/33
e t e z r e v i n ü
alar ” m m k ı a ğ Y a c y almaya lı Yıllar ve Kö k a l z a e: 90’ a ben f d y t k a e s m e misin? m ” r r e ö _“Sa v G e s Sanat esek de _Gitm Rica Etsem “ , _Canım
zete
Sayı: 33 / 2013 Genel Yayin Yönetmenleri Özge Yılancı Yazı İşleri Dilara Şenbilgin Gökberk Ertunç
“SAMATYA BEN FAZLA KALMAYACAĞIM”
GİTMESEK DE GÖRMESEK DE: 90’LI YILLAR VE KÖY YAKMALAR
CANIM, RİCA ETSEM “SANATSEVER” MİSİN?
BİR “VAY BEE!” DEDİRTİP KAÇACAĞIZ
REKLAMIN KÖTÜSÜ ÇOK KÖTÜ
BLOGLARIN GÜCÜ ADINA BLOGLOVIN’
NASIL YANİ, SİZ HALA PİYASA MÜZİĞİ Mİ DİNLİYORSUNUZ?
BİZE HER GÜN FESTİVAL!
Günseli Naz Ferel Yazarlar Aybike Işınsu Memiş, Bengisu Kepsutlu, Demet Açıkgöz, Eren Kasapoğlu, Gülfem Aksoy, Günce Kılıç, İlayda Gencer, İrem Toğçuoğlu, Melis Us, Oğuzhan Karakaş Fotoğraflar: Demet Açıkgöz Simge Gürkan Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Twitter: https://twitter.com/Univerzete Facebook: https://www.face-
book.com/pages/%C3%9Cniverze te/222760591195490
/ifbilgi
@ifbilgi
3
/
v i 端n
e t e z er
4
“SAMATYA BEN FAZLA KALMAYACAĞIM”
5
90’ların çocukları iyi tanırdı Savaş Abi’yi. Siyasetin, ekonominin, toplumsal kimlik çatışmalarının fazlasıyla hissedildiği, özel televizyon yayıncılığının hala yeni kabul edildiği bir dönemin takım kaptanıydı o. Gazeteciliğe 1974 yılında Dünya gaze-
Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden A Takımı’nın Savaş Abi’sine, “Zıpkın gibi fişek gibi” bir gazeteciye veda yazısıdır bu Günce Kılıç tesinde muhabir olarak başlamıştı Savaş Ay. 1993 yılında ise A Takımı adlı haber programı ile çıkmıştı karşımıza ve oturmuştu salonlarımızın başköşesine. “Zıpkın gibi, fişek gibi bir programa hoş geldiniz” diyerek başlardı her daim söze. 90’ların ortalarında değişmeye başlayan televizyonculuk anlayışının ona pek iyi gelmemesine rağmen A Takımı’ndan vazgeçememişti tam 15 sene. Kimisi sevmişti onu, kimisi reyting canavarı olmakla eleştirmişti.
Ancak su götürmez bir gerçekti ki; kendisini gazeteciliğe adamış bir gazeteciydi Türkiye’nin Savaş Abi’si. İçindeki gazetecilik tutkusu sayesinde olacak; 5 yıl önce kendisine konan kanser teşhisine, kısık sesle konuşma mecburiyetine, ucu sivri eleştirilere rağmen devam etti gazeteciliğe. 1.5 ay önce kaldırıldığı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde geçireceği günler için: “Samatya ben fazla kalmayacağım” diye yazdı son yazısında ve ne yazık ki kalmadı da. Savaş Abi, 9 Kasım günü ayrıldı aramızdan. Türk basını zıpkın gibi, fişek gibi bir gazeteciyi uğurladı.
