SAVUNMA Adalet ve özgürlük için
15 Mayıs 2017 Sayı 10
ÖZEL HAREKAT DEVLETİ Hukuk devleti, adalet sarayları, yüksek kürsüler, “Türk Milleti adına” verilen kararlar... Hukuk tüm şatafatlı ama içi boş terimleri ve teamülleri tiyatro görevini yerine getirmeye devam etse de, faşizm bu tiyatroya bile tahammül edemiyor. Kürt halkına, devrimcilere, halka karşı olanca öfkesiyle basıyor tetiğe, “yasal mermi” kuşanmış özel harekat polisiyle. “Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” Anayasa, madde 17. “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” Anayasa, madde 9. Burjuva devletinde hukuk, burjuvazinin kendi sesi kendi sözüdür. Yani her ne kadar eşitlikçi, tarafsız, bağımsız görünürse görünsün aslında burjuva sınıfının çıkarlarını yansıtır. Özel mülkiyetin bekçisidir, onu cansiperane savunur. Tabi özel mülkiyeti ortadan kaldırmaya niyetlilerin de, en radikal düşmanıdır. Bu gerçeğin yanında sınıflar mücadelesinde kanlı mücadeleler ile birçok hakkı sökerek almış ve bu hakları da burjuvazinin hukukuna kabul ettirmiştir. Belki de bu haklardan akla gelecek ilki yaşam hakkıdır. Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi hukuk ne tarafsız ne de bağımsızdır. Kendi sınıf çıkarlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Sınıflar mücadelesi yükseldi mi burjuvazi kendi hukukunu bile hiçe sayar, işte o boşluktan kanlı ellerini uzatır faşizm. En yüksek perdeden savunduğu hakları bile yırtar atar, yaşam hakkını yok sayar, adına da “devlet güvenliği” der, “kamu esenliği” der, bununla da kalmaz, emrindeki medyasına haberler yaptırır, gerçek dışı suçlamalarla saldırır. Sonuç ne olur? Sonuç olarak ortada bir katliam, bir yargısız infaz kalır. Bu katliam devlet eliyle “aklanıp paklanmıştır” artık. Kimse sormaz suçu neydi diye, bir özel harekat polisinin mermileri mahkemeyi kurmuş, yargılamayı yapmış, cezayı kesmiş ve infazını vermiştir. Anayasa maddeleri, kanunlar artık kağıtlardaki boş laflardan ibarettir. Son darbeyi de “Neden öldürdünüz” diye sormaya çalışan avukata verdiği cevapla savcı vurur: Takipsizlik.Artık, her şey bitmiştir. Peki, öyle midir?
Günay Özarslan, Yeliz Erbay, Şirin Öter, Dilan Kortak, Dilek Doğan ve son olarak 18 yaşındaki Sıla Abalay. Çok değil, son 2 sene içerisinde kaldıkları evlere yapılan operasyonlarda katledilen kadınlar. Ve daha nicesi, Kürdistan’da bu şekide katledilenlerin çetelesini tutmak bile elimizde değil. İşte hukuk devletinin, işte adalet saraylarının gerçek yüzü budur. Devletin öldürmek için her zaman bahanesi vardır, “çatışmaya girmiştir”, “örgütün en üst düzey yöneticisidir”, “direnmiştir.” O andan itibaren devletin paralı tetikçilerinin burnu kan kokusunu alır, evlerin kapılarını kırarlar, devasa silahlarından çıkan mermilerle katlederler devrimcileri, yurtseverleri, muhalifleri ve en nihayetinde itaat etmeyen tüm halkı. Biz hukuk öğrencilerinini derslerine girerler sonra büyük profesörler, ünvanları saymakla bitmeyen hukukçular. Anayasa derler, yargı yetkisi mahkemelerindir derler, kimsenin yaşam hakkı elinden alınamaz derler. Sonra, ne olur? Sonrası teori değil, gerçektir. Günay Özarslan’ın vücudundan onlarca mermi çıkarılır, Dilan Kortak sabaha karşı katledilir, Dilek Doğan’ın “Galoş giyin” demesi katline yeterli sebeptir. Artık memurluğu bırakıp, devlet olmuş özel harekat polislerinin hukukudur olan. Burjuvazinin hukukudur, sömürücülerin hukukudur, 16’sında Sıla Abalay’ı tutuklayan, 18’inde katleden, katledildiği eve avukatlarını sokmayan, evi mühürleyenlerin hukukudur. Kalın hukuk kitapları, sayfalar süren mahkeme içtihatları, AİHM kararları, binlerce sayfa tutan yasal mevzuat. Hayır, hukuk yoktur, adaletin cenaze namazı çoktan kılınmıştır. Peki, ne yapılmalıdır? Faşizm, mermilerini halkın üstüne yağdırmaya devam ederken, boş bırakılacak tek bir mevzi dahi yoktur. Bu şartlar altında, bir “hukuka inanmayan hukukçunun” yapacağı şey halkın, ezilenlerin, katledilenlerin haklarını savunmak için her şeyi yapmaktır. Çünkü bilinmelidir ki, katliamlar katledenleri kurtarmaz, onların sonunu getirecek olan adalet mücadelesinin ateşini harlar.
