Adalet ve Özgürlük Sayı 12

Page 1

SAVUNMA Adalet ve Özgürlük İçin

21 Temmuz 2017 Sayı: 12

13 5.

Açlık Ordusu Yürüyor

Açlık ordusu yürüyor adımları gök gürültüsü türküleri ateşten bayrağında umut umutların umudu bayrağında.

Nuriye ve Semih açlık grevinin 76. gününde tutuklandığında direnişi bitirmek isteyen iktidarın çareyi direnişçileri hapsetmekte aradığını anlamıştık. Bu arayışın sonucudur ki direnişçiler Acun Karadağ, Esra Özakça, Mehmet Dersulu hakkında ev hapsi kararı verildi. Veli Saçılık haftanın her günü imza atması koşuluyla serbest bırakıldı. Bu kararların hukukla ilgisi olmadığını biliyor ve kanuni incelemesini yapmaya artık gerek duymuyoruz. Direnişçilerin önce serbest bırakılması ardından savcılık itirazıyla aynı mahkeme tarafından ev hapsi verilmesi talimat yargısının işleyişini açıklıyor. Aynı yargının içinde onurlu avukatlık yapmanın bedelsiz kalmayacağını havuz medyası tetikçileri direnişçilerin avukatı Selçuk Kozağaçlı’yı hedef göstererek tekrar hatırlattı. ELDH, İtalya Barolar Birliği bu hedef göstermeye karşı açıklamalar yayımlayarak TBB'nin gösteremediği dayanışmayı gösterdi. Ev hapsi tecrit hücrelerinde olmaktan daha katlanılır görünse de insanı kendisinin gardiyanı yapan,

GÜ N

evini hapishaneye çeviren bu cezayla iktidar direnişi çözemeyeceğini tekrar gördü.Yüksel direnişçileri elbette durmadı, Acun Karadağ evinin önünde öğlen ve akşam basın açıklamalarına devam ediyor. Yüksel'de basın açıklamaları işkencelere, gözaltılara karşı aralıksız devam ediyor. Nuriye, Semih, Esra açlık grevini sürdürüyor. Halka umut olan Yüksel direnişi artık halkın direnişidir. Bu nedenledir ki Mehmet Güvel 71 yaşıyla açlık grevine başlamıştır. Adem Kızılçay İzmir’den Yüksel’e ayakları su toplayana kadar yürümüştür. Yüksel’e girmesinden korkanlar onu da ev hapsiyle durdurmaya çalıştılar. İsmail Erdoğan açlık grevininin ellili günlerine ulaştı. Her cuma Kadıköy'de yüz-ler Nuriye ve Semih'in taleplerini haykırıyor. Bu insanların kendilerine dair hiçbir talepleri yok. Halk, OHAL zorbalığına başkaldıran direnişi sahipleniyor. ''Bu direniş senin için ey halk, baş eğme Haykır'' diyen sese kulak veriyor. Direniş gözaltılara, hapis cezalarına halkın sahiplenmesiyle cevap veriyor. Faşizm, bütün bir halkı teslim alamayacağını her gün Yüksel’de tekrar tekrar öğreniyor. Açlık ordusu yürüyor yürüyor ekmek sizleri ekmeğe doyurmak için hürriyetsizleri hürriyete doyurmak için açlık ordusu yürüyor yürüyor ayakları kan içinde.


İŞÇİ SINIFININ OHAL’İ “OHAL’i grev tehdidi olan yere müdahale etmek için kullanıyoruz.” Recep Tayyip Erdoğan, yabancı yatırımcılarla yaptığı toplantıda. “Biz hak aramak için açlık grevi yapan kardeşlerimiz Nuriye ve Semih için yürüdük. Baskı altındaki iş dünyası için yürüdük.” Kemal Kılıçdaroğlu, Maltepe’de Adalet Yürüyüşü konuşmasında.

emekçisi kanun hükmünde kararnamelerle işinden, ekmeğinden edildi. Yetti mi? Yetmedi. Kamu emekçileri işlerinden atıldıkları gibi cumhurbaşkanının “tavsiye ettiğinin” aksine, özel sektörde iş bulmaları da engellendi. Yurtdışına çıkışları yasaklandı, tam olarak açlığa mahkum edildi. Açlığa mahkum edilmeye açlıklarıyla karşılık veren Nuriye Gülmen, Semih Özakça tutuklandı. Yüzlerce kamu emekçisi gözaltına alındı, işkence gördü, sürekli olarak saldırıya uğradı.

15 Temmuz Darbe Girişimi ardından 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL’den beri kanun hükmünde kararname rejimiyle yönetiliyor. OHAL’in tüm ülkede faşizm uygulamalarına dayanak yapıldığı ve kışın araba lastiğine takılan zincire dahi karıştığı bir gerçek. Peki ülkenin içinde bulunduğu OHAL rejimi sınıfsız mıdır? Her sınıfa eşit mi uygulanmaktadır? İşçi sınıfına yöneltilmiş bir silah mıdır? Yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’nun dediği gibi hem Nuriye ve Semih hem de iş dünyası için adalet istenebilir mi?

Kaldı ki, açık faşizmin yasallaştırılması anlamına gelen OHAL, faşizmin bir türünden fazla bir şey değildir. Dimitrov’a göre faşizm finans kapitalin en gerici, en şoven ve en kanlı diktatörlüğüdür. Finans kapital, yani burjuvazinin açık diktatörlüğüdür. Bu sebeple faşizmi sınıfsızlaştırma çabası faşizme karşı bir cephe kurulmasını sağlamaz, faşizmi bulanıklaştırır, renksizleştirir ve bu sebeple faşizmin varlığı fark edilmez olur. Tam da bu yüzden hem Nuriye ve Semih için, hem de iş dünyası için yürümek adalet istemek değildir.

Uygulamaya bakalım. Kristal-İş Sendikası’nın 24 Mayıs’ta aldığı grev kararı Bakanlar Kurulu tarafından ertelendi. Sebebi ise “Milli bütünlüğü bozucu olması” olarak gösterildi. Mart ayında Akbank çalışanları grev kararı aldı. Ama OHAL müdahale görevini yerine getirerek bu grevin de ertelenmesine sebep gösterildi. Ocak ayında Birleşik Metal-İş grev kararı aldığında sonuç yine aynıydı. Fabrikaları durduran, patronları korkutan “Metal Fırtına” etkisi “Milli bütünlüğü bozuyor” idi. Örnekleri çoğaltmak mümkün, ancak “milli bütünlüğün” teminatı OHAL’in kimliği işte budur. Birlik ve beraberlik adı altında sınıf çatışmasını yok etmek, sönümlendirmek ya da muğlaklaştırmak.

Adalete aç olan Nuriye ve Semih’tir, onları işten atanlar değil. Adalete aç olan grevleri ertelenen, hak taleplerinin önüne polis barikatları yığılan işçilerdir, onların patronları burjuvazi değil. Adalete aç olan tacize karşı çıktığı için işinden etilen kadın işçi Dilek Gültekin’dir, onu bu sebeple işten atan emperyalist tekeller değil. Bu sebeple gerçekten adalet isteyen ve OHAL’e karşı çıkan herkesin safı emekçilerin, işçi sınfının yanı, burjuvazinin, patronların, sömürücü asalakların tam karşısı olmalıdır.

OHAL saldırıları grev ertelemeyle mi sınırlı kaldı? Hayır. OHAL’in belki de hedef aldığı en büyük düşman kamu emekçileri oldu. Geri kalan 1 seneden 100 bine yakın kamu

Tam da bu sebeple sınıf bilinci ve sınıf perspektifi olmadan ne OHAL rejimine, ne hukuksuzluğa ne de adaletsizliğe karşı müdahale edilemez. Kısmı karşı çıkışlar olsa ve bunun için devasa eylemler, gösteriler yapılsa dahi temel olarak ve sonuna kadar giden bir mücadele yaşanması mümkün değildir. OHAL’e ve adalet mücadelesine bakış açımız da her konuda olduğu gibi sınıf çelişkisini bir an bile gözden kaçırmadan olmalıdır.


