/18
ü
e t e z r e niv ları
Oyun z i n e d Ak
kelenen e L e l y lalleri h İ Hikaye ır g n n i u p z o U D _ urray: uture Başkad M y d _An ute Co a H e t ’ _Paris
Sayı: 18 / 2013 Genel Yayin Yönetmenleri Can Olguner Berkem Ceylan Yayın Koordinatörü Özge Yılancı
Dop�ng İhlaller�yle Lekelenen Akden�z Oyunları
Yazı İşleri Simge Gürkan Tuna Ateş Yazarlar Emrecan Kaya Gökberk Ertunç Merve Yazkan Natali Oral Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım
Par�s’te Haute Couture Başkadır
Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır.
/ifbilgi
@ifbilgi
Kampüs Modası
Andy Murray: Uzun H�kaye
DOPİNG İHLALLERİYLE LEKELENEN AKDENİZ OYUNLARI Natali Oral
A
kdeniz Oyunları, bu sene 20-30 Haziran tarihleri arasında Mersin’de düzenlendi. 4 senede bir Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında düzenlenen oyunların bu seneki ayağında 24 ülkeden katılan sporcular 27 dalda mücadele etti. 430 sporcu ile oyunlara katılan Türkiye madalya sıralamasında ikinci olmasına rağmen art arda gelen doping skandallarıyla konuşuldu ve bu konu uzun bir süre kapanmayacak gibi görünüyor. İngiltere’de yapılan Avrupa Takımlar Şampiyonası sırasında 5 Türk sporcusu dopingli çıkmıştı ve şampiyonadan diskalifiye olmuştu. Akdeniz Oyunları’nda ise
Halter Milli Takımı’ndan 8 sporcunun yasaklı madde kullandığı ortaya çıktı ve bu sporcular Akdeniz Oyunları kadrosundan çıkarıldı. Doping skandalları bunlarla bitmedi: Atletizmde 5 sporcunun yanı sıra aralarında Eşref Apak’ın da bulunduğu 8 sporcuda da yasaklı madde tespit edildi ve bu sporcular da oyunlardan men edildi. Bu olaylar patlak verince g öz l e r Tü r k i ye At l e t i z m Federasyonu Başkanı Mehmet Terzi’ye çevrildi. Son yaptığı basın toplantısında istifa etmeyeceğini ve dopingle mücadelenin süreceğini söyledi ve eleştirilerin hedefi oldu. Doping tartışmaları sürerken, sporcular arasında doping
kullanımının son zamanlarda neden bu kadar arttığının cevabını bulmaya çalıştık. HaberTürk spor yazarı Murat Ağca, sporcuların doping kullanma sebeplerinin ekonomik olduğunu söylüyor. Özellikle halter ve atletizm branşlarında yarışan sporcuların paraya ihtiyaçlarını olduğunu belirtirken onların olaya “para kazanmak” olarak yaklaştıklarını düşünüyor. Akdeniz Oyunları’nda verilen 500 altının önemli bir ödül olduğunun altını da çizen Ağca, federasyonların da aksaklıkları olduğunu ve bunu engellemek için sert tepkiler vermeleri gerektiğini söylüyor. Yasaklı madde kullanımının kontrollerinin yapılmasında da eksikler ve aksaklıklar olduğunu söyleyen
4
Ağca, bazı maddelerin posta yoluyla zarfla bile gönderildiğini belirtiyor. Bu olayların olimpiyat sürecini ve sporcuların performanslarını da etkileyeceğini dile getiren Ağca, sporcuların şu an psikolojilerinin bozuk olduğunu da son olarak belirtti. Bu konuyla ilgili fikirlerini aldığımız bir başka isim de eski bir yüksek atlama sporcusu olan, Olimpiyat ve Avrupa Şampiyonu, atlet Elvan Abeylegesse ve Alemitu Bekele’nin eski antrenörü Ertan Hatipoğlu. Hatipoğlu son yıllardaki artan doping skandallarını değerlendirirken Türkiye Atletizm Federasyonu’nun bu işten ‘temiz’ çıkabilmesi için yönetimin değişmesi gerektiğini savunuyor. Doping olaylarının son
dönemde bu kadar artmasını neye bağlayabiliriz? Öncelikle şöyle başalayalım: Şimdi dünya spor tarihini üçe ayıralım: Birinci dönem, 2. Dünya savaşı’na kadar olan dönem. İkinci dönem, 2. Dünya Savaşı’ndan Berlin Duvarı’nın yıkılışına kadar olan dönem ve Berlin Duvarı yıkıldıktan sonraki üçüncü dönem; yani WADA Çağı (World Anti Doping Agency). Bu dönem, belli kuralları olan bambaşka bir konum. Ne var ki, biz ilk çağın kafasında kaldık. Bugün doping olaylarında bu durumda olmamızın sebebi üçüncü döneme ayak uyduramamamızdır. Nedir burada önemli olan? “Yasaklı madde kullanılmayacak” kuralı. İşte bu prensibi biz çiğnedik. Şimdi sorumuza geri dönelim: “Niye bu yıl bu kadar arttı?”
