SAVUNMA Adalet ve özgürlük için
20 Şubat 2017 Sayı: 2
ALACAĞIZ DEDİK, ALDIK! BARKIN TİMTİK ÖZGÜR! “ Tarih tanıklık edecek, edecek ki, biz bir tek kez bile susmadık, susmayacağız. İşkencenin boyutu ne olursa olsun, zulmün boyutu ne olursa olsun ve bedeli ne olursa olsun. Susmayacağız!” Bildiklerimizi hatırlayalım. Dersim’de polis noktasında katledilen müvekkilinin 7 yemeğine bir polis tehdidine karşı avukat olarak giden Barkın Timtik, polislerin cemevi ibadethanesini gaz bombalarıyla, otomatik silahlarla basması sonucu gözaltına alınmış ve işkence altında geçen 5 günden sonra tutuklanmıştı. İçinde sedef hastalarından kanser hastalarına, yaşlı insanlardan üniversite öğrencilerine kişilerin yer aldığı müvekkilleriyle birlikte tutuklanan Barkın Timtik’in mahkemesi 16 Şubat’ta görüldü. Peki neden tutuklanmıştı? Her insanın inançları doğrultusunda gömülme ve anılma hakkı yok muydu? Bu hakka saldırmak, halkın geleneklerine, değerlerine saldırmak değil miydi? Ölüden dahi korkunun geldiği hal akıl, vicdan ve ahlak sınırlarını aşmamış mıydı? “Camilere ayakkabılarıyla girdiler” diye feryat figan edenlerin, Alevi halkının ibadethanesine gaz bombalarıyla, zırhlı araçlarla, postallarıyla çiğneyerek, kapıları kırarak girmesinde bir ikiyüzlülük yok muydu? 64 günlük tutukluluğun ardından bu “büyük suçun” yargılaması başlandı. Duruşma öncesi Ebru Timtik başta olmak üzere devrimci avukatlar ve halk tarafından sürdürülen Adalet Nöbeti’nin olduğu yerde, Çağlayan Adliyesi önünde bir basın açıklaması yapıldı. Bir devrimci avukat ve bir kardeş olarak haykırdı öğretmenimiz Ebru Timtik: “Tarih tanıklık edecek, edecek ki, biz bir tek kez bile susmadık, susmayacağız. İşkencenin boyutu ne olursa olsun, zulmün boyutu ne olursa olsun, bedeli ne olursa olsun. Susmayacağız.” Mahkemeye gelenler yoğun bir polis ve güvenlik taciziyle karşılaştılar. İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Antalya’dan, Amed’den avukatlar oradaydı, hukuk öğrencileri oradaydı, halk oradaydı. Ama aileler bile mahkemeye giremedi. Neden? Yargılama aksine bir karar yoksa, açık olmaz mıydı? Herkesin davaya girip izleme hakkı yok muydu? Ama hayır. Yine yasalarını tanımadılar. Büyük salon talebini reddettiler. Bize bu duruşmayı izletmediler, çünkü böyledir ideolojik yenilgi içinde olanlar. Koridorda haber beklemeye başladık çünkü kepazeliklerini gizlemek için 30 avukat,26 sanık ve jandarmaları bir mahkeme salonuna sıkıştırmaya çalıştı mahkeme heyeti. Böyledir güçsüzler, böyle gizlerler kendilerini. Barkın Timtik'i 400 üzerinde avukat temsil etti. İstanbul Barosu Başkanı, Ankara Barosu Başkan Yardımcısı, Uluslararası Demokratik Avukatlar Derneği'nin gözlemcileri, yurtdışından pek çok avukat ve CHP milletvekili Mahmut Tanal duruşmada yer aldı. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın savunmasıyla başlayan avukat savunmaları, avukatlığın, mesleği hakkıyla yapmanın bir şölenine dönüştü. İşkence, defin hakkı, inanç özgürlüğü konularındaki savunmalar, mahkeme usulündeki konumunu aşıp bir faşizm yargılamasına dönüştü. Bu avukatların öğrencisi olmanın gururunu yaşıyoruz.
