SAVUNMA
Adalet ve özgürlük için
13 Nisan 2017 Sayı 7
1390 gün. Adaletin başvuru mercii olarak gösterilen, saraylardan “adalet dağıtıcılığına” soyunan hukukun, 14 yaşında gaz bombasıyla başından vurulan bir çocuğun katilini mahkemeye çıkarma süresi bu kadar sürdü. 1390 gün boyunca bir cinayetin duruşması bile görülmedi, savcılar değişti, polis müdürleri değişti, onlarca insan gözaltına alındı, tutuklandı. Değişmeyen tek şey ise tüm kamu amirlerinin Berkin’in katlini gizlemeye, kapatmaya çalışması oldu. Sonunda davanın ilk duruşması 6 Nisan’da Çağlayan Adliyesi’nde görüldü. Adliye ablukaya alınmıştı, özel harekat, çevik kuvvet, sivil; her birimden polisler, özel güvenlikler, aramalar... Her şey suçunu bilen bir devletin, 14 yaşındaki bir çocuğun katilini yargılamak zorunda kalması yüzündendi. Zorunda kalması diyoruz, çünkü bu dosyanın tozlu raflarda unutulması, tarihe karışması için çok uğraştı yargı organları. Avukatları başvurmadan, dilekçe vermeden dosyada yaprak bile kımıldamadı.Yetmedi, savcıların talepleri bile reddedildi. Avukatlarının sunumunda yer verdiği bilgiye göre, davanın savcısı Faruk Bildirici “keşif” istemişti. Kasten öldürme gibi davalarda tipiktir, keşifle olayın çözümünde büyük yol alınır. Ancak talep reddedildi. Sebep? Masraf olacaktı. Diğer sebebi ise daha korkunç. Sulh ceza hakimliği keşif yapılmasının “görevi kötüye kullanma” suçunu oluşturacağını söyledi. Aba altından sopa göstermenin, tehditin hukuki dili böyle oluyor. Ceza hukukunun en doğal uygulamalarından biri olan talep böyle reddedildi. Peki ya mahkeme nasıl geçti? SEGBİS sistemi ile bir sanık nasıl sorgulanır? Bir bilgisayar ekranından, nasıl mahkeme yürütülebilir? Yürütülemez ama mahkeme kendi konforu için SEGBİS’ten vazgeçmedi. Sanığın getirilmesi talebini reddetti. Sanık kendini gizlemek için her türlü çabayı gösterirken hem de.
Takma olduğu apaçık ortada olan bir bıyık, sonunda numarasız olduğunu ve “aksesuar olarak kullandığını” kendisinin de itiraf ettiği bir gözlük... Önceden hazırlanmadığı sorular karşısında girdiği gergin tavırlar ise Van’da sorguyu takip eden avukatların gözünden kaçmadı. Bıyığa ilişkin adli tıp muayenesi talebi ise “yüce mahkeme” tarafından yine gereksiz görüldü, reddedildi. Sanığın savunması ise, bu tarz davalarda her zaman olduğu gibiydi: “Görmedim, hatırlamıyorum, bilmiyorum, üzerinden çok zaman geçti, tanımıyorum.” Böyledir, çocukları öldürmekte, insanlara işkence yapmakta göz kırpmayanlar, gözlerini ilk kırptıkları anda her şeyi unutuverirler. Hatırladıklarını da arkadaşlarını satmak için kullanırlar, suçludurlar çünkü ve suçlarının da farkındadırlar. Arkalarında mahkemesiyle, özel görevlendirilmiş avukatlarıyla, adliyeyi işgal eden kolluğuyla koca bir devlet vardır. Ama yine de korkarlar. İşte katil polis de bu korkuyla takma bıyık, numarasız gözlüğe sığındı. Katil soğukkanlıydı. Bebek beklediğinden bahsetti, olayla ilgili hiçbir suçluluk duymuyordu, Gülsüm Elvan’ın feryatları dahi yüzünde bir mimik oynamasına, bir üzüntü ifadesine yol açmadı. Halka düşman olmak, halktan kopmak böyledir. Bir ananın feryadı bile işleyemez halka düşman yüreklere. Mahkeme 6 Temmuz’a ertelendi. Tutukluluk başta olmak üzere müşteki avukatlarının talepleri reddedildi, katil polisin mahkemede hazır edilmesine dair bir karar da verilmedi. Yargı kendisine düşen rolü, katili koruma ve aklama rolünü yine layığıyla oynuyor. Berkin Elvan davası bir kez daha gösteriyor ki bize saraylar bizi adalete kavuştumayacak.
