1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi 21. Sayı

Page 1

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL Yrd. Doç. Dr. Lokman Erdemir VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI Rinaldo Marmara - Bülent Günal MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI




İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

SAYI 21 / 2015 BU BİR SÜRELİ YAYINDIR PARA İLE SATILMAZ

YÖNETİM İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Adına Sahibi

Ahmet SELAMET

Genel Yayın Yönetmeni

Nevzat KÜTÜK

Yayın Danışma Kurulu

Prof. Dr. Halil İNALCIK, Prof. Dr. Semavi EYİCE, Prof. Dr. İlber ORTAYLI, Prof. Dr. İskender PALA, Ahmet Faruk YANARDAĞ, Doç. Dr. Haluk DURSUN, Şevket DEDELİOĞLU Yayın Koordinatörü

Fatih YAVAŞ YAYIN

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü

Nurten ŞAFAK TOPCU Editör

Betül EREN Yayın Kurulu

Müjdat ULUÇAM, Salih DOĞAN, Fatih DALGALI, Betül EREN, Esra ERKAL, Ömer OSMANOĞLU, Metin ÖZTÜRK, Hüseyin SORGUN, M. Lütfi ŞEN, Nurten ŞAFAK TOPCU, Altay ÜNALTAY, Ferudun AY, Gülsüm SEZGİN, Cihat ARINÇ Sanat Yönetmeni

Aydın SÜLEYMANZADE Grafik Tasarım

Feyza ERYÜKSEL Fotoğraflar

Fatih DALGALI, Necmettin ÖZÇELİK Arşivi, Özgür SANAL Arşivi Kapak Görseli

“Fransız zırhlısı Bouvet‘in Osmanlı Bataryası tarafından sûret-i garkı“ Necmettin ÖZÇELİK Arşivi Reklam Koordinatörü

Mustafa YALMAN

Rezervasyon / 0212 467 07 00 - 1469 (Dahili) İletişim iletisim@kultursanat.org

YAPIM KÜLTÜR A.Ş. Baskı - Cilt

Seçil Ofset (2126290615) Renk Ayrımı / CTP

Seçil Ofset

Dergide yayımlanan yazı, fotoğraf, çizim ve planlardan yasal olarak eser sahipleri sorumludur. Yazılardan kaynak belirterek tam veya özet alıntı yapılabilir. Fotoğraflar izinsiz kullanılamaz.

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR A.Ş. YAYINLARI İstanbul Kültür ve Sanat Ürünleri Tic. A.Ş. Maltepe Mahallesi Topkapı Kültür Parkı Osmanlı Evleri 34010 Topkapı - Zeytinburnu / İSTANBUL


İÇİNDEKİLER

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI Mustafa NOYAN

Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR 72

10

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN…

Dr. S. Murad HATİP

Söyleşen ve Fotoğraflayan Fatih DALGALI 78

20

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? Soner DEMİRSOY

88

28

ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI

Ömer Faruk ŞERİFOĞLU

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ebru AFAT

Dr. Rinaldo MARMARA, Bülent GÜNAL 96

36

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR

İrfan DAĞDELEN

2

42

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE Fatih DALGALI

Ahmet YURTTAKAL

0

50

11

Söyleşen ve Fotoğraflayan

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU

BU MEKTUP ÇANAKKALE GEÇİLMEZİ ANLATIR!

10

Doç. Dr. Ferhat ASLAN

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR

Sertaç DALGALIDERE

6

58

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ

11

İlknur BEKTAŞ

İSTANBUL MEKÂN Panorama Zafer Müzesi

Dr. Nuri GÜÇTEKİN 4 12

62

BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR!

AJANDA

Ahmet APAYDIN 6 12

68



TAKDİM

Dünya, tarih boyunca çok sayıda kanlı savaşlara sahne olmuştur. Bu savaşların en büyükleri arasında sayabileceğimiz Birinci Dünya Savaşı, açılan 4 ana (Kafkasya, Çanakkale, Irak, Filistin), 4 tâli (Galiçya, Selanik, Libya, Arabistan) cepheyle Osmanlı Devleti’nin topraklarında cereyan etmiştir. Çanakkale cephesi, İstanbul’a yani imparatorluk başkentine yakın olması dolayısıyla diğer cephelerden farklılık arz etmektedir. Bu cephenin kaybedilmesi, İstanbul’un da kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Bu çerçevede, Çanakkale Savaşı’nın bizler için dünya tarihi açısından öneminin ötesinde; bir varoluş mücadelesi olarak hayati bir yere sahip olduğunun altını çizmek gerekir. 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi, 2015 yılının Çanakkale Savaşları’nın 100. yıldönümü olması sebebiyle bu sayısını Çanakkale’ye ayırdı. Konuyu tarihi yönüyle olduğu kadar kültürel yönüyle de ele alan makaleler derginin sayfalarında sizleri bekliyor. Hem geleceğe daha sağlam adımlar atma amacıyla hafızalarımızı tazelemek, hem karşılıksız fedakârlıklar neticesinde bize bu vatanı emanet bırakan ecdadımıza minnet borcumuzu bir nebze de olsun ödeyebilmek, hem de 100 yıl sonrasından bir bakış açısıyla bugüne kadar fark edemediğimiz, önemini yeterince kavrayamadığımız noktaları tespit ve idrak gayretiyle sizleri Çanakkale sayısıyla baş başa bırakıyorum. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, Çanakkale’de kahramanca çarpışarak şehit düşen, gazi olan, cephe önünde ve arkasında emek veren tüm kahramanlarımızı rahmet ve vefayla yâd ediyorum. Derginin bu sayısını Çanakkale Savaşı’na ayıran, yayında emeği geçen mesai arkadaşlarıma ve makaleleriyle katkıda bulunan tüm yazarlara teşekkürü bir borç bilirim.



SUNUŞ 2015 yılının Çanakkale Savaşları’nın 100. yılı olması, 1453 İstanbul Kültür ve Sanat Dergisi olarak Çanakkale’yi yeniden hatırlamak ve gündeme taşımak için bir vesile oldu. Birinci Dünya Savaşı dâhilinde, Osmanlı İmparatorluğu sınırlarında açılan toplam 8 cepheden biri olan Çanakkale cephesini diğerlerinden önemli kılan; Çanakkale Boğazı’nın iki kıtayı birleştirmesi ve coğrafi konum olarak Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a yakınlığıdır. Bu minvalde, Lokman Erdemir’in kaleme aldığı “Çanakkale Boğazı’nda İlk Bombardımanlar ve İstanbul” başlıklı yazının dikkatle okunmasını önemsiyoruz. Çanakkale’den bahsederken, savaş esnasında cereyan eden deniz muharebelerinin ehemmiyetine binaen dosyayı hazırlarken S. Murad Hatip’in “Çanakkale Deniz Savaşları” ve bu muharebelerde görev yapan denizaltılarla ilgili Soner Demirsoy’un “Çanakkale Geçildi Mi?” makalelerine özellikle yer verdiğimizi belirtmek isteriz. Rinaldo Marmara ve Bülent Günal’ın Vatikan Arşivleri’nden faydalanarak ortaya çıkarttığı Frank Coffee vak’asını ele alan, Osmanlı’nın savaş esnasında bile insani değerlere olan hassasiyetini ortaya koyan makalesi, Mustafa Noyan’ın Çanakkale’de görev yapmış İstanbullu vapurları konu edinen yazısı ile Nuri Güçtekin’in “Çanakkale Savaşı’nın İstanbul’daki Eğitim Kurumlarına Etkisi” makalesi de bu sayının ilgi çekici başlıkları arasında yer alıyor. Yazdığı Çanakkale Mahşeri kitabı pek çok Çanakkale araştırmasının yapılmasına ve Çanakkale hakkında yazılan kitapların sayısındaki artışa vesile olan Mehmet Niyazi ile yaptığı röportaj ve Seyit Onbaşı’nın köyünün bulunduğu Havran’a gidip Koca Seyit’in cepheden dönmesinden vefatına kadar olan hayatına şahitlik etmiş köylülerle görüşüp dergimiz için özel bir dosya hazırlayan Fatih Dalgalı’ya teşekkür ederiz.

Birinci Dünya Savaşı ve Ferhat Aslan’ın hazırladığı Çanakkale Savaşları, Kolektif Hafıza ve Memoratlar yazıları da, Çanakkale Savaşları’nın resim, sinema ve edebiyat özelinde kültür ve sanat alanına yansımalarını göstermektedir. Nadir Eserler uzmanı İrfan Dağdelen’in sekiz haritayı incelediği “Çanakkale Savaş Haritaları” başlıklı yazısı; araştırmacı İlknur Bektaş’ın kaleme aldığı “Çanakkale Savaşı’nın Gizli Kahramanı Türk Kadınıdır” makalesi; gazeteci Ziyad Ebüzziya’nın gün ışığına çıkarıp yayınladığı Mehmet Muzaffer isimli öğrencinin tâbi olduğu taburun ihtiyaçlarını karşılamak için hazırladığı paranın hikâyesini yeniden kaleme alan Ahmet Apaydın’ın “Bedeli Çanakkale’de Ödenecektir!” yazısını da okurlarımızın dikkatine sunuyoruz. Son olarak; Sertaç Dalgalıdere’nin satırlara döktüğü, savaşın akıbetini büyük ölçüde etkileyen ve savaş raporu olarak bilinen Keith Murdoch’ın Gelibolu mektupları ve Ahmet Yurttakal’ın yayına hazırladığı “Çanakkale Şehidi Üsteğmen Zahit Efendi’nin Son Mektubu” iki tarihi vesika olarak dergimizin sayfalarında yerlerini aldı. Ayrıca, görsel arşivlerini cömertçe istifademize sunan Necmettin Özçelik’e, Özgür Sanal’a ve Atatürk Kitaplığı yetkililerine şükran borçluyuz. Yeni yılın bu ilk sayısında sizleri dergimizin sayfalarıyla baş başa bırakmadan önce İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale mahşerini en derinden hissettiren Çanakkale Şehitlerine şiirinden dizelerle canı bahasına bugün üzerinde yaşadığımız topraklar için cephede kahramanca çarpışan, cephe gerisinde varıyla yoğuyla destek veren, elleri karıncalanana kadar dua dua yakaran ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyoruz.

Çanakkale Savaşı’nın ressamı Bahriyeli İsmail Hakkı Bey ve Çanakkale resimlerini ele alan Ömer Faruk Şerifoğlu’na ait yazı, Ebru Afat tarafından kaleme alınan Avustralya Sinemasından Yansıyan Kültür A.Ş.

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? ‘Gömelim gel seni tarihe’ desem, sığmazsın.





ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR

VE İSTANBUL

Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi

Çanakkale’deki bombardımanlar özellikle başkent İstanbul’da halk ve devlet ricalinde heyecana sebep olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisi Hanry Morgenthau bu konuyu “Sadece halkı değil, resmî sınıfları da saran korku ve paniğin emareleri her tarafta belli oluyordu.” ifadeleri ile biraz da abartılı olarak hatıralarına alır. Elçi ayrıca Türk yetkililerin başkentin önemli yerlerini müttefiklere terk etmektense tahrip etmeyi planladıklarını da eklemektedir. Morgenhau, hemen hemen herkesin donanmanın Boğaz’ı geçeceğine inandığını, bu fikre karşı yegâne direnen kimsenin Enver Paşa olduğunu belirtmektedir.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR

Dünyanın şüphesiz en önemli şehirlerinden biri İstanbul’dur. Üç kıtanın ortasında stratejik öneme sahip İstanbul çağlar boyu birçok kavmin hedefi olduğu gibi 20. yüzyılın en kanlı hadiselerinden biri olan I. Dünya Harbi’nde İtilaf devletlerinin de hedefidir. İtilaf devletlerinin aralarında yapılan tüm anlaşmaların odak noktasında bu şehir vardır. Çanakkale Cephesi’nin açılışı, İngiltere ve müttefikleri için bir günde verilmiş karar olmadığı gibi tek sebebe de dayanmamaktadır. İngiltere’nin kendi güvenliği çerçevesinde İstanbul’a1 Rusya’dan önce hâkim olma düşüncesi cephenin acelece açılmasında önemli bir etkendir.2 Çanakkale’ye seferin bu zahiri sebepleri yanında savaşa katılanların yüklediği başka anlamlar da vardır. Karşılıklı siperlerin birkaç metreye kadar indiği, ölümün hayat kadar sıradanlaştığı zaman ve mekânda savaşa katılanların gaye-i hayalleri başkadır: Amerikalı bir yüzbaşının notlarında bu

sefer “Türkler gibi medeniyet sahibi olmayan bir milletin elinde bulunan Avrupa’nın bu son kalesi…” yani İstanbul ele geçirmek için yapılmaktadır.3 Ian Hamilton’un günlüğünde de bu gaye-i hayali, İstanbul’un ele geçirme arzusunu görmekteyiz: “Ümitlerimiz çok, çok artmıştı. Kurtarılacak Kudüs mü, yoksa Constantinople mu idi? Ne farkı vardı? Askerin başarısının sınırı yoktur. Seyredenler, heyecan ve coşkunluk içindeydiler. Sonunda şapkalar çıkartıldı ve yüreklere kahramanlık duygularıyla taşan bu insanlar haykırdılar…” 4

19-25 Şubat 1915 Bombardımanları İstanbul’a Rusya’dan önce hâkim olabilme fırsatını İngiltere’ye 1914 yılı ekim ayı sonunda yaşanan hadiseler verecektir. 29 Ekim 1914’te Ka-

Tren istasyonunda cepheye nakledilmekte olan askerlerden bir grup.

12

radeniz’de Rus limanlarının bombalanmasından sonra 3 Kasım 1914’de Boğaz girişindeki tabyaları İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan müttefik donanması ateş altına almıştır. Bu bombardımandan sonra gelişen olaylar öteden beri Boğaz’a bir harekât için hazırlık yapan İngiliz Hükümeti’ne yeni fırsatlar vermiştir. Kafkaslar’da zor durumda kalan Rus Çarı’nın, 2 Ocak 1915’te İngiltere’nin Saint Petersburg Büyükelçisi Sir George Buchanan’dan “Lord Kichner’in Osmanlılara karşı karada veya denizde bir -askeri- gösteride bulunup bulunamayacağını” sorması İngiltere için bulunmaz bir fırsat olur.5 Bu çağrı üzerine harekete geçen İngiliz hükümeti 13 Ocak’ta Savaş Konseyi’nde “Hedefi İstanbul olmak üzere, Gelibolu Yarımadası’nı topa tutmak ve almak için şubatta bir se-


ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR

fer için hazırlıklara başlama” kararını alır. Bu süreçte en aktif siyasi ise İngiliz Deniz Bakanı Winston Churchill’dir. Savaş Konseyi’ni, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu şartları ve İstanbul’un Türkler için önemini anlatarak ikna eden de kendisidir. Ona göre İstanbul’un düşmesi ile Osmanlı Devleti’nin düşmesi aynı şeyi ifade etmektedir.6 Churchill’in bu aceleciliği 18 Mart günü yaşanan mağlubiyete şahit olan Ian Hamilton’un günlüğünde de yerini bulur: “Fakat ne yazık ki, çok zamansız bir anda Çanakkale Boğazı’nda bulunuyorduk! Winston Churchill’in aceleciliği beni buraya getirmişti” sözlerinde bu gerçeği görürüz. 7

muhalefeti nedeniyle ara verilen harekât 25 Şubat’ta tekrar başlamış, yapılan bombardımanda giriş tabyaları tamamen susturulur. 19-25 Şubat 1915’teki Boğaz harekâtı ile Amiral

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

İstanbul’a büyük bir korku hâkimdir. Bu “korku ve karışıklığın olduğu şehir” düşüşünü beklemektedir. Gazetenin iç sayfalarındaki haberde ise İstanbul’un panoramik bir fotoğrafının üst yazısı: “Müttefikler için Çanakkale’nin ardındaki ödül” şeklindedir.8 The Manchester Guardian ise İstanbul’da yaşananları sayfalarına “şehir alarma geçmiştir” şeklinde yansıtır. Bombardımanların etkisi ile şehirde bazı bankaların altınlarını Küçük Asya içlerine taşıdığı belirtilmekte, Meclis-i Mebûsan Başkanı Halil Bey’in parlamentodaki konuşmasına yer verilmektedir. Haberde hükümetin bu durum karşısında parlamentoyu tatil etmek zorunda kaldığı da anlatılır.9

Akdeniz’deki Donanma komutanı 18 Mart’a kadar giAmiral Carden’in riş istihkâmlarının planına göre önce düşürülmesi, MütBoğaz’ın girişi, tefik Donanma’da daha sonra sırası Boğaz’ın geçilmesi ile merkez ve iç tahususunda bir ümit byaları susturulacak uyandırmış, Rusya ve mayınlar temizThe Daily Mirror, 5 Mart 1915. ve Balkan devletleri Müttefiklerin büyük silahları Türk kalelerini yerle bir ediyor. Büyük korku şehri İstanbul, Çanakkale’nin lenecekti. Sonraki kaçınılmaz sonunu ve düşüşünü bekliyor. üzerinde büyük bir aşama da hedef ise tesir meydana geİstanbul’a ulaşmaktirmiştir. Romanya Carden’in planının ilk aşaması gertı. Kağıt üzerindeki bu basit planın ve İtalya’dan İtilâf devletlerine sıcak çekleşmiştir: Boğaz’ın giriş tabyaları konseyin ikna olması için yeterli olamesajlar gelmeye başlamış, Bulgarissusturulmuş, sıra Boğaz’ın merkez cağı düşünülüyordu. tan ise bu durum karşısında Merkezî tabyalarına gelmiştir. devletlerle görüşmelerine son ver19 Şubat 1915’te Boğaz dışında İngimiştir.10 Bombardımanda alınan bu başarı liz ve Fransız 11 zırhlı, 3 kruvazör ve Londra’da zafer havası estirirken İsmuhtelif gemilerden oluşan filo giriş Öte yandan harekâtın Osmanlı Devtanbul’da endişeye sebep olur. The tabyaları Seddülbahir, Ertuğrul, Kumleti tarafında da askerî, siyasî ve Daily Mirror, 5 Mart 1915’deki nüshakale ve Orhaniye Tabyalarını bombasosyal tesirleri olmuştur. Öncelikle Osmanlı askerî makamları savaşın layarak ağır zayiat verdirilmiştir. Hava sını bu konuya ayırır. Gazeteye göre, 13


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR

Seddülbahir Tabyası’nda tahrip edilen bir bataryada “Allah bizimledir” yazısı

ciddiyetini anlamış, cephede askeri tedbirler alamaya başlamıştır.11 Bu ilk bombardımanların asıl tesiri ise cephe gerisinde, İstanbul’da olacaktır.

Bombardımanlar ve İstanbul Çanakkale’nin İstanbul’a uzaklığı 150 deniz milinden biraz fazladır. Çanakkale Boğazı’nın düşme ihtimalinin daha yakın olarak hissedildiği 19 Şubat-18 Mart 1915’te bombardımanların İstanbul’da Hükümet, Saray ve halk nezdinde etkileri görülecektir. Öncelikli olarak Çanakkale’den gelen haberler üzerine Sultan ve hanedanın taşınması planları yapılırken şehrin savunulması için çalışmalar yapılır. İstanbul’da Yeşilköy ve Sarayburnu arasına muhtelif bataryalar yerleştirilir. Marmara sahillerine müfrezeler gönderilir. Boğaz’ın geçilmesi durumda düşman donanmasının harekâtı izlenecek, gerekli tedbirler buna göre alınacaktır. 12 Boğaz’ın geçilmesi halinde gemilerin İstanbul’a ulaşması 12 saat kadardır13 ve hazırlıklar buna göre planlanır. İstanbul’un işgali durumunda hükümetin ve saray ahalisinin nakli için yer arayışına da başlanmıştır. Başlangıçta İstanbul yakınlarında bazı yer-

ler düşünülse de merkeze yakın olması, buraların da işgal edilebileceği endişesinden vazgeçilmiştir.14 Uzun tartışmalarda padişah ve maiyetinin Eskişehir’e nakli kararlaştırılmıştır.15 Bu süreçte hazinenin kıymetli evrakları Konya’ya gönderilir. Öyle ki muhtemel bir işgal öncesi Hilal-i Ahmer Cemiyeti’ne ait birçok eşya da Eskişehir’e nakledilmiştir bile.16 Sultan Mehmed Reşad’ın mabeyin kâtipliğini yapan Ali Fuat Paşa, Bo-

18 Mart Zaferi’nden sonra kurulacak 5. Ordu komutanı olacak Liman Von Sanders ise günlüğünde İstanbul halkının ve hükümet ricalinin içinde bulunduğu durumu “Türk Genel Karargâhı, Şubat sonlarına doğru düşman donanmasının Boğaz’ı geçme ihtimalini dikkate almaya başlamış ve Sultan ile maiyeti, mülkî ve askerî makamlar ve hazine için tedbirler alınmasına girişmişti. Düşman donanması başarıya ulaşır ve Boğaz’ı geçerse, bütün bunlar Anadolu yakasındaki bazı yerlere taşınacaktı.” ifadeleri ile belirtir.18

Necmettin Özçe

14

ğaz istihkâmlarının İngiliz ve Fransız Donanması’na mukavemet edemeyeceği, bu nedenle hükümetin geçici olarak naklini padişahın uygun gördüğünü belirtmektedir. Ali Fuat Paşa ifadelerinin devamında, Eskişehir’de bu iş için hazırlıklar yapılmaya başlandığını da belirttikten sonra Hazine-i Hümâyun’un kıymetli eşyalarının sandıklara konularak Konya’ya gönderildiğini, bu çalışmaların Boğaz’ın denizden zorlanmasından vazgeçileceği 18 Mart’a kadar devam ettiğini belirtmektedir.17

lik Ar şivi

İstanbul’un sıkıntılı günlerine şahit olan bir yabancının “Başkentte her an ölümcül bir gelişme bekleniyordu. Arşivler, sandık sandık belgeler, her şey yetkili kişilerin bana söylediğine


ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR

Necmettin Özçelik Arşivi

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

göre Anadolu’ya, Konya’ya çoktan yollanmıştı bile.” şeklindeki ifadeleri de kayda değerdir.19

lunacaktık. Bugünlerde halkın iaşesi ve âsayişin muhafazası en mühim ve mesuli’yetli işimiz olacaktı.” 20

Çanakkale Boğazı’nın geçilmesi durumunda Sultan Mehmed Reşad ve hanedanın hızlı bir şekilde nakli için planlar yapılmıştır. 1915 Ocak ayı içerisinde İstanbul Polis Müdürü Bedri Bey, merkez İstanbul’un idarecisi; Emniyet-i Umumiye Müdürü İsmail Canbolat Bey, Beyoğlu kısmının ve Beyoğlu Mutasarrıfı; Kani Bey de Üsküdar kısmının mutasarrıfı olarak göreve başlarlar. Hükümet’in Eskişehir’e tahliyesi görevini alan Üsküdar Mutasarrıfı Kani Bey, o günleri şöyle anlatır:

Hazırlıklar çerçevesinde Boğaz’ın geçilmesi halinde Rumeli tarafında oturan Hanedan üyeleri vapurla Beylerbeyi İskelesi’ne gelecekler ve orada hazır bekletilen 40 atlı araba ile Haydarpaşa’ya ulaştırılacaklardı. Burada da iki tren bekletilmekteydi. Trenlerin biri ile sultan ve mahiyeti, diğeri ile hükümet nakledilecekti.21

“Bedri, İsmail Canbolat Beyler’le ben düşman donanması İstanbul önünde görüneceği ana kadar alınacak tertibatı aramızda müzakere ve Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e arz edecektik. Donanma Boğazı geçtiği haberinden sonra üçümüz de mıntıkalarımızda zaruri birbirimizle irtibatsız olarak çalışacaktık. Heyeti Vükelaca verilen karar ile üçümüz de ordunun işini kolaylaştırmak için mıntıkalarımızda ciheti askeriye ile sıkı münasebette bu-

Ayrıca Şirket-i Hayriye’ye ait 57 numaralı Tarabya ve 61 numaralı Sultaniye vapurları da gerektiğinde her an hareket edebilecek şekilde köprüde ve 26 numaralı Suhulet araba vapuru da Üsküdar İskelesi’nde bekletilmeye başlanmıştı.22

Şifre: Kar Yağıyor

Sultan Mehmed Reşad (1909-1918).

Boğazın bombardımanı İstanbul’dan yakın takiptedir. Sultanın nakli ile ilgili hususlardan sorumlu Emniyeti Umumiye Müdürü İsmail Canbolat Bey Harbiye Nezareti İstihbarat Şubesi ile daima irtibatta olmuştur. 19 Şubat’tan 18 Mart’a kadar Çanakka15


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR

le Boğazı’ndaki bombardımanlar ve muhtemel Boğaz’ın geçilmesi durumu kendisine telefonla bildirilecektir: “Kar yağıyor, kar şiddetli, kar durdu”, şeklindeki şifreler durumu göstermesi bakımından önemlidir. Zira böyle bir durumda Sultan hızlı bir şekilde Haydarpaşa’ya, oradan da kendisine tahsis edilen trenle Eskişehir’e nakledilecektir. Bu telefonlaşmanın en şiddetli ve stresli olduğu gün ise pek tabii 18 Mart günü olmuştur. İngiltere ve Müttefiki Fransa’nın 16 büyük zırhlı ve onlarca gemiden oluşan donanması nihai bir saldırı ile Boğaz’ı geçmek için 11.30’da Çanakkale şehrine ve tabyalara ölüm püskürmeye başladığında İsmail Canbolat Bey telefonun başındadır. Sultanın nakli ile sorumlu Üsküdar Mutasarrıfı Süleyman Kani İrtem o günü şöyle anlatır: “Öğleye doğru başlamak üzere Canbolat Bey’in bana telefon haberleri birbirini takip etti: - Kar yağıyor! - Kar şiddetleniyor! - Kar pek şiddetlendi! - Kar bora halini aldı! Anlaşılıyordu ki bugün vaziyette fevkalâdelik vardı. Öğleden sonra saat ikiye doğru idi. Dâhiliye Nazırı ilk trenin hazır bulundurulması için istasyona emir vermemi ve nakliye vasıtalarını da yerlerinde hazır bulundurmamı telefonla bildirdi. Padişah ile hanedanı götürecek trenin istasyonda harekete hazır bulundurulmasını Haydarpaşa İşletme Müdüriyetine tebliğ ettim. Üsküdar arabacılar kâhyasına 40 arabanın tarafımdan emir verilir verilmez Beylerbeyi’ne sevk edilecek süratte tertibat almasını bildirdi. Biraz sonra trenin hazırlandığı haberi geldi. Nazıra arz ettim. Fakat çok geçmeden telefon haberleri farklılaştı: 16

rebe Gemisi

iliz Majestic Muha

Ateş halindeki İng

- Bir düşman zırhlısı batıyor! - Batanlar bir değil! - Bombardıman hafifledi. Ve nihayet: -Düşman donanması çekildi. Süleyman Kani Bey burada bu duruma sarayın çok sevindiğini bu nedenle hazırlanan göç planın da unutulduğunu belirtir.23

İstanbul Halkı Bombardımanlar özellikle başkent İstanbul’da halk ve devlet ricalinde heyecana sebep olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri büyükelçisi Hanry Morgenthau bu konuyu “Sadece halkı değil, resmî sınıfları da saran korku ve paniğin emareleri her tarafta belli oluyordu.” ifadeleri ile biraz da abartılı olarak hatıralarına alır.24 Elçi ayrıca Türk yetkililerin başkentin önemli yerlerini müttefiklere terk etmektense tahrip etmeyi planladıklarını da eklemektedir.25 Morgenhau, hemen hemen herkesin donanmanın Boğaz’ı geçeceğine inandığını, bu fikre karşı yegâne direnen kimsenin Enver Paşa olduğunu belirtmektedir.26 Boğaz’ın mütemadiyen bombalandığı bu günlerde, hükümetin Eskişehir’e taşınması meselesi Meclis-i

Mebûsan’da da tartışılmıştır. Meclis Başkanı Halil (Menteşe) Bey taşınma hazırlıklarının yapıldığı günlerde 1 Mart 1915’te, Meclis’in kapanış konuşmasında düşmanın dört beş gündür Çanakkale Boğazı’nı zorladığını, buna rağmen cüz’i bir netice aldığını, düşmanın Boğazlar’ı geçmesinin muhtemel olmadığını, geçse bile bunun kendi azim ve metanetini artırmaktan başka bir netice hâsıl etmeyeceğini ve bu konu ile ilgili ordunun gerekli tedbirleri aldığını belirterek hükümetin Eskişehir’e nakline karşı çıkmıştır27. İstanbul’un ve özellikle Hanedanın nakline en fazla karşı çıkanlardan biri de Sultan Abdülhamid olmuştur. Çanakkale Boğazı’nın geçilmesinin II. Abdülhamid’e göre neticesi pek büyük olacaktır: “Hafazanallah İstanbul’un sükûtu Paris’in Bordeaux’ya nakline benzemez. Bizimkiler düşünmeden, ‘ne olur? Konya’ya çekiliriz. Müdafaa ederiz’, diyorlar ama. Yanlış. İstanbul elden çıkınca artık bu devlette hayır kalmaz. Belki yine bir Selçuk hükümeti olur? İngiliz himayesinde Mısır’da bir hilafet tesis eder.”28 Sarayın ve hükümetin nakli hususunda bu gelişmeler olurken halk,


ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Bütün bunlarla beraber, mevcut sansür uygulamasını da göz ardı etmemek lazımdır. Diğer taraftan hükümetin savaşın başlangıcında Almanya’dan aldığı borçlar ve savaşın henüz ağır masraflarının ortaya çıkmaması nedeni ile savaşın yükünü finanse edecek imkânı bulunmaktadır. Ayrıca henüz Çanakkale’de kara muharebeleri de başlamamıştır.

Sonuç

İstanbul, 1914-1915

İkdam gazetesine göre normal hayatına devam etmiştir. Gazete, Çanakkale’nin bombardımanını halkta tesirinin ehemmiyetsiz olduğunu belirttikten sonra “Memleketin ahval-i umûmiyesinde zerre kadar tebeddül yoktur. Herkes işiyle, vazifesiyle, alış verişiyle meşguldür.” der. 29 Hâlbuki ki o dönem tutulan günlüklerde durum biraz farklıdır. O zaman İstanbul’da bir topçu subayı olan Eyüp Durukan günlüğüne o günleri “Sabah gazeteleri düşmanın dün uzun fasılalarla Seddülbahir’i bombardıman ettiğini resmi tebliğde yazıyor. İstanbul’dan Anadolu içlerine doğru göç başladığını arkadaşlardan işittim. Dairede meşgul oldum.” şeklinde kaydeder.30

Bu günlükten de görüleceği üzere halkta, özellikle hali vakti yerinde olanlarda bir korku hâsıl olmuştur. Sabah gazetesine göre ise durum günlük gülistanlıktır: “Türk zâbitinin ruhu” adlı yazı dizisinde bir gazinin: “Düşünüyorum ve ilerliyorum. Herkes kendi hâlinde, her fert yönelmiş olduğu mücadelenin inhasına kadar erişmeye sâi ve namzet. Bir çehre-i münkedir gayri mevcut. İstanbul hep o, her zamanki mevcudiyet. Her şeyi yerli yerinde. Ne harpten bir eser ne de muhite mahsus bir tebeddül.” ifadeleri, halkın gündeminde böyle bir şeyin olmadığını, günlük hayatına devam ettiğini göstermektedir.31

18 Mart günü kazanılan büyük zafer, bir ay boyunca süren şehirdeki endişeyi ortadan kaldırmış, şehrin taşınması fikrinden vazgeçilmesini sağlamıştır. Hatta daha sonra Anadolu’ya nakledilen birçok evrak ve malzeme tekrar geri getirtilmiştir. Bununla birlikte 9 Ocak 1916’da sona erecek Çanakkale Muharebeleri’nin Osmanlı Devleti’ne faturası İngiliz resmi tarihiçisi Aspinall Oglander’in değerlendirme yazısında da belirttiği üzere büyük olacaktır: “İstanbul’un tehdit edilmesi Süveyş kanalını muhafaza etmiş ve Rusları Kafkasya’da Türk baskısından kurtarmıştır ve nihayet Gelibolu’daki kanlı muharebeler ki, Türk ordusunun çiçeğini yemiş bitirmiş ve Lord Allenby’nin Filistin’deki kazandığı başarıyı hazırlamıştır.” Yukarıdaki ifadeleri destekleyen bir diğer ifade ise gerek Arıburnu gerekse Anafartalarda gösterdiği şecaat ve gayretle Çanakkale’nin kahramanları arasında haklı olarak yerini alan Mustafa Kemal’in “Bir Çanakkale’de bir Darulfünun gömdük” ifadelerinde kendini bulan memleketin geleceği gençleri vatan uğrunda toprağa verildiği yer olmuştur. Bu değerlendirme ile birlikte Çanakkale Zaferi, Türk milletine Milli Mücadele’yi kazandıracak ruhu kuvvetini ve kahramanlarını kazandırmış, en büyük hasmı Rusya’yı savaş dışı bırakmıştır. 17


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA İLK BOMBARDIMANLAR VE İSTANBUL/ Yrd. Doç. Dr. Lokman ERDEMİR

Dipnotlar

Kaynakça

1 Ö. Osman Umar, “Çanakkale Savaşı’nın Önemi ve Sonuçları”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı.15, İstanbul, 1998, s. 2. 2 Avrupalı devletlerin düşüncelerini Napolyon, “Büyük soru temel olarak değişmez İstanbul’a kim hâkim olacaktır” sözleriyle özetlemektedir. Ellis A., Bartlett, Çanakkale Gerçeği, İstanbul, Yeditepe Yay., 2005, s. 21. 3 Granville Fortescue, Çanakkale, çev. Rahmi. İstanbul 1331, s. 13. 4 Ian Hamilton, Gelibolu Hatıraları 1915, çev. M. Ali Yalman, Nurer Uğurlu, İstanbul 2005, s. 65. 5 C. F. Aspinall Oglander, Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı: Seferin Başlangıcından 1915 Mayısına Kadar, c. I, haz. Metin Martı, İstanbul 2005, s. 76. 6 Alan Moorehead, Gelibolu; çev. Ali Cevat Akkoyunlu, İstanbul 2000,, s. 34. 7 Hamilton, s. 34-36. 8 The Daily Mirror, 5 Mart 1915. 9 The Manchester Guardian, 3 Mart 1915. 10 Oglander, I, 112; Robert Rhodes James, Gelibolu Harekâtı, çev. Haluk V. Saltıkgil, İstanbul 1965, s. 61. 11 Çanakkale Harekâtı, I, 120. 12 Mustafa Selçuk, Hedef Şehir İstanbul, Emre Yayınları İstanbul 2005, s. 47-50. 13 Moorehead, s. 63. 14 Bu yerlerden biri de Alemdağ’ında bir köşktür. Süleyman Kani İrtem, Meşrutiyetten Mütarekeye (1909- 1918) , (Haz. O.S.Kocahanoğlu), Temel Yay., İstanbul, 2004, s. 616. 15 Türkeldi, s. 130. 16 Türkiye Kızılay Derneği 73 Yıllık Hayatı (1877-1949), Ankara, 1950, s. 28. 17 Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1984, s. 130-131. 18 Liman Von Sanders Türkiye’de Beş Yıl, çev. M. Şevki Yazman, İstanbul 1968,, s. 73. 19 Harry Stuermer, Konstantinpol’da Savaşın İki Yılı: 1915-1916, İstanbul 2002, s. 70. 20 İrtem, s. 614. 21 İrtem, s. 616, Moorehead, s. 62-63, Türkeldi, s. 130. 22 Eser Tutel, Seyr-i Sefain Öncesi ve Sonrası, İletişim Yay., İstanbul, 2000, s. 164. 23 İrtem, s. 620-621 24 James, s. 61. 25 Stefanos Yerasimos, İstanbul 1914-1923: Kaybolup Giden Bir Dünyanın Başkenti ya da Yaşlı İmparatorlukların Can Çekişmesi, çev. Cüneyt Akalın, İstanbul 1996, s. 66. 26 Henry Morgenthau, Secrets of The Bosphorus: Constantinople, 1913-1916, London: Hutchinson Co., [t.y.], s. 133. 27 Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, Ankara 1952, c. III, ksm. 1, s. 74. 28 Atıf Hüseyin Bey, Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri: Hususi Doktoru Atıf Hüseyin Bey’in Hatıraları (1909-1918), haz. Metin Hülagü, İstanbul:Timaş Yay. Haziran 2010, s. 306. 29 İkdam, 19 Şubat 1330 [4 Mart 1915]. 30 Eyüp Durukan, Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine (1913- 1915)

Bartlett, Ellis A. , Çanakkale Gerçeği, Yeditepe Yay., İstanbul 2005.

Günlüklerde Bir Ömür – II, Yay Haz. Murat Uluğtekini İşbankası Yayınları İstanbul 2014, s. 402. 31 “Türk Zâbitinin Ruhu: Bir Kahramanın Defter-i Hatırâtından” Sabah, 8 Nisan 1331 [21 Nisan 1915].

Bayur, Yusuf Hikmet. Türk İnkılabı Tarihi, c. III, ksm. 1, Ankara 1952. Fortescue, Granville. Çanakkale, çev. Rahmi. İstanbul 1331. Durukan, Eyüp. Sofya Esaretinden Çanakkale Zaferine (1913- 1915) Günlüklerde Bir Ömür – II, Yay Haz. Murat Uluğtekini İşbankası Yayınları İstanbul 2014. Hamilton, Ian. Gelibolu Hatıraları 1915, çev. M. Ali Yalman, Nurer Uğurlu, İstanbul 2005. İrtem, Süleyman Kani. Meşrutiyetten Mütarekeye (19091918) , (Haz. O.S.Kocahanoğlu), Temel Yay., İstanbul, 2004. Moorehead, Alan. Gelibolu; çev. Ali Cevat Akkoyunlu, İstanbul 2000. Morgenthau, Henry. Secrets of The Bosphorus: Constantinople, 1913-1916, London: Hutchinson Co., [t.y.]. Oglander, C. F. Aspinall. Büyük Harbin Tarihi Çanakkale Gelibolu Askeri Harekâtı: Seferin Başlangıcından 1915 Mayısına Kadar, c. I, haz. Metin Martı, İstanbul 2005. Atıf Hüseyin Bey. Sultan II. Abdülhamid’in Sürgün Günleri: Hususi Doktoru Atıf Hüseyin Bey’in Hatıraları (1909-1918), haz. Metin Hülagü, İstanbul:Timaş Yay. Haziran 2010. Rhodes, Robert James. Gelibolu Harekâtı, çev. Haluk V. Saltıkgil, İstanbul 1965. Selçuk, Mustafa. Hedef Şehir İstanbul, Emre Yayınları İstanbul 2005. Stuermer, Harry. Konstantinopl’da Savaşın İki Yılı: 19151916, İstanbul 2002. Türkgeldi, Ali Fuat. Görüp İşittiklerim, Ankara 1984. Türkiye Kızılay Derneği 73 Yıllık Hayatı (1877-1949), Ankara, 1950. Tutel, Eser. Seyr-i Sefain Öncesi ve Sonrası, İletişim Yay., İstanbul, 2000 Umar, Ö. Osman. “Çanakkale Savaşı’nın Önemi ve Sonuçları”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S.15, İstanbul, 1998. Yerasimos, Stefanos. İstanbul 1914-1923: Kaybolup Giden Bir Dünyanın Başkenti ya da Yaşlı İmparatorlukların Can Çekişmesi, çev. Cüneyt Akalın, İstanbul 1996. Von Sanders, Liman Türkiye’de Beş Yıl, çev. M. Şevki Yazman, İstanbul 1968.

