zetemag Ocak 2016

Page 1

zete

11

zete


YİNE YENİ YENİDEN, YENİ BİR YIL Genel Yayın Yönetmeni Oğulcan KELEŞ

Yazıişleri müdürleri Hazal Tükel İrem Boza

Yazarlar Cansu SAHİLLİOĞLU Muhammed ŞAHİN Aydın KURU Ekinsu TAMYÜREK Ece YOMRALIOĞLU Mutlu SAÇ

Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanmıştır.

YENİ BİR ZETEMAG Yeni umutlarla, eskisinden daha iyi bir yıl olmasını dileyerek girdik 2016’ya. Ağaçları süsledik, hediyeler aldık birbirimize. Kimimiz evde başladık içmeye sabah uyanığımızda bambaşka bir yerdeydik, kimimizse evden hiç çıkmadı bile. Aslında hepsinin de altında koskoca bir senenin yorgunluğu saklıydı. Yorgunluklarımızı geride bıraktık veee artık yepyeni bir yıldayız. Hoş geldin 2016! İşte 2016’nın ilk günlerini geçirdiğimiz şu zamanlarda biz ZeteMag’la sizlerleyiz. Biz kim miyiz? Biz bir avuç Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisiyiz. Dopdoluyuz, genciz, dinamiğiz, meraklıyız… Kısacası üniversiteliyiz, öğrenciyiz. Üniversiteliyi üniversiteliden başka kimse anlamaz dedik ve çıktık bu yola. Naçizane kendi özgün fikirlerimizi sunuyoruz bu dergide, bazen fazlasıyla entelektüel bazen de fazlasıyla sıradan. Yazmanın ve yazılanı doğru anlamanın çok zor olduğu şu dönemlerde deneyeceğiz işte bir şeyler. Şimdiden sürçülisan eylersek af ola. Bu sayıda ise bolca keşifle sizlerleyiz. İstanbul’da gidebileceğiniz güzel kafeler, İtalyan mutfağından mamma mia dedirtecek lezzetler, artık internetin yavaşladığı her anda bu bir siber saldırı mı diye düşündüğümüz Anonymous, şampiyonlar ligindeki dengeler, İstanbul’daki sergiler ve nicesi ZeteMag Ocak sayısında. Bizi sevmeniz dileğiyle. İyi seneler, iyi okumalar…


01

03

05

PAGESBOOKSTORECAFE: KÜLTÜRLERARASI BİR KÖPRÜ

04

İKİ BİN ON BEŞİN ÜÇLÜSÜ

BU ‘ADAMLAR’ DA KİM?

02

08

BAŞARININ ANAHTARI PARA DEĞİL

GAYRETTEPE’DE BİR İTALYAN SÜRPRİZİ

İNTERNET ÇAĞI KORSANLARI: ANONYMOUS

06

4 3 2 1 ZERO

07

ÜRYAN ÇIPLAK NÜ


4


5

PagesBookstoreCafé: Kültürlerarası bir köprü PagesBookstoreCafé İstanbul’da açılan ilk Arap kitabevi. Burası hem kafe, hem kütüphane, hem kültür evi, müzik dinleme, tanışma, diyalog mekânı veya siz ne demek isterseniz… Hazal TÜKEL Topkapı-Ulubatlı Metro İstasyonu’ndan kafeye yürümek 15 dakikanızı alıyor; fakat bu yürüyüş esnasında gözlemleyebileceğiniz Sulukule, kentsel dönüşüm ile yapılmış lüks daireler ve hemen yanındaki tarihi surların yarattığı çelişki, bu surların mekânsal kullanımı, restorasyon adı altında yenilenmesi, lüks evlerin yanında açılmış Suriyeli bakkalların arasından geçerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz bile!

Bu güzel yürüyüşten sonra Kariye Müzesi’nin hemen çaprazında Kariye Çıkmazı’nda yer alan Pages Kitabevi Kafe’ye varıyorsunuz. İçeri girince küçük bir kafe karşılıyor sizi. Ancak bu sizi yanıltmasın, kitabevi üç katlı. İkinci katta başta Arapça olmak üzere, Türkçe, İngilizce, Fransızca 2000’den fazla esere sahip bir kütüphane bulunuyor, üçüncü kat ise çocuklara ayrılmış. Kitabevinin sahibi Samer el-Kadri güler yüzlü ve her gelenle özel olarak


