/64
e t e z r ive
端n
zete
Sayı: 64 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri Ali Berhan Memişoğlu, Oğuzhan Karakaş, İrem Topçuoğlu Yazılar Ela Özer, Emrecan Kaya, Melis Us Arka Kapak:
DEJAVU
Demet Açıkgöz
VAR’IZ!
İllüstrasyon: Mert Tanır Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
ŞİMDİ REKLAMLAR
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
“UNDERRATED” FİLMİN TANIMI
BİR BAĞIMLININ İTİRAFLARI: CUPCAKE DOSYASI
/
v i 端n
e t e z er
4
Dejavu Ben bu anı daha önce yaşamıştım galiba! Emrecan Kaya
Bir İngilize kendi ütopyasını yaratma şansını tanıdığımızı varsayalım. Kel bir Bolton’lu olsun üstelik.Dünya bir toz bulutu olduğunu anlatsın, Freddie Mercury hala yaşıyor olsun, House hiç bitmemiş, Kenny Dalglish futbola geri dönmüş olsun. Ne var ki, tüm bunlara rağmen bizim kel Bolton’lu asabının bozulmaması adına, sıradan hayatına devam edip, tüm saydığım güzel şeylere tercih edecektir, İngiliz Milli takımının yokluğunu. 1966 yılından sonra tüm büyük turnuvalar’a Kabataş’tan binip, Fındıklı’dan inen İngilizler acaba ne zaman gerçek bir Milli takım olabilecekler bilinmez ama değişimin kapıda olduğunu göremeyecek kadar egolarına yeik düşmekten yoruldularsa, başka. Pek çok teori atabiliriz İngilizlerin başarısızlıkları ile ilgili ama bunlardan en üstünde durmamız gerekeni, İnglizlerin artık bir oyun
karakterinden söz edilip edilemeyeceği ve bu hastalığın ne boyutta olduğu. Örneklerle gidelim, Hollanda’lılar ve Brezilya’lılar futbolu “güzel oyun” olarak görürler. Onlar için estetik ve yaratıcılık, karlı bir günde arabanızdan eksik etmediğiniz özel dişli lastikler kadar gereklidir. Yaratıcılığın en büyük düşmanı kendinden şüphedir der, Sylvia Plath. O nedenler, bu iki ekolun oyuncuları kendilerine güvenlerini ve takım arkadaşlarına olan güvenlerini son derece yüksek tutar, oyunu daha güzel oynamak için kendisinin motive eder. 1974 Hollandası ve 1970 Brezilyası’nın hikayeleri onları hiç izleyememiş bile olsak dillerimizde. Lakers’ın ve Chiacago Bulls’un koçu Phil Jackson’ın son kitabı “ 11 Rings” de , oyuncunun karakterinin oyununa etki ettiği taktirde ancak gerçek potansiyelin
5
ulaşılabileceğinden bahseder. Son derece doğru bir tespit, zaten insan yönetimi denilince basketbolda ilk akla gelen isim Jackson. İngilizlerin futbol anlamında artık sahaya bir üslup koymasının zamanı geldi de geçiyor. Üstelik Sterling, Barkley, Struddige, Shaw gibi pek çok yetenekli oyuncuları yakalamışken, bu sorunun artık sorun olmaktan çok, bir hatıra olarak tarihe karışması gerekiyor. Kolay mı ? Hiç değil. Sorun İngilizlerin futbol konusunda liglerine çok fazla güvenmesinden kaynaklanıyor da olabilir. Kabul, dünyanın en rekabetçi ligidir, İngiltere Ligi. Ne var ki, bu rekabetçiliği dolayısıyla son derece çetin şartlarda mücadele eder sporcular. Gerekirse Şampiyolar Ligi maçına tercih edilir, Bolton maçı. Lig Kupası çok öenmli değildir ama FA Cup hayatidir, sezon kurtarır. Rezalet bir albümü çıkan tek güzel şarkı
kurtarır bazen, derbiler de o derece önemlidir. Uzar gider, kısaca oyuncular Milli Takımı düşünmek yerine, birazcık daha tatil yapmak isterler. Doğaldır ama İngiliz basını olaya böyle yaklaşmaz. Yerin dibine sokar. Can yakar, kazandığın parayı burnundan getirir. Tanıyı koymak için sanırım Dr. Gregory House’u ziyaret etmemiz gerekecek ama kendisi hastalarla birebir görüşmeyi sevmiyor, biliyorsunuz. O nedenler İngiliz futbol otoriteleri tek başlarına bir çıkış planı yapmaları gerekiyor. Tıpkı bisiklette ve olipiyat sonrası yatırım yaptıkları diğer sporlarda olduğu gibi, akılcı ve ucu bilmsel verilere dayana projeleriyle belki İngilizleri bir kupayla beraber görebiliriz. O zamana kadar, karnımız ağrıyana kadar dalga geçmek, sanırım en büyük hakkımız olacak. Ne var ki, İngilizleri güldürmek hiç de kolay değil.