18


İSTANBUL MEKTEBİ/ Prof. Dr. Sadettin ÖKTEN

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

19



ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI Dr. S. Murad HATİP

Çanakkale Deniz Savaşı’nda sadece Kahraman Nusret’i ve 18 Mart’ı anımsayıp kahraman bahriyelilerin hakkını vermemek, tıpkı karadaki muharebeleri kazanmayı sadece birkaç komutana atfetmek gibi büyük bir haksızlık olacaktır. Mehmetçik, ordunun kahraman askerlerini cepheye ulaştıran ve denizaltı tehdidine rağmen takviyesini sağlayan Osmanlı Donanması’nın kahraman personeliydi.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP

“Çanakkale Savaşlarında vatan müdafaasında hayatını kaybeden tüm şehitlerimiz ile mezarları denizler; toprakları tuzlu sular; mezar taşları dalgalar ve kitabeleri beyaz köpükler olan deniz şehitlerimizi rahmet ve şükranlarımızla anıyoruz.”1 Çanakkale Deniz Savaşı denilince çoğumuzun aklına hemen kahraman Nusret Mayın Gemisi ve 18 Mart 1915 Deniz Zaferi gelir. Ancak Birinci Dünya Harbi’nde Çanakkale cephesine bakacak olursak SMS Goeben (Yavuz Sultan Selim) ve SMS Breslau (Midilli)’nun Boğaz’ın medhalinden girmesinden itibaren başlayan deniz harekatı aralıksız 4 yıl sürmüştür. Osmanlı bahriye subayları üzerlerine düşen görevleri layık-ı veçhile fedakârca yerine getirmişlerdir. Çanakkale Cephesi’nin denizden kazanıldığını vurgulamakla bu fedakâr bahriyelilerimize karşı şükran ve vefa borcumuzu bir nebzede olsa yerine getirebiliriz. Osmanlı Bahriyesi savaş boyunca, mayın döküş harekâtı, denizaltı savunma harekâtı, lojistik nakliyat (cephane nakli, silah nakli, personel takviyesi, yaralı nakli), kara savunma harekâtını denizden aşırtma atışlarla destekleme, sahil tabyalarının gemi topları ile teçhiz ve batarya personelinin verilmesi, deniz hava harekâtı, liman savunma harekâtı. Osmanlı beşinci ordusu Gelibolu yarımadasını kahramanca savundu. Şair Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine şiiri tek kelimeyle harbi her yönüyle anlatan bir mükemmellikte bir eserdir. Bu muhteşem yapıtta Mehmetçik’in kahramanlığını layık olduğu övgüyü mısralarda olağanüstü betimlemişti. O ordunun kahraman askerlerini cepheye ulaştıran ve denizaltı tehdidine rağmen takviyesini sağlayan Osmanlı Donanması’nın kahraman personeliydi. Ordu cephanesiz, yiyecek desteği olmadan savaşamazdı. Bu kısıtlı imkânlara rağmen ve büyük tehdide rağmen bahriye bu görevleri başarı ile yerine getirdi. Çanakkale Deniz Savaşı’nda sadece Kahraman Nusret’i ve 18 Mart’ı anımsayıp kahraman bahriyelilerin hakkını verme22

mek, tıpkı karadaki muharebeleri kazanmayı sadece birkaç komutana atfetmek gibi büyük bir haksızlık olacaktır. Savaşa Giriş Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı günlerde; İngilizler, tersanelerinde inşa edilmekte olan ve bedeli halk yardımları ile peşin olarak ödenen Sultan Osman 1 ve Reşadiye adlı, Ege ve Karadeniz’de güç dengesini lehimize çevirecek iki Türk savaş gemisine el koyduğunu açıklar. (3 Ağustos 1914)

Atatürk Kitaplığı Arşivi

Bu durumun halkta büyük öfkeye neden olması İstanbul’da Alman Büyükelçisi Wangenhaym’ı harekete geçirir. İngilizlerin el koyduğu zırhlıların Osmanlı’da yarattığı hayal kırıklığını, Alman çıkarları için kullanmakta hiç vakit kaybetmez. Enver Paşa’nın Alman sempatisi ile gelişen bu durum, Osmanlı’nın Alman tarafına daha da yaklaşması, on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan Çanakkale Savaşlarına gidişin bir başlangıcı olur. Almanlar, Akdeniz’deki Goeben ve Breslau zırhlılarına derhal İstanbul’a intikal emri verir. Amiral Wilhelm Anton Souchon komutasındaki bu kruvazörler, Ege’yi İngilizler’in takibinde geçerek Çanakkale’ye gelirler. 10 Ağustos 1914 günü2 Almanya’ya ait Goeben ve Breslau gemilerine Boğaz’dan geçiş izni verilmesi, Osman-


ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP

lı’nın tarafsızlığını olumsuz yönde etkiler. Bir süre sonra Osmanlı Devleti tarafından bu gemilerin satın alındığı açıklanır. Amiral Souchon komutasındaki filo, Karadeniz’e çıkar. Bu filonun 29 Ekim 1914 günü Rus limanlarını bombardıman etmesi üzerine Osmanlı fiilen Birinci Dünya Savaşı’na girer.3 İngiliz Akdeniz Filosu ise bir misilleme olarak 3 Kasım 1914’de Seddülbahir ve Kumkale tabyalarına ateş açar. Seddülbahir’de cephaneliğin patlaması üzerine 5 subay 81 er şehit olur, 23 er yaralanır.4 Çanakkale Cephesine Yöneliş ve Müşterek Deniz Armadasının Oluşması Bu arada Avrupa’da savaş sürmekte, Almanya ve İtilaf Devletleri arasında kilitlenen mevzii muharebelerini aşabilme çareleri araştırılmaktadır. Rusların güçlendirilmesi, Almanlar ile Avusturya-Macaristan’ı iki cepheli savaşta yıpratabilecektir. Bunun için acilen Rus buğdayının batıya nakli, Rusya’ya da batıdan silah ve cephane sevk edilmesi gerekmektedir. Rusya’ya ulaşmak için alternatif yollar değerlendirilir ve en uygun yolun Çanakkale deniz yolunun kuvvet kullanılarak geçilmesi olduğuna karar verilir. Boğaz önlerinde konuşlanan İngiliz Akdeniz filosunda bulunan B-11 denizaltısı Boğaz’a girerek Kepez Sarısığlar’daki Mesudiye Firkateyni’ni torpido ile batırırken bahriyede ilk deniz şehitleri verilmişti. Çanakkale Harekâtı fikrinin babası ve savunucusu durumunda olan İngiltere Bahriye Bakanı Churchill’in çabaları sonucunda İngiliz Hükümeti Çanakkale Boğazı’na karşı girişilecek harekâtın planlarını kabul eder.5 18 Ocak’ta Fransızlar plandan haberdar edilir pastadan payını almak ihtiyacı ile Fransız Hükümeti de Amiral Sackville Carden’in emrine bir filo göndermeye razı olur. 19 Ocak’ta Rusya’ya bilgi verilerek, aynı anda İstanbul Boğazı’na karşı, Karadeniz’den bir taarruzu harekâta hazır-

lanmaları da istenir. Bu arada Rusya Askold adlı bir kruvazörü Baltık’tan Ege Denizi’ne yollar ve bu gemi de Amiral Carden’in güçlü deniz armadasının bir parçası olur. Çanakkale’yi deniz gücü ile aşma görevi verilen Amiral Carden’in emrinde, tarihte ilk defa bir araya gelmiş toplam 102 parçadan oluşan dünyanın en büyük armadası toplanır. Müttefik Deniz Kuvvetleri Şubat 1915’ten itibaren üs olarak seçilen Yunanistan’ın Limni Adası’na ve Selanik Limanı’na gelmeye başlarlar.6 Boğaz girişindeki kalelere 5 Kasım 1914’de yapılan misilleme bombardımanını saymazsak; Müttefik Deniz Kuvvetleri, Boğaz’a karşı ilk büyük harekâtını 19 Şubat 1915’te yapar. Bu 18 Mart harekâtının adeta provasıdır. 25 Şubat’ta ve daha sonraları da bu harekât tekrarlanır. Şiddetli bombardımanlardan elde ettikleri neticeler ve Boğaz girişindeki Kumkale ve Seddülbahir tabyalarına yapılan komando harekâtı başarı için ümitlerini çok arttırmıştır. Meteorolojik tahmin, harekâtın 18 Mart günü yapılabileceğini gösteriyordu. Boğazı zorlayan düşman filosunun komutanı Amiral Carden durumdan çok ümitliydi, hatta emindi. Nitekim 2 Mart 1915’de Amirallik Birinci Lordu Churchill’e gönderdiği telgrafta “14 gün sonra İstanbul’dayız” diyordu. Fakat meteorolojik tahminin dışında tahmin edemedikleri sürprizler de vardı. Tüm masrafı Osmanlı Donanma Cemiyeti tarafından karşılanan ve Türk mühendislerince Haliç Taşkızak Tersanesi’nde yapılan son 26 mayın, İstanbul’dan Selanik Gemisi ile getirilmiş ve Yzb. Hakkı Bey komutasındaki Nusret mayın gemisine yüklenmiştir. 7-8 Mart 1915 gecesinin şafağında, 360 tonluk Nusret mayın gemisi güçlükle elde edilen son 26 mayını, 11. hat olarak 100’er metre arayla Müttefik Donanması’nın manevra sahasına, Erenköy önlerinde sahile paralel olarak büyük bir gizlilik içinde dökmüştü.7 Hattın bu şekilde tesis edilmesinde; düşman gemilerinin bombardıman

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

sonunda mevki değiştirme manevralarını Erenköy Koyu’nda, Karanlık Liman’da yapmalarının çok iyi değerlendirilmesi etkili olmuş ve Müttefik gemilerinin manevra sahasının kirletilmesi ile baskın tesiri yaratılması hedef alınmıştı. İtilaf Devletleri mayınlar döküldükten sonraki 10 gün süresince bu yeni mayın hattının varlığından haberdar olamamışlardır. Bu mayınlar hakkında İngiliz tarihçi Oglander Gelibolu Askeri Harekâtı adlı eserinde aşağıdaki cümleleri sarf etmiştir.8 “Pek müsait başlamış olan gün bu meçhul mayın hattının o fevkalade ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu 26 mayının deniz savaşının talihi üzerindeki tesiri ölçülemez.”

Churchill’e çektiği telgrafta “14 gün sonra İstanbul’da” olacağını belirten Amiral Carden’in yerine 17 Mart 1915 günü yani harekâttan bir gün önce Amiral John Michael de Robeck atandı. Amiral de Robeck, ertesi gün komuta edeceği armadayla tarihi bir zafer kazanacağı fikri içinde çok önemli bir fırsatın karşısına çıktığını düşünüyordu. 23


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP

18 Mart 1915 Deniz Zaferi 18 Mart 1915 Perşembe sabahı, 270.000 ton tutarındaki 247 ağır topa sahip zırhlı gemiler armadası, 3 hat halinde Türk Topçu Tabyalarını bombardımana tutarak Boğaz’a girmeye başladılar. Saat 10:30’da filonun en kuvvetli 4 yeni İngiliz zırhlısından oluşan birinci gruba verilen hedef, Boğaz’ın en dar yerindeki Çimenlik ve Kilitbahir Kaleleri’nin tahrip edilmesi, Kepez-Soğanlıdere arasında mayın kontrol ve temizlik taramasının desteklenmesi idi. Saat 11:00’den itibaren de Queen Elizabeth’in 38 cm.lik dev topları Anadolu Hamidiyesi Tabyası ile Çimenlik Kalesi’ni hedef alarak ateşe başladı. Bu sırada ilk grupta bulunan İngiliz Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible Zırhlıları da Rumeli Hamidiyesi ve Kilitbahir Kalesi’ni hedef almıştı. Fransız Bouvet Zırhlısı Dardanos, İngiliz hedef taksimi tamdı. Henüz hiçbiri, ateş altındaki tabyalarımızın top menzili içinde değildi. Amiral de Robeck daha yakın mesafeden ateş açma zamanının geldiğine inanarak; Fransız Amirali Émile Paul Aimable Guépratte’e filosunu ön safa geçirmesini emretti. Onları Suffren ve Charlemagne zırhlıları izledi. Fransız filosu biraz daha yaklaşarak ateşe başladı. Artık Müttefik filosu, Türk toplarının menzili içine girmişti.

Çanakkale’de bir Osmanlı harp gemisinde top talimleri Atatürk Kitaplığı Arşivi- Sevret Avşar Arşivi

Saat 12.30’da düşman ilk kayıplarını vermeye başladı. Gaulois Zırhlısı bir mermi isabetiyle su kesimi yakınından yara alınca çekilmek zorunda kaldı ve bir süre sonra da Boğaz ağzındaki küçük bir adacığa baştankara etti. Aldığı isabetlerle Inflexible zırhlısının ise pruvası hasar gördü.9 Agamemnon, Lord Nelson, Albion ve Fransız Charlemagne zırhlıları da isabet almalarına rağmen hasarları

çok ciddi değildi. Amiral de Robeck, saat 13:45 sularında cephane zafiyeti nedeniyle bataryalarımızın ateş yoğunluğu azaldığından mayın tarayıcıların mayın temizliği ve kontrolü için ilerlemelerini; üçüncü gruptaki gemilerin Fransız gemileriyle yer değiştirmelerini emretti. I. ve II. gruptaki gemiler görev değiştirmek üzere geri çekilip, her

Necmettin Özçelik Arşivi

24


ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

lısı.” “Queen Elizabeth zırh ivi Atatürk Kitaplığı Arş

zaman yaptıkları gibi Anadolu sahillerine, yani Kepez-Erenköy tarafına doğru dönüşlerini tamamlarken saat 13:55’de, Fransız zırhlısı Bouvet, Nusret’in döktüğü mayınlardan birine çarparak 630 kişilik personeliyle bir-iki dakika içinde Boğaz’ın sularına gömüldü. Sadece 30 kişi kurtuldu.10 Saat 15:35’te hatta bulunan İngiliz Irresistable gemisinin pruvasında bir mayın, bir-iki dakika sonra da başka bir İngiliz muharebe gemisi olan Ocean’ın pupasında diğer bir mayın infilak etti.11 Ortaya çıkan mayın tehlikesi, muharebenin akışını bir anda değiştirmişti. Bu durum Amiral de Robeck’i yeni bir karar vermeye zorluyordu. Doğru karar; muharebeyi kesip Boğaz’ın dışına çekilmekti. Müttefik Donanması’na bu ağır sürprizi hazırlayan Yüzbaşı Hakkı komutasındaki 360 tonluk küçük ve mütevazi Nusret Gemisi ile onun cesur personeli idi. Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’a girmek için sabırsızlananlar, geldikleri gibi değil, çelik devleri ateş ve alev yığınları halinde tarihin gördüğü ender perişanlık içinde zafer umutlarını ve gururlarını Çanakkale’nin sularına gömerek gidiyorlardı. Türk Ordusu’nun zaferiyle biten günün bilançosu ağırdı. Müttefiklerin o güne kadar Ganbot diplo-

masisi yoluyla topraklar fethedip zaferler kazandıkları armadasındaki 3 çok değerli zırhlısı batırılmış, 4 zırhlısı ağır yara almış, beraberinde 666 denizci ölmüş 134 denizci yaralanmıştır. Ayrıca 7 adet düşman mayın tarama gemisi batırılmıştır. Türk tarafında ise 44 şehit verilmiş, bu arada 74 Türk ve 19 Alman yaralanmıştır. Elden çıkan top sayısı 4’tür. Kara Savaşları Esnasında Deniz Muharebeleri Bunun üzerine Çanakkale’yi doğrudan denizden geçemeyeceğini anlayan müttefikler bir kara harekatı ile deniz geçişinin karadan emniyetini sağlama düşüncesine yöneldiler. Bir amfibi harekât için plan ve hazırlık yapmaya başladılar. Planlanan çıkarma harekâtının komutası General Ian Standish Monteith Hamilton’a verildi. Hamilton’un planlarına göre daha önce İstanbul’un zaptında kullanılacak olan ve Mısır’da bekletilen kara birliği böyle bir harekât için yeterli değildi. Fakat Savaş Bakanı Mareşal Horatio Herbert Kitchener aksi fikirdeydi. Ona göre yarımadadaki Türkler öylesine güçsüzdü ki, bir İngiliz denizaltısı Boğaz’dan geçmeyi başarıp Gelibolu önünde İngiliz bayrağını dalgalandırsa bütün Türkler siper-

lerinden fırlayacak ve soluğu Bolayır’da alacaktı. Hamilton, Türk tahkimatını arkadan vuracak, böylece Anadolu tarafındaki tahkimata hâkim bir bölgeyi de elde edecekti. Amfibi harekât için Çanakkale’de toplanan donanma ise, harekâtı bu defa daha da güçlü araçlarla, 409 harp gemisi ve 42 uçağı ile destekleyecekti.12 25 Nisan 1915’te başlayan bu işgal harekâtı 9 Ocak 1916 tarihinde son İngiliz askerinin Seddülbahir’den çekilmesi ile başarısızlıkla neticelendi.13 Gelibolu Çıkarması esnasında Morto Limanı’nda İngiliz Kara Kuvvetleri’nin mevzilerde tutunabilmeleri maksadıyla ateş desteği sağlayan HMS Goliath, 13 Mayıs 1915 gecesi saatler 01:10’u gösterdiği sırada Muavenet-i Milliye gemisi tarafından torpido hücumuyla batırılmıştır. İngiliz Donanması’nın Çanakkale seferi boyunca maruz kaldığı en büyük felaket HMS Goliath’ın batışı olmuş ve 600’den fazla subay ve er hayatlarını kaybetmiştir.14 İngiliz donanmasına diğer bir darbe de Alman U-21 tarafından vurulmuştur. 25 Mayıs 1915 günü Kabatepe açıklarında U-21’in ateşlediği torpido Triumph’un bordasında patlamıştır. Birden yana yatan Triumph’a diğer gemiler yardıma koşmuş, ancak Triumph sadece 8 dakika içerisinde batmıştır. Türk topçusu tara25


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP

Necmettin Özçelik Arşivi

fından denize dökülen denizcilere ve gemiye ateş açılmamasına rağmen 71 İngiliz denizcinin boğulduğu anlaşılmıştır. 27 Mayıs 1915 tarihinde ateş desteği sağlamak üzere Seddülbahir önlerinde bulunan Majestic Zırhlısında 06.40’da bir patlama olmuştur. HMS Majestic 9 dakika içinde alabora olarak ters bir şekilde dibe oturmuştur. 49 İngiliz denizcisi hayatını kaybetmiştir.15 Kara harekâtı boyunca Barbaros ve Turgutreis zırhlıların Eceabat’tan Kabatepe ve Saroz körfezine endirekt atışları cephedeki Osmanlı askerlerine büyük bir destek sağlayarak rahat bir nefes aldırmıştır. Çanakkale Cephesi’ne Lojistik Nakliyat Osmanlı Ordusu’nda ise; 18 Mart Deniz Zaferi’nin kazanılması döneminde Çanakkale bölgesinde yaklaşık 30.000 kişi toplamındaki bir kara birliği bulunmaktaydı. Cephe komutanlığına getirilen Liman Von Sanders komutasında karada düşmanın hazırlıklarına paralel olarak büyük bir askeri hazırlık ve eğitim yapılmaya çalışıldı. 8,5 ay süren savaşın sonuna kadar buraya getirilen asker sayısı 11 kat büyüyecek ve sağlanan birlikler 350.000’e ulaşacaktı. Bu kadar büyük asker nakliyatının yanında o 26

askerin kullanacağı, giyecek, yiyecek, cephane silah, araç ve malzeme nakli ihtiyacı büyük bir deniz yolu nakliyatını da vazgeçilmez kılıyordu. Ordunun başarısı için Marmara Denizi’nin kontrol altında tutulması mutlak şarttı. Gelibolu Yarımadası’ndaki Osmanlı kuvvetlerinin her bakımdan ikmalini sağlayacak nakliyat için 4 yol bulunmaktaydı; •

İstanbul-Çanakkale deniz yolu

İstanbul-Bandırma deniz yolu ve Bandırma’dan Çanakkale’ye kara yolu

Uzunköprü’ye kadar tren ve buradan Keşan yolu üzerinden Bolayır ve Gelibolu’ya giden yürüyüş yolu

Karadan Boğaz’ın Anadolu yakasına ve oradan Rumeli yakasına aktarma yolu. 16

Ancak Osmanlı Donanması bütün gücüyle bu nakliyat hatlarına yönelmek imkânını kullanamıyordu. Çünkü Çanakkale kara muharebeleri sırasında Osmanlı Deniz Kuvvetleri, esas olarak Karadeniz’de harekât yürütmek üzere tertiplenmişti. Kafkas cephesine personel ve mühimmat nakli ile gemilerin yakıtının Ereğli’de taşkömürü yataklarına bağlı olması ve İstanbul’un bir Rus çıkarmasına

karşı korunma mecburiyeti, Karadeniz’de donanmanın harekâtını zorunlu kılıyordu. Dolayısıyla sadece bir kısım harp gemisi ile Osmanlı Donanması, Çanakkale’deki görevlerini yürütmek durumunda kalmıştır. Buna ek olarak, İstanbul-Çanakkale deniz nakliyatını devam ettirmek gibi hayati önemi olan bir görevi de üstlenmişti. Çeşitli kaynaklara göre 7 ila 16 tümen kadar asker ile bunların malzemesi ve destekleyici lojistik nakliyat deniz yoluyla yapılmış, Gelibolu’daki kara savunması için çok büyük katkı sağlamıştır. Aksi takdirde bu nakliyat, tek tren hattına ve bundan sonra kara bombardımanı tehdidi altındaki bozuk kara yollarına ve kağnı taşımacılığına dayanacaktı. Eldeki araçların azlığı da düşünüldüğünde, durum Çanakkale savunması için oldukça kritik bir hal alacaktı. Marmara’daki deniz nakliyatı ve bu nakliyatın korunması maksadıyla Karadeniz’deki mücadeleden tasarruf edilen 71 adet muhtelif tipteki gemi Çanakkale’deki Deniz Savaşı’na katılmıştır. İstanbul-Çanakkale ikmal hattının kesilmesi, 5’inci Ordu’nun harp gücünü kritik bir duruma sokabilecekti. Müttefik kuvvetler tarafından da açıkça bilinen bu önemli nokta, onları, denizaltılarını Marmara’ya göndererek bir denizaltı harbi yapmaya zorunlu kılmıştı.


ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞLARI / Dr. S. Murad HATİP

Denizaltı Harbi İngiliz İmparatorluk Savunma Komitesi için Haziran 1915 tarihinde hazırlanan raporda İstanbul’dan gelen lojistik nakliyatın kesilmesinin hayatiyeti vurgulanıyordu.17 Harekât esnasında mayın ve denizaltı mânialarına rağmen 25 Nisan sabahından itibaren İngiliz, Avustralya ve Fransız denizaltılarının Marmara’ya geçme çabaları olmuştur. Bunların bir kısmı Çanakkale Boğazı sularında batırılmış, bir kısmı da teslim alınmıştır. Ancak Marmara’ya geçmeyi başaran denizaltılar da kuvvetlerimize ve lojistik nakliyatımıza büyük kayıplar verdirmiştir.18 Alaylar, taburlar, bölükler gerek donanma gerekse Şirket-i Hayriye ve sivil ticaret gemileri ile cepheye taşınıyordu. Hatta İngiliz denizaltı komutanlarına batırdıkları gemilerdeki boğulan her asker başına birer altın mükâfat vaat edilmişti. E-14 denizaltısının komutanı 5000 altın mükâfat almıştır. Çanakkale’de toprağın üstündeki gibi denizin dibinde de azımsanmayacak sayıda şehit verilmiştir. Denizaltı hücumları ile Çanakkale savaşları sırasında; Osmanlı Deniz Kuvvetleri’nin toplam kaybı 21.000 ton tutarında sekiz harp gemisi, Osmanlı ticaret filosunun kaybı ise toplam 38.000 ton tutarında buharlı ve 200’den fazla yelkenli tekne olmuştu. Buna karşılık, İtilaf Devletleri 4’ü İngiliz, 3’ü Fransız ve 1’i Avustralya Bahriyesi’ne ait toplam 5018 ton tutarında 8 denizaltı gemisi kaybetmiş ve bir Fransız denizaltı gemisi de (390 ton) Türkler tarafından ele geçirilmişti.19 Çanakkale Cephesinde Son Deniz Muharebeleri - Ocak 1918 Birçok kaynak Gelibolu Harekâtı’nın 9 Ocak 1916 tarihinde Seddülbahir’den son müttefik askerin geri çekilmesi ile tamamlandığını belirtmekteyse de, Çanakkale Boğazı’nda ve önlerindeki deniz muharebeleri 28 Ocak 1918 tarihine kadar devam

etti. 20 Ocak 1918’de Yavuz Sultan Selim ve Midilli zırhlıları Gökçeada’ya bir akın harekâtına girişirler. Gökçeada’da konuşlu iki İngiliz kara bombardıman gemisi monitör HMS M 28 ve HMS Raglan’ı batırırlar ancak dönüşte iki gemide İngiliz mayın mânialarına girer ve Midilli hemen batar.20 Yavuz Sultan Selim, Çanakkale Boğazı önlerine ulaşmayı başarır ve burada karaya oturarak batmaktan kurtulur.21 İngiliz E-14 denizaltısı Yavuz’u batırmak için görevlendirilir ancak Yavuz, İstanbul’a intikale geçmiştir. HMS E-14 ise geri intikal seyrinde Kumkale önlerinde sahil topçusu tarafından batırılır. Çanakkale deniz muharebelerinin batan son gemisi olur. 22 Dipnotlar 1 Yazar tarafından yazılan Çanakkale Barbaros Deniz Şehitliği giriş kitabesi. 2 Işın. İ. Bülent, Osmanlı Bahriyesi Kronolojisi: XIV-XX Yüzyıl: 1299-1922 Ankara: DZ.K.K. Mrk. D. Bşk. Basımevi, 2004 s.324 3 Churchill, Wınston S. - The World Crisis 1911-1918 Thornton Butterworth, London, 1931. S.284 4 Churchill, s.285 5 Richard Hough. Former Naval Person: Churchill and the Wars at Sea London: Weidenfeld & Nocholson, 1985. S.71 6 Çanakkale, Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan son dönemine kadar olmazsa olmazı, vazgeçilmezi olmuştur. Bazı ithamların aksine Osmanlı Çanakkale savunmasını ilk sıraya koymuş ve asla ihmal etmemiştir. 14. yüzyılda Orhan Gazi döneminde Çimpe ve Gelibolu kalelerini fetheden Osmanlı, 15. yüzyılda Fatih döneminde Kilitbahir Ve Kala-i Sultaniye’yi inşa etti. 17. yüzyılda Padişah Avcı Mehmed (VI.) zamanında boğaz girişine Kumkale ve Seddülbahir Kaleleri inşa edildi. 19. yüzyılda Padişah II. Mahmud tarafından Boğaz ortalarına Mahmudiye Kaleleri yapıldı. 19. yüzyılın ortalarından itibaren yelken döneminden buharlı teknolojiye geçiş oldu, yelkenli tahta gemilerin yerlerini zırhlı ve stimli gemiler almaya başladı. Silah teknolojisinde de gelişme ile birlikte topların menzilleri ve tesirleri yani tahrip güçleri arttı. Bu değişim savunma konseptlerine de yansıdı. Osmanlı Devleti bu değişime anında ayak uydurarak Çanakkale’de Kale savunmasından Müstahkem Mevki Ve Tabya Düzenine geçmiştir. Sultan II. Abdülhamid döneminde kaleler müstahkem tabya haline çevrilmiş ilaveten Hamidiye Tabyaları başta olmak üzere onlarca tabya inşa edilmiştir. Bu tabyalar inşa edilirken stratejik öngörü ile eğitilmiş topçu personeli için 1895 yılın da Çanakkale Kilitbahir Değirmen Burnu’nda bir Topçu Okulu kurulmuştur. Harbin sert rüzgârlarının Çanakkale’de estiği esnada Osmanlı

7

8 9 10 11 12

13 14

15 16

17 18 19 20

21

22

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

İmparatorluğu ise, Çanakkale Boğazı savunma sistemini takviyeye devam eder. Bu nedenle önce Sahil Bataryaları ve Tabyaları elden geçirilir. Bu Bataryalar ile Tabyalar Merkez Tabyalar Seyyar Bataryalar ve Boğaz Girişi Tabyaları olmak üzere iki grupta toplanır. Muin-i Zafer, Asar-ı Tevfik, Mesudiye, Berk-i Satvet ve Ertuğrul gemilerinden sökülen toplardan yeni sahil bataryaları kurulur. Bu bataryalar gemi topçusu ve denizci personel komutasına verilir. Nigel Steel - Peter Hart. Gelibolu - Yenilginin Destanı. Çeviren: Mehmet Harmancı Sabah Kitapları İstanbul 1997 s.17, Ayrıca bkz.Layman, Richard D, HMS Ark Royal 1914-1922, Cross and Cockade, Volume 14, No. 4, 1987 s.151 Aspinall-Oglander C. F. History of the Great War Military Operations Gallipoli: Vol. I William Heinemann (1929) Nigel Steel - Peter Hart. Gelibolu - Yenilginin Destanı. Çeviren: Mehmet Harmancı Sabah Kitapları İstanbul 1997 s.19 Aspinall-Oglander C. F. History of the Great War Military Operations Gallipoli: Vol. I William Heinemann (1929) s.98 Peter Hart. Gelibolu - Yenilginin Destanı. Çeviren: Mehmet Harmancı Sabah Kitapları İstanbul 1997 s.19 İngilizler müttefiklerinden ve sömürgelerinde çeşitli propagandalarla yeterli asker mevcudunu toparlamaya çalışıyorlardı. Birlik eğitimleri için İskenderiye’nin yanı sıra Ege’de Bozcaada ve Limni ileri üs bölgeleri olarak kullanılıyordu. Bu sırada Yunanlılardan çıkarmalarda kullanılacak filikalar satın alınıyor, diğer lojistik ihtiyaçlar tamamlanıyordu. Broadbent, Harvey (2005). Gallipoli: The Fatal Shore. Camberwell, Victoria: Viking/ Penguin. s.266 Hatip, S. M. (1990). Muavenet-i Milliye’nin Harekatı Çanakkale Muharebeleri 75. Yıl Armağanı. (ATASE, Dü.) Ankara: Gnkur. Ss.110-111 Burt, R. A. (1988). British Battleships 1889–1904. Annapolis, MD: Naval Institute Press. ss. 130–131 Ayrıca bkz. (ADM.231/14.NID.PR., 1889, s.58) Baker Paşa, (Valentine Baker) (1827—1887, İngiliz asıllı asker. Birleşik Krallık, Osmanlı Devleti ve Mısır devletleri hizmetinde komutanlık yaptı.) 1878 yılında Bolayır ile Gelibolu arasındaki yolu çamur deryası olarak olarak tarif ederken, topların nakledilirken yarıya kadar çamura gömüldüğünü ve atların bunları çamurdan çıkarabilmek için çok zorlandıklarını belirtmektedir. (IDC, 1915, s.3). Compton-Hall, Richard (2004) [1991]. Submarines at War, 1914–18. Penzance: Periscope Publishing. s. 140 O’Connell, John (2010). Submarine Operational Effectiveness in the 20th Century: Part One (1900–1939). New York ss.76-78 Th. Kraus - Karl Dönıtz. Yavuz Geliyor, Yavuz! Goeben ve Breslau’ nun (Yavuz ve Midilli ) Deniz Seferleri. Çeviren: Mustafa Haydar Cümbüş Çiğdem Kitap. Ankara 2007 ss.226-227 Gardiner, Robert; Gray, Randal, eds. (1984). Conway’s All the World’s Fighting Ships: 1906–1922. Annapolis, Maryland: Naval Institute Press. s.152 UK National Archive ADM 1/8515/51 Report Loss of Submarine “E14” 27



ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? Soner DEMİRSOY Araştırmacı, Tarihçi

İlk olarak Büyük İskender devrinde yapılmaya başlandığı bilinen ve tarihi seyir içinde büyük gelişme kaydeden denizaltılar, Birinci Dünya Savaşı’nda oldukça gelişmiş vasıflara sahip olmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin aldığı bütün önlemlere rağmen savaş boyunca Boğaz’dan 15 müttefik denizaltısı toplam 27 kez Çanakkale Boğazı’na girip çıkmayı başarmıştır.

Soldaki Resim: İngiliz B-11 denizaltısı tarafından torpillenerek batırılan Mesudiye Zırhlısı (Ali Cemal Benim, İstanbul Deniz Müzesi Resim Koleksiyonu, Db. No:1641)


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY

İtilaf Devletleri Birinci Dünya Savaşı sırasında Çanakkale’yi rahatlıkla geçerek İstanbul’u işgal edeceklerini ve müttefikleri olan Rusya’ya yardım ederek kısa sürede savaşı bitireceklerini düşünüyorlardı. 18 Mart 1915’te denizde aldıkları büyük hezimetten sonra donanmanın geçişini engelleyen bataryaları etkisiz bir hale getirme amacıyla kara savaşlarını başlattılar. Gelibolu Yarımadası’nda 5. Ordu’nun bütün ihtiyaçları deniz yoluyla İstanbul’dan temin ediliyordu. Denizyolu sevkiyatının durdurulması 5. Ordu’nun cephanesiz, askersiz ve yiyeceksiz kalması manasına geliyordu. Madem Boğaz, denizin üstünden geçilemiyordu o zaman bir de denizin altı denenmeliydi1. Bu maksatla başlatılan harekâtta 13 Aralık 1914’ten 2 Ocak 1916’ya kadar 15 düşman denizaltısından 9’u 27 kez Boğaz’dan Marmara’ya girip çıktı2.

Müttefik Denizaltılarının Boğaz’ı Geçme Denemeleri

İngiltere’nin en modern denizaltısı AE-2’yi batıran Sultanhisar Torpitosu, (Hüseyin Tengüz, İstanbul Deniz Müzesi Resim Koleksiyonu, Db. No: 2475)

Kara savaşları başlamadan önce Müttefik Filo Komutanı Amiral de Robeck’in emrinde 9 İngiliz ve 4 Fransız denizaltısı bulunuyordu3. Bu denizaltılar yedek güç olarak İtilaf Devletleri’nce Çanakkale Boğazı önünde demirli bekletiliyordu. Kendilerine verilen görev; Yavuz ve Midilli zırhlısı Boğaz’dan çıkarsa onlara hücum etmek ve batırmaktı. Alman denizaltılarının, İngilizlerin en korunaklı deniz üssü olan İskoçya’nın kuzeyindeki Orkney Adaları’nda bulunan ana deniz üslerinden biri olan Scapa Flow’a sızması müttefik denizaltılarının da Çanakkale Boğazı’nı geçebileceği fikrini verdi.

30

Boğaz, doğal olarak oldukça korunaklıydı, bunun yanında çeşitli harp tedbirleri de alınmıştı. Denizin üstünden Boğaz’ın geçilmesi imkânsızdı. Geriye bir tek yol kalıyordu; denizin altından gitmek. En büyük sorun ise o zamanın tahrik gücü bilinmeyen gemilerin Boğaz akıntısını yenip, Çanakkale ile Kilitbahir arasındaki en dar yerden geçebilme ihtimaliydi. İtilaf Devletleri Çanakkale’de üst üste farklı istikamete akan iki akıntının varlığını biliyorlardı4. Fakat bu akıntıların yoğunlukları hakkında bilgi sınırlıydı. Farklı yoğunluktaki su katmanları denizaltıların yüzerliklerini etkileyebilir, karaya oturmalarına ya da suyun üstüne fırlamalarına sebep olabilirdi. Bunu denemek gerekiyordu5. Bu görev için ilk olarak B-11 İngiliz denizaltısı seçildi. Mayın demirleme tellerinden korunabilmesi için baş tarafına özel bir koruyucu konularak Boğaz’a gönderildi. B-11 denizaltısı, 13 Aralık 1915 günü Çanakkale Boğazı’nın güney methalinden içeri girdi ve kendisini Sarısığlar

Koyu’nda demirli Mesudiye Zırhlısı’nın karşısında buldu. Saat 11.55 sularında 800 yarda (1 yarda 0.91 m) kadar zırhlının yanına sokuldu ve torpitosunu fırlattı. Bir zamanlar Osmanlı Bahriyesi’nin amiral gemisi olan zırhlı, infilak sesinin ardından yan yatmaya başladı. Her ne kadar Mesudiye top ateşiyle denizaltıya karşılık vermek istemişse de gemi 8-10 dakika içinde iskele tarafına alabora oldu ve gemide 10 subay ve 24 erimiz şehit oldu6. Kazanılan bu başarı daha büyük evsaflı denizaltıların Boğaz’ı geçebileceği ve Türk siperlerinin arkasına dolanarak Marmara’da Türk ve Alman gemilerine zarar verebileceği fikrini verdi7. Savaş şartları henüz tekâmül aşamasında olan meçhul silahların nasıl kullanılacağını öğretiyordu. Boğaz’ın güçlü akıntısına da karşı koyabilecek teknik bakımdan donanımlı bir geminin pekâlâ bu görevi başarabileceği ortadaydı8. Bu görev için Fransız denizaltısı Saphirre uygun görüldü9. Geminin kumandanı Teğmen Henri de Fournier, 15 Ocak Cuma günü saat 06.00-07.00 sularında Boğaz girişinde dalışa geçti ve bir süre bu vaziyette yol aldı. Fournier, mayın hatlarına takılmamak için 30 metre derinlikte seyretti. Bu sırada denizaltı, iskele kıç tarafından ve omurganın 280 santim yukarısından ciddi miktarda su sızdırmaya başladı. Tulumbalar içeri giren suyu tahliye etmekte yetersiz kaldı. Sızan suyun kollektörler üzerine dökülmeye başlaması geminin elektrik aksamının yeterince iyi çalışmamasına, gemi içerisinde aşırı bir gürültüye ve buhara neden oldu. Sarısığlar koyunda su üstüne çıkmaya çalışan Saphire periskop derinliğindeyken Ferman gemisi tarafından fark edildi. Denizaltının avlanması için İsareis gambotu ve Nusret mayın gemisi de mücadeleye dahil oldu10. Tekrar dalışa geçen gemi 70 metre derinlikte dibe oturdu11. Bu derinlik fazla olduğu için basıncın etkisiyle içeriye daha fazla su girmeye başladı. Kaptan gemiden ümidini kestikten sonra mürettebatı kurtarmaya karar verdi ve yüzeye çıktı. Dışarı çıkan mürettebat teslim olurken gemi beş dakika içinde battı12. Saphirre batığı, Köseburun ile Değirmen Burnu arasında oluşturulan hattın Anadolu sahilinden yaklaşık 400 metre mesafede bulunmaktadır.


ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY

İkinci denemenin başarısız olması İtilaf devletlerinin Boğaz’ı geçme düşüncesini değiştirmedi. Onlara göre İngilizlerin “E” sınıfı denizaltıları, gelişmiş pusulaları ve diğer denizaltılara nazaran daha büyük olan bataryaları ile bu geçişi başarabilirlerdi. Bunun için İngiltere’nin, Avustralya Deniz Kuvvetleri’ne ait AE-2 isimli denizaltısı, Çanakkale’ye geldi. Gemi 7 Mart 1915’te keşif seferine çıktı13. Mondros Limanı’nın girişindeki deniz fenerinin yerinin değiştirildiği geminin kaptanı Stoker’e bildirilmeyince denizaltı kayalara çarptı ve ağır yara aldı14. Tamir için Malta filo tamirat üssüne gönderildi. AE-2 yerine Boğaz’ı geçme görevi E-15 İngiliz denizaltısına verildi. İlk defa Boğaz’ı geçmeye bu denizaltı teşebbüs etti. Gemi 17 Nisan 1915 günü saat 02.20 sularında Bozcaada’dan Çanakkale Boğazı istikametine hareket etti. E-15, 02.30’da projektörler tarafından fark edilmemek için dalışa geçti fakat akıntının etkisiyle Anadolu sahilindeki Kepez civarında karaya vurdu. Bu esnada kule kısmı su yüzüne çıkmış olduğundan Osmanlı projektörleri tarafından fark edildi. İlk mermi kaptan kulesini tahrip edip gemi kaptanı T. S. Brodie’yi hedef aldı. İkinci merminin de elektrik dairesine isabet etmesi üzerine mürettebat gemiyi terke mecbur oldu. 31 kişilik mürettebattan 24’ü esir

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Sultanhisar’ın AE 2’yi batırması, (Hüseyin Hüsnü Tengüz, İstanbul Deniz Müzesi Resim Koleksiyonu, Db. No: 1524)

edildi, geriye kalan gemi kaptanı dahil 7 kişi kayboldu15. İçinde 10 torpido bulunan ve bir kısmı su üstünde duran E-15, Türk denizciler tarafından kurtarılmaya çalışılıyordu. Müttefikler için yapılacak tek bir iş kalıyordu; denizaltının Türklerin eline geçmemesi için kendileri tarafından batırılması. Bu görev Yüzbaşı Mc Arthur kumandasındaki B-6 denizaltısına verildi. Fakat o vazifesini tamamlayamadan geri dönmek durumunda kaldı. Donanmadan yapılan aşırtma atışlarla ve tayyarelerden atılan bombalarla bir netice elde edilemedi16. Sonuçta torpitolarla donatılmış iki piket botu kesin sonucu aldı ve E-15 denizaltısı yine İngiliz silahlarıyla Marmara’nın serin sularına gömüldü.

AE-2 Boğaz’ı Geçiyor Boğaz’ın muhakkak sûrette geçilmesi gerekiyordu. Tamiri biten AE-2, 25 Nisan 1915’te (kara savaşlarının başladığı gün) Çanakkale Boğazı’na daldı, altı saatlik bir yolculuk sonrasında mayınlı bölgeyi atlattı, Türk topçu mevzilerinin önünden geçti ve Marmara Denizi’nde seyre başladı. AE2’nin Marmara’ya ulaşmasının ardından diğer denizaltılar 31


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY

da Boğaz’a doğru yola çıkmaya başladı. AE-2’den sonra ilk gönderilen gemi E-14 denizaltısıydı. AE-2 denizaltısı, Çanakkale Boğazı’nı geçerken gösterdiği başarıyı Marmara’da gösteremedi. 800 tonluk denizaltı daha ilk haftasını tamamlayamadan 30 Nisan 1915 günü Karaburun yakınlarında, Gelibolu’dan dönmekte olan Yzb. Rıza Bey komutasındaki 97 tonluk Sultanhisar torpitobotuna yakalandı. 2,5 saat süren bir mücadelenin ardından mağlup olan taraf Stoker ve mürettebatı oldu17. AE-2’nin mürettebatı esir alındı18. AE-2’nin batırılmasıyla düşman yalnız 800 tonluk bir silahını yitirmekle kalmadı; aynı zamanda Çanakkale’yi ilk geçen denizaltı komutanının tecrübelerinden istifade edemedi. Kara savaşlarının başlaması arefesinde Gelibolu’ya lojistik desteğin kesilmesi fikri de gerçekleştirilemedi. AE-2 denizaltısı, tarihte ilk defa Çanakkale Boğazı gibi korunaklı bir yerden içeri giren ve Marmara’da Türk donanması tarafından batırılan ilk denizaltı oldu19. AE-2 denizaltısı, elimize geçmemesi için kaptanı tarafından sapasağlam batırılan dünyanın ender gemilerinden birisidir. Avustralya Deniz Kuvvetleri’ne bağlı, döneminin en modern denizaltısı, batırılışından 83 yıl sonra Karaburun’un 6.4 km kuzey batısında, 72 metrelik derinlikte tespit edildi20.

