli elbiseler, renk körleri için giyilebilir sesli renk algılayıcılar… Moda ve hayatımızın teknolojiyle birlikte dönüşümünü gösteren bu örnekler “canlı” kavramıyla ilgili de yeni soruları akla getiriyor. Teknolojiyle birlikte eksik olan duyularımızı güçlendirebiliyor veya onlar üzerinde değişiklikler yapabiliyoruz. Böylece canlı bedenini teknolojiyle dönüştürebiliyoruz. Serginin en güzel yönlerinden biri interaktif oluşu. Ziyaretçiler aslında birçok noktada serginin bir parçası. Sizin içine girmenizle çalışan simülasyonlar, gözünüzle hareket ettirebildiğiniz sistemler, çalabildiğiniz teknolojik müzik aletleri gibi birçok eser mevcut. Aşağı yukarı her noktada ziyaretçinin

deneyimlemesine, eserin bir parçası haline gelmesine olanak sağlarken bu sergi, hem farklı bir deneyim vaadediyor hem de her insanla başka bir sergiye dönüştürüyor. Chris Milk’in yarattığı “The Treachery of Sanctuary” interaktif tablosu beni en çok etkileyen bölüm oldu. Doğumun, ölümün ve reenkarnasyonun temsil edildiği bu deneyimde ziyaretçi aktif olarak yer alıyor ve bir nevi kendi doğum, ölüm ve reenkarnasyonuna tanıklık ediyor; kendisini sanal gerçekliğin içinde buluyor. Bunun gibi insanı etkileyebilen birçok deneyim sergide ziyaretçilerini bekliyor. Teknoloji ile sanatın birleştiği “Dijital Devrim” sergisini 12 Haziran’a kadar pazartesi hariç her gün 11.00-21.30 saatleri arasında ziyaret edebilirsiniz. Biletlerin tam 30 TL, öğrenci/emekli 15 TL olduğunu belirtmekte fayda var.


9


10

İki balerin, Son dönemlerde Devlet Opera ve Balesi çalışanlarına getirilen kıyafet yasağı, oyunlarda tekdüzelik ve yanan AKM binasıyla gündeme gelen bale, Türkiye’de sanata verilen değeri tekrardan sorgulattı Ece YOMRALIOĞLU


11

, iki hayat İki farklı balerin, biri konservatuardan 1970 yılında mezun olmuş, diğeri 2011. Peki arada değişen sadece yıllar mı? Yaşadıkları zorluklar, okul hayatı, kariyer, rekabet, sağlık sorunları, kapatılan sahneler, hepsini sorduk. İşte şaşalı, hayatın sahne arkası…


12

Günnur Bayburt Hangi konservatuarda okudunuz? Konservatuara giriş/mezun oluş yılları? Mimar Sinan Konservatuarı 1962-1970. Mutlu bir öğrencilik yaşamı geçirdiniz mi? Çok mutlu bir öğrencilik hayatı geçirdim,10 yıl başrol oynadım, hiç mezun olmak istemedim, her gün bale olsun isterdim.

hevesle ve çok iyi yetişirdi. Küçük olduğu için de torpil ne bilmezdi, o konuda biz çok şanslıydık. Bale Kostümleri nasıl sağlanıyordu ve bir kısıtlama var mıydı? Kostümlerimizi evde annelerimiz dikerdi, bale mayoları da yoktu o zamanlar. Zaten 60’lar,70’ler mini etek modası vardı hiçbir kısıtlama yoktu.

Derslerin zorluğu neydi, hocalar nasıldı, torpil var mıydı? Haftanın 2 gün bale 2 gün solfej görüyorduk, o yüzden o zaman iki bölüm bitirilebiliyordu, ben hem piyano hem bale bölümlerinden mezun oldum.

Baleye tepki nasıldı? Aa dansöz mü olacak? derlerdi, balenin ne olduğunu bilmiyorlardı, parmak ucunda diye anlatınca anlıyorlardı.

Bizim hocalarımız çok iyiydi. Bizim başımıza stajyer gibi 14 yaşında bir hocamız vardı çok yetenekli bir kızdı, biz onun ilk öğrencileriydik bizi çok

Baleye başlama sebebiniz neydi? Neden bu mesleği seçtiniz? Sizi destekleyen kimlerdi ve ailenizin tepkisi ne oldu?


13 4 yaşında Kastamonu’da balerin olmaya karar verdim, ailemde hiç balerin yoktu, baleyi filmlerden ve Hayat Mecmuaları ’ndan gördüm. Sanat aşkı olan bir ailede yetişmem benim için büyük şanstı, babamın eve aldığı org sayesinde okuma yazma öğrenmeden nota biliyordum. Aslında babam konservatuarında piyano eğitimi almamı istiyordu, bu yüzden İstanbul’a tayinin istedi (doktordu) ve konservatuara yakın bir ev tuttu ancak ben baleyi çok istiyordum bu nedenle ikisini de okudum. Hatırladığınız ya da ilk sahne aldığınız oyunlar? Konservatuarda ilk sahne aldığım oyun ‘ateş böceği’ydi.”İlk defa başrole çıkmıştım,10 yaşındaydım. Bir de Olga Nuray Olcay’ın Fındıkkıran Balesi’nde şeker perilerinde rol almıştım. Aldığınız Teklifler?

Olga Nuray Olcay’ın Fındıkkıran Balesi’nde şeker perisi olmam bana Rusya’dan teklif getirdi, ancak o dönem aileler çok tutucuydu ben istesem bile sözüm geçmezdi. Gösteriler kaç gün? Bilet fiyatları nasıldı? Sizi kimler izlemeye geliyordu? Gösteriler 5 gün art arda oynanırdı ve bütün salon dolardı, üst üste temsile çıkardık. Bilet fiyatlarının ortalama bir fiyatı vardı, bizim ailelerimiz 20-25 bilet alırlardı, herkes merakla bizi izlemeye gelirdi. Bale gösterileri hangi sahnelerde oynanırdı? Konservatuardayken Yeni Komedi Tiyatrosu(2)’ nda sahne alıyorduk ancak daha sonra kapandı. Konservatuardan sonra nerelerde çalıştınız ve