6


7

ilgileniyor. Kendisi evli, iki kız çocuğu babası, güzel sanatlar okumuş bir ressam, aynı zamanda yayınevi sahibi. Karısı GulnarHajoise yazar ve tasarımcı. “Sırtımdaki Ağır Yük” ve “Kayıp Renkler” kitapları Türkçe’ye çevrilmiş; ayrıca 8’den fazla kitabı 12’den fazla dilde basılmış. Samer el-Kadri 2012’de Suriye’yi terk etmiş ve bir yıl yaşayacağı Ürdün’e yerleşmiş, iki senedir ise Türkiye’de yaşıyor. İstanbul’a öylesine geldiği beş günlük bir seyahat sonrası burayı çok seviyor ve İstanbul’a taşınmaya karar veriyor. Daha önce İstanbul’u ziyaret etmemesine rağmen kültürel uyumda hiç zorluk yaşamadığını ifade ediyor. “Türkler, Suriyeliler, Lübnanlılar, Filistinliler hepimiz çok benziyoruz. Yüzlerimiz, sokaktaki davranışlarımız, konuşma şeklimiz, birbirimize nasıl baktığımız hatta âşık olma biçimimiz bile çok benziyor. Mesela Balat’ta gezerken kendimi Şam’da gibi hissediyorum” diyor.


8

Bu kitabevi ona para kazandırmıyor, aksine kaybettiriyor. Nasıl geçiniyor derseniz, Pages haricinde üç tane daha şirketi var. Zaten bu kitabevini para kazanmak amacıyla açmamış. “Para kazanma amacım olsaydı restoran tarzı bir yer açardım” diyor. Buradaki amacı Suriyeliler ve Türkler arasında bir köprü kurmak. Suriyelilerin ve Türklerin ne kadar çok benzediklerini; ancak birbirlerini tanımadıklarını vurguluyor. Bu iki kültürü birbirine tanıtma

arzusunun ürünü bu kitabevi. Sadece Suriyeli ve Türk değil gelenler, burada her milletten insan bulabilirsiniz. Bu kitabevine gelip farklı bir kültürle tanışabilir, o kültürün kitabını okuyabilir, o kültürden insanlarla konuşabilir, Suriye’ye özgü tatları keşfedebilir ve içeceğinizi yudumlarken bu sıcak ortamda unutulmaz anlar deneyimleyebilirsiniz. Burası Suriyeliler için de “biz kimiz, neyiz, Suriye’de şu an neler oluyor,


9

neye ihtiyacımız var?” gibi soruların cevaplarını paylaşabilecekleri bir mekân. Böylece Samer elKadri’ye göre Suriyeliler başat ihtiyaçları olan eğitim, çalışma izni ve yasalarla korunma ihtiyaçlarını duyurabilme olanağı bulacak. Ayrıca bu yer Suriyelilerin de birbiriyle diyalog kurmasını sağlamayı amaçlıyor. Bunların dışında kitabevi, çocuklara kitap okuma, tasarım atölyesi, Türk ve Arap yazarların imza günleri, kitaplar üzerine workshop’lar gibi etkinlikler de düzenliyor. Cumartesi akşamları ise Suriye müziklerini canlı olarak dinleme şansınız var. Bir gün Şam’a dönme hayali olan el-Kadri, bu kitabevinin ise yaşadığı sürece hiç kapanmayacağını söylüyor. Bu güzel mekânın Berlin şubesini açacaklarını da heyecanla belirtiyor. Berlin’den sonra sırada Washington var. Siz de bu güzel mekâna gitmek, deneyime ortak olmak isterseniz Yenikapı-Kirazlı veya Yenikapı-Havalimanı Metrosu’nun TopkapıUlubatlı durağından yapacağınız kısa bir yürüyüşle

PagesBookstoreCafé’ye ulaşabilirsiniz. Etkinliklerle ilgili detaylı bilgiye PagesBookstoreCafé’nin web sitesinden veya Facebook sayfasından ulaşabilirsiniz. Adres: Fatih - Ayvansaray Mahallesi - Kariye Çıkmazı - Bina No.5, 34087 İstanbul, Türkiye Telefon: +90 212 53 10 185 - +90 507 031 18 57 Web: http://www.pagesbookstorecafe.com/ https://www.facebook.com/PagesBookstoreCafe


10

Gayrettepe’de bir İtalyan sürprizi İstanbul’dan birkaç saatliğine uzaklaşıp İtalya’ya uğramaya ne dersiniz? O halde adresimiz sıcacık bir aile restoranı: Trattoria Serenzo! Cansu SAHİLLİOĞLU Gayrettepe’nin ara sokaklarından birine sıkışmış bu samimi restoran, şef Enzo ve eşi Serpil Hanım tarafından işletiliyor. İsmini de Serpil ve Enzo’dan almış Serenzo. Dışarıdan göze çarpmayan, toplamda 5-6 masası bulunan bu şirin mekanı arayıp bulmak gerekiyor. Bulduğunuzda zaten müdavimi olacaksınız. İstanbullu İtalyan İstanbul’da gerçek İtalyan yemeği yemek zor. Çünkü bu tarz restoranların şefleri genelde Türk ve yaptıkları yemekler de italyan tariflerinden bizim damak tadımıza uyarlanmış tarzda. Şef Enzo’da ise böyle bir kaygı yok, haliyle yemekler has italyan reçeteleri. Ayrıca bu lokal restoran alışık olduğumuz ünlü italyan restoran zincirleri gibi cep yakmıyor. Fiyat-performans oranı


