Olympossayi11

Page 1

MART – NİSAN 2018

SAYI: 11

İslam Felsefesinde Aşk Kavramı İslam’da Kader Ve Özgür İrade İslam’da Vazgeçme, Feragat, Teslim Olma (Fenafillâh) Nefs Nedir?


OLYMPOS Eski Yunan Mitolojisi'nde tanrıların oturduğu kabul edilen ve 2919 m. yükseklikle Yunanistan'ın en yüksek zirvesini oluşturan Tesalya bölgesindeki dağ ile birlikte, antik çağda toplam 19 dağ Olympos ismini taşımıştır; bunlardan biri de Bursa’nın kültürel simgesi olan Uludağ’dır. Olympos’un Yunanca bir kelime olmadığına dair varsayımlar bulunmaktadır. Bu adın kaynağı ve anlamı tam anlamıyla bilinmese de eski Anadolu dillerinden geldiği ve çoğunlukla "yüksek dağ" anlamını taşıdığı anlaşılmaktadır. Gökyüzündeki bulutlara kadar doruğu uzanan ve tanrıların yerleşim edindiği dağ olduğu inancı ise Yunan'a Sümer’den girmiştir. Antik çağın ilk tarihçilerinden Herodot (M.Ö. 490-420) yazdığı Herodot Tarihi isimli kitabında Uludağ, "Olympos" olarak geçer ve Olympos'ta Lydia kralı Kroi-

sos'un oğlu Atys'in yaşadığı trajediyi anlatır. Herodot'tan 400 yıl sonra Amasya doğumlu coğrafyacı Strabon (M.Ö. 64-M.S. 21) yazdığı Coğrafya isimli kitabında Uludağ, Olympos ve Mysia Olympos'u olarak geçer. Strabon, "Mysia" isminin aslının Lydia'lılarda gürgen ağacı anlamına gelmekte olduğunu belirtir. Ünlü coğrafyacı, Prusa’nın (Bursa) Mysia Olympos’u eteklerinde kurulduğunu, Phrygialılar ve Mysialılarla sınır komşusu olduğunu belirtir. İki ayda bir yayınlayacağımız bültenimize verdiğimiz “Olympos” ismi, Bursa’ya özgü olmasının yanında, anlam açısından yüksek fikirleri ve idealleri çağrıştırmasından dolayı, mitolojik olmaktan öte felsefidir de. Bizler de bu ilhamla yola çıkarak, ismi gibi içeriğiyle de sizlere ilham olacak bu yayını oluşturmak istedik. İyi okumalar diliyoruz.

AKTİFFELSEFE YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ BURSA ŞUBESİ Adres: Fethiye Mah. Gazi Sok. No:14 (FSM Bulvarı Bosch Addax Arası) Nilüfer Bursa Tel : 0542 642 1611 E-posta : bursa@aktiffelsefe.org Web: http://aktiffelsefebursa.org


içindekiler Önsöz…………………………………………………………………………….……..……….2 İslam Felsefesinde Aşk Kavramı………………………….……………………….…..3-7 İslam’da Kader Ve Özgür İrade……………………………..……………………...….8-11 İslam’da Vazgeçme, Feragat, Teslim Olma (Fenafillâh).......…………..……12-15 Nefs Nedir?…………………………………………………………..……………………....16-18 Aydınlanma (Şiir)…..…………….…………………………………….………….…..…19

Merhaba, Yeni sayımızda İslam felsefesi ağırlıklı yazılara yer verdik. İslam felsefesi, sadece İslam’a dair bir felsefe olarak anlaşılmaktadır, ancak kadim felsefe geleneğinin bir uzantısı olduğunu söyleyebiliriz. Tarih boyunca felsefenin konusu olan insanın kendisi, evrenle olan ilişkisi, doğaüstü güçlerin varlığı veya yokluğunu, İslam’ın temel esaslarını zedelemeden veyahut onlardan yola çıkarak akli delillerle sistemli bir şekilde yorumlama ve izah etme temelinde gelişmiş olan İslam felsefesi, İslam dünyasının felsefeye Ortaçağ Batı dünyasından daha müsamahalı davranması sonucu ortaya çıkmıştır. İslam dininin temel esasları dışında ferdi düşünceye serbestlik tanıması, imanın esaslarını

alenen zedelememek şartıyla düşünceye verdiği özgürlük, akli ilimlerin gerek siyasi gerekse dini otoriteler tarafından sürekli desteklenmiş olması gibi sebeplerden dolayı, çağlar boyunca devam eden felsefi aktarım geleneğinin İslam coğrafyasında devam ettiğini görüyoruz. 8. yüzyıldan itibaren sistematik hale gelen Bağdat merkezli tercüme hareketiyle başlayan İslami felsefe geleneği, üstün konumunu 14. yüzyılın sonlarına kadar devam ettirmiştir. İslam felsefesi, formel, doğa ve insani bilimlere önemli katkılar sağlamıştır. Bu sayımızda İslam felsefesinde aşk, kader, özgür irade, teslim olma (fenafillah), nefs konularına yer verdik, iyi okumalar diliyoruz.

