KASIM - ARALIK 2017 SAYI: 9
Sokrates’ten Ölüme Beş Kala Beş Öğreti Kadim Bir Gelenek Olarak Felsefe
Birisi Sürekli Sözümü Kesiyorsa Ne Yapmam Gerekir? Fobia - Korkularımız Hijyen
OLYMPOS Eski Yunan Mitolojisi'nde tanrıların oturduğu kabul edilen ve 2919 m. yükseklikle Yunanistan'ın en yüksek zirvesini oluşturan Tesalya bölgesindeki dağ ile birlikte, antik çağda toplam 19 dağ Olympos ismini taşımıştır; bunlardan biri de Bursa’nın kültürel simgesi olan Uludağ’dır. Olympos’un Yunanca bir kelime olmadığına dair varsayımlar bulunmaktadır. Bu adın kaynağı ve anlamı tam anlamıyla bilinmese de eski Anadolu dillerinden geldiği ve çoğunlukla "yüksek dağ" anlamını taşıdığı anlaşılmaktadır. Gökyüzündeki bulutlara kadar doruğu uzanan ve tanrıların yerleşim edindiği dağ olduğu inancı ise Yunan'a Sümer’den girmiştir. Antik çağın ilk tarihçilerinden Herodot (M.Ö. 490-420) yazdığı Herodot Tarihi isimli kitabında Uludağ, "Olympos" olarak geçer ve Olympos'ta Lydia kralı Kroi-
sos'un oğlu Atys'in yaşadığı trajediyi anlatır. Herodot'tan 400 yıl sonra Amasya doğumlu coğrafyacı Strabon (M.Ö. 64-M.S. 21) yazdığı Coğrafya isimli kitabında Uludağ, Olympos ve Mysia Olympos'u olarak geçer. Strabon, "Mysia" isminin aslının Lydia'lılarda gürgen ağacı anlamına gelmekte olduğunu belirtir. Ünlü coğrafyacı, Prusa’nın (Bursa) Mysia Olympos’u eteklerinde kurulduğunu, Phrygialılar ve Mysialılarla sınır komşusu olduğunu belirtir. İki ayda bir yayınlayacağımız bültenimize verdiğimiz “Olympos” ismi, Bursa’ya özgü olmasının yanında, anlam açısından yüksek fikirleri ve idealleri çağrıştırmasından dolayı, mitolojik olmaktan öte felsefidir de. Bizler de bu ilhamla yola çıkarak, ismi gibi içeriğiyle de sizlere ilham olacak bu yayını oluşturmak istedik. İyi okumalar diliyoruz.
AKTİFFELSEFE YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ BURSA ŞUBESİ Adres: Fethiye Mah. Gazi Sok. No:14 (FSM Bulvarı Bosch Addax Arası) Nilüfer Bursa Tel : 0542 642 1611 E-posta : bursa@aktiffelsefe.org Web: http://aktiffelsefebursa.org
içindekiler Önsöz………………………………………………………………………………………..…….2 Sokrates’ten Ölüme Beş Kala Beş Öğreti ……………………………………….……3-6 Kadim Bir Gelenek Olarak Felsefe & Felsefenin Toplumumuzdaki Kötü İmajının Nedenleri ……………….……….7-9 Birisi Sürekli Sözümü Kesiyorsa Ne Yapmam Gerekir?.............................10-11 Fobia-Korkularımız………………………………………………………………..…….….12-13 Hijyen…………..…………….…………………………………………………………..…..…14-15 Düzensizliğin İçerisinde Düzen, Maat Ve Eski Mısır'a Dair (Kitap)……...16-17 Thales (Şiir) ………………………………………………………………………………...…18
Ödüllü Soru…………………………………………….…………………………………..….19
Merhaba, Yeni sayımızda, Sokrates’in ölümünden hemen önce öğrencilerine aktardığı öğretilere yer verdik. Sokrates’in öğretisi, çağlar boyunca etkili oldu ve düşünce dünyasına yön verdi. Bunun, öğretisinin yanısıra sergilediği yaşam örneği ve uğrunda ölümü bile göze aldığı hakikate bağlılığı sayesinde olduğunu söyleyebiliriz. Antik zamanlarda felsefe, bilgeliğe ulaşmaya yönelik bir uğraş olup bir hayat tarzı olarak algılanmakta idi. Günümüzde felsefenin bu özel anlamı unutulmuş ve salt spekülatif bir boyuta indirgenmiştir. Evrenin yasalarını anlamaya çalışırken, bizim de evrenin bir parçası olduğumuzu unuttuk. Felsefenin salt zihinsel bir uğraş olduğunu zannettik. Bunun, Kadim Bir Gelenek Olarak Felsefe adlı makalede tarihsel süreç içerisinde neden böyle geliştiği ile ilgili cevaplar aradık. Tabi cevapları dışarıdan ziyade kendi içimizde aramak daha doğru olacaktır. Bunun yanında, iletişim çatışmaları ile ilgili makalemizde iletişim konusunda sık sık yaptığımız hatalara değindik. Fobia-Korkularımız adlı yazımızda ilkel benliğimizin karanlık köşelerine ışık tutmaya çalıştık. Hijyen adlı makalede ise hijyenin fiziki, enerjetik, duygusal ve zihinsel planlarda anlamını sorguladık. İyi okumalar diliyoruz.