SAVUNMALARDAN “Bu ülkede inanç özgürlüğü kimler için vardır. Aleviler için yoktur biliyoruz. Peki Türk ve Sünni olmak yeterli midir? Hayır. Türk, Sünni ve bir tarikata bağlı olmalısınız. Peki bu yeterli midir? Yetmez. Türk, Sünni, bir tarikata bağlı yaşamalısınız ve bu tarikat siyasal iktidar ile ekonomik, siyasal çıkar ortakları olması gerekir ki, inanç özgürlüğünüz olsun. “Işid fetih yaptı” diye Fatih’te bir camide lokum dağıtabilirsiniz ama cemevinde ölünüzü anamazsınız.” İnanç özgürlüğü savunması, Av. Ali Şafak. “Müvekkillerimizi ‘İşkence yapmak şerefsizliktir’ diye slogan atıyorlar diye suçluyorsunuz. Yetmiyor gibi, onlara işkence yapan polisleri tanık olarak dinletmek istiyorsunuz. Hadi canım! Biz de müvekkkillerimizin bu sözlerine aynen katılıyoruz. Evet, işkence yapmak şerefsizliktir!” Av. Engin Gökoğlu. BARKIN TİMTİK’İN SAVUNMASI “KHK düzeni işkencenin meşrulaştırılmak istendiği bir düzendir ve temel hedefi halk ile devrimcilerdir.” Böyle başlayan bir savunma, yargı makamına daha uygun olurdu belki de. Barkın Timtik devrimci avukatlık geleneğinin bembeyaz sayfalarına, asaleten savunmasında altın harflerle dolu bir söylev ekledi. “Polisler bize vatan haini dediler, aynen iade ediyorum.” Ve şiir. Acaba onun savunmasını şiirsiz düşünebilir miydik? Nazım ile seslendi Barkın Timtik işkencecilere, zulmedenlere. 12 saatlik tiyatro yargılaması ve avukatlarımızın bize ders olacak savunmalarıyla... Aramıza yeniden hoşgeldin, Barkın Abla!
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim. Vatan çiftliklerinizse, kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, ben vatan hainiyim. Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
AKADEMİDE KIYIM SÜRÜYOR! GİTMEYECEĞİZ! 15 Temmuzdan beri yönetememe krizi derinleşen iktidar bu krizi KHK’larla aşmaya çalışıyor. Öyle ki bu ana kadar 21 KHK çıkarıldı Kamu emekçileri gece yarısında çıkan bu kararnamelerle işlerinden atılıyor. OHAL döneminde çıkarılan kararnameler OHAL’in amacı ve süresiyle sınırlandırılmasına rağmen ihraçlar süre sınırı tanımıyor. Faşizm yine kendi kanunlarını tanımıyor, uygulamıyor. 12 Eylülde gerçekleşen ihraçların sayısı şimdiden kat kat aşıldı. Akademi de bu KHK yağmurundan nasibini almaya devam ediyor. Her KHK dalgasında sıra başka bir üniversitede. Bu sefer ağırlıkla Marmara Üniversitesi'nin ve Ankara Üniversitesi'nin demokrat hocaları ''15 Temmuz torbasına'' konularak ihraç edildi. Özgürlükten ve bilimsel düşünceden zaten uzak olan üniversitelerde nispeten ilerici akademisyenler de tasfiye ediliyor. Özellikle Marmara Üniversitesi az sayıdaki aydın akademisyenini de bu şekilde kaybetmiş oldu. Ancak bu kanunsuz kararname ihraçlarına akademi de öğrenciler de sessiz kalmadı. Altı ayrı kampüste yapılan açıklamalar, uğurlamalar faşist saldırıya rağmen hız kesmedi ve hepsi “Geri Döneceğiz” diyerek sonlandırıldı.Hocalarımızın geri döneceğine inancımız tam,haklı olan biziz. OHAL fırsatçılığına göz yummayacağız, haksızca işlerinden edilen emekçiler geri dönecek.