2


FELSEFE

İSLAM FELSEFESİNDE AŞK KAVRAMI Aşk kelimesinin Arapça aslı ışk’tır ve bir kişinin kendisini tamamen sevdiğine vermesi ve ondan başkasını göremeyecek kadar sevgilisine düşkün olması şeklinde ifade edilir. Aynı zamanda aşk kelimesinin sözlük anlamının aynı kökten gelen aşeka ile de yakından ilgili olduğu belirtilir ve aşeka sarmaşık anlamına gelir. Sarmaşık ku- varlığın kendisinden daha yüksek ve şattığı ağacın yaşam suyunu emer, onu yüce bir varlığa kendi tamamlanma arsoldurarak zayıflatır ve kurutur. Yani zusu ve ihtiyacı neticesinde yönelmesi aşkın bir yanı ışk, bir yanı sarmaşıktır. anlamını taşıdığı belirtilir. Bir yanı aydınlatır, anlaşılır kılar ve Nadiren de olsa ilk kez 8.yy.da Allah ile bütünleştirirken diğer yanı kurutur, kul arasındaki sevgiyi anlatmak için aşk kelimesinin kullanılmaya başlanzayıflatır ve soldurur. Bu kapsamla İslami literatürde aşk biri dığını ifade eden kaynaklar vardır. Bu  ilahi, diğeri insani olmak üzere iki an- rivayetlere göre Hasan-ı Basri (ö.728) lamda kullanılmıştır. İlahi aşka "ger- Allah’ın "kulum bana ben de ona aşık çek aşk” denirken insani aşka ise me- olurum” buyurduğunu belirtir. Abdulcazi ya da dünyevi aşk denir. İlahi aşk, vahid b. Zeyd ise (ö.793) peygamberkısmen İslam felsefesinde ve genel ola- lerden birinin "Allah bana, ben de ona rak tasavvufta işlenmiş, tezahür etmiş aşık oldum.” dediğini söyler. Bakli’nin varlıklar hiyerarşisinde daha alttaki (ö.1209) aktardığına göre Ebü’l-Hüsebir varlığın üstteki varlığa duyduğu yin en-Nûrî, "Ben Allah’a aşığım, O’da arzu ya da sevgi olarak ifade edilmiştir. bana aşıktır” dediği için kafir ilan edilEtimolojik olarak aşk kelimesinin miş, memleketinden kovulmuş ve aşağı indirmek anlamını taşıdığı ve idam edilmek üzere celladın önüne 

Babasının sebzeci olması ve kendisinin gençliğinde bu işle meşgûl olması sebebiyle Baklî lakabı ile anılmıştır. 1132-1209 yılları arasında yaşamıştır.  Bağdât'ın büyük velîlerindendir. Onuncu yüzyılda yaşadı. İsmi, Ahmed bin Muhammed'dir. Babası Horasan'ın Bağşûr veya Bağ şehrinden olduğu için "İbn-i Bagavî" diye anıldı.

Hasan-ı Basrî, Fars anne ve babadan doğan, meşhur olmuş Sünnî Müslüman vaiz, ilahiyatçı ve İslâm âlimi. MS 642, Medine, MS 728, Basra, Irak)  Abdülvâhid bin Zeyd, meşhûr hadîs, fıkıh âlimi ve evliyânın büyüklerindendir. Tebe-i tâbiînden olup, Basra'da yaşamıştır.  İsmi Rûzbehân bin Ebî Nasr el-Baklî, künyesi Ebû Muhammed, lakabı Sadreddîn'dir.

3


FELSEFE

çıkarıldığı bir durumda asılmaktan zorlukla kurtulabilmiştir. İslam alimleri özellikle ilk dönemlerde Allah sevgisini ifade etmek için Kuran’da ve hadislerde yer alan sevgi ve muhabbet yerine aşk kelimesinin kullanılmasına ısrarla karşı çıkmışlardır. İbn Hafif’in (ö. 981) Allah sevgisinin aşk kelimesiyle ifade edilmesine uzun süre muhalefet etmesine rağmen bir gün Cüneydi Bağdâdî’ye ait olduğu söylenen bir aşk risalesini okuduktan sonra görüşünü değiştirdiği ve daha sonra kendisinin de bu konuda bir risale kaleme aldığı aktarılmaktadır. Sufiler ise aşk kelimesini kullanmalarının gerekçelerini bazı ayet ve hadislerle açıklamaya çalışırlar. Örneğin onlara göre Bakara suresindeki "İman edenler Allah’ı daha şiddetle severler.” ifadesindeki şiddetli sevmekten kasıt aşktır. Eğer aşk, ayrı düşenin bir niteliği ise kul da Allah’tan ayrı olduğundan onun sevgisine aşk demek yanlış olmayacaktır. Gerçek aşık kalbindeki Allah sevgisine hiçbir varlığın sevgisiniortak etmeyecektir. Başka başka şeylere duyulan, ancak bu aşkın mecazi

bir yansıması olabilir ve bu nitelikleriyle Allah sevgisine "gerçek aşk” ya da "ilahi aşk” denebilir denmektedir. Kimi sufiler çok yoğun ve coşkulu aşk halleri yaşasalar da aşk kelimesini kullanmaktan kaçınırlardı. Örneğin erken dönem mutasavvıflarından biri olan Serî es-Sakatî, (ö.867) artık derisi tamamıyla kemiklerine yapışmış halde bulunan ellerini uzatarak Cüneyd’e "işte muhabbet budur” demişti. Çünkü eğer bir kişi "ey ben olan sen” diyecek kadar kendi benliğini sevdiğinin benliğinde eritmemişse onun muhabbeti ne tam ne de mükemmel olacaktır. Hemen hemen bütün eserlerinde fazlasıyla sevgi konusuna odaklanan İbnü’l Arabi, (ö.1240) aşk kavramına ilgi duysa da kendisini muhabbet terimiyle açıklamayı seçer. Ona göre sevgi üç çeşittir : İlahi muhabbet, ruhsal

mutasavvıflardan ve evliyalardandır. Doğduğu Bağdat'ta ticaretle uğraşırdı ve orada vefat etmiştir. Cüneyd Bağdadi'nin şeyhi ve dayısıdır. Takvası ile bilinirdi.  Tam adıyla Muhyiddin Muhammed bin Ali bin Muhammed el-Arabî et-Tâî el-Hâtimî, ünlü İslam düşünürü, mutasavvıf, yazar ve şair. Şeyhü'l Ekber unvanı ile de bilinir. (1165, Murcia, İspanya - 1240, Şam, Suriye)

İsmi Muhammed bin Hafîf eş-Şîrâzî, künyesi Ebû Abdullah, lakabı İbn-i Hafîf'dir. Babası sultan idi. (889 Şîrâz - 981 Şîrâz)  Cüneyd-i Bağdâdî, 9. yüzyılda yaşamış sufi ve filozof. Bağdat'ta doğdu ve orada yaşadı. Ailesi aslen Nihâvendli olup cam ticaretiyle uğraştıklarından Kavârirî nisbesiyle tanınmaktaydı. (MS 830 - MS 910)  Sırrı Sekatî ya da Serî-i Sakati, erken dönem

4


FELSEFE

muhabbet ve doğal(olağan) muhabbet. Hem Allah’ın bize hem de bizim Allah’a duyduğumuz sevgiye ilahi muhabbet denir. İlahi muhabbet iki türlüdür. Biri Allah’ın kendi zatına, biri de yaratılmış olanlara duyduğu sevgidir. Her şey var olmadan evvel mutlak bilinmez olarak O’nda var olduğundan Allah’ın kendi zatını sevmesi aynı zamanda yaratılmış tüm varlıkları sevmesi anlamına gelmektedir. Böylece her birimiz doğal bir şekilde ilahi muhabbete konu olmuş oluruz. Her birimiz Allah’ın bize olan muhabbetiyle yüklü bir şekilde doğar ve beliririz. Bu sebeple hangi şekil ve görünüm altında ortaya çıkarsa çıksın her çeşit sevginin ve muhabbetin ilk ve gerçek kaynağı bu ilahi muhabbettir. Bu aynı zamanda aşkın, Allah’tan doğduğu ve varoluşun her zerresinin temel nedeninin aşk olduğu anlamına gelecektir.

