YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ BORNOVA ŞUBESİ BABİL KULESİ DERGİSİ 15. SAYI

Page 1

ESARET Mİ CESARET Mİ? Seçimlerle Dolu Bir Hayat

DÜZEN

Yasaya Uyum

KENDO

Ajlan Şahin ile

KARADENİZ

Kaçkar Dağları

ITALO CALVİNO Gerçek Masalların Kahramanı

1


2


EDİTÖR’DEN Tüm okuyucularımıza tekrar merhaba diyebilmekten mutluluk duyuyoruz. Bu sayımızda da adımıza yaraşır bir şekilde bir kuleye daha tırmanmaya çalıştık: Cesaret... özgün olmak, kendini yaşamak büyük bir cesaret. Bunun örneklerini sunmaya çalıştık. Yazarından kitabına, hayatta lafta kolay olan cesareti uygulamış olan kişileri anımsamak ve anımsatmak istedik. Müzikte yeni sentezler yaratan, Anjelika Akbar ve Birsen Tezer’i de bu nedenle sunmaya çalıştık dilimiz döndüğünce. Sinemada yepyeni bir konu: ‘In Time’ ile sizi değişen dünyanın değişmeyen ihtiyacı cesarete gelecek penceresinden bakarken, bunun

güncel örneklerini dağlarda Karadeniz’de, geçmişteki örneklerinde de aradık. ‘Doğru olan her şeyi gördüğü halde yapmamak cesaretsizliktir.’ diyen Lao Tse ve ‘Niye iyilerin başına birçok bela gelir? İyi insanın başına hiçbir kötülük gelemez; karşıtlar birbirine karışmaz. Nasıl bu kadar çok nehir, gökyüzünden yeryüzüne düşen bu kadar şiddetli yağmur ve bunca güçlü şifalı su denizin tadını değiştirmez, hatta bozamazsa, aynı şekilde felaketlerin hücumu da cesur insanların ruhunu alt üst edemez. Ruh kendi konumunda kalır ve her ne olursa, onu kendi rengine döndürür; çünkü ruh bütün dış şeylerden daha güçlüdür. İyi insanın ruhu bu

olanları duyumsamaz demiyorum; aksine onların üstesinden gelir ve saldırıların karşısına sakin ve yumuşak başla dikilir. Her talihsizliği bir deneme sayar.’ Seneca’nın sözleri ile bu sayının ‘cesaret’ için kıvılcımlar yakması dileğiyle...

Semra ŞEN

3


İÇİNDEKİLER

DÜ ZEN

24

08 Keşfedilen

HAYATLAR

MERAKLI ZİHİNLER Keşfedilen Hayatlar

DÜZEN Yasaya Uyum

34

10 ESARET Mİ CESARETMİ? Seçimlerle Dolu Bir Hayat

KENDO Ajlan Şahin ile

38

14 kül tigin

RENKLER Renklerin yaşantımız ve sağlığımız üzerindeki etkileri

20 ITALO CALVİNO 4 Gerçek Masalların Kahramanı

KARADENİZ Kaçkar Dağları

48 KAYIP BALIK NEMO Okyanusta Tehlikeli Yolculuk


İÇİNDEKİLER

50

56 MÜZİKLE DÜN VE YARIN

WEB İzmir Kültür Sanat

51 KÜLTÜR-SANAT

babil

kulesi nisan-mayıs-haziran 2011

İmtiyaz Sahibi

YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen

Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Sevgi TEZ Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir

5


TARİH

BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral

6

Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )

bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.


TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan

sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.

9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak

isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır

ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır.

7


DENEME

D

E

ÜZ N

8 8


DENEME

“Yapmamız gereken, her şeyi eski sadeliğine döndürmektir, böylece bozulan düzenimiz yeniden kurulacaktır.” Yukarıdaki Kızılderili atasözünde de belirtildiği gibi düzen, her şeyin en baştaki eski sadeliğinde olmasıdır. Aynı zamanda düzen; “Belli yöntem, ilke ya da yasalara göre kurulmuş olan durum, uyum, nizam, sistemdir. Soyut ve somut nesnelerin bir sıraya, bir hedefe, bir amaca göre sıralanmasıdır.” Düzen hayatın her planında uyulması ve uygulanması gereken en başta gelen erdemlerden biridir. Delia Steinberg Guzman’ın da belirttiği gibi “Tüm doğa bir düzenin, bir yasanın yansıması olan gözle görülen bir ritme göre hareket eder.” İnsan da doğanın bir parçası olduğuna göre bu ritme ayak uydurmalıdır. Birçok kutsal metinde de düzenden bahsedilmiştir. “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, …, rüzgarları değiştirmesinde, yer ile gök arasında emre hazır olan bulutta, …” deni-

lerek Kur’an’da dünya üzerindeki düzenden bahsedilmiştir. Bhagavad Gita’da da şu şekilde ifade edilir; “Benim denetimim altında doğanın, hareketli ve hareketsiz tüm varlıkları üretmesiyle evren döngüsel devinimine devam eder, Ey Kaunteya.” Mısır uygarlığında da “Evrensel uyum ve mizan tanrıçası”ndan bahsedilir ki bu Tanrıça, Ra’nın kızı “Maat”tır ve denir ki “İnsanoğlu Maat’ı fark eder, kalbi Maat’tan etkilenerek duygu ile dolar ise hiçbir iz bırakmadan dünyanın dengesine katılır ve dünyanın düzeni ile bütünleşir.” Uyum doğada her an, her yerde hissedilebilmektedir. Bizlerin yapması gereken de bunu hayatlarımızda uygulayabilmektir. Bu evrenin bir yasası olduğuna göre uyulmadığında dharma bizi o yola doğru bir şekilde yönlendirecektir. Ama önemli olan kendi iç disiplinimizle o yolda ilerleyebilmektir. Delia Steinberg Guzman’ın da dediği gibi; “Evrim ne iyi niyet ve ilhamla, ne de tokatla elde edilemez. Uygulamak için bilgi ve inatçılık gerekir yani düzen.”

Erdemler Sözlüğü (2007), Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Yayınları, Ankara Elmalılı Hamdi Yazır, Kur’an-ı Kerim Türkçe Meali (2006), Özbay Yayıncılık, İstanbul, Bakara Suresi , 164.ayet, s. 19 Bhagavad Gita, Binlerce Yıllık Hint Bilgeliği Hazinesi (2011), Çev: Yeni Yüksektepe Çeviri Grubu, Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Yayınları, Ankara, s. 90 Yeni Yüksektepe Dergisi (1997), Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Yayınları, Ankara, Yıl 5, Sayı 15, Nisan-Haziran, s. 24 KAYNAKÇA Bhagavad Gita, Binlerce Yıllık Hint Bilgeliği Hazinesi, Çev: Yeni Yüksektepe Çeviri Grubu, Ankara,Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Yayınları, 2011 Elmalılı Hamdi Kur’an-ı Kerim Meali, İstanbul, Yayıncılık, 2006

Yazır, Türkçe Özbay

Erdemler Sözlüğü, Ankara, Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Yayınları, , 2007 Yeni Yüksektepe Dergisi, Ankara, Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Yayınları, Yıl 5, Sayı 15, Nisan-Haziran, 1997

Özlem KÜÇÜK

9


DENEME

10


DENEME

ESARET mi, CESARET mi! Yuvarlansam mı emeklesem mi? Emeklesem mi ilk adımı mı atsam? Ya düşersem ama ya yürürsem? Ya koşarsam, ya çarparsam? Tek varlığım, bana has çişimi bile bezimde mi saklasam yoksa artık herkes gibi tuvalete mi bıraksam? Aç kalır mıyım – açıkta kalır mıyım – yalnız kalır mıyım - okusam mı - çalışsam mı - sevsem mi - bıraksam mı kalsam mı – gitsem mi – ağlasam mı – gülsem mi - zor mu – kolay mı – o kutunun içinde ne var – dışarıda hışırdayan ses de ne – beni seviyor mu – gücüm tükeniyor mu – arabanın üstünden geçtiği şey bir kedi miydi yoksa poşet miydi - kazanır mıyım – kaybeder miyim - dışlanır mıyım – kınanır mıyım – kıvranır mıyım - o kapının

arkasında ne var – sağlam mı – rüzgarlı havada terlersem hastalanır mıyım - ölür müyüm – kalır mıyım – acı çeker miyim – nereye gideyim – nasıl bileyim – nasıl edeyim vs. vs. vs… Öffff! Böyle hepsini bir arada okuyunca da ne sıkıcı, ne bunaltıcı değil mi? Ama sokaktan geçen 1500 kişiye de sorsak bu ve benzeri sorularla kendi kendine mutlaka yüzgöz olmuştur. En azından biri ya da hepsi diyebiliriz, ama “hiçbiri” asla! Hayat hep seçimlerle dolu değil mi? Bir şekil doğmuşuz ve hayat devam ediyor işte. Tam da asgari müşterekte bir düzen tuttururuz ama o da ne; yine bir karar anı! Yine yeni birini yeniden

seç. Yine yollar görünür, yürekler çarpar, düşünceler karışır, eller ayaklar şaşar… Ama illaki de en uzak yollar bile cesurca atılacak ilk adımla başlar! Pekii… İnsanoğlunun bu adımlarının ortak eşlikçileri nelerdir dersiniz? Esaret ve cesaret! Bazen hiç bilmediğimiz şeyler karşısında, bazen bilip de risklerinden korktuğumuz zamanlarda, bazen de bizi tüketmek üzere olan zorlanmalarda, işte tam da bu iki şeyin arasında kalırız aslında; esaret ve cesaret! Bakınız; hangi koşul, hangi durum olursa olsun, bu makas her insanda ortak… Ve her insan illaki hangi tarafı beslerse, o yana kesip biçer ve şekillendirir hayatını.

