Univerzete I 17

Page 1

/17

ü

e t e z r e niv

: After r a l n u B a Nesil l u ğ O It Rain dan t a ’ b n a d i B _ urie: D adınlar a L h g _Hu ratan K a Y ı y a _Mod

Earth


Sayı: 17 / 2013 Genel Yayin Yönetmenleri Can Olguner Berkem Ceylan Yayın Koordinatörü Özge Yılancı

Babadan Oğula Nes�l Bunlar: After Earth

Yazı İşleri Simge Gürkan Tuna Ateş Yazarlar İrem Koca Merve Yazkan Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

S�yaset Söylem D�l�

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır.

/ifbilgi

@ifbilgi

Hugh Laur�e: D�dn’t It Ra�n

Modayı Yaratan Kadınlar


Babadan Oğula Nesil Bunlar:

After Earth Damadın babasından oğluna... BİR FİLM! Tuna Ateş

B

aba-oğlu aktiviteleri vardır, maça gitmece, kamp yapmaca falan filan. . . Baban Will Smith, oyuncu kadrosu da “zengin” olunca baba hikayeyi yazıyormuş sonra oğulla beraber film çekiliyormuş demek. Bir “Hollywood hatırası”, “babasından oğluna bir film!” uzar gider. . . Hoş gözükmüyor yani durum, dolandırmayayım. Bir aktör/aktris tabii ki çocuğuyla aynı filmde oynayabilir, ille de “torpil var!” diye haykırmanın manası yok. Ancak “After Earth” filminde karşılaştığımız durum, üzerinde durmaya değer; çocuk çok yeteneksiz. Jaden Smith’in yeteneksiz olduğu da bu yaşa kadar saklı kalmış değil. The

Karate Kid’ in 2010 yapımı yeni versiyonunda da izlemiştik, o zaman da olmamıştı. Yani: Torpillisin oğlum işte! Filme biraz da Jaden Smith’in üzerindeki torpil şüphelerini destekleyecek şekilde bakarsak: Filmin kadrosu dört buçuktan beş kişi kadar. O kadarcık insan arasında da Will Smith dışında adının ağırlığını hissettiğimiz, yani yapımcıların (yapımcılardan birisi de Will Smith) eşek yüküyle para vermek zorunda oldukları kimse yok. Will Smith, kendi yazdığı film boyunca minimum seviyede oyunculuk sergilemek zorunda (yazdığı karakterin kişiliği gereği). Film zaten bir bakıma bir babanın “saldım

çayıra, mevlam çayıra” durumunu anlatıyor. Bir uzay gemisi maketi, bir adet greenscreen, iki adet apple bilgisayar ise filmin geçtiği tüm mekanları kapsıyor. Tamam ikiniz beraber filmlerde oynamayın demiyorum, yine oynayın. Ama sadece oğlum oynasın, koştursun etrafta diye de film yapılmaz ki. Will Smith birçok filminde ne kadar başarılı bir aktör olduğunu kanıtlamış, oğlu hiçbir zaman iyi bir aktör olamayacak mıdır, bir yerden sonra açılacak mıdır bilemiyoruz. Ancak emin olana kadar kişiye özel film üretimini bir kenara bıraksa iyi olur. (Çılgın bir kadroyla, acayip film olurmuş bu arada) n


4


Hugh Laurie: Didn’t It Rain Dr. House olarak tanıdığımız Hugh Laurie bir kez daha Blues’cu olarak karşımızda

Eren Kasapoğlu

İ

lk albümü “Let Them Talk” 2011 yılında çıkmıştı piyasaya. Şarkı söylemenin dışında beş ayrı enstrüman çalabilen bu başarılı müzisyenin profesyonel anlamda or taya çıkması biraz geç olmuştu aslında. Daha önce çeşitli müzikal çalışmalarının içinde yer almasına rağmen bu albüm onun için bir ilkti. İngiltere başta olmak üzere pek çok ülkede çok satanlar listesine girdi ve günümüz müzik piyasası düşünüldüğünde bir Blues albümü için bu durum gerçek bir başarıydı. Bu başarılı müzisyen ço ğ u m u z u n D r. G r e g o r y

House olarak tanıdığı Hugh Laurie’den başkası değil. Aynı zamanda aktör, prodüktör, yönetmen ve seslendirme sanatçısı olan Laurie’nin son albümü “Didn’t It Rain” geçtiğimiz Mayıs ayında piyasaya çıktı ve Jazz-Blues severlerin dikkatini de bir kez daha üzerine çekti.