14 nerelerde sahne aldınız? Konservatuardan sonra Devlet Opera ve Balesi’ne sınavsız kabul edildim, direk solist kadrosuna alındım ve orada çalışmaya başladım. Önce Beyoğlu’ndaki tarihi Tepe Başı Tiyatrosu(1)’nda sahne alıyorduk sonra o bina yandı, daha sonra AKM açıldı, temsiller orada devam etti. Ancak bir oyun sırasında çıkan yangında bina yanınca Maksim Gazinosu sahneye çevrildi ve Devlet Opera Balesi temsillerini orada devam ettirdi. Daha sonradan AKM tekrar yapıldı ancak ben o sene DOB’ dan ayrıldım. Konservatuarların kapatılacağını düşünüyor musunuz? Evet, hatta sıra bize de gelecek ama biz küçüğüz bizi sona bıraktılar. Ayrıca biz okul statüsüne değil kurs statüsüne giriyoruz bu yüzden de şanslıyız çünkü kuran kursları gibi birçok kurs var bizi

kapatırlarsa onları da kapatmaları gerekecek. Devlet Opera Ve Balesi’nde çalışan personele getirilen kıyafet yasağı hakkında ne düşünüyorsunuz? Aslında dansçılara getirilmek istenip sonradan ‘çevir gazı yanmasın’ yapılmış bir şey. Gerçekten çalışanlara getirilmek istense neden bir tek Devlet Opera ve Balesi’ne getiriliyor bu yasak? O zaman tüm devlet çalışanlarına vs. aynı yasak getirilsin. Sihirli Pabuçlar kaç yıldır eğitim vermektedir sizce halkın baleye ilgisi eskiye göre nasıl? Sihirli Pabuçlar 1978’den beri eğitim vermekte, ilk açıldığımız zamanlarda 100 öğrencim vardı, şimdi yarısı kadar var, halkın baleye ilgisi çok azaldı. Aldığınız ödüller nelerdir? Medya bu ödüllerle ilgilendi mi? İtalya’da 2008 yılında koreografiden ikincilik ve jüri özel ödülü aldık, Prag’da :2005’te en yetenekli dansçı (Tanabay Tokgöz) ve yine koreografide ikincilik ödülü aldık, 2008’de tiyatro özel ödülü aldık. Montenegro’ da 2013’te Grand Prix(birincilik ödülü) ve 4 tane solo ödülü aldık. Medyanın ödüllere hiç ilgisi olmadı, biz başarılarımızı ancak tanıdıklar aracılığıyla duyurabildik. (1)Tepebaşı Tiyatrosu kimi kaynaklara göre İstanbul şehremini Rıdvan Paşa tarafından 1890 yılında kurulmuştur, kimi kaynaklara göreyse bu tarihten daha önce de vardı ve 1880’li yıllarda oyunlar oynanıyordu. . 7 Ocak 1970’te Şehir Tiyatrosu merkezini Harbiye Tiyatrosu (bugünkü adıyla) Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’na taşıdı ve aynı yıl çıkan yangında yapısı ahşaptan olan tiyatro büyük hasar gördü. Ancak ertesi yıl 1971 yılında yaşadığı ikinci yangınla da tamamen yok oldu. (2)İlk Komedi Tiyatrosu, 1956’da, Menderes’in imar hareketi sırasında yok olup gitmiş.


15

Bengü Korkman Hangi konservatuarda okudunuz? Konservatuara giriş/mezun oluş yılları? 4,5 yaşında baleye başladım, 11 yaşımda Mimar Sinan Konservatuarı‘na girdim. Lise 1 ‘de İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarına geçtim, 2011 yılında mezun oldum. Mutlu bir öğrencilik yaşamı geçirdiniz mi? Ortaokulda mutluydum. Bazen o dönemi arıyorum, lise daha sıkıntılı oldu, rekabet çok fazla arttı, herkes menfaatini düşünmeye başladı, o yüzden benim arkadaşlarım hep konservatuar dışından olmuştur, konservatuarda hiç gerçek arkadaşlık yoktur. Çok fazla sağlık problemi yaşadım, hayatım havuç, salatalık ve form ürünleriyle geçiyordu, çünkü her hafta tartıya çıkardık 1gram alsak bile bizi bitirirlerdi durmadan sıfır beden olmamızı

istiyorlardı. Lise çağında açlıktan dolayı safra kesemde rahatsızlık ortaya(safra kesesinde çamur oluştu) çıktı. şu an iyiyim ama hala sıkıntısını çekiyorum her zaman çok dikkat etmem lazım, aç kalmamam lazım, az ve sık beslenmem lazım. Ayrıca bir kere ayağımda ödem oldu ve çok ağrı yaptı hocam bir şey olmadığını söyledi ve bende üstüne gittim bu yüzden ağrı üç yıl sürdü. Birçok insan benim gibi mesleki sağlık problemi yaşadı mesela kaslarıyla, eklemleriyle ilgili sorunlar yaşayanlar oldu. Geriye dönsem bu mesleği, seçmezdim. Benim her zaman bu iş için yaratıldığımı söylüyorlar, başka bir meslek sana olmazdı sen sahnede olmalısın diyorlar ama ben bir daha bu kadar zorlu bir yaşam yaşamak ister miydim? Hayır istemezdim, hobi olarak bale yapardım, konservatuara gitmezdim. Derslerin zorluğu neydi, hocalar nasıldı, torpil


16 var mıydı, sınavlar nasıldı? Dersler çok zordu, çok yoğun bir ders tempomuz vardı. Orta okulda sabahın köründe koşuyla başlardık, yer pilatesi yapıp, sonra normal bale dersimize geçerdik: bar, orta, point, repertuvar, karakter. Sonradan lise yıllarında da aletli pilatese de başladık. Haftanın her günü(hafta sonları da dahil)8 saatlik tempoyla çalışıyorduk ve kasların gevşememesi için bize tüm yıl iki hafta tatil verilirdi(1 hafta sömestr, 1 hafta yaz tatili) ve bizim bir haftalık yaz tatilinde bile havuzda ya da denizde yapmamız gereken hareketler verilirdi. Ayrıca yemeğimize her zaman çok dikkat ederdik. Hocalar çok sıkıydı ve çok sert yöntemleri vardı, benim kafama sandalye yemişliğim vardır. Orta okul yıllarında topuğumuzu düzgün tutalım diye ayağımızın üstüne kaynar su ya da vişne suyu koyarlardı, kaynar su dökülürse yanardık, vişne suyu dökülürse de lekesi çıkmazdı. Mimar Sinan’dayken bir hocamız vardı onunla problemlerim yüzünden oradan ayrıldım. Ancak iki konservatuarın pek bir farkı yoktu. Her sene elenme stresimiz olurdu, sınavı geçemeyen elenirdi,70’in altında kalan baleden atılırdı ve kariyer hayatı biterdi, aynı şekilde sakatlananlarında bale hayatı biterdi. Bale konservatuarından mezun olanlar nerelerde iş bulabilir? Devlet balelerinde çalışabiliyorlar, orada kadro bulamayanlardan Anadolu Ateşi’ne girenler de vardır ya da özel bale kurslarında öğretmenlik yapabilirler. Bale kostümleri nasıl sağlanıyordu ve bir kısıtlama var mıydı? Bizim hiçbir açıklık ya da onun gibi kısıtlamamız yoktu, böyle bir tepki de almadık. Baleye tepki nasıldı? Çok saygı gösteriliyordu, bir ortama girdiğimde ve ben balerinim dediğinde çok saygı görürdüm.