İbnü’l Arabi, hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün sevenlerde ve sevilenlerde ilahi muhabbetin bir izini; O’nun bir yansımasını arayan arifte, aşkta ve muhabbette tıpkı Allah’ın zatının sonsuz olması gibi O’nun sonsuz sıfatını görür. Bunun için de aşk adındaki destanın sonsuza kadar süreceğini ve anlatılacağını aktarır. Nasıl çocuklar resim ve oyuncaklarını yetişkinlerden daha çok sever fakat eğitimle olgunlaştıklarında bu tür şeylere artık fazla ilgi duymazlarsa eğitilen ve olgunlaşan insan da suretlerden varlıkları sevme mertebesine erişecektir. Bedensel güzellikten çok akılsal ve ruhsal güzelliği sevecekler, şekil ve görünümden daha çok ilimden ve erdemden hoşlanacaklardır. Aşk konusunu ele alan mutasavvıflar bu yürüyüşte aklın belli bir yere kadar bize eşlik edebileceğini ama akıllaAllah’a varılamayacağını, aşkın akıl-

5


FELSEFE

dan üstün olduğunu ispatlamaya çalışırlar. O’na ermek ancak sevgi yoluyla mümkün olur. Mi’rac’da Cebrail, Hz.Muhammed’i bir noktaya kadar götürebilmiş ve sonrasında daha da ileri götürmesi için refrefe teslim etmiştir. Çünkü Cebrail aklı, refref ise aşkı temsil etmektedir. Akıl belli bir yerde durmak zorundadır fakat insanı Allah’a götürebilecek olan aşktır. Aşkı kozmolojik bir kavram halinde ilk olarak antik Yunan filozofu Empedokles değerlendirmiştir. Ona göre evren sürekli bir oluş-bozuluş sürecinin sonucunda meydana gelmiştir ve evrendeki dört element birleşerek ve ayrışarak evrendeki hareketin nedenini oluştururlar. Bu birleşme ve ayrışma hareketine neden olan şey aşk-nefret ikilemidir. Tüm elementler aşkla birleşir, nefretle ayrışır. Aşk bir yakınlaşma, birleşme hareketiyken nefret ise bir uzaklaşma, ayrışma hareketidir. Barışın ya da uyumun birleştirici görü-

nümleri ancak aşkın tesiriyle meydana gelir. Empedokles’in bu fikirleri Yeni Platoncu yorumlarıyla birlikte İslam dünyasına girmiş ve İslam filozoflarınca uzun uzadıya tartışılmıştır. Buna rağmen İslam filozoflarının aşk konusunda en çok ilham aldıkları metinler daha çok Platon ve Aristoteles'le aittir. İslam filozofları, Aristoteles’in Metafizik kitabında "kendisi hareket etmeyen ilk hareket ettirici” olarak tanımladığı Demiurgos kavramını ele alırlar. Aristoteles, aynı kitaptaki "Lambda” bölümünün 7. Başlığı altında bu kavramla "sevilenin seveni harekete geçirmesini” benzeştirir ve İslam filozofları bu küçük benzetmeyi ele alıp onu geniş bir kozmolojik öğreti haline taşırlar. Fârâbî, Allah’ın Akıl, Akil, Ma’kul (Düşünen, Düşünülen, Düşünce) olduğu şekilde aynı zamanda Aşık, Aşk ve Ma’şuk (Seven, Sevilen, Sevgi) olduğunu da yazmıştır. Böylece Fârâbî,



Miraç gecesinde Hz. Muhammed'i taşıdığı kabul edilen bineğe verilen addır.  Sicilyalı filozof. Sokrates öncesi filozoflardan biri olarak kabul edilir. (İÖ 492-İÖ 432)  Platon ya da İslâm dünyasında Eflatun olarak bilinen, Antik klâsik Yunan filozofu, matematikçi ve Batı dünyasındaki ilk yüksek öğretim kurumu olan Atina Akademisi'nin kurucusudur. (d. M.Ö. 427 - ö. M.Ö. 347)  Antik Yunan filozofu. Platon ile Batı düşüncesinin en önemli iki filozofundan biri sayılır. Fizik, gökbilim, ilk felsefe, zooloji, mantık, siyaset ve biyoloji gibi konularda pek çok eser vermiştir. (MÖ 384 - 7 Mart MÖ 322)

Aristoteles, eserin adına büyük ihtimalle Peri tes Protes Philosophia yani İlk Felsefe Üzerine demesine rağmen, Metafizik adının ilk felsefe yerine kullanılması eserin yayımcılarının tercihidir. İlk kez Şamlı Nikolas'ta rastlanılan metafizik (meta ta phsyka) terimi, eser için Andronikos tarafından kullanılmıştır.  Farabî ya da Batı'da bilinen adıyla Alpharabius, 8. ve 13. yüzyıllar arasındaki İslam'ın Altın Çağı'nda yaşamış ünlü filozof ve bilim adamı. Aynı zamanda gökbilimci, mantıkçı ve müzisyendir. (872 - 951, Şam)

6


FELSEFE

varlığın birden çıkıp tüm evreni meydana getirdiği südur öğretisinin temeline böylesi bir aşk anlayışını yerleştirmiş olur. (el-Medînetü’l-fâzıla, s. 54, 68). Fârâbî’nin izinden gidip onun yaklaşımını genişleten İbn Sina, aşkı, kemal fikriyle de ilişkilendirerek südurun yanında tekamülü açıklamak için de ondan faydalanır. Kemalin ilkesi kendinde varlık, noksanlığın ilkesi ise maddedir. Bu kemal-noksanlık veya varlık-yokluk kutuplaşması varlığın tüm düzeylerinde bir eğilim uyandırır. Bu, her varlığın kendi sınırlarına ulaşmasını ve kendini gerçekleştirmesini sağlayacak tekamül fikridir. Tekamü-

lün sınırı olan en üst kemal noktasına ise insanı ancak aşk yükseltebilir. Mevlana, “Kimin aşka meyli yoksa kanatsız kuş gibidir, vah ona!” diyerek işte bu eğilimin yokluğuna değinir. Böylece evren aşk nedeniyle yaratılmış olmakta, aşk nedeniyle şeylerin içinden Bir olan doğmakta ve yine aşk nedeniyle birliği aramaktadır.