Üçüncü dönemin kuralları basamaklı bir şekilde farklılaşıyor. İlk önce WADA kuruldu. Eskiden var mıydı? Yoktu. İlk kurulduğundan bu yana WADA kurallarını sertleştirdi ve kontrolleri arttırdı. Ne yaptı peki? “Sporcu Nerede Programı”(*) ile gün gün sporcuları takip etmeye başladı. Yıl boyunca a n t r e n m a n ve d i n l e n m e saatlerini kontrol etti. Evde, kampta ayrımı yapmadan. Sonra kontrolleri daha da artırarak her gün sporcuların kendilerine bir saat koymalarını ve o belirlediği saatte belirlenen yerde olmalarını zorunlu kıldı. WADA görevlisi kontrole gelir gelmez; bu sporcuyu ilgilendirmez ama sporcunun programa göre kurala uyması gerekir. Kurallara uyulmadığı takdirde ise bazı yaptırımları var. Türkiye’de sporcular daha bu kurala adapte olamadılar.
5
Bu da yetmedi, biyolojik pasaport denilen bir sistem yarattılar. Biyolojik pasaport, dopingle savaşmada günümüzün (Üçüncü Çağ’ın) en modern silahlarından biri. Bu sistem “dersini çalışmamış” sporcular için kabus haline geliyor. Bunlar, WADA’nın tüm ülkeler arasında kullanılan sistemleri ama biz bu düzene hala ayak uyduramadık. Ne yapıyoruz? Eski “ağır silahlarla”, ikinci dönemden kalma yöntemlerle başarılı olmaya çalışıyoruz Şimdi gelelim asıl soruya:
“Niye bu yıl daha çok?” Aslında geçen yıl da çok vaka vardı ama sayılarla oynanıyor. Kesinleşmiş, kesinleşmemiş vakalar var. Bazı sporcuların davaları hala sürüyor, mesela Nevin Yanıt’ın ve Aslı Alptekin’in. Onları vaka olarak saymıyorlar. Peki bunu antrenörler mi tetikliyor? At l e t i z m F e d e r s a yo n u Başkanı Mehmet Terzi, bu olayları antrenör ve sporcuların üzerine yıkmak istiyor. Şimdi size şunu soruyorum:
reşit sporculardan bahsediyorum, reşit sporcu herhangi bir maddeyi almak istemezse hangi güç bunu yaptırır? “Hocam bunu kullanmak istemiyorum” deme hakkına sahip. Tabii, yapan antrenörler de var ama hepsi değil ve federsayon buna göz yumuyor. Bütün problem orada. Çünkü her şeyin farkındalar. Federasyonun değişmesi lazım, daha nitelikli insnların gelmesi gerekiyor. Bu Üçüncü Çağ’da bize yol gösterebilecek bilgili insanlara ihtiyacımız var, bu şekilde devam
6
edilemez. Terzi, kalmak için ısrar ederse çok daha ağır sosyal olaylara neden olacak. Bu ülkede sadece Mehmet Terzi mi var? Bu işin ilimini bilimini bilen yöneteciler var, bu aşamadan sonra tek yol budur. Ulusal atletizm federasyonun bir yaptırımı olacaktır. 1 yıl, 2 yıl ceza verecektir. Türkiye’nin hiçbir sporcusu yurt dışına çıkamayabilir ki bu da sporcuların gelecekleri için hiç iyi olmaz. Bugüne kadar Hintliler’e gülüyorduk 13 atleti dopingli yakalanmış diye. Bakın bizim başımıza ne geldi.