6
7
Gitmesek de Görmesek de: 90’lı Yıllar ve Köy Yakmalar
8
Doğu ve Güneydoğu’da yaşamış her Kürt ceberrut devlet uygulamalarını yaşamıştır ya da yakınları vasıtasıyla bu acıya ortak olmuştur. Kürt köylerinde yaşanan insanlık dışı uygulamalar Kürtlerin hafızasında tazeliğini koruyor hala. Bu vakalarla gerçek manada henüz hesaplaşılmış değil maalesef. Diğer yandan Türkiye’nin çoğunluğunu
Geçmiş silinmez, ancak hesaplaşılır. Hem hukuk önünde, hem vicdanlarda yüzleşilir Oğuzhan Karakaş oluşturan Türklerin gündeminde böyle bir konu yoktu bile yakın zamana kadar. İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den bakarak Güneydoğu’nun ne şekil alması gerektiğini herkes biliyordu oysa. 90’lar Güneydoğusu travmalarla doludur. Konuştuğunuz her Kürt, bu konuda “bir dokun bin ah işit” noktasındadır. Çocukluğunu Urfa’da geçirmiş bir Kürt dostum anlatmıştı: Köy meydanında arkadaşlarıyla birlikte top oynarlarken jandarmalar köyü basar ve kahvede
oturan erkekleri kimlik kontrolünden geçirirler. Babaları birer birer üst aramasından geçirildiği için çocuklar da hemen kahveye doluşur. Çocuk tabii, “devlet baba” karşısında “esas duruş”a geçmek nedir bilmez, haylazlık yapar ve jandarmanın birinden tokadı yiyip yere yapışır. Gururuna dokunur, jandarmaya küfreder. Karga tulumba araca alınıp karakola götürülür. Hangi karakolda olduğunu bilmediği babası iki gün boyunca Mustafa’yı arar. Bulduğu karakolda jandarma amirine yalvar yakar dil döker, çocuğu almak ister. Çocuğa jandarma karşısında nasıl durması gerektiğini öğretmediği için babaya “uyarı niteliğinde” bir tokat atarlar ve en sonunda Mustafa serbest kalır. Babasına atılan o tokadı bugün dahi sesi titreyerek anlatır Mustafa. Pazar günkü Taraf gazetesinde itirafçı bir askerin anlattığı köy yakma hikâyesini okuduğumda aklıma Mustafa’nın yaşadıkları geldi. Kim bilir haberi okuyan Kürtlerin aklına neler gelmiştir? Bahar Kılıçgedik’in gerçekleştirdiği haberde, can güvenliği nedeniyle adını vermeyen bir asker, 1994 yılı Şubat ayında İstanbul’dan Diyarbakır’ın Harzo İlçesi’ne geçici göreve getirildiğini ve
9
burada 450-500 askerle birlikte köy yakmaya gönderildiklerini anlatıyor. Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı Osman Coşkun’a tanık olarak ifade veren asker, Diyarbakır’ın Hazro, Lice, Hani ve Kulp ilçelerindeki yaklaşık 30 köyü yaktıklarını itiraf ediyor. Köylere gittiklerinde komutanların askerleri ikişerli üçerli gruplar halinde evlere gönderdiğini, askerler de evlere girerek boşaltma emri verdiklerini söylüyor. Eşyalarını toplama fırsatı bile vermeden evleri ateşe tutuşturduklarını da belirtiyor itirafçı asker. Üstelik köyleri yaktıktan sonra, bu işlemi PKK’lılar gerçekleştirmiş gibi Kürtçe bilen askerlere köylü kıyafetleri giydirip yabancı basına beyanat verdirmişler. Gerisini haberden aktaralım: “…Taburumuzdaki Kürtçe bilen 5-6 askere köylü kıyafeti giydirdiler, yanlarına koruculardan da 10-15 kişi verdiler. Bunları nereden getirdiklerini bilmiyorum. Bu kişileri yabancı basın karşısına çıkarttılar. Daha sonra Kürtçe bilen arkadaşlar
kendilerini Lice halkından olarak tanıtmışlar ve basın mensuplarına PKK’nın gelip Lice’yi basıp yaktığını söylemişlerdi. Bu olayın çok sayıda tanığı vardır. Birkaç arkadaşa ifade vermeleri konusunda çağrıda bulundum ancak bunun PKK’ya hizmet olacağını söyleyerek geri çevirdiler.” Tarihte pür-i pak devlet az bulunur, aslında pek de yoktur. Her devlet gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurumları da illegal eylemlerde bulundu, vahşetlere ve katliamlara imza attı. Geçmiş silinmez, ancak hesaplaşılır. Hem hukuk önünde, hem vicdanlarda yüzleşilir. Uludere Katliamı faillerinin iki yıldır ortaya çıkarılmadığı bir düzende bu temennilerin havada kaldığı da ayrı bir gerçek olarak karşımızda duruyor bir yandan. Bu haber vasıtasıyla önce Bahar Kılıçgedik’e teşekkür edelim. Köy yakmalar sonucu gerçekleşen insanlık dramını yaşamış yurttaşları da saygıyla analım.