2
FELSEFE
SOKRATES’TEN ÖLÜME BEŞ KALA BEŞ ÖĞRETİ Hapisteki son günüydü. Durup baksa- sanat dediği şeyi icra ediyor ve felsenız yüzüne, sanki birazdan baldıran feden konuşuyordu. zehrini içip kaskatı kesilecek vücudun 1-“Acı ve haz, bir başa bağlanmış sahibi o değildi. Her zamanki gibi va- iki yaratık gibidir. Birini kovalakurdu. Hiç de hapiste gibi, hiç de son yıp yakaladığınız zaman, öbügününü yaşar bir telaş halinde de- rünü de yakalamak zorunda kağildi. Hüküm gününden beri epeyce lırsınız.”(ACI VE HAZ YAŞAMI) zaman geçmişti. Kaldığı yeri bir ders- Bacağından çözülen zincir ile konuya liğe çevirmişti. Öğrencileri mahkeme girerek acıdan ve hazdan söz etti. Acı meydanında toplanırlar, erkenden ve haz temeli yaşamın, iki kutupta süyanına giderlerdi. Apollon’a adanan rekli bir sarkaç gibi gidip geldiğinden gemi Delos’tan dönmüş ve infaz günü bahsetti. Az önce zincir vurulmuş bagelip çatmıştı. Öyle bir duruşu vardı cağının duyduğu acıdan ve şimdi raki ölüm karşısında bile filozoftu ve öğ- hatlamış olarak aldığı hazdan. Bu ikirencileri, bu son dersin etkisinden sini de duyan aynı bacaktı. İnsan da olacak, ona acıyamıyorlardı bile. Göz- böyle olmalıydı. Ömrü boyunca haz leri önünde birazdan ölüme gidecek peşinde bir yaşam acıyı getirecekti bir kurban gibi değil, gülümseyerek veya acının doğru yorumlanmaması öğrencilerine konuşan ve son dersle- ve bilinç için taşıyıcı bir kolon haline rini veren bir Hoca gibi onlara bakı- gelmemesi, aldatıcı hazların kapısını yordu. Ömrünün son anında bile aralayacaktı. Bir ömür, bu döngünün mutlu ve cesurdu. Ve yine en büyük amansız akışına kendini kaptıran için
3
FELSEFE
böyle geçip gidecekti. Oysa daha üstte, daha kalıcı bir şeylerin üzerine inşa edilmesi gereken bir yaşam vardı. “Ölüm adını verdiğimiz şey, bir yandan tenin ruhtan ayrılarak kendi kendine kalması, öbür yandan ruhun tenden ayrılarak kendi kendine var olmaya devam etmesi değil midir?” diye sordu öğrencilerine. Öyleyse insanda, toprakta parçalarına ayrışıp oraya karışacak olan bir beden ve bunun ötesinde ölümsüz, yok olmayacak bir ruh vardı. Bir filozof, hazzın ve acının sarkacındaki hayatın ötesinde, ruhun uydusunda bir hayat aramalıydı. Mümkün olduğu kadar her eylemi, tenin tatmininde öte, ruha doğru dönmüş olmalıydı. Bir filozof, yaşamı boyunca bedeniyle ruhunun ayrımına vardıysa, onları birbirinden ayırdıysa, öldüğünde zaten ayrılacak olan bunlar için neden korku ve üzüntü duysun diye soruyor ve bir filozof aslında tüm yaşamı boyunca ölüme hazırlanan kişidir diye de ekliyordu. 2-“Saf olmayan biri için, saf olan bir şeyi kavramak imkânsızdır.”(FİLOZOF – SAFLAŞMA İDEALAR) “Ruh beden ile bir şeyi incelemeye giriştiği vakit, muhakkak beden ruhu aldatır. Ruh ancak duyuların aldatıcı dünyasından kurtarılırsa gerçeği tüm çıplaklığı ile görebilir. Ten akıl ile be-
raber oldukça insan hakikati kavrayamaz .” diyordu. Öyleyse insan saflaşması gereken bir varlıktı. Gerçek ile gerçek olmayanı ayırabilmek için önce görmeyi öğrenmiş gözlere ihtiyacı vardı. Bunun adı filozofluk, aracı da erdem idi. Gerçeklik, sahip olunan beden ve onun yanıltıcı duyularının ötesinde, saflaştırılmış bir düşünceye sahip ruh ile kavranabilirdi. 3-“Gerçek erdem kendisine bilgeliğin eşlik ettiği şeydir.”(SAFLAŞMANIN YOLUBİLGELİK-ERDEMLER) Cesaret, ölçülülük, adalet ve daha bir sürü erdem, bir filozofa yakışır erdemler olmalıydı. Ya da bir insan bunlar aracılığı ile saflaşıyor olmalıydı. Öyleyse bir filozof hangisini kendisine kılavuz ve yol gösterici olarak almalı idi? “Katlananlar cesaretten değil, korkudan cesur görünürler. Bazı hazlardan sakınıp bazı hazlara kendisini bırakanlar aslında ölçüsüzlükten dolayı ölçülü görünürler. Hazları hazlarla, korkuları korkularla, acıları acılarla değiştirmek erdeme ulaşmak için iyi bir değişim olmayabilir; karşılığında bütün şeylerin değiştirilebileceği tek sağlam para bilgeliktir.” Diye döküldü dudaklarından. Bu sözler görünüşe aldanmanın ne kadar yersiz olduğunu aşikâr ediyor-
4
FELSEFE
du. Hangi eylem olursa olsun bilgelikten beslenmeli idi. Bilgelik insan için bir tür ayin, diğer erdemler ise sadece birer arınma aracı olabilirlerdi. 4-“Evrende var olan her şey kendi karşıtından meydana gelir ve bu karşıtlar her zaman birbirinden doğarlar.”(DUALİTE YASASI - DÖNGÜ YASASI) “Ruhların bu dünyayı terk ederek öbür dünyaya gittikleri, oradansa gene dünyaya geldikleri, böylece ölümden dünyaya döndükleri fikri, hatırladığım eski bir geleneğe dayanır.” Diyerek konuşmaya başladı. Öyle ise yaşayanlar ölülerden doğuyordu. “Yalnız insanlarla yetinmeyin” dedi. Tüm varlık âlemini; bitkileri hayvanları inceleyin. Bütün doğan şeyler kendi karşıtından doğuyorlar. Her büyük olmuş şey önce küçüktü. Evren bu şekilde iki zıt kutup arasında oluş süreci yaşıyor ve tüm varlık iki zıtlık arasında döngüsel bir daire çiziyordu. Bu iki zıt şey birbirine dönüşmüyor ama olan her şey bu iki zıtlıktan meydana geliyordu. Öyleyse doğumun zıttı ölüm, ölümün zıttı doğumdur. Tüm doğumlar ölümden, ölümlerde doğumdan geliyorlardı. Bütün şeyler kendi karşıtlarından meydana geliyorlardı. Hayat ve ölüm, birbirinin karşıtı iseler, o halde birbirinden doğuyorlar; iki oldukları için de, aralarında çifte doğuş vardır. İnsan olarak bizler bir