11


12


13

gayet yerinde. Belirtmeden geçemeyeceğim, Vedat Milor’un da favori restoranlarından olmasına rağmen bu güzel şöhreti fiyatlarına yansıtmayacak kadar da mütevazı bir işletme Serenzo. Ana yemekler, tiramisu ve bir şişe şarabın da dahil olduğu iki kişilik bir hesaba ortalama 100 lira ödeyerek kalkmanız mümkün. Gelelim yemeklere... Öncelikle kullanılan malzemeler çok özenli ve kaliteli, bu da yemeklere yansıyor doğal olarak. Hamurişlerinde ise Enzo çıtayı epey yükseltmiş. Makarna ve lazanya hamuruna kadar her şey kendisi tarafından yapılıyor. Sonuç, yediğiniz her şey taze ve lezzetli. Aman dikkat! Canınız lazanya isterse o gün olup olmadığını önceden sormakta fayda var. Haftanın her günü bulmak olanaksız çünkü lazanya hamuru dört günde bir açılıyor, benden söylemesi. Bir de pizza konusu var. Italyan yemeği deyince şüphesiz aklımıza gelen ilk yemek. Fakat menüde pizza seçeneği yok, ki olması gereken de bu esasen. Şefimiz pizzanın özel fırın gerektiren pizzeria işi olduğunu, gerçek trattoria’larda ise pizza yemenin pek mümkün olmadığını belirtiyor. Benim tavsiyem Bana göre kesinlikle tatmanız gereken lezzetlerin başında spagetti alle vongole yani kum midyeli spagetti ve 5 peynirli ravioli geliyor. Yanına ise

geniş şarap yelpazesinden damak tadınıza uygun bir şarap seçmenizi öneririm. Tatlı bir kapanış yapmak isteyenler de şefin limonlu tiramisusunu mutlaka denemeli. Kesinlikle alışık olduğumuz tiramisudan farklı bir lezzet, çok daha hafif ve aromatik. Ama orjinalden ödün vermeyenler içinse klasik tiramisu da tercih edilebilir. Şehirli ama lokal Bu sıcacık restoranda müşteri memnuniyetine oldukça önem veriliyor. Yemeğinizi yerken Serpil Hanım yanınıza gelip her şeyin istediğiniz gibi olup olmadığını kontrol ediyor. Bazen de Enzo ansızın gitarını kapıp şarkı söylemeye başlayabiliyor... Trattoria Serenzo Istanbullu italyan ailelerin de sıkça tercih ettiği mekanlardan. Burada her an büyük aile toplantılarına şahit olmak mümkün. Etrafta koşuşturan çocukları ve gürültücü halleriyle bize ne kadar da benziyorlar. Önemli olan, ufacık bir masada kalabalık olmak değil, güzel yemeğin tadını sevdikleriyle beraber çıkarmak. Gayrettepe civarında, lezzetli yemekler eşliğinde keyifli bir gün geçirmek isterseniz, kesinlike es geçmemeniz gereken bir restoran. Ancak özellikle haftasonları yer bulmak hayli zor, rezervasyonsuz gitmemekte fayda var. Adres: Vefa Bey Sokak. Say Apt. No:25/C, Gayrettepe, 34349 İstanbul / Telefon:(0212) 274 4410


14

İki bin on beşin üçlüsü Bir üç yüz altmış beş gün altı saati daha arkamızda bırakıyoruz. Her sene aynı terane, bu önemli değil de nasıl geçti bu sene? Oğulcan KELEŞ Gerçi biliyorum Aralık ayını 2015’in en iyi 10 filmi, 2015’in en iyi 88 fotoğrafı gibi yazıları ve karşılaştırmaları okuyarak geçirdiniz. Bir ay boyunca neredeyse her dakika karşınıza bir yerden çıkan haberleri tekrardan hatırlatmak değil amacım. Aralarından üç başlık seçtim ve bakalım istedim neler olmuş, neler bitmiş… gÜÇ bİr uyandı Pİr uyandı En sondan başlayacak olursak şüphesiz ki filmi gelmeden viral reklam ve tanıtımlarıyla sürekli gündemde olan Star Wars: Güç Uyanıyor senenin olayıydı. Üstelik sadece Star Wars filmi sevenler için de değil. Reklamcısından sosyal medya uzmanına, film eleştirmeninden perakende satış yapan market zincirlerine kadar herkes nasiplendi bu filmden. Tabi bunda haklarının Disney’e satılmasının da büyük etkisi olduğunu hatırlatmak lazım. O kadar ki bir ara hayatı dark side, light side