10
Canım, Rica Etsem “Sanatsever” misin? Contemporary İstanbul hakkında bilmediğimiz, gidip de göremediğimiz, görüp de Instagram’da paylaşamadığımız her şey burada… Melis Us
11
Dünyanın dört bir yanından gelen galeri sahiplerini, koleksiyoncular ve sanatseverlerle buluşturan Contemporary İstanbul’un sekizincisi yapıldı. Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda 7-10 Kasım tarihleri arasında yapılan fuar, 67 bin sanatsever tarafından ziyaret edildi. Fuarda sergilenen eserlerin toplam değerinin 180 milyon liraya ulaştığı bildirilirken eserlerin yüzde yetmişe yakını satıldı. Bilindiği üzere Türkçe sondan eklemeli, yazıldığı gibi okumalı bir dil. Fakat zaman eki ile yapım eki karışınca neler oluyor neler: Sanatsever. Kelime sanki “Ah, elbet... Elbet bir gün yavrum. Bir
gün o da sanatı sever” anlamı taşıyor. Eh gençler birbirini görmüş beğenmiş ne yapalım efendim, bize de bu sevgiyi onaylamak düşer. Lakin gelin görün ki 67 bin kişi, 67 bin “sanatsever”e denk gelmiyor bizim problemimizde O yüzden dayanamayarak sizinle fuara dair izlenimlerimi paylaşacağım. Günlerden 9 Kasım 2013, nasıl sanat kokuyorum. “Bir elimde martini diğer elimde zeytin tabağı, kulaklarımda şuh kahkahalar-” demek isterdim ama maalesef fuar salonu vestiyerinin 20 TL olduğunu öğrenince kolumu ancak montumla dolduruyor, insan yığını içinde bata çıka sergi gezmeye başlıyorum. Daha önce düzenlenen Contemporary’lere gidenler bilirler, gezmeye en üst kattan başlayacaksın. En üst kat, çoğunlukla Türk galerilerinin işlerini barındırır. Bedri Baykam, Bahri Genç, Deniz Gökduman, Murat İlter gibi sanat dünyasının bilinen ressamlarının eserleriyle dolu olan bu katta Mehmet Turgut’un ünlü tablolara nazire yaparak çektiği fotoğrafları
12
13
sergileniyor, Cem Dinlenmiş hareketli tablosuyla dikkatleri topluyor. E h , m a l u m u n u z Co n t e m p o r a r y İstanbul’a bu yıl, 748 sanatçı, 3 bin eser, 22 ülkeden 95 çağdaş sanat galerisi ile 13 sanat kurumu katılmış, ortalık alenen yıkılıyor. Maalesef, fuarın müdavimleri geçen sene gördüğü bazı eserlerle bu sene tekrar karşılaşıyor. Aslında bu da insanda müze geziyormuş hissi uyandırıyor. Fuarın en üst katının son galerisi: Galerist. Son zamanda İstanbul’daki galeriler içinde duruşuyla fark yaratan Galerist, yine eserleriyle izleyicileri etkiliyor. “Afrikalı bir cincüce” olarak betimleyebileceğim eseri izlerken babamın şok içerisinde söylendiğini duyuyorum. Ne olduğunu görmek için dönüyorum. Biliyorsunuz sanat eseri olması için bir ürünün illa tablo olması, duvara asılması, köşeye dayanması gerekmiyor. Ancak sanırım o “sanatsever” bunu bilmiyor. Çocuğunu