17 Bizim askeriye gibi bir disiplinimiz vardı. Ayrıca elit bir meslek, herkesin yapamayacağı bir meslek insanlar bunların bilincindeydi, saygı göstermelerinin sebebi buydu.

nerelerde sahne aldınız? Sihirli pabuçlar Bale Okulu’nda üç yıl asistanlık yaptım şu anda da başka bir yerde öğretmenliğe devam ediyorum.

Baleye başlama sebebiniz neydi? Neden bu mesleği seçtiniz? Sizi destekleyen kimlerdi ve ailenizin tepkisi ne oldu? Ablamla başladım. Ablam hobi olarak on yıl bale yaptı, ben onun provalarını izlerdim. O sahne, o kostümler, o ışıklar beni çok etkiledi, olayın arka tarafının bu kadar zor olduğunu annem anlatsa da asla anlamamıştım. Hülya Aksular’a gittim, bana çok yetenekli olduğumu söylemişti hatta Ankara’ya Hacettepe Konservatuarı’na gitmemi söyledi.

Devlet Opera Ve Balesi’nde çalışan personele getirilen kıyafet yasağı hakkında ne düşünüyorsunuz? Ne kadar gerilediğimizin bir göstergesidir, normalde dansçılara getirilecek bir şeyi son anda çevirmişler.

İlk karar verdiğimde babam yapsın gittiği yere kadar gider dedi, annem sen bunun altından kalkamazsın dedi çünkü çok kırılgan bir yapıdaydım, yapıp kaçarsın dedi, ablamdan dolayı da bu işin zorluklarını biliyordu, mutsuz olacağımı söylüyordu ama ben inatla sürdürdüm. Beni en çok destekleyen ailem olmuştu, annem başta istememiş olsa bile sonradan ben bu mesleği bırakıyorum diye kaç kere eve geldiğimde kızım yapma lütfen, biz senin arkandayız, sen çok iyisin diye beni hep destekledi. Gösteriler kaç gündü? Bilet fiyatları nasıldı? Sizi kimler izlemeye geliyordu? Bilet fiyatları normaldi ancak daha çok elit kesim gelirdi ilgi çoktu salon dolardı ama tabiiki eskiden herkesin geldiği oyunlar artık belli bir kesime hitap ediyor,5 gün oynansa o salon dolmaz en fazla 2gün,3gün sahnelenirdi. Bale gösterileri hangi sahnelerde oynanırdı? Süreyya operası ya da CKM gibi salonları büyük olan yerlerde sahne alıyorduk ama asıl Süreyya Operası’ na sahnelerdik zaten başka da bir yer yok. AKM ’de çocukken yer almıştım sonra zaten o yandı. Konservatuvar’ dan sonra nerelerde çalıştınız ve

Konservatuarların kapatılacağını düşünüyor musunuz? Ben kapatılacağını düşünüyorum, azalta azalta kapatılacak. Oyunlara bile kısıtlama getirildi. Aldığınız ödüller neler? Medyanın ilgisi oldu mu? 2008’de Ukrayna’da birincilik ödülü aldım. Medyanın o zamanlar bir ilgisi vardı hatta Hıncal Uluç bir yazı yazmıştı. Şu anda ne yarışmalar, ne iyi dansçılar ne de ödül alanlar duyuluyor.


18

wingardium leviosa Çocukluğunuzu gözlerinizde bir damla yaş ve yüzünüzde kocaman tebessümle hatırlatmak için 9 ¾ perdonundan bir bilet aldık ve Türkiye’nin en büyük Harry Potter koleksiyoneri Taha Şahin’in renkli dünyasını zetemag sayfalarına taşıdık İrem BOZA izledikten sonra büyü başladı diyebilirim.

Bize biraz kendinden bahseder misin? 22 yaşındayım, Marmara Üniversitesi’nde Hukuk okuyorum, Samsunluyum. Sinemayla ve Harry Potter’la ilgileniyorum.

Koleksiyon fikri aklına nasıl geldi? Koleksiyon yapmaya ben koleksiyon yapmalıyım diye başlamadım. Harry Potter serisinden bir şeyler aldıkça ister istemez başka bir şey gördüğünde onu da almak istiyorsun, diğerini görünce onu da… Elindeki ürünler birikince koleksiyona çevriliyor. Ama bir yıl söylemke istersem 2007 – 2008 gibi ilk eşyalarımı almaya başlamıştım. ilk parçan neydi? Kitaplar ve DVD’ler hariç ilk parçam Voldemort’un asasıydı. Arkadaşım yurtdışından hediye getirmişti bana.

Koleksiyonda kaç parça var şu an? Yaklaşık 250 parça var. Harry potter’la tanışman nasıl oldu? 2001 – 2002 gibi babam ilk filmin CD’sini alıp gelmişti eve, o sayede oldu. İlk filmi defalarca

Parçaları alırken önceliklerin neler? Öncelikle orijinal olmaları çok önemli. Asaların mesela, üçte bir fiyatına sahteleri var ama gerçekten


19

plasik oyuncak gibiler. Ayrıca, sınırlı sayıda bir ürün varsa onlara öncelik veriyorum. Aslına bakarsan, neyi seviyorsan, neyin sende olmasını istiyorsan ona öncelik veriyorsun ister istemez. Ayrıca satılmayan ya da alamayacağım kadar pahalı şeyleri de yapabildiğim kadar kendim yapmaya çalışıyorum. Mesela Adam Otu yaptım plastikten. Bir de Pottermore asam. Pottermore’da bir test sonucu site size kendi asanızı veriyor. Babamla birlikte tahtadan o asayı oyduk. O tamamen bana ait mesela.

istediğim şeyler var. Bunlardan en büyüğü Wizard’s Collection. Şu ana dek üretilmiş en kapsamlı Harry Potter kutusu. İçinde hortkuluk madalyondan duvar halısı şeklinde Hogwarts haritasına dek her şey var. Limited edition bir ürün, dünyada toplamda 63.000 tane üretilmiş ve yaklaşık fiyatı 1100 dolar.

