Olympossayi8

Page 1

EYLÜL - EKİM 2017 SAYI: 8

KONFÜÇYÜS FELSEFİ DOSTLUK TRAGEDYA DÖNÜŞÜM


OLYMPOS Eski Y unan Mitolojisi'nde tanrıların oturduğu kabul edilen ve 2919 m . y ükseklikle Y unanistan'ın en y üksek zirv esini oluşturan T esalya bölgesindeki dağ ile birlikte, antik çağda toplam 19 dağ Oly m pos ism ini taşım ıştır; bunlardan biri de Bursa’nın kültürel sim gesi olan Uludağ’dır. Oly m pos’un Y unanca bir kelime olm adığına dair v arsay ımlar bulunmaktadır. Bu adın kaynağı ve anlam ı tam anlam ıyla bilinmese de eski Anadolu dillerinden geldiği v e çoğunlukla "y üksek dağ" anlam ını taşıdığı anlaşılm aktadır. Göky üzündeki bulutlara kadar doruğu uzanan v e tanrıların y erleşim edindiği dağ olduğu inancı ise Y unan'a Süm er’den girm iştir. Antik çağın ilk tarihçilerinden Herodot (M.Ö. 490-420) y azdığı Herodot T arihi isimli kitabında Uludağ, "Oly m pos" olarak geçer v e Oly m pos'ta Ly dia kralı Kroi-

sos'un oğlu Atys'in yaşadığı trajediy i anlatır. Herodot'tan 400 yıl sonra Am asya doğum lu coğrafy acı Strabon (M.Ö. 64-M.S. 21) y azdığı Coğrafya isimli kitabında Uludağ, Oly m pos v e My sia Olympos'u olarak geçer. Strabon, "Mysia" ism inin aslının Lydia'lılarda gürgen ağacı anlam ına gelmekte olduğunu belirtir. Ünlü coğrafy acı, Prusa’nın (Bursa) Mysia Oly m pos’u eteklerinde kurulduğunu, Phrygialılar ve Mysialılarla sınır kom şusu olduğunu belirtir. İki ay da bir y ay ınlayacağımız bültenimize v erdiğimiz “Olympos” ism i, Bursa’y a özgü olmasının y anında, anlam açısından y üksek fikirleri v e idealleri çağrıştırm asından dolay ı, m itolojik olm aktan öte felsefidir de. Bizler de bu ilham la y ola çıkarak, ismi gibi içeriğiyle de sizlere ilham olacak bu y ayını oluşturmak istedik. İy i okumalar diliyoruz.

AKTİFFELSEFE YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ BURSA ŞUBESİ Adres: Fethiye Mah. Gazi Sok. No:14 (FSM Bulvarı Bosch Addax Arası) Nilüfer Bursa Tel : 0542 642 1611 E-posta : bursa@aktiffelsefe.org Web: http://aktiffelsefebursa.org


içindekiler Önsöz…………………………………………………………………………….………….2 Konfüçyüs………………………………………………………………….………….…..3-6 Felsefi Dostluk……………………………………………………………..………...….7-8 Tragedya…………………………………………..................................……..……9-10 Dönüşüm.……………………………………………………………………..…….…....11-12 Delphoi (Şiir)…………..…………….………………………………………………..…13 Y eni Bir Düşünce (Kitap)………………………………………………….……..….14-15 Aktiffelsefe Bursa Giordano Bruno Kütüphanesi Kitap Listesi …….…15 Y eni Y üksektepe Yayınları …………………………………………….………..….15

Merhaba, Y eni sayımızda felsefe ağırlıklı yazılara yer verdik. Konfüçyüs’ün hayatı ve felsefesi ile ilgili bir çalışma ile doğu felsefesine giriş yaptık. Daha çok bir din olarak bilinen Konfüçyüsçülüğün, felsefi ilkelere dayanan bir ahlak sistemi olarak ortaya çıktığını pek az kişi bilmektedir. Felsefe eğitiminin, ahlak eğitimi ile birlikte verildiği doğu felsefesi geleneğinde amaç, Kamil İnsan’ın ortaya çıkarılması idi. Buna göre insan, kusurları ile dünyaya gelmektedir ve hayatın zorluklarına tabi olarak kendini dönüştürmek ve gerçekleştirmek zorundadır. Bir heykeltıraşın şekilsiz bir kayaya sürekli ve kararlı darbelerle vurarak düzgün bir şekil ortaya çıkarması gibi, insan da kendini öyle şekillendirmelidir. Zira bireysel bir çaba ile şekillendirilmeyen bir kişilik, dış koşulların etkisiyle şekillenecektir, bu da özgür iradenin hiçbir zaman ortaya çıkmaması demektir. Özgür irade, insanın, kişiliğinin kusurlu olduğunu fark edip Birey olma yolunda kendi kişiliğini kurban etmesi sayesinde ortaya çıkar. Özgür irade “dönüşüm” sayesinde ortaya çıkar. Mustafa arkadaşımız, “Dönüşüm” isimli denemesinde bu konuyu Platon’un öğretilerinden yola çıkarak ele alıyor. “Felsefi Dostluk” adlı makalede ise felsefe çalışmanın bireysel bir çabadan ziyade kolektif bir etkinlik olduğundan bahsediliyor. Tragdeya isimli makalede ise Antik Y unan Tiyatrosu sanatını ele aldık. İyi okumalar diliyoruz.