kucaklayarak, hunharca yerdeki esere basıp geçiyor. Üstüne üstlük yerden en az 5 cm yükseklikle olan ona göre engel, bize göre el emeği göz nuru olan bu ürüne bastığını fark etmiyor bile. “Sanatsever”lerimiz heykelleri parmaklarken, fotoğraflarını diğer “sanatsever”lere göstermek için flaşlı flaşlı çekerken bir şey diyemedik. Onlara ancak sanatsever diyebildik. Sanırım kelimeyi oluştururken, umudumuzu da içine ekledik. ‘-er’ ekini koyup sanatı sevmelerini bekledik. Fuarda, Picasso’nun bir eseri 1 milyon 900 bin Euro’ya satılırken, Andy Warhol’un “Flowers” tablosu 900 bin Euro’ya sahibini buluyor. Ardan Özmenoğlu’nun eserleri, Fondation Jan Michalski koleksiyoncularına satılıyor. Genel olarak işlerin kalitesinin artmış olması, sanat çevrelerinde coşkuyla karşılanıyor. Akbank’ın özel standında yine “sanatsever”ler, sevgi gösterileri
14
15
yaparak içkilerini yudumluyor. Sonuç olarak her sene olduğu gibi bu sene de birçok kişi ilhamını aldı, kahvesini yudumladı. Vestel dev standıyla hem kendi ekranlarını tanıttı, hem de dünyanın dört bir yanından birçok farklı işin sergilenmesine ön ayak oldu. Viyanalı Hermann Nitsch ise kan ve vahşet temalı, 66. Boya Aksiyonu’nu
(Malakt; Painting Performance) özellikle kırmızı boyalar kullanarak, 500 metrekarelik dev bir alanda sergiledi. Önümüzdeki yıl dokuzuncusu gerçekleştirilecek olan Contemporary İstanbul’un, 12-16 Kasım 2014 tarihlerinde yapılması planlanıyor. Diliyorum ki o “sanatsever”ler inşallah o zamana kadar sanatı cidden severler...
Bir “Vay bee!” Dedirtip Kaçacağız Karşınızda Türkiye’nin en genç oyun yazarı: Fehime Seven Bengisu Kepsutlu & Gülfem Aksoy Fotoğraflar: Simge Gürkan
17
18
Genç yaşıyla birçok başarıya imza atan Fehime, hikayesiyle bizi hem hayrete düşürdü, hem de imrendirdi. Buna sizi de ortak etmek istedik: Çok genç bir sanatçısın ve “ şimdilik” ismin çok bilinmiyor. Oyununu görmeyenler için kendinden biraz bahseder misin? 1994 yılında İstanbul’da doğdum. Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nden mezunum. 16 yaşında “Türkiye Kayası” adlı bir oyun yazdım. Şimdi İstanbul Bilgi Üniversitesi Liverpool çift diploma programında Bilgisayar Mühendisliği okuyorum. Hem oyunculuk yapıyorsun, hem yazarlık. Peki tiyatroya bu ilgin ne zaman başladı? Tiyatroya lisede başladım. Okulumun oldukça köklü bir tiyatro topluluğu vardı, ben de oraya üyeydim. Şunu
belirtmek zorundayım, geçen sene bu kulüp çok başarılı olmasına rağmen kapatıldı. Bugün tiyatronun en büyük derdi yeni yazar yetiştirememekken, benim için bir ayrı üzücü olan da bu olaydı. O kulüp olmasaydı ben belki şu an Türkiye’nin en genç oyun yazarı olamayacaktım. Lisedeki tiyatro kulübünden Şehir Tiyatroları’na oyun yazdığın güne kadarki süreçten bahseder misin? Hep doğru yerde, doğru zamanda oldum sanırım. 2010 senesinde Galata Platform Yeni Metin Yeni Tiyatro bünyesinde: “Liseli Gençler Oyun Yazıyor” atölyesine katıldım. Aslında başlangıçta metin yazmak gibi bir amacım yoktu, sadece tiyatronun içinde olmak istiyordum. Ama Ceren Ercan’ın beni teşvik etmesiyle uzun oyun, yani Türkiye Kayası’nı yazmaya başladım. Bu sırada da Şehir Tiyatroları ile Yeni