Kore Demokratik Halk Cumhuriyet ve Hukuk Üzerine
Marksizm, hukuk dediğimiz kavramı bir üst yapı kurumu olarak tanımlamıştır. Hukuk, ekonomik alt yapının yönlendirmesiyle oluşacak ve alt yapı kurumu üst yapı kurumunu oluşturacaktır. Yani günümüzde öğrendiğimiz hukuk tekniği ve terminolojisi burjuva sınıfı tarafından yüzyıllar içerisinde oluşturulmuş bir yapıdır. Doğal olarak bu yapı kendisini var eden sınıfların adalet sistemini uygulayacaktır. Yani bu hukuk sisteminde adalet anlayışı bir avuç azınlık olan burjuva sınıfının adaletini temsil etmektedir. Peki bugüne kadar ki Sosyalist olarak kurulan devletlerde hukuka yaklaşım nasıl olmuştur? Yazımda aslında gördüğüm bir ülke üzerinden bunun tartışmasını yapmak istiyorum. 13 Nisan ile 18 Nisan arası Kuzey Kore de bulundum. Tabi orası dünyada en fazla anti propagandaya maruz kalan ülkelerinden birisi. Geçerli bir hukuk sistemlerinin olmadığı, İnsanların çok kolay idam edildiği de yapılan bu yalan haberler arasındaydı. Bir hukukçu olarak aslında en fazla merak ettiğim konulardan biri hukuk sistemlerinin nasıl olduğuydu. Daha önce Sovyetlerde oluşturulan halk mahkemeleri sistemini ya da Küba da bulunan hukuk sistemini incelemiştim. Ancak Kuzey Kore’nin hukuk sistemi hakkında bilgi sahibi olmak uzak bir coğrafya olması ve bilgi kirliliğin yoğun olması sebebiyle biraz zordu. Bu yüzden orada Korelilere en fazla sorduğum sorular hukuk ve yönetim sistemleri ile ilgili sorulardı. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti. Ülkenin resmi ismi bu. Hukuk sistemlerini anlatırken anayasalarından bahsederek başlayayım. Anayasaları 1972 yılında oluşturulmuş. Anayasa da temel haklar bölümü bizler için dikkat çekici. Burada ücretsiz eğitim hakkı, ücretsiz sağlık hakkı, ücretsiz barınma ve aç kalmama hakları mevcut. Ayrıca temel haklar bölümünün başında ise şu ifade yer alıyor: ‘‘Aşağıda yer alan haklar ‘hepimiz birimiz, birimiz hepimiz içindir’ ilkesinden kaynaklanmaktadır.’’ Bu da haklara yönelik bakışın Sovyetler Birliğinde olduğu gibi kolektif haklar şeklinde olduğunu göstermekte. Ayrıca örgütlenme hakkı ve seyahat özgürlüğü de anayasa da belirlenmiş haklardan. Anayasa da ilgimizi çeken bir diğer bölüm ise ‘Kültür’ bölümü. Kore kültürünün korunması ve geliştirilmesi için anayasa da böyle bir bölüm mevcut ve çok ayrıntılı hazırlanmış. Tabi modern anayasaların olmazsa olmaz bölümü yönetim sistemi. Yöne-
tim sistemi Kore de Halk meclisleri şeklinde düzenlenmiş. Ancak buradaki halk meclisi Sovyetler birliğindekinden farklı. Şöyle ki Sovyetlerde halk meclisleri yerel bazda olurken, Kore’de yapılan bir seçimle halk meclisi tüm ülke için oluşturuluyor. Ülkenin devlet başkanı Kore işçi Partisinin genel sekreteri. Kore de mülkiyet hakkı olmadığı için bizim bildiğimiz anlamda özel hukuk dalları mevcut değil. Dolayısıyla hukukun gelişimi de Kamu ve Ceza hukuku üzerine olmuş. Kamunun yani