/61
ü
e t e z r e niv
illüstrasyon: Mert Tanır
zete
Sayı: 61 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Günseli Naz Ferel Yazı İşleri
İTAATSİZLİK ARŞİVİ
Ali Berhan Memişoğlu, Demet Açıkgöz, Oğuzhan Karakaş, Yazılar Oğuzhan Karakaş&Kaya Görgüner, Duygu Taneri, Demet Açıkgöz, Berkem Ceylan, Özüm Canbeldek Ön Kapak: Mert Tanır
“BENİ MESLEĞİME KÜSTÜRDÜLER”
SAATİN ETRAFINDA İKİ KEZ: LE MANS 24 SAAT!
ŞİMDİ REKLAMLAR
TARİH KOKAN SEMT, SAMATYA
Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
/
v i 端n
e t e z er
4
5
“BENİ MESLEĞİME KÜSTÜRDÜLER” Ana akım medyadan ayrılışının ardından Gezi olayları sırasında kurduğu vagus.tv ile ses getiren Gazeteci Serdar Akinan ZETE’ye konuştu. Gezi olaylarından iktidar-medya ilişkisine ve Erdoğan’ın siyasi geleceği hakkında konuştuğumuz Akinan, iktidar partisine en büyük kızgınlığının mesleğine küstürülmüş olması olduğunu söyledi. Mesleği bırakıp Çatalca’da bir çiftliğe yerleşen Akinan’la yaptığımız röportaj… Röportaj: Oğuzhan Karakaş-Kaya Görgüner Fotoğraf: Okay Arda
Vagus.tv kapandı. Ne diyorsunuz? Vagus günde 100 bine yakın tıklama alırken reklam alamaz hale geldik. Amerika’dan bir şirket Vagus’a 1 milyon dolar değer biçti. Bazı kurallar koydular. Hisseler gazetecilik dışında faaliyet gösteren hiç kimseye satılamayacaktı. Vagus’un bir bölümünü satın alacaktı bu şirket, vazgeçtiler. 400 bin dolara yakın para bekliyorduk, olmadı. Büyük bir hayal kırıklığı oldu bizim için. Şu an piyasaya yüz bin dolar civarında borcumuz var. Çalışanların maaşlarını ödeyemez hale geldik ve fişi çekmek zorunda kaldık. Şu an bir projeniz var mı? Mesleği bıraktım. Beş yüz tane tavuğum gelecek. Yumurta üreteceğim. Büyük keyif alıyorum. Siyaset bu yapısıyla devam ettiği müddetçe mesleğe döneceğimi zannetmiyorum. “E-muhtıra doğruydu” Bugünkü medyayı konuşacağız ancak öncesine gidelim biraz. Siz 2000’lerin ortasında SKY Türk’te yönetici ve Akşam Gazetesi’nde yazardınız. O dönem askeri bir baskı vardı.
Canlı yayında e-muhtıra okunuyordu. Buna niçin direnilmedi? Niçin askere “Sen siyasete karışma” diyemediniz gazeteciler olarak? Meslekte motto kıldığım bir şey vardır. Tarafsız yayıncılığa inanmam ben. Yayıncılık taraflı olmak zorundadır. Sizin bir dünya görüşünüz, bir siyasetiniz var. Ama vicdanlı olmak gerekli. Bence ikisi ayrı şey. 28 Şubat döneminde ben çok şanslıydım ve Amerika’da görev yapıyordum. Yönetici olarak çalışmadım. Yönetici olsaydım ne yapardım? Nuray Mert gibi “Bu yaptığınız ahlaksızlıktır” derdim. Çünkü İslamcı siyasetçilere, sermayeye, medyaya bir cadı avı başlamıştı. E-muhtıra döneminde gelen kırılma noktasındaki süreç bence doğruydu, bu gidişat doğru bir gidişat değildi. Ve benim tahminimin kat be kat ötesine geçti. O dönemde askerin aldığı pozisyon, o e-muhtıra süreci kendi kriterlerime göre doğru bir süreçti. Askere kalkıp da “Sen e-muhtıra veremezsin” demenin çok anlamlı olmadığını düşünüyorum. Ardından 2008’de Ergenekon dalgaları geldi. Ancak ben o zaman e-muhtıraya karşı çıkan, Ergenekon davasını savunan isimlere ekranları açtım,
6