Savaş Hukukunun İhlali ve Sınırsız Av E-14 denizaltısı, 1 Mayıs 1915’te Mürefte-Şarköy arasında Nurulbahir Gambotunu batırdı ve 10 Mayıs 1915’te bir 32

Sultanhisar Torpidobotu ve Mürettebatı (İstanbul Deniz Müzesi Resim Koleksiyonu, Db. No: 4197)

muhrip refakatinde Çanakkale’ye personel ve malzeme götüren Gülcemal Vapuru’nu yaraladı. Deniz altından yol açılmıştı. Artık takviye denizaltılar da gelmeye başlamıştı. 19 Mayıs 1915’te E-11 denizaltısı E-14’ten karakol vazifesini devraldı. Savaş gittikçe kızışıyordu. 18 Mart hezimetinin ardından kara savaşlarında da bir başarı gösteremeyen düşman, kural dinlemez olmuştu. E-11 bordo numaralı denizaltı gemisinin kaptanı Bnb. Nasmith, 1907 Lahey Sözleşmesi’nin denizaltı harekâtına kısıtlama getiren hükümlerini hiçe sayarak kayıtsız denizaltı harbine başladı21. İngiliz denizaltısı önüne çıkan ne varsa ya imha etti ya da yaraladı22. İngilizlerin savaş hukukuna aykırı hareketleri denizlerde işledikleri suçlarla sınırlı kalmadı. Çanakkale Muharebeleri esnasında Maydos kasabasını ve o civardaki Hilâl-i Ahmer bayrağı çekmiş olan hastaneyi top ateşine tuttular. Tayyarelerle sargı yerlerine bomba attılar. Cepheden İstanbul’a yaralı taşıyan hastane gemilerimize taarruz ettiler. Buna karşılık Harbiye Nezareti hadisenin Amerikan Sefareti vasıtasıyla protesto edilmesini istedi. Ayrıca denizaltıların hukuk dışı davranışlarının devam etmesi durumunda İstanbul’da bulunan İngiliz ve Fransız esirlerin gemilerle Gelibolu’ya gönderilmesi düşünüldü23. Bütün bu önlemlere rağmen İtilaf Devletleri faaliyetlerine hız kesmeden devam etti.


ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY

Osmanlı Devleti’nde bu gelişmeler olurken B-11 denizaltısının komutanı geldiği yoldan tekrar geriye döndü. Marmara’da yaptığı sınırsız denizaltı harbi, gemi komutanı ve mürettebatına Victoria Cross nişanını kazandırdı24. Binbaşı Nasmith ilk Marmara görevinde hiçbir torpitosunu boşa harcamamıştı. Hazırladığı raporunda “Yakalanan hedeflerin çoğunluğu küçük tekneler, takalar ve mavnalardır. Torpito gibi pahalı, yerine konması ve ikmali zor bir silahla batırmaya değmemektedir. Bu gibi hedeflere karşı kullanılmak üzere denizaltılara top monte edilmelidir” diyordu. Harp, denizaltıların nasıl kullanılacağını öğretmeye devam ediyordu. Topların monte edilmesiyle beraber denizaltıcılık teknolojisinde yeni bir çağ başlıyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda da yoğun olarak kullanılacak olan denizaltıların ikinci ana silahı olarak toplar yerini aldı. Artık denizaltılar sadece deniz ulaşım araçlarına saldırmıyorlardı. Demiryollarına, kıta nakliyatı yapan trenlere, karayollarına, köprü, tünel gibi bağlantı noktalarına, kısacası Çanakkale ile bağlantı kurulan bütün iletişim yollarına çeşitli saldırılar düzenliyorlardı. E-11 denizaltısının Marmara’daki ilk görevinden sonra E-2 ve E-7 Marmara’ya gönderildi. E-11, 5 Ağustos 1915’te ikinci; 26 Kasım 1915’te üçüncü karakol görevi için Marmara’ya girdi. E-12, 25 Haziran 1915’te birinci ve 21 Eylül 1915’te ikinci karakol görevi için Boğaz’ı geçti. Bunun yanında E-20 ve H-1 denizaltı gemileri de Çanakkale Boğazı’nı geçen müttefik denizaltılarıdır. Fransız denizaltıları İngiliz denizaltılarından daha geri seviyedeydi. Buna rağmen Fransızların da Marmara’ya denizaltı sokma teşebbüsü oldu. Bu görevi tek Turquoise adlı denizaltı başardı, fakat bu gemi de ancak savaştan sonra Boğaz’dan dışarı çıkabildi. Fransızların Joule adlı gemisi 1 Mayıs 1915’te Yüzbaşı Dupetit Thouars komutasında Kepez-Havuzlar arasında 2A hattındaki mayına çarparak 29 mürettebatıyla battı. Geminin enkazı günümüzde 44 metre derinlikte yatmaktadır25. Mariotte adlı Fransız denizaltısı da 26 Temmuz 1915 günü Çimenlik Kalesi önünde yakalandı, top ateşi ile batırıldı ve 31 kişilik mürettebatı esir alındı26. Geminin enkazı uzun yıllar Çimenlik Kalesi yakınında karada kaldı. Daha sonra geminin bir kısmı söküldü. Bir kısmı da Nara’da bir iskelenin altına temel oldu. Marmara’ya girme başarısı gösteren Turquoise denizaltısı, Marmara’dan dönerken 30 Ekim 1915 günü Çanakkale Boğazı’nda Akbaş önünde dibe oturdu. Müstecip Onbaşı’nın zamanında müdahalesi ve isabetli

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

top atışlarıyla gemi, mürettebatıyla esir edildi. Gemi de Müstecip Onbaşı adıyla Osmanlı Bahriyesi’ne katıldı. Bu gemi o kadar ani saldırıya uğradı ki mürettebat ellerindeki gizli belgeleri bile imha edemedi. Ele geçirilen belgeler arasında Turquoise’nin E-20 İngiliz denizaltısıyla randevu koordinatları da vardı. 5 Kasım günkü buluşmaya Turquoise yerine UB-15 Alman denizaltısı gönderildi ve İngiliz denizaltısı batırıldı. 4 Eylül 1915 günü E-8 denizaltısı güvenlik için Boğaz’a gerilen ağlara takıldı. Nöbette bulunan motor gambotların çabalarıyla satha çıkmak zorunda bırakılan geminin personeli esir alındı.

Osmanlı Devleti’nin Denizaltılara Karşı Aldığı Önlemler Müttefik denizaltılarının Mesudiye zırhlısını batırması Osmanlı Devleti’nin Boğaz’da yeni önlemler alması gerektiğini ortaya çıkardı27. İlk zamanlar başlıca engel Boğaz’ın doğal olarak korunaklı olması ve döşenmiş olan mayınlardan ibaretti. Savaş, düşmana denizin altından yol bulup Marmara’ya girmeyi öğrettiği gibi Osmanlı Devleti’ne de denizaltılara karşı önlem almayı öğretecekti. Mesudiye’nin batırılmasından sonra bu gemide görev yapan personelden 120 kişi ile Boğaz’ın her iki kıyısında gözetleme postaları kuruldu28. Ayrıca Mudanya ve Marmara Adası’nın gözetlenmesi için Galata yatıyla İstanbul vapuru, Çanakkale Boğazı için de Peleng-i Derya ve İsareis gambotları görevlendirildi. Torpitobot ve gambotlarımıza denizaltılara karşı zikzak çizerek hareket etmeleri ve onları baskı altında tutarak taarruz etmelerine

Turqoise adlı Fransız denizaltısını esir eden Müstecip Onbaşı

33


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY

imkân vermemeleri talimatı verildi. Deniz uçaklarından denizaltıların yerlerinin tespit edilmesi için istifade edilmeye çalışıldı. Denizaltılar sadece gemilere saldırmayıp aynı zamanda demiryolları, köprüler, fabrikalar, iskele ve limanlara da saldırdıkları için stratejik noktalara bataryalar kuruldu. İlk zamanlar su üstü gemilerine göre ayarlanan mayınlar yanında 2, 5, 4, 5, 8, 30 ve 40 metrelik kademeli mayınlar döşendi. Mayın hatlarından sızarak Marmara’ya yönelen denizaltılara karşı daha uyanık olmak ve daha çabuk haberleşmeyi sağlamak için Boğaz’ın muhtelif noktalarına birer gözetleme postası yerleştirildi29.

büyük değişme oldu. Bunun sebebi de gelen Alman denizaltısının üç günde iki dev İngiliz zırhlısını Boğaz’ın dibine göndermesiydi.

25 Mayıs 1915 günü U-21, Kabatepe açıklarında 10 pusluk toplarıyla Türk mevzilerine ateş eden Triump muharebe gemisini ve iki gün sonra da Mehmetçik Feneri açıklarında demirli Majestic muharebe gemisini torpilledi. Bir zamanlar İngilizlerin Anavatan Filosu’nun gururu olan koca gemi 7 dakika içinde denizin dibine gömüldü31. Bu iki geminin batırılması Türk tarafını büyük nisbette rahatlattı. İtilaf Devletleri muhripten daha büyük geDüşman denizaltılarını Marmilerini Mondros Limanı’na mara’ya geçirmemenin en geri çektiler. Gemiler kara kısa ve kestirme yolu hiç savaşları sırasında uçurulan şüphesiz Boğaz’ın ağlarla balonların verdiği koordikapatılması ve buralarda natlara aşırtma atışı yapıyor, bulundurulacak karakol gekara birliklerini deniz atışlamileriyle denizaltıları tahrip rıyla destekliyorlardı. Artık etmekti. Bunun için ilk olaİtilaf donanması Ege Denirak Şubat 1915’te Boğaz, zi’nde istediği gibi dolaşaE-11 Denizaltısı tarafından batırılan Barbaros Hayreddin Zırhlısı. balık ağı kuvvetinde hafif mıyordu. Queen Elizabeth ağlarla kapatıldı. Bu ağlar 5 gibi devrin en yeni muharemetre yüksekliğinde ve 47 ila 50 metre uzunluğundaydı. be gemisi, denizaltı tehdidine karşı limana geri çağırıldı. Ağların yüksekliğini arttırmak için 5 ağ birbirine ekleniyor Çanakkale muharebeleri sırasında Alman denizaltıları Ege, ve bu surette 20 metreye kadar çıkarılabiliyordu. Sağlam Marmara Denizi ve Karadeniz’de harekât yapmak üzere olması için de ağlar dört kat yapılıyordu. Bu ağların de5 botluk bir filotilla halinde teşkilatlandı. U-21 filotillanın nizaltıları durdurmaya yetecek kadar sağlam olmadığının komutanı idi. Bu filotilladan UC-13 Karadeniz’de kaybolanlaşılması fazla uzun sürmedi. Bu sefer Boğaz daha kalın du. U-21’in arızaları arttığı için Cattaro’ya geri döndü. ağlarla kapatıldı. Karaya bataryalar kuruldu. Işıldaklarla her gece Boğaz tarandı. 24 Mayıs 1915’te İtalya’nın İtilaf Devletleri’nin yanında sa-

Alman Denizaltıları Çanakkale Önlerinde Birinci Dünya Savaşı’ndan önce ve savaş sırasında Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletler ve Amerika’dan denizaltı alma teşebbüsleri oldu, fakat bu konuda somut bir gelişme olmadı. Dolayısıyla Müttefik denizaltıları Çanakkale Boğazı’ndan Marmara’ya girerken Osmanlı’nın elinde kendine ait bir denizaltısı yoktu. Müttefikimiz olan Avusturya’dan denizaltı gemisi alma teşebbüsümüz de sonuçsuz kaldı. Bu durumda tek ümidimiz Alman denizaltılarıydı. Bu amaçla dönemin Bahriye Nazırı Cemal Paşa, 4 Ekim 1915’te Sadaret makamına gönderdiği yazıda Almanya’dan satın alınacak iki denizaltının Türk sularında kullanılmasının faydalı olacağını belirtiyordu30. Bunun için ilk Yzb. Otto Hersing komutasındaki U-21 denizaltısı Çanakkale’ye geldi. U-21’in gelmesiyle güçler dengesinde 34

vaşa girmesiyle Alman denizaltılarına yeni hedefler çıktı. Bu nedenle Çanakkale muharebelerinden sonra denizaltıların harp sahası Akdeniz’e kaydırıldı32.

Denizaltı Savaşlarının Sonuçları İlk olarak Büyük İskender devrinde yapılmaya başlandığı bilinen ve tarihi seyir içinde büyük gelişme kaydeden denizaltılar, Birinci Dünya Savaşı’nda oldukça gelişmiş vasıflara sahip olmuşlardı. Osmanlı Devleti’nin aldığı bütün önlemlere rağmen savaş boyunca Boğaz’dan 15 müttefik denizaltısı toplam 27 kez Çanakkale Boğazı’na girip çıkmayı başardı. Denizaltı harekâtında 1914 ila 1916 yılları asındaki kayıp bilançomuz: Mesudiye Fırkateyni, Barbaros Zırhlısı, Yarhisar Muhribi, Peleng-i Derya Vapuru, Nurülbahir ve Sakız Gambotları,


ÇANAKKALE GEÇİLDİ Mİ? / Soner DEMİRSOY

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

burgaz anbul Kemer lunan 1993 yılında İst yü sahilinde bu Kö r na pı Ak i k .’li m Bölges 16 ın sın denizaltı UB-46 Alman ı. baş kısm

Samsun Mayın Gemisi, Nara Vapuru, Bandırma Vapuru, Tecelli Vapuru, Ceyhun Vapuru, Halep Vapuru, Peyk-i Şevket Torpito Kruvazörü, İsfahan Vapuru, Halep ve Tenedüs Vapurları, Gelibolu Vapuru, Bosphorus vapuru, Leonida vapuru, 40 ve 41 numaralı Şirket-i Hayriye Vapurları, 1 nolu Haliç Vapuru, Bülbül Vapuru, Biga Vapuru, Hayrullah Vapuru, Kesendra Vapuru, Mahmut Şevket Paşa Gemisi, Aydın Reis Gambotu, Hanefiya ve Plevne Vapuru başta olmak üzere 38.000 ton tutarında 31 ticaret gemimizi batırdılar. Bunun yanında 200’den fazla yelkenli ve mavnayı tahrip veya imha ettiler. Buna karşılık İtilaf Devletleri’nin de kayıpları ağırdı. Harekât sırasında 5 İngiliz, 3 Fransız ve 1 de Avustralya denizaltısı olmak üzere toplam 5818 ton tutarında 9 denizaltı batırıldı ve Turquoise adlı Fransız denizaltı gemisi esir alındı33. Deniz üstünden ve karadan ilerleyemeyen düşman suyun derinliklerinden yol bulup Marmara’ya girebildi. Fakat asıl vazifeleri olan Beşinci Ordu’nun İstanbul ile olan irtibatını kesemediler. Boğaz’dan ilk geçen AE-2 denizaltısı Marmara Denizi’nde ilk sancak açtığında Türklerden kimse teslim olmadı. Zaman zaman Çanakkale ile irtibatımız kesintiye uğrasa da tamamen durmadı. Alınan tedbirlerle düşman tam olarak durdurulamasa da hızı kesildi. Zaten Osmanlı Devleti denizaltı tehlikesine karşı denizden ulaşımını durdurup kara ulaşımına ağırlık verseydi, İtilaf Devletleri’nin Çanakkale’den elleri boş gittiklerini göremezdi.

Çanakkale muharebeleri sırasında Alman denizaltıları Ege, Marmara Denizi ve Karadeniz’de harekât yapmak üzere 5 botluk bir filotilla halinde teşkilatlanmıştır.

Dipnotlar 1 Mustafa Selçuk, Hedef Şehir İstanbul Çanakkale Geçildi mi?, İstanbul 2005. 2 Soner Demirsoy, “Çanakkale Denizaltı Savaşları”, Osmanlı’nın Son Kilidi Çanakkale Tek Kitap, (Ed. Soner Demirsoy-Kasım Hızlı), İstanbul 2014, s. 21-40. 3 Mustafa Selçuk, a.g.e. s. 112 4 Oğuz Otay, Efendi Kaptan Kurtar Bizi: Mesudiye Zırhlısı Osmanlı’nın Son 40 Yılının Tanığı (1874 – 1914), İstanbul 2005, s. 200. 5 Çetinkaya Apatay, “Çanakkale Muharebelerinde Denizaltı Harekâtı”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Sayı 37, Mart 1988, s. 53. 6 ATASE, BDH. KL. 101 D. 496, F. 2-2; Oğuz Otay, a.g.e. s. 220; Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 53. 7 Orhan Bayrak, Çanakkale Savaşları, İstanbul 2005, s. 83; Mustafa Selçuk, a.g.e. s. 112; 8 Soner Demirsoy, “Çanakkale’de Denizaltı Savaşları”, Yedikıta Dergisi, Sayı 7, Mart 2009, s. 42-47. 9 Kemal Koç, I. Dünya Savaşı’nda Çanakkale Boğazı ve Marmara’da Denizaltı Muharebeleri, MSGSÜ, Yayınlanmamış Y.L. Tezi, İstanbul 2012, s. 114. 10 DMA, FAB., D. No. 171, 1. 11 DMA, FAB., D. No: 171, 13. 12 DMA, FAB., D. No. 171, 13. 13 Kemal Koç, a.g.t., s. 121. 14 Fred & Elizabeth Brenchley, Gelibolu Çıkarmasının Yapıldığı Gün Avustralya’nın Çanakkale Boğazı’na Yağtığı Cesur Saldırı: Stoker’ın Denizaltısı, (terc. Pervin Yanıkkaya), İstanbul 2003, s. 73. 15 ATASE, BDH.KL., 4669, D., H-14, F., 1-14. 16 ATASE, BDH.KL. 4669, D. H14, F. 1-14a. 17 “Sultanhisar Destanı”, (Anlatan: Sultanhisar Süvarisi Ali Rıza Kaptan), Yıllarboyu Tarih Dergisi, VIII/4 (Nisan 1982), s. 63–64. 18 BOA, HR. SYS, 2323/1; Fred & Elizabeth Brenchley, a.g.e. s.129 19 Ayhan Yüksel, “Çanakkale Savaşlarında Sultanhisar Torpidosu, Muâvenet-i Milliye Muhribi: Mürettebâtı ve Faaliyetleri”, Çanakkale Savaşları Tarihi Citl IV. İstanbul 2008, s. 2060. 20 Savaş Karakaş, Yakın Tarih İncelemeleri -1 Çanakkale Savaşı, İstanbul 2006, s. 140. 21 Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 54. 22 BOA. DH. EUM. VRK. 25/25. 23 BOA. HR. SYS. 2179/3. 24 Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 54. 25 Savaş Karakaş, a.g.e. s. 140. 26 BOA. HR. MA. 1136/64. 27 Saim Besbelli, (1914 – 1918) Çanakkale’de Türk Bahriyesi, Ankara 1959, s. 17 (424 sayılı Donanma Dergisi ekidir) 28 I. Dünya Harbi’nde Türk Harbi, C. VIII, Ankara 1976. s. 270. 29 Nurcan Bal, Türk Deniz Harp Tarihinde İz Bırakan Gemiler, Olaylar ve Şahıslar, Marmara’da Denizaltı Avı Sultanhisar ve Stoker’in Denizaltısı AE 2, Piri Reis Araştırma Merkezi, İstanbul 2006, s. 49. 30 BOA, HR. SYS. 2107-4. 31 BOA. HR. MA. 1155/72. 32 Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 57. 33 Çetinkaya Apatay, a.g.m. s. 556. 35



ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI Dr. Rinaldo MARMARA Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu Basın Sözcüsü ve Kültür Ateşesi

Bülent GÜNAL Gazeteci-Yazar

I. Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümünde, Vatikan Gizli Arşiv belgelerinin ışığında Çanakkale Savaşı’nın insanî yönünü belirtmek istedik. Bu konuda yayınlanmamış Vatikan Gizli Arşivleri, Türk halkının savaş zamanında bile düşmanlarına karşı sergilediği yüce duruşa bir övgü niteliğindedir. Türk halkının, 1915’teki o müthiş Çanakkale Savaşı’nda çatışmalar sürerken, düşman askerlerinin mezarlarını koruma kaygıları ve niyetleri kaydedilmeye değer. Bu, savaş esnasında vuku bulan bir insanlık dersidir.


Kraliyet gemisi Londra’da, Avustralyalılar ve Mavi Ceketliler

Savaşı’nda çatışmalar sürerken, düşman askerlerinin mezarlarını koruma kaygıları ve niyetleri kaydedilmeye değer. Bu, savaş esnasında vuku bulan bir insanlık dersidir.

Çanakkale Savaşı tarihe birçok yönüyle geçti. Ama tarihçilerin üzerinde hemfikir olduğu konuların başında Çanakkale Savaşı’nın dünyanın gelmiş geçmiş en centilmen savaşlarından biri olduğu geliyor. Birinci Dünya Savaşı’nın 100’üncü yıldönümünde, Vatikan Gizli Arşiv belgelerinin ışığında Çanakkale Savaşı’nın «insanî» yönünü belirtmek istedik. Bu konuda yayınlanmamış Vatikan Gizli Arşivleri, Türk halkının savaş zamanında bile düşmanlarına karşı sergilediği yüce duruşa bir övgü niteliğindedir. Türk halkının, 1915’teki o müthiş Çanakkale

Kayıp asker aileleri, ölen yakınlarının mezarlarının bulunduğu yerler hakkında bilgi edinmek için Papa XV. Benoît’ın aracılığı ile Türkiye’deki gayrı resmi temsilcisi Monsenyör Dolci’ye başvurmaktaydılar. Enver Paşa, yüksek görevinin sonu gelmez meşguliyetlerine rağmen harbin başlangıcından itibaren, bu pek kutsal mezarlara gereken saygının gösterilmesi için generallerine talimat verir. Çanakkale Savaşı’nın bilinmeyen bir yönüydü İngiliz, Fransız ve Avustralyalı askerlerin mezar yerlerinin bulunması ve korunmasına yönelik verilen uğraşlar. Papa XV. Benoît’un aracılığıyla Osmanlı Devleti’nin en üst kademeleriyle bağlantı kurulmuş; ölen Hıristiyan askerlerinin mezar yerlerine dini semboller konulması, yine mezar yerlerinin plan-

larının çıkartılıp fotoğraflanması istenmişti. Ancak unutulmaması gereken bir detay var. O da bu isteklerin talep edildiği, Osmanlı Devleti’nce de karşılık gördüğü o günlerde, savaş bütün hızıyla devam ediyordu. Savaş bitmiş olsa, barış anlaşmaları yürürlükte olsa, bu talepler sıradan karşılanabilirdi. Oysa bu yazışmaların büyük çoğunluğunun yapıldığı günlerde Çanakkale’de top sesleri eksik olmuyor; hemen her gün binlerce asker aldığı bir kurşun yarası ya da vücuduna isabet eden bir şarapnel parçası nedeniyle son nefesini verip, toprağa düşüyordu. Mektup trafiği yıllar sürdü. Papa XV. Benoît bu konuyla ilgili Kardinal Gasparri’yi görevlendirmişti. Ayrıca Vatikan’da, Çanakkale’de kayıp ve muhtemelen Türkiye’de esir olan Fransız, İngiliz ve Anzak askerlerinin listelerini tutmak için “Harp Esirleri İstihbaratı Geçici Bürosu” kurulmuştu. Kardinal Gasparri, kendilerine gelen tüm talepleri Vatikan İstanbul Temsilcisi Monsenyör Angelo Maria Dolci’ye iletiyordu. Mektup trafiği bu şekilde yürütülüyordu. Monsenyör

Gully Ravine (Zıgın Dere) bölgesi, Eylül 1915

38


ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI / Dr. Rinaldo MARMARA - Bülent GÜNAL

Dolci ise özellikle Harp Esirleri İstihbaratı Geçici Bürosu’ndan kendisine iletilen bu talepleri karşılayabilmek için Osmanlı Hükûmeti ile yakın ilişkiler kurmuş; özellikle de mezar yerlerinin korunması için Harbiye Nazırı Enver Paşa ile görüşmüştü. Enver Paşa ise Vatikan’ın mezarların korunması hakkındaki endişelerine duyarlılık göstermiş; harbin başından itibaren bu mezarlara saygı gösterilmesi için gereken tüm emirleri vermişti. Hatta söz konusu bölgeye gidip mezarları bizzat gözden geçirebilsin diye Monsenyör Dolci’nin emrine bir grup asker vermeyi dahi teklif etmişti. Enver Paşa böylece, Papa XV. Benoît’un ricası üzerine, Çanakkale’de ölen askerlerin mezarlarını çok özel bir şekilde kendi yük-

şı’nda taraf olan bütün hükümetlere hatta ailelere göndermişti. Papa’nın bu çabası da hükümetler nezdinde büyük taktirle karşılanmıştı. Savaşların görünmez yüzüydü mezarlıklar sorunu. Birinci Dünya Savaşı boyunca, hatta sonrasında Vatikan-İstanbul-Çanakkale üçgeninde yaşanan mektup trafiğinin ana konularından biri yaşamını yitiren askerlerin mezarlarıydı. İtilaf güçlerine mensup on binlerce asker evlerinden binlerce kilometre uzaklıkta yabancı topraklarda son nefeslerini vermişlerdi. Çanakkale’de oğlunu kaybeden Fransız acılı bir annenin de Avustralyalı bir babanın da tek tesellisi evlatlarının mezarlarının bu-

yer almamaktaydı. Bu nedenle verilen açıklamalar, çoğu zaman anlaşılmaktan uzaktı. Mezarlıkların harp sahasında bulunduklarını ve mezarların listeleri ile konumlarını belirten planları talep etmenin Osmanlı askeri yetkililerinde stratejik sorunlara yol açtığını özellikle dikkate almak gerekir. Buna rağmen Monsenyör Dolci aracılığıyla Vatikan’dan gelen ricalar geri çevrilmemeye çalışılıyordu.

Frank Coffee Vak’ası

sek himayesine almış; acılı ailelerin yüreğini bir nebze rahatlatmak için Monsenyör Dolci’ye Çanakkale’de bulunan bütün mezarların fotoğraflarının kopyalarını hediye etmişti. Papa, Enver Paşa’nın yaptığı bu büyük jestten çok etkilenmişti. Enver Paşa’nın emriyle verilen ve kendilerine ulaşan tüm mezarlık bilgi ve fotoğraflarının kopyalarını Çanakkale Sava-

lunması, mümkünse de korunmasıydı. Ancak bazen iyi niyet de yeterli olmuyordu. Yabancı askerlerin mezar yerlerinin bulunmasında bin bir sorunla karşılaşılıyordu. Her şeyden önce, Avustralyalıların Gelibolu yarımadası üzerinde savaştıkları arazi oldukça genişti; dahası ‘Lonesome Pine’, ‘Brown’s Dip’, ‘Walker’s Ridge’ gibi isimlendirmeler İngilizler’in icadıydı. İngiliz haritalarının dışında bu isimler hiçbir haritada

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Frank Coffee

Tüm bu mektup ve yazışma trafiği içinde genç bir Anzak teğmenin hikayesi dikkat çekiyordu: Frank Matthew Coffee. Bu öyle bir hikayeydi ki, savaşın hem acı hem de insanî yönlerini sinematografik bir tatla anlatıyordu. İşte tüm tarihi gerçeklerin tanıklığı ve Vatikan Gizli Arşivleri’nde yer alan belgeler ışığında, çok çarpıcı bir yaşam hikayesinin, Frank M. Coffee’nin hikayesinin kapısını aralıyoruz. Frank Matthew Coffee, 11 Nisan 1887’de dünyaya gelmişti. Zengin bir Avustralyalı yayıncı olan babası Frank Coffee ile aynı adı taşıdığı için Junior Frank olarak anılıyordu. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Kentucky ve Stanford Üniversiteleri’nde hem gazetecilik hem de mühendislik okumuştu. Birinci Dünya Savaşı patladığında Sidney’deydi; gazete39


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI / Dr. Rinaldo MARMARA - Bülent GÜNAL

lere yansıyan haberler, Sidney’deki caddeler, sokaklara asılan askere çağıran afişler kanının kaynamasına yetmişti de artmıştı bile. Evet, askere gönüllü olarak yazılmalıydı. Bu düşüncesini ilk olarak kendinden 5 yaş büyük ağabeyi Jack’e açtı. Jack de kardeşiyle aynı duyguları paylaşıyordu. Ertesi gün her iki kardeşin adı da Birinci Dünya Savaşı’na katılacak gönüllü askerler arasında yazıyordu. Aldıkları bu kararla ilgili anne ve babalarının nasıl bir tepki gösterdiğini bilmiyoruz ama tahmin etmek zor değil. Çocuklarının evlerinden binlerce kilometre uzaklara hem de savaşmak için gitmesi hiçbir anne babanın kolay kolay kabullenebileceği bir durum değil. İhtimaldir ki, hem Frank hem de Jack anne ve babasının itirazlarına

Frank M. Coffee’nin mezarının bulunmasına yönelik yazışmalar tam 4 yıl sürdü, koskoca 4 yıl! Savaş bittikten sonra bile bu kayıp mezarın aranmasına devam ediliyordu. Her türlü bilgi kırıntısının üstüne gidiliyor, alan çalışması yapılıyor, genç asteğmenin mezarı aranıyordu.

X Beach (İkiz Koyu) civarında sıhhiyeci subaylar için düzenlenm iş istirahat ve toplantı odası. Masa nın solunda Kralliyet Deniz Tümeninde n Rahip Hallding oturuyor.

rağmen Avustralya ordusuna katılmışlardı. Her ikisi de asteğmendi. Ve kaderin garip bir cilvesi olsa gerek her iki kardeş de aynı cephede görevlendirilmişti: Çanakkale’de! Çanakkale’de müttefik güçleri tahmin etmedikleri bir dirençle karşılaşıyordu. “Çanakkale geçilmez” dedirten günler yaşanıyordu. Geceler gündüze, gündüzler geceye karışmıştı. Kanlı çarpışmalar nedeniyle her gün binlerce asker toprağa düşüyordu. Ve 19 Kasım 1915’te Frank M. Coffee kalbine isabet eden bir şarapnel parçası nedeniyle 28 yaşında yaşama veda etti. Ancak onun hikayesi ölümüyle bitmedi, aksine başladı...

Ko Suvla

40

y u’nd

a üsle

me

Asteğmen Frank M. Coffee’nin ölüm haberi binlerce kilometre uzaklıkta bulunan Sidney’deki evine ulaşmıştı. Acı haberi alan baba Frank Coffee’nin artık tek bir amacı vardı; oğlu Frank M. Coffee’nin mezarını buldurup, Sidney’e getirtmek. Ama savaş hala olanca hızıyla devam ediyordu. Çanakkale Boğazı’nın masmavi suları kan kızıla boyanmıştı. Cepheden top atışları, silah sesleri eksik olmuyordu. Böyle bir ortamda kim bir Anzak askerinin mezarıyla ilgilebilir, binlerce kimsesiz mezarlık arasında Frank M. Coffee’nin mezarını bulabilirdi? Baba Frank Coffee yine de kararlıydı. Oğlunun mezarını bulmalı, onu doğduğu topraklara Sidney’e getirmeliydi. Katolik Kilisesi’ne yaptığı bağışlarla tanınan Baba Frank Coffee çareyi “bir umut” diyerek Vatikan’ın Sidney Temsilciliği’ne başvurmakta bulmuştu. Sidney Vatikan Temsilciliği, acılı babanın isteğini gerçekleştirmenin ne kadar zor olduğunun farkındaydı. Ama bir şey yapmalıydılar. Sidney Vatikan Temsilciliği, asteğmen Frank M. Coffee’nin mezarının bulunabilmesi için Vatikan’a mektup gönderdi. Mektupta, Baba Frank Coffee’nin talebini iletiyorlardı. Baba Coffee, hem oğlunun mezarının bulunmasını hem de oğlunu doğduğu topraklara götürmek istiyordu. Vatikan Devlet Sekreteri Kardinal Pietro Gasparri Çanakkale Savaşı’ndaki kayıp mezarlarla ilgili tüm başvurularda olduğu gibi, bu talebi de Vatikan İstanbul Temsilcisi Monsenyör Angelo Maria Dolci’ye iletmişti. Ve Sidney-Vatikan-İstanbul- Çanakkale arasında asteğmen Frank M. Coffee’nin mezarının bulunmasına yönelik yazışmalar tam 4 yıl sürdü, koskoca 4 yıl! Savaş bittikten sonra bile bu kayıp


ÇANAKKALE 1915 VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI / Dr. Rinaldo MARMARA - Bülent GÜNAL

mezarın aranmasına devam ediliyordu. Her türlü bilgi kırıntısının üstüne gidiliyor, alan çalışması yapılıyor, genç asteğmenin mezarı aranıyordu. Nihayet, 4 yılın sonunda Sidney’e Baba Frank Coffee’nin yüreğinin bir nebze olsun rahatlatan haber ulaştı: ‘’Oğlunuz Frank M. Coffee’nin mezarı bulunmuştur.’’ Oğlunun naaşını doğduğu topraklara götürmek isteyen baba Frank Coffee bu fikrinden vazgeçmişti. Vatikan Sidney Temsilciliği’ne yazdığı teşekkür mektubunda şöyle diyordu: “(...) Naaşın kalıntılarının Brown’s Dip Mezarlığı’ndaki Frank’ın Avustralyalı asker arkadaşlarının yanında kalmasını arzu ettiğimizi bildireceğim. Eminim ki, kendisine bu konuda fikri sorulabilse onun da arzusu aynı olurdu”. Frank M. Coffee vak’ası bir başka soruyu da akıllara getiriyor. Mustafa Kemal Atatürk, Frank Coffee vak’asından haberdar mıydı? Acaba o da tüm bu yazışmalara, genç teğmenin mezarının bulunması çalışmalarına tanıklık etmiş miydi? Bu soruyu sorduktan sonra, Atatürk’ün 18 Mart 1934 yılındaki Çanakkale Zaferi Törenleri’ne gönderdiği mesajı tekrar hatırlamakta yarar var. Atatürk o ünlü mesajında şöyle diyordu: “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar; burada dost bir vatanın bağrında bulunuyorsunuz. Huzur ve barış içinde uyuyun. Sizler Mehmetçikler ile yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını bu savaşa gönderen analar, göz yaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra artık bizim çocuklarımız olmuşlardır”. Evet, Mustafa Kemal Atatürk belki de Frank M. Coffee olayından haberdardı. Öyle olmasa bile Frank M. Coffee benzeri olaylara tanıklık ettiği için 1934 yılında bu çok önemli mesajı yayınlamış olabilir. Çünkü Frank M. Coffee vak’ası tüm belgeler ışığında incelendiğinde Atatürk’ün o sözlerinin anlaSuvla Ko mı bir kat daha artıyor. yu’n

Çanakka le’n Seddülbah in tahliyesi arifes inde Gen ir Kalesi av eral Brula lusundak d ve Gen i hatıra fo eral H toğrafı, 1 Ocak 1916 .E. Street ile Kurm ay hey

Anafar ta

da mavn

alardan in

en birlikle

lar Kuman

danı Miral

ay Must af

a Kemal ve

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

etinin

maiyeti

r

41



ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI İrfan DAĞDELEN Nadir Eserler Uzmanı

Çanakkale muzafferiyetiyle nihayetlenen savaşın üzerinden 100 yıl geçti. Bu zaman zarfı içerisinde Çanakkale Savaşları ile alakalı on binlerce kitap yayınlandı. Bütün yönleri ile anlatılmaya, yazılmaya başlandı. Tarihi önemi, Birinci Dünya Savaşı’ndaki yeri, savaşanların anıları, harp cerideleri, cepheden gönderilen ve cepheye gönderilen mektuplar… Tüm bunların mütemmimi mesabesinde olan bir de haritalar vardır ki yazılan tüm bu bilgileri anlamlandıran hatta delillendiren ünik belgelerdir. Bu haritalardan birkaçı ışığında Çanakkale savaşlarını farklı bir bakış açısı ile ele alacağız.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELEN

Harita:1

Çanakkale Boğazı Haritası

I. Dünya Savaşı’nın en önemli cephelerinden biri olan Çanakkale Cephesi’nde Şubat 1915’te başlayan çatışmalar 18 Mart 1915’te en şiddetli deniz savaşları ile devam etmiştir. Netice itibariyle Çanakkale muzafferiyetiyle nihayetlenen savaşın üzerinden 100 yıl geçti. Bu zaman zarfı içerisinde Çanakkale Savaşları ile alakalı on binlerce kitap yayınlandı. Bütün yönleri ile anlatılmaya, yazılmaya başlandı. Tarihi önemi, Birinci Dünya Savaşı’ndaki yeri, savaşanların anıları, harp cerideleri, cepheden gönderilen ve cepheye gönderilen mektuplar… Tüm bunların mütemmimi mesabesinde olan bir de haritalar vardır ki yazılan tüm bu bilgileri anlamlandıran hatta delillendiren ünik belgelerdir. Bu haritalardan birkaçı ışığında Çanakkale savaşlarını farklı bir bakış açısı ile ele alacağız. 44


ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELEN

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Harita:2

Yukarıdaki harita: 11.01.1332 tarihinde Yirmi Beşinci Fırka ile taht-ı emrinde bulunan İynoz müfrezesinin vaz’u’l-ceyşleri ve kezâlik fırka taht-ı emrinde bulunan Bolayır Ağır Topçu Alayı’na mensup bi’l-cümle ağır topların cins, adet ve mevzi’lerini müş’ir krokidir. 1: 157.500 metre mikyasında olan haritanın işaret-i mahsusasında 15’lik L 40 tûlünde top, 15’lik L 21 tûlünde top, 9’luk âdi krupp, 7,8’lik ateşli top, 5,7’lik seri’ ateşli top, Süvari Muhabere

Postası, Muhabere atlıları, Piyade postası, On İkilik santral, Onluk santlar, Dörtlü santral, Adi Telefon Merkezi, Sahra Telefon Merkezi, Hudut istikameti ve kablolar gösterilmektedir. Ayrıca harita üzerinde yeşil ile yazılan yerlerde tahte’l-bahre karşı konuşlandırılan topların adedini ve konumunu belirtmekte. Yirmi Beşinci Fırka’nın harekat alanı, Bursa Seyyar Jandarma Taburu ile İynoz Sahil Jandarma Bölüğü Mıntıkası’nı göstermektedir. (Harita: 2)

Haritanın işaret-i mahsusasında Tabur Merkezi, Alay Merkezi, Muhabere Postaları, Sargı Mahalleri, Bir Sıra Köprü Alanı, İki Sıra Köprü Alanı, Tel Örgüsü gibi alanlar işaretlenmiştir. Ayrıca harita üzerinde “12. Bölük’te Yedinci Onbaşı Mustafa Çerkeş” yazmaktadır. Harita’da Kirte Muharebeleri’nin yapıldığı alanı göstermektedir. Birinci Kirte Muharebesi 28 Nisan 1915, İkinci Kirte Muharebesi 6-8 Mayıs 1915, Üçüncü Kirte Muharebesi 4-6 Haziran 1915 tarihlerinde yapılmıştır. Kirte Muharebelerinde İngiliz ve Fransızların kaybı bizden daha fazla olmuş ve burada kazandığımız başarılar ile Savunma hattı korunmuş, belli bir müddet de rahatlama olmuştur. (Harita: 3) Harita:3

mbası. Yüzb 5,6 Şarapnel Bo

aşı Bekir Efend

i.