devletin vatandaşlara sağlamak zorunda olduğu bir çok görev var. Yukarıda bahsettiğim haklardan eğitim, sağlık, ulaşım vb. bunlardan bazıları. Ceza hukukunda ise genel itibarıyla adi suç ülkede yok denecek kadar az işlendiği için rejime karşı işlenen suçlar genelde söz konusu. Pratik de genelde bu suçlardan cezalar veriliyor. Adi suç yok nerdeyse dedik. Bunu biraz açalım, mesela 22 yaşındaki bir Koreli hayatı boyunca hiç hırsızlık ya da adam öldürme vakası duymamış. Tabi bunda 70 yıldır sosyalizmle yönetilmenin de etkisi büyük. Ceza mahkemelerinin işleyiş şekli ise – Aslında mahkemeler ceza-hukuk diye ayrılmamış- mesela birisi Kore ceza yasalarına göre suç işlediğinde önce bulunduğu ildeki halk mahkemelerine çıkarılıyor. Burada çıkan karar daha sonra Supreme Court denilen temyiz mahkemesine gidiyor. Halk mahkemelerin profesyonel yargıç bulunmamakta. Üyeler halk arasından seçimle ve kura yolu ile seçiliyor. Temyiz mahkemesinde ise profesyonel yargıçlar mevcut ve kişi hakkında en son kararı burası veriyor. Suçlar ise genelde ‘zorla çalıştırma’ cezası şeklinde. Mesela 3 yıl önce ‘casusluk’ iddiası ile bir ABD vatandaşı yargılanmış ve 10 yıl zorla çalıştırma cezası vermişler. Bu açıdan hapishanelerin olmaması gibi durum modern ceza ve infaz hukuku açısından incelemeye değer. Yukarıda kısa da olsa sosyalist ilke ve kurallarla yönetilen bir ülkenin hukuk sisteminden bahsetmeye çalıştım. Aslında sosyalist ülke de hukuk olur mu tartışması uzun yıllardır yapılmakta. Bu konuda liberal hukukun karşısında kolektif hakları benimsemiş geniş bir pratik uygulama mevcut. Dolayısıyla hukukun bu ilginç yani sosyalist hukuk fikri ve uygulaması son yıllarda incelenmeye değer konulardan birisi. Kuzey Kore de bu pratiği zenginleştiren ülkelerden birisi aslında.
Direnen Öğretmen Nazife Onay ile Söyleşi Savunma: Öncelikle sizi tanıyarak başlamak istiyoruz. Kimdir Nazife Onay? Bunca gözaltı, adli kontrol ve işkencelere rağmen direnişi bir an olsun bırakmayan Nazife Onay kimdir? Neden direniyor ve bu direniş inancını neye borçludur? Ben Kamu Emekçileri Cepheli, devrimci bir öğretmenim. Mesleğimde 11 yılı geride bıraktım. Sosyalist düşüncelerle tanıştıktan sonra hak almanın yol ve yöntemlerini öğrendim. Ondan önce ise; apolitik biri olarak, direnişleri tamamen bir grup örgütlü insanın yaptığı bir protesto olarak düşünürdüm. Ancak; biraz bilimsel düşünmeyi de öğrendikten sonra evet gerçekten sonuç almak için olaylarda ve ya genel olarak tüm haksızlıklarda, tarihsel süreçlerde de olduğu gibi uzun soluklu ve nicel birikimler sonucunda hak alındığını öğrendim. Gücü tam olarak da buradan alıyorum aslında. Bilimsel düşünmez veya nesnel koşullara teslim olursanız, bardak dolmadan bırakırsınız veya bardağı hiç dolduramazsınız. Biz direnenler o bardağı damla damla doldurmaya çalışıyoruz ve o bardağın dolacağını biliyoruz. Buna inandığım için direniyorum.
Savunma: İhraçlar ve açığa alınmalarla ilgili KESK’in ve EĞİTİM- SEN’in tavrını nasıl yorumluyorsunuz? İhraçlardan da önce iktidarın, faşizmin sürekli hem halka hem de kamu emekçilerine karşı ciddi saldırıları vardı. 2010’lardan sonra da sürekli kamu emekçilerinin iş güvencesinden söz ederek aslında nabız yokladılar. En ilerici, en devrimci sendikaların ne tepki vereceğini ölçtüler. Bunun karşısında sendikaların hiçbir tepki vermeyişi onları daha da güçlendirdi. Daha sonra ise OHAL’in ilanı ile birlikte tüm halka yönelik ciddi saldırılar arttı ve KHK’larla birlikte kamu emekçilere direk dokunan işten çıkarmalar, ihraçlar başladı. Bunun karşısında da yine sendikalar hiçbir şey yapmadılar. Genel olarak KESK’e hâkim anlayışların, KESK’teki tüm üyeleri kastetmiyoruz KESK’in beslendiği ideolojiyi taşıyan yönetimi kastediyoruz, faşizmin saldırıları karşısında hiçbir tavır almamaları kamu emekçilerini hayal kırıklığına uğratmıştır ve binlerce üyesi istifa etmiştir. Bugün KESK bu sayıyı açıklayamıyor. Çünkü bu açıklama, istifa sayısını daha da arttıracaktır. Kendi üyelerine ses vermeyen bir sendika devrimci sendika olamaz. Sendikalar gayet idealist bir anlayışla, bir gün
hukukun işleyeceğini ve işlerimize geri döneceğimizi söylüyorlar. Ancak dayandırdıkları somut bir şey olmadığı gibi neye göre geri döneceğimizi açıklayamıyorlar. KESK yönetiminin bu anlayışı ister istemez diğer üyelerini de besliyor. Tehlikeli olan da budur. Biz de kamu emekçilerinin, KESK’e yerleşmiş anlayışlar yüzünden daha fazla aldatılmalarına izin vermeyeceğiz diyoruz. Direnişin yolunu açacağız. Ankara’da bunu başardık. KESK yönetiminde olan 330’dan fazla kişi ihraç edildi. Bu yönetimdekiler bile Ankara’daki arkadaşlarımız gibi bir direniş ortaya koyamadılar. Biz ihraç edildikten sonra tüm ihraçların dilinde şu vardı; ‘’ Ankara’daki direniş önümüzü açtı. Bize direniş yolunu göstermiş oldu. Sendikamızın, KESK’in yapamadığını onlar yaptı. Sendikamız sadece üyelerinden aidat alıp ihraç olduklarında hukuki destek sağlayan bir kurum mudur?’’ Katıldığım toplantılarda üyelerden gelen bu eleştirilere şahit oldum. Herkese ayan beyandır; KESK ve EĞİTİM-SEN kamu emekçilerine öncülük edemedi ve etmemekte de kararlıdır.
Savunma: 46 gündür direniyorsunuz. Halkın direnişinize yaklaşımı nasıl oluyor? Halk önce ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Durup bekleyenler kesinlikle direnişe hak verenlerdir.46 gündür en fazla 6 kişinin sevimsiz bir bakışıyla karşılaştım. O da pankartta yazılan ‘’AKP Faşizmi’’ ibaresinden kaynaklı bir önyargıdan oluşmuştur. Anlamadan, dinlemeden geçenler oldu. Onun haricinde 46 gündür, 2 saatlik oturma eylemimde olumsuz hiçbir tepkiyle karşılaşmadım. Hatta şöyle düşündüm bütün halk bizden yana, AKP’li olanlar kimler? Direnişimden dolayı beni tebrik edenler, cesaretimi kutlayanlar oluyor. Emekçi olduğumu öğrendiklerinde nasıl destek olabileceklerini soruyorlar. Gerçekten de her direnişte halka âşık oluyorum. Halkın yapabileceklerinin yanında bizimki çok küçük kalıyor. Teker teker gelseler de her birinin o küçük katkısı direnişleri bu aşamaya getiriyor. Ankara’da da olduğu gibi binler, yüzbinler sahiplenebiliyor. Bu halka duyduğumuz güvenin, soyutun somuta dökülmüş halini yansıtıyor. Halkın desteği olumlu ve biz buna güvenerek burada direniyoruz. Biliyoruz tutuklansak bile, halkın yüreğinde yerimiz olacak bu nedenle de sırtımız yere gelmez diyorum.
