TRANSAKSİYONEL ANALİZ Karşılıklı Kişilik Analizi II.
Arkeolog ÇAĞDAŞ YILMAZ Tarihin gizemli yollarında idealist bir yaşam
SURİYE-LÜBNAN–ÜRDÜN
İzmir Körfezi’nden Akabe Körfezi’ne Kutsal olana yolculuk….
HORTON Makrokozmos ve mikrolozmos ilişkisi
1
2
EDİTÖR’DEN Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. M. K. Atatürk İnsanın kendini tanıma macerasında, geçmiş gelecek kadar önemlidir. Hatta belki gelecekten daha önemlidir. Projeler, projelere bağlılık ve atılmış temellerin sağlamlığı geleceği belirler. Bugünü dün, yarını bugün belirler. Yaşam aklın günbegün inşa ettiği bir eserdir. Bu eserin inşasında, başka inşaat ustalarının tecrübelerini paylaşma ihtiyacı kuşkusuz. Bu nedenle biz de Babil Kulesi'nin katlarından birini buna ayırdık. İzmir Agora’sının
kazılarında büyük emeği geçen Arkeolog Çağdaş Yılmaz ile güzel bir tarihi geziden sonra, fikirlerini ve güzel sohbetini sizinle de paylaşmak istedik. Orta doğunu tarihi atmosferinden, dününden ve bugününden ilham almaya çalıştık. Ayrıca transaksiyonel analiz ile kendimizi, bakış açılarımızın hayatımıza etkisine değindik. Horton animasyonu ile tarihte çokça yaşanan ortaçağların fantastik bir benzerini sunmaya çalıştık. Tarihin değişmez tecrübelerine ‘klasik’ adını verdiğimiz için de, kendisi ve sanatı bir klasik olan Cesaria Evora’yı tanıttık. Başarıszlık ile ilgili de bir deneme ile sonuç odaklı çalışmayı sorguladık.
Tarihten ilham almayı günlük bir mesele haline getirmeyi ve tarihle zenginleşmeyi dileyerek sizi 17. sayımızla baş başa bırakıyoruz.
Semra ŞEN
3
İÇİNDEKİLER
, basarisizlik İdeallere sahip olan kişiler, gözlerini ideallerine dikerler ve her ne olursa olsun yollarına devam ederler.
24
08
BAŞARISIZLIK
Arkeolog ÇAĞDAŞ YILMAZ Tarihin gizemli yollarında idealist bir yaşam
28
12 TRANSAKSİYONEL ANALİZ Karşılıklı Kişilik Analizi II.
SURİYE- LÜBNAN –ÜRDÜN İzmir Körfezi’nden Akabe Körfezi’ne Kutsal olana yolculuk….
‘
18
ÖLÜ OZANLAR DERNEGI
38
kül tigin
KYBALİON Antik Mısır ve Yunan Hermetik Felsefesi
ÖLÜ OZANLAR DERNEĞİ
22 IMMANUEL KANT 4
42 HORTON
İÇİNDEKİLER
48
46 MÜZİKLE DÜN VE YARIN
babil
kulesi ekim-kasım-aralık 2012
İmtiyaz Sahibi
YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen
KÜLTÜR-SANAT
Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Sevgi TEZ Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir
5
TARİH
BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot
Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral 6
Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )
bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.
TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan
sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.
9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:
1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.
Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak
isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır
ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7
ARAŞTIRMA
, basarisizlik İdeallere sahip olan kişiler, gözlerini ideallerine dikerler ve her ne olursa olsun yollarına devam ederler.
8
8
ARAŞTIRMA Zor geçen bir çocukluk Bir yıldan az süren okul eğitimi 1831’de iş hayatında başarısız oldu Milletvekili seçilemedi – 32 İş hayatında yine kaybetti – 33 Milletvekili seçildi – 34 Nişanlısı öldü – 35 Meclis başkanı seçilemedi – 38 Yerel temsilci seçilemedi – 38 Evlendi, eşi başına dertler açtı – 42 Dört oğlundan üçü on dokuz yaşına gelmeden öldü Kongreye seçilemedi – 43 Kongreye seçildi – 46 Kongreye seçilemedi – 48 Senatoya seçilemedi – 55 Başkan yardımcısı seçilemedi – 56 Senatoya seçilemedi – 58 Başkan seçildi – 60 Yukarıdaki özet yaşam öyküsü Abraham Lincoln’e ait. Peki, bu bir başarısızlık öyküsü müdür? Elbette ki hayır! Henry Ford da ilk arabasına bir geri vites koymayı unutmuştu! Peki, o zaman başarısızlık nedir? Bir olayın başarılı ya da başarısız olarak adlandırılması bizim o olay karşısındaki tutumumuzla ilgilidir. Başarısızlığı bir son olarak kabul etmek, sonunda bir başarısız olmaktır. Oysa William Word’un dediği gibi “Başarısızlık ecel değil, öğretmendir” anlayışını benimsersek ve de Jacob Riss’in dediği gibi “Bazı yenilgiler başarının taksitleridir” deyip azimle yola devam edersek sonunda istediğimiz sonuca ulaşabiliriz.