2


FELSEFE

KONFÜÇYÜS Konfüçyüs, Çin’de Lu eyaletinin Tsou şehrinde, M.Ö. 551’de dünyaya gelmiştir. Ona verilen Konfüçyüs ismi, K’ung Fu-tzu’nun (Filozof veya Üstad Kung) latincesidir. Çince ismi K’ung Ch’iu olup kendisine Chung Ni ünvanıyla hitap edilmiştir. Üç yaşında yetim kalmış ve hayatı yoksulluklar içinde geçmiştir. Öğrenmeye olan sevgi ve merakı nedeniyle 15 yaşından itibaren kendini ilme adamıştır. O kendisinin, eski bilgelerin hikmetli sözlerini tekrarlamak suretiyle, iyi idare ve barışa katkıda bulunma misyonuna sahip olduğuna inanmıştır. Fakat onun, yönetimle ilgili düşünce- tım. 50 yaşında “Gök’ün emrini” öğleri zamanının politik çevresi tarafın- rendim. 60 yaşında seziş yoluyla her dan pek dikkate alınmamıştır. Böy- şeyi kavradım. 70 yaşında doğru olan lece o, kendisini eğitim ve araştır- şeylere zarar vermeden kalbimin ismaya vermiştir. 19 yaşında bir okul teklerini yerine getirebildim”. açmış ve öğrenci yetiştirmeye başla- Konfüçyüs, Çinlilerin başlıca dini olan mıştır. Bir eğitimci olarak Konfüçyüs, Konfüçyüsçülüğün kurucusudur. son derece başarılı idi. Gençleri poli- Konfüçyüsçülük, Çin Klasiklerine datik görevlere hazırlıyordu. Öğrencileri yandırılan ve Konfüçyüs’ün ismiyle ona sevgi, sadakat ve samimiyetle ilişkilendirilen, dinî, ahlâkî, politik, bağlıydı, onlar aynı zamanda onun sosyal ve ekonomik inanç ve uygulamüritleri durumunda idi. Konfüçyüs, malar bütünüdür. Konfüçyüsçülük, öğrencilerini edebiyat, tarih, felsefe “daha önceki dönemlerden beri ve ahlâk eğitimi almaya teşvik edi- Çin’de var olan tabiî dinin üzerine yordu. M.Ö. 479’da vefat eden Kon- perçinlenmiş olan bir ahlâk sistemi” füçyüs, hayatını şöyle özetlemiştir: olarak da tanımlanmıştır. Konfüçyüs“15 yaşında kendimi öğrenmeye ver- çülük ortaya çıkmadan önce, atalara dim. 30 yaşında irademe sahip olabil- saygı, gök ve tabiat ruhlarına tadim. 40 yaşında şüphelerden uzaklaş- pınma, gelecekten haber verme, kut-

3


FELSEFE

sal varlıklara kurban sunma ve Şangti diye adlandırılan bir Y üce Varlık inanışı vardı. Çin halkı dinî geleneğinde atalar kültü çok önemliydi. Atalara tapınma, Çinliler tarafından asırlardan beri uygulanagelmiş ve hâlâ da uygulanmaktadır. Bu uygulamayı Konfüçyüs de tasvip etmiş ve onu, faziletlerin en önde geleni olarak kabul ettiği ataya saygının bir ifadesi olarak teşvik etmiştir. Konfüçyüsçülük Çin’de Ju Chiao (Bilginlerin Öğretisi) ve K’ung Chiao (Konfüçyüs’ün Öğretisi) diye adlandırılmıştır. Konfüçyüsçülüğün kökleri Konfüçyüs’ten daha öncesine, “Ju” diye bilinen bir bilgin sınıfının öğretilerine kadar gider. Ju sınıfı eski Çin’de, Y er’e ve Gök’e dua ve kurbanların sunulduğu, yani ata ruhlarına ve tabiat tanrılarına ziyafetlerin verildiği resmî bir kültün dinî âyin ve törenlerinde görev alan uzman kişilerdi. Konfüçyüs’ün gayesi ideal insanlardan meydana gelen ideal bir toplum oluşturmaktı. Ona göre ideal insan