SARAYDA ADALET AĞIR YARALI Adliyeden sürüklenerek atılan, tekrar giremesinler diye her türlü “önlem” alınan, burunları, ayakları düşmanca kırılan, masalardan güvenlik-polis işbirliğiyle atılan, cüppelerine kan bulaşmış avukatlar... Gözleri uzağa çevirip faşizm aramaya gereği yok, tüm bunlar günümüz Türkiye’sinde, “Avrupa’nın en büyük adliyesi” diye övülen lüks Çağlayan Adliyesi’nde, “Adalet Sarayında” yaşandı. 6 Nisan Çarşamba günü aylardır tutuklu olan Cumhuriyet Gazetesi avukatları için devrimci, demokrat avukatlar Çağlayan Adliyesi’nde Themis Heykelinin yanında oturma eylemi yapmaya başladılar. O gün aynı saatlerde Berkin Elvan davası da görülüyordu. Oturma eyleminde olan avukatlara onlarca polis saldırdı. Avukatları adliyenin dışına kadar püskürttü. Avukatlar tekrar adliyenin içine girerek aynı yerde oturma eylemine devam etti. Buna karşın polis tekrar avukatlara saldırdı ve avukatlara işkence yaptılar. ÇHD İstanbul Şube Başkanı Gökmen Yeşil’in burnu kırıldı, bir diğer avukatın ayak bileği kırıldı, diğer onlarca avukatı da cop ve kalkanlarıyla darp edip yerlerde sürüklediler. Hem adliyede işi olan, hem de Berkin’in duruşmasına gelen insanlar üst katlardan “İşkence Yapmak Şerefsizliktir”, “İşkenceci Polis Adliyeden Defol” “Savunmaya Özgürlük” “Kahrolsun Faşizm Yaşasın Mücadelemiz” sloganlarıyla saldırıyı protesto etti. O gün o adliyede yaşanan, tüm halkı aydınlatan ve bilinçlendiren bir olaydır. Kolluk kuvvetlerinin iktidarın sopası olduğunu ve nasıl işkenceci olduklarını halka teşhir etmiştir. Savunma makamı olan avukatlar faşizmin mahkemelerinde sadece savunmalar yaparak, dilekçeler vererek değil direnerek, mücadele vererek adaleti ve özgürlüğü sağlayabileceklerini göstermişlerdir.
Faşizm avukatlara da böyle saldırarak onları sindirmeye korkutmaya kendi haklarını bile savunamayacak avukatlar yaratmak istiyor. Bir avukat düşünün. Her gün gidip duruşmaya girdiği, dilekçe verdiği adliyede meslektaşlarına özgürlük için oturma eylemi yapması kadar daha meşru ne olabilir ki? Ancak ülkemiz faşizmle yönetilen bir ülke olduğundan şaşırmamak gerekir. Avukatlara yapılan bu saldırı ilk kez tecrübe edilmiyor. Türkiye’de avukatların devletle yargıyla imtihanları hep sancılı olmuştur. Ancak buna karşın hep dik duran ve mücadeleyi sürdüren avukatlar da vardır ve gelecekte de olacaktır. Avukatlar ve avukat adayları olarak savunmaya hapsolmuş halimizi terk etmek zorundayız. Burjuva mülkiyet, iş ve ceza adalet sistemleri tamamen çözülerek ortadan kalktığı güne kadar savunulacak haklar, girilecek davalar, yoksulların ve ezilenlerin imkanlarının genişletilmesi sorunu önümüzdedir; ancak bu gündelik iştir. Avukat bir diğer yandan da zulme karşı mücadelenin başarısını sağlamak için, aklıyla ve bedeniyle, direnenlerin yanında olmalıdır. Bu soyut bir taraf oluş değildir. Örgütlü, direngen ve kararlı politik tercih yapma durumudur. İşte bu “Devrimci Avukatlık”tır. Biz bu iddiadayız, eğer ki bu bir bedel gerektiriyorsa ödeyeceğiz. Hiçbir derneğimizi, hiçbir kurumumuzu, hiçbir demokrat gazeteciyi, avukatı ellerine bırakmayacağız.