ölüme doğuyoruz, bir de yaşama doğuyoruz. Aslında insanda yaşamdan ölüme, ölümden yaşama doğru bir daire çizmektedir. Eğer bu şekilde olmasaydı yani dairesel değil de doğrusal bir işleyiş olsaydı hiçbir şey kendi tamlığına doğru ilerleyemeyecekti. Doğan şeyler bir daire çizercesine ölen şeylere hep tekabül etmeseydi, bunun tersi olan yönde gitmeseydi, sonunda bütün nesneler aynı şekilde kalmış, aynı hale düşmüş, doğuşunda ardı kesilmiş olurdu. Örneğin uyku haline girme diye bir şey olsa, ancak uykudan yeniden uyanma biçimindeki dengeleyici bir süreç olmasaydı şeylerin nihai halleri Endymionla ilgili öyküyü anlamsız kılardı. Benzer bir biçimde yaşamdan pay alan her şey ölecek olsaydı, ve onlar öldükleri zaman, ölüm halinde kalacak ve yeniden yaşama dönmeyecek olsaydılar, her şeyin son çözümlemede ölü olması ve hiçbir şeyin yaşamaması kaçınılmaz olurdu. 5-“Bilmek, hatırlamaktır. Öğrenmek, zaten bizim olan bilgiyi yeniden elde etmektir. Bunlar, kendinde ve kendi başına var olan şeylerle ilgilidir.” (RUHUN ÖLÜMSÜZLÜĞÜİDEALAR) “Öyleyse, ölülerin, yaşayanlardan doğduğu gibi yaşayanların da ölülerden doğduğu noktasında beraberiz. İşte bu, ölü ruhlarının ister istemez
5
FELSEFE
bir yerde bulunduklarını, oradan da yeniden hayata döndüklerini kabul etmemiz için yeter bir delildir. Bir aşığın, bir liri, ya da bir elbiseyi, ya da sevgilisi tarafından sık kullanılan bir başka nesneyi gördüğü zaman neler hissettiğini bilirsiniz. O liri tanır ve aynı zamanda onun zihninde lirin sahibi olan kişinin sureti canlanır; işte bu anımsamanın ta kendisidir. Anımsama, üzerinden uzunca bir zaman geçtiği ve kendisini düşünmediğimiz için, unuttuğumuz şeylerle ilişki içerisinde ortaya çıkar. Bir şeyin anımsanmasına, ya o şeye benzer olan bir şeyin ya da o şeye benzer olmayan bir şey neden olur.” Bütün şeylerin özü, yani ne iseler o oldukları hakkında konuşuyordu. “Eşitlik diye bir şeyin var olduğunu öne süreriz. Var olduğunu öne sürdüğümüz bu eşitlik, bir sopanın başka bir sopaya ya da bir taşın başka bir taşa olan eşitliği değil de, bütün bu örneklerin ötesinde farklı bir şey, eşitliğin bizzat kendisidir. Eşitliğin kendisi, eşit olan şeylerden farklı, onların ötesinde bir şeydir ya da eşit olan şeyler eşitin kendisi değildir. Öyleyse bu
eşit olanın kendisinin bilgisini daha önceden kazanmış olmamamız gerekmez mi? Yine aynı şekilde, İyinin kendisini, Adilin kendisini düşünelim. Şu halde bütün bu şeylerin bilgisine, doğmazdan önce, sahip olmamız gerekir. Şu halde, ruhlarımız daha önce, insan şekline girmezden önce, bedenlerden ayrı olarak var oldu, ve bilgeliğe sahip oldu. Kendilerini ağzımızdan hiç düşürmediğimiz bu nesneler, bir Güzel bir İyi ve bu türden olan tüm gerçeklikler var oluyor ve duyu algılarımızın içeriklerini ona göre sınıflıyor, bununla da daha önce bize ait olanı anımsıyoruz. Ağzımızdan düşürmediğimiz bütün bu şeyler, güzel, iyi ve aynı cinsten bütün başka özler gerçekten varsalar, duyumlarımız önce kendimizde bulduğumuz bu ilksel bilgilerden geliyorsa ve onları bu bilgilerle kıyaslıyorsak, biz dünyaya gelmeden önce, bu özler var olduğu gibi, ruhumuzun da var olması gerekiyor.” Kaynakça: “Phaidon” Platon Yazan: Mustafa Karagöz
6
FELSEFE
KADİM BİR GELENEK OLARAK FELSEFE & FELSEFENİN TOPLUMUMUZDAKİ KÖTÜ İMAJININ NEDENLERİ Felsefe, etimolojik olarak ''philia'' (sevgi) ve ''sophia'' (bilgelik) kelimelerinden gelip ''Bilgelik Sevgisi'' demek olsa da günümüzde kötü bir imaja sahiptir. Öyle ki toplumumuzda boş konuştuğu düşünülen kimselere ''Felsefe yapma'' deniyor, ''Felsefe ile ilgileniyorum'' diyen kimseler ise anormal düşüncelere sahip garip kimseler olarak görülüyor. Bununla birlikte kişilere ''ateist'' veya ''sapkın'' gibi belli etiketler de yapıştırılıp farklı gözle bakılıyor. Oysa başlangıçta felsefe, hakikate ulaşmaya yönelik bir amaç yüklenmek; bilgeliğe dönük çaba göstermekti. İnsanın bilgeliği teorik bir bilmeyi ifade etmiyordu. Bilgelik, hakikatin sırlarına ermek; bu olgunlukta yaşamak ve topluma hizmet etmek demekti.
Örneğin, gezegenleri güneşin çevresinde tutan güç ile elektronları atom çekirdeğinin çevresinde tutan gücün kaynağı aynıdır. İnsan da bir mikrokozmostur, yani küçük evrendir. Buna göre kadim felsefe geleneği insanın kendi içine dönerek kendisini saflaştırdıkça hakikatin sırlarına vakıf olabileceği fikrine dayanır. Bu da ruhun Tanrısal özünü açığa çıkarması, insanın kamil insan mertebesine erişmesidir. Bu doğrultuda gayrette bulunmakla eşdeğer olan kadim felsefe geleneği içsel bir yolculuğa dayanır. Bu da duygusal ve arzulu olanın törpülenerek yüksek fikirlerin, erdemlerin hayata uygulanmasını içeren kişisel uygulamalar gerektirir. Felsefe ile uygulama her ne kadar bir çok insana birbiriyle ilişkilendirilemeyecek iki sözcük gibi gelse de felsefe her zaman insanlara günlük yaşamlarında kullanabilecekleri araçlar sağlamıştır. Örneğin, başarıya çıkan yaşam yolunun nasıl kötülükten kaçınarak izlenebileceği konusundaki öğütlerini kayda geçiren Lao Tzu bu fikirlerinin kullanılmasını amaçlıyordu.¹ Filozofun kendisini dönüştürmesi aynı zamanda toplumu dönüştürmek kaygısını da beraberinde getiriyordu. Bugün böyle bir kaygıdan uzak bir şekilde felsefeye topluma hiç-
Kendini tanı, evreni tanırsın. Sokrates Evreni ele aldığımızda makro planda işleyen yasalar mikro planda da işler.