19
Metin Yeni Tiyatro arasında bir proje gelişti. Bu proje sayesinde “Türkiye Kayası” Şehir Tiyatroları tarafından fark edildi ve programa alındı. İstanbullu olduğunu söylemiştin. “Türkiye Kayası”nın ise göçmenlik ve arada kalmışlık gibi bir konusu var. Oyunu yazarken nereden ilham aldın? Ailem Bulgaristan göçmeni ve oturduğumuz yer de çoğunlukla göçmenlerin yerleştiği bir semt. Yani ben hep onların kültürü ile büyüdüm. Bunun da karakterime ve hayat tarzıma büyük etkisi oldu. Dolayısıyla ilk yazdığım şey dinlediğim bütün o göç hikayelerinin bir birleşimi oldu. Bu sene Antalya Altın Portakal Film Festivalinde birçok dalda ödül alan “Mavi Dalga” filminde rol almışsın. Bu nasıl oldu? Benim 5 kişilik tiyatro tutkunu bir arkadaş gurubum var, beraber çeşitli
performanslar hazırlıyoruz. 2010 yılında Mavi Dalga’nın yönetmenleri Merve Kayan ve Zeynep Dadak bir arkadaş grubunun küçük bir kasabada büyümesi hakkında senaryo yazarken bizi keşfediyorlar. Filmin kast yapımı aşamasına kadar da ara ara hep buluşuyoruz. Sonra çekimlerde yine bizimle çalışmaya karar verdiler. 2013 tiyatro açısından senin için çok verimli bir sene olmuş. Şu an aklında olan ya da üzerinde çalıştığın başka bir proje var mı? Geçenlerde arkadaşlarla para biriktirip bir kamera almıştık, onunla çekim denemeleri yapmaya başladık. Hatta elimizde Gezi Parkı olaylarında çektiğimiz görüntüler var. Bu aralar Y kuşağı hakkında bir sürü yazı türedi ya, biz de bu konuda kendi açımızdan bir belgesel yapmaya karar verdik. Şimdi onun üzerinde çalışıyoruz.
20
Reklamın Kötüsü Çok Kötü “Sevgili Cem, sana bir git diyCEM” Açık ara izleyeni en çok yoran reklam Cem Ceminay’ın rol aldığı, Batışehir yeni konut reklamı. Ceminay’ın sesi, “ah azıcık esprili, ucundan şakalı olsun” talimatlarıyla birleşince olanlar olmuş. O üstüne basıla basıla yapılan kelime oyunlarıysa takdir edersiniz bir şahane... Alaaddin Adworks imzalı reklam filminin yönetmeni Kağan Ertuğran’mış üzüldük, kendisinin zamanında yaptığı Eti işleri çok eğlenceli ve sıcaktı. “Ben Cem. Batışehir’den ev alıCEM”, “...sizi de Batışehirli yapıCEM” gibi cümlelerini her duyduğumuzda tüylerimizi diken diken eden ajansa ve marka
21
sahibine tek bir sözümüz var: “Yeni yüzünüzle birlikte, ajansınızı da değiştirmeniz sizin sektördeki başarınız, bizim ruh sağlığımız açısından en doğru karar olacak. Cem Ceminay’ın açık “e”leri için: http://youtu.be/OrvvlqJZmKM İhtimaller Üzerine: Zaman 4 Kasım akşamı televizyon ve internette hızla dönmeye başlayan “Zaman Kardeşlik Zamanı” adı altında yayınlanan reklam, sosyal medyada da adından fazlasıyla söz ettirdi. Türkiye TT listesine 3. sıradan girdi ve burada uzun süre kaldı.