11


DENEME

Esaret dediğin, aslında sürece yayılmaya müsait… Bugün bu yola, yarın öbürüne... Bir kere yakayı kaptırmaya gör… Her seçimde kıyımına başlar… Bilinmeyenlerin, korkuların, arzuların uzun parmaklıklarının arkasında, içindesindir işte. Ne kadar içerde kalırsak o kadar işine gelir. Onun ödevi de o tabii. Gücünün yettiğini tutuyor içerde işte... Mümkünse müebbette… Cesaret ise; daha kısa... O bir ilk adım, kararsızlıktaki en net an, o bir yürek, o bir destek, o bir güç ve bir kere elinizden tuttu mu, hiçbir esarette elinizi bırakmaz, mümkünse muhabbetle… Derler ki cesaret; Latince “Coragere”den gelirmiş ve kalp ile hareket etmek anlamındaymış! Tabii o kalbin temizliği ve neye hizmet ettiği konusu, cesaretin gerçekliğini belirler. Yani o karar, o adım ne için? Nereye? Rastgele mi? Mevcut

12 12

kararsızlıktan sıyrılmak veya zorluğu şimdilik savuşturmak için mi? Cesaret hep bir sorgulama anında ihtiyaç duyulan bir el değil midir? Sorgudaki akıl, temiz kalp ve saflaşan bir zekâyla ancak cesurlaşır. Diğer türlüsüne gözü karalık demez miyiz zaten! Gidersin de, nereye kadar? Hayat mademki hep seçimlerden ibaret, mademki her yaşın her işin her başın bir yolu var, YOL üç aşağı beş yukarı belli demek ki, bu da pek de sürprizi olmadığını gösterir aslında. O zaman esaret kimi ve neyi elinde tutar ki? Yolcuyu ve korkularını tabiî ki! Hangi dost, hangi en ciğer kişi, diğerinin esaretini yeteri kadar anladığını iddia edebilir ki? Herkes kendisi kendinin esiri, kendi kendinin kahramanıdır. Tabii kahramanların ilham, esirlerinse elem verdiği de yan sonuçlardandır diye eklemek lazım. Suçluyu ya da güçlüyü dışarıda

aramak, ömür kaybı değil de nedir? Yolcu ve korkular… Ey yolcu, kendini tanı! Her öğreti böyle demez mi? Potansiyellerini keşfet! İçindeki doğruyu çıkar, bil, kararla ve adımla. Cesurca. İçimden korku çıkarsa… Neden korku? Neyin korkusu? Başta da bir sürüsünü yazdık; arzularıma kavuşmak mı? Biri bitince öbürü başlayan arzularımı elde etmek mi, onları doyurmaktan mı geçecek benim yolum. Yoksa bilemediklerim mi? Gözümü kulağımı fikrimi susturmakla mı yok sayacağım onları? Her seferinde ayağıma takılsa da yok sayacağım bazı gerçekleri, bilmemekle eylememeye sığınacağımı zannedeyim o halde. Kör-sağır-dilsiz gibi mi yani! Böyle dendiğini duyunca bile insan aldırmıyor da, akılsızca diyelim… Bu çok ağır ama doğru.


DENEME

Korku, hayatın oyunlarına dahil, akıl ise yolcuya. Korkunu eline al ve yürü…

zarar eder. Fakat cesaretini kaybeden her şeyini kaybetmiş demektir. Cervantes

Her adımda cesaret ivmelenir, yolcu eylemle bilgeleşir… Ama “doğru eylemle” de diyelim.

* Korkaklar bin kez ölür daha ölmeden, gözü pekler ise bir kez tadarlar ölümü. Shakespeare

Ve yine bir bahara girerken, doğa ve parçası biz yenilenirken, doğru, akılcı ve yürekli cesur adımlar atmalı… Sürekliliği için de irade koymak farz; işte budur, akıllıca yaşamaya çalışan insanın tarzı. Çok söz var bize referans olacak, yerinde ve derinde büyüklerimizin de söylediği; *Bizi ilgilendiren cesaret: adalete istekli olan ve öfkeden kurtulmuş, iç ve dış tehlikelerle karşılaşmak için zekâya itaat edendir. ” DSG * Servetini kaybeden çok zarar eder. Arkadaşını kaybeden daha çok

* Cesaret ve mücadele ile geçirilen tek bir gün, tembellik ve zayıflıkla geçirilen yüzlerce yıldan daha yeğdir. Dhammapada *Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret edemeyince, insan okyanusu keşfedemez. Seneca

*Cesaret adını verdiğimiz erdem, başıboş bir kahramanlık, anlamsız bir atılganlık ve cüretkârlık, her tehlikeyi düşüncesizce göğüsleme olmayıp; neden korkulup neden korkulmayacağına, neyin göğüslenmeye değer olup neden kaçınmanın iyi olacağına ilişkin bilgiden başka bir şey değildir. Sokrates Cesarete fırsat, zorluklarla dolu yollar dilerim. Sevgiyle, iradeyle

Neslihan USUĞLU

*Karanlıktan korkan çocuğu bağışlayabiliriz. Gerçek trajedi, aydınlarımızın aydınlıktan korkmasıdır. Eflatun *Cesaret, tehlike karşısında aklın ve zekânın kullanılmasıdır. Platon

13


ARAŞTIRMA

14


ARAŞTIRMA

Hayatımızı etkileyen en önemli faktörlerden bir olan renkleri tanımak, onları yolumuzu daha iyi yürümek için kullanmak bizleri çok daha güçlü kılacaktır. Düşüncelerimizi, duygularımızı ve davranışlarımızı yakından etkiler renkler. Bizi üzer ya da sevindirir, sıkar ya da rahatlatır, coşturur ya da sakinleştirir, sosyal veya asosyal olmamızda da etkindirler. Hatta psikolojimiz üzerindeki etkileri ile mutlu bir yaşam sürdürmemizi ve sağlıklı çocuklar yetiştirmemizi ve dahası da iyi bir ekonomik düzeyde olmamızda rol oynar. Bazı renklerin etkisinde iken daha çok acı çekeriz, canımız yanar ama bazı renklerle acı ve duygularımızı daha rahat kontrol edebiliriz, salmayız kendimizi. Kırmızı tansiyonumuzu yükseltirken,

sarı canlandırır, mavi serinletir ve rahatlatır. EN KISA ŞEKİLDE İFADE ETMEK GEREKİRSE, RENKLERİN TİTREŞİMİ BİZİ ETKİLER, KİŞİLİĞİMİZİN RENKLERDE YANSIMASI VARDIRVE BİZLER DE SEÇTİĞİMİZ RENKLERLE KENDİMİZİ İFADE EDERİZ. Birkaç bölüm halinde sunulacak olan bu çalışmanın amacı, yaşamımızda çok önemli bir yeri olan renklerin yapısını ve üzerimizdeki etkilerini bilmek, bu etkileri yararlı şekilde kullanmaktır. Binlerce yıl eskiye dayanan ve modern tıpta da yerini Kromoterapi olarak alan renk tedavisi nedir. Renklerle insanları tanıyabilirmiyiz, bu konuda bilimsel çalışmalar nelerdir. Renkler biz

farkında olmadan hayatımızı nasıl yönlendirir, kimler nasıl ve ne amaçla bu bilgileri kullanmaktadır, ancak amacımız dışındaki etkilerin farkında olursak, onlardan korunabiliriz. Renklerin fiziksel yapısını ve görme olayını kısaca tanıyarak başlayalım: Renkler, doğrudan kaynağından ya da çarptığı yerden yansıyarak bize gelen değişik frekanslardaki titreşimlerdir. Hepimizin bildiği gibi gelen ışık, içinde tüm frekansları bulunduruyorsa biz onu beyaz olarak algılarız. Kulağımız ayni anda gelen değişik sesleri ayrı ayrı algılarken, gözümüz aynı anda gelen farklı frekansları, yeni ve farklı <BİR> renk olarak algılar.

15


ARAŞTIRMA Nesneler, kendilerine çarpan ışıktaki bazı frekansları yutarlar, sadece

kendilerinde olan renkleri yansıtırlar ve bu o nesnenin rengidir deriz.

Renkler değişik dalga boyu ve frekanstadırlar.

Dalga boyu gözümüzün algılama sınırını aşarsa

ona kızılötesi (Mikrodalga gibi), kısalırsa da mor

ötesi (Rontgen ışınları gibi) ışınlar deriz.

Güneşten bize geniş bir ışın demeti gelir. İnsan gözü, çok dar bir aralıkta olan ışın demetini görebilir, bu aralık, yaşla orantılı olarak da değişir, genç bir kişi göreceli olarak fazladan morötesi ışınların küçük bir kısmını daha görebilmektedir. Arılar, yarasalar gibi bazı canlılar ise ultraviola ışınlarıyla yön bulurlar. FREKANS AZALIR

GÖRÜLEBİLEN IŞIK

DALGA BOYU ARTAR

RADYO DALGALARI

MİKRODALGA

KIZILÖTESİ – INFRARED- ISITICI IŞIN

FREKANS ARTAR DALGA BOYU AZALIR

RONTGEN IŞINI

GAMMA IŞINI

MORÖTESİ – ULTRAVİYOLEDEZENFEKTAN

ELEKTROMANYETİK SPECTRUMUN GÖRÜNEN BÖLÜMÜ

Peki, biz renkleri nasıl algılarız; gözümüzde bir kısmı mavi, bir kısmı sarı ve bir kısmı da yeşil

16

ışığa duyarlı, çok sayıda konicik vardır. Koniciklerin her biri ayrı rengi algılarken, aynı anda farklı

renk tonlarda uyarılırsa farklı renkler olarak algılarız.


ARAŞTIRMA Üçünün bir birine yakın şiddette uyarılması halinde beyaz, hiçbirinin uyarılmaması halinde de siyah görürüz. Renk körlerinde bu koniciklerin bir kısmı çalışmaz iken bazı hayvanlarda konicik hiç yoktur. Arı sinek Yarasa gibi bazı canlılar da bizim gö-

remediğimiz morötesi ışıkları görürler. Gözümüzde koniciklerden başka, sadece gelen ışığın şiddetini ölçen şeritler de mevcuttur, bunlar sayesinde az ışıklı ortamlarda, önümüzü karaltılar halinde siyah beyaz olarak görebiliriz. Renk engelli

olan bazı insanlar ve gözünde konicik olmayan diğer canlılar da o şeritler vasıtası ile görür. Gözümüz ve görme sistemimiz o kadar hassas ve karmaşık bir yapıdır ki bazen ona ikinci beyin dendiği de olur.