Bu açıdan, bir dini terim olarak tekâmül çoğunlukla ruhun belirli evrelerde yükselmesi, gelişmesini içerir.  Mesnevî, I, 31  "Mesnevî, V, 3854-3855

“Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya donar kalırdı. Aşk olmasaydı nerden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu. Büyüyüp yetişen nebatlar, nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi” Yazan: Kemal Karadayı

Tekâmül, sözlük anlamı "olgunlaşma", "gelişim" ve "evrim" olan bir terimdir. islam dini başta olmak üzere, çeşitli ezoterik öğretilerde, mistik ve Sufi grupların inançlarında tekâmül daha ruhani bir anlamda kullanılmaktadır.

7


FELSEFE

İSLAM’DA KADER VE ÖZGÜR İRADE Tarihin tüm zamanları boyunca kader ve özgür irade konusu insan gündeminde olmuştur. Bu konu insan zihninde, birbirine iki zıt durummuş gibi konumlandırıldığında, kısır çekişmelerin yıpratıcı bir malzemesi haline gelmiştir. Bu karşılaştırmacı ve kıyasçı düşünce tarzının kazananı olmamış, iki zıt kutup meydana gelmiş ve bu iki nın iradesinin yok hükmünde olduğuzıt kutbun taraftarları da asıl özünde dur. birleştirici öğretiye zarar vermişlerdir. Yukarıda bahsedilen ve iki kutup haDiğer bir yandan bu konuyu bütünsel line gelen bu bakış açısında kişiler illa ve eklektik bir biçimde ele alan top- bir tanesini seçmek durumunda kallumlarda medeniyetler ortaya çıkmışmışlardır. tır. Yani bu konuya iki açıdan bakış Bütünsel Seçmeci Bakış Açısı: gerçekleşmiştir. Bu bakış açısı birleştirmeci ve birliği Ayrıştırmacı-Kıyasçı Bakış Açısı: aramaya dairdir. İnsan için kendi açıBu bakış açısında iki kutuplu düşünce sından bakıldığında; Aristoteles’in ortaya çıkmıştır. Birincisini savunandediği gibi insana, bir imkânlar bülar insan iradesinin sınırsızlığı ve sontünü olduğunu fark ettirmeye yöneliksuzluğuna vurgu yapmışlar. Bunun sotir. Evren açısından bakıldığında da nucunda insan merkezli ve odaklı bir kendisinin evrenin merkezi olmadığı anlayış ortaya çıkmıştır. Evrenin işleöğretisine işaret etmektedir. Bu bakış yişi ve buna dair İlahi Yasa fark edileaçısıyla birlik ve bütünlük oluşabilmiş memiştir. ve özellikle din alanında çok yüksek Bu bakış açısında ortaya çıkan diğer medeniyetler inşa edilebilmiştir. Zira bir kutup ise; insan iradesini sıfırlayan İslam filozofları ve İslam Sufi geleneğive insanı pasif bir moda yaşamaya nin temsilcileri olan filozoflar bunun sevk eden anlayıştır. Bu anlayış her şeçok açık örneğidir. Bu eklektik ve büyin bir akış içerisinde olduğu ve insatünleştirmeci tarzı kendisine hareket

Eklektik:Bütünsel seçmeci bakış açısını ifade eder.

Aristoteles, Nikomakhos’a Etik, çev., Saffet Babür (Ankara: BilgeSu Yayınları, 2012), s.150.

8


FELSEFE

noktası edinen İslam filozofları ve İslam Sufi geleneğinin temsilcilerinin attığı tohumlar sayesinde, Selçuklu ve Osmanlı gibi iki büyük imparatorluk ortaya çıkmıştır. Fransız metafizikçi yazar Rene Guenon, bu durumla ilgili olarak “maddi iktidar manevi otorite” tabirini kullanmış ve her medeniyet halini alabilmiş iktidarın arkasında bir manevi öğreti ve bunu aktaran kişilerin olduğuna dikkat çekmiştir. Günümüzde kader ve özgür irade konusunda bakış açısı, birini seçerek diğerini reddetmeye yönelik bir tavır almış durumdadır. Günümüz İslam dünyasının bu hal almasının nedeni şüphesiz, İslam öğretisinin özellikle ilk dönemi ve örneği Hz.Muhammed’in ölümünden sonra yaşanan fikri hareketlerin düşünce sahasında bırakılmayışıdır. Bu fikri hareketler siyasi yapıların kendilerini ayakta tutmak için kullandıkları dayanaklara dönüştürülmüş ve özünden uzaklaştırılmıştır. Kur’an Açısından Kader ve Özgür İrade: Kaderle ilgili farklılaşmanın meydana gelmesinde İslâm öncesi Arap kültürünün etkisini ve izlerini gözlemlemek mümkündür. Bu bağlamda Arap toplumunun kader inancının ilahi takdir çerçevesinde şekillenmiş olduğu ko-

laylıkla söylenebilir. Kur’an'da yer alan, müşriklerin "Allah dileseydi şirk koşmazdık." (En'am 6/148) söylemi bu yaklaşıma örneklik teşkil eder. İnsanın sorumluluğunu yok sayan bu kader anlayışı ile Arap yarımadasındaki İslâm öncesi Dehr anlayışı arasında önemli benzerlikler vardır. Çünkü İslâm'dan önceki Araplara göre insan, yaratılınca yaratanıyla bir anlamda bağlarını keser ve varlığını “dehr” denilen çok daha güçlü başka bir egemen gücün kontrolüne sokar: “Dediler ki: ‘Bu dünya hayatımızdan başka bir şey yoktur; ölürüz ve yaşarız, bizi helak eden dehr(zaman)'den başkası değildir.’” (Câsiye, 45/23-24). Anlaşılıyor ki, Arap kaderciliği zaman kavramına endeksli bir yapı arz etmektedir. Zaman çoğu kez insanın varlığını kontrol eder ve daha önceden insanlar için takdir edilen bir yaşam belirler. Bu güç hem iyi hem de kötü talihin, dünya saadetinin ve mutsuzluğunun başlıca se-

