Univerzete I 30

Page 1

/30

e t e z r e niv

ü

ıyım? M r a b r Ben Ba , e n n A için: “ ortaj p m ö u R l p e l o rtaj i t o l r ı p e t y ö l İ R u l b ı le t lesi: An rdan Bilgiç i _Sana e s e M Yu ine _Bir V dan Kareler: ta _Üç Kı

zete


Sayı: 30 / 2013 Genel Yayin Yönetmenleri Özge Yılancı Yazı İşleri Gökberk Ertunç Günseli Naz Ferel

SANAT BU YIL TOPLUM İÇİN: “ANNE, BEN BARBAR MIYIM?

BİR VINE MESELESİ: ANIL İLTER İLE RÖPORTAJ

ÜÇ KITADAN KARELER: YURDAN BİLGİÇ İLE RÖPORTAJ

İLKBAHAR YAZ KOLEKSİYONU GELDİ, HAAANIM!

PHABLET Mİ? 5S Mİ?

BU KIŞ KIYAFETLERİMİZ NEŞELENDİ

MANŞET SAVAŞLARI: HÜRRİYET VS. SABAH

MODA BİR HAFTA BOYUNCA İSTANBUL’DAYDI

Yazarlar Ali Berhan Memişoğlu Bensu Kaplan Berk Önder Demet Açıkgöz Hande Alporal İrem Koca Melis Us Merve Yazkan Oğuzhan Karakaş Simge Gürkan Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Twitter: https://twitter.com/Univerzete Facebook: https://www.face-

book.com/pages/%C3%9Cniverze te/222760591195490

/ifbilgi

@ifbilgi


3

/

v i 端n

e t e z er


4

Sanat Bu Yıl Toplum İçin: “Anne, Ben Barbar Mıyım?

Ülkemizin en sanat dolu aylarından birinin sonuna gelmek üzereyiz. İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın düzenlediği Filmekimi’nin bitiminin ardından şehrin bir diğer önemli kültür-sanat etkinliği olan İstanbul Bienali de geçtiğimiz Pazar da maalesef bize veda etti. Hande Alporal


5

Bu yıl belki de ilk kez bu kadar sık duyduk “bienal” kelimesini. İtalyanca’da “her bir diğer yıl” anlamına gelen bienal’in herkesin dilinden düşmemesinin en büyük sebebi bu sefer sanatın resmen halka açılmış olması olsa gerek. İKSV tarafından 2 yılda bir düzenlenen İstanbul Bienali kamusal bir alan yaratma ve herkese ulaşabilme amacıyla bu yıl ilk kez tamamen ücretsiz olarak halkı ve şehri selamladı. İlk belirlenen bitiş tarihi 10 Kasım’dı; ancak sergilerin ücretsiz olması sebebiyle bu tarih 20 Ekim’e çekilmişti. Diğer bienallerden kısa sürmesine rağmen Türkiye’nin sergi ziyaretçi rekorunu tam 337 bin 429 kişinin ziyaretiyle kıran İstanbul Bienali’ni 2011’de 110 bin kişi gezmişti.

Bu yıl bienal, “Anne, ben barbar mıyım? ” ismiyle karşımıza çıktı. Bu isim küratör Fulya Erdemci tarafından şair Lale Müldür’ün aynı adlı kitabından alıntılanarak belirlendi. Özellikle şiirsellik ve sanatın iç içeliğini vurgulayan bu başlık, içinde geçen “barbar” terimiyle “öteki”leri anlamamızı veya “gelecek dünya”yı keşfetmemizi sağlayacak yeni ve bilinmedik dilleri de sembolize etmek adına seçilmiş. Odak noktası olarak siyasi bir forum olarak kamusal alan fikrinin benimsendiği bienalde, uygarlık-barbarlık kavramlarının çatışmasını, günümüzün demokrasi biçimlerinin sorgulandığı, mekansal ve ekonomik politikalar göz önüne alındığında sanatın nerede olduğunu bize gösteren sergileri tam 5 ayrı mekanda (Antrepo No.3, Galata


6

Özel Rum İlköğretim Okulu, ARTER, SALT Beyoğlu ve 5533) gezme şansı bulduk. Bu arada belirtmekte fayda var, Gezi olayları öncesinde sergilerin yapılandırma aşamasında, kentsel kamusal mekanlara yoğunlaşılmış ancak insanlarının özgür düşünce sistemine izin vermeyen bir otoriteden alınan izinle bir sanat projesi gerçekleştirmenin ironikliği göz önünde bulundurularak kentsel kamusal mekanlardan vazgeçilmiş. Gezi olayları sonrasında alınan bu kararla mekan konusu ilk başta zorluk çıkarsa da bienalin kavramsal çerçevesiyle ölçüşen mekan işbirlikleriyle sergiler ücretsiz hale getirilebilmiş. Bienalde ziyaretçi sayısında rekora ulaşıldığı gibi Türkiye’den katılan sanatçı sayısı da hiç olmadığı kadar fazlaydı. Toplam 88 sanatçı ve sanatçı grubunun katıldığı bianelde Türkiye’den 11 sanatçı, 2 sanat grubu/sivil kolektifin yanında çeşitli coğrafyalardan sanatçıların katılımıyla 3 de sanatçı işbirliği sergilerde yer aldı. Öncelikli olarak Rum İlköğretim Okulu’ndaki sergiden bahsetmek istiyorum. Buradaki sergide ilk vurucu eser İtalyan sanatçı Rossella Biscotti’nin Santo Stefano Hapishanesi’nde adlı çalışması oluyor. Santo Stefano Hapishanesi Akdeniz’de küçük bir adada İtalya’da müebbet hapis cezasına çarptırılan hükümlüler için inşa edilen bir hapishane. Bu hapishanenin özelliği tek bir gözlem noktasından tüm hücrelerin izlenebiliyor olması. İtalya’nın özellikle anarşist ve komünist siyasi liderleri olmak üzere çok sayıda siyasi figürü burada hapis yatmış. Biscotti, çalışmasında

hapishanenin 6 kişilik bir hücresinin zemininin mekansal kesitlerinin kalıplarını kurşun plakalar kullanarak üretmiş ve üretim sürecini de 8mm filme kaydetmiş. Plakaların elle adaya taşınması, çekiç kullanılarak şekillendirilmesi ve geri götürülmesinin gösterildiği filmde hapishanedeki çalışma şartlarının ne derece ağır olduğunu görüyoruz. 6 kişinin son nefeslerine kadar içinde yaşadıkları küçücük bir odanın tüm yaşanmışlıklarıyla birebir zeminini gözümüzün önünde görmekse depresif düşüncelere itiyor. Lale Müldür, Kaan Karacehennem ve Franz von Bodelschwingh’in ortak çalışması olan Azılı Yeşil adlı film, bienalin gezdiğim kısımlarındaki en etkileyici, en vurucu eserlerden bir tanesi. Lale Müldür 1956 doğumlu İstanbullu bir şair. Önceki paragraflarda bahsettiğim üzere bu yılki bienal kendisinin “Anne, Ben Barbar Mıyım? ” adlı deneme kitabının ardından adlandırıldı. Lale Müldür, son yıllarda sanatta


7

kendini filmle ifade etmek istediğine karar veriyor. Kaan ve Franz ise 3 senedir beraber deneysel film çalışmaları yapıyorlar. Lale’yle de yolları kesişince beraber çektikleri 300 saatlik hareketli görüntünün içinden bienal için bir kısa film hazırlıyorlar. Lale Müldür’ün filmi bu adeta. Zaten Kaan ve Franz filmi kayda alanlar olmasına rağmen Lale “Yönetmen benim, bu benim filmim” algısını kafamıza öyle güzel yerleştiriyor ki, alışılagelmiş yönetmen-görüntülenen düzenini tam tersine çevirmeyi başarıyorlar. Bir masal gibi gidiyor film, kimi zaman karlı tepelerde kimi zaman denizin kıyısında dalgalarla başa çıkmaya çalışırken Lale. Samimilik akıyor her karede, ‘an’ın güzelliği ve şiirselliği bu şekilde ortaya çıkıyor. Sesler, konuşmalar ve çalan şarkı (Chinawoman-I’ll be your woman) sizi kendi gerçekliğinizden çıkarıp götürüyor ve gözlerinizin önündeki ‘an’a kapılıp gidiyorsunuz. Enfes. Rum Okulunun her bir diğer katına çıkarken merdiven aralarında bizi Çinli sanatçı Wang Qingsong’un ayrıntılarla bezeli muhteşem fotoğrafları selamlıyor. Çok geniş sahnelerin portrelendiği ve karmaşık nesnelerin kullanıldığı bu fotoğraflar her bir noktasında dikkatinizi çekecek ve düşündürecek elementler barındırıyor. Beni Takip Et, Onu Takip Et ve Kendini Takip Et adlı 3 eserinde Batı’nın Çin eğitim sistemi ve yaşamın işleyişi üzerindeki etkilerini zekice ve esprili bir şekilde gösteriyor. Aslında gördüklerimiz sadece Çin’le ilgili değil; kapitalist sistemin hayatımızda yaratmış olduğu baskıyı çok net bir şekilde görüyor ve acı bir şekilde