Ana renkler, kırmızı, sarı ve mavidir. Bunların karışımı ile de ikincil renkler, turuncu, yeşil ve mor elde edilir.Bu karışımların tonları da ara renkleri yaratır. Bunların başka renkler ile karışımıyla da üçüncü nesil renkler elde edilir. SARI

SARI TURUNCU

SARI YEŞİL

TURUNCU

KIRMIZI TURUNCU YEŞİL

KIRMIZI

MAVİ YEŞİL

MAVİ

KIRMIZI MOR MAVİ MOR

Bu renk çemberinde zıt uçlarda bulunan renkler, birbirini tamamlayıcı renk olarak kabul edilir ve kişisel düzenlemelerde, tekstilde, dekorasyonda ve ev ürünleri imalatında birlikte kullanılabilir. Renk çemberinde bulunan komşu renkler de bir arada kullanılabilir. Örneğin

MOR

Mor’un tamamlayıcı rengi sarıdır ancak kırmızı mor ve lacivert mor ile de kullanılabilir. Bir rengin sıcak ya da soğuk renk olduğunu şu deneyle anlamamız genellikle olanaklıdır. Gözlerimiz kapalı olarak, elimizi renkli bir kartonun 10 cm kadar üstünde tutalım, bu birkaç da-

kika sürsün. Tamamen elimize konsantre olalım ve ne hissettiğimize dikkat edelim, ilk seferinde başarılı olamazsak tekrar tekrar deneyelim. Zamanla bu algımız gelişebilir, öyle ki rengin soğuk – sıcaklığından başka rengin kendini de tahmin etmekte başarı şansımızı arttırabiliriz.

17


ARAŞTIRMA

Renkler, üzerimizde bıraktığı psikolojik ve fizyolojik etkiler yönünden incelendiğinde, < sıcak renkler > ve <soğuk renkler> olarak 2’ ye ayrılırlar. Sıcak renkler, bizi ruhen ve bedenen canlandırıp harekete geçirirken, soğuk renkler bizi sakinleştirip dinginliğe sevk eder.

RENKLER HAKKINDA İLGİNÇ BİLGİLER: • Erkekler ortalama yedi adet rengi iyi bilir, tanır ve kullanırken, bayanlar ortalama 35 adet rengi tanır ve kullanır. • Erkekler daha çok pastel renkleri giymeyi tercih ederken bayanlar giyimlerinde, canlı ve parlar renkleri çok daha fazla kullanırlar. Bunun sebebi binlerce yıllık geçmişimize dayanır, doğada vahşi hayvanlar hedef olmamak ve düşman tarafından seçilmemek için erkek pastel renkleri seçerken, dişi, erkeğinin dikkatini daha çok çekebilmek için canlı renkleri seçmiştir.

18

• Dünyada en çok görülen renk mavi’dir ve Hristiyanlık’ta Meryem ananın rengi ve kutsal olarak kabul görür, ayrıca Azzuro (Açık mavi) İtalya’nın ulusal rengidir. • Yine mavi, Hindistan’da laikliği temsil eder ve ulusal spor rengidir. Yahudilikte de tanrısallığı temsil eder. • Beyaz batı ülkelerinin aksine Çin ve Japonya’da matem rengi iken Siyah mutluluğu temsil eder. Yine bu ülkelerde sarı kutsal renktir. • Kırmızı ışık, yakından çok dikkat çekerken uzaktan dikkat çekmez,

aksine mavi uzaktan daha dikkat çeker, polis otoları bu nedenle mavi + kırmızı sinyal verirler. • Flaresan lambalar, ışık tayfının az bir kısmını ihtiva eder, bu nedenle çocukların, bilhassa otistik çocukların bulunduğu yerde kullanımıakıncalıdır. Erkekler, ortalama 7 rengi iyi tanır, bilir ve kullanırken, bayanlar 5 katı daha rengi iyi tanır, bilir ve kullanırlar. Bu niteliğin sebepleri doğal hayattaki geçmişimize bağlıdır, mağara dışında vahşi hayvan ve düşmanlara hedef olmamak için erkek kamuflaj ihtiyacı nedeni ile pastel renkleri seçmiştir.


ARAŞTIRMA • Dünya bayraklarında en çok kırmızı renk kullanılmış, onu mavi ve yeşil başabaş denilebilecek düzeyde izlemiştir, ardından sırası ile sarı ve mor gelir. Ancak içinde kahverengi bulunduran bayrak belki de hiç yoktur. • Tarihteki ve halen yaşayan Türk devletlerinin büyük çoğunluğunun bayrağı mavi ya da mavi ağırlıklıdır. • Çocuklar genellikle ana renkleri tercih ederler ama büyüdükçe ara renklere ilgileri artar. • İlk bulunan ve kullanılan renk Kırmızı olmuş, evrim geliştikçe skalayı takip eden renkler bulunmuş ve skalanın son rengi morun kullanılıp üretilmesi 200 – 300 yıllık bir geçmişe sahiptir.

nin uyumunun geliştiği çağ, bilinçli eylemin temsilcisi Turuncuya, • 15 -20 yaş, eğitim ve zihni faaliyetlerin yükseldiği çağ, düşünsel faaliyetleri temsil ettiği için Sarı’ya (bu nedenle okulların ve sınıfların neredeyse tamamı sarı renge boyanır) • 20 – 40 yaş, ilişkiler, sevgi ve aile sahibi olma çağı, sevgiyi temsil eden Yeşile, • 40 – 60 yaş, olguluk çağı, derinliği, sonsuzluğu ve sezgileri temsil eden maviye,

yaşlar da dünya zevklerinden uzaklaşıp, limitsiz manevi hayata geçiş çağı, ilahi yönümüzü sergileyen Mor renge tekabül eder. KAYNAKLAR: Renklerle Terapi - Ted Andrews Renkler Ve Kişiliğiniz, Psikolog Süreyya Coşkuner Renginizi Tanıyın Howard Ve Dorothy Sun – Arıtan Yayınevi The Complate Book Of Color Healing -Lillian Verner – Bonds Faruk CİVANER

• 60 – 70 li yaş, bütünlüğe ulaşma yaşı, karizma ve saygınlığı temsil eden Lacivert’e, • 70 ve üstü

• Aynı şekilde insanın gelişimi de skaladaki sıra ile paraleldir. • O – 10 yaş, fiziksel gelişim çağı hareketi ve canlılığı temsil eden kırmızıya, • 1 0 – 15 yaş, akılla fiziksel bede-

19


YAZAR

20 20


YAZAR

ITALO CALVİNO gerçek masalların kahramanı Kurmaca yazar dediğimizde tüm romanların ya da hikâyelerin kurmaca olduğu gibi bir yanılgıya düşmemek gerekir. Romanın geleneksel tanımına baktığımızda yaşanmış ya da yaşanması mümkün olayların anlatıldığı hacimli anlatmalar olduklarını görürüz. Hâlbuki yakın geçmişte yazılan eserler bu tanımın çok ötesine geçmiştir. Bilimkurgu, fantastik vb birçok tür yaşanması mümkün olmayan olayları konu edinirken, post-modern anlayış bizi yapılan tüm geleneksel tanımların dışında eserlerle karşılaştırmaktadır. Edebi kaliteyi aradığımız da ise bu tür romanların kalitelerini anlatımlarında arama zorunluluğu ortaya çıkar.

bu yazar sizi kurmaca dünyanın zirvesinde sizinle ve tarihinizle baş başa bırakacaktır. Öyle ki Calvino’yu okuduğunuzda size çok yabancı bir çevrede evrensel bir dille kucaklaşacağınızdan emin olabilirsiniz. Yazarın hayatına baktığımızda dünya tarihinin yakın çağdaki en sıkıntılı zamanlarında yaşamış olduğunu görürüz. İtalyan bir ailenin çocuğu olan Calvino 1923’te Küba’da doğmuş, daha sonra İtalya’ya dönen Calvino Ailesi San Remo’ya yer leşmiş tir.

İşte Calvino bu iki önemli taşın birleşiminde karşımıza çıkmaktadır. Yaşanması mümkün olmayacak birçok olaydan yola çıkarak bize gerçeğin kapılarını açan

21 21


16 yaşınd a Musso lini’ye karşı direniş hareketine katılan Calvino II.Dünya Savaşı’ndan sonra da Kominist partiye katıldı. Yazarlığının yanı sıra gazetecilik yapan, editör olarak çalışan Calvino, savaş sonrası İtalyan Edebiyatı’nın önemli isimlerinden biri haline geldi. 1972’de İtalya’nın en önemli edebiyat ödüllerinden biri olan ‘Feltrinelli’ ödülünü kazandı.1985 yılında ise geçirdiği beyin kanaması sonucu hayatını kaybetti. II. Dünya savaşını yaşamış bir sanatçı olan Calvino savaş dönemi edebiyatçılarının birçoğunda görüldüğü gibi kapalı ve alegorik bir anlatımı benimsemiştir. Özgünlüğünü ise kendine has üslubuyla ortaya koymuştur. Eserlerinin birçoğunda,

22 22

kurmaca bir dünyanın içinde kaybolduğunuzu düşündüğünüzde, size ait tüm değer ve yargılarla belirir ve ‘sizi’ anlatır. Masalsı, sürükleyici ve akıcı üslubunun etkisi ancak kitap bittiğinde sizi gerçek dünyaya bırakır. Müptela olduğunuz hissi ise yeni bir kitabını ısrarla aramanıza sebep olacaktır. 1960 yılında yayınlanan I Nostri Antenati (Atalarımız) adlı kitabında yer alan fantastik hikâyeleriyle uluslararası bir üne ulaşan yazar Bilinç akımı yöntemiyle yazdığı ve evrenle insanların yaratılışını konu alan Kozmokomik Öyküler’den; Marko Polo-Kubilay Han ilişkisi çerçevesinde arzu, bellek, yaşam, ölüm gibi temaları büyük bir incelik ve şiirsellikle işlediği “Görünmez Kentler”e; yazma ve okuma etkinliğini, okurun anlatı sanatıyla karmaşık ilişkisini ele aldığı “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu”dan; İtalyan masallarını derlediği ve kendisi açısından, bir tür anlatıda ekonomiklik alıştırması olan “Fiabe Italiane”ye (İtalyan Masalları) ,son olarak da birçok eseri içeren yazarlık yaşamının son ürünü olan “Amerika Dersleri” ile dünya çapında tanınan ve takip edilen bir yazar olmayı başarmıştır.