“Mc Donald’s yöneticileri şu ifadeyi benimsemişlerdir: “Devam et. Dünyada hiçbir şey azmin yerini tutamaz. Yetenek tutamaz; dünyada başarısız olan yetenekli insanlardan bol bir şey yoktur. Zekâ tutamaz; dünya eğitimli yoksullarla doludur. Azimle ve kararlılıkla her şey başarılabilir. Başarısızlık zamanlarında bizi asıl güdüleyen yaşamla yüzleşin.”Doğaya da baktığımızda başarı ya da başarısızlık yoktur, sadece sonuçlar vardır. Başarı ya da başarısızlık, insanların sonuçlara eklediği bir sıfattır. Başarısızlık düşüncesinin temelinde yatan bencilliktir. Kendini çok ciddiye alan, başkalarının ne diyeceğini çok
fazla önemseyen kişiler bu düşünceye daha kolaylıkla kapılabilir. Oysa ideallere sahip olan kişiler, gözlerini ideallerine dikerler ve her ne olursa olsun yollarına devam ederler. Çünkü iniş ve çıkışların doğanın temel yasalarından olan “devirselliğin” bir sonucu olduğunu hep hatırlarında tutarlar. Günümüzde başarı-başarısızlık değerlendirmesi yapılırken genellikle sonuca bakılır. Bir Latin atasözünde de denildiği gibi “İnsanlar, hayatta karşılaştığınız rüzgârlarla değil, gemiyi limana götürüp götüremediğinizle ilgilenirler.” Başarıyı ölçmek için performans değerlendirme sistemleri kurulmakta, skor tabelaları oluşturulmaktadır. 99
ARAŞTIRMA Sonuçların da istenilen hedefe ulaşılıp ulaşılmadığını gösteren birer ölçüt olduğu inkâr edilemez fakat asıl olan önceye göre aşama kaydetmiş olmak, ilerlemektir; o yolda harcanan emek ve çabadır. “Başlanmış ve bitirilmemiş çok şey bırakmak, içsel başarısızlık duygusunun büyümesine sebep olur. Yapmak istemediğimiz bir şey gibi ifade etsek bile bilinçaltı olarak o “yapamadığımız şey” olarak kabul edilec e k t i r. Başladığ ı -
mız her şeyi bitirmek, daha sonra onun üzerinde iyileştirmek ve geliştirmek için dönmek zorunda kalsak bile bir iç güvenlik duygusu geliştirir. Bu duygu “ben yapabiliyorum” demeye bizi götürür. İyi bitirilen her iş iyi yapabileceğimiz şeylerden bir örnektir. “ “Eğer hatalar sürekli tekrarlanıyorsa bu; rahatlık, tembellik ve maneviyata olan ilginin azlığından kaynaklanır. Tekrarlama ile bazı kişiler kendi hatalarını ayırt edemiyorlar ve sonunda onları haklı çıkarmak zorunda kalıyorlar. Artık bunlar hata değil, başkalarının anlayamadığı gerçeklere dönüşüyorlar. Kişi, böylelikle bunu “tek gerçek” olara k
kabul edip kesinlikle haklı olduğunu düşünüyor ve hiçbir fikri veya dönüşüm olanaklarını kabul etmeyip fanatikleşiyor. Yapılacak şey hataları, dargınlıkları, şüpheleri, gururu bir kenara bırakıp bütün bu olanlardan deneyimler kazandığımızı bilerek yola daha güçlü ve cesur bir şekilde devam etmektir.” Eğer birçok denemede istediğimiz sonucu alamadıysak önümüzdeki seçenekler neler olabilir? 1. Sabır yolu: Tembelliğe düşmeksizin şartlar olgunlaşıncaya kadar doğru zaman ve zemini bekleyip tekrar deneyebiliriz. Ama bu süreçte de mutlaka gelişmek için her gün adımlar atmalıyız. 2. Esneklik yolu: Ulaşılması istenilen şeye sadece tek bir yoldan gidilmez. Amaca uygun olarak farklı yollar da denenebilir. Bir kapıyı kırk kere çaldığında açılmadıysa kırk kapıyı daha çal. 3. Kararlılık ve azim yolu: Bilinci mümkün olduğunca yüksek seviyede tutarak devamlılık ve sebatkârlıkla
10