Sıradaki ise muhtemelen bir Harry Potter ansiklopedisi ya da hortkuluklardan biri olur.

içlerinde yeri ayrı olan parça var mı? İlk Harry Potter kitabım benim için çok ayrı bir yerde çünkü büyülü dünyaya onunla başladım. Korsan bir kitap, yarısı yırtılmış kapağında notlar yazılmış sakızdan çıkan yapışkanlı dövmeler yapıştırılmış bir kitap. Ancak, benim için neredeyse en önemlisi. Bir sonraki parça ne olacak? Kafamda şunu alıcam diye bir şey yok ancak hep

Başka koleksiyonların var mı? İmzalı ürünler koleksiyonum var çeşitli


20 ünlülerden. Biraz da Harry Potter’dan konulaşım. en sevdiğin kitap? Ateş Kadehi. İlk üç kitapta hikaye Hogwarts’ta geçiyordu. Ancak Ateş Kadehi’nde karakterler dışarı çıkıp biraz daha büyüyle tanışıyor. Harry’nin de söylediği gibi: “Büyüye bayılıyorum.”

onunla daha çok vakit geçirdiğim için onu daha iyi tanıyorum diğer karakterlere göre. Favori replik? İki tane var. İlki Luna’nın ‘sen de benim kadar normalsin’; ikincisi ise Dumbledore’un “Tabii ki bunların hepsi kafanda oluyor” demesi.

en sevdiğin film? Zaman zaman değişiyor ancak şu sıra Sırlar Odası. Çünkü “Sırlar Odası”nı çok seviyorum, büyülü bir mekan. en sevdiğin sahne? Tüm filmlerin içinde en sevdiklerimden biri, 8. Filmde McGonaggle’ın Snape’in karşısına çıkıp Harry’i savunduğu sahne. Ayrıca Luna sahnelerini çok seviyorum. Kelid aynası karşısında annesi ve babasıyla vakit geçirdiği sahneler de harika. Dumbledore’lu sahnelere bayılıyorum.

Kitapların içinde tek bir büyüyü seçseydin? Patronus’u seçerdim. Hem çok koruyucu bir büyü hem de arkadaş gibi büyüden öte. Patronusun ne olurdu? Anka kuşu olurdu sanırım.

Kendine en yakın bulduğun karakter? Harry tabiiki. Hikayeyi Harry’nin gözünden yaşıyoruz çünkü. Harry’le aynı şeyi yaşadığımdan ya da benzer karakterlere sahip olduğumdan değil ancak,

Harry Potter dünyasından bir parça gerçek olsaydı hangisi olsun isterdin? Koleksiyonumdaki bir parça gerçek olsaydı Mürver Asa’yı seçerdim. Harry Potter’dan bir obje seçseydim, görünmezlik pelerinini seçerdim.


21 Görünmezlik peleriniyle nereye gitmek isterdin? Üzerimden asla çıkarmazdım. tek bir dersi seçseydin? Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Kimden almak isterdin? Lupin kesinlikle. Her karakteri tek bir kelimeyle anlatsan…. Harry: Yalnız Hermione: Stresli Ron: İyi bir arkadaş Luna: Sıradışı Draco: Arada kalmış Neville: Eh işte Ginny: En sevmediğim karakter. Uyuz olabilir. Snape: Aşırı sevdiğim bir karakter değildi ama Alan Rickman öldükten sonra, “Always” Dumbledore: Deha Minerva Mcgonagall: Başarılı Hagrid: Sevgi dolu Voldemort: Korkuyor. Ölümden korkuyor. Bellatrix Lestrange: saf kötü ve çatlak Malfoylar: En sevdiğim ikonlardan biri. Elit, asil ve sarışınlar.

tek bir cümleyle Harry Potter? Zor bir soru. Ancak bunu diyebilirim ki: Harry Potter’ı sevmiyorum, Harry Potter’la yaşıyorum. Yalnızca mecazen değil. Mesela, arkadaşlarımla birlikte Harry Potter cosplayli partiler yapıyoruz.

Hikayede tek bir şeyi değişirme şansın olsaydı? Rowling’e saygı duymamız gerek, kitap anlamında hiçbir hayal kırıklığım yok. Belki Harry Ginny’le evlenmeyebilirdi bu konuda çoğunluğa katılıyorum ancak Rowling öyle istedi. Ama filmlerden değiştirmek istediğim kesinlikle son filmin son sahnesi olurdu. 19 yıl sonra bölümünde, kitapta Harry trene el salladıktan sonra yara izine dokunuyor. Ancak bu filmde verilmemiş kilit bir detaydı. Filmde bunu görememek beni çok üzdü.


22

Külden kutsal kadınlar Lanetlenmişlikten kutsallığa varan yolda, Hindistan’daki ölüm ve intihar geleneğinden, toplumda kadının ve erkeğin yerine, inançlarına kadar giden gizemli hikâyelerin ardındaki kadınlar: Satiler Mina YALÇINTAŞ Lanetliden kutsallığa: Rup Kanvar 4 Eylül 1987’de on sekiz yaşındaki Rup Kanvar, kendini bir önceki gün hayatını kaybeden kocası Maal Singh’in cenazesinde yaktı. Kocası ve kocasının kardeşi, bir grup serserinin elinde can vermişti, ancak suçlu Rup Kanvardı. Kocasına iyi, erdemli bir kadın olamamış, Maal Singh’in yaşamını sadakatiyle koruyamamış ve Singh ailesinin erkeklerini lanetlemişti. Genç kadının kurtuluşu diri diri yanmak oldu. Üçlü için, Rup Kanvar’ın adıyla, gelirlerinin Singh ailesine gittiği bir tapınak yapıldı. Böylelikle genç kadın dul olmaktan satiliğe, lanetliden kutsal olana yükselmişti. Hint kültüründe ve satilik Ölümüyle bir kez daha masaya yatırılan

tartışmalar ve akabinde getirilen yasal değişikliklere değinmeden önce, şu satilik mevzusunu ne Batının kültürel emperyalist söylemlerinin ne de Hindistan’daki gelenekçi, milliyetçi kanatın etkisi altında kalarak açıklamaya çalışacağım. En basit tanımıyla sati, tercihen kocasının cenazesinde, kocasıyla beraber aynı ateş yığınında, bu mümkün olmadığı takdirde kocasının ardından, kendisini yakan kadının eriştiği kutsal mertebeyi tanımlamak için kullanılır. Bali’ de yanmadan önce kadının kendisini kılıca geçirmesi de görülmüş bir uygulamadır. Bazı vakalarda ölen bir oğul ya da yeğen için de gerçekleştirilmiştir. İlk defa duyan kişinin, ‘’Bir kadının bunu istemesi asla mümkün değil”, ‘’Bu kadınlar zorlanıyor’’ diye düşünmesi ne kadar normal ise, günümüzde azalmış olsa da Hint kültürü ve felsefesiyle