Atalarımız üçlemesi olarak YKY’den çıkan ,‘’İkiye Bölünen Vikont’, Ağaca Tüneyen Baron’, ‘Varolmayan Şovalye’ adlı üç uzun hikâyeyi içinde barındıran ve yazarı dünyaya tanıtan bu kitap tarihimizle ve bu tarihe olan bağlarımızla bizi yüzleştirirken günümüz insanı ve değerlerini sorgular, insanın kendisiyle olan hesaplaşmasına zemin hazırlar. Fantastik hikâyelerden oluşan bu esere yazarın 1960’ta yazdığı notta, sanat hayatının başında gerçekçi bir anlatıma sahip olduğunu fakat daha sonraları kendine ‘masalsı anlatım’a sahip denmesin hoşuna gittiğini şu sözlerle dile getirmektedir: “ … 1946’da ‘Örümceklerin Yuvalandığı Patika’ ile yeni-gerçekçi sertlikle ortalığı kırıp geçirmiştim, gelin görün ki eleştirmenler “masalsı” olduğumu söylemeye başladılar. Ben o oyunu üstleniyordum: Gayet iyi anlıyordum ki marifet proletaryadan ve gündelik hayattaki şiddet olaylarından söz ederken masalsı olabilmektir; öyle ya şatolarla kuğulardan dem vururken masalsı olmakta hiçbir hüner yoktur.” (YKY, Atalarımız, 1960 notu, s.424) İşte Calvino’nun asıl başarısı buradadır diyebiliriz: “masalsı anlatımla gerçekliği yakalamak.”


YAZAR Atalarımız üçlemesinde ise bu üslubu en başarılı şekilde kullanmıştır diyebiliriz.1951’de İkiye Bölünen Vikont’u yazma serüvenini anlatırken, boylu boyunca ikiye bölünmüş, parçalarının her biri kendi yoluna giden bir adamdan yola çıktığını söyler. Hikayenin savaşta ikiye bölünen kahramanı Medardo, bir tarafında salt iyiliği bir tarafında salt kötülüğü bırakmıştır. Fakat yazarın amacı iyilik ve kötülük sorunu değildir, dediğine göre. Hikayede Medardo ne sadece iyi ne de sadece kötü var olabilmektedir. Çoğu hikayesinde olduğu gibi Medardon’un da bir yolculuğu vardır; fakat bu güne kadar anlatılmış yolculuklardan biraz farklı . 1956-1957 de yazdığı Ağaca Tüneyen Baron’da ise ağaca çıkan ve bir dizi olay sonucu ağaçtan inmeyi reddeden dönemin saygın ailelerinden bir çocuğu konu edinir. Başkalarıyla birlikte olmanın tek yolunu başkalarından ayrılmak ve yalnızlığını yaşamakta bulan bu çocuk, benimsediği bu hayat tarzı ile dışlanmayı reddetmiştir. İsyankâr bir çocuğun düzene başkaldırısını gördüğümüz bu romanda ideolojik izlere rastlama olasılığınız da oldukça yüksektir.

Varolmayan Şovalye’de ise madden var olmayan bir savaşçı olan Agilulfo’yu yaratmış, dünyanın her yerinde pek yaygın bulunan bir insan tipinin psikolojisine büründürmüştür. Var olmakla var olmamanın çelişkisini sorgulayan ve varlığın kanıtlarını arayan Rambaldo ve mutlağın ahlakını temsil eden Torrismanda gibi tarihten fakat bir o kadar da içimizden olan birçok kahramanla akıp gidiyor işte Calvino’nun mısraları. Kendi değimiyle ise şöyle özetliyor yazar bu üçlemeyi: “ Varolmayan Şovalye’de varlığın fethedilişi, İkiye Bölünen Vikont’ta toplumun dayattığı kırılmaların ötesinde bir bütünlüğe ulaşma arzusu, Ağaca Tüneyen Baron’da bireysel bir kendini belirleme eylemine bağlılık sayesinde ulaşılacak, bireysel olmayan, bir bütünlüğe ileten bir yol; özgürlüğe yaklaşmanın ilk basamağı… Bunların üstüne lafı daha fazla dolandırmaya gerek yoktur sanırım. Oldukça uzattım zaten. Evrensel geçmişimizle yüzleşmenin, var olmayı anlamlandırmanın, kendimizle hesaplaşmanın ve her okuduğunuz kitapta olduğu gibi kendinizce birçok anlam çıkarmanın anahtarı elinizde. Kısa-

cası Calvino’nun masalsı anlatımında gerçeklerle yüzleşmeye hazır olun. Oldukça fazla olan eserleri arasında ben sadece üç hikâyeden bahsedebildim gerisi artık size kalmış. Tüm eserleri keşfedilmek için sizi bekliyor ben sadece merakınızı harekete geçirmeyi amaçladım, yoksa tüm yazarlar gibi Calvino’da anlatmakla bitmez. Şimdiden keyifli okumalar.. Eserleri: İkiye Bölünen Vikont, Savaşa Giriş, Ağaca Tüneyen Baron, Varolmayan Şövalye, Sandık Müşahidi, Marcovaldo ya da Kentte Mevsimler, Emlak Vurgunu, Kozmokomik Öyküler, Kirli Hava Bulutu, Arjantin Karıncası, Sıfır Zaman, Kesişen Yazgılar Şatosu, Görünmez Kentler, Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu, Paris’te Münzevi, Jaguar Güneş Altında. Amerika Ders Notları Kaynaklar: Vikipedi(Özgür Ansiklopedi) - Atalarımız – Sen Alo Demeden Önce Italo Calvino

Gizem RÜZGAR

23


KİTAP

Keşfedilen

HAYATLAR

24 24


KİTAP

MERAKLI ZİHİNLER Editör: John Brockman Bir Çocuk Nasıl Bilim Adamı Olur? Tubitak yayınları Fiyatı: 10 TL Kitabın editörü John Brockman, bir akşam yemeği sırasında kitaptada yazısı olan iki bilim adamıyla belirlemiştir. Fen ve felsefe/psikoloji alanında tanınmış 27 bilim adamının merak, düşüncelere tutkuyla bağlanmanın nerede, ne zaman çıktığı sorularak derlemeleri hazırlanmış. Bu 27 kişiden bazısı sayıları hatırladığı ilk andan itibaren sevmiş. Bazılarıysa ancak üniversitede kendilerini keşfetmişler. Ama çocuk olarak hepsinde ortak olan şey merak, araştırmacılık ve ister özel ister genel anlamda derin bir öğrenme tutkusu olmuş. Editörün başlangıç noktası soruları şunlardır: “Çocukluğunuzda

sizi

bir bilim adamı olmaya yönlendirecek neler oldu? Sizi şu andaki bir bilim adamı olmaya yönlendirecek neler oldu? Şu anki araştırma alanınızla ilgilenmeye iten ve sizi siz yapan şeyler neydi? Anne-babanız, yaşıtlarınız, hocalarınız kimlerdi? Sizin için dönüm noktaları, örnekler, etkiler, geçişler, rastlantılar, baskılar, çelişkiler, hatalar olarak gördüğünüz şeyler nelerdi?” Kitapta farklı bulduğum şeylerden biri de bilimsel bölümler. Ülkemizde olmayan birçok bilimdalı ve bölüm olduğunu görmek enteresan. Bilişsel alan ve evrimle ilgili kürsüler ve evrim psikolojisi gibi dallar var. Genelde yazarlar tek alanda uz-

manlaşmış kişiler değil, hem sosyal hem de fen alanlarında bağlantı kurmuş kişiler. Psikolog, nörolog doktor olan kişiler var. Sonuçta bilim insanı olsa da olmasa da çocukluk döneminde merakın ve öğrenme tutkusunun karşılanmasının mutlu bireyler yetiştirmesini sağlayacağını düşünüyorum. Eğitimciler, ebeveynler ve çocuklar için eğlenceli bir kitap olmasının yanı sıra kişilerin davranışlarını değiştirip düzenleme konusunda yardımcı olabilir. Yine de kitap özellikle genç okurlara öğrenme hevesi aşılamayı amaçlıyor. Herkese iyi okumalar…

Aslı DEĞİŞİCİ

25


RÖPORTAJ

26 34


RÖPORTAJ

Ajlan Şahin ile... Kendo nedir? Kendo,’’ Kılıç Yolu’’ kılıç ilkelerinin uygulamasıdır. Savaş sanatından modern eğitim yöntemiyle geliştirilmiş bir mücadele sporudur. “Ken” ‘in kelime anlamı Kılıç demektir. Yol anlamına gelen ‘’Do’’ kelimesi felsefi bir tutum ve bakış açısını ifade eder, törensel hareketler olarak karakterize edilebilinen, tekniği mükemmelleştirmek için bir eğitim tarzı, beden ve zihin arasında uyum sağlamak amacıyla kullanılan uygulamalar bütünü anlamına gelir. Eğitmeniniz kim? Kaç yıldır uğraşmaktasınız? Benim eğitmenim, Sensei (Hoca, yol gösteren anlamına gelir) Tokio Funasako’dır. Sensei Tokio Funasako GojuRyu Karate’de 8.Dan ve

Kendo’da 3. Dan seviyesindedir. Sensei Funasako 1968 yılında Japonya’dan Almanya’ya geldi ve Goju-Ryu stilinde Karate öğretmeye başladı. Ben 1973’de Karate çalışmaya başladığım günden bugüne kadar halen hocamdan ders alıyorum. Sensei 1986 yılında Heilbronn şehrinde Budokan adında bir Spor Okulu açtı ve Kendo dersi vermeye başladı, ben de o zaman Kendo’ya başladım. Diğer Kendo eğitmenim Kendo’da 7. Dan seviyesinde olan Sensei Hiroshi Kozaki’dir. Sensei Kozaki 1986 -1997 yılları arasında İsviçre Kendo Milli takımının antrenörlüğünü yapmıştır. Kendo spor mu, yoga mı, deşarj olma yön-

temi midir? Sanırım Kendo’da hepsinden biraz vardır. İlk olarak tabiki Kendo bir mücadele sporudur. Mücadeleden kastım, yalnız karşımızdaki rakip ile mücadele etmek değildir, her insanın içinde olan rakipleri ile savaşması, içimizdeki korkuları yenmek ve kötü yanlarımızı ortadan kaldırmak için yapılması gereken çalışmadır. Kendo Kişisel gelişme için çok uygun bir spordur.. Antreman sırasında yapılan hareketlerden ve karşımızdaki arkadaşlarla mücadele ederken başka bir şeye konsantre olmak mümkün değil. O yüzden antremandan sonra bedensel olarak yorulmuş olsak bile zihnimiz tertemiz bir dere suyu gibi dersten ayrılırız.