SEGBİS: Sorun mu Çözüm mü? Sesli görüntülü bilgi sanığın veya tanığın internet üzerinden tele-konferans yoluyla duruşmaya katılmaları için kullanılıyor. Kısaca SEGBİS olarak biliniyor. SEGBİS ile ilgili Adalet Bakanlığı imzalı genelde 14 Aralık 2011 tarihinde çıktı. SEGBİS’ten önce Ceza Muhakemesi hukukunda “Yol tutuklaması” uygulaması vardı. 2014 yılında “yol tutuklaması” uygulamasına son verilerek tamamen SEGBİS uygulamasına geçildi. İfadesinin alınmaması sebebiyle hakkında yakalama kararı çıkarılan sanık, dosyanın yürütüldüğü mahkemeye uzak bir yerde yakalandığında “yol tutuklamasına” dayanarak gözaltına alınıyor ve ifadesi alınana kadar alıkonuluyordu. SEGBİS birçok hak kısıtlamasına sebebiyet verdi, CMK'nın 196 maddesinde alt sınırı 5 yıl olan suçlarla ilgili olarak talimatla ifade alma yasağı olmasına rağmen, yasa maddesi göz ardı edilerek yönetmelikle konferans yoluyla ifade alınabiliyor. SEGBİS ile cezanın alt sınırı 5 yıl da olsa müebbette olsa sanık mahkemeye getirilmeden bulunduğu yerden savunması alınıyor açıkça CMK 196'ya aykırı... SEGBİS uygulaması uzun süredir özellikle tutuklu yargılanan sanıkların aleyhinde kullanılıyor. Tutuklu yargılanan sanıkların ifadeleri SEGBİS yoluyla alınıyor. Teknolojik yetersizlikler nedeniyle genellikle ifade veren kişinin sesi duyulmuyor. Güvenlik sebebiyle hapishaneden mahkeme salonuna getirilmeyen sanıklar hapishanenin içerisinde bulunan SEGBİS odasında gardiyanlar eşliğinde ifade vermek zorunda bırakılıyorlar. CMK’ya göre sanığa SEGBİS ile ifade vermeyi isteyip istemediğinin sorulması ve istemesi halinde SEGBİS ile ifadesinin alınması gerekiyor fakat uygulamada sanık SEGBİS ile ifade vermek istememesine rağmen sanığın ifadesi telekonferans yöntemiyle alınıyor. CMK madde 193/1’de açıkça “sanık olmaksızın yargılama olmaz” ibaresi var. Ayrıca Yargıtay 1. Ceza dairesinin 2015/5868 esaslı 2016/1792 karar no’lu içtihadına göre sanığın bizzat kendisi SEGBİS ile ifadesinin alınmasını istemiyorsa ifade SEGBİS ile alınamaz. Fakat Mahkeme heyetleri
SEGBİS konusunda son derece keyfi davranıyor. Geçtiğimiz hafta 6 Nisan günü İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesinde Gezi Direnişinde başından gaz kapsülüyle vurularak hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın duruşması vardı. Davanın tek sanığı Çevik Kuvvet Fatih Dalgalı duruşmaya Van Adliyesinden SEGBİS ile bağlandı. Dosyada Berkin’in vurulma anına ilişkin görüntüler var, bu görüntülerden bir kimlik tespiti yapmak gerekiyor. Fakat duruşma sırasında sanık takma bıyık ve peruk takmış ayrıca gözlerini tamamen kapatan gözlük takmıştı. Ailenin avukatlarının ısrarına rağmen sanığın bıyığına ve saçına ilişkin bir tespit yapılmadı. Sanık bıyığının ve saçının kendisine ait olduğunu söyledi, gözlüğü ise “aksesuar” olarak taktığını… Duruşmanın ilk bir saati boyunca SEGBİS’teki teknolojik yetersizlikler nedeniyle sanığın verdiği ifade anlaşılamadı. Ayrıca Berkin’in avukatlarının doğrudan sorduğu sorulara sanık “duymuyorum, anlamıyorum” diyerek cevap verdi. Sorulara cevap verirken ki vücut dili asla anlaşılamadı. Hâkimin “Bundan sonra SEGBİS ile ifade vermek istiyor musun?” sorusuna hiçbir hukuki dayanağa gerek duymaksızın ‘eşim hamile olduğu için SEGBİS ile bağlanmak istiyorum’ cevabını verdi. Mahkeme heyeti daha önce güvenlik gerekçesiyle sanığın duruşma salonuna getirilmemesi gerektiğine karar vermişti. Daha sonraki duruşmalar için de kararı bu yönde oldu. SEGBİS örnekleriyle de sergilendiği üzere uygulamada hâkimin keyfiyetine bırakılmış bir konu. Açıkça savunma hakkının ihlali niteliğine, avukatın sanığa doğrudan soru sorma hakkını engelleyerek avukatın mesleğini yapmasını engelliyor, davanın seyrini etkileyecek sonuçlara yol açılıyor. Berkin Elvan örneğinde olduğu gibi kimi zaman açıktan sanığın korunmasının bir yolu haline geliyor. Hem Berkin Elvan davasında hem de diğer ceza yargılamalarında bu uygulamadan vazgeçilmesi gerektiği çok açık.