Reklamlar televizyonla yetinmedi Facebook’ta, Twitter’da da karşımıza çıkmaya başladı. Peki bu ne kadar iyi? Demet Açıkgöz
Zaman reklamlarına denk gelen insanlar bilir ki reklamları o kadar da kötü değildir, öyle ki geçen senelerde “Yaftalamadan Düşünün” adı altında yaptıkları reklam filmlerine bayılmış ve yine reklamın sonunda Zaman imzasını gördüğümde önce şaşırmış sonra alaycı gülümsememi takınmıştım. Şimdi ise iki karton ev, geniş çim alan, iki oyuncu, iki uç görüşü temsil eden gazete, çitler: Zaman ve Alametifarika. Sevgili Serdar Erener bizi neden üzüyorsun? Şahane kafalar barındıran ajansınız hazırladığı Zaman reklamıyla
bizi oldukça şaşırttı. Notman McLaren’a teşekkür ve saygıyla başlayan reklam filmi zaten orijinal bir yapıttan alıntı, bu bir sorun teşkil etmiyor lakin bu reklamı yapan ve sonuna imzasını koyan ismin Zaman olması bizi ister istemez güldürüyor. Aşırı uç yorumlarıyla orta yolu bulamayan, önüne gelene giydiren, oldukça sert mizaca sahip bir gazetenin böylesine “mutlu” reklamlarla karşımıza gelmesi inandırıcı değil. Ayrıca reklam bütçesi gerçekten sınırlı tutulmuş olacak ki koca isimlerden bu iş çıkmış. Gerçi Zaman okurlarının inanılmaz övgülerle yere göğe koyamadığından eminiz “bir ihtimal daha var” reklamını. 1952, Notman McLaren imzalı olanı: http://youtu.be/1GdwPcPv9xM Zaman’dan “Bir İhtimal Daha Var”: http://youtu.be/eVGEUA2Vb1Y
22
BLoGLArIN GüCü AdINA - BLoGLovIN’ Takip ettiğiniz tüm bloglara sadece bir tıkla ulaşmak ister misiniz? İlayda Gencer
Yapmanız gerekenler çok basit: İlk olarak bu siteye üye olup hesabınızı açmanız gerekiyor. Üye olmak istemeyenler ise direkt Facebook hesaplarıyla giriş yapabilirler. Sayfanın hemen üst kısmındaki “find blogs” bölümünden seçeceğiniz kategorilerin altında size sunulan blogları göreceksiniz. İsterseniz o kısımdan yeni blogların size sunacaklarını kendinizi açabilirsiniz veya tanıdık simalar için yine üst kısımdaki “search blogs”a takip etmek istediğiniz blog ismini yazıp arattıktan sonra listenize ekleyebilirsiniz.
23
bloglovin’de ne ararsanız var! Son yıllarda hayatımızdaki ağırlığını artıran bir konu olan sağlıklı yaşam ve spor örneğin. Kendinize bu konuda ilham arıyorsanız yine “find blogs” bölümündeki listede “fitness” kategorisini seçebilirsiniz. Karşınıza çıkacak sayısız bloglarda çoğunlukla kadınların yediklerini, içtiklerini; onlar gibi olmak için yapılması gerekenleri ve takipçilerini gaza getirmek amacıyla fotoğraflarını paylaştıklarını göreceksiniz. Her an el altında bekleyen bir yaşam koçu gibi “nasıl sağlıklı ve
fit olunur”u öğretiyorlar. E daha ne olsun?
Dikkat çekenler: Blog: Blogilates: Fitness, Food and lots of Pilates http://www.bloglovin.com/blog/2092081/ blogilates-fitness-food-and-lots Instagram: @fitmotivation veya @ simplyshreddedusa
24
NASIL YANi, SiZ HALA piYASA MüZiĞi Mi diNLiYorSUNUZ?
25
26
Bu hafta Üniverzete için belirli bir dönem ve tarz kaygısı olmadan, on parçalık özel bir playlist hazırladık. Afiyet Olsun! 1- Bill Evans Trio - Autumn Leaves: Chick Corea, Herbie Hancock, John Taylor, Kerem Görsev gibi caz müziğin çok önemli temsilcilerini etkilemiş ve onlara esin kaynağı olmuş bir caz müzisyeni. Bestelerindeki derin anlatım sayesinde şarkılarını her dinlediğinizde başka başka hikayeler duyduğunuz bir piyanist. İşte Bill Evans’ın caz standartları arasına uzun zaman önce girmiş parçalarından “Autumn
Her tarzdan, her dönemden güzeller güzeli playlistlerimizin ilki bu hafta Üniverzete’de Eren Kasapoğlu & Günseli Naz Ferel
Leaves”. (http://youtu.be/Hx7X9kGE56U) 2- Gramatik - Just Chillin’ Slovenya’nın en başarılı DJ’lerinden Gramatik’in Street Bangerz Vol.2 isimli, her parçası birbirinden eşsiz albümünden Just Chillin’. Sound Cloud hesaplarını da takip etmenizi kesinlikle öneriyoruz. http://youtu.be/NzsRGifbHYw 3- Lee Fields - Wish You Were Here: “Wish You Were Here” Soul müzisyeni Lee Fields’ın geçen sene çıkarttığı “Faithful Man” albümünün çıkış parçası. Fields bu şarkı ile hem artık eskisi kadar popüler olmayan Soul müziği hem de kendi ismini daha fazla dinleyiciye duyurmayı başardı. ( http://youtu.be/r_8QI6-KKhM )
27
6- Wilco - How To Fight Loneliness: Wilco, Alternatif Rock müziğin içine Country ve Indie’yi sokarak kendine farklı bir müzik karakteri yaratmış bir grup. 1999’da çıkarttıkları “Summerteeth” albümünde yer alan “How To Find Loneliness” da bu grubun en sevilen şarkılarından. 4- Alt-J (∆) - Taro 2012’de Mercury Ödülünü kazanmış olan, son yılların en başarılı albümlerinden An Awesome Wave’in yaratıcısı Alt-J (∆) ve dinlemeye doyamayacağınız parçaları Taro.