Chün-tzu adı verilen, akıllı, cesur, nazik, müzik ve törenlere bağlı, hırslı ve rekabetçi olmayan, mütevazi bir kimsedir. Chün-tzu aynı zamanda asil olmayan, fakat kültürlü yetişen bir asilzâde demektir. Chün-tzu, edebi manada “hükümdar oğlu” anlamına geliyor ve asaleti ifade ediyorsa da, Konfüçyüs kelimeye kendine göre anlam vermiştir. Konfüçyüs’ün tasarlamış olduğu ideal insan ve ideal toplum fikri onu, Platon’unki gibi ideal bir devlet düşüncesine sevk etmiştir. Zamanında iyi bir yönetim mevcut değildi, halk ıstırap içindeydi. Onun idealindeki devlet, bütün insanların fıtraten iyi olduğunun kabul edildiği, korku ile yönetilen değil, hükümdarla halk arasında karşılıklı anlaşma bulunan, karşılıklı güven esasına dayanan bir yönetim şekline sahiptir. Konfüçyüs, ideal bir toplum kurmada, halkı esas almış ve onların yetiştirilmesini, refah ve saadete kavuşturulmasını istemiştir. Bu noktada onun, modern demokrasi teorileriyle hemfikir ol-

4


FELSEFE

duğu söylenebilir. Konfüçyüs, zamanının geleneksel Çin dinini kabul ve tasvip etmekle birlikte, bir din öğreticisi olmaktan ziyade bir ahlâk öğreticisi olarak ün yapmıştır. Konfüçyüs, kendisinin bir din öğreticisi olduğunu iddia etmediği gibi, dinî hayatın problemleriyle de ciddi olarak ilgilenmemiştir. Aslında o, Orta Y ol’u takip edecek ve başkalarına da her şeyde aynı itidal yolunu gösterecek kültürlü, nazik bir “üstün insan” yetiştirmeyi amaçlayan bir ahlâk öğreticisi idi. Konfüçyüs’ün ahlâk anlayışının temelinde “sevgi” yatmaktaydı. Konfüçyüsçülük’te “evrensel fazilet” olarak ifade edilen bu sevgi anlayışı Çince “jen” terimi ile ifade edilmiştir. Bu “jen” terimi, “iyi kalplilik, iyilikseverlik ve sevgi” olarak tercüme edilmiştir. Konfüçyüs’ün “jen” öğretisi insan tabiatının kendisine dayandırılmıştır. Her insan “jen”i tatbik etmeye muktedirdir. Bunu uygulamadığı sürece de mükemmel insan sayılmaz.

Konfüçyüs, dünyada beş şeyi her şeye uygulayabilmek yeteneğine “mükemmel erdem” demektedir. Bunlar; ağırbaşlılık, cömertlik, samimiyet, doğruluk ve nezakettir. Bunları da şöyle açıklamıştır: “Ağırbaşlı isen saygısızlık görmezsin. Cömert isen her şeyi elde edersin. Samimi isen halk sana güvenir. Doğru isen çok şeyi başarırsın. Nazik isen başkalarını hizmetinde kullanabilirsin”. Devletle siyasetin hizmetinde olan, ayin ve törenlere dayalı bir sisteme sahip olan Konfüçyüsçülük, bu yönüyle, Çin dini geleneğinin, daha çok metafizik içerikli öğretileri üzerine kurulmuş olan Taoizm’den ayrılmaktadır. Taoizm’in kurucusu kabul edilen, önemli bir Çin filozofu olan Lao Tzu, aynı zamanda Konfüçyüs’ün çağdaşı olduğu kabul edilir. Bir efsaneye göre iki filozof arasında ilginç bir görüşme olmuştur. Çin dinî geleneğinin iki kolunu temsil edecek olan dinlerin iki kurucusunun karşılaşması şöyle aktarılmaktadır:

5


FELSEFE

“Konfüçyüs, âyinlere dair bilgi edinmek üzere Lao Tzu’nun yanına gider. Lao Tzu ona: "Tao'yu buldun mu?" diye sorar. "Onu yirmiyedi yıl aradım ama bulamadım" der Konfüçyüs. Bunun üzerine Lao Tzu, muhatabına şu öğütleri vermekle yetinir: "Bilge kişi karanlığı sever; olur olmaz şeylere kendini kaptırmaz, zamanı ve şartları inceler. Eğer yer ve zaman elverişliyse konuşur, değilse susar. Hazinesi olan biri, onu herkese göstermez. Demek ki gerçekten bilge olan kişi hikmeti her gelene açıklamaz. Kendini beğenmiş nefsini, arzularını, üzerindeki müstağniliği ve gayretkeş görüntüyü yok et! Bunların, şahsiyetine hiçbir faydası yoktur. İşte sana söyleyeceklerimin hepsi bu." Konfüçyüs, bu görüşmeden üzgün bir vaziyette ayrılır. Talebelerine şöyle söyler: “Bütün hayvanları tanırım kuşlar, balıklar, dört ayaklılar- ve her birinin davranışlarını bilirim. Ancak henüz ejderhayı tanıyamadım: Çünkü o, bulutların ve rüzgârın üstünde göğe çıkmaktadır. Bugün Lao Tzu'yu gördüm, o bir ejderhaya benziyor.” Bu karşılaşmanın doğruluğu şüphelidir. Ancak burada anlatılmak istenen şey, iki büyük din kurucusunun sembolik karşılaşmasıdır. Bu karşılaşma, M. Eliade'ye göre, iki büyük düşünürün temsil ettikleri dinlerin uyuşmazlıklarını göstermektedir.

Yazan: Ergin Yılmaz Kaynakça: Clearly, Thomas, “ Konfüçyüs Düşüncesinin Temelleri” (1997), Çev.Sibel Özbudun, Anahtar Kitaplar Güç, Ahmet, “Konfüçyüs ve Konfüçyüsçülük”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Bursa, Y ıl 2001, c. 10, sayı: 2, s. 43-65 Konfüçyüs, “Konuşmalar” (2001), Çev. Muhaddere Özerdim, Milli Eğitim Bakanlığı Y ayınları:970, Ankara

6


FELSEFE

FELSEFİ DOSTLUK Günlük yaşamda birçok arkadaşlıklar Dünyada bu kadar kötülüğün olmasıkurarız; zamana, koşullara ve konu- nın nedeni, kişiliğin, tercihleri konumumuza bağlı olarak. Ancak felsefi sundaki maskeleme başarısıdır. Kişidostluk kavramına çok aşina değiliz. liği tamamen yok edemeyeceğimize Çoğu zaman arkadaşlıklarımız, kişili- göre ise, dünyada her daim kötülüğün ğimiz tarafından belirlenir. Genellikle var olacağını söyleyebiliriz. Ancak kökendi kişiliğimize yakın olanları çev- tülüğe karşı bilinç ve farkındalık silaremizde görmek istiyoruz ve buna hıyla savaşabiliriz. göre tercihlerimizi belirliyoruz. Zihin- Kişiliğimiz, doğası gereği kusurludur. sel yapısı, duygu durumu, enerjisi, fi- Zayıf yanlarını örter, bazen de bize ziksel görünüşü hatta kusurları bile onları birer erdemmiş gibi gösterir. bize benzeyen kişileri seçiyoruz. Seçi- Kişiliğimiz, bir ideale bağlı olmaktan yoruz diyorum ama bu çoğu zaman ziyade, beslenme, barınma, sosyal özgür bir seçim olmuyor; bu, daha çok gibi temel ihtiyaçlarımızı öncelikli kobilinçaltı mekanizmalarımızın yaptığı numa koyuyor. Dolayısıyla var olabilbir tercih oluyor. Bilinçaltı mekaniz- memiz için gereklidir, ancak evrimmalarımız ise büyük ölçüde dış koşul- leştirici bir etkiye sahip değildir. Daha lar tarafından yönetilmektedir. Dola- iyi bir insan ve daha iyi bir dünya için, yısıyla seçim yaptığımızı zanneder- bir ideale bağlı olmak gerekmektedir. ken, aslında dış koşulların bizi yönet- Bunun için de iç olarak felsefi değermesine izin veriyor, yaygın fikirleri lerin uyanması gerekmektedir. sanki bize aitmişler gibi benimsiyo- Felsefe çalışmak, sadece felsefi teoriruz. Seçim yaptığımızı zannediyoruz, leri öğrenmek demek değildir; daha ama aslında kararlarımızı bilinçaltı iyi bir insan, daha iyi bir dünya inşa mekanizmaları ile çalışan kişiliğimiz edebilmek için bir idealin peşinden veriyor. Kişiliğimiz, moda olan fikir- gitmek, bunun için irade ortaya koyleri kolaylıkla benimsiyor ve bunu mak demektir. Felsefi dostluk kav“çağdaşlık” maskesi ardına gizleyebi- ramı da bu noktada anlaşılabilir olaliyor. Esasında kişiliğimiz, her sefe- caktır. Zira kişiliğimizden kaynaklarinde tercihlerimizi bir haklılık mas- nan arkadaşlıklara değil, felsefi dekesi ardına gizliyor; tercihimizin ne ğerlere dayanan bir dostluğa değer kadar yıkıcı etkileri olursa olsun, eğer verdiğimizde, hep birlikte daha iyi bir ortaya bilinç koymuyorsak yaptığımız dünya inşa etmek için daha güçlü bir her şey bize iyi ve doğru görünecektir. konuma ulaşacağız. Farklılıklarımız