6
7
Var’ız! Ela Özer
Mücadelem 16 yaşında başladı. Savunmasız ve bir o kadar da vahşiydim. Giymek istediğim renk pembeydi ama bana dayatılan maviydi. Maviyi istemememin ötesinde ruhum deli gibi çıldırıyordu. Maninin en dibini yaşıyordum. Bu bir survivor’dı. Ya ölecektim ya da ormanın vahşi doğasında yaşam savaşı verecektim. Tabii ki yaşamayı seçtim. Çok bedeller ödedim. Çok gözyaşı döktüm. Yeri geldi içime akıttım. Hayattan intikamımı alacaktım. Şimdi ise olmak istediğim kimliğe büründüm. Ela. Biz Var’ız! Bizi kimse durduramadı ve durduramayacakta. Kokuşmuş algı zihniyetinden daha farklı düşündüğümüz için her gün nefret cinayetlerine kurban
gidiyorsak burada ki hata ‘’diğer taraf”tır. Rezil bir hayatın içinde ikiyüzlü insanların arasında yaşama savaşı vermek belki de en zoru. Belki de en zoru transeksüel kadın olmak. Çünkü kadınsın ve üstüne transsın. Toplumun belirlemiş olduğu kadın kalıplarına uyman gerekiyor. Asla! Marjinallik sonuna kadar! Bir gün gelecek dünyayı biz yöneteceğiz! Dönmeler! İbneler! Her yerdeyiz! Çılgınca savaşacağız bizi ötekileştirenlere karşı. Unutmayın biz her yerdeyiz. mecliste, okulda, sokakta, iş yerlerinde! LGBTİ Pride’a hepinizi bekleriz. 29 Haziran saat 17:00’de... Bu coşkulu ve bir o kadar enerjisi yüksek alana gelmek isterseniz kapımız açık.
8
Şimdi Reklamlar Ne güzel reklamsın sen, canını sevdiğim / Demet Açıkgöz
Sektöre adım atanın, yanından geçenin, kokusunu alanın istediği bir şey varsa o da; başarısının taçlandırılması, eve küçük bir aslancıkla dönmek istemesidir. Bu kadar kaliteli işin olduğu günler içinde size kötü iş göstermek günah olur. “When love is born a friend dies.” En yakın arkadaşının sevgili bulması ne demek bilir misin, sana zaman ayır(a)mamaya başlar, bir süre sonra
ise sabahlara kadar konuştuğun arkadaşın artık seni hiç aramıyordur. Kime söylüyorum bilirsin tabi, her ölümlü bunu tadacak sonuçta ama reklam yapmayı düşünemedik. Prolam Y&R, Santiago, Chile ‘den çıkan iş, sevgili bulunca kaybolan ve biten arkadaşlıkların üzerine kurulmuş. (Cannes Lion 2014) “Her şey müzikle güzel, öyleyse..” Film dalında Altın Aslan alan Radyo
9
kanalı Radio Euskadi; hem müzik hem de haber suan bir radio. Her şeyin müzikle güzel olduğunu vurguladıkları filmler de Başkan Obama ve Teknik Direktör José Mourinho ‘yu görüyoruz. Gerçekten çok başarılı bir şekilde düzenlenmiş olan bu işler alkışı hakediyor. Obama: http://bcove.me/0hso3ugo Mourinho: http://bcove.me/babai1eo Cannes Lions Festivali’nde Film