ARAŞTIRMA yürümektir. Bunu Jacob Riss’in şu anekdotu çok iyi anlatmaktadır: “Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.” Şimdi de Timur hakkında anlatılan şu hikâyeye göz atalım: Timurlenk’in ordusu güçlü bir düşman tarafından bozguna uğratılmıştı. Düşman askerleri bölgeyi tararken Timur terkedilmiş bir ahırda yatarak saklandı. Orada ümitsiz bir şekilde yatarken bir mısır tanesini dik bir duvarda taşımaya çalışan karıncayı gördü. Mısır tanesi karıncanın kendisinden daha büyüktü. İmparator, karıncanın o taneyi altmış dokuz kez taşımaya çalıştığını saydı. Altmış dokuz kez geri düştü. Yetmiş beşinci denemesinde mısırı duvarın üstüne çıkarabildi. Timur birden yerinden fırladı. O da sonunda kazanabilir, zafere ulaşabilirdi. Elbette ordusunu yeniden düzenleyerek ve düşmanı kovarak bunu başardı. 4. Yeni akıl yolu: Kişi, özellikle bilinci düştüğünde tıkanabilir, çözüm üretemez. Böyle bir
durumda kişinin tercih ettiği bir hobiye kendini vermesi iyi gelir. Bu hobinin mümkün olduğunca basit ve çocukça olması daha iyidir. Deniz dalgalarının sesini dinlemek, yanan sobada ateşin çıtırtılarını dinlemek, zevkli bir yürüyüş yapmak, iyi bir kitap okumak, vb… Bunun yanı sıra size yardımcı olabileceğini düşündüğünüz kişilerin fikrini sormak da yeni kapılar açabilir. 5. Kendini geliştirme yolu: İstenilen sonuç elde edilemiyorsa kişinin kendinde geliştirmesi gereken bazı yönleri olabilir. Bu yönlere daha çok ağırlık verilebilir. Kişi, eğer sürekli aktif halde olursa gittiği yolda hatalarını düzelterek yolun yönünü de değiştirir. Bu aynı zamanda iradeyi de geliştirir ve böylelikle her gün biraz daha kendi hayatımızın kontrolünü kendi elimize alırız. 6. Olumlu eylem yolu: Bizi hayal kırıklığından en çabuk kurtaran şey sorunu çözmek için olumlu adımlar atmaktır. “Bir ozan, bahçesinde dolaşırken yerde gördüğü bir kuş yuvasından söz eder. Fırtına, ağacın üzerindeki yuvayı dağıtmıştır. Ozan, yıkılan kuş yuvasına üzülürken yukarı bakar ve kuşları dalların üzerinde yeni bir yuva yaparken görür.”
Her ne yapıyorsak yapalım cömertlik, cesaret ve süreklilikle adım atalım. Sonucun ne olduğundan çok, gidilen yolda hangi deneyimlerin kazanıldığı daha önemlidir. Bir dahaki denemede, öncekilerden elde edilen tecrübelerle daha iyisini yapmak hedeflenmelidir. Yol sonsuzdur. Bu yolda her gün adımlar atmak irademizi geliştirecek ve bizi gün be gün daha iyiye götürecektir. KAYNAKÇA Guzman, Delia
Steinberg:
Makaleler, Makale 223, Zayıflık Guzman, Delia Steinberg: Makaleler, Makale 245, Küçük Şeylerin Sırrı, 1998 Guzman, Delia Steinberg: Makaleler, Makale 249, Devamlılık-Sebatkârlık, Mart 1999 Guzman, Delia Steinberg: Makaleler, Makale 262, Her Başlanılan Şey Bitirilir, 2000 Guzman, Delia Steinberg: Makaleler, Makale 384, Neyi Telafi Edebiliriz?, 2011 Livraga, Jorge Angel: Makaleler, Makale 73, Düşkün Hissettiğin Zaman Tavsiyeler, Mart 1983 Maxwell, John C. , Kazanan Tutum, Çev: Ulaş Kaplan, İstanbul, Sistem Yayıncılık, Aralık 1996 Sekman, Mümin: Her şey Seninle Başlar, İstanbul, Alfa Basım, Haziran 2006
Özlem KÜÇÜK
11 11
ARAŞTIRMA
12 12
ARAŞTIRMA
TRANSAKSİYONEL ANALİZ Karşılıklı İlişki Analizi – II