7
FELSEFE
bir etkisi olmayan, boş söylemler yığını olarak bakılıyor. Bu kötü imajın nedeni son yüzyıllarda felsefe hakkında yazılanların anlaşılmamasıdır. Bu konuda uzun yıllar boyunca yazılanlar gerçekten ya sıkıcı ya da anlaşılmaz olmuşlardır² oysa rotayı kadim metinlere çevirdiğimizde hakikat gayeli bir yaşam tarzı buluruz. Felsefenin salt kuramsal dille aktarılan özel bir türe hapsolması ve toplumdan uzaklaşması son yüzyıllarda olmuştur. Modern üniversite felsefesinde, felsefe pek açıktır ki artık bir yaşam tarzı, bir yaşam türü değildir.³ Günümüzde felsefe deyince akıllara çoğunlukla tartışmak gelir. Oysa kadim felsefe geleneğinde amaç tartışarak karşıdakini sindirmek ya da üstün gelmek değildir. Örneğin Sokratesçi diyalog, Sokrates'in muhatabını kendini sorgulamaya, kendisi için kaygılanmaya, mümkün olduğunca ruhunu daha güzel ve daha bilge kılmaya sevk eden bir alıştırmaydı.⁴ Sokrates'in kullandığı bu yöntem ''Diyalektik Yöntem'' adını alır. Buna göre karşılıklı soru-yanıt yoluyla kavramlara açıklık getirmek hedeflenir ancak bunu yaparken çatışma veya yarışma amacı güdülmez. Bu yöntem yeterince içselleştirilmediğinden günümüze kadarki süreçte dejenere olmuş, tartışmak olarak bilinegelmiştir. Kadim felsefe geleneğinden bahsederken özel-
likle kadim Hint, Mısır ve Yunan uygarlıklarını anmamız gerekir. Bugün felsefenin Antik Yunan filozofu Thales (M. Ö. 624 - 546) ile başladığı kabul edilir. Bunun nedeni Thales'ten itibaren doğanın bilimsel tablosunun dizgesel bir yolla ortaya konmak istenmesidir. Ancak felsefeyi Antik Yunan'dan başlatırken Antik Yunan bilgeliğindeki diğer uygarlıkların etkisini gözardı etmemek gerekir. İlk Yunan filozofları üstündeki bu etki oldukça büyüktür. Örneğin, Pythagoras (Pisagor) uzun yıllar Mısır'da eğitim görmüştür. Bir süre Mezopotamya ve Hindistan'da öğrenimine devam ettiği de söylenir. Thales de Mısır'da bulunmuş olup doğunun bilgelik geleneğine vakıf filozoflar arasındadır. Kadim felsefe geleneği 8. ve 13. yüzyıllar arasında Kindî, Farabî, İbn Sina, İbn Rüşd gibi filozoflarla birlikte İslam coğrafyasında canlanmıştır. Fakat o dönemde Gazalî, filozofları eleştiri konusu yaparak felsefenin kötü imajının nedenlerinden biri olarak gösterebileceğimiz ''Felsefenin Tutarsızlığı'' kitabını yazmıştır. İbn Rüşd ''Tutarsızlığın Tutarsızlığı'' isimli eseriyle Gazalî'nin eleştirilerine karşılık verse de İslam dünyasında Gazalî'nin oluşturduğu felsefenin zararlı olduğuna dair imaj günümüze kadar etkili olmuştur.⁵ İbn Rüşd'e göre insanın varlık gayesi hakikattir. Hakikatin
8
FELSEFE
elde edilmesi bir yana onun sadece amaçlanması bile büyük önem taşımaktadır ve filozofları övmeye yeterli sebeptir. Kadim felsefe geleneği Ortaçağ Avrupası'nda Hristiyanlığın etkisi altına girse de Rönesans Dönemi'nde ''Hümanizm'' akımıyla tekrar canlanmıştır. Petrarca ve Boccacio gibi düşünürler insana özel bir önem atfederek dünyanın insan ruhunu geliştirmek için bir araç olduğu, ruhun hedefinin Tanrısal özü açığa çıkarmak olduğu düşüncelerini paylaşmıştır. Bu dönemde Manetti, Erasmus gibi birçok düşünür aynı düşünceleri savunmuş, Papalık ise bu düşüncelere karşı çıkmıştır. Filozoflar sapkınlıkla suçlanmış, Engizisyon filozofları sindirmek için şiddete başvurmuştur. Papalık'ın düşünce dünyasındaki etkinliği bugün kırılmış olsa da özellikle toplumumuzda halen felsefenin sapkınlık olduğunu düşünen kişilere rastlamaktayız. Avrupa'da Sanayi Devrimi ile başlayan süreçte kadim felsefe geleneği yerini, tinsel olanın yerine maddesel olanın düşünülür olmasına bırakmıştır. Auguste Comte tarafından geliştirilen ''Pozitivizm'' akımı Osmanlıların son döneminde ve Cumhuriyetin ilk döneminde felsefe ile uğraşan kimi çevreler tarafından felsefe diye savu-
nulmuştur. İlk felsefe bölümü olan İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde yine aynı geleneğin devamı olan neo-pozitivizm ile devam edilmiştir. Bu anlayışın en belirgin özelliği metafizik alanı, dolayısıyla Tanrı'ya dair her şeyi felsefî çalışmaların dışında tutmasıdır.⁶ Pozitivizmin dinin alternatifi olarak görülmesi toplumumuzda felsefeye kötü bir imaj yüklemiştir. Bununla birlikte felsefe ateizm ile eş anlamlı olarak algılanmıştır. Ancak kadim felsefe geleneğinde metafizik anlamda Tanrı düşüncesi vardır. Tanrı, evreni oluşturan ve varlıkta kendinden bir töz olandır. Felsefenin toplumumuzdaki imajı kötü de olsa bizim felsefe dostları olarak görevimiz; felsefeyi insanların onu anlayabileceği, uygulayabileceği şekilde yeniden gün ışığına çıkarmak ve nesilden nesile aktarmaktır. Böylece felsefe kadim zamanlardaki işlevini bir gün yeniden kazanacaktır. Kaynakça: ¹,² Felsefe Terapisi; Prof. Lou Marinoff; Gendaş Kültür; 2004 ³,⁴ Ruhani Alıştırmalar ve Antik Felsefe; Pierre Hadot; Pinhan Yayıncılık; 2012 ⁵,⁶ Felsefe Bayiliği; Mustafa Çevik; C Planı Yayınevi; 2015 Yazan: Ezgi Çetin
9
PSİKOLOJİ
BİRİSİ SÜREKLİ SÖZÜMÜ KESİYORSA NE YAPMAM GEREKİR? Bu soru, bir seminer sırasında bir hanımefendi tarafından dile getirilmişti. “Karşımızdaki kişi sözümüzü sürekli kesiyorsa ne yapmak gerekir?” Ben soruya yanıt verme fırsatı bulamadan yakınlardaki bir beyefendiden başka bir soru daha geldi ve bu, salonda uzun gülüşmelere neden oldu: “Peki, karşımızdaki kişi sürekli konuşuyorsa ne yapmak gerekir?” Tahmin edebileceğiniz gibi bu ikili soru, birlikte yaşayan bir çiftten geliyordu. Bunun kronik ya da alışılagelen bir soru (sorun) olduğunu düşünebilirsiniz. Ben, bu iki sorunun da üzerinde konuşulması gereken, değerli sorular olduğuna inanıyorum. Özellikle bu şekilde bir arada duruyorlarken.
