At Sineği Fanzin / Sayı:10

Page 1



At Sineği Fanzin’den hepinize meraba arkadaşlar. İlk defa böyle bir giriş yazısı, veya girizgâh yapıyorum. Bunun sebebi fanzinimizin bu sayısında bir blog’a yer vermemiz. Blog’un adı Lilith’in Günlüğü ve blog’a lilithingunlugu.tumblr.com/ adresinden ulaşabilirsiniz. Kendileri de bir tanıtım yazısı yazdılar onu da şimdi buraya koyacağım, kendilerini takip etmenizi öneririm. İyi okumalar.

-At Sineği Fanzin


Lilith’in Günlüğü’nden merhaba! At Sineği Fanzin’in tüm okuyucularına merhaba! Fanzinin bize tanımış olduğu bu şans ve sayfa ile biraz kendimizi tanıtmak istedik. Peki biz kim miyiz? Lilith’in Günlüğü isimli blog’un yazarları. Lilith’in Günlüğü 2015 Şubat ayında kurulmuş feminist bir blog olup, kadınların yaşadıkları günlük sorunları özgürce, yargılanmaktan korkmadan anlatabileceği bir platform olmayı hedeflemiştir. Yani daha sıcak bir şekilde tanımlayacak olursak, biz birkaç arkadaş ortak bir dertle yola çıktık. Ve bu dert, bizim başka kadınların bulunduğu ortamlarda rahat edemememizdi. Bol kafeinli, saatler süren tartışmaların sonunda “eh hepimiz aynı dertten mustaripsek, sıkıntı bizim geçimsizliğimiz ya da huysuzluğumuz olamaz!” sonucuna varabildik. Esas sıkıntı sistemin kadınları birbirleriyle arkadaş-dost-yoldaş olmayacak şekilde ve sürekli rekabet edecek şekilde yetiştirmesi aslında. Çünkü ne de olsa, kadınlar birlik olsa sistemi yıkabilir bile! Biraz kahkaha, biraz dostluk, biraz sarılıp ağlama ve bolca da kahveden sonra vardığımız nokta kadınların erkekler ya da başka kadınlar tarafından yargılanmaktan korkmadan özgürce düşündüklerini, yaşadıklarını, deneyimlerini, korkularını, mutluluklarını paylaşabileceği bir ortam yaratmaya karar verdik. Ve ortaya çıkan sonuç Lilith’in Günlüğü oldu. İsmimizi efsaneye göre Adem’in ilk karısı olan ancak Adem’e itaat etmediği için cennetden kovulan Lilith’den aldık. Zaten o gün bugündür erkeğine itaat etmeyen kadınlara şeytan, cadı, Lilith, Jezebel gibi birçok isim takılmış, zamanla

da bu isimler yerlerini cinsiyetçi küfürlere bırakmış. Bizse bütün bunlarla yılmayacağımızı söylüyor, boyun eğmeyi reddeden bu dünya güzeli kadının adını taşımaktan gurur duyuyoruz. Biz blogu kurduktan kısa bir süre sonra ise Türkiye gencecik bir kadının, Özgecan Arslan’ın vahşice katledilişine tanık oldu. Daha sonra Beren Saat’in başlattığı #sendeanlat bütün kadınların belki yıllardır içlerine attıkları öykülerini anlatmalarını sağladı, bu noktada biz de kendimize belirlediğimiz çizginin tam olarak #sendeanlat olduğunu düşünerek doğru bir ihtiyaç tespiti yaptığımızı fark ettik. Kurulduğumuzdan beri geçen kısa sürede farklı sosyal medya araçlarında birçok insana ulaşma imkanı bulduk, birçok kişinin hikayelerini, düşüncelerini dinledik. Bir sürü kız kardeş bulduk kendimize! Bugün de hâlen takipçilerimizden gelen yazıları, kendi yazılarımızı ve bir yanından kadınları ilgilendiren hemen her şeyi paylaşmaya devam ediyoruz. Ne dersiniz, buyurmaz mısınız? -Lilith’in Günlüğü *http://lilithingunlugu.tumblr.com/


Bir feministin porno ile imtihanı Bir süredir kafamı kurcalayan, arkadaşlarım ve diğer feministlerle tartışmalara girmeme sebep olan bu konu hakkında neredeyse 6 aydır ıkınıp da bir yazı çıkaramamanın öncelikli nedeni belki de gereken teorik altyapıya sahip olmamam ve kendi kafamın da o kadar net olmamasıdır. Neredeyse içgüdesel olarak nefret ettiğim ve tiksindiğim pornoyu neden yanlış bulduğum sorusuna feministliğimle örtüşen ve teorik olarak tutarlı bir cevap bulamıyordum. Üretebileceğim her söylemin çok daha akla yatkın bir karşı argümanı olabileceğini düşündüğümden de tıkandım. Belki de bugün beni bu yazıyı yazacak noktaya getiren kadın ve erkek arkadaşlarımla olan tartışmalardır, onlara da olabilecek her türlü karşı çıkış ve soruyla kendimi sorgulattıkları ve kafamı netleştirmeme olanak sağladıkları için teşekkür ederim, hiçbiri pornoya benim gibi karşı çıkmasa da.

Para ilişkileri içinde bir endüstri olarak porno Öncelikle belirtmekte fayda var, dünyanın en çok para dönen sanayilerinden bir tanesi pornografi. Yalnızca ABD’de Hollywood’un toplam bütçesini 4e 5e katlayacak bir para harcanıyor bu iş için. Ve yine ABD’nin silahtan sonra en büyük ihraç ürünü. Üstünden yapacağımız tartışmalarda o sebeple bunu unutmamak ve her şeyde olduğu gibi kapitalizmden ayrı düşünmemekte fayda var. Basitçe şöyle bir örnek verebiliriz, de facto olarak engellemek/cezalandırmak için bir şey yapmasalar da bir ülkenin yasal yetkilileri, medya vb. gibi kurumları kadın cinayetlerine ve tecavüze görünürde her zaman karşı çıkarlar. Ama konu porno olduğunda yalnızca sözde bile olsa böylesi bir karşı çıkış

göremeyiz. Yine başka bir bakış açısıyla, toplum genelinde ayıplanan, ahlaksızca ve tabu görünen seks işçiliği gibi ayıplanmaz porno. Porno tabu değildir. 13 yaşındaki çocuklardan antropoza girmiş adamlara herkesin kolaylıkla ulaşabildiği ve normal görünen bir şeydir. Bütün bunlar kuşkusuz dönen parayla olduğu kadar, ataerkinin yaygınlığı ve büyüklüğüne bağlı olarak artık görünmezleşmesiyle de alakalıdır. “Invisible privelege” diye bir kavram var. Türkçe karşılığı henüz olmasa da “görünmeyen ayrıcalık” diye çevirmemiz mümkündür. Bu kavram, ayrıcalıklı olan grubun kendi ayrıcalıklarını fazlasıyla içselleştirmesi sonucu artık ayrıcalıklı olduğunu unutması ve kendisinin ötekisi olan grubun da buna bağlı olarak ezildiğinin farkında olmaması anlamına gelir. Yani ABD’de bir beyaz, beyaz olduğu için ayrıcalıklı gruba dahildir. Yalnızca ten renginden dolayı işlemediği bir cinayetin şüphelisi haline gelmez mesela. Kimse ona girdiği herhangi bir markette durduk yere hırsız muamelesi yapmaz. İş başvurularında aptal ya da beceriksiz olduğu var sayılmaz. O hayatı boyunca bunu bu şekilde yaşadığı için bütün bunların aslında bir ayrıcalık olduğunu farketmez. Ve diğer grupların (siyahların, Hispaniklerin vs.) bu ayrıcalıklara sahip olmadığını da göremez. İşte söz konusu patriyarka olduğunda ayrıcalıklı grup heteroseksüel erkeklerdir. Bunlar, toplumda kadının ezilmesini fiziksel şiddet, cinayet ve tecavüzden ibaret sanar, kadınların günlük hayatında yaşadığı diğer bütün ezilme formlarının farkına varmazlar. Bir önceki paragrafta ataerkinin görünmezliği derken kastettiğim de işte buydu.


İdeolojik bir propaganda aracı olarak porno Althusser’e göre egemen grupların kendi fikirlerini dayatmak, yani hegemonya kurmak için kullanacağı iki ayrı yöntem vardır. Bunlardan ilki asker, polis, jandarma gibi kolluk kuvvetleri yoluyla doğrudan baskı kurarak dayatmaktır. Diğeri ise ideolojik aygıtlar diyebileceğimiz aile, okul, din, mahalle baskısı gibi kurumlarla sözlü bir ideolojik propaganda yapmaktır. Medyanın da egemenlere nasıl yandaşlık edebildiğini kendi ülkemizden de gayet iyi biliyoruz. İşte porno da böyle bir ideolojik aygıttır. Sosyolog ve porno karşıtı feminist aktivist Dr. Gail Dines’ın da dediği gibi; “Kapitalizm için medya neyse, patriyarka için porno odur.” Porno, ataerkil sistemin sözcüsü, yayın organı, propaganda aracıdır. Erkekler, (belli bir ölçüde de kadınlar) sevişmeyi dahi pornodan öğrenir. Kadınlara karşı gösterdikleri davranışların bir kısmının kuşkusuz sebebi pornonun yarattığı algıdır.

Aşırı porno vs. normal porno Porno yapımcılarının bile sıkça dile getirdiği gibi, artık softcore porno izleyicileri kesmiyor ve giderek daha vahşi, daha aşırı filmler üretmek gerekiyor. Hardcore, sado-mazo, işkence, nekrofili derken çocuk ve tecavüz pornolarına gelip dayanıyor ucu. Bütün bunların yanısıra, o filmlerin nasıl çekildiğini de bilmiyoruz. Çoğu porno aktrisi mesleklerini silah zoruyla yaptıklarını, ağrı kesici ve uyuşturucu olmadan devam edemediklerini ve aslında birçok filmde rol yapmadıklarını ve gerçekten tecavüze uğradıklarını anlatıyor. Bir tecavüz pornosunda neyin rol neyin gerçek olduğunu ayırt etmemiz de pek mümkün değil zira.

Ancak benim değinmek istediğim farklı bir konu var. Çünkü toplumun tanımladığı herhangi bir sapkınlığı olmayan “normal” insanlarla bunu tartıştığınızda, bu tarz “aşırı pornoların” piyasadaki pornonun çok küçük bir kısmını oluşturduğunu ve kendi izledikleri “normal pornoların” kimseye bir zararı olmadığını, şiddet içermediğini, kadını ezmediğini ve kadın kadar erkek üzerindeki beklentiyi de yükselttiğini söyleyeceklerdir. Ki söylediler, defalarca duydum. Oysa en masum, en “normal” porno bile erkek ereksiyonuyla başlar, erkeğin boşalmasıyla biter. Cinselliği erkeğin zevkinden ibaret gibi gösterir. Buna ek olarak neredeyse hiçbirinde kadının geldiğine, zevk aldığına tanık olmazsınız. Rol gereği bayılıyormuş, zevkten ölüp bitiyormuş gibi davranmaları dışında. Ayrıca yine en iyi niyetli filmlerde bile kadınlara “bitch, whore, slut” diye hitap edilir, hangi dildeyse artık. Mutlaka saçları çekilir, oral sekste boğulana kadar boğazları penetre edilir ve popoya yumuşak da olsa birçok şaplak atılır. Öte yandan hiçbir filmde, (kadın dominatrixli BDSM değilse) kadının erkeğe öyle şaka olarak bile vurduğunu göremezsiniz. Ve istisnasız hepsinde kadın karşısındaki erkeğe hayatında gördüğü en muhteşem canlıymış gibi hayran hayran bakar, ona kendisini penetre edip yüzüne boşalması için yalvarır. Erkeğe sürekli olarak ne kadar büyük, ne kadar iyi olduğunu söyler. Erkek ise karşılığında sadece “yeah you like that bitch” der. Pornonun yalnızca kadının aşağılanması üzerinden kurulduğunun başka bir göstergesi de kamera açıları ve (varsa) görüntü yönetmenliğidir. Erkek çok az kareye girer, kadının genital bögeleri, anüsü ve göğüslerine sürekli zoomlanır. Çünkü filmler erkek izlesin, erkek mutlu olsun diye çekilir.


Lezbiyen pornolarında bile bir kadın diğerini ezer. İki kadının aşkla değil, birbirleri üzerinde egemenlik kurmak için dövüşerek seviştiğine tanık olursunuz.

Bizim bu tartışmamızın üstünden daha bir hafta geçmeden KaosGL ve 5harfliler’de feminist bir porno yönetmeniyle yapılmış bir röportaj çıktı.*

Feminist/ female friendly/ alternatif porno

Üstelik daha önce kafamı netleştirmeye çalışırken defalarca porno hakkında yazı var mı diye taradığım 5harfliler beni bu konuda son derece şaşırttı. Çünkü o zamana kadar Arap bir porno aktrisi ile ilgili haberler ve Stoya’nın taciz karşıtı açıklamaları dışında hiçbir şey yoktu. Bu arada belirtmek isterim, Stoya’nın kadın dostu, taciz karşıtı açıklamaları iki yüzlülük dışında bir şey değildir. Kendi çektiği filmler bile bizzat birkaç tecavüz vakasını tetiklemiş olabilecekken ve erkeklerin kadınlar hakkındaki algısını bu kadar etkilerken böyle bir açıklama yapması ABD’nin Irak’a demokrasi götürmesi gibidir.

Yurtdışında porno karşıtı olan ve olmayanlar olarak ikiye ayrılan feministlerin Türkiye’de bu konuda bir fikir birliği yok. Üstüne yazılıp çizilmiş fazla bir şey de yok. Ancak kendini feminist olarak niteleyen baĞzı kadınlar arasında ne kadar aydın ve ne kadar cool olduğunun kanıtı olarak gururla porno izlediğini beyan etme gibi yanlış bir davranış var. Yurtdışındakinin aksine bu ideolojik bir tutum değil, kendini diğer kadınlardan üstün gösterme çabası yalnızca. Bunun ideolojik boyutundaki tartışma ise pornonun seksin tabuluğunu azatarak kadınların da cinselleşmesi ve özgürleşerek güçlenmesinin önünü açtığını üzerine. Böyle düşünen feministler, porno karşıtı feministleri seks karşıtlığı ve muhafazakarlıkla suçluyor. Ama şöyle diyelim, biz bugün “porno eşittir seks” diye düşünüyorsak, bu, ataerkinin görünmezlik konusunda son derece başarılı olduğunu ve pornonun amacına ulaştığını gösterir. Porno seks değildir, porno kadın bedeninin sömürülmesi ve kadın kimliğinin aşağılanması üzerine kurulmuş bir endüstridir. Bunun altını çizelim bir. Onun dışında çok değerli bir kadın bana zamanında “Evet porno bugünkü haliyle kötü bir şeydir, ama tamamıyla ortadan kaldırılması ve kontrol edilmesi de neredeyse imkansızdır. O halde feminist-alternatif porno üretilemez mi?” diye sormuştu ve bunun üzerinden kendisiyle uzun, güzel tartışmalar yürüttük. O tartışmaların bitmediğini, muhtemelen de kolay kolay bitmeyeceğini söylemekte fayda var. Kendisine de bu konuda ufkumu açtığı için teşekkür ederim, buradan saygımı sevgimi iletirim.

Konuya döneyim, röportajda yönetmen Erika Lust, piyasada istediği gibi bir porno bulamadığı için kendi çekmeye karar verdiğini anlatıyor. Onun filmlerinde kadınların hiçbir şekilde ezilmediğini, senaryodan kamera açılarına, aktörlerden pozisyonlara her şeyin bu esas göz önünde tutularak seçildiğini söylüyor. Bu büyük bir iddia ve ne yalan söyleyeyim merak uyandırıyor. Merak gidermek için bir arkadaşımla birlikte Erika Lust’ın bir filmini açıp izledik. Arkadaşım, herhangi bir porno filminden hiçbir farkı olmadığını düşündü. Bense, “evet kadını ezmiyor, ama bence bu porno değil” diye düşündüm. Çünkü Nymphomaniac ya da Mavi En Sıcak Renktir ayarındaki filmler kadar bile erotik değildi. Ve kabul ediyorum, daha açık görüşlü olmak lazım. Ama sözde feminist porno yönetmeni Erika Lust beni bu konuda ikna edemedi. Hala da “feminist porno”nun oximoron olduğunu düşünüyorum. Bu iddiayı taşıyan film ya feminist değildir ya da porno değildir bence.


Kaldı ki, porno yemek değil su değil. Bir ihtiyaç değil. Kaldırılsa, tamamen dünyadan silinse kimseye bir zararı olmaz bunun. Kaldırmak, yok etmek evet imkansız belki. Ama görünüşte sosyalist devrim de imkansız. Bu bizim ona olan inancımızı ve mücadele arzumuzu etkilemiyor. O halde soruyorum, kimsenin ihtiyaç duymadığı bu şeyi kaldırabileceksek neden reformla yetinelim? Kaldıramadığımız şu günlerde de evet, alternatifleri desteklenebilir. Ama ben kendi adıma bunun adına feminist denmesinin doğru olmadığını, pornonun ortaya çıkma sebebi ve doğası gereği feminist olamayacağını düşünüyorum. Ha kime feminist diyip kime demiyeceğimize karar vermek benim haddim değil elbet, o da ayrı mesele.

Sonuç olarak Erika Lust’ın filmlerinin porno değil, erotik içerikli filmler olduğunu düşünüyorum demiştim. Neyin porno olduğuna ve neyin olmadığına nasıl karar vereceğiz peki? Bunun literatürde net bir ayrımı var mı ve o ayrımın sınırları nelerdir bilmiyorum. Yine burada otör gibi ahkam kesip buna karar verecek kişinin ben olmadığımı da biliyorum. Ama tamamen şahsi fikrimi belirteyim; bir şeyi porno yapan veya yapmayan kadına nasıl davrandığıdır. Yalnız fiziksel olarak değil, verdiği mesaj ile de. Zaten “pornografi” kelimesi bile bunu dikte eder, Yunanca kökeniyle “köle fahişe kadınların resmedilmesi” anlamına gelir. O yüzden alternatif porno belki mümkündür, ama feminist porno diye bir şey olduğuna inanmıyorum. *KaosGL’de çıkan röportajın linki, http://kaosgl.org/sayfa.php?id=19073

-Lilith’in Günlüğü


Doksan bir derece dik açı sesleri duyuyor musun? kafamızın içindekiler. işte. yankılanıyor. gittikçe yaklaşıyorlar. etrafımızı sarıyorlar. her daim oradalar. bizi ele geçiriyorlar… kimi zamanlar bu hayatın benden başkasına bahşedilmesi gerektiğini düşünürüm. ben hakkını verememişimdir hayatın. hatalar ardına hatalar yapan bir kişi böyle bir hayatı hak etmemiştir. anlıyor musun? anlamaya çalış en azından. gerimizde kalan altı milyar insanın benden üstün olmadığı ne malum? biz kötüyüz. herkes iyilik meleği olabilir oysaki. sanki yaşanmamış bir hayatı tercih ederdik. sen ve ben. karanlıklar ardında ne de güzel sohbet ederdik. sonsuzcasına. sona ermeyecesine. aşkımızla. yine hayallere daldım. yine. sanki gerçekler itiyor bizi. geri püskürtüyolar. uyumadığım anların acısını çıkarıyorlar bizden. rüyada değilsek dünya bize düşman kesilir. dünya ,ve, kaldığı yerden dönmeye başlar. biz uyurken birer kraldık oysaki. bizsiz dönemezdi bu dünya. karşımızda bir ordu var azizim. 6 milyar asker bizi parçalamak namına hazır komutta bekliyor. peki başlarındaki komutan da kim? adını ağzıma almam bile… kendimizi böyle görmemiz belki iyiye işarettir. en azından kendimizin ne mal olduğunu bilir hâldeyiz. böyle yaşarız. layıkıyla yaşarız. kendimiz kadar yaşarız. fazlasını yaşatmazlar. garipserler bizi. ne de olsa biz hatırı sorulmayan seksen yaşında babaanne gibiyiz. kenarda ve puslu. sanki bir şeyler eksik gibi. hep bir eksiklikler yaşıyoruz. yolda yürürken dahi sanki bir kıpırtı olmalıydı içimizde. duyumsayamıyoruz. bir şeyleri kaçırıyoruz sanki, hayat bizden daha hızlı bu konuda. yaşanılan onlarca yıl bile bir çöp uğrunaydı. mademki biliyorduk hayatın sonunu, ne diye yaşamakta direttik o kadar? soruyorum sana azizim. ne diye böyle bok

çukurunda bile bile yaşadık. rüzgarsız gemiydin sen. üfleyerek mi yelkenleri hareket ettirecektin yoksa? bu inatçılığın kahrettirdi bizi. hem onları hem de bizi. şu biz bile. iki kişi bile ortak paydada buluşamadık. hep bir aksilik çıkarmakla meşguldün çünkü. bir kere de “tamam” diyemedin. kızdırdın. kızdırıp sinirlendirdin. delicesine zevk aldın. evrenin gücü elimde olsaydı yolda giderken bir gün yolu ikiye yarar ve içine tüm insanları atar ve kapardım çukuru. sonra ben ise kendimi çürümek namına bir dağa giderdim. belki de kafamı dinlerdim. gürültülü kulaklarımı sessizlik çığlıkları ile dindirirdim. ikimiz başbaşa olurduk. açlıktan ölmeyi umardık. bir dakika daha hayatımızı uzatmaktansa hemencecik ölmeyi yeğlerdik. ve sonra dinerdi her şey. acısı biterdi her şeyin. yürek acıları son bulurdu. kalpler ağızlarını sıkı sıkı kapatır. ve ebedi sessizliğin ruhunu duyardık. ölümün en tatlı yanı ise acı olmasıydı. her şeyin ilacıydı. sadece ilacı alana kadar canımız yanacaktı. aşı olmak gibiydi. sadece anlıktı. ve sonrasında acı dinmesi. intihardı. ve her şeyin sonsuz çözümü. bedenimiz kirli dünyaya miras kalacaktı. yakarlardı onu da. çöpe atmak bile fazla gelirdi belki. kopardık kendimizden. seninle bile ayrılırdık belki? bedenen olmazdık. ruhun varlığını etmem kabul bilirsin. yoktur da ondan. ne de öteki hayat. öyle bir şey de yok. bir aldatmaca. dindar olan fakirler kendilerini avutsun diye uydurdular onu zenginler. yalanlar seli yalanlar… seninle olmayışımızı bile özlerdim. özleyeceğimi bilirsin. senin o mizacını severim. ama özleyeceğimi bilemezdim ki. ben, ben olmayı sürdürmeyeceğim için. bedenen artık düşünemeyeceğim için. bir ben'liğim bile kalmazdı. anlam'ım kalmazdı. sadece bir vücud'dan ibaret olacaktım. hiç yaşamamış olacaktım. kendimin bile farkında olmayacaktım. bu korkutucu. hiç yaşanmamış olacak seneler üzerine şuan öylesine acı çekiyoruz ki! hiç hatırlamayacağız şeyler adına şuan kahroluyoruz keder içinde. kendimizi sırf


bir oyun uğruna harcayıp gideceğimiz gerçeğini anlamak bile istemiyoruz. hayır, kimse senin arkandan seni hatırlamayacak. sen dahi. sen dahi. bir hayalet olup gideceksin. konacaksın bir kuş misali başka bir yere. sen olmaktan çok uzaklarda bir kuş olacaksın azizim. ebedi bir kuş olacaksın. dağlar senin yuvan olacak. akdeniz iklimi üzerinden uçacaksın. ılıman iklimleri seveceksin. bir ölünün farkında olmayacak kimse. değersiz ve hiç. kısa ömürler içinde bir yaşanmamışlık bırakacağız. bizim bile bilemeyeceğiz olan bir hayat. bir hiç olacağız. en başından beri ve sonuna kadar.

-mertcan kuranoğlu


Faydasız sozler Sesimin acılığı seğirtiyor yıldızları Güneş doğmuyor buralara Yürüyorum bir aksam ayazı Hava karanlık Umutlarım da

Güneş hüzünleri eritecek kadar Sıcak değil Gönüller de Kalplerse hiç Keşke güneşi solduracak kadar güzel olsaydım

-ensar abdullah gökalp


Unütüşlar bir daha hiç gelmemek üzere bizi terk eden bir güneş gibi. bazı insanlar terk edenler, terk edilenler, bekleşenler, kapı eşiklerinde bekleyenler, bekletilenler. sadece bir umut uğruna bir ömür harcayanlar bu uğurda. imrenmek lazımdır böyle insanlara. çoğumuzun yapamadığını yapmaya çalışmıştır çünkü. kendi inancı uğrunda yaşamak istemiştir. biz ise, biz, yirmi dört saatlik ölümlü sayılı günleri boşa harcarız. onlar değildir böyle. bende dünden farklı bir şey yok. önceki gün ise dünden farklı değildi. böyle bir döngüye girer belki insan, ne ise o'dur. belki de dünyada en korkulması gereken şey budur. değişmemezlik. aynı-kalmacılık. bir süre sonra o kadar taşlaşmış bir kişiliğe bürünür ki bu kulakları taş, ağzı kılıç kesilir sanki. her gün aynı alışkanlıkları yerine getirip her gün aynı marketten ekmek almaktan. bazı şeyler insanları öldürmez. onları soyut hapishanelere hapseder ki, insanlar tutsak olduklarının farkına varmasınlar diye. hapishane sadece bir kaç metrekare alan olacak değil ki. tüm dünya benim hapishanemdir. görünmeyen demir parmaklıkları vardır oralarda bir yerde. sadece bunu anlamdırmak bile onu tasvirlemekte ilk evre olabilir. sırf evinden çıkıp istediği yere gidebilmesi değildir, özgür olabilmesi. bu sadece kurallara uymaktır. ötesi değil. kuralların sınırladığı mekanda yaşamak sizi irade sahibi etmez ki. tüm bu yanılgılar birer ayna gibidir. sadece aynaya baktığınız açı önemlidir. insanlar aynalardan korkar. çünkü en zor kendilerine söylerler yalan. bir insanın inandırması kendisini en zorudur. çünkü herkes içinde birden fazla kişilik taşıdığını bilir. kendi yalanana inanması kolay olsaydı, kimseyi kandırması olayı gerçekleşmezdi. ama kandırmaya çalışır,birisi varmışçasına. bu inandırmaya çalışması da onu garip bir boyuta götürüyor. kendisi, diğeri ve yargıçlar

varmışçasına. çok gariptir çünkü insan çoğu zaman kendine karşı haksızdır. suçludur da ondan. insan kendi cezasını veren bir suçludur. kendi hapishanesindeki tutsak da gardiyan da odur. bunu ondan başka kimse aşamaz. bu sadece onunla kendisi arasındadır çünkü. insan bazen sırf susarak konuşur. yalnızca kendisi ile anlaşabilir kimi zaman, çünkü onu ondan daha iyi tanıyan yoktur. kimseyi tanıyamayacağımız gibi. yıllar yılı geçse de. kendimi dahi dün tanıyor gibiyim. sanki bir yabancı. dünkü ben bugünkü ben miyim? 24saatlik bir yabancı gibi uzun yolculuk yaparkenki yanınıza oturan birisi gibi. hayatımızın sonuna kadar karşılaşmayacağımız bir yabancı. ben ise? o yabancıdan farksızım. ne denli bilinebilir ki bir insan? kafamızda birer halı varmışçasına, halının altına süpürüyoruz hep en sevmediklerimizi, korktuklarımızı, yasakları. ama kafamızdaki diğer kişiler halının altını açıyor. açıp duruyor. ve bizi korkutuyorlar. bizi rahatsız ediyorlar. kendimize yabancılaşıyor, kendimiz olmaktan çıkıyoruz. uyumaya başlayacağım vakit sadece kendim ile başbaşayım diye kendime ‘iyi geceler’ demem mümkün müdür? içimdekilere söylüyorum belki de. o kadar kendibaşınayız ki yataklarımız tek kişilik. başka bir vücuda yer yokmuşçasına.

-mertcan kuranoğlu


Detone Haykırışların Ulü Zaferi Sonsuzluk ruhunu sarar Ve bedenin ruhunu aşarsa Taşarsın bu dünyadan. Çelik jantlı Dünyanın çevresi Yeşil bir gök, siyahi bir deniz Balıklar uçarsa ancak yaşayabiliriz. Varoluşumun feryadını duyar mı Sartre? Yazar mı bir gün beni bu kitaplar Sarar mı kollarında yıllar sonra? Şarap kokan bu sayfaları Yakar mı cehennem ateşi Yaksa da dostum Hayyam, hiç aldırır mı? İndirir mi evren bir gün Bu zalimin ereksiyondaki zulmünü? Dişleri çarpık, sakalları sararmış bizler, yaşar mıyız bir gün?

-özgür arslan


Bir süre düşledikten sonra kaldırımlarda insanlar yerine ölüler yürümeye ne zaman başladı? nefes alan zombilerden farksız. her şeyden bitkin. hiç olunmadık kadar bıkkın. hayat, haksız yere çekilen bir hapis cezasından farksız. her daim durağan ve durgun gibi. hapisten kaçılabilirse de, hayattan kaçış sadece bir intihardır. en güzel kaçış yoludur. veya odamızın duvarları. bir metrelik muhteşem duvarlarımız, demir parmaklıklarımız, kendimizin hapisi, gardiyanı, gibiymişçesine yaşamak, belki de en refah olan, hayattır. hayatı olduğu gibi kabul etmek onu daha iyi bir şeye dönüştürmüyor, kaldı ki değiştirmek adına en ufak bir çaba harcayanımız var mıdır ki? varsa bile hemencecik onu kendi fikirlerimiz ile başını dolduruyoruz ve elindeki azıcık olan gücü bile kırıyoruz. elindeki parlayan kılıcı pas tutturuyoruz pek iğrenç sözlerimizle. bir nutuk çekiyoruz en basitinden. bir şey kirli ise temizlemek yerine, kirliliğinden yakınmak. bir su çamurlu ise çamursuz su aramak yerine , o su ile insanları kirletmek. ne tür oyanbozanız. insan yapısıyla doğaya ait olamadığı için. her şey olmaması gerektiği gibi olduğu için. her zaman kendisini en akıllı sanan bir aptal olduğu için. bazı şeyler değişmiyordur belki. zaman zaman bazı şeyler değişir gibi olur, sadece bir göz kırpması gibi gelip geçici olduğunu fark ederiz iş işten geçtikten sonra ise. bir şeylere umut bağlamamaktan korkmayarak yaşamayı öğrenmeliyizdir. bizi kurtarmaya gelicek olan süper kahramanlarımızın olmadığı hatırlanmalıdır. bir toz yığını gibi göründüğü zaman her şey, gözümüze, o zaman inanırım yaşamın bir anlam ifade etmeyi bıraktığını. her şey boyumuzu aşacak denli güçlü göründüğü zaman daha uğruna savaşacak şeylerimizin olduğu gelir aklımıza. sadece kendimizi

kandırırız belki de. uğruna yaşayacağımız hiç bir şeyin olmadığını, ne de göçüp gitmeye karar verecek gücümüzün olmadığı. gönüldeki boşlukları hayallerle doldurmak yerine onları gerçeğe dönüştürme çabası daha anlamlıdır. içinden galip çıkma ihtimalimizin olmadığı bir savaşımı vermeye çalışmak anlamsızlıktır. her gece bedenlerimizi uyurken öldürdüğümüz gelir aklıma. bir kaç saat te olsa ölürüz. tam bir biçimsellikten uzaklaşırız. o hâli severim. kafam yastıkla bütünleşmiş iken uyuyan onca insanın bedensel olmayışları hoş gelir. dinginleştirir beni. kafamı bir şekilde boşaltır. evrensel bir aura varmışçasına ben de katılırım onlara sanki. bedenlerden firar eden hayaletlermişiz gibi gelir. belki de bunlar bir rüyadır. hayallerimiz gerçeklerden daha tatlıdır. güzellerdir. güzel insanlarla doludur. kim hayal eder ki kötü şeyleri? kendisinin hoşuna gitmeyeceğini bildiği şeyleri? insan sadece kaçar. bazen abartır. kendisinden bile uzaklaşır. kendi bedenini tanıyamaz olur. kendisini aramaya bile vakti olmaz. sadece bir somutluktur. artık, öyledir ki, geceleri uyurken ruhsallığı kaybolmuş olur. bir değer ifade etmeyi sürdürmeyi bırakır.

-mertcan kuranoğlu



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.