(http://youtu.be/fWlmVV5V4J0 )
http://youtu.be/S3fTw_D3l10 5- Warpaint - Love Is To Die The Fool albümlerinden 4 sene sonra yeni albümlerini 2014’de yayınlamaya hazırlanan başarılı topluluk Warpaint’in yeni albümden bizimle paylaştıkları ilk parçaları, Love Is To Die. http://youtu.be/OnuFYYJHaY0
7- Daughter - Drift: Son yılların en yeni ve en başarılı İngiliz gruplarından Daughter, şu sıralar ilk albümleri If You Leave’in turnesinde. If You Leave’in ikinci single’ı Human’ın B-Side’ı Drift
28
( http://youtu.be/BQ99MFXztck ) 9- Jeff Buckley - Mojo Pin: 31 yaşında hayata veda edip ‘’kim bilir hala hayatta olsaydı ne işler yapardı’’ dedirten; gitarıyla, sözleriyle ve birbirinden başarılı coverlarıyla insanı kendinden geçiren Jeff Buckley’nin Mojo Pin isimli parçası aynı zamanda Grace albümünün giriş parçası. ( http://youtu.be/gclXTh8wG34 )
ise tadından yenmiyor. http://youtu.be/qIoE8dvxAfU 8- Six Drummers - Electric Love: İsveç yapımı “Sound Of Noise” filminin kapanış şarkısı olan Electric Love Samba ve Caz’ın sentezi olan Bossa Nova’dan izler taşıyan ve dinleyenin içinde yumuşak ve rahatlatıcı bir etki yaratan bir Easy Listening parçası.
10- Luther Allison – Serious: “Leave your ego, play the music, love the people” (Egonu bırak, müziği çal, insanları sev) Luther Allison’ın müzisyenliğini ve karakterini kısaca anlatmak için kendisine ait bu cümleyi söylemek yeterli. “Serious” da sesi, gitarı ve hayatıyla tam bir blues müzisyeni olan Luther Allison’ın en güzel şarkılarından. ( http://youtu.be/XRW5wvf5BiI )
29
BiZE HEr G端N FESTivAL!