Ankara Üniversitesi’nden bir Adalet Okulu öğrencisi anlatıyor: Karşı koymazsak eğer tehlikededir günlük ekmeğimiz bacamızın tütmesi tehlikededir evimiz, aşkımız, çocuğumuz pencerede saksı kitap sevgisi, insan sevgisi tehlikededir. Bugüne kadar çıkan KHK’lar ile 330 akademisyen ihraç edildi. Ankara Üniversitesi’nin 142’i akademisyeni ihraç edildi. İhraç edilen akademisyenler daha sonraki günlerde kampüse alınmadı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin nam-ı diğer Mülkiye’nin birçok hocası ihraç edildi, Tiyatro bölümü fiilen kapandı. “GİTMİYORUZ” diyerek okulda eylem yapmak isteyen öğrenci ve akademisyenlere polis saldırdı, en sonunda akademisyenlerin odalarına ve eşyalarına el konuldu. Bizim bölümümüz olan Hukuk Fakültesi’nden de 3 hocamız ihraç edildi. Cenk Yiğiter, Emine İrem Akı ve İnci Solak Akman. Elbette bu ihraçların tamamı bir gecede yapılmadı, üniversiteler bir günde bu hale gelmedi… Önceki yıllarda Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde devrimci-demokrat öğrencilere karşı defalarca faşist saldırılar örgütlendi. Ağır yaralananlar oldu, yaralayanlar ellerini kollarını sallayarak okula gelmeye devam ettiler. Devrimci-demokrat öğrenciler bir basın açıklamasından, bir pankarttan, bir halaydan gözaltına alındılar, tutuklandılar, yıllara varan uzaklaştırmalar aldılar. DTCF’ye önce halkın girmesi yasaklandı, sonra Ankara Üniversitesi öğrencisi olup başka kampüsün öğrencisi olanların girmesi yasaklandı. Okul girişlerine turnikeler, xray’ler konuldu. Bugün DTCF’de akademisyenler bir bir ihraç ediliyor. Aynı süreci biz de Cebeci’de yaşıyoruz. Önceden halkın rahatlıkla girdiği Cebeci Kampüsü’ne geçen yıl kimlik gösterme zorunluluğu getirildi. Kimlik göstermeyen
öğrenciler gözaltına alındı, uzaklaştırmalar aldılar. Yemekhane fiyatları önce 2.5 liraya sonra 3 liraya yükseldi. Bunu protesto eden öğrenciler hakkında soruşturmalar açıldı. Öğrencilere faşist saldırılar örgütlendi. Kameralarla çevrili hukuk kantinin ortasında iki arkadaşımız ağır yaralandı, yaralayan faşistler ne bir uzaklaştırma aldılar, ne tutuklandılar, ellerini kollarını sallayarak okulda gezmeye devam ettiler. Okulun ders çalışma salonları geceleri kapandı, okula akşamları öğrenci girişine izin verilmedi. Bugün Cebeci’nin birçok akademisyeni ihraç ediliyor. Karşı koyamadığımız her saldırı, peşinde koşmadığımız her adaletsizlik bir sonraki saldırıyı ve adaletsizliği büyütüyor. İlk KHK’larla 21 akademisyen ihraç edilmişti. Son KHK ile 72 akademisyen ihraç edildi. Hocalarımızı şarkılarla, türkülerle uğurlamak yetmiyor… Karşı koymazsak ekmeğimiz, aşımız tehlikededir. Ailelerimizin gece gündüz çalışarak, dişinden tırnağından arttırarak bizi okuttuğu okullarımız tehlikededir. Faşizmde, saldırılara karşı direnmekten, karşı koymaktan başka yolumuz yok… Aksi taktirde demokratik, bilimsel ve parasız bir eğitim için mücadele edeceğimiz bir üniversite olmayacak.