Belgesel: İmbat Direnişi Bugün maden ocağına kara elmas diyarına İnmedik selam olsun sana dost Ölesiye ışık hasretiyle solmuş bu yüzler Grev grev güneş doğmuş dost Artık kaybedecek birşey yok Yeraltında ezilenler yeryüzüne seslenirler Madenler bizim derler gerekirse ölüm derleG Günü geldi grev derler dost Artık kaybedecek bir şey yok
Yer üstünde aç öleceğine yer altında tok ölmeyi tercih etmeye zorlananların belgeselidir İmbat Direnişi. Belgesel direniş boyunca işçilerle beraber olan FOSEM ekibi tarafından çekilmişti ve ilk kez İdil Kültür Merkezi’nde gösterildi. 13 Mayıs 2014’debir katliam yaşandı ve 301 işçi hayatını kaybetti. Davası hala sürmektedir. Devlet ve patron işbirliği içerisinde gerçekleşen bu katliamda adalet isteyen işçiler Maden İşçileri Dayanışma ve Mücadele Derneği’ni kurdular. Ancak katlettikleri yetmiyor, hınçlarını alamıyorlardı katiller. İşçileri işten çıkardılar. Bir kısmı dernekteki işçiler olmasına rağmen çoğu derneğe üye olmayan işçilerdi. Yapılacak tek bir şey vardı. Direnmek ve işlerini geri kazanmak. Ancak soma işçileri değil daha önce bir direniş gerçekleştirmek, hiçbir direnişe tanıklık dahi etmemişlerdi. Toplantılar yapıldı, işçileri direnişe katmak için mücadele verildi. Tabi bunlardan önce kendileri ve aileleriyle mücadele ettiler. Bir direnişe, mücadeleye başlamadan önce yapılması en zor iş insanın kendisini ikna etmesidir. Direnen işçiler bunu başarmışlardı. Direnişin tek kişiyle sürdüğü günler de yaşandı ancak diğer işçiler de ikna oldu ve direnişi zaferle taçlandırdılar. Büyük bir mücadele verildi. Büyük zorluklar atlatıldı. Belgeselin en çarpıcı noktası işçilerin doğallığı ve gözaltına alınırken bile haklılıklarının bilincine varmalarından ötürü en ufak bir tedirginlik yaşamamalarıydı. İşçiler madene, direniş alanına, giremesin diye yollar tutulmuştu. 4-5 saat dağlardan yürüyüp madene ulaştılar ve yine direndiler. Çadırları defalarca yıkıldı, pankartlar söküldü. Ama tarihsel haklılığı, baskıların yıldıramayacağı gerçeği yerleşmişti bir kere bilinçlere. Tarihe not düşüyorlardı İşçiyiz, Haklıyız, Kazanacağız sloganlarıyla.
vermemesi hatta korkudan selam bile vermemesi işçilerin moralini bozuyordu. Bir yandan aile baskısı, arkadaşların baskıları diğer yandan devlet ve patronların kolluk güçleri tarafından yapılan baskılar… Her türlü zorluğun üstesinden geldiler. Direniş alanını genişletmek istediler. İmbat Madencilik’in Alsancak’taki şubesinin önünde protesto gerçekleştirdiler. Patronlardan birinin evinin sloganlar atıldı, protestolar yapıldı. Kolluk güçleri her seferinde saldırdı ve engellemek istedi ancak direniş ateşi yakılmıştı bir kere. Birçok yerden ve kurumdan direnişi sahiplenmeye ve destek vermeye gelen insanlarla beraber yürüyüş gerçekleştirildi. Direniş sırasında komik olaylar da yaşandı. İşçiler madene giden yolda direnişlerini sürdürüyorlardı. Jandarmalar gözaltına alınca işçilerden Volkan, yolun karşısına geçelim demiş. Yolun karşısına geçince jandarmalar arasında hangi jandarma komutanlığının yetkili olduğuna dair bir tartışma geçiyor. Gökhan da jandarmalara 156’yı arayın diyor. Jandarmalar da gözaltına almak için geldiği işçinin dediğini yapıyor ve hangi jandarma komutanlığının yetkili olduğunu arayıp öğreniyorlar. Jandarmalar gelip gözaltına alıyor işçileri. İşçilerin bir gün içinde üç defa gözaltına alındığı oluyordu. Direniş devam ettiği sırada işçilerin 10 gön sonra işe tekrar alınacağı haberi veriliyor kaymakam tarafından. İşçiler 10 gün boyunca bekliyorlar ancak işe alınmadıklarından dolayı direnişe devam ediyorlar.
İşçilerin zaferinden bir süre sonra ülkede OHAL ilan edildi ve derneğe baskın düzenlendi. Volkan Çetin ve Gökhan Apaydın tutuklandı. Mahkemeleri hala açılmadı. Faşizm işçilerin zaferini yediremedi kendine. Onları faşizmin elinden Moral bozuklukları yaşandı elbette. Diğer işçilerin destek alacağız. Direnen emekçilere selam olsun.