Yani siz federasyonun değişmesi gerektiğini mi söylüyorsunuz? Kesinlikle, aksi takdirde pek çok problem çıkacak. Ceza
(*) Bulunabilirlik bildirimine göre sporcular, 3 aylık dönemler için form dolduracaklar. Bu formda 3 ay süresince, hafta sonları da dahil olmak üzere her gün 06.00 ile 23.00 saatleri arasında 60 dakikalık bir zaman diliminde bulunabilecekleri bir yeri bildirecekler. Sporcular, konaklayacakları ev, otel ve misafirhanelerin yanı sıra antrenman, eğitim faaliyetleri, işlerini yapacakları okul, bina ya da spor sahası
alan sporcuların antrenörleri de konuşmaya başlayacak. 2 kişi değil ki bunlar: 30 kişiler, 45 kişinin 30 antrenörü var. Onlar da bu sefer eteğindeki taşları dökecek. Ne olacak? Federasyon hep yara alacak. Federasyon her şeyi biliyor. Her şeyin farkındalar, kimin ne aldığını, ne kullandığını, sporcuların kan değerlerini… Sma suçlu hep antrenör ve sporcu.
gibi yerlerin tam adreslerini ve bu adreslerde kendilerine nasıl ulaşılabileceğini bildirecekler. Sporculardan ayrıca, katılacakları müsabakalar hakkında detaylı yer ve tarih bilgisi istenecek. Bulunduğu yeri 3 kez bildirmeyen ya da bildirdiği yerde 3 kez bulunamayan sporcu doping ihlali yapmış sayılacak ve iki yıl men cezası alacak. n
çalıştırdım. Ama ben Elvan’ı küçük aldım, büyüttüm; birlikte büyüttük onu ülke olarak. O bize hazır gelmedi. Şimdi ne yapıyorlar? Çocuğun dünya derecesi var, onu alıyorlar devşiriyorlar ve “Turkish Hero” diye bütün dünya dalga geçiyor.
Gerek adaylık süreci gerekse sporcuların performansı nasıl etkilenecektir? Kesinlikle engellemez, çünkü Istanbul bana göre seçildi. Peki, Taksim’de yaşanan olaylar bu süreci etkilemedi mi? Hiçbir ilgisi olmaz bana göre yeter ki bu süreci akıllıca yürütebilelim ama bu federasyon bunu yapamaz. Sporcular ise çok kötü etkileniyor. Bugün bir milli atletin demecini okuyorum gazetede paranoyak olduğunu söylüyor. Bu arada devşirme olaylarından da bahsedelim. Çok çirkin bir olay. Eskiden Elvan Abeylegesse’nin antrenörüydüm. Ben de devşirme
Andy Murray:
Uzun Hikaye Game Set Murray Emrecan Kaya
S
ampras’ların, Bjorg’ların, Boris Becker’lerin ve daha nicelerinin isimlerinin altın harflerle tarihe yazılmasını sağlayan, kazananın oyunculuktan efsaneliğe yükseldiği, sadece netice şampiyonlarının değil hatice şampiyonluklarının da unutulmadığı Wimbledon tenis turnuvası geçtiğimiz hafta sonlandı. Bu turnuvayı 1 kere kazanmak için 14 kere katılan, 4 final gören ve 2001’de tenis tarihine geçen muhteşem maç sonucu Wimbledon şampiyonu olan Goran Ivanisevic’in maç sonu sözleri bu turnuvanın ne kadar büyük olduğunu ortaya koyan kısa bir kesit gibiydi: “Hayatımın geri kalanında ne yaparsam yapayım, ben hep Wimbledon şampiyonu olarak
hatırlanacağım ve bu muhteşem bir duygu”. Çok değil, birkaç sene önce Murray için yapılan eleştiriler sabırsız olduğu ve maçlarda mental açıdan güçlü olmadığı, bu nedenle Federer, Nadal veya Djokovic ayarındaki oyunculara ancak meze olur deniyordu. Şimdi ise neredeyse Professor Xavier sabrına ve mental gücüne sahip, sahada sürekli taktik değiştirebilen ve su gibi girdiği şisenin şeklini alabilen bir oyuncuya dönüştü. Bu değişimi gözlemlemek için çok uzağa gitmemize gerek yok aslında, 2010’da kaybettiği finaldeki konuşmaları ilk mesajları veriyordu. 2010 Avusturalya Açık finalinde ekselansları Roger Federer