Akademisyenlerden... “Ben Gülen'i eleştirdiğim kitabım yüzünden gözaltına alındım, KHK ile ihraç edildim, cemaat gazetesinde 4 yıl köşe yazan prof ise rektör oldu.” Tunceli Munzur Üniversitesi Tarih Bölümünden Candan Badem “Bir binada 30 yıldır aynı odada çalıştım, o binadaki herkesle en azından selamım vardır. Şimdi o binaya gidip veda etmek, eşyalarımı almak ve bunları yaparken de yalnız olmamak, arkadaşlarımla olmak istiyorum ama izin vermiyorlar. Bu zulmü, kötülüğü katmerleme faaliyetine onay veren, bunu yürüten herkesi, bu kötülükten sorumlu ilan ediyorum. Unutmayacağım, hiçbirinizin adını ve neye iştirak ettiğinizi unutmayacağım.” Ege Üniversitesi Felsefe Bölüm Başkanı Nilgün Toker “Dün ABD emperyalizminin memurunu sarayda ağırlayanlar sabah Cebeci'de cübbeleri çiğnediler. Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.” İstanbul Üniversitesi Hukuk Bölümünden Levent Dölek
“Bir üniversite yönetimi bu durumu kabul ediyor veya provoke ediyorsa üniversite yönetimini emniyete devretsinler. Öğrencilerimden çok umutluyum. Bıraktığımız elma ağacını yeşertmeye onlar devam edecekler.” Ankara Üniversitesi İktisat Bölümünden Korkut Boratav “Benim için yıldırma politikalarına maruz kalmak ve çalıştığım kurumdan atılmak yeni bir durum değil. Ancak bu defa halihazırda bir mevzimiz var ve bu atılma haberini direnişle karşılamaktan onur duyuyorum.Direnişimiz tekil bir direniş değil. İşe iademizi istediğimiz kadar, KHK’lerin geri çekilmesini ve iş güvencemizi de kazanmayı hedefliyoruz” Selçuk Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümünden Nuriye Gülmen
Sunulan İki Seçenek ve Tarihsel Gerçek: Anayasa Adalet Okulu açılış dersimizi Selçuk Kozağaçlı ile yaptık. Anayasalcılık tarihi ile referandumun hukuki ve siyasi anlamını konuştuğumuz ders oldukça keyifli geçti. Dergimizde paylaşıyoruz. İyi okumalar... Bu hafta Adalet Okulunun 2.dönem açılış dersini Av. Selçuk Kozağaçlı ile yaptık. Hukuk öğrencileri olduğumuzdan, gündemde olan ve bizleri ilgilendiren anayasa üzerine konuşmasaydık olmazdı. Dersimizin ilk saatini anayasa üzerine ayırdık ve derleyip toparlayıp aktaralım dedik. Peki, nedir bu anayasa, neden her kesimden insanın bu kadar ilgi odağındadır? Bizleri ilgilendiren o kadar çok yasa vardır ki bir gecede bir kararla değiştirilen, ortadan kaldırılan, yok sayılan. Onlara bu kadar ilgi duymazken, nasıl oluyor da anayasa değişikliği olunca herkesin gündeminde bulunuyor. Örneğin hırsızlıkla ilgili ceza kanunu ne düzenlemiş diye hiçbir hırsız açıp bakar mı? Hayır, tabi ki de. Hırsız hırsızlık yaparken daha tenha alanı daha savunmasız insanları ve yakalanmamayı düşünür. Ona göre hırsızlık yapmayı planlar ve yapar. Yani hırsız işini yaparken yasalar, mahkemeler umurunda değildir, onun tek düşündüğü yakalanmamak ve kazanacağı paradır. Onun ilgisini çeken yasalar değildir, yaptığı iş ve yaşadığı çevredir. Peki, kanun koyucu hırsızlık suçunu 3 yıl yerine 20 yıl yapsa toplumda hırsızlık suçunun oranı azalır mı? Ya da daha doğru soru bu değişiklikten hırsızlık yapmak isteyen kaç hırsızın haber olur? Tabi ki de yok denecek azdır cevabımız. Aynı şekilde cezası arttırılırsa bile olacak olan hapishanelerin hırsızlarla dolacağıdır.
Şimdi de bu yeni olan yazılı kâğıt parçası anayasalar da hiçbir insana bir hak vermemiştir. Diyoruz ki tarih “sınıflar mücadelesi” tarihidir. Ezen sınıflar bazı hakları bahşetmiş gibi “Bunları size biz verdik” derler ve anayasaları kutsarlar, ezilenlerin buna tapınmalarını ister. Ezilenlere hiçbir anayasa bir hak vermemiştir, ezilen sınıflar da tarih boyunca mücadeleleri sonucunda haklar elde etmiş ve bunu ezen sınıflara kabullendirmiştir. Anayasalar verilen mücadelenin sonucunda “Biz bu savaşta kazandık veya kaybettik” denilerek ortaya çıkarlar. Ezilenler; “biz bu savaşta bu kadar mücadele ettik ve kazandık bazı haklar elde ettik, ezenlere bunları tanıyın” deyip bunu yazıya dökerler. Eğer ki bir anayasa tanımı yapacak olursak anayasa; ezilenlerin sınıf savaşımında verdiği mücadelenin ürünüdür, diyebiliriz. Eğer ki bu dövüşte yenildiyseniz evet veya hayır demenin bir önemi kalmayacaktır. O yüzden bizim ilgimizi çeken anayasalar değildir; ekmek, adalet, özgürlük kavgasındaki mücadelemiz olacaktır.
