ÜNİVERZETE 158

Page 1

/158

zete

e t e z r e v i n Ăź


2 Haziran 2016 Sayı: 158 Genel Yayın Yönetmeni İlgi Özdikmenli Yazı İşleri Berk Özdemir, Cenk Bonfil, Elif Nur Aktaş, Tuğçe Kılınç

HAZİRAN RUHUMUZU DOYURSUN

Yazılar Berk Çakırel, Cenk Bonfil, İlgi Özdikmenli, Selin Süler Ön Kapak: Sedef Akalın Arka Kapak:

İKİ KADIN VE BİR “TOZ BEZİ”

Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek Sosyal Medya Yöneticisi

SANATÇI BİR TEYZE VE İKİ KİŞİ

Arzu Cahide Öz

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin:

Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

Instagram: https://goo.gl/JT0p59 İletişim: univerzete@gmail.com

/ifbilgi

@ifbilgi

UNUTULMAZ TURNUVA ŞARKILARI


/

v i Ăźn

e t e z er


4


5

Haziran Ruhumuzu Doyursun

Haziran ayında neler oluyormuş, nerede neler varmış bir göz atalım bakalım / Selin Süler Yaz ayının ilk günleri demek; yapılacak tatil planları, aranan alternatif etkinlikler listesi demek. İstanbul’da kalanlar veya bu ayı İstanbul’da geçirecekler içinse hayat zehir olmak zorunda değil. Bu şehirde özellikle bir üniversite

öğrencisi için yapacak şeyler, gidilecek yerler bulmak çok kolay. İşte tam bu sebeple hazırladığımız bir haziran ayı derlemesi sizlerle! FIRE OF ANATOLIA “1PERA” Etkileyici müzikleriyle ve o muhteşem dans gösterileriyle bildiğimiz Anadolu Ateşi, 15 yıl boyunca bu toprakların kültürünü ve dansını 97 ülkede 4000 canlı performansla 40 milyon izleyiciye gösteren bir dans topluluğu. Şimdi de Grand Pera Emek Salonu’nda gerçekleşecek olan bu gösteride adından da belli olduğu üzere Anadolu’nun izlerini görmek ve onu yaşamak mümkün. Tüyler ürpertici bu dans gösterisini bence kaçırmamak gerekiyor.

BABYLON SOUNDGARDEN 2016 Doğayla beraber müziğe de doymak istiyorsanız bu parti tam size göre. İşin


6 içinde Doritos Presents olunca o festival ruhunu doyasıya yaşamak oldukça mümkün. Festivalin yeri Babylon Kilyos olunca da tabii insan daha ne olsun diye düşünmeden edemiyor. Deniz kenarı, müzik, eğlence, doğa hepsi bir arada... Festivalde çoğunlukla elektronik ve tekno müziğin yer alacağını söyleyebiliriz. Milky Chance, Oscar&The Wolf, Jamie Woon, Büyük Ev Ablukada gibi daha birçok ismin sahne alacağı festivali özellikle elektronik müzik severler kaçırmasın derim.

RENKLİ ÇADIR FESTİVALİ Yine sahil, yine deniz ve kesintisiz 24 saat müzik... Fakat bu sefer çadırlarımızı da alıp gidiyoruz bu festivale. Kilyos Tırmata Beach’te gerçekleşecek olan bu festivalde sayısız DJ performans ve eğlence sizleri bekliyor. Festival dahilinde katılımcılara iki adet kutu holi boya, neon bileklik, bir adet içecek ve 24 saat kesintisiz müzik veriliyor. PİTORESK İSTANBUL DİJİTAL SERGİ Bu sergi 19.yy’daki İstanbul’un resmedildiği ve müzik eşliğinde resimlere daha çok anlam katılarak, onu hissederek

gezilebilecek bir sergi. Ayrıca bu serginin bir diğer özelliği de dünyaca ünlü ressamların eserlerinin günümüz teknolojisiyle ve dev boyutlu perdelerde gösterilmesiyle katılımcılara sunulması. Serginin bilgilerini ilk okuduğumda çok etkilendiğimi söylemeden geçemeyeceğim.

NIKEWOMEN VICTORY TOUR İSTANBUL Bu yılın en büyük ve en eğlenceli koşu etkinliği olan NikeWomen Victory Tour, Caddebostan sahilinde gerçekleşecek. Tabii bu koşu sadece koşmayla sınırlı değil, sizi yarışa da sürükleyecek. Aynı zamanda, içinde hazırlık ve antreman koşularıyla beraber sürpriz ve eğlenceli etkinliklerin de olacağı söyleniyor. Koşmak aslında insan için en güzel sporlardan biri ve yanında da eğlenceli etkinlikler varsa güzel bir deneyim olacak gibi gözüküyor.


7

İLKEM ÖZAR - PLACES&TRACES/YERLER VE İZLERİ İlkem Özar’ın ilk kişisel sergisi “Places & Traces / Yerler ve İzleri” sergisi Zorlu Center içinde bulunan Zanzibar Restoran’da sanatseverlerle buluşacak. Bu sergi, İlkem Özar’ın birçoğu uluslararası yarışmalarda ödüle layık görülmüş fotoğraflarından oluşuyor. Gerçekten fotoğraf merakınız varsa ve aynı zamanda seyahat edip farklı izler görmeyi seviyorsanız bu sergi tam size göre çünkü bu sergide; gezilmiş, görülmüş farklı yerlerin ve o yerlerin sanatçıda bıraktığı izlerin resmedildiği ve egzotik bir yolculuğa çıkılacağı söyleniyor. GOAL SERGİ Futbolun A’dan Z’ye her şeyine meraklı olan futbol severler, bu sergi tam size göre! Dünyaca ünlü futbol yıldızlarının formalarından kramponlarına,

kaleci eldiveninden kazandıkları ödül ve kupalara kadar uzanan geniş bir yelpazeye ulaşan kişisel eşyalarını Goal sergisinde inceleyebilirsiniz. Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde gösterime sunulan bu sergide duygusal bir deneyim yaşayacağınız söyleniyor. Eğer gerçekten bir futbol tutkunuysanız, bu sergide futbolun dünden bugüne sergilenişini kaçırmamalısınız.