ile karşılaşmıştı ve ilk Grand Slam kazanma şansını yakalamıştı. Tenis sanatının en büyük sanatçısı olduğunu ispat edercesine kusursuz oynayan Federer, kupayı kazandığında pek şarşırmamıştık aslında. Ancak her topa bir şekilde raket uzatan ve her sayıyı maç sayısı ciddiyetinde oynayan Andy Murray için oldukça zor bir gündü. Grand Slam kazanmaya bu kadar yaklaşmışken yaşadığı hayal kırıklığı, maç sonu yaptığı konuşmada da belli ediyordu kendini. Ağlamamak için kendini zor tutan Andy en sonunda dayanamayıp şöyle diyordu: “Evet buraya çıkıp Roger gibi ağlayabilirim ama ne yazık onun oynadığı gibi tenis oynamıyorum”. Tabii ki içinde Federer’i
8
onore etme de vardı, ama asıl kendine koyduğu hedef oydu. Federer gibi oynamak değil ama Federer gibi kazanmak. Çünkü Andy Murray kaybetme fikrine karşı oynuyordu. Henüz 12 yaşında Dunblan’den ayrılıp İspanya’ya Emilio-Sanchez tenis akademisine geldiğinde amacı daha iyi bir tenisçi olmanın yanında, kazanan tenisçi olmaktı. Kendini “değişime açık İskoç” olarak tanımlıyordu. Klasik İskoç inadının yanında, kazanma güdüsü onu daha fazla çalışmaya, hataları üzerine inat etmeden, ki bu bir İskoç için zordur, düzeltmek üzerine çalışıyor, bu nedenle her antrenörün çalışmak isteyeceği bir oyuncu. Ancak Murray’de her antrenörle çalışmayı seven bir oyuncu değil. Elbette kariyeri boyunca pek çok antrenörle çalıştı ve her biri ayrı ayrı çok şey kattılar ona. 11-17 yaşları arasındaki antrenörü Leon Smith, hırsını ve kazanma isteğini pozitif oyuna çevirmesi yönünde verdiği tavsiyelerin, kariyerinde çok belirleyici olduğunu söyler Murray. Onun kariyerinin dönüm noktası olarak 2012 senesini seçmek herhalde en doğrusu olacak. Bunun nedeni 2012’de Olimpiyat altınını kazanması değil, yeni antrenör olarak Ivan Lendl ile çalışmaya karar vermesi. Te n i s e f s a n e l e r i n d e n
McEnroe Murray-Lendl ortaklığı için “Tıpkı Murray gibi Lendl da kariyerinde pek çok zafere imza atsa da, pek çok final kaybetti. Oyuncuyken yaptığı hataları Murray’nin yapmamasını sağlarsa, Murray ilk Grand Slam’ini kazanabilir” demiş. Bu ortaklığın ilk ciddi meyvesi, 2012 Wimbledon’da ortaya çıktı. Turnuva boyunca inanılmaz oynayan Murray finale kadar geldi ve finalde 2010’daki gibi Federer ile karşılaştı. İlk seti almasına rağmen Roger yine ekselanlarına yakışır bir oyunla sahadan 3-1
ile galip ayrılırken, aslında iki tarafın da kazandığı bir çok özel bir Wimbledon finali olmuştu. Maç sonu birkez daha mikrofonu eline alan ve bilinen Andy Murray’nin aksine, bilinmeyen duygusal yönünü göstererek taraftarlar ile arasında özel bir bağ oluşmasını sağlayan o efsane konuşmasnı yapıyordu. Tavsiyem görüntüsünü bulup izlemeniz ancak sadece şunu söyleyeyim; Murray’nin ilk sözü şöyle idi: “Giderek yaklaşıyorum”. Agassi, Mcenroe gibi tenis efsaneleri Murray’nin maç sonu yaptığı
9
çok samimi, bir o kadar duygusal konuşmanın, yıllardır sakladığı kişiliğinin dışarı çıkması ve toplumla olan ilişkisinin gelişmesi açısından olumlu bulmuşlardı. Efsaneler yanılmaz, bir kez daha haklı çıktılar. O gün kupayı kaybeden Murray aslında Dünya’yı kazanmıştı. Kendisi için oldukça zor olan finalden sadece 28 gün sonra, aynı kortta aynı seyircilere karşı aynı oyuncuya karşı oynadığı Olimpiyat Finalinde, sanki o Wimbledon finali hiç yaşanmamışçasına hem mental hem de kort üzerinde harika işler çıkararak altın madalyaya kavuşur. 2006’dan sonra İngiliz taraftarlarla arası gergin olan Murray 1 ay içinde sadece İngilizler ya da genel olarak Britanyalıların değil
tüm Dünya’nın takdirini ve sevgisini kazanıyordu. Başarılar devam ediyordu onun için ve 2012 yılının son Grand Slam’inde US Open finalinde Novak Djokovic’i devirip kariyerindeki ilk Grand Slam zaferine ulaşıyordu. Bu zafer ona olan desteği artırmakla beraber, Lendl ile yaptığı çalışmalardan sonra artık kazanan bir tenisçi olduğunu gösteriyordu herkese. Kendisi bu maçtan sonra: “Eskiden kaybetmenin büyük bir motivasyon olduğuna ve beni daha fazla çalışmaya zorladığını düşünürdüm. Şimdi ise kazanmanın hayatta ki en büyük motivasyon olduğunu görüyorum.” G e l e l i m 2 0 1 3 WİMBLEDON’na. Bu turnuvaya gelmeden önce sakatlığı dolayısıyla toprak kort
sezonunda fazla aktif olamayan Andy, bütün konsantrasyonunu Wimbledon’a vermişti. Turnuvadaki performansı da bunu ispat edercesine harikaydı. Kariyeri boyunca alt kategorilerde ve Grand Slamlerde onu oldukça zorlayan Verdasco karşısında 2-0 geriye düştüğünde, bu masalın burada sonlandığını düşününenler, Andy’i hiç tanımamış olanlar olacaktı. Pes etmek Andy’nin kitabında yazmazdı, tıpkı her İskoç’ta olduğu gibi. Bu maçı geriden gelip 3-2 kazanarak yoluna sağlam bir şekilde devam ediyordu. Yarı finalde ilk seti Janowicz’e kaybetmesine rağmen maçı 3-1 alırken, kontratak ve baseline oyununda artık usta bir oyuncu olduğunu bir kez daha görebiliyorduk. Janowicz
10
ismini ise ileride daha da sık duyabiliriz bu arada. Bu maçın hemen ardından basın toplantısını ziyeret eden ve her başarılı İskoç’un arkasında ki en başarılı İskoç Alex Ferguson, Murray’nin kulağına altın değerinde tavsiyeler fısıldayacaktı. Murray’nin her finalinde ona destek veren Fergie, asla yanlış adama bahis oynamazdı. Ve o an geldi Murray için. Dile kolay 77 senedir bir Britanyalı tenisçi, Wimbledon’ı kazanamıyordu. Fred Perry’nin zaferi artık nesilden nesile aktarılan bir efsane gibiydi. Herkes yaşandığını biliyordu elbet ama neredeyse gözleriyle gören kalmamıştı. Son yıllarda yaşanan en büyük spor
hikayelerinden birinin yazıldığı 2013 Wimbledon’ını izleyenler sadece bir finali değil, tükenmiş umutların nasıl yeşerdiğini de görebileceklerdi. Bir adamın sadece maç sayısı için servis attığını değil, ailesi, memleketi Danblane, koçu-eski dünya 1 numarası Lendl’ın kariyerinde tek eksik Wimbledon zaferi ve bu maçı cennetin en güzel yerinde izleyen, çocukken trajik bir şekilde kaybettiği 16 arkadaşı ve 1 öğretmeni için de attığını. Ve maç sayısı geldikten sonra merkez korttan çıkan ses, tıpkı Eric Clapton’ın soloları gibi doğaçlama ve bu Dünya’da ki dertlerinizden bir an için uzaklaşmanızı sağlayacak
bir davet gibiydi. Murray’nin memleketi Dunblane’deki sevinci kelimelere dökmek için ise Oscar Wilde ya da Ernst Hemingway’ın aramıza geri katılıp, maçı bizim yerimize yazmaları ancak yeterli olacaktı. Her zaman “anların” yazılardan daha anlamlı daha özel olduğuna inanırım. Murray’nin hayatında ve kariyerinde pek çok “o an” olduğundan aslında en güzeli onları bulup tekrar izlemek. Yukarda da belirttiğim işleri kelimelere dökmek istiyorsanız, büyük üstatlara bu işi bırakmak en güzeli tabi. Ama Sait Faik’in de dediği gibi “Yazmasam deli olacaktım”. n
Paris’te Haute Couture Başkadır 19. yüzyılda Paris’te doğan “haute couture” akımı, bu sene de doğduğu şehirde Haute Couture Moda Haftası’nda aklımıza, kalbimize ve ruhumuza hükmetti! Merve Yazkan
12
ATELIER VERSACE Konsept ve Stil Önümüzdeki sonbahar/kış sezonu için hazırlanan Atelier Versace koleksiyonu, tamamen kesimlere, drapelere, yoğun yaka detaylarına ve açık omuzlara odaklandı. Risk almaktan korkmayan ve uçlarda gezinmeyi seven Donatella Versace, vizon, timsah gibi değerli materyaller, siluetleri belirginleştiren ve vücudu açıkta bırakan esvapeler kullanmayı tercih etti. Defilenin görkemli açılışını yapan Naomi Campbell, kalça altında biten, payetli, kısmen fistolarla örtülü ve Swarovski’ler ile süslü mikro ceketiyle kendinden emin adımlarla yürüdü. Mesaj gayet açıktı: “Versace, hisleri yaratır ve duygulara tasarımlarında hükmeder!” Aynı konsept, süslü kokteyl elbiselerinde, uzun balık modelli etekler ile giyilmiş vizon kürklerde ve ipekten yapılan mini elbiselerde de mevcuttu. Boyutlar Kısa ve dizde biten modeller gündüz için, uzun ve yere kadar inen kıyafetler ise gece içindi. Renkler Şarap kırmızısı, zümrüt yeşili, koyu mavi ve lacivert, siyah, safir mavisi, mor, gri Materyaller Payet, Swarovski, timsah derisi, vizon kürkü, ipek, kristal, dantel, tül, örgü, şifon Formlar / Modeller Ustaca hizalanmış katlar, balık şeklinde inen straples elbiseler, mimari hacimli elbiseler Aksesuarlar Swarovski halkalardan oluşan PVC ayakkabılar
13
CHANEL Konsept ve Stil Defileye, Chanel’e göre şekillenen gelecek ve kıyamet temaları hükmetti. Karl Lagerfeld, gerçeği bir evi simgeleyen, çift bağlılık olarak gördüğü bu düşüncenin peşinden “yeni bir Pazar” arayışına gitti; fakat bahsi geçen bu pazarlar: Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin değildi. Lagerfeld’in odak noktası şimdinin Arap Emirlikleri ve fütüristik bir çevre hayali oldu. Dünya gezegeninin uzaydaki temsilcisi olan film kahramanı Barbarella’nın stilini anımsatan tasarımlar olmasına rağmen, koleksiyon genel olarak klasik ve güven verici Chanel dokunuşlarıyla devam etti. Açılış, Chanel’in ikonik yün ceketi ile kombinlenmiş mini etek ve onu takip eden hafif büyük bir kesime sahip palto ile yapıldı. Bu kombine ek olarak, kare iskeletli şapkalar ve kalça altına uzanan uzun süet çizmeler ile devam edildi. Defilenin sonlarında ise karşımıza daha değerli materyaller ve sofistike tasarımlar çıktı: tül ve şifon, işlemeli çiçekler, mozaik desenlerin hükmettiği payetler ve boncuklar, eşsiz abiye elbiseler… Boyutlar Dizin biraz aşağısı ve yukarısında değişen kesimler, sütun şeklinde aşağıya inen ve taban uzunluğuna ulaşan elbiseler Renkler Siyah, gri, mavi, beyaz, kırmızı, gümüş ve asker yeşili Materyaller Yün, kaşmir, ipek, tül, payet, kristal, ipekli damasko, saten, şifon, kadife, süet, organze, metalik ipler, mozaik desenlerin içlerinde kullanılan oltu taşları Form / Model Bel kısmını vurgulayan kesimler, keskin ve klasik kesimli ceketler, abiye elbiseler, kabanların değişken formları ve boyutları Aksesuarlar Kalça altında biten süet ve payetler ile süslü uzun çizmeler, platinyum ve altın takılar, kare şeklideki şapkalar, geniş kemerler
14
CHRISTIAN DIOR Konsept ve Stil Başlangıç çizgisinden başlamak… Bu, Maison Dior için hazırladığı tasarımlardan tamamen ters bir şekilde ilerleyen Raf Simons için yapılabilecek en uygun tanım. Raf Simons’un hazırladığı 2014 Haute Couture koleksiyonu, her biri birbirinden değerli tecrübelerin ürünü olan giysilerden oluşuyor. Koleksiyonun renk seçimleri, devrimsel katları ve uyum içindeki hareketli kesimleri ile izleyenleri şaşırtan hem de onların beğenisini kazanan Simons, başlangıç puanını da kapmış gibi görünüyor. Ünlü tasarımcı, koleksiyonda fırsat buldukça Dior arşivinde yer almayan kesimlere yer verirken, markayla bütünleşmiş formları da kullanıyor. Yeni Dior Haute Couture koleksiyonu, gerçekliğin içinde yer alırken aynı zamanda da hayalleri süsleyen tasarımları barındırıyor. Renkleri, formları, yeni materyalleri ve yeni bir özgürlük düşüncesi ile Dior, moda haftasının en çarpıcı defilelerinden birine imza attı. Boyutlar Diz altında ya da dizde biten kesimler, taban uzunluğunda elbiseler Renkler Siyah, kırmızı, yeşil, açık mavi, gri, kobalt mavisi, pembe, denizci mavisi ve çizgileri Materyaller Yün, kaşmir, ipek, tül, kürk, kristal, ipekli damasko, saten, şifon, kadife, vizon Form / Model Drapeler ve hareketli katlar sayesinde oluşan asimetrik kesimler, kolon şeklinde inen elbiseler, mimari hacme sahip ceketler Aksesuarlar Bağcıklı ve grogen kumaşlı ayakkabılar, kadife botlar, motifli geniş fularlar ve atkılar, maskulen stili yansıtan ince kemerler, Masai stilinde halka bileklikler, çift renkli uzun eldivenler
15
ELIE SAAB Konsept ve Stil Bir kez daha izleyicilerini ve müşterilerini hayal kırıklığına uğratmayan Elie Saab, bu koleksiyonunda da lükse ve değerli taşlara düşkün Orta Doğulu kadını, tasarımlarına yansıtıyor. Lübnanlı tasarımcı, balık formunda yere kadar uzanan elbiseleri ve kolon şeklinde aşağıya inen abiye kıyafetleri, daha önce de kullandığı şarap kırmızısı, safir mavisi gibi renkler ve değerli taşlar ile süsleyip izleyenlerin beğenisine sunuyor. Boyutlar Diz altında biten elbiseler, büstiyer ve deniz kızı formunda yere kadar uzanan abiye elbiseler Renkler Şarap kırmızısı, safir mavisi, zümrüt yeşili, buz rengi, gri, gümüş rengi Materyaller İpek, tül, payet, kristal, ipekli damasko, saten, şifon, müslin, hafif renkli oltu taşı, metalik ipler Form / Model Kolon şeklinde belden aşağıya doğru inen ve alt kısmı İspanyol paça tarzı genişleyen elbiseler, deniz kızı modeli, omzu açıkta bırakan transparan detaylar, vücudu açıkta bırakan ve transparan detaylı dekolteler Aksesuarlar Stilettolar ve bağcıklı topuklu ayakkabılar n
16
17
Zeynep Gönen Yeditepe Üniversitesi Reklam Tasarımı ve İletişim 2. Sınıf
18
19
Ömer Faruk Özadalı
Uluslararası Ticaret ve İşletmecilik 1. Sınıf
20
21
Alara Kaya
Karşılaştırmalı Edebiyat 1. Sınıf
22
/18
e t e z r e v i n 端