bugünün medyası hükümet muhaliflerine yer vermiyor. Soma faciası oldu, hükümeti eleştiren bir Allah’ın kulu çıkamıyor ekrana. Sizce hükümete yakın medya kuruluşları hükümeti gerçekten samimi şekilde savunduğu için mi destekliyor, ekonomik çıkar için mi? En büyük örnek Uludere’dir. Uludere olayı patlayınca NTV’deki, CNN Türk’teki arkadaşlarımı aradım. Haber merkeziyle konuştum, neden vermiyorsunuz dedim. “Talimat bekliyoruz” dediler. Neyin talimatını bekliyorsunuz? Ceset görüntüleri yok mu? Paramparça cesetler var. Valiliğin açıklama yapması gerekiyormuş. Rejide küfrediyorlar Genel Yayın Yönetmeni’ne. İzan kalmadı. “TRT benim yüzümden kardeşimin işine son verdi” Kardeşimle aram bozuktu, görüşmüyordum. TRT’ye belgesel yapıyordu. “Kentler ve Gölgeler” diye dört program yaptılar, dördünden de çok memnunlar. TRT Genel Müdürü onu
çağırmış, “Abine söyle tweet atmasın” demiş. “Ben abime bunu söyleyemem, çünkü görüşmüyoruz. Söylesem de abim kabul etmez” diye cevap vermiş. “Peki sen bilirsin” deyip çocuğun işini bitirdiler, şu an dükkanı kapattı, iflas etti benim yüzümden. Neden? Soyadı Akinan çünkü. Cem Aydın’la karşılaştım geçen yaz ayında. “Artık dayanamadım” diyor. Her gün Hüseyin Çelik arıyor, bunu neden böyle yaptınız diyor. Onu aramazsa patronu arıyor. Deli gibiler. Ben böyle bir şey görmedim. Medyadaki üst yönetimde yer alan insanların parasal bir sorunu yok. Niye bu zamana kadar tavır alınmadı? İki yol var. Ya “Ben eyvallah çekmem” deyip medya sektörü dışında hayatınızı sürdüreceksiniz ya da “Bir ben mi enayiyim” deyip devam edeceksiniz. Bir yere kadar baskıyı idare ediyorsunuz ama o kadar arttı ki kaldırılamaz hale geldi. Bana Cem Aydın anlattı. NTV’de bir altyazı geçmiş, Hüseyin Çelik anında aramış,
7 “Cem bey bu ne rezalet!” diye. “N’oldu efendim?” demiş Cem. “Altyazıyı görmüyor musunuz, Erdoğan yazıyor. Başbakan Erdoğan olacak.” Akıl alır gibi değil. Bir keresinde de İsmail Küçükkaya anlattı. Akşam Gazetesi’nde o zaman. Hükümete çok yakın durur, öyle böyle yalamaz. AK Parti’nin bir icraatıyla ilgili manşet atmış, Ankara’da Bakan’a gösteriyor, “Sayın Bakan bakın gazetemiz bugün nasıl güzel çıktı” diye… Bakan yüzünü asıyor, “İsmailciğim olmuyor” demiş. Üçüncü sayfada küçük bir olumsuz haber göstermiş. “Bu olmaz, sen AK Parti’ye çakmak mı istiyorsun” demiş. Söyleyecek söz bitiyor.
gibi hissediyordu kendini. Tophane’de gittiğimiz bir cafe vardı. “Nuray Mert’le dün akşam okey oynadık” diye hava atarlardı, Ahmet Kekeç falan… Bana “Başbakan sana çok fena kafayı takmış, Akif Beki üzerinden düzeltelim” dedi. “Peki” dedim. Mustafa Karaalioğlu’na söyledi, o da Akif Beki’yi aldı ve Cihangir’de buluştuk bir gece vakti. Sohbet bittikten sonra Mustafa, “Ya Akif, ordudan daha önemlisi bizim için medya. Ben bunu Başbakan’a anlatamıyorum. Medyayı almak zorundayız, ele geçirmemiz lazım” dedi. O zamana kadar ne Habertürk ne de Star grubu alınmış. 2006-2007 yıllarıydı, Mustafa Karaalioğlu Yenişafak’taydı o zaman.
“Mustafa Karaalioğlu: Medya bizim için Ordudan daha önemli”
Hükümet komiseri gibi çalışıyor yani? Tabii. “Ben Başbakan’a anlatamadım sen de bastır. Medyada kontrol en önemli şey” diyor. Bu gidişat iyi değil. Cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Medyanın olmadığı ülkede bağırarak çağırarak bir şeyler yapmaya çabalıyoruz.