" Alevilerde Halk Mahkemeleri " Av. İsmail Metin tarafından kaleme alınmış olup, 1992 yılında basılan, 3 ciltlik kitaptır. Temel olarak, Alevi-Bektaşi geleneğindeki halk mahkemeleri, "görgü", anlatılmıştır. Alevi halkı niçin halk mahkemelerine ihtiyaç duymuştur? Öncelikle, Alevi halkının şeriatın içsel niteliklerini kabul etmemeleri, şeriatın getirmiş olduğu hukuki sistemlerde özellikle cinsler arasındaki eşitsizlik böyle bir ihtiyacı tetiklemiştir. Bu durumun asıl nedeni, Alevi halkının kadına vermiş olduğu değerde yatmaktadır. Alevilikte kadın, yücelen bir varlıktır;t opraktır, yurttur, anadır. Kutsallığı bu düzeydedir. Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde Hakkın yarattığı her şey yerli yerinde Bizim nazarımızda kadın erkek fark yok Noksanlık eksiklik senin görüşünde Hacı Bektaş Veli Halk mahkemelerinin doğuşunun ve halk arasında yaşamasının bir diğer nedeni de; kadıların kişiliği ve kararlarında taraflı davranmasıdır. Kadılar, koyu Sünni İslam tutucuları ve tarafsız bir yargıçtan çok, koyu bir şeriat taraftarıdırlar. İslam hukukuna göre yargılama yapıp, başka fikirlere yaşam hakkı tanımazlardı. Marksist bir bakış açısından, hukuku egemen sınıfın tahakküm silahı olarak düşündüğümüzde, bu durumu yadsımamak gerekir. Alevi halkı da, dönemin kadılarını Osmanlı hukuku ve yargılaması ile daha doğrusu adaletsizliklerle özdeştirmişlerdir. Aslında halk mahkemelerinin kurulması için pek çok neden vardı; Osmanlı devletinde uygulanan İslam hukukunun, hukuki değer açısından çok ilkel olması, Alevilerin Osmanlı devletini kendi devletleri kabul etmemeleri, Alevilerin Osmanlı mahkemelerinden dışlanması, Aleviliğin Osmanlı devletince yasaklanması gibi pek çok neden sayabiliriz lakin temel neden Alevilerin yaşam anlayışı ve hukuk anlayışı ile İslam hukuk anlayışının uyuşmamasıdır. Aleviler bu nedenlerden ötürü politik bir tutum olarak,egemen sınıfın tahakküm silahına boyun eğmeyerek kendi halk mahkemelerini inşa etme gereksinimi duymuşlardır. Türk mahkemelerinde yargıçlık kurumu, hem mahkeme başkanı hem de karar veren mercidir. Halk mahkemelerinde ise yargıçlık kurumu çok farklıdır. Halk mahkemelerinde,mahkeme başkanı dededir.Yargıç ise kesinlikle halktır, toplumdur. Bu yetkinin başkası tarafından kullanılması düşünülemez. Dede mahkeme başkanı sıfatı ile mahkemelerin düzenli işleyişini sağlar. Söz hakkı verir, müdahele eder, gerekirse toplumdaki diğer bireyler gibi sorular sorar. Yargılama aşamasında, orada
bulunan toplum etkilenmesin diye genellikle fikrini beyan etmez. Yani mahkeme başkanı sıfatı ile görevi, yargılamada karar vermek değil mahkemenin işleyişini sağlamaktır. Savcılık makamında ise, halk mahkemesine gelmeden çözülebilecek olaylarda, "rehber" denilen kişi bu görevi yerine getirir. Rehber, köyde ne olup bittiğini tüm ayrıntılarıyla dedeye anlatır. Bu şekilde çözülemeyecek olaylarda ise halk mahkemeleri kurulur ve buradaki savcılık makamını da halk yürütür. Dede yargılamada , "Oturan, duran, duran, oturan, boynuna" der. Burada herkesten sanık hakkında davacı olmasını ister. Herkesin savcılık görevini yerine getirmesini ister. Avukatlık kurumuna geldiğimizde ise aslında halk mahkemelerinde teklik kavramı yoktur. Genelde, herkes her işi yapabilir. Bundan dolayı avukatlık mesleği de, bazı kişilerin üzerine bırakılmaz. Orada bulunan herkes, yargılanan veya suçlanan kişinin lehine veya aleyhine savunma yapabilir. Yani avukatlık makamı da halk tarafından üstlenilir. Halk mahkemelerinin yargılama salonları, yeri önemli değildir. Burası bir dergah veya ev olabilir. Her şartta yargılama yapılır. Saklanılmasında, gizlenilmesinde yarar bulunan hallerde ahırlarda dahi yapılmıştır. Devlet o köydeki