35 27


RÖPORTAJ

28


RÖPORTAJ Kendo yapmak isteyenlerde olması gereken özellikler nelerdir? Kendo ile başlamak isteyenler için genel sağlıkları yerinde ise başka bir özelliğe gerek yoktur. Herkes Kendo yapabilir. Bir yaş sınırı yok. Kendo’ya başlamak isteyenlere önerileriniz var mı? İlk başta çok sabır gerekiyor. Acemiler genelde kendilerini başarısız veya yeteneksiz hissediyorlar. Fakat hatırlamak gerekiyor ki başarılı olmanın sırrı %99 çalışmak, %1 yetenektir. Bir insanı savaş sanatı yapmaya iten ihtiyaç nedir? Çok çeşitli nedenler var tabi ki. Son zamanlarda duyduğum nedenler: kilo vermek, silahlı veya silahsız savunma örenmek, zihne ve bedene hakim olmak gibi sebepler. Bence hareket etmek bu dünyada insan için çok önemli. Hareket etmezse hasta olur. Savaş sanatları her hangisi olursa olsun bütün bedeni hareket etmeye zorluyor ve böylece beden ve zihin sağlığını koruyor. Sizi bu yola şey nedir? Ben 14 yaşında ile başladım ve amacım kendimi

çeken Karate benim savun-

mak ve güçlü olmaktı. Kendo’ya daha sonra başladım. Silahsız bir mücadele sporunu zaten yapıyordum ve kılıç kullanmak bana ilginç geldi. Hocam Kendo dersleri vermeye başlayınca bende derslere katıldım. Savaş sanatlarıyla ilgilenince anlamaya başladım ki bunun başka insanlara zarar vermekle bir alakası yok. Hayatıma bir düzen ve bir güç veren bir yöntem oldu, artık amaç başka insanları yenmek değil. Neden birçok kişi başlayıp kısa sürede vazgeçerken, siz yıllardır bu disiplinin içindesiniz? Sanırım ben bu işi çok sevdiğim için. Hızlı hareket etmeyi ve mücadele etmeyi çok severim. Kendimi suyun içindeki balık gibi hissederim. Karate ve Kendo çalışmalarında yalnız mücadele edilmiyor. Jimnastik, teknik ve arkadaşlarla ortak çalışmalar da var tabiki. İnsanlarla çalışmayı çok seviyorum. Karate veya Kendo grubunda her zaman huzurlu ve karşılıklı saygı dolu bir ortam var. Artı sağlığıma çok yararlı olduğunu biliyorum.

kılıca, hem bedene, hem de zihnine hakim olmaktır. Müsabakalarda ve antrenmanlarda, karşı tarafa zarar vermeden, Shinai la (bambu kılıç) full kontakt çalışma mümkündür. Çünkü hedef olan yerler Bogu (kendo Zırh) ile korunuyor. Japon savaş sanatlarının hepsinin hedefi aynı. İlk bakışta yalnız bir rakip en iyi şekilde nasıl yenerizin yöntemi olarak gözüküyor fakat asıl hedef kendini yenmek ve tanımaktı

Emel TOKUYAN

Kendo ile diğer savaş sanatları arasındaki fark nedir? Kendonun hedefi hem

29


GEZİ

38 30


. KARADENIZ

GEZİ

KAÇKAR DAĞLARI DOĞAL OLMAK, DOĞADA OLMAK EN BÜYÜK MUTLULUK

39 31


GEZİ Karadeniz gezisini duyurusunu duyar duymaz nedense içimde değişik bir heyecan hissettim. Bilmiyorum neden ama bir an kendimi farklı bir dünyada buldum. Sanki bir şeyler içime doğmuştu. Gerçekten, inanılması güç bir doğa ve inanılması güç bir birliktelik, kardeşlikle on gün göz açıp kapayıncaya kadar çabucak geçti. Her şeyden önce çok büyük deneyimler, dostluklar kazandık. Daha fazla uzatmadan, sizlerle hayatımın en güzel ve en etkileyici tatilimin bazı kesitlerini paylaşmak isterim. Derler ya “Anlatılmaz Yaşanır”, hakikaten öyle. Ben yine de ödevimi yerine getirmenin aşkıyla anlatmaya çalışacağım… Gezi öncesi hazırlıklar mutlaka çok önemli idi. Bu konuda deneyimleri olan arkadaşların, başta Ekip sorumlumuz Mihrican olmak üzere katkılarından ve uyarılarından bahsetmeden edemeyeceğim. Sürekli yenilenen bir internet sitesi, sürekli yenilenen ihtiyaç listesi, toplantılar… Neler yok ki bu ihtiyaç listesinde! Bir sayfa… dudak koruyucusundan tuvalet kağıdına kadar yok yok. ”Aman Allahım nereye gidiyoruz biz” demek geliyor insanın aklına ister is-

32

temez.. Allah’tan henüz bir yaşındaki Kuzey’in de bizimle geleceğini öğreniyorum da, yüreğime su serpiliyor. On beş gün süren hazırlıklar, alışverişler yine de yetmiyor. Bu arada imdada yardımlaşma ve fazla eşya ve ekipmanların paylaşımı yetişiyor… 2011 Temmuz’un ilk Cuma günü, ilk Karadeniz gezim için İzmir Adnan Menderes Havaalanı’nda buluştuk. Tanımadığım birçok yüzle farklı bir heyecan içinde tanışıp, fazla bagaj korkusu ile uçağa biniş yaptık. Trabzon Havaalanı’nda bizi gezi boyunca birlikte olacağımız araçlar ile birlikte kaptanımız Murat ve Osman karşıladı. Gerçekten ilk anda gösterdikleri ilgi ve yar-

dımseverlik beni etkiledi. Yanılmadığımı gezi boyunca teyit etme fırsatı buldum. Zor koşullarda araçlarına olan hâkimiyet ve güvenleri tartışılmazdı. Her konuda yardımcı, her derdimize çözüm üreten yapıcı, saygılı ve


GEZİ kaçakçılarını ve ayran hayranlarını hayranlıkla izledik. Trabzon’daki ilk gecemizi, bize kapılarını açan Orman Bölge Müdürlüğünün misafirhanesinde ile sorunsuz bir şekilde geçirdik. Sabah kahvaltısından sonra Trabzon denince ilk akla gelen yerlerden olan Sürmele Manastırı’na hareket ettik. Hakikaten mutlaka gidip görülmesi gereken bir yer olduğunu, anlatılanların abartılmadığını, az bile olduğunu keşfetme olanağımız oldu. Dağın yamacında, kayaların içinde, teknolojiden yoksun koşullarda yapılan manastır anlatılamazdı. İnsanların ne koşullarda ve zorluklarda erdemleri uğruna verdikleri mücadele ve emeğin, özverinin değerini izleme fırsatı bulduk. Akıl almazca bir emek ve fikir vardı. Tavan ve duvarlar İncil’den alınan fi-

gürlerin resimleriyle doluydu ve hala canlıydı. Maalesef bazıları zarar görmüştü... Sürmele Manastırından, Rize Ayder yaylalarına gitmek üzere hareket ettik. Alışveriş ve yemek için Pazar ilçesinde mola verdik. Herkes son kontrollerini yaparak, son alışverişlerini yaptı. Bu arada Karadeniz yemeklerinin lezzeti ile tanışmanın dayanılmaz hafifliği ile karşılaştık. Karadeniz usulü ile pişen kuru fasulye mükemmel üstüydü. Pazar’dan Çamlıhemşin’e kampın gıda alışverişini yapan arkadaşlarımızla buluşmak üzere yola koyulduk. Kamp erzaklarımızla birlikte arkadaşlarımızı alarak, Ayder’e hareket ettik. Çünkü gündüz gözüyle kamp çadırlarımızı kurmalıydık.

sevgiye dayalı yaklaşımları vardı. Trabzon Havaalanı’ndan meşhur köfteyi yemek üzere Akçaabat’a hareket ettik sabırsızca. Köfteler ve yerel tatlılar, ikramlar unutulmazdı. Ama esas unutulmaz olan Akçaabat ayranı idi, ayran

33


GEZİ Milli Park sınırları içerisindeki Ayder’e ulaşıp, kamp yerimiz olan Yukarı Kavrun yaylasına devam ettik. Yol Ayder’den sonra toprak ve engebeliydiş git git bitmiyordu. Murat’a defalarca ne kadar yolumuz var diye soruyor, her seferinde az kaldı şu yokuşu da çıkınca, şu virajı da dönünce, şu tepeyi geçince gibi yanıtlar alıyorduk. Bir de biri dereden geçerken, geçen turda burada kaldık, devam edemedik demez mi?... içimizde korku, merak ve endişe başladı. Havada yavaş yavaş kararıyordu. Başımız minibüsün tavanına vura vura yol aldık. Alacakaranlıkta Yukarı Kavrun yaylasına Abdullah Dayı’nın Kaçkar Kahvehanesine ulaştık. Bir taraftan ince ince yağan yağmuru, bir taraftan soğukş karanlıkta eşyalarımızı minibüslerden boşalttık ve hemen çadır kurmaya başladık. İçimizde benim gibi hayatında hiç çadır kurmayı bilmeyenler olduğu gibi, bu konuda çok tecrübeli, profesyonel diyebileceğimiz arkadaşlarımız vardı. Sırt çantalarımızı açıp, mat ve uyku tulumlarımızı hazırladık. Kamptaki ilk yemeğimizi yemek üzere Şahin’in dağ evinde toplandık. Muhlama ile tanıştık… Sonuçları önemli olmasa da….tavla partilerine başladık.. Belki yol yor-

34

gunluğundan, belki doğayla buluşmanın verdiği huzur ile ilk defa çadırda ve uyku tulumunda kalmama rağmen, beklediğimden çok daha iyi bir uyku sonrası, güneş doğar doğmaz Abdullah Dayı’nın kahvesinin önünde toplandık. Ortak hazırlanan kahvaltımızı yaparken Abdullah Dayı’nın nefis poğaça ve börekleri ile tanışma şansını yakaladık. O dağ başında o kadar lezzetli olacaklarını düşünemezdik bile.Günlük sırt çantalarımızı hazırlayarak, kumanyalarımızla birlikte ilk yürüyüşümüze başladık. Yaklaşık üç


GEZİ nu güneş şemsiyesine kadar sağladığına zevkle şahit olduk. Onun mücadelesi bize o dik patikada örnek oldu, güç kattı.. Kıyısına varıncaya kadar Göl kendisini bize göstermedi. Ara sıra yüzünü açıyor, gözüküyor ve kayboluyordu. İnanın abartma yok, yalnızca bulutların oyunu vardı bizle. Bulutların hareketi ile göl bir görülür, bir görünmez oluyordu. Masal gibi değil mi?.. Deniz seviyesinden iki bin beş yüz metrelerde büyülü bir doğa…. gizemli bir göl… masal ülkesindeyiz sanki… Benzer üç gölün keşfinden sonra, heyecanı ile Galler Düzlüğü’ndeki kavurmacıya mutlulukla kavuştuk.

saatlik bir tırmanıştan sonra rehberimiz Ali’nin önderliği, ile sisler içindeki göllere ulaştık. Rehber’in ve artçının önemini yaşayarak öğrendik. Fark ettik ki artçılık, önderlik kadar deneyim ve sabır istiyor-

muş. Ayşe’nin sırtında Kuzey’le birlikte azmini gördük ve annelik duygusunun ne kadar farklı olduğunu izledik. Bütün ısrarlara rağmen o zor koşullarda sırtındaki çocuğunu kimseye vermedi, çocuğunun konforu-

Gezimizin dördüncü günü, haftanın ilk gününde Kaçkar Dağı zirvesinin hemen altında bulunan Avusor yaylasına ve iki saatlik bir yürüyüş sonucunda Avusor gölüne ulaştık. Göl gerçekten çok farklı bir konumdaydı. Bir yanda yeşil bitki örtüsü, bir yanda kayalıklar, bir yanda kar, bir yanda Kaçkar ve ortasında kocaman bir buz kütlesi. Tabi ki böyle bir göl bulunurda affedilir mi? Kayaların arasında mayosunu değiştiren atladı

35


GEZİ buz gibi suya.. Göle atlayan bir, atlayamayan bin bir pişman. Sudan çıkanların mora varan kırmızılıktaki derilerini anımsadıkça çok şanslı olduğumuzu hala düşünmekteyim. Dönüş yolunda minibüsleri durdurup, yolda seyreden bütün araçların hoşgörü ile karşılayıp, hatta katıldıkları tulum-horon partisi unutulmazdı. Gelelim, müthiş yürüyüşe!:.. İnanılması zor ama, son üç saati karanlıkta geçen, çok yüksek ağaçların arasından geçip, yeşil bitki örtüsün içinden inen patikalardan, dikkat yırtıcı hayvan çıkabilir tabelalarının arasından geçerek 14 saat süren, bence, bizler gibi ilk defa dağa çıkmış kişiler için olağanüstü Samistal, Hazindak ve Ayder güzergahı.. Bizlerin çoğu günlük yaşamımızda üç adım yere araba ile giden, gün boyu masasından kalkmayan kişilerdik. İçimizde patikaya adım atmaktan çekinen, elinden tutmadan yürüyemeyen ama bir o kadar da hırslı ve azimli arkadaşlarımız vardı. Tabi ki dağcı arkadaşlarımız vardı ve onların yanımızda olması bizim için güven kaynağı idi. Bu arada rehberimizin kıymetini bir kez daha anladık. 2000 metre rakımdan önce yaklaşık 3000 metre rakıma tırmanış, zirvede karlar-

36

la buluşma ve dağların arasından 1350 metre rakımdaki Ayder’e iniş. Ben inişin, tırmanıştan zor olduğunu bu yürüyüşte öğrendim.. Kontrol gerekiyordu, sabır istiyordu, dikkat istiyordu. Kontrol, güç istiyordu. Hele Sevgi‘nin dizindeki probleme, acıya rağmen kendini bırakmaması, yürüyüşe devam etmekte gösterdiği kararlılık ve fedakarlık, rehberimizin ona aktardığı tecrübe, gösterdiği sabır hepimiz için bir dersti, sınavdı. Ne mutlu ki bu sınavı ekip olarak başarı ile geçtik. Bu arada sınavdan kaçıp, kampı bekleyen arkadaşlarımızı da unutmamalı. Ama bence onlarda neleri kaçırdıklarını daha sonra anlamışlardır. Çünkü her sınav bir deneyim ve kazançtır.

Çarşamba günü, yani gezinin altıncı günü Kamp yerini değiştirme ve ter kokuları ile vedalaşma günüydü. Sabahın erken saatlerinde, bir gün öncesi yorgunluğumuzu hatırlamadan kamp çadırlarımızı toplayıp, eşyalarımızı taşıtlara yerleştirip yola çıktık.. Ayder’in Meryem Anası Ihlamurlar altı Kampı’na ulaştık ve çadırlarımızı yeniden kurarak yerleştik. Telefonlar çalmaya, insanlar birileri ile telefonda konuşmaya başladı. Maalesef hayatın acı gerçekleri ile yüzleşmeye başladık. Masallar dünyasından, gerçekler dünyasına geçiş başladı yavaş yavaş. Yine de en azından trafik yok, kırmızı ışık yok, dolmuş yok, otobüs yok, alışveriş merkezi yok... Ama şifalı sular veHamam


GEZİ vardı. Ne mutluluk değil mi? Ayder 1350 metre yükseklikte, etrafı çam ormanları ile kaplı, 1987 yılında Turizm Merkezi ilan edilen, toplam yatak kapasitesi 700 olan çok sayıda otel, motel ve kaplıca barındıran Milli Park alanıdır. Çeşitli hastalıklara iyi gelen şifalı kaplıcalarında suyu, yaklaşık 55 derece idi. Hamam sefasından sonra Ayder’in restoran ve eğlence merkezlerini keşfe koyulduk. İlk gecemizde,

Nazlı Çiçek Restaurant’ta, müzik eşliğinde bir yemek yiyip, eğlendik, tulumu ve cebini keşfettik. Diğer akşamlarda da benzer etkinlikler, değişik mekanlarda devam etti, kampın yolunu kaybetmeden dönmeyi başardık. Ayder kampından yola çıkarak, günlük yürüyüşlerle Sal, Pokut, Amlakit, Elevit, Polovit yaylarını gezdik. Özellikle Pokut yaylasındaki yayla evleri ilginçti. Ne yazık ki artık terk edilmişti, konaklayan yoktu. Bazı dağ evleri pansiyon olarak kullanılıyor, turizme hizmet ediyordu. Amlakit ve Pokut’ ta içilen çay ile Elevit‘in “Nüfus belirsiz, Rakım 1800“ tabelası ilginçti. Dönüş yolundaki doğa manzarası ve çekilen fotoğraflar unutulmazdı. Tar Deresi ve Şelalesi görülmeye değer güzellikte, eğlenceli ve zevkliydi. Yaklaşık 300 metre yüksekten akan buz gibi su altında bir gölet ve bir dere. Şelalenin altında durmak hem güç, hem de eğlenceli idi. Yüksek debide akan dereden geçmek ise ayrı bir cesaret ve kararlılık ve yardımlaşma isterdi. Sanki dere sizi götürmek için akıyordu. Çamlıhemşin köyleri ve Sırt Mahallesi diğerlerinden farklı idi. Kültürel miraslarımızı, doğal

37


GEZİ yerleşim alanlarını, konakları, yöre insanının kendine özgü geliştirdiği kışlıkları, Sal denilen eşya taşıma amaçlı teleferiği, Sinema filmlerinin (Sonbahar) çekildiği mekanları, 1696 yılında İnşa edilmiş tarihi Şenyuva taş köprüsünü gezme ve inceleme fırsatı bulduk. Ayder Kampımızdaki son gecemizde davetsiz bir misafirimiz vardı. Çadırlarımızın üç dört metre yanındaki arı kovanlarını keşfeden dört ayaklı bir bal sever, bütün önlemlere ve bekçi köpeğine rağmen bal almaya gelmişti. Neyse ki bal kovanından başka bir şey almadan geldiği gibi gitmiş. Ayder bölgesindeki son günümüzde ünlü Fırtına Deresini gezmek ve rafting yapma sanşını yakaladık. Rafting, yorgunluklarımızı atmak, stresimizi boşaltmak anlamında iyi bir fırsattı bizim için. Ayder ve yaylaları her tondaki yeşili, kendine özgü bitki örtüsü ve çiçekleri ile doğanın korunduğu, yapılaşma izninin artık verilmediği, 2000 metre rakıma kadar etrafı çam ağaçları ile kaplı, Türkiye’nin en ünlü dağlarından kar ve buzullarla kaplı Kaçkar Dağlarını kapsayan çok farklı bir coğrafya idi.

38

Balı, peyniri, yağı, Muhlaması, Turşu kavurması ve adı börek kendisi tatlı Laz Böreği ile farklı ve etkileyici idi. Dönüş günümüzde Trabzon’a hareket ettik ve Trabzon Ayasofya Kilisesi ve Trabzon Müzesini gezmek fırsatını bir grup arkadaşla birlikte yakaladık. Ayasofya Kilisesi, İstanbul’un Latinler tarafından Haçlı orduları ile işgal edilmesinden sonra Trabzon’a kaçan Kral I.Manuel (12381263) tarafından inşa edilmiş, “Kutsal Bilge“ anlamındaki Ayasofya Manastırı kilisesi olarak hizmete açılmıştır. 1461 yılınd bölgenin Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesi sonucunda Osmanlı kontrolüne girmiştir. 1670 yılında camiye dönüştürülmüştür. 1964 yılında restore edilerek müzeye çevrilmiştir. Yapı, kare-haç planlı

olup, yüksek bir merkezi kubbeye sahiptir. İçerisinde çok sayıda motif ve resimler bulunmaktadır. Süslemelerin önemlibir bölümünde İncil’den alınan konular canlandırılmıştır. Trabzon Müzesi binası 1900’lü yılların başında konak olarak bir Rum tarafından inşa edilmiş, 1924 yılında Atatürk’ü misafir etmiştir. 19371987 yılları arasında Kız Meslek Lisesi olarak kullanılmıştır. Restorasyon çalışmalarının 2001 yılına kadar 13 yıl devam edilmesi sonucunda müze olarak açılmıştır. Binanın duvarları, bodrum kat hariç tamamen kalem işi süslüdür. Konağın bodrum katında Arkeolojik Eserler,Birinci katında Etnoğrafik eserler sergilenmektedir, zemin katı konak teşhir alanı, ikinci kat idari bina olarak kullanılmaktadır.


Toplam kullanım alanı 1500 m2‘dir. Atatürk’ün kaldığı oda ve eşyaları korunmuş olup, sergilenmektedir. Venüs Adonis’i, Eros Tasvirleri, Grifonlar ve doğa portreleri görülmeye değer. Karadeniz, müthiş doğallığı ile Türkiye’nin en etkileyici yeridir bence. On gün boyunca teknolojik iletişimden uzak kurulan doğal iletişimin ne kadar etkileyici ve özel olduğunu, bunu özlediğimi fark ettim. Akşamları Semra’nın okuduğu kitap ve değerlendirmeleri bizi disipline etme anlamında yol gösterici idi. Doğal ortamlarda insanlar doğal yaşamayı yeniden keşfediyor, yardımlaşmaya önem veriyor, çağımızın en büyük sorunu stresten uzak duruyordu. 70 yaşındaki Abdullah Dayı Kavrun yaylasında sa-

bahın beşinde kalkıyor, tek başına börek, poğaça, baklava vb. hazırlıyor, pişiriyor ve ikram ediyordu. Bu arada ineklerini de unutmuyor, onların bakımını yapıyordu. Gün boyu hizmet ve yaşam aşkı ile çalışıyor mutlu oluyordu. On günün sonunda hepimiz daha neşeli ve daha mutluyduk.. Yorgunluk hissetmiyorduk. Hâlbuki çok yürümüş, çok koşturmuştuk, sırtımız yatak yüzü görmemiş, giysilerimiz kokmaya başlamıştı. Yine de mutluyduk. Herkesin yüzü sürekli gülüyordu. Oysa günlük yaşamımızda çoğumuz masa başında akşama kadar yaylı, dönerli koltuklarda oturuyor, yaylı ortopedik yataklarda, saten çarşaflarda yatıyor, ara-

balardan inmiyorduk. Ama daha çok yoruluyor, daha mutsuz oluyorduk. Başımız, belimiz, elimiz ayağımız kısaca her tarafımız ağrıyordu. Bir dahaki gezide, aynı coğrafyada, farklı mekânlarda buluşmak özlemi ile vedalaşıp, yakaladığımız arkadaşlık, kardeşlik ve dostluğun sonsuz olması ümitlerimizi güçlendirdik. Gezinin sloganı olarak, “DOĞAL OLMAK, DOĞADA OLMAK EN BÜYÜK MUTLULUK” diyor ve haykırıyorum.

Mesut CEBECİ Fotograf: Neslihan Usuğlu Hakan Kökcü Eylem Özkan

39


ANİMASYON

40 48


ANİMASYON

23 Ocak 2004 (1s 41dk) Yönetmen:Andrew Stanton, Lee Unkrich Oyuncular:Albert Brooks, Ellen DeGeneres, Alexander Gould devamı... Tür: Animasyon , Macera, Aksiyon Ülke: ABD

Önümüzdeki günlerde üç boyutlu olarak da izleyeceğimiz ancak yapım olarak 8 yıl öncesinde yayınlanmış olan bu animasyon klasikler arasına girmiş gibi gözüküyor. Kayıp balık Nemo, meraklı ancak koruyucu ve kollayıcı ebeveynlere sahip bir balıktır. Yaşadığı dünyanın dışındaki gelişmeleri merak etmektedir. Ailenin tüm korumacılığına rağmen bir gün, fikri ve zikri bir olan balığımız kaybolur. Yalnız kalır. Her kahramanın doğuş yolculuğunun yalnızlıkla başlaması gibi... Ve ardından kahramanın doğum sancıları başlar ki, tehlikelerle mücadele sınavını vermeye soyunur. Bir tanka, sonrasında da bir akvaryuma konur. Maceralar devam eder. Akvaryumun içinde de bir toplum ve küçük çaplı bir kabile vardır. Bilge ana ve baba balık gibi mesela. Nemo’nun merakı ile akvaryum pervanesine sıkışması da uzun sürmez. Ancak burada da özellikle yalnız bırakılır. Kendini kurtaran ve artık doğan kahramanımı-

za burada bir erginleme töreni yapılır. Ayrıca ‘balık hafızalı’ Dory, vejetaryen köpekbalıkları, kendini 150 yaşında bile hala genç hisseden su kaplubağları, akvaryumu olan ve balıklarını hırpalayan cani kız çocuğu, takıntılı baba gibi animasyonu oldukça eğlenceli kılan diğer karakterler de filmi oldukça zengin kılan ve ilgiyi toplayan karakterler. Sadece su altı yaşamı değil, ancak psikolojik, sosyolojik ve mitolojik analizlerin de çok iyi aktarıldığı bir animasyon. Korkuların hüküm sürdüğü bir çağda büyümenin olanaksızlığı, belli bir noktadan sonra kişilerin ‘gerçek bireyler olabilmesi için kendi seçtikleri zorluklarla kendilerinin yüzleşme cesaretini gösterebilmelerini anlatan eğlenceli bir animasyon...

rar verir. Marlin, çıkacağı yolculukta kimin dost, kimin düşman olduğunu anlayacak ve tehlikelerle dolu sularda heyecanlı serüvenler yaşayacaktır. Daima nitelikli animasyonlara imza atan bir ekibin ürünü olan çalışma, bilgisayar animasyonu ile yaratılmış mavi dünyası ve senaryosuyla ile çok beğenilmişti. Kayıp Balık Nemo 3D versiyonuyla 14 Eylül 2012 Amerika’da, 17 Mayıs 2013’te ise ülkemizde vizyona girecek...

Semra ŞEN

Oğluna düşkün büyük balık Marlin, denizleri birbirine katma pahasına oğlunu bulmaya ka-

49 41


İNTERNET

http://www.izmir.bel.tr/Kultursanat/Anasayfa Kültür ve sanat etkinliklerini İzmir’de takip etmek için İzmir Büyükşehir Belediyesi sayfası içinde yer alan oldukça kapsamlı bir bölüm. İster takvim kısmından gün, gün ya da kültür merkezleri başlıklarından da yıllık programlarını,

42 50

ücretlerini, bilgilerini düzenli olarak izleyebilirsiniz. İzmir Devlet Tiyatrosu, İzmir Devlet Opera ve Balesi, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, İzmir Sanat, İzmir Devlet Türk Sanat Musikisi Korosu, Sanat merkezleri, Sergi

salonları, sinemaları takip edebilirsiniz. Ana başlıklar konserler, sergiler, filmler, tiyatrolar, festival ve operalardır. Üyelik imkanı ile de etkinliklerin takip edilmesi mümkün.


KÜLTÜR-SANAT

nisan-mayıs-haziran

şehir kültür rehberi

KONSERLER

Ahmed Adnan Saygun Sanat M. 11 Mayıs 2012 Saat:20.30 Şef: Yoshinao Osawa Solist: Burçin Büke “Piyano” Eserler: Sergey Rahmaninov Piyano Konçertosu No.2 do minör Op.18 Pyotr Ilyiç Çaykovski “Slav Marşı” “1812 Uvertürü” 18-19 Mayıs 2012 Saat:20.30 Ahmed Adnan Saygun Sanat M. GENÇ SOLİSTLER HAFTASI Şef: Burak Tüzün Solist: Cem Babacan “Piyano” Koro: İzmir Sanat Korosu Eserler: Sergei Prokofiev “I.Piyano Konçertosu” Ahmed Adnan Saygun Sanat M. 25 Mayıs 2012 Saat:20.30 Şef: İbrahim Yazıcı Solistler: Queen Classical Johnny Zatylny “Vokal” Norbert Munser “Klavye” Falk Möckel “Davul” Thomas Engelmann “Gitar” Volker Kaminski “Bass Gitar” Uwe Höhne “Elektro Gitar” Dirk Gremser “Saxsafon” Koro: İzmir Sanat Korosu Koro Şefi: Ali Hoca Koro: Işılay Saygın Güzel Sanatlar ve Spor Lisesi Korosu Koro Şefi: İlhan Akyunak

Zülfü Livaneli Ooze Venue Saatleri : 18 Mayıs 2012 / 23.00 Tür: Özgün Bilet Fiyatları 1. Kategori - 78.00 TL 2. Kategori - 67.00 TL 3. Kategori - 56.00 TL 4. Kategori - 45.00 TL 5. Kategori - 39.00 TL Bilet satış noktaları : Biletix, Açıkhava Sahnesi Zaz Babylon Aya Yorgi 29 Haziran 2012 23:30 Konser Detayları: Zaz, Efes Pilsen Sponsorluğunda Yeniden Türkiye’ye Geliyor! Bilet Fiyatları: Tam: 60.00 TL Öğrenci: 40.00 TL Bilet satış noktaları : Babylon Aya Yorgi, Biletix Alexandra Stan 18 Mayıs 2012 23:00 Ooze Venue, İzmir Tür: Pop Solist : Alexandra Stan Bilet Fiyatları: 1. Kategori - 34.00 TL Bilet satış noktaları : Ooze Venue, Biletix

Eserler: Queen Parçaları

62

43


KÜLTÜR-SANAT

KONSERLER İzmir Devlet Klâsik Türk Müziği Korosu Periyodik Konseri Tarih:07 Haziran 2012 Perşembe Saat.20.30 Yer:Ege Üni. Atatürk Kültür Merkezi Şef :Erhan Parlat Yusuf Nalkesen Ve Avni Anıl Eserleri Mor ve Ötesi İzmir Sanat Saatleri : 19 Mayıs 2012 / 15.30 Tür: Rock Orkestra:Kerem Kabadayı (Davul), Burak Güven (Bas), Kerem Özyeğen (Gitar), Harun Tekin (Vokal / Gitar) Bilet satış noktaları : Halka Açık ve Ücretsizdir. Koray Candemir Gündoğdu Meydanı Saatleri : 19 Mayıs 2012 - 21.00 Tür: Alternatif Konser Detayları: Bilet Fiyatı: 23.50 TL Bilet satış noktaları : Biletix, Zeus Bar Volkan Konak Zeus Bar Saatleri : 25 Mayıs 2012 - 21.30 Bilet Fiyatları: 1. Kategori - 2030.00 TL 2. Kategori - 1630.00 TL 3. Kategori - 1230.00 TL 4. Kategori - 830.00 TL Bilet satış noktaları : Biletix İzmir Devlet Klâsik Türk Müziği Korosu Periyodik Konseri Tarih:24 Mayıs 2012 Perşembe Saat.20.30 Yer:Ege Üni. Atatürk Kültür Merkezi Şef :Erhan Parlat

44

DEVLET OPERA VE BALESİ

KELOĞLAN’IN SIRRI Çocuk Müzikali (Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi) 11 Mayıs Cuma 11.00 S.Ada 0232 484 64 45 ZORBA, Bale Prömiyer Elhamra Sahnesi 17 -22- 26 Mayıs Perşembe 20.00 M. Theodorakis AGRIPPINA Opera Türkiye Prömiyeri (Karşıyaka Opera ve Tiyatro Sahnesi) 31 Mayıs Perşembe 20.00 G.F.Haendel


KÜLTÜR-SANAT

İZMİR DEVLET TİYATROSU

Küçük Altın Balık Fuar Atatürk Açık Hava Tiyatrosu Saatleri : 19 Mayıs 2012 - 21.00 Tür : Çocuk Tiyatrosu Yazan : Ahmet Akdeniz Yönetmen : Alper Akdeniz Oyuncular : Julide Derya, Batuhan Köksal, İlker Şahin, Zehra Özer, Ece Ertan, Serdar Yüzer, Olgu Kacakülah, Efecan Baştürk, Yelda Arıtaş Bilet Fiyatları: Tam: 4.00 TL Öğrenci: 2.00 TL Bilet satış noktaları : AASSM: 0232 293 38 31, İzmir Sanat - Kültürpark 0232 293 40 49, http://izmir.bel.tr/ Kultursanat/Etkinlikler

Çok Güzel Hareketler Bunlar İzmir Fuarı Saatleri : 18 Mayıs 2012 / 21.00 Tür : Tiyatro Yazan : BKM Mutfak Oyuncuları Yönetmen : Yılmaz Erdoğan Oyuncular : BKM Mutfak Oyuncuları Bilet Fiyatları 1. Kategori - 56.50 TL 2. Kategori - 45.00 TL 3. Kategori - 34.00 TL Bilet satış noktaları : Biletix, Fuar Açık Hava Tarla Faresi Tiyatrosu Etkinlikleri Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi Saatleri : 12 - 19 Mayıs 2012 / 12.00 - 13.20 Oyun, Şarkı,Yüz Boyama ve Rüzgar Gülü Sokak Kuklaları ve Hiç konuşmayan ve çantasından türlü oyunlar çıkaran Sessiz Adam... Düzenleyen: Konak Belediyesi

45


KÜLTÜR-SANAT

SERGİ

Sabit Baytan Tür : Resim Sergisi Ayrıntılar : Atmosphere Art Gallery Saatleri : 04 Mayıs - 02 Haziran 2012 3 Underground Tür : Fotoğraf Sergisi Sanatçılar : Sergen Şehitoğlu K2 Güncel Sanat Merkezi Saatleri : 17 Mayıs - 17 Haziran 2012 Locca Garden Saatleri : 26 Mayıs 2012 / 21.00 Gökkuşağı Tür : Karma Sergi Ayrıntılar : Düzenleyen: Konak Belediyesi Prof. Dr. Türkan Saylan Alsancak Kültür Sanat Merkezi Saatleri : 17 - 29 Mayıs 2012

46

Karagöz ve Hacivat Ümran Baradan Oyun ve Oyuncak Müzesi Saatleri : 13 - 20, Mayıs 2012 / 13.00 Saatleri : 12 - 19 Mayıs 2012 / 15.00 Hayali: Deniz Özgökbel Düzenleyen: Konak Belediyesi Sezin Haşıcı Tür : Baskı Resim Sergisi Sanatçılar : Sezin Haşıcı Sergi 16 Mayısa kadar gezilebilecek. Ege Üniversitesi 50. Yıl Köşkü Sanat Galerisi Saatleri : 24 Nisan 2012 - 16 Mayıs 2012 Sabit Baytan Tür : Resim Sergisi Sanatçılar : Sabit Baytan Ayrıntılar : Atmosphere Art Gallery Saatleri : 04 Mayıs - 02 Haziran 2012 Gülnu Koran - Nejla Koral - Şafak Attaroğlu Resim Sergisi


KÜLTÜR-SANAT

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı Etkinlikleri 15 Mayıs 2012 18:00 - Bisiklet Sergisi Açılışı (1520 Mayıs 2012) 19:00 - 19 Mayıs Resepsiyonu Yer: Tarihi Havagazı Fabrikası 16 Mayıs 2012 Sokak Basketbolu Turnuvası (1618-20 Mayıs 2012) Yer: Bostanlı Rekreasyon Alanı 17 Mayıs 2012 Gençlik Dağ Kampi (17-18-19 Mayıs 2012 / Homeros Vadisi) Cimnastik Şenliği 19:00-20:30 - Gündoğdu Meydanı

Doğu`nun Gizemi Batı`nın Rüyası Moda Tasarımı ve Desen Sergisi 16.05.2012 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi - SERGİ Kapı Kilitlerinin Dili Tür : Fotoğraf Sergisi Sanatçılar : Ahmet İmançer Kedi Kültür Sanat Merkezi Saatleri : 11 - 22 Mayıs 2012 Sosyal Gelişim İçin Tasarım Sergisi Çetin Emeç Sanat Galerisi - SERGİ Sergi 24 Mayıs 06 Haziran Gülnu Koran - Nejla Koral Şafak Attaroğlu Tür : Resim Sergisi Ayrıntılar : Dr.Selahattin Akçiçek Eşrefpaşa Kültür Merkezi Avni Anıl Sahnesi Saatleri : 08 - 16 Mayıs 2012

18 Mayıs 2012 Sokak Basketbolu Turnuvası 16:00 - Bostanlı Rekreasyon Alanı Dans Yarişmasi 19:00 - 21:00 - Gündoğdu Meydanı 19 Mayıs 2012 19 Mayıs Yol Koşusu 09:00 - Güzelyalı İskele-Konak İskele 5000 m Bisiklet Turu 18:00 - Bostanlı Rekreasyon AlanıTarihi Havagazı Fabrikası 19:30-20:00 - Tarihi Havagazı Fabrikası Konser - Mor ve Ötesi 21:00 - Gündoğdu Meydanı 20 Mayıs 2012 Sokak Basketbolu Turnuvası Final Karşılaşmaları 0:00 - Bostanlı Rekreasyon Alanı İzmir Kayıkları Yarışması 10:00 - İnciraltı Gemi Müzesi Yanı

47


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

BİRSEN TEZER - CİHAN Birsen Tezer, Bülent Ortaçgil şarkılarıyla (özellikle Çığlık Çığlığa) tanıdığımız bir sanatçı. Bu aralar, Hüsnü Arkan’la düet yaptığı “Hoş geldin” şarkısını her yerde dinliyoruz. 2009 yılında çıkarttığı ilk albümü Cihan, hem etnik hem modern tınılar taşıyor. Geleneksel tınıları modern bir tarzda

5648

buluşturan sanatçı caz ve Türk Sanat Müziğini birleştirmiş. Şarkıları insanın içine değiyor, kendinizi müziğin içinde hissediyorsunuz. Albümde Bülent Ortaçgil, İlhan Şeşen ve Zafer Cınbıl’dan şarkılar var. Zafer Cınbıl’a ait olan “Balıkesir “ parçası ve

“Aşk Bu Değil” favorilerimden. “Aşk Bu Değil”, Babylon Bar Vol. 2 albümünde de yer aldı. Güzel sesi, kaliteli müziği ve kanunuyla gelecek albümlerini sabırsızlıkla bekliyoruz. Aslı CANGA


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

ANJELİKA AKBAR Anjelika Akbar geçtiğimiz günlerde Atatürk kültür Merkezi’nde muhteşem bir konser verdi. ‘Rain in Izmir’ bestesini ilk kez dinlettiği, adını bu besteden alan gecede sanatın uzun zamandır alamadığımız tadını tekrar alma fırsatı oldu. Sanat, iletisi varsa, armonikse insanla güçlü bağlar kuruyor. Sanat bir köprünün sağlam bir ucu ise, diğer ayak da hayattır. Bu gecede de Anjelika Akbar’ın ifade ettiği sanatsal ve felsefi armoni arayışını, doğadan beslenen doğal halini, iletisi ve notalarını tanıtmak, hatırlatmak, hatırlamak istedik. Ka-

zakistan, 1969 doğumlu besteci ve piyanist, dört yaşında mutlak kulak yeteneği fark edilerek üstün yetenekli öğrenciler ile Taşkent Üniversitesi Müzik Okulu’nda eğitim gördü. Daha sonra Türkiye’ye yerleşen ve sonrasında Ankara Üniversitesi kurucu öğretim üyesi olarak görev alan sanatçı doğudan batıya birçok ülkede konserler vermiştir, pekçok ulusal ve uluslararası ödüller almıştır. Vivaldi’nin Dört Mevsim keman konçertosunu piyanoya uyarlayan sanatçı yaygın yankı uyandırdı. “Bir’den Bir’e albümünde, özellikle yaşamın hızlı akışı

karşısında sevgiyi, yaşamın kendini farketmeyi anlattı. Bach A L’Orientale’de, Johann Sebastian Bach’ın müziğini Doğu ritmleri ile birleştirdi. Doğu felsefelerindeki sevgi, sezgi, farkındalık pratiğini, Batı’nın notaları ile buluşturararak, aslında ‘bir’ olan doğu ve batının, ‘bir’leşmesini sağladı ve sağlamaya devam ediyor. Duygusal çalkantılar olarak adlandırdığımız ‘bugünkü kalp’ten, gerçek kalbimize köprüler kuran bir kahramanın albümleri ve konserlerini dinlemenizi öneriyoruz.

5749


50


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.