9


FELSEFE

bebi olarak ortaya çıkar.” “Kader konusunda insanların iki kutba ayrılmasının tarihi çok eskilere, hatta insanın yaratılışına kadar gider. Tarihte “Özgür iradeye karşı kaderciliği ilk kim savunmuştur? Sorusuna Kur’an, “Şeytan” cevabını veriyor. Üstelik Şeytan, kaderci tezini Allah’a karşı savunmuştur. Allah’a “Sen beni yoldan çıkardın” diye iftira eden Şeytan, görünüşte irade özgürlüğünü reddederken, hakikatte tercihinin ve davranışının ahlaki sorumluluğunu reddediyordu. Bu ayetlerden anlaşılıyor ki Kur’an, özgür iradeyi yok sayan kaderciliğin karşısına “sorumluluk bilincini”(takva) koyuyordu. Âdem’i Şeytan’dan ayıran fark buydu. Yoksa ikisi de günah işlemişti. Adem

davranışının ahlaki sorumluluğunu kabul etmiş ve adam olmuş, İblis ise davranışının ahlaki sorumluluğunu kabul etmeyip Allah’ı suçlamış ve Şeytan olmuştu. Âdem, hür iradesiyle yaptığı tercihinin sonucu olan davranışının ahlaki sorumluluğunu kabul ettiği için tövbe etmişti.” Kur’an’da geçen bu anlatıyı anlamaya çalışabiliriz. Kendi özgür irademiz ve seçimlerimiz ile ortaya çıkan sonuçları üstlenmeyip, bu sonuçlar kötü olduğunda onları kabullenmeyebiliriz ve hep bir suçlu arayışında, hep bir yansıtma arayışında olabiliriz. Ancak bu durum bizi karanlık tarafın patikasına sokarak, cehaletimize saplanmaya itecektir. Bu durum kibrimiz ile maskelenecek

Aydınlı, O. İlk Mu'tezile'nin Özgür İrade Söylemi: Amr B. Ubeyd v e Kader Anlayışı.Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi,2002/2 Erişim tarihi:14.10.2017 (http://isamveri.org/pdfdrg/D02476/2002_ 2/2002_2_AYDINLIO.pdf)

A’raf 16 ve Hıcr 39 ayetlerinde “Sen beni yoldan çıkardın” şeklinde ifade edilmektedir.  Mustafa İslamoğlu, Hasan el-Basri’nin Kader Risalesi ve Şerhi, (İstanbul:Düşün Yayıncılık, 2015), s.36

10


FELSEFE

ve biz hatamızı fark edene dek sürecektir. Zira anlatıda şeytan da kibri nedeniyle bunu kabullenmemiş, hatasından öğrenmeyi reddetmiş ve O’na mühlet tanınmıştır. Âdem olmak sorumluluğa işaret etmektedir. Seçimlerimiz sonucu ortaya çıkan karmanın kötü sonuçlarını da kabullenerek, telafi yolunu seçmekle ilgili olarak yorumlanabilir. Hatalarımızda öğrenmek ve telafiyi seçmek tövbe olarak ifade edilmektedir. Zira Adem olmanın yolu, aydınlık patikada bu şekilde ilerlemekle ilgilidir. Öyleyse iki yoldan söz edebiliriz. Birincisi öğrenmenin yolu ikicisi ise cehaletin yoludur. Bu teknik anlamda Kur’an’da delalet(sapma) ve hida-

yet(doğru yol) yolları olarak isimlendirilir. Kutsal Hint metini Bhagavad Gita’da Hocası Krişna’nın, öğrencisi Arcuna’ya, oku atması ve savaşı başlatması için sorumluluk almasını önerdiğini hatırlayalım. Arcuna’nın meydanın ortasında, savaşacağı akrabaları olan Kurular’a bakarak söylediği sözleri ve zihninde yaşadığı karmaşayı hatırlayalım ve okunu nasılda bitkince yere bıraktığını hatırlayalım. Ama tüm bunların ardından savaşı başlattığını ve bu sorumluluğu aldığını anımsayalım. Burada da Arcuna, tıpkı Âdem anlatısında olduğu gibi aydınlık patikayı seçerek öğrenme yoluna giriyordu. Kuran-ı Kerim’de kader ve özgür iradeye dayalı olan ayetler kapsayıcı ve kuşatıcıdır. Tüm kutsal kitaplarda olan bu kapsayıcı bilinç ilkesi, Kuran’da da mevcuttur. Yani insan bilincinin tüm zeminlerine hitap eden ayetler vardır. Kur’an ayetlerine baktığımızda; hem insanın özgür iradesine vurgu yapan ayetleri, hem ilahi iradenin yüceliğine dair ayetleri, hem de iki durumunda birbiri içerisinde eriyip kaybolduğu ayetleri görmekteyiz. Ama Kur’an’ın ayetlerinde, insan iradesini sıfırlayan ve onu sorumsuz kılan hiçbir ayete rastlamamaktayız. Hatta kendi eylemlerinin sonuçlarını yüklenmeyip, bu eylemlerin sonuçlarını Allah’a bağlayanların ayıplandığını görmekteyiz. Yazan: Mustafa Karagöz