8

İki Kadın ve Bir “Toz Bezi” Ödülden ödüle, festivalden festivale koşan “Toz Bezi” filmine dair merak ettiğimiz her şeyi, filmin başrol oyuncuları Nazan Kesal ve Asiye Dinçsoy ile konuştuk / İlgi Özdikmenli Yapmak istediğim işin oyunculuk olduğuna “insanlara insan hikayeleri anlatmak istiyorum” dedikten sonra karar verdim. O günden beri daha çok insan hikayesi aradım. Farklı insan hikayeleri anlatan filmleri, oyunları, kitapları hayatımdan eksik etmedim. İşte Toz Bezi tam olarak böyle, insan hikayeleri anlatan bir film. İki kadın ve bu iki kadının içlerinde yaşadıkları coğrafyanın

da etkilediği zorlu hayat mücadeleleri… Film gösteriminden sonra yönetmen/senarist ve oyuncularıyla bir sohbet gerçekleşti. Film beni ne kadar etkilediyse, filmin kamera önü ve arkası da o denli etkiledi. Bir kadın hikayesini ancak böyle güzel ruhlu kadınlar anlatabilirdi diye düşündüm ve aldıkları ödüller, koştukları festivaller arasında onları sizlerle buluşturmak istedim.


9 Yoğun tempolarına rağmen kendilerine gerçekleştirdiğimiz röportajımız için tekrar teşekkürlerimle, keyifli röportajımız sizlerle... Bu kadar gerçek bir sorunu yansıtmanın sorumluluğunu yük olarak hissettiniz mi? Asiye Dinçsoy: Elbette! Oynadığım tüm filmlerde aynı sorumluluğu hissediyorum. Bu anlamda, sinemada, elimden geldiğince “olsam iyi olur” dediğim projelerde değil, “olmazsam olmaz” dediğim projelerde olmayı önemsiyorum. Toz Bezi gibi ana karakterlerinden birine can verdiğim, iki kadının tüm zorluklara rağmen hayata tutunma hikayesini anlatan bir filmde ve her an etrafımızda karşılaşabileceğimiz bir hikayenin yükünü hissetmemek mümkün mü? Hikayenin gerçek kahramanları ile her karşılaşmamızda ve filmin onları görünür kılmakta ne kadar önemli olduğunu her

gördüğümde, filme hazırlık aşamasından o sürece kadar hissettiğim sorumluluk çok daha güçlü bir şekilde kendini hissettiriyor. Nazan Kesal: Ben yük olarak hissetmedim. Toz bezi kadınları gibi Hatun’ların, Nesrin’lerin sayıları çok fazla. Herkesin yaşamının içinde bir biçimiyle… Ev işçilerinin sıkıntıları bizim görünür kıldığımızla sınırlı değil. Daha derin bir yara var bu kadınların yaşamlarında, sürekli kanayan bir yara. Etnik, kültürel, ekonomik, cinsiyet bazlı birçok temel problemi ele alan ve anlatan bir film Toz Bezi. Hepsinden bahsetmek ve hepsinin zorluğunu hayatlarında yaşayan rolleri oynamak nasıl bir deneyimdi? Asiye Dinçsoy: Toz Bezi gücünü gerçeklikten, onun ayrıntılarından alan bir film. Kimsenin bilmediği bir durum yok, aksine herkesin bildiği bir hikayesi var. İnsanlara


10

bilmediklerini anlatmak bildiklerini anlatmaktan çok daha kolay. Bu noktada, oyuncu olarak gerçeğin kendisini yakalayamasaydık, hikaye ve karakterlerin gerçekliğinde en ufak bir aksaklık, yapaylık daha da büyüyecek ve izleyicinin filmle özdeşlik kurmasını zorlaştıracaktı. Öte yandan da böyle katmanlı, ince elenip sık dokunmuş karakterlerle karşılaşmak bir oyuncu için paha biçilmez bir hazine.Yani, incelikleri olan, ayrıntılarla beslenmiş bir karakteri oynamanın avantaj ve dezavantajları bir aradaydı. Hazırlık aşamasında olsun, oynarken ve izlerken hep öğrendiğim kendimi geliştirdiğim bir süreç oldu diyebilirim. Nazan Kesal: Çok katmanlı bir senaryoda Hatun olmaya çalışmak hiç kolay değildi. Yaşam, işçi kadınlar için daha zor. Ayakta kalmak, yaşayabilmek için mücadele verilmesi gerekiyor. Duyarlı olduğum ev işçisi kadınlarının ruhlarını daha da yakından tanımak müthiş bir deneyimdi benim için. Zor böyle senaryolar ve rollerle karşılaşmak.