kategorisinde kısa listeye kalan yüzlerce film arasından Unruly tarafından hazırlanan liste sizlere en çok izlenen 10 filmden bahsediyor. Biz 10 filmi de uzun uzun anlatmayacağız ama zaten daha önceki yazılarımızda da bahsettiğimiz ilk 4’ü sizle paylaşacağız. Normalde ilk 3 önemlidir ama 4. Sırada bizim çok sevdiğimiz bir iş olan First Kiss var, ona gelene kadar neler olduğuna bakalım. 1. Volvo Trucks “the epic split feat. van damme” – Forsman & Bodenfors (73.402.291 izlenme) Volvo reklamına karşı topraklarımızdan
10
çıkmış Vodafone Esnek tarife reklamları karşımızda. İzlerken gülümsediğiniz “vay bee, iyiymiş” dediğiniz reklamın ödüllü Volvo reklamının aynısı olduğunu görünce “aman işte zaten bizimkiler hiç yaratıcı olmasın” diyeceğinizin farkındayız. Komik mi komik, ama esinlenme değil çalma olmuş, üzüldük. Volvo: http://youtu.be/M7FIvfx5J10 Vodafone: http://youtu.be/phJli_yg79o
2. MGM and Sony Pictures “telekinetic coffee shop surprise” – Thinkmodo (57,491,547 İzlenme) Kaçıncı sayımız olduğunu anımsayamıyorum ama telekinetic coffee shop surprise film tanıtımını size izlettiğimizi anımsıyoruz. O sayı aldığımız olumlu aldığımız tepkileri de. Cannes Lions demişken 2. Sırayı kendilerine bırakıyoruz. Mükemmel tasarlanmış iş, heyecanlı bakışlar ve tarara ram! Reklamlar… http://youtu.be/VlOxlSOr3_M 3. 20th Century Fox Film: Devil’s Due “devil baby attack” – Thinkmodo NY (47,875,256 izlenme) Sokakta yalnız başına duran bir bebek arabası ve ağlayan bir bebek sesi, vicdanınızın sesini dinleyin, o yavrucak nasıl da korkmuştur, yahut belki açtır, belki de sadece sizi korkutmak isteyen bir kamera şakasıdır. Devil’s Due için yapılmış film tanıtımı sokakları baya bir karıştırmış. Ve üçüncü sırayı
kapmış. http://youtu.be/PUKMUZ4tlJg 4. Wren Clothing “first kiss” – Tatia Plleva (84,498,941 izlenme) Özür dileriz, başta spoiler verdik ama ilk 4’ü yayınlamamızın sebebi tam olarak da “First Kiss” içindi. Facebook duvarlarınızda çokça paylaştığınız “first kiss” vidyosu aslında Wren adlı bir kadın giyim markasının reklamıydı ve (http://wrenstudio.com) Cannes Lions’ta en çok izlenen 4. Film olarak başarısını kanıtlamış oldu. Biz kendisini zaten çok sevmiştik. http://youtu.be/IpbDHxCV29A Not: Artı 1 bölümüne geçmeden önce size bir başarı hikayesi daha… Cannes Lions’ta bir rekor kırıldı ki dudak uçuklattı. “Bir yılda en fazla ödül alma” rekorunu 130 ödül alarak rekor kıran ajans Ogilvy & Mather.
Art 1 2 binden fazla yarışmacı, 3 binden fazla iş, gözünüz mü korktu? Pornhub. com yaptığı “PornHub Creative Director Challenge” yarışmasının kazananı Türkiye’den; Nuri Gülver. Kendisi Alametifarika’da Reklam Yazarı. Bu büyük yarışmanın “büyük ödülü” ise; 12 ay boyunca Pornhub’ın uluslararası reklam kampanyasının kreatif direktörlüğünü üstlenecek olması. “All You Need is Hand” çalışmasıyla birinciliği kazanan Gülver’i tebrik ederken, çalışmasına bakıp bakıp tekrar gülümsüyoruz!
11
12
“Underrated” Filmin Tanımı Her yıl vizyona giren yüzlerce film arasında bazıları gözden kaçıp unutuluyor. Büyük gişe başarıları, ünlü kitaplardan uyarlama filmler, çok ödül almış yapımlar derken belkide çoğundan daha etkileyici filmler geri planda kalıyor. Bu akşam hangi filmi izlesem diye düşünürken bir de bu filmlere göz atın derim İrem Topçuoğlu
Whip It Whip it, aynı zamanda oyuncu kadrosunda da bulunan Drew Barrymore’un yönetmenliğini yaptığı, 2009 yapımı Shauna Cross’un kitabından uyarlama bir film. Film Austin, Texas yakınlarında bir şehirde yaşayan, annesi ve küçük kız kardeşinin güzellik yarışmalarına olan ilgisini paylaşmayan Bliss’in (Ellen Page) bayanlar roller derby ligini keşfetmesi ve takıma katılması ile yaşadıklarını anlatıyor. Kristen Wiig, Juliette Lewis , Jimmy Fallon ve daha bir çok başarılı oyuncuyla Whip It keyifle izleyebileceğiniz bir film.
Fragman: http://youtu.be/RQGPdXnb2Gg
13
14
Once
The Imaginarium of Doctor Parnassus
Başrolünde müzisyen olan Markéta Irglová ve Glen Hansard’ın olduğu Once, Dublin’de sokakta tanıştıktan sonra geçirdikleri bir haftada yaşadıkları, söyledikleri şarkıları ve ilişkilerini anlatan izleyebileceğiniz en içten ve samimi filmlerden biri. Filmin soundtrack albümünde öne çıkan parçalardan “Falling Slowly” en iyi orijinal şarkı dalında Oscar ödülü kazandı. Oldukça düşük bir bütçeyle 2006 yılında çekilen film, izleyiciye iyi bir film sunmak için illa ünlü oyunculara ya da büyük bütçelere gerek duyulmadığını bir kez daha kanıtlıyor.
Seyyar bir gösterisi olan Doktor Parnassus sihirli bir ayna sayesinde izleyicilerine hayallerindeki şeyleri gösterebiliyor. Ancak bu özel yeteneğin yanı sıra Dr. Parnassus’un bir de sırrı var. Şeytanla yaptığı bir anlaşmanın sonucu doğacak kızı ya da oğlu 16 yaşına geldiğinde onu şeytana vermek durumundadır. Kızı Valentina’nın 16 yaşına girmesine az kalmasıyla Dr. Parnassus onu kurtarmanın yollarını aramaya başlar. Heath Ledger’ın ölümünden önce çekimlerine devam ettiği film onun vefatıyla durdurulmuştu. Sonrasında senaryoda yapılan değişikliklerle Ledger’ın rolü Johnny Depp, Jude Law ve Colin Farrell’ın devam edebileceği şekilde uyarlandı ve film bu şekilde tamamlandı. Filmin kadrosunda Andrew Garfield, Lily Cole,
Soundtrack: http://goo.gl/5biwUz Fragman: http://youtu.be/I6xIF92OUos
15
Christopher Plummer ve Tom Waits de dahil. Fragman: http://youtu.be/6jU3AimFaz0
Celeste & Jesse Forever Rashida Jones ve Andy Samberg’in başrolünde oynadığı filmde boşandıktan sonra arkadaşlıklarını sürdürmeye çalışan bir çiftin yaşadıkları anlatılıyor. Konusuyla klasik romantik-komedi filmi beklentisi oluştursa da aslında o kalıpların dışında çok keyifli bir yapım. Oyuncu kadrosunda ayrıca Elijah Wood ve Emma Roberts da dahil olduğu filmin soundtrack albümü de başarılı. Fragman: http://youtu.be/BjxbVmxgY-Q
16
17
Bir Bağımlının İtirafları:
Cupcake Dosyası On yedi kilo verdikten sonra bir kızın düşeceği en büyük hata ne olabilir? / Melis US
Hayatının dört ayını neredeyse hiç tatlı yemeden geçirmiş bir kızın hayatının hatasını dinlemek ister misiniz? İstemeseniz de sanırım bu vicdan azabına daha fazla dayanamayıp, acılarımı şuraya kusacağım. Bundan tam bir buçuk ay önce bir cumartesi günü, İstiklal’de yağmurlu bir havada yürüyor, yürüyor ve yürüyordum… Halep Pasajı mı Haznedar Pasajı mı şimdi ismi bile hatrımda değil –ki zaten önemli de değil. Konuma ulaşıp sözde “anneni sevindir” kampayasına katılacağım. Anneler günü için bin tane indirim, sekiz yüz tane bağıran reklam… dedim ben bunlara alet olmam, olmayacağım diye ama bir yandan da gönlüm razı değil. Hediye almak konusunda dünya markası olmuşum bir kere almamam gibi bir durum ihtimal dahilinde bile değil. Bir gece önceden pusuya yattım, annemle son üç ayda yapılan bütün konuşmaları beynimde taradım ve ta daa! Cupcake atölyeleri aklıma geliverdi. Hemen açtım Biletix’i, Mutfak Sanatları Akademisi’nin bu tarz programlarını buldum. İşte size bahsettiğim o yağmurlu cumartesi gününde ise kan ter içinde kala kala pasaja gidip, bileti almışım. Kimse de kalkıp bana “Hanfeeendi n’aapıyorsunuz? Obeziteye gönül verenler derneği mi kuracaksınız ?” dememiş.
Anne hanım bayıldı tabii hedayesine… Gel zaman git zaman onun işi, benim okulu ayarladık. Geçtiğimiz hafta Çarşamba günü bir diyetin nasıl katledileceğini öğrenmek üzere çıktık Maslak’taki akademiye doğru yola. MSA(Mutfak Sanatları Akademisi) tontiş mi tontiş bir evcikten oluşuyor. Bu küçük ev ise Maslak’taki büyük plazalardan Beybi Giz Plaza’nın bahçesinde yer alıyor. Yanında birkaç tatlı kafe tarzı mekan da var. EAT tarzı konsepte sahip bu mekanlardan birinin adı da Selfie, Akademi’de aç kalmayı başarabilirseniz(!) girip yemek tabii ki serbest! MSA’ya girdiğinizde karşınıza iki upuzun koridor ve bir sürü profesyonel mutfak çıkıyor. Mutfaklar camekânların içine yapılmış ve her biri en az kırk kişiyi içine alabilecek büyüklükte. Olayın esprisi ise içinde mini mini bir sürü mutfak bulunması. Her biri aynı ekipmanlara sahip, ihtiyacınız olabilecek her şey orada bulunuyor. Herkes ikili gruplar halinde çalışıyor. Tabii biz bu sahnede artık kendi ağzımızdan anlatmaya geçelim. Girdik efendim içeriye.. “Çantaları kitliyoruz.” dediler, dedim hayatta telefonumu benden ayıramazsınız. Adeta Oprah Winfrey’im o an. Önüme önlüğü bağladım, kafamda da aşçı şapkası. Odanın en ortasına bize dersi verecek görevli
18
için bir mutfak kurulmuş, yakasına takılan mikrofonla bize adım adım anlatıyor. Ben de o an bir heyecan bir heyecan adeta tribülanstayım kadının varlığını algılayamadım. Derken mini kaplarda malzeme servisi başladı. Mutfakta görevli üç kişi ne lazımsa, oranları zaten önceden hazırlanıp, kaplara yerleştirilmiş. Kapları getirdikçe getirdiler. Biz annemle görev dağılımına girdik. O kıyamadı tabii bana tüm işi bana bırakıp bulaşık yıkamaya girişti. Dedim anne naapıyorsun olmaz böyle hadi bir sen bir ben derken 10’da başlayan etkinliği kafamı kaldırdığımda 12.45 etmiştik. Getirilen malzemeleri direktifler eşliğinde koymada bir numara yok tabii ama mutfağa ve tatlı yapımına dair bir sürü ipucu öğrendik. İlk hazırladığımız kekler, kayısılı karamelli cheesecake cupcake idi. Yarım kilo kayısıya, delirircesine labne peyniri üzerine de karamelize edilmiş karamel derken bir yandan parmakları yalıyoruz, bir yandan kalan kayısıları mideye indirip, bir yandan da karıştırma kabının dibini filan sıyırıyoruz tabii. İkinci kekimiz kiraz ve dutun
karışımdan oluşan daha hafif bir kekti. Ama orada da direnemedik kirazları lüplettik. Sonuncu kek ise keklerin sonu değil, dört aylık direncimin son noktasıydı. Yarım kilo bitter çikolata ve yarım kilo kırılmış cevizi hiç acımadan adeta Allah-kitap tanımazcasına kekin içine boca ettik. Artık kendimi yerlere atacağım, ağzımdan köpükler çıkacak diye beklerken, kekleri fırınladık sıra üst kremalarını hazırlamaya ve süslemeye geldi. Her bir çılgın kek için farklı krema hazırlattılar. Bir ara baktım 30 senedir 36 beden olan annem krema poşedini ağzına sıkıyordu. Mikrofonlu aşçı teyze bize kremaları nasıl hazırlayacağımızı bir bir gösterdikten sonra, diğer üç görevli, yaptığım bütün Avrupa seyahatlerinde aldığım pasta süsleme ürünlerinden farklı süsleri bulup, getirip, masaya dizdi. Bir de üstüne mis gibi beyaz şarabı kadehlere servis ettiler. Ben dedim tamam artık hani herhalde öldük bu görevliler aşçı şapkası takmış huriler, MSA da cennet. Süsleme seansında benim kendimi kaybettiğimi söylüyorlar. Ben
19
fenafillaha erdiğimi zaten kabul ediyorum. Bir ara aşçı teyze gelip akademiye katılmak ister misin dedi istemez miyim diyip kadına boynunu kırarcasına sarılabilirdim ama işim her şeyden önce geliyordu. Mini keklerimizi süsledik de süsledik, sertifikalarımızı aldık, tarif kağıtlarımızı sekiz kere yanımıza alıp almadığımızı kontrol ettik. Sonra sandık ki bir iki tanesini yanımıza verecekler, gerisi orada kalacak. Birden kartondan pasta kutuları geldi, görevliler yardım etti bütün kekler paketlendi. Altı paket. Altı koca paket. Verilmiş on yedi kilo. Ve sadece anne baba çocuktan oluşan bizim aile. Tansiyonum düştü. İçim kaydı. Elim
ayağım titredi. Anneme baktım o da ne olduğunu şaşırmış halde. Tanıdık tanımadık davet edelim dedik. Allah’ım herkesin işi çıktı. Havanın sıcaklığı da cabası. Dedim 6 paket cupcake. Normalde satış fiyatı bir tanesinin en az sekiz lira. O an kafamdan şirket kurma planları geçiyor, o noktadayım. Eve bir geldik ki altı paketten kırk bir cupcake bize gülümsüyor. Sonrası bana hep zulüm, hem zindan tabii sayın seyirciler.. Önce adeta bir Fırat’a dönüşerek yenir ki bu dediğim cupcakelere iki gün sonra adeta saldırdım. Pişman değilim diyemem, yalan olur… Bir daha bir hanım arkadaşımın kınasından önceki gün filan olmadığı sürece o akademiye adımımı atmam. Şaka yapıyorum. Şimdiden Ağustos programlarına sulandım. – Temmuz’da akademi tatil oluyor imiş. Meraklısına denemedik henüz tabii ama.. Uzak Doğu Mutfağından, Hamburger atölyesine, çikolata yapımından, Parizyen tatlılara ne ararsanız var. Obeziteye gönül vermek istiyorsanız, durmayın koşun derim. Her anına değecek tatlı mı tatlı bir tecrübeydi bizimkisi, akademi personali de hiç sıkmadı, germedi. Son derece keyif aldık. Kaç kiloyu geri aldım merak ediyorsanız tartıda bir kilo kadar oynadık. Ama o oynama da nasılsa bir kilo vererek oldu. Bünyem bile kendini şaşırdı bu durum karşısında. Ama bir daha kına yoksa akademi hakkaten riskli diyorum. Bu da kulaklara küpe olsun. Bu sabah bozulduğu için attığımız sekiz cupcake’in yasını tutuyorum, toprakları bol olsun diyerekten sizlere kenarlarında krema kalmış dudaklarla öpücükler gönderiyorum…
ün
e t e z r ive
zete Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)