8

gülümseyerek izliyoruz. En çok hoşuma giden filmlerden biri de Polonyalı sanatçı Agnieszka Polska’nın Saç adlı filmi. Simgelerle dolu bir anlatım yaratmak için fotokolaj tekniğinden yararlanılan bu filmde 70lerdeki Polonya hippi hareketine ve 1979 yapımı ‘Hair’ filmine göndermeler var. Hippi hareketinin can çekişmesi, farklı bir bağlam üzerinde gerçekleşmesi, ideoloji ve devrim kavramlarının sorgulanışını izlediğimiz filmde, Amerikalı hippilerden farklı olarak Polonyalı hippilerin sisteme isyan etmek yerine kendilerine kurdukları alternatif dünyada keyif verici maddeler ve müzikle nasıl bir düzen kurduklarını izliyoruz. Empati yaparak konuştukları sahne özellikle harika. İsveç’li sanatçı Annika Eriksson’un misafir sanatçı kapsamında İstanbul’da filme aldığı Ben hep burada olan köpeğim adlı çalışması, gittikçe şehir merkezi sınırlarından uzaklaştırılan sokak köpeklerinin bir çığlığı, isyan edişi adeta. Bir döngü halinde devam eden ve sık sık cümle tekrarlarıyla karşılaştığımız filmde ötekileştirilenin de aslında buranın bir parçası olduğu, burayı bildiği ve buranın sahibi olduğu vurgulanıyor. Her tekrarda, farklı bir canlı ya da grup için değişmez gerçeğin aynı olduğunu anlıyoruz. Antrepo No.3 de çok sayıda sanatçının çok çeşitli formlarda ortaya koyduğu birbirinden değişik işlerle doluydu. Meksika’lı Jorge Mendes Blake’in Şatoadlı eseri bizi girişte karşılıyor. Tuğlalarla örülmüş upuzun bir duvarın


9

adlı eserinde Sulukule’nin Kentsel Dönüşüm Projesi çerçevesinde yıkılması sebebiyle bir grup gencin TOKİ’ye kafa tutuşunu kendi dilleriyle ve rap mizahıyla nasıl ortaya koyduklarını görüyoruz. Semtin çocuklarının direnişi herkesin içini burkacak cinsten.

en altına adeta tuğlalardan biriymişçesine sıkışmış bir kitap görüyoruz. Franz Kafka’nın Şato adlı romanı bu. Kafka’nın dünyasında hem iktidarın mekanı hem de ‘Şato’nun kahramanı K.’nın içinde bulunduğu mekanın gizeminin çözülmesini sağlayacak bilgilerin olduğu mekan şato olarak gösteriliyor. Blake de bu bilgiye ulaşmanın temsili olarak ‘Şato’yu tuğlaların altına yerleştiriyor. Halil Altındere’nin Harikalar Diyarı

Alman sanatçı Christoph Schafer’in çalışmaları herkesin en çok ilgilendiği eserlerden oluyor. Bunun sebebi Gezi Parkı olaylarını da içinde barındırarak kentsel dönüşüme farklı bir bakış açısı kazandırdığı çizimleri. Eserlerde üretim ve ilişkiye geçme açısından bilginin hızlı dolaşımına karşı çıkıyor ve hayal üretimine dikkat çekiyor. Geçtiğimiz aylarda Gezi Parkı’nda gördüğümüz yaşam düzenine benzer resmedilen ütopik ögeler görüyoruz. Bunların dışında David Moreno’nun Sessizlik adlı eseri, Gonzalo Lebrija’nın Lamento adlı mini heykeli, Maider Lopez’in Karaköy trafiğini kaydederek yayaların oluşturduğu alternatif hatları


10

gösterdiği Yollar Açmak adlı çalışması ve Mika Rottenberg’ün kapitalizm, sanat, insan ve mekan kavramları üzerinden işlediği değer üretimi hakkındaki Sıkıştır adlı filmi de kesinlikle görülmesi gereken işlerden birkaçıydı. Basim Magdy’nin Every Subtle Gesture adlı mini fotoğraf sergisi de bienal kapsamında en çok beğendiğim fotoğrafa sahip. Sanatçının Dünyayı Anlamak İçin 13 Temel Kural adlı 5 dakikalık filmi ise çok methedilen ancak benim izlemeye fırsat bulamadığım bir yapıt. Bienale gidemeyip merak içinde olanlar yahut gidip benim gibi tadı damağında kalmış olanlar için bienalden fotoğrafların, çeşitli makale ve yazıların yer alacağı ‘Bienal Kitabı’ Aralık ayından itibaren İKSV tasarım mağazası ve kitabevlerinden temin edilebilecek. 13. İstanbul Bienali böylece benim gözlerimde de son buluyor. Sanatın sadece bu bienallik değil, her zaman “toplum için” olacağı günleri görmek dileğiyle!


11


12

Bir VIne Meselesi: Anıl İlter ile Röportaj


13

TV dizileri ve programları ile tanıdığımız şimdilerde ise Vine videoları ile evimizden biri gibi olan Anıl İlter’i Santral’de ağırladık. Tüm sorularımızı içtenlikle cevaplayan İlter ile özel bir fotoğraf çekimi de gerçekleştirdik. Merve Yazkan Fotoğraf: Simge Gürkan


14

Pek çok dizide ve filmde rol aldınız, çeşitli programların sunuculuğunu üstlendiniz, şimdi ise Vine’da çektiğiniz videolar ile farklı bir kitleye ulaştınız. Hayatınızı merak eden bir hayran kitleniz var. Bize biraz eğitimlerinizden, yer aldığınız projelerden bahsedebilir misiniz? Tabii ki. 32 yaşındayım. Kocaeli Üniversitesi Spor Akademisi mezunuyum. Bir dönem profesyonel olarak futbol oynadım. Fakat üniversiteyi kazanmam ile beraber, bölüm başkanı bir sunum yapmamı istedi. Spor akademisinde festivaller ile beraber sunum yapmaya başladım, sunuculuk serüvenim de bu şekilde başlamış oldu. İlk başlarda hobi olarak, hoşlandığım için yaptığım sunuculuk zamanla para kazandığım bir iş haline geldi. O dönemde bazı nedenlerden ötürü

futbolu bırakmıştım. Sonrasında sunuculuğa eğilim gösterdim. Lansman toplantıları, bayii organizasyonları vs. diye giderken, bunla ilgili eğitimlerimi aldım ve sonra sunucu olarak devam ettim. Ardından dizi teklifleri gelmeye başladı. İlk oyunculuk deneyimimi Hande Ataizi ile beraber rol aldığım “Ece” dizisi ile yaşadım. Sunuculuk ve oyunculuk hayatımda eş zamanlı olarak devam etti. “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” ise çıkış noktam oldu, ardından Engin Altan Düzyatan ve Berrak Tüzünataç gibi isimlerin yer aldığı “Bir Avuç Deniz” adlı sinema filminde yer aldım. Kavak Yelleri dizisi ile devam ettim, aralarda bölüm oyunculuğu yapmışlığımda var. Size farklı bir kitleye ulaşma fırsatını veren ve daha fazla popüler olmanızı


15

sağlayan Vine ile ilk tanışmanız nasıl oldu? İlk çektiğiniz Vine videosu nasıldı? İlk video çok acayipti. Mandalina soyuyordum. O da eşime göstermek içindi, bak Vine böyle bir şey işte diye çektim ve onu da yüklemiştim. Vine’ı ilk Twitter’da birinin paylaşımı üzerinden gördüm. Telefonuma yükledim, biraz kurcaladım sonra da aktif olarak kullanmaya başladım. İlk olarak yabancı

isimleri takip ettim, sonrasında Türk kullanıcıların, fikirli Vine çeken kullanıcıların olduğunu fark ettim ve nihayetinde kendi komik tarafımı yakaladım. Güzel şeyler ortaya çıkmaya başladı,

çok olumlu tepkiler almaya başladım ve bu yönde ilerlemeye devam ettim. Çektiğiniz Vine videoları tamamen anlık fikirlere mi dayalı, yoksa ilham geliyor ve siz bu fikri geliştirerek mi takipçilerinizin karşılarına çıkarıyorsunuz? Bu söylediklerinin hepsi zaman zaman oluyor. Bazen öyle net bir fikir geliyor ki hemen bir anda çekebiliyorsun, ama bazen de bir durumda veya olayda komik bir yön yakalıyor ve “bu güzel olur, fakat ben bunu nasıl uyarlayabilirim” diye düşünüyorsun. Çünkü süre çok kısıtlı ve bu kısıtlı sürede aklınıza gelen tüm o komediyi tamamen uyarlamış olmanız gerekiyor. Ben daha çok tespit komedisi yapıyorum. Örneğin, son yaptığım Vine’lardan biri: Plakalar ile konuşan adam. Bu gerçekten babamın, babalarımızın yaptığı bir şeydir. Plakaya bakıyorum, 67 Zonguldak plakası ama o anda hatırlayamıyorum. Ya neresiydi, neresiydi diye düşünürken direkt ortaya net bir konu çıkmış oldu, bu genel olarak yaptığım bir şey. Ama mesela “son 7 saniye” vineları. O bir fikirdi bende. “Bir insanın son 7