olarak görmeye başlayıp, Jedi ile Darth Vader savaşlarını dönerlerin, iskenderlerin bile üzerinde görür olduk. Gerçi biz ne kadar aşırı doz Star Wars ile imtihan edilsek de yapılan çalışmalar işe yaramış anlaşılan. Çünkü Star Wars serisinin son filmi “Güç Uyanıyor” sinema tarihinde bir milyar dolar küresel gişe gelirine en hızlı ulaşan yapım oldu hem de daha Çin’de vizyona girmeden. Gerisini siz düşünün artık.


15


16

and Oscar goes to… Oscar ise klasik Oscar’dı işte. İhtişamlı kırmızı halı yürüyüşleri, filmden çok kıyafet yorumları, akademiye bol bol teşekkür, düşmeler kalkmalar, sefieler, Leonardo Dicaprio’nun hala ödül alamaması vs… Yalnız Scarlett Johansson geçtiğimiz sene gerçekten muhteşemdi. Tabi IMDB’den 4.2’de almış olsa iyi bir gişe yakalayan Fifty Shades of Grey’in Anastasia’sı Dakota Johnson da gecenin yıldızlarındandı. Filmlere gelecek olursak En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Görüntü Yönetmeni Oscar’ları bir zamanlar süper kahraman rolüyle ünlenen fakat unutulmuş ve bir Broadway şovuyla tekrar ünlenmeye çalışan bir Hollywood aktörünün hikayesini anlatan ve çok da sürpriz olmayan Birdman’e gitti. The Budapest Hotel, Whiplash, Selma, American Sniper, Boyhood, Interstellar, The Imitation Game, The Theory of Everything ise hem 2015’in hem de Oscar’ın önemli filmlerindendi. *2015 Cannes ise bu sene bizim için biraz daha heyecanıydı çünkü çok sevdiğim sınıf arkadaşım Melis Balaban’ın oynadığı Ziya Demirel’in Salı’sı Kısa Film Kategorisi’nde yarıştı.


17

“Asıl seksi olan beyindir, beden değil” dedi Pirelli 2016 Bu senenin önemli açılımlarından biri de Pirelli’den. Dünyanın en güzel kadınları; kalçalar, güzel dudaklar, erotizmin zirvesi... Kısacası Pirelli takvimi. Erkekler daha iyi anlar ne demek istediğimi J Ancak bu sene tüm bu klasikleşmiş özelliklere sahip Pirelli kadınlarını bir tarafa bıraktı Pirelli ve 50 yıllık geleneği bozdu. Sadece güzelliğiyle değil başarısıyla da beğeni kazanan kadınlara yer verdi 2016 takviminde. Hal böyle olunca da Yoko Ono 86 yaşında Pirelli Takvim Kızı olarak kameralar karşısına geçti. Sosyal sorumluluğun özellikle de kurumsal sosyal sorumluluğun önem kazandığı şu zamanlarda hem bir farkındalık yaratmak hem de imaj olumlamak açısından gayet başarılı ve etkili bir çalışma olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda büyük de bir risk. 50 senede yaratılmış marka imajını bir anda değiştirmek kolay değil ama zekice. Tabi böylelikle beklentiyi hem yükseltti hem de başka bir yere çekti

Pirelli. Bakalım seneye bu yeni çizgisinde mi devam edecek yoksa eskiye mi dönecek? İşte 2016 Pirelli Takvimi’ndeki dünyanın ilham veren 12 kadını: Yoko Ono, Patti Smith, Serena Williams, Fran Lebowitz, Amy Schumer, Tavi Gevinson, Ava DuVernay, Natalia Vodianova, Agnes Gund, Kathleen Kennedy, Mellody Hobson, Shirin Neshat, Yao Chen.