30
Film festivallerinin programı açıklandıktan sonra bir elde festival kitapçığı diğerinde festival programı gidilecek filmler seçilmeye başlanır. Ancak kısıtlı sürede birçok film gösterime girdiğinden aynı seansa denk gelen
Başka Sinema projesi her ay seçilen festival filmlerini, sinemaseverler için gösterime sokuyor İrem Topçuoğlu filmler, okul veya iş yüzünden kaçırılan seanslar, e bir de bilet bulma
derdi olunca ister istemez kaçırılan filmler oluyor. M3 Film ve Kariyo & Ababay Vakfı desteğiyle hayata geçirilen “Başka Sinema” ile yerli ve yabancı yapımlardan seçilen filmler aylık programlarla haftanın her günü gösterime giriyor. 1 Kasım’da başlayan Başka Sinema şimdilik İstanbul’da: Beyoğlu Beyoğlu, Altunizade Capitol Spectrum ve Kadıköy Rexx sinemalarında; Ankara’da ise Ankara Büyülü Fener Kızılay Sineması’nda gösterimlerini sürdürüyor. Bulunan şehirlerdeki salon sayılarının arttırılması ve projenin başka şehirlere de yayılması konusunda çalışmaların sürdürüldüğü söyleniyor. Başka Sinema ilk haftasında Onur Ünlü’nün yazıp yönettiği başrollerini Ali Atay, Demet Evgar ve Damla Sönmez’in paylaştığı geçtiğimiz Nisan ayında 32. İstanbul Film Festivali’nde ulusal yarışmada en iyi film ödülünü alan Sen Aydınlatırsın Geceyi, Noah Baumbach’in yönettiği ve senaryosunda kendisine ortak olan Greta Gerwig’in başrolünü de üstlendiği Frances Ha, Thomas Vinterberg’in yönetmen koltuğunda oturduğu ve senaryosunu Tobias Lindholm ile birlikte yazığı, başroldeki Mads Mikkelsen’e Cannes’da en iyi aktör ödülünü kazandıran The Hunt (Onur Savaşı) ile başladı. Seyircilerin yoğun ilgisi sonucu koyulan ek seanslarla Başka Sinema güzel bir başlangıç yaptı. İkinci haftasında Cannes Festivalinde Altın Palmiye ödülünü alan Mavi En Sıcak Renktir (Blue is the Warmest Color / La vie d’Adèle) filmini gösterime soktu. Kasım ayının
31
sonuna kadar Aslı Özge’nin yazıp yönettiği Hayatboyu, Neil Jordan’ın yönettiği başrollerinde Gemma Arterton ve Saoirse Ronan’ın olduğu Byzantium (Bir Vampir Hikayesi) da gösterime girecek. Kasım ayında gösterime girecek son film ise Can Candan’ın yönettiği Benim Çocuğum; çocukları LGBT bireyi olan Türkiye’den ebeveyenlerin yaşadıklarını paylaştıkları uzun metrajlı bir belgesel. Başka Sinema 13 Kasım’da gerçekleştireceği Kısa Filmler Gecesi’nin yanı sıra; yönetmen, yazar ve oyuncuların katılacağı ön gösterimler de düzenliyor. Geçtiğimiz hafta 6 Kasım’da bu ön gösterimlerin ilki Beyoğlu Sineması’nda Hayatboyu filmi için yapıldı. Film sonrası izleyiciler filmin yazarı ve yönetmeni Aslı Özge, yapımcısı Nadir Öperli, başrol oyuncuları Defne Halman ve Hakan Çimenser ile görüşlerini ve sorularını paylaşma imkanı buldular. Gişe filmleri arasında gösterimi yeterince olmayan Türk yapımlarını seyirciyle buluşturduğu ve film ekibi ile seyirci arasında iletişim imkanı sağladığı için Başka Sinema’nın Türk sineması için de başarılı bir proje olduğunu söyleyebiliriz. Bu ay gösterimde olan Mavi En Sıcak Renktir ve Sen Aydınlatırsın Geceyi geçtiğimiz ay Filmekimi’nde gösterimdeydi ancak birçok kişi bilet bulamadığı için filmi izleyemedi. Başka Sinema’nın Kasım ayı programı ve gelecek programlarında Türkiye’de film festivalinde daha önce gösterime girmiş filmler de var. Bu filmleri zamanında kaçıranlar için iyi bir olanak olduğu gibi aynı
zamanda: “festival filmi ancak festival olduğunda sinemada izlenir” olgusunu da yıkıyor. Aynı zamanda Başka Sinema’nın gösterime sunduğu filmler sinema salonlarında gişe filmleri ile birlikte bulunduğundan insanlara farklı seçenekler de sunulmuş oluyor. Başka Sinema Facebook’da 28.000, Twitter’da ise 7.000’e yakın takipçisiyle sosyal medyada da kendini belli ediyor. “Bize Her Gün Festival” sloganıyla başlayan bu projenin seyircilerinden aldığı destekle daha da büyüyeceğini söyleyebiliriz. Hepinize iyi seyirler!
zete
/33
e t e z r e niv
ü
Fotoğraf Kredi: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)