11


FELSEFE

İSLAM’DA VAZGEÇME, FERAGAT, TESLİM OLMA (FENAFİLLÂH) “O, sen demektir. Ama sen sakın Ben deme, hep sen diye söyle. Göz dürüst görürse, sen O olursun. O da sen olur.” Mevlana Bütün kadim öğretilere, felsefelere ve semavi dinlere göre, insan, tekâmül eden bir varlıktır. Başka bir deyişle, bilinçli veya bilinç dışı, gelişmeyi, olgunlaşmayı ve ruhsal evrimi arayan ve buna aşk duyan bir varoluşa sahiptir. Yaptığı her eylemde, sarf ettiği her enerjide, hissettiği her duyguda ve edindiği her düşüncede bunu tecrübe eder. Yine de, bu tecrübelerin her bireyde farklı şekillerde ortaya çıkması ve yine, her bireyin benzer tecrübelere sahip olsalar bile, bunları rumlamada İslam âlimlerinin, mutafarklı şekillerde özümsemeleri ve yan- savvıfların düşünceleri farklılık gössıtmaları, insanlık tarihinin ortak so- terse de, Allah’ın birliği ve tekliği tarrularından birisi olan “İnsan nedir?”i tışılmazdır. Bu da, İslam’daki tevhit hatırlatır. Nedenlerin arayışı içinde inancının temelini oluşturur. Her şebu sorudan sonra “Ben kimim?” soru- yin başladığı ve en nihayetinde kaysuna cevap aramak kaçınılmazdır. nağı ile bütünleşeceği, sınırlı aklımıGerçek Ben’in arayışı ve onun kayna- zın idrak sınırlarını aşan İlahi teklik ğının/özünün nereden geldiğinin bil- ve birlik hali! gisine ulaşma isteği, neredeyse bütün Her şeyin hayal olduğu, tek gerçeğin felsefi akımların olduğu gibi, İslam Allah olduğu anlayışını benimseyen ve öğretisini kâmil insan üzerine kuFelsefesinin de temelini oluşturur. İslam inancında her şeyin kaynağı, ran İbn-i Arabi’nin de belirttiği gibi; başlangıcı, yaratıcısı, hareket ettiri- insan en mükemmel ilahi varlık olacisi, özü ve tekrar son bulup döneceği rak yaratılmış, sonra aşağıdan da tek bir yer ve irade mevcuttur, Allah. aşağı kılınmıştır. Tekrar yükselip Her ne kadar, İslam’ın kutsal kitabı kâmil insan olma potansiyeline sahip olan Kur’an-ı Kerim’i ve peygamberi olsa da, düştüğü beşeri âlemdeki göolan Hz. Muhammed’ in sözlerini yo- rüntülerin gerçekliğine olan inancı,

12


FELSEFE

bireyin tekrar kendisi olma ve hakikati, yani her şeyin Hak’tan geldiğini idrak etmesinin önünde perde olmuştur. Bu yüzdendir ki kaynağı tekrar kavrayabilmek için: Allah’tan ayrı hiçbir şey olmadığından, eylemlerinde ve düşüncelerinde O’ndan ayrı olanlardan “vazgeçmesi”; kendinde tecelli eden (yansıyan) tüm sıfatlar yalnız Allah’a ait olduğundan, tüm zahiri (görünür) sıfatlardan ve kalbinde O’ndan ayrı olan her şeyden “feragat etmesi”; kalbini sadece O’nunla doldurup, her yerde O’nu görecek kadar tüm varlığıyla Allah’ a “teslim olması” gerekir. Bu hale ermiş arifler için “fenafillah makamına ulaşmış” denir. Fena, kelime olarak, kusurların, günahların, kötü huyların terk edilmesi anlamını taşır. Fenafillah, ölmeden önce ölme, kulun cisimlerin yanılsatıcı ve aldatıcı yanlarından sıyrılarak

kendini Allah’ta eritmesi, O’nun varlığında yok olması anlamlarında da kullanılır. Fenafillah ve Beka billah tevhidin makamlarını oluştururlar. Bu kavramların ilk defa kimin tarafından kullanıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Ebû Said Harraz tarafından kullanıldıkları kabul edilmektedir. Ona göre “Fenafillah; kulun kulluğunu görmekten fani olması, beka billah ise; kulun Allah’ın huzurunda baki ve var olmasıdır”. Fenafillah, günümüze kadar birçok mutasavvıf tarafından kullanılmış, açıklanmıştır. İmam Gazali fenafillah makamını; “Bazıları, bâtınını (iç âlemini) yâkin ve müşahede ruhları sarmış ve müşahede halinde kendi varlığını tamamen kaybetmiş olarak fena (Hak’ta yok olma) makamına yükselir” şeklinde açıklar. Mevlana da Allah’ı bilmeyi; ”Kendini Ehad’ın huzu-

13


FELSEFE

runda yakmak, yok etmektir” şeklinde fenafillah halini tarif ederek açıklar. Hacı Bektaş’ı Veli, kâmil insan olma yolunda aşılması gereken yolları anlattığı Malakat’ta, geçilmesi gereken dört kapıdan söz eder. Bu kapılar sırası ile şeriat kapısı, tarikat kapısı, marifet kapısı ve hakikat kapısıdır. Hacı Bektaş’ı Veli bu kapıları şöyle tanımlar; “Şeriat, anadan doğmaktır. Tarikat, ikrar etmektir. Marifet, nefsini bilmektir. Hakikat, Hakk’ı kendi özünde bulmaktır”. Burada da kâmil insan olma yolunda geçilecek son kapı, kendi özündeki tüm ikiliklerden fena olarak (yok olarak), Allah’ın kendi özünde olduğunu idrak etmek şeklinde fenafillahtan söz edilir. Özetle fenafillah, Allah bilgisinin netlik kazandığı, salikin (Hak yolcusu) kendi iradesinden sıyrılıp Hakk’ın iradesine girdiği makamdır.

Hallac-ı Mansur’un “Ene’l-Hakk (Ben Hakk’ım)” demesi; Cüneyd-i Bağdadi’nin “Cübbemin altında Allah’tan başka bir şey yok” demesi; üzerinde erzakları olan devesini önce kaybedip sonra bulan yolcunun “Allah’ım! Sen benim kulumsun, ben de senin Rabbinim” demesi, fenafillah makamına ulaşmış ariflerin sözlerine örnektir. Tasavvufta bu durumlarda söylenmiş sözler şathiye, yani manevi bir sarhoşlukla kendinden geçmiş bir haldeyken söylenmiş sözler, olarak kabul edilir. Şeriata uymasa da, Allah’ın iradesine kendisini bırakmış ve O’nun varlığı karşısında benliğinden sıyrılmış kişinin böyle sözler söylemesi mazur görülür. Kimi mutasavvıflara göre bu sözü söyleyen kişilerin manevi makamları düşüktür, kimi mutasavvıflara göre yüksek bir manevi makamın bilinci ile söylenmişlerdir.