18

İnternet çağı korsanları: Anonymous Eğlence için başlayan, dünyanın en büyük terör örgütlerinden birine ve ABD başkan adayına kafa tutmaya kadar giden bir yol… Lideri olmayan ve üyelerinin bile birbirini tanımadığı bir örgüt: Anonymous Muhammed ŞAHİN


19


20

İnternet, kullanılmaya başlandığından beri toplumsal yaşamın birçok alanında önemli değişikliklere yol açtı, bir iletişim ağı olmanın da ötesinde kamusal alana dönüştü. İnsanların birbirleriyle, kurumlarla, devletlerle ve şirketlerle olan etkileşimleri artık büyük oranda bu kamusal alanda gerçekleşmeye ve insanların hayatlarında yaptıkları birçok şey evrimleşerek sanal ortamda gerçekleşmeye başladı. Bunlardan biri de insanlık tarihinin en eski ‘meslek’lerinden biri olan korsanlık! İnternet korsanları olarak bilinen hackerlar, internet kullanıcılarının kişisel bilgilerini, kredi kartı bilgilerini ele geçiriyor ve sitelere sanal ağ üzerinden saldırılar düzenleyerek kullanılmasını engelliyorlar. Ancak dünyanın en büyük hacker gruplarından olan Anonymous, korsanlığı idealistçe yapmasıyla dikkat çekiyor. İlk olarak 2003 yılında herkesin anonim olarak katılabildiği, paylaşım ve yorum yapabildiği bir site üzerinde organize olmaya başlayanAnonymous’un, bildiğimiz grup ya da örgüt tanımından biraz farklı bir yapısı var, dünya çapında çok fazla üyesi olan grubun bir lideri yok. Üye sayısıyla ilgili de bir fikre

sahip olamıyoruz çünkü Anonymous’a üye olmak için herhangi bir form doldurmaya, birileriyle iletişime geçmeye gerek yok. Anonymous eylemlerine katılan herkes ‘Anons’, yani grubun bir üyesi oluyor. Diğer bir ilginç yanı ise üyelerinden neredeyse hiçbiri birbirini tanımıyor. Bu ayrık, hatta kaotik denebilecek yapısı ve birbirinden bihaber üyeleri nedeniyle Anonymous’un tümüne mal edilebilecek bir misyonu ve vizyonu yok. Grup, eylemlerini politik aktivizm şeklinde olabildiği gibi sadece ‘şaka’ amaçlı, eğlenmek için de yapabiliyor. Bu ikilik de grubun forumlarında en çok tartışılan konulardan... Anonymous, dünya genelinde sansüre, insan hakları ihlallerine, çocuk pornografisine, teröre, ırkçılığa karşı yaptıkları eylemlerle ve ‘İşgal’ (Occupy) hareketlerine verdikleri destekle tanınıyor. Üyelerinin, çoğumuzun ‘V forVendetta’ filmi ile tanıdığı GuyFawkes’ın filmde kullanılan maskesini kullanmaları grup içinde büyük oranda aktivist, anti-totaliter bir anlayışa sahip olduklarını ortaya koyuyor. Kimilerine göre siber-terörist, kimilerine göreyse


21

modern RobinHood olan Anonymous’un yaptıkları eylemlerden birkaç örnek vermek de grubun ideolojik yapısını anlamamız açısından yerinde olur. Amerika Birleşik Devletleri’nde geçen sene siyahi bir gencin öldürülmesinin ardından sokağa dökülen protestocuları silahla tehdit eden beyaz milliyetçisi KluKlux Klan adlı örgüte internet üzerinden savaş açan Anonymous, örgütün birçok sosyal medya hesabını ele geçirdi ve sosyal medyadaki yüzlerce KluKlux Klan üyesinin hesaplarını ifşa etti. Paris saldırısının ardından ise saldırıyı üstlenen IŞİD’e (Irak Şam İslam Devleti) büyük bir siber saldırı başlattı ve sosyal medyadaki binlerce IŞİD üyesinin hesabını ele geçirdi. Kimileri Anonymous’un IŞİD’e karşı başlattığı operasyonun bütün Müslümanlara karşı olduğunu iddia ederek grubu bu kez de islamafobik olmakla suçladıysa da Anonymous’un cevabı yine sahada oldu. Hacktivist grup, Müslümanların ABD’ye girişinin yasaklanması gerektiğini söyleyen ABD başkan

adayı Donald Trump’a karşı da Trump’ı uyaran bir videoyla operasyon başlattı ve Trump’ın sahibi olduğu TrumpTower’ın sitesini bir süreliğine erişime engelledi. Ne olursa olsun Anonymous, bazıları için terörist, bazıları içinse kahraman olmaya devam edecek gibi görünüyor. İnternetle beraber değişen dünyanın yeni aktivistleri Anonymous’un sloganıysa şöyle: ”Biz Anonymous’uz. Orduyuz. Unutmayız. Affetmeyiz. Bizi Bekleyin.”


22

Bu ‘Adamlar’ da kim?

