/29
e t e z r e v i n ü 2013 İ İH” M T İ A K F E “ : M k _FİL amışlı m l o r i _Yine b z Mu Dedi? u _Biri M
zete
Sayı: 29 / 2013 Genel Yayin Yönetmenleri Özge Yılancı Yazı İşleri
FİLMEKİMİ 2013
YİNE BİR OLMAMIŞLIK: “FATİH”
BİRİ MUZ MU DEDİ?
AVICII: TRUE
KAMPÜS MODASI
PARİS MODA HAFTASI’NDAN RAPORUMUZ VAR!
Gökberk Ertunç Günseli Naz Ferel Yazarlar Demet Açıkgöz Dilara Şenbilgin Eren Kasapoğlu Oğuzhan Karakaş Simge Gürkan Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Twitter: https://twitter.com/Univerzete Facebook: https://www.face-
book.com/pages/%C3%9Cniverze te/222760591195490
/ifbilgi
@ifbilgi
3
/
v i 端n
e t e z er
FİLMEKİMİ 2013
BLUE IS THE WARMEST COLOUR Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Palme d’Or’u kazanan merakımızın unsuru Mavi En Sıcak Renktir, Filmekimi’nin bilet bulunması belki de en zor filmiydi ama oluşturduğu beklentinin gereğini yerine getirebildi mi, tartışılır. Lezbiyen bir çiftin ilişkisinin anlatıldığı bu film, son derece gerçekçi bir yapım olduğu için önemli bir yer taşıyor elbette. Homoseksüel olsun veya olmasın ilişkide kişilerin üzerine
aldığı bazı roller olduğunu gösterip, aşkın her zaman eskisi gibi heyecan verici (filmin sembolünü kullanırsak “mavi”) kalmadığını anlatıyor izleyenlere. Kendinden büyük, gizemli ve sanatkar ruhlu Emma’ya aşık olmasıyla hayatı değişen Adele’in hikayesinin izleyici için yetersizleşmeye başladığı nokta da buraya tekabül ediyor. Adele’in cinsel tercihiyle ilgili hissettiği ikilem, yaşadığı kimlik karmaşası sırasında
5
İstanbul’un üç farklı salonunda 40’a yakın filmin gösterildiği, sinefillerin Oktoberfest’i Filmekimi 28 Eylül - 6 Ekim arası gerçekleşti. İşte bu seneden seçkiler… Dilara Şenbilgin, Günseli Naz Ferel
ailesi ve arkadaşlarıyla yaşadığı problemlerin yüzeysel bir şekilde geçiştirilmesi bir yana, zaman akışında yaşanan geçişlerin belirsizliği sebebiyle kafa karıştırıcı anlar da meydana geliyor. Bolca tartışmaya sebep olan toplam 18 dakikalık sevişme sahnelerine gelirsek, yönetmen Abdellatif Kechiche’in cesur olmak niyetiyle o ince çizgiyi kaçırdığını ve filmin değerini düşürdüğünü söylemek gerek. Filmin esinlenildiği çizgi romanın yaratıcısı Julie Maroh’un “saçmalık derecesinde” ve “aşağılayıcı” olarak nitelendirdiği bu
sahneler herhangi koreografiyle çekilmediği için başrol oyuncuları Adèle Exarchopoulos ve Léa Seydoux tarafından bile eleştirilmişti. Tüm bunlar bir yana, Blue is the Warmest Colour uzun seyrine rağmen izleyiciyi sıkmayan bir yapım olmayı başarıyor ve birbirini değiştirmeye uğraşan bir çiftin ilişkisinin gidişatının nasıl olabileceği üzerine izlenmeye değer bir söylemde bulunuyor. Soundtrack seçkisi: Beach House - Take Care (Amerika fragmanından) SEN AYDINLATIRSIN GECEYİ Şaşırtmayan bir kadro, şaşırtan bir konu. Filmin geçtiği kasabada herkesin bir sihirli gücü var ama bu bırakın hayatı biraz olsun rahatlatmayı, tüm film büyük bir ağırlık hissediyor insan omuzlarında. Üstüne bir de taş yağmurları, kesik kollar ve geri dönüşü olamayan ayrılıklar eklenince iyice çaresizleşiyorsunuz. İşte tüm bunlarla birlikte Sen Aydınlatırsın Geceyi son derece karamsar, güldüren sahneleri
6
olduğu halde adeta ‘’havada asılı kalmış bir hüzün’’ e sahip. Bu hüznü en çok somutlaştıran şey filmin ani yavaşlamaları ve bunlara eşlik eden müzikleri. Soundtrack seçkisi: Mreyte Ya Mreyte Khaled Mouzanar ONLY LOVERS LEFT ALIVE Son senelerde Twilight serisinin ardından türeyen sayısız materyal yüzünden bir zamanlarki saygınlığını yitirmiş olan vampir fenomenine yeni bir soluk getiren bir film karşımızdaki. Jim Jarmusch yönetmenliğindeki Tilda Swinton ve Tom Hiddleston son derece entelektüel ve biraz da kendini beğenmiş bir vampir çift olan Adam ve Eve karakterleriyle ilginç ve izlemesi zevkli bir kimya tutturmuşlar. Dışarı çıkıp avlarının kökünü kurutmak ya da “vejetaryen” vampirler gibi güneşe çıkıp parıldamak gibi uğraşlardan muaf bir çift olan Adam ve Eve, zamanlarını müzik dinleyip kitap okuyarak ve sanattan konuşarak
geçiriyorlar. Biz de onların fikirlerine, dünyanın düzenini değiştirmiş Albert Einstein, Edgar Allen Poe, Tschaykovski gibi insanlarla yaşadıkları geçmiş münasebetleri yad etmelerine kulak kabartıyoruz. Filmde bolca nüktedan ayrıntılara yer verilmiş, güzelliğin saklı kalması gerektiğine inanan müzisyen
7
Adam’ın modern dünyaya burun kıvırması ve bestelerini gece kulüplerinde çalınmaktan esirgemesi de bunlardan biri. Ama binyıllardır birlikte olan ikilinin evlilikleri zaman zaman Havva’nın son derece bunalımlı, asosyal Adam’a annelik yapmasıyla garip bir hal almıyor da değil. Zaman zaman şaşırtıcı bir derecede yavaşlayabilmesine rağmen, Only Lovers Left Alive ilk sahnesinden itibaren kullanılan müzikleri ve enfes mekanlarıyla seyirciyi içine çeken bir atmosfer yakalamayı başarıyor. Soundtrack seçkisi: Hal - Yasmine Hamdan ILO ILO Singapur’da sıradan, bireyleri birbirinden oldukça kopuk bir aile ve Filipinli bir dadının aileye katılmasıyla yaşanan değişim. Ilo Ilo, geçtiği dönemi ve ekonomik krizi dürüstçe işliyor. Ailenin tüm fertlerinin ve Filipinli dadı Teresa’nın
umutlarını, hayal kırıklıklarını, gündelik sıkıntılarını yakından izleyen film, dönem koşullarının etkilerini bireysel olarak da anlamamızı sağlıyor. Teresa ile ailenin son derece yaramaz çocuğu Jiale’nin arasındaki ilişki son derece yoğun ve dokunaklı. Sade ve sakin bir hikaye, piyango konusundaki birkaç detayı dışında son derece gerçekçi. Filmin bana en hayranlık veren yanı da ailenin annesi rolündeki Yeo Yann Yann’ın oyunculuğu. İşte barındığı tüm bu güzelliklerle birlikte aynı zamanda sonra derece sakin ve adım adım ilerleyen, dokunaklı bir film. INSIDE LLEWYN DAVIS “Eğer bir şarkı hiçbir zaman yeni değilse ve hiçbir zaman eskimiyorsa, folk şarkısıdır.” İşte Coen Biraderlerin son filminin kahramanı, solo kariyeriyle piyasada bir yer kazanmaya çalışan müzisyen Llewyin’i bu cümleyle tanıyoruz. Hayata karşı
8
bezmişliğiyle hepimize bir yerlerden tanıdık gelecek bir tavır takınan bu genç adama Oscar Isaac samimi bir performansla hayat veriyor. Her zaman haklı bulmasak da anlayabileceğimiz,
1960’ların loş havası içinde içinde gezinen Llewyn’in hayata karşı kızgınlığının ve hayal kırıklığının nereden geldiğini öğrendiğimiz, bir haftalık bir macerayı izliyoruz.