Başka bir örnek, Anayasada rejim değişikliğine gidilse şeriat yapılsa bütün kadınlar örtünecek midir? Herkes bütün yaşamını şeriat kurallarına mı uyduracaktır? Bu bahsettiğimiz durumlar gerçekleşmeyecektir. Yani anlaşılacağı odur ki; İnsanların yaşamlarını, yaptıklarını belirleyen yasalar değildir, onların ekonomik, kültürel, siyasi ve sosyal ilişkileridir. Peki, nedir bu kadar insanın dilinde olan Anayasa? TDK’ye göre anayasa: “Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren, yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasadır.” Yani anayasa dediğimiz yazılı belge yasaların yazıldığı bir kağıt parçasıdır. Bu kadar kutsanan, çok önemli olan anayasa fikri ilk ne zaman ortaya çıkmıştır? Kanunların üstünde yer alan ve onlardan daha zor bir usulle değiştirilebilen kurallar yapma düşüncesi insanlık tarihinde ancak 1700'lerin sonlarında ortaya çıkmıştır. Anayasacılık düşüncesinin doğmasının nedeni, devlet iktidarının sınırlandırılması ve vatandaşların temel hak ve özgürlüklerinin devlet karşısında güvence altına alınması isteğidir, zira anayasa sayesinde, devlet iktidarının nereye kadar kullanılabileceği, nereden öteye geçemeyeceği; bireylerin ise bu iktidara karşı hangi haklara sahip olduğu kuşkudan uzak biçimde saptanmış olur. Dünyanın ilk Anayasası, 1787 Amerika Birleşik Devletleri Anayasasıdır. İnsanlık tarihinde bu kadar yeni bir düşünce akımıdır anayasacılık. Bu düşünceyle anayasayla insanların yaşamlarını devam ettirebileceği, nefes alabileceği bir şey olarak benimsetilir. Aslında böyle midir gerçekte olan, tarihsel yaşamda olan? Hayır değildir tabi ki de. İnsanlık tarihinde de baktığımızda da insanlar mağaralarda uzunca bir süre yaşantıdan sonra kurallarını koymuşlardır. Köylerde yaşayıp uzunca bir süre tarımla uğraştıktan sonra kurallar belirlemişlerdir. Köleler 14 bin yıl boyunca mücadele vermesi sonucunda “bak bu kadar savaştık öldük, öldürdük sonucunda bazı haklar kazandık, bunu anlaşmamıza yazalım ileride bu haklarımızı yok saymayın” diyerek köle efendilerine bu haklarını kabullendirmek için yazılı belgelere yazdırmışlardır.
Adalet Okulu 2. Dönem Dersleri Başladı! Adalet Okulu olarak 2. dönemimizi açtık. 18 Şubat Cumartesi günü ilk dersimizi ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile gerçekleştirdik. Anayasacılık ve yeni dönem planlarımız hakkında konuştuğumuz dersimiz oldukça keyifli ve verimli geçti. Yeni dönem ders programımız ile birlikte okulumuz bünyesinde 4 ilde birlikte kurgulayacağımız sanal yargılama yarışmamızın da kararını verdik. Oldukça heyecan verici olacağını düşündüğümüz bu yarışma ile hem avukatlık deneyimi yaşayacağız, hem de dünya hukuk sistemlerini yakından inceleme imkanı bulacağız. Ayrıca halen süren dava çalışmamız da devam ediyor. Dönem boyu sürecek olan bu yargılama çerçevesinde uzun soluklu bir çalışma içerisinde bulunacağız. Atolye çalışmalarımız ile avukatların ve akademisyenlerin katılacağı geniş kapsamlı derslerimize tüm öğrenci arkadaşlarımızı davet ediyoruz. Gelin, hukuk gerçeğini ve adalet arayışımızı birlikte sorgulayalım. Kapitalizmin tersin dünya okulumuzu birlikte büyütelim, birlikte öğrenelim, birlikte öğretelim.
Madaari: Adalet Peşinde Bir Babanın Hikayesi Yönetmen: Nishikant Kamat Oyuncular: Irfan Khan, Jimmy Shergill, Tushar Dalvi, Nitish Pandey, Manoj Bakshi
Bir avuç asalağın zenginleşmesi halkın evlatlarının canından elbetteki daha değerliydi. Filmin hikayesi gerçekleşebilir mi? Çok zor görünüyor. Ancak verilmek istenen politik mesaj halka anlatılmaya çalışan gerçekler doğrultusunda kıymetli.