2015’te yükseliş yapan grupların başında belki de Adamlar geliyor. Eski ismi “Halimden Konan Anlar” olan grup bu yılın en çok konuşulan rock gruplarından oldu Aydın KURU Türk rock camiasının 2000’lerin başından sonra en güzel günlerini yaşadığını öne sürmek yanlış olmaz. Türk rock’u Batı’nın trendlerini ve müziksel gelişimini tekrar yakalamayı başardı, son 5 yıldır da deneysel alternatif rock grupları dominasyonuna tanık oluyoruz. Ancak “Adamlar”, biraz daha farklı bir yerde kalıyor. Soundcloud ve Youtube aracığılıyla popüler hale gelen grup, müzikal sınırların dışına kaymaktan korkmuyor. “Eski Dostum Tankla Gelmiş” isimli ilk albümlerinde blues, funk ve hard rock arası geçişlere kulak o kadar kolay alışıyor ki albümün düzensiz yapısının oluşturduğu bütünsel harmoniyi tekrar duymak istiyorsunuz. Grubun jam tarzında cümbüşlerden kendinden emin tel vuruşlarına kadar her yönünü birleştiren, müzikal yapının iskeleti olarak betimleyebileceğimiz bir vokal dikkatimizi çekiyor önce. Tolga Akdoğan’ın vokali çok orijinal bir tona sahip olmasa da grubun geniş ses yelpazesine mükemmel uyum sağlıyor. Grubun enstrümantal alt yapısı çok zengin ve enerjik. Sözlere dikkat etmeye başladığımızda ise bambaşka bir serüvenin ilk adımını atmış gibi oluyoruz; sözler son derece yaratıcı ve akla gelmemiş zihinsel imgelere yol açıyor. Müziklerini biraz daha tanımlamak gerekirse kolay dinlendiğini, yüksek enerjili çıkışlara ve bazen fazla ön plana çıkan davullara rağmen bir sonraki ritim düşümünde o kadar tatlı bir gitar ve vokal uyumuyla karşılaşıyoruz ki, kulağımızın yorulması mümkün olmuyor. Bu sıralar turnede olan “Adamlar”ı yakalayabileceğiniz ilk yerde yakalamanızı tavsiye ediyorum.


23


24

BU SERGİLER KAÇMAZ Sınavın birinden çıkıp diğerine giriyoruz. Hepimiz yorulduk ve tatili bekliyoruz. Bu yorgunluk arasında birazcık soluklanmaya hepimizin ihtiyacı var. Hem kafa dağıtmak hem biraz ufuk açmak için sergiden daha iyi alternatif az bulunur. İşte size gezmezseniz eksik kalacağınız, gezerseniz hayatınıza çok farklı pencereler açacak iki sergi: “4 3 2 1 ZERO” ve “Üryan Çıplak Nü “ sergisi.


25

4 3 2 1

ZERO

“ZERO. Geleceğe Geri Sayım” sergisi, 2 Eylül 2015’te Sabancı müzesinde açtı kapılarını. Sergi 10 Ocak 2016’ya kadar sürecek, yılın bu ilk zamanlarında ülkemizdeki, dünyadaki kötü enerjiye inat gidip görmeli bu sergiyi. Ekinsu Tamyürek İçeri girdiğinizde, “Eyvah bu, sadece entel-dantel, sanat-sepet takımının anlayacağı, boş tablolara bakıp saatlerce “Hmmm...” çektiği sergi.” diyeceksiniz. Çünkü ilk gördüğünüz tablolar, enstalasyonlar boş duvarlardaki yuvarlaklar veya çivit mavisi alanlar olacak. “Ay dayanamıyorum!” diye bağırmadan, size dur demeliyim. Sabredin! Sergideki, kesik tabloların, hiçliğin, absürt bronz heykellerin sizi rahatsız etmesine izin verin çünkü kesinlikle güzelleşecek bir olaya tanıklık edeceksiniz. İlk odalardaki hüsranınız çabuk geçecek. Birbirimizi kandırmayalım, duvardaki o açıklama yazıları bile


26


27

okumayacağınızı, sadece şöyle bir yakınlaşıp uzaklaşarak resme bakıp yenisine geçeceğinizi hepimiz biliyoruz. Bu 5 dakikalık ilk izlenim odaları bittiyse, sizi yavaştan işin güzelleştiği yerlere sürükleyeyim... Önce kafanızı üst kattaki, içe açılan balkondan aşağı sarkıtın. Kocaman, ne olduğu belirsiz renkli baloları görecesiniz. Bir süre durup bu garip formadaki “şeylere” bakasınız gelecek. Tutmayın kendinizi bakın. Bu bakışma sırasında balonların bazılarının söndüğünü, sonra tekrar şiştiğine tanık olacaksınız. Yani işte,nedensiz bir mutluluk... Bu balkon manzarasına kendinizi çok kaptırmışsanız, mutlaka tez canlı arkadaşınız sizi çekiştirerek ilerlemeye çalışacak. Takılın peşine. Siyah beyaz, hareket ettiğine yemin edebileceğiniz tablolar titretsin sizi! Dönen çivili yuvarlaklara, çamaşır makinası izleyen çocuklar gibi dalıp gidin. Gözlerinizi hiçbirinden ayıramazken bütün bunların ne kadar da çirkin olduğunu bile