Çok katmanlı, derinlikli ve kışkırtıcı bir rol oynadım. Yönetmeninden başrollerine kadar kadın hakimiyetinde bir film. “Kadın sorununu en iyi kadınlar anlatır.” düşüncesiyle bilinçli verilmiş bir karar mıydı yoksa tesadüfi miydi? Nazan Kesal: Ahu Öztürk ekibini böyle kurdu. Hikayesi kadın odaklı bir karakter senaryosudur Toz Bezi. Kadınlar anlatır, üstelik isterlerse iyi de anlatır. Bunu doğrulamış oldu bizim filmimiz. Erkek desteği de vardı filmde. İlginçtir, bu oran erkek varlığının filmde kapladığı alan kadardı. Kadın kadının ruhunu iyi bilir. Asiye Dinçsoy: Hem hikayeye bakış açısındaki farklılık hem de kamera arkasının çoğunlukla kadın oluşu tesadüf olamayacak kadar eril bir dünyada yaşıyoruz. Yani tesadüf değil, aksine gayet bilinçli bir yerden. Böyle projeler ancak ve ancak bilinçli


11 bir bakış açısı var ise gerçekleşebilir. Her öğretilmişliğin altını kazımak, kurduğun her cümleyi yeniden düşünmek ve yeniden kurmayı gerektirir. Toz Bezi, tam da bu bilincin ürünü. Ahu’nun toplumsal cinsiyet meselesine karşı duyarlılığı filme de yansıdı. İki kadının benzer bir hikayeyi ne denli farklı yaşayabileceğini izledik. Bu hikayeyi yaşayan kadınlara hangi mesajın gittiğini düşünüyorsunuz? Nazan Kesal: Filmler dünyayı değiştirmez ama o filmi izleyen kişinin dünyası değişir, dönüştürür o film seyirciyi. Toz Bezi de böyle bir film. Kurduğu dünyada ev işçisi kadınlarla bize empati kurduruyor. Ev işçisi kadınların mücadele ederken razı olmamaları lazım. Evet riskli bir şey razı olmamak ama risksiz değişim olmuyor. Asiye Dinçsoy: Onlar kendi gerçekliklerini bir defada sinemada daha damıtılmış bir şekilde görmüş oldular. Bir sanat yapıtı

insanları birden değiştirme özelliğine sahip olamıyor maalesef ama zamanla, daha yavaş ama daha derinden bir değişimde de işe yaradığı muhakkak. Bu anlamda, kendi yaşadıklarına üçüncü bir gözden ve altı çizilmesi gereken noktalardan bir kez daha bakma fırsatı buldular. Filmdeki karakterlerin çıkışsızlığını yaratan ince nüansları yakından gördüler, iyi olarak gördüklerinin aslında iyi olmadığını, görünürdeki iyiliğin altı kazınınca, aslında içinde bulundukları durumdan sorumlu kişilerin yapabilecekleri ama yapmadıkları şeylerin nasıl kendi hayatlarını çaresizliğe sürüklediğinin farkına vardılar. Elbette bir kısmı da “aynı beni anlatmış” demekle yetinerek, farkına varmadan çıktı salondan ama mühim olan sayıları az olsa da bu farkındalığı yakalayanların olması. Aynı zamanda filmin gösterim sürecinde İmece (ev işçileri sendikası) ile ortak röportajlarımız ve gösterimlerimiz oldu.


12

Onlarla birlikte birilerine ulaşabildiysek ne mutlu bize....

denli güçlü olabileceğini gösteren o minicik sahne.

Film sonrası söyleşide konuştuğumuz üzere, filmin orta sınıfla olan derdi ve ona söylemek istediği sizce nedir? Asiye Dinçsoy: Orta sınıfla derdini alt sınıf üzerinden anlatan bir film Toz Bezi. Aslında bir ters yüz etme durumu var. Gerçekte görünür olmayanı perdede görünür kılmak, bu çok güçlü bir etkileşim. Salt alt sınıfın üst sınıfa ihtiyaç duymadığı diğerinin de öbürüne tabii olduğu bir sistemi göz önüne getirmesiyle, alt sınıf kadına orta sınıf kadının bakış açısıyla, alt sınıf kadının canına tak ettiği noktada ipleri bıraktığı anda orta sınıf kadınının da bir kıymetinin kalmayacağı, aslında birbirine bağlı halkalar olduklarını anlatmasıyla orta sınıf kadına epey mesaj vermiş olmalı. Filmdeki en sevdiğim sahnelerden biridir; Hatun’un bulaşık makinesine koyduğu bardakları geri çıkarması ve evden çıkıp gitmesi. İşçi sınıfının ne

Nazan Kesal: Orta sınıfın paradan aldığı güçle üstten bakan samimiyetsiz tavrı ile ilgilenen bir film.Verilen sözlerin yerine getirilmemesinden tutun da “Kürtsün”e kadar uzanan bir yelpazede patron-işçi ilişkisine psikolojik ve sınıfsal bir boyuttan bakıyor. Empati kurmadan yaşarsak insan olmaktan çıkarız. Hem bir şiveyi, hem de bir hayat tarzını anlamak ve sonrasında yansıtabilmek için çekimlerden önce ne gibi bir hazırlık süreci yaşadınız? Nazan Kesal: Benim sinema kariyerimde önemli bir rol Hatun. Zor, kışkırtıcı ve oynamaktan fazlasıyla haz duydum. Şöyle bir cümle duymuştum ve çok gülmüştüm ilk duyduğumda popüler bir oyuncu söylemiş; “Ezberi yaptık, tipide oturttuk mu tamam”. Oyunculuğun çok kolay olduğununu


13 söylüyor. Aklıma geldikçe tutamam gülerim. Benim için oyunculuk zor bir iş. Uzun süre Kars aksanı çalıştım. Hatunu anlamak, çözümlemek hiç kolay olmadı. Sevgili Ahu ve annesiyle anlaşmak, rolü çözümlemek üzerine buluştuk ve çalıştık. Asiye Dinçsoy: Nesrin hem şiveli hem de Zazaca konuşan bir karakterdi. Öncelikle, Zazaca bilmemek ve o sahnelerin duygu yükünün ağır oluşu gözümü epey korkuttu. Duygunun ya da şivenin ya da dilin aksaması tüm filmin doğallığını, gerçekliğini etkileyebilirdi. Bu anlamda işimiz zordu. Zazaca bölgeden bölgeye değişim gösteren bir dil onun için bölgenin Zazacasına hakim Deniz Gündüz ile çalıştım. Daha önce de şive çalışma deneyimim olmuştu. Onun