2002’den beri böyle mi? Hayır. Son kitabımda yazdım. Mustafa Karaalioğlu ve Akif Beki ile aramızda geçen özel konuşmayı yazdım. Akif Basın Sözcüsü idi o zaman. Aram çok bozuktu Başbakan ile. Nuray Mert fark etti. O zamanlar Yenişafak grubu Nuray Mert ile çay içince rütbe almış
AK Parti içinde sağduyulu bir kesim var mı sizce? Gül mesela dengeleyebilir mi? Geçiş dönemi olarak okuyabilir miyiz tüm bunları?
8 Hayır, ben bu yolun sonunu aydınlık bir yol olarak göremiyorum. Erdoğan köşke çıkarsa ciddi bir çatışma ortamının yaşanacağını düşünüyorum. Psikolojisi bozulmuş bir adamdan bahsediyoruz. Ruh hastası. Bu gerginlikle ülkeyi nereye götürebilirsin? Türkiye genç bir ülke, jeopolitik olarak çok önemli bir yerde bulunuyor. Üç ayı kaldı dediği Esad iki yıldır iktidarda. İran’la ayrı gerginliğin var, bütün komşularınla gerginsin. Mısır’da bu kadar isyan ettin, Sisi Cumhurbaşkanı olacak. Türkiye’nin uluslararası imajı ne durumda? Rezalet. Ben Soma olaylarını BBC’den takip ettim. Konvoy arabasının tekmelendiğini Türkiye’de gördünüz mü? BBC’de izledik. Bu kafayla Türkiye’nin geleceğini parlak görmüyorum. “Erdoğan öyle bir düşecek ki yandaşları dahi yüzüne tükürecek” Erdoğan Cumhurbaşkanı adayı olacak mı sizce? Olur ve seçilir. Uzun vadede Erdoğan’ın rezil edilerek düşeceğine inanıyorum. Siyasal İslam öyle bir darbe alacak ki bir daha yerinden kalkamayacak. Menderes gibi darbeyle, idamla falan değil, hakikaten rezil edilerek… 17 Aralık operasyonu tam da bu muydu? Evet. 17 Aralık süreci Cemaat operasyonu falan değildi. 17 Aralık, Batılı sistemin kurguladığı, sonuçlarını bildiği ve tahmin ettiği bir süreçti. Ergenekon ve Balyoz’u Cemaat mi yaptı zannediyorsunuz? Ergenekon ve Balyoz’u emniyet ve adliye içindeki bir örgüt yaptı, bu yapı Cemaat içindeki bir yapı. Cemaat içindeki bu yapı kesinlikle dış destekli yaptı bu operasyonları. Avrasyacı kadronun tasfiye edilmesi gerekiyordu ve edildi. Ama farkındaysanız bu sürecin sonunda o insanlar tokat yediler ama ezilip ölmediler. Bugün o davalardan dışarı
çıkanların hepsi onuruyla duruyor şu anda. Toplum nezdinde “Adamlar hakikaten sahte delillerle içeri atılmış” görüşü ortaya çıktı. İlker Başbuğ dışarı çıktığında ona bok atanlar bile susmak zorunda kaldı. Kamu algısını çok iyi değerlendirmek gerekiyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın çok yakın bir zamanda kendi yandaşlarının dahi yüzüne tüküreceği şekilde bir darbeye maruz kalacağını düşünüyorum. Erdoğan 17 Aralık Operasyonu’ndan kurtulmuşa benzemiyor mu? Kesinlikle hayır. Birinci perde daha o. Obama geçen gün yaptığı konuşmada dünyanın polisi olmaktan vazgeçtiğini söyledi. Yapıcı roller üstlenmek zorunda olduğunu dile getirdi. Irak’tan ve Afganistan’dan askerlerini çekti. Müslüman Kardeşler gibi bir yapıyı illegal ilan ettiler. 