23 yoğrulmuş bir kadının da bu konuda gönüllü olması o kadar normaldir. Bazı vakalarda çeşitli fiziksel zorlamaların uygulandığı tespit edilse de, teoride bu kadınların yüzde yüz istekli olması şarttır. Dul kadın sat ateşiyle içten içe kavrulunca, kendisine satın geldiğini duyurur. Kelimeler dudaklarından döküldüğü anda satidir. Bir dediği iki edilmez, kendisine dua edilir, lanetlemesinden korkulur, ailenin utancıyken övüncü olmuştur. Sadece kendisi değil, ailesi de saygınlık kazanır. Kimi vakalarda, kadının satiliği engellenmek istenmişken; sati, nesiller boyu sürecek lanet tehdidinde bulunarak satiliğini garanti altına almıştır. Bu da lanete karşı duyulan korkunun büyüklüğünü göstermektedir. Aynı şekilde satinin, kocasının ailesindeki kadınlara kendilerini kötülükten koruyacak kemerler takması ya da benzeri yasaklamaları getirmesi de satinin gücüne, tanrısallığına delalettir. Kimileri bu yasakların kadının kendisine kötü davranmış ailesinden aldığı son intikam olduğunu söyler. Nadiren, yanmaya hazır kadının polis baskını, ateşin sönmesi gibi durumlarla ölmediği görülmüştür. Yaşayan satiler kutsallıklarından bir şey kaybetmezler; onlar yaşayan tanrıçalardır. (bkz. Jasvant Kanvar) Ateşten korkan sati olamaz Jean-Baptiste Tavernier’nin meşhur “Travels” (1676) adlı eserinde tanıklık ettiği bir vakayı, kısaca özetlemek istiyorum. Tavernier, Bengal’deki Patna kentinde Moğol yönetimi altındaki bir valilik evindedir. En fazla yirmi iki yaşında gösteren genç ve güzel bir kadın içeri girer. Validen satiliği için izin ister. Gençliğinden ve güzelliğinden etkilenen vali, bu isteğe pek yanaşmaz; ancak genç kadın ısrarcıdır ve valiye kendisinin ateşten korktuğunu sandığını mı sorar. Vali ise, genç kızın yanmanın acısından haberi olmadığını söyler ve yanlışlıkla elini yakıp yakmadığını sorarak bunun acısının ne denli büyük olduğunu vurgular. Genç kadının cevabı hayırdır; ancak ses tonu ve kullandığı kelimeler gittikçe sertleşmektedir. Ateşten her halükarda korkmadığını, inanmıyorsa valinin bir meşale getirtmesinin yeterli olacağını

söyler. Öfkelenen vali kadını huzurundan kovmak istese de, etrafındakilerin genç kadının bir meşaleyle test edilmesini desteklemesiyle içeriye meşale getirilir. Genç kadın, hiçbir acı ibaresi göstermeden dirseğine kadar yakar kolunu, ta ki vali kadının odadan çıkarılmasını emredene kadar. İngiliz yönetimi altında da bunun gibi vaka örneklerine rastlanır. Hindu inancınde ölüm ve intihar Peki bu genç kadın niçin bu şekilde ölmeyi istiyordu? Bir insan neden diri diri yanmayı arzular? Bunu anlamak için ilk olarak Hindulardaki ölüm ve intihar kavramlarıyla ile ilgili birkaç ön bilgi şart. Mesela Hindu inancında, dünyanın geriye kalanının hayali olan “yatakta ölüm” olabilecek en kötü ölümdür. Ölüm döşeğindeki kişinin yatakta yatması istenmez, yere yatırılır. Pahalılıklarının yanında, hastaneler ile ilgili en büyük problemlerden biridir bu durum. İntiharda ise bireyin kendisini kurban etmesi söz konusudur. Kişinin kendisini Şiva’ya kurban etmesi olağandır. Hatta kutsal sayılan Şaran kastı bu konuda ilginç bir örnek olabilir. Şaranlar bazı durumlarda, mesela bir alacaklının kendilerine başvurması, beraber borçludan ödemeyi istemeleri gibi, ölüme kadar gidebilen kendilerine aşamalı olarak zarar verme sürecine girerler. Bir Şaranın, istediğini yapmamak dolayısıyla ölümüne sebep olmak nesiller boyu sürecek uğursuzluğun sebebidir, tıpkı satinin laneti gibi. Zaten ilk sati de bu uygulamaya adını veren ‘Tanrıça Sati’dir ve babasının, kocası Şiva’yı aşağılamasını protesto etmek için kendisini kurban, feda etmiştir. Hint kültüründe kadın olmak Ateşte yanmanın güzel bir ölüm olduğu ön kabulünün yanında, satiliğin dul kadına kazandırdığı statünün önemini, bu isteğin mümkün olmasındaki etkisini görmezden gelemeyiz. Henri Michaux “Asya ‘da Bir Barbar” adlı eserinde “Hindistan’da köpek olmaktan ve dul kadın olmaktan kaçının” der. Çoğu kadının, özellikle de çocukları olmayan, eşleri öldüğü takdirde sefalete mahkûm olmasına ek olarak sosyal bir durumu da işaret eder bu sözler. Durkheim Hint


24 toplumunu alturist intihar için ideal bir örnek olarak görür. Neredeyse yerel bir bakış açısıyla kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi, birbirlerine duydukları bağlılığın çok güçlü olmasıyla tanımlar. Öyle ki, kocası ölen bir kadın bu ayrılığa dayanamaz; ancak karısı ölen bir erkeğin, ayrılığa dayanamayıp kendisini yakmaması bu bağlamda incelenmemiştir. Bu noktada, yazının girişinde ele aldığımız Rup Kanvar’a yöneltilen suçlamaları hatırlayacak olursak, evli kadının kocasına karşı olan görevleri hakkında biraz fikir sahibi olabiliriz. Erkeğin hayatı, kadının iyiliğine, erdemine, onuruna ve sadakatine bağlıdır. Onu kötülükten koruyacak olan karısındaki bu özelliklerdir. Hint kadının işi sadakat maddesinden ötürü son derecede zordur. Bir başka erkeği beğenmek, düşünmek ya da rüyada görmek aldatmak sayıldığı için, kocanın zamansız ölümünün bir kadına yaşatabileceği vicdan azabını tasavvur etmek çok da zor değil. Aynı şekilde kadının anlık, bilinçaltı düşünceleri de kocasının ölümüne

sebep olabilir ve kadın toplum tarafından ölümün sorumlusu olarak görülebilir. Rup Kanvar’ın, ses getiren ölümü, 19.yüzyılda İngilizler tarafından yasaklanan satilik uygulamasını daha keskin ve caydırıcı şekilde bir kez daha yasaklanmasına sebep oldu. Satiliği övme, cenazede görevli olmak, cenazede bulunmak da suç kapsamına giriyor. Kimilerinin satiliği Hindistan’ın önemli bir değeri, kadınların özgür seçimi olarak lanse ediyor. Buna karşın satiliğin asıl hindu dini kaynağı olan Vedic Dharmasutras’ta ya da Dharmasastras’ta yerinin olmaması, sonradan dini inanç sistemine giriş yapması günümüzdeki tartışmaların ana eksenini oluşturuyor. Yetmiş beş yaşındaki Lalmati Verma’nın sonuncusu olduğu (2008) geçtiğimiz on beş yılın satilerine bakarsak; ki bilinen dört vaka var; genelinin kocaları öldüğü takdirde sefalete düşecek, çocuksuz hayata tek bağlarının kocalarının olduğu yaşlı kadınlar olduğunu söyleyebiliriz. ( Inamdar, Oberfield , Darrell)


