/13
ün
e t e z r ive : Sın lar için
ırsız m
dıran r a y a nd _Telefo nbul masalı ta rı _Bir İs n’un çocukla ullivan so ’S _Fergu ket: Ronnie O erkeği n oc yatımı _The r a h u b an _Kim l
ernet obil int
paketi
Sayı: 13 / 2013 Genel Yayin Yönetmenleri Can Olguner Berkem Ceylan
Telefondan yardıranlar �ç�n: SINIRSIZ MOBİL İNTERNET PAKETİ
THE ROCKET: RONNIE O’SULLIVAN
YEDİKLERİNİZİN SAĞLIĞINDAN ŞÜPHE EDİYOR MUSUNUZ?
AKLINIZI OYNATACAK FİLMLERİYLE ALMADOVAR
Yayın Koordinatörü Özge Yılancı Yazı İşleri Simge Gürkan Tuna Ateş Yazarlar Bercan Aktaş, Ebru Kentoğlu Emrecan Kaya Gökberk Ertunç Günseli Naz Ferel, İrem Koca Teşekkür
BİR İSTANBUL MASALI
Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
FERGUSON’UN ÇOCUKLARI
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır.
/ifbilgi
@ifbilgi
KİM LAN NU HAYATIMIN ERKEĞİ?
KAMPÜS MODASI
Telefondan yardıranlar için:
SINIRSIZ MOBİL İNTERNET PAKETİ
4
B
HIZLARI HER NE KADAR ‘‘ESKİ DIAL UP’’ İNTERNET HIZIYLA YARIŞSA DA KOTA AŞMA KORKUSU OLMADAN İNTERNETTE DOLAŞMAK MÜMKÜN Gökberk Ertunç
u akıllı telefon çağında mobil internet de artık gündemimize girdi. İlk duyurulduğunda “görüntülü konuşma” denilerek pazarlanan 3G’nin aslında bununla bir ilgisi olmadığını öğrendik artık. Meselenin aslında internet olduğunu anladık. Peki kota derdi olmadan hangi operatörlerde hangi internet paketlerini seçebiliriz acaba? Mobil internet, çoğu kişi için kotalı internetle aynı anlamı taşıyor. Bir video izlemek için bile düşünüp durmak elbette kötü. Pek bilinmeyen şeyse mobil internet paketlerinin de sınırsızları var. Evet, eski dial up internet hızıyla yarışacak yavaşlıkta ama kota aşma korkusu olmadan internette dolaşabiliyorsunuz. Türkiye’de bu sınırsız tarifeler ilk defa Vodafone tarafından “8 liraya 96 kbps’lik efsane cepnet” tarifesiyle 2009’da var olmaya başladı. Her ne kadar bu tarifeleri Türkiye’ye getiren operatör kendisi olsa da, günümüzde bu hizmeti sunmayan tek operatör olarak başarılarına devam etmemeye karar verdi. Güncel tarifeler ise maalesef daha pahalı. 10 yıl öncesi internet hızı ile günümüzün megabaytları aşan internet sayfalarını açmaya çalışmak insanın boş metrobüs beklerken olduğu gibi son kalan yaşam hevesini de elinden çekip alıyor. Hiç yoktan iyi olan bu internet tarifeleri sonunda tüm operatörlerde yaygınlaştı. Forumlarda bu kanser edici hızı aşabilmek için telefonu edge moduna geçirmekten, mobilvizyon paketi almaya çeşitli yöntemler bulundu fakat artık bu yöntemlerin çoğu işe yaramıyor. Üç operatörden Turkcell’de 96 kbps hızındaki internet 25 TL, Avea’da 96 kbps hızındaki internet 22 TL, Vodafone’da ise güncel bir aylık sınırsız internet tarifesi yok. Bu gibi hızlarla video izlemek pek mümkün olmasa da yeni taşınanlar ve cep telefonunda her zaman internet isteyen homo sapience telefonicus’un ihtiyaçlarını karşılamaya hazır. n
Bir İstanbul Masalı Bercan AKTAŞ
6
İ
stanbul’da Maltepe sahilindeyim. Kadıköy’e gitmek için kullanılan o uzun sahil yolu…
Denizi kapatmışlar. Ciddiyim. Denizin üstüne beton dökmüşler. Daha “Ankara’ya deniz getireceğiz” geyiği tükenmeden; İstanbul denizine karayı getirmişler! Eğlence merkezi, alış veriş yeri, park alanı filan yapacaklarmış. Yer yok, ne yapsınlar? Kapat denizi gitsin! *** Bir rivayete göre de yetkili ağabeylerimiz BeşiktaşKadıköy vapuruna atlamışlar. Çeyrek geçe-çeyrek kala seferlerinde bir Kadıköy’e gitmişler, bir Beşiktaş’a. Denizden karşıya geçerken Manhattın görmüş gözleri. Şöyle gökdelenler, rezidanslar, AVM’ler, finans merkezleri, lüks oteller sarsın! Ne o Haydarpaşa Garı? Türkiye tarihinin sosyolojik değişiminin aynası olmaktan başka anlamı olmayan harabe! Beşiktaş sahilinde ne işi var vatandaşın? Bırakın oteller işlesin. Taksim’de de yollar aşağı insin; ağaçlar kesilsin; bir konup üç alınsın; sermaye kazansın! Bir de Topçu Kışlası dikilince tarihimize de sahip çıkmış oluruz.
Kim takar orada yaşayan yurttaşın fikrini? Bir de üçüncü köprü var. İki tanesi yetmiyormuş; trafik varmış. Bunun çözümü de bir tane daha köprüden geçiyor. Gene geç kalınırsa ihaleye, bir tane daha dikiliverir, ne olacak? Kime ne su havzalarından, ormanlardan, tarım alanlarından? *** Bırakalım; taşı toprağı altın olmasın İstanbul’un. Sonra sapıtan; monopoly oynar gibi “Şuraya otel dikecem!” diye tutturan para babaları çıkıyor. Oynamasını bilmiyorsan oynama kardeşim! İstanbul masalı şu sıralar mutlu gitmiyor. Doğayı ve insanı sömüren haramiler basmış köşe başlarını… Ne güzel demiş Vedat Türkali, İstanbul şiirinde: “Almış dizginleri ellerine / Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası / Onların kemik yalayan dostları” Anlaşılan rant, bu ülkenin çimentosu oluyor. O çimentoyla olsa olsa beton kafalarını koruyacak insanlar işte o haramiler. “İnşaat ya Resulullah” diye nara atan, ağaçların kesilmesinde sorumluluğu olan katilleredir lafım. n
YEDİKLERİNİZİN SAĞLIĞINDAN ŞÜPHE EDİYOR MUSUNUZ?
8
N
SON GÜNLERDE KAFAMIZI EN ÇOK KARIŞTIRAN KONULARDAN BİRİ ŞÜPHESİZ BESLENMEMİZ. YEDİKLERİNİZİN SAĞLIĞINDAN ŞÜPHE EDİYORSANIZ NE MUTLU SİZE! BU ŞÜPHEYİ HAREKETE GEÇİRDİK VE SAĞLIKLI BESLENMENİN, SAĞLIKLI ÜRÜNLERE ERİŞMENİN ALTERNATİF YOLLARINI ARAŞTIRDIK Günseli Naz FEREL
eden Şüphe Etmeliyiz? Mahallemizin tanıdık manavından, kasabından ya da marketinden alışveriş yaparken şüphe etmeliyiz. Hatta herhangi bir semt pazarına bile gittiğimizde bu şüpheyi korumalıyız. Şehir hayatında doğadan öylesine uzaklaşıyoruz ki doğal bir meyvenin tadını, görüntüsünü gerçekten bilemiyoruz. Biz doğru tadından emin olamazken, yediğimiz meyvenin içerisindeki kimyasalları ise hiç fark edemeyebiliriz. Oradan buradan duyduklarımızla her ne kadar bilgilendiğimizi sansak da aslında yapmamız gereken sıkı bir araştırma ile yediklerimiz hakkında bilgilenmek, sonrasında ise doğru ürünleri, doğru üreticilerden almak. İşte tam bu noktada aslında elimizde bir sürü fırsat ve kolaylık var.
Organik Ürün Pazarları Türkiye’nin birçok noktasında, yerel, mevsimlik ve organik ürünlerin satıldığı pazarlar bulunuyor. Bu pazarların yönetim ve kontrolü belediyelere ait ancak Türkiye’deki birçok pazarda ve İstanbul’daki tüm pazarlarda belediyeler sivil toplum örgütlerinin desteğini alıyorlar. Şişli, Kartal, Beylikdüzü ve Bakırköy %100 Ekolojik Pazarları İstanbul’da olup da güvenilir olduğuna inandığım dört pazar Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği ile belediyelerin işbirliği halinde her hafta kurduğu %100 Ekolojik Pazarlar. Bu pazarların güvenilir olduğunu düşünmemin sebebi ise ilk amaçlarının yerel ve küçük çaplı üreticilere öncelik göstererek onların günümüz tarım sektöründe üretimlerini sürdürebilmelerini sağlamaları. %100 Ekolojik Pazarların hiçbirine Tarım Bakanlığı onaylı organik ürün sertifikası almamış ürünler giremiyor. Bu pazarların bir başka güzel yanı da üreticilerle tüketiciler arasındaki birebir ilişkiden doğan güven. İşte bu güven sertifikanın önüne
9
geçtiği için pazarlar çok daha keyifli, samimi ve renkli oluyor. Yüzde 100 Ekolojik Pazarlarda sadece taze sebze ve meyveler değil, bunlardan yapılmış gözlemeler, börekler daha nicesi ziyaretçilere sunulmakta. Bununla birlikte her türlü bakliyattan makarnaya kadar birçok ambalajlı organik ürün de bulabilirsiniz. Ayrıca, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği pazarlarda Kıyafet Takası, EkolojiKitap Günleri, Gerçek Temizlik Atölyeleri gibi birçok farklı etkinlik de düzenliyor. Yüzde 100 Ekolojik Pazarlarda yapılan etkinlikler ve yenilikler için http://ekolojikpazar.org/ sitesini takip etmenizi öneririm. Kadıköy, Maltepe, Zeytinburnu ve Eyüp - Kemerburgaz Organik Halk Pazarları Yüzde 100 Ekolojik Pazarlardan ayrı olarak
İstanbul’da düzenlenen beş farklı organik pazar daha bulunmakta. Belediyelerin Ekolojik Üreticiler Derneği ile ortaklaşa kurduğu bu pazarların temel amacı üretici ile tüketicileri birebir iletişim halinde tutmak ve insanların organik, sağlıklı ürünler ile olan ilişkisini arttırmak, tüketici bilincinin ve pazar kültürünün genişlemesini sağlamak. 2010 yılında pazarların kurulmasını başlatan Ekolojik Üreticiler Derneği, faaliyetlerine tüm hızıyla devam ediyor. Derneğin etkinlikleri ve pazar yerleri hakkında daha detaylı bilgi için http://ekolojikureticiler.org/ sitesini takip edebilirsiniz. İzmir - Seferihisar %100 Ekolojik Pazarı Bu yıl 15 Haziran’da ilk defa kurulmaya başlanacak olan Seferihisar %100 Ekolojik Pazarı yine Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin belediye ile olan işbirliği
10
sonucunda yaratılan bir pazar. Özellikle İzmir ve çevresinden gelecek olan üreticilere öncelik verilen pazarın amacı görüşüldüğü üzere yerel ve küçük çaplı tarımı desteklemek. Konya Meram %100 Ekolojik Pazarı 2011’de kurulmaya başlanmış olan Konya’nın Meram ilçesindeki %100 Ekolojik Pazar tüm hızıyla tüketicilerle buluşmaya devam ediyor. Belediyenin desteği ve halkın ilgisini kazanan pazar sadece haftada bir gün kurulan bir yer olmaktan çıkıp, pazar alanı içerisine yapılan dükkanlar ile haftanın her günü organik ürün satışının sağlandığı bir alan haline geldi. Ankara Çankaya Belediyesi Ayrancı Organik Pazarı Özellikle Ankara ve çevresinde üretilen organik ürünlerin satıldığı Ayrancı Organik Pazarı bu yıl beşinci senesini tamamladı ve bir yandan tezgahlarını diğer yandan vatandaşların ilgisini
arttırmaya devam ediyor. Şu anda bünyesinde 46 üretici, 141 tezgah ve 118 farklı ürün barındıran pazar Ankara’nın en önemli pazarlarından biri haline gelmiş durumda. Aynı zamanda pazarda vatandaşların bilinçlenmesi amacıyla şenlikler, kahvaltılar ve toplantılar başta olmak üzere birçok etkinlik gerçekleştiriliyor. Organik Ürün Sağlayan Çiftlikler Pazarlar tabii ki elimizdeki tek seçenek değiller. İnterneti kullanarak evimize organik/ ekolojik ürünler sipariş edebileceğimiz çiftlikler de mevcut. Bunlardan bazıları sertifikalı, bazıları ise tüketici ile arasındaki güven ilişkisini öncelikli olarak görüp sertifika almaya gerek duymayan çiftlikler. Toprak Ana - toprakana.com Birçok farklı küçük üreticiyi bir araya toplamış olan Toprak Ana oluşumu internet siteleri üzerinden istediğiniz, ürünlerine güvendiğiniz
11
Organikce, sadece tek bir web sitesiyle sınırlı kalmayıp organikkutu.com ‘un da kurucusu. Bu web sitesinin özelliği ise size yollanacak olan ürünlerin önceden kategorilere ve paketlere ayrılmış olması. Örneğin, meyve kutusu sipariş ettiğinizde elinizde o mevsimin meyveleriyle dolu karışık bir kutu geliyor ve her hafta size gönderilecek olan kutunun içinde neler olacağı web sitesinde güncelleniyor. Organikkutu.com’un bir başka önemli özelliği ise tek alışverişte en az altı Organikce - organikce.com & haftalık abonelik gerçekleştiriyorsunuz ve size organikkutu.com Farklı ürünleri farklı bölgelerde üreten serti- bu süre boyunca her hafta düzenli olarak paket fikalı üreticilerin ürünlerini uygun fiyata kargo gönderiliyor. Bu aboneliğin amacı ise ürünleile evlere yollayan organikce.com her hafta rin en ekonomik ve bol şekilde tüketicilere düzenli olarak ürünlerini güncellemekte ve sunulabilmesi. mevsimlik organik ürünler satmakta. Bununla İpek Hanım Çiftliği - ipekhanim.com beraber çeşitli temizlik ürünleri ve bakım Yukarıda bahsettiğim, sertifika almaya gerek ürünleri de sitenin sağladığı ürünler arasında.
üreticilerle iletişime geçmenizi ve evinize sipariş vermenizi sağlıyor. www. toprakana.com üzerinden siteye bağlı olan çiftliklerin ürünlerini, sertifikalarını ve bulundukları coğrafyaları incelebiliyorsunuz, en güzel yanı ise üretici ile direkt olarak iletişim kurabilmeniz. Ayrıca sitenin yorumlar bölümünde daha önce sipariş vermiş kişilerin yorumlarını, önerilerini okuyabilirsiniz.
12
duymamış, ‘’ninelerimizin, dedelerimizin usulünde tarım’’ yaptığını söyleyen ve çiftliğini her türlü ziyaretçisine açık tutan İpek Hanım Çiftliği sakinleri, tüketiciler ile aralarında ürünlerinin kalitesi ve doğallığı üzerinden bir güven ilişkisi oluşturmuş durumda. Sistemleri ise yine internet üzerinden alınan siparişlerin kargo ile gönderiminden oluşuyor. Çiftlik Aydın, Nazilli’de yer alıyor, yolu düşenleri ise keyifle ağırlayacaklarını söylüyorlar. İpek Hanım Çiftliği’nin mail sistemini çok iyi kullandığını söyleyebiliriz. Her hafta yolladıkları bilgilendirme, ürün katalogu ve önerilen ürünlerin bir listesini içeren mailler aslında çiftliğin kurucusu Pınar Kaftancıoğlu’nun müşterileriyle bir sohbet etme yöntemi. Çiftlik ile alakalı olarak aklıma düşen şüphe ise nasıl bu kadar çeşitli ve bol ürünü tek bir çiftlikten sağlıyor oldukları. Yazının geri kalanında önerdiğim tüm çiftlikler başka organik üreticiler ile bağlantı içerisinde ürün sağlıyorlar ancak İpek Hanım Çiftliği hem popüler yani birçok insanın ürün sipariş ettiği bir çiftlik, hem de bunları rahatlıkla karşılayabilen bir üretici. Bu kadar bol ve doğal ürünü nasıl yetiştirdikleri ise, kendi adıma, muallakta kalmış bir konu. Araştırmadan, ekolojik/organik ürünlerin nasıl yetiştirildiği hakkında biraz bilgi sahibi olmadan alışveriş yapmayın derim ki bu aslında tüm diğer çiftlikler için de geçerli. Son Olarak, Nasıl Bilgileneceğiz? Tüm bu yollara başvurmadan önce şu an yediklerimizin nasıl ürünler olduğuna, organik
bir ürünün nasıl yetiştirildiğine ve nasıl denetlendiğine dair birçok şeyi anlayabilmek için en azından okumamız, fikir edinmemiz gerekiyor. Bunun için Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Derneği, Yeryüzü Derneği, Ekolojik Üreticiler Derneği gibi birçok dernekten yardım alabiliriz, yayınlarını okuyabiliriz. Derneklerden ve çeşitli yayınlardan bazıları: Buğday & National Geographic Türkiye’nin 101 Soruda Ekolojik Ürün Rehberi: http://www. bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=6261 l
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin yayınları ve diğer ürünleri için: http://dukkan.bugday.org/
l
l Yeşil
Gazete’yi takip etmek için: http://www. yesilgazete.org/
l Yeryüzü
Derneği’nin yayınları ve etkinlikleri için: www.yeryuzu.org
l Doğa
Derneği: http://www.dogadernegi.org/
Ekolojik Üreticiler Derneği: www.ekolojikureticiler.org
l
l Yeni
İnsan Yayınevi, Ekoloji Kitapları: http:// www.yeniinsanyayinevi.com/kategoriler. asp?KATID=1
l Sinek Sekiz Yayınevi:
http://sineksekiz.com/
G R E F
K CU
O Ç N U ’
N O S U
I R LA
Ferguson’un değerlilerini Emrecan Kaya anlatıyor Emrecan KAYA
14
S
Manchester’ın ona, onun da Manchester’a ihtiyacı var.” Fransa’da genç yaşta emeklilik kararı almasına gidecek kadar sorunlar yaşayan Eric, feci halde futboldan soğumuştu, ancak Platini ve Blanc gibi Fransa efsaneleri ona İngiltere’ye gidip kariyerine yeniden başlamasını tavsiye edince kendisini Leeds United’ta buldu. 1992 sezonunda Crystal Palace maçında Eric Young ile girdiği mücadelede ayağı kırılan Dublin -ki sezon başında 1 milyon sterline kadroya katılmıştı- 6 ay sahalardan uzak kalınca Manchester’in çehresini değiştiren adamın transferi için gerekli zemin hazırlanmış oldu. Forvet mevkindeki boşluğu Cantona ile dolduran M. United, o sezon ligi ve kupayı kazanıp 26 senelik hasretine son verecek ve Cantona önderliğinde yürüyecekti. 5 sezonda kazanılan 4 kupa ve taraftarın aklından çıkartamaEric “The King” Cantona dığı yüzlerce an. Kendisine ırkçı hakaretlerde Dublin: “Manchester benim sayemde yük- bulunan kişiye attığı tekme (kung fu kick) onu seldi, ben sakatlanmasaydım Cantona asla çok sevdiği Manchester formasından 7 ay uzak alınmayacaktı” diyerek duruma esprili yaklaşı- tutacaktı. Cezayı aldıktan sonra basına verdiği tarihi yor ve devam ediyordu: “Bir futbol dahisi; iki ayağını kullanabiliyor, en önemlisi tam bir lider. cevap, onun kişiliğini en güzel özetleyen ir Alex Ferguson geçtiğimiz günlerde emekliliğini açıkladığında dünya futbolu Rinus Michels’den sonra gördüğü en iyi menajere veda etmiş oldu. 26 senelik kariyerinde büyük başarılar yakalasa da, ilk üç sezonunda taraftarların konuştuğu konular: kupasız geçen sezonlar ve ezeli rakip Liverpool karşısında alınan yenilgiler, ilk sezonunda üst üste sekiz maç galibiyetten uzak kalması. Ferguson için erken veda anlamına gelse de “1989 FA Cup” zaferi ve aşağıda adı geçen oyuncuların transferleri, Manchester United’ın makus tarihini değiştirecek ve bir dünya markası olma yolunda ilk adımı olacaktı. Ferguson’un bir takımdan çok bir kulüp yaratmasına yardımcı olan transferlerine bir göz atalım.
Eric Cantona
15
Peter Schmeichel
anlardan biridir. Yakalarını dünyadaki tüm haksızlıklara isyan edercesine havaya kaldıran Eric, sahada yarattığı sihrin dışında, saha dışında da büyük bir karakter. Burada yazan kelimeler onu anlatmaya yetmez, Cantona’yı tanımak istiyorsanız Ken Loach’un çektiği “LooKING for ERIC” filmini izleyin. İlham almak için sadece 7 sefer izlediğim ve bir bu kadar daha izlemeyi düşündüğüm film çeşitli toplumsal konularla beraber Cantona’yı en güzel anlatan eser. Cantona eğer takıma alınmasaydı ne ManU ne de Ferguson bu kadar başarılı olamazdı.
sadece Danimarka çapında tanınmasından dolayı kafalarda soru işaretleri oluştursa da, tarihin en güzel takımlarından biri, 1992 Avrupa Şampiyonu Laundrup kardeşlere sahip Danimarka’nın kalesini koruduktan sonra, dünyanın en iyi kalecilerinden biri olduğunu ispatlar. Zaman zaman basit hatalar yapsa da, M. United’ın kazandığı büyük başarılara saha içi ve dışı çok büyük katkıda bulundu. 3-0 önde oldukları Liverpool karşısında yaptığı hatalar neticesinde 3-3’e kadar gelen maçın sonunda Ferguson tarafından kovuldu; ama 2 gün sonra takım arkadaşlarını toplayıp, gitmeden hepsinden özür dileyen Schmeichel’ın konuşmalarına kulak misafiri olan Fergie, bir baba edasıyla takımda kalmasına izin verdi.
Peter Schmeichel: Değil Schmeichel bütün Michael’lar gelse çıkaramaz! Kendisine güven veren ve potansiyeli yüksek bir kaleci arayan Ferguson, Peter’ın İlerleyen yaşından dolayı takımdan ayrıldıktransferi için onay verir ve tarihin en kelepir transferlerinden birine imza atarak 550.000 tan sonra, Van der Sar’ı bulana kadar aralarında sterline M. United’ın kaleci sorununu çözer. Barthez’in de olduğu 5 kaleci transfer edilPeter Schmeichel, M. United’a transfer olurken mesi Schmeichel’ın ManU için ne denli önemli
16
olduğunu gösteriyordu. Kariyerini noktalamadan önceki sene Man City forması giymesi; Gary Neville, Scholes gibi isimlerle arasının bozulmasına neden olsa da kime sorsanız sorun, Schmeichel’ın ManU tarihinin gördüğü en iyi kaleci olduğunu söyleyeceklerdir. Şu sıralar Discovery Channel’da “Dirty Jobs” isimli programı sunuyor. Arif’in Manchester’a attığı “o gol”deki kalecidir ayrıca. Ole Gunnar Solskjaer: Norveçli Semih! You are my Solskjaer, my Ole Solskjaer, You make me happy, when skies are grey, Oh Alan Shearer, was f ***n dearer, Please don’t take, my Solskjaer away! 1996 senesinde şimdi teknik direktörlüğünü
Gunner Solskjaer
yaptığı Molde’den 1.5 milyon sterline United’ın yolunu tutan Solskjaer, sonradan oyuna girerek takımın kaderini birçok kez değiştirecekti. Ferguson’ın takıma geldiği ilk günden beri en büyük hayali olan Şampiyonlar Ligi kupasının kazanılmasında, Şampiyonlar Ligi tarihinin en unutulmaz geri dönüşlerinden birine imza atarak, Solskjaer’in 90+2 ‘de attığı golle, menajerlik kariyerinin şüphesiz en mutlu anını yaşatıyordu Ferguson’a. “Super-sub” lakabının yanına, taraftarlar ilerleyen yıllarda “Bebek Yüzlü Katil” lakabını ekledi. Yaşadığı ağır sakatlıklardan sonra Manchester United seviyesinde kalamayacağını anlayınca futbolu “United Efsanesi” olarak bıraktı. Bazen bir oyuncuyu en güzel taraftar anlatır, yukarıda Solskjaer’e yazılan marş da bunun bir ispatı.
17
Roy Keane
Roy Keane : Keano The Captain! Eric Cantona’nın beklenmedik emekliliğinden sonra takım kaptanlığına getirilen “Keano”, spor tarihinin gördüğü en efektif orta saha oyuncularından biri. İki ceza alanı arasında mekik dokuyan ve sahada basılmadık yer bırakmayan Keane, fiziksel kapışmalardan asla kaçmıyor ve rakiplerin korkulu rüyası olmayı başarıyordu. Zaman zaman değil her zaman agresif bir yapıya sahip olması ona yol, su, elektrik ve bol bol ceza olarak geri döndü. Her geri dönüşü bir önceki performansının üstüne koydu. 90 dakikanın herhangi bir dakikasında kırmızı kart görebilecek kadar “tehlikeli” bir oyuncu olmasına rağmen Ferguson ondan asla vazgeçemiyordu. Keane sahadayken kendisi sahadaymışçasına
rahat olan Ferguson, hiçbir şekilde oyuncusuna kızamıyordu. Çalışmayı ve isyan etmeyi asla bırakmadı, sonuçları ne olursa olsun. Öyle ki 2002 Dünya Kupası öncesi çok sevdiği İrlanda milli takımı formasını antrenörüne sarf ettiği sözler nedeniyle giyemeyecekti. Söz konusu, bu hayatta en çok sevdiği İrlanda forması için bile kimsenin adamı olmadı ve kafa yapısına ters düşen her türlü duruma isyan etti. Dik kafalı bir orta saha oyuncunun manifestosunu yazdı. Futbolcuyken neyse bırakınca da oydu. Otobiyografisinde kariyeriyle ilgili bilinmeyenleri anlatan Keane’nin kitabı mutlaka okunmalı. Bir jübile maçı için rekor sayıda taraftarın buluştuğu, 45 dakika Celtic 45 dakika Manchester fomasını giyerek futbolu en sevdiği 2 takımın formasıyla bıraktı. n
Deniz Özturhan’ın aynı isimli blogunda yayınladığı ve GQ dergisi için yazdığı yazıların derlenmiş hali İrem Koca
KİM LAN BU HAYATIMIN ERKEĞİ? K
im Lan Bu Hayatımın Erkeği Deniz Özturhan’ın aynı isimli blogunda yayınladığı ve GQ dergisi için yazdığı yazıların derlenmiş hali. Mayıs başında raflarda yerini alan kitabında başta kadın-erkek ilişkileri olmak üzere bir çok konuya değinmiş yazar. Hayata karşı “komikli şakalı” bir yaklaşımla yazmış. Kısacası KLBHE güldüren, düşündüren gayet güzel bir kitap olmuş. İşte bu sebeple kitap hakkında konuşmak ve kendisini tanımak için yazarımızla biraz sohbet
ettik. Kim ya bu Deniz Özturhan? Ankara’da doğmuş, İzmir’de büyümüş Deniz Hanım. Küçüklüğünden beri yazıyormuş. İlerleyen yıllarda Siyaset Bilimi okumak üzere İstanbul’a gelmiş ve yeni bir hayata başlamış. Yeni hayatının ilk günlerini ve “özgür kız” oluşunu bir yazısında şöyle anlatmış: Bu ay çıkan Vogue dergisi, cebren ve hile ile benim de evime girdi. Onca sanatsal yayın
19
arasında kendine uygun bir yer edinemeyip kanepenin altına kaçana kadar, içinden üj-bej kuple yazı okumayı bile becerdim. Ki bu kuşkusuz, genç kızların tartışmasız wannabe’si, özgür kız, reklamın kraliçesi Nil hanımın yazısıydı. Aklımda kaldığı kadarıyla yazı şöyle başlıyor: “New York’tayım, 5. cadde’de, üstümde pembe tütü eteğim, koşuyorum. Yağmur yağıyor ve kendimi çok özgür hissediyorum. Hayatımda ilk kez ailemden bu kadar uzağım. O New York günlerim olmasaydı ben özgür kız olamazdım.” Bunun Leşo Deniz versiyonu geliyor hemen aklıma, aşağı yukarı şöyle bişey; “Kadıköy otobüs yazıhanelerinin önündeyim. Üstümde yapay deri ceketim, daha da fenası grunge tarzı oduncu gömleğim. Koşuyorum. Hayatımda ilk kez ailemden bu kadar uzağım ve Haydarpaşa gibi bi yapıyla karşılaşmışım. Kendimi köylü hissederek, binaya doğru ilerliyorum. O sırada Yazıcıoğlu’ndan fırlayan kopya CD’ciler önümü kesiyor; “Abla cüceli var, zencili var…” İşte o günlerim olmasaydı ben özgür kız olamazdım.” İlk sorumuz şu: “O günden bu neler yaptınız, nasıl bir yol izlediniz?” O günden beri 15 yıl geçti. Üniversite bitti ele ekmek alma vakti geldi. Epey sendeleyerek ve tökezleyerek de olsa, hayalimdeki işi yapmak için ısrar ettim. Hayalimdeki işler, ne kadar hayal ettiğim gibi oldu, orası tartışmaya açık tabi. Çalışma hayatına atıldığım ilk sene, büyük bir firmada memuriyet yapıyordum. O vakitler, yani 23 yaşındayken bir yeraltı romanına başladım. Online yayınlamak istiyordum fakat önce okuyucu kazanmam ve insanların ilgisini çekmem gerektiğini düşündüm. Mizahi ilişki yazıları formatı, romana başladıktan 3-4 sene sonra, ortaya çıktı. Bloga başladığımda artık dijital bir reklam ajansında metin yazarı olarak çalışmaya başlamıştım. Blog belli bir okuyucu
kitlesine ulaştıktan sonra, etraftan “Kim lan bu kız?” soranlar oldu tabi, GQ Türkiye’de yazmam da bunun eseri. Mirgün Cabas dergiye bir Dişi Q ararken, pek çok kişi benim blogu işaret etmiş. Sağolsunlar çağırdılar, başladım. Kitap fikri nasıl oluştu? Sayfa 6, İnkılap Yayınevi’nin e-debiyat serisi basmak için kurmuş oldukları bir alt marka. Geçen sene hastası olduğum blogger hanım Siminya’nın Kız Kısmı kitabını bastılar. O esnada da Siminya’nın da teşviğiyle yayıneviyle görüşmeye başladık. Blogdan ve GQ yazılarından ufak bir best of yapıp, oradaki 4 senelik çalışmayı kitapta topladık.
20
Yazarken örnek aldığınız biri var mı? Şu yazıda da yazın tarzı olarak kimden ilham aldığımı anlatıyorum: “Benim şahsi yazarlık deneyimimde etkisi olan pek çok adam var, hepsini saymak olanaksız, üstelik biraz görgüsüzlük. Fakat KLBHE kitabında, Heimel ablanın hakkı çok büyük. Onun “Çek Dilini Ağzımdan Bu Sana Veda Öpücüğüm” adlı kitabı, benim için “bir kadın mizah yaparken herkesin ağzının payını verebilir ve yeterince komikse, yaptığı yanına kar kalır” ın ciltlenmiş haliydi. İroniyle göz oymayı, kadınlara layık görülen “cici görün – talip bul” dünya algısının g.tüne koymayı ve cazgırlıkla dürüstlük arasındaki o kaypak çizgide komiklik yapmayı, ben ilk olarak Cynthia’dan öğrendim.”
eğlenceli 2-3 saat geçirilen bir şov haline geldik diyebilirim. Biz gezici bir komedi kulübüyüz. Mikrofonumuz kendini denemek isteyenlere açık. Tabi izleyicimize karşı sorumluluğumuzu da unutmuyoruz. Geleceklerin şovu biraz izlemesi ve bizimle önceden irtibata geçmesi gerek.
Yazı dilinizle ilgili tepkiler nasıl? “Rospik demiş, amk yazmış. Hiç olur mu?” diyen var mı? Tepkilerde henüz bir ilginçlik yok. Ama birkaç “Bir hanımın ağzına hiç yakışıyor mu?” alırız elbet, normaldir. Yeraltı edebiyatıyla ilgilenmiş biri olarak, sokak dilinin edebiyatta kullanılmasından hoşlanıyorum. Bizzat kullanmaktan da pek çekinmedim. “Anlatımı kuvvetlendirecekse neden olmasın?” şiarıyla yürüdüm. Bunun okuyucu tarafından anlaşılabileceğine inanıyorum.
Gezi yazıları da yazıyorsunuz. Seyahat ederken “İşte burası benim yaşamam gereken şehir!” dediğiniz bir yer oldu mu? “Her yer bizim gittiğimiz” yazmıştım bir keresinde ama misal Avrupa o kadar da bizim değil. Oradaki medeniyete ait olmadığınızı hem kendiniz, hem de medeniyet sahipleri biliyorlar. Tüm üniversite öğrencilerine tavsiyem mutlaka bu bol tatilli günlerinizde, yurtdışı seyahatlerine çıkınız. Oradaki insanlarla tanışıp kaynaşınız, hatta imkanınız varsa Erasmus’u, masterı kastırınız. Ben daha çok gittiğim yerlerden döndüğümde, “İşte burası kimsenin yaşamaması gereken şehir” diyorum.” İstanbul, her geçen gün yaşaması daha tehlikeli ve zor bir kent oluyor.
Sizce gerçekten “hayatımızın erkeği/kadını” diye birşey var mı? Yoksa bizi yiyorlar mı? Yani evet, acı bir biçimde yiyorlar. Blog ve kitap dışında bir sürü şeyle uğraşıyorsunuz. İki arkadaşınızla birlikte “Kısmet Şov” adında bir gösteri yaptığınızı duyduk. Onu da konuşalım. Aslında şu anda Kısmet Şov’da 7 kişiyiz. Gün olur, 8 olur, 10 olur. Ülkemizde açık mikrofon kültürü olmadığı için, bu işe başlarken, birkaç kişi birleşip sahneye çıkmamız hem bizim kondüsyonumuz açısından, hem de gelen izleyici açısından daha olumluydu. Şu anda epey
Siz neler anlatıyorsunuz? Çeşitli espriler şakalar… “Kadın olmak”tan beslendiğim noktalar var, Türkiye’de kadın olmanın masalsı güzelliğini anlattığım bölümler var. Kendi içinde evrilerek değişiyor anlattıklarım, hala sahne materyalini yazmayı öğrenmeye çalışıyorum.
Bir de geçmişte Leman’da çizerlik yapıyormuşsunuz. Bu daha sonra da devam etti mi? M a a l e s e f d ev a m e d e m e d i m . Za te n Minimalından Manitalar diye çöp adamdan az hallice tipler çiziyordum. 2 sayfa işi yazıp çizip renklemem sek 12 saatimi alıyordu. Uzun ajans saatlerinden sonra eve gelip dergiye iş çizmeyi bünyeme yediremedim. Keşke daha az tembel
21
olsaydım da devam ettirseydim tabi. Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi mezunusunuz, siyasetin içinde olmasanız da gündemle ilgili olduğunuzu ve düşüncelerinizi bazen sek bazen mizahla karıştırıp yazılarınıza yansıttığınızı görüyorum. Her gün özgürlüğümüzü sınırlayan başka bir şey çıkıyor. Bunlarla ilgili ne düşüyorsunuz? Son içki yasaklarını açıklarken İsveç’ten, Finlandiya’dan örnek verdiler. Endişe uyandıracak kadar naifti. Dünyanın sosyal olanakları en gelişmiş devletlerinden örnekler vermek, kararın halk sağlığı kaynaklı olup, asla ve kata ideolojik olmadığını kanıtlayacakmış gibi… Şimdi genelde halk sağlığı düşünülen ülkelerde, hergün onlarca insan terörden, trafik kazasından yahut taşeron bir firmanın işçisi oldukları için sapır sapır ölmez. Halkın tamamı iyi eğitimlidir, iyi beslenmektedir, yüzde %50’si açlık sınırında yaşamaz. Halklarının sağlığını düşünen ülkeler, her anneden beş çocuk beklemediği gibi, her ailenin bakabileceği, devletin yeterli hizmeti verebileceği kadar çocuk
doğrulmasını ister. Ucuz iş gücü ve harcanabilir asker olacak milyonlarca fakir bebeği düğünlere gidip sipariş eden devlet başkanları olmaz böyle ülkelerin. Halk sağlığını düşünen ülkelerin sağlık sistemi de çalışmaktadır. Misal kanser hastası genç kızlar ilaçlarını bulamadıkları için, devlet bakanlarını camii önünde yakalayıp, yardım istemek zorunda kalmazlar. Tut ki kaldılar, halk sağlığını düşünen ülkelerde, o kanser kızcağızları bakanları eline para sıkıştırıp yollamaz. Bir de gurur kırıp ağlatmaz. Türkiye bunların hiç birini yapmadan, sadece içkiyi yasaklayarak gençlerin sağlığını koruyacağına inanıyorsa, temelsiz bir inanç içinde olduğunu düşünmemiz abes kaçmaz. Bitirirken.. Okuyucularımıza son olarak ne söylemek istersiniz? Gençliğinizin ve okuduğunuz okulun olanaklarının kıymetini bilin, güzel çalışın. Sahip olduğunuz her parça kültürün bir değer olduğunun ayrımına varın ve onlara sahip çıkın.. Bu ülkeye çok lazımsınız. Sevgiler. n
The Rocket:
Ronnie O’Sullivan
23
“
O İlk kez snooker izleyecekseniz ilk kez izlememeniz gereken kişi Tuna Ateş
”
n bir yaşındaki Ronnie O’Sullivan’a sorar muhabir “İleride ne kadar büyük olmak istiyorsun?”. Verdiği cevaba odadaki bütün gazeteciler güler: “1.75!”. Gülenler, saf bir çocuğun soruyu yanlış anladığına, verdiği masum cevaba gülmektedir. Ancak genç Ronnie ,1.75’lik vücudun snooker için ideal olduğunu bilerek vermiştir bu cevabı. Eski bir snooker oyuncusu olan babası tarafından, henüz genç yaşındayken bir snooker makinesi olarak programlandı. Snooker kulüplerinde eski oyuncular arasında büyüdü. 1992’de babasının hapse girmesi, ardından 1994’te annesinin tutuklanmasıyla Ronnie 18
24
yaşına varmadan tüm ailesinden uzak kaldı. Bu noktadan sonra kendinisini tamamen snooker oyununa verdi. Bugün izlediğimiz Ronnie O’Sullivan’ın snooker çevresinde sıradışı kabul edilen davranışları da bu dönemi takiben ortaya çıkıyor. Kaçırdığı topa hareket çekmesi, masayı ıstakasıyla dağıtıp gitmesi, arkada sırasını beklerken uyuması gibi. Spor tarihinin gelmiş geçmiş en yetenekli oyuncularından biri olarak değerlendirilen Ronnie O’Sullivan, ilk kez Birleşik Krallık şampiyonluğunu kazanıp “dahi” ünvanını aldığında henüz 17 yaşındaydı. Genç yaşında geleceği hakkında ciddi sinyaller verern Ronnie kariyeri boyunca 4 Birleşik Krallık, 2 Dünya Açık ve 5 Dünya Şampiyonluğu kazandı ve bunların yanısıra başka turnuvalarda 32 kez (neredeyse tüm
turnuvalarda) birincilik kupası kaldırdı.
Oyun tarzı her zaman tartışma konusu oldu. Snooker oynamayı çok kolay götermesi, hızlı düşünmesi ve düşündüklerini masada hızla gerçeğe dönüştürmesi, hem sağ hem sol eliyle mükemmel vuruşlar yapabilmesi snooker çevresinde zaman zaman “oyununa saygısızlık” olarak yorumlanıp hakkında disiplin soruşturmaları açılmasına neden oldu. O yalnızca mükemmel oynuyordu. Oyunu, kendi algıladığı (hızlı ve atak) biçimde seyirciye ulaştırmaya çalışan ve bunun gerçekleşmediğini düşündüğü zamanlarda ise bu tür maçların snooker oyununa zarar verdiğini söyleyerek maçtan çekildiği görülmüştür. İnanılmaz başarılara imza atsa da kariyeri
25
her zaman iniş çıkışlarla doluydu. İstikrarı bir türlü sağlayamamasının nedeni anne ve babasının gençliği boyunca ondan uzakta, hapiste olmasıydı. Gençliğinden günümüze kadar sürekli depresyonla mücadele etti. 19-24 yaşları arasındaki hayatını kendi sözüyle “bir deli” olarak yaşadığını söyleyen Ronnie aynı zamanda uyuşturucu ve alkol sorunlarıyla da uğraşıyordu. 2000 yılında rehabilitasyona gidip hayatını ve kariyerini rayına oturtmaya çalıştı. Geçici de olsa bir süreliğine her şeyi yoluna koydu ancak sıkıntılarına hiçbir zaman kesin bir çözüm bulamadı. Bir yıl mükemmel oynarken öteki yıl bir anda depresyona giriyor oyuna ilgisini kaybediyordu. Bir röportajında ilgisini kaybettiği dönemlerde, babasının söylediği “Hapishanede seni
izlediğim her maç, bana bir ziyaretin gibi.” sözünün, yani babasının ona en büyük motivasyonu olduğunu söylüyor. 2011-2012 sezonun sonunda emekliliğini açıklayan Ronnie O’Sullivan sürpriz bir kararla 2012-2013 sezonun sonunda ani bir geri dönüş yaptı. 2013 dünya şampiyonluğunu hızla kazandı. 2000 ve 2003 yılları snooker dünya şampiyonu Mark Williams, O’Sullivan’ın bir yıllık aradan sonra böyle bir dönüş yapabilmesi üzerine “Bütün yıl bizi izleyip gülmüş olmalı.” diyor. Önümüzdeki yıl da oynayacağını ancak oyun dışındaki hayatı ve snooker arasında orta bir yol bulup, yalnızca Birleşik Krallık Şampiyonası, Masters ve Dünya Şampiyonasına katılacağını açıklayıp sahnelerden çekildi. n
26
Akl覺n覺z覺 oynatacak filmleriyle Almadovar
27
NEREDEYSE ‘‘KÜLT YÖNETMEN’’ SIFATIYLA NİTELENDİREBİLECEĞİMİZ İSPANYOL YÖNETMEN ALMADOVAR NASILDIR? Ebru Kentoğlu
28
B
ildiğimiz, tanıdık “sıcak, komik ve evde hissettiren” latin tınılarını fazlasıyla duyumsayabileceğiniz; fakat derin ve katmanlı hikaye örgüsünü bize hafiften özleten yepyeni filmiyle yönetmen Pedro Almadovar’ın “Aklımı Oynatacağım”ı (Los Amantes Pasajeros) keyifli zaman geçirmek isteyenlere gelsin. Neredeyse “kült yönetmen” sıfatıyla nitelendirebileceğimiz İspanyol yönetmen Almadovar nasıldır? Öncelikle bu farklı yönetmeninin tarzına göz atalım. “Marjinal” Almadovar Filmleri Bu şahsiyet, insanın aklında birçok soru işareti bırakan, farklı ve pek akla gelmeyecek, marjinal konuları akıcı bir şekilde ele alış biçimiyle büyüler izleyenleri. Eşcinsel olduğunu gizlemeyen Almadovar’ın çıkış noktası kadınlardır. Kadınların ruh halinden iyi anlıyor; güzel, güçlü, sarsıcı kadınları mükemmel yansıtıyor. Bolca yer verdiği, insanın içine işleyen hüzünlü
Buika şarkıları belki daha anlaşılır kılar bu hissi. Kullandığı renkli, canlı ve özellikle kırmızı ağırlıklı tonlar ile atmosferi iyi ayarlayan usta yönetmenin en iyi yardımcısıysa pek değiştirmeyi tercih etmediği başarılı oyuncu kadrosu. Bir Almadovar filminde Penelope Cruz kesin vardır örneğin, ya da Cecilia Roth veya Antonio Bandares. Kadınları birbirine bağlar, birbirine yardım ederek hayatı yakalayan kadınlar güçlü ve korkusuzdur; erkeklere ihtiyaç duymazlar. Kadınların yanı sıra eşcinsel ve travestilerin sorunlarını, mücadelelerini de ustalıkla ele alan Almadovar’ın “Annem Hakkında Her Şey”, “Kötü Eğitim” ya da “Konuş Onunla”sından etkilenmemek elde değildir. Ya da “İçinde Yaşadığımız Deri”deki psikopat, cani ve obsesif plastik cerrahı unutmak olası mı? İkinci plana itilen, marjinal insanların sesini duyurmaktır aslında onun amacı. “Annem Hakkında Her Şey”de sevgilisinin cinsiyet
29
değiştirmeye karar verdiğini öğrendikten sonra oğlunu yalnız büyütmek zorunda kalan, sonrasında oğlunu kaybeden ve oğlu için bir yolculuğa yelken açan Manuela’nın çabası mesela. Agrado nasıl bir karakterdir ya da… Travesti, seks işçiliği yaparak para kazanmak zorunda olan, dayak yiyen ama yine de mutluluğunu ve eğlencesini hiçbir zaman esirgemeyen, yardım sever, bir şeyleri değiştirmeye çalışan çok muzip bir kadın. Gülmek ve ağlamak bir aradadır; şaşırmak, duygusallaşmak ve düşünmek de. Film izlerken tüm bu unsurların bir arada olmasını özellikle isteyen bir sinema izleyicisi olarak Almadovar’ı takip etmemek imkansız.
Uçakta Geçen Bol İçkili Çılgın Macera Almadovar, son filmi “Aklımı Oynatacağım”ı “hafif, çok hafif bir komedi” olarak tanımlıyormuş. Komik ve sevimli karakterleri, imkansız ve absürt olayları ile keyifli yönetmenin son filmi gerçekten eğlenceli. Daha ilk sahnede görülen Penelope Cruz ile Antonio Banderas, seyirciyi büyülü atmosfere hazırlıyorlar zaten. Mexico City’e uçan, ama iniş takımının arızalanması nedeniyle uygun bir havalimanı bulana dek havada daireler çizen bir uçağın içerisinde ne kadar fazla çılgınlık olabilir? Eşcinsel üç hostes, biseksüel kaptan ile “biseksüel adayı” kopilot arasında süregelen panik, ekonomi sınıfındaki
30
tüm yolculara sakinleştirici verilerek başlangıçta çözülür. Fakat uyumayan bazı “business class” yolcuları durumdan işkillenmeye başlar. Zamanla kokpit yol geçen hanına döner. Rahat ve bir o kadar absürt bazı karakterlerin yanı sıra panik yapan yolcuları sakinleştirmek ise komedi dans üçlüsüne dönüşen hosteslerin işi olmuştur. Hazırladıkları Valencia kokteyli ile uyumayan 5-6 yolcuyu rahatlatmaya çalışan hostesler, kokteylin içine hap atarak yolcuların ve kendilerinin libidosunu da yükseltmeyi başarırlar. “Konuş Onunla”dan hatırlayacağımız Javier Camara’nın canlandırdığı, kaptan ile ilişki yaşayan host Joserra neredeyse sarhoş olmuştur
zaten. En mahrem sırların ortaya açıldığı, ateşin ve tansiyonun tavan yaptığı sahnelerin başladığı o andan itibaren zaman nasıl geçiyor anlamak zor. Yolculardan, bakire Bruna’nın ilk deneyimini yaşamasına kadar ulaşan bol seks ve içki içeren çok renkli “Aklımı Oynatacağım” gülüp eğlenmek ve bir Almadovar deneyimi yaşamak için ideal. “Bu kadar da olur mu yahu!” demiyorsunuz, çünkü absürtlük içinize işliyor ve size yalnızca gülmek kalıyor. Bu arada yine canlandırdığı güçlü ve iddialı “Norma” karakteri ile Cecilia Roth’u anmamak olmaz. Eğlence adına her unsurun bulunabildiği bu filmde ne yazık ki yoğun, duygusal ve zekice işlenmiş bir olay örgüsü bulunmuyor. Senaryo daha basit, kolay anlaşılır ve (sabun köpüğü demiyorum ama) biraz hafif kalmış. Görünüşe göre Almadovar, biraz ilk filmlerine dönmek, rahatlamak ve sadece anın tadını çıkartmak istemiş. Arada lazım olabilir, gülüp eğlenmek herkesin hakkı değil mi? İstanbul Film Festivali’nin açılış filmi “Aklımı Oynatacağım” şu an sinemalarda, keyiflenmek için sizleri bekliyor. n
32
Merve Yazkan
Medya ve İletişim Sistemleri 1. Sınıf
33
34
Sercan Kerem
Uluslararası İlişkiler 4. Sınıf
35
36
Aslınur Sarıca
Medya ve İletişim Sistemleri 1. Sınıf
37
/13
端n
e t e z r ive