G-20 (Yirmiler Grubu)’nin resmen ilan edilişi 25 Eylül 1999 (Aynı zaman da G-8 toplantısının olduğu tarih) tarihinde gerçekleşmiştir. G-20 ilk başta çeşitli bakanlıklar düzeyinde toplantı düzenlemiş Kasım 2008’den itibaren G-8 de olduğu gibi yılın belirli zamanlarında devlet başkanlığı düzeyinde toplanmaya başlamışlardır. G-20, G-8’in yalnızca en gelişmiş ekonomilerin temsilcilerinden oluşmasına yönelik yükselen piyasaların ve gelişme yolundaki ekonomilerin tepkisinden kaynaklanarak kurulmuştur. G-20 toplantılarında alınan kararlar küresel sistemin onda dokuzunu oluşturan ülkelerce alınmış sayıldığı için sisteme yön verici nitelik taşır. Dolayısıyla bu kararlar ülkelerin izleyeceği ekonomi politikası açısından yön gösterici olur. G-20 ülkelerini Almanya, ABD, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye ve AB Komisyonu oluşturuyor. • G20'ye üye 19 ülkenin hepsinin milli geliri dünyada ilk 31'de yer alıyor. • G20 ülkeleri dünya ekonomisinin yüzde 85'ini oluştururken, dünya ticaretinin yüzde 80'ini gerçekleştiriyor. • G20 ülkelerinin nüfusu ise dünya nüfusunun üçte ikisine denk geliyor.G20 toplantılarında, uluslararası finansal istikrarın arttırılmasına ilişkin görüşme ve çalışmalar yapılıyor. G-20 toplantıların öncesinde IMF, dünyanın genel ekonomik görünümü hakkında görüş ve tavsiyelerinin olduğu bir rapor yayımlar. Katılımcılara sunulan rapordan özetle şu şekildedir: Rapora göre; • Küresel ekonomi “olumlu” bir hava yakaladı fakat pek çok gelişmiş ülkede yaşanan talep eksikliği sorunu devam etmekte ve hedeflenenin altında çekirdek enflasyon mücadelesi sürerken FED’in faiz artışlarının devam edecek olması büyüme tahminlerinin düşük kalmasına yol açmaktadır. Uluslararası finansal koşullar, ABD’nin faiz artırım süreci nedeniyle daha da sıkılaşabilir. Fakat genel görünümün gerçekleşebilecek politikalara göre kolayca değişebilme riski vardır. • Küresel ekonomik entegrasyonun ve teknolojik yeniliklerin, özellikle gelişmiş ülkelerdeki istihdam ve gelir dağılımı üzerindeki ihmal edilen, olumsuz etkilerinin artabilme riski bulunmaktadır. • Finansal koşulların sert bir şekilde sıkılaştırılması, gelişmekte olan piyasalardan daha fazla sermaye çıkışını tetikleyebilir. Aynı zamanda gelişmiş ülkelerde devam eden mali istikrar endişeleri sürekli hale gelip, jeopolitik sorunlara yol açabilir. • Gelişmiş ekonomiler ve emtia ihracatçıları için uzun vadeli beklentiler belirsizliğini korumaktadır. Pek çok ekonomide yüksek kurumsal borç yatırımları engellemekte ve takibe düşen kredi miktarının yüksek oranlarda olmasıyla, zayıf banka karlılığı kredi arzını sınırlamaktadır. Bu durum da gelişmiş ekonomilerde büyümenin önüne bir engel oluşturmaktadır. Raporu özetlersek her ülkeye yatırım yapması için finansal destek sağlamayı, kar payını adil şekilde paylaşmayı, uluslararası işbirliğini ve birlikte çalışmayı önermektedir. Gel gör ki durum hiç de böyle olmamıştır. Afrika ile Avrupa arasındaki açlık sınırı farkından bile bu anlaşılmaktadır. G-20 zirvesine karşı her yıl protestolar yapılır. Bu yıl Hamburg’da yapılan protestolar oldukça ilginç ve dikkat çekiciydi. Zombi

kostümlü eylemden yürüyüşlere söylenen şarkılardan basın açıklamalarına, aralıksız çatışmalara kadar birçok olay yaşandı. Alman polisi eylemcilere karşı yoğun gaz, tazyikli su ve plastik mermi kullandı. Toplantı sürerken dışarıda eylemciler ve polis arasında sürekli çatışma yaşandı. Çatışmalar saatlerce sürdü. Protestoya büyük bir halk kitlesi katılmıştı.Alman haberlerine göre protestolara kapitalist ve küreselleşme karşıtı 100 bin kişinin katıldığı söyleniyor. Bu protestoların nedenini şu cümleden bile anlayabiliriz. Dünya ekonomisinin yüzde 85’ini dünya ticaretinin yüzde 80’nini oluşturuyorlar.Konuşulan konular çok şirin ve masum gösteriliyor. Aslında tartışılan şudur; Daha fazla nasıl sömürebiliriz? Halkın direnme potansiyeli nasıl kırabiliriz? Emperyalistlerin başı çektiği G20 zirvesi salyalarını akıtarak bir şeylerden pay koparma, daha fazla kar etme, daha fazla sömürme amacını gütmektedir. Şu asla unutulmamalıdır ki emperyalistler sadece tekel için sömürür ve onların imparorluğunu sürdürür. Sınıfsal olarak ezen taraftadır. Bu nedenle işçiyi ezer, öğrenciyi ezer, esnafı ezer, memuru ezer kısacası tüm halkı ezer. Sermaye, kar olmadığı zaman ya da az kar edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kar olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde 10 kar ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20 iştahını kabartır, yüzde 50 küstahlaştırır, yüzde 100 bütün insansal yasaları ayaklar altına alır, yüzde 300 kar ile sahibini astırma olasılığı bile olsa, işleyemeyeceği cinayet, atılamayacağı tehlike yoktur. Eğer kargaşalık ile kavga kar getirecek olsa bunları rahatça dürtükler. Kaçakçılık ile köle ticareti, bütün burada söylenenleri doğrular. (T.J. Dunning 1.c.s 35,36.) Kapital cilt 1. Emperyalizm veba gibi tüm dünyanın başına çökmüş durumda. Daha fazla kar için işbirlikçileri eliyle emekçileri, devrimcileri kısacası halkı tutukladı. Milyonlarca insanı savaşlarda, fabrikalarda katletti, kadın, çocuk demeden. Diri diri yaktı, gömdü, kemiklerini bile vermedi. Yaptığı zulmün halkın unutmayacağını çok iyi bilir emperyalistler. Sürekli baskı altında tutar, izler, tehdit eder, korkutur. Ben seni katledebilirim, tüm aileni yok edebilirim, aç bırakırım, özgürlüğünü alırım sakın ha direneyim deme. Halka yöneltilen açık tehditler halkı korkutmuştur, geri çekmiştir. Ama bilinmelidir ki “Derya dediğin uyur uyur uyanır”. Kendi kendini yiyip bitiren bu sistem eninde sonunda yerle bir olacaktır. Emperyalizm insanların yatak odalarına kadar girmiştir. Özgürlük, mahremiyet sözünü sakız eden emperyalistler halkın gözünü boyamaktan başka bir şey yapmamaktadır. Giyimine, kuşamına, işine, maaşına, yediği yemeğe, okuduğu kitaba, seyahatine, insan ilişkilerine kadar her şey müdahale etmekte ve insanların kendi belirlediği sınırlar dışarısına çıkmasına izin vermemektedir. Bencillik, kıskançlık duygularını aşılamakta ve insan değerini, onurunu hiçe saymaktadır. Dünya halkları kendi gelenekleri, kültürleri, dilleriyle hep var olmaya daha da önemlisi direnişleriyle tarihe adını yazdırmaya devam edecek ve emperyalizm elbet yenilecektir.


Film : Haysiyet Kolonisi

Film Pinochet’in darbe yapmasından sonraki ülke durumunu bir kadın ve bir erkek çiftin gözünden anlatıyor. Lena yurtdışında uçuşlara giden bir hostestir. Daniel de Şili de bir solcu grubun üyesidir. Lena ve Daniel, Şili Askeri Kupası sırasında tanışan bir çifttir. Lena ve Daniel bir evde kaldıkları sırada, gece sokakları askerlerin doldurmasıyla uyanır. İkisi de uyandıktan sonra sokağa iner, askerlerin işkence yapmalarını fotoğraflayan Daniel, askerlerin onu görmesi üzerine iki çift de toplama kampına götürülür. Orada Daniel’e herhangi bir yargılama yapılmadan, Pinochet’in gizli polis örgütü tarafından kaçırılır. Lena, onu ülkenin güneyinde bulunan Dignidad Kolonisi adındaki bölgeye kadar takip eder. Lena, Daniel’i bulabilmek için bu koloniye katılmaya kararı verir. Koloniye rahibe olarak girip koloni içinde Daniel’i bulabilmek için günlerce gizli bir şekilde bilgi toplamaya başlar… . Şili'de, 11 Eylül 1973'te ABD destekli bir askeri darbe gerçekleşmiş. Augusto Pinochet, ordunun başına geçtikten yalnızca 17 gün sonra Salvador Allende yönetimini devirmişti. (Ülkenin karışık durumundan yararlanan Pinochet'in, CIA destekli darbesi Batılı devletlerde serbest seçimlerle iktidara gelen Marksist bir devlet başkanına yapılan tek antikomünist darbe olarak bilinir.) Daha sonra Pinochet diktasında Colonia Dignidad adında dış dünyaya kapalı bir komün kuruldu. Başkent Santiago'nun yaklaşık 500 km güneyinde, 13 bin hektarlık alanı kaplayan bu yerleşimde kurulan komünün başında eski bir Nazi subayı ve rahip olan Paul Schäfer vardı . Ülkesi Almanya'da çocukları taciz ettiği yönündeki suçlamaların ardından, Şili'ye kaçan biriydi. Paul Schäfer'in, Pinochet'nin askeri rejimiyle yakın ilişkileri vardı ve bu sayede Colonia Dignidad'da adeta 'devlet içinde devlet' kurdu, burada kafasına estiği gibi davranmakta özgürdü.Bu komünün bulunduğu mekan, aynı zamanda DINA(Şili İstihbarat Teşkilatı) tarafından bir işkence ve kimyasal silah geliştirme merkezi olarak kullanılan bir yerdi. Askeri darbeyle

birlikte eski Nazi askerleri, zamanında kullandıkları işkence yöntemlerini Pinochet'ye aktardılar.Bu mekanda, komünün başındaki Paul Schäfer, "Tanrı'nın adamıyım." diyerek kendine bir cemaat oluşturdu. Lutheryan bir anlayışa sahipti ve çok geçmeden dini kullanarak belli bir grubu kendine bağladı. Bu cemaat genelde elitlerden oluşuyordu. Schäfer'in, komünizmle mücadeleye aktif destek vermesi de ilgi çekmesinde önemli rol oynamıştı. Cemaati kurma iznini de bu sayede almıştı.Paul Schäfer, ülkesi Almanya'da da suçlandığı şeyi Şili'de de yapmıştı: Din adı altında kendine bağladığı, aralarında çocukların da bulunduğu insanları taciz etmişti. Olay artık farklı bir boyuttaydı, cemaatini istediği gibi kullanıyordu. Film nefesleri kesen ve akıcı bir filmdi. Sabrın, gizli bilgi toplamanın ve sevdiği uğruna herşeye katlanan bir kadının çabalarını hissettieci bir şekilde anlatmaktadır. Aynı zamanda tarihi bir olayın gerçeklerini gözler önüne sermektedir. Tüm takipçilerimizin izlemesini tavsiye ediyorum…

İSTANBUL  BAROSUNDA AÇLIK  GREVİ Devrimci avukatlar ve destekçileri İstanbul Barosu’nda “Nuriye ve Semih’in talepleri haklı ve meşrudur. Kabul edilsin!” şiarıyla 1 haftalık açlık grevi gerçekleştirdi. İstanbul Barosu’nun Şişhane’deki merkezinde gerçekleştirilen açlık grevine baro yönetiminin tavrı damga vurdu. Açlık grevi için baroya gelen avukatlara “Burada açlık grevi yapamazsınız” diyen ve hatta kendi internet sitesinden açıklama yaparak kendi barosuna kayıtlı meslektaşlarına “Avukat kimlikleri sebebiyle baroya girebilen şahıslar” şeklinde hedef gösteren baro yönetimi, avukatların kararlı duruşu sonrası geri adım attı. Hukukçu olsun olmasın birçok destekçinin gerek ziyaretle, gerek destek açlık grevi yaparak katıldığı eylem 1 haftalık programın ardından iradi olarak sonlandırıldı. Daha önce de hapishanelerdeki direnişçiler için açlık grevi yapan Behiç Aşçı ve avukat Zehra Özdemir’in eylemi basında da yer buldu. Avukatlar Nuriye ve Semih için bundan sonra da ne gerekirse yapacaklarını söylerken, İstanbul Barosu’nun ne demokrasiden ne de mesleki dayanışmadan nasibini almamış tavrı ise bir kez daha teşhir edilmiş oldu.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.