Birinci bölümde giriş yaptığımız, günlük yaşantımızda rahatlıkla kullanabileceğimiz, kendimizi ve başka insanları tanımakta yararlanabileceğimiz Transaksiyonel Analiz kuramını incelemeye devam ediyoruz. “Bildiğiniz kuralları siz yönetirsiniz, bilmediğiniz kurallar sizi yönetir” özdeyişinden yola çıkarak, yaşantımızı yöneten kuralları tanımaya çalışıyoruz. İşleyeceğimiz konu, karşılıklı ilişkilerde insanların kendi üstlendikleri rol ve öteki kişi-
ye yükledikleri rollerin sınıflaması, kökeninin araştırılması ve altında yatan mesajların incelenmesi. Birinci bölümde anlattığımız T.A. teoreminin temel savı gereği insanın üç kişilik durumundan birinde olması beklenir. 1- Ebeveyn kişilik durumunun ürünü olan, “Ben iyiyim, yeterliyim, sen iyi değilsin, yeterli değilsin”. <I am Okey – You are not okey.> 2- Çocuk kişilik durumunun ürünü olan, “Ben iyi değilim, yeterli deği-
lim, sen iyisin, yeterlisin”, <I am not okey – You are okey> 3- Umutsuz çocuk kişilik durumunun ürünü olan, “Sen de iyi değilsin, ben de iyi değilim, ikimiz de yetersiziz. <I am not okey – You are not okey.> 4- Yetişkin ruhsal durumun ürünü olan “Biz eşit derecede iyi ve yeterli olan iki insanız, kimse daha üstün değil” <I am okey, You are Okey> pozisyonlarından birinde oluruz. 13 13
<Ben senden üstünüm, iyiyim> pozisyonu ile konuya girelim. Biz hepimiz çocuktuk ve ebeveynimiz ya da ebeveyn rolünü üstlenen kişilerin desteği ile büyüdük, onlardan öğrendik. Onlar bizim için “en büyük, üstün, erişilmez, en akıllı, en doğru, en güvenilir, önceliğe sahip, sorgulanamaz, tartışılamaz…” kişiler idi. Ve biz o kişilik durumunu, düşünce duygu ve davranışlarını her şeyiyle kopyaladık, ses tonu, mimikler, duruşlar, kelimeler ve tüm diğer ayrıntıları ile o rolü öğrendik. (İki çocuğun oynarken zaman zaman birinin diğerine Anne ya da Baba gibi davrandığını bilhassa evcilik oyunlarında görmüşsünüzdür). Hayatında bildiği, gördüğü tek rolü oynamaktadır. Ancak eğer biz sonraki yaşamımızda, özgürce yeni keşifler, yeni roller oluşturamazsak, oluşturmamız engellenirse, (Adet, usul budur, sen de böyle yapmalısın, yapmazsan…) akıl süzgecinden geçirmediğimiz ya da geçiremediğimiz rolleri, ebeveynimizden gördüğümüz gibi otomatik kalıplar içinde oynarız. Çocuklarımıza o şekilde ebeveynlik ederiz. <Bir ana baba çocuğuna böyle söylemeli ve davranmalıdır, onlar böyle yaptı demek ki en doğrusu bu, böyle olmalı> komutunu 14
kırmamız için ya özgür düşünme alışkanlığımız olmalı ya da bu konuda bilinçli çaba sarf etmemiz gerekir. Ya da arkadaşlıkta genel kural budur, buna uymazsan zarar görürsün gibi. Sadece bununla da kalmayız, kendi çocuklarımız dışında, günlük yaşamımızda, bizi tetikleyen bazı durumlar ve kişiler karşısında da bu mevcut Ebeveyn kişilik durumumuzda cevap veririz, biz üstün, doğru, karşıdakini yöneten, düzelten kişi oluruz. Etrafımızdaki insanlara karşı otomatik olarak, belki hiç farkında olmadan, <rol arşivimizde bulunan> kollayan, gözeten, yol gösteren, buyuran, azarlayan ana-baba kişilik durumumuzla, o rolü oynayarak tepki verebiliriz, onlar da bunu kabullenmeye hazır iseler bu ilişki sürer gider ama aradıkları bu değilse, ilişki kopar, devam etmez. Kopyaladığımız, taklit ettiğimiz ana baba, bize yönelik davranışlarında, gerçekten bizden üstün oldukları ve bize bu mesajı verdikleri için, biz de bu tür mesajları verirken, karşımızdakine üstünlük ima ederiz, kollar, gözetir, yol gösterir ve ödüllendirir ya da azarlar cezalandırırız.