Eşlerden biri, dinlenilmediğine ve anlaşılmadığına inanıyor. Bu durum, sürekli sözünün kesilmesiyle de destekleniyor ve işte tam da bu sebeple kendini ifade etme ihtiyacı daha da artıyor. Bu onda kendisini uzun uzun anlatma gereksinimi doğuruyor ve zaman zaman tek kişilik konuşmaların aktörüne dönüşüyor. Fakat ne yazık ki bu uzun konuşmalara rağmen dinlenilmediği ve anlaşılmadığı hissini aşamıyor. Diğer taraftan eşi, bu uzun konuşmalar arasında kendini ifade etmek için eşinin sözünü kesmek dışında bir seçeneği olmadığına inanmış durumda ve hatta bu sebeple kendi düşüncesine verilen değer hakkında dahi şüphe taşıyor. Bu uzun konuşma,
10
PSİKOLOJİ
beklentisellik ve suçlama altında olduğu hissi ile onu kendini savunmaya itiyor. Kim gerçekten beklentisel ya da kim gerçekten suçlu arayışı içinde döngüsel tartışmalara giriliyor. "Karşıtlıklar birbirini yaratır" fikrinin doğal bir görünümünün karşısında bulunduğumuzu, ikilinin durumunun karşıtlar açısından bakıldığında bu sonuçları doğurmasının ne kadar doğal olduğunu görmek gerekir. Kimse haksız değil fakat birbirimizi bu duruma iten karşıtlığı nasıl aşabiliriz? Peki, ne yapılabilir? Benim önerim, her ne olursa olsun öncelikle iyi bir dinleyiciye dönüşmektir. Öncelikle sözü sürekli kesilen kişinin, konuşması engellendiği anda “Henüz sözümü bitirmedim” ya da “Bir saniye izin verir misin?” gibi bir karşılık vermesi dinlenileceğini garanti etmeyecek. Bunun insanların bizi dinlemelerini sağlayacağına inanmak büyük bir yanılgıdır. Belki ilk seferinde evet, sağlayabilir ama sonrakiler sadece daha fazla karşıtlık yaratacaktır. Zira bu bir şiddet hareketi ya da sert, nezaketsiz bir bloklamadır. Bunun yanı sıra sesinizi yükseltmeniz de dinlenmenizi garanti etmeyecektir zira bir konuşmanın seviyesini düşürmenin en iyi yolu, sesimizi yükseltmektir. Bırakalım sözümüzü kessin, bırakalım kendini ifade etsin. Bu noktada bi-
zim ödevimiz iyi bir dinleyiciye dönüşmek olacaktır. Konuşmayı bir rekabet oyunu haline getirmek, ilişkiler içerisinde yapılabilecek en tehlikeli şeylerden biridir. Ama bu esnada şunları da unutmamak gerekir: Tamamıyla dinliyor olmanın fiziksel pozisyonunu alıp onu gözlerinin içine bakarak dinleyebilir, sözünü bitirdikten sonra kısa bir sessizliğin ardından ki bu onun sözünü bitirdiğinden emin olmak istediğimizi ifade eder ve son derece önemlidir; konuşmamıza başlayabiliriz. Bu noktada önemli bir diğer husus, ona yanıt vermek yerine sözümüze daha önce kaldığımız yerden devam etmek olacaktır. Yarım kalan konuşmanızı tamamladıktan sonra karşınızdaki kişiye yanıt verebilirsiniz. Size rahatlıkla söyleyebilirim ki bu, kişinin konuşmamızı engellediğini fark etmesini sağlayacaktır. Bizi karşıtlara dönüşmekten kurtaracak, onu dinleyerek iyi bir dinleyiciye dönüşmeye davet edecektir. Kimseyi yaralamayacak ve yaralanmayacak kadar güvende olmamızı sağlayacaktır. Peki, karşımızdaki kişi sürekli konuşuyorsa ne yapmak gerekir? Onu da bir başka zamana bırakalım... Kaynakça: “İletişimde Zen Bilgeliği” Kemal Karadayı Yazan: Kemal Karadayı
11
DENEME
FOBİA-KORKULARIMIZ Benim adım Fobia. Usulca sokulurum insanların yüreklerine. O yumuşacık pamuk yüreklere yerleşmek en büyük zevkim. Sadece bedenden oluştuğunun yanılsaması içindeki insanların yürekleri savunmasız bir kale gibidir. Ele geçirmek ve oraya yerleşmek öyle kolaydır ki. O yüreklere ektiğim ilk tohum, akıllı insanoğlunu kendi olmasından korkmasını sağlar. Ve bir anda tüm savunu mekanizmaları yıkılır. Tıpkı atom bombası atılmış gibi yüreklerine, darmadağın olurlar. Çıplak savunmasız insanoğlunun yüreğine saldığım ikinci korku, yalnızlık. Yalnızlığı hissettiği anda insan amaçsızca çırpınmaya başlar. Yalnızlığını doyurmak istedikçe yalnızlaşır. Kendi olmaktan korkar ve başkasına sığınmak ister. İşte benim zaferim. Diğeri kendini var etmekten acizken, sığınmak isteyene gözlerini kapar önce. Gözler tüm kapıları açabilecek anahtardır. Sığındığı kişinin gözleriyle buluşamamak tüm kapıları kilitler. Önce iki sonra üç tüm insanlar arasında yayılır soğukluk. Yalnızlığın soğukluğundan kaçıp ısınmak isterken buz keser insanoğlu. İşte benim ikinci zaferim. Bense onların yüreklerinin sıcaklığını
emmenin zevkiyle beslenirim. Korkuyla onları kendime esir ederken, bedenleri soğur önce ve soğukluk yayılır tüm evrene. İşte benim mutluluğum. Yürek en sıcak köşedir insanın bedeninde çünkü orası bedenin değil ruhun evidir. Saldığım korkularla insanlar ne kadar zayıf ve savunmasız olsalar da ruhun ateşi yürekleri ısıtmaya devam eder. O güzelim ateşin keyfini sürerim ben. Kendi olmaktan korktukça bedeninin esiri olur insan. Bedeninin kalın örtüsü altında gömülü kalır ruhlar. İnsanları anlık mutlulukların peşine düşmeleri için kışkırtırım. İnsanoğlu bedeninin doymak bilmez sonsuz isteklerini doyurmak için çabaladıkça daha da gömülür mayanın bataklığına. Mutluluğun peşinde mutsuzluğa yelken açar. Ve bir su damlası gibi birikir nefret, öfke kin…