7


FELSEFE

ne ölçüde olursa olsun, kişiliğimize tamamen aykırı kişilerle bile, hep birlikte bir ideal uğruna çalışmanın verdiği yüksek sevinci paylaşacağız. Zira felsefi dostluk, bize benzeyen kişilerle beraber olmayı garanti etmez, ancak yüksek bir birlik halini garanti edebilir. Bunun için de, kadim zamanlardan beri aktarılan ve aktarılmaya devam eden yüksek fikirleri benimsemek ve hayatımızdaki birincil konu haline getirmek gerekir. Kişiliğimizin ihtiyaçlarını, yani fiziksel, enerjetik, duygusal ve zihinsel ihtiyaçlarımızı öncelikli konu yaparsak, kişilik odaklı bir hayat sürmüş oluruz ki, bütün ihtiyaçlarımızın karşılanmasına rağmen yine de mutsuz olabiliriz. Birçok araştırma mutluluğun, kişiliğimizin bencil isteklerinin karşılanması ile bir ilgisinin olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla mutluluğun daha üst bir benlikten, ruhsal olandan geldiğini söyleyebiliriz. Herkesle ve her şeyle ortak bir kökene sahip olduğumuz, evrende her şeyin bir bütün olduğu ve bizim de bu bütünün bir parçası olduğumuz fikri, ancak felsefi değerlere dayanan bir dostluğun var olduğu bir ortamda ortaya çıkar. Buna bağlı olarak, aralarında kan bağı olmasa bile, daha iyi bir insan ve dolayısıyla daha iyi bir dünya inşa etmeye çalışan, yüksek felsefi değerler etrafında buluşan bireylerin arasında bir

kardeşlik bağının oluştuğunu görebiliriz. Her şeyin kökeninin ruhsal olduğunu fark ettiğimizde, ruhsal bir kardeşliğin her şeyden daha değerli olduğunu algılayabiliriz. Ancak bunun için bilinç ve farkındalığımızı yükseltmemiz gerekmektedir. Bize benzemeyen kişilerle aramızda kardeşlik bağını hissetmek elbette ki kolay bir şey değildir, ancak kişiliğimizi değil de yüksek değerleri merkeze koyduğumuzda, bu bağı algılamak daha mümkün olacaktır; bu sayede hayatımızda ve hatta kişiliğimizde de olumlu yönde değişimler olması mümkündür. Daha iyi bir dünya için daha iyi insanlar gereklidir, daha iyi birer insan olmak için ise önce kendi kişiliğimizi iyileştirmekle başlamalıyız, felsefe bunu sağlayacaktır, felsefi dostluk da bunu hep birlikte başarabilmemizi… Kaynakça: Feniks dergisi, sayı 79, “Birlikte uyum içinde yaşamak” Delia Steinberg Guzman Yazan: Ergin Yılmaz

8


SANAT

TRAGEDYA “Tragedya, öyle güçlü ve şaşırtıcıdır ve izleyicinin dikkatini öylesine üzerine çeker ki izleyici artık izleyici olmayı bırakır ve yavaş yavaş kendini eserin bir parçası olurken bulur, sanki o da bir oyuncudur ya da en azından olaylardan derin bir şekilde etkilenen bir katılımcıdır.” JAL (sf.16) İzleyicinin aktif olması tragedyanın değişim ve dönüşüm üzerine kurulu olmasından kaynaklanır. M.Ö 5 .yy’da doğmuş olan Y unan Tiyatrosu kaynağını Eleusis Gizemlerinden alır. Gizemlerin sırrı coşkunun, mutluluğun ve yaşama sevincinin tanrısı Dionysos için yapılan törenlerle açığa çıkar. Doğa tanrısı Dionysos adına yapılan törenlerde Satyr kılığında başıboş bir şekilde Dithyrambos şarkıları söyleyerek dans eden koro Dionysos’un

ölümünü ve yeniden doğumunu canlandırır. İlk insan sonbaharda doğanın ölümü karşısında duyduğu acıyı doğaya öykünerek dindirmeye çalışır. Dionysos’un sunduğu esrime içinde insanlar doğanın gücüne ve sırlarına ermeyi bekler. Herodotos’a göre: Arion, ilk kez bir koro oluşturmuş ve onu törende amaçsız dolaşan insanları belli bir noktada (altarın çevresinde bir halkada) toplamış ilk kişidir. Koronun şarkısını belli bir konusu olan düzenli bir şiir haline getirmiştir. Dionysos’un özelliği olan İki Kere Doğan anlamına gelen Dithyrambos’un koral od biçiminde söylenmeye başlamasıyla tragedyanın ilk tohumu atılır. Dithyrambos gelişimini bir alay ilahisi olarak ortalıkta söylenirken belli bir noktada ayakta söylenen şarkıya dönüşmesine borçludur. Altar etrafında koro tarafından Dithramybos şarkısı söylenirken hipokritesin (yanıt veren) uygun biçimde koroyla konuşmaya başlamasıyla dithyrambos bir acı çekme oyununa dönüşür. Aristoteles’in