Bu sadece kullanılan kelimelerle ilgili değildir, orada ebeveynimizi yaşarız, poz, duruş, mimikler, ses tonu, baş sallama, parmak sallama, masaya vurma, kaş çatma gibi tüm bedenimizle o rolü oynarız. Bir başka seçenek de, madalyonun öbür yüzünde olmaktır yani “Sen benden üstünsün”. Çocuk kişilik durumunun tekrarlanması, o an orada yaşananların şimdi tekrar yaşanması, o döneme mahsus sınırsız mutluluğu, bağımlılığın, sevgi açlığının, kucaklanma, istek ve ihtiyaçlarının karşılanmasını bekleme, karşılıksız sevilme isteklerinin tekrar yaşanma hali. Sığınacak, kollanacak bir ilişki aramak, beni gözetecek, yönetecek ya da onaylayacak, sırtımı sıvazlayacak bir ebeveyn aramak. Çevreye <ben güçsüzüm, iyi değilim, sen iyisin, güçlüsün> mesajı vermek. Bu durum genel olarak, çocukluğunda sürekli eleştirilen, özgüvenlerini kazanamayan insanların tipik özelliğidir. Kendi başlarına doğru karar veremeyeceklerine, yollarını şaşıracaklarına, hatalı karar vereceklerine inanmaktadırlar, inandırılmışlardır. İzin almadan hareket etmeleri engellenmiş, özgürlükleri kısıtlanmıştır. Bugün olan bir olay
karşısında, sadece o günkü fiziksel ve ruhsal yeteneklere sahipmiş gibi, mesafe almamış gibi yaşamak, korku ve naiflik duygusu altında, yetersiz zihni ve bedensel yapıya sahipmiş gibi hissetmek hali. Yukarıdaki iki durumun dışında üçüncü bir hal: umutsuz kişilik, “sen de ben de iyi değiliz, “çaresiz, sahipsiz, (ebeveynsiz) kalmış iki çocuk durumu” diyebileceğimiz, iki kendine güvensiz kişiliğin pozisyonu. Belki de en kötüsü bu durumda olmaktır, ne kendine inanır güvenir, ne de çevresindeki insanlara itimadı vardır, onlara sevgi ve saygı duymaz, inanmaz ve güvenmez, bu koca dünyada kaybolmuş gitmiştir, umar çare de yoktur, zira herkes aynı durumdadır. Bir nedenle, çocukluğunda ebeveynine olan güvenini kaybetmiş, destek alamamış ve desteklenme umudunu yitirmiştir, acı veren ve sonu intihara kadar gidebilecek bir güvensizlik halidir. Dördüncü ilişki tarzı ise, en sağlıklı diyebileceğimiz; Kendine güvenini kazanmış, sorunları ile baş edebilecek cesareti, motivasyonu ve planları
olan “ k i şilik” olup aynı zamanda insanlara önyargısız yaklaşabilmekte, onları objektif olarak değerlendirebilmektedir. Gerektiğinde destek isteyebilir, gerektiğinde destek verir ama genel olarak herkesin kendi ayakları üstünde durması gerektiğini de bilir ve ona göre hareket eder. Gereksiz yere kimsenin sorununu çözmeye kalkmaz, kimsenin sıkıntılarını üstlenmek gibi gereksiz fedakârlıklarda bulunmaz ama gerçek ihtiyaç halinde de ciddi bir destek verecek gücü kendinde bulur. Yani kısaca bugünü ve bu anı yaşar, rol arşivinden duruma göre pozisyon değiştirmez, sadece gerekli işlemi yapar. Cesareti, motivasyonu ve plan – programı vardır, hedefleri belirlidir, amacına uygun eylemlerde bulunur, rasyoneldir.
15
ARAŞTIRMA
Ben üstünüm
Ben senden üstünüm, güçlüyüm, seni yönetebilirim, onaylar beğenirim ya da kınayıp eleştiririm
Biz eşit haklara sahip insanlarız, birbirimizin tecrübelerinden yararlanabiliriz, birlikte güçlü olarak hedef ve isteklerimize daha güçlü yürürüz.
Sen kötüsün
Sen iyisin
Biz adam olmayız, al beni vur sana, sen de iyi deyilsin ben de. Kimsenin kimseye söz söyleme hakkı yok.