28


29

düşüneceksiniz… Aşağı kata geldik şimdi de. Gene ne olduğuna anlam veremediğiniz, yahu, neresini sıfırlamışlar bunun dediğiniz bir ton şey var sahenede! İlerde ışıklı bir şeyler var, ona yöneliyor hemen insan. Genelde dokunulması kesinlikle yasak olan sanat eserlerinin birinin altında içinden geçerken dikkatli olmanız gerektiği talimatı yazıyor. “İçinden geçmek mi?!” Önü alınamaz bir heyecanla, muntazam yerleştirilmiş bu tavana asılmış ışıkların arasından geçiyorsunuz, unutmayın: “Göreviniz Tehlike!” İlerlediğinizde tam önünüzde, çivili ev eşyalarından bir kompozisyon var ama gözleriniz es geçiyor bunları… Daha önce balkondan gözünüze çarpan balonlar var çünkü yan odada: sergideki tek renkli alan! (Klein Mavisi kompozisyon dışında.) Yanlarına gidince ne kadar da büyük olduklarını tekrar fark ediyorsunuz. Bu devasalıkta küçücük kalmaktan mutluluk duyuyorsunuz birdenbire… Kafanız tavanda, gökyüzünü boyaması için tasarlanmış bu balonlara hayretiniz artarken, tez canlı arkadaş omuzunu dürtüklüyor fotoğrafını çekmeniz için. Adettendir, o da sizi çekmek istiyor tabi, gülümseyin! Ayaklarınız müzeden çıkarken, bir şeyleri içeriye bırakıyorsunuz sanki. Aklınızı sandalyedeki çivilerden birine asılı kalmış, kalbiniz ışıklara, gözleriniz ise bir balonda... Tez canlı arkadaş bile mutlu görünüyor gezinin sonunda. Demiştim size sabredin, her şey güzelleşecek diye.


30


31

Üryan çıplak nü Pera Müzesi’nde 7 Şubat’a kadar sürecek olan Üryan Çıplak Nü Sergisi: “Türk resminde bir modernleşme öyküsü”

Ece YOMRALIOĞLU Çıplak beden her zaman bir sınav olarak karşısına çıkmış sanatçıların. Türkiye’de ilk güzel sanatlar akademisi Sanayi-i Nefise Mektebi kurulduğunda (1882), akademik sanat eğitiminin gereği olarak canlı modelden çalışma olanağı kısıtlıymış, ancak 1906-1910 döneminde erkek modellerle çalışılmaya başlanmış. Bizi bu bağlamda çıplak erkek çizim denemeleri olan bir duvar bekliyor; sadece erkeklerden oluşan resimler dönemdeki

kısıtlamaları açıklamaya yetiyor. Ancak karşı duvarı kaplayan fotoğraf yüzleri gülümsetiyor: 1940’lı yıllarda, dönemin Türkiye’sinde nü resim hala çok geniş bir kesim tarafından müstehcen sayılırken; Güzel Sanatlar Akademisi’nin arşivinden alınan bu fotoğrafta, canlı çıplak bir kadın modeli çizen öğrenciler görüyoruz. Resim, akademik eğitim sürecinde modelin nesneden farksız olduğunu vurgular nitelikte.


32

Bu fotoğrafın ardından sergi Türkiye’de resimde çıplaklığın kullanımında en başa dönüş yapıyor. Sergide Türk resminin “ilk çıplakları” olarak nitelendirilen erkek resimlerini görüyoruz. Dönemdeki baskılar nedeniyle bu tür resimler hiç sergilenmemiş genellikle rulo halinde saklanarak birer anı olarak kalmış ve zamanla da yıpranmış. Kadın çıplaklığının Osmanlı döneminde ilk seyirlik halleri ise resimlerden önce kartpostallara yansımış. 1890’lardan itibaren ve özellikle 1910’larda, 2. Meşrutiyet’in ilanından sonraki yıllara rastlayan dönemde elden ele dolaşan kartpostallarda “giyinik nü” sayılabilecek uzanan ya da bacaklarını sergileyen oryantalist “Türk kadını” temsilleri bulunuyor. Ancak Türkiye’de kadın nüler asıl olarak ilk kez 1922 yılında Galatasaray Sergisi’nde yer alan Namık Kemal, İbrahim Çallı ve Melek Celal Sofu’nun bazen “üryan” bazen “çıplak” bazen “nü” olarak adlandırılan kadın resimlerinde görülmüş. Bu bakımdan sergi, yeni bir tarihsel sürecin başlangıcı olarak kabul edilmiş. Türkiye’de çok fazla konusu geçmeyen resimde çıplaklık ve kadın çıplaklığı konusunun tarihçesini görmek hem ilginç hem de düşündürücü oluyor benim açımdan. Çok uzun olmayan ve öz bir şekilde anlatılmış bu konu, hem insanı sıkmayacak bir şekilde hem de kilit noktalarla verilmiş, gereksiz detaylardan kaçınılarak hazırlanmış bir sergi olarak karşımıza çıkıyor.