9


SANAT

söylediği gibi, tragedya sanatı “dithyrambos önderlerinden” evrimleşmiştir. Dithryrambos Y unancada “teke” anlamına gelen “tragos” sözcüğü ile şarkı anlamına gelen “aiode” sözcüğünün birleşmesi ile konuşmalı şarkı anlamında “tragoidia”yaya (tragedyaya) dönüşür. Tragedya Atina’da MÖ 5. yüzyılda tiran Peisistratos’un 534’de düzenlediği ilk dram yarışmasıyla dinsel bir törenden sanat ürününe dönüşür. Tragedya Y unan kent devletinin sahip olduğu demokratik yapıyı korumak adına önemli bir araç olur. “Tragedyanın ödevi, acıma ve korku duyguları uyandırıp ruhu tutkulardan temizlemektir.” (Poetika, 6.Bölüm, 1449b1450a) Bu açıdan Aristoteles’in söylediği gibi mitos “tragedyanın kaynağı ve ruhu” olarak ortaya çıkar. Tragedyalar mitoslar üzerine kuruludur. Sıradan kişilerin değil soylu kişilerin düştüğü hatalar izleyende korku ve acıma duygularını uyandıracaktır. “Tragedyanın, kaderin ve tanrıların üstün geldiği ve insanların eylemlerinin yönettiği tiyatro türü olduğunu söyleyebiliriz.” JAL (sf.13) Önemli tragedya eserlerinden olan Oedipus’da, Oedipus doğaya ve tanrılara karşı gelir. Her şeyi bildiğini söylerken, tragedyanın gelişimi içinde hiçbir şey bilmediğinin farkına varır. Aristoteles, ozanın ödevinin, “gerçekten olan şeyi değil, tersine, olabilir

olan şeyi, yani olasılık ve zorunluluk yasalarına göre mümkün olan şeyi dile getirmek”, olduğunu söyler. Oedipus eseri buna çok iyi bir örnektir. Oedipus’un nasıl mutluluktan mutsuzluğa sürüklendiğini oyun boyunca görürüz. İzleyen Oedipus’la özdeşleşerek onun yaptığı hataları yapmaması gerektiğini anlar. İzleyen kişi oyunun sonunda başka bir kişiye dönüşür. Aristoteles, Aiskhylos, Sophokles ve Euripides’in yazdığı tragedyalardan yola çıkarak tragedyanın tanımını ilk kez İ.Ö 320 yıllarında Poetika adlı eseriyle gerçekleştirir. “Tragedya mutluluğu arayan insanın rasyonel ruhunun eylemlerini yani erdemli davranışlarını taklit eder.” Yunan kent devletinin oluşumunda insanların eylemlerinin düzenlenmesinde tragedya sanatı rol oynar. İzleyen Katharsis aracılığıyla tutkularından arınarak erdemli olmayı öğrenir. Antik Y unan’ın altın devri sona erdiğinde tragedya formu da yeniden inşa edilemez bir model olarak kalır. Roma’da ve tiyatro tarihi içinde tragedya örnekleri oluşturulmaya çalışılsa da ilk örnekleri gibi başarılı olamaz. Kaynakça: “Antik Y unanistan’da Gizemler Tiyatrosu” Jorge Angel Livraga “Poetika” Aristoteles Yazan: Nurdan Özgür