Sen benden üstünsün, güçlüsün, beni yönetebilirsin, onaylar beğenir ya da kınayıp eleştirirsin, bu hakka sahipsin. Ben kötüyüm
Bu anlattıklarımızı bir örnekle açıklamaya çalışalım; bir yönetici ve bir sekreteri ele alalım, yönetici sekreterden bir rapor ister, sekreter hazırlar ve sunar, ancak yönetici raporda bazı eksikler görür ve sekreterden bunları düzeltip yeniden getirmesini ister. Sekreter, “Ben iyiyim - sen iyi değilsin” pozisyonunda tepki verir ise şöyle düşünebilir ya da diyebilir. “Bu raporun hiçbir eksiği yok ama anlamıyor ya da sorun çıkarıyor, zaten o sorunlu biri ama ben onu şu şekilde yola getirebilirim.” Başka açık ya da kapalı yollarla raporunu kabul ettirmeye çalışabilir, ya da söylenerek, isteksizce eksikleri gidermeye çalışabilir. Eğer, “Ben iyi değilim – Sen iyisin” pozisyonu etkin ise tepkisi şöyle olabilir. Amma aptal biriyim ben, iyi ki benim gibi birini işten atmıyorlar, patronum çok iyi biri 16
ki bana katlanıyor, rezil oldum, dur hemen yenisini yapayım. İnşallah bu kez bu kadar büyük hata yapmam. Yetersizlik duygusu hâkimdir, cezalandırılma beklentisi ve mahcubiyet duyguları altında ne yapacağını şaşırır. “Ben iyi değilim – Sen de iyi değilsin” kişilik pozisyonunda yaşayan birisi ise, sanki benden iyisini mi yapacak, ben bu kadar yapabiliyorum ama o da anlamıyor beni, sorunlu bir insan ve hep böyle yapıyor. Zaten bu işler de aptalca, ne gerek var bunlara diye düşünebilir. Yeni bir rapor hazırlamayı gereksiz bulup, ihmal eder ya da işi bırakmaya bir adım daha yaklaşır. Ancak ve sadece, kendine güvenini kazanmış, akıl ve mantık yolu ile koşulları inceleyip tepki verme alışkanlığı olan birisi, kendini karşıdakinin yerine koyup güncel bir rol sergileyebilir.
Ben ve sen eşit hak ve yeteneklere sahip iki kişiyiz ve yeteneklerimizi kullanarak yaşamı daha güzel sürdürebiliriz. Raporu hangi nedenlerle bu şekilde hazırladığını anlatır, eksikleri nasıl giderebileceği hakkında sorular sorar, hatalı ise özür diler, haklı ise kendini savunur, hakkını arar ve yeni bir rapor hazırlamak üzere işe koyulur. Şimdi genel olarak günlük hayatımızda, hangi durumlarda, hangi konularda, hangi tarzı kullandığımıza kısaca bir göz atalım. Kısaltma olarak, “Ben iyiyim - Sen iyi değilsin” ifadesi yerine: (B+S-) ibaresi, “Ben iyi değilim - Sen iyisin” ifadesi yerine (B-S+) ibaresi, “Ben de iyi değilim – Sen de iyi değilsin” ifadesi yerine (B-S-) ibaresi ve “Ben de iyiyim – Sen de iyisin” ifadesi yerine (B+S+) kullanılacaktır.
ARAŞTIRMA Birisi bir şey anlatmaya çalışırken lafı onun ağzından alıp tamamlamak, “sen söyleyemeyeceksin, dur yorulma senin yerine ben söyleyeyim” mesajı vermek (B+S-). Ama bunu yapmak yerine onu sabırla dinleyerek onun gelişimine katkıda bulunmak ve yahut <daha hızlı anlatırsan sevinirim, zamanım kısıtlı> şeklinde uyarmak, (B+S+). Bize sıkıntı ve sorunlarından bahseden birine, hemen akıl vermeye girişmek, yol göstermeye çalışmak, “sen düşünememişsin, bak ben sana ne yapman gerektiğini söyleyeyim” mesajı vermek (B+S-). Sıkıntı ve sorunlarını anlatan birine ebeveynlik yapmak yerine, “bu sorunların sebebini düşündün mü” ya da “peki sence bu durumda neler yapmak gerekir”, “sen neler yapmayı planlıyorsun” şeklinde sorular sorarak onun kendi sorununu çözmesine yardımcı olmak (B+S+). Karşıdaki ihtiyaç duyuyorsa ve yararı olacağına inanılıyorsa, onu yönlendirmeden kendi deneyimlerimizi paylaşabiliriz. Bir yakınımızın doğru bulduğumuz, beğendiğimiz bir eylemi, (sözü, düşüncesi, davranışı, başarısı, buluşu) karşı-
sında, “harika, çok doğru yaptın, en güzelini yaptın, mükemmeldin vb” yahut “çok yanlıştın, hatalı idin, hiç iyi yapmadın vb” şeklinde, kendini o konuda otorite, jüri yerine koyarak karşıdakini değerlendirmek (B+S-).
