/16
ü
e t e z r e niv ası
klanm ika Aya
’ası: N k a V i z r Bir Ge a k r mu? ş akârla u a z t a B u f _ n a U h eli Mu p Seni l ş i a d K n u E _ ncan: B u D m i _T
Sayı: 16 / 2013 Genel Yayin Yönetmenleri Can Olguner Berkem Ceylan Yayın Koordinatörü Özge Yılancı Yazı İşleri
Başka B�r Gez� Vak’ası: N�ka Ayaklanması
Simge Gürkan Tuna Ateş Yazarlar Emrecan Kaya Gökberk Ertunç Oğuzhan Karakaş Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
T�m Duncan: Bu Kalp Sen� Unutur mu?
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır.
/ifbilgi
@ifbilgi
KAMPÜS MODASI
End�şel� Muhafazakârlar
Başka Bir Gezi Vak’ası:
Nika Ayaklanması Futbol ve taraftar gruplarının isyanların temel dinamosu olması İstanbul tarihinde yeni bir şey değil. Gökberk Ertunç
F
utbol ve taraftar gruplarının isyanların temel dinamosu olması İstanbul tarihinde yeni bir şey değil. Çarşı grubunun haftalar süren Taksim ve Beşiktaş direnişlerine katkısı gündemde. Fenerbahçelilerin de geçen yıllarda Kadıköy’deki durumu malum. Peki, bu gelenek nereye kadar uzanıyor? Yıllar yıllar önce geç ilkçağ döneminde Roma veya bizim bildiğimiz adıyla Bizans’ta da bu tarz büyük bir ayaklanma gerçekleşmişti.
Her ne kadar bugünlerde yerini futbola bıraksa da o dönemin favorisi Hipodrom yarışlarıydı. Bu yarışlarda yarışan takımlar: Maviler, Kırmızılar, Yeşiller ve Beyazlar olmasına rağmen, Maviler ve Yeşiller en büyük taraftar grupları olarak tribünlere hâkimdi. Bugünkü Gezi olayları gibi, Konstantinopolis halkını imparatora karşı patlatan birçok neden vardı. Büyük Jüstinyanus, Doğuda Sassanileri bastırıp, Kuzey Afrika, Kartaca’daki vandalları
kovup, Eski Romanın topraklarını Bizans için alıp, Roma İmparatorluğunu yeniden dirilten ve Roma Hukukunun temeli Corpus Juris Civilis’i bile yazan bir imparatordu. Tayyip Erdoğan gibi kendi halkı tarafından bunca “hizmeti sonrası” ihanete uğradığını hissetmiş olsa da en azından bu konuda yalnız değil. 532 Nika Ayaklanması, J ü s t i n y a n u s ’ ü n Ro m a ’ y ı diriltme çabası için büyük ordular toplayıp denizaşırı görevlere yollaması sonucu Bizans vatandaşları üzerine
4
binen ağır vergi yükü ile açıklanır. Fakat fitili ateşleyen olay, “Maviler” ve “Yeşiller” takımlarının taraftar grubu liderlerinin hipodromda çıkan olaylar nedeniyle tutuklanıp haksız bir biçimde cezalandırılması oldu. Tüm şehir ve taraftarlar ayaklanıp, Büyük Justinyanus’un sarayını kuşatıp imparatorluk muhafızlarıyla çatıştı. Ayrıca “Maviler” ve “Yeşiller” taraftar grupları Hipodromu işgal edip çadırlar kurdular.
I.Jüstinyanus, direnişçileri bölmek için torba torba altınla hipodromda “Maviler”in bulunduğu bölüme korumasız olarak girip ben de sizdenim nutku çekti.
Bir hafta kadar süren bu işgal hareketi sonunda kendisi de “Maviler” taraftarı olan
Planı tutan imparator Nika, sloganı etrafında birleşmiş kitleyi böldü ve “Maviler”i
işgalden vazgeçirdi. Geri kalan “Yeşiller” daha ne olduğunu anlamadan Gezi’dekilerin efsane olmuş tabiriyle “G üm üşsu yu’n d an ” ge len İmparatorluk Askerleriyle basılıp katledildiler. Bu şehirde taraftar gruplarının rolü 1500 yıldır aynı. n
Endişeli Muhafazakârlar “...Gelelim esas meseleye, yani şu “endişeli muhafazakârlar” meselesine... En büyük korkuları olası bir Erdoğan sonrası dönemde kendi kimlikleri ve hayat tarzlarıyla rahatça yaşayıp yaşayamayacakları sorunsalı”
Oğuzhan Karakaş
T
ürk siyasi lügatında “endişeli modern” tamlaması, Beyaz Türk ahalisinin “AKP müdahaleciliği” karşısında başlatmış olduğu huzursuzlanma hareketine, hükümet çevresinde toplanmış olan kalemler tarafından kondurulmuş bir tabirdi. Bu endişe bir şekliyle haklıydı, bir kısım haliyle de önyargı ve niyet okumaydı. Ancak gelinen noktaya bakacak olursak 2000’lerin ortasında dalga geçilen “endişeli modernler”in huzursuzluğuna, on yıllık iktidar günlerinde hükümeti epey desteklemiş insanlar da katılıyor bugün. Bu nokta
düşündürücüdür ancak bu yazının konusu değil. Yaşanan tüm bu olayların en çok endişelendirdiği kesim pek tabii ki dindar, muhafazakâr, mütedeyyin kesimler... Endişelenmekten ziyade büyük bir korku içindeler. Hiç hesapta olmadığı halde “ya Erdoğan düşerse?” ihtimali onları çılgına çeviriyor. Öfke patlamasından öte bir anlam taşımayan “Tayyip İstifa” sloganlarının dışında böyle bir talep ve ihtimal de yok açıkçası. Aklı başında hiç kimse Erdoğan ve AKP dışında Başbakan ve iktidar partisi “şu
olur” diyemiyor. Böyle bir “rüya kadro” oluşmadığı sürece de korkmayınız, Erdoğan devrilmeyecek; hele hele demokratik olmayan yollardan hiçbir şekilde devrilmeyecek. Bunun bekçileri de, hani o çapulcu dediğiniz çocuklar olacak. Özgürlüklerini ne Erdoğan’a, ne askere, ne de bir başka güce “yedirmeyecek” onlar. Gelelim esas meseleye, yani şu “endişeli muhafazakârlar” meselesine... En büyük korkuları olası bir Erdoğan sonrası dönemde kendi kimlikleri ve hayat tarzlarıyla rahatça yaşayıp yaşayamayacakları sorunsalı. Polis şiddetine karşı net
6
bir tavır alamayarak “ama” diye söze başlamaları da bu yüzden bana kalırsa. Bu konuyla dertlenmekle de haklılar. AKP öncesi hiçbir dönemde bu kadar özgür bir yaşam alanı bulamadılar, hala daha ne yazık ki tam anlamıyla özgür değiller. (Bunun sebeplerini de oy verdikleri partiye sorsunlar) Yalnızca halk değil, kalem tutanları da endişeli. Tek Parti dönemiyle birlikte Kemalist sistem ve TSK bu dönemde eleştirilebildi yalnızca. Darbeciler yerden yere şu son birkaç yılda vurulabildi ancak. Gülen Cemaatine gönül vermiş insanlar bu dönemde devletten korkmadan işine gücüne bakabiliyor. Yani bir bakıma haklılar, ancak bu korkuyla bir ömür geçmez.
Koskoca muhafazakâr kitlenin Erdoğan olmazsa “laikçilerin” esareti altına gireceğini düşünmek kadar, alternatif bir iktidarın bu insanların hayat tarzlarına -solcuların çok sevdiği kelimeyle- “kesinkes” müdahale edeceğini sanmak da demokratik bir ülkede akla gelmemesi gereken şeyler. Demek hala demokratik bir ülke olamamışız ki akla bu geliyor. Bu ihtimale derhal çözüm bulunmalıdır. Öncelikle bu korkuyu yaratan -Erdoğan’ın tabiriyle- “belli çevreler” geçmişte yaptığı hatalardan ders çıkararak muhafazakâr kitleyle barışıp, çözüm önerilerini anlatmalılar.(AKP’liler de boş durmayıp her muhalif harekete darbe paranoyasıyla bakmak yerine partilerini sivil,
özgürlükçü, demokratik bir anayasa yapmaya zorlayarak hak ve özgürlüklerini garanti altına almalıdır.) Toplumun çeşitli katmanlarıyla ortak zeminler üzerinde koalisyon kurmayı da becermeli bu “bir takım çevreler”. Örneğin, Gülen Hareketi ve AKP’nin gayrıresmi koalisyonu gibi. Aksi taktirde, hem muhafazakâr kitlenin uykularını kaçırarak onları AKP’ye sıkı sıkıya bağlayacaklar, hem de sittin sene Çankaya yüzü göremeyecekler. Biz de 90 kuşağı olarak hayatımızın en verimli dönemlerini Kadıköy İskelesi’nden inenlerin kılık kıyafetine takmış Erdoğan iktidarı altında yaşamış olacağız. Yazık değil mi bize de?
Tim Duncan: Bu Kalp Seni Unutur mu? Basketbol Sanatçısı Tim Duncan’ı Emrecan Kaya anlatıyor.
8
B
asketbol bir sanat mıdır? iseniz sizi basketbola değil kullanılamaz hale getirmişti. Herkesin farklı cevabı yüzmeye yönlendirirler. Tıpkı, Duncan ailesi can kaybı yaşaolabilir ancak top Tim Tim Duncan ve iki ablasının masa da 14 yaşındaki bir çocuk Duncan’ın ellerine değdiği yüzmeye yönlendirildiği gibi. için zor bir dönem geçirmezaman tıpkı bir heykeltı- Duncan antrenmanlarını asla sine yetmişti. Havuzların hasar raşın gösterdiği titizliği ve aksatmıyor ve hocalarının görmesinden dolayı antrenözeni gösteriyorsa, en azın- dediklerini ciddiye alıyordu. manlar okyanusa aktarıldı. dan Duncan’a sanatçı desek Çünkü Duncan diğer çocuk- Tim Duncan bir röportajında heralde kimsenin itirazı olmaz. lardan farklı olarak yatmadan hayatta en çok korktuğu şeyin Özellikle 2000’den sonra NBA, hemen önce kendisine ait şu köpek balıkları olduğunu söy“farklı” süper yıldızların gide- sözü tekrarlıyordu “İyi, daha lemişti. Bundan dolayı okyarerek late night show’a çevir- iyi, en iyi, asla durmak yok, iyi nusta yapılan antrenmanlara diği, Larry Bird’den, MJ’den, daha iyi, daha iyi en iyi olana kendini veremiyor, ara sıra da Magic’den doğru basketbol dek.” Olimpiyatlarda yüzmek gitmiyordu. Kasırgadan bir ay oynama mirasını devralan için çok çalışıyordu. 1992 sonra, hayatta Tim Duncan’ı bir basketbol sanatçısının, bir Barcelona olimpiyatların- en çok destekleyen ve kenliderin hikâyesini inceleyelim. dan önce Virjinya Olimpiyat disinin en büyük taraftarı Takımına girme ihtimali- annesi kanserle olan mücadeE ğ e r V i r j i n y a A d a l a r ı nin yüksek olduğu günlerde lesini kaybediyordu. Hastalığı d o ğ u m l u y s a n ı z , ü s t e l i k işler birden kontrolden çıktı. ileri düzeye geldiğinde bile St.Coix bölgesinde oturuyor- Virjinya’yı vuran Hugo kasır- havuza gidip Tim’in yarışlasanız, yaşıtlarınızdan fizik gası şehirdeki çoğu bina rını izlemek ona daha fazla acı olarak daha uzun ve güçlü gibi yüzme havuzlarını da çektirse de oğlunun başarıları
9
belki de ilaç gibi geliyor ve oğlunun mutluluğuyla daha iyi hissediyordu. Daha 14 yaşında yaşadığı bu acı onu yüzmeden koparacaktı. Madem annesi onu izleyemeyecekti o zaman yüzmenin anlamı yoktu. Bir daha asla profesyonel olarak bir yarışa katılmadı. Annesinin ölümünden sonra eve geri dönen abla Cheryl ve kocası Ricky Lowery, Tim için yepyeni bir dünyanın kapılarını açacaklardı. Eski bir amatör basketbolcu olan Ricky, Tim Duncan’a basketbolun güzel yanlarını öğretecekti. Tıpkı Jimi Hendrix’in nota bilmeden gitarını eline alıp hem kendi dünyasını hem de bizim dünyamızı değiştirdiği gibi, Duncan da basketbolu bilmeden basketbol topunu eline alıp, bir efsaneye dönüşeceği oyunun ilk adımını atıyordu. Duncan’ın babası, taş ustası olmanın getirdiği maharetle ona öyle bir basketbol sahası yapacaktı ki, Hugo kasırgası gibi 5 kasırga dahi gelse potanın filesi bile yırtılmayacaktı. Duncan öğrendi, çalıştı, antrenman yaptı. Annesinin belirlediği üst düzey standartlara ulaşmaya çalıştı. Hatalarının ve eksikliklerinin üzerine gitti. Bugün Tim Duncan’ın en etkili özelliği olan pas atma ve fundamental becerisinin ilk adımlarını, el yapımı bir basketbol sahasında inanç ve kararlılık
ile gerçekleştirdi. Duncan, St.Coix bölgesinde sergilediği insan üstü oyun sayesinde dikkatleri üzerine çekti. 4 okuldan sporcu bursu teklifi aldı ancak tercihi Wake Forest Üniversitesi’den yana oldu. NBA draftlarına katılması beklenen 1996 senesinde acele etmedi ve hem okul takımı için daha çok da kendisi için üniversitede kalacağını açıkladı. Bu süre zarfında antropoloji, psikoloji ve Çin edebiyatı üzerine dersler aldı ama okuduğu bölümün zorlayıcı derslerine girmeden 1997 senesinde draftlara katılacağını açıkladı. 1 numara seçme hakkı San Antonio Spurs’teydi. Elinde David Robinson gibi elit bir uzun olmasına rağmen Gregg Popovich Tim Duncan’da başka bir şey
görmüştü. Öyle ki Amerika’dan kalkıp Virjinya Adalarına kadar gidecek ve Tim Duncan’ı tanımak adına orada 4 gün geçirecekti. Popovich ile Duncan arasında o günden itibaren, tıpkı Brian Clough-Peter Taylor ilişkisi gibi, dostluk temelleri üzerine kurulu özel bir bağ oluşacaktı. San Antonio Duncan’ı 1. sıradan draft etti. Duncan sade, ustaca ve kusursuz. Duncan’ın oyun stilini özetlemem gerekirse bu 3 kelimeyi seçerdim. Atletik dinamikler üzerine kurulu NBA için farklı bir oyuncu. Fundamental’ı o kadar iyiydi ki, potaya sırtı dönük veya yüzü dönük bir şekilde topu aldığı zaman durdurulamaz bir oyuncuya dönüşüyordu. Tut ki rakip takım double-team getirildi, o zaman Magic Johnson
10
izleyerek büyüdüğünün ispatı olan tanrı vergisi saha görüşü sayesinde en doğru oyuncuyu bularak hücumda akıcılık kazanılmasını sağlayabiliyordu. Parası yatmadığı için veya kontratlarındaki paraları arttırmak için çocuklar gibi mızmızlanan sözde süper yıldızlara inat, kontratından 10 milyon dolar feragat edip takımına salary cap’de boşluk yaratacak kadar Spurs sevdalısı bir oyuncu. Dışardan sessiz ve utangaç gibi görünebilir ama birilerinin sorumluluk alması gereken anlarda onu susturamazsınız Robert Horry’nin deyimiyle. Süper yıldız kategorisinde sayılan oyuncular gibi davranmayıp egolarından arınmış, kendini takımına ve arkadaşlarına adamış bir lider. Maç sırasında yüzünde, seyirciler arasında Hannibal Lecter’ı görmüş gibi tedirgin bir surat ifadesi oluyor bazen
ama bu içinde yanan kazanma isteği ve hırsının dışa vurmasını engelleyen ve onu frenleyen bir maske. Kendini o kadar iyi kontrol etmeyi öğrendi ki, maçın değeri büyüdükçe kendisi de sahada büyüyor ve gençleşiyordu adeta. Gregg Popovich onun için şöyle der: “Bir seferinde 20 saniyelik mola aldığım zaman Tim’i yanıma çağırıp ona post oyununu daha iyi oynayabileceğini söyledim. Biraz ilerledikten sonra bana döndü ve ‘destek için teşekkürler’ dedi.” Duncan asla bahaneler üretmezdi ve bu Popovich’in en sevdiği özellikti. Takım arkadaşlarına o kadar iyi liderlik ediyor ki, 2012 Play-offlarında 4-2 kaybedilen serinin 6. maçının sonlarında Tony Parker, Duncan’ın yanına geldi: “Bir şansımız daha olur mu bilmiyorum ama yazın senin için çok çalışacağım ve seneye tekrar finallere çıkmak için mücadele edeceğim.”
Parker sözünü tuttu da. Duncan - Parker takımı finallere kadar getirdi. Finallerde rakip şampiyonluklar kazanmak uğruna krallıkları birleştirmiş Miami’ydi. Serinin ilk 5 maçı or talama NBA final serileri gibiydi. Ama 6. maç kelimelerin anlatamayacağı anların yaşandığı garip bir maçtı. Lebron’un ve Ginobili’nin saçma sapan hataları, Mike Miller’ın ayakkabısız üçlük atması, Spurs maçı kesin kazandı derken Miami’nin 28 saniyede bulduğu 2 üçlük. Bir Hollywood film olsa abartı olmuş diyeceğimiz çok an yaşandı, maçı anlatan ve yorumlayan Orkun Çolakoğlu, Kaan Kural ikilisinin dediği gibi. Neticede Spurs şampiyonluğu son maçta kaybetti. Bir şampiyonluk daha alabilirler mi bilinmez ama çocuklarımıza anlatacağımız, maçlarını izlettireceğimiz çok özel bir ekip Duncan ve çevresi..
11
12
Bahar Güneş Halkla İlişkiler Hazırlık
13
14
Yiğit Çetiner
Endüstri Mühendisliği 1. Sınıf
15
16
İrem Muslubaş
Reklamcılık Hazırlık
17
/16
e t e z r e v i n 端