12
DENEME
Elde edemedikleriyle sürüklendikleri uçlarda, insanı ilacını bulamadığı acılarla kendime bağlarım. Ruhunun ona sunacağı sonsuz dinginliği unuttururum. Ruhunu elime geçirdikçe, o sonsuz ateşin keyfini sürmeye devam ederim. İnsan acılarıyla yanıp kavrulurken, ruhunun cılız sesini duymadığı sürece bulduğu çözümler çözümsüzlüğe dönüşür. Korkularını dağ gibi büyütürken, tüm çözümlerin anahtarlarını sonsuzluğa fırlatırım. Kıskıvrak ele geçirdiğim insanoğlu çözümün yüreğinde olduğunu ve onun kapısını açacak olan gözlerini unutur. Ruhlar berrak aydınlıktır. Evrenin doğumundan bugüne sahip oldukları ateşi Prometheus Zeus’dan çaldığı anda ruhlar gerçek evlerinden ayrıldılar. Bedenlerle ruhların yolları kesişti. Bedenin tüm hantallığında yürek ev oldu ruhlara çünkü ateşin gizlenebileceği en saf yerdir yürek. Ruhlar konuk oldukları bedenlerde canlanmak yeşermektir dilekleri. Sonsuz semada kuşlar gibi özgür uçmak varken bedenler altın kafestir ruhlara. Ve ben Fobia insanoğlunu ruhlarıyla buluşmaması için elimden geleni yaparım. Ruhun barındırdığı ateşi, aşkı başka yerlerde aramaları için çalışırım. İnsanoğlu çözümü dışarıda aradıkça ruh, hapsolur yüreğine. Kapan-
dıkça kapanır, sesi duyulmaz olur. Bir başkasından dilendiği sevgi, anlayış, özveri merhamet kendi ruhunda saklıdır. Ve ruh bir anne gibi vermeye hazırdır. İnsana gerçek sevginin yüreğinde olduğunu unuttururum. Unuttukça özünden uzaklaşır ve cehaletin karanlığına gömülür. Onu kurtaracak bilgi yerine günlük moda bilgilerin peşine takılır insanoğlu. Olması gereken doğallığından uzaklaştıkça içindeki acı büyüdükçe büyür. Gün ışığı aydınlığını yitirir. Aydınlığın ortasında karanlık dehlizlerde yolunu kaybettikçe insanoğlu, özündeki ışıkla yıkanırım. Ve ben Fobia insanları kıskıvrak bağlayıp, çözümsüz bırakan. Hastalık olarak adlandırdığınız ve ilacını dışarıda aradığınız. Başkasından ve ilaçlardan medet umdukça iyileşmeyen ve sürekli kanayan yaranız. Yarayı iyileştirmek elimizde, fobia’nın ilacı yüreğimizde. Bir yılan gibi yüreğimize çöreklenen fobia’yı uzaklaştırma imkanına sahibiz. Cehaletimizin farkına varmak ve gerçek bilginin peşine düşmek. Yola çıktığımızda cılız sesini güçlendirdikçe ruhumuz bize rehberlik etmeye başlayacaktır. Korkularınızla yüzleşmek için bir adım atın ve fobia’yı kovun yüreklerinizden. Yazan: Nurdan Özgür
13
SAĞLIK-FELSEFE
HİJYEN Yunan ve Roma mitolojisinde Hijya rahatsızlığımız mevcutsa bu durum (Hygieia), tıp tanrısı Asklepios’un kı- bedenimize de yansıyabilir. Dolayızıdır. Sağlık ve temizlik tanrıçasıdır. sıyla hastalığın önüne geçebilmek için Babasının hastalıkları iyileştirme gö- her planda hijyen gereklidir. revini tamamlayıcı olarak, hastalık- Sağlıklı bir yaşam için hastalık yapıcı lardan koruma ile ilgili bir rolü vardır. etkenlerin en kısa zamanda uzaklaştıHijyen kelimesinin etimolojik kökeni rılması gerekmektedir. Ancak her an de tanrıçanın ismi ile özdeştir. Hijyen, hastalık kapacak korkusuyla sürekli sağlıklı bir yaşam için yapılan faali- olarak bir yerleri temizlemek şeklinde yetlerin ve alınan önlemlerin tümü olan takıntılı bir temizlik anlayışınolarak tanımlanmaktadır. Hijyen, dan bahsetmiyorum. Çünkü bu dubelli kurallar çerçevesinde yapılır. rum, zihinsel boyutta bir hijyen eksikDolayısıyla sağlıklı bir yaşam, bir ya- liğinin habercisi olabilir. Hijyen, densaya tabidir ve bu yasaya uyduğumuz geli, ölçülü bir temizlik anlayışıdır, sürece sağlıklı olabiliriz. Hijyen denil- dolayısıyla her boyutta farkındalığın diğinde bizler sadece bedenimizin var olduğu bir anlayıştır. Fiziksel bosağlığından bahsedildiğini zannedi- yutta hijyen eksikliğinin ilk belirtisi yoruz, ancak tam bir iyilik hali, sadece kötü kokudur; koku oluşturan etkenfiziksel boyutta değil, enerjetik, duy- ler ise çoğunlukla mikroorganizmagusal ve zihinsel boyutta da sağlıklı ol- lardır. Dolayısıyla temizlik anlayışımayı gerektirir. Zira bedenimiz sağ- nız, kokuyu gidermek yönünde değil, lıklı olabilir, ama zihinsel boyutta bir zararlı mikroorganizmaları elimine
14
SAĞLIK-FELSEFE
etmek yönünde olmalıdır. Su ve sabun kullanmak, arınmak için iyi bir yoldur. Zira su, fiziksel olarak temizlik yapmanın yanında enerjetik olarak da arınmayı sağlamaktadır. Düşkün olarak hissettiğinizde duş almak, enerjinizin yenilenmesine de yardımcı olacaktır. İyi bir kitap, zevkli bir yürüyüş, dalgaların sesini veya sobada yanan ateşin çıtırtılarını dinlemek, veya ne kadar çocuksu olursa olsun bir hobi ile uğraşmak, bazen eski bir duadan daha arındırıcıdır. Uykusuzluk varsa endişe etmek, bununla mücadele etmeye çalışmak, yarardan çok zarar getirir, çünkü endişe zihinsel bir kirdir. Bunun yerine zamanınızı daha iyi değerlendirmenin yollarını araştırın; beden, birkaç gün uykusuz kalsa bile zarar görmez; hazır olduğunda ise zaten uykuya dalacaktır. Gülümsemeye kendinizi zorlayın, zira fizik bedeninizin aldığı şekil, enerjinize de yansıyacaktır. İyi müzikler dinleyin, iyi filmler izleyin; duygularınızı aşağı çeken, düşük ve acıklı hale getiren şeylerden uzak durun. Dinlediğiniz, izlediğiniz her şeye bir farkındalık çerçevesi ardından bakın; eğer yarasız veya zararlı ise uzaklaşın, çünkü yediğiniz kötü besinlerin hastalık yapması gibi, temas ettiğiniz kötü
duygular ve kötü fikirler de kirliliğe ve hastalığa neden olur. Düşüncelerinizi ve duygularınızı gözlemleyin: olumsuz olanların nedenlerini sorgulayın ve çözüm yollarını araştırın. Epiktetos’un deyişiyle: “Nöbetçiler yanlarına sokulanlara parolayı sorarlar. Sen de öyle yap. Hayaline gelen her şeye parolayı sor. Hiç baskına uğramazsın.” Bunun gibi, olumsuz duygu durumlarına neden olan fikirlerin gerçekliğini sorgulayın, çoğu zaman bu kirlerden arınmak için bu bile yeterlidir. Jorge A.Livraga’nın tavsiyesi bu konuda size yardımcı olacaktır: “Mutlu ol ve diğerlerini de mutlu et. Gerçek bir filozof ve hele Yüksektepeli bir filozofun ise üzgün olmak için ne nedeni ne de ahlaki hakkı vardır. Her sabah farklı yoğunlukta aydınlatan Güneş gibi ol.” Kaynakça: “Düşkün hissettiğin zaman tavsiyeler”, Jorge A.Livraga, Yeni Yüksektepe Dergisi, Sayı:44-45 Yazan: Ergin Yılmaz
15
KİTAP
DÜZENSİZLİĞİN İÇERİSİNDE DÜZEN, MAAT VE ESKİ MISIR'A DAİR
El-Adl esmasının kadim Mısır mitolojisinde ve inancında kişileşmiş hali olan Maat (adalet, birlik, sistem, düzen, vicdan) insan doğasının olmazsa olmazlarını ve devlet-toplum ilişkilerini belirleyen ilkedir. Eski Mısır inancında bütün tanrı ve tanrıçalar sembolleştirilmiştir, Maat için de adalet sembolü olarak tüy kullanılmıştır. Dişil bir öğe olarak da kabul edilen Maat'ın bir tavus kuşu tüyüyle sembolize edilmesinin sebebi, adaletin bir tüy kadar hassas olması gerekliliğidir. Hatta, bu örneği Mısır'ın ölüler Kitabı'nda ve Kalbin Tartılması ile ilgili papirüslerde de görürüz. Hemen her mezarda bulunan bu papirüslerde kalbin tartılması figürü hep vardır. Bir kefede insanın kalbi,
diğer kefede ise Maat'ı işaret eden tavus kuşu tüyü vardır. Tüy mü ağır gelecek, kalp mi? İnsanın akıbeti buna göre belirleniyor. Belki de dilimize giren, Yüreğim bir tüy kadar hafif sözü de buraya dayanıyor olabilir, kim bilir? Dolayısıyla insan Maat bilinciyle eylemde bulunduğunda düzeni/adaleti oluşturur. Bu da hakikate ulaşmanın yoludur. Kaldı ki, bütün kadim öğretiler incelendiğinde, ortak noktanın hakikate ulaşmak olduğunu görüyoruz. Tanrıça Maat, sistemin işleyişini aktarırken de bunun yollarını gösteriyor. Yani gerçek özgürlüğün, adaletin, düzenin, sistemin, birliğin... Mısır Medeniyetinin temelini oluşturan Maat, sosyal ve politik düzenin de temelini oluşturmuş oluyor. Aynı zamanda Maat evrendeki düzen-düzensizlik, iyilik-kötülük, kaos-düzen gibi düalist yapıların da karşımıza çıkmış halidir. Kalp sembolik olarak Maat'ın yeridir. Yani doğruyu ve yanlışı fark edebilme, idrak edebilme noktasıdır. Kalbin hafıza ve imgelem işlevleri de geçmiş ve geleceğin uyuşması, denge sağlaması açısından önem arz eder. Eğer Maat'ın önüne konan engeller varsa (ki bu günümüz için de geçerlidir) Maat, işlerliğini yitirir. Bu engeller,atalet, zihinsel sağırlık ve açgözlülüktür. Birey veya devlet, atalet için-
16
KİTAP
deyse eylemde bulunamaz. Verdiği sözleri tutmaz ve hatta unutur. Ataletin sürdüğü yerde zihinsel sağırlık oluşur ki böylece olaylara, olgulara duyarsızlık artar. Sadece bedensel, maddi, anlık yaşama yönelinir. Zihinsel sağırlıkla beraber açgözlülük oluşur. Bu da sadece bedensel yaşama içgüdüsüne saplanıp kalmaya yol açar. Bu süreci tersine çevirmenin, yani Maat'ı hayata geçirmenin yolu da harekete geçmektir. Yani eylemdir. Böylelikle gerek birey, gerek devlet, aydınlanma ve dönüşüm sürecini yeniden başlatır. Günümüz dünyasına baktığımızda da tembellik, sağırlık ve açgözlülüğün kol gezdiğini görebiliriz. Bu döngüden kurtulmanın yolu, bireysel değişimdir. Önce sen değiş ki, dünyan değişsin sözünden hareketle bireysel yapının düzenlenmesine dair yolların aranması gerekir. Yani kalbimizdeki Maat'ı yeniden canlandırmak... Maat bilinciyle hareket ettiğimizde, gerçek özgürlüğümüzü oluştururuz. Bireysel değişimin önemi Maat’ın piramidal yapısında da kendini gösterir. Hatta Maat bu sistemin çekirdeğini oluşturur. Piramidal yapıda sistemi oluşturan her ne kadar gelenek olsa da, bireysel yapı kendisini politika, sanat, bilim ve din konularında ortaya koyar. Mesela toplumsal yönetimde adaleti sağlayabilmek için, önce bireysel adaleti, dengeyi kurabilmiş
ve hatta hayata geçirebilmiş olmak gerekir. Zaten Mısır inisiyasyonunda bilge kişi bilgiyi bilip yaşayan, doğru ve yanlışı ayırt eden; Maat'a göre hareket eden kişidir. Bu nedenledir ki, Maat devlette de çalışır durumdadır. Bu da sosyal bütünleşmeyi sağlar. Zaten piramidal yapının amacı da herkesi aynı yöne yani hakikate yöneltmektir. Devlet ilkesinde egemenlik ve komuta ilkesi olarak karşımıza çıkan Maat, ne halktır ne de Firavun. O bir ilkedir. Kadim Mısır'da yasallaşmış olan Maat ilkesine, zamanla aykırı uygulamalar girer ve piramidal sistemi bozar. Adaletsizlik, şiddet, baskı, en güçlünün baskınlığı gibi durumlar oluşur. Bu da piramidin ters dönmesi gibi düşünülebilir. Anlaşılan odur ki, Maat ilkesinin ortadan kalkmasıyla, ideal toplum-devletbirey ilişkisi de ortadan kalkar ve baskıcı bir yönetim oluşur. Aslında bugünkü hukuk sisteminin bile temelini oluşturan Maat yapısı tam olarak uygulanabilse, gerçek bir ideal devlet ortaya çıkacaktır. Şunu bilmeliyiz ki bugünkü hukuk sistemi Roma hukuk sisteminden, Roma hukuk sistemi Yunan hukuk sisteminden, Yunan hukuk sistemi de Maat'ın yasallaştığı Mısır öğretilerinden faydalanmıştır. Yazan: Gülşen Turan
17
ŞİİR
Fotoğraf: https://matematikyolu.wordpress.com/matematik-tarihi/thales-i-o-640-548/
Teoremlerinden tanırız geometride Hylozoizm* denir öğretisine Açıklar doğayı canlı madde ile Lanse eder suyu her şeyin ilkesi, arkhe Ege topraklarında doğmuştur, Milet'te Sayılmıştır ismi yedi bilge** içinde. Yazan: Ezgi Çetin * Hylozoizm: Canlı madde anlayışı. Yunancada hylé=madde, zoon=canlı demektir. Thales ile birlikte Miletli filozoflar evrendeki her şeyin kendisinden yapılmış olduğu ilk neden ya da ilk özdek (Yu. Arkhe) olarak ileri sürdükleri su, hava vb. gibi özdekleri canlı olarak düşünmüşlerdir; çünkü bu özdekler yaratıcıdır ve bütün varlıklar bu ilk özdeklerden oluşmuştur. (http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/dersb elgeligi/felsefekolu/dusuncetarihi/2.htm)
** Yedi Bilge: Felsefe tarihinde, belli bir ahlak anlayışının öncüleri olarak bilinen, düşüncelerini birer özdeyiş niteliğinde açıklayan yedi aydın. Diogenes Laertios yedi kişiyi şöyle sayar: Thales, Bias, Solon, Khilon, Pittakos, Periandros, Kleobulos. Eski Yunan'ın bu yedi bilgesi İ.Ö. 7. ve 6. yüzyıllarda yaşamıştır. (http://www.filozof.net/Turkce/filozofbiyografi-y/42704-yedi-bilge-kimdir-hakknda-bilgi.html)
18
ÖDÜLLÜ SORU Ödüllü Soru köşemizde, aşağıda ver- hine kadar şu bağlantıdan gönderebidiğimiz metnin hangi kitaptan alındı- lirsiniz: ğını bilen iki okuyucu- https://goo.gl/forms/HXMo81QPdo muza çekilişle “İleti- M4xKsY2 şimde Zen Bilgeliği- Kazananlar 14 Kasım 2017 tarihinde Kemal Karadayı” kita- Aktiffelsefe Bursa Giordano Bruno bını hediye edeceğiz. Kütüphanesi panosunda ve AktiffelCevaplarınızı en geç 13 sefe Bursa Whatsapp grubunda açıkKasım 2017 tarilanacaktır. Alıntılanan metin hangi kitaptandır?: “İçimizi ürperten konular, Lucilius, bizi ezen olaylardan daha çoktur, çok kez de gerçekler yüzünden değil, yanlış kanılar yüzünden acı çekeriz. Ben şimdi Stoa'lıların diliyle konuşmuyorum, daha aşağı bir dille konuşuyorum. Çünkü bütün o ahlı vahlı sözlerin değersiz olduğunu söylüyorum sana, hor görülmeleri gerektiğini de. Şu iri, ama tanrılar aşkına, gerçek olan lâfları kaldırıp atalım. Sana bir şey salık vereceğim: vaktinden önce mutsuz olma! Başında dolandığını sanıp korktuğun felâketler, belki hiç gelmeyecek başına, hiç olmazsa şimdiye değin gelmedi kesinlikle. O halde kimi korkularımız bize gerektiğinden çok acı veriyor, kimisi de, hiç gerekmediği halde! Acımızı ya büyütüyoruz ya vaktinden önce acı çekiyoruz ya da acıyı kendimiz yaratıyoruz. Bunlardan birincisi sorun ikircikli olduğu ve dava sonuca ermediği için, şimdilik ertelenmeli: benim önemsiz dediğime,
sen çok ciddi diye karşı çıkıyorsun. Biliyorum ki, kimi insan kamçılar altında güler yüzlü durur, kimisi de ilk yumrukta inler. Bu olayla: kendi güçlerinden mi, yoksa bizim güçsüzlüğümüzden mi ileri gelmektedir, ileride göreceğiz. Şu konuda söz ver bana: Seni mutsuzluğuna inandıracak insanlar çevreni aldıkça, senin ne işittiğini değil de, ne hissettiğini düşüneceksin, çektiklerine göre karar vereceksin ve kendi halini herkesten çok iyi bildiğin için, kendi kendini sorguya çekeceksin: "Ne oluyor? Bu adamlar neden acıyorlar bana şimdi? Çırpınmaları için ne var ortada? Sanki felâket bulaşıcıymış gibi, neden bana dokunmaktan bile korkuyorlar? Şu durumumda kötü bir şey mi var acaba? Yoksa kötü değil de, adı kötüye çıkarılmış olmasın?" Sor kendi kendine: "Acaba yok yere mi işkence çekiyorum, keder içindeyim? Yoksa kötü olmayan bir şeyi kötü hale koyan ben miyim?”
19