çok faydasını gördüm diyebilirim. Her dilin bir ritmi var. Vurguların değişimini yakaladıkça ritm kendiliğinden ortaya çıkıyor. Onu yakalamak işin matematiğini çözmek demek. Deniz ile ses kayıtları aldık ki ben o kayıtları alırken Deniz’e sahnelerin duygularını anlattım o da duyguları vererek konuşmaya çalıştı. Sonrasında da uzunca bir süre eksiksiz bir ezberimin olması için yolda, herhangi bir iş yaparken, uyumadan önce, uyanınca sürekli bir ezber halim vardı. Ardından da bulduğum her Zazaca bilene repliklerimi söylemeye başladım anlıyorlar mı, eksik bir şey var mı diye kontrol ettim. Sonunda da set anı geldiğinde bir sıkıntı çekmedik. Zazaca bilenler izledi ve beni Zaza sanmaları elbette mutluluk verici bir sonuçtu benim için. Hayat tarzı ile ilgili ise


14

söyleyebileceğim, karakter ne olursa olsun ister temizlik işçisi ister marangoz insani duygular aynı. Nesrin ve Hatun bizlerden çok uzak karakterler değil, temizlik işçiliği durumuyla da kadın olmamamızdan kaynaklı ortak bir mazimiz var bence. Her evde anneler bir şekilde kız çocuklarına maalesef ki temizliği öğretiyor. Anadan kıza aktarılan öğretilmişliklerimiz bunlar. Etnik kimliklerin filmdeki yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Nazan Kesal: Ötekileşmemek için kendi kimliğinin reddine gidecek kadar kritik bir asimilasyonun kıyısından dönüyor Hatun. Kimliklerimizdir bizi biz yapan. Gücümüzü, enerjimizi korumak için tanımak ve sahip çıkmak zorundayız. Filmde böyle bir vurgu da var Hatun üzerinden anlatılan. Asiye Dinçsoy: Etnik kimlik meselesi, filmde “bakın, burada etnik kimlik meselesini anlatacağım” olarak kaba ve politik bir anlatımla verilmedi. Gündelik konuşmaların içinden bir yerden yerini buldu. Gündelik

olanın kendisi de politiktir evet ama direkt politik söylemin sertliğinden çok, gücünü yaşamın gerçekliğinden alması ile de daha kabul edilebilir ve bir o kadar da daha etkilidir.Yani etkiliymiş. Ben bunu Toz Bezi ile deneyimledim. Toz Bezi’nin karakterleri Kürt ve filmdeki karakterlere, Kürtlük vurgusu ile yaklaşan orta sınıf Türk karakterler var. Bu kadar basitti benim için. Fakat algılarımız o kadar reddeden bir yerden ve Kürt denilince tüyleri diken diken olan o kadar çok insan var ki; bu doz bile kimileri için fazlacaydı. Oysa ben filmin bu kadar politik bir noktadan konuşulacağını asla tahmin edememiştim. Bu konudaki saflığıma şimdi gülüyorum. İlk Berlin gösterimimizde “bu film Türkiye’de yasaklanmıyor mu?” diye sorduklarında dank etti kafama, demek çok politik bir noktadan algılanıyordu ki; daha sonra Toz Bezi üzerinden dönen seviyeli seviyesiz tüm tartışmalar da bunu gösterdi. Ve ben filmin bu kadar politik bir yerden topa tutulmasına hem üzüldüm hem de ürktüm diyebilirim.Ürktüm çünkü; gündelik yaşamın perdeye yansıması bile böyle bir


15 tepki ile karşılanıyorsa katedilmesi gereken daha çok yolun olduğunu gösteriyordu ki; bu çok meşakkatli bir yol. Senaryodaki iktidar vurgusu hakkında ne düşünüyorsunuz, kadınlar arasında da bir iktidarlaşmaya inanıyor musunuz?

Asiye Dinçsoy: İktidar her yerde. Kadınlar arasında da iktidar ve hiyerarşi kendi mekanizmasını hemen ortaya koyuyor. Toplumsal her ilişkide üretilen dolayısıyla her cinsiyet, her sınıf ilişkisine sızmış bir durum. Filmde de, iktidar kurma hali katlanarak varlığını her ilişkide gösteriyor. Temizlik işçisi kadınlar orta sınıf evlere temizliğe gittiklerinde yine kadınlarla muhattaplıkları oluyor ve o kadınların sınıfsal üstünlükleri zaten öğretilmiş bir hiyerarşiyi hemen kuruyor. Burada cinsiyet faktörü ikincil. Aynı sınıftan olan Hatun ve Nesrin arasındaki hiyerarşiyi ise öğretilmiş kadınlık, beceriklilik beceriksizlik, kurdukları hayaller, kötü de olsa bir kocaya sahip olma olamama, sigortasının olup olmaması gibi aslında kendilerine rağmen kurulan bir noktadan... Ve gerçekte de aynen böyle. Nazan Kesal: Kesinlikle iktidar her yerde var. Çocukların arasında bile kuruluyor. Sistem güçlü olana açıyor kollarını. Çocuklar bile böyle kodlanıyor. Kadınlar birbirlerini iyi tanırlar. İktidar boyutu bizim filmde kadın olamama üzerinden işleniyor. “Yuvay dişi kuş yapar”a inanmış bir Hatunun karşısında savunmasız, bu hayatta “kadın bile” olamamış Nesrin ezilir. Çekimler boyunca yaşadığınız en değişik anı neydi? Asiye Dinçsoy: En değişik anı, Gülsuyu Maltepe’de çekim yapıyorduk. Bir gece balkon sahnelerinden birini çekerken, silahlar patlamaya başladı ve Asmin’i oynayan çocuk oyuncu Asel’de o anda balkondaydı. Ben ne olduğunu anlayana kadar Nazan Abla Asel’i tuttuğu gibi içeri kaçırdı ardından da ben. Epey korkmuştuk. Bir ev işçisinden film hakkında geri