25


26

Part-time parisienne Öyle bir şehir ki Paris, siz daha ondan ayrılmadan bir sonraki geliş biletinizi aldırtıyor. Ne 3 günlük kaçamak yetiyor, ne de 1 haftalık tatil bu şehirde. Binalar, balkonlar, perdesiz pencereler, kitaplıklar, ahşap mobilyalar en az kadehlerdeki kırmızı şaraplar kadar döndürebilir başınızı. Fonda çok güzel bir caz parçası çalar siz yürürken Begüm EVREN Her part-time parisienne Paris sokaklarında yürürken düşünür: “Bir caddeyi böylesine sevmek mümkün mü?” Onu kesen her ara sokağa girme isteği olabilir mi? Birini kaçırsanız eksik kalır, bir macera daha az yaşarsınız. Hepsi birbirinin aynı “klasik Fransız” görünen, ama bir o kadar farklı bu apartmanların eşsiz ruhlarını dize dize sıralamıştır sanki şairler: Yılların yonttuğu dev ahşap kapılar, şehrin melankolik atmosferine inat renk renk çiçekler, çoğu zaman bir stüdyodan pahalı olan sevimli çatı katları...

Kim bilir, belki beyaz perdeden gelen Paris’ten, ya da Atilla İlhan’dan, Edith Piaf’dan öğrenişimizden şehrin tadını… “Sertlikler” şehrin metropol kimliğinin güçlenmesine paralel artsa da, o romantik Paris havası bir yerlerden esiveriyor. Kimilerine bir lodos, içini ısıtıyor; kimilerine poyraz, gıcık yaptırtıyor. Benim lodosum tutmuştu... İnsana kendi gücünü, görkemini sorgulatan mimarilere bakmaktan, Nicolas’ın elinde ekmeğiyle


27

eve giriş sahnesini potansiyel instagram karesine dönüştürmekten yollar bitmez. O perdesiz camlardan minik banyolarında makyaj yapan kadınlar, çocuğunu uyandırıp okula bırakan aileler görülür sabahları, uykunuzdan feragat etmek pahasına başka hayatlara konuk olmaya çalışırsınız. İlk metroya dakikalar kala, birkaç saat sonra şehrin her bir bölgesinde kopacak tüm gürültüden uzak bu saatler muhtemelen Paris’in tek sessiz, sakin zamanlarıdır. Bir yemeğe 3 euro da harcayabilirsiniz, 300 euro da... Dünyanın en ünlü şeflerini buluşturan şehirde

haliyle internette nerede ne yenir üzerine net bir bilgiye ulaşmak pek kolay değil. En azından pastacılığın doğduğu bir mutfakta en kötü boulanger’in bile elinin tadı güzel. Kokusuyla, dokusuyla, midelere şenlik Paris rehberi! Paris’te mutlaka yapmanız gereken 3 şey: - Gün batarken Pont Neuf’un ortasından pergel gibi usul usul dönmek - Palais de Tokyo’nun bahçesindeki Eiffel manzarasına karşı oturmak - St.Martin Kanalı veya Sen Nehri kenarında plastik kadehle bir Brouilly içmek Kahve Fransa deyince kahve olmazsa olmaz, her bistroda orta karar bir kahve içebilirsiniz. Ama hem klasik 50’lerin Fransız tarzında olanların hem de yeni nesil “bobo” kahvecilerin bazı en iyileri var:


28

kahveci hem kitapçının ruhunu taşıyor hem de Notre Dame manzarası karşısında dinlenme imkanı sunuyor. İster kahvenizle (çay da güzel bir seçenek) birkaç sayfa bir şeyler okuyun, Ister Instagram’a fotoğraf yükleyin. Folks & Sparrows: Filles du Cavaliere: Kahveler atmosferinin bir tık gerisinde kalsa da: “Tam Instagramlık” Lomi: Marcadet Poissonniers: Kuzeyin en sakıncalı yerine yakın, tehlikenin göbeğinde ilginç bir entelektüel kafede herkes “Mac’leriyle kahvesini içip takılıyor.” Girdiğinizde Macbook’unuz yoksa oturamayacaksınız gibi hissedebilirsiniz, dikkat! Soul Kitchen: Lamarck-Caulaincourt: Sacrecoeur’ün arka tarafları, 18.bölgede yer alan bunu minik ve sevimli yerde kahveler kolay içimli. Al kahveni, parisien evlerin manzarasına bak. Fiyatların uygunluğu da cabası! Shakespeare&Company Cafe: Buranın hikayesi mi daha güzel, manzarası mı, yoksa ortamı mı karar veremiyorum. Meşhur kitapçı yıllar önce dükkanı açarken bir gün yan dükkanı satın alıp cafe açma hayalini kurmuş. 2015 Eylül’den beri hizmette olan

L’ebouillanté: Saint-Paul. Paris’te dersimi ekip şehri keşfettiğim her güne şükrediyorum (her ne kadar derslerime tutkuyla bağlı da olsam). Ile SaintLouis’den kuzey tarafa geçip dümdüz yürüdüğünüzde karşınıza çıkan ilginç bir sokak var. İşte o sokak biraz Cihangir tadında, ama aile çay bahçesi samimiyeti de var. Marais bölgesinin kalbine çıkan binaların arasında renkli masalar, ufak bir nehir manzarasıyla beraber çılgın kalabalıktan uzak bir nokta. Les Deux Magots ve Cafe de Flore: Saint Germain des Pres. Ve göz bebeğim 2 yer. Biri bir köşede, öteki arka sokaktaki köşede. Farkları var mı, pek de yok aslında. İliklerinize kadar romantik Paris’i hissetmek için bir fırsat, bir klişe. Akın akın turistler, içeride gün yapan Fransız teyzeler, amcalar. Fiyatlar pahalı ama Fransız sinemasından bir sahne yaşıyormuşsunuz gibi bir yer. Paris’in en ünlü bulvarı üzerinde, yıllara meydan okuyan nam-ı diyar iki cafe.


29 Yemek Bouillon Chartier: Grands Boulevards. Burayı özetleyen tek bir kelimem var: mükemmeliyet. Ama yine de kime göre, neye göre kısmına değinmek lazım. Gerçek Fransız mutfağını, turistik yemekhane havasını, tam bir Fransız garson sempatikliği ile gerçekten ucuza, lezzetli olarak arayıp kalabalık saatlerde 30-45dk sıra beklemeyi göze alanlara. Kesinlikle değer.

yapanlar var ve siz de dolaşıp alıyorsunuz sandviçinizi, peynirinizi. Bahsettiğim ise Alain’in yeri ve adam tam bir ‘anlatılmaz yaşanır’. Reggae eşliğinde krepten külaha yaptığı salatınızı yerken videosunu çekmeden dönmek olmaz. Gitmeden facebook sayfasına uğramayı unutmayın :) İçki-Bar Cafe St.Regis: Cité. Paris normallerinde para verebileceğiniz tek bir restoran arıyorsanız orası burası olsun. Dizi dizi bagetleri, lokal insanları, gününüzü güzelleştiren yemekleriyle Cité adasından, diğerine geçince (Ile Saint Louis) çapraz köşede karşınıza çıkıyor. Gazetesini okurken yemeğini yiyen teyzelere de rastlayabilirsiniz, iş yemeğinde şarabını yudumlayanlara da. İster öğlen, ister akşam fark etmez. Hep çok keyifli!

Paris’te içki fiyatları maalesef biraz pahalı. Yani şarabı içkiden saymıyorum, çünkü kendisi sudan ucuz. Ama kokteyllerdir, biralardır, bunları hep happy hourlarda yakalamak lazım. Paranın ayarını bilen sevgili Fransızların genelde 18-21h arasında süren bu happy hourlarında içkileri yarı fiyatına bulmak mümkün, hemen hemen her mekanda bu uygulama var.

Chez Alain Miam Miam: Filles du Calvaire. Paris’in en popüler bölgelerinden Marais bölgesinin kuzey kısmında, “Marche des Enfants Rouge” adında bir market bulunuyor. Yan yana tezgahlarda yemek

The Mazet: Odeon. Paris’teki sayısız old english publardan biri olan bu mekanın canlı müziği gerçekten çok başarılı. Şarkıcı Etienne’in Fransa’da geniş bir hayran kitlesi var. Ortam da çok tatlı, zaten


30

öğrenci bölgesi. Fazla söze gerek yok!

ruhunuzu sakinleştiriyor.

Lockwood: Sentier. Şöyle oturalım, güzel güzel müziğimizi dinleyip güzel kokteyller içelim, sohbet muhabbet edelim, keyif alalım diyorsanız işte tam doğru yerdesiniz. Gündüzleri kahveci olan bu mekanın iç dekorasyonundaki ahşap kullanımı hızlı Paris hayatında

Comptoir General: Republique. Buradan bahsetmeden biten bir rehber olması imkansız, hele ki hazırlayan bir genç ise. Paris’teki tüm gençler buraya gidiyor. Pahalı içki fiyatları gözünüzü korkutmasın, giriş ücretsiz, ayakta takılıyorsunuz, predrinks ile gidince sorun yok :) “Çok kafa yer ya!”


31

Tatlı Bu kategori biraz uçsuz bucaksız. Her köşede bir fırın, bir pastane. En güzellerin bile çok fazla olduğu mekan listesinde güzel olanların sayısını siz düşünün. Kısaca bence; Chez Janou’da çikolatalı mus (ki hayatımda yediğim en iyisi), Maison Pradier’de çikolatalı ekler (biraz yanık bir tadı vardır), Laduree’yi boş verin Pierre Herme’de makaron (özellikle çikolatalı) ama Laduree’de mini pastalar, Du Pain et Des Idees’de hamur işleri, Amorino’da dondurma

yemeden dönmeyin! Ağzımızın suları yavaş yavaş aktığına göre şimdi hayaller serbest! İster içinizdeki romantiğin dibine vurun, ister hipster’ın. Ama en iyisi bir Paris rotası çizin. Yazardan önemli not: Lütfen bu yazıyı okurken şans eseri kulağınıza bir yerlerden bir R&B şarkısı çalınmıyor olsun. Tını önemli, mümkünse hafif bir müzik açıverin.


32

Türkçe cazın özgün grubu: JazzMatiz Beyoğlu’nda canınız kaliteli ve özgün müzik dinlemek istediğinde biranızı içip keyifle dinleyeceğiniz, isimlerindeki matizi şarkılarında hissettirerek sizi; sarhoş, kızgın, kahkaha atan şarkılara götürecek olan JazzMatiz’in saksafonisti ve aynı zamanda da kurucularından olan Bora Tanyeli ile müzik ve JazzMatiz üzerine konuştuk Oğulcan KELEŞ


33


34

Sizi biraz tanıyabilir miyiz? Kendinizden bahsedebilir misiniz? Ben 1980 İstanbul doğumluyum. Müzik yapmaya 1994 – 95 senelerinde başladım. Öğrenmeye olarak düzelteyim, müzik yapmaya demek pek doğru olmayabilir. 2000 yılında saksafon çalmaya başladım tenor saksafonla. Bir sürü farklı hocadan ders aldıktan sonra, en son Bahçeşehir Üniversitesi’nin Caz Akademisi’ni bitirdim. Orada çok değerli hocalarla çalışma imkanım oldu. Şevket Akıncı, Baki Duyarlar, Tamer Temel gibi… Akademiden sonra yine Baki Hocayla beraber, İstanbul Genç Caz Orkestrası’nda çalışma imkanım oldu. 2007 yılından beri de JazzMatiz grubunda saksafonistim. Neden saksafon? Abim gitar çaldığı için başta ondan görüp gitara heveslendim ama hep bir üflemeli enstrüman çalma isteği vardı içimde. Bir gün rahmetli dedeme gittim “Ben flüt tarzı bir enstrüman almak istiyorum maddi destek yaparsan böyle güzel bir şey alırım” dedim, o da “Ben sana yardımcı olurum ama ya trompet alacaksın ya da saksafon alacaksın, git iyice araştır bak” dedi. Ben de hem saksafon hem de trompet çalan sanatçıları dinledim. Saksafon daha

bana yakın geldi, ruhunu hissettiğim için saksafonla başladım. türkiye’deki cazla ilgili ne düşünüyorsunuz? türkiye’de caz nasıl algılanıyor sizce? Konunun hakimi çok isim varken benim direk bir şey söylemem çok doğru olmaz ama yine de caza gönül vermiş biri olarak birkaç laf edebilirim diye düşünüyorum. Maalesef ki genel kabul görmüş aman caz mı, caz yapma gibi klasik laflar, söylemler var Türkiye’de. Ama zaten insanların dinlediği herhangi bir müziğin içinde de çok fazla caz var, farkında değiller. Yani Türkiye’de caz aslında iyi yerlere doğru gidiyor. Özellikle birçok müzik okulunun açılması, caz festivallerinin ülkemizde yer bulabilmesi bunun göstergesi bence. Ama daha iyi olamaz mı? Tabi ki çok çok daha iyi olabilir. yurt dışındaki cazla türkiye’deki caz müziği arasındaki farklar neler? Onlar daha mı içten yapıyorlar? Yine naçizane kendi fikrimce, evet onlar biraz daha içten yapıyorlar desek belki çok da yanlış bir söylem olmaz. Çünkü onlar bu müzik tarzının içine doğuyorlar. E tabi insanların dinlediği müziğin de