33


34

Başarının anahtarı para değil ! Geçtiğimiz ay Avrupa’nın en büyük turnuvası olan Şampiyonlar Ligi’nin grup aşaması büyük çekişmelere sahne oldu. Sezon başında yola çok büyük hedeflerle çıkan ve bu doğrultuda milyonlar harcayan kulüplerin performansları, taraftarın beklentilerinin parayla karşılanamayacağını gösteriyor. Mutlu SAÇ


35


36

Futbol dünyasının en prestijli turnuvasında grup aşaması tamamlandı, son 16 ekip belli oldu, kuralar çekildi. Sezona 140 Milyon euro harcama yaparak giren Manchester United’ın Wolfsburg ve Psv’nin arkasında kalıp elenmesi son yıllarda grup aşamasında yaşadığımız sürprizler arasında yerini aldı. Her yıl transfere en çok para harcayan kulüp olma unvanını kazanan Manchester City’nin hala çeyrek finali dahi görememiş olması şaşırtıcıyken, yaklaşık 400 milyon euro piyasa değerine sahip olan Manchester United’ın 2011/2012 sezonunda kendisinden 7 kat daha az piyasa değerine sahip olan Basel’in, bu sene ise kendisinden sırasıyla 2 kat ve 4 kat daha az piyasa değerlerine sahip olan Wolfsburg ve Psv’nin arkasında kalması futbolda başarının parayla sağlanmadığını göstermiş oldu. Bunun yanında sadece 60 milyon euro piyasa değerine sahip Belçika’nın Gent takımının Valencia’nın önünde gruptan çıkıp adını son 16’ya yazdırması, sahasında hiç kaybetmeden 3 maçta 7 puan toplaması biz futbolseverleri de en az Gent taraftarları

kadar mutlu etti. Biz küçük takımların sürpriz yapmasını ne kadar çok sevsek de bu, grup elemesinden sonra pek


37

mümkün olmuyor ne yazık ki. Apoel ve Malaga’nın çeyrek finalde rakiplerine destansı direnişleri hala hafızalarımızda yer alıyor. Ancak Avrupa’nın bu dev organizasyonunda her yıl aynı takımlar yerine Malmö gibi Dinamo Zagreb gibi Bate Borisov gibi takımları da yarı finalde hatta finalde izlemenin her futbolseverin hakkı olduğunu düşünüyorum. Biz deplasmanı yapamıyoruz ! Türk takımları özelinde baktığımız zaman son 4 yıldır gruplara direk katılan sadece Galatasaray’ı görüyoruz. Katıldığı 4 turnuvanın 2’sinde gruptan çıkmayı başarmış hatta bunu Juventus ile aynı gruptayken başarmış , yarı finalin kapısını Real Madrid karşısında aralamış ancak başaramamış bir takımdan bahsediyoruz. Türkiye , UEFA sıralamasında uzun yıllardan beri 12. lik koltuğunu kimseye

bırakmamış durumda. Bunun önemi ise 12. takımın lig şampiyonun UEFA Şampiyonlar Ligi’ne direk katılıyor olması. İşte bu nedenle her sene gruptan çıkmak, her sene daha fazla puan toplamak, UEFA sıralamasında arkalara düşmemek adına önemli. Bu da önümüzdeki yıllar için de Şampiyonlar Ligi biletimizin cebimizde olması anlamına geliyor. Şampiyonlar Ligi’nin günümüz statüsüyle oynanmaya başladığı 2003/2004 sezonundan bu yana her sene bir Türk ekibi gruplara katılmayı başarmış. Zaman zaman hezimetlerle zaman zaman da unutulmayacak zaferler alınmış bu zaman diliminde. Katılan her Türk takımı farklı puanlarla farklı sıralamalarda yer almış. Ancak Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor ve Bursaspor bir noktada birleşmişler: Rezalet bir deplasman karnesi.



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.