yargılamayı haber alsa dahi ilk önce evleri basacağında böyle bir strateji geliştirilmiştir. Halk mahkemelerinin içeriği açısından ise, kesinlikle şeriat uygulanmaz. Bu halk mahkemelerinin temel ilkesidir. Orada uygulanan kurallar doğrudan halkın vicdanı ve toplumsal değerler üzerine inşa edilmiştir. Cezalarınn belirlenmesi ve yargıçlık makamını bizzat halk tarafından yürütülür. Sanık, halk mahkemelerinde verilen yaptırıma uymak zorunda değildir. Cezaların uygulanmasının sanığın kendi istemine bağlı olması, bu karşın halk mahkemelerinin kararlarını uygulanmasını istenmemesi, o kişinin toplumdan çıkarılmasına neden olur. Toplumun, değerleri ve kendi yasaları vardır. Bu yasalara isteyen uyar istemeyen uymaz. Uyan toplumun içerisinde kalır, uymayan topluma karşı suç işlemiş olduğundan, toplum içerisinden çıkarılır. Halk mahkemelerinde suç kavramı; halka karşı işlenen, halkın geleneklerine aykırı, toplum düzenini bozan, halkın duygularını rencide eden davranışlardır. Bu yüzden bir hareket bir kişiye karşı işlenmiş olsa dahi,topluma karşı işlenmiş sayılır. Bir hareketin suç olabilmesi için, halkın düzenine karşı yapılmış olması gerekir. Halk mahkemelerinde cezalar, insaları çaresizlik içine itici nitelikte değildir. Cezalar öç almaktan çok, caydırma niteliğindedir. Bu da insanları çaresizlikten kurtarır. Örneğin İslam hukukunu ele alalım. Bir kişi hırsızlık yaptı diye eli kesilirse daha sonradan suçsuz olduğu açığa çıksa dahi artık geri dönüşü yoktur. Lakin Halk mahkemelerinde kişiyi tekrardan topluma kazandırma gayesi vardır. Cezaların niteliği çok önemlidir. Örneğin Alevilerde ihanete, ihbarcılığa, ispiyonculuğa ayrı bir gözle bakılır. Bir insan öldürülebilir, hırsızlık yapabilir ama ihanet edemez. Özellikle bir köyde yapılan mahkemeyi, bir dedenin veya Alevi örgütleyicisini ,Osmanlılara ispiyonlanması. Örneğin Hızır Paşa’nın ihaneti hala unutulmamış ve onun adı anıldığında lanet okunmaktadır. Halk mahkemelerinde ölüm cezası yoktur, en ağır ceza “sürekli düşkünlüktür", "yoldan düşme"dir. Düşkün ilan edilene selam verilmez, konuşulmaz, ihtiyacı giderilmez, evine gidilmez, hastasının hali sorulmaz, ekmeği yenmez, suyu içilmez kısacası artık toplumun bir parçası değildir. Buna rağmen istisna olarak cenazesi varsa, cenaze kaldırılır. Sürekli düşkünlük gerektiren suçlara örnek olarak; Adam öldürme, zina, müsahibin namusuna dolanma, talibi ile evlenmek, yoldan dönmek ve ihaneti sayabiliriz. İçerik açısından son olarak halk mahkemelerinde üst yargı kurumu incelenmiştir. Temyiz makamı Hacı Bektaş Dergahı'dır. Halk yerel mahkemenin vermiş olduğu karara karşı bu dergaha götürebilir. Burada daha deneyimli dedelerin başkanlık ettiği mahkeme kararı kesinleşir. Yazar kitapta açık bir batı hayranlığı yapmaktadır. İlk bölümlerde Avrupa hukuk sistemleri karşılaştırmasına yer vermiştir. Özellikle Alevilerdeki halk mahkemelerinin günümüzde uygulanmayış sebebini; cumhuriyet dönemiyle birlikte kurulan "laik"mahkemelere bağlamaktadır. Halbuki kitabında bahsettiği Alevilere karşı yapılan dışlama, katliamlar ve işkenceler cumhuriyet döneminden günümüze devam etmektedir. Günümüzde uygulanamayışının nedeni laik cumhuriyetin getirdiği sözde tarafsız mahkemeler değildir. Temel neden, emperyalizm ve işbirlikçi oligarşi tarafından yürütülen yozlaştırma politikalarıdır. Asimilasyon ve fasizm politikalarıdır. Alevi halkının, Kerbela’dan bugüne boyun eğmeme geleneği, korkuyu Kerbela'da bırakmaları ve dünden bugüne egemen siyasal otoriteyi tanımamaları düşmanlarına korku salmaktadır. Bu yüzden Alev'i halkının üzerinde bu tür politikalar uygulanmaktadır. Kitabın bu yanı dışında,bu alanda yazılmış en nitelikli ve kapsayıcı eserlerden biridir.