10


FELSEFE

DÖNÜŞÜM Neden herkesin doğruları kendi doğ- vaplarımızı. Tabi Platon’un eserlerusudur? rinde hocası Sokrates’in ağzından döNeden birisinin güzel bulduğu bir şeyi külen cümleler eşliğinde. bir başkası güzel bulmaz? Öncelikle insan duyularının aldatıcılıNeden adalet herkese göre farklı anla- ğından bahseder bize Platon. şılır? “Ruh beden ile bir şeyi inceleNeden birisi için iyi olan bir başkası meye giriştiği vakit, muhakkak için can sıkıcıdır? beden ruhu aldatır. Ruh ancak Neden hakikat olandan anlaşılan bu duyuların aldatıcı dünyasından kadar çeşitlidir? kurtarılırsa gerçeği tüm çıplakBu soruları daha sayfalarca uzatabilir lığı ile görebilir. Ten akıl ile beve eklemeler yapabilirsiniz. Hatta raber oldukça insan hakikati “Çünkü herkes farklıdır.” Diye bir tes- kavrayamaz .” pitle de tüm bu sorularınızı tek bir ce- Öyleyse aklı, duyuların aldatıcı dünvapla sonlandırabilirsiniz. yasından kurtarmaya gayret gösterGelin konuyu biraz daha derinleme- meyi bize salık verir. Bir filozofun tek sine inceleyelim. Günlük hayatın yü- işinin kendini saflaştırmak olduğunzeysel cevaplarının ötesinde, bir batı dan bahseder ve saflaşmanın yolunu filozofunun “Tüm batı felsefe tarihi da felsefe olarak açıklar. O’na düşülmüş dipnotlardan ibaret- Platon’un bize sunduğu öğretiye göre; tir” diye felsefe tarihi açısından öne- 1-İyilik, Güzellik, Doğruluk, Adalet ve mini vurguladığı Platon’da; o büyük Hakikat, İdealar Dünyasına ait olan, bilgenin öğretilerinde arayalım ce- değişmez olan, eksilmez artmaz,

11


FELSEFE

bölünmez, hiçbir şekilde şartlardan ve koşullardan etkilenmez olan şeylerdir. İdealar Dünyası, var olan her şeyin en mükemmel formlarının olduğu dünyadır. 2-Görünür dünyada her şey, İdealar dünyasında olan şeylerin bir yansımasıdır. Mesela güzel olan bir şey, Güzellik İdea’sından dolayı güzeldir. 3-İnsan saflaştığı ölçüde görünür olan şeylerin hakikatini kavrayabilir. Ruh, bedenin duyuları ile değil de, ancak biriktirdiği bilgelik ile şeyleri temaşa etmeye başladığı zaman hakiki bilgiye erişilebilir. “Saf olmayan biri için, saf olan bir şeyi kavramak imkânsızdır.” 4-İdealar’ın bilgisi Ruh’ta vardır. Zira bir zaman bu bilgiyi Ruh kazanmış ve beden ile birleşince bu bilgiyi unutmuştur. “Kendilerini ağzımızdan hiç düşürmediğimiz bu nesneler, bir Güzel bir İyi ve bu türden olan tüm gerçeklikler var oluyor ve duyu algılarımızın içeriklerini ona göre sınıflıyor, bununla da daha önce bize ait olanı anımsıyoruz.” 5-Bir filozofun ödevi, kalıcı olan Ruh’un ekseninde bir yaşam kurmak ve unuttuğu bu bilgileri Ruh’a çabası ölçüsünde hatırlatabilmektir. “Bilmek, hatırlamaktır. Öğrenmek, zaten bizim olan bilgiyi ye-

niden elde etmektir. Bunlar, kendinde ve kendi başına var olan şeylerle ilgilidir.” Öyleyse Platon’un bu öğretileri bizler için bir davettir. Biz’de olana, kalıcı olana dikkat vermeye davettir. Sorularımızın cevaplarından önce, düşüncemizi şeylerin aldatıcı yanılgılarından kurtarmaya bir davettir. Saflaşmaya, bilgeleşmeye ve çabaya davettir. Aşk ile arayışa bir davettir. Farklılıkların, farklı yollarında bilgelikte birleşmeye davettir. Kalıcı dönüşüme, hatırlamaya davettir. “Ruh ölümsüzse, ona yalnızca bizim yaşam süresi adını verdiğimiz bu kısa zaman diliminin yüzü suyu hürmetine değil, ancak zamanın bütünü hatırına özen gösterilmesi gerekir. Olabildiğince iyi ve bilge biri haline gelmek dışında, ne bir kaçış ne de bir kurtuluş olacaktır.” “Ruhun giderken kendisiyle birlikte götüreceği her şey, kazandığı eğitim ve kültüründen ibarettir.” Bizlere düşen yürümek, keşfetmek ve paylaşmaktır. Kaynakça: “Phaidon” Platon Yazan: Mustafa Karagöz

12


ŞİİR

DELPHOI Delphoi'de yaşardı Olen Kültü Olen... Evrensel Varlık... Belki de o zamanlar işaret edilirdi Ulaşılması gereken ruhsal tamlık. Zamanla yitirse de gizemini Orpheus'la kazandı canlılık Apollon* Güneş Kelamı Dionysos sırlarıyla Getirdi ruhlara yeniden aydınlık. İlham ve sezgiye dayanan yolda Kâhinler sundu Apollon'a bağlılık Delphoi tapınağı dünyanın merkezi oldu Y aydı etrafına derin kutsallık. Girişinde vardı "Kendini Bil" yazısı Sanki derdi: sende gizlidir gerçeklik Orpheus, Pythagoras, Sokrates'e açıldı kapısı Miras kaldı bize kadim bilgelik. Yazan: Ezgi Çetin *Apollon: Olen kökünden türemiştir. ''Ap Olen'' Evrensel Baba demektir.