45


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELEN

Harita: 4

Kilitbahir ve Kirte arasındaki İkinci ve Üçüncü Müdafaa hatlarını göstermektedir. (Harita: 4) Kanlıdere, Kirte deresi ve Alçıtepe arasını gösteren haritanın lejantında; Düşman siperleri, Birinci hat siperleri, Müdafaa Tertibatı Bulunan ikinci ve üçüncü hat siperleri, Tamire muhtaç siperler, Tabur merkezleri, Adi Karargahlar, Sargı merkezleri gösterilmektedir. (Harita: 5)

Harita: 5

46


ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELEN

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Çanakkale Boğazı’nın Garbi Kısmı haritası: Bu haritada işaret-i mahsusa olmayıp Eceabad, Bigalı Köyü, Kuruca Dere (Kocadere), Arıburnu arasında fırkaların konumu yer almaktadır. Özellikle Kuruca Dere mevkii’nde bir hastane yer almakla birlikte burada ağır hastaların tedavisi yürütülmekteydi. Baştabip Tatar İsmet Bey’in gayretleri ile düzenli bir hastane oluşturulmuş ve burayı ziyaret eden Liman Von Sanders Paşa hastaneyi altın madalya ile ödüllendirmiş. Bugün burada isimleri tespit edilen 1354 nefer için bir şehitlik yer almaktadır. (Harita: 6)

Harita: 6

Harita: 7

Anafarta-i Sagir haritası: Anafarta-i Sagir ile Muarız Körfezi arasındaki ordunun durumunu gösterir haritadır. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye’nin basmış olduğu bu harita üzerine elle yazılmış olarak, ordunun hareket kabiliyetini gösterir işaretler yer almaktadır. Köyler, dağlar, tepeler, dereler ve çeşmelerin yerleri belirtilmiş, eşyükselti eğrileri ile de yüksekliklerin hesaplanması amaçlanmıştır. (Harita: 7) 47


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞ HARİTALARI / İrfan DAĞDELEN

Harita: 8

1: 50.000 ölçekli haritada Kumkale, Odun İskelesi, Kemikli, Karanlık Liman arasındaki askeri hareketliliği göstermektedir. 143 Alay ile muhtelif tabur ve bölüklerin vaziyeti belirtilmektedir. (Harita: 8) Bu harita örneklerini çoğaltmak ve çeşitlendirmek mümkündür. Kitaplarda yazılanları haritalar üzerinde okumak keyifli bir çalışma. Belgeler ve haritalar gün yüzüne çıktıkça Çanakkale Savaşları’nın topografik tarihini yazmak mümkün olacaktır. 48


İSTANBUL MEKTEBİ/ Prof. Dr. Sadettin ÖKTEN

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

49



MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE Söyleşen ve Fotoğraflayan:

Fatih DALGALI

Öz yanmayınca göz yanmazmış. Ciğer yanacak ki, göz de yansın.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI

Tarihimizde önemli yer tutan Çanakkale Muharebeleri, sebep ve sonuçlarıyla dünya tarihine büyük etki etmiş, I. Cihan Harbi sonundaki olayların seyrini değiştirmiştir. Bu muharebelerde Osmanlı milleti, her kesimiyle ve her alanda birbirine kenetlenerek büyük fedakârlıklarla zafere ulaşmıştır. 1453 Dergisi olarak yüzüncü yılına geldiğimiz Çanakkale Savaşı hakkında araştırmacı yazar Mehmet Niyazi ile bir söyleşi gerçekleştirdik. 1942 yılında Sakarya’nın Akyazı ilçesinde doğan Mehmet Niyazi Özdemir, Haydar-

paşa Lisesi’ni tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne devam etti. Hukuk eğitimiyle birlikte üniversitede felsefe eğitimi de aldı. 1967 yılında Millî Türk Talebe Birliği’nin yönetiminde yer aldı. Tarihi roman yazarı olarak da tanınan Mehmet Niyazi, Türk Devlet Felsefesi ve İslam Felsefesi konularında da eserler kaleme almıştır. Mehmet Niyazi Özdemir, araştırmalarına büyük bir yoğunluk ve titizlikle devam etmektedir. Çanakkale Savaşı nesilleri etkilemiş, dünyayı etkilemiş ve yeniden şekillendirmiş bir savaş. Sizin Çanakkale Savaşı hakkındaki genel görüşünüz nedir? Ben Almanya’da bulunurken bir öğrenci gününde yaşlı bir Alman profesörü bana geldi. Herhalde yüzümden benim Türk olduğum anlaşılıyor. Dedi ki “Çanakkale’yi bir daha yapabilir misiniz?”. Tabii ben böyle bir soru beklemiyordum. “Yapabiliriz herhalde” falan dedim. Bu soruya ben 7-8 defa şahit oldum. Acaba bu Çanakkale dünyada nasıl bir yankı uyandırmış diye kütüphanede Çanakkale hakkında kitapları tasnif etmeye başladım. Mesela adam hem Yemen’de

Mehmet Niyazi Özdemir Fotoğraf: Fatih Dalgalı

52


MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

bulunmuş hem Çanakkale’de bulunmuş yani kitabın tamamı değil ama büyük kısmı Çanakkale’ye ait olan zannediyorum 700 küsur değişik kaynak vardı. O sıralarda Türkiye’ye gelmiştim. Yazın Beyazıt Kütüphanesi’ne gittim.Orası derleme kütüphanesidir. Oraya baktım 23 tane kitap var. “İntepe Topçuları” var, böyle ufacık bir kitap, bilmem kimin serencamı var. Yahu dedim böyleyse biz bunu yazalım, bu bakımdan ben Çanakkale’ye eğildim. Yoksa benim hiç gündemimde değildi. Peki, Çanakkale Savaşı, dünya gündemi olarak, dünyaya neler getirmiştir, neler götürmüştür? Şimdi, tabii biz Çanakkale Savaşı’nı bilmiyoruz. Osmanlı’yı sanki böyle Almanların yanında harbe girmiş gibi görüyoruz. Hâlbuki Osmanlı İngilizlerle, Fransızlarla çok yakın temaslarda bulundu. Onlardan herhangi bir alaka göremeyince bu sefer Almanların yanına geçti. Biz, Çanakkale’nin bizim için çıktığını biliyoruz. Biz Almanların yanına geçince, Rusya’daki 1905’te komünist ihtilali olan Lenin kaçmış İsviçre’ye gelmiştir. Onun üzerine bizimkiler ve Almanların geheimnis dedikleri hizmeti bir araya getirip Lenin’e gittiler, Lenin’e, “seni biz Almanya’da işbaşına getireceğiz, sen hattan çekileceksin” dediler. Bizim Teşkilat-ı Mahsusa da buradan düğmeye bastı. Rusya’daki bütün hocalar, İmam Mustafa’dan, Kayzer, Sultan Galiyev, bütün bunların hepsi Lenin’e destek vermeye başladılar. Lenin işbaşına geçtikten sonra komünizm idaresi kuruldu ve Çarlık’ın bazı yerlerini terk etti. İşte Lenin, Rusya’da komünist idaresine karşı savaş yaparken İngiltere ve Fransa İmparatorlukları da Rusya’nın kalabalık ordusuna bel bağlamışlardı. Onun için, komünistlere karşı suyolu açmak için Çanakkale’ye hücum ettiler. Yani Çanakkale meselesi Rusya’dan çıktı. Hatta bunun için Enver Paşa’nın 1915 senesinde Beyazıt’ta

Çanakkale

Cephesi’nd

e subaylar.

Özçel Necmet tin

bir konuşması var. “Biz Çanakkale’de ölüyoruz, ama Rusya’da bir kızıl cehennem kurulacak, Türk milleti oradan bir daha dirilecektir.” diyor. Çanakkale böyle bir muharebedir. Bu muharebenin esası 3 Kasım 1914’te deniz muharebesidir. 18 Mart 1915’e kadar deniz muharebeleridir. Deniz muharebelerinden geçemeyince, bütün dünyadan İngiliz ve Fransız kara ordularını getirmiştir. İskenderiye’de Mısır’da bu ordular talim yaparak 22 Nisan’da tekrar Çanakkale’ye gelmişler. O zaman deniz ve kara kuvvetleriyle beraber Nisan ayının 22’sinden tam 9 Ocak 1916’ya kadar Çanakkale’de kalmışlardır.

zannediyorum 2600 küsur öğrenci var liselerde var son sınıflarda İstanbul Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi, değişik liseler de var. Toplasan bunlar 5.000 küsur eder. Ama Osmanlı’nın orada esas önemli olan medreselerde. Çok var medreselerden çıkmış, 10.000-15.000 gönüllü var. Bunların hepsi de Çanakkale’de çok büyük yararlılıklar yapmışlardır. Tabii bu nesil gitmiştir,Türk milletinin gerçekten böyle bir nesili kaybolmuştur.

Çanakkale Savaşı’nda bir nesil yok oldu. Şehit oldular, gazi oldular. Bunlardan kimi ilim adamı kimiyse öğrenciydi. Bu ne kaybettirdi Osmanlı Devleti’ne?

Bunlardan da savaşa giden oldu mu hocam Osmanlı safında savaşan?

Osmanlı çok şey kaybetti de, biz hep üniversite, lise son sınıf talebelerini gözlüyoruz. O zaman üniversitede

ik Ar şivi

Bu talebeler içerisinde gayrimüslimler de vardı. Çok az ama çok az.

Evet var, çok az ama çok değil yani. Ama Rumlar daha çok bizim karşıki tarafta bulundu. Savaş esnasında karşı tarafa geçen oldu mu? 53


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI

Necmettin Özçelik Arşivi

Yunanistan’dan gelen Rumlar da var, buradan da giden var mı yok mu tam bilemiyorum. Saroz Körfezi’ne hücum ettiler Yunanlılar ve Yahudiler beraber. Bizim ordumuz orada da çıkarsın diye. Çünkü başka yerlerde denizden çıkarma yapılıyor. Onlar da oradan hücum ettikleri için bizim ordumuz onlara da karşı koydu Saroz’da. 5000 küsur Rum ve Yahudi birlikleri var orada Yani şöyle diyebiliriz o zaman, az bir azınlıkla gayrimüslimlerle de omuz omuza savaştık. Evet. Ermeni, Rum olarak çok az. Çanakkale’de biz ne ödedik, ne kazandık? Çanakkale Savaşı sonrasında biz ne elde ettik? Eğer Rusya komünist olmasaydı dünya bu kadar değişmezdi. Mesela bugün Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Azerbaycan şu, bu tekrar hepsini topladığın zaman büyük bir kütle sırtımızdan geçinmiş oldular. Dolayısıyla biz, bir defa kendi vatanımızı kazandık. Çünkü bu vatan, Çanakkale’den önce Vladivostok’ta yapılan bir anlaşmayla Karadeniz’in bütün kuzeyi, İstanbul ve Çanakkale Boğazları Rusya’ya veriliyor. Bizim bütün Ege Denizi’miz ve Suriye, Ürdün, bunlar hep Fransa’ya veriliyor. Bütün Güneydoğu Anadolu bölgemiz, petrol bölgeleri İngilizlere verildi. Şimdi bir defa buradan kurtulmuş olduk. Çünkü karşımızdaki düşman milli mücadelede, bir terk biz Rumlarla mücadele ettik, ama İngilizler, Fransızlar, diğer şeyler, Ruslar zaten çekildi 1917’de, Türk Milleti rahat bir 54

nefes aldı. Onun için Çanakkale çok mühim bir hadisedir. Çanakkale’yle ilgi bir roman yazdınız, Çanakkale Mahşeri. Bu romanı yazmaya sizi iten neden neydi? Ve bu roman Çanakkale’yle ilgili yazılmışların içinde nereyi doldurdu. Çok fazla okundu, gündem oldu, genç nesil Çanakkale Mahşeri’ni elinden düşüremedi. Bu roman hangi boşluğu doldurdu sizce? Dediğim gibi yani bizim Çanakkale’yle alakalı bir roman o zaman hiç yoktu. Hiç yoktu demek yanlış çünkü Sepetçioğlu’nun bir romanı vardı “Geldiler, Gördüler, Gittiler” diye. Ama o roman bir kurgu romanı, benim Çanakkale hakkında yazdığım roman vesikalara dayanarak yazdığım bir romandır. Onun için, bana göre ayağı yere basan bir roman olduğu için, samimiyet de olduğu için

genç nesil bunu, bir süre de olsa, elinden bırakamadı. Ama bu Çanakkale bir Alman’ın, bir İngiliz’in, bir Fransız’ın elinde olsaydı Çanakkale hakkında binlerce roman yazılırdı. Bizde ise baktılar ki ben biraz roman satıyorum, hemen bütün millet üzerine hücum etti. Bir yılda 200 küsur roman yazılmış oldu Çanakkale hakkında. Böyle bir şey oldu. Hocam konu sizin romanınızdan açıldı, Avrupa’da hayali kahramanlar var, Batman, Örümcek Adam, Süpermen şeklinde hayali kahramanlar var. Ama bizim gerçek kahramanlarımız var Çanakkale Savaşı’nda. Seyit Onbaşı veyahut da Niğdeli Ali arkadaşı gibi. Bu Avrupa’daki hayali kahraman yaratma olgusuyla, bizdeki kahramanlarımızı hiç gündeme getirmeme düşüncesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Tabii bizim kahramanlarımızı romancıların, hikâyecilerin gündeme getirmesi lazım. Bizim öyle bir romancımız, hikâyecimiz yok. Bir rahmetli Ömer Seyfettin vardı, bir de Müftüoğlu vardı, onlar göçüp gittikten sonra bizim hikâyelerimizde Türkiye’de belki hem devlet politikamız bizim “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”, bu güzel bir şey ama o kahramanları orta yere çıkarmamız lazım. Çünkü bunda biz ‘sulh’ diyoruz ama acaba dünya ne diyor bizim hakkımızda. O bakımdan biz, gençliğimizi o kahramanların etrafında motive etmemiz gerekmektedir. Bu daha çok devleti değil de milli eğitimi, romancı, hikâyecileri deruhte eden bir hadisedir. Devlet kimseye şunu yaz bunu yaz


MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI

diye kimseye bir şey söylemiyor. Ama ben bu ıstırabı duyduktan sonra bunun üzerine eğilmemiz lazım. Bizim romanların, büyük kısmı kesinlikle şey yapmıyor, araştırmaya yönelmiyor. Mesela bir Tolstoy, “Harb ve Sulh”, adam bütün o harb ve sulhun, muharebelerin geçtiği yerleri tek tek atla beraber gitmiş dolaşmış. Aynı havayı yaşamış yani Tabii, tabii, tabii. Ama bizde böyle bir ciğerimiz yok yani. Öz yanmayınca göz yanmazmış. Ciğer yanacak ki, göz de yansın. Her şeyi masa başında halletmeye çalışıyoruz

zim 250.000 civarında askerimiz var, hem karşımızda bundan daha fazla 282.000 İngilizlerin 80.000, 79.000 Fransızların, böyle yoğun birliklerde iki ordunun birbirine girmesi. Başka, Rus Çarı’nın devrilmesi, Çanakkale’den sonra mesela Alman Kayzer’i devrildi, Rus Çarı devrildi, Avusturya devrildi, yani bütün imparatorluklar, İngiltere hariç, bir de ufak Belçika, Hollanda hariç, bütün dünyadaki imparatorluklar devrildi. Tabii bu devrilen imparatorlukları iyi etüt etmek lazım. Kime yarıyor bu devrilmeler? Onun için, dünyada bir demokratik sistem hâkim olmaya başladı. O bakımdan, bütün dünya bu savaşla alakalıdır.

Ucuz yani. Aslında bunun yeni nesillere aktarılması gerekiyor. Elbette, elbette. Mesela Plevne hakkında kimse doğru düzgün bir şey yazmamıştır. Plevne çok büyük bir hadisedir. Bu savaş sonunda Almanlar Osmanlı sırtından ne kazandılar? Almanlar, tabii bizden önce mütareke yaptıkları için kendi mıntıkalarını kazandılar. Yani Almanya, harpten önce çok şey kaybetmedi. Ama Osmanlı, imparatorluğun büyük bir kısmını kaybetti. Onun için Almanlar bizi harbe sürüklerken veya bizimle beraber müşterek olduğu zaman, kendi öz toprağını kaybetmedi. Bir tek Alsace Lorraine ki, o zaten Fransızlarındı, kömür yataklarını alacaktı, alamamış oldu. Daha sonra aldılar ama II. Dünya Harbi’nden önce. Çanakkale Savaşı’nın Batı için önemi nedir sizce? Batı neyi anladı? Hani Türklerdeki Batı şunu diyordu “Osmanlı Devleti, dişleri sökülmüş bir aslandır.” Şimdi bir defa Çanakkale yoğun bir ordunun bulunduğu yer. Hem bi-

Biz cesur milletiz. Cesaret, merhametle beraberdir.

Çanakkale’yle alakalı çok sayıda araştırma yaptınız, kaynak topladınız, okudunuz. Hiç menkıbevi tarzda olaylarla karşılaştınız mı? Tabii karşılaşırsın bizim kitaplarımızda çok var menkıbevi tarzda olay ama onlara ben biraz uzaktan yaklaşıyorum. Yani, çünkü nasıl söyleyeyim, mesela Türkiye Gazetesi’nin öyle bir şeyi vardı: Çanakkale’de ordu sabaha kadar talim yapıyormuş. Şimdi bunlar bizim dışımızda olan bir hadisedir. Bizim orada gerçek kahramanları ortaya çıkarmamız lazım. 253.000 adamımız bizim orada şehit oldu. Kahraman onların arasında. Onların dışındaki metafizik şeyi bizim bulmamız, biz enbiya, evliya değiliz. Onlar zaten bunu söylemezler. Ama bizim gerçek kahramanları ortaya çıkarmamız lazım. Menkıbevi şeyler bizim maalesef her yerde var ama bu doğru mu değil mi bunu artık ehline sormak lazım. Ben bunu bilmiyorum yani.

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Çanakkale apayrı bir ruh. O ruh şu anda Türkiye’de var mı? Tabii bu millet, yine aynı millettir de biraz böyle üzerini kazırsanız alttan o ruh çıkabilir. Biraz üzerimiz artık toz kaplamış, silkelememiz gerekiyor. Tabii, tabii. Hem ecdat sevgimizi biz biraz böyle kazıyabilirsek. Şimdi mesela bakınız tarihi romanlara bakınız Türkiye’de satıyor neden? Millet hâlâ ecdadına hatırlamak, bilmek istiyor. Seyit Onbaşı hakkında ne söyleyebilirsiniz hocam? Mustafa Kemal 50 lira vermiştir ona. Seyit Onbaşı, bizim Rumeli tarafındakiAziziye tabyasındaydı. Oranın kumandanı Alman, Alman’dır oranın kumandanı. O Seyit Onbaşı’yı gün ışığına o çıkardı zaten. “Kenardan bakıyoruz” diyor, “216 kiloluk topu kaldırdı” diyor. Kimi 216 diyor, kimi 276 diyor. Şimdi o 216 Almanların kilosu, biz o zaman 216 kiloyu okka olarak hesap ediyoruz, 276’ya getiriyoruz. Hâlbuki o mermiler dışarıdan geldiği için kilo olarak, üzerinde 216 kilosu var. Yani 276 diyoruz, hâlbuki 216. Yani okka olarak 216 olsa 276 olur. Ama bu şimdi kilo olarak geldi. Ama buna rağmen onu kaldırmak kolay değil. Topun etrafında vinçler var. Onlar hep parçalanmış. Seyit Onbaşı böyle elini toprağa sürüyor, baştan kaldıramıyor. Sonra, toprağa elini sürdükten sonra mermiyi kavrıyor, o Alman, dürbünüyle beraber bakıyor, Seyit Onbaşı topu kaldırıyor, sırtına vuruyor, götürüyor namluya koyuyor. Yanına Niğdeli Ali geliyor. “Bunu Ocean Zırhlısı’na atalım” diyor. Zırhlı da onlara yakın. “Biz bunu vuramayız” diyor. “Hayır” diyor, atıyorlar. Üçüncü mermide geminin dümeni vuruluyor. Gemi vurulunca gemi böyle dönüyor. 55


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI

Toplam üç defa kaldırıyor. Evet, üç defa kaldırıyor. Ertesi gün geliyor Cevat Paşa “Oğlum bir daha kaldır da seni bir görelim”, diyor. O zaman kaldıramıyor. İşte bak maneviyat buradan mı değil mi, belki konsantrasyon, belki maneviyat… Kaldıramıyor ikinci sefer [ikinci günü kastediyor], o zaman onun resmini yapıyorlar. Maket topla beraber, çekiyorlar. Peki hocam, 2015 Çanakkale Savaşı’nın yüzüncü yılı. Çeşitli etkinlikler yapılacak. Size göre ne yapılması lazım 2015 yılı içinde? Bana göre Çanakkale’yi çok güzel araştırma yapmamız lazım. Çanakkale deyince aklımıza Mustafa Kemal geliyor. Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, bunun yanında Çanakkale’de pek çok büyük kahramanlar var, mesela Esat Paşa, Vehib Paşa, Mehmet Ali Paşa, General Trommer, General Weber pek çok paşa, şu, bu var yani. Bunların hepsini yerli yerine koymamız lazım. Bu savaştaki tüm kahramanları yerli yerine koymalıyız. Böylece millet tarihi oluşturabiliriz. Biz hâlbuki bir milletiz, yani tarihimizde pek çok adam vardır. Mustafa Kemal’in etrafında da pek çok insanlar vardır. Cevat Paşa mesela, Mustafa Kemal yarbaydır. Mesela 9. Tümen Kumandanı Halil Sami Bey, düşmanı tek karşılayan odur, 9. tümendir. Halil Sami Bey aşağı yukarı 8 ay düşmana karşı orada harb etmiştir. Mahmut Sabri Bey, Lütfi Bey “Yetiş ya Muhammed kitabın elden gitti!” diye bağıran adamdır. Biz bunları bilmiyoruz tabii. Çocuklarımıza bunları vermemiz lazım. İki-üç tane kitap alıyoruz, ondan kopya çekip yeni roman yazıyoruz, öyle işte.

56

Çanakkale Savaşı’yla ilgili söylemek istediğiniz başka konular var mı hocam? Çanakkale iyi yazılsa, iyi araştırılsa bir güruhu millet yapar. Çok büyük bir hadisedir Çanakkale. Hemşiresi öyle, Çanakkale halkı öyle, oraya gitmiş olan medreseliler, Darülfünun üniversiteliler, hepsi öyle. Yani milletimiz bir tehlike karşısında kaldığı vakit, gerçekten bizim insanımız, devletimize, milletimize sahip çıkıyor.

açıklıyor. Biz cesur milletiz. Cesaret, merhametle beraberdir. Hocam teşekkür ederiz, sizi yorduk. Estağfurullah.

Konuşmaya başlarken dile getirmiştik, Çanakkale Savaşı’nda bir insani boyut da var. Yani gelen düşman askerlerine acımasızca davranılmamış… 1940 senesinde Avusturalya genel valisi Çanakkale’de teğmenmiş, vuruluyor, düşüyor, bizim bir askerimiz onu sırtına alıp gidip İngilizlerin siperine atıyor. O yağmurun altında tekrar siperine dönüyor. Diyorlar ki “niye bunu yaptın, bizim ekmeğimiz yok buna ne vereceğiz” diyor. Oraya gidiyor adam, sonra iyi oluyor adam, şu oluyor bu oluyor. Avusturalyada genel valisi olarak 15 Mart’ta bunu

Necmettin Özçelik Arşivi

Atatürk Kitaplığı Arşivi


MEHMET NİYAZİ İLE ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN 100. YILI ÜZERİNE / Fatih DALGALI

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

57



BU MEKTUP ÇANAKKALE GEÇİLMEZİ ANLATIR! Sertaç DALGALIDERE Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Görevlisi

Rupert Murdoch’ın babası Keith’in Çanakkale’de yaşadıkları ise kayda geçilmesi ve anlatılması gereken önemli bir tarihi vesika niteliğindedir. “Gelibolu Mektupları” olarak bilinen rapor adeta “Çanakkale Geçilmez!” sözünün işgal güçlerine ifadesidir. Murdoch’ın mektubunun neredeyse tamamı, Çanakkale’nin İngiliz ve Avustralyalı askerler için bir hezimetten ibaret olduğunu raporlamaktadır. Savaşın ve Murdoch ailesinin kaderi tamamen değişti. Londra’da toplanan Savaş Kabinesi’nde Murdoch’ın raporu, “Savaş Raporu” olarak okunmuş, 17 Ekim tarihinden itibaren ise Hamilton görevden alındı ve cepheden çekilmeler başlamıştır.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

BU MEKTUP ÇANAKKALE GEÇİLMEZİ ANLATIR! / Sertaç DALGALIDERE

News Corporation’ın sahibi Rupert Murdoch’ı tüm dünya tanıyor. Türkiye’nin onu tanıması ise 2006 yılı ortalarında TGRT’yi satın alarak FOX TV isimli kanalı kurmasıyla başlıyor. Ancak çoğu kimsenin bilmediği bir ayrıntı gözden kaçıyor. Murdoch ailesinin Türkiye’yle tanışması 1915’e kadar dayanır. Rupert Murdoch’ın babası Keith Murdoch, Avustralya’da yayın yapan Melbourne Age isimli gazetenin muhabiri olarak hükümet adına Çanakkale’de görev yapmıştır. Çanakkale Savaşı’ndaki izlenimlerini Avustralya ve İngiltere hükümetlerine rapor halinde sunan Keith Murdoch, 1952 yılında gözlerini dünyaya kapattığında oğlu Rupert Murdoch’a pek fazla kâr etmemekle birlikte saygınlığı bulunan yerel bir kasaba gazetesi Adelaide News’i miras bırakmıştır. Bu mirası oldukça iyi değerlendirdiği görülen Rupert, bugün dünyanın en ünlü medya patronlarından biridir. Rupert Murdoch’ın babası Keith’in Çanakkale’de yaşadıkları ise kayda geçilmesi ve anlatılması gereken önemli bir tarihi vesika niteliğindedir. “Gelibolu Mektupları” olarak bilinen rapor adeta “Çanakkale Geçilmez!” sözünün işgal güçlerine ifadesidir. Keith Murdoch, İskoçya’dan Avustralya’ya göç eden bir ailenin oğludur. Çocukluğunda aşırı utangaç ve kekeme olması nedeniyle oldukça zor günler yaşayan Keith Murdoch, Londra’da konuşma terapisi alır. Meslek olarak gazeteciliği seçen Keith, Avustralya hükümeti tarafından ilk olarak 1915 yılında Mısır’daki posta şikâyetlerini araştırmak için görevlendirilir. Bu sırada Çanakkale’de savaş olanca sertliğiyle devam etmektedir. Çanakkale’de Avustralyalı askerlerin kaybının artması üzerine Keith Murdoch, buradaki durumu

60

gözlemlemesi için Avustralya hükümeti tarafından görevlendirilir. Bunun üzerine, Murdoch, 2 Eylül 1915 Perşembe günü İmroz Adası’ndan (Imbros; Gökçeada) savaşa komuta eden General Hamilton’ın yanına ulaşır. Keith Murdoch, savaşın gidişatına ilişkin bilgiler toplar ve bunları Avustralya hükümetine sunmak üzere rapora dönüştürür.

püskürtmeleri ve cephelerde yaşananları olanca açıklığıyla kaleme almıştır. Mektuplar toplamda 8 bin kelimeden oluşmaktadır ve Avustralya Başbakanı Andrew Fisher’a hitaben yazılan “Gelibolu Mektupları” Çanakkale savaşı ve Murdoch ailesi için bir dönüm noktası olmuştur.

Avustralya hükümetine gönderdiği raporlarda, Çanakkale cephesinde Anzak askerlerinin çoğunlukla ön saflarda savaşarak öldüklerini ve savaşın tam bir hezimet olduğunu söylemektedir. Mevcut bilgiler İngilizleri oldukça rahatsız eder, raporların yetkililere ulaşmasıyla İngiltere’de hükümet düşer ve Akdeniz Donanma Kuvvetleri Komutanı General Ian Hamilton görevden alınır.

Murdoch, 23 Eylül 1915 tarihli mektubuna, Çanakkale’yi, “talihsiz askeri harekat” olarak nitelendirerek başlar. Çanakkale harekatının oldukça kısa süreceği ve işgalin hızlıca tamamlanacağı yönündeki öngörülerin boşa çıktığına vurgu yapan Murdoch şöyle demektedir, “Bir dizi küçümseme hatası yapmış olduğumuz ve bunun felakete yol açtığı muhakkaktır ve bence Avustralyalı generallerimiz şu tespitlerinde haklılar: Britanyalı gibi davranmayıp karşımızdakini olduğundan da büyük görerek hareket etmek talihine sahip olsaydık şimdi İstanbul’a girmiş olurduk ve bu, bu yarımadanın uçurumlarında bir arpa boyu ilerleme için ödediğimiz bedelden çok daha azına mâl olurdu.”

Tarihi anlamda oldukça önemli bir vesika olan “Gelibolu Mektupları” neyi anlatmaktadır? Murdoch, Çanakkale savaşında yaşanan çatışmaları, geri

“Çanakkale Talihsiz Bir Harekat”

Murdoch, mektubu boyunca yapılan harekatın başarısızlığından ve Avustralya’nın askeri kayıplarından bahsetmektedir. İngiliz komutan Hamilton’un yanlış tercihlerinin, hatalı kararların çok pahalıya mâl olduğunun altını çizmektedir.

“Birleşik Kuvvetlerin Gerçekleştirdiği Girişim Hezimetle Sonuçlandı” “İlk iki girişim yani salt deniz filosuyla yapılan girişim ile Nisan-Mayıs aylarında birleşik kuvvetlerin gerçekleştirdiği girişim hezimetle sonuçlandı ve bunun başlıca nedeni Londra’nın yüzer topçulardan, yapabileceklerinden çok daha fazlasını beklemiş olmasıydı. Yatık mermi yoluna


BU MEKTUP ÇANAKKALE GEÇİLMEZİ ANLATIR! / Sertaç DALGALIDERE

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

sahip deniz silahlarının dar Türk siperleri karşısında çok az işe yaradığı ancak şimdi kabul görmektedir. Son büyük gayretimiz yani 6-21 Ağustos tarihlerindeki mücadelemiz de çok pahalıya patlayan ve kanlı bir fiyaskoyla sonuçlandı; kurmay beceriksizlikleri bir yana, gönderilen birlikler yetersizdi ve nitelikleri uygun nispette değildi. Bu başarısızlık da şimdi bile halen yüzleşilmeyen bir durum yarattı: Ordularımızın geri çekilmesi ile kışı müteakiben saldırıya geçmek üzere bulunduğumuz yerde tutunmaya çalışmak arasında bir tercih yapma zorunluluğu.” Murdoch’ın mektubunun neredeyse tamamı, Çanakkale’nin İngiliz ve Avustralyalı askerler için bir hezimetten ibaret olduğunu raporlamaktadır. Peki, raporun gerekli yerlere ulaşmasıyla neler olur? Aslında savaşın ve Murdoch ailesinin kaderi tamamen değişti. Londra’da toplanan Savaş Kabinesi’nde Murdoch’ın raporu, “Savaş Raporu” olarak okundu. 17 Ekim tarihinden itibaren ise Hamilton görevden alındı ve cepheden çekilmeler başladı.

Keith Mu rd

och

Savaş sonunda, Avustralya’ya dönen Keith Murdoch, hükümet tarafından savaşla ilgili gönderdiği rapordan dolayı “Sir” ünvanıyla ödüllendirilmiş, ayrıca, Avustralya’nın ilk ulusal basın kuruluşunda üst düzey yönetici olarak atanmıştır.

61



ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN

İSTANBUL’DAKİ

EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ Dr. Nuri GÜÇTEKİN Araştırmacı, Yazar

Çanakkale Savaşı’nın eğitime etkileri şu başlıklar altında ele alınmalıdır. Öncelikle Osmanlı Devleti’nin tüm bütçeden Maârif Nezareti kanalıyla eğitime ayırdığı pay 0,5’e kadar düşmüştür. Seferberliğin ilân edilmesi ile birlikte, 20 yaşından 45 yaşına kadar olan herkesin silahaltına alınması sebebiyle İstanbul’daki tüm yüksekokul öğrencileri ve öğretmenleri ‘darülfünun taburları’ adıyla Çanakkale Cephesi’ne sevk edilmişlerdir. Maârif Nezareti’nin idari ve eğitim personelinin de savaşa katılması bir anlamda yazışma, özlük, teftiş, işleyiş, maaş, denetim ve daha birçok alanda eğitimin ikinci planda kalmasına neden olmuştur.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ / Dr. Nuri GÜÇTEKİN

Mart 1915-9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan Çanakkale Savaşı, Dünya tarihine Türk’ün gerektiğinde vatanı uğruna hiç düşünmeden ölüme koşmasının ve Türk kahramanlığının tarihe altın harflerle yazıldığı savaşa verilen addır. Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914 tarihinde Almanya ile yapılan gizli anlaşma sonrasında İttifak Devletlerine katılmıştır. Ancak savaşa hazır olmadığı gerekçesiyle, güvenliği açısından sadece seferberlik ilan etmiştir. Ancak Amiral Souchon’un komutasındaki Goeben (Yavuz), Breslau (Midilli) gemilerinin, Ruslara ait Sivastopol ve Novorosisk limanlarını bombalaması, Osmanlı Devleti’nin resmen savaşa girmesine neden olmuştur. Bu durum karşısında önce 1 Kasım 1914’te Rusya, ardından 3 Kasım 1914’te İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmişlerdir. Osmanlı Devleti de 12 Kasım 1914’te İtilaf devletlerine savaş açmış ve 14 Kasım 1914’te de cihad ilan etmiştir. Tüm bu gelişmeler ve savaşın getirmiş olduğu olumsuz etki İstanbul’da çok ağır bir şekilde hissedilmiştir. Bu süreçte tüm kaynaklar Harbiye Nezareti’ne aktarılmıştır. Maaşların ödenememesi sebebiyle alım gücü azalmış, temel besin kaynağı olan ekmek bile karne ile dağıtılmaya başlanmıştır. Cihan Harbi’nin bu etkisinin eğitim alanına yansıması çok daha ağır olmuştur. Çanakkale Savaşı’nın eğitime etkileri şu başlıklar altında ele alınmalıdır. Öncelikle Osmanlı Devleti’nin tüm bütçeden Maârif Nezareti kanalıyla eğitime ayırdığı pay 0,5’e kadar düşmüştür. Seferberliğin ilân edilmesi ile birlikte, 20

Mekteb-i Sultânî

64

yaşından 45 yaşına kadar olan herkesin silahaltına alınması sebebiyle İstanbul’daki tüm yüksekokul öğrencileri ve öğretmenleri ‘darülfünun taburları’ adıyla Çanakkale Cephesi’ne sevk edilmişlerdir. Maârif Nezareti’nin idari ve eğitim personelinin de savaşa katılması bir anlamda yazışma, özlük, teftiş, işleyiş, maaş, denetim ve daha birçok alanda eğitimin ikinci planda kalmasına neden olmuştur. Osmanlı eğitim sistemi içerisinde asli işi askerlik dışında asli, fahri, ücretli ya da idareci olarak öğretmenlik yapan askeri personelin cepheye çağrılması okullarda öğretmen açığına da neden olmuştur. Bunun dışında 20-45 yaşlarında olan tüm öğretmenlerin silahaltına alınması ilköğretimden üniversiteye kadar tüm kurumları etkilemiş ve zaten mevcut olan öğretmen ihtiyacını daha da arttırmıştır. Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı süresince eğitime devam etmiş, mevcut olan eğitim kurumlarını kapatmamıştır. Öncelikle tüm okullarda zorunlu ya da gönüllü olarak askere giden öğretmenlerin yerine vekil personel alınması yoluyla bu problemi çözmeye çalışmıştır. Maârif Nezareti, okul idarelerinden boş geçen derslerin sayısı ve nedenleri ile ilgili rapor istemiştir. Bununla da yetinilmeyip müfettişler tarafından okulları denetleyerek mevcut durum ayrıntılı olarak tespit edilmiştir. Bu vekillere öğretmenlerin aldığı ücretin yarısı verilmiştir. Askere giden öğretmenlerin ise maaşları tamamen kesilmiştir. Bu dönemde İstanbul’daki Türk özel okullarından birçoğu, ders gelirleri dışında gelirleri olmadığından dönemin ağır koşulları ve maddi sıkıntılar dolayısıyla kapanmak zorunda kalmıştır. Yabancı ve Gayrimüslim okulları ilk kez dönemin olağanüstü şartları, kapitülasyonların kaldırılması ile meydana gelen boşluk ve çok özel şartlar sonucu 22 Eylül 1915 tarihli Mekâtib-i Hususiye Talimatnamesi ile kontrol altına alınmıştır. 46 maddelik bu talimatname ile 129. madde genişletilerek hem yerli hem yabancı özel okullar kontrol altına alınmıştır. Yeni özel okul kurmak çok zorlaşmıştır. Eski okullara üç ay gibi kısa süre verilmiş ve bu sürede şartları sağlamayan özel okullar kapatılmıştır. Çanakkale Savaşı’nda yaralanan askerler, öncelikle İstanbul’a sevk edilmiştir. Yaralı sayısının artması üzerine İstanbul hastanelerinin kapasiteleri tamamen dolmuştur. Bu nedenle Darülfünun, Mekteb-i Sultânî (Galatasaray Lisesi), İstanbul Erkek Lisesi, Darüşşafaka, Şehit Muhtar Bey İnas Mektebi ve daha birçok okul eğitime devam etmekle beraber, okul binaları kullanım amacı dışında hastane olarak da işlev görmeye başlamıştır. Ancak her geçen gün yaralı sayısının daha da artması sonucu, bu mecburiyet karşısında en son çare olarak Maârif Nezareti tarafından düşman devletlere ait okul ve müessese binalarına el konulmuştur. Bunlar; 50’si Fransız, 6’sı İngiliz, 3’ü Rus ve 4’ü İtalyan olmak


ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ / Dr. Nuri GÜÇTEKİN

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

üzere toplam 63 adettir. Bu binalara el koyulurken içinde olan tüm eşyaların kayıtları tutulmuştur. Bu yapılar, hastane olarak kullanılan resmi ya da özel Türk okullarının öğrencisine veya yeni gelen yaralılar için hastane olarak tahsis edilmiştir. Ancak 1918 yılında İngiltere, İtalya ve Fransa bu uygulama dolayısıyla İttihâd ve Terakki Cemiyeti’ni suçlamış ve nispet yaparcasına Türk resmi kurumlarını eşyalarıyla beraber eşyalara zarar vererek ve ihtiyaç dışında işgal etmiştir. Öğrenci kayıplarına geçilmeden önce 1914 yılında günümüz anlamında lise kurumları olan, ‘sultânî’nin ne olduğu hakkında kısaca bilgi verilmesi gereklidir. Osmanlı orta eğitim kurumlarını II. Abdülhamid Dönemi’nde “idadiler”, İttihâd Terakki Dönemi ise “sultânîler” olarak adlandırabiliriz. 14 Ekim 1910 tarihinde, öncelikle yedi yıllık idadilerden on ikisi sultânîye dönüştürülmüştür. Bu süreç içerisinde öğretmen tayini, kitap, idareci, talimatname, öğrenci işleri ve daha birçok sıkıntı yaşanmıştır. Bu sıkıntılardan en önemlisi ise eğitim süresi ile ilgili olanıdır. İdadilere; 3 ya da 4 yıllık eğitim sonucunda alınmış ibtidâi diploması ile öğrenci kabul edilmiştir. İdadilerde 4 yıl rüşdiye ve 3 yıl lise eğitimi olmak üzere toplam 7 yıllık eğitim verilmektedir. Sultânîler, idadilerden 1 yıl fazla eğitim verilmekteyken bu iki farklı kurumdan alınan diplomalar aynı derece ve denklikte sayılmıştır. Bu problem tüm yedi yıllık idadilerin 1913-1914 eğitim döneminde sultânîye dönüştürülmesiyle çözüme kavuşturulmuştur. Sultânî mektepleri; İnas (kız) Sultânîyeleri ve Zükûr (erkek) Sultânîyeleri olarak ikiye ayrılmıştır. Bu eğitim kurumlarında Müslüman ve Gayrimüslim (Rum, Ermeni, Musevi ve saire) öğrenciler beraberce eğitim almışlardır. Öğretim süresi; 5 yıl ibtidâi, 4 yıl tâlî birinci devre ve 3 yıl tâlî ikinci devre (edebiyat ve fünûn olmak üzere iki ayrı şube) olmak üzere eğitim süresi toplam 12 yıldır. Sultânîlerin birinci sınıfına 7-8, tâlî birinci devresine 12-14 ve tâlî ikinci devresine 16-18 yaşlarını geçmemiş öğrenciler kayıt edilmiştir. Bu bir anlamda 7-18 yaş arası tüm öğrencilerin aynı binada beraberce eğitim görmesi demektir. Sultânî öğrencileri; yatılı, gündüzlü, ücretli ve ücretsiz olarak dörde ayrılmıştır. Ücretli öğrencilerden; eğitim, barınma, yemek, kıyafet ve diğer tüm masrafları için yıllık bir ücret alınmıştır. Bu ödeme yıllık peşin ya da iki taksitle alınmıştır. Bu taksitlerini ödemeyenler okuldan ayrılmak zorunda kalmıştır. Ücretsiz öğrenci alımı; öncelikle başarılı, fakirliğini muhtar tarafından imza ve mühürlü fakirlik belgesinin Maârif Nezareti tarafından oluşturulan komisyon raporu neticesinde yapılmıştır. Sultânîlerin kuruluş amaçları ve verdikleri eğitimle çağın şartlarına uygun donanımlı ve devletin ihtiyacını sağlayacak nitelikli elemanların yetiştirilmesi esas alınmıştır. Yatılı olan sultânîlere, ülkenin her yerindeki öğrenci için baş-

Mekteb-i Sultâniyye’nin

bir kısmının haricen gör

ünüşü

vuru hakkı sağlanmıştır. Bu kurumlara alınacak idareci ve öğretmenler özel olarak seçilmişlerdir. Tayin ve atamaları doğrudan Maârif Nezareti tarafından yapılmıştır. Programları, devletin ihtiyacı olan her alanda şubeler açarak, buradan yetişecek bireylerin ara eleman ihtiyacı giderecek şekilde hazırlanmıştır. Bu okullarda Arapça ve Farsça dışında Fransızca, Almanca ve İngilizce öğretilmiştir. Müfredat ve okutulan kitaplar verilen eğitim seviyesinin yüksek olduğunu göstermektedir. Sınıf geçmek için sene sonu imtihanlarının verilmesi gerekmektedir. Bunun için düzenli, disiplinli bir çalışma ile beraber derslere devam etme zorunluluğu bulunmaktadır. Sultânî Mekteplerini bitirerek diploma alan öğrenciler, yükseköğretim kurumlarının giriş sınavına girme hakkı kazanmıştır. Bu dönemde ki yüksekokullar şunlardır: Tıp Fakültesi, Mülkiye, Darülfünun’un Edebiyat, Tabiiyat, Riyaziyat ve Hukuk Şubeleri, Mühendishane, Baytar ve Orman Mektebi’dir. İstanbul’da 1913-1915 yılları arasında daha önceki yıllarda kurulmuş ya da bu tarihler arasında idadiden sultânîyeye dönüştürülmüş ve yeni açılmış erkek sultânîleri: Galatasaray, İstanbul, Kabataş, Mercan, Vefa, Üsküdar, Gelenbevi, Davutpaşa, Nişantaşı, Kadıköy ve İttihat ve Terakki Mektebi Sultânîsi (1919 yılından sonra Gaziosmanpaşa Beşiktaş Mektebi Sultânîsi adını almıştır) olmak üzere toplam 11’dir. 1913-1924 yılları arasında faaliyet gösteren sultânîler, liseye dönüştürülmüştür. Günümüzde Galatasaray, İstanbul, Kabataş, Mercan, Vefa, Gelenbevi ve Davutpaşa Lisesi olarak eğitim faaliyetlerine devam etmektedirler. Nişantaşı Sultânîsi, Nişantaşı Nuri Akın Anadolu Lisesi’ne, Kadıköy Sultânîsi, İstanbul Anadolu Lisesi’ne ve Üsküdar Sultânîsi, Üsküdar Burhan Felek Lisesi adlarını almıştır. Ga65


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ / Dr. Nuri GÜÇTEKİN

Mekteb-i Sultânî - Öğrenciler jimlastik dersinde

ziosmanpaşa Beşiktaş Mektebi Sultânîsi ise Gaziosmanpaşa Ortaokulu olarak faaliyet göstermektedir. İstanbul Sultânîlerinin arasında bugün faaliyet göstermeyen ise sadece Mercan Sultânîyesi’dir. Padişah V. Mehmed Reşat’ın 27 Mayıs 1915 tarihli iradesiyle; Çanakkale Savaşları’nda asker ihtiyacının karşılanabilmesi için, 1314/1901 doğumlular yani dönemin sultânî (lise) öğrencileri de cepheye çağırılmıştır. Bu durum karşısında İstanbul sultânî öğrencileri eğitimlerini bırakarak Çanakkale cephesine koşmuşlardır. Osmanlı Devleti, bu öğrencilerin tahsillerinin yarım kalmaması ve sene kaybetmemeleri için tüm öğrencilerin okuldan tasdikname alarak gelerek önce cepheye yakın bir mektepte bitirme sınavlarına girmeleri imkânı sağlamıştır. Ayrıca yıllık ücretlerini sene başında peşin olarak ödeyen öğrencilere tasdikname ile beraber eğitim almadıkları süre hesaplanarak paraları iade edilmiştir. 1330-1331/1914-1915 yılından 1334-1335/1918-1919 öğretim yılına kadar öğrenci kayıpları şu şekildedir: Galatasaray Sultânîsi’nde 87 öğrenci, İstanbul Sultânîsi’nde 71 öğrenci, Davutpaşa Sultânîsi’nde 58 öğrenci, Gelenbevi Sultânîsi’nde 56 öğrenci, Mercan Sultânîsi’nde 80 öğrenci, Vefa Sultânîsi’nde 67 öğrenci, Kabataş Sultânîsi’nde 56 öğrenci, Üsküdar Sultânîsi’nde 48 öğrenci, Nişantaşı Sultânîsi ve Kadıköy Sultânîsi’nde 8. sınıftan mezun ettikleri 40’ar öğrenci, İttihat ve Terakki Sultânîsi (Gaziosmanpaşa Beşiktaş Sultânîsi) ’nde öğrenci lise çağına ulaşmamıştır. Böylece İstanbul Sultânîleri yaklaşık 603 lise öğrencisini Çanakkale ve diğer cephelere yollamıştır. Yaklaşık denmesinin sebebi, bundan sonra okulla teması kesilmiş olmasıdır. Zorunlu asker olduğu için cepheye gidip gitmediği, yurtdışına çıkıp eğitimine devam edip etmediği ve ya gidip şehit olup olmadığı hakkında kesin bilgimiz bulunmamaktadır. Bu sultânîlerden sadece Galatasaray, İstanbul ve Kadıköy Sultânîleri yatılı eğitim vermiştir. 1914-1918 yıllarında Osmanlı Devleti’ndeki hiçbir sultânînin 9-10-11 ve 12 sınıflarında yani lise kademesinde öğrencisi olmamıştır. Sadece ibtidâi ve tali evvel kademesinde eğitim vermişlerdir. Bu nedenle şimdiye kadar hatalı olarak söylenegelen “Sultânîler sadece şu kadar mezun vermişlerdir” ifadesi düzeltilmelidir. Sultânîlerde şahadetname alıp mezun olanlar sadece 8. sınıflardır. Çok anlamlı olarak üst dönemdeki abileri, vatan uğruna şehit olmaya cepheye gittiğinden hiçbir sultânîyede mezuniyet töreni yapılmamıştır. 1334-1335/1918-1919 eğitim döneminde lise kısmında öğrencisi olan sultânîler şu şekildedir. İstanbul Erkek Sultânîsi’nde 4 fünûn ve 4 edebiyat şubesinde olmak üzere 8 öğrenci vardır. Üsküdar Sultânîsi fünûn şubesinde 4 öğrenci, Mercan Sultânîsi fünûn şubesinde 1 öğrenci ve Vefa Sultânîsi 4 fünûn ve 8 edebiyat şubesinde olmak 66

üzere 12 öğrenci bulunmaktadır. Kabataş Sultânîsi 10 sınıfta 2, 11 ve 12 de 1’er olmak üzere toplam 4 öğrencisi vardır. 1919 yılında sultânîlerin lise kısmında toplam 29 öğrenci eğitim almaktadır. Bir diğer husus, 1919 yılında Gelenbevi Sultânîsi meşhur Çırçır yangını ile yandığından öğrencilerin ilk kısmı Mercan Sultânîsi’ne, orta kısmı Vefa Sultânîsi’ne devam etmiştir. Çanakkale Savaşı’nda diğer yüksekokul mezun ve öğrencileri ile beraber sadece İstanbul’dan yaklaşık 7.500 nitelikli, maddi ve manevi zorluklarla yetiştirilen üst sınıf okumuş genç şehit olmak için cepheye koşmuştur. Mustafa Kemal Atatürk: “Biz Çanakkale’ye bir Darülfünun gömdük!” ve Churchill, cephede kaybedilen gençlikle ilgili olarak; “Biz onların çiçeklerini kopardık” ifadelerini kullanmıştır. Bu nitelikli insan kaybı, Cumhuriyet’in ilk döneminde fazlasıyla hissedilmiştir. Ancak bu nesil, yetiştikleri dönemin ahlaklı ve vatansever ikliminde vatanlarını canları pahasına savunmuştur. Düşmana vatanlarını çiğnetmemişlerdir. Bu mücadele azmi, vatan aşkı, milli birlik ve beraberlik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır. Ölüme meydan okuyan bu gençliğin, Çanakkale Savaşı’nda gösterdikleri kahramanlık, Dünya tarihine kazınmış ve daha bu dünyada ölümsüz olmuşlardır.1

Dipnot 1 Bu makalede verilen tüm bilgiler; Devlet ve Maârif İstatistikleri, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Kızılay Arşivi, bu okullara ait künye, sicil ve kayıt defterleri ve özel arşivimden belgelere dayalı olarak hazırlanmıştır. Bu konu hakkında bir kitap hazırlanmaktadır. Bu nedenle kullanılan belgelerin tasnif ve künye bilgileri verilmemiştir.


ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN İSTANBUL’DAKİ EĞİTİM KURUMLARINA ETKİSİ / Dr. Nuri GÜÇTEKİN

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

67



BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR!* Ahmet APAYDIN Araştırmacı, Yazar

Mekteb-i Sultani öğrencilerinden Mehmed Muzaffer’in, bulunduğu birliğin kamyon ve otomobil lastiği ile bazı malzemelere ihtiyaç duyması üzerine İstanbul’a gidip, vatan sevgisi ve sorumluluk bilinciyle vazifesini başarıyla yerine getirmesini anlatan bu hikâye; Çanakkale Savaşları esnasında cereyan eden olay arasında halka mal olmuşların içinde en başta akla gelenlerindendir. Buna rağmen Çanakkale ruhunu daha iyi idrak etmeye vesile olması amacıyla tekrar tekrar okuyup üzerine düşünmek faydalı olacaktır.

*

Yazıda bahsi geçen hadise ilk defa, kahramanımız Mehmed Muzaffer gibi kendisi de Galatasaraylı (Mekteb-i Sultânî) olan gazeteci – yazar Ziyad Ebüzziya (1911-1994) tarafından ortaya çıkarılmış ve Lale Mecmuası’nın Temmuz 1984 tarihli 2. sayısında yayınlanmıştır. Bu yazı, Ziyad Ebüzziya’nın Lale Mecmuası’nda yayınlanan yazısından istifade edilerek kaleme alınmıştır.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR! / Ahmet APAYDIN

Birinci Dünya Savaşı esnasında garbın ve şarkın en çetin güçleriyle savaşmak zorunda kaldık. Dünya üzerine doğan bu son güneşin, son dinin son koruyucusunun evlatları vatanları, dinleri için kanlarının ve canlarının son demine dek birçok cephede aynı anda birçok düşmanla savaştılar. Kimi zaman gırtlak gırtlağa, kimi zaman süngü süngüye... Bu cephelerden biri var ki, herkesin gözü onda, yüreği ondaydı. Osmanlı diyarında gençler sıra sıra dizilmişti, kimi mektepte, kimi medresede talebe… Gönüllülerin kaydedildiği sırada bekleyenlerden biri de Mekteb-i Sultânî talebelerinden Mehmed Muzaffer. Üç aylık talimden sonra artık cephedeki yerini almaya hazır hale gelen Mehmed Muzaffer, Mart 1916’da zabit namzedi olarak Çanakkale’ye gönderilmişti. O, Çanakkale’ye vardığında İngilizler ve Fransızlar büyük yenilgiler sonucu kaçıp gitmişlerdi. İmroz ve Bozcaada’da üs kuran düşman, tayyareleri ve gemilerindeki uzak menzilli toplarıyla ara sıra yoklasa da, o gırtlak gırtlağa çarpışılan sekiz ay çoktan geçmişti. Çanakkale’deki Osmanlı birlikleri ise Kafkas, Irak ve Filistin cephelerine sevk edilecekti. Birlikler, hazırlanmak ve noksanlarını gidermek üzere emir almışlardı. Mehmed Muzaffer’in

70

bulunduğu birliğin kamyon ve otomobil lastiği ile bazı malzemelere ihtiyacı vardı. Bu tür ihtiyaçlar ancak İstanbul’dan sağlanabilmekteydi. İhtiyaçların giderilebilmesi için birliğin komutanı, askerlerden uyanık ve becerikli İstanbul çocuğunu, Mehmed Muzaffer’i, gerekli malzemenin temini için İstanbul’a göndermişti. Komutan, malzeme temini için lüzumlu paranın kendisine verilmesi için Erkan-ı Harbiye Nezareti’ne yazdığı mektubu da Mehmed Muzaffer’e vermişti. O yıllarda İstanbul yollarında otomobil veya bir kamyona rastlamak neredeyse imkânsızdı. Bu tür vasıtaların azlığı bu vasıtalara ait alet, edevat ve malzemenin de ender bulunmasına neden olmaktaydı. Olanlar ise karaborsadaydı. Mehmed Muzaffer, İstanbul’a ayak basar basmaz malzemelerin peşine düşmüş ve sonunda Karaköy’de bir Yahudi’nin dükkânında istediklerini bulmuştu. Yahudi tüccarla pazarlığını yaptıktan sonra İstanbul’daki ikinci durağı, alacağı malzemelerin parasını tahsil etmek için Erkan-ı Harbiye Nezareti olmuştu. Harbiye’deki muhatabı yaşlı yarbay uzatılan belgeyi alıp okuduktan sonra Mehmed Muzaffer’e “Ne alınacak?” diye sormuş, “Otomobil ve kamyon lastiği efendim.” Cevabını alınca “Bana bak oğlum! Ben askerimin ayağına postal, sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden

bahsediyorsun! Haydi, yürü git; insanı günaha sokma. Para mara yok!” cevabını vermiştir. Beklemediği bu sert ama bizzat hakikat olan cevabı alan Mehmed Muzaffer ağır adımlarla Harbiye Nezareti’nden ayrılır. Bulunduğu birliğin o malzemelere ihtiyacı vardır ve komutanı ona güvenmiş, onca arkadaşının içinden onu seçmiştir. Ne yapıp edip birliğine eli boş dönmek istemeyen Mehmed Muzaffer, bu düşünceler içerisinde Harbiye Nezareti’nden çıkıp Beyazıt Meydanı’na vardığı sırada aradığı sorunun cevabını bulmuştu. Koşar adımlarla Yahudi tüccarın dükkânına gidip tüccara; “Paranın bana ödenme işlemleri akşamüstü bitecek. Ezandan sonra gelip malları alamam, gece koyacak yerim de yok. Yarın öğleden evvel vapurum Çanakkale’ye kalkıyor, yetişmem lazım. Onun için, sabah ezanında geleceğim. Malları o vakte mutlaka hazır edin.” der. Tüccardan “Pekâlâ” cevabını alır. Tam dönmüş uzaklaşacakken geriye dönüp “Altın para vermiyorlar, kâğıt para verecekler.” diye de ekler. Yahudi tüccarın buna da bir itirazı yoktur. Mehmed Muzaffer, Merkez Komutanlığı’ndan tahsis ettiği araba ile bir sonraki günün sabahında Yahudi tüccarın dükkânına gelir. Gün henüz aydınlanmamıştır. Mallar hazırdır ve


BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENECEKTİR! / Ahmet APAYDIN

alelacele araca yüklenir. Alınacaklar kamyona yüklendikten sonra Mehmed Muzaffer elindeki yüzlük kaimeyi Yahudi tüccara uzatır. Yahudi tüccar gaz lambasının sönük ışığında Mehmed Muzaffer’in uzattığı kâğıt parayı alır. Mehmed Muzaffer, birkaç saat sonra yanında kendisinden istenen malzemeler, yüreğinde kendisine verilen emri yerine getirmenin ve birliğine eli boş dönmemenin huzuruyla Çanakkale’ye doğru yola çıkan vapurdadır. Muzaffer, Çanakkale’ye vardıktan kısa süre sonra birliği Sinâ Cephesi’ne yollanır ancak Gazze’den geri dönemez. Bu zeki ve becerikli vatan evladı Gazze’de İngilizlere karşı verdiği mücadelede şehit düşmüştür. Mehmed Muzaffer, Yahudi tüccara ödeyecek parası olmadığından, Osmanlı’da o gün için paraların basıldığı kâğıdın aynısını Karaköy’deki kırtasiyecilerinden temin etmiş, bütün gece çini mürekkebi ve boya

ile ilk bakışta gerçeğinden ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmayı başarmıştır. Dönemin “kaime” ismi verilen kâğıt paralarının en büyüğü elli kaimedir. Ancak Muzaffer’in alacağı malzemelerin tutarı bundan fazladır. Bir gecede iki elli kaime çizmeyi yetiştiremeyecek olduğundan olsa gerek Yahudi tüccara vermek için 100 kaime hazırlamıştır. O dönemde basılan kâğıt paraların altında “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye edilecektir” ibaresi bulunmaktadır. Mehmed Muzaffer bunu değiştirerek “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye edilecektir” ibaresini yazmıştır. Yahudi tüccar birkaç gün sonra elindeki yüzlük kaimeyi altın olarak tesviye etmek üzere Osmanlı Bankası’na gittiğinde olayın farkına varır. Zira elindeki para çoktan Çanakkale’de Mehmetçiğin kanıyla tesviye edilmiştir. Yahudi tüccar bu olayı pek mesele etmemiş ancak olay kısa bir süre sonra tüm İstanbul’da duyul-

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

muştur. Şimdiye kadar yeryüzünde emsali görülmemiş olan bu hadise, Şehzade Abdülhalim Efendi tarafından duyulunca, şehzade bir adamını yollayarak Yahudi tüccarı buldurmuş, karşılığını altın olarak ödeyerek parayı aldırmıştır. Çok zarif, sedef kakmalı ve içi kadife döşeli bir çekmeceye yerleştirerek İstanbul Polis Okulu’ndaki Emniyet Müzesi’ne hediye edilen bu paha biçilemez eser, 1917’den 1979’a kadar bu müzede muhafaza edilmiştir. 1970’lerde Polis Okulu’nun Ankara’ya taşınması ile Ankara’ya nakledilmiştir. Bugün Ankara Gölbaşı’ndaki Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü bünyesindeki Belge İnceleme Laboratuvarı’ndaki çelik bir kasada koruma altında tutulan tarihi paranın, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açmayı planladığı polis müzesinde sergilenmesi planlanmaktadır. O enfes sedef kakmalı çekmecesi hakkında ise maalesef malumat bulunmamaktadır. 71



ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI Mustafa NOYAN İstanbul Araştırmacısı ve Tur Rehberi

Cephe gerisinden verdikleri destekle Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasında pay sahibi olan onlarca vapur ile yüzlerce denizcimizin tamamını tanıtabilmek bu makalemizin çerçevesi dâhilinde imkânsız olsa da, birer Fâtiha ile anılmalarını sağlayarak “şehitlerimizin rûhlarını şâdedebilmek” niyetiyle, aralarından birkaçının hikâyesini okurlarımıza hatırlatmak mümkün...


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI / Mustafa NOYAN

arasında deniz yoluyla taşınırken, yaralı askerlerimiz de İstanbul hastanelerine aynı yolla nakledildi. Kurtuluş Savaşı döneminde de Anadolu Kuvvetleri’ne destek vererek yararlılık göstermeye devam eden bu vapurların bir kısmı TSK Askeri Müze Arşivi İtilâf Kuvvetleri gemi ve denizal1910 yılında Balkan Savaşı başladıtıları tarafından ğında İstanbul’un atlı tramvaylarını torpillenerek batırılırken, bir kısmı da çeken katanalar orduya tahsis edilyaralı olarak geri dönebilmişti. Batık miş, İstanbul’da şehiriçi toplu taşıolanların birkaçı sonradan dipten manın kara ayağı, 1913 yılı sonunda çıkarıldıktan sonra onarılarak tekrar elektrikli tramvaylar devreye alınana İstanbullu yolcularına hizmete dekadar hizmet dışı kalmıştı. İstanbul vam edebilmişti. Her biri farklı bir vapurları da savaş boyunca, şehrin kahramanlık destanı yazan “İstanbul sularında sadece yolcu taşımakla Vapurları” artık gazilik unvanlarını kalmadı; içlerinden bir kısmı Trablus kazanmıştı. Osmanlı-İtalyan Savaşı, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı’nda Cephe gerisinden verdikleri destekdonanmanın emrine girerek cepheye le Çanakkale Zaferi’nin kazanılmaasker ve cephane ikmalinde kullanılsında pay sahibi olan onlarca vapur dılar. ile yüzlerce denizcimizin tamamını 1914 yılından itibaren Birinci Dünya Savaşı tüm dünyayı etkisi altına aldı. Osmanlı Devleti de dâhil olmak üzere savaşa girme niyetinde olan tüm devletler çeşitli idari ve ekonomik tedbirlere başvurmak zorunda kaldı. Aynı yıllarda İstanbul’da Osmanlı Seyr-i Sefâin İdaresi, Şirket-i Hayriye ve Haliç Dersaadet Vapur Şirketi’ne ait deniz taşıtları faaliyet göstermekteydi. Birinci Dünya Savaşı boyunca, başta Şirket-i Hayriye vapurları olmak üzere İstanbul limanına kayıtlı irili ufaklı birçok gemi Boğaziçi, Marmara Denizi ve Karadeniz’de cephane taşıma işlerine katıldılar.

tanıtabilmek bu makalemizin çerçevesi dâhilinde imkânsız olsa da, birer Fâtiha ile anılmalarını sağlayarak “şehitlerimizin rûhlarını şâdedebilmek” niyetiyle, aralarından birkaçının hikâyesini okurlarımıza hatırlatmak mümkün...

Seferberlik ilân edilmesiyle birlikte Birinci Dünya Savaşı başından itibaren Anadolu’dan toplanan askerler demiryolu ile Haydarpaşa’ya getirilmiş, buradan da İstanbul vapurları yardımıyla cephelere taşınmıştı. Şirket-i Hayriye’nin anlaşması gereği “26” baca numaralı “Suhulet” vapuru” ile “27” baca numaralı “Sahilbent” vapuru gece gündüz ayrımı yapılmadan tamamen askeri nakliye amacıyla hazır bulundurulmaktaydı. Dünyanın ilk araba vapuru kabul edilen, her iki tarafından iskelelere yanaşabilen, at arabalarını yolcularla beraber taşıyabilen bu iki vapur, 1871 yılında Şirket-i Hayriye Umum Müdürü “Hüseyin Hâki Bey” tarafından düşünülerek çizimleri kâğıda aktarılmış, İngiltere’de inşa ettirilerek İstanbul’da iki yaka arasında hizmet vermiştir. “27” numaralı “Sahilbent” vapuru savaş boyunca İstanbul limanı içinde Haydarpaşa-Sirkeci ile Üsküdar– Sirkeci iskeleleri arasında asker ve askeri malzeme naklinde kullanıldı. Ancak “27-Sahilbent”in o zamanlar projektörü olmadığı için geceleri Şirket-i Hayriye’nin “55” numaralı “Bebek” vapuru önünden giderek ona yol gösteriyordu. “Sahilbent” vapurunun 1915 yılı Temmuz ayında, bir gün içinde sekiz sefer yaparak 5. Kolordu’ya ait 2 fırkanın Üsküdar’dan Sirkeci’ye naklini sağladığı; Kızkulesi açıklarında bir İngiliz denizaltısı tarafından torpillendiği, ancak torpilin

1915 senesinde Çanakkale Muharebeleri zamanında cephe arkasında bu vapurlar vardı. Askeri personel ve mühimmat İstanbul ile Çanakkale Suhulet yolcu ve yük indirirken -

74

Ali Bozoğlu Arşivi


ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI / Mustafa NOYAN

TSK A sk

eri Müz

e Arşivi

vapuru teğet geçerek Tophane Rıhtımı’nı vurduğu ve ağır hasar verdiği kayıtlara geçmiştir. Gelibolu Yarımadası’na asker ve malzeme nakli o dönemde zorluklarla yapılabiliyor, kıtalar arasında birliklerin taşınması bazen günlerce sürüyordu. “26-Suhulet” vapuru tersanede torpil atmaya özgü aletlerle donatılarak Çanakkale’ye gönderilmişti. Burada askeri sevkiyata tahsis edilen “Suhulet” vapuru, süvari ve topçu birliklerini bir kıtadan bir kıtaya birkaç saatte nakletmeye başlamıştı. “Suhulet”, Çanakkale Boğazı’nı dört günde geçebilecek olan, dört bataryadan ibaret bir topçu taburunu iki buçuk saat gibi kısa bir sürede karşıya geçirmiş; iki adet topumuzu Çimenlik Mevkii’nden alarak, dört saatte Kilitbahir’e çıkarmıştı. “Suhulet” 1914 yılı Ağustos ayında İstanbul’a geri gelmiş, Eylül ayında Yeşilköy’den Köprücü Bölüğü’nün eşyalarını yüklenerek tekrar Çanakkale istikametine hareket etmişti. Büyükçekmece önlerine geldiğinde aşırı sis yüzünden karaya oturmuş ve hasar görmüştü. “26-Suhulet” Çanakkale savaşlarının kazanılmasında sağladığı hizmetin onuruyla 1958 yılına kadar çalıştı. 1961 yılında sökülerek sessizce aramızdan ayrıldı, zihnimizde bıraktığı hatıralarla ebediyete intikal etti.

TSK Askeri Müze

Senelerce Türkiye Denizcilik İşletmeleri Müzesi müdürlüğü yapmış olan, denizcilik konusunun duayenlerinden Ali Bozoğlu’nun ifadesiyle, Çanakkale Zaferi’nin kazanılmasında önemli bir rol oynamış olan “26-Suhulet”, madalyası verilmemiş bir kahramandır. Sağladığı lojistik destek açısından Çanakkale Deniz Harbi’nin kazanılmasında büyük payı olan “Suhulet”in bu emsalsiz kahramanlığı, ne yazık ki tarih sayfalarında bir satır olsun yer bulamamıştır. 18 Mart 1915 tarihinde İtilâf Kuvvetleri Donanması’nın Çanakkale Boğazı’na saldırısıyla beraber İstanbul’da hemen tedbir alınmış, birçok vapur ordu emrine verilmişti. Elimizdeki kaynakların ifade ettiğine göre Şirket-i Hayriye’nin 33 Nusret, 34 Gayret, 37 İhsan, 38 Şükran, 39 Neveser, 40 Rehber, 41 Metanet, 43 İkdam, 44 İntizam, 45 Resan, 46 Rüçhan, 60 Rağbet, 66 Boğaziçi, 69 Hüseyin Hâki ve 70 Ziyâ vapurları askeri nakliyeyle görevlendirilmişlerdi. Bu vapurların ilk görevi İstanbul’da saraylarda, camilerde, müzelerde ve devlet hazinesinde mevcut değerli eşyaları Haydarpaşa’ya taşıyarak, başta Eskişehir ve Konya olmak üzere Anadolu şehirlerine nakledilmelerini sağlamak olmuştu. Bu kapsamda günümüzde Topkapı Sarayı’nda her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Ar şivi

edilen Mukaddes Emanetler de Konya’ya gönderilmişlerdi. Savaşın ilerlemesiyle beraber 47 Tarz-ı Nevin, 48 Dilnişin, 51 Süreyya, 52 Şihap, 55 Bebek, 56 Göksu, 57 Tarabya, 58 Nimet gibi nisbeten küçük vapurlar dahi ordu hizmetine alınmış; ihtiyacın artmasıyla beraber 53 İnşirah, 54 İnbisat, 61 Sultaniye, 62 Hünkâr İskelesi, 63 Sütlüce, 65 Sarayburnu, 67 Kalender ve 68 Güzelhisar gibi Şirket-i Hayriye’nin lüks ve geniş yolcu vapurları, geçici olarak da olsa askeri nakliye hizmetlerinde kullanılmışlardı. Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi’ne ait çifte bacalı meşhur “Gülcemal” vapuru da defalarca İstanbul’dan Çanakkale’ye asker ve mühimmat taşımış, 19 Mayıs 1915 günü İmralı Adası açıklarında bir İngiliz denizaltı gemisi tarafından vurularak yara almıştır. Hasköy Tersanesi de Çanakkale Savaşları döneminde ağır görevler yüklenmiş; bir yandan hasar alan vapurların tamirini gerçekleştirirken, diğer yandan da gemilerin yakıtı olan kömürün taşınabilmesi amacıyla bazı vapurların düzenlenmesiyle uğraşmıştı. Şirket-i Hayriye vapurlarından, askerî taşıma amacıyla kullanılan “33” baca numaralı “Nusret” ve “34” baca numaralı “Gayret” vapurları Hasköy Tersanesi’nde yapılan 75


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI / Mustafa NOYAN

revizyonla kömür taşımaya uygun hale getirilmişler; “39” baca numaralı “Neveser” ve “41” baca numaralı “Metanet” vapuru da kömür taşıma gemisine dönüştürüldükten sonra sefere konulmuşlardı. “42” numaralı “Resanet Vapuru” Galata Köprüsü üzerindeki iskelelerden birinde beklerken, başka bir vapurun çarpması sonucu batmış, devrin Padişahı Sultan II. Abdülhamid’in emriyle sudan çıkartılarak tamir edilmiş ve tekrar hizmete alınmıştı. Bu özel duruma binaen ismi “Eser-i Merhamet” olarak değiştirilen vapur, savaş zamanı Şubat ayında kömür getirmek üzere İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e çıkmış, Dikilikaya üzerinden 5 mil geçtikten sonra düşman denizaltısının saldırısına uğramıştı. Vapur mürettebatı tarafından yaraları kapatılarak yoluna devam etmiş, Ereğli’de hafif bir onarım gördükten sonra İstanbul’a geri dönmüştü. Hasköy Tersanesi’nde bir defa daha onarılan vapur aynı sene bu defa Karasu açıklarında düşman denizaltısının saldırısına uğramış, batarak hizmet dışı kalmıştı. Düşman denizaltıları “Eser-i Merhamet”ten sonra bir İstanbul vapurunu daha hedef almışlardı. “40” numaralı “Rehber” vapuru, 1915 yılının son günlerinde Biga açıklarında Yumurta Adası önlerinde batırılmıştı. “62” numaralı “Hünkâr İskelesi” vapuru, 1915 yılı Mayıs ayında İstanbul’dan Gelibolu’ya top mermisi götürürken, uğradığı Tekirdağ İskelesi’nde bağlıyken, İngiliz denizaltısı “E-11” tarafından torpillenmişti. Vapur isabet aldıktan hemen sonra gemideki cephane patlamış, vapur da batmıştı. İtilâf kuvvetleri Çanakkale’de kahramanca savaşan ordumuzun ikmal yollarını kesebilmek gayesiyle vapurlarımızı hedef almış, Marmara’ya denizaltı gemilerini sokmuşlardı. 19 Mayıs 1915 günü Yüzbaşı Martin Eric Dunbar Nasmith komutasındaki İn76

giliz “E-11” denizaltısı bu yolu izleyerek Marmara’ya girmişti. Sözkonusu denizaltı Marmara sularında aylarca kalmış, onlarca gemimizi batırmıştı. Akbaş Limanı, muharebeler boyunca ordumuzun temel ikmal üssü olarak kullanılmıştı. Marmara’dan gemilerimizin getirdiği cephane ve erzak buradan cepheye nakledilmiş, cepheden gelen yaralılar da aynı gemilerle İstanbul’a gönderilmişlerdi. Gelibolu Yarımadası’nda muharebelerin yoğunlaştığı günlerden 25 Ağustos 1915 sabahı Akbaş Limanı çok hareketli bir güne başlamıştı. Gece boyunca cepheden gelen yaralı askerlerden 200’ü, limanda bağlı olan “Halep” vapuruna yerleştirilmiş ve vapur seyir için hazırlanmıştı. Bu sırada “E-11” denizaltısı kaptanı limanda bağlı 3 vapur görmüştü. Bunlardan biri Kızılay amblemleriyle boyanmış hastane vapuruydu. Bunun üzerine iskeledeki diğer vapur olan ve herhangi bir amblem taşımayan “Halep” gemisini vurmuştu. Halbuki Kaptan Nasmith yanılmıştı. Cepheden o gece gelen yaralılar öylesine çoktu ki, 200 kadar yaralı “Halep” vapuruna bindirilmiş, ancak vapurun üzerine Kızılay bayrağı asılamamıştı. Maalesef “Halep” vapuru oracıkta batmış, yaralılar sulara gömülmekte olan gemiden kurtulamamış, hepsi şehit olmuşlardı. Bu meşum olaydan bir süre sonra şehitlerimiz batık gemiden çıkarılarak Akbaş Limanı’na

Savaş süresince yaralı nakliyesinin büyük çoğunluğu Şirket-i Hayriye vapurları vasıtasıyla yapılmıştı. Ağadere ve Akbaş iskelelerine kurulan yaralı ikmal merkezlerinde toplanan hastalar İstanbul’a nakledilmişlerdi.

defnedilmişti. Günümüzde birçok İstanbullu hemşehrimizin katıldığı Çanakkale turlarının çoğunun başlangıç noktası olarak ziyaret edilen “Akbaş Şehitliği” işte bu vesileyle kurulmuştu. Savaş sonrasında bölgeye envanter çıkarmak amacıyla gelen İngiliz askerleri “Halep” gemisinin künyesini sökerek “E-11” denizaltısının kaptanına hediye etmişlerdir. Araştırmacı denizaltı uzmanı mühendis Selçuk Kolay’ın çabalarıyla bulunan künye, uzun müddet bu künyeyi evlerinde saklayan İskoçyalı kaptanın oğlu ve torunu tarafından 95 yıl sonra İstanbul Deniz Müzesi’ne teslim edilmiş olup halen müzede sergilenmektedir. İstanbul vapurlarından biri de Çanakkale savaşları boyunca İtilâf kuvvetleri tarafından kullanılmıştı. Bu vapur, tarihimizde “Büyük” unvanı lâyık görülen az sayıda devlet adamından biri olan Büyük Reşit Paşa’nın isminin verildiği vapurdu. Şirket-i Hayriye 1851 senesinde, Sadrazam olan Büyük Reşit Paşa’nın girişim ve yardımıyla, dönemin Padişahı Sultan Abdülmecit’ten alınan irade-i şahâneyle ülkemizin ilk anonim şirketi ve milli vapurculuk işletmesi olarak kurulmuştu. Şirketin hissedarı da olan Reşit Paşa’nın ismi idarenin İngiltere’ye sipariş ettiği “71” baca numaralı vapura verilmiş, ancak gemi henüz teslim alınmamıştı. “Reşit Paşa”, 1914 yılında Glasgow’da Fairfield Shipping Co. tezgâhlarında yolcu vapuru olarak inşa edilmiş olup Şirket-i Hayriye’nin en büyük gemisiydi. 588 groston ağırlığında çelik saçtan bir tekneye sahip olup çift uskurluydu; uzunluğu 49 metre, genişliği 7.9 metre, su kesimi 2.4 metreydi. 406 beygir gücünde iki adet üç silindirli buhar makinesi ile saatte 12 mil hız yapıyordu. Ücreti ödenmiş olmasına rağmen 1914 yılı Kasım ayında gemiye İngiltere Hükumeti’nce el konulmuş, ismi “Water Witch (Su Cadısı)” olarak değiştirilmişti. Gemi 1915 yılında Kı-


ÇANAKKALE GAZİSİ İSTANBUL VAPURLARI / Mustafa NOYAN

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Edirnekapı Şehitliği - Mustafa Noyan Arşivi

zılay ve Kızılhaç logolarıyla hastane gemisi olarak Çanakkale muharebelerine katılmıştı. 1918 yılında yapılan Mondros Mütarekesi’nden sonra tekrar Türk sularına girmiş, bir İngiliz sigorta şirketine bağlı olarak 4 yıl hizmet vermişti. 6 Ekim 1923 yılında Şirket-i Hayriye’ye iade edilen gemiye, “kurtuluş” anlamına gelen “Halâs” ismi verilmişti. Vapur 60 yıl boyunca İstanbul’da yolcu vapuru olarak hizmet verdikten sonra 12 Aralık 1983’de hizmet dışı kalmış; 1985 yılında bir turizm şirketi tarafından satın alınarak restore edilmişti. Günümüzde 15 lüks kabinli modern bir turistik gemi haline getirilen “Halâs” vapuru, Boğaziçi sularında halen süzülmeye devam ediyor. “60” baca numaralı “Rağbet” ve “70” baca numaralı “Ziyâ” vapurları Çanakkale savaşları boyunca, üzerlerinde Kızılay amblemiyle Hilâl-i Ahmer

hizmetinde çalıştırılmışlardı. Kızılay hizmetinde bulunan vapurlardan bir kısmı, üzerlerinde kırmızı hilâl gerili bir örtü taşıdıkları halde, uluslararası savaş kurallarına göre vurulmaları yasak olsa da, İtilâf kuvvetleri tarafından cepheye asker ve mühimmat taşıdıkları gerekçesiyle torpillenmişler ve yara almışlardı. Yaralı nakliyesinin büyük çoğunluğu da Şirket-i Hayriye vapurları vasıtasıyla yapılmıştı, Ağadere ve Akbaş iskelelerine kurulan yaralı ikmal merkezlerinde toplanan hastalar İstanbul’a nakledilmişlerdi. Nakliyat hastanelerinden yaralıları alan vapurlar, önce Lapseki’ye sonra Gelibolu’ya uğrayarak geriye sevki gereken yaralıları toplayarak biran önce İstanbul’a sevketmeye çalışmışlardı. İstanbul’a vapurlarla getirilen yaralı askerlerin büyük çoğunluğu, askeri hastanelerde ve o dönem hastane olarak kullanılan kışlalar ile Yenikapı Mevlevihânesi gibi kurumlarda vefat ederek şehitlik mertebesine erişmişlerdi. Haydarpaşa Askeri Hastanesi’nin hemen yanında, savaşta yaralandıktan sonra İstanbul’a getirilerek burada ölen İtilâf Kuvvetleri Ordusu’na bağlı askerlerin yattığı bir de İngiliz mezarlığı bulunur. Karacaahmet, Kulaksız gibi kabristanlarda defnedilenler olsa da, Çanakkale şehitlerinin büyük bir kısmı İstanbul Edirnekapı’da, hemen surların dışında ayrılan alana gömülmüşlerdi. Günümüzde bu alan ve kabristan, Şehitlik ismiyle bilinmektedir.

Kültür AŞ yerleşkesine neredeyse yürüme mesafesinde bulunan Şehitlik, halen Silahlı Kuvvetler mensupları şehit subay ve askerlerin definlerinde kullanılmaktadır. Kabristanın içinde Çanakkale Şehitleri adına yapılmış bir abide vardır. İstiklâl Marşımızın şâiri Mehmet Akif Ersoy da en önemli eserlerinden biri olan şiirini “Çanakkale Şehitleri”ne atfetmiş olduğundan, aynı şehitlikte medfundur. Kaynakça: Bozoğlu, A., “Suhulet: Madalyası Verilmeyen Bir Kahraman” Deniz Haber Dergisi, Mart 2008, İstanbul. Güleryüz, A., Şirket-i Hayriye’nin Boğaziçi Vapurları, İstanbul 2002. İşli, E. Nedret, Şirket-i Hayriye Bibliyografyası, İstanbul Armağanı: Boğaziçi Medeniyeti, İstanbul 1996, Keskin, G., “Boğaziçi’nden Çanakkale’ye Şirket-i Hayriye Vapurları” Gelibolu’yu Anlamak Kızıldemir, M., Orhan, Şirket-i Hayriye İdaresi, Türkiye Denizciler Sendikası Yayınları, İstanbul 1992 Kolay, S., Derinlerden Yansımalar: Çanakkale Savaşı Batıkları, Vehbi Koç Vakfı, Koraltürk, M., “Şirket-i Hayriye’nin Kurucu ve İlk Hissedarları”, İstanbul Armağanı 2: Boğaziçi Medeniyeti, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayını, İstanbul 1996. Koraltürk, M., Buharlı Vapurlardan Deniz Otobüslerine İstanbul’da Deniz Ulaşımı, Varlık Yayınları, İstanbul 2010. Koraltürk, M., Şirket-i Hayriye (18511945), İDO Yayını, İstanbul 2007. Tutel, E., Şirket-i Hayriye, İstanbul 1994. http://www.tsk.tr/8_tarihten_kesitler/8_3_canakkale_muharebelerinden_kesitler/resim31.htm

Halas (Water Witch)

77



SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN…

Söyleşen ve Fotoğraflayan:

Fatih DALGALI

Olağanüstü şartlarda, olağanüstü mücadelelerle yapılmış olan Çanakkale Savaşı, İstanbul’u ele geçirmeye karar veren İtilaf Devletleri’nin yirminci yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gücünü sınadığı çetin savaşlardan biridir.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI

Hüseyin Bağcı2 Hüseyin Amca bize Koca Seyit’i anlatır mısın? Anladırız hepsini, anletcez tabi… Şimdi efendim, benim yaşım 100’ü bile geçti, fakat ben 95 diyorum nazar değmesin diye. Babacağızım zabitti, Çanakkale harbine giderkene iki tane kız kardeşim var, onlar öldüler şimdi. Giderkene beni, o zaman tomofil yok. Babam giderkene beni sevdi kokladı, hanım ben gidiyom belki bir daha göremem dedi. Sonra bir yıl sonra yaralanmış, geldi yaralı, 20 gün izine geldi. Tabi iyileştikten sonra tekrar geri gitti. İşte ben onları hep hatırlıyorum. Burada yaşım ortaya çıkıyor ama ben nazar değmesin diye 95 diyorum. Ama 100’den yukarı, aşşa değil. Ama şükür, veren Allah, alan Allah.

en miyi sırtlark lu Seyit mer

Niğdeli Ali

ile beraber

Mehmed oğ

1889 yılının Eylül ayında, Balıkesir Havran’a bağlı Manastır (Çamlık) Köyü’nde dünyaya gelen Seyit, 1909 yılında 20 yaşındayken askere alınmış ve daha sonra Balkan Savaşlarına katılmıştır. Balkan Savaşlarından sonra terhis edilmeyip, Birinci Dünya Savaşı’na katılmış ve Çanakkale Cephesi Mecidiye Tabyası’nda topçu eri olarak görev almıştır. Seyit, elbet vatanı için daha önce de yararlılıklar göstermiştir ancak, onu tarih sahnesine çıkaran olay Çanakkale Deniz Savaşları’nda 276 kg’lık mermiyi kaldırarak namluya sürmesi ve savaşın kaderini değiştirmesiyle başlamıştır. Seyit’in bu cesareti ve kuvveti uzun yıllar duyulmamıştır. Seyit kendisini gizlemiştir. Çanakkale Savaşı’nın ardından Çamlık Köyü’ne 80

dönen ve bundan sonra hayatını ormandan topladığı dalları kömür yapmakla ve çiftçilikle geçiren Seyit, 1939 yılında akciğer rahatsızlığı nedeniyle vefat etmiştir. Havran’a gerçekleştirdiğimiz ziyarette, Seyit Onbaşı’yı tanıyanlarla ve görenlerle söyleşiler gerçekleştirdik1. Yapmış olduğumuz bu konuşmalarla Seyit Onbaşı’yı daha yakından tanıma imkânı bulduk. Seyit Onbaşı’yı gören 105’lik dedemiz Hüseyin Bağcı, köylüsü Halil Keser, Ayşe Keser ve Hüseyin Çevik, üçüncü kuşak torunu Muhammet Yıkar ve yerel araştırmacı Mehmet Uçar ile yapmış olduğumuz söyleşilerin sessiz bir kahraman olan Seyit Onbaşı’nın mütevazı hayatını ortaya koymasını dilerim. Şimdi bu sessiz kahramanın hayatını, hemşerilerinden dinleyelim.