14


FELSEFE

Mevlana Celaleddin-i Rumi, Hallac-ı Mansur’un “Ene’l-Hakk (Ben Hakk’ım)” sözü için; “Ben Hakk’ım sözünü sen söylemedin, O’nun şarabının esintisi söyledi; A Hoca Mansur, iş böyleyken neden darağacındasın?” sözü ile onun manevi bilincinin yüksekliğine işaret eder. Ayrıca Hallac-ı Mansur’un fenafillah makamında olduğunu belirtmek için şöyle nakledilir: “Söylediklerinin şeriata aykırı olması sebebiyle darağacında olan Hallac-ı Mansur’a İblis (Şeytan) görünür. Ona; ‘Bir Ene (Ben) sen dedin, bir Ene (Ben) dedim. Sen ‘Ene’l-Hak (Ben Hakk’ım)’ dedin, ben ‘Ene hayrun minhu (Ben O’ndan (Hz. Âdem) hayırlıyım)’ dedim. Nasıl oluyor da senin üzerine rahmet, benim üzerime lanet yağdırıyor.’ diye sorunca Hallacı Mansur; ‘Sen Ene dedin kendini ortaya koydun, ben Ene dedim kendimi ortadan kovdum’ cevabını verir.” Fenafillah makamı, 3 sarhoşluk mertebesinden oluşur. Bu mertebelerden ilki olan tevhîd-i ef’al, kulun bütün fiillerinin ve işlerinin Allah’ın fiilinde birleşmesidir. Her nefeste Allah anılır ve yapılan her iş O’nun rızası için yapılır. İkinci mertebede kulun bütün sıfatları Allah’ın sıfatlarıyla birleşir. Kulda edebin, güzel ahlakın, temizliğin/saflığın ve doğruluğun ortaya çıktığı bu mertebeye tevhîd-i sıfat denir. Son mertebe olan tevhîd-i zât mertebesinde de kul, var olan bir tek vücut

olduğunu, tüm şeylerin vücudunun o tek vücut olduğunu, onun da Hak olduğunu idrak etmesi ve kendi zatını onun zatında birleştirmesidir. Tanımlardan ve örneklerden de anlaşılacağı üzere fenafillah hali, kulun bütün sıfatlarını terk edip, Allah’ın sıfatlarıyla nitelendiği, bütün ikiliklerden (karşıtlıklardan) arındırdığı kalbini Allah’ın varlığıyla doldurduğu, böylece algıladığı her şeyin (kendisi de dâhil) O’nun sayesinde var olduğunu idrak ettiği ve kendi iradesinden vazgeçip O’nun iradesine girdiği haldir. Bu sadece çabalayarak ulaşılan değil, aynı zamanda Hak tarafından sevdiği kuluna tayin edilen, kulun ölmeden Hakk’ın ilmine tanık olduğu, böylece O’nun gözünden âlemi izlediği bir haldir ve geçici olarak kabul edilir. Halen beşeriyette (fizik âleminde) olan salikin bu hali, beka hali ile son bulur. Buna fenaü-l fena denir. Kulun, Allah yolunda ilerlerken ölmeden önce ulaşabileceği en yüksek manevi derecedir. O’nun âlemin her bir zerresinde olduğunu, O’ndan ayrı varlık olmayacağını, dolayısıyla her varlıkta olduğu gibi kulun varlığında da olanın sadece O olduğunu keşfetmesi ve kendi benliğini Allah’ın Benliğinde yok etmesidir. Yunus Emre’nin de dediği gibi: “Beni bende demen, bende değilem. Bir ben vardır bende, benden içeri”. Yazan: Uğur Kürkçü

15


FELSEFE

NEFS NEDİR? Nefis yada Nefs kavramı, İslam felsefesinde çok farklı anlamlarda kullanılmıştır. İslam filozoflarının, nefs kavramının anlamı konusunda bir görüş birliği içinde olmamasının yanında, Kur’an’da da çok farklı anlamlarda kullanılmış olması dolayısıyla Nefs konusu tam bir muammadır. Nefsin Türkçe karşılığı “tin”dir, aynı zamanda “benlik” olarak da nitelendirilebilir. Nefis, İngilizce “soul”, Yu- fesinde metafizik bir anlam kazandınanca “psyche”, Latince “anima” keli- ğını görüyoruz. Kur’an’da nefis hakmelerine karşılık gelmektedir. Nefis, kında, maddi olmayan, bedenin canlı varlıklarda, ruhun madde ile bi- ölümü ile yok olmayan manevi bir öz raraya gelmesiyle oluşan, cansız mad- olarak bahsedilmektedir. Nitekim deye hareket kazandıran ve onun üze- “Her nefis ölümü tadacaktır.”  ifarine bir amaca göre işlem yapan bir desi buna işaret eder. Burada nefsin, yapıdır. Nefis kavramı aynı zamanda bedenin ölümünü deneyimleyeceği insanın içgüdü mekanizmasına, fizyo- söylenmektedir. Kur’an’da bazen nepsikolojik ve sosyo-psikolojik bütün fis, “ruh” kelimesi ile eşanlamlı olarak eğilimlerine karşılık gelen anlamlarda kullanılmıştır. Esasında nefis, “benda kullanılmıştır. Bundan dolayı insa- lik” terimi karşılığında insan ruhunu nın iç dünyası, benlik, kalp, düşünce ifade etmek için kullanılmıştır. Nitedünyası gibi anlamlara da karşılık gel- kim İsrâ Suresi’nin 85. âyetinde gemektedir. çen; “De ki ruh Rabbimin emrindenİslam öncesi Arap dilinde “nefs” keli- dir. Onun hakkındaki bilgiden size vemesi nefes ve rüzgar kelimeleriyle iliş- rilmedi. Sadece azıcık bir miktar verilkili bir anlamda kullanılmıştır. İslam miştir.” ifadesi, ruh hakkında bilgi veöncesi Arap şiirlerinde, yaşayan vücut rilmediğine, bütün bildiklerimizin ve kan gibi anlamlarda kullanılma- nefs hakkında olduğuna işaret eder. sına rağmen Kur’an’da ve İslam felse- Dolaysıyla “ruh” ve “nefs” kavramları-