16

saniyesi nasıl olabilir” diye düşündüm ve bu fikri geliştirdim. “Son 7 saniye vineları” demişken, bunlar gibi bölüm bölüm çektiğiniz Vine’ları geliştirerek “sitcom” haline getirmeyi düşünüyor musunuz? Benin en çok istediğim şey aslında şu: Vine’da dizi durumu yaratmak. Fakat bir türlü konuyu yakalayamıyorum. Birkaç fikir var aklıma gelen, onları geliştirip 6 saniyenin içine sığdırıp nasıl insanların tam olarak anlayacağı bir hale getirebilirim diye düşünüyorum. Çünkü artık Vine kullanıcı sayısı çok arttı Türkiye’de ve hala da artmaya devam ediyor. Hal böyleyken sizin takipçi sayınızda artıyor. Fakat nasıl bir kitlenin sizi takip ettiğini bilmek zor. Herkesin yaptığınız şeyi anlıyor olmasını beklemek çok büyük riskli. Yaptığınız bir şeyi biri izlediğinde çok gülerken başka biri: “ne demek istedin burada, hiç komik değil“ diyebiliyor. Bazen yaptığınız şeyi komik olmak için yapmasanız bile, komik olmanızı bekliyorlar sizden. Vine’ı komik olacağım diye kullanmak çok büyük bir hata zaten. Kendi kişiliğinizi, varlığınızı orada yansıtabilirsiniz. Bu şiir okuyarak olabilir, duygusal olarak olabilir, her şey olabilir. Sonuç olarak evet, komediye dayalı olmasa da Vine’da bir seri yapma gibi bir isteğim var. TV dizileri ile farklı karakterlerle, farklı bir kitleye hitap ederken; Vine ile beraber daha genç, daha dinamik bir kitlenin karşısına kendi karakteriniz ile çıktınız. Bu sizin hayatınızı nasıl etkiledi, nasıl tepkiler aldınız? İyi yönlerde etkiledi, çok büyük katkıları oldu. Enerjim çok yükseldi bir kere. Başka birini oynamak güzeldir

ama kendin olmak çok daha güzeldir, aslında zor olan da budur ekranda. İnternet ortamına baktığınızda zaten ben olayın buralara geleceğini hiç tahmin etmiyordum. Kendi eğlencem ile bu kadar eğlenen kalabalık bir kitleye ulaşabileceğimi hiç düşünmüyordum. Demek ki aynı kafalarda olduğum yüz binlerce insan varmış, onu gördüm ve bu çok hoşuma gitti. Sokaktaki tepkiler diziye nazaran çok farklı. Dizide oynadığınız karakter üzerinden bir tepki geliyor. Sokakta yürürken gelip: “Orada çok kötüydün, ama iyi insanmışsın”


17

gibi bir yorum alabiliyorsun. İnsanların istem dışı size kızmaları, söylenmeleri olabiliyor. Tabii Vine’da öyle değil. Kendi karakterim, kendi kişiliğim, kendi ismim olarak var olduğum için dışarıdaki tepki de direkt olarak ismime oluyor. Bazen: “Anıl Abi, ne haber?“ diye yanıma geliyorlar, bazen de önümü kesiyorlar trafikte: “Abi seni kovalıyorduk Vine çekmek için.“ diye. Bu tür yaklaşımlar daha iyi, daha pozitif ve daha çok enerjimi yükseltiyor. Peki bundan sonra sizi nerelerde göreceğiz; kesinleşmiş dizi, program ya da Vine ile ilgili projeleriniz var mı? Oyunculuğa ve sunuculuğa tabii ki devam edeceğim. Bunun dışında yapım işleri ile uğraşıyorum. Bazı projelerde

yapımcılık görevini üstleniyorum. Artık kendi programlarımı, kendi formatlarımı yaratıp onları sunma yönüne gittim. Bununla ilgili olarak yakın zamanda bir yemek programına başlayacağız, bunun çekimlerini yapıyoruz şimdi. Burada yine aynı esprili anlatımlar ile izleyenlerin karşılarına çıkacağız. Zaten olmasını istediğimiz de izlenmeyen, zap yapılan programın bile içine birazcık eğlence, birazcık samimiyet katarak izlenebilir hale getirmek. Onun dışında dizi görüşmelerim var. Güzel olan yanı hep dram üzerine teklifler alırken şimdi komedi üzerine teklifler alıyorum. İnşallah yakın zamanda da bir komedi dizisi ile ekranlarda olacağım.


18

Üç Kıtadan Kareler: Yurdan Bilgiç ile Röportaj İrem Koca

Bayram tatilinde gezgin ve fotoğrafçı Yurdal Bilgiç’i Alaçatı’da yakalama şansım olmuştu. Bolca sohbet edip, son durağı Güney Amerika’da çektiği fotoğrafları inceledikten sonra kendisiyle röportaj yapmanın şart olduğunu anladım. Böylece sağanak yağışlı bir Alaçatı gününde Yurdal Bey ile oturduk, başladık soru cevaba. Okurlarımıza biraz kendinizi tanıtabilir

misiniz? 1954’te Ankara’da doğdum. Orada okuduk, yazdık işte, bir şeyler yaptık. Önce İzmir’e gittim, sonra da İstanbul’a geldim, on altı yıldır İstanbul’da yaşıyorum. Bugüne kadar tekstil vs. gibi bir çok işle uğraştım. Sonunda 2008 de işi gücü bırakıp, kendimi emekli ederek gezmeye ve fotoğraf çekmeye başladım. Bugüne kadar tam 38 ülke gezdim, gezmeye de devam edeceğim!


19


20

En çok etkilendiğiniz 3 ülke veya şehri bizle paylaşabilir misiniz? Sizi en çok neler etkiledi? Nepal, Küba ve Bolivya beni çok etkiledi. Mesela Nepal çok renkli fotoğraf açısından. İnsanları güleryüzlü, çok güzel fotoğraflar veriyorlar. Mavi evlerin önünde turunculu, kırmızılı giyinmiş insanlar görüyorsunuz! Sonra Buddha’nın çocukları Budizm felsefesi filan… Yani her acıdan Nepal çok etkileyici bir yer bence. Küba deseniz enerjisi çok yüksek. Oraya 2 kez gittim, 2 kez daha giderim! Çok hoşuma

gitti çünkü, insanları fakirliğe rağmen mutlular, pozitifler, müzik, dans, enerji çok yüksek. Küba’yı çok seviyorum. Bir de Bolivya... Tabii Bolivya biraz yüksek 4000 metrenin üzerinde dolaşıyorsunuz. Kanınız yoğunlaşıyor, nefes almak zor oluyor. Ama doğası inanılmaz. Müthiş görüntüler var. Dağlar, yanardağlar, bulutlar, flamingolar, Tuz çölü, o geleneksel şapkalı kadınlar falan... Bolivya’da çok etkiledi beni. Fotoğrafçı Niko Guido ile çıktığınız Hindistan seyahatinde neler yaşadınız?


21

Bu seyahati bir TV programı için yapmıştınız, büyük bir kitleye ulaşmıştı, hatta burada da sizi tanıyanlar da çıktı. Evet, İstanbul’da da arada oluyor, devam ediyor mu diye soruyorlar… Niko ile biz dört arkadaş Güney Hindistan, Goa, Kerala ve Sri Lanka gezisi planladık, 22 gün gezdik. Gittiğimiz yerlerde fotografik açıdan daha çok beğendiğimiz yerlede daha uzun kaldık. Uçak biletlerimizi de hep ona göre ayarladık. İlk olarak Mumbai’den başladık. Sonra Goa - Kerala bölgesine geçtik. Orada deniz, kum güzel, balıklar bol. Ama esas Sri Lanka çok enteresandı. Fotoğraf açısından verimliydi. Mesela bambuları suya çakarak balık avlıyorlardı. Bunu yakalamak için gün batımında yolculuk yaptık, sulara girdik, pasaportlar falan ıslandı zor kurtardık… Sonra Kalküta’dan geri döndük.


22

Orada da Çiçek Pazarı çok önemliydi. Dünya’nın her yerinden çiçekçiler geliyordu, fotoğrafladık. Anlayacağınız kameramanımız Volkan Kurt ile 22 gün boyunca işte böyle gezdik. Ortaya da “Fotoğraf Gezgini” gibi güzel bir gezi belgeseli çıktı. Sizce seyahat etmek insana neler katıyor? Vallahi neler katmıyor ki… İnsanın ufku genişliyor. Dünya o kadar büyük ki biz üzerinde bir zerre bile değiliz. Değişik kültürler, değişik insanlar, yeni coğrafyalar tanıdıkça Dünya’ya bakış açınız değişiyor… Benim bakış açımı çok değiştirdi, çok şey kattı. İlk makineniniz ve çektiğiniz ilk fotoğrafı hatırlıyor musunuz? İlk makinem Fuji Fine Pics’ti. Benim için çok değerliydi. Evime beş defa

hırsız girmeye çalıştığı için fotoğraf makinemi çamaşır makinesinin içinde saklıyordum. Bir gün öyle yıkadım maalesef gitti… İlk fotoğrafımı hiç hatırlamıyorum. Çiçek, böcek.. Peki sizce bir fotoğrafın iyi olması için sizce ne gerekir? Teknik mi daha önemli, içerik mi? İkisi de önemli. Şans eseri güzel bir kare yakalayabilirsiniz, teknik de iyiyse o fotoğraf iyi bir fotoğraf olur. Ama esas “iyi göz” olmalı. Ülkemizde etkilendiğiniz fotoğrafçılar var mı? Ara Güler var tabii. Bir de İbrahim Zaman’ın işlerini beğeniyorum. Mutlaka fotoğraflamalıyım dediğiniz biri ya da bir yer var mı? Şimdi sırada Afrika var. Bir de Myammar