Şimdi bu Seyit Onbaşı’nın son zamanında geldi Gazi, fabrikatör Saadettin Bey’in evinde bir gece kaldı. Sabahleyin, Balıkesirli müdür vardı Hacı Efendi, bize resmigeçit yaptıracaklar. Sonra Seyit’i de çağırttı Gazi. Gazi, cebinden bir kâğıt çıkarttı (ben de ordayım, izliyoz.) “Seyit sen git şuraya sana maaş bağlasınlar” dedi. Seyit de “Paşam ben devlete etimi satmam dedi” Paşa da “Oğlum neylen geçincen sen, Manastır Köyü’ndensin, bir memur bir amir değilsin, hiçbir gelirin yok” dedi. Seyit de “Bana ormanı serbest yapsınlar (100-120 okkalık bir adam en aşağı. Ben de 12 yaşlarındayım, mektebin son senelerindeyim, o zaman beş sınıf var mektepte.) ben daha çok nafakamı çıkarırım kimseye muhtaç olmam” dedi. Hemen o zaman cep telefonu yok gır gır var. Hemen şef geldi. (biz de dinleyip duruz) Şefe dedi ki Gazi, “Bu Onbaşıyı gördünüz mü? Bu dağları büsbütün kaldırsa karşınızda beni görürsünüz. Çünkü İstanbul’u kurtaran bu adam” dedi. Seyit Onbaşı nafakasını hep ormandan çıkarırdı. Bizim evimiz vardı öteki


SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

mahallede çıkmaz sokak. Getiriyor keresteyi o, eşeği vardı katır gibi iri, eşekte 120-150 okka yük var, o getirip ora koyuveriyor, biz satıveriyoz. Yani Türkçesi hörmet ediyoz ona. Karı, kızan herkes. 10 lira, 20 lira… ne tuttuysa işte. O günler para gıymatlı. O Cuma günü geliyor, indiriyor diğer keresteleri satılanın parasını alıyor, Havran pazarına çıkıyor 4 şinik3 melez alıyor. Melez dediğim de 1 şinik buğday, 1 şinik arpa, 1 şinik darı, 1 şinik çavdar. Haftaya kadar hangi değirmene giderse onu hemen ilkin öğütüverir değirmenci. Hörmet eder yani değirmenci. Her hafta böyle devam ederdi. O, yeni keresteleri getirir satılanın parasını alırdı. O zamanlar Havran’ın yarı tarafı yoktu. Bir tarafı hep bahçalıktı. Kiraz bahçaları vardı. O zaman yol yok, eşekle giderdik. Eşek çamura, bataklığa battı mı biz bakar dururduk. Bir keresinde eşek dereden geçerken batmıştı çamura. Seyit geliverdi, altına girerek eşeği de karşıya geçiriverdi. O yükle, eşek de yüklüydü. Bu gücü kuvveti hep böyle devam etti. Ama sonra hastalandı, epey bir hasta oldu, 50-55 yaşlarındaydı. Hacı Osman’ın Mehmet Bey4 var, fabrikatör. O da belediyenin karşısında, orada buna bakıyolar, battaniye getirdiler, bir şeyler getirdiler. Belediyenin doktoru bakıveriyor Seyit’e. Hacı Osman’ın evinde hizmetkârı Arap Mahmut vardı. Sabahları bir kap yemek, bir torba ekmek, ta ertesi güne kadar. Seyit, onu temizliyor. Ertesi gün yine geliyor öyle. Bir süre böyle devam etti. Biz de yanına giderdik. Biz vardık, daha büyüklerimiz, daha ufaklarımız var işte. Bize anlatıverirdi. Hörmet ediyoz, bir şey oldu mu götürüp veriyoz, yiyor adamcık. Mehmet Bey’e, Belediye doktoru: “Bunun on beş günlük ömrü var Mehmet Bey” dedi. E o zaman tomofil yok, çift hayvan arabasıylan Manastır5’a götürdüler. On beş gün sonra gittiler gömdüler Seyit Onbaşı’yı. İşte Allah bir nimet vermiş ona, o vazifeyi yapmak için, bir de ganimet kazansın maneviyat-

Havranlı bir çınar, Hüseyin Bağcı

81


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI

tan diye Allah yardım etmiş ona. Başka türlü bu açıklanmaz. Çünkü kendi anladıverirdi, mermi 250 okka, vinç bozuk. “Ne duruyon Seyit” demişler. Bir ses geldi deyo, fakat baktım insan minsan yok deyo. Bismillah dedim aldım topun ağzına koydum deyo. O İngiliz’in amirallik gemisi, bando çalıyor. İstanbul’a geçecek. Biz ağlıyoz. Emir verseler ateş edilcek ama herkesin vazifesi ayrı deyo. Topu ateşlemesiyle, bacadan içeri koyduruyor mermiyi. Bir kara duman beliriyor. Büyük amirallik gemi batıyor. Daha sonra diğeri. Sonra dış denize kaçıyor İngilizler. Ehh işte bu adamcık böyle yapıyor. Allah yardım ediyor ona. Seyit Çavuş da böyle halleriyle bu Havran’dan geldi geçti… Değerli bir adamcağızdı. O marangozhane, odun getirdiği yer mevcut mu şimdi, kalktı mı? Oralar şimdi, şey ondan önce marangoz aklıma gelmedi ismi. Belediye reisiydi, vekildi. Orayı yıktı falan ama duruyor. Daha onun odun sattığı yerler falan duruyor öyle. Orayı çocuk bahçası yapacağıdı emme duruyor öyle, yapılmadı. Bir tek ev kaldı orada. Diğerlerin hepsini aldılar. İşte onun geldiği yerler falan belli. İşte, Hacı Osmanoğlu da yardım etti. Fabrikatör tabi o günkü günde. Böyle Allah rahmet eylesin geldi geçti adamcık. Nasıl bir adamdı, kişiliği nasıldı, konuşkan mıydı, sakin miydi? Hal münasip, konuşması, tahsili yoktu tabii, köylü konuşmasında. ‘galan, malan’ böyle bi şeyler. Tabii köylülerin konuşması. Hiç ağzından, kötü bir söz duymadım. Sakin bir adam, herkes de hörmet ediyo buna. Kadın, erkek ne olursa olsun. Sayıyolar, olan vakaya göre. İlk karısı öldü, sonra baldızını gaçırdı bu. Kimse yanına varamaz, kim varıcek yanına. Bi furdu mu bi daha kalkamaz yerden. Baldızından, sonra bir-iki çocuk daha oldu. 82

Hüseyin Bağcı, Seyit Onbaşı’yı anlatırken

İlk karısıyla ikinci karısı kardeş miydi? Gardeşdi. Ablasını almış, gız da yetişmiş, ablası da ölünce. Hastalanıyor ne olduysa oluyo. Bi şeyler… Bugün bile belli olmuyo. Bu kadar fen yoktu. Te 80 sene, 75 sene önce nerde bu fen, nerde bu görüş? Ondan da bir-iki çocuk oldu işte. Onlardan da torunları sağ, son garıdan olanlar, baldızından. Ötekiler ölmüş, vefat etmiş. Böyle bi değerli adamdı. Hayvanı, malı falan var mıydı? Malı yoktu, kendi malı yoktu. Keresticiliklen geçiniyodu. Gazi’nin verdiği şeyi [ödül parayı kastediyor] kabul etmeyince çalışmaklan geçimini yapıyodu. Öyle boşu boşuna hayat geçmez ki. Manastır Köyü’ydü şurda eskiden, Manastır ismi o köyün. Şimdi Kocaseyit Köyü. O pirinanın6 üstüne çıktı mı üstünde biz mesela bir şey çıktı mı taze yağdır, üzümdür,

yemiştir, her ne mevsim varsa eriktir, kirazdır ona korduk mendile götürürdük, yirdi adamcık, dua ederdi. Boğazı iyiydi. Şimdi Mehmet Bey’in evinde böyle böyük kapaklı sepet, aşçılar çalışayo, datlısı duzlusu dolu, o yarın akşama gada bi torba ekmeği temizlerdi. Eee 100 okkalık, 120 okkalık adam. O tez beri doymaz tabi. Hatta şey vermişler ona, söylemiş o zaman başındakı şeylere bi tayın yetmiyor bana demiş. Verdiler tayın diyo, içime sinmedi oğlum diyo. Biraz ben birkaç ay yedim diyo, 2 tayın verdiler emme diyo, sonra içime sinmedi 1 tayına razı oldum deyo. Çünkü öte yandaki aç duruyo deyo. Yarı doyuyo yarı doymayo deyo. Çocukları falan sever miydi, çocuklarla şakalaşır mıydı? Yani hiçbir kötü söz şey yapmazdı. Bi çocuk şey yapsa, yahut yemiştir, ya üzümdür yahut bi garpuz, gavun bi


SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI

şey götürse oraya arkasını okşardı “sağol oğlum” derdi. Gari son halini yaşıyodu adamcık. Okuma yazması var mıydı? Eski Türkçe bilir biraz. Eski Türkçe. Yeniyi bilmez, yeni yok. Eski rakam; eski şeyi fevkalade okur, bilirdi Kuran okuduğu için. Kaç sene kalmış askerde? E işte Çanakkale’nin son haline gadan. Sonra ordan da şeylere gitmiş, diğer şeylere Kurtuluş Savaşı’na filan girmiş. Gari orda ne gadar yaptığını bilmiyoz. Çanakkale’ye nasıl gitmiş acaba, hiç ondan bahsetti mi? Askere nasıl gitmiş buradan? O zaman vesait yok, yayan. Yayan gidiyosun, konak konak. O zaman her köyde erazi işlediyo, yemek çıkayo az çok. Öyle konak konak gidiyosun. Babam benim zabitken bile at arabasınan götürüyolar, yok vesait. O da gece gidiyo. Akşamdan, ikindin biniyola, sabahla oraya iniyolar. Vesait yok. Vesait at arabası, öküz, manda niyse 80 sene, 90 sene evvel. Çanakkale’deki kahramanlığını anlatır mıydı? Sorarsak böyle, mesela böyle “nasıl oldu Seyit Dayı?” falan dedik mi işte “bi ses geldi fakat şey yok” deyo, “böyle görülen bi şey yok” deyo. “ne duruyon Seyit derler” deyo, “Bismillah dedim, 250 okka vinç bozuluvedi, vedim ağzına” deyo. O bando çalan gemi, amirallık gemi gidiyo aşağı. İkincisi gidiyo. Neden hastalandı? E gari onu doktor biliyo, biz… Zatürre miydi hastalığı? Herhalde bi geçici hastalık değildi. Bayağı doktoru da şey yaptı. 6 ay-1

sene baktı. Mehmet Bey yardım ediyodu, fabrikatör. Her gün muayene ederdi onu. Gelirdi, iğne yapılceyse iğne yapıverirdi. O zaman öyleydi zamanlar. Cenazesini hatırlıyor musun? Cenazesine ben gitmedim. Bizim burdan giden işte Mehmet Beyler falan gittiler at arabasınnan. 15 gün yattı orda. Pazartesi gün vefat etti köyde. Manastır Köyü’nde. Şimdi Koca Seyit Köyü. Orda gömüldü felan. Resmi geçitler oldu. Şimdi arabalarda geziyo faket Mehmet Bey olmayaydı o adam perişandı açık açık. Çünkü Mehmet Bey fabrikatör. Gazanmış her şeyi var, zengin. Mehmet Uçar7 Atatürk buraya günübirlik geliyor. Balıkesir’e geliyor bir gün kalıyor. Daha sonra Edremit’e geçmek için yola çıkıyor. Ama Edremit’e geçerken Havran’da Koca Seyit’in olduğu aklına geliyor. Daha sonra bir yerde konaklamaları için bu Terzizadelerin Konağını seçiyorlar. Benim geçmişte, kişilerle yaptığım konuşmalardan ben şu bilgilere ulaştım: Ara sıra gelirdi, Ebubekir Camii’nde Cuma namazını kılardı. Yani cumaları Havran’a iniyor. Belediye’nin karşısında hemen, orası ilk pazarın kurulduğu yer. Pazarda alışveriş yapıyor. Köye çıkarken, orda bir değirmen yeri var. Değirmende aldığı buğdayı öğüttürüp un yaptırıyor, haftalık yiyeceğini götürüyor. Bu böyle devam ediyor. En çok Havran’dan götürdüğü, çok sevdiği, çocuklarının da çok sevdiği helva. Muhakkak heybesinde helva da var. Burada mahalle aralarında odun kestiği görülmüştür, yani yayan geliyor on bir kilometreden mahalle aralarında odun kesiyor.

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Hatta ve hatta büyük kalaslar getirdiği ve getirdiği bu kalasları sattığı söylenir. Halil Keser8 Benim yaşım 83, dokuz yaşındaydım ben o zaman. Evi, köyün taa beriki girişindeydi. Orda arsası bile kalmadı şimdi. Koca Seyit’i nasıl hatırlıyom biliyon mu? Fakirdi adam, fakir geldi fakir gitti. Devlet mayış bağlayacaktı ama o istemedi. Biz dokuz yaşındaydık, O hastalandı, baya bi hasta yattı. Sonra eski papuçlarımızı yama yapıverirdi. Biz papucumuz yırtıldığında, Seyit amcaya götürürdük. Adam hastalandı, hastalandıktan sonra yayan buradan Havran’a götürdüler. Havran’da doktor bir iki iğne yapmış, sonra tekrar getirdiler. Bu gece gündüz hamallık yapıyor bu. Kış gününde suyun içine düşmüş, ıslanmış. Sobanın başına gelmiş, tit-

Halil Keser Koca Seyit’in köylüsü

83


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI

remeye başlamış. Arkadaşları demiş Koca Seyit ölcek köyüne gönderelim. (Ulen doktor mu yok, başka yere göndersenize, niye köye yolluyonuz. Bu adam Türkiye’yi kurtardı be adam.) E işte genç yaşında vefat etti gitti. Dağlarda kömür yapardı, satardı Havran, Edremit’e. O zamanlar millet fakirdi, şimdi her şey bol. Çanakkale’de babamla birliktelermiş. Babama anlatmış. “Ahmet” demiş. “Üç tane mermimiz kaldı” demiş. “Bismillah dedim kaldırdım” demiş. Bu Allah’ın yapacağı iş. Babamın felan fotoğrafları vardı emme biz böyle olacağını bilmiyorduk. Kayboldu gitti. Ama benim hanım onlarla daha komşu idi. Çobancılık yaparlardı. Çoban olduğu için orda bir yer vardı onların evin altında. Orda görürmüş. Böyle küt küt yürüyerek camiye geçiverirdi. Namazını kılardı adam. Koca Seyit’i gören bir de bizim burada Kasımların Hüseyin (Çevik) var. Burası Yörük köyü. Keçi koyun güderlerdi. Onla geçinirlerdi. Geçim dağdaydı. Odun eder, kömür eder ve kovan yaparlardı. Bu köy üç isim değiştirdi. Manastır, Çamlık ve Kocaseyit Köyü. Koca

Seyit, ismiyle birlikte bu köye bereket getirdi. O zamanlar burada yirmi-otuz kadar hane vardı. Seyit çavuş, olgun bir adamdı, yumuşak bir adamdı. Şöyle giderken papuçlar vardı. Küt küt küt yürürdü. Evveli Edremit’te Seyit’in bir asker arkadaşı varmış. O, anlatıverirmiş olayı. İşte olan oldu, bitti gitti. Şimdi olsa adamı camekâna koyarlardı.

Hüseyin Çevik, Koca Seyit’in köylüsü

kaldırıverirmiş. Öyle sinirlilik bilmezdi, Allah’ın adamıydı, kimseyle çekişmezdi. Köyün iki yanında, iki tarlası vardı. Şimdi orman aldı tarlalarını. Bize öyle içlim dışlım anlatmazdı. Öyle kendi kendine işiyle kaydıyla adamcağız. Böyle iri adamdı, küçük oğlu yaşasaydı onu geçerdi. O çocuk da yirmi yaşında öldü gitti. Bizim bildiğimiz bu kadar. Köyün yaşlılarının yaşı benden aşağıda. Velhasıl adama bakılmadı. Ayşe Keser, Halil Keser’in eşi.

Ayşe Keser9

le. uncu kıyafetiy yit Çabuk) od Seyit Onbaşı (Se baltası, sır tında heybesiyle. e Elind

84

Ben on yaşındaydım. İşte böyle karşı komşusuydum. Çift sürerdi, ak ak öküzleri vardı, bir kara eşeği vardı. Odun keserdi. Ben te aşağıda köyün alt yanında dururken, şu direkten kalın odun yüklenip gelirdi. Ben on yaşındaydım, on yaşındaki insanın aklı erer, hatırlıyorum. Mart ayında ala güne karşı günde öldü öyle. Koca Seyit pek insanla muhatap olmazdı. Bizim evin önünden camiye gelip geçerdi. Çizme giyerdi, esmer adamdı. Dimdik bi adamdı, aha aynı şu direk gibi dimdikti adam. Emme iriden bütündü. Duttuğunu kaldırırdı. Eşeği bile yüküylen bile kaldırırmıştı. Eşek yüklen yıkıldı mı kalk kerata deyip yüklen kucaklar da

Hüseyin Çevik10 Altı yaşımızdaydık biz. Oğlu Abdurrahman vardı benlen tertip 1933 doğumlu. Biz komşusuyduk. Öyle tanıyom Koca Seyit’i. Köyün altında bir tarlası vardı. Hemen bizim evlerin altında. Çift sürerdi. Ufaktık, bize Çanakkale’den bir şeyler anlatmazdı. Babamın adı Kazım’dı. Balcılık yapardı. Tepsiye balları koyar sonra tenekelere basardı. Babamla iyiydi arası. Bir keresinde babama “Kazım al şu tepsiyi şuradan, çocuklara bir şey kalmayacak dedi.” Böyle yemeğin başında bağdaş kuramazdı. Siniyi böyle anam koyardı önüne, öyle yerdi. Etliydi böyle, bağdaş kuramazdı. Şurada köyün orta yerinde köklü bir daş vardı. O daşın yanına oturuverirdi. Seyit Çanakkale’deyken karısı ölüyor. İki tane gız yetim kalıyor bur-


SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI

da, nenesinin yanında. O da harbden geliyor. Sonra baldızı varmış, onla evlenmiş. Onu da kaçırarak evlenmiş. Ondan da bu iki oğlan olmuş. Öyle derlerdi. Bapuç yamardı. Ağaçtan kalıpları vardı. Öyle yapardı. Edremit’ten kamyon lastikleri alırdı, eski. Onlarla papuçların altını yapardı. Muhammet Yıkar11 Ben Koca Seyit’in torunuyum, Koca Seyit benim büyük dedem. Kızı benim babaannemdi. 2008 yılında ben bu müzede görevli olarak işe başladım ve halen büyük bir zevkle burada çalışıyorum. Dedem Koca Seyit harbden döndükten sonra hiç kimseye ben harb zamanında şöyle top kaldırdım şeklinde bir şey dememiş. Koca Seyit harbden sonra köyünde 21 yıl yaşamış ve 21 yıl zarfında kimseye bu olayı anlatmamış. Ancak 11 yıl sonra Atatürk, Havran’a geliyor. Atatürk, Havran Nahiye Müdürü’ne demiş ki, burada bir Seyit Onbaşı varmış, benim onu görmem lazım

demiş. Nahiye Müdürü Seyit Onbaşı’nın Havran’ın hangi köyünde olduğunu bilmiyormuş. Paşa, Nahiye Müdürüne demiş “Ben biliyorum da sen neden bilmiyorsun?” Sonra ertesi sabah Nahiye Müdürü, Edremit’e şubeye giderek Koca Seyit’in hangi köylü olduğunu öğreniyor. Bizim köyün eski adı Manastır’dır. Koca Seyit’in de Manastır Köyü’nde olduğunu öğreniyor. Edremit’ten çıkan jandarmalar öğleden sonra Manastır Köyü’nde oluyorlar. Koca Seyit’i alıp Paşa’nın yanına götürecekler. Ancak Seyit, köyde yok. Dağa, kömüre gitmiş12. Jandarmalar akşamı beklemişler. Seyit, dağdan gelirken kapısının önünde bekleyen iki jandarmayı görünce telaşlanmış, dağdan topladığı odunlardan dolayı geldiklerini sanmış. Sonra jandarmalar ona kaçmamasını ve kendisini Paşa’nın çağırdığını söylemişler. Ama Seyit, üstünün çok kötü olduğunu, çarıklarının yırtık olduğunu ve bu halde nasıl yanına gideceğini düşünüyormuş. Seyit,

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

askerlerle birlikte Kocaseyit Köyü’nden yürüyerek Havran’a varıyor gece yarısı. Evvela, Nahiye Müdürünün yanına varıyorlar. Seyit’i, sabah Paşa’nın yanına götürecekler. Ancak Nahiye Müdürü Seyit’e bakıyor, hali perişan. Geceden bir berber bulunarak tıraş yaptırılıyor ve Seyit’e kendi ceketini veriyor. Ancak, Seyit yapılı olduğu için ceketin kolları kısa ve dar gelmiş. Bu halde Seyit, Paşa’nın karşısına çıkmış. Paşa, Seyit’e ne işle meşgul olduğunu sormuş, çiftçilikle uğraştığını ve nafakasını ormandan çıkardığını öğrenince paşa, Seyit’e maaş bağlamak istemiş. Ama Seyit, harbde kendi üzerine düşen görevini yaptığını söylemiş. Paşa, Seyit’e ne istediğini sormuş. Seyit de, “Paşam, ben geçimimi ormandan sağlıyorum, ormancılar bana müsaade etseler ben hayli hayli geçinirim, çoluğuma çocuğuma bakarım” demiş. Paşa da, Nahiye Müdürüne “Seyit, bundan sonra rahat rahat ormanda odun toplayacak” demiş.

Seyit Onbaşı’nın 3. kuşak torunu Muhammet Yıkar. Koca Seyit Anıtı’nda bulunan müzede görev yapmaktadır. Gelen misafirlere dedesi Koca Seyit’i büyük bir zevkle anlatmaktadır.

85


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI

Koca Seyit Anıtı’nda görev yapan Muhammet Yıkar.

Daha sonra yeni gelen Nahiye Müdürü, Seyit ile ilgilenmemiş. O zaman da Seyit ormanda kaçak çalışmaya devam etmiş. Bunun yanında da hamallık yapıyormuş. Gücü kuvveti yerinde olduğundan herkes bir çuval taşırken o iki çuval taşırmış. Daha sonra üşütmeden dolayı zatürreye yakalanmış ve 50 yaşında vefat etmiş. Olağanüstü şartlarda, olağanüstü mücadelelerle yapılmış olan Çanakkale Savaşı, İstanbul’u ele geçirmeye karar veren İtilaf Devletleri’nin yirminci yüzyılda Osmanlı Devleti’nin gücünü sınadığı çetin savaşlardan biridir. Milli mücadelemizde canlarını seve seve feda eden, bu toprakları bizlere vatan olarak bırakan tüm şehitlerimizi ve gazilerimiz rahmetle anar ve bu çalışmayı yaparken yardımlarını esirgemeyen Havran Belediye Başkanı Emir Ersoy, Başkan Yardımcısı Mehmet Yılmaz, değerli öğretmenimiz Nuri İnan ve Harun Kocakurt Beylere ve ayrıca bilgi ve hatıralarını bizlerle paylaşan Hüseyin Bağcı, Halil Keser, Ayşe Keser, Hüseyin Çevik, Mehmet Uçar ve Muhammet Yıkar’a ayrı ayrı teşekkürlerimizi sunarız.

86

Dipnotlar 1 Balıkesir’in Havran İlçesi ve Kocaseyit Köyü, 30 Ağustos 2014 Cumartesi. Hüseyin Bağcı, Halil Keser, Ayşe Keser, Hüseyin Çevik, Mehmet Uçar ve Muhammet Yıkar ile yapılan söyleşiler. 2 Hüseyin Bağcı, 105 yaşında. 3 İç Anadolu Bölgesi’nde halen kullanılan kilenin dörtte biri olan ağırlık ölçü birimidir. 4 Mehmet Bey, o dönemde Havran’da Zeytinyağı fabrikası olan ve yöre halkı tarafından yardımseverliğiyle bilinen Mehmet Doğrular’dır. 5 Koca Seyit’in doğduğu köyün ilk adı Manastır’dır. Köy, daha sonra Çamlık adını ve 1988 yılında da Kocaseyit Köyü adını almıştır. 6 Pirina: Yağ çıkarmak üzere sıkma işleminden sonra zeytinin kalan posa, çekirdek kısmı. Halen içinde yağ kaldığından dolayı küspe, gübre ve yakacak olarak kullanılır. 7 Havran’da ikamet eden Mehmet Uçar, kitaplara gönül vermiş bir kitap dostudur. Yöre hakkında sözlü ve yazılı araştırmalar yapmaktadır. Koca Seyit Anıt Mezar’da yer alan Koca Seyit Müzesi’nin kurulmasında büyük katkı sağlayan Mehmet Bey, halen Havran’a gelen ziyaretçilere gönüllü olarak yöre hakkında bilgiler vermektedir. 8 Halil Keser, 85 yaşında. 9 Ayşe Keser, 85 yaşında, Halil Keser’in eşi. 10 Hüseyin Çevik, 81 yaşında. 11 Muhammet Yıkar, Seyit Onbaşı’nın 3. kuşak torunu. Koca Seyit Anıtı müze görevlisi. 12 Burada kömür olarak bahsedilen, dağdan toplanılan ağaç dallarının odun kömürüne dönüştürülmesidir.

Kocaseyit Köyü mezarlığında bulunan Seyit Onbaşı’nın kabri.


SEYİT; SESSİZ KAHRAMAN… / Fatih DALGALI

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

87



ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY Ömer Faruk ŞERİFOĞLU Sanat Tarihçisi

İsmail Hakkı Bey, kendisi gibi Bahriyeli ressam Hüsnü Tengüz’ün dediği gibi “Üstad, memleketimizde yetişen en yüksek deniz ressamı­dır.” Türk resminin büyük ustası Hoca Ali Rıza Bey de, kayın­biraderi İsmail Hakkı Bey’in deniz resimleri yapmakta “pek hünerli” olduğundan söz etmiştir. Celal Esad Arseven’e göre: “Türkiye’nin en değerli deniz ressamı”dır. Pertev Boyar’a göre ise: “Miras bıraktığı mavi renkli fırçasının henüz varisi çıkmamıştır.”


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU

Türkiye’de resmin kitap sayfalarından taşmasına izin vermeyen minyatür geleneğinden yağlıboya resme geçiş; sarayın ilgisi ve koruyuculuğu altında, kapalı bir çevrede gerçekleşebilmiştir. Sanat tarihimizde Batılı anlamda resim, 1794’te eğitimine başlayan Mühendishâne-i Berr-i Hümâyûn’un ders programında, askerî amaçlı, perspektif ve ışık-gölge gibi temel kurallar üzerine yoğunlaşan ilk resim dersleri konulmasıyla başlatılır. Bunu III. Selim (1761-1808, saltanatı: 1789-1807) ve II. Mahmud (1785-1839, saltanatı: 1808-1839) devrinde çağdaş anlamda eğitim veren Harbiye, Tıbbiye, Bahriye gibi okulların açılışı izler. 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren, saray çevresinde Avrupalı ressamların etkinlikleriyle, sarayda koleksiyon, toplumda ise bir sanat algısı oluşmaya başlar.

Ressam Bahriyeli İsmail Bey

Süleymaniye Kütüphanesi , Süheyl Ünver Arşivi

90

Sözü edilen askeri okullardaki sınırlı resim eğitimi sonucunda, yetenekleriyle öne çıkan ve resim sanatına tutkuyla bağlanan ilk isimler genellikle asker kökenli sanatçılar olmuştur. Nitekim resim sanatımızda asker res-

samların etkinliği üç kuşak boyunca sürmüştür. Modern resmin önemli bir kolu olan “maren/deniz” konulu resimleri çalışanlar ise genellikle Bahriye Mektebi (bugünkü Deniz Harp Okulu) çıkışlı ressamlar olmuştur. Bu alanın ilk en yetkin isimlerinden biri de hiç kuşkusuz Bahriyeli İsmail Hakkı Bey (18631926) olur. Deniz ressamlığından önce nitelikli bir denizci olan denizi ve gemileri çok iyi bilen sanatçı, bu alan da haklı bir şöhrete ulaşmıştır. İsmail Hakkı Bey, 1863’te Üsküdar’da doğmuştur. Arabacılar Kahyası Ali Efendi’nin oğludur. İyi huyu, çalışkanlığı, zekası ve dürüstlüğü ile sevilen örnek bir öğrenci olur. İlk resim eğitimini Bahriye Mektebi’nde okuduğu yıllarda resim hocası “Beybaba” lakaplı Kaymakam Eyüplü Şükrü Bey’den alır. Resme merakı hocaları tarafından takdir ve teşvik edilir. 1884’te Bahriye Mektebi’nin harbiye


ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU

İsmail Hakkı Bey’in Çanakkale Savaşı’nı içeren peyzaj çalışması

lığı ile Bahriye Nazırı Bozcaadalı Hasan Hüsnü Paşa’nın da haklı takdirini kazanır. 1888’de yaptırılan bir torpidonun inşaatına nezaret etmek üzere Almanya/Hamburg’a gönderilir ve Ejder adı verilen bu gemiyi teslim alarak 1890’da İstanbul’a getirir.

İsmail Hakkı Bey’in imzası

sınıfına geçer, 1886’da da mülazım rütbesiyle, deniz inşaat ve ressamı olarak mezun olur. Bahriye İnşa Dairesi’nde göstermiş olduğu yenilikler, çalışkanlığı, zekası ve görevine bağlı-

Osmanlı Donanması için Almanya’ya ısmarlanan Ejder isimli torpidobot, Almanya/Kiel’de Schiffs & Maschinenbau Germania AG isimli firma tarafından yapılmış ve bu firma, Osmanlı için 1887-1912 yılları arasında Nasır, Ejder, Berk, Peyk ve Nusret gibi gemilerin inşasını gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla İsmail Hakkı Bey’in gönderildiği şehir Hamburg değil 100 km uzağındaki Kiel’dir, belki daha sonra Hamburg’ta yaşamayı tercih etmiş olabilir. İsmail Hakkı Bey, Ejder torpidobotunun yağlıboya bir tablosunu da ça-

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

lışmıştır. Ejder’in zümrüt yeşili coşkun şeffaf dalgalar üzerinde seyir halinde tasvir edildiği resimde romantik bir renk atmosferi hâkimdir. Resmin sağ alt kösesinde “1891 senesi kanun-u evvelinde Ejder torpido divizyon botunun Cezayir açıklarında batı lodos cihetinden müsadif olduğu fırtınadır.” notu ve imza bulunmaktadır. İmzadaki “kulları” ifadesinden tablonun Sultan’a takdim edildiği anlaşılmaktadır. Almanya’da kaldığı iki yıllık sürede, renkli litografi baskı tekniğini öğrenmiş, bu teknikle deniz resimleri yapan İsmail Hakkı Bey, mesleki anlamda da yeni bilgilerle donanmıştır. Yurda dönüşünde Osmanlı donanmasının ıslahı konusunda, gördüğü olumsuzlukları ve gerekenlere dair projeler içeren bir rapor hazırlayarak, Bahriye Nezareti’ne sunar. Bir süre sonra tespit ve önerilerinin dikkate alınmadığından dolayı üzüntüsünü dile getirmeye başlar. Bunun üzerine Bahriye Nezareti tarafından 1895’de tekrar Almanya’ya gönderilerek İstanbul’dan uzaklaştırılır. Vatanından “nezaketle” kovulan İsmail Hakkı Bey’in arkasından maaşı da kesilir, Bahriye Nezareti’ne gönderdiği dilekçeler hasıraltı edilerek, cevaplanmaz. İsmail Hakkı Bey içine düştüğü bu sıkıntı ve zorluklardan kurtuluşu istifada bularak, Hamburg tersanelerinde mühendis olarak çalışmaya başlar. 6 Temmuz 1901’de İstanbul’da hakkında dava açılarak altı ay hapse mahkum edilir ve memuriyetten çıkarılmış olur. 1908’e kadar Hamburg’da Bloom und Voss tersanesinde gemi inşa mühendisliği yapar. Ünlü ressamların atölyelerinde resim çalışmalarına da katıldığı Almanya yıllarında, ona güçlü bir deniz ressamı olabilmenin ortamını sağlar. Yaptığı pek çok seyahatte denizleri inceler, kuzey denizlerinin ağır ve gri atmosferini tespit eden çalışmalar yapar. Almanya’yı betimleyen deniz, sahil, kır peyzajları üretir fakat Almanya’da meydana getirdiği eserle91


e Cemiyeti yararına yaptığı İsmail Hakkı Bey’in Müdafaa-i Milliy r. resimler kartpostal olarak basılmıştı

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU

rin hepsini yaşamını sürdürmek için satmıştır. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra göreve davet edilir ve binbaşı rütbesiyle Bahriye Nezareti İnşa Dairesi Başkanlığı’na getirilir. 1910’da kaymakam (yarbay) rütbesine yükselir, 1913’te -hakkında yapılan dedikodulara dayanamayarak- kendi isteği ile emekliye ayrılır. Paşabahçe’de kurduğu mütevazı tekne yapım tezgâhında sandallar yaparak geçimini temin etmeye çalışır. İsmail Hakkı, Osmanlı Donanması’na ait gemilerin tanıtım amaçlı portrelerini oluşturan, belgesel anlamda değeri olan bir dizi resimler çalışır. Bir taraftan Alman gazete ve mecmualarının İstanbul muhabirliğini üstlenir, 1914’ten itibaren altı yıl boyunca Illustrirte Zeitung dergisine İstanbul’dan resim ve illüstrasyonlar yapar. Bu yayının muhabirliği ve ressamlığı nedeniyle yaptığı çalışmalardan, 1915 yılında bizzat Çanakkale’de bulunduğu anlaşılmaktadır. Aynı yıl, Müdafaa-i Milliye Cemiyeti yararına yaptığı 6 adet resmi kartpostal olarak basılır. Savaştan sonra tekrar devlet hizmetine davet edilir ve 1920’den itibaren İstinye tezgâhlarında çalışırsa da uğradığı haksızlıklardan dolayı ruhu yorgun, kalbi kırıktır. Son yılları Beykoz/Paşabahçe’de geçen İsmail Hakkı Bey’in bir deniz kenarında başlayan yaşamı, gene bir deniz kenarında 3 Aralık 1926 tarihinde son bulur ve Paşabahçe mezarlığına defnedilir. Önce Zehra Hanım ile daha sonra Almanya yıllarında tanıştığı ve yaşamının son gününe kadar beraber olduğu Juanna Hanım olmak üzere iki evlilik yapmış, ancak çocuğu olmamıştır. Sanatçının kız kardeşi Nadide Hanım, Türk resminin büyük üstadı Hoca Ali Rıza Bey’le evlenmiştir. Akrabalıktan öte dostlukları bulunan Ali Rıza Bey ve İsmail Hakkı Bey’in zaman zaman beraber açıkhava çalışmalarına çıktıkları bilinmektedir. 92

Nitekim, İsmail Hakkı Bey’in birçok desen defteri ve arşivi Hoca Ali Rıza Bey’e kalmıştır. Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nin 1914 tarihli 18 numaralı Hoca Ali Rıza özel sayısının kapağındaki portre de İsmail Hakkı Bey’e aittir.

Çanakkale Resimleri Suluboya, guaj, karakalem, pastel ve yağlıboya teknikleriyle yaptığı resimlerde büyük ustalık gösteren İsmail Hakkı Bey’in tablolarında suların kıpırdanışı, dalgaların çatlayışı, fırtınaların haykırışı adeta üzerinde ya da tasvir edilen geminin içindeymiş gibi hissedilir. 1915’te Çanakkale’de cereyan eden acımasız deniz savaşlarını konu ettiği çok sayıda eseri bulunmaktadır.

Aynı yıl tarihli “Goliath Zırhlısı’nın Batırılışı” adlı tablosunda, Çanakkale’de 13.150 tonluk HMS Goliath Zırhlısı’nın, Binbaşı Ahmet Bey komutasındaki Muavenet-i Milliye muhribimizin peş peşe ateşlediği torpidolarla Morto Koyu’nda sancak tarafından vurulduğu an tasvir edilmiştir. Çanakkale deniz savaşlarının kaotik atmosferi çarpıcı bir biçimde tuvale aktarılmış, Muavenet’in vurduğu Goliath’tan gökyüzüne alevler ve kesif duman bulutları yükselmekte, Muavenet-i Milliye ise düşman donanmasına ait diğer gemilerin gecenin zifiri karanlığını yarıp gündüze çeviren ışıldak tarassutları altında olay mahallinden Boğaz’a doğru uzaklaşmaktadır. Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Sanat Koleksiyonu’nda bulunan, savaşı da

İsmail Hakkı Bey’in Müdafaa-i Milliye Cemiyeti yararına yaptığı resimler kartpostal olarak basılmıştır.

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ


içeren peyzaj çalışması sıradışı boyutuyla da dikkat çekmektedir (56x196 cm). Genelde sahili, denizi, denizde yol alan yelkenliyi, savaş gemilerini resmeden ressam, bu defa geniş bir açıyla tabiatın içine, yüzbinlerce insanın hayatına mal olacak, tarihin en kanlı, en destansı savaşlarından birinin ölüm makinelerini, karşılıklı top atışlarının boğaz sularında ve tabyalarda yol açtığı dev yükseliş ve dumanları yerleştirmiştir. Çanakkale deniz savaşlarını panoramik bir şekilde tasvir eden bu resim, baharın fışkırdığı toprakları bütün tabiatıyla ön plana çıkarırken, ileride Boğaz sularında onlarca İngiliz ve Fransız kruvazör torpido ve savaş muhripleri ve karşısındaki Osmanlı savaş gemilerinin karşılıklı ateşini belgelemektedir. Çanakkale Sarıcaeli Mevkii’nden yapılan resim, bu yönleriyle, ressamlarımızın sularla çerçevelenen diğer deniz resimlerinden ayrı değerlendirilmelidir. Boğazın sağ tarafı ise tam aksine, eniştesi Hoca Ali Rıza’nın göl ve deniz resimlerinde gördüğümüz biçimde dingin ve asude bir peyzajı betimler. Bu güzel sular ve resmin beşte üçünü kaplayan makiler, ağaçlar ve kayalıkları ile bu topraklar, ileriki günlerde “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda” mısralarını yazacak olan Mehmet Akif’in işaret ettiği o cennet vatanı mı göstermektedir? Doğanın tazeliği ve savaşın yıkıcılığının bir arada sunulduğu ilginç bir kompozisyon.

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

İsmail Hakkı Bey’in Müdafaa-i Milliye Cemiyeti yararına yaptığı resimler kartpostal olarak basılmıştır.

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU

“Kahraman Muavenet-i Milliye’nin Golyat Zırhlısı’nı gark edişi”

“Baltık Denizi’nde Fırtına” isimli tablosunda ise enginlerden kopup gelen hırçın dalgalar sahildeki kayalıkları dövmektedir. Gökyüzü güneşin kızıl ışıkları ve gri renkli fırtına bulutlarıyla sıvanmıştır. Denizin üzerinde değişen renk değerleri, kayalıklarda son bulan hırçın dalgaların çatlakları ve şeffaflığı duygulu bir izlenim sunar.

Askeri gemileri ve sahneleri konu ettiği resimlerinde, vatan sevgisini üstün sanat yeteneği ile birleştirmiş ve denizlerin üzerinde Türk sancağını nazlı bir gelin edasıyla gezdirip, dalgalandırmış, Osmanlı Donanması’nın mağrur ve muzaffer gemilerini, filolarını, bu gemi ve filolarla girişilen çarpışmaları bir manzara estetiği içinde ve milli tarih bilinciyle tuvallerine aktarmıştır. Bu konuda ölümsüz eserler bırakmıştır. İsmail Hakkı Bey’in gemi portrelerinde foto-gerçekçiliğe yakın bir tavır görülse de açık hava ressamı olarak gün ışığının doğadaki yansımalarını zengin paleti ve serbest fırça vuruşlarıyla izlenimci etkilerin ağırlıkta olduğu başarılı bir usta olarak tanımlamak gerekmektedir. Kendisi gibi Bahriyeli ressam Hüsnü Tengüz’ün dediği gibi “Üstad, mem-

1918’da “Savaş Resimleri” konulu Viyana Sergisi’nde yer alan dört eserinden biri olan “Yavuz” adlı tabloda ise adına türküler yazılan sancak gemisi şanlı Yavuz, kuvvetli rüzgâra ve fırtınalı denize aldırmaksızın dalgaların üzerinde süzülerek ilerlemektedir. Şiddetli rüzgârın etkisiyle bacalarından gökyüzüne değil de denizin yüzeyine doğru savrulan kahverengi kesif duman kümelerinden geminin seyir hızı ve kazanlarında nasıl bir cehennemin kavrulduğu anlaşılıyor. İsmail Hakkı Bey’in Müdafaa-i Milliye Cemiyeti yararına yaptığı resimler kartpostal olarak basılmıştır.

93


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU

Hoca Ali Rıza ve İsmail Gülbün Mesara Arşivi

Hakkı Bey çocuklarıyl

a

leketimizde yetişen en yüksek deniz ressamıdır.” Türk resminin büyük ustası Hoca Ali Rıza Bey de, kayınbiraderi İsmail Hakkı Bey’in deniz resimleri yapmakta “pek hünerli” olduğundan söz etmiştir. Celal Esad Arseven’e göre: “Türkiye’nin en değerli deniz ressamı”dır. Pertev Boyar’a göre ise: “Miras bıraktığı mavi renkli fırçasının henüz varisi çıkmamıştır.”

“Şam’da: Cihad-ı Mukaddes’e şitab!“

“Ressam Rıza Bey Muhterem Üstadın kayınbiraderi Ressam İsmail Hakkı Bey’in Albümünden”

94

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti gazetesinin 1 Temmuz 1330 (1914) tarihli 18. sayısının (son sayısı) kapağında İsmail Hakkı Bey’in çizdiği Hoca Ali Rıza Bey’in portresi

Yukarıdaki üç görsel, İsmail Hakkı Bey’in Illustrirte Zeitung Dergisi’nin 18 Mayıs 1916 tarihli 3803 numaralı özel sayısında yayımlanan eserlerindendir.


ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN RESSAMI BAHRİYELİ İSMAİL HAKKI BEY / Ömer Faruk ŞERİFOĞLU

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

SERGİLENEN ESERLERİ 1916 Galatasaray - Güney Almanya’da Pişuksahym’de manevra - Çanakkale’de 5 Mart 331’de Buve’nin batışı - Bir etüd. 1917-1918 Galatasaray - Viyana - Çengelköy Sırtları - Hilal-i Ahmer bakıcısı - Küçük deniz - Portre - Yavuz (Goben) 1924 Galatasaray - Ankara - Tuluun ilk saniyelerinde Salacak’tan İstanbul’a bir nazar 1925 Galatasaray - Ayvalık’ta Çamlı Manastır Köyü - İstanbul’da Sabah 1926 Galatasaray - Çamlıca’nın eşarından 1926 Ankara - Fırtınada bir vapur “Gazi Sultan Mehmed Reşad Han-ı Hâmis Hazretleri“

- Naturmort - Manzara (3 adet) - Deniz 1927 Galatasaray - Selahattin Eyyubi türbesi 1927 Ankara - Boğaziçi meltemi - Küçük Çamlıca - Ankara treni Acıbadem’den - Unutmayalım - Haydarpaşa Garı 1928 Galatasaray - Kalamış - Son ışık

“18 Mart 1915’de İtilaf Donanması’nın Çanakkale’den ricˊati“

95



AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI Ebru AFAT Yazar ve Editör

Avustralya ve Yeni Zelanda’nın Anzak kısaltmasıyla sembolleşen Birinci Dünya Savaşı macerasının kimlik kurucu niteliği, sinema açısından işlenmeye çok müsait bir alan. Filistin topraklarının Britanya kontrolüne girmesini sağlayan galibiyetin gururu ile Çanakkale hezimetinin hayal kırıklığı ve öfkesinin harmanladığı Anzak idrakinin beyaz perdedeki dikkat çekici örnekleri konumundaki filmleriyle Avustralya sineması, bu noktada üzerinde durulmaya değer yapımları bünyesinde barındırıyor.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI / Ebru AFAT

Birinci Dünya Savaşı, Türk askerinin zor şartlarda verdiği büyük mücadeleye rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve Anadolu’nun büyük insan kaybıyla sonuçlanan bir yıkımın hikayesidir. 1914 sonbaharında bir oldubittiyle Almanya safında Britanya, Fransa ve Rusya’ya karşı savaşa giren Osmanlı Devleti’nin yorgun ve yıpranmış ordusu, 4 ana (Kafkasya, Çanakkale, Irak, Filistin) ve 4 tali (Galiçya, Selanik, Libya, Arabistan) cepheden oluşan geniş bir alanda 1918 yılına kadar canla başla direnmişti.1 Osmanlı ordusunun komuta kademesinde görev yapan Alman subayları ve Almanya’dan gelen silahlar, Büyük Savaş (Cihadı Ekber) olarak da anılan Birinci Dünya Savaşı’ndaki Türk-Alman ittifakının temel göstergesiydi. 19. yüzyılı savaşlarla geçiren ve 20. yüzyıl başında tüm Balkan topraklarını yitiren Osmanlı’nın fedakar askerleri, Düveli Muazzama karşısındaki bu nihai savaşını, tüm yoksunluklarına rağmen bir ölüm-kalım mücadelesi bilinciyle yürüttü. Mehmetçik, Çanakkale ve Arap coğrafyasında, dönemin ‘Üzerinde Güneş Batmayan’ Britanya İmparatorluğu’nun parçası olan Avustralya ve Yeni Zelandalı askerlerle de çarpışmıştı. Avustralya Yeni Zelanda Kolordusu’nun (Australia New Zealand Army Corps) kısaltması olan ANZAC, Britanyalı kuzenlerine yardım etmek için kendilerinden binlerce kilometre uzağa savaşmaya giden Avustralyalı ve Yeni Zelandalılara dair genel bir tabire dönüştü. Türkçe yazılışıyla Anzak birliklerinin, Birinci Dünya Savaşı’nın Doğu Cephesi’nde Türk askerleri ile savaşması, başta İngilizler olmak üzere İskoçlar, Gallerliler ve İrlandalılar, kısaca Britanya Adaları’nda yaşayan tüm halkların birlikte kurduğu Avustralya ve Yeni Zelanda’nın uluslaşma süreçlerinde kırılma noktası teşkil etti. Tıpkı onlar gibi Britanyalılar tarafından ku98

rulan ama 18. yüzyıl sonunda İngiliz monarşisinden kopan ABD’nin aksine Güney Yarımküre’deki bu iki ülke, bağımsızlık faaliyetlerine girişmedi. Ancak 1915’te Gelibolu Yarımadası’nda Osmanlı ordusu karşısında alınan yenilgi, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın özerkleşme arayışlarını hızlandırdı.

Çanakkale ve Filistin Cephelerinden Anzak Öyküleri Avustralya ve Yeni Zelanda’nın Anzak kısaltmasıyla sembolleşen Birinci Dünya Savaşı macerasının kimlik kurucu niteliği, sinema açısından işlenmeye çok müsait bir alan. Filistin topraklarının Britanya kontrolüne girmesini sağlayan galibiyetin gururu ile Çanakkale hezimetinin hayal kırıklığı ve öfkesinin harmanladığı Anzak idrakinin beyaz perdedeki dikkat çekici örnekleri konumundaki filmleriyle Avustralya sineması, bu noktada üzerinde durulmaya değer yapımları bünyesinde barındırıyor. 1970’lerde başlayıp 1990’ lara kadar uzanan ve Avustralya Yeni Dalgası2 olarak adlandırılan hareketli dönemde üretilen Gallipoli (1981) ve The Lighthorsemen (1987), Çanakkale’deki yenilgi ve Filistin’deki zaferin izdüşümlerini, Avustralya’nın ulus inşacı söylemini baz alan alt metniyle beyaz perdeye taşıyor. Ünlü aktör Russell Crowe’un hem yönettiği hem de başrolünde oynadığı The Water Diviner (2014) ise Çanakkale’deki hezimetin Avustralyalıların bilincindeki yerini, muharebenin Türk tarafına odaklanarak anlatmasıyla Gallipoli, The Lighthorsemen ve diğer öncüllerinden farklılaşıyor.

The Lighthorsemen: Avustralya’nın Kahraman Süvarileri Simon Wincer’in yönettiği The Lighthorsemen3 (Süvariler), 1917 yılına gelindiğinde Filistin’de ilerleyişe geçen ve adım adım Kudüs’e yaklaşan Britanya ordusunun başarısına katlı sağlayan Avustralya’nın meşhur hafif süvari birlikleri üzerinde kurulmuş bir zafer anlatısı. Uzun süredir Filistin cephesinde bulunan Avustralya 4. Hafif Süvari (Lighthorsemen) Tugayı’ndan dört arkadaş Frank, Tas, Chiller ve Scotty ile Frank’in yaralanması üzerine onun yerine gelen Dave


AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI / Ebru AFAT

isimli delikanlının, 31 Ekim 1917 tarihinde Berşeba’daki Türk Garnizonu’nun düşürülmesindeki payına bir güzelleme. Wincer, nihayetinde bir ‘öldürme’ eylemi olan savaşmanın, askerlerin vicdanı ve benliğinde yarattığı dönüşümlere yer yer değinmek suretiyle filme sinmiş epik havayı az da olsa dengelemeye çalışıyor. Fakat Avustralyalıların, onlara doğrudan bir zararı ya da faydası olmayan bir savaşa katılmalarını, ahlaki açıdan hiçbir sorgulamaya tabii tutmuyor. Aksine, Britanya’nın Filistin’i kontrolüne alarak Osmanlı’yı buradan sürmesi, doğal bir durummuş gibi ifade etmeyi tercih ediyor. The Lighthorsemen’de çizilen resimde, tüm Avustralyalılar, görevlerini yerine getirmeye hazır görünüyor. Birer ölüm makinesine dönüşmüş tecrübeli askerler Tas, Chiller ve Scotty’nin yanında, büyük bir heyecanla cepheye koşmasına rağmen insan öldürmekte zorlanan naif ve hassas Dave bile, Kudüs’e giden yoldaki son duraklardan biri olan Gazze’yi ele geçirmek için kullanılacak olan Berşeba için öne atılmakta tereddütsüz görünüyor. Nitekim görev başarıyla tamamlanacak, 9 Aralık 1917’de Kudüs’e girecek olan Britanya’nın eli, bu galibiyetle iyice rahatlayacaktır. The Lighthorsemen filminin, dönemin Avustralya ordusunun göz bebeği hafif süvariler hakkında özel araştırmalar yapan senaristi Ian Jones, dramatik kurgu gereği çizdiği bu 5 karakter yanında Friedrich von Kressenstein, Harry Chauvel, Richard Meinertzhagen ve Edmund Allenby gibi Birinci Dünya Savaşı’nın gerçek aktörlere de öyküde yer veriyor. Her ne kadar Türk askerleri, kibirli Avustralyalı askerlerin konuşmalarında zaman zaman “Abdul” ismiyle karikatürize edilse de Türk ordusu, filmde düzenli ve modern bir ordu olarak tasvir ediliyor. Ama Türk askerlerinin, Britanya ordusu ve onların Avust-

ralyalı kuzenlerinin cesareti yanında komutanlarının kurnazlıkları yanında her halükarda yenilip öldükleri, sağ kalanlarının da esir düştüklerinin altı kalınca çiziliyor.

Gallipoli: Anzakların Çanakkale’ye Gömülen Hayalleri Avustralya Yeni Dalga Sineması’nın en önemli isimlerinden Peter Weir4 tarafından yönetilen Gallipoli5 (Gelibolu), 1915 yılında Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yaparak Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye çalışan Britanya güçleriyle birlikte savaşan Avustralya ordusuna katılan iki gencin dostluğuna, cephede yaşananlardan daha fazla odaklanmasıyla dikkat çekiyor. Mel Gibson’ın canlandırdığı bitirim Frank ile Mark Lee’nin oynadığı temiz yüzlü, iyi aile çocuğu Archy karakterlerinin birbirlerini tamamlayan arkadaşlıklarını öne çıkarması, çatışma sahnelerine sadece son bölümde yer vermesiyle Gallipoli, tipik bir savaş filmi olmanın uzağına düşüyor.

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Avustralyalıların (ve aynı şekilde Yeni Zelandalıların), onlarla doğrudan hiçbir alakası olmayan Türklerin topraklarına çıkarma yapmaya, düğün-bayram havasında gittiklerini göstermekle yetinen Weir, o haleti ruhiye üzerinde derinleşmekten kaçınıyor. Hatta çok iyi savaşan Avustralyalıların ağır kayıplar vermelerinden Britanya komuta kademesini sorumlu tutarak bir nevi teselli üretmeye çalışıyor. Osmanlı ordusunun müthiş direnişi karşısında Mehmetçik’in İngilizcedeki karşılığı olan “Johnny Turk” diye nitelendiren Türk askerlerine saygı duymak zorunda kalan Anzakların yenilgisinin temel nedeni, Weir’a göre komuta kademesindeki hatalardan ibaret. Avustralya Yeni Dalgası’nın yetkin örneklerinden biri sayılan ve 1982 yılında Türkiye’de de gösterime giren Gallipoli, Anzakların genelde Birinci Dünya Savaşı, özelde ise Çanakkale Muhaberesine dair kimlik kurucu söyleminin dışına çıkamıyor. Yine de Gelibolu’daki yenilgiden kaynaklanan

Bir spor müsabakası vesilesiyle tanışan Frank ve Archy’nin, Gelibolu’ya giden birliklere katılmak için verdikleri uğraş ve savaşı heyecan verici bir deneyim olarak görmelerindeki o tuhaf çocuksuluk, film boyunca hissettiriliyor. İkilinin, onları Çanakkale cephesinden önce eğitim görecekleri Mısır’a götürecek gemiye giderken yolda karşılaştıkları yaşlı bir adamla aralarında savaş hakkındaki konuşma, Avustralya’nın Birinci Dünya Savaşı’na katılma kararını sorgulamasa da üzerinde düşünmeye çağırıyor. Ancak Gallipoli’nin senaryosunu David Williamson ile birlikte kaleme alan yönetmen Weir, bu düşünme çağrısını, filmin gizli öznesi olan karar vericilere yöneltiyor. 99


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI / Ebru AFAT

hayal kırıklığı ve öfkeyi açık eden bir yaklaşım benimsemekten tamamen geri durmuyor. Gallipoli, Avustralya’nın savaşa katılmasını onaylamamak ile “Britanyalı komutanların kötü idaresi yüzünden yenildik!» tezi arasında ikircikli bir yerden izleyiciye seslense de kendine özgün bir yer açıyor.

The Water Diviner: Çanakkale’nin Öncesi ve Sonrası Yeni Zelanda doğumlu Avustralyalı aktör Russell Crowe’un ilk yönetmenlik denemesi olan ve 2014’ün son günlerinde Son Umut adıyla Türkiye’de gösterime giren The Water Diviner6, Çanakkale Muhaberesi’nin 4 yıl sonrasında, 1919’da geçen bir arayış üzerinden Anzakların ulus bilincinin kurucu mitine yeni bir okuma getiriyor.7 Anzakların Çanakkale’ye çıkarma yapmasını, “Bizimle hiçbir sorunu olmayan bağımsız bir ulusu işgal ettik!” şeklinde nitelendirmesinden dolayı Avustralya ve

Yeni Zelanda’da eleştiriye uğrayan8 film, Tazmanya Denizi’nin iki yakası açısından ezber bozucu bir işlev üstleniyor. The Water Diviner, üç oğlunu birden Çanakkale Savaşı’na gönderen Avustralyalı çiftçi Joshua Connor’ın savaşın ardından evlatlarının izini bulma arayışıyla başlıyor. Bu arayış sırasında, parçalanan Osmanlı’nın ardından Anadolu’yu elde tutmaya çalışan Türklerin Çanakkale’ye bakışına uzanana bir perspektif kazanıyor. Ülkesinde çöldeki su kaynaklarını bulmasını sağlayan kuvvetli altıncı hissini oğullarını bulmak için devreye sokmaya kararlı, kalp gözü açık çiftçi Connor rolünü kendisi üstlenen Crowe’un The Water Diviner’ı, Anzakların Çanakkale çıkarmasın net ve açık biçimde sorguluyor. Senaryosunu Andrew Anastasios ve Andrew Knight ikilisinin yazdığı film, 1919 Türkiye resmini de gerçekçi biçimde resmediyor. Bu kasvetli tasvirde, Çanakkale Muhaberesi’ni kazanan ama Birinci Dünya Savaşı’nı kaybettiği için toprakları bölüşülen Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye Türklerin elinde sadece Anadolu’nun kaldığı, onun da Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri, özellikle de Britanya’nın kontrolüne girdiği vurgulanıyor. Diğer yandan Yunanistan’ın bu durumdan faydalanarak, bölgede yaşayan Rumları da devreye sokmak suretiyle, Anadolu’nun batısını ele geçirmeye çalıştıkları gözlerden kaçırılmıyor. Böylesine kaotik bir ortamda İstanbul’a gelen ve buradaki Britanya karargahından izin alamamasına rağmen Gelibolu’ya giden Connor’ın arayışı boyunca savaşa dair yaşadığı dönüşüm, Çanakkale’de savaşmış Türk su-

100

bayları Hasan ve Cemal ile kurduğu dostluk, filmin en güçlü ve fark yaratan noktaları. Büyük bölümü Türkiye’de çekilen, Cem Yılmaz ve Yılmaz Erdoğan başta olmak üzere birçok Türk aktörün rol aldığı The Water Diviner, Mevlevi dervişleri, Çanakkale’de hayatını kaybetmiş erkek kardeşinin dul eşiyle evlenmek isteyen Doğulu erkek vb. bazı klişe unsurlar içeriyor. Ama bu klişeler, ana yaklaşımını zedeleyecek boyutlara varmıyor. Türklerin bakışını devreye sokması ve Anzakların Çanakkale çıkarmasın net ve açık biçimde sorgulamasıyla The Water Diviner, şüphesiz özel bir konuma oturuyor.

Dipnot 1 “4 ana 4 tali cephede 4 yıllık savaş”, Mehmet Tanju Akad, # Tarih Ekim 2014, Sayı 5, s. 39. 2 “Melting Pot Cinema Part XXIV: Australia’s New Wave”, Veronica Jones, 14 April 2014. http://thefilmographer.blogspot. com.tr/2014/04/melting-pot-cinema-part-xxiv-australias.html 3 The Lighthorsemen (1987), IMDb, http:// www.imdb.com/title/tt0093416/?ref_=fn_al_tt_1 4 Peter Weir: Australian New Wave «Meets the Last Wave», 1 IFC, 2 August 2014. http://www.ifc.com/fix/2010/08/pet e r- w e i r- a u s t r a l i a n - n e w - w a v e 5 Gallipoli (1981), IMDB, http://www.imdb. com/title/tt0082432/?ref_=fn_al_tt_1 6 The Water Diviner (2014), IMDb, http:// www.imdb.com/title/tt3007512/?ref_=nv_sr_1 7 “«Soldiers criticise Russell Crowe’s Gallipoli views”, Kurt Bayer, The New Zeland Herald, 24 November 2014. http:// www.nzherald.co.nz/entertainment/ news/article.cfm?c_id=1501119&objectid=11363648 8 “Russell Crowe criticised for Gallipoli comments”, Jonathan Perlman, The Telegraph, 24 November 2014. http://www. telegraph.co.uk/news/worldnews/australiaandthepacific/australia/11250394/ Russell-Crowe-criticised-for-Gallipoli-comments.html


AVUSTRALYA SİNEMASINDAN YANSIYAN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI / Ebru AFAT

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

101



ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR Doç. Dr. Ferhat ASLAN İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

Bu yazıda kolektif hafıza ve halk anlatıları bağlamında Çanakkale Savaşları’nın milletimizin kolektif hafızasındaki yeri ve genç nesillerin milli kimliklerinin oluşumundaki önemi örnek metinlerle ele alınacaktır.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN

Necmettin Özçelik Arşivi

Çanakkale Savaşları; Müslüman Türk milletinin Anadolu’daki kaderini belirleyen en önemli savaş olması bakımından bizim tarihimizde olduğu kadar dünyada emperyal güçlerin mağlubiyete uğrayarak sömürülen milletlere umut ışığı olması bakımından dünya tarihinde de önemli bir yere sahiptir. Çanakkale Savaşları, Müslüman Türk milletinin tüm yoksulluk ve yoksunluklara rağmen azminin, vatan sevgisinin ve imanının modern teknolojiye sahip devasa ordulara nasıl galip geldiğini gösteren olağanüstü şartların savaşı olmuştur. Bu sebeple milletimizin kolektif hafızasında derin bir tesir bırakan Çanakkale Savaşları ile ilgili İslam kültüründen beslenen, halk inançlarıyla şekillenen çeşitli halk anlatıları teşekkül etmiştir. Bu yazıda kolektif hafıza ve halk anlatıları bağlamında Çanakkale Savaşları’nın milletimizin kolektif hafızasındaki yeri ve genç nesillerin milli kimliklerinin oluşumundaki önemi örnek metinlerle ele alınacaktır. 104

Çanakkale Savaşları Türk tarihi içerisinde sebep ve sonuçları itibarıyla oldukça önemli bir yere sahip olan Çanakkale Savaşları’nda Müslüman Türk ordusu, on binlerce şehit vermesine rağmen olağanüstü bir başarı göstererek İtilaf Devletleri’ni yenilgiye uğratmıştır. İki safhada meydana gelen Çanakkale Savaşları’nın ilk safhası 3 Kasım 1914 ve 18 Mart 1915 tarihleri arasında gerçekleşen Deniz Savaşları’dır. İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan düşman donanması, Çanakkale Boğazı girişinde uçakların da desteğiyle Seddülbahir, Ertuğrul, Kumkale ve Orhaniye tabyalarını yerle bir ederek Çanakkale Boğazı’na girmiştir. Düşman donanması 18 Mart 1915’te ise 400 gemi ile büyük bir taarruz harekâtına başlamıştır. Düşmanın taaruzuna insan üstü bir azimle karşılık veren Müslüman Türk ordusu, düşman donanmasının Çanakkale Boğazı’nı geçmesini engellemiş, düşman kuvvetleri yaklaşık altı saat devam eden Savaş’ta yenilerek geri

çekilmiştir. Hiç beklenmeyen bu ağır yenilgiden sonra düşman kuvvetleri Gelibolu Yarımadası’na üç koldan asker çıkartarak İstanbul’a karadan yürümeye karar vermiştir. Böylece savaşın ikinci safhası olan ve 25 Nisan 1915 - 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında yapılan Kara Savaşları başlamıştır. Deniz Savaşları’nda başarılı olamayan İngiliz ve Fransız orduları, toplam 14 ay 6 gün süren kara savaşlarında da başarılı olamamış, Türk ordusunun destanlaşan savunması karşısında hezimete uğramışlardır. Müttefikler 3 Ekim’den itibaren 8-9 Ocak 1916 tarihine kadar Anafartalar, Arıburnu ve Seddülbahir’den geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Böylece Müslüman Türk ordusu, Kanuni Sultan Süleyman döneminden sonra yaşanan toprak kayıplarını durdurmuş, Türk milletinin Anadolu topraklarındaki geleceğinin garanti altına almış, İngiliz ve Fransız ordularıyla temsil edilen emperyalist güçle-


ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN

re unutamayacakları bir ders vermiş ve sadece yaşadığımız coğrafyada değil tüm dünyada emperyalizmin gururunun kırmıştır. Kolektif Hafıza Kolektif hafıza; aile, soy, boy ya da millet gibi farklı özellikler gösteren sosyal bir topluluğun bir araya gelmesini sağlayan “ortak bir kimlik”tir. İnsanların tecrübe ettiği tarihî ya da sosyal olayların hafızalarında, his ve hayal dünyalarında bıraktığı farklı izler, toplum içinde kolektif bir hafızanın oluştuğunu gösterir. Geçmişle ilgili hemen her türlü bilginin bireyler arasında paylaşımı ve gelecek nesillere aktarımı, topluluk içinde kolektif bir hafızanın oluşmasını sağlar.

Sözlü, yazılı ve elektronik kültür ortamları bu bilgi paylaşımının ve akışının ana kaynağını oluşturur. Bu kültür ortamlarından edinilen bilgi ise kolektif hafızayı teşekkül ettirir. Kolektif hafıza, toplumları geçmişlerini birlikte hatırlamaya sevk eder. Birlikte hatırlama, sözlü kaynaklardan kuşaktan kuşağa geçen mit, efsane, destan vb. halk anlatılarının paylaşımı ya da farklı ritüeller, inanç ve pratikler, davranış biçimleri, vb., etkinlikleri kapsayan bir süreç de olabilir. Kolektif hafızanın oluşması için herhangi bir ortak geçmişin seçilmesi yeterlidir. Ancak bu geçmiş, insanların his ve hayal dünyalarını etkileyerek onları yönlendirmeli, insanları belli bir amaç etrafında bir araya gelmeye teşvik etmeli yani sosyal ve kültürel bir davranış şekline dönüşmelidir. Kolektif hafıza bu yönüyle toplumların birlikte hareket etmesinde gerekli olan motivasyonu sağlar.

vb., resmi anma törenleri, Çanakkale Anzak Günü, Sarıkamış Şehitlerini Anma Yürüyüşü ve Saygı Nöbeti vb., kolektif temsiller, halk anlatılarının temelini teşkil eden şahsi tecrübeler, milli kimliğin inşasında ve korunmasında çok mühim bir yer işgal eden kolektif hafızayı besleyen birer unsurdur. Toplum hayatında birer hafıza deposu işlevi gören bu unsurlar aynı zamanda toplum içindeki kuşak farklılıklarını ortadan kaldırır geleceği inşa eden geçmişin bilgisinin genç nesillere aktarımını sağlar. Dolayısıyla kolektif hafıza; şahsi tecrübe ve hayat hikâyelerinde, milleti yücelten aynı zamanda millet için ortak geçmiş ve ortak gelecek ufku çizen mit, efsane, memorat, destan vb. halk anlatılarında, sözlü tarihte, gelenek ve göreneklerde, dil

Ne c

m

Ö e t tin

zç e l i

k Ar

şi v i

Muhtevalarında millet için derin anlamlar ifade eden bir tarihi barındıran; Türk ordusu vb., kurumlar, 18 Mart Çanakkale Zaferi Kutlama Programları vb., kültürel pratikler, Çanakkale Şehitlikleri, Çanakkale Şehitler Anıtı vb., fiziksel mekânlar, Çanakkale Şehitlerini Anma Programları

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Necmettin Özçelik Arşivi

105


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN

ve edebiyatta, sanat ve popüler kültürde tezahür edebilir. Bir Halk Anlatısı Türü “Memorat” Çanakkale Savaşları ile ilgili anlatılan memorat örneklerine geçmeden önce toplumsal ve kolektif hafızada önemli bir yer işgal eden bir halk an-

latısı olan “memorat” kavramı üzerine durmanın faydalı olacağını düşünmekteyiz. Latince kökenli bir kelime olan “memorat” “hatırlama, hatırlayan” anlamlarına gelen “memor” kelimesinden türemiştir. Halk bilimsel bir terim olarak memoratlar, folkloristler tarafından şöyle tanımlanmıştır: “Anlatan kişinin kendi geleneksel inançları çerçevesinde yorumladığı ve olağanüstü bir varlıkla nasıl bizzat

karşı karşıya kaldığını veya paranormal bir olayı nasıl tecrübe ettiğini açıklayan anlatılar için kullanılan teknik bir terimdir. Hepsi olmasa da bazı uzmanlar, bu terimi tecrübeyi yaşayan kişinin yakın akrabaları veya arkadaşlarını da kapsayacak şekilde genişletirler. Bu anlatılar, bir inancın ve onun duygusal veya sosyal etkilerinin güncelliğini gösteren mükemmel kanıtlardır ancak efsanelere kıyasla daha az derlenmişlerdir.”

Necmettin Özçelik Arşivi

106

Enver Paşa

Memoratlar bir kısım araştırmacılar tarafından tıpkı menkıbeler gibi efsanelerin alt bir türü olarak da dü-

şünülmüştür. Ancak diğer bir kısım halk bilimciler ise; memoratlarda yaşanan olağanüstü tecrübenin, bizzat yaşayan kişi tarafından anlatılması ya da olayı aktaranın, yaşayandan bizzat dinlemesi sebebiyle memoratları farklı bir tür olarak değerlendirmişlerdir. Toplum içinde hemen herkes tarafından tecrübe edilen olağanüstü olaylar olması ve insanların bu tür sıra dışı olaylara gösterdiği ilgi sebebiyle sözlü kültür ortamında geniş bir icra alanı bulunan memoratların kesin hatlarla belirlenmiş bir formu olmadığı gibi anlatıcısı, dinleyicisi, icra ortamı ve mekânı da farklılık gösterir. Olağanüstü olayı bizzat yaşayan kişiler tarafından anlatılan memoratlar bizzat yaşayan kişilerden aktarılan memoratlara göre daha hacimli ve ayrıntıdır. Memoratların teşekkülünde insanoğlunun içinde bulunduğu psikolojik durum oldukça önemli bir yer tutar. İnsanların günlük hayatta şahsi, ailevi ve toplumsal alanlarda yaşadığı ve etkilendiği önemli olaylar ya da önemsenmeyen ancak kısa süreli belleğe kaydedilerek bilinçaltına atılan geçici durumlar, uyku ile uyanıklık arası psikolojik bir sarsıntı sonucu ortaya çıkarak memoratların teşekkülüne zemin hazırlar.


ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN

Memoratlar anlatıcıya bağlı olarak dinî ve din dışı tecrübelere yer vermekle birlikte muhtevalarında hem yerel hem de evrensel unsurlar barındırabilirler. Türk sosyo-kültürel yapısı içinde yer alan sosyal olarak kabul edilmiş ve iletişim kurulduğuna inanılan olağanüstü varlıklar olarak; cinler, şeytanlar, periler, alkarısı, ağırlık, karabasan, Hızır Aleyhisselam, evliyalar, ölüler ve yazımızın ana konusunu teşkil eden şehitler memoratların temalarını oluşturur. İşlevsel özelliklerine baktığımızda memoratların; topluma ait sosyal değerlere dikkat çekerek onları kuvvetlendirip doğruladığını söyleyebiliriz. Bu anlamda memoratlar, toplumun sosyo-kültürel yapısını oluşturan insani, ahlaki ve İslamî pek çok değerin toplum tarafından yaşatılmasında oldukça önemli bir işleve sahiptir. İşte tüm bu hususiyetlerinden dolayı toplumsal ve kolektif hafızada, sözlü edebiyat geleneğimiz içinde derin izler bırakan Çanakkale Savaşları’nda, şehitlerimizle ilgili de pek çok memorat sözlü kültür içerisinde yaşatılmaktadır.

Çanakkale Şehitleri İle İlgili Memoratlar Çanakkale Savaşları ile ilgili sözlü kültür geleneğimiz içinde kolektif hafızayı besleyen pek çok efsane, menkıbe ve memorat teşekkül ederek geçmişten günümüze nesilden nesile aktarıla gelmiştir. Tüm bu anlatıları ele almak yazımızın sınırlarını zorlayacağı için bu yazıda daha çok Çanakkale Şehitlikleri’nin kişisel olarak ya da uzman rehberler eşliğinde başta üniversite öğrencileri olmak üzere genç nesiller tarafından gezilmesi esnasında, Çanakkale şehitleriyle iletişime geçildiğini anlatan memoratlar ele alınmıştır: 1. Çanakkale Şehitliği Gezisinde Görülen Şehitler: 2012 yılında Çanakkale’ye bir gezi düzenlenmişti, teyzemle beraber ben de katılmıştım. Gezide bize bayan bir hoca rehberlik ediyordu. Rehberimiz gezi boyunca bize çeşitli hikayeler anlattı; Bunlardan biri şöyle; “Buraya çok fazla grup getiriyorum. Bir keresinde bayan bir grup getirmiştim. Grup içinde bir kadın diğerlerinden biraz farklı davranıyordu. Merak ettim, yanına giderek neden farklı davrandığını sordum ama bana cevap vermedi. Bütün gezi boyunca üzgün ve rahatsız bir

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

haldeydi. Şehitlik civarını gezerken bir yerde aniden arabayı durdurdu. Bunu neden yaptığını anlamadık. Sonra geziye devam etti. Ziyaret edilecek yerleri ziyaret etti. Fotoğraflarını çekti. Ama gruptakilerle fazla muhabbet etmedi. Gezi bittikten sonra da telefon numaramı aldı. Geziden sonra bir gün beni aradı ve o gezide yaşadıklarını şöyle anlattı: “Çanakkale Şehitliği gezisi esnasında yolda bir tabur asker ve başlarında da tabur konutanını gördüm. Bu rütbeli asker bana selam duruyordu. Onun bu halini görünce çığlık attım ama etraftaki hiç kimse duymadı. Daha sonra bu bir tabur eskeri kimsenin görmediğini fark ettim. Bu yüzden bir şey söyleyemedim ve çok korktum. Gezi sırasında ben ürktüm ya, işte o an tabur yolun karşısına geçiyordu. Şöförün onları ezeceğini düşündüm ama şöför onları hiç fark etmedi bile. Yani onları sadece ben görüyordum. Bütün gezi boyunca bu askeri ve onun taburunu görmeye devam ettim. Sanki beni takip ediyorlardı. Sonunda gezi bitip de ben otobüse binip evime geldiğimde baktım ki asker yanındaki taburuyla yine karşımda duruyor. Otobüs beni bırakıp gittikten sonra asker yanıma geldi; ‘Benim görevim size evinize kadar

107 Necmettin Özçelik Arşivi


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN

geçtikten sonra ciddi bir kaza geçirir. Yaralanır ve komaya girer. Komadayken yanına üç kişi gelir. Gelen bu kişiler; “Müjdeler olsun evlat iyileşeceksin tekrar ayağa kalkacaksın.” derler. Öğrenci habere sevinir ama bu kişileri tanıyamaz; “Siz kimsiniz?” der. “Evlat sen bizi tanımadın mı? Sen her zaman Şehitlik’te bizi ziyarete gelirdin şimdi de biz seni ziyarete geldik. Ben Seyit Onbaşı yanımdakiler de sıhhıye arkadaşlarım.” der. Seyit Onbaşı ve sıhhıye arkadaşları bu genci tedavi ederler. Genç iyileşir, hayatına devam eder (İrfan Çelen).

Seyit Onbaşı

eşlik etmekti. Görevimi yerine getirdim, siz sağ salim evinize döndünüz. Ben tekrar Çanakkale’ye dönüyorum.’ diyerek yanımdan ayrıldı.” diye anlatmış. Bu olay beni çok etkilemiş, bana Çanakkale şehitlerinin Şehitliği gezen kişileri koruyup kolladığını düşündürtmüştü (Yıldız Tulgar). 2. Seyit Onbaşı’nın Üniversiteli Gence Yardımı: Anadolu’nun ücra köşesinden bir öğrenci vatansever olduğu için Çanakkale Savaşı ile ilgili pek çok kitap okur. Üniversiteye hazırlanır ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’ni tercih eder. Üniversite’ye girdikten sonra düzenli olarak şehitliği ziyaret eder. Yine bir gün şehitlikte ufka bakıp Savaş anını düşünürken, birdenbire olağanüstü bir şekilde savaşın yaşandığı ana gider ve burada top seslerini, silah seslerini, insanların bağırışlarını, çığırışlarını duyar çok etkilenir. O esnada yanına üç asker gelir. Bu askerlerden biri Seyit Onbaşı’dır. İçinde bulunduğu bu durumdan çıktıktan sonra kendine gelir. Yaşadıklarına inanamaz. Şehitlikten ayrılır. Aradan hayli bir zaman 108

3. Kaybolan Gençlere Yol Gösteren Şehit: Bir gün bir grup üniversite öğrencisi Çanakkale Şehitler Anıtı’na geziye gitmişler. Etrafta gezerlerken kaybolmuşlar. Yolu ve çevreyi bilmedikleri için hiçbir şey yapamamışlar. Akşam olmuş, yorulmuşlar. Ümitsizlik içindeyken karşılarına tanımadıkları bir adam çıkıvermiş. Bu adam gençlere gidecekleri yolu tarif etmiş. Hatta onlarla birlikte normal bir insanmış gibi konuşa konuşa yürümüş. Gençlere; “Dikkat edin şurda şu var, burada bu var.” falan diye etrafı tanıtmış. “Şu yoldan yukarı çıkacaksınız.” demiş. Yolun sonuna geldiklerinde gençler teşekkür etmek için adama yöneldiklerinde adamın ortadan kaybolduğunu görmüşler. Kendilerine yardım eden bu kişinin bir Çanakkale şehidi olduğunu anlamışlar (Hüsniye Kapustu). 4. Torunlarını Ziyarete Çağıran Çanakkale Şehidi: Bir grup üniversite öğrencisi bir araya gelirler ve Çanakkale gezisi yapmak için karar alırlar. İçlerinden bir öğrencinin babası geziye gitmesi için oğluna izin vermez. Babası o gece bir rüya görür. Rüyada ak sakallı nur yüzlü bir dede babayı oğluna izin vermesi için ikaz eder. Bunun üstüne babası ertesi gün oğluna izin verir. Grup yola çıkar ve Çanakkale Şehitliği’ne gelir. Şehit-

liğe girer girmez oradaki bir mezarlık genci âdeta kendine doğru çeker. Genç o mezarlığın yanına gelince gözyaşlarını tutamaz ve ağlamaya başlar. O anda ilginç bir şey fark eder. Mezarlığın üstünde o gencin köyünün adı yazılıdır. Demek ki o yüzden bu mezarlık beni kendine çekti diye düşünür. Bunun üstüne ordaki ismi not eder. Birkaç gün sonra geziden dönünce genç, babasına gördüklerini anlatır ve yazdığı notu gösterir. O an babası donakalır çünkü o isim Çanakkale Savaşları’nda şehit olan dedesinin ismidir. Adam ağlamaya başlar. Oğlu babasına neden ağladığını sorar. Adam; “Bu kişi bizim büyük dedemiz. Yıllar önce Çanakkale Savaşları’na gidip geri dönmemiş. Bu zamana kadar gidip hiç ziyaret etmedik demek o bizi yanına çağırdı.” diyip geçen gece gördüğü rüyayı oğluna anlatmış. Bunun üstüne ailecek toplanıp şehitliğe dedelerini ziyarete gitmişler (Nuray Karaarslan). 5. Çanakkale Anıtı’ndan Gelen Uğultu: Anlatacağım olay, 19851988 yılları arasında Balıkesir, Erdek’te görev yaparken oldu. Gemide olduğumuz için devamlı İzmir Çeşme’ye, Çanakkale’ye Gökçeada’ya görev amaçlı gidiyorduk. Bir seferinde Çeşme’den geliyorduk. Şafak vaktinde Çanakkale Anıtı’nın olduğu kısımdan geçiyorduk. Deniz sakin etrafta yoğun bir biçimde yosun kokusu vardı. Martılar gökyüzünde uçuşuyorlardı. Anıta yaklaştıkça çevrede bir uğultu duyulmaya başladı. Komutanımız geminin motorlarını stop ettirdi. Öyle bir sesti ki insanın içini ürpertiyordu. Derinlerden gelen bu güçlü uğultu yavaştan yavaştan bizleri etkisine almıştı. Komutanımız yanımıza gelerek şunları söyledi. “Çocuklar, evlatlarım, duymakta olduğunuz bu ses Çanakkale Savaşı’nda ölen yüzbinlerin feryatlarıdır. Şu an üzerinden geçtiğimiz mavi suların altında yüzbinlerce tayfa, gemileriyle birlikte sonsuz maviliğin koynunda istirahat ediyorlar. Duyulan bu uğul-


ÇANAKKALE SAVAŞLARI, KOLEKTİF HAFIZA VE MEMORATLAR / Doç. Dr. Ferhat ASLAN

tu denizin altından, Çanakkale sırtlarına, Anafartalar’a, Gelibolu’ya kadar tüm Çanakkale’yi her sabah şafak vakti sarar. Bütün yamaçlara, denize bu şehitlerin, savaşta ölen yüzbinlerce insanın feryatları, ölüm anında yaşadıkları acının korkusu sinmiştir.” dedi. Ardından geminin motorları çalıştı; biz yolumuza devam ettik. Çanakkale’den her defa geçerken içim ürperir ve Türk’ün Çanakkale’nin her taşına her karış toprağına denizin her damlasına akıttığı kan, döktüğü ter ve her yere işlediği vatan sevgisinin önünde daima saygıyla eğilirim (Özkul Çobanoğlu). Sonuç Türk halk kültürü içerisinde tabiatüstü güçleri olduğuna inanılan varlıklardan biri de Allah, din, vatan ve millet uğruna canlarını veren şehitlerdir. Milletimiz tüm bu değerler için gözlerini bile kırpmadan canlarını veren şehitler ve onların şehadetine sebep olan tarihî hadiseler hakkında pek çok memorat üreterek toplumsal ve kolektif hafızaya kaydetmiştir.

Şehitlerle ilgili bu tür memoratların en temel kaynaklarından biri de hiç şüphesiz; Bakara Suresi’nin, 154. ayetinde ifade edildiği üzere; “Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, lakin siz anlayamazsınız.” vb., ayetlerle Allah yolunda savaşırken şehit olmanın önemini ifade eden yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an ve Hadislerin de tesiriyle Türk halk kültürü içinde şehitlere bu arada da Çanakkale Savaşları’nda şehit olan tüm Mehmetçiklerimize çok büyük saygı gösterilir. Şehitlerimizin mezarları ziyaret edilir, onların ruhunu incitecek davranışlardan kaçınılır. Şehitlerin ölmediklerine ve yaşayan nesiller üzerindeki tasarruflarının devam ettiğine ve milleti koruyup kolladıklarına inanılmaktadır. Tüm bu inanç ve paratikler efsane, menkıbe ve özellikle de memorat türü halk anlatılarında dile getirilerek toplum içinde nesilden nesile aktarılır ve böylece millet için hayati öneme sahip tarihî kişi ve şahıslar ölümsüzleştirilerek milli kimlik inşa edilir.

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Kaynakça Gökçen Başaran İnce, “Medya ve Toplumsal Hafıza”, Kültür ve İletişim / Culture & Communication, 2010, 13 (1), Kış/Winter, s. 9-29. Jacqueline Simpson, Steve Roud, “Memorate”, A Dictionary of English Folklore, Oxford University Pres, 2000, p. 233. Jeffrey Olick, “Collective Memory: The Two Cultures”, Sociological Theory, 1999 3 (17), pp. 333-348. Özkul Çobanoğlu, Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İnançları, Akçağ Yayınları, Ankara, 2003. Hüsniye Kapustu, 1993, Üniversite, Öğrenci. İrfan Çelen, Üniversite, Öğretmen. Nuray Karaarslan, 1975, Lise, Ev Hanımı. Yıldız Tulgar, 1989, Üniversite, Öğrenci.

109

Necmettin Özçelik Arşivi



ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU Ahmet YURTTAKAL Araştırmacı, Yazar

Üsteğmen Zahit Efendi şehit olduktan sonra cesedini gömmeden evvel ceplerinde yapılan aramada eşi Hanife Hanım’a yazılmış, fakat gönderilme imkânı bulunamamış bir vasiyetname çıkmıştı. Mektubun içinde bir de kırmızı kurdeleye bağlı altın gibi sapsarı bir demet saç bulunmuştu. Bu saçlar, aziz şehidin biricik yavrusu 1 yaşındaki Nadide’ye aitti. Hüzünlü mektupta kahramanımız şehit olacağını hissetmiş ve “şehitlik haberi aldığınızda yüksek sesle ağlamanıza gönlüm razı değil” demiştir.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU / Ahmet YURTTAKAL

Jandarma Üsteğmen Zahit Efendi, 1881 (1297) yılında Gümüşhane’nin Şiran içerisine bağlı Dumanoğlu Köyü’nde doğdu. Babası Yetimoğlu Mustafa, eşi Kayseri Pınarbaşı ilçesi Kılıçmehmet Köyü’nden Hanife Hanım’dır. Biricik kızları ise Nadide’dir.1 Üsteğmen Zahit Efendi, 29 Temmuz 1905’te jandarma eri olarak orduya katıldı. Trabzon Alayı’nın Gümüşhane Taburu’nun Kelkit Bölüğü’nün süvari çavuşluğu ve çeşitli hizmetlerde bulunarak amirlerinin takdirlerini kazandı. Bu başarılarından dolayı Dersaadet (İstanbul) Jandarma Mektebi’ne subay olması için gönderildi. Bu okulun iki yıllık eğitimini başarı ile tamamlamasının ardından 20 Mayıs 1912 tarihinde Sivas Alayı’nın Sivas Taburu’nun Aziziye Bölüğü’ne Mülazım-ı sani olarak atandı. Daha sonra 1913 yılında aynı bölüğün Bünyan takımında görev yaptı. 1 Mayıs 1914 yılında takımı Kayseri Taburuna nakil oldu.2 Teğmen Zahit Efendi, Birinci Dünya Savaşı başlayınca Ankara Seyyar Jandarma Alayı emrine atandı. Bir süre sonra İzmir’e giden Alay, burada Enver Paşa ve Mareşal von der Goltz tarafından denetlenmiş, savaş yapabilecek durumda olduğu görülünce, 62’nci Piyade Alayı adıyla 20’nci Tümenin kuruluşunda yer alarak, Çanakkale Savaşlarına katılmıştır. 62’nci Alay, Çanakkale Cephesi’nin güney kesimindeki en kanlı muharebelerin yapıldığı Kerevizdere’de bulunuyordu. Bu alayın 1. Taburu’nun 3. Bölüğü, Kerevizdere’nin Şehitler Tepesi’nde çok kanlı, çetin muharebeler yapmak zorunda kalmıştı. İki tarafın siperleri arasındaki mesafe en fazla 30 metre idi. Bazı yerlerde bu mesafe 3-4 metreye kadar iniyordu. Her iki taraf da toprağa iyice gömülmüşlerdi. 62. Alay 4. Tabur Bölük Komutanlarından biri şehit olunca, daha önce Şehitler Tepesi’ndeki çatışmalarda büyük başarılar gösterdiğinden dolayı 14 Eylül 1915’te üsteğmenliğe yükseltilen Zahit Efendi, 28 Eylül 1915’te 62. Alay 1. Tabur 3. bölük Kumandanlığına vekâleten atandı. 112

62. Alay Komutanı Binbaşı Nazmi, onun bölüğüne gelerek çalışmaları yakından izledi. Üsteğmen Zahit, onardığı siperleri komutanına gösterdi. 3-4 metre ötede korkunç bir yılan gibi uzanıp giden düşman hatları hakkında komutanına bilgi verdi ve silahların nerelerde mevzilenmiş olduklarını gösterdi. Uzayıp giden siperler içinden komuta yerine dönmekte olan Alay Komutanı, en tehlikeli bölgede düşmanın öldürücü ateşleri altında günlerdir duran bu kahraman subayı hiç olmazsa birkaç gün nasıl dinlendirebileceğini düşünüyordu. Alay KomuMülazım-ı evvel Üsteğmen Zahit Efendi tanı, Tabur Komutanına Künyesi: Müstakil Kayseri Taburu Bünyan Süvari Zahit’in bölüğünün başBölüğü ka bir bölükle değiştirilmesinin uygun olacağını Sicil No: 1114 Mülazım-ı evvel Mustafa oğlu Zahit bildirdi. Bunu öğrenen Efendi. Şiran yiğit subay, Tabur KomuDuhulü: 16 Temmuz 1331 tanına; “Komutanım, ben bu bölgeye alıştım, girdisini çıktısını öğrendim. 1916 gecesi bölüğüyle birlikte hüBizim yerimize gelecek bölük alışıncum ettiği sırada şehit oldu. caya kadar çok sıkıntı çekecektir. Alay Komutanımın ellerinden öperim ve Şehit Üsteğmen Zahit Efendi’nin beni değiştirmemesini istirham edeSon Mektubu rim. Bölüğümle burada çok iyi işler görebilirim. Eğer buradan alınırsam Üsteğmen Zahit Efendi şehit oldukçok üzülürüm,” diyerek yerinin değiştan sonra cesedini gömmeden evvel tirilmemesini istedi. Onun bu içten ceplerinde yapılan aramada eşi Hagelen isteği komutanlarınca kabul nife Hanım’a yazılmış, fakat gönderiledildi. Aradan geçen günler, Üsteğme imkânı bulunamamış bir vasiyetmen Zahit Efendi’nin haklı olduğunu name çıkmıştı. Mektubun içinde bir ortaya koydu. Her geçen gün ona de kırmızı kurdeleye bağlı altın gibi yeni bir başarı kazandırıyor ve arkasapsarı bir demet saç bulunmuştu. daşları arasındaki ününü artırıyordu.3 Bu saçlar, aziz şehidin biricik yavrusu 1 yaşındaki Nadide’ye aitti. Hüzünlü 1915 yılı sonlarına doğru Düşman mektupta kahramanımız şehit olakuvvetleri Anafartalar’dan çekilmiş, cağını hissetmiş ve “şehitlik haberi güney cephesinden de çekilmesi aldığınızda yüksek sesle ağlamanıza bekleniyordu. O tarihlerde düşmanın gönlüm razı değil” demiştir. İşe Üsbazı hazırlıklar yaptığı gözleniyordu. teğmen Zahit Efendi’nin mektubu: Üsteğmen Zahit Efendi, 8-9 Ocak


ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU / Ahmet YURTTAKAL

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Suret Aziziye Kasabasının Kılıç Mehmed Bey Karyesinden Ahmed Efendi Kerimesi Refikam Hanife Hanım’a 21 Temmuz 330 [3 Ağustos 1914] 1- İşte bugün seferberlik ilan edildi. Ben hem kendim, hem mesleğim itibariyle tam bir asker, hem müftehir bir askerim. 2- Asker olmaklığım hasebiyle bugün sevgili vatanımı müdafaaya gidiyorum. Gidip geri gelmemek, gelip bıraktıklarımı bulamamak da vaki‘dir. Bu hallerin Alem-i Beşeriyette vukuu inkar olunamaz. 3- Böyle olmakla beraber, şu vasiyetnameyi yazmak, hemen irtihal-i dâr-ı beka etmek değildir. Bunun için imanımız kat‘idir. 4- Cilve-i Rabbanî ve mukadderat-ı ilahi [Kaderin cilvesi ve Allah’ın takdiri ile]: ben seni, sen beni tanımadığımız ve bilmediğimiz halde ba‘id [uzak] bir memleketten bizi yekdiğerimize [birbirimize] nasip etti. Allah’ın emrine ve Peygamberimizin kavline tevfikan izdivacımız icra olundu. Tabii, hayatta olduğum müddetçe idare-i ta’yişinizi [geçiminizi] temine çalıştım. Fakat bizi toplayıp bir araya getiren devletimiz ilan-ı harb eder de ben de ma‘al-iftihar [iftiharla] vatan uğrunda ihraz-ı mertebe-i şahadet edecek [şehitlik mertebesine ulaşacak] olursam, tâbi bulunduğumuz ahkam-ı şer‘iyeye tevfikan [bağlı olduğumuz şer‘i kurallara uyarak] muamele icrası da zaruridir. Böyle bir hal vukuunda mevcud olan, eşya ve emval-i menkulümden mihr-i müeccelenizi kendi yedinizle almanız için yine kendinizi tevkil ve tavzif ediyorum, Emval-i menkulem mihrinize kifayet etmezse muamele-i lazımesini pâk ve temiz vicdanınıza havale ederim. Beni borçlu olarak yatırmayacağınıza eminim. 5- Diğer harekâtınıza dair bir şey yazmayacağım. Şifahen yekdiğerimize verdiğimiz vaadlerden inhiraf etmemenizi ister ve ümid ederim. Binaenaleyh ruhuma bir Mevlid -i Şerif kıraat etmek hususu vicdanınıza muhavveldir. Kendim için başka bir talebe ihtiyacım yoktur. Şehitlik bana kifâyet eder. 6- Altı maddeden ibaret olan bu vasiyetnamemi elinize aldığınız zaman cehren [açıktan] ağlayacak olursanız hüsn-i rızamı tahsil etmemiş olursunuz [beni hoşnut etmemiş olursunuz]. Fi 6 Eylül Sene 330 [19 Eylül 1914] … Kumandanı zevciniz Zahid 6 Eylül 330 Mühür 113


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU / Ahmet YURTTAKAL

Üsteğmen Zahit Efendi, vatanın şanlı müdafaası için Çanakkale’de toprağa düşen binlerce şehitlerimizin arasına karışmıştır. Daha sonra Kayseri Jandarma taburunun Zahit Efendi’nin şehitlik haberini Jandarma Genel Komutanlığına yazı ile bildirilmiştir.

Kayseri Jandarma Taburu Kumandanlığı Adet: 1/905 Kayseri / 10.12.331 [23 Şubat 1916] Umum Jandarma Kumandanlığı Canib-i Alisine Kayseri Jandarma Taburunun Bünyan Bölüğü Merkez Takımı Kumandanı olup bidayet-i seferberîde seyyara sevk olunan 1114 sicil numaralı Mülazım-ı Evvel Zahid Efendi’nin, Seddülbahir Muharebesinde bir lağım iştigaliyle [iştialiyle] sonucu 26/27 Kanun-u evvel sene 331 tarihinde şehiden vefat ettiği Nizamiye 62. Alayın Birinci Taburu Kumandanlığının 24 Kanun-ı Sani sene 331 tarih ve 881 numaralı tahriratından anlaşılmıştır. Kayseri Jandarma Taburu Kumandanı H. Nureddin Şehit Üsteğmen Zahit Efendi’nin şehit olmasının ardından Trabzon Sebat Jandarma Komutanlığı babası Yetimoğlu Mustafa Ağa’yı aramış fakat oğlunun şehit olduğu haberi ulaştıramamıştır. Bunun üzerine Eşi Hanife Hanım’a ve Kızı Nadide’ye 654 kuruş maaş bağlanmıştı. 114

Trabzon Sabit Jandarma Alayı Kumandanlığı 6188 Umum Jandarma Kumandanlığı Cânib-i Alisine 4.11.332 [17 Ocak 1917] Fi 11.7.332 tarih ve 8604/7555 numaralı telgrafname-i aliyyelerine cevaptır. Kayseri Jandarma Taburu’nun Bünyan Bölüğü Mülazım-ı Evveli iken şehiden vefat eden 1114 Zahid Efendi’nin Gümüşhane’nin Şiran Kazasının Dumanoğlu Karyesinde pederi Yetimoğlu Mustafa Ağa her ne kadar taharri edilmiş ise de [aranmışsa da] ahval münasebetiyle ne tarafa gittiği ve nerede ikamet etmekte olduğuna dair bir malumat istihsal edilemediği arz olunur efendim. Sabit Jandarma Alay Kumandanı Vekili Erkân Bölük Kumandanı Yüzbaşı Mehmet?


ÇANAKKALE ŞEHİDİ ÜSTEĞMEN ZAHİT EFENDİ’NİN SON MEKTUBU / Ahmet YURTTAKAL

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

KAYNAKÇA

24.11.332 Pederinin nere[de] olduğu bilinemeyen şehidin zevce ve kerimesine maaş tahsis olunmuştur. Pederinin müracaatı iktizası ifa olunmak üzere dosyada hıfzı. 25 Kanun-ı sani sene 332 İbrahim Çanakkale’de düşmanla mücadele veren aziz şehidimizi bir nebze olsun tanıdık ve anlamaya çalıştık. Onun gibi daha nice kahramanlarımız var. Her biri birer abide ve her biri hayatımıza bir mum gibi ışık tutmalıdır. O kahramanımıza vasiyetinde belirttiği gibi okunacak tüm mevlitleri onun ruhuna ithaf ediyorum. Ruhunuz şad olsun.

Üsteğmen Zahit Efendi’nin askeri safahatı Üsteğmen Zahit Efendi’nin ve ailesinin nüfus kayıt örnekleri Em. Tümg. Hüseyin IŞIK Silahlı Kuvvetler Dergisinin 265. sayı Mart 1978 Volkan Şenel, Çanakkale’de Şehit Gümüşhaneliler, Gümüşhane Valiliği Yayınları, Gümüşhane 2006.

Dipnot 1 2 3

09.03.1965 tarihli Nüfus Kayıt Örneği Üsteğmen Zahit Efendi’nin Hizmet Safahatı Em. Tümg. Hüseyin IŞIK Silahlı Kuvvetler Dergisinin 265. sayı Mart 1978

Üsteğmen Zahid Efendi’nin Askeri Safahat Belgesi

115



ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR İlknur BEKTAŞ Araştırmacı - Yazar

Türk kadını bu olumsuz hal ve zamanda gerek cephede gerek cephe gerisinde var gücü ile mücadeleye katılmıştır. Cephede erkeklerle omuz omuza savaşırken cephe gerisinde en ağır iş ve yüklere ölümü bahasına girişmiş en ufak bir yılgınlık göstermemiştir.


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ

Kur tuluş Savaşı propag

anda kar tpostalı

gerisinde ve cephede olmak gibi kolay veya zor hiçbirinden kaçınmadan görev almışlardır. Bu görevlere büyük çoğunluğu kayıtlı olarak gelmedikleri, cepheye hizmete koştukları için ne yazık ki binlercesi isimsiz kefensiz mezarsız olarak kaybolmuşlardır. Çanakkale Savaşı’nda olağanüstü olumsuz koşullarla mücadele eden Türk ordusu ve Türk milleti bu şartlara karşı birlik ve diriliş göstermiştir. Birlik beraberlik, istihbarat, basın, ordu, cemiyet, dernekler ve tüm inisiyatiflerin, kadın-erkek-çocuk demeden top yekûn birleşmesi ile Çanakkale Destanı yazılmıştır.

3 Kasım 1914’te başlayan Çanakkale Savaşı, 18 Mart 1915’teki Deniz Harekâtı’nın ardından, Nisan-Haziran-Ağustos baskınlarında ağır darbeler indirdiği döneminin güçlü silahlarına sahip İtilaf Devletleri Ordusu’nun 9 Ocak 1916’da Çanakkale’yi terk etmek zorunda kalmasıyla nihayetlenmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda birçok cephede mücadele eden Osmanlı Devleti ve Türkler açısından Çanakkale Muharebesi’nin zaferle sonuçlanması ve milli mücadelenin birincil güç kaynağı olan milli şuurun kendini göstermesi bakımından son derece önemlidir. Dünya tarihinin en kanlı savaşlarından biriydi Çanakkale Savaşı. Topraklarımız yağma ve istila ediliyordu. Buna karşı koymak için her yaştan insanımız cepheye koşarken geride kalanlar yalnızca elden ayaktan düşmüş yaşlılar ve minicik bebelerdi. Kadınlar gerek bireysel gerek gruplar halinde askerlik şubelerine veya en yakın cepheye başvurup terzilik, hemşirelik, mühimmat taşıma, cephe 118

Çanakkale Destanı’nı yazan aslında Türk anasıdır. Cepheden dönen yaralılar arasında evladını annelik duygu kaygı ve merhameti ile arayan ancak bulamayan bir Türk annesi şu sözleri söylemiştir; “…Kalbim diyor ki Osman’ım şehit olmuştur. Fakat her halde ister gazi ister şehit olsun, değil mi vazifesini yapmıştır. Gam yemem. Allah devlete, millete zeval vermesin…” 1 Türk kadını bu olumsuz hal ve zamanda gerek cephede gerek cephe gerisinde var gücü ile mücadeleye katılmıştır. Cephede erkeklerle omuz omuza savaşırken cephe gerisinde en ağır iş ve yüklere ölümü bahasına girişmiş en ufak bir yılgınlık göstermemiştir. Balkan Muharebeleri gibi önemli bir deneyim yaşamış olan Türk Kadını, savaş yıllarında orduya daha fazla destek sağlayabilmek için yurt sathında dernekler kurmuş asker olan evladını, kardeşini, eşini cephede kaderine terk etmemiş, yanında olduğunu ispatlamıştır. Cephe Gerisindeki Kadınlarımız ve Faaliyetleri Kadınlarımız seferberliğin ilan edilmesi ile resmi ve sivil toplum kuruluşlarını da teşvik ederek her alan-

da destek sağlamayı başarmışlardır. Örneğin “Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi, Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti bünyesinde 20 Mart 1912 tarihinde “Osmanlı Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkeziyesi” adıyla kurulmuştur. Kurulan bu teşkilatla kadınlar etkili bir şekilde Hilâl-i Ahmer faaliyetlerine katılmışlardır. Kuruluşundan itibaren cephede savaşan askerlere, yaralı ve hastalara, kimsesizlere ve bakıma muhtaç olanlara, şehit ve asker ailelerine, göçmenlere, esirlere yardım eden Hilal-i Ahmer Hanımlar Merkezi, bu faaliyetlerini bağış kampanyalarının yanı sıra; aşhane, çayhane, hastane, dispanser, sanat evi, atölyeler, nekâhet-hane, gibi kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirmiştir.”2 Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi Osmanlı hanımlarını şöyle göreve çağırmıştır: “… Vatan yalnız silahla müdafaa olunmaz Müdafaanın bir de manevî olan kısmı vardır. Harbe giden erkeklerin istirahat-i vicdaniyesini temin için arkada bı-


ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

Necmettin Özçelik Arşivi Necmettin Özçelik Arşivi

raktıkları evlad u iyale hüsn-ü muamele ve ibraz-ı muavenet etmek, sonra da sahne-i harbde mecruh düşen gazileri tedavi ve teselli eylemek kadınlara terettüb eden vezaif-i vataniyenin en birincisidir... Askere çamaşır yetiştirmek lazım; dikiş dikmek veyahut diktirmek arzu edenler her gün sabahtan akşama kadar Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkezi’ne müracaat edebilir…”3 Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkezi’nin gazeteye verdiği bu ilan, vatana hizmet çağrısı olacak bir davettir. Kadınlar şefkatleriyle yaraları sarmak, vatana hizmet etmek için çağrılmışlardı. Bu davete katılım, özellikle İstanbul çevresinde hayli yoğun olmuştur. “Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi’nin Çanakkale Savaşları sırasında en büyük ve kapsamlı yardım faaliyeti, askerler için gerekli olan giyim malzemelerinin temininde olmuştur. Askerin giyim ve kuşamından

hastanelerdeki çarşaf ve hastabakıcı gömleklerine kadar hemen her şeyin dikilmesinde Balkan Savaşları sırasında tesis edilen Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Hanımlar Merkezi’ne bağlı Dârussınaa’nın önemli hizmetleri olmuştur. Özellikle Çanakkale Savaşları esnasında Darussınaa, milyonlarca

Hilal-i Ahmer Hanımlar Merkezi, kuruluşundan itibaren cephede savaşan askerlere, yaralı ve hastalara, kimsesizlere ve bakıma muhtaç olanlara, şehit ve asker ailelerine, göçmenlere, esirlere yardım etmiştir.

119


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ

'1332 cihadiye' yazılı yüzükler

çamaşır ve yatak takımı levâzımı hazırlamış, ordu için binlerce çorap, eldiven, boyun atkısı örmüştür.”4 Hilal-i Ahmer Kadınlar Merkezi kadar kadınlar tarafından örgütlenen ve büyük hizmetleri olan bir diğer cemiyet de Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’dir. Hemen her alanda faaliyet gösteren bu cemiyet açtığı kampanyalar ile iane defterleri ile topladığı para ve yardımları eksiksiz yerine ulaştırmış, yararlıları tedavi, muhtaç şehit aile ve yakınlarına yardım hatta yaralıların ailelerine onlarla birlikte mektup yazmak gibi çok geniş bir yelpazesi olan sosyal başarı örneği olmuştur. Türk Yurdu’nda bir makalede Müdaafa-i Milliye Cemiyeti’nin çalışmalarından bahsedilmektedir: “Çanakkale müdafaasında mecrûh olan gazilerimizin İstanbul’a gelmesi üzerine yurt talibatı ve müdire hanımefendiler kendi aralarında iane toplayarak şeker çikolata, sigara ve saire almışlar ve hastahaneleri ziyâret ederek mecrûhlara tevzi etmişlerdir. Mecrûhların çoğalması üzerine yatak takımlarına ve sair eşyaya ihtiyaç ziyadeleştiğin120

den yurt tarafından 273 parça eşya ve 33 takım yatak tedarik olunarak Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’ne ianeten teslim edilmiştir. … Balkan Harbi esnasında kafile kafile İstanbul’a gelmekte olan biçare muhacirlerin hal-i sefalet iştimallerini görerek, kalpleri parça parça olan hamiyyetli hanımefendilerin annelik hüsn-i şevkatperveraneleriyle tesis ettikleri Kadınlar Esirgeme Derneği’de Harbi-i Umûmi’de hamiyyet-i vataniyesini izhar ve ispat etmiştir. Görülen lüzum üzerine Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne birçok dikiş diktikleri gibi mecruh gazilerin hallerini sormak üzere Daruşşafaka Hastahanesi’ni ziyâret ve hastalara portakal ve sair hediyeler tevzi etmişlerdir…”5 Bunlarla beraber yardımlar ayni ve nakdi olmakla beraber çeşitli etkinliklerle moral vermek adına toplantılar, piyangolar da düzenlenmekteydi. Yardım için düzenlenen kermeslerde çok çeşitli şeyler yapılıp satılmaktaydı. Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin bu güne kadar kalan dillerden düşmeyen bir Cihadiye yüzükleri etkinliği vardır ki hala konuşulur ve halk arasında sevilerek farklı versiyonlarda anlatılır. Cemiyet tanesi 5 kuruş olan bu yüzüklerin satın alınmasının cihada katılımın maddi ve manevi delili olmakla birlikte tarihi bir hatıra mahiyeti kazanacağını ve yakında piyasaya sürüleceğini bildirmiş6 ve yaklaşık bir ay sonra da piyasaya sürmüştür.7 Hala günümüzde konuşulan efsane şu şekildedir: “Çanakkale Savaşları’nda yaralanan binlerce asker, gemilerle İstanbul’a taşınıp hastanelere yerleştirilir. Ancak hastanelerdeki hasta bakıcı ve hemşireler gelen yaralılara yardımcı olmada yetersiz kalmakta-

dır. Ev kadınlarından yardım istenir. Vatan hizmetinde cepheye koşan erkeklerinden geride kalmak istemeyen binlerce kadın, gönüllü olarak hastanelerde görev alır. Savaşın ardından kadınlara vefa borcunu ödemek için dönemin yöneticilerince para dağıtılması teklif edilir. Fakat kadınlar böyle bir teklifi kesinlikle kabul etmezler. Bunun üzerine Osmanlı yetkilileri ordu depolarındaki İngiliz tüfeklerinin çelik namlularını kestirerek, üzerinde ‘1332 Cihadiye’ yazılı yüzükler yaptırırlar. Bu yüzükler vatansever kadınlara yaptıkları hizmetin nişanesi olarak dağıtılır...”


ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ

Bu efsanede yanlış olan sadece tüfeklerin namlu kısmının kesilmesi bölümüdür. Memleketin durumu, kadınların vefakâr ve emektarlıkları konusu tamamen gerçektir.

ses kayıtlı röportajında; çok keskin bir nişancı Türk savaşçısını yakalamak için birliği ile operasyon düzenlediklerini ve bu nişancıyı yakaladıkların-

Enver Paşa’nın hanımının himayesiyle kurulan Asker Ailelerine Yardımcı Hanımlar Cemiyeti Asker ailelerine çorba dağıtmak ile başlamış fakat zaman içinde savaş büyüdükçe ve cepheler çoğaldıkça bunu mutfak iaşesine çevirmiş, bunu hastanelere yardım, oralara çalışacak gönüllüler temin etmek, maddi destek olacak çeşitli piyangolar tertip etmek gibi büyük destek olacak faaliyetlerde bulunmuşlardır.8 Çanakkale Savaşı’nda Cephedeki Kadınlarımız Keskin nişancı Türk kadınları ve kızlarımız hakkında Anzak, Yeni Zelanda ve Avustralya arşivlerinde bulunan bilgilerden örnekler şöyledir:

Yeni Zelanda’dan Çanakkale’ye bizimle savaşmak için gelen Otago Birliği’ne mensup bir askerin savaş sonrasında ülkesinde kendisiyle yapılan

da büyük bir şaşkınlık yaşadıklarını çünkü kendilerine bu kadar büyük zaiyat veren askerin aslında bir Türk kadını olduğunu anlatmıştır.9 Mısır da yayınlanan The Egyptian adlı gazetede bir askerin İskenderiye’den ailesine yazdığı mektubu şöyledir. “15 Ağustos 1915 Pazar günü savaşa katıldık ve büyük bir tepeyi ele geçirme görevi aldık. Bu arada çok can kaybı verdik. Şarapnel parçaları ve makineli tüfek mermilerinin yanı sıra, pusuda ateş eden keskin nişancı Türk kadın savaşçıların amansız ateşi altında cehennemde ilerlemek gibi bir şeydi bizimkisi. Burada çarpışanların çoğu kadın ve kız. Kendilerini yeşile boyayıp, ağaç ve bodur bitkilerle uyum sağlamışlar.”

***

Asker mektup ve günlüklerine yer veren dönemin Avustralya gazetesi olan “The Age” 1915 Eylül “Erkek kılığındaki Türk kadınları cephede çatışmalara katıldı. Cephede olduğu kadar cephe gerisinde de askerlere mermi ve erzak taşıyarak zafere katkıda bulundular. Anafartalar 56. fırkada silahlı mücadeleye katılmış kadınlardan biri Mücahide Hatica Hanım’dır. Ahmet diye çağrılıyordu ve gerek şarapnelle gerekse kurşunla 9 farklı yerinden yara almıştı. Nezahat Onbaşı da Albay Hafız Hamit Beyin kızı idi ve 3 sene tüm savaşlara katılmıştı. 70. Alay ile birlikte zafer yolunda siperlerde mücadele etmişti”

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

İstiklal Harbi’nde büyük yararlıklar gösteren mücahide-i muhterem mulazım-ı evvel Kara Fatma Hanım

“Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak, gün batmadan, bir Avusturalyalı tarafından öldürülmesine gene de üzüldüm.” -Avusturyalı

piyade er J. C. Davies

Avusturalyalı piyade er J. C. Davies, annesine yazdığı mektupta, kendilerine karşı çarpışan bir kadın savaşçıyla “Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü, keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyu ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak, gün batmadan, bir Avusturalyalı tarafından öldürülmesine gene de üzüldüm. Güzel, yapılı ve tahminen 19- 21 yaşlarında genç bir kızdı. Bedeninde tam 52 kurşun yarası vardı.” demektedir. Times gazetesinde yayınlanan bir başka askerin hatıralarında da yaşlı annesi ve çocuğu ile savaşan keskin nişancı bir kadın anlatılıyor. “O, bir Türk kadın savaşçısıydı ve durmaksızın saklandığı evden ateş ediyor, evi boşaltıp teslim olmayı reddediyordu. Sonunda ele geçtiğinde, yanında yaşlı annesi ve çocuğu da vardı. Yakalanana kadar, bir pencereden ısrarla ve özellikle de subaylarımızı hedef alarak ateş etmişti. Sanıyorum öldürdüğü bazı kurban-

121


İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ

“Hilâl-i Ahmer hastanelerinden görünüş” Atatürk Kitaplığı - Necmettin Özçelik Arşivi

Milli Savunma Bakanlığımız tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre; Milli Mücadele’ye katılarak düşmanla mücadele eden kadınlarımız arasında 62 şehit kadınımız tespit edilmiştir.

larını süngülemişti de. Üzerinde 16 askerimizin künyesiyle, oldukça yüklü miktarda yabancı para bulduk” Yine bir askerin anlattığı başka bir isimsiz kahramanın büyük cesaret örneği de şöyledir: “… kadın savaşçılar, gizlendikleri yerden vurulup ölene kadar durmadan ateş ediyor ve attıklarını vuruyorlardı.” Bu kadın savaşçıların kayıtları olmadığından isimleri, kimlikleri bilinmiyor, bireysel mi yoksa bir grup halinde mi hareket ettikleri bilinememiştir. Kayıtların yetersizliğinden gerçek sayıların ve isimlerin net olarak bilinmediği acısının bilincinde olarak elde olanları toparlayıp paylaşacak olursak; Milli Mücadele’de doğu, batı ve güney cephelerinde ve cephe gerisinde görev alan kadınlarımız hakkında Milli Savunma Bakanlığımız tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre; Milli Mücadele’ye katılarak düşmanla mücadele eden kadınlarımız arasında 62 şehit kadınımız tespit edilmiştir. Çankırılı Yusuf kızı Emine, Amasyalı Adil kızı Zeynep, Erzincanlı Osman kızı Emine, Adanalı Ayşe. Gaziantepli Güldane şehit edilen arşiv belgelerinden tespit edilebilen birkaç 122

şehit kadınımızın isimlerinden bazılarıdır. Bu kadınlarımızda büyük çoğunluğu cephede düşman kurşunları ile şehit olurken bir kısmı top mermisiyle, bir kısmı evinde ailesini korumak için çarpışırken kurşunlanarak şehit edilmiş, bir kısmı da yaralı olarak hastaneye getirilmiş ve veya orada vefat etmiştir. Ayrıca Kurtuluş Savaşında Ermenilere ve Fransızlara karşı gösterdikleri mücadele ile ayrı bir öneme sahip olan Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta 164 gazi Türk kadını tespit edilmiştir. Tarihimizde düşmanla cephede bizzat mücadele eden kadınlarımızdan bazıları var ki bahsetmemek haksızlık olur. Balkan harbi ile cephe ile tanışan ve milli mücadelede sayısız cepheye katılan, binbaşı eşini, iki oğlunu ve ailesinden 23 kişiyi şehit vermiştir. Onların yerini doldurmak için cephede en öne atlamış, çeteler kurmuş 700 kişilik askeri ile cephelerde düşmana kan kusturmuş Üsteğmen Kara Fatma (Fatma Seher) kahraman Türk anası. Annesi öldüğünde henüz 8 yaşında olan Nezahat, Babası Albay Hafız Halit bey ile bütün çocukluğu boyunca cephelerde bulunmuş Askere yaşın-

dan ve boyundan beklenmedik ve büyük yararlılıklar göstermiştir Nezahat Onbaşı. Anafartalar kahramanı Hatice Hanım, 56. fırkada görev almıştır. Cepheye koşup gittiğinde erkek olarak kendisini tanıtıp geri hizmete alınmamak için kadın olduğunun anlaşılmamasına çok çabalamış ve bunu başarmıştır. Osmanlı’nın girdiği savaşta yalnızca Türkiye sınırları içindeki kadınlar müdafaaya koşmadı. Eskiden Osmanlı sınırları içinde kalan kadınlar da topyekün destek oldular. Onlar da elinde ne varsa altını, parası, ilacı, yatak yorganı, yiyecek ve giyeceğini yolladı. Cepheye koşanlar da oldu. Onlardan biri de Çanakkale Savaşına Ailesini Kosova da bırakarak, Osmanlının büyük kurtuluşuna destek olmak için tek başına koşup gelen Zeynep Mido Çavuş’tu, Çanakkale’de şehit oldu, Yalova’da medfundur. Alman asıllı Erika, Türk doktor Ragıp Bey’in eşi olan hemşire yiyecek giyecek temini gibi konularda da destek olmuş ayrıca cephede gönüllü olarak askerlere sağlık hizmeti veriyordu ve görevi başında şehit olmuştur.


ÇANAKKALE SAVAŞI’NIN GİZLİ KAHRAMANI TÜRK KADINIDIR / İlknur BEKTAŞ

Özet

Dipnotlar

Tüm kaynak arşiv ve araştırmalar göstermiştir ki yakın tarihimizin en önemli en kanlı savaşlarından biri olan Çanakkale savaşı tarihi yazılırken Türk kadınının cepheye çok ciddi katkıları olmuştur. Ancak kayıt altına alınmalarının zamanın ve durumun vehametinden dolayı kimsenin böyle bir gereksinim duymadığından, neredeyse her evden bir zaiyat, şehit olmasına rağmen kendi acısıyla kavrulan, vatan sağ olsun diyen Türk anası, Evini, yuvasını, eşini, evladını, babasını, kardeşini kaybetmeyi yüreğine kabul ettirmiş ama vatanını kaybetmeyi kabul ettirmemiştir. Ve ne yazık ki Türk kadınlarının cephe gerisindeki maddi manevi desteği destan yazmış ama tarihi kayıtlara sayı ve isim olarak eksik yazılmışlardır. Yoksa Koskoca Çanakkale Savaşı’nda 250 bin insan kaybedilirken sadece 62 kadına ait şehit kaydının olması başka bir şekilde açıklanamaz.

1 Sabah, “Harp ve Kadınlarımız”, 24 Haziran 1331 (7 Temmuz 1915), s. 3. 2 Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti Salnamesi (1329-1331), İstanbul, 1335, s. 143 3 Tanin, 27 Şubat 1915 4 Tanin, 11 Ekim 1915; Sabah, 11 Ekim 1915; Akgün, Uluğtekin, a.g.e.,s.159; Erdemir, a.g.t., s. 494 5 Lebib Selim, “Türk Kadınlığının Harb-i Umûmi’deki Faaliyeti”, Tük Yurdu, 5 Teşrinisani 1331 (18 Kasım 1915), Yıl 5, Sayı 96, s. 270-271 6 Tanin, “Cihadiye Yüzükleri”, 27 Mart 1331 (9 Nisan 1915) 7 Sabah, “Hediye ve Tevzi”, 21 Nisan 1331 (4 Mayıs 1915)

İSTANBUL KÜLTÜR ve SANAT DERGİSİ

8 Lebib Selim, “Türk Kadınlığının Harb-i Umûmî’deki Faaliyeti”, Tük Yurdu, 22 Teşrinievvel 1331 (4 Kasım 1915), Yıl 5, Sayı 95, s. 260; Erdemir, a.g.t., s. 488-489; Sabah, “Gazileri Ziyâret”, 22 Nisan 1331 (5 Mayıs 1915), s. 2; Sabah, “Asker Aileleri İçin”, 10 Haziran 1331 (23 Haziran 1915), s. 3; Tasvir-i Efkâr, “Asker Aileli­lerine Yardımcı Hamınlar Cemiyeti Tarafından”, 11 Haziran 1331 (24 Haziran 1915). 9 Abece Eğim ve Ekin Dergisi, Mart 2008.s. 16-17

Kaynaklar Kızıl Toprak Ak Yemeni Savaşın Kadınları, Zümrüt Sönmez Tarih Boyunca Harp ve Kadın, Cahit Çaka Kuvva-yı Milliye’nin Kadın Kahramanları, Aynur Mısıroğlu Kurtuluş Savaşı’nda Kadın Askerlerimiz, Fevziye Abdullah Tansel Milli Mücadele ve Mücadeleci Kadınlar, Mustafa Tarakçı

123


İSTANBUL MEKÂN Panorama Zafer Müzesi Çanakkale Savaşı’nın 100. yıldönümü olan 2015 senesinde İstanbul’da özellikle gençler ve çocuklarla ziyaret edilebilecek mekânlardan biri Panorama Zafer Müzesi. Miniatürk Türkiye Parkı’nın içinde daimi bir butik müze olarak bulunan Zafer Müzesi’nde, fonda Çanakkale Savaşı’ndan ve Kurtuluş Savaşı’ndan seçilen sahneler, üç boyutlu maketler, ses ve ışık unsurlarıyla bütünlenerek ortaya canlı bir kompozisyon çıkıyor. Böylece tarihimizden önemli kesitler, adeta bir zaman tünelinden geçercesine gezilebilecek bir mekâna dönüşüyor. Cumhuriyet’imizin yakın tarihinin panaromik bir gerçeklikle yansıtıldığı Zafer Müzesi’nde aynı zamanda Atatürk Fotoğrafları sergisini de gezmek mümkün. Ser-

giye, Atatürk’ün tarihe ve geleceğe yön veren sözleri de eşlik ediyor. Panorama Zafer Müzesi, bir yandan savaşın gerçekliğini gözler önüne sererken diğer yandan önemli bir eğitici fonksiyon üstleniyor. Miniaturk’u ziyaret eden her ziyaretçi, Panorama Zafer Müzesi’ni de ücretsiz olarak ziyaret edebilir. Miniaturk Giriş Ücreti: Tam: 5 TL Öğrenci: 3 TL Müze Saatleri: Pazartesi-Pazar: 09:00-18:00 Adres: Sütlüce Mh., İmrahor Cd., Sütlüce-Beyoğlu Telefon: +90 212 222 28 82


İSTANBUL MEKÂN

125


AJANDA ÇANAKKALE 1915: VATİKAN GİZLİ ARŞİV BELGELERİ IŞIĞINDA FRANK COFFEE VAK’ASI Dr. Rinaldo Marmara, Bülent Günal Kültür A.Ş. Yayınları İstanbul, 2014 268 sayfa

“Çanakkale 1915: Vatikan Gizli Arşiv Belgeleri Işığında Frank Coffee Vak’ası” kitabı, 100. yıldönümünde Çanakkale Savaşı’nı farklı bir yönüyle gündeme taşıyor. Kültür A.Ş. tarafından yayınlanan kitap, Vatikan gizli arşivinde yer alan ve daha evvel hiç yayınlanmamış olan belgeleri gün yüzüne çıkarıyor. Bu belgelerin rehberliğinde savaşın insani yönünü dikkate sunuyor.

Türk halkının savaşta dahi düşmanına saygı duyduğunu belgeliyor olması sebebiyle de ayrı bir öneme sahip. Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu Basın Sözcüsü ve Kültür Ateşesi Dr. Rinaldo Marmara ile Gazeteci-Yazar Bülent Günal’ın birlikte hazırladığı kitap, yüzüncü yılında Çanakkale’yi farklı bir perspektiften yeniden okumak isteyen okurları ve bu alanda çalışan araştırmacıları raflarda bekliyor.

Genç bir Anzak teğmeninin hikâyesini, Papalık ile İstanbul temsilciliği arasındaki yazışmalar vasıtasıyla okura sunan kitap,

ŞEHİTLER DİYARI ÇANAKKALE: DUR YOLCU Salim Dağ Çamlıca Basın Yayın İstanbul, 2014 104 sayfa

“Şehitler Diyarı Çanakkale: Dur Yolcu” kitabı, Çanakkale Şehitliklerini ziyaret etmek isteyenler için bir rehber kitap olma niteliği taşıyor. Kitapta; Çanakkale Savaşları’nın tarihi arka planını, önemini, manevi mahiyetini anlatan bir giriş bölümünün ardından mekânlar, şehitlikler, müzeler detaylıca ele alınıyor. Tarihi ve güncel fotoğraflar aracılığıyla da bahsi geçen yerlerin tarihi serencamı ve Çanakkale Savaşları’ndaki yeri aktarılıyor.

Salim Dağ tarafından yazılan ve Çamlıca Yayınları tarafından okura sunulan kitapta ayrıca bir de harita bulunuyor. Bir rehber yahut kılavuz olmadan şehitlikleri gezmek isteyenler için hazırlanan haritada; yol güzergâhları, şehitlikler, dinlenme tesisleri ve aralarındaki mesafeler detaylıca gösteriliyor.


AJANDA

HAVÂDİS: YÜZ YIL ÖNCE Tarih: 22 Aralık 2014 – 25 Mart 2015 Yer: Taksim Cumhuriyet Sanat Galerisi (Maksem), İstiklal Caddesi Girişi, Taksim

I. Dünya Savaşı’nın 100. yıldönümü çerçevesinde düzenlenen etkinliklerden biri de “Havadis: Yüz Yıl Önce” sergisi. İBB Kütüphaneler ve Müzeler Müdürlüğü tarafından düzenlenen sergide, 1914 ve 1915 yıllarına ait pek çok Osmanlı Türkçesi gazete ve dergiden (İkdam, Sabah, Tanin, Tasfîr-i Efkâr, Servet-i Fünûn, Sebilürreşâd, Takvim-i Vekayi, Türk Yurdu, Harb Mecmuası, Donanma vs.) dönemin olaylarına ışık tutacak haberler, resimler, fotoğraf, kartpostal, harita ve belgeler bulunuyor. Özellikle Çanakkale Cephesi, Kafkas Cephesi (Sarkamış Harekatı) ve Kanal Harekatı’nın büyüteç altına alındığı sergide kullanılmak üzere Almanya Federal Arşivlerinden fotoğraflar satın alınmış, özel koleksiyonerlerden ve müzelerden de arşiv desteği sağlanmıştır.

OSMANLI’NIN SON KİLİDİ ÇANAKKALE Ed.: Soner Demirsoy, Kasım Hızlı Çamlıca Basın Yayın İstanbul, 2014 528 sayfa

“Osmanlı’nın Son Kilidi Çanakkale” kitabı, farklı araştırmacıların kaleminden 45 makale ile Çanakkale Savaşı’nın askeri, siyasi, sosyolojik boyutlarını inceliyor. Daha evvel 3 cilt halinde yayınlanan makaleler, Çanakkale Savaşı’nın yüzüncü yılı anısına tek cilt olarak özel bir basımla yeniden raflardaki yerini aldı. Soner Demirsoy ve Kasım Hızlı’nın editörlüğünde okuyucusuyla buluşan kitapta, Çanakkale farklı yönleriyle ele alınıyor. Aske-

ri ve tarihi yönüne odaklanan; denizaltı savaşları, hava harekâtı gibi konularda yazılmış makaleler bulunduğu gibi Lozan Anlaşması’ndaki konumunu irdeleyen yahut Sultan Mehmed Reşad Han’ın Çanakkale gazeline yazılan tahmisleri ele alan makaleler de yer alıyor. Ayrıca meşhur Çanakkale hikâyeleri ve kahramanlık destanları, gazilerin hatıraları, İşgal kuvvetleri askerlerinin izlenimlerine de yer veriliyor.





Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.