16 dönüş aldınız mı? Nasıl yorumlandı? Asiye Dinçsoy: Evet aldık. Kendilerinin hayatlarını sinema perdesinde izlemek onları mutlu etti. Az bile anlatmışsınız diyenden tutun, aynı bizim hayatımız diyene kadar gelen tepkiler, hep izlediklerinde kendi hayatlarını buldukları üzerineydi. Nesrin ile çok hüzünlendik ve Hatun ile de çok güldük diyorlardı. Nazan Kesal: İmece sendika başkanı ve ev işçisi kadınlar izlediler; “Çok beğendik. Sizin filminizde bizim hayatımız var ama bizim yaşadıklarımızın çok azını görebildik” dediklerinde daha ağır, rahatsız edici işlerde çalışıp onca yükü taşıdıklarını hissediyorsunuz. İnsan, insan yerine konulmayı bekliyor, sadece bu. Film izleyicide “biz neden bu haldeyiz?” ve “ben bu ve benzeri hikayelerin neresindeyim?” sorularını sorduruyor gerçekten. Siz bireysel olarak rol kişilerinden çıktığınızda bir sorgulama yaşadınız mı? Senaryonun ve filmin, sanat hayatınız dışında size direkt bir etkisi oldu mu? Asiye Dinçsoy: Senaryodan da, filmin çekim aşamasından da çok beslendim. Toz Bezi’nin çok öncesinde, toplumsal cinsiyet meselesine olsun, sınıf meselesine ya da etnik meselelere dair fikrilerim vardı. Hatta oyunculuk serüvenimin başlamasının sebebi bu meselelere olan duyarlılığımdı diyebilirim. Fakat bu film ile şunun farkına bir kez daha vardım ki; çok büyük cümleler kurmaya gerek yok. Yeter ki gerçeği göster. Bu kadar basitti her şey ve bir o kadar da zor. Nazan Kesal: Daha duyarlı ve vicdanlı olmak için daha çok gayret gösteriyorum. İnsan olmak zahmet ister.

Toz Bezi’ne sizler emek verirken, bizler izlerken nefes aldık. Şimdi sırada ne var? Nazan Kesal: Sinema çok doyurucu bir alan benim için. İyi bir filmin içindeysem benden mutlusu benden “zengin”i”yok. İyi senaryolar bekliyorum.Tiyatro yapacağım Moda Sahnesi’nde ve Şermola Performans’da. İki ayrı üslupda oyun oynayacağım. Dizi var önümüzdeki sezonda. Bakalım, yoğun bir yıl olacak. Asiye Dinçsoy: Sırada ne var bilmiyorum. Toz Bezi süreci hala devam ediyor. Gösterimler, söyleşiler ve festivaller... Toz Bezi ile yolculuk keyifli. Aldığımız ödüller, söyleşilerde aldığımız tepkiler hepsi bizi


17

mutlu etti. Ne olur sırada bilemiyorum. Umarım senaryosu ile oyuncu kadrosu ile yine güzel projelerle karşılaşırım. Ve umarım özellikle sinemada “oynamazsam olmazdı” diyebileceğim projeler karşıma çıkar. “Yine bir kadın hikayesi olsa” desem çok şey istemiş olmam umarım. Bir kadın dayanışmasını, kadın emeğinin ağırlıkta olduğu bir prodüksiyonla bizlere ulaştırdığınız ve aslında hep yanımızda olan insan hikayelerini tekrar anlattığınız için, kadınların bu işin de altından nasıl başarıyla kalktığını gösterdiğiniz için filmde emeği geçen herkese sonsuz teşekkür ederiz. Sizlerin eklemek ve özellike üniversite

gençliğine iletmemizi istediğiniz bir şey var mı? Nazan Kesal: Kul köle olmadan yaşamayı öğrenmek için şüphe etmeli. Şüphe ettikçe gerçeğe ulaşır insan. Gerçeği bilen gençle bilmeyen genç bir olur mu? Asiye Dinçsoy: Benim de üniversite gençliğine söylemek istediğim tek birşey var. Yeri geldiğinde bulaşık makinesine koyduğunuz tabak çanağı geri çıkarmasını bilin. Peşinden koşacağınız tek şey gerçek olmalı! Bu çok mühim, her şey orada saklı! Nazan Kesal: Teşekkür ederiz güzel sorularınız için. İyilikle kalın.


18

Sanatçı Bir Teyze ve İki Kişi Kurban oldukları, Ümmiye teyzenize kulak verin / Cenk Bonfil Elimize arka arkaya, aynı derecede şaşırtıcı, biri gurur verici biri ise içler acısı iki haber geçti. Dergide ikisini de paylaşmadan edemedik. Gurur verici olanla başlıyorum: Aslında bu çok da yeni bir haber sayılmaz ama konuyla çok ilintili olduğu ve sık sık hatırlamakta yarar olduğu için paylaşmakta sakınca yok. Konu, Ümmiye Koçak adlı canımızın içi teyzemiz. Tiyatro haberlerine özellikle zaaflı bir ekip

olarak bu kadına kayıtsız kalamazdık. Adana’nın Çelemli köyünde, 1957 yılında doğup 19 yaşında evlendikten sonra Mersin, Arslanköy’e gelin gitmiş Ümmiye Koçak’ın köyünde kurduğu bir kadınlar tiyatro topluluğu, yurtiçinde ve dışındaki uluslararası festivallerde gösterilmiş, ödüller almış bir de uzun metraj filmi, yazdığı, oynadığı, yönettiği birçok tiyatro oyunu var. “Yün Bebek” adlı filmi galasını Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yaptı. New York Avrasya Film Festivali’nde


19 ise bu filmle “Sinemada En İyi Avrasyalı Kadın Sanatçı” ödülünü kazandı. TEDx konuşması var Ümmiye Koçak’ın. Zar zor ilkokula başladıktan sonra okula nasıl devam edemediğinden başlıyor, tiyatroya nasıl başladığına kadar anlatıyor. Anlatırken seyircilere “Kurban olduklarım” diye hitap ediyor. Yaşadığı köyde, kadın ve erkek arasındaki eşitsizlikleri gören Koçak, bunları köyün erkeklerine göstermek için köyün kadınlarını toplayıp bir tiyatro yapmaya ikna ediyor ve “Arslanköylü Kadınlar Tiyatro Topluluğu” kuruluyor. Sergiledikleri oyunlardan sonra köyde istedikleri değişimin yaşandığını, erkeklerle kadınların artık birlikte çalıştığını söylüyor Ümmiye Koçak. Hikayenin devamı senaristliğini ve yönetmenliğini Ümmiye Koçak’ın üstlendiği “Yün Bebek” filmi, festivaller, ödüller… Grubun oynadığı Hamlet oyunu ise The Guardian’da “Hamlet takes a feminist turn in Turkey” (Hamlet, Türkiye’de feminist bir değişim gösteriyor) başlığıyla çıkıyor. Aynı ülkede, bambaşka bir yerde, bambaşka koşullar altında Devlet Tiyatroları Genel Müdür Vekilliği ve İstanbul Devlet Tiyatroları Müdürlüğü gibi sanat alanında önemli mevkilere gelmiş iki kişi Hırvatistan’da, masrafların tamamen organizasyon tarafından karşılandığı uluslararası bir tiyatro festivaline davet ediliyorlar. Hırvatistan’a gittikten sonra -dil bilmedikleri gerekçesiyle- etkinliklere katılmayıp Türkiye Büyükelçiliği’nden talep ettikleri özel tur rehberiyle turistik gezi yapıyorlar. Festivali düzenleyen UNESCO Uluslararası Tiyatro Enstitüsü ise bu iki kişiyi şikayet eden bir mektup


20


21

yayınlıyor. Bu mektup, farklı gazeteciler tarafından UNESCO Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’ne doğrulattırılıyor. Ülkemizde her geçen gün “Zaytung haberleri”yle gerçek haberler arasındaki fark kapanıyor. Sahne sanatları alanında aldığım derslerden aklımda en çok kalan şeylerden biri; performansçının seyirciyi her zaman kendisinden daha zeki olarak görmesi gerektiğidir. Aksi takdirde iş “ders vermeye” döner ve seyirci, performansçı tarafından daha altta bir yere konumlandırılmış olur. Ümmiye Teyze; “kurban olduklarına”, sadece köyündeki kadınların hikayesini anlatarak en iyi niyetli, saf haliyle, kimseyi altta görmeden, aptal yerine koymadan sanat üretmiş ve insanların hayatında değişimi hayata geçirmiş bir kadın. Bahsettiğimiz diğer iki kişi ise bu bakış açısıyla nasıl oluyor da tiyatroda en yetkili konumlarda var olabiliyorlar? Hayret!


22

Unutulmaz Turnuva Şarkıları Avrupa Futbol Şampiyonası’na sayılı günler kaldı ve nihayet geçtiğimiz günlerde turnuvanın David Guetta ve Zara Larsson imzalı resmi şarkısı da yayınlandı! / Berk Çakırel Futbol tutkunları bugünlerde pek bir sabırsız. Futbolun milli takımlar düzeyindeki iki numaralı turnuvası olan Avrupa Futbol Şampiyonası, 10 Haziran’da başlıyor. Ayrıca 2008’den bu yana Türkiye’nin de katılacağı ilk büyük turnuva olacağı için heyecanımız bir kat daha büyük. Dünya Kupası, Avrupa Futbol Şampiyonası gibi turnuvaların düzenlendiği yazlar, yıllar sonra geriye baktığımızda o turnuvalardan kalan anılarla hatırlanır futbol tutkunları için. Örneğin 2004 yazı dendiğinde aklımıza Yunanistan’ın sıkıcı futboluyla büyük bir sürprize imza atması, 2008 yazı dendiğinde Türkiye’nin gerçekleştirdiği mucizevi geri dönüşler gelir aklımıza. Ya da 2006 yazına bir flashback yaptığımızda aklımıza gelen ilk görüntünün “Zidane’ın kupayı feda etme pahasına kendisine çok ağır küfürler eden Materazzi’ye dayanamayıp attığı kafa” olmaması mümkün mü? Kısacası her turnuva bir şekilde o yaza imzasını atar, kendi hikayelerini yaratır. Eh, bu hikayelere fonda bir şarkı eşlik etmezse

de olmaz. Turnuvaların resmi şarkıları o yaza damgalarını vurur ve ileride duyduğumuzda bizi turnuvanın iz bırakan görüntüleri eşliğinde o günlere götürürler. https://www.youtube.com/ watch?v=QKqP36nymV4 Euro 2016’nın resmi şarkısı ‘This One’s For You’ geçtiğimiz hafta yayınlandı. Şarkı, David Guetta ve Zara Larsson imzalı. Şarkıyı seslendiren Zara Larsson, 19 yaşında İsveçli bir şarkıcı. 2008’de küçük yaşta İsveç’in yetenek yarışması Talang’ı kazanarak adını duyurmuştu. Geçtiğimiz yaz Lush Life adlı single’ıyla kariyeri ve popülaritesi ciddi bir ivme kazandı. This


23

One’s For You’da David Guetta’yla yaptığı işbirliği, Zara’nın kariyeri için çok büyük bir adım olacaktır muhakkak ve anlaşılan adını bundan sonra çok daha sık duyacağız. Şarkıya gelirsek turnuva şarkılarının

taşıması gereken o yaz ferahlığı ve futbol coşkusu hissini dinleyiciye aktarmayı başaran bir şarkı. Guetta yine kendinden bekleneni yapmış ve dinamik, insanın içini kıpır kıpır ettiren bir sound çıkarmış ortaya. Turnuvaya Fransa ev sahipliği yapacağı için turnuvanın resmi şarkısının da Fransız Guetta imzalı olması ve şarkının klibinin Fransa milli takımının altın jenerasyonunun efsane isimleri Henry, Zidane ve Barthez’le bezeli olması güzel olmuş. Euro 2016’ya ve yeni hikayelere yaklaşırken eski turnuvaların şarkılarını dinleyip eski hikayeleri anımsamak, havalar şu ana kadar bizi pek o moda sokamasa da en azından şarkılarla yaz moduna girmek iyi bir fikir


24 diye düşündüm ve bir turnuva şarkıları playlist’i hazırladım. Sadece Avrupa Futbol Şampiyonası değil, Dünya Kupası şarkılarını da playlist’e dahil ettim. Keyifli okumalar ve dinlemeler…

2014 Dünya Kupası : Shakira ft. Carlinhos Brown-La La La En son yaşadığımız büyük turnuva Brezilya’daki 2014 Dünya Kupası’ydı ve tabii ki Shakira’sız bir Dünya Kupası düşünülemezdi. Shakira’nın Brezilyalı şarkıcı Carlinhos Brown’la düet yaptığı, İngilizce, Portekizce ve Brezilyaca sözlerden oluşan La La La, keyifli bir turnuva şarkısıydı fakat Shakira’nın önceki iki Dünya Kupası şarkısına göre bir nebze sönük kalmıştı sanki. Daha kendi halinde, coşkusu daha düşük bir çalışmaydı. https://www.youtube.com/ watch?v=7-7knsP2n5w 2014 Dünya Kupası : Pitbull ft. Jennifer Lopez and Claudia Leitte-We Are One (Ole Ola) İşte duyduğumuz an 2014 yazına, Brezilya sahillerine gittiğimiz bir şarkı. 2014 Dünya Kupası’nın diğer resmi şarkısı La La La’ya göre çok daha başarılı bir çalışma. Pitbull ve J-Lo’ya Brezilyalı şarkıcı Claudia Leitte’nin eşlik ettiği, İngilizce,

Portekizce ve İspanyolca sözlerden oluşan We Are One, hem müziği hem de renkli klibiyle futbol coşkusunu en iyi yansıtan şarkılardan. Turnuvanın ev sahibi Brezilya’nın o kendine has festival havasını dinleyenlere çok iyi aktaran bir çalışmaydı. Şarkının zirveye ulaştığı anlar ise Jennifer Lopez’in seslendirdiği kısımlar. Ayrıca şarkı adından da anlaşılacağı üzere birlik duygusu, “futbol kardeşliktir” mesajı veriyor. https://www.youtube.com/ watch?v=TGtWWb9emYI

Euro 2012 : Oceana-Endless Summer Ukrayna ve Polonya’nın ev sahipliğinde düzenlenen, İspanya’nın kazanarak tarihte üç büyük turnuvayı üst üste kazanan ilk takım unvanı elde ettiği Euro 2012’nin resmi şarkısı olan, Alman sanatçı Oceana’nın seslendirdiği Endless Summer, adeta “Bir turnuva şarkısı nasıl olmalıdır ?” sorusuna cevap niteliğinde bir dance-pop şarkısıydı. Kolayca akılda kalan, hemen dile dolanan sözleri ve melodisiyle akıp giden bu parça, 2012 yazında bir süre çoğu kişinin “Oh oh oh, yeh yeh yeh” diye mırıldanarak dolaşmasına neden olmuştu. https://www.youtube.com/ watch?v=5EVhiBGvVFc


25 2010 Dünya Kupası: Shakira ft. Freshlyground-Waka Waka (This Time for Africa) Dünyanın en çok satan, dinlenen turnuva şarkısı unvanını elinde bulunduran, çok büyük bir hit. Shakira’ya Güney Afrikalı müzik topluluğu Freshlyground’un eşlik ettiği, Portekizce, İngilizce ve Fang dilindeki sözlerden oluşan Waka Waka, bizi Güney Afrika atmosferine sokmayı harika bir şekilde başaran bir şarkıydı. Şarkı, 37 ülkede listelerde 1 numaraya yükselmeyi başarmıştı. Klipte Shakira’nın kolbastıyı andıran dans figürleri de tıpkı şarkı gibi fenomen olmuştu. https://www.youtube.com/ watch?v=pRpeEdMmmQ0 Euro 2008 : Enrique Iglesias Can You Hear Me? Avusturya ve İsviçre’nin ev sahipliğinde düzenlenen, Türkiye’nin destansı geri dönüşleriyle akılda kalan Euro 2008’in resmi şarkısı, İspanyol star Enrique Iglesias imzalıydı ve turnuva da İspanya’nın zaferiyle sonuçlanmıştı. Can You Hear Me, çok klasik bir pop şarkısıydı ve bu nedenle bir turnuva şarkısı olarak iz bırakmayı pek başaramadı. Turnuva şarkılarında aranan baş kriter olan “yaz coşkusu”nu taşımıyordu. https://www.youtube.com/ watch?v=sKwG5SM8sKk 2006 Dünya Kupası : Shakira ft. Wyclef Jean-Hips Don’t Lie (Bamboo Mix) Yine Shakira, yine büyük bir hit. Shakira’nın Dünya Kupası üçlemesinin ilki olan, İspanyolca ve İngilizce sözlerden oluşan “Hips Don’t Lie”da Kolombiyalı güzele Haiti asıllı Amerikalı reggae ve hiphop sanatçısı Wyclef Jean eşlik etmişti.

Almanya’da düzenlenen 2006 Dünya Kupası’ndan İtalya’nın zaferi, Zidane’ın kafası kadar Hips Don’t Lie da akıllarda kalmıştı. Bu şarkı aslında Shakira’nın Oral Fixation Vol.2 albümünde yer alıyordu. Turnuva için şarkıya “Bamboo” kısmı eklenmiş ve yeniden piyasaya sürülmüştü. 2006 Dünya Kupası’nı Türkiye’de yayınlayan kanal, günümüzde kapanmış olan Kanal 1’di. Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma Kanal 1’de maçlar başlamadan önce Hips Don’t Lie eşliğindeki videolar gelir. https://www.youtube.com/ watch?v=r3ih5Jp74Rs

Euro 2004 : Nelly Furtado-Forca Portekiz’in ev sahipliğinde düzenlenen, Yunanistan’ın şampiyon olarak futbol tarihinin en büyük sürprizlerinden birine imza attığı Euro 2004’ün resmi şarkısı, Portekiz asıllı Kanadalı pop şarkıcısı Nelly Furtado imzası taşıyan, İngilizce ve Portekizce sözlerden oluşan Forca’ydı. Giderek yükselen temposu ve patlayan nakaratıyla başarılı bir turnuva şarkısı olmayı başarmıştı Forca. https://www.youtube.com/ watch?v=Gk1v9s5s7YI


26

2002 Dünya Kupası : Anastacia-Boom Japonya ve Güney Kore ortaklığında düzenlenen 2002 Dünya Kupası, hem düzenlendiği yer bakımından hem de yarı finalde Türkiye ve Güney Kore gibi beklenmedik iki takımın yer almasından dolayı en sıra dışı turnuvalardan biri olmuştur. Bu sıra dışı turnuvanın kendisi gibi resmi şarkısı da sıra dışıydı. ABD’li pop-rock sanatçısı Anastacia’nın sert gitarlar ve elektronik altyapısıyla dikkat çeken şarkısı Boom, turnuva şarkılarında pek tercih edilmeyen bir şekilde rock müzikten izler taşıyordu. Anastacia’nın güçlü ve sert vokali de eklenince ortaya sert bir şarkı çıkıyordu ve açıkçası ideal bir turnuva şarkısı değildi. Ancak yine de tarihte kendine has bir yer edindi. https://www.youtube.com/ watch?v=HZ_L0jlsaOI

Euro 2000 : E-Type-Campione 2000 Tam anlamıyla efsane, hala futbol videolarının ve programlarının jenerik müziği olarak rastladığımız, dünyanın her ülkesinde tribünlerin melodisini haykırdığı bir marş. Evet bu şarkı için marş tanımı daha doğru kesinlikle. İsveçli Eurodance müziği sanatçısı E-Type’ın, Hollanda ve Belçika’da düzenlenen, Fransa’nın zaferiyle sonuçlanan, milenyumun ilk şampiyonası Euro 2000 için kullanılan şarkısı Campione 2000, birçok kişiye göre en gaza getirici futbol şarkısıdır. Zaten bu nedenle zaman içinde dünyanın her yerinde şampiyon olan takımların taraftarlarının söylediği ortak bir marşa dönüşmüştür. Bakalım 10 Temmuz gecesi Stade de France’da hangi ülkenin taraftarları ‘Campioooone campioooone’ diye haykıracak? Merakla bekliyoruz. https://www.youtube.com/ watch?v=2Ftx-xwmEYQ


27

https://www.youtube.com/ watch?v=o8_vxD_Yk2M

1998 Dünya Kupası : Ricky Martin-La Copa de la Vida (The Cup of Life) Günümüzde özlemle anılan 90’ların harika turnuvasının harika şarkısı. 90’ları kasıp kavuran Porto Riko’lu “Latin pop” starı Ricky Martin’in diskografisinin kuşkusuz en özel parçalarından The Cup of Life. İspanyolca ve İngilizce sözlerden oluşan bu parça, tam anlamıyla 98 yazına damgasını vurmuştu. Şarkıdaki o festival havası turnuvaya da yansımış olacak ki ev sahibi Fransa’nın şampiyonluğuyla sonuçlanan 98 Dünya Kupası, oyun kalitesi olarak gelmiş geçmiş en iyi turnuvalardan biri olarak anılmaktadır. Üzerinden neredeyse 20 yıl geçmiş olsa da “Go go go, ale ale ale” diye bağırmak hala çok güzel.

1998 Dünya Kupası: Dario G-Carnival de Paris Müzikal açıdan en doyurucu turnuva şarkısı Carnival de Paris. İsmini grup üyelerinin tuttuğu takım olan Crewe Alexandra’yı First Division’a çıkarmayı başaran teknik adam Dario Gradi’den alan futbol tutkunu İngiliz elektronik müzik grubu Dario G’nin bu eseri, müzikal çeşitlilik olarak doruğa ulaşmış bir parçadır. Şarkının içinde her ülkeye özgü enstrümanları duyabilirsiniz. Akordeon, trompet, tamtam, mandolin, sipsi, gong, gayda ve Latin perküsyonları… Bu çok sesli karnaval, uluslararası bir futbol şölenine eşlik edebilecek en güzel soundtrack olsa gerek. https://www.youtube.com/ watch?v=bzvfqZGrMf0


e t e z r e v i n ü

Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.