Thomas A. Haris – (1967 y ı l ı n a
Alternatif olarak söylenebilecek, ben bu yaptığını çok beğendim, daha önce böylesi güzelini görmemiştim, çok hoşuma gitti, hayranlık duydum, memnun oldum, kutlarım şeklinde ifadeler ya da ben şöyle yapardım, şunu neden yaptığını anlayamadım vb (B+S+). Herkese yaşantısında, geçmiş kalıplardan özgürleşmiş, kendine ve karşısındakine güvenen bir ilişki tarzı dilerim (B+S+). KAYNAKLAR: Transaksiyonel Analiz - Psikolojide İşlemsel Çözümleme Yaklaşımı - Prof. Dr. Füsun Akkoyun A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi, EPH Bölümü Öğretim üyesi - Nobel yayınevi 2007 Games People Play: The Psychology of human relationship - ERIC BERNE
Amerika’da best seller olmuştur.) - Pan boks London Born to Win: Transactional Analysis with Gestalt Experiments Muriel James Dorothy Jongeward (Kazanmak için doğarız – adı altında Tülin Şenruh çevirisi ile İnkilap Kitabevi yayınlarında çıkmıştır.)
Faruk CİVANER
I am Okey, You are Okey -
17
KİTAP
18
KİTAP
KYBALİON Antik Mısır ve Yunan Hermetik Felsefesi Yedi hermetik İlke 1.Zihinsellik Prensibi 2.Tekabül Prensibi 3.Titreşim Prensibi 4.Kutupluluk Prensibi 5.Ritim Prensibi 6.Sebep Sonuç Prensibi 7.Cinsiyet Prensibi 1.Zihinsellik Prensibi a.“Evren zihinseldir, bütünün zihnindedir.” b.Yasanın zihinsel olarak işlediğini gösteriyor, zihin ne ise dışta oluşan da odur. c.Yaşadığımız her şey bütünün zihninde mevcut d.Zihin neye odaklanırsa onu yaşar. (Limon hayal edince ağzımızın
sulanması ya da basketbolcular üzerinde yapılan deney: Basketbolcular üç guruba ayrılıyor ilki bir hafta boyunca potada sayı yapmaya çalışıyor ikincisi hem potada çalışıyor hem de zihninde hayal ediyor üçüncü grup ise sadece zihninde hayal ediyor ve bir hafta sonra en başarılı grup üçüncüsü oluyor çünkü zihninde onu kusursuz hayal edince yaşamda da kusursuz gerçekleşiyor ve başarı oranı yüzde yüz oluyor) e.Biz bir düşler dünyasında değil, hayatlarımız ve eylemlerimiz söz konusu olduğu sürece gerçek olan bir everende yaşarız ve sonsuz olana hizmet edersek gerçek olur.
Başlangıcı ve sonu olan her şey bir anlamda gerçek değildir. f.İmkânlarımız ve fırsatlarımız hem zamanda hem mekânda sonsuzdur. 2.Tekabül Prensibi a.“Yukarıdaki aşağıdaki gibidir, aşağıdaki yukarıdaki gibidir.” b.Bilinenden bilinmeyini akıl yürütme yoluyla kavramaya çalışma. (Geometri ve fizik hesaplamalarıyla uzaktaki gezegenlerin hareketlerinin hesaplanması ve yörüngelerinin bilinmesi gibi) c.Evren üç sınıfa ayrılabilir.
19
KİTAP
1.Fiziksel Plan 2.Zihinsel Plan 3.Spritüel Plan
iradeyle değiştirilebilir.
Bunlar yaşamın farklı dereceleridir. İnsan evrimi içindeki aşamalardır.
a.“Her şey ikilidir, benzeyen ve benzemeyen aynıdır, zıtların doğası birdir, dereceleri farklıdır, uçlar buluşurlar, bütün hakikatler yarım hakikatlerdir, bütün paradokslar uzlaştırılabilir.” Her şeyin iki yönü vardır, birbirine dönüşebilirler. (sevgi nefrete, karanlık aydınlığa korku cesarete dönüşebilir hepsi aynı doğadadır madalyonun farklı taraflarıdır sadece.)
3.Titreşim Prensibi a.“Hiçbir şey durmaz, her şey hareket eder, her şey titreşir.” b.Farklar tümüyle titreşimlerin farklı oranlarından kaynaklanır. (Sıcak ve soğuk sadece derece farkından kaynaklanır sınıfları, doğaları aynıdır. Ya da dönen bir araba lastiği belli bir hızdan sonra duruyor gibi görünür.) c.Ruh ve maddede aynı ok üzerinde düşünebilir ikisi de aynı sınıftadır fakat dereceleri farklıdır, dolayısıyla zihnimiz de böyledir, zihnimizi istediğimiz derecede kutuplaştırarak farklı ruh hallerinden kurtarmak ve dengeye getirmek mümkündür. Titreşimler
20
4.Kutupluluk Prensibi
Zihinsel durumlar kutuplaştırılarak istenen bilinç seviyesine geçilebilir. (Farklı zihin durumlarını kutuplaştırarak değiştirmek mümkündür, çünkü hepsi bir derece farkından kaynaklanır. Zihinsel durumların kölesi ya da uşağı olmaktan ziyade efendisi olunur.) 5.Ritim Prensibi
a.“Her şey akar içe ve dışa, her şey dalgalanır yükselir ve alçalır, her şeyde sarkacın salınım vardır, sağa salınım sola salınımla aynıdır, ritim kendini telafi eder.” b.Fiziksel ve zihinsel planlarda hep bir ileri geri hareket vardır, bir med cezir vardır.(Ulusların yükselişi çöküşü gibi) c.Dönüşüm yoluyla ritmin etkilerinden kaçınmak mümkündür. Buna kutupsuzlaştırma-nötrleştirme yasası denir. Sarkacın hareketi durdurulamaz fakat etkilerinden kaçınmak mümkündür bu da iradeyle olur. (Yağmur yağarken yağmuru durduramayız fakat şemsiye alarak ıslanmaktan kaçınabiliriz.) d.Ritim telafi eder. Küçük bir acı duyan küçük bir mutluluk yaşar. İnsan bir şeye sahipse, başka bir şeye sahip değildir. Denge gelir.
KİTAP
6.Nedensellik Prensibi a.“Her sebebin bir sonucu, her sonucun bir sebebi vardır, her şey yasaya göre olur. Değişim bilinmeyen yasadan başka bir şey değildir.” Daha önce olan her şeyle onların ardından gelenler arasında bir ilişki mevcuttur. Düşündüğümüz her düşünce gerçekleştirdiğimiz her eylem doğrudan ya da dolaylı bir etkiye sahiptir. Ne ekersen onu biçersin.(Etki=Tepki)
vardır, cinsiyet bütün planlar için geçerlidir.” Eril kısım iradeyi, eylemi, bilinci temsil eder. Dişil taraf ise pasif kısmı bilinçaltını temsil eder. Dişil prensiplerin eril prensiplerin enerjisiyle etkinleştirilmesi gerekir yani, zihindeki düşünclerin iradeyle olgunlaşması gerekir.
Kişinin sonuç yerine sebep olması piyon olmaktan kurtulması gerekir. Bu da kendi seçimlerini yapmasıyla mümkündür. 7.Cinsiyet Prensibi a.“Her şeyde cinsiyet
21
YAZAR
T N A K L E U N ) A 4 0 IMM 724 – 18 (1 22 22
YAZAR
“Doğa insanı bir amaç için yaratmıştır. Bu amaç ne olabilir?” “İnsanlığı, kendinde ve başkalarında, hiçbir zaman bir araç olarak değil, hep bir erek olarak görecek gibi eyle.” Felsefesini; “salt akıl ile her şeyi bilemem, çünkü akıl, doğası gereği çelişkilere düşer ve biz, aklın yapısında olan bu çelişkilerden kaçınamayacağımız için, akıl yoluyla kesin olarak hiçbir şeyi bilemeyiz” düşüncesiyle yıkan Kant, evrensel değerleri savunan, kökenle ilişkisini koruyabilmiş neredeyse son filozoftur. Rasyonalist düşünce ile bilgiye duyularla ulaşılacağını savunan Empirist düşünceyi birleştiren Kant’a göre, duyularımızla algılar, akıl ve düşünce ile kavrarız. Kant, nümen ve fenomen dünya ayrımını yapar, yani görünmeyen ve görünen dünya. Bu ikisini nedensellik yasasıyla birleştirmek gerektiğini söyleyerek her şeyin birbiriyle olan ilişkisini vurgular. Bu birleştirmeyi de insan kendini tanıyarak başarabilir. Kant şöyle sorar: “Doğa insanı bir amaç için yaratmıştır. Bu amaç ne olabilir?” Bu, “mutluluğa erişmek” olamaz, çünkü mutluluk için insana yalnızca içgüdüleri yeterdi ama insanda içgüdülerin üzerinde akıl vardır. Akıl, insanı fenomenler dünyasının üstüne yükseltip, ona başka bir dünyadan gelen bir sesi işittirir: Bu ses “ahlak yasasıdır”. İnsanoğlunun varması gereken nokta, iyi istenç ve ödev kavramıyla harekete geçirilmiş iradedir. Bu noktaya akıl yoluyla varabilir insan, ancak içgüdülerin, eğilim-
lerin yönettiği akılla değil, ödev bilincinin hakim olduğu akılla. Ödev bilincine de evrensel ahlak yasasını aktaran emirlerle ulaşılabilir. İnsanın eylemleri, içgüdülerinden değil ödevinden doğmalıdır. Aklımızı büyütecek ve iradenin parlamasