/46
e t e z r ive
ün
isiniz m ’ ’ r e v yvanse lmaz filmler a H ’ ‘ r a u nız kad ı olduğu unut mlar ı ğ ı d n _Sa aş tac n rekla b a k n ı o k n a zel aşk _Mod ö a n ı y ta _Şuba
zete
Sayı: 46 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Günseli Naz Ferel Yazı İşleri Ali Berhan Memişoğlu Oğuzhan Karakaş Yazılar Demet Açıkgöz
SANDIĞINIZ KADAR ‘’HAYVANSEVER’’ MİSİNİZ
Mert Ofluoğlu Merve Yazkan
MODANIN BAŞ TACI OLDUĞU UNUTULMAZ FİLMLER
Varım Gökmen Fotoğraflar: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
BU ‘’NEHİR’’E GİRİLİR Mİ?
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
KURT SÜRÜSÜNÜN LİDERİ
ŞUBAT AYINA ÖZEL AŞK KOKAN REKLAMLAR
/
v i 端n
e t e z er
4
Sandığınız Kadar ‘’Hayvansever’’ Misiniz
Birkaç gün evvel bir kedi işkenceye uğradı ve öldürüldü. Haberi hızlıca yayıldı ve birçok ‘’duyarlı’’, ‘’hayvansever’’ insanın tepkisini çekti. Peki ya aslında zannettiğimiz kadar sağduyulu değilsek? Günseli Naz Ferel
5
6
kullanımıdır. Gerçekten ihtiyaç duyup duymadığımızı sorgulamadığımız öylesine çok tüketimimizde hayvansal ürün vardır ki birazcık dikkat etmeye başlanıldığında küp şekerin içerisinde, analog kameralarda kullanılan filmlerde, tatlı ayıcık şekerlemelerimizde bile hayvansal ürünler olduğunu görebiliriz.
Birçoğumuzun da duymuş olacağı gibi, birkaç gün evvel sosyal medyada duyulan ve oluşturduğu yankı giderek büyüyen bir olay yaşandı: Eskişehir’de bir kedi işkenceye uğradı ve katledildi. İlerleyen günlerde internette çeşitli kampanyalar başlatıldı, kedi katiline lanetler ve küfürler dolu yazılar yazıldı, bunun ‘’insanlık’’ olmadığı iddia edildi. Bu noktaya geldiğimizde ise kendi kurduğumuz cümleleri sorgulamamız gerekliliği doğmaya başladı. Acaba gerçekten ‘’insan olmak’’ ne anlama geliyordu ve bir kediyi katletmek ‘’insanlık’’ tanımına uygun değilse, ne uygundu? Dünyada her yıl milyarlarca hayvan, insanlar tarafından öldürülmektedir. Bunun sebebi ise öncelikle yiyecek ‘’ihtiyaçlarımız’’ olmakla birlikte, giydiğimiz kıyafetler, vücudumuza sürdüğümüz kozmetik ürünler, kullandığımız ilaçların üretiminde yapılan deneyler ve daha birçok farklı alandaki hayvan
Tam da bu durumda kendimize sormamız gereken soru tabağımızdaki kuzu eti ile internette öldürülmesine üzüldüğümüz kedi arasındaki farkın ne olduğudur. Gerçekten de bir kedi ile bir kuzu arasında nasıl bir fark görebiliriz? Neden karnımızı doyurmak için başka seçeneklerimiz olup olmadığını araştırmadan hayvansal ürünler tercih etmekteyiz ve neden bir kedinin katli bizi bu kadar uyarırken dönüp tükettiklerimize göz atmıyoruz? Yıllardır oturan alışkanlıklarımız ve etrafımızdan aldığımız kulaktan dolma bilgiler bizlere hayvansal ürün tüketmemizin son derece sağlıklı olduğunu söyler. Öyle ki, et yemezsek beynimiz çalışmaz, süt içmezsek kemiklerimiz gelişmez. Tüm bu ‘’kapsül’’ bilgiler bizi tüketimimizi sorgulamaktan alıkoymakta, tembelliğimizi pekiştirmektedir. Aslında ‘’Bu insanlık değil!’’ diyerek tepki verdiğimiz hayvan katliamını kendi tüketimimizle bariz bir şekilde ‘’insani’’ hale getirmekteyiz. Yapılması gereken ise etrafımızda bas bas bağıran tüm o ‘’bilgi’’ çığırtkanlarından bir an olsun uzaklaşıp alışkanlıklarımızı, ‘’insan olmak’’ ve
7
‘’hayvanseverlik’’ algılarımızı sorgulamaktır. Bir kedinin ölümünün bunca yankı uyandırması, tüketim alışkanlıkları üzerine düşünmek için bir fırsattır.
Hissedilen duyarlılık, yersiz değildir ancak yukarıda yazılanların da gösterdiği gibi, çelişkilidir. Bir kedi ile bir kuzu arasında gerçekten bir fark var mıdır?
8
Modanın Baş Tacı Olduğu Unutulmaz Filmler Temaları unutun. Bazı filmler, kıyafetlerin ve moda akımlarının en iyi hatırlatıcısıdır. Merve Yazkan
Filmler, bizlere hissettirdikleri kadardır. İyi bir sinematografi ile iyi yönetilmiş ve dönemini yansıtan filmler her zaman takdiri hak eder. Fakat bazı filmler, dönemin stilini gerçekten muhteşem bir şekilde yansıtır. Biz, film karakterlerine yardım edemeyiz, ama onlar bize ilham verir, lezzetli bir filmden ilham almadan ayrılmak olmaz değil mi? Onlar hakkında başka hiçbir şey hatırlayamasak da, dönemin modasına yön veren hatta yeni bir moda akımı oluşturacak kadar güçlü, ikonik kostümleri ve görünümleri asla unutmayacağız.
The Great Gatsby, 1974 Daisy Buchanan’ın gardırobundan tek bir görünüme bakmak, Gatsby’nin neden onu unutamadığını anlamak için yeterli, değil mi?
9
Valley of the Dolls, 1967 Bu kadınların etkili ve 60’lı yılları yansıtan kıyafetleri, kapalı kapılar ardında dönen entrikalara kesinlikle ihanet etmedi.
The First Wives Club, 1996 Sadece Bette, Goldie ve Diane, bütün olarak giyilen beyaz takım elbiseyi bu kadar seksi ve akılda kalıcı yapabilirdi.
Sabrina, 1954 Hikayenin maneviyatı: Nasıl algılandığını değiştirmek istiyorsan, değiştirmeye önce gardırobundan başla.
10
Heathers, 1988 Maksat kalabalık bir çetenin içinde olmak ise, omuz vatkalarını ve kruvaze blazerleri bu kadınlar gibi biz de giyerdik, değil mi?
Love Story, 1970 Ali MacGraw’in ‘prepster’ gardırobu, günümüzün de trendlerinden biri olan ‘preppy’ stiline ve şık erkeklere ilham verdi.
The Umbrellas of Cherbourg, 1964 Şüphesiz ki, feminen Paris stilini hiç kimse Catherine Deneuve kadar iyi servis edemezdi.
11
Breathless, 1960 Dikkat edilmesi gereken keskin detaylar: Bir göçmenin gardırobu ve saç kesimi.
The Breakfast Club, 1985 Ne gözaltında olduğumuzda böyle giyinebiliriz ne de lise zamanları boyunca böyle giyindik, kabul edelim.
Two For The Road, 1967 Kim bilebilirdi ki, Audrey’nin böyle bir avangart akımının öncüsü olacağını?
12
Saturday Night Fever, 1977 Bu unutulmaz filmin kıyafetlerini tanımlamak için sadece iki kelime yeterli: disko takımı.
Now and Then, 1995 Onlar sadece 12 yaşındaydı. Fakat bu kızlar, sutyen vatkasına ihtiyaç duymayan, imrenilecek stillere sahiplerdi.
Clueless, 1995 Cher, üç parçalı takım elbisenin liseye uygun olabileceğini gösterdi.
13
Rosemary’s Baby, 1968 Saç kesiminden kombinezon elbiselerine kadar, Mia, 60’lar şıklığını şekillendirdi.
The Stepford Wives, 1975 Bu flopi şapkalar ve uzun floral elbiseler, bu kadınların bu kadar muhteşem olmasının nedenlerinden biri oldu.
The Craft, 1996 Toplum tarafından soyutlanmış bu argo genç kızların, bize nasıl bu kadar süper göründüğünü hala anlayamıyoruz.
şuBaT ayına Özel aşK KoKan reKlaMlar Sevgili Valentine, kaç sene geçti biz bu güne alışamadık.. Yalnızlar daha yalnız, sevgililer daha beş parasız oldu, çok ayıp oldu. Demet Açıkgöz
Cuma günü 14 Şubat, “Peki ya siz sevgilinize ne aldınız?” diye sorup bu yazıyı “Sevgiliye alınacak en güzel hediyeler” adı altında değiştirecek olsaydık inanın pek işinize yaramazdık. Biz en iyisi 2014 için markaların yegane sevgilileri yani tüketicileri için yaptığı reklamlara göz gezdirelim.
15
AXE – “Make Love, Not War” Ajans: BBH, London, UK Superbowl’da gösterilen Axe reklamı Amerika’da büyük yankı uyandırırken bi’ yandan da sosyal medyanın gücüyle namını dünyanın her yerine yaydı. İnsanların sosyal medyada sahip oldukları hesaplardan reklam filmini paylaşmasıyla Axe gerçekten iyi bir işe imza attığının farkındalığını yaşıyor.
Sevgililer Günü Vestel Ütü Reklamı Ajans: Alafortanfoni
Reklam üst bir rütbeye sahip birinin elinde kelepçelenmiş metal bir çantayla arabadan inmesiyle başlıyor… Ardından helikopterler, telaşlı askerler, askeri geçitler derken, beklentimiz hiçte güzel şeylerin olmayacağı yönünde ama Axe bizi şaşırtıyor ve yüzümüze kocaman br gülümseme konduruyor, buyrun… http://youtu.be/fktHIg1jJLk
Evde bir şeyle uğraşıyorsunuz, belki de kafanızda erkek arkadaşınızın 14 Şubat’ta size ne alacağını düşünüyorsunuz belki de aklınızın ucundan dahi geçmiyor. O sırada hayatınızın aşkı yahut o ana kadar öyle düşündüğünüz sevdiceğiniz sokaktan size sesleniyor. Jilet gibi giyinmiş, elinde de balonlar... Gözünüzden kocaman hediye paketi kaçmıyor; şık bir hareketle hediye
16
paketi size doğru havalanıyor, heyecan dorukta veee… Ütü, cidden ütü.
oyuncaklar için gerçekten bir şey yapabiliyor muyuz?
Vestel, #14ŞubattaNeAlınmaz hashtag’iyle sevgilisine Vestel marka ütü alan delikanlımıza “Tamam bizim ürünler güzel de; bu ilişki böyle yürümez” mesajını veriyor.
Buyrun, 14 Kubat: http://youtu.be/W64Xx7Z8_mk
Ayrıca dış sesin de dediği gibi, bu kızımız o ütüyle kafanı ütüler tatlım, gencecik adamdın, çok yazık oldu çok. http://youtu.be/OGAfTh5gf30
Atasay + Sevgililer Günü = Tek taş romantikliği.
GNCTRKCLL, 14 KUBAT HEPİMİZE KUTLU OLSUN! Ajans: Wieden + Kennedy, New York Başrolde çok sevdiğimiz dünya tatlısı Kubat’ın oynadığı Genç Turkcell reklamı “14 Kubat Hepimize Kutlu Olsun” 14 Şubat’ın yalnızlarının içgörüsüyle hazırlanmış. Reklama çok güldük, bir iki defa izledikten sonra şarkıya bile eşlik ettik. Reklamın enerjisi ve başarısı Kubat’tan mıdır yoksa videodaki genç arkadaşlarla aynı ruh halinde olmamızdan mı bilinmez… Reklamla ilgili tek bir sözümüz var: şu peluş
“Öncelikle herkes 14 Şubat’ta evlilik teklifi alacak diye bir kaide yok! Bu reklamlar bizim gibi gencecik insanların beklentilerini arttırırken, malum gün geldiğinde yastığa sarılıp Bridget Jones filmi izlememize neden oluyor. İşin kötüsü bir Mark Darcy’miz bile yok..!” diye sitem ederken yazıyı çok farklı yönlere çekebileceğimi fark ettim. Klasik bir reklamla karşımıza çıkan Atasay’ın reklamının duygusallığı bana göre son sahnede gerçekten son buluyor. Çünkü hanım kızımız tek taşın olduğu fotoğrafı yavaşça büyüterek “Kaç karat bu!” der gibi. http://youtu.be/pDwzQGpKBjg
17
MedIa Markt - Trip Ölçer Media Markt 14 Şubat için her yaptığı hata olan beylerle, bahtsız genç kadınlarımızı model almış. Reklamı izlerken kurduğumuz cümleler genelde: “Bi’ zahmet o kadına bakmayıver”, “Ayrıca ilkokul arkadaşınsa bırak ilkokulda kalsın”, “Romantik akşam yemeği dediğin buysa ben hiç film izlemedim”, “Aşkım sen odun musun?” gibi ağırlığı kadın kokan cümleler oldu, daha ağırlarını da dedik ama onlar hep kadınsal hissiyatlar. Biz mi çok abarttık, siz söyleyin: http://youtu.be/xtJRskTs_z0 Hepsiburada Reklamı Sevgililer Günü Son olarak, Hepsiburada’nın reklam filmi öyle yukardakiler gibi değil, belki burada bahsedilmesi bile gerekmiyor. 14 Şubat reklamlarını izlerken bu reklama da rastladım ve beni çok
farklı düşüncelere itti. Hepsiburada hediye seçmenin kolaylığından, ayağına getirmekten bahsederken ben: “Zaten sevdiğim benim için yılın bir günü gezecek, sırtından terler akacak ki; beni ne kadar sevdiğini anlayayım. Şubat ayı burnundan gelecek ki; ben o hediyeyi gördüğüm de çok mutlu olayım. Şimdi sen bunu elimden alırsan, bu adam masa başında hiç koşturmadan hediyemi seçer ve rahata alışırsa bizim ilişkimiz ne olacak!” diye düşündüm. Sanırım ben abartıyorum ama buyrun: http://youtu.be/ksP3M4tJSPI
18
19
“Haluk Bilginer oynuyormuş, kesin gitmeli!” diye düşünüyorsanız, bu yazıda size kocaman bir sürpriz var! Mert Ofluoğlu
Bu ‘’Nehir’’e Girilir Mi? Bir tiyatro oyununa gitmeden önce göz önünde bulundurduğumuz ilk şey oyunda kimlerin oynadığıdır hiç şüphesiz. Oyun Atölyesi’nin son oyunu olan “Nehir”e maaile bilet almaya gitmeden önce de ilk iş olarak afişteki isimlere baktık ve “Tamam,” dedik. “Gidiyoruz!” Çünkü üç kişilik kadro Haluk Bilginer, Ayça Bingöl ve Canan Ergüder gibi muhteşem oyunculardan oluşuyordu. Ne var ki oyunu izlerken, yalnızca oyuncu kadrosuna aldanarak bir tiyatro oyununa gitmemek gerektiğini öğrenecektik. Öncelikle şunu itiraf etmek gerek:
Dekor, bu oyunun kesinlikle dördüncü oyuncusu! Kulübe atmosferi öyle güzel yansıtılmış ki, adeta matematiksel bir hesaplamayla yerli yerine yerleştirilmiş her eşya. Yani, daha oyun başlamadan sahne dekoru gözümüzü fazlasıyla dolduruyor. İlk olarak Haluk Bilginer ve Ayça Bingöl sahneye çıkıyor ve aralarındaki konuşmadan anlıyoruz ki; adam, sevgilisini nehir kenarındaki kulübesine getirmiş ve birlikte hoş vakit geçirmek istiyorlar. Ancak bir sorun var: İkisinin zevkleri pek uyuşmuyor. Örneğin adam kadınla nehirde balık
20
tutmak istiyor, ama kadın adamla gün batımı izlemekten yana. Derken Bingöl sahneden çıkıyor ve Canan Ergüder olarak geri dönüyor. Adam bu yeni kadınla da hemen hemen aynı muhabbetleri yaşıyor, dahası, konuşmaya kaldığı yerden devam ediyor. Biraz geç de olsa anlıyoruz ki, oyunda bize gösterilmek istenen şey, adamın hangi kadınla olursa olsun aşağı yukarı aynı şeyleri yaşayacağı. Kabul ediyoruz. Konu çok güzel. Ancak konunun işlenişinde bir sıkıntı var. Yani senaryoda, repliklerde. Adam ile kadınlar arasında 70 dakikalık –ve tek perdelik– oyun boyunca yalnızca bir “alabalık” ve “deniz alası” muhabbeti sürüp gidiyor! Yani 5 dakikada yoğun bir şekilde işlenebilecek olan “balık” konusunu oyunun bütününe yayarak bayağılaştırıyorlar, seyirciyi sıkıyorlar. Hatta bir kısmı oyunu, neyi anlattığını bile tam olarak anlamadan, dilini anlamadığı yabancı filmi izler gibi sadece görüntüye bakarak izliyor. Oyuncuların performansları çok iyi, ancak sahnenin hemen önünde oturan bizler bile ne söylediklerini çok iyi duyamadık. Sahnede olmanın gerektirdiği, “gümbür gümbür konuşmak” denen bir kural vardır oysa ki. Bu nedenle de sahnedekiler, seyirciyi avuçlarının içine tam olarak alamadı ve bir iletişimsizlik sorunu doğdu. Bu da seyirciyi bu oyundan soğutan ikinci neden oldu. Adamın, “yüzü karalanmış kırmızılı kadın” çizimi oyunun en zeki
bölümlerinden biriydi. Ergüder’in su dolu leğenden adamın yansımasına, adamın da aynı şekilde kadının yansımasına baktığı sahneden bahsediyorum. Ancak oyunun lezizliği, yalnızca bununla sınırlı kaldı. Çünkü oyun boyunca başka değişik, hareketli bir sahne olmadı! Hala konuşulmaya devam edilen “balık” mevzusu dışında tabii. Kendi adıma en çok Canan Ergüder’in performansını beğendim. Ayça Bingöl de son derece başarılıydı. “Öyle Bir Geçer Zaman Ki”de canlandırdığı yorgun ve yıpranmış anne karakterinden sonra bu genç ve biraz da ‘’hoppa’’ sevgili rolüyle akıllarda bıraktığı o eski imajını yıktı. Haluk Bilginer’de ise “Nehir” oyunundaki rolüyle diğer rolleri arasında pek bir farklılık, kendine kattığı yeni bir şey görmek zordu. Yani, bu oyunun ona pek yakıştığını söyleyemeyiz. Nehir’i izledikten sonra bir oyun izlemenin verdiği doyumla, mutluluk hissiyle evinize dönemeyebilirsiniz. Dediğim gibi senaryo hep aynı mevzuya takılıp gitmeseydi, aslında çok yaratıcı ve zeki bir çıkış noktası vardı oyunun. Belki de, arka koltuğumda oturan ve oyun bittiğinde sahnedekileri alkışlamayarak oyunu protesto eden teyzenin cümlesiydi tüm oyunu özetleyen: “Ben bir şey anlamadım! Biri girey, biri çıkay (sevgili rolündeki iki farklı kadını kastediyor)! Böyle oyun olmaz daaaa!” Oyunu Trabzon’da izlediğimi söylemiş miydim?
21
22
Kurt Sürüsünün Lideri Martin Scorsese’un yeni filmi The Wolf of Wall Street buram buram alfalık kokan, Goodfellas ve Casino’yla beraber bir üçleme oluşturan zevkli ve akıcı bir film olmuş. Varım Gökmen
23
İçinde en çok “fuck” kelimesi ve türevleri (506) geçen, gırla uyuşturucu ve yatıştırıcının bulunduğu, Margot Robbie’nin “ailemi zaten çok zor durumda bıraktım” diyerek Playboy’u dahi reddetmesine sebep olacak kadar çok cinsellik sahnesi içeren (filmin dvd versiyonu sinema gösteriminden 1 saat daha uzun ve bu sahneler büyük ölçüde Leonardo DiCaprio’nun seks sahnelerinden oluşuyor), ihtiva ettiği eğlence açısından Project X’e bile rakip olabilecek, tipik Scorsese tarzı hızlı yükseliş-hızlı düşüş ilişkisi
kapsamında ele alınan bir Wall Street öyküsü, The Wolf of Wall Street. Tabii bu kadar uyuşturucunun, cinselliğin ve paranın döndüğü bir filmde erkek egemen dil, alfalık dersleri ve büyük bir çoğunluğun sert tepkisiyle karşılaşmamak zor oluyor. Nitekim film Los Angeles’taki Samuel Goldwyn Tiyatrosu’nda Akademi gösterimi sonrasında yuhalandı. Birçok Stratton Oakmont kurbanı filmi protesto etti. Fakat bütün bunlar Jordan Belfort’un hayat hikayesinin anlatıldığı, üç saat sürmesine karşın seyircisini sıkmayan
24
filmin başarısını gölgeleyemedi. Film çok para kazanmak isteyen Jordan Belfort’un Wall Street’e gelmesiyle başlar. Borsa lisansını aldığı gün Kara Pazartesi’ne denk gelen Belfort işsiz kaldıktan sonra düşük sermeyeli şirketlerin işlem gördüğü penny-stock’a yönelir. Burada daha önceki deneyimlerinden kazandığı müşteri üzerinden baskı kurma tekniğiyle, yüksek komisyonla, büyük paralar kazanan Belfort sonrasında Stratton Oakmont’u kurar. Stratton Oakmont’da borsa eğitimi olmayan, gençliğinde birtakım şeyler satmış olan, ikna kabiliyeti yüksek kişilere iş verir ve şirket hızlı bir yükselişe geçer. Bu esnada Forbes dergisinde kendisiyle ilgili yayınlanan makalenin başlığı “The Wolf of Wall Street”dir. Belfort hızlı yükselişi esnasında uyuşturucu ve alkol bağımlılığına yakalanır, karısından ayrılan Belfort bir parti esnasında tanıştığı Naomi Lapaglia’yla evlenir, peşine takılan CIA ajanına rüşvet teklif eder, İsviçre bankasına milyonlarını yatırır ve kaptırır, teslim olmaya yeltenir ve olmaz fakat en sonunda hapsi boylar. Jordan Belfort’un hikayesini anlatırken
Scorsese’nin önemli noktalardan birisi de para ve onun insanda yarattığı bağımlılık. Daha filmin ilk başında Jordan Belfort paranın insan için en etkili uyuşturucu olduğunu belirtiyor. Nitekim film boyunca para uğruna Belfort’un uyuşturucuya başladığını, bütün ahlaki değerleri görmezden geldiğini, işçilerin zar zor biriktirdikleri sermayelerini hiç utanmadan ve gücenmeden harcadığında hiçbir suçluluk hissetmediğini görüyoruz. Çünkü o esnada Belfort paranın etkisi altındadır. Hep daha fazla kazanmak isteyen Belfort ilk önce kendi şirketini kurar. Bununla yetinmeyen Belfort işçilerin küçük yatırımları yerine zenginlerin büyük yatırımlarını kendisine çekmeye çalışır. Bununla da yetinmeyen Belfort Steve Madden’ın şirketini borsaya açar ve burada manipülasyon yapar. Hep daha fazla kazanmak isteyen, hep daha fazlasına oynayan Belfort bu esnada vücudunu, ailesini ve ilişkilerini kaybetmiştir. Yaşamı içten içe çürümekle birlikte hiçbir şey onun umurunda değildir. Scorsese’nin filmde değindiği bir diğer nokta alfalık/Wall Street’in kurdu olma durumudur. Burada iş dünyasının kurdu olmanın, iş dünyasındaki kurt
25
sürüsünün lideri olmanın etkisini anlatıyor Scorsese. Belfort sadece Stratton Oakmont’un patronu değildir. O bir rock yıldızı veya otoriter bir ülkenin lideri gibidir. Odasının önündeki kürsüye çıkıp mikrofonu eline aldığında yaptığı motivasyon konuşmaları onun gerçek bağımlılığıdır. Nitekim SPK’yle anlaşmayı yine bu tarzda bir veda konuşması esnasında iptal eder. Çünkü bilmektedir ki bu işten ayrıldığı anda onun için hayat bitecektir. Motivasyon konuşması yapamayan, insanların hayran olmadıkları bir kişi Jordan Belfort değildir. Scorsese’nin filmde bu kadar fazla müstehcen sahne bulundurması bir açıdan çok eleştirilse dahi, filmin konusunun bir alfa erkeği ve onun etrafında gelişen olaylar olduğunu göz önünde bulundurunca, bu, anlaşılabilir
bir şeydir. Belfort o kadar alfadır ki hayatına giren etrafındaki hiç kimseyi önemsemez. Nitekim film boyunca Belfort’un hiç kimseye değer verdiğini göremeyiz. Karısı, hayatına giren fahişeler, sevgilileri vb. bunların hiçbirisi sürekli ve vazgeçilmez değildir (tabii hapse düştükten, gözden düştükten sonra tekrardan karısına dönmesi hariç). Onun için kadın yoktur. Scorsese bunu çok güzel bir şekilde açıklamaktadır film boyunca. Velhasıl, kısaca özetlemek gerekirse Scorsese’nin yeni filmi gerçekten çok başarılı bir film olmuş. Küçük parçalara bakmaktan büyük resmi göremeyen çoğu kişi filmi kıyasıya eleştirse dahi gelecek on yıllarda The Wolf of Wall Street’in sinemanın en önemli filmleri arasına girebileceğini söyleyebiliriz.
zete
/46
e t e z r ive
ün
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)