Los Angles’daki ünlü Ocean Way Recording’de yapılmış. Stüdyonun ünü daha önce burada kayıtlar yapmış Frank Sinatra, Quincy Jones, Nat King Cole gibi önemli müzisyenlerden geliyor ve böyle bir stüdyoda kayıt yapmak sadece başarılı müzisyenlerin yaşayabileceği bir deneyim.

Söze, albümün prodüktörlüğünü ünlü müzisyen ve Grammy ödüllü prodüktör Joe Henry’nin üstlendiğini söyleyerek başlayabiliriz. İçinde on üç parça bulunan (Deluxe versiyonunda bu sayı on dörde çıkıyor) albümün kayıtları

Albüm dinleyiciye “The St. Louis Blues” parçası ile merhaba diyor. Çıkışı 1900’lü yılların ilk çeyreğine dayanan ve Jazz severlerin Louis Armstrong’dan dinlemeye alışkın olduğu parçanın albümdeki yeniden yorumlanmış şekli


6

albümün kalitesini ilk parçadan ortaya koyuyor. Bu şarkıdaki ve “Send Me To ‘lectric Chair” şarkısındaki kadın vokal Pepper MaShay olarak tanınan Jean McClain. Jean McClain ile birlikte albümde Guatemalalı Jazz-Blues müzisyeni Gaby Moreno, “Kiss of Fire” ve “The Weed Smoker’s Dream” şarkılarını seslendirirken, bir blues efsanesi olan Henry Saint Clair Fredericks ya da bizim bildiğimiz adıyla Taj Mahal “Vicksburg Blues” şarkısını seslendiriyor. H u g h La u r i e’n i n G a by Moreno ile seslendirdiği “Kiss of Fire” bir Tango parçası ve

albümdeki Jazz ya da Blues türleri dışındaki tek parça. Hepimizin aşina olduğu o meşhur tango ezgilerine böylesine kaliteli iki ses eklenince gerçekten ortaya çok başarılı bir sonuç çıkmış. “The Weed Smoker’s Dream” ise yine eski bir blues parçası ve Moreno’nun bu parçadaki yorumu şarkıya verdiği ruhla ve dinleyiciye hissettirdikleriyle takdiri hak ediyor. “Vicksburg Blues” ise Taj Mahal’in klasik tarzı ve güçlü sesiyle içinde safkan Delta Blues olan parça. Favorim, albümün deluxe versiyonunda bonus parça

olarak yer alan unutulmaz Ray Charles parçası olan “Unchain My Heart” oldu. Laurie’nin tarzıyla gerçekten ayrı bir tat kazanmış; parçanın enstrümantal altyapısına ise hayran kalmamak mümkün değil. 2011 yılında yaptığı gibi bu albümle de el attığı her işi başarıyla yaptığını gösteriyor Hugh Laurie. Günümüzdeki müzik türlerinin kökü olan Jazz ve Blues’u bu ruhla çaldığı ve bu denli başarılı müzisyenlerle çalışmaya devam ettiği sürece bu başarısından ödün vermeyeceği de ortada. n


Modayı Yaratan Kadınlar

Dünyamıza bir meteor gibi düşen ve geçmişten günümüze modayı şekillendiren muhteşem kadınlar takdimimdir Merve Yazkan

G

ezi Parkı ile beraber geçmişine baktığımızda “şapkadınların güçlü, şef- kadan marka çıkaran” muhkatli, direnişçi ve koca- teşem Coco ya da kendini man kalpleri olan asil varlıklar gösterdiği andan itibaren arzu olduklarını bir kez daha hatır- nesnelerimizin mucidi olan ladık. Onlar her alanda güçlü Miuccia Prada gibi isimler duruşları ile karşımıza çıkı- “güçlü kadın” vasfını taşıyanyorlar. Gazeteci, yazar, akade- lardan yalnızca ikisi. misyen… Her meslek dalında bir tane de olsa, diğerlerinden sıyrılarak gücünü, özgüve- Coco Chanel Muhteşem Coco 20. yüznini ve zekasını göstermekten çekinmeyen kadınlara rastla- yıla damgasını vurmuş, kendi yabiliriz. Onlara hayran olma- görüşlerinden asla ödün vermak elde değil. Onlar iyi ki memiş ve dönemin modasını kökten değiştirmiştir. varlar! M o d a n ı n i h t i ş a m l ı Coco, yetenekleri, yaptıkları

ve başarısı ile pek çok yazarın kalemine konuk olurken, yaşadığı dönemin de günümüzün modasının da öncüsü oldu. “Şapkadan marka çıkaran” karşı konulmaz Coco’muz, takmaktan hiç vazgeçmediği şapkaları ile zirveye oynadı ve o zirveden de hiçbir zaman inmedi. Pembe ipek bir perdeden muhteşem bir tuvalet dikerek, bir kızın mezuniyet gününün rezil olmasını önledi. İkinci Dünya Savaşı nedeni ile kepenk indirdiği moda hayatına, muhteşem bir geri dönüş yaparak Chanel’in rafine


8

eteği popüler kılan Quant, minileri günümüzün de”‘itthings”leri haline getirdi. Eğlenmeyi sevmesi ve çılgın halleri ile de anılan tasarımcı, Kings Road’da açtığı “Bazaar“ adlı butiği ile modanın demokMary Quant Mary Quant, 60’lı yılların ratikleşme sürecini başlatan şüphesiz ki en gözde tasa- ilk isim oldu. rımcılarındandı. Sevgili Mary, 60’ların kükreyen Londra’sını MIuccIa Prada Miuccia Prada, Chanel çantasarımlarına başarıyla yansıttı. O yılların bir nevi üni- tası ve şapkası ile sokakta forması olan mini etek ile komünist bildirileri dağıtırLondra’yı mininin cazibesi ile ken birden arzu nesnelerimisallarken, şehrin içinde olduğu zin sahibesi oluverdi. Başarılı bu dönem de “Swinging tasarımcı kadınların çalışmaLondon” adı ile moda tarihine sına karşı olan dedesi Mario Prada’nın kurduğu Prada margeçti. kasını farklı boyutlara taşıdı. Ortak düşünce, mini eteği Hiç eğitim almamasına rağM a r y Q u a n t ’ ı n b u l d u ğ u men moda algısı inanılmazdı. yönünde olsa da asıl mucit 90’lı yıllarda tamamen devralAndré Courreges’dir. André dığı Prada’yı farklı bir forma Courreges’in bulduğu mini büründürerek günümüzün Avrupai tarzını Amerika’ya taşıdı. En büyük zaferi ise Fransa’da küçük bir butik ile yarattığı Chanel’i 100 yıllık bir peri masalına dönüştürmesidir.

en arzulanan markası haline getirdi. Nam-ı diğer Miu Miu’nun markayı devralması ile getirdiği yeniliklerden biri, ipek görünümlü naylon çantalara üçgen Prada logosu bastırması ve günümüzün “it-bag” fenomenini başlatmasıydı. Pek çok dergi tarafından da en iyi tasarımcı olarak tescillenen İtalyan modacı, halen trendleri belirlemekte olup, her sezon da diğer tasarımcılara nispeten bir adım önde. “Ben her zaman imkansız bir şey yapmak istedim“ diyen tasarımcı sofistike çizgisi, lüks ama gösterişten uzak duruşu ile de tüm övgüleri hak ediyor. Ayrıca Prada, Miu Miu markasının da sahibi. Değişimden beslenen bu muhteşem kadın lüksün ve servetin içinde yüzerken, doğduğu apartmanda yaşamaya devam ediyor.


9

Donna Karan Amerikalı tasarımcı Donna Karan, “yedi kolay parça” fikrinden yola çıkarak moda dünyasında hatrı sayılır bir devrimin öncüsü oldu. Başarılı tasarımcı, 1980 yıllarında bir kadının sadece yedi parçayla dolabını baştan yaratabileceğini ispatladı. Tasarımı evrensel bir iş olarak kabul edip, tek bir kadından ziyade dünyadaki tüm kadınları göz önünde bulundurduğunu dile getiren Karan, her zaman hayatı kolaylaştıran tasarımlar üretmeye önem verdi. Şüphesiz ki kadınların hayatını değiştiren “body”leri de bu amaç uğrunda tasarladı. Daima, gerçek anlamda giyilebilir kıyafetler üretmekten yana olan Karan, geçmişten günümüze tasarımları en çok taklit edilen modacılardan biri olmaya devam ediyor. n


10

Siyaset Söylem Analizi TRT’nin Neler Oluyor adlı programının bu haftaki konuğu Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ve yeni Twitter fenomeni Melih Gökçek idi. Gökçek bu konuşmada temel olarak AKP’nin iktidar gücünün imandan geldiğini (ki bu durumda kendisinin Altay Türkleri’nden kalma kut inancına bağlı olduğunu tahmin ediyorum) ve kimsenin “onları” alt edemeyeceğini söyledi ve hırsına yenik düşerek göz yaşlarına boğuldu…

İrem Koca

..Güçleri bize yetmez. Allah’tan başka hiç kimseden de korkmayız. Bunu da bütün dünya bilsin. Bize kimsenin gücü yetmez Allah’tan başka… Bazıları diyor ki aman yapmayın etmeyin sizi öldürürler… Kainat bir araya gelse Allah dilemedikçe bize bir şey olmaz. Allah’ın ayeti var. Başbakanımız da buna güveniyor. Vallahi Rabbim başlarına öyle bir bela verir ki nerden geldiğini şaşırırlar. İlla bizim bir şey yapmamız gerekmez…” “Söylem analizi konuşma ve metinler aracılığıyla oluşan anlam ürünleri ile ilgilenen geniş kapsamlı sosyal ve kültürel araştırmalar içinde kullanılan bir araştırma yöntemidir. Farklı yaklaşımlara dayanarak farklı açıklanmalar getirilmesi mümkün olan bir kavramdır.” Bu sarsıcı konuşmanın sonunda bir anlam çıkaramasak da çeşitli sebeplerden gözlerimiz yaşarmıştı. Gökçek’in sözlerinin ve tavırlarının satır aralarını okuyabilmek için Lorraine Üniversitesi Siyaset Söylem Dili Araştırmacısı Filiz Dağ Hadjiat ile birlikte basit bir söylem analizi yaptık.


11

“Âdemoğlu yaşlanır, fakat onda ki iki şey gençleşir: Mal üzerine hırs, ömür üzerine hırs…” (İbn Mace, Zühd, 27) mealindeki Hâdis-i Şerif.

Melih Gökçek bu konuşmada konuyu halkın yumuşak karnına, dine getirdi ve sonrada göz yaşlarını tutamadı. Siyaset söylem dili üzerine araştırma yapan biri olarak Sayın Gökçek’in konuşmalarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz? ‘Ademoğlu’ Melih Gökçek’in canlı yayında konuk olduğu programın sadece 2 dakikası şöyle özetleyebiliriz: 12 kere Allah ve Rab kelimesi, 5 kere iman kelimesi, 3 kere bütün dünya, bütün kainat ve bütün Türkiye, defalarca korkmuyoruz ve korkmayacağız kelimeleri kullanılmış. Bir de yaşım oldu 65, ortalama yaşın 2 yıl fazlasını yaşadım ifadeleri var. Sonrasında da Gökçek ağlamaya başlıyor. Genel anlamda gezi olayları ile verdiği bir mesaj yok.

Tek doğru sözü var: ‘Şu anda gözlerim yaşarıyor ama ‘hırstan’ yaşarıyor. Hırs: Tama, aç gözlülük, aşın tutku, sonu gelmeyen istek. Bir de konuyu sürekli dine bağlayan Gökçek’in konuşmasını yine dine başvurarak analiz edelim. “Doğrusu, onların hayata diğer insanlardan, hatta müşriklerden daha düşkün (daha hırslı) olduklarını görürsün. Her biri ömrünün bin yıl olmasını ister. Oysa, uzun ömürlü olması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yaptıklarını görür” (el-Bakara, 2/9) Görüldüğü üzere, ayette, hırs kelimesiyle dünyaya rağbet anlamı içinde alınmıştır.

Melih Gökçek’in asıl derdinin gezi parkı eylemlerinden ziyade mal ve ömür üzerine olan hırsından doğan kaygıları olduğunu akademik analizlerle olduğu gibi bu dini açıklamalarından da görebiliriz. Kendisi son olarak yine aynı konuşmasında yapmış olduğu açıklamada ‘Allah’ın oyunu en büyük oyundur’ diyor. Bunun için de aşağıdaki dini açıklamayı okumanızı öneriyorum. “Biz elbette göğü, yeri ve aralarında bulunan varlıkları oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Eğer bir eğlence edinmek isteseydik, nezdimiz de eğlenecek çok şey bulurduk! Faraza yapacak olsak, öyle yapardık! Hayır! Biz gerçeği söyler, gerçeği yaparız. Hakkı batılın tepesine indiririz de onun beynini parçalar. Bir anda bakarsınız, batıl yok olup gitmiştir. Allah’a yakıştırdığınız uydurma vasıflardan dolayı yazıklar olsun size!” (Enbiya, 21/16-18) Melih Gökçek gibi siyasilerin ani ağlama krizlerine girmeleri artık hazmetmekte güçlük çektikleri yoğun mal varlıkları ve bunları fani olan


12

dünyada bırakarak kaybetme korkularına bağlıdır. Güç ve hırs üzerine kurulu dünyaları hep daha fazlasını yapma daha fazlasına sahip olma isteğini doğurmaktadır. Kelimelerinde sık sık kullandığı korkmayacağız, korkmuyoruz..vs aslında bir nevi kendi kendilerini telkindir. Kendi iç dünyalarında yaşadıkları, yüzleşemedikleri korkularıdır. Bir nevi iç boşalmasıdır yani. Bu halleri Lakrimani ya da “Sinirsel Ağlama Sendromu” şeklinde ifade ederiz. Emekle elde edilmeyen, hak edilmeyen kazanç ve mevki kişilerde aşırı doyum ve mutluluk

yaratır. Bu aşırı saadet ve haksız kazanımların yitirilmesi korkusu “phobia”nın çatışmasının neden olduğu dolu dolu ağlama, gözyaşı dökme hali olarak ortaya çıkar. Bu liderler kendilerini de telkin ederek öncelikle kendi yanlışlarına kendileri inanmaya başlarlar. Halk ile yüzleşecekleri düşündükleri anda içselleştirdikleri yanlışlarını bir sinir patlaması ile dışa vururlar. Bu onların göz yaşlarına boğulmasına sebep olur. Gökçek bu konuşmadan bir kaç gün önce dış mihraklara ( yani dış basına ) “Kendim ettim kendim buldum. .” şarkısını

yollamıştı. Başbakan’da “BBC, CNN, Reuters hadi bunları da göster.” diyerek ve faiz lobisi konusunu açarak bir aynı vurguyu yapmıştı. Bu dış mihrak paranoyasıyla ilgili ne söyleyeceksiniz? Başbakan halkı zaten seçmenlerim ve çapulcular olarak ikiye ayırmış durumda. Bu çapulcu dediği kesim halkın diğer %50si ve oldukça aydın insanlar. Bu insanların gece gündüz sadece barış, özgürlük için sokaklara döküldüğünü doğrularsa kaybeder. Bu sebeple Erdoğan seçmenlerinin sorgu sual etmeden kendisini desteklemesi için


13

Kasımpaşalılığı’ndan ne de hazırlıksızlığından doğuyor.. Bu yaklaşan seçimlere yatırım ve seçmenine gücünü kanıtlama arzusudur.

olayı tamamen dış güçlerin oyunu olarak gösterme ve halkı Avrupa ülkelerinin ajanları olarak adletme yoluna gidiyor. Eğer halkın arkasında dış güçler var demeseydi bir grup çapulcu dediği insanlara yenilmiş olacaktı ve güçsüz görünecekti. Bir lider olarak yenilmezlik, güçlülük imajı yaratabilmek için böyle bir yola başvurarak tarih boyunca stratejik konumumuza bağlı olarak bir çok devletle savaşmış olduğumuz için halkımızın bu sözlerle etkilenmesini bekledi. Bu yüzden dış mihrak paranoyası diyemiyorum. Sadece kendi çıkarları doğrultusunda işe yarar bir vurgu yaparak kendisine oy kazandıracağını bildiği için halkı ayrıştırdığını görüyoruz.

Söyleşimizi bitirirken, söylem analizinden bağımsız olarak şunu da soralım; Sizce Gezi Parkı direnişinde nasıl bir yol izlenmesi gerekirdi?

Son mitinglerde sözleriyle halkı kışkırtan ve ayrıştıran bir Başbakan görüyoruz. Bunun sonuçları neler olabilir?

almamı beklerdi, gereken cevap gezi parkçılara layıkıyla verildi.” şeklindeki ifadelerinden bunu çıkarıyorum.

Başbakan kendisine oy vermeyen kesimin isteklerini çok sert bir dil ile geri çevirerek, onları kazanmak yerine olayı bir polis – halk karşıtlığına sürükledi. Ben burada objektif olarak Başbakan’ın halkın %100’ünü kucaklamak gibi bir niyetinin hiç olmadığını gözlemliyorum. “E ne yapsaydım, bana oy verenlere arkamı mı dönseydim, bana oy verenler benden bu şekilde tavır

Başbakan önceliği seçmenlerine vererek oy kaybını önlemeye çalışıyor. Bu da bir siyaset tarzıdır. Başbakan’ın kendisine karşıt olan grubu kazanma isteği zaten yok. ‘Biz ve bunlar’ ayrıştırması bilinçli olarak oluşturuluyor. ‘Bunlar’ denilen kesim ‘biz’ dedikleri grup kendisini desteklemeye devam edebilsin diye itiliyor. Bu bilinçli bir çıkıştır. Bu çıkış Erdoğan’ın ne

Gezi Parkı direnişçilerine en başından olumlu yaklaşılsaydı, çözüm arayışına gidilseydi, oraya şahsen gidilip, gençler yerinde gözlemlenseydi bizler bugün daha demokratik olma yolunda olurduk. Bu tutum AKP’nin karşıt grupları birleştirebileceğini gösterirdi. Ama aynı zamanda da karşıt gruplar barışınca çatışmadan yoksun kalınırdı ve birlik sağlanırdı. Böylece daha demokratik olunca daha fazla ses ve görüş ortaya çıkar, haliyle biat kültürü yerine özgür düşünce ile bireylerin kendi kendilerine çözüm üretebileceği bir ortam olurdu. Birleşen halk bambaşka oluşumlara kayardı ve ufku açılan seçmenleri kaybetmeleri söz konusu olurdu. AKP’nin barışçıl politikası kendi sonu olurdu. Ama şunu belirtmeliyim ki doğru olan siyaset ötekileştirme değil, biz ve bunlar denilen grupları ortak paydalarda buluşturmaktır. Zor olan ve doğru olan budur.


/17

e t e z r e v i n 端


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.