Âli İmran,3/185; Enbiya,21/35; Ankebut,29/57

16


FELSEFE

nın birbirinden ayrı olduğunu söyleyebiliriz. Ruh kavramının karşılığı ise “spirit” tir. Nefis terimi, genel olarak şu manalarda kullanılmıştır: 1- İnsan nefsi, insanın ruhsal yada ölümsüz yanını teşkil eden bir özdür. Bunun fiziki bir gerçekliği olmadığı halde düşünce, duygu ve davranışları tayin etme işlevi vardır. 2- Nefis, bilkuvve hayat sahibi olan doğal cismin ilk yetkinliğidir. 3- Kendini geliştirmek ve mükemmelleşmek için bedeni bir araç olarak kullanan manevi bir cevherdir. 4- Canlılık ve hareket kabiliyetine sahip, birçok gücü olan akli bir cevherdir. 5- İnsanın benliği, kişiliğidir. 6- Akıl, kalp, ruh. 7- İnsanın içgüdü ve eğilimlerinin kaynağı 8- İnsanın sıfatlarının, huylarının, davranışlarının kötü olanlarına, iğreti arzulara kaynaklık eden güç, merkez Görüldüğü üzere nefs teriminin metafizik ve psikolojik olmak üzere iki farklı kullanım alanı vardır. Metafizik anlamda nefs, beden ve ruh arasında

bir aracıdır; maddi olmayan, latif bir yapıdadır, ancak ruh ile kıyaslandığında gelişmişlik açısından daha düşük bir kademededir, dolayısıyla mükemmelleşmeye, evrimleşmeye ihtiyaç duyar. Nefs, maddi bedene, fiziksel ihtiyaçlara yüzünü çevirdiğinde oburluk, şehvet, kin, haset, kibir, riya, hırs, açgözlülük, cehalet gibi olumsuz sıfatlara kaynaklık eder. Yüzünü ruha, manevi olana çevirdiğinde ise cömertlik, iylikseverlik, alçakgönüllülük, nezaket, sabır, sadakat, iman gibi erdemlere ve olumlu sıfatlara kaynaklık eder. Dolayısıyla nefs, günlük dilde kullanıldığı şekliyle, sadece insanın sıfatlarının, huylarının, davranışlarının kötü olanlarına, iğreti arzulara işaret etmez; iki yönlü bir güçtür: manevi olanın kılavuzluğunda kişiyi iman ve takvâya da yöneltir. Bundan dolayı nefsin, ruhsal olanın rehberliğinde bir gelişim ve dönüşüm

Bilkuvve: Fiil mertebesine varmadan. Tasavvurda, tasavvurî olarak. Düşünce halinde. Kabiliyet ve istidat ile.

Riya: Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket.

17


FELSEFE

sürecinden geçmesi gerektiğinden bahsedilir. Buna istinaden, bir çok yerde bahsedilen “nefsini öldürmek” kavramının psikolojik anlamda bir değişim ve dönüşüme işaret ettiğini, metafizik bir varlık olarak nefsin ölümünün mümkün olmadığını, sadece kaynaklık ettiği kötü sıfatların “ölümü”nden bahsedilebileceğini söyleyebiliriz. Şems Sûresinin 7-10. âyetlerinde bu konudan behsedilir: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvâsını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” Allah, nefse fücûrunu verdiği kadar, takvâsını da vermiştir. Yani kişi, nefsinin gelişimini, takvâ yönünde dönüşümünü sağlayarak kurtuluşa erişebileceği gibi, nefsinin bütün arzularına uyarak, dizginleri tamamen onun eline vererek ziyana da uğrayabilir. Nitekim Kur’an’da nefsini denetim altına almayıp onun bütün istek ve arzularına uyan kişinin nefsine iyilik değil kötülük yaptığından, kendi nefsine zulmettiğinden bahsedilir. Dolayısıyla nefsin denetim

Fücûr: Günah. Zina. Namusları pây-mâl etmek gibi şeytanî iştiha. Dinsiz ve ahlâksızların durumu.

altına alınarak enerjisinin doğru yönde kanalize edilmesi gerekmektedir. Kontrolsüz bir güç olarak nefis, kötülüğü emredicidir ve tehlikeli bir düşmandır. Nefsin olumlu yönde değişimi ve evrimi, akıl, zeka, iman, ibadet ve itaat ile birlikte hareket ettiği sürece olacaktır. Kur’an’da nefsini değiştiren ve iyileştiren kişinin rızıklandırılıcağından, kendi nefsini değiştirmeyen kişi ve toplumların ise nimet yönünden geride bırakılacağından bahsedilir. Dolayısıyla buradan toplumların değişiminin bireysel değişimden geçtiğini, bireyin kendi nefsi üzerindeki hakimiyeti ve onu takva yönünde geliştirmesinin, toplumsal olarak gelişmenin önemli bir basamağı olduğunu anlayabiliriz. Yazan: Ergin Yılmaz

Takvâ: Bütün günahlardan kendini korumak. Dinin yasak ettiğinden veya haram olduğunda şüphesi olan şeylerden çekinmek.  Enfâl,8/53; Ra’d,13/11

18


ŞİİR

AYDINLANMA Neden geldin dünyaya, ne için harcanan bunca zaman? Sorduysan kendine bir kez anlayacaksın cehalet büyük düşman. Girersen aydınlanma yoluna göreceksin yoktur ferman. Gönülden eylemek var insanlığa esastır kendini sevgiyle adaman. Kadim bilgeler demiştir ki kalbin lotusu içinde yer alır Brahman. Çıkarı, hırsı, ihtirası yenersen sonunda bir olur O'nunla Atman. Böylece bilgelik ateşi yanar tüter gönlünde duman. Sonsuzluğa doğduğun andır bu geride bıraktığın sonlu bir zaman. Yazan: Ezgi Çetin

https://fineartamerica.com/featured/lotus-heart-light-jo-thompson.html

Brahman: Hint geleneğinde mutlak gerçeklik, Tanrı. Atman: Hint düşüncesine göre her varlığın özünde bulunan Brahman.



19


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.