600 idam var, Batı’dan gık çıkmıyor. Siz şimdi bu bölgede Rabia işareti yapan başka birini görebiliyor musunuz siyasal lider olarak? İkinci hamle ezici bir şekilde gelecek. Akla aykırı bu gidişat. Türkiye’de iktidarın ve muhalefetin birbirine güveni yok. Erdoğan iktidardan düşürüleceği duygusu veya paranoyası içinde, sokaktaki muhalifleri de “gitsin de nasıl giderse gitsin” düşüncesi içinde. Buradan bir demokratik birliktelik, ortak değerler etrafında birleşilmiş evrensel bir sistem çıkabilir mi? Çıkar. Demokrasi büyük kavgalardan sonra çıkar bence. Türkiye’de demokrasi diye bir şey yok. Türkiye’de demokrasinin olması için bir büyük kavganın olması gerekiyor. Ben yıllar önce “Kanlı olacak” başlıklı bir yazı yazdım ve aylarca yıllarca canıma okudular. Felsefeci Ioanna Kuçuradi diyor ki bir topluluk bir topluluktan ayrılmaya karar verdiğinde ilk yapması gereken şey anayasa yazmaktır. Anayasa yazım süreçlerine baktığınız vakit anayasaların hepsi kanla yazılmıştır. Şimdi ben soruyorum, Türkiye
9 Cumhuriyeti iflas etmiş midir, etmemiş midir? Biz Kemalist, ulusalcı bir cumhuriyetten bahsedebilir miyiz? Türkiye’nin yeni bir anayasaya, yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyacı var. Anayasa yapım sürecinde Kurucu Meclis olur, denir ki ülkeyi yeniden tanımlıyoruz. Siz bunu %10 barajı olan, son seçimde gördüğümüz kadarıyla da epey şaibeli olan bir seçim sisteminde, hele ki böyle bir adamın iktidar olduğu yerde yapmanıza imkân yok. “Başbakan Gezi’ye gitseydi Atatürk gibi çıkardı” Başbakanın güvenlikçi, her şeyde darbe komploları ve dış mihrak unsuru arayan yaklaşımının sebebi somut bir şeylere mi dayanıyor, bir paranoya mı yoksa kendi kitlesini bir arada tutmak için yaptığı bilinçli bir hareket mi? Bir kere yanlış bilgilendirildi Gezi’de. Hakan Fidan yanılttı onu. Hakan Fidan’ın bilmeden veya bilerek attığı en büyük kazıktır bu. Başbakan üç gün boyunca “Ne oluyor Gezi’de?” diyor, Hakan Fidan “Efendim bir şey yok, hallediyoruz” diyor. Toplumsal muhalefeti anlayamıyor Başbakan. Onuncu, on beşinci günlerde iş kontrol edilemez hale gelmişti artık. Danışmanı olsaydım tezim şu ki Başbakan’ı gece yarısında
iki korumayla Gezi Parkı’na götürür, gençlerin sorunlarını dinlemeye teşvik ederdim. Hiçbir şey de olmazdı, aurası yeter. Gençlerle oturup bir çay içseydi o gün o parktan Atatürk olarak çıkardı. Gezi’de hayatının hatasını yaptı. Karşı Gazetesi sürecine gelelim. Nereden çıktı Karşı, neden bir anda kapandı? Eren Erdem bir gazete açacaklarını söyledi bana. Gezi sürecinden sonra toplumsal bir kitle olduğunu, iki yüz üç yüz bin satacaklarını söyledi. Paranız var mı, reklam alamayacaksınız dedim. Bir yıllık paranın kenara ayrıldığını söyledi. Tekstilci bir işadamı finansal destek olacak. Tesadüfen o kişiyle de tanıştım. “Siz bu işe giriyorsunuz ama gazete en zoru” dedim, vatandaşın gelip parayla satın alması lazım. Üstelik 1 liraydı, çok pahalı. “Paramı ayarladım” dedi. “Peki” dedim. İşe başladık, birinci ayın sonunda maaş ödenemedi. Kaç aylık maaşım var ödenmeyen. Bu iktidara en kızdığım şeyi söyleyeyim mi? Beni mesleğime küstürdüler. En önemli şey bu. Daha mühim bir şey yok. Soma olayı patlayınca annem aradı beni, “İnanamıyorum, sen Soma’ya gitmedin” dedi. Dikkat ederseniz çok nadiren siyasi tweet atıyorum. Bu mesleğe olan aşkım bitti.
10
İtaatsizlik Arşivi Geçmişten günümüze dönüşüm içindeki siyasetin şekillendirdiği hareketlerle ‘itaatsizlik’ kavramını bize sorgulatan bir sergi Duygu Taneri
1970’lerde İtalya’da yaşanan Parco Lambro ayaklanmasından 2013’teki Gezi Parkı protestolarını kapsayan İtaatsizlik Arşivi geçmişten günümüze süregelen siyasi hareketleri bize gösterirken bunu sanatla harmanlayarak yapıyor. 10 başlık altında toplanan, ağırlıklı olarak videolardan oluşan ve aynı zamanda protestoların yapıldığı yıllara ait derlenmiş materyalleri içeren sergi, “otorite” kavramının bizi
çevreleyen yapısını daha net bir biçimde gösteriyor. Parco Lambro’dan yola çıkarak Arjantin’de yaşanan büyük krizin sonrasındaki eylemleri, Seattle direnişini, G8 protestolarını ve çeşitli eylemleri içeren serginin son durağı “Gezi Komünü” oluyor. Çeşitli başlıklar altında toplanan serginin dikkat çekenleri: Kapitalist Küreselleşme Protestosu, Doğuda İtaatsizlik, Üniversitede İtaatsizlik ve Gezi
11
Komünü. Gezi Komünü bölümünde geçen sene ‘ Gezi Direnişi’ ile yaşadıklarımızı videolarda izlerken aynı zamanda gün be gün yazılmış defterleri okuduğumuzda yaşananlara hem kendi anılarımız doğrultusunda bakma şansımız oluyor hem de yaşananları sorgulama fırsatı buluyoruz. 1 sene içinde ne değişti? Ya da bir şey değişti mi? Tüm dünyada giderek artan çevresel, ekonomik, politik sorunlarla devletlerin ve siyasi liderlerin halklara karşı sert ve otoriter tutumu toplumları harekete geçirerek yerel kitlesel hareketlere dönüşüyor. İnsanlar, yapılanlara karşı yaşananları göstermek için birleşerek tepkilerini
ortaya koyuyor. Eylemle, aslında insanların kendilerini ifade etmesinde bir araç niteliği görüyor. İtaatsizlik Arşivi, bunu ‘yaşanan’ örnekleriyle gözler önüne seriyor. Sergiye gidip bu örnekleri görerek düşünmek ve bunlar üzerinde tartışmak gerekiyor. Çünkü yaşananları bu şekilde görmeden, onlar hakkında düşünmeden ve tartışmadan, sadece uzaktan bakarak var olan sorunların çözülemeyeceğini biliyoruz. Türkiye’nin hem siyasi hem kültürel tarihini etkileyen Gezi Direnişi’ni, geçen sene neler olduğunu ve 1 senede nelerin değiştiğini ya da aynı kaldığını lütfen düşünün. Bulunduğu coğrafyanın yapısına göre şekillenen arşivi 15 Haziran’a kadar Salt Beyoğlu’nda görebilirsiniz.
Şimdi Reklamlar “…İnsan dediğin aslında sadece yaşamak istiyor.” Demet Açıkgöz
Açıkçası insan anımsamak istemiyor. İnsan polis şiddetini, devlet baskısını, canının yanmasını, kardeşini kaybetmeyi anımsamak istemiyor… İnsan tüm mutsuz edici duyguları bi’ köşede bırakıp, mutluluğa sarılmak istiyor. İnsan dediğin aslında sadece
yaşamak istiyor. Gezinin yıl dönümünde “Şimdi Reklam” başlığı altında; Gezi için yapılmış animasyonları izleyelim dedik. Onlardan bahsedelim, dış basında nasıl göründüğümüzü anımsayalım, bir de unutturmayalım dedik. O zaman sizi buradan alalım…
13
afalladım. O zaman çok daha farklı bir gözle izledim. http://youtu.be/YS_N5lkR4fU Tayvan’dan Türkiye Direniş süresince dünyanın birçok yerinden gelen destek mesajlarıyla birlikte, yabancı basından gelen bu animasyonlar aslında Türkiye’nin nasıl göründüğünü gözler önüne sermekteydi. Bir süre sonra; “bu da mı oldu?!” diye vediğimiz tepkilerin yerini “geçen de bunu demiş…” alınca durumun vehametini kaybetmiştik. Gezi biraz bunu anımsattı, biraz da bizim bile göremediğimiz korkunç durumları yüzümüze vurdu. Bu da Tayvan’dan, bizi bize anlatmışlar. Sağ olsunlar. http://youtu.be/2IhLfo789ds
Tornist Gezi Parkı’nın ödüllü animasyon filmi “Tornist” bağımsızlığını elinden kaptırmış televizyonların, haber kanallarının. Birinci görevi olan “bilgi verme” amacından sapmasını anlatıyor. O gün, “Tonrist” annemin Facebook sayfasına düşmüş beni bir acele çağırdı “Gel! Gezi için ne yapmışlar…” önceden izlemiş olduğum animasyonu bilmem kaçıncı defa izlerken; “bak işte, biz internet kullanıyoruz da öğreniyoruz ama insanların haberi yok!” sözleri kulağımda çınlamıştı. Aslında bildiğim, farkında olduğum bu durumu; birinci ağızdan duyduğumda
Böyleydi böyle oldu. Şimdi izleyeceğiniz Gezi Parkı videosu da; direniş sırasında en çok paylaşılanlar arasında. Gezi Parkı direnişinin başlangıcından son sürecine kadar işlenen bu video, yine Erdoğan’ın konuşmalarından alıntılar üzerine kurulmuş. Ne de güzel olmuş! http://youtu.be/fRZlrCos510 Bu da Mısır’dan… Mısır’dan gelen ise belki de en vurucularından; Tayyip Erdoğan’ın Mısır hakkındaki konuşmasının bir kesiti üzerine yapılmış olan bu animasyon filmi; EgypTOON’un durumu özetlemesi. Ülkede yaşanan olaylara bu kadar tepkisiz kalınırken bir yandan
14
komşuları, dünya gündemini yakından takip eden ve bol bol konuşmayı ihmal etmeyenlere küçük bir hatırlatma. http://youtu.be/xDPq14mi5y4 “Başbakan in Hadi” Bu kadar gerginliğin üzerine; CAN KAZAZ ve KOFF’tan “Başbakan in Hadi” dinleyebilir ve izleyebiliriz diye düşündüm. Dinlediğimiz ilk günden itibaren dilimize dolanan ve 3-5 gün dilimizden dönmeyen Can Kazaz imzalı Başbakan in Hadi’nin üzerine
KOFF’tan mükemmel bir animasyon gelince çıldırmıştık! Kalbimizde yeri ayrı, kendileri başımızın tacı. Buyrunuz, azıcık gülümseyelim. http://vimeo.com/86082922 Artı +1 Mühim bir sayıya gelmiş, Üniverzete’yi yeşile boyamışken böyle şeylerin olmasından dolayı kendi adıma büyük utanç duyuyorum. Ellerimizle yarattığımız ve aslında vasıfsız insanların, 2014 yılında kendilerini Türkiye’nin aydın kesmi olarak tanıtırken yaptıkları Homofobik davranış kabul edilemez! Saçma insanlar, saçma bi’ programda o kadar boş kalmışlar ki; bir insanın mahremiyle dalga geçebilecek duruma kadar gelmişler. Siz tam olarak kimsiniz ki; bi’ başkasının tercihiyle dalga geçme hakkını kendinizde buluyorsunuz. Yahut birine hakaret ederek eğleniyor, bir de buna “telefon şakası” diyorsunuz. Siz kimsiniz ki; komediyi bu kadar sığılaştırıyorsunuz. Hiçbir şey ol(a)mayan, 7sn videolarla Sosyal Medya ürünü, pardon ünlüsü olmuş ve oradan oraya sürüklenen insanların bu tavırlarını hiçbir şekilde anlamlandıramayacağım! Kendinizi ve cinsel hayatlarınızı vine malzemesi yapıp istediğiniz gibi üzerinizden reklam yapabilir, kendize iş bağlayabilirsiniz. Rica ediyoruz, temiz insanlardan uzak durun. http: //www.cezmikalorifer.com/ video/izle.php?id=718740
15
16
Saatin etrafında iki kez:
Le Mans 24 Saat! Yılın yine “o” zamanı geldi çattı: Le Mans 24 Saat Berkem Ceylan
17
Motorsporları dünyasının en eski yarışlarından Le Mans 24 Saat bu yıl 14-15 Haziran tarihlerinde koşulacak. 3 yıldır Dünya Dayanıklılık Şampiyonası takvimi kapsamında koşulan yarışta, heyecan fırtınası yaşanması bekleniyor. 2000’den beri Le Mans 24 Saati domine eden, 14 senede toplam 12 galibiyeti bulunan Audi, bu yıl iki önemli rakibe karşı koymak durumunda. Le Mans 24’ü en fazla kazanmış marka unvanını elinde bulunduran Porsche, 15 yıllık bir aranın ardından pistlere yeniden döndü. 3 senedir Audi’yi her pistte
zorlayan Toyota yine Le Mans 24’ün önemli aktörlerinden olacak. Dünya Dayanıklılık Şampiyonası’nın star pilotları dışında, farklı dünyalardan tanıdığımız eski futbolcu Fabian Barthez, ünlü aktör Patrick Dempsey de yarışa katılan isimler arasında. Le Mans 24 Saat, 14 Haziran Cumartesi günü yerel saat ile 15:00’da başlayıp, ertesi gün 15:00’da sona erecek. Bir aracı, kesintisiz üç pilotun paylaşacağı yarış Eurosport Türkiye ekranlarından kesintisiz canlı yayınlanacak.
18
Tarih Kokan Semt,
Samatya Özüm Canbeldek
19
İstanbul’un her semti, her köşesi ayrı tarih kokar, neresine giderseniz gidin geçmişin izlerine rastlarsınız. Belki bu şehri tüm zorluklarına rağmen bu kadar büyülü yapan da bu eşsiz tarihi büyüsüdür. Her semtinde mutlaka geçmişten kalan bir iz bulursunuz. İşte bu semtlerden birisi de Samatya... Aslında daha önce gitmemiş olsanız bile şüphesiz ki birçoğumuz Samatya’yı dizilerden ve filmlerden duymuşuzdur. Bu şirin semt birçok diziye ve filme ev sahipliği yaptı. Bunlardan birisi de hatırlayacağınız üzere Şener Şen ve Türkan Şoray’ın oynadığı, hafızalara kazınan İkinci Bahar dizisi. İkinci Bahar’ın yanı sıra Gönül Yarası ve Üç Maymun
filmleri de Samatya’da geçen yapımlardan. Dizi ve filmlere ev sahipliği yapan bu şirin semtin her köşesinde ayrı bir tarihi ize şahit oluyorsunuz. Samatya özellikle gayrimüslimlerin yoğun olarak yaşadığı, balık restoranlarıylla ünlü bir semt. Son zamanlarda iç göçlerden dolayı nüfus değişimleri olsa da hala gayrimüslüm nüfusu azımsanmayacak sayıda. Samatya, adını Yunanca kumlu anlamına gelen Psamatyon sözcüğünden almış. Geçmişte Rumlara ev sahipiği yapan bu semtte Hristos Analipsis ve Ayios Menas Rum kiliseleri gibi birçok kilise ve patrikhane bulunuyor. Bu kiliselere dışarıdan misafir kabul ediliyor ve gerçekten ziyaret edilmesi gereken tarihi
20
yerler. Samatya’nın ünlü ve küçük bir meydanı var, bu meydanda yan yana sıralanmış içlerinde Ali Haydar’ın da bulunduğu birçok balıkçı restaurantı var. Restoranlarda çalışanlar ise çok güleryüzlüler. Yaptığımız gezi sırasında nerelere gidebileceğimizi ve neler yememiz gerektiğini sorduk, büyük bir ilgiyle bize yardımcı oldular. Oturduğumuz restorantta Samatya’nın meşhur midye tavasını yedik ve gerçekten çok memnun kaldık. Oradan çıktıktan sonra tarihi bir eser olan Yedikule Zindanlarına gittik. Yedikule, aslında adı gibi bir zindan oluşturmak amacı ile değil, Bizans’a misafir gelen kralları ve yabancı sarayların
mensuplarını ihtişamlı bir şekilde karşılamak için yapılmış. Türk Tarih Kurumu’nun yaptığı araştırmalara ve elde edilen tarihi verilere göre, başlıkta belirtilen Altın Kapı’yı bir zafer takı olarak dönemin Bizans İmparatoru Theodosius inşaa ettirmiş. Theodosius’tan sonra tahta geçen oğlu da dört tane yüksek gözlem kulesinden oluşan bir kaleyi kapı ile birleştirmiş.Yedikule, gerçekten herkesin görmesi gereken büyülü bir yapı. Kısacası Samatya hem tarihiyle hem de yemek kültürüyle kesinlikle gezilmesi gereken bir semt. Gitmişken Yedikule’yi ziyaret etmeyi ve bol bol fotoğraf çekmeyi unutmayın.
21
e t e z r e v i n ü Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete