İRADE
Her Şey Kendi Doğasını Yaşar
EPİKTETOS Satın Alınmış Adam
ATATÜRK İLE SOHBET ETMEK SEMBOLLER NEYİ ANLATIR? AFRODİSİAS Güçlü, savaşçı ve adına yaraşır güzellikteki kent
KUNG FU PANDA 2 Kendini Tanımak ve En İyi Şekilde Devam Etmek
EDİTÖR’DEN Tüm insanlar neyin nasıl yapılacağını bilir, ancak yapmaz. Sorun bilmekte değil yapmaktadır. Her şey iyi irade’den doğar, diyor ünlü alman düşünür Kant. İyi irade, içgüdüsel veya ussal olarak harekete geçirilebilir. İrade, aracımıza koyduğumuz benzin gibidir. İçgüdü aracına koyduğumuzda bizi hazların geçici dünyasına hızlı bir şekilde ulaştırmaya bakar. Us (akıl) ise bu benzinle yasaya saygı nedeniyle hareket zorunluluğu bilinciyle, ödev ve görev bilinciyle hareket eder. Kısacası irade, hedefine ancak iyi bakım yapılmış ve düzgün bir şoförü (bilinç) olan bir araçla ulaşabilecektir. Bu konuyu yeni dönem sayımızda vurgulamak istedik. İrade, bir yolculuktur.
Bu yolu ve yolcunun hislerine makalelerimizle tercüman olmak istedik. Bu yolculardan biri, Atatürk ile sohbet ettik. İradeli olmak nedir pratik olarak sorguladık. M. Scott Peck’in iki kitapları olan Az seçilen yol ve Kötülülüğün Psikolojisini tanıttık. Bir istikrar örneği olan ve derin anlamları kendi içinde barındıran ‘sembol’leri irdeledik ve sonraki sayımızda irdelemeye devam edeceğiz. Dingin Savaşçı filmi ve yeni vizyona giren Kung Fu Panda 2 ile konunun sanatsal açılımını ele aldık. Güzellik ideasının görünür kılınmaya çalışılıp, yapılan her şeyin Afrodit’e adandığı mükemmel antik şehir Afrodisias’ı size anlatmak için gezdik. Ve son olarak da günümüzde tiyatro sanatının tüm
zorluklarına rağmen, sinemanın rekabet edilemez ortamında bizleri her zaman oyunlarıyla, duruşlarıyla ve mücadeleleriyle şaşırtan Tiyatro Oyun Kutusu ile sizler için söyleştik. Çok severek, daha iyi irade koymaya çalışarak hazırladığımız bu sayıyı size büyük bir sevgiyle sunuyoruz. İyi okumalar, okumak da iradedir…
Semra ŞEN
İÇİNDEKİLER
23
08 İRADE Her Şey Kendi Doğasını Yaşar
SATIN ALINMIŞ ADAM; EPİKTETOS (MS. 55- 130 )
VUCUDUN DOĞAL HİJYEN MEKANIZMASI
28
10 SEMBOLLER NEYİ ANLATIR?
EPİKTETOS Satın Alınmış Adam
‘
13
42
kül tigin
ATATÜRK İLE SOHBET ETMEK
18 4
YOLCULUK Bazen Sebepdir Bazen de Sonuç
OYUN KUTUSU Serdar Saatman ile...
40 AFRODİSİAS Güçlü, savaşçı ve adına yaraşır güzellikteki kent
İÇİNDEKİLER
50
45
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
DİNGİN SAVAŞÇI
52
47 KUNG FU PANDA 2
babil
kulesi
KÜLTÜR-SANAT
Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Semra ŞEN Özgür BENLİ
temmuz-agustos-eylül 2011
Grafi k Tasarım Eylem ÖZKAN
YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen
babilkulesi@ymail.com
İmtiyaz Sahibi
Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen
Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir
5
TARİH
BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot
Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral 6
Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )
bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.
TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan
sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.
9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:
1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.
Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak
isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır
ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7
DENEME
8
DENEME
. IRADE Büyük adamsın, ama nereden bileyim, kaderin sana erdemini hiç sergileme fırsatı tanımamışsa? Seneca. Yaşarken bazen büyük zorluklarla karşılaşıyoruz. Bu zorlukların altından kalkamayacağız, bu durum bizi aşacak ve her şey sona erecek gibi hissediyoruz. Büyük acılar; ölüm, ağır hastalıklar, bedenin bütünlüğünün bozulması, büyük felaketler, savaşlar karşısında ise panik halinde kilitlenip kalıyoruz. Bazen de iyi insanların başına gelen bu kötü şeylerin adaletini sorguluyoruz. Oysa ki… Her şey kendi doğasını yaşar. Hiçbir şey iyi ya da kötü değildir. Kötü ya da zor olarak nitelendirdiğimiz şeyler ise bizi eğiten, güçlendiren, tamamlanmamızı sağlayan şeylerdir ve
kişinin hazır olmadığı şey aslında başına gelmez. Örneğin, bir savaşçı, evinin rahatlığında ve zenginlik bolluk içinde savaşa hazır hale gelmez. Böyle bedeni, dikkati ve zihni gevşer. Gerçekten savaşçı olmak için, dövüş ve silah eğitimleri alır, dövüş meydanlarında defalarca rakipleri ile dövüşür. Güçlendikçe daha güçlü rakiplere ihtiyaç duyar ki daha da gelişebilsin. Acı çeker ama bu acı onun gelişimi için gerekli olan acıdır ve bir yola çıkan gerçek savaşçı çektiği acılardan şikayet etmez. Vakti gelip savaş alanına en kanlı savaşlara çıktığında, kaderine kahretmez çünkü doğal olarak bulunması gereken yerdedir ve bu
onun için onurdur. Kader bizi kendi savaşımıza hazırlanmak için denemelere tabii tutar. Böylece yeteneklerimizi, erdemlerimizi ve bilgeliğimizi geliştiririz. Kendi doğamızı yaşayabilmek ancak kendi kapasitelerimizi tanımak ve bunları geliştirmek yolundan geçer. Kader kendimiz veya insanlık ile ilgili konularda bizi sınadığında hazır bulunmak ve gerçek örnekler olabilmek için.
Mihrican BAL
9
TARİH
SATIN ALINMIŞ ADAM; EPİKTETOS (MS. 55- 130 ) 10
TARİH Epiktetos, Geç Dönem Stoacı Filozofların en tanınmışlarından biridir. Azat edilene kadar bir köle olarak yaşamış ve yokluk içinde ölmüştür. Bu nedenle onu “Epiktetos” yani “Satın alınmış adam, köle, uşak” olarak tanıyoruz. Gerçek adı bilinmemektedir. Kölelikten kurtulduktan sonra felsefe dersleri vermiştir. Kendi yazdığı hiçbir eseri yoktur. Yaşadığı döneme büyük etki yapmıştır ve fikirleri öğrencisi İzmitli Finvius Arrianus tarafından “Düşünceler - Epiktetos El kitabı” adı altında bir kitapta toplanmıştır. Teorinin yaratıcısı Yunan uygarlığının yerini, teoriyi pratiğe çeviren Roma uygarlığına bıraktığı ve Hıristiyanlığın yeni yeni yayılmaya başladığı bir dönemde yaşamıştır. Roma felsefesi kendi felsefesini oluştururken Stoacılardan oldukça etkilenmişlerdir. Epiktetos koyu bir ahlakçıdır. Sokrates ile Diogenes’i örnek almıştır. Onun düşüncesine göre insanın kendi iradesinden bağımsız iyi ya da kötü hiçbir şey yoktur ve insan eğitimde temel olarak bunu öğrenmeli ve olayları öngörmeye veya yönlendirmeye kalkışmayıp sadece onları anlama çabası göstermelidir.
Epiktetos’tan günümüze kalmış az sayıda sözlerinde hala güncelliğini koruyan birçok ahlaki öğüt ve etik düşünce bulunmaktadır. Her bir söz ve hikâye ele alındığında bugünün entelektüel dünyasında hala ses getirebilecek güçtedir. Sözler bir öğrenciye bilgiyi aktarır nitelikte yazılmıştır. Epiktetos bir köle olarak yaşadığı hayatında maddi olana değer vermeyen oldukça mütevazı bir hayat yaşamıştır. Ona gere hayatta elimizde olan ve olamayan şeyler vardır. Elimizde olan şeyleri yönetebiliriz ama elimizde olmayan şeyler zaten bizim değildir ve onlar için üzülmemelidir. Elimizde olan şeyler, düşünceleri¬miz, yaşayışımız, isteklerimiz, eğilimleri¬miz, iğrenmelerimiz; bir kelimeyle bütün davranışlarımızdır. Elimizde olmayanlar; mal, şöh¬ret, yüksek görev gibi şeylerdir. O halde elimizde olanları kullanmakta özgürüz. Ayrıca maddi olan hiçbir şey bizim değildir. Her şey ölümlüdür. Bizim bedenimiz, sevdiğimiz herkes, çocuklarımız ölümlüdür. Bu dünyada var olan her şey ölümlüdür.
11
TARİH görünen şeyler, özellikle ölüm her vakit gözünün önünde olsun. 0 zaman bayağı kaygılara düşmezsin ve hiç¬bir şeyi coşkunlukla istemezsin.” En güzel şeyleri söyleyen, hitabet sanatında en usta kişi olmak istersen unutma: “Bir güzel söz söyleme sanatı varsa, bir de güzel anlama ve dinleme sanatı vardır.” Felsefe öğrenmek cesaret işidir. Felsefi davranış gündelik hayatta anlaşılamayabilir. Epiktetos diyor ki; “Felsefe öğreniminde ilerlemek istersen, ruhu ilgilendirmeyen işlerde ap¬tal görünmekten korkma.”
Maddi olan her şey kaybedilir ve aslında hiçbir şey bizim değildir. Öyle ise bir kıymetlini kaybettiğinde kaybettim deme, onu geri verdim de. Onu sana verenin, hangi yol ile geri aldığının da bir önemi yoktur. Önemli olan sen onunla birlikte iken yaşadığın mutluluktur. Onu minnetle gerivermelisin. Hayat konusunda net fikirlere sahiptir. Elimizde olanları yönetebiliyoruz, burası tamam; ama olup biten şeylerin, dilediğin 12
şekilde olmasını beklemek doğru olmayacaktır. Öyle ise: “Nasıl oluyorlarsa, öyle olmalarını iste. Böylece her zaman mutlu olursun.” Hayat bir savaştır. Kendini tanıyan kişi bir savaşa girerken elinde olanı ve olmayanı bilir. Bazı savaşlara girmek gerekli değildir. Bazılarını kazanmak ise senin elinde değildir. “Yenmesi elinde olmayan bir savaşa girmezsen yenilemezsin.” “Ölüm, sürgün ve bunlara ben¬zeyen korkunç
Son olarak bilgelik yolculuğunu çıkmış olan kişiler için söylediği şu söz çok çarpıcıdır; “Felsefe ile uğraşıyorum deme kendimi kurtarıyorum de” Felsefi bir yol izlemek isteyenler kişiler işin yola ışık tutan hocalar vardır. Satın alınmış bir adam ve zor bir çağda yokluklar içinde yaşamış bir filozoftur Epiktetos. Tarihin içinden süzülüp gelen bu ışık, kendi yolunuzu aydınlatmak için aradığınız o ışık olabilir. Mihrican BAL
DENEME
6
13
DENEME
ATATÜRK’Ü
Tanımanın, Anlamanın ve Yaşamanın Yolu Olarak
ATATÜRK ILE SOHBET ETMEK 10 Kasım’lar bizim için Atatürk’ü bir kez daha hatırlamak için vesile oluyor. Bir kez daha diyorum..Oysa ihtiyacımız, Atatürk’ü arada bir hatırlamak değil, hatırdan çıkarmamaktır. Öyle değil mi? Nasıl ki annemizi seviyoruz… Eşimizi… Çocuğumuzu… Sevdiklerimizi hayatımıza katıyoruz. Ve el ele birlikte yürüyoruz. Aynı şekilde Atatürk’ü de kalıcı şekilde hayatımıza katabiliriz. Atatürk ile dost olabiliriz. Sevdikleriyle dost olmayı kim istemez? Sevdiğimiz her varlığı olduğu gibi Atatürk’ü sevenler, Atatürkçüyüm diyenler, demeyenler öncelikle kendisini tanımaya ve anlamaya çalışmalıdır. Aslında maalesef, ben de dahil olmak üzere hemen hiçbirimiz Atatürk’ü tanımıyoruz. Tanımayınca anlamıyoruz. Zira Atatürk’ü gerçekten tanımak ve anlamak onun idealini paylaşmak ve yaşamaktır. Anlamayınca da bizim için çok fayda14
lı ve değerli olan ve her birimizden yaşamamızı talep ettiği idealini/idealimizi yaşayamıyoruz. Atatürk’ün ideali nedir? Bu konuda da kafalarımız hayli karışık. Benim anladığım kadarıyla Atatürk’ün ideali tek kelime ile bağımsızlaşmaktır. Atatürk’ün bağımsızlık ideali evrenseldir. Zamansızdır. Bu nedenle her insanı kucaklar ve her insan için değerlidir. Bağımsız birey; dinlerin ve felsefenin ortak insanlık hedefidir. Yeter ki doğru ve önyargısız şekilde anlaşılsın. Peki biz Atatürk’ü neden tanımıyoruz? Çünkü Atatürk’ü tanıdığımızı zannediyoruz. Zihnimizde böyle bir kanımız var. Atatürk’ü tanıdığımız yanılgısı içindeyiz. Tanıdığımız bir kişiyi neden tanımak isteyelim ki? Atatürk’ü gerçekten tanıyan varsa, onu mutlulukla bu düşünceden ve sözden tenzih ederim. Bir diğer sebep, çok zaman öncelikle tanımanın bize getirisini düşünebili-
yoruz. Tanırım tanımasına ama; şimdi bu kadar işim arasında vakit yok. Hem de pek de somut bir faydası yok bana diye düşünüyoruz. Ödenecek kiramız ve faturalarımız var bizleri endişelendiren. Atatürk’ü tanımaya ve anlamaya ve yaşamaya çalışmak ortak hayatımız için çok faydalı olabilir. Kişisel olarak günlük hayatımızı yaşarken de bize sayısız fayda sağlayabilir ve olanak sunabilir. Sadece bununla sınırlı değil. Atatürk’ü tanıma ve anlama çabası aile hayatımızın kalitesini arttırabilir. Dahası ülkemize katabileceklerimizin niceliğini ve niteliğini arttırabilir. Ve dahası bu çabamız dünyanın daha yaşanır ve adil olmasına hizmet edebilir. Çünkü bir birey gelişirse, dünya gelişir. Olabilir, edebilir dememim sebebi bahsettiğimiz güzelliklerin, yükselişin ve katkının ancak Atatürk’ün felsefesini günlük hayatımıza katmamızla olabileceğindendir.
DENEME
15
DENEME
ATATÜRK’Ü NASIL TANIRIZ ?
Tanımak ve anlamak yaklaşmakla olur. Sohbet etmekle olur. Biz de böyle yapalım. Atatürk’le sohbet edelim. Yaklaşalım. Aradaki mesafeyi yok edelim. Onu hissedelim. Hayat görüşünü, düşüncelerini ve davranışlarını anlayabilelim. Atatürk’ün ve de arzu ettiği gibi ve bizlere sunduğu imkanlarla her birimiz Kemal ‘e erelim. Atatürk ile nasıl sohbet eder ve onu daha iyi tanırız? Özellikle ve öncelikle kendi eserleri Nutuk ve Medeni Bilgiler kitaplarını okuyarak ve üzerinde düşünerek. Bu eserler yoluyla Atatürk ile direk temas kurarız. Sohbet eder, samimiyet kurarız. Nutuk’ta tarihsel akış içerisinde olayları aktarırken, düşüncelerini ve davranışlarını ve bunların kaynağı olan hayat görüşünü anlamak mümkün. Bu kitapla Atatürk’e yaklaşmak, biraz daha iyi tanımak ve anlamak mümkün. Keza Medeni Bilgiler kitabında hayata ve insana bakışını anlamak imkanına kavuşuruz. Ben öncelikle Medeni Bilgilerde ki hayata dair yazılarını tavsiye ediyorum. Bu kitap okullarda okutulsun 16
diye hazırlanmıştır. Süs olsun, Anıtkabir Kütüphanesinde rafta dursun diye değil. (Ben kendi Medeni Bilgiler Kitabımı Anıtkabir’den almıştım. Ama uzun süre okuma fırsatım(!) olmadı!) Çok değerli ve her birimiz için günlük hayatımızda faydalı bilgiler içermektedir. Hayata uygulansın diye hazırlanmıştır. (Atatürk teorisyenden çok pratisyendir. Eylem adamıdır. Atatürk’e göre bir sonuca bağlanmayan hiçbir eylemin ve çabanın anlamı yoktur.) Uygulanacak mıdır? Bize kalmış. Atatürk ile diğer sohbet imkanı, kendi sağlığında birebir temas eden kişilerin aktarımlarının yani kitaplarının okunmasıdır. Bu durumda da Atatürk ile aranızda direk bir ilişki, sohbet ve samimiyet doğar. Yine Atatürk’ü iyi araştırmış yazarların kendisiyle ilgili eserleri de şüphesiz Atatürk’ü önemli bir tanıma ve anlama ve yaşama imkanı sunar. Ancak hepimiz gibi yazarlar da kendi dünya görüşlerini Atatürk’ün dünya görüşü ile ister istemez birleştirir. Atatürk olduğu gibi algılanmıyor. Bu olgunun toplumun tüm kesimleri için geçerli olduğunu düşünüyorum. Kanaatimce, maalesef bu yanılgıdan kendini ayırabilmiş
ve kurtarabilmiş objektiflikte olanı bulmak pek mümkün değildir. Bunun yanında, Atatürk’ün titizlikle hazırladığı ve her kelimesini özenle seçtiği Cumhuriyet’in Kuruluşunun 10. Yılında yüksek dinginlikle okuduğu nutku okumak, kendi sesinden dinlemek ve üzerinde düşünmek Atatürk ile çok güzel bir sohbet yoludur. Dikkatli kişiler 10. Yıl nutkunda Atatürk’ün kişiliğine dair önemli sonuçlar çıkarabilirler. Yine dikkatli kişiler, sırf bu nutukla Atatürk’ün dünya görüşünü aracısız olarak anlayabilirler. Araştıranlar için 10. Yıl Nutku büyük bir ülkemiz insanları ve genel olarak insanlık için çalışma şevki, kendimize güven, idealizmde kararlılık, ve yükselmeye, insanlık onuruna ve maneviyata inanç aşılar. Muhteşem bir eserdir. Sabah, öğle, akşam okunabilir. Kendi sesinden dinlenebilir. Çok doyurucudur. Manevi açlığımızı günlük olarak gidermede katkısı olur. Kişisel ve milli ve evrensel manada faydalıdır.
DENEME türk gibi, tarihte bir çok filozof yol göstermiştir. Aydınlanmamız için ışık, güneş olmuştur. Genç değilsek yorgun düşeriz. Yıldızlarda koşacakken Çamura düşeriz. Kendimizi de insanlığı da üzeriz. Düşeriz. Atatürk’ü, kendimizi ve hayatı araştırmayı ve yaşamayı yarım bırakırız. Yaşam yaşansın. Karanlık Güneş’le aydınlansın.
Son olarak; Atatürk’ü tanıma ve anlama yolunda (aslında genel olarak kendimizi ve de hayatı da) araştırma tutkusunu, hayata, kendimize ve insanlığa dair iyi niyetimizi ve umudumuzu korumaya, daha güzele doğru hareket etmeye ve çabalamaya ihtiyacımız var. Bu da Atatürk’ün anladığı manada genç olmak demektir. Gençlik, fiziksel yaşla ilgili değildir. Gerçeği anlamaya ve yaşamaya açık olmak demektir. Yanılsamayı ger-
çekle değiştirebilmektir. Bilmediğimizi ve yanlış bildiğimizi kabul etmek demektir. Yanlışı doğru ile, geçiciyi kalıcı ile, kusuru erdem ile vicdan eksikliğini vicdan tamlığı ile değiştirmeye açık olmak demektir. Genç olmak, kendimizi, hayatı tanımaya ve yükseltmeye açık olmak demektir. Bu da kendi üzerimizde çalışma ve çaba gerektirir. Kendimizi tanımadan Atatürk’ü de maalesef tanıyamayız. Kendini tanıma yolculuğunda Ata-
Öncelikle karar verelim… Kemal’e ermek istiyor muyuz ? Bizim için anlamı var mı? Atatürk’ü tanıyabilecek, anlayabilecek ve yaşayabilecek kadar Genç miyiz ? Bilmiyorum. Ancak, Atatürk’ü tanımaya, anlamaya ve yaşamaya gerçekten ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum Bu ihtiyacı duyanlar… Haydi! Gelin… Araştırmaya devam edelim. Atatürk ile sohbet edelim. İhsan Burak KAYNAR
17
ARAŞTIRMA
18
ARAŞTIRMA
YOLCULUK Bazen sebeptir, bazen de sonuç Yolculuk, insanlık tarihinin ana konularından biridir. Tarih, bir yönüyle göçlerin, seferlerin ve bir mekânı terk edişlerin hikâyesidir. Bu sebeple de yolculuk dinî kıssalardan mitolojiye, mitolojiden efsaneye, hikayeden şiire kadar edebiyat metinlerinin vazgeçilmez bir ana teması olmuştur. Yolculuk bir yere varmak, bir şeyleri aramak ya da kaçmak için yapılabildiği gibi bir serüven/ macera da olabilir. Bazen sebeptir, bazen de sonuç. Doğunun yolculuklarında yolculuğun temel sebebi arayıştır. Aramak aktif, beklemek pasiftir. Godot beklenir, simurg aranır. Hal bu olunca da arayış yolculuğun bir parçası hâline gelir. Çünkü klasik kültürün yolculuğu aktif bir arayıştır. Batınınki ise daha çok buluş, yüzleşme veya kaçmadır. Bilinene özlem, bilinmeyene hayal ve sezgi yöneltir. Bu anlamda kaçış da Batılı bir metafordur. Doğu düşüncesi felsefesini kaçmak üzerine kurmaz. Bu anlamda daha çok mücadele ya da tevekkülle kabulleniş içerir.
Yolculuk fizik planında olabileceği gibi maddeden mânâya, mânâdan maddeye, ya da tamamen mânâ düzleminde de ilerleyebilir. Sözgelimi Mevlânâ Celâleddin Rûmî’nin Belh’ten Konya’ya gelmesi fizik planda bir yolculuktur. Oysa Şems-i Tebrizî ile tanışması ve dostluğu mânâ düzleminde bir yolculuktur. Çünkü Şems’le değişen, olgunlaşan, kendisine dönen ve orada gerçek aşkı bulan bir Mevlânâ vardır. Bu noktada Şems’le Mevlânâ artık ayrı kişiler değillerdir. Bu yüzdendir ki Mevlânâ’nın Divanı artık Şems-i Tebrizî Divanı adını alacaktır. Gerçekleşen bir daire planlı bir arayış, bir olgunlaşma yolculuğudur. İç yolculuk; bulunduğumuz psikolojik, bedensel ve akıl işlevli hallerden sıyrılarak gönüle, oradan da evrene doğru bir geçiş yapmaktır. İç yolculuk; hissedilebilir, derinlik unsuru olan, algısal ve sezgisel bir açıklık, farklılıktır. Bu farklılığın farkı genellikle tarif
edilemez ya da “huzur” olarak kendini gösterir. Her insan yolculuk yaşar, önemli olan bilincinde yaşamak ve huzurda bulunuşu farkındalıkla oluşturmaktır. İç yaşam bir yolculuktur ve bu yolculuğa başlamadan önce bir hazırlık yapılması gereklidir. Eğer hazırlanılmazsa, her zaman için varılacak yere ulaşmadan geri dönme zorunda kalma riski vardır. Bir insan bir yolculuğa çıktığı ve başarması gereken bir şey olduğu zaman, yolculuğun kolay olması ve başarmak üzere yola çıktığı şeyi başarması için bu yolda nelerin gerekli olduğunu ve yanına meleri alması gerektiğini bilmelidir. Kişinin iç yaşamında yaptığı yolculuk hayatın başlangıcıyla ölüm arasındaki mesafe kadar uzundur, o kişinin yaşam boyu yaptığı en uzun yolculuktur ve her şeyin hazırlanması gerekir, öyle ki belli bir mesafeye ulaştıktan sonra geri dönmek zorunda kalmasın.
19
ARAŞTIRMA
Dostum! Güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat, arkana bakma! Kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de... Unutma, yolcu değişir, yol değişir, ama menzil değişmez. Yolcuya bakıp, yolunu tanıma. Yola bak yolcuyu tanı, yolcu hakkındaki kıymet hükmünü ona göre ver. Vahim olan, yolun yolcusuz olması değil; asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır; yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal... ‘En doğru yol: En dikensiz yoldur.’ diyenler seni aldatıyorlar. Onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak lambasının altında arayan şaşkınlardır. Aldırma! Ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir. Dikenine katlanmaktan söz edenler, aşıkmış gibi davrananlardır. Gerçek aşık olanlarsa, dikenini de sever. Dostum, yollar yürümek içindir. Fakat, şu gerçeği de hiç unutma: Yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir... Yol boyunca; Yola çıkıp da yürümeyenleri, Yola oturup, gelen-geçenin ayağına çelme takanları, Yolda metafizik uyuşturucularla keyif çatanları, Tel örgülerle çevirdiği yolu kendisine zindan edip volta atanları, Maratona 100 metre koşucusu gibi hızlı girip, 50. metrede yola yatanları, Yürüyüşün uzun ve yolun zahmetli olduğunu görünce, yolculuk üzerine zar atanları, Yürümeyi bırakıp, yol-yolcu ve menzil üzerine kalem oynatanları, Ayağına batan tek bir dikenin faturasını çıkarıp, ömür boyu tafra satanları, Beyaz atlı kurtarıcıyı gözlemek için ufka bakıp bakıp dağıtanları, Yanlış kılavuzlara kızıp yolu satanları göreceksin.. Göreceksin dostum! Aldırma, yürü. Halil Cibran
20
ARAŞTIRMA İç yaşamın amacı, Tanrı ile bir ilişki kurmak, Tanrı’yı, bağışlayıcı, yargılayıcı, arkadaş, anne, baba ve sevgili gibi ilişkiye girdiğimiz bir obje kılmaktır. Tanrı’yı bir hayal olmaktan çıkartarak bir gerçeklik haline getirmektir; öyle ki insanın Tanrı ile olan ilişkisi kendisine dünyadaki başka herhangi bir ilişkiden daha gerçek görünebilir; ve bu olduğu zaman, bütün ilişkiler, ne kadar yakın ve kutsal olursa olsun daha az bağlayıcı hale gelir. Fakat aynı zamanda insan soğuk bir kişi haline gelmez; daha sevgi dolu olur. Soğuk olan, bu dünyanın sevgisizliği ve bencilliğinden etkilenen tanrısız insandır, çünkü o içindeki yaşadığı şartları paylaşır. Fakat Tanrı’ya aşık olan kişinin, Tanrı ile ilişki kurmuş olan kişinin sevgisi onu canlandırır; o artık o soğuk değildir; o bu dünyada kendisiyle ilişkide olanlara karşı görevlerini tanrısız bir insan yapacağından çok daha fazla yerine getirir. İç yolculuğun amacını varıldığında, insan tüm yanlışlarını onarmaya, tüm yaralarını iyileştirmeye, tüm yanlışlarını düzeltmeye, tüm acılarını bal eylemeye, tüm muammaları çözmeye ve yaşamın gerçek ve tam anlamını çözmeye erişecektir. Geçmişteki ve şimdiki yaşamının…
bu amaca varmak için gidilmesi gereken Yol’a ilişkin bilgiler ise içimizdedir. Her ne arar isek kendimizde aramalıyız. Şuurlu bir iç yolculuk bize büyük sezgisel açıklıklar sağlayacaktır, kendimizi genelde hep ayrı olarak gördüğümüz bütünle bir olma haline eriştirecek, kalbimiz ve gönlümüzü sevgiyle yıkayacaktır. Yaşadığımız hayatın, koşuşturmacası içinde bedenimizin ve ruhumuzun dinlenmeye, enerjisini dengelemeye ihtiyacı bulunmaktadır. Bazen zihnimizi susturarak tamamen yüreğimizdeki sevgiden destek alarak içsel yolculuğa çıkmamız ve yenilenmemiz, arınmamız gerekmektedir. G e c e uykuya dalmadan günün muhasebesini yapmak bile bir çeşit içsel yolculuğum u z a açılan kapıdır. Bu içsel yolcul u ğ u muzda, bütünle bir olduğumuzu çok d a h a
fazla hissederek, sorularımızı sorabilir ve buna cevaplar bulabiliriz. Birliğe giden yol, acı ve yılgınlık getirdiği için daima korku uyandırır. Oysa bu dünyada acı her zaman vardır; bu nedenle, dünyanın üstesinden gelmemiz ve acıları yok etmemiz ancak dünyayı ve acıları kavrayıp, onla rı kabul ederek mümkün olacaktır. Ezoterik öğretiler, gerçekte, “dünyadan kaçmayı” değil, “dünyayı aşmayı” öğretirler. Dünyayı aşmak ise sadece “ben” veya “ego” ile aynı şey olan “kutuplaşma”yı aşmak demektir.
21
ARAŞTIRMA Bir insan, ancak, “ben”i tarafından sınırlandırıldığı zaman bütünlüğe ulaşabilir. Amacı egonun yok edilmesi ve her şeyle bir olmak olan yolun, “bencilce bir iyileşme yolu” olarak nitelendirilmesi, onu alaya almaktır. Oysa ezoterik öğretilerin motivasyon noktası, “kişinin iyileştirilmesi” veya “bu dünyanın acıları için ödüllendirilmesi” değil onun dışına çıkarak, ona dışarıdan bakmak ve böylece, yaşadığımız bu maddi dünyanın anlamını ortaya koymaktır. İç-dış ayırımı ikili yani düalist dünyaları işaret eder. Dış nerede biter, iç nerede başlar? Bir anlamda iç, görünmeyen, madde-ötesi, maneviyat
âlemleri; dış, görülen, tutulan, maddi olanlardır. Yaratıcı güç dışında tüm yaratılanların yaratılışlarına uygun özgün maddi nitelikleri ve maddi ortamları vardır. İşte biz de iç yolculuğumuzda katı madde titreşimlerimizi incelterek, ya da onlardan kurtularak (eskiler buna tecerrüd yani soyutlanmak diyorlardı) daha ince titreşimlerin hüküm sürdüğü sayısız dünyalara yolculuk yapma olanaklarına sahibiz. Özgür iradesini bunu sağlayacak şekilde kullanabildiği takdirde yolculuğu başarılı olacak, onu tekâmül ettirecek yeni yerlere yeni menzillere ulaştıracaktır. Başarısız bir yolculuğun ise riskleri vardır. İç yolculuk, yara t ı l ı ş ı n başlangıcından itibaren lütfedilenleri bilebilmesi için va r l ı ğ ı n kendisinde ve evrende yaptığı keşif gezisidir. Bu yolc u l u k dünyasal an-
lamda bir yer değiştirme değildir. İç yolculuk edebi anlamı gibi kişisel bir psikolojik yolculuk değildir. Sevginin çoğalmasıyla, kabuller esneklik sağlar, sezgiler artar. Anlayış ve görüş pek çok olasılıklara da açıklık sağlayınca, iç titreşim geniş ve düz bir yüzey oluşturur. Oraya çekilen ya da zaman zaman uğrayan üst frekanslar olur. Bunlar son derece tabii yaşanır ve insan kendinden ayırt edemez. Beyin bir santral gibi çeşitli sinyaller alırken, zihin bunların geldiği yeri bilemez. Bu iletişim diğer organlara da yansır. Gözle, sözle, dokunuşla, kısaca beden aracını kendisiyle birlikte kullananlar vardır. Hepimiz aslında bu yolculuktayız; hayatın kendiside bir yolculuktur. Kimse burada yerleşip kalmıyor; hepimiz ilerliyoruz, bu nedenle eğer ruhsal bir yolculuk yapıyorsak yerleşik hayatımızı yıkmamız gerektiğini söylemek doğru değildir; burada yerleşik bir hayat yaşayan kimse yok; herkes gayrı meskun, herkes kendi yolunda. Ancak ruhsal yolculuğa çıkarak başka bir yol, daha kolay, daha iyi ve daha hoş bir yol tutarız. Bu yolu tutmayanlar da sonunda oraya geleceklerdir, fark yoldadır.
Ünal KAYA
Fotograf:Eylem ÖZKAN
ARAŞTIRMA
23
ARAŞTIRMA
İnsan vücudunda çok çeşitli yapılar ve mekanizmalar bulunmasına rağmen hepsi bir uyum içinde çalışırlar. Düzensiz gibi görünen ancak kendi aralarında mükemmel bir organizasyonun olduğu fizik bedenimiz mevcuttur. Bedenin bu uyumu ya da dengesi bize “sağlık”ı anlatır. Dengenin herhangi bir nedenle bozulması da hastalık olarak tanımlanır. Aslında hastalıkların amacı da tekrar sağlığa kavuşmaktır. İnsanoğlu hasta olduğunda acı çektiği için hep sağlıklı kalmak ister. Sağlığın koruması başka bir deyişle dengenin (homeostazis) korunması için vücutta sürekli ve bilinçli mekanizmalar devrededir. Bu mekanizmalardan biri de vücudun doğal hijyen mekanizmasıdır. Bu mekanizma ile fiziksel bedende sürekli bir onarım ve temizlik sürdürülmektedir. Bu süreçler örnek alınacak düzeyde mükemmel bir şekilde işlemektedirler. Konuyla ilgili örnekleri şöyle sıralamak mümkündür: Karaciğer, vücudun mikroorganizmalarla savaşımında dalakla 24
birlikte kanın filtrasyon ve temizlenmesinde rol oynar. Genel dolaşıma girmeden önce portal sistem ile dalak, mide, pankreas ve ince bağırsaklardan gelen kan, burada kupfer hücreleri sayesinde temizlenir. Dalak, ipliksi bir ağ şeklinde fibröz doku kapsülüne sahip bir savunma organıdır. Dalağın bu fibroz lifleri arasında “kırmızı pulpa” bulunur. Eritrosit, lökosit ve makrofajlardan oluşan kırmızı pulpa, splenik arterle dalağa gelen kanı temizler. Lenf nodüllerinin önemli işlevlerinden biri, retikulum hücresi ile kaplı lenfatik sinüsler tarafından tehlikeli yabancı maddeleri filtre etmektir. Cilt, mükoz membranlar ve silia gibi özelleşmiş yapılar da bedenin savunmasında yer alırlar. Bütünlüğü bozulmamış cilt, bedenin dışarıdan gelen tehlikelere karşı ilk savunusudur. Bedende bulunan kanallar, boşluklar, solunum yolları ve sindirim kanalı mükoz membranla kaplıdır. Yabancı maddelerin, mikroorganizmaların bu
membranın salgıladığı salgı tarafından geçmesi engellenir. Bunların yanı sıra bedende yer alan bazı küçük oluşumların da savunmada önemli rolleri vardır. Örneğin, solunum yolundaki silialar, kirpikler ve göz kapağı mikroorganizmalara karşı bedenin tuzaklarıdır. Bedenin Mekanik savunması: Bakteri ve toksinlerini bedenden uzaklaştırmada gözyaşı, idrar gibi sıvılar, kusma, diyare gibi durumlar akla gelmektedir. Bazı enzimler de bakterileri bedenden uzaklaştırmaya çalışırlar. Örneğin, tükürük, mukus ve cilt salgılarında bulunan lizozin enfeksiyonlara karşı kan elemanları ile birlikte savaşan bir enzimdir. Bunların yanı sıra, asetik asit ve tuzdan oluşan ter, midenin asit derecesi yüksek salgısı, vaginada zararsız bakterilerce üretilen asit salgı bedendeki zararlı maddeler ve mikroorganizmaları yok etme çabası içindedirler. İ n t e r f e r o n l a r, tümörlere ve virüslere karşı koyabilen g l i k o p r o t e i n l e r d i r. Virüslerin çoğalmasını
ARAŞTIRMA baskılarlar, fagosiztozu uyarırlar, lenfositlerin s a v u n m a s ı n ı hızlandırırlar. Biyolojik savunma: Pek çok mikroorganizma için beden uzun süreli yerleşim açısından uygun bir ortam değildir. Buna rağmen bedende sürekli bulunan ve normal flora olarak bilinen patojen olmayan cilt, solunum, sindirim sistemi, üriner sistem ve beden sıvı ve boşlukları gibi belli bölgelerde yoğun olarak bulunurlar. Bu mikrorganizmaların bazılarından zararlı mikroroganizmalara karşı antimikrobiyal maddeler bile salınmaktadır. Normal flora, bazı çevresel, hijyenik ve fizyolojik değişikliklerden etkilenir. Antibiotiklerin bazıları normal flora dengesini bozabilir. Hücresel Savunma: bedenin savunma hücreleri lökositler vedoku makrofajlarıdır. Lökositler, herhangi bir enfeksiyon etkenine karşı yerinde, hızlı ve güçlü savunma yapanve
zedelenme olan yere dahil ulaşan hücrelerdir.
da kollajen dönüşebilir.
liflere
Polimorfonükleer lökositlerin en önemli görevleri, bedeni dışarıdan gelen saldırılara ve yabancı maddelere karşı en iyi şekilde savunmaktır. Bir zedelenmeden sonra 90 dk içinde yara sahasına gelirler. Bir çöpçü gibidirler, ortamı ölü dokulardan ve inflamatuvar süreci sonunda oluşan artık maddelerden temizlerler.
T l e n f o s i t l e r i hücresel immünite oluşturarak yabancı işgalcileri öldürmekle yükümlüdürler.
Mononükleer lökositler (agranülositler), kronik enfeksiyonların savunma hücreleridir. Bu lökositlerden olan lenfositler, inflamatuar sürecin geç döneminde, polimorfonükleer l ö k o s i t l e r i n mikroorganizmlarla mücadelesinde ortaya çıkan toksik ürünlerin nötraliza edilmesinde rol oynarlar. Lenfositler değişik hücrelere dönüşebilirler. Örneğin; bir lenfosit inflamasyon anında kuvvetli bir fagositik makrofaj olabileceği gibi doku tamiri sırasında
Enfeksiyon etkenleriyle savaşma yetenekleri çok az olan monositler dokulara geçtiklerinde hacimleri artar, makrofaj adını alırlar ve enfeksiyon etkenleriyle savaşta son derece yetenekli hale gelirler. Retikulum hücreleri de bedende eritrosit ve granülositlerin öncüleridir ve fagositozun temelini oluşturular.
Monositler, yaralanma durumunda nötrofillerden sonra gelen ikinci grup hücrelerdir. İnflamatuvar süreçten arta kalan büyük ve fazla sayıda yabancı madde ve ölü mikroorganizmayı fagosite ederler.
İnflamatuvar süreç kronikleşince plazma hücrelerinin de sayıları artar. Plazma hücreleri antikor ve globulinlerin yapımından sorumludurlar.
25
ARAŞTIRMA Beyin Omurilik Sıvısı (BOS): Hergün 400500ml BOS koroid pleksuslarda yapılarak ve absorbe edilerek yenilenir. Bos, spinal kord ve beyin hemisferlerinin yıkanmasında rol oynar. Kan-beyin bariyeri: Bedenimizi kimyasal değişikliklere karşı koruyan beyin kapillerlerinin önemli rolü vardır. Beyin kapillerlerini oluşturan endotel hücreler birbirlerine yapışıktır, bu hücreler arasından geçiş olmaz. Bu kan-beyin bariyeri nedeniyle kandan beyne gidecek tüm maddelerin endotel hücrelerin duvarından difüze olması ya da aktif transportla geçmesi gerekir. Kanbeyin bariyeri esas besin maddelerinin kandan beyin hücrelerine geçmesine izin vererek, zararlı maddelerin geçmesini önleyerek beyindeki nöronların homeostazisinin sürdürülmesinde yardımcı olur Solunum sisteminde; Burun yoluyla alınan havanın geçişinin sağlanmasının yanı sıra havayı ısıtma,
26
nemlendirme ve yabancı maddelerden arındırma işlemi yapılır. Larenks, öksürük refleksi ile solunum yollarını korur ve yutma sırasında ses telleri arasında bulunan glotisi kapatarak, yiyeceklerin trakeyaya kaçmasını önler.Trakea ve büyük bronşların duvarları mukus salgılayan goblet hücreleri ve tek katlı silialı epitel hücreleri ile kaplıdır.Dalgalanma hareketi yapan silialar, koordine hareket ederek mukus tabakasını vokal kordlara doğru dakikada 5-10 mm hareket ettirirler. Böylece solunum yollarında bulunan yabancı maddelerin dışarı atılmasını sağlar. Solunum Sistemini Koruyucu Mekanizmalar o Mukus, 100 ml/ günde salınır. o Siliarlar, siliar hareket, hipoksi, hiperoksi, dehidratasyon, anestezi ve sigara içme ile bozulur. Hidrasyon ve bronkodilatatörler siliaların fonksiyonlarının düzeltilmesinde yardımcı olur. o M a k r o f a j l a r,
solunum yollarındaki bakteri gibi yabancı maddeleri çok kısa sürede fagosite ederler. Fagositozdan sonra, makrofajda bulunan litik enzimler mikroroganizmaları öldürüp sindirerek zararsız hale getirirler.Bu makrofajlaarın hareketi, sigara, hava kirliliği, alkol ve kortikosteroidlerle bozulur. o Surfaktan, Alveoler epitelden salınan surfaktan temel olarak, yüzey gerilimini azltarak akciğerleri gergin tutup kollabe olmalarını önler. o Öksürük, normalde solunum fonksiyonlarında yer almaz ancak iritanlara karşı gelişen bir tepkidir. Siliar hareket iritanı çıkarmaya yetmeyince medulladaki öksürük merkezine iletilir. Oluşturulan öksürük refleksi ile akciğerlerde biriken mukus hava ile birlikte dışarı çıkarılır. o R e f l e k s b r o n ko ko n s t r ü k s i yo n : Toz, aeresol, soğuk hava gibi iritanlar söz konusu olduğunda, bronşlar dolarak, distalde bulunan akciğer yapılarını bu etkilerin zararlarından korumaya çalışır.
Kalbin temel fonksiyonu, oksijenlenmiş kanın arteriyel sistem yoluyla, doku ve hücrelere gitmesini sağlamak ve oksijeni azalmış kanı venöz sistem aracılığıyla yeniden toplayarak akciğerlere göndermektir.
oluşan idrar mesaneye geçer. Üretra ise, idrarın mesaneden dışarıSindirim Sistemi: Tükürük salgısının fonksiyonlarından biri ağız ve dişlerin temiz tutulmasını sağlamak. Kalın bağırsaklar, dışkı ve gazın atılmasını sağlarlar.
Hücrelerarası sıvının büyük bir kısmı venül uçtan damarlara döner, kalan 1/10’i ise lenfatikler tarafından toplanır. Lenf sıvısı venlere dökülmeden önce, mikroorganizmalardan ve yabancı maddelerden tamamen temizlenmek için lenf düğümlerinden geçer. Lenf akımını, dokulara yapılan basınç (masaj) ile oluşan kas pompası hızlandırır.Üriner sistemi de homeostazisin sürdürülmesinde önemli bir sistemdir. Yıkım ürünlerinin bedenden atılması temel fonksiyonlarından biridir.
Hepatik sinüsoidlerin etrafında iki çeşit hücre bulunur; endotel ve Kupfer hücreleri (retiküloendotelyal hücreler) kandaki bakteri ve diğre maddeleri fagosite ederler.
Böbrekler: Bedenden sıvı atılımını düzenleyerek plazma osmolaritesinin normal sınırlarda olmasını, protein metabolizmasının son ürünleri olan üre, ürikasit ve kreatinin atılımında rol oynar. Her elektrolitin plazma atılmasını sağlar. konsantrasyonu ve H+ konsantrasyonunun normal sınırlarda olmasını sağlar. Üreterler, peristaltik hareketi ile böbreklerde
Gözyaşı sistemi: Gözyaşı, konjonktiva ve konea yüzeylerini nemlendirdikten sonra göz kapaklarının iç kısmındaki üst ve alt punktumlardan gözyaşı yollarına gider. Göz kapağının ön kısmında bir ya da birkaç sıra kirpik, yabancı maddelerin göze girmesini önleyen bir fonksiyonu vardır. Kulak Burun Boğaz Dış kulak yolunun kıkırdak kısmını kaplayan deride ter, yağ ve serominal bezler vardır. Seruminal bezler, serumen üretirler. Bu kulakları koruyucu özelliktedir. Kıllar ve kulak kiri kulağa böcek vs. maddelerin geçişini önlediği gibi, kulak yolunun kurumasını engeller.
o Terleme ile vücuttaki toksik maddelerin dışarı atılması, o K a d ı n l a r d a aylık sikluslarla menstruasyonla uterusun endometrium tabakasının dışarı atılması, o Sinirlerdeki oluşan mukusun akması, o Ya ra l a n m a l a r d a , ortama gelen nötrofil ve makrositler vs. vücudun doğal hijyen Dıştan gelen etkilerden çok doğal mekanizmanın k o r u n m a s ı , hastalandığında da desteklenmesi bakımın temelini oluşturmalıdır. Hemşire, vücudun bu doğal hijyen mekanizmasını dikkate alarak bu mekanizma d o ğ r u l t u s u n d a girişimler insan sağlığını koruyacaktır. Bu şekilde bedenin homeostazisis sağlanabilir. Yararlanılan Kaynaklar 1. DeWit SC (1999) Essentials of Medical-Surgical Nursing, Fourth Edition, W.B. Saunders Company, Philadelphia. 2. Erdil F, Elbaş NÖ (2008) Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği, Aydoğdu Ofset 3. Matbaacılık, Genişletilmiş V. Baskı, Ankara. 3. Smeltzer SC, Bare BG (2000) Brunner&Suddarth’s text book of medical-sugical nursing, Lippincott, 9th Edition, Baltimore.
Adalet KOCA
ARAŞTIRMA
28
ARAŞTIRMA
Hepimiz eski bir metni okuduğumuzda ya da bir efsaneden söz edildiğini duyduğumuzda sembolik anlamının ötesinde bir şeylerin daha varlığını düşünürüz. Bize öyle gelir ki bu metinlerin, mitlerin anlatmak istedikleri daha derin gerçekler vardır ve aramayı bilenler ancak anlayabilir. Sembol, symbolon (gr.) kelimesinden gelmekte. Taşımak, korumak, ihtiva etmek anlamına geliyor. Mitoloji de sembollerle saklar. Burada amaç, sadece basit bir gizleme kaygısından ziyade, muhafaza etmektir, korumak için saklamaktır. İnsanlığın birikmiş bilgilerini sonsuza kadar bozulmadan aktarmaya yarayan kutsal anlatım biçimleridir. C.G.Jung: ‘Bir kabilenin mitolojisi, onun yaşayan dinidir; bunun kaybı her zaman ve her yerde, hatta(!) uygarlar arasında dahi, bir manevi felakete götürür.’ Bir Lapon, kuzey çöllerindeki büyücülüğü yok etmekle görevlendirilmiş kişilere:
‘Bizim elimizden davullarımızı almak, sizin ellerinizden pusulaları almaya benzer.’ der. Sembolün bugün birçok tanımı ve yorumu bulunmakta. Gerçekte ne ifade ettiği ile ilgili olarak konuyla ilgili tüm bilim adamlarının tartışması gereklidir. Bir tanım da E. Fromm’un: Mitoslar, insan doğa ile ilgili büyük buluşlarını yapmadığı ve ona biraz da olsa hükmetmediği çağlarda doğmuş ve bilimin gelişmesiyle işlevlerini yitirmiştir. A.H. Krappe sembolleri göksel ve yersel diye ayırmış, M. Eliade ise onları belli başlıklar altında toplayarak daha geniş ve derin bir biçimde irdelemiştir. Malindowski’ye göre mitoloji, boş bir rapsodi, budalaca düşüncelerin anlamsız bir taşması değil, tersine çok etkili olağandışı önemli bir kültürel güçtür. Bir ilkel toplulukta algılandığı biçimiyle, sadece anlatılan bir öykü değil, yaşanan bir gerçekliktir.
Psikolojik tezlerden en önemlileri S. Freud ve öğrencisi Jung’a aittir. Freud’a göre bilinçaltı, bilincin bir uzantısıdır. Jung tam tersine, esas olarak önce bilinçdışını ele alır; bilincin ise bilinçdışında gelişip onun bir uzantısı olarak ortaya çıktığını savunur. Bilinçdışı da, insanlığın en eski çağlardan beri geçirdiği deneyimlerin düşünsel süreçleri, din, dil, ırk vs gözetmeden ortak olan kollektif birikimdir. Böylece Jung, bu imajların insanların ortak malı olduğunu ve rüyaların olduğu kadar, çok eski dönemlerde ortaya çıkan mitlerin de özünü oluşturduğunu öne sürmekte ve paleopsikolojiyi söz konusu ederek her tür sembolik düşünceyi psişik kalıtımla i l i ş k i l e n d i r m e k t e d i r. Buradan da psikolojik tezlerin bize mitin bir gündüz düşü olduğunu anlattığını ve onu ancak doğadan, tarihten ve sembolleri bulunan bilinçaltının veya bilinçdışının 29
ARAŞTIRMA
derinliklerinden hareket ederek açıklayabileceğimizi söyler. Eliade ise böyle bir şeyi kanıtlamak için derinlikler psikolojisinin keşiflerini devreye sokmanın gerekmediğini söyler. J. Lacan’da bu sembollerin yapısallaşmış bir dil olduğunu ve onların nereden geldiklerini değil, fakat ne anlatmak istediklerini çözmek gerektiğini söyler. O. E. James’e göre de bunlar eskinin tarihini aktaran sözlü söylencelerdir. A. Lang’a göre insan benzer sosyokültürel aşamalardan geçer. Örneğin, Yunanlıların ataları da günümüzdeki Avustralya Aborjinlerinin geçtiği mitolojik dönemden geçmiştir. Dolayısıyla Lang tüm insanlığın aynı mitolojik geçmişe sahip olduğunu belirtir. G. Durand da mitleri ve sembolleri dini ve sosyal içerikli çizgiler olarak görür ve bunların sınıflandırmasına ağırlık verir. Levi Strauss’un temel tezi de, kültür ürünlerinin görünüşte çok çeşitlilik gösterdiği halde, yüzeyin altında 30
yapısal düzeyde evrensel birtakım ortak öğelere sahip bulunduğudur. Böylece yüzeyde kalan (biçim) doğru bir yöntemle ele alınıp çözümlendiğinde, tüm kültürlerle ortak olarak bulunan unsurlara ulaşılabileceğini, kültür yapısının esas mesajının da bu düzeyde bulunduğunu ifade eder. Görüldüğü gibi, pozitif bilimler dışında mitoloji ve sembol konusunu ilgi alanında görmeyen bilim dalı yok gibidir. Bu tezlerin hiç biri mitolojik söylemlerin ve sembollerin altlarında neler gizlediklerini, yani açıklamaya yönelik değildir. Bilim bu konuda çaresiz kalmıştır. Bu örnekleri ve yorumları arttırmak mümkün. Sadece bilimsel bir bakış açısının yetmeyeceği, sembolleri anlamak için pozitivist mantıktan fazlasına ihtiyacımız olduğu ortada... Eski kültürlerden kalan bilgilere göre de sezginin bu konuda yardımcı olduğu belirtiliyor. Sembol, yer ve göğü, ruh ve maddeyi birleştirir.
Arketipi yeryüzüne indirir. O bir köprüdür. Sembolün de ekzoterikdışrak ve ezoterik-içrek yönü vardır, testi ve içindeki su gibidir. Dışrak kısım şeklidir, içrek kısım ise derin sahip olduğu anlamdır. Dışrak olan ile herkes temas edebilir, ezoterik-içrek kısım ise sadece ‘belirli’ kişilere verilen ve ‘belirli’ kişilerin anlayabildiğidir. ‘belirli’ kişiler derken, ezoterik doktrinlere adanmış olan kişiler bahsedilmektedir. Matematik öğrenme çabası ve yeteneği olan kişilere daha fazla ödev ve bilgi yüklenmesine benzetebiliriz. Semboloji, bütünün bilimidir ve her yerdedir, etrafımızdaki bizi saran her şeydedir. Gerçek bir sembol üretilemez. Arketiplerle ilgilidir. Saf kurgu olmaması bu nedenledir. Sembol bir fikrin desteği veya maskesidir. Bir fikir bir insanı terk ediyorsa sembol ölür ve farklı bir maske ile tekrar canlanır.
ARAŞTIRMA Semboller şu anki tecrübe düzleminde apaçık olmayan âlemin yapısını gösterir. Bununla beraber semboller objektif gerçeği yok etmez ona bir boyut daha ekler: dikeylik. Anlatılmak istenen fikir; kısa, en kesin ve en belirli şekilde ifade eden bir işarettir. Manzaranın her iki ucunu da birleştirir. İfade ettiği bilginin başını da sonunu da kendi içinde ihtiva eder. Hem apaçık olan hem de kapalı ve anlaşılmaz olandır, çünkü sembol gizleyerek açıklar, açıklayarak gizler. Bir kimsenin zihninde çok açık olabilir ancak başka birisine hiç bir şey ifade etmeyebilir. Anladığımızı sandığımız anda da ardından başka gizlilikler ortaya çıkabilir. Çünkü sembol, farklı seviyelerden anlaşılabilecek farklı anlayışları da bünyesinde b a r ı n d ı r m a k t a d ı r. Ezoterik çalışmalarda bir sembolün 7 dereceden anlamlandırılabileceği söylenmektedir. Bir sembolün sakladığı anlamı anladım dediğimizde acaba hangi seviyeden anlıyoruz? Bunu tam olarak anlamasak bile bir sembolün çok daha fazla şeyi içinde barındırdığını hesaba katmak gerekir ki, bir tanesine saplanmayalım. Saplananlarla ilgili birçok örnek de makalede belirtildiği
gibi mevcuttur. Bu yaklaşımlar da bana bir atasözünü anımsatıyor: ‘Kişiyi nasıl bilirsin, kendin gibi.’ Dolayısıyla ‘semboloji veya öğretiyi nasıl bilirsin?’ sorusunun cevabı da: ‘Onu yorumlayan gibi’ denebilir. Çünkü biz hangi seviyeden bakarsak bakalım sembollerde bir şey görürüz, ama sembolü tam olarak görebilmek tam bir bilince sahip olmakla gerçekleşecektir. Sembolik olanın eğitimi, bu nedenlerle sadece ezoterik eğitimi alanlara verilir. Yani kuyunun derinliğinden değil ama ipimizin kısa oluşu nedeniyle belki de göremiyoruz sembolik o l a n ı n içindekini.‘ Günümüzde semboloji karmaşık bir sorun. J. Campbell’e göre de m i t o l o j i dolayısıyla semboloji şiirseldir ve derinlemesine incelenmesi g e r e k i r, fakat keyfi yorumlara hiç de açık d e ğ i l d i r. ‘iki yüzü’ olduğunu ve onun görünen değil de görünmeyen yüzünü ortaya
çıkarmak gerektiğini öne sürer. Sembollerin birçok fonksiyonu var: • A r a ş t ı r ı c ı , inceleyici • Problemleri sadece akıl değil sezgi yoluyla çözülebileceğini gösterir. • Fiilen aracılık fonksiyonu vardır. Yer ve gök, madde ve ruh.. • Terbiye eder ve bilgilendirir. İçinde sakladığı sırrı çözebilenleri m ü k a f a t l a n d ı r ı r, çözemeyenler için tam bir sır kapısıdır, sırların bekçisidir. Devamı sayıda…
sonraki Semra ŞEN
31
RÖPORTAJ
32
RÖPORTAJ
oyun kutusu serdar saatman ile... Tiyatro oyun kutusu nasıl doğdu? Tiyatro Oyun Kutusu 2003 yılının mart ayında İzmir Çankaya da underground bir mekan olan LayLom Kültür Merkezinde Beckett kısa oyunlar projesi ile başladı. Beckett’in kısa oyunlarını güncel ve yepyeni bir yorumla, daha fazla dramatik aksiyonlar yükleyerek yorumlarsak ortaya ne çıkar düşüncesi ve İzmir’de tiyatro yapılmalı düşüncesi tiyatromuzun
ilk tohumlarını attı. Aynı sene oyunlar bu merkezde gösterilmeye başlandı. Alternatif tiyatro atölyeleri düzenlendi. Yeni bir soluk ve yeni bir tarz denemek düşüncesi her zaman bizi ayakta tuttu.
Tiyatro oyun kutusu nasıl doğdu? Tiyatro Oyun Kutusu 2003 yılının mart ayında İzmir Çankaya da underground bir mekan olan LayLom Kültür Merkezinde Beckett
kısa oyunlar projesi ile başladı. Beckett’in kısa oyunlarını güncel ve yepyeni bir yorumla, daha fazla dramatik aksiyonlar yükleyerek yorumlarsak ortaya ne çıkar düşüncesi ve İzmir’de tiyatro yapılmalı düşüncesi tiyatromuzun ilk tohumlarını attı. Aynı sene oyunlar bu merkezde gösterilmeye başlandı. Alternatif tiyatro atölyeleri düzenlendi. Yeni bir soluk ve yeni bir tarz denemek düşüncesi her zaman bizi ayakta tuttu.
33
RÖPORTAJ
34
RÖPORTAJ
Nasıl çalışıyorsunuz? Tiyatro Oyun Kutusu, oyun çalışmalarında farklı yöntemler kullanıyor. Yetişkinler için sunulacak olan projelerde oyuncular yoğun ve çok sıkı bir duygu – beden çalışmasına tabi tutuluyor. Farklı disiplinlerden edinilen doğaçlama çalışmaları ile destekleniyor. Karakterlerle ilgili arada boşluk bırakmayacak bir dramaturgi çalışması yapılıyor. Tiyatro Oyun Kutusu dramaturgi çalışmalarını da çeşitli doğaçlamalar ile taçlandırıyor. Metnin ve rejinin altının dolu olmasını özellikle önemsiyoruz. Oyuncu role dair eksiksiz bilgi ile donanıyor. Dramaturgi çalışmasının bir diğer önemi ise dönem ya da oyunun sözüne dair kapsamlı bir bilgi yüklemesi şeklinde çalışıyor. Sisteme dâhil olan tasarım reji ve dramaturgi ile eşdeğer ve bütünlüklü olarak ilerliyor.Çocuk oyunlarında ise çocukların eğlenmesi ve hissettirilmeden – kendileri bularak – çözüme ya da mesaja ulaşması amaçlanıyor. Oyuncu tavrında hiçbir şekilde çocuklaşmıyor. Çocukları yetişkin seyirciden ayırt etmeden ciddi bir çalışma sistemi amaçlanıyor. Tiyatro Oyun Kutusu çocuk
oyunlarına özellikle çok önem veriyor. Yarının tiyatro izleyicisini kaliteli, yapımlarla buluşturmanın çok önemli olduğuna inanıyor.
Başlangıçta ve şu anda karşılaştığınız zorluklar neler? İzmir’de tiyatro yapmak Ankara ve İstanbul’a göre çok zor. Seyirci dışarıdan gelen tiyatro gruplarını desteklemeye alıştırılmış. İzmir’de yapılan kalitesiz işler seyirciyi İzmir’deki tüm işlere amatör tiyatro olarak bakmayı alıştırmış. Bu nedenle seyirci eksikliği çekiyoruz. Bunun yanı sıra tanıtımlarımızı yapmak, afiş asmak oyunları büyük kitlelere duyurmak oldukça meşakkatli bir iş. Belediyeden alınması gereken izinler, anında sökülen afişler… Bunlar işimizi zorlaştırıyor. Ta n ı t ı m l a r ı m ı z ı üstelenecek sponsor bulamamak… Bunun gibi daha çok maddiyata dayanan zorluklar yaşıyoruz. Bunlardan bahsederken DESEM ailesinin bize olan büyük katkısından b a h s e t m e d e n geçemeyeceğim. Bize sağladıkları Suat Taşer sahnesi, Tiyatro Oyun Kutusu’nun sürekli ilerlemesine neden olduğu için, Alp hocamıza ve Cemile hocamıza
sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Diğer tiyatro ropluluklarından ne gibi farklılıklarınız var? Tiyatro Oyun Kutusu günümüzün seyircisine daha fazla hitap ediyor. Çünkü sinema ve televizyonun gerçekliğini sahneye yansıtıyoruz. Sahnede yapay olamayan tiyatronun köhnemiş klişelerinden uzak bir anlayış güdüyoruz. Televizyon sinema gibi kolay ulaşılan görsel sanatlarla mücadele içine giren tiyatroyu en yüksek adrenalin ile, küçük ya da büyük seyircilerimize sunuyoruz.
Zaman sizin için tiyatroya bakışınızda ve tiyatro oyun kutusunda neleri değiştirdi? Zamanla tiyatroya olan bakışım değişmedi, gelişti. İşin ne kadar zorlu olduğunu gördükçe daha güçle sarıldım tiyatroya. Tiyatronun iyileştirici ve güçlendirici etkisini gördükçe daha fazla oyun yapma isteği ile doldum. Bu değişim doğal olarak Tiyatro Oyun Kutusu’na da yansıdı. Her zaman bir öncekinden daha kaliteli ve daha çok oyun yapmaya çalışıyoruz.
35
RÖPORTAJ
Tiyatro büyük fedakârlık gerektiren bir sanat dalı. Bu seçim aşamasında olan birine neler önerirsiniz? Tiyatro yapmak isteyen herkese sadece şunu söylemek isterim: Eğer işinde başarılı olmak istiyorsa her şeyden fedakârlık etmesi gerekir. Eğer tiyatroyu birinci sıraya koyabilme gücüne sahip olabilirse işinde ilerleyebilir. Bunun için ailesini, parasını hatta kendi yaşamını bile çoğu zaman ikinci sıraya alması gerekecektir. Tüm bunlar için öncelikle tiyatronun gücüne inanması gerekir. Teşekkür ederiz. Tiyatro, irade faktörünün en ön planda olduğu sanat disiplinlerinden olduğu için bu sayımızda sizi konuk etmekten büyük bir onur duyduk. Tiyatro Oyun Kutusu’nun sadık izleyicisi olarak biz de Babil Kulesi Ekibi olarak oyunlarınızda başarılar diliyor, zorluklarla mücadele etme konusundaki iradenizi, istikrarınızı korumanızı diliyoruz. Hiçbir geldiğimiz oyunda bu zorlukları görmedik. Ayrıca sanatın naifliğini hayatımıza her türlü kattığınız için teşekkür ediyoruz.
Özgür BENLİ 36
YAZAR
M. SCOTT PECK
37
YAZAR
İradeyi hayatına uygulamaya çalışanların adresi...
Son zamanlarda piyasada bilimsel tabanlı psikoloji kitapları bulmak kolay olmuyor. Kişisel gelişim furyasının içinde kaynamayan ve ülkemizde de kitapları basılarak, hak ettiği değeri bulan bu yazarı tanıtmak istedik: M. Scott Peck M. Scott Peck’in Türkçeye iki kitabı çevrildi: Az Seçilen Yol ve Kötülüğün Psikolojisi. M. Scott Peck, psikiyatri uzmanı olan kalemi ve hitabeti kuvvetli bir kişi.1936 New York şehrinde doğdu. İlk evliliğinde İki oğul ve ikinci evliliğinde üç çocuk sahibi olan yazar, 1972 ve 1983 yılları arasında Litchfield, Connecticut’ta psikiytari alanında çalışmıştır. İlk kitabı Az Seçilen Yol, 1978 yılında yayınlandı. 6 milyon civarında kopyası satıldı. Yaklaşık olarak 20 dile çevrilmiştir. People of 38
the Lie, What Return Can I Make?, The Different Drum, A Bed By the Window , The Friendly Snowflake altıncı, A World Waiting To Be Born kitapları arasındadır. M. Scott Peck’in en belirgin noktası teoloji, tıp ve psikiyatriyi bir araya getirmiş ve başarılı bir şekilde sentezlemiş olmasıdır. Ayrıca din, bilim ve psikoloji bilimleri arasında da köprü oluşturması özelliği ile de ününü pekiştirmiştir. 69 yaşında pankreas kanseri ve Parkinson hastalığı nedeniyle vefat etmiştir. Birçok başarılı çalışmaya imza atan yazarın kitapları, iradeyi hayatına uygulamaya çalışan, karşısına engeller çıkan ve duyguların fırtınalarında kaybolmak istemeyenler için bir ihtiyaç olması nedeniyle tanıtıyoruz. Hayatımızda karar verme aşamasından sonra gelen aşamalardan
bir tanesi istikrar aşamasıdır. Bu aşamada da duygusal rüzgarlar ve fırtınalar yolumuzu ve önümüzü görmemizi kolaylıkla engellemekte. Bu durumlardan çıkmak ve o sırada ayırt etmek oldukça zor bir hal almakta. Az Seçilen Yol bu anlamda baş ucu kitabı, Kötülüğün Psikolojisi ise ayırt etmeyi sağlayan bir kitap. M. Scott Peck, kitapların gücünü her defasında dile getirmekte. Özellikle Az Seçilen Yol isimli kitabının en az antidepresanlar ve psikoterapi kadar etkili bir kitap diyebiliriz. Farklı kitaplar gibi gözükmekle birlikte, her iki kitapta da vurguladığı konu: iyileşmek ve iyileştirmek. Bu kitapların belki de en önemli okunma gereklilikleri, kriz yönetimine karşı krizden önce tatbikat yapmaktır.
YAZAR KÖTÜLÜĞÜN PSİKOLOJİSİ: Kötülük tanımı bu güne kadar yapılabildi mi? Bu konuda bilimsel çalışmaların az olduğuna dikkat çeken yazar, özellikle tanımın yapılmasının ve multidisipliner bir yaklaşım içermesi gerektiğini vurguluyor. Kötülük tanımı NEDEN yapılmalı? İYİLEŞMEK için. Yargılamak veya kendimizi olayların dışında tutmak için değil. Aynı zamanda bu kitabın yazılma nedeni KENDİ İÇİMİZDEKİ kötülüğü algılamak ve öncelikli olarak bununla ilgili olarak çalışmak. Yaptığımız en büyük kötülük: ben severliktir. Kitapta vaka örnekleri üzerinden kötülüğün MASKEleri olduğu vurgulanmakta ve kötülüğü tanımak ve adını koymanın zorluğu anlatılmakta. Çünkü ‘mükemmel’ veya ‘iyi’ gözüken maskelere ihtiyaç duyar. ‘yapılması gereken her şeyi yapıyorum’ deyip, aslında ‘organize’ bir şekilde yapmamayı içermektedir. Bu nedenle de organize bir yalan zinciri ve organize bir zekayı gerektirir. En çok yalanı da KENDİMİZE söylemekteyiz, çünkü egomuzun kötülüklerin gizlemek için maskeler kullanırız. Bu bir yüzleşme kitabıdır. İçinde yüzleşen ve yüzleşemeyen, bu sürece girmiş ama yolun farklı noktalarında kalmış olan hastalarının psikoterapilerinden de bolca örnekler vermekte. Bu konuda belki de yazılmış nadir (tek?) eser olan bu kitabı ‘gerçekten’ yüzleşmek isteyen, bunun bedelini de ödemeye hazır olanların okumasını şiddetle öneriyoruz.
AZ SEÇİLEN YOL: Ülkemizde de geniş bir okuyucu kitlesi bulan kitapta, hayatta başarmanın yolları, sevgi, disiplin gibi birçok konu ele alınmakta. Az seçilen yol: özetlemek gerekirse DİSİPLİNdir. Disiplinli olmak az seçilir, çünkü çağımızı bir kanser gibi saran özgürlükten kaçış vardır. Hazcılığın, aceleciliğin belirgin bir şekilde ön plana geçmesi ile birlikte, hazzın geciktirilememesi ve hayatımızı temellendirmeye çalıştığımız amaçlardan da aynı hızla sapma vardır. Sevgi arayışı, ancak hiçbir fedakarlık yapmama ve sürekli alıcı konumunda olma konusundaki aşırı isteklerde yanındadır. Hayatımıza disiplin kazandırmanın yolu da düzenlenmiş olan fikirlerden geçmektedir. Öğüt almak sıkıntı vermekle birlikte, bu kitabın hitabeti oldukça anaç. Sevecen ve şefkatli. Başucu kitabı, mutlaka edinin ve defalarca okuyun…
Özlem KÜÇÜK
39
KİTAP
40
DÖRT ANLAŞMA TOLTEK BİLGELİK KİTABI (DON MIGUEL RUIZ) Kitabın yazarı Miguel Ruiz, Meksika’da doğup büyümüştür. Ailesi yüzyıllardır ezoterik Toltek bilgisini nesilden nesile aktararak yaşamasını sağlayan bir soydan gelmektedir. İyileştirici bir anne ve şaman bir büyükbaba tarafından ailenin geleneğine uygun olarak iyileştirici ve öğretici olması için eğitildi. Ruiz’e modern yaşam daha çekici geldi ve tıp fakültesine gidip cerrah oldu. Bir trafik kazasından sonra kendini arayış dönemine girdi vekendisini Toltek öğretisini araştırmaya adadı. Toltek geleneğinde “nagual” kişinin kendi bireysel özgürlüğüne ulaşmasında rehberlik eden bir öğreticidir. Ruiz, Eagle Knight soyundan gelen bir nagueldir. Yazarın diğer kitapları ; “Bilginin Sesi: Bir Toltek Bilgelik Kitabı” , “Ustaca Sevmek” , “Beşinci Anlaşma”, “Korkunun Ötesi” . 1. Kullandığınız sözcükleri özenle seçin 2. Hiçbir şeyi kişisel algılamayın 3. Varsayımda bulunmayın
4. Daima yapabildiğinizin en iyisini yapın Toltek bilgelik öğretisinin dört anlaşması bugün bile hala Meksika Kızılderilileri tarafından uygulanmaktadır. Bir Toltek kendisini doğanın ve evrenin bir parçası olarak görür ve doğal yasalara uyumlu bir yaşam sürmeyi amaçlar. “Kullandığınız sözcükleri özenle seçin”; Olumsuz fikirleri kabul etmek ancak olumsuz fikirlerin verimli olduğu bir zihinde olabilir. Siz sözlerinizde saflığı ve gerçeği ifade ettiğiniz sürece zihniniz kara büyüden gelen sözler için verimli bir ortam oluşturmaz. Böyle bir zihin sadece sevgiden gelen sözler için verimli olur. “Hiçbirşeyi kişisel algılamayın” ; Kişisel algılamadığınızda olağanüstü bir özgürlüğe kavuşursunuz. Kızgınlı ğınız, kıskançlığınız, fesat duygularınız ve üzüntüleriniz yok olur. Yüreğinizi tümüyle açarak tüm dünyayı dolaşsanız bile kimse size zarar ve-
KİTAP
remez. O zaman alay edilme ya da reddedilme korkusu olmadan istediğiniz kişiye “Seni seviyorum” diyebilirsiniz. “Varsayımda bulunma yın” ; Varsayımlar yaşamımıza acıları davet eder. Soru sormak daima varsayımda bulunmaktan daha iyidir. Konu zihninizde netleşene kadar soru sorma cesaretini gösterin. Açık bir iletişimle tüm ilişkileriniz değişecektir. Bu durumda her şey açık ve net olduğu için varsayımda bulunma ihtiyacını da duymayacaksınız. “Daima yapabildiğinizin en iyisini yapın” ; Kalitesi ne olursa olsun “en iyinizi” yapmaya özen gösterin. Ne daha fazla ne de daha az. Yapabildiğinizin daima en iyisini yaptığınızda harekete geçersiniz. Her eylemi, her hareketi, her çabayı zevk aldığınız için yaparsınız, bir ödül beklediğiniz için değil. En iyisini yaptığınızda kendinizi kabul etmeyi de öğrenirsiniz. Özlem KÜÇÜK
41
GEZİ
AFRODISIAS Güçlü, savaşçı ve adına yaraşır güzellikteki kent…
42
GEZİ
43
GEZİ Afrodit, güzellik ve aşkın sembolüdür. Zaten bu şehirde Afrodit’in tüm özelliklerini görmek mümkün. Güzel sanatlar çok belirgin bir şekilde karşımıza çıkmakta ve toprağa ayağınızı bir parça sürtseniz her taraftan, heykel, işleme veya ‘güzel’ olan bir şey ortaya çıkmaktadır. Gözler kalbin aynası ise, bu kentin kalbinde Afrodit dışında bir şey olmadığı gerçeği çok belirgin.
Afrodisias, güzelliğin ve tarihindeki birçok büyük ve yıkıcı depremlere rağmen ayakta kalmayı başarabilmiş, güçlü, savaşçı ve adına yaraşır güzellikteki kent… Tanrıça Aphrodit’e adanmış olan bir antik Roma kentidir. İzmir’e 230 km uzaklıkta, Aydın İli Karacasu ilçesine bağlı Geyre Köyü yakınında b u l u n m a k t a d ı r. Denizden yaklaşık 600 m. yükseklikte, plato üzerinde kurulmuştur. İçinde Pekmez Höyük, Kuşkalesi ve Akropolis 44
adlarında ü ç yerleşim b ö l g e s i bulunmaktadır. Her akropolde olduğu gibi, nekropol ve agora da klasik olarak bu şehirde de karşımıza çıkmaktadır. Prehistorik dönemlerden itibaren yerleşim yeri olan bu şehirden, eski kaynaklardan biri olan Strabon (M.Ö. 64-24) bahsetmektedir. M.S. VI. yüzyıl başında kentin adı Ninoe olarak değişerek karşımıza çıkmaktadır. Akadlar’daki Tanrıça NinNina (İştar) isimlerinin de anlam olarak çok benzer olup Aphrodite kültünün bir devamıdır.
Bugünkü antik kent girişinden girdiğinizde güzel ağaçlar, çiçekler ve hatta güzel bir koku karşıladı bizi. Oradan Tetrapylos, şehrin tören kapısından geçtik. Tören kapısı, sanki sembolik bir kapı, tek başına duruyor. Tören kapısının hemen hizasında, Kenan Erim’in mezarı bulunuyor. Hayatını bu ‘Güzel’e adamış ve yine onun kollarında ve bağrında sonsuzluk uykusuna dalmış. Belli ki bu şehrin güzelliği onun üzerinde ‘aşk’ ‘büyü’sünü yaparak onu bağlamış. Ne zaman bu şehri gezsem, güzelliğin keşfedilmesi için büyük bir çaba ve aşkın gerektiğini düşünüyorum. Popüler bir yer olmayışını da buna bağlıyorum.
GEZİ Afrodisias, Roma ve öteki merkezlerde bulunan heykellerden Yunan ve Roma kültürünün önemli bir heykel okulunun burada bulunduğunu göstermektedir. Birkaç yerinde sıra sıra görülen değişik yüz ifadeleri çalışmaları, büyüklü küçüklü bulunan benzer heykeller ve çok sayıdaki eserleri görmeniz mümkün. Heykele ‘can’ verme durumu müzedeki duvar kabartmalarının birinde görülebilir. Afrodit, heykellerden birini kutsamaktadır. Ancak kanıtlara ihtiyaç duymaksızın, ilk kez gelen bir kişi de heykellerdeki canlılığa ve ayrıca taş gibi cansız bir maddenin nasıl bu kadar ifadeli görünebileceğine şaşıracaktır. Kentin kalbi olan Afrodit tapınağından bugün sadece sütunlar ortada kalmış. Bunun yerine şehrin görkemini Sebatenion tapınağının kalıntıları gösteriyor. Sebastenion tapınağı hummalı bir çalışma ile restore ediliyor ve üç kattan oluşan, içinde duvarlarında çok sayıda Yunan ve Roma tanrı ve tanrıçalarının süslediği kabartmaları yerine konuyor. Orijinal kabartmaların bir kısmını ise müzede görebilirsiniz. Bugün yaklaşık olarak 200 adet kabartmadan bahsedilmektedir. Üç güzeller, Nysa ve bebek
Dyonyssos, periler ve bebek Dyonyssos bunların arasında sayılabilecek en popüler kabartmalardandır. Agora, görülebilecek en görkemli agoralardan bir tanesi. 205*120 m boyutlarında olan, büyük bir havuza sahip, tiyatronun son sıralarının dayandığı tepeden kuş bakışı daha iyi fark edilen bu agora bugün bakımsızlığı nedeniyle gizlenmiş durumda. Stadyum benim en çok etkilendiğim bölüm. Tarihin belki de gerçekten üstün dönemlere de şahitlik ettiği fikrini büyüten bir manzara burası. Gözü okşayan bir simetri ve estetik, iradeli duruşun en belirgin özelliği. 262m*59m boyutlarında, türünün Anadolu’daki tek korunmuş örneği olan ve ihtişamına yaraşır şekilde festivallere sahne olmuş bir mekân. 30.000 kişiyi alan bu yapı bugün oldukça korunmuş durumda.
45
GEZİ açık olması hayranlık verici. Mesafelerin azaldığı, konforun arttığı çağımızda, tüm tiyatro salonlarını toplasak bir günde bu kadar izleyici toparlayabilir miyiz? Merak uyandırıcı bir soru. Ve son olarak müzeden bahsetmek istiyorum. Müze kelimesi, musa (ilham perisi)’dan gelir. Müzeler, tarihin ilhamını taşıyan büyülü mekânlar. En büyülülerinden birisi Afrodisias. İçinde yöreye özgü Afrodit heykelini görebilirsiniz. Ayrıca Helios, değişik müz heykelleri, Nike’ler, Pythagoras, özgün Hermes’ler karşınıza çıkacak. En muhteşem kısım ise Sebastenion tapınağının duvar kabartmalarının orijinallerinin olduğu salon. Hakkını vermek için, uzun saatleri bu müzeye ayırmalı.
Hadrian Hamamları’nın havuzu, sütunlarını ve duvarlarını halen görmek mümkün. Hamam içinden çıkarılan heykellerin bir kısmı ise müzede sergilenmektedir. 10.000 kişilik tiyatrosu ve 1.000 46
kişilik bouleterion (meclis binası) da görülmeye değer. Gıpta duygusunu yenemediğim mekânlar buralar. Sanatın hayatın bu kadar içinde oluşu ve bu disiplinin bu kadar sosyal paylaşıma
Güzelliğin kenti, Afordisias, doğası, heykelleri, mimarisi ve bıraktığı tat ile unutulmaz. Afrodit, yani aşk, güçsüze güç katan, çirkinliğe güzellik, anlamsızlığa anlam katandır. Afrodit’e, ‘aşk’a edilen bir dua ile bitirelim. “ Aşk, bizi sözlerimizde ve eylemlerimizde onurlu kıl”
Semra ŞEN
SİNEMA
47
SİNEMA
. . DINGIN SAVASÇI Ç Bu film ile ilk tanışmam çok ilginç oldu. Sürekli film CD’leri satın aldığım ve bolca film izlediğim günlerden birinde, satıcı çocuk ‘abla sen bu filmi seversin’ dediğinde, kırmama ve boş zamanımda en son izlerim diye düşünerek aldığım bu filmi nedense hafif bir film olur diye ilk aldım ve izledim. Son yıllarda izlediğim en içerikli ve senaryosu en kuvvetli film diyebilirim. Kısaca bir girizgah yaparsak: Kibirli, uykusuzluk sorunu çeken cimnastikçi olan kahramanımız, üçlü ve atletik olduğundan kişilik olarak da kendini güçlü hissetmektedir. Ancak yaşlı bir adamla karşılaşır ve hayatı karışır. Yaşlı adam olimpiyat takımına girmeye çalışan bu çocuktan daha atletik ve daha güçlüdür. Ve bunun için de çok çabaya, yani kendisi kadar çok
48
çabalamaya ihtiyaç olmadığını da ima etmektedir üstelik.u konudaki sorularına karşı da yaşlı adam: çok bilmenin değil bilgeliğin gerekli olduğunu söylemektedir. Yani bir şeyi gerçekten yapmak… Yaşlı adam kahramanımızı dağıtacak son olarak ‘Mutlu musun?’ sorusuna, babasının zenginliği, arkadaşlarının bolluğu, güçlülüğünden bahsederek kaçamak cevap verir. Öyle ise neden uykusuz ve huzursuzdur? Olimpiyat takımına giremezsen ne olacak? Bunu hiç düşünmüş müdür? Hayır… Ve buradan amansız bir macera ve bilgelik dolu bir öykü başlar.
Semra ŞEN
ANİMASYON
49
ANİMASYON
Yönetmen: Jennifer Yuh Oyuncular: Jack Black, Angelina Jolie, Dustin Hoffman Süre: 95 dk Yapım yılı: 2011 Dağıtımcı: UIP Türkiye
kurtarma görevini verecektir. Kötülükler bununla bitmez. Po geçmişi ile de bu bölümde yüzleşmek durumunda kalır: kendisini terk eden ailesi ve acı dolu geçmişi. Ve her şeyde oduğu gibi, bu noktada da en dip noktada yaşlı bilici bir kadının rehberliği karşısına çıkar: geçmiş değiştiremezsin, kendini tanımak ve en iyi şekilde devam etmek senin açından en uygun yoldur. Bu belki de bu animasyonun ana mesajlarından en önemlisi. Kötü adam Lord Shed ile mücadelesi göz doldurucu.
Şimdi de Kaplan, Turna, Mantis, Engerek ve Maymun’dan oluşan Öfkeli Beşli ile Barış Vadisi’nde yaşayan panda Po, Kung Fu’nun içine daha yeni girmişken, onu yok etmek isteyen ve Çin’i de yok etmek isteyen, öldürücü silahları olan bir adamın tehlikesi ile karşı karşıyadır. Shifu kendisine Kung Fu’yu
Bu filmi ilk animasyondan sonra neredeyse bir yıldır sabırla bekleyen Panda-maniacılardan biri olarak, daha önceki merhamet ve insanın kalbine dokunan ama mesajcı bir tavırla dokundurmayan senaryosunun çok etkileyici olduğunu söylemek yerinde olur. Bu bölümde teknik efektler, ayrıntılar ve görselliğinin
50
Dremaworks animasyon yine başarılı ve bir devam animasyonu olan Kung Fu Panda 2 ile karşımızda. Birinci bölümün sonlarında soluksuz olarak pandanın babasının aslında kendi babası olmadığını itiraf etmesini beklerken, ‘her şeyin sırrı sensin’ mesajının verilmesi bir devam filminin de geleceğini bize çıtlatmıştı. Kung Fu insanın kendisinin mükemmeleştirmesinin yolu olduğu ve onu öğrenmenin insanı mükemmeleştirdiği mesajlarını hepimiz hatırlıyoruz. Shifu’nun yol göstericiliğini de…
3 boyutlu olması daha göz doldurucu olmakla birlikte fikirsel doluluk konusunda biraz daha zayıf kalmış durumda. Ayrıca oldukça zengin ve başarılı seslendirme kadrosunun olmasına rağmen ülkemizde dublajlı olarak vizyona girmiş olması da büyük bir dezavantaj olarak görülebilir. Orijinal seslendirmeler gerçekten çok daha etkileyici. Ancak bu bölümde de komedi unsurunu daha ön plana geçtiğini ve daha etkileyici olduğunu görüyoruz. Özellikle dövüş sahnelerinin zenginliği de göz dolduruyor. Pandamaniası olan olmayan herkesin gitmesini önerdiğimiz bir animasyon. Neyse ki animasyonlarda, mesajlar, görüntüler ve müzikler ruhu temiz tutacak şekilde hala özenle seçiliyor…
Semra ŞEN
İNTERNET
www.erdemlersozlugu.org Erdem, insanın ruhsal olgunluğu, fazilet olarak tanımlanmaktadır. Erdem (Virtus), Latince Vir kelimesinden gelmektedir. Vir bir güç, potansiyel anlamına gelir. Viril kelimenin kökeninde güçlü, kudretli olmak ya da stoacıların dediği gibi ‘karakterin bir gücü’ anlamına gelmektedir, her erdem bize karakterin gücünü vermektedir. (D. S. Guzmann) Sitenin açılış sayfasında da olan bu yazı, aslında bu sitenin yapılış amacının da iyi bir ifadesi. Günlük hayatımızda, eskilerden kısa ama derin bir öneri almak isteyenler için birçok erdem başlığı, bunlarla ilgili de ünlü düşünürlerin sözleri bulunmakta. İsteyenler ayrıca yeni erdemler de ekleyebilmektedir.
Sayımızın konusu olan ‘irade’ erdemini sizin için bu siteden sunmak istiyoruz. İRADE Bir şeyi yapıp yapmamaya karar verme gücü, istenç. •Bedenimiz bizim bahçemizdir, irademiz ise onun bahçıvanıdır William Shakespeare •İyi bir davranış, iyi bir irade ve etkinlikle yapılır. Jorge Angel Livraga •Alışkanlıkların zincirleri, önce duyulamayacak kadar hafif, sonra kırılamayacak kadar güçlü olurlar. Delia Steinberg Guzman •İradene hakim, vicdanına esir ol. Aristoteles •İrade, kötü talihi yener. Alexis Kivi
•Zafer iradedir.
Napolyon •İradesiz düşünce, zihne arız olan bir derttir; düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak demektir. Bu ise, rüzgarı zapt etmekten de zordur. Gandhi •İnsanı büyük ya da küçük yapan kendi iradesidir. Schiller •Başkalarına karşı zafer kazanan kuvvetlidir, kendi nefsine karşı zafer kazanan ise kudretlidir. Lao Tse •Nefs üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar. Mevlâna
Semra ŞEN
51
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
KARMATE Karmate, Karadeniz Halk Müziği grubudur. 2009 yılında Nani isimli ilk albümleri ile tanındı. 2010 yılı Ekim ayında da ikinci albüm “Nayino” doğdu. Grup üyeleri Resul Dindar ( vokal ), Oktay Üst ( kemençe, vokal ), İsmail Avcı (tulum), Gökhan Özkan ( akordion, vokal ), Muhterem Sur ( buzuki, lavta, bağlama ), Eshat Alpkaya ( klasik gitar ), Yıldırım Yalçınkaya ( bas gitar ) ve Ömür Arslan (
52
perküsyon ) ‘dır. Karmate, Lazca “değirmen” dir. Bu isim üretimi, emeği, karşılık beklemeden destek vermeyi, olmayı simgelemektedir. Nasıl değirmen yok olmaya yüz tutmuşsa, karşılık beklemeksizin çalışma fikri de artık malum kelimelerle anılmakta. Emek, tarihten filizlenirse uzun soluklu ve sağlamdır. Belki de bu nedenle olsa gerek grup eski parçaların da yaşatılması için çaba sarf etmektedir.
Türkçe, Lazca, Gürcüce, Hemşince ve Rumca gibi farklı diller kullanılmaktadır. Müziklerin otantik olmasının yanında parçaların yorumu oldukça etkileyici. Özellikle son albümde Nayino, Yağmur parçaları ön plana geçiyor. Kesinlikle çok başarılı bir fikirsel alt yapı ve sanatsal bir üst yapıları var. Tüm parçalarını keyifle dinleyeceksiniz.
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
ZAZ 1 Mayıs 1980 doğumlu olan İsabelle Geoffroy, kendi ismiyle değil ancak A’dan Z’ye müziğin her türlüsünü ve Z’den A’ya kadar anlamı taşıyan ZAZ kısaltma adıyla tanınıyor. 5 yaşında konservatuara başlayan, keman, piyano gitar dersleri ile müzik hayatı başlayan sanatçı, 2000 yılında kazandığı bir bursla tekrar müzikle haşır neşir oluyor. 2001 yılında ilk grubu Fifty Fingers’da başlayan
solistlik hayatı çeşitli gruplarda caz, bask, endülüs, latin, küba, afrika ritimleri ile devam ediyor. 2002’de Don Diego’nun solisti olduğu dönemde Zaz ismini alıyor. 2010 yılında ilk albümü çıkan sanatçı sosyal paylaşım sitelerinde paylaşılan videolarından tanınmakta. Ocak 2011 itibarı ile birçok ülkede fark edilen bir çalışma
haline geliyor. Sesi, enerjisi, yorumu, neşesi ile kulaklarınızda yer edecektir. Son zamanlarda dinlenilebilecek en özgün çalışmalardan bir tanesi.
53
KÜLTÜR-SANAT
temmuz-agustos-eylül
şehir kültür rehberi
KONSER
İZMİR DEVLET TİYATROSU
Leyla’nın Evi 21 Temmuz 2011, 21:00 Bornova Açıkhava Tiyatrosu HER YÖNE 90 DK. 17 Ağustos 2011 / 21:00 MEKAN: Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu AŞKIM KAPIŞMAK 4 Ağustos 2011 / 21:00 Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu
SIRA GECELERİ
“Mehmet KENDİRCİ- Erol İŞCAN Eşliğinde Siye- Biye” TARİH: 25 Temmuz 2011 / 21:00 MEKAN: Eski İzmir Pazaryeri AL DI MEOLA TARİH: 26 Temmuz 2011 / 21:30 MEKAN: Alaçatı Anfi Tiyatro MABEL MATIZ TARİH: 27 Temmuz 2011 / 21:30 MEKAN: Zeus Bar (Gazi Kadınlar Sok. 1453 Sok No: 23, Alsancak) MURAT BOZ TARİH: 28 Temmuz 2011 / 21:00 MEKAN: İzmir Arena NİLÜFER TARİH: 29 Temmuz 2011 / 22:00 MEKAN: Cece Bar Çeşme (Mağmur Baba Girişi 35160)
54
KÜLTÜR-SANAT
KONSERLER
KONSERLER
FAZIL SAY VE DOĞUŞ ÇOCUK SENFONİ ORKESTRASI TARİH: 13 Ağustos 2011 / 21:00 MEKAN: Çeşme Kalesi 2 SAHNE, 2 PARTİ “Oldies But Goldies & Naim Dilmener” TARİH: 13 Ağustos 2011 / 22:00 MEKAN: Babylon Aya Yorgi (Yenimecidiye Mah. Kemalpaşa Cad. Plaj Mevkii Çeşme) AJDA PEKKAN TARİH: 30 Temmuz 2011 / 21:00 Çeşme Açıkhava
BÜLENT ERSOY, MUAZZEZ ABACI ve ADNAN ŞENSES TARİH: 18 Ağustos 2011 / 21:00 MEKAN: İzmir Açıkhava Sahnesi
Çim Konserleri Grup Salsanova 21 Temmuz saat 21:00′da Havagazı Fabrikası “Şevval Sam” - “Fazıl Say ve Doğuş Çocuk Senfoni Orkestrası” “2 Sahne, 2 Parti” (13 Ağustos 2011) ŞEVVAL SAM TARİH: 13 Ağustos 2011 / 20:00 MEKAN: Karaburun 8. Karaburun Şenliği Şevval Sam Halk Konseri *ÜCRETSİZDİR.* ROCK-A FESTİVALİ 5-6-7 Ağustos 2011′de İzmir-Selçuk Pamucak Sahili
İzmir Enternasyonal Fuarı 8-18 eylül
55
HIZLI GÜVENLİ İNTERNET EN YENİ OYUNLAR
HİZMETİNİZDE
BİLGİSAYAR&İNTERNET 153 Sk. No:66/A Bornova-İZMİR