35 etkisi var. Yolda giderken dinlediğin müzik, otobüste takside dinlediğin müzik olarak düşündüğümüzde oradaki insanlar yine kendi müzikleri olduğu için daha başarılı olabiliyor. Ama şöyle bir gerçek de var, algıyla da alakalı. Sonuçta adam öyle bir müzik duyuyor, biliyor ve yapıyor. Dolayısıyla da New Orleans’ta saksafon çalan bir adamla benim çalışım tabi ki çok da aynı olmayabilir. Ama mesela ikimiz de bağlama çalıyor olsak, ben de muhtemelen daha

iyi bağlama çalardım(Gülüyor). JazzMatiz nasıl kuruldu? JazzMatiz’den bahsedebilir misiniz bize? JazzMatiz’i 2007’de Mesut Ahmet Demir ile birlikte kurduk. Daha sonra davul, klavye, bas gitar gibi diğer enstrümanların gelmesiyle hem yaptığımız müzik zenginleşti hem biz daha güzel işler yapmaya başladık. İşin rengi güzelleşti tabi, sevdiğimiz insanlarla beraber çalışmaktan da ayrı bir keyif aldık. Grubun elemanları bugüne kadar çok değişti ama bu kötü anlamda değil. Mesela bir arkadaşımız yurt dışında yüksek lisansını yapmaya gitti müzik üzerine o yüzden değişti, başka bir klavyeci arkadaşımız Avustralya’ya yaşamaya gitti gibi gibi… Yani hem iyi ve güzel insanlarla hem kaliteli müzisyenlerle çalışma şansımız oldu bu zamana kadar. Aslında caz bana kendine geleni alan, sürekli evrimleşen bir felsefe olarak da geldiği için JazzMatiz’de de bunu yaşadık biraz. Bu yüzden şu anda grup olarak sadece caz yapıyoruz diyemeyebiliriz belki ama kendine geleni sevgiyle kabul eden ve birlikte harmanlanan bir müzik yapmaya çalıştığımızı söyleyebiliriz. JazzMatiz’de şu anda isaksafonda bendeniz, vokal ve gitarda Mesut A. Demir, klavyede Zeynep Oktar, bas gitarda Deniz Tanyeli ve davulda Mert Kazak bulunuyor. Neden JazzMatiz? JazzMatiz’in isim babası Mesut. Grubumuzun hem gitaristi hem de vokalisti aynı zamanda. Grubun ilk kurulduğu dönemde yalnızca caz çalıyorduk ama bunu da yine kendi üslubumuzla yapıyorduk. Matiz kavramının da Karagöz Hacivat oyunlarındaki matizden gelen daha bir nara atan, sarhoş, deli dolu anlamı var. Aslında caz da çalıyoruz başka tarzlarda da, ama hepsi de bir yerde matize çıkmış oluyor bizim için. Şarkılarınızı grup olarak mı yapıyorsunuz? Genelde grup olarak yapmaya özen göstersek de birisinin hazırda bir sözü veya bestesi varsa, onlar


36 üzerinden de gidebiliyoruz. Bazen şarkıların hiçbir yerini değiştirmiyoruz yalnızca enstrümanlar kendi içlerinden geldiği gibi dahil oluyorlar. Bazen de nadir de olsa şurada şöyle bir değişiklik mi yapsak bu kısmı çıkarsak da başka bir şey mi eklesek gibi öneriler de olabiliyor. Ama bizim için önemli olan grubun genel olarak beğenmesi. Kendi şarkılarınız da var cover da yapıyorsunuz. Coverlarınızı neye göre seçiyorsunuz? Aslında genelde biz ne seviyorsak, neyi çalmaktan keyif alıyorsak onları seçiyoruz. Gelen ve dinleyen insanlar da genelde bizimle aynı tarzı sevdiklerinden, ilk defa duydukları bir şarkı bile olsa, vay enteresanmış aslında ben bunu daha önce hiç duymamıştım diyip daha sonradan dinlemeye başlayabiliyorlar veya çok bilinen bir şarkı bile olsa aa böyle bir halini dinlememiştim, eğlenceli olmuş diyebiliyorlar. Neye göre seçiyoruz sorusuna gelirsek, popüler olmasına göre seçmiyoruz açıkçası. Ama enerjik, hareketli olması da önemli, en azından benim açımdan. O yüzden şu anda çaldığımız şarkıların bir kısmı funk şarkılarından oluşuyor. Bunların yanında Tom Waits şarkısı da var çok sayıda. Hatta üç senedir “Tom Waits Tribute Night by JazzMatiz” isimli konserler düzenliyoruz. En son gerçekleşen çok eğlenceliydi mesela. Luxus, Gülce Duru, Ebru Dengiz gibi birçok değerli müzisyen de katıldı, eşlik ettiler bize. Bir yerde biz ne seviyorsak onu çalıyoruz diyebilirim aslında. Grup olarak çalmaktan en keyif aldığınız şarkınız? Buna kesin cevap vermek zor çünkü grup olarak hepimizin sevdiği şarkılar farklılık gösterebiliyor. Ben mesela cover olarak da Pick Up The Pieces çalmayı çok seviyorum. Kendi şarkılarımızın da hepsini çalmaktan çok keyif alıyoruz ama “Güzel Serseri”nin bizdeki yeri ayrıdır. Provalarınız, stüdyo çalışmalarınız nasıl gerçekleşiyor? JazzMatiz’in albümünü dinleyebilecek miyiz?

Grup olarak her hafta Pazar günleri işimiz olsa da olmasa da buluşup provamızı yapıyoruz. Birlikte çalmak, yaptığımız müziğe bir şeyler katmak çok önemli bizim için. Albüm için de kayıtları tamamladık, miksing ve masteringler de bitti. Bu albüm bizim için çok önemli. O yüzden de doğru zamanı, tam olarak içimize sinmesini bekliyoruz biraz da. Bu ay yeni single’ımızı dijital olarak çıkardık. Single bizim de grup olarak en sevdiğimiz şarkımız “Güzel


37

Serseri”. Şarkıyı iTunes ve Spotify’dan kolaylıkla dinleyip, indirebilirsiniz. Sizi nerelerde dinleyebiliriz? Cuma ve cumartesi günleri Taksim’de Leyla Teras ve Arsen Lüpen’de dinleyebilirsiniz. Tabi ekstra konserlerimiz ve etkinliklerimiz de oluyor. Bunun dışında zaman zaman üniversitelerin bahar şenliklerinde de sahne alıyoruz. Bunlarla birlikte

bizi merak edip dinlemek isterseniz de Youtube ve Facebook hesaplarımızdan şarkılarımıza ve performanslarımıza ulaşabilirsiniz, Facebook hesabımızı takip ederek konserlerimizle ilgili detayları ve ayrıntıları da öğrenebilirsiniz. http://www.jazzmatiz.com https://www.facebook.com/jazzmatiz/ https://twitter.com/jazzmatiz



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.