9
Film dumanlı bir his uyandıran karanlık bir moda sahip olsa da, eğlenceli diyaloglar ve güldüren anlar da içeriyor. Art arda dinlediğimiz folk şarkılarının da katkısıyla, su gibi akar hale gelmiş bir film yapan Coen Biraderlerin filmi için aklımıza gelen tek kötü şey, bunun filmografilerine muhtemelen pek bir şey katmayacak bir film olmasıdır. Oyunculuklar, yönetmenlik, müzikler, hikaye, hepsi çok güzel evet. Ama yine de yaptıkları ne en iyi ne de en kötü, ortalarda bir yerlerde olan bir film. Soundtrack seçkisi: Oscar Isaac – Fare Thee Well THE BROKEN CIRCLE BREAKDOWN Aşk, müzik, acı, siyaset ve dini işlediği konular arasında barındıran Kırık Çember başta klasik bir ‘’ölümcül hastalık ve aileye getirdiği acı’’ filmi gibi
durduysa da sonraları bundan çok daha farklı şeylere odaklandığını gösteriyor. Büyük bir aşkla birlikte oldukları yıllar boyunca aralarındaki fikir ayrılıklarının ilişkilerini neredeyse hiç etkilemediği Elise ve Didier, biricik kızları öldükten sonraysa bu fikir ayrılıklarına katlanamaz hale geliyorlar. Yaşadıkları bu büyük acıdan sonra Elise gittikçe inançlarına bağlanırken Didier ise tam tersine yani inançsızlığına bağlanıyor. Didier’in geçirdiği sinir krizleri, ısrarları ve bir türlü Elise’nin inançlı oluşunu kabul edemeyişi ise bir saatten sonra filmin en sıkıcı noktası haline geliyor. Filmin en keyifli yanı ise kesinlikle müzikleri. Soundtrack seçkisi: Wayfaring Stranger - The Broken Circle Breakdown Bluegrass Band
10
Yine bir olmamışlık:
11
“FATİH” Kanal D’de geçen hafta başlayan Fatih dizisi yürek burkuyor. Fatih Aksoy’un yapımcılığını yaptığı dizi adeta bir Fetih 1453 ‘ün sezona bölünmüş hali. Muhteşem Yüzyıl’a inen Vahide Gördüm darbesinden sonra açılan tarihi dizi boşluğunu Fatih ile doldurabileceğini düşünen Fatih Aksoy ne yazık ki yanlış düşünmüş.
Fetih 1453’ten sonra bir Fatih Sultan Mehmet faciası daha... Demet Açıkgöz
Dizinin “ucuzluğunu” bir kenara bırakın, yönetmenin bizim bile anladığımız ve rahatsız olduğumuz bas bas bağıran “ROL YAPIYORUZ” sahnelerini niçin baştan çekmediğini bir türlü anlayamadım. Hadi dizinin avam gelen yerleri var, tamam; ama diziyi tek bir oyuncu için sezonlarca izleyen bir izleyici kitlesine
sahipsin nasıl oldu da bunu kullanamadın? Sanırsınız dizinin oyuncu kadrosu dizinin çekimlerine 2 saat kala yapılmış. Hele ki dizideki “Çiçek Hatun” rolünü oynayan Cercei Lannester, ay pardon aklım Game of Thrones’a gitti, Gamze Özçelik... Evet sinsisiniz, evet haremde hayatta kalmak için kurnaz olmanız gerekiyor ama sürekli kısık gözlerle “ay ben çok sinsiyim, ben çok kötüyüm” tavırlarıyla dolaşmanıza da gerek yok. Kısacası Fatih dizisine, yılların verdiği dizi izleme tecrübelerimden yola çıkarak en fazla altı bölüm daha veriyorum, hatta altı bölümün bile fazla olduğunu düşünüyorum. İşi tadında bırakalım Sayın Fatih Aksoy, Fetih 1453’ü efektlerle kurtardınız ama beyaz perdeden evlerimizin içine atlayan Fatih’i kurtarmıyor işte. Sabah akşam suikast, sabah akşam sinsilik, üzerine bir de kötü oyunculuklar... Olmaz böyle dizi, rica ediyorum zorluk çıkarmayın, bitirin gitsin.