23

bana enteresan geliyor. Oraya da en kısa zamanda gideceğim. Hiç başka tarzlarda fotoğraf çekmeyi düşündünüz mü? Sanat fotoğrafları gibi mesela? Genelde seyahat fotoğrafları çekiyorum. Günlük hayatta görmediğimiz ilginç pozları yakalamaya çalışıyorum. Onun dışında portre çekmeyi seviyorum. Gezi fotoğraflarımın arasında da sıkça portreler var. İş aldığım zaman farklı tarzda çekimler de yapıyorum tabi… Usta Ara Güler’in “Fotoğraf sanat değildir. Çünkü hakikatin bir parçasını yakalayan bir şeydir, hakikat olduğu için fotoğraf vardır.” Sözüne de katılıyorsunuz öyleyse? Kesinlikle. Fotoğraf çekmek dediğiniz

bir anı yakalamak. Resimde olduğu gibi bir sanat eseri yaratma durumu yok. Sizin gibi gezgin olmayı planlayan gençlere tavsiyeleriniz var mı? Hiç korkmasınlar, çekinmesinler, nereyi gezebiliyorlarsa gezsinler. Erkenden uçak biletlerini ayarlasınlar, hostellerde kalsınlar. Artık seyahat etmek o kadar zor değil. Sırtlarına çantalarını atıp yola çıksınlar! Yurdal Bilgiç’in çalışmalarını görmek isteyen okuyucularımız aşağıdaki web sitesinden, Instagram’dan ya da ısrarlarım üzerine zorla açılan Facebook sayfasından ulaşabilirler. http://www.yurdalbilgic.com instagram/yurdalbilgic h t t p s : / / w w w. f a c e b o o k . c o m / yurdalbilgicphotography


İlkbahar Yaz Koleksiyonu Geldi, Haaanım! Mercedes-Benz sponsorluğunda gerçekleşen bir moda haftamızı daha geride bıraktık. Bu sezon 30 defile ve 11 stüdyo şovu ile takipçileriyle buluşan modacılardan kimileri isimleriyle sükse yaparken, kimileri de adını duyurma fırsatı buldu. Melis Us


25


26

New York, stili ile gündelik giyimi podyuma taşıyan, modern kadının çizgisini yansıtan bir moda haftası sergilerken, Paris “kitsch” ürünleriyle iddiasını bir kez daha ortaya koydu. Londra gücünü sosyal medya aracılığıyla ikiye katlarken, Milano’da çarpıcı isimlerin “oldies but goldies” temasını kıyafetlere nasıl uyguladığını gördük. İstanbul Moda Haftası ise kimliğini yeni yeni oturtuyor ama bu en büyük dört moda haftasından hangisinin izinde gittiği sorusuna ise kesinlikle New York ile cevap veriyor. Eksikler çok, yanlış anlaşılmalar da bir o kadar fazla ancak gelecek vaat ediyor. Öncelikle sosyal medya kanalından moda haftasına bir bakış atalım. İnternet sitesi, Mercedes-Benz sponsorluğu ile hazırlandığı için New York, Berlin, Miami ve Avustralya’nın moda haftalarıyla birebir; anlaşılır bir programı ve tanıtım için gerekli linkleri barındırıyor. Ayrıca podyumda gerçekleştirilen etkinliklerinin çoğu tam saatinde başlıyor. İstanbul Moda Haftası katılımcılarını çoğunlukla meşhur isimler, sanılanın aksine Batı değil Ortadoğu tekstil piyasasının önemli pazarlamacıları ve basın oluşturuyor. Gelen davetiyeler aracılığıyla lcv yaptırarak defilede yerinizi alıyorsunuz. Tabii Istanbul Moda Haftası izleyicileri için işlerin bu kadar hızlı gelişmediğini geçtiğimiz hafta test ettik, onayladık. Moda Haftası kocaman bir çadır içerisinde iki ayrı bölümde gerçekleştiriliyor. Kuruçeşme Arena’nın yanına uzun bir yönlendirme holü kurulmuş. Geniş bir yolu takip edip, deniz kenarına çıkıyorsunuz. Solunuzda denize karşı

upuzun bir stand yer alıyor. İşte burası davetli listesinin kontrol edilip, defileler için biletinizi alabileceğiniz yer oluyor. Biletinizi aldıktan sonra yolu takip edip geniş merdivenlere varıyorsunuz. İşte tam o anda podyuma çıkmak için heyecanlanmanıza hiç mi hiç gerek olmadığını görüyorsunuz. Zaten orası adeta bir podyum: flaşlar patlıyor, sağınızda bir ünlü, solunuzda sosyetik bir isim bulunuyor. Sizse nereye bakacağınızdan ziyade bu isimlerin “Bana bakın! Bana bakın!” diye bağıran elbiseleri ve surat ifadelerine şaşırmakla meşgul oluyorsunuz. İçeri girdiğinizde sizi geniş bir hol karşılıyor. Holün içinde tahmin edilebileceği gibi dev bir Mercedes-Benz standı, “Aaah canım sen de mi buradaydın!” çığlıklarının yükseldiği bir loca ve tabii ki Uludağ ve Maybelline gibi moda haftasının resmi sponsoru olan başka firmaların standlarını görüyorsunuz. Her şey son derece sade. Zaten olay tamamıyla bir çadırın içinde gerçekleşiyor. Ayrıca


27

bağıran bir mekanda bağıran elbiseler giymiş bir sürü kadın ve adam olması bir moda haftasından çok “Açlık Oyunları” film seti tadı yaratıyor. Locanın hemen arka tarafında sahne arkasına açılan kara bir delik görülüyor. Oradan gelen giden eksik olmuyor, korumalar kendini kale muhafızı, içeri girip çıkan bloggerlarsa kendini prenses sanıyor. Sahne arkası girişinin hemen solunda perdeli bir kapı var. Bu kapı stüdyoda yapılan sunumlara açılıyor. Bu yıl düzenlenen on bir sunumda, Fashion Incube ekibinin üyesi olan ve #dirensapka temasıyla Gezi Parkı olaylarına dikkat çeken Merve Bayındır ile siyah ve beyazı son derece şık bir şekilde harmanlayan Zeynep Erdoğan

ciddi sükse yapıyor. Hatta Zeynep Erdoğan’ın stüdyo sunumu yapılan en kalabalık sunum oluyor ve takipçileri üç ayrı grup olacak şekilde içeri alınıyor. Araya serpiştirilmiş iki üç standı geçince karşınıza basın için oluşturulmuş özel bir loca çıkıyor. Yiğidi öldürüyor ama hakkını yemiyorum, hiç de fena değil. Moda haftasını moda haftası yapan ekibin basın olduğu unutulmamış. Basın locasının yanında podyum girişi bulunmakta. Tahmin

edeceğiniz üzere, Mehtap Elaidi, DB Berdan, Cengiz Abazoğlu, Tanju Babacan ve Niyazi Erdoğan gibi isimlerin defilelerinin gerçekleştirildiği gün ve saatlerde: “Şimdi çadır yıkılacak da moda sevdasına burada ölüp gidecek miyiz?” sorusunu kendinize sormadan edemiyorsunuz. Etkinlikte çoğu insan lcv yaptırıldığı halde listede adı olmadığı veyahut da herhangi bir stand olup da oradan bilet alınmadan içeri girilemeyeceğini fark etmedikleri için karmaşaya sebep oluyor. Podyum girişinin hemen karşısında yer alan fotoğraf çekilme alanı da ayak altında kaldığından fotoğraf çekilenler ile defileye girenler birbirine giriyor. Zaten sıraymış… Kuyrukmuş… Hak getire! İstanbul Moda Haftası tam bu sahnede “İstanbul”a özel olduğunu göstermiş oluyor. Şimdi gelelim podyum ve stüdyo değerlendirmelerine… Öncelikle podyumdan başlıyorum, podyumda gerçekleştirilen her defile için belli bir sıranız ve koltuk numaranız var ve sizi yerinize yerleştirmek için bir yığın görevli orada bulunuyor. Böylece yaşanabilir karışıklıklar önlenmiş oluyor. Işıklar yeterli ancak ses, kontrolsüz şekilde ayarlanmış. Örneğin Emre Erdemoğlu defilesinde normalden az çıkan ses Niyazi Erdoğan defilesinde kulakta duyma bozukluğuna yol açacak kadar çılgın düzeyde. Çoğu defilenin stili ile müzikleri bir ahenk yaratıyor diyebiliriz. Ancak fotoğrafçılar için geçtiğimiz yıla oranla daha geniş bir alan verilmiş olsa da yine de yeterli değil. Üst üste binen bir yığın insan, yürümeyi beceremeyen -evet, evet doğru okudunuz, yürümeyi


28


29

beceremeyen modelleri- birbirinin kadrajına girmeden fotoğraflamaya çalışıyor. Modacıları genelleyecek bir şekilde değerlendirme yapmanın doğruluğu tartışılır olsa da söylemeden edemeyeceğim “realist stil anlayışı” tamamıyla fiyasko. Çoğu defilede sergilenen çoğu ürün son derece düz kesimli, basit ve her yerde bulabileceğiniz gibi. Özellikle Türkiye gibi hazır giyim endüstrisinin gelişmiş olduğu bir ülkede moda haftası ürünlerinin bu denli sıradan olması seyirciyi aç bırakıyor. Burada kastettiğim abartılı tasarımlar, çılgın kürk detayları, dantel dar kesim elbiseler veya tüyler ile alakalı değil. Burada kastettiğim bir ürünü eğer bir tasarımcıdan alıyorsam bu benim için o ürünün “özel” olmasını gerektirir. Maalesef ki moda haftasında gördüğümüz defilelerdeki ürünlerin çoğu başka bir yerde gördüğümüz başka bir ürünü andırıyordu. “Aaa bu şunun şusuna ne kadar benziyor!”, “Bu da falancadan esinlenerek yapmış herhalde…” gibi konuşmalar moda haftasına yakışmıyor. Bunun yanı sıra ürünler modellere tam olarak oturmuyor. Deriyi kırışıklık olmadan kullanmak tabii ki işten değil ama defilelerin birçoğunda kumaşa ve kesime bağlı hatalar bulunuyor. Elbiseleri mankenler değil de mankenleri elbiseler giyiyormuş gibi göründüğünde, tasarım etkinliğini kaybediyor. Tek tek defile izlenimlerine geçmeden önce mutlaka eklemeliyim, geçtiğimiz ay Londra Moda Haftası’nda sunduğu koleksiyonu “Lug Von Siga” ile Gül Ağış kesinlikle favorim. Eğitimini Milano da İstituto Marangoni’de alan ve Moda Tasarım Derneği’nin üyesi olan Ağış, iyi bir çizgi tutturmuş. Yalın hatlar ve siyah, beyaz, altın sarısının dışına çıkmayan renkler kullanmasına rağmen kesinlikle etkileyici bir koleksiyon. Halkla ilişkiler ekibi her geçen yıl daha çok geliştiği için organizasyon şirketini tebrik ediyor, gelecek yıl katılımcıların podyuma çıkmayacaklarını anlamalarını diliyor, basına olan sevginin daim olmasını umuyor ve bir sonraki moda haftasını iple çekiyorum.


30

Phablet mi? 5S mi? Ali Berhan Memişoğlu


31

First World Problem Geçtiğimiz cuma BİM’de de satışa sunulan iPhone 5S’in en büyük rakipleri arasında yer alan Galaxy S4, HTC One ve Lumia 1020’ye son ve en güçlü rakip olarak eklenen Samsung’un yeni tablet-telefonu yeni adıyla “phablet” tanıtıldı: Samsung Galaxy Note 3. Operatör şirketleri tarafından 1 Kasım’da satışa sunulmaya hazırlanan iPhone 5S ve en çok ikilemde bırakan Galaxy Note 3 her ne kadar birbirine benzemese de bu iki telefon (ne kadar telefon denir artık bu cihazlara ona siz karar verin) bizi fazlasıyla düşündürüyor. Özellikle ülkemizde, büyük bir rekabet oluşacak gibi duruyor. Türkiye’de başta 3200 TL’den satışa sunulacağı belirtilen iPhone 5S’in 2300 TL (sadece BİM’deydi) olması ve Galaxy Note 3’le birlikte Samsung’un son ve en merak edilen ürünlerinden biri olan Galaxy Gear’la beraber satılması ortamı iyice kızıştırıyor. Galaxy Note 3 aynı önceki modeli gibi devasa bir ekrana sahip. Cebe girmesi zor ama kullanırken özelliikle de multitasking özelliğiyle ve kalemiyle

çok kullanışlı. Buna karşın iPhone 5S daha küçük, daha hafif ve daha önce bir örneği olmayan parmak izi tanıma özelliği ile donanmış. Yeni işletim sistemi iOS 7 de aynı arayüzden sıkılanlar için de cazip oluyor her ne kadar eksikleri azımsanamayacak kadar çok olsa da. Galaxy Note 3’ün belki en cezbedici noktası telefonun kendisi değil de onunla uyumlu olan ve telefonla beraber verilen Galaxy Gear. Geçmişten günümüze sonunda bu teknolojiye de ulaştığımızı gösteren harika bir reklamı olsa da Note 3’ü almaya karar verip saatle de çok mutlu olacağınızı düşünürken size bir anda “Yalnız saatler bize henüz ulaşmadı!” cümlesini kuran satış görevlisi her şeyi berbat ediyor. iPhone 5S ise hala operatörler tarafından satışa sunulmadığı için harikalar diyarında fakat o da fiyatından dolayı her zaman orada kalacak gibi gözüküyor. Ekranı iPhone’a göre bir hayli geniş


32

olan Galaxy Note 3’ün piksel yoğunluğu tahmin edilenin aksine iPhone’dan daha çok Ama iPhone da görüntü çok daha net ve kaliteli. 13 MP kamerası bulunan Galaxy Note 3 iPhone’un 8 MP kamerasından elbette ki çok daha güzel fotoğraflar ve videolar çekebiliyor. Fakat Apple bu kez kameraya slow motion ve burst mode ekleyerek hem yavaş çekimde videolar çekebilmeyi hem de en iyi kareyi yakalamayı hedeflemiş. Ayrıca çift flaşlı bu kamera artık bildiğimiz cep telefonu kameralarından birkaç adım

daha önde. Kamera konusunda ayrıca iPhone’da telefonun yanında bulunan ses kısma tuşuyla fotoğraf çekebilirken Note 3 böyle bir şeye yine gerek duymamış. Her iki cihaz da fazlasıyla hızlı. O kadar hıza ne gerek var ki? En hızlı olan çoğu zaman en iyiyi gösterse de en kötüyü gösterdiği yerler de sayılabilir. Artık fiyatlardaki değişikliklerde başrölü oynayanlardan birisi de telefonların bellekleri. iPhone yine 16-32 ve 64 GB olmak üzere 3 seçenek sunarken Galaxy Note 3 32 ve 64 GB


33

seçenekleriyle satışta. Galaxy Note 3’e ayrıca micro SD kart da takılabiliyor fakat bir tablet olarak da kullanılan Note 3’te keşke 128 GB seçeneği de sunulsaydı diye ister istemez düşünüyor insan. Sonuçta hayatlarını bu cihazlarla idare eden arkadaşlarımız da yok değil. Pili de kendisi gibi daha büyük olan Note 3’ün şarj süresi sanılanın aksine iPhone’un iki katı kadar dayanmıyor. Kullanılan enerji de aynı oranda artıyor. Özellikle iOS 7 ile şarjı çok daha uzun süre dayanan iPhone kendini bu konuda ezdirmemiş. Aynı iPhone 5 gibi 5S’de de alüminyum bir kasa kullanılmış ama bu yıl yeni bir renkle piyasaya sürülüyor. Samsung da renklerini çeşitlendirmiş fakat arka kapak olarak hiç de güzel olmayan deri görünümlü bir plastic kapak kullanmış.

Aslında 3-4 asgari ücret olan bu telefonları zaten koruma kılıfı olmadan kullanan sayısı yok denecek kadar az olduğundan renkleri çok da önemli sayılmaz. Şöyle bir toparlayacak olursak her iki telefon! birbirlerinden çok farklı evet, ama iPhone 5S gerçek bir telefon olmaya daha yakın hem kolaylıkları hem boyutu ile ancak Note 3 hem bir tablet hem bir telefon özellikleri taşımasıyla birlikte iPhone 5S’e göre cebe daha uygun. Boyut değil fiyat olarak elbette. Yıllarca filmlerde, çizgi filmlerde izlediğimiz akıllı saatlerden biri olan Galaxy Gear ile beraber olacağı zaman elbette ki daha tercih edilesi olur saatin her ne kadar bir Pebble olmadığını bilsem ve eksiklerinin en az 2-3 jenerasyon sonra ancak giderilebileceğini düşünsem de kamerası olan bir saat kim istemez?


34

Bu Kış KıYafetlerİmİz neşelendİ

İstanbul Moda Haftası ile İlkbahar/Yaz havasına girmeden, 60’lı ve 70’li yılların esintileriyle neşelendirelim kıyafetlerimizi, yepyeni trendlerle de donansın dolaplarımız. Bu kış neler mi giyeceğiz? Bensu Kaplan


35

Siyah&Beyaz Uyumunu Sevenlere Müjde Kaz ayağı deseni, yine klasik bir görüntüyle karşımıza çıkıyor. Siyah&beyaz bu desene en çok yakışan renkler bazı modacılar siyah&bordo, siyah&lacivert renklerini bu desende kullanmış olsa da koleksiyonlarda siyah&beyazın kontrastı daha yoğun. Ceketlerde görmeye alıştığımız bu desen bu sene atkılarda, eldivenlerde, elbiselerde, çanta ve ayakkabılardada karşımıza çıkıyor. Kaz ayağı deseni, kombinasyonu en kolay olan siyah&beyaz renklerini

barındırdığı için bu sene elbiseye uygun ayakkabı ve çanta seçmekte zorlanmayacağız. Geri Döndük Puantiyelere 60’lı ve 70’lı yıllarda sık sık kullanılan puantiye deseni 2014 kışında birçok kıyafeti süsler oldu. Ara ara gelip ara ara tekrar canlanan puantiye deseni bu sene daha farklı bir şekilde karşımızda. Modacılar puantiyeleri bu sene oldukça renkli ve farklı kullanmış. Çok daha yoğun kullanılan puantiyeler

farklı bir hava katmış elbiselere. Bu sene tül gömleklerde, ayakkabılarda, aksesuarlarda karşılacağımız puantiye deseni, kuvvetli bir desen olduğu için basit parçalarla kombine etmek daha az riskli olacaktır. Vahşi Leopar Her sezonun olmazsa olmazıdır leopar desenini, kışın kazaklarda bluzlarda; yazın bikinilerde şortlarda. Vahşi bir hava katan leopar deseni kombini en tehlikeli desenlerdendir. Eğer doğru kullanırsanız vamp, feminen bir görüntüye sahip olabilirsiniz. Doğru parçalarla kombinlenmezse vahşi ormandan bir anda şehre düşmüşçesine anlamsız bir görüntü sergiler. Bu sene leopar desenleri oldukça büyük. Aynı zamanda elbiselerde, pantolonlarda, tül gömleklerde ve ayakkabılarda da en çok kullanılan desen. Siyah ve bordo renkleri leopar kombinasyonuna en çok uyan renkler. Eğer kombinasyonunuzun bir yerinde leopar desenini kullanacaksanız siyah ve bordo renklerle kıyafetinizi tamamlayabilirsiniz. Lise Yıllarına Geri Dönüş Birçok koleksiyonda karşımıza çıkan ekose etekler yüzümüzü güldürdü. Ekoseler bu sene bol bol etek üzerlerinde kullanılmış. Mini etek, kalem etek, pileli etek ve diz altı etek olarak karşımıza çıkan bu parçalar bu sene oldukça renkli. Kış modası olmasına rağmen farklı farklı renklerle kombine edilmiş ekose desenleri bu kış kıyafetlerimize fazlasıyla renk katacak. Deri çizmeler, yüksek topuklu botlar veya topuklu ayakkabılarla çok şık duran bu etekler sade bir


36

bluzla ne tamamlandığında ne giysem derdinden bizi kurtaracağa benziyor. Derilendik Bir zamanlar sadece ceketlerimizi süsleyen deriler, artık kıyafetlerimizin vazgeçilmez bir parçası oldu. Hem üst giyimde hem de alt giyimde karşımıza çıkan deriler aynı zamanda aksesuarlarımızı da süslemeye başladı. Ünlü markaların 2013 koleksiyonlarında kıyafetlerinde derileri kullanması ile başlayan bu trend 2014 yılında da karşımıza çıkıyor. Koleksiyonlarda ufak deri parçaları taşıyan tasarımların yanı sıra tamamen deriden oluşan parçalara da rastlamak mümkün. Şık bir görüntü yaratılabileceği gibi riskli bir parça oluğundan deri yanlış kullanılabilir. Peki Derileri Nasıl Kombin Edeceğiz? Deri pantolonlar, bu senenin öne çıkan parçalarından biri. Üzerine tül

bir gömlekle, zımbalı kazaklarla, pullu bluzlarla ya da daha sade bir görüntü istiyorsanız düz renk bir bluzla şıklığınızı tamamlayabilirsiniz. Deri elbiseler bu sene dünyaca ünlü isimler tarafından tercih edildi. Şık bir gece için deri elbiseleri sade aksesuarla tercih edebilirsiniz. Kıyafetiniz fazlasıyla dikkat çekici olacağı için sade bir makyaj ve düz fönlü saçlarla hem sade hem de çekici bir kombinasyona sahip olacaksınız. Deri bluzlar de bu sene karşımıza sık sık çıkan parçalardan. Eğer deri bir bluz giyecekseniz altına kot giymeyin çünkü derinizin ağırlığını öldürecektir. Onun yerine siyah pantolonlar ya da siyah taytlar tercih ederseniz bluzunuzu öne çıkarmış olursunuz. Aynı zaman da siyah deri pantolonla da bir kombinasyon oluşturabilirsiniz. Tüm bu deri kombinasyonlarının altına deri siyah yüksek topuklu siyah ayakkabılar, botlar tercih edilebilir.


37

Aksesuar Deyip Geçme Aksesuarlar her kadının kıyafetinin vazgeçilmez parçalarındandır. Doğru renklerle kombin edildiğinde kıyafetimizin şıklığını tamamlar. Bu sezonun sonbahar/ kış modasına baktığımızda aksesuarlar çok önemli bir yer kaplıyor. Eskiden kıyafetimize göre seçtiğimiz aksesuarlar bu sene o kadar iddialılar ki her biri kıyafeti seçtirecek cinsten. Büyük detaylı kolyeler, küpeler, yüzükler ve ardı ardına takılan büyük bileklikler bu sezonun vazgeçilmez parçalarından olacak. Kolyeler “Statement” kolyeler bu sezon öne çıkanlardan. Çok renkli ve iddialı bir

şekilde tasarlanmış bu kolyeler her kadının dolabında bulunması gereken parçalardan. Kurtarıcı olarak isimlendirdiğim bu kolyeler sade bir gömlekle yada düz bir bluzla bile sizi çok şık yapabilir. Bu kolyeleri taktığınız zaman başka hiçbir aksesuar kullanmak zorunda olmamanız sizin işinizi çok kolaylaştıracak. Bir kot, düz renkte bir gömlek, düz bir ayakkabı ve “statement” kolye... İşte hazırsınız ve oldukça da şıksınız. Küpeler Sonbahar/kış sezonunun küpelerinden bahsedecek olursak küpeler artık eskisi gibi zarif değil. Metaller, taşlar, boncuklar, uzun zincirler bu küpeleri süsleyen malzemeler. Yer yer büyük küpeler yer


38

yer de kulağın etrafını saran eğlenceli ve retro modeller var. Yine sade bir kıyafet üzerine kullanabileceğiniz bu küpelerde sizi fazla aksesuar takma derdinden kurtarıyor. Büyük bir hızla yayılan bu trend sayesinde bu küpeler artık her yer de satılıyor, eğer hala bu küpelere sahip değilseniz en kısa sürede bu küpelerden edinmenizi tavsiye ederim. Eğlenceli Kollar Kıyafetimizin şıklığını tamamlayan bir diğer aksesuar olan bileklikler bu sene çok daha eğlenceli. Uzun süredir bileklikleri arka arkaya takma trendi vardı. Ama bu sene işler biraz daha değişti

bileklikler artık çok büyük, ve bileklikler arasında renk uyumu olmak zorunda değil. Bu şekilde söyleyince kulağa pek hoş gelmese de, gerçekten görünüşte çok şık, eğlenceli bir tarz oluyor. Yüzükler Kolyeler, küpeler ve bileklikler büyürken bu sezon yüzükler küçüldü. “Midi yüzük” diye tabir ettiğimiz bu yüzükler, elleri çok zarif gösteriyor. Bu küçükler yüzüklerin üzerlerinde çok küçük semboller var, üst üstte ve yan yana takılarak kullanılıyor. Ellerde çok şık duran midi yüzükler şimdiden tezgahları süslemeye başladı bile.


39


40

Manşet Savaşları: Hürriyet vs. Sabah Oğuzhan Karakaş


41


42

Hürriyet ve Sabah, Türkiye’nin en büyük gazetelerinden. Hürriyet, 2007 sonrası ağır top yazarlarıyla yollarını ayırsa da, -veya ayırmak zorunda kalsa da- hala daha Atatürkçü kesimin en gözde gazetelerinden biridir. Sabah ise TMSF’nin el koymasından sonra yeni patron Çalık Grubu ile birlikte AK Parti’ye tam destek veren bir yayın politikası sürdürüyor. Dönüşen Türkiye ile birlikte medya da dönüşüm sürecinde ve “amiral gemisi” olan Hürriyet, bu tacını Sabah’a mı kaptırdı veya kaptırıyor? Post-Kemalist döneme ayak basmakla beraber henüz oturmamış siyasal yapıda bunu söylemek kolay değil. Çok zamandır yazarlar çapında sürdürülen polemikler (Mehmet Barlas & Ahmet Hakan sürtüşmesi özellikle) bu sefer kurumsal boyuta ulaştı. Son haftalarda yaşanan “dekolte krizi” üzerine Türk medyasının iki gazetesi Hürriyet ve Sabah, karşılıklı manşetlerle birbirine yüklendi. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in bir televizyon programında sarf ettiği: “merkez medyadan bir kanaldaki yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki, olmaz bu” sözleri, üstü kapalı olarak bir önceki akşam ATV’de yayımlanan “Veliaht” adlı eğlence programının sunucusu Gözde Kansu’nun hedef alındığı yorumlarına neden oldu. Tartışma yaratan bu açıklama sonrasında yapımcı şirket tarafından sunucu Gözde Kansu’nun işine son verilmesi ise krizi büyüttü. Yaşanan sürece karşı eleştirel bir tutum takınan Doğan Grubu gazetelerine karşı Sabah gazetesi, iki gün üst

üste Doğan Medya Grubu’nu hedef alan manşet yayımladı. Sürmanşetten yayımlanan 10 Ekim tarihli gazetenin açıklama niteliğindeki haberinde: “Doğan Grubu medyası habercilikte ve reyting yarışında nal toplamaya başlayınca çamur atma politikasına geri döndü.” ifadesi yer aldı. Doğan Medya Grubu ne haber yapmıştı? Doğan Medya Grubu’nun üç büyük gazetesi Hürriyet, Posta ve Radikal, “dekolte krizi” sürecine eleştirel bir tavırla yaklaştı. POSTA: 9 Ekim tarihli Posta gazetesi, sunucu Gözde Kansu’nun görevinin son bulmasını birinci sayfadan duyurdu. “Dekolte Kovuldu” başlığıyla verilen haberde, Hüseyin Çelik herhangi bir isim zikretmezken yapılan eleştirinin Gözde Kansu’ya yönelik olduğu bilgisi verildi. (mansetsavaslari.01.jpg), RADİKAL: 9 Ekim tarihli Radikal


43

verildiği iddialarına yer verildi. İşten çıkarılmanın yetkili bir ağızdan doğrulanmadığı belirtilen haber, iç sayfada ise “Dekolte Krizi Çözülemedi” başlığıyla yer buldu.

Gazetesi, sunucu Gözde Kansu’nun görevine son verilmesine “Bu Olmadı” manşetiyle tepki gösterdi. Kansu’nun işten çıkarılması, Radikal muhabiri Ece Çelik’in iç sayfadaki haberinde, “Çelik’in Gözüne Çarptı İşinden Oldu” başlığıyla verildi. HÜRRİYET: 9 Ekim tarihli Hürriyet Gazetesi de olayı manşetten gördü. “Dekolte Krizi Büyüyor” başlıklı haberde, Gözde Kansu’nun görevine son

10 Ekim tarihli Hürriyet’in manşetinde ise Ayşe Arman’ın işine son verilen sunucu Gözde Kansu ile yaptığı röportaj yer alıyor. “O Elbiseyi Ayşe Giydi” başlıklı manşette yer alan Gözde Kansu, “dekoltesi yüzün den kovulan sunucu” olarak takdim edildi. Tam sayfa yayımlanan röportajda, Ayşe Arman da “tar tışılan” elbiseyi giyerek poz verdi. Dekoltesi yüzünden kovulduğunu düşünen ve açıklamalarında buna yer veren Gözde Kansu, elbiseyi giyen Ayşe Arman ile çekilen fotoğrafta da Arman’ın dekoltesini eliyle kapatarak mesajını verdi. “Çamur atma politikasına geri döndüler” 9 Ekim tarihli Doğan Grubu gazetelerinin yaptığı habere karşı sert tepki gösteren Sabah Gazetesi, 10 Ekim günü: “Bayat Oyunları Millet Yutmuyor” açıklamasını manşetten okuyucularıyla buluşturdu. Hürriyet’in hedefe alındığı haberde, sunucunun kıyafeti yüzünden değil performans düşüklüğü yüzünden görevine son verildiği duyuruldu. Haberin girişinde şu ifadelere


44

yer verildi: “Doğan Grubu medyası habercilikte ve reyting yarışında nal toplamaya başlayınca çamur atma politikasına geri döndü.” 11 Ekim tarihli Sabah Gazetesi, “Kadın Bedeni Üzerinden Siyasi Dalavere” manşetiyle çıktı. Gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olan Erdal Şafak’ın kaleme aldığı yazının bir bölümü olan sürmanşette şu açıklamalara yer verildi: “Biz kadın bedeni üzerinden siyasi dalavere çevirmeyi, mesleğin en utanç verici versiyonu olarak değerlendiriyoruz. Hem kadının onurundan dem vuracaksın, hem de kadını bedeni üzerinden bel altı, affedersiniz, göğüs altı vurmaya kalkışacaksın. Hem de hiç utanmadan. Hiç sıkılmadan. Hiç yüzün kızarmadan. Biz kadının bedeninin değil, kafasının, birikiminin, yeteneklerinin önemsenmesi gerektiğine inanıyoruz. Biz kadın bedeni üzerinden gazetecilik yapmayı özgürlük ambalajına sarılmış gayriahlaki zihniyet olarak algılıyoruz.” Gazetenin başyazarı Mehmet Barlas

ise yazısında, sunucunun dekoltesi yüzünden kovulduğunu zannetmenin “şartlanmışlık” olduğunu belirterek yazısında şu cümlelere yer verdi: “Televizyon kanalı istediği kadar: ‘Sunucu başarısızdı, reytingler düşüktü’ şeklinde açıklama yapsın, bu şartlanmış kamuoyundaki algıyı değiştirmez. Karşı takım bu pozisyonu gole çevirmek için kaçınılmaz biçimde kullanacaktır. Bu duruma tepki gösterenler gerçekten “Özel hayata müdahale” sonucu bir kadın sunucunun işine son verildiğini düşünselerdi, onu karşı kaleye gol atmak için kullanmak yerine, kendi yayın gruplarındaki televizyon kanallarının birinde ona sunuculuk verirlerdi. O da başarılı performansı ile haksızlığa uğradığını kanıtlamak imkânına kavuşurdu.” Hürriyet: Bu kavgaya girmeyeceğiz 11 Ekim tarihli Hürriyet gazetesi, “Medya Savaşı Tuzağına Düşmeyiz” başlığıyla yayımladığı açıklamada,


45

habercilik ilkelerinden vazgeçmeyeceğini ve “yaratılmak istenen” bu savaşın içine girmeyeceğini belirtti. Hürriyet Dünyası imzalı açıklamada Habertürk, Milliyet, Vatan gibi gazetelerin de “dekolte krizi”ni ele almasına rağmen Hürriyet’in hedefe alınmasına anlam verilemediği belirtildi. Hürriyet Gazetesi, Sabah’ın 11 Ekim günkü sözlerine cevap vermezken, 12 Ekim günü “dekolte olayı”nı, “Gözde Kansu Dış Basında” haberiyle birinci sayfadan duyurdu. İç sayfada, dış basındaki gazetelerin yorumlarına “Türkler Dekolteye Göz Açtırmıyor” başlığıyla yer verildi. Sabah gazetesi 12 Ekim tarihli gazetesinde, 11 Ekim’deki Hürriyet Dünyası imzalı açıklamaya cevap verdi. Hürriyet gazetesinin 11 Ekim’deki açıklamasında yer alan “habercilik ve etik ilkelerden vazgeçmeme” bildirisine karşı Sabah, “hani yayın ilkeleri, hani etik?” manşetiyle çıktı. İç sayfada ise “Hürriyet’in yalan dünyası” başlığıyla yapılan açıklamada, Hürriyet’in “Gözde Kansu’nun işine son verilmesi haberinde” tüm tarafların görüşünün alınmadığı belirtildi. Açıklamada iki kere Hürriyet için

“Yalanlar Dünyası” ithamı kullanıldı. Bu çekişmenin noktalanmayacağı aşikar, nereye varacağını ise zaman gösterecek.


46

Moda Bir Hafta Boyunca İstanbul’daydı


RED BEARD by tanju babacan

47

Sesler ve ışıklar yanar döner bir halde, yavaş yavaş arka ekranda kırmızı harfler ile “Red Beard” yazısı beliriyor. Ve işte karşınızda Red Beard by Tanju Babacan 2014 İlkbahar/Yaz koleksiyonu! Tanju Babacan, bu koleksiyonunu Y jenerasyonuna bir övgü olarak düşünmüş ve ilhamını da buradan almış. Tasarımlardaki çarpıcı mesajların sırrı bu detayda gizli. Harf baskılı kıyafetler ve aksesuarlarda: “Kahrolsun bağzı şeyler”, “Respect human rights”, “Yasak

Mercedes-Benz Moda Haftası İstanbul kapsamında tanıtılan koleksiyonlara yakından bakış. Merve Yazkan Fotoğraflar: Simge Gürkan

ne ayol?” gibi ince mesajlar veriliyor. Şeffaflığı ve hafif kumaşların kullanımı ile koleksiyon bir dışa vurum hissi uyandırıyor. Koleksiyonda pastel tonların yanı sıra yeşilin ağırlıkta olduğu canlı renkler de yer alıyor. Transparan detaylar hemen hemen her tasarımda mevcut. Maksi mini eteklerde transparan, şeritler halinde yer bulurken; yaka detaylarında da kendini gösteriyor, erkekler için hazırlanan tasarımlarda ise hırka formunda karşımıza çıkıyor. A kesim etekler, koleksiyonun öne çıkanlarından. Bu etekler, taban hizasında ve oldukça kabarık bir formda. Didem Soydan’ın defile kapanışını yaptığı kabarık ve baskılı etek oldukça ses getirdi. Tanju Babacan, bu şeffaflığın ve hafifliğin arasına iki tane altın şeritli elbise tasarımlarını da ekleyerek koleksiyona ışıltı katmayı unutmuyor. Çılgın tasarımcı, bir eşarp çıkarıp başını kapattı ve “Rabia“ işareti ile izleyenleri selamlayarak oldukça çarpıcı bir şekilde defilenin kapanışını yaptı.


48


LUG VON SIGA

49

Önceki koleksiyon tanıtımlarını Londra Moda Haftası’nda yapan Gül Ağış, bu dönem Lug von Siga 2014 İlkbahar/ Yaz koleksiyonunu İstanbul’da tanıttı. Defilede Pınar Altuğ, Seren Serengil, Azra Akın gibi ünlü isimler vardı. Defilenin açılışı ise son zamanların popüler modellerinden Özge Ulusoy ile yapıldı. Başarılı tasarımcı, koleksiyonunda geleneksel motiflere de yer vererek modern ve geleneksel çizgileri bir araya getirdi. Kimi zaman bir döneme ait detaylar karşımıza çıkarken kimi zaman da bir batıl inanç tasarımlarda kendini gösterdi. Gül Ağış’ın asıl odak noktası diğer

koleksiyonlarından da farklı olarak kabile ruhu oldu. Ünlü tasarımcı, Yeni Zelanda’nın yerli halkı Moarilerden esinlendi. Defilenin müzik seçimleri, modellerin ayaklarını yere sağlam basarak yürümesi de bundan kaynaklanıyor olsa gerek. Koleksiyonda maskeli kumaş baskıları, nakışlar ile buluştu. Aksesuarlarda – özellikle ayakkabılarda- metal parçalar, deri detaylar ön plana çıktı. Lazer kesim işlemeler, püsküller ile hareketlendi. Koleksiyonun ana materyalleri ipek krep, deri, garza ve triko olarak karşımıza çıkarken; siyah, mercan kırmızısı, beyaz, kahverengi ve karamel ağırlıkta olan renklerdi.


50


ZEYNEP TOSUN

51

Ünlü tasarımcı Zeynep Tosun’un defilesi için oldukça kalabalık bir kitle merak içindeydi. Ünlü moda bloggerları, sosyete ve sanat dünyasının ünlü isimleri, moda editörleri ön sıralarda yerini alırken çarpıcı bir şekilde defile başladı. Zeynep Tosun 2014 İlkbahar/Yaz koleksiyonu, 1920’lerin detaylarından nasibini alıyor. Koleksiyonun kemik yapısını erkeksi detaylar oluştururken, arkasında gizli bir seksilik yatıyor. Maskülen ve feminenin birlikte oynadığı bir oyun bu. 1920’lerin detayları ile günümüz kadınlarının görünümlerini harmanlıyor ünlü tasarımcı.

Ağırlıklı olarak kullanılan ekru ve krem rengi muhteşem bir uyum içinde. Cutout kesim büstiyerler, crop-top üstlerde hem sportif hem modern hem maskülen hem de feminen bir arada. Asimetrik kesimler ve derin sırt dekolteleri de koleksiyonda öne çıkıyor. Fırfırlar ve fileler dökümlü tasarımlar ile dans ederken, parlak iplikler ve püsküller onlara eşlik ediyor. Keskin hatlı tasarımları püskül, fırfır ve file gibi romantik detaylar ile bir araya getiren Zeynep Tosun, 1920’li yılları Avrupalı modern kadının tarzına entegre ederek muhteşem bir defileye imza atmış oldu.


52


NEJ

53

Organik materyaller kullanmaktan yana olan ünlü tasarımcı Nejla Güvenç, defile atmosferi ile koleksiyonunu bütünleştirdi. Podyum ekranında doğanın farklı görünümleri, defile esnasınca değişerek ilerledi. Kimi zaman çiçekler, ağaçlar belirirken kimi zaman da ekranı ateş kırmızısı kapladı. Bireyselliği ile doğayı, doğal bir geleceği simgeleyen NEJ kadınları var podyumda. Sakin, huzurlu ve dupduru bir geleceğin temsilcileri, evrenle bütünleşiyor, evreni kucaklıyorlar. Minimalizm usulca yerini sadeliğe, şıklığa, zarafete ve şeffaflığa bırakıyor. Koleksiyonda

beyaz ve bej gibi şeffaf renkler, ağırlıkta. Crop-top trendinin en az kullanıldığı hatta nerdeyse hiç kullanılmadığı bir koleksiyon var karşımızda. Renkten ve ışığın enerjisinden yararlanılarak hazırlanmış dökümler, tek parça olarak kendilerini gösteriyor. Bel ya da sırt kısmında şeritler çizen kumaş, alt bölümde yine bir araya geliyor. Ustaca bir gönderme ile minimalizmi alaşağı eden tasarımcı, koleksiyonunu tek solukta okunan sürükleyici bir kitabın olay akışı gibi karşımıza çıkararak etkileyici bir defileye imza atıyor.


54


ÖZLEM KAYA

55

Daha önceki koleksiyonları ile takdir edilen başarılı tasarımcı Özlem Kaya’nın defilesinde Deniz Berdan, Ece Sükan, Alexander Kokoskerya, Nil Ertük, Meriç Küçük gibi moda dünyasının önde gelen isimlerinin yanı sıra müzik ve sanat camiasından da isimler vardı. Defile koordinatörlüğünü ROOM Teşvikiye’nin kurucu ortağı Deniz Marşan üstlendi. Özlem Kaya 2014 İlkbahar/Yaz koleksiyonunu tek kelime ile tanımlayacak olursak bu kelime “siyah&beyaz vurgu” olur. Koleksiyona siyah ve beyazın ağırlıklı olarak kullanılmasından doğan zıtlıklardan doğan bir uyum hakim. Siyah ve beyazın yanı sıra mercan renginin de kullanıldığı koleksiyon, bu sayede neon bir hava da yakalıyor. Ünlü

tasarımcı, file detaylar, deri materyaller ve transparan dokunuşlar ile dişiliği ön plana çıkarıyor. Koleksiyonun tamamen fileden oluşan pantolonu ise göründüğü anda defileye tam anlamı ile damgasını vuruyor. Asimetrik kesimler, crop-top üstler, oversize ceketler ile modern ve sportif bir görünüm kazanıyor. Kaplamalı koton, file, transparan kumaş gibi materyallerin yanı sıra korse gibi modern teknik materyalleri de oldukça fazla. Cut-out kesimlerin ve yüksek bellerin de yer edindiği koleksiyonu Didem Soydan gibi son dönemin ünlü modelleri tanıttı. Başarılarına bir başarı daha ekleyen Özlem Kaya, 2014 İlkbahar/Yaz döneminde modern ve şehirli kadının portresini tasarımları ile çiziyor.


56


HAKAN AKKAYA

57

Hakan Akkaya “Men in Black“ konseptli koleksiyonu ile 3. kez MercedesBenz Fashion Week İstanbul’da. Çağla Şikel’in baş mankenliğini yaptığı koleksiyonda hem erkek hem kadın için hazırlanan 80 kombin bulunuyor. Defileye katılanlar arasında Ivana Sert, Özge Ulusoy gibi ünlü isimler var. Koleksiyona siyah ve beyaz renkler hakim. Geometrik desenler ve çizgiler crop-top üstler ile eşleşen balık formlu uzun eteklerde zikzaklar çizerek

karşımıza çıkıyor. Takım elbiselerin şıklığı ve klasik görünümü kimi zaman spor ayakkabılar ile kimi zamanda makosenler ile tamamlanıyor. Altının ışıltısını ve metalik detayların afili görünümünden de yararlanmak istemiş ünlü tasarımcı. Koleksiyonda altın rengi balık formunda gece elbiseleri, metalik gümüş renginde ceketler gibi iddialı tasarımlar da bulunuyor. Transparan detaylar da koleksiyonun öne çıkanlarından.


58


TUVANAM

59

Başarılı tasarımcı Tuvana Büyükçınar’ın defilesinde, Naz Elmas, Bengü, Sinem Kobal, Ayşe Özyılmazel, Demet Kutluay, Gül Gölge, Nur Fettahoğlu gibi isimler ön sıralarda yerlerini aldı. Oldukça kalabalık bir kitle, Tuvanam’ın 2014 İlkbahar/Yaz koleksiyonu merak ile bekledi. Ünlü tasarımcının ilham kaynağı 1920’lerin zarif ve romantik stili. Ustaca hazırlanmış işlemeli tasarımlar, transparan detaylar ile bir araya geliyor. Başarılı tasarımcı 20’li yılları Miuccia Prada kadar muhteşem bir şekilde ele alıyor. Öyle ki kendinizi bir anda The Great Gatsby sahnesinde

hissetmenizi sağlıyor. Işıltılı saten kumaşlar, romantik dantel işlemeleri ile bir araya geliyor. Koleksiyonda ağırlıklı olarak ekru ve krem rengi karşımıza çıkıyor. 1920’lerin olduğu gibi, Tuvanam koleksiyonunun vazgeçilmezleri arasında sofistik bir görünüme sahip şapkalar ve kolyeler yer alıyor. Lüksün, romantizm ve zarafet ile buluştuğu Tuvanam 2014 İlkbahar/ Yaz koleksiyonu, moda haftasının öne çıkan koleksiyonlarından oluyor. 2014 İlkbahar/Yaz dönemine 1920’lerin romantik, zarif ve masalsı tasarımları hakim olacak gibi görünüyor.


60


61

Aslı Üreş

İstanbul Bilgi Üniversitesi İşletme


62


63

Altuğ Elveriş İstanbul Bilgi Üniversitesi Reklamcılık


64


zete

/30

e t e z r ive

ün

Fotoğraflayan: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.