Apollon Tapınağı, Delphoi, Yunanistan (Fotoğraf: Şeref Ünal)

13


KİTAP

YENİ BİR DÜŞÜNCE FRİTJOF CAPRA* Bir fizikçi olarak birçok üniversitede dersler vermiş, birçok araştırmaya imza atmış, bizlere modern fizik ile Doğu mistisizmi arasındaki ilişkileri ''Fiziğin Taosu''nda yalın bir dille anlatmış olan Fritjof Capra bu kitabında; tabiat bilimleri, beşeri ve sosyal bilimler alanında Newtoncu-Descartescı mekanistik dünya görüşünün sürmekte olan etkisini ve yeni fiziğin bilimlerde paradigma değişimi için ideal model olduğunu ortaya koyuyor. ''1920'lerde Heisenberg ve Bohr'un başını çektiği fizikçiler dünyanın birbirinden bağımsız

nesnelerin bir koleksiyonu olmayıp daha çok birleşik bir bütünün çeşitli kısımları arasındaki bir ilişkiler ağı şeklinde göründüğünü fark etmeye başladılar.'' Bilim adamları atomik fenomenleri klasik terimlerle tasvir ettiklerinde paradokslar ortaya çıkmıştı. Çünkü atomaltı madde ikili (düal) -bazen parçacık bazen dalga şeklinde- mahiyet sergiliyordu. Sonunda Kuantum Teorisi formüle edildi ve fizikte klasik çatının sınırları dışına çıkıldı. Böylece parçacıklara indirgemenin tersine evreni ilişkiler ağı şeklinde gören Doğu düşüncesiyle paralel yeni fizik ortaya çıktı. İşte yazarımız kitabında, W. Heisenberg ile yeni fiziğin Doğu Mistisizmine benzerliğine dikkat çekiyor; J. Krişnamurti ile Doğu maneviyatına dalıp kendini gerçekleştirme yolunda anahtar fikirler edinmeye çalışıyor. G. Bateson ile yeni zihin kavramını irdeliyor; G. Chew ile tabiatı temel birimlere indirgemeyen Bootstrap Teorisi'ni ele alarak bu teoriyi Budizm ile ilişkilendiriyor. S. Grof ile psikanalizi, R. D. Laing ile akıl hastalığını, C. Simonton ile kanser hastalığını ele alarak sağlık alanında hakim görüşlerin ötesine uzanıyor; insan tabiatına mekanistik ve indirgemeci bir yaklaşımdan bütüncül ve ekolojik bir vizyona yönelen paradigma değişiminin ana

14


KİTAP

hatlarını çiziyor. E.F. Schumacher ile ekolojik bilince dayanan ekonominin ve insanlığa dost teknolojilerin bilgelikle bağlantısını kuruyor; C. Merchant ile feminizm ve ekoloji arasındaki ilişkiyi, mekanistik bilimin doğuşundan itibaren tabiatın sömürülmesiyle kadın sömürüsünün birlikte ilerlediğini keşfediyor. H. Henderson ile ekonominin ekolojik ve sosyal gerçekleri de içine alan bir yeniden yapılandırmaya ihtiyaç duyduğunu ve geçerli ekonomik

modelin miadını doldurduğunu gözler önüne seriyor; İndira Gandhi ile Hint toplumunda feminizmin yerini sorguluyor. Her biri konusunda uzman seçkin entelektüeller, bilim adamları ve politikacılarla yapılmış konuşmaları içeren bu kitap fizik, biyoloji, psikoloji, tıp, ekoloji, ekonomi, politika, feminizm, maneviyat gibi bir çok alanda ufku genişleten bilgiler içeriyor. Yazan: Ezgi Çetin *Kitap, kütüphanemizde mevcuttur.

AKTİFFELSEFE BURSA GIORDANO BRUNO KÜTÜPHANESİ KİTAP LİSTESİ Değerli okuyucularımız, kütüphane tarama yapabileceğiniz gibi, en son kitap listemiz elektronik ortama akta- eklenen kitapları da ayrı bir sekmede rılmış olup sürekli olarak güncellen- görebilirsiniz. Aşağıdaki bağlantıdan mektedir. Kitap adına göre, yazar ulaşabilirsiniz: adına göre, numara sırasına göre https://drive.google.com/file/d/0ByUrpIUewMyCVVQ2S0JZNF84bnM/view ?usp=sharing

YENİ YÜKSEKTEPE YAYINLARI

15


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.