Nirmal Hindistan’da yaşayan binlerce yoksuldan sadece biridir. Köprü çöküşü sonucunda oğlu ölen Nirmal aradağı adaleti bulamaz. Bir anda politika ve sistemin çürüşmüşlüğünü anlar ve hesap sormak için harekete geçer. Bakanın oğlunu kaçırarak bunu eyleme geçirir. Teknolojiden çok iyi anlayan Nirmal bu eylemi başarıyla sonuçlandırır.
Teknik olarak göze batan hataları yok filmin. Klasik Hint sinemasına aşina olanlar benzer aşırılıkları göremeyecekler. Akıcı ve heyecan uyandırıcı kurgusu, sağlam siyasi mesajlarıyla Madaari izlemenize değecek bir film.
Amacı oğlunu bulmaktır ama öğrendiği gerçekler ülkenin çarpıcı durumunu gözler önüne serer. Nefes kesici bir hikayeyle seyirci karşısına geçen Madaari filmi birçok yerde polisiye, dram ve macera filmi olarak da geçse politikanın, parlamentonun iğrençliğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermektedir. Ülke açlıktan kıvranmaktadır. Çiftçiler intihar etmekte, işçiler greve çıkmakta ve yüzlerce insan yıkılan köprülerin, çöken inşaatların, sonu gelmez açlığın, zulmün zalim ellerinde can vermektedir. İnsanların buna sessiz kalmasının nedeni yalancı politikacılar, medya ve gözleri boyamak için çevrilen her türlü oyundur. Bir babanın oğluna sevgisi bu çürümüş, yozlaşmış sistemin gerçeklerini ortaya çıkarır. Halkın sevgisi tüm adaletsizlikleri, zulmü paramparça edecek kadar yücedir. Gerçek sevgi bireysel olan değil tüm halka dönük olandır. Nirmal tüm halka gerçekleri göstermeyi amaçlamıştır. Bakan ise oğlundan önce politik kimlik ve çıkarlarını göz önünde bulundurmuştur. Egemenler böyledir, bir şarkıda söylendiği gibi. “Anıları yok onların, aşkları, özlemleri. Bekledikleri yoktu. Onlar için her şey bitti.” En etkileyici sahnelerden biri ise Nirmal’ın ideal bir seçmen olduğunu, politikayla ilgilenmediğini hatta hiçbir politik görüşünün olmadığını, medyanın gösterdiği yalanlara kandığını kabul ettiği sahnedir. Oğlunun ölümü aslında tüm cinayetlerin politik olduğu gerçeğini Nirmal’a göstermiştir.
İyi seyirler...
Çocuğu rehin alınan bakanın itiraf konuşması filmin en dikkat çekici sahnelerinden biri: “Gerçekler seni korkutabilir. Hükümetin yozlaşmış olduğu doğru değil. Gerçek şu ki hükümet yolsuzlukla varlığını devam sürdürüyor. Duyduğunuz o on milyonlarca rakamlar gerçekte varlar. Pek çoğumuz bu miktarları alıyor ve aramızda bölüşüyoruz. Ben görevden alınsam da bu yolsuzluk devam eder. Eğer hükümet baş-müteahhit, muhalefet taşeronsa. Kontratlar milyonlara ulaşıyor. Kimse bunu tek başına yapamaz. Bizim için Hindistan nüfusu 1.2 milyar değil. Tüm insanlar din, kast ve bölgelere ayrılmıştır. Rakamları analiz ediyoruz. Tüm insanlar küçük parçalara ayrılmıştır. Birbirinize bağlı olmayıp ayrı olunca, insanları kırması kolay oluyor. İşte bu yüzden biz sizleri ayağımız altında eziyoruz. Sizleri memnun etmek için görünüşte bazı şeyleri yaparız, baksan takım elbise giyiyoruz. Parlamentoya meclise gider tartışır sizden oylarınızı isteriz bunlar bizim süslü parçalarımız, sizleri bir rüyada uyutuyoruz. Hukuk, polis, anayasa gibi şeyler sizleri korkutmak için bizim ana görevimiz bu.”
Duruşma Günlüğümüz 1 Mart Perşembe: 10.00: Grup Yorum 12.00: ÇHD-HHB Davası Tüm öğrenci arkadaşlarımızı bekliyoruz.