12
Biri Muz Mu Dedi?
13
Dünyanın bir numaralı hırsızından, bir numaralı babasına: Gru, Gru’nun üç üvey kızı ve Gru malikanesinin sevimli çete üyelerinin/yarı zamanlı dadılarının hikayesi. Özge Yılancı
14
Birinci filmi 2010’da izleyiciyle buluşan “Çılgın Hırsız”, üç küçük kızın Gru’nun hayatında yarattığı değişikliği merak edenler için geçtiğimiz Cuma günü beyaz perdeye geri döndü. İlk filmde Gru’nun ele geçirdiği Küçültme Işını’yla Ay’ı çalma girişimini izlemiştik. Kulakları ağır işiten, her şeyi birbirine karıştıran ve odanın bir ucundan diğer ucuna gitmesi dakikalar alan kötülük makinesi Doktor Nefario’nun icatlarından tutun; görüş alanlarına dikkatlerini dağıtacak bir muz girmediği ya da fotokopi makinesindeki “eğlencelerine” kapılmadıkları sürece üstün ninja yetenekleriyle düşmanı saf dışı bırakacak minyonlara kadar ihtiyaç duyacağı her şeye sahipti Gru. Haince bir soygun planında kullanmak üzere evlat edindiği kızlar da çeteye eklenince; tek boynuzlu atlar ve özel pembe takımlı astronotlarla film iyice renklenmişti. İkinci filmdeyse Gru’yu kötülük dünyasından elini ayağını çekmiş, yeraltındaki bağlantılarını da gizli laboratuarını
reçel fabrikasına çevirerek tamamen kesmiş bir şekilde buluyoruz. Tam zamanlı babalık işine kendini o kadar adamış ki, küçük kızı Agnes’ı doğum gününde mutlu edebilmek için peri kostümü giyip kanat bile takıyor. Fakat sakin ev hayatı kötülük karşıtı bir örgütün ajanı Lucy’nin ziyaretiyle
bölünüyor. Dünyayı kötü adamlardan kurtarmak, kızları için daha iyi bir hale getirmek amacıyla Gru, “PX-41” adı verilen ve girdiği vücudu azmanlaştıran bir kimyasal silahın peşine düşüyor. Ayrıca
15
atıldığı bu macerayla kalbi başka heyecanları da tatma fırsatı buluyor. Bekar bir ebeveyn olmanın her gün başka bir zorluğuyla karşılaşan Gru, alışveriş merkezini üs olarak kullanan kötü adamların peşine cesurca düşer ama gelin görün ki en büyük kızı Margo’nun Antonio denen “serseri”yle randevuya çıkması karşısında dehşete kapılır.
aracı bulduklarını fark etmiş olacaklar ikinci filmi minyonlar üzerine kurmuşlar. Film boyunca diğer karakterlerin arkasında veya ekranın kenarında rol çalmalarının yanı sıra sadece minyonların bulunduğu kısa sahnelerle zenginleştirilen Çılgın Hırsız, Gru’nun hikayesinden çok Kevin, Dave, Stuart, Carl, Phil ve diğer tüm minyonların hikayesi haline gelmiş diyebiliriz. İlk filmde çok vurgulanmayan ve “Minion Rush” oyununda puan toplatan muzların minyonlar üzerindeki etkisi ikinci filmde daha çok hissediliyor. Bir sahnede keyfine ve boğazına düşkün minyonların, Gru’nun laboratuarında, yani anayurtlarında verdikleri çılgın partileri izliyoruz: dondurma servis edilen barlar, kalabalık dans pistleri ve oyun alanlarıyla tam bir cümbüş alanı.
İkinci film ilkini kesinlikle aratmıyor. Animasyon dünyasına minyonları hediye eden ve birçok insanın gönlünü asıl bu bitirim ufaklıklarla kazanan yaratıcılar, sağlam da bir pazarlama
Bir sahnedeyse minyonlar ıssız adaya düşüyorlar ve sonsuz muz stokları karşısında bir seraptaymış gibi kendilerini kaybediyorlar. Bir de mor renkli kötü/ azman minyonlar var ki geçtikleri her
16
yeri talan ediyorlar. Filmin babasına geri dönecek olursak, tabii ki bu filmde de Gru’nun hayatına flash-back’ler yapılıyor. İlk filmde annesine yaranmak için her şeyi yapan ve başarısız oldukça kötü tarafa çekilen Gru’nun çocukluk yıllarınaydı yolculuğumuz. Bu seferse Gru’nun okul yıllarına gidiyoruz, ilk aşkında yaşadığı hayal kırıklığının ruhunda açtığı yaralara yakından bakıp dönüyoruz. Tüm bu yolculuklarda yine bize Pharrell Williams ve Heitor Pereira’nın film şarkıları ve tema müzikleri eşlik ediyor. Kulakların aşina olduğu “Don’t Stop The Party” ve “Where Them Girls At” şarkıları dans sahnelerinde filmin enerjisini ikiye katlıyor. Filmin en dikkat çeken ve izleyenleri koltuklarında tepindiren şarkısı
ise minyonların beyaz takım elbiseler içinde çimlerde yuvarlanarak söyledikleri aşk şarkısı “I Swear”, şarkının anlaşılır tek sözü “underware” (iç çamaşırı). Agnes’ın anne özlemiyle yazdığı şiirler, Margo’nun aşkla ilk imtihanı, Edith’in her türlü duyguya karşı verdiği “ıyy iğrenç” tepkisi, minyonların kendi dillerinde iletişim kurma çabaları… Çılgın Hırsız 2, içinizdeki çocuğu mest etmek için kaçırılmayacak fırsat. Belki minyonların gözlüklerinden ilham alınarak yapılmış 3B gözlüklerinizi takıp bu renkli dünyaya bir kaçamak yaparsınız, belki de benim gibi o dünyaya doyamayıp çantanıza minyonların oyuncaklarını atıp bir parça da eve götürürsünüz.
17
18
AvIcII: True
Şarkılarıyla dans pistlerini yakan Avicii’den ilk stüdyo albümü Eren Kasapoğlu
19
dünyasındaki yerini sağlamlaştırdı, hayran kitlesini ve şöhretini daha da arttırdı. Elektronik müzik festivallerinde listelerin “demirbaşı” halini aldı. Madonna ve Lenny Kravitz gibi popüler isimler şarkılarını mikslemesi için onun kapısını çaldılar. Genç yaşında imza attığı başarılı işler sayesinde kısa zamanda elektronik müzik dinleyicileri tarafından “harika çoçuk” olarak anılmaya başladı ve bu İsveçli müzisyenin ilk stüdyo albümü “True” geçtiğimiz ay piyasaya çıktı. Avicii’nin ilk stüdyo albümünün standart versiyonunda on yeni şarkı yer alıyor. İçinde house, progressive house, folktronica gibi türlerde parçalar barındıran albümdeki eserlerin tamamında prodüktör olarak Avicii ile birlikte kendisinin menajeri ve yakın arkadaşı olan Ash Pournouri’nin imzası bulunuyor. Bu ikiliye albümdeki “Shame On Me” ve “Lay Me Down” parçalarında Nile Rodgers’ın da katıldığını belirtmezsek olmaz.
Av i c i i p i y a s a y a s ü r d ü ğ ü “ S ee k Bromance”, “Fade Into Darkness”, “Silhouettes”, “Levels” gibi singlelarıyla son birkaç yıldır elektronik dans müziğine adeta damgasını vurdu. Her yeni çıkan şarkısı ile müzik
Genç prodüktör, geçtiğimiz Mart ayında Miami’deki Ultra Müzik Festivali’nde yeni şarkılarından bazılarını canlı vokaller ve enstrümanlarla dinleyicilerine sunmuştu. Ardından ilk single olarak Soul ve R&B müziğin güçlü seslerinden Aloe Blacc ile yaptığı “Wake Me Up” piyasaya çıktı. Herkesin tahmin ettiği gibi pek çok ülkenin müzik listelerinde üst sıralara çıkan parça Avicii’nin piyasaya sürdüğü en başarılı singlelardan biri oldu. Albümün piyasaya çıkmasıyla daha önce “Silhouettes” parçasında beraber
20
çalıştığı Salem Al Fakir ile birlikte Vincent Pontare’yle yaptığı “ You Make Me” listelere sağlamından bir giriş yaptı ve üst sıralarda yer almaya devam ederek DJ setlerinde çalınmaya başlandı. Bunun dışında “Dear Boy” ID (ismi bilinmeyen) bir parça olarak zaten bir süredir hem Avicii hem de diğer DJler tarafından setlerde kullanılıyordu. Sonunda albümün piyasaya sürülmesiyle birlikte bu şarkının adını ve
21
dinleyenlerinlerin çoğunun Lana Del Rey zannettiği vokalin Karen Marie Ørsted olduğunu öğrendik. Albümdeki diğer vokaller arasında ise “Lay Me Down”da Adam Lambert, “Addicted To You”’da Audra Mae gibi kendi müzik türlerinde başarılı ve popüler isimler bulunuyor. True, her türden müzik dinleyicisi tarafından severek dinlenilebilecek bir albüm çünkü Avicii ve albümdeki diğer isimler country’den klasik müziğe kadar çeşitli müzik türlerini ve öğelerini elektronik müziğe başarıyla uyarlamışlar. Elektronik müzik severler içinse zaten büyük bir keyif ile dinlenilebilecek başarılı bir yapıt.
22
Paris Moda Haftası’ndan Raporumuz Var!
ALEXIS MABILLE
23
İlk görünüm koleksiyon hakkında söylenmesi gereken her şeyi söyledi: düğmeleri açılarak bel kısmını gözler önüne seren, kayışlı ve kovboy çizmeleri ile tamamlanan bol bir tulum. Bunların altına giyilen şeritli ve burgulu siyah südyen ise dikkatleri oldukça güçlü bir şekilde üzerine çekti. Alexander Mabille koleksiyonu 2014 ilkbahar/yaz sezonunda tamamen ‘Far West’ temeline dayalı. Bir tarlada çalışmasanız da, ya da herhangi bir altın madeni aramıyor olsanız da
Üniverzete, Paris Moda Haftası kapsamında tanıtılan ve en çok merak edilen 2014 İlkbahar/Yaz koleksiyonlarını mercek altına aldı. Merve Yazkan
bu kıyafetlere ihtiyaç duyacaksınız. Pratik ipuçları, erkeksi kesimler, gösterişin ve süslemelerin bolluğu, püsküller ve kovboylara özgü diğer motifler ile koleksiyon Batı Amerika’nın yeniden yorumlanmış hali gibi. Defile süresince, tüm
bu öğeler dengeli bir şekilde ilerledi. Kovboy teması üzerine kurulmayan diğer görünümleri ise, tek düğmesi ilikli floral şifon gömlekler ile eşleşmiş kalem etekler oluşturuyor. Gece elbiseleri olarak ise mütevazi boyutları ile göz boyayan ama cüretkar bir yırtmaca sahip tasarımlar karşımıza çıktı. Bunların yanı sıra A kesimli, kapşonlu elbiseler koleksiyona sportif ve taze bir hava kattı. Boyutlar Bilek hizasında pantolonlar. Günlük tasarımlar diz hizasında iken; gece için tasarlanan elbiseler taban boyutuna ulaştı. Renkler Düğün çiçeği rengi, yumurta kabuğu beji, lacivert, asker yeşili Materyaller Şifon, ipek, organze, koton, kanvas Formlar Kemerler ile kullanılan baskılı yelekler, bel kısmını ve vücut kıvrımlarını or taya çıkarmak için düğmesi iliklenmeyen gömlekler, tulumlar Aksesuarlar Kalın kovboy stilinde kemerler, çiçek desenli takılar
24
balencıaga
25
Alexander Wang, Balenciaga için hazırladığı 2. Koleksiyonunu Observatiore de Paris’in loş bir odasında izleyici ile buluşturdu. Denge ve kontrolün baz alınarak hazırladığı koleksiyon için burası muhteşem bir sahneydi. Koleksiyonda Nicolas Ghesquere ve onun yönetici vizyonunu hissetmemizi sağlayan Wang, Baleciaga arşivindeki tasarımları; kendi bilgi birikimi, spor giyimin ve sokak stilinin kodları ile bir araya getirerek yeniden yorumladı. Boyutlar Ultra mini boyutlar, kalça altına uzanan elbiseler Renkler Fildişi rengi, pembe ve bebek mavisi, siyah, gri
Materyaller İpek, saten, elyapımı napa derisi, poplin, organze, krep, işlenmiş deri, nakış süslemeleri, baskılar Formlar Şortlar, biker ceketler, sweatshirtler couture formunda, bu bölümde siluet yapılan vurgular ile oldukça çizgisel. Teknik dokuların floral desenler ile buluştuğu ‘crop’ pantolonlar süslü formları ile boy gösterirken; kimonolara yüksek belli etekler eşlik etti. Konikleştirilmiş yüksel bel pantolonlar kısa üstler ile kullanıldı. Aksesuarlar İnce topuklu saten sandaletler, kalıplı ve kavisli çantalar
26
CARVEN
27
Şüphesiz ki Carven’in başarısının arkasında Guillaume Henry ve onun eşsiz estetik tarzı var. Genç Fransız tasarımcı, couture markasını yeniden canlandırarak onu moda uygun ve başarılı tasarımların olduğu bir forma soktu. Fakat, bu koleksiyona baktığımızda; Ünlü tasarımcı, moda evinin arşivinden çok instagram fotoğraflarından ve stil bloggerlarından daha fazla ilham almış gibi. Koleksiyon, bizim defilelerin dışında gördüğümüz trendleri ortaya koyuyor: çarpıcı renklerin içindeki kamuflaj baskılar, dantelli ve yaldızlı
uç detaylar, floral desenlerden ve çizgili pamuk kumaştan oluşan mikro denim ceketler… Boyutlar Mini ya da dizde Renkler Beyaz, siyah, gri, kırmızı, pastel pembe ve yeşil, kamuflaj renkleri, floral ve çizgi desenleri Materyaller İpek, koton, saten, yün, çizgili pamuk kumaş, dantel ve denim. Formlar Bol formda ya da A kesim etekler. Belli belirsiz İspanyol paça stilinde mini elbiseler. Oversize ceketler ve kısa ‘crop’ ceketler. Aksesuarlar Çuvalımsı bir havada el yapımı çantalar, topuktan bağlı platformlar, küçük bakalit kolyeler
28
CHANEL
29
Defile öncesinden hazırlanan Chanel Galerisi ile moden sanat ile tanışmaya hazır mısınız? Karl Lagerfeld’in modası ile Andy Warhol’un sanat yaklaşımı aynı gibi görünüyor: Eğer kitle ürünleri, sosyal demokrasiyi temsil ederse; onlar kendiliğinden tanınır ve kalıcı olur. Yani, bizim Coca Cola’yı ya da detarjan ürünlerini konuşmamızın bir önemi yok. Chanel Galerisi’nin en önemli kütle ürünü, zamansız ve tabir-i caizse yaşı olmayan efsane parfüm Chanel N 5’di. Davetlilerin karşısına Chanel N 5
robotu çıktı. Ardın da Chanel logosu, zincirleri, kapitone çantaları ve ikonik ceketleri geldi. Bu galeri Chanel tünelinde bir yolculuk gibiydi. Burada ‘pop-art’dan ziyade konuşmamız gereken yeni bir mesele popfashion: sadece bir logodan ibaret olmayan, dünyanın en tanınmış moda markası Chanel’in dünyasında ortaya konulan tüm ürünler demokratikleşmek için. Defilenin açılışı, yeni kombinasyonları ve boyutları ile karşımıza çıkan ikonik tüvitler ile yapıldı. Defilenin bitiminde ise renk pantonesi içinde, uzun çizgili şifon elbiseler boy gösterdi. Boyutlar Diz hizasından taban uzunluğu arasında değişen boyutlar Renkler Beyaz, siyah, pembe, mavi, mor, rengarenk ‘pop’ desenleri Materyaller Keçeli yün, ipek, tüvit, şifon, deri, kanvas, koton, kristal, dantel, lureks, organze, inci, boyalı ve parlak kumaşlar Formlar Düz ve yapılı siluetler. Çizgisel şekillerin içinde tüvit tunikler. Alt kısımları İspanyol paça şeklinde genişleyen etekler. A kesim organze etekler ile giyilen mikro bluzlar. Büyük bir hacme sahip tüvit ceketler, kalça hizasında biten kısa ceketler Aksesuarlar Parmak kısımlarını açıkta bırakan, topuklu ‘çorap’ botlar. Büyük inciler ile süslü takılar. Grafiti tarzı logoların boy gösterdiği sırt çantaları. Katı formda, metalik clutch çantalar. Kanvas çantaları. Gümüş renginde küçük deri çantalar
30
chrıstıan dıor
31
Dior’un Değişimi. “Ben bir grup kadın ihtimali istedim.“ diyor Raf Simons ve “ Her biri kendi karakterine sahip, vahşi kadınların farklı ve yeni bir şekilde oluşturulmuş sofistike kabilesi. Onların nereden geldiklerini ya da nereye gideceklerini kimsenin bilmesini istemedim. Onların, her şeyin mümkün olabileceği bir yerde yaşamasını istedim.“ diye sözlerine devam ediyor. Ve işte Dior’dayız, ya da Mösyö Christian’ın gerçek ve sahte çiçekler ile, gerçek ve kurgunun arasında
kalan büyülü bahçesindeyiz. Christian Dior’un yarım bıraktığı işi, doğadan ilhamını alan Simons devam ettiriyor. “Eğer doğa değiştirilebilirse, biz de doğanın bu değiştirebilirliğini değiştiririz.” Defilenin temasını temsil eden düşünce kesinlikle bu olmalı. Çünkü bu koleksiyonda Simons, Maison’un DNA’sını tamamen değiştiriyor. Yeni koleksiyonun görünümleri; asitli ya da zehirli gibi görünen çiçek baskıları ile daha demokratik bir ‘haute couture’ a dönüştürülüyor. Siz de hissediyor musunuz? Dior’da yeni bir dönem başlıyor! Boyutlar Diz üstünden diz hizasında değişen boyutlar Renkler Siyah, mavi, pembe, turuncu, beyaz, lacivert, kahverengi, sarı ve floral desenler Materyaller Koton, tül, brokar, yün, payet, kristaller, ipek, organze Formlar Raf Simons’ın odak noktası tamamen hacimler ve siluetlerdi: klasik “Bar“ ceketler, asimetrik formda pileli etekler ve şortlar, çiçekler ile kaplı büstiyer elbiseler, ceketlerin altına giyilen, maskülen bir etki bırakan transparan detaylı organze gömlekler. Aksesuarlar Kayışlı, sivri burun ayakkabılar, saten stilettolar, deri çantalar
32
33
Pelin Kalafat
İstanbul Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler
34
35
İmge Tutku Nerkis Boğaziçi Üniversitesi Felsefe
36
zete
/29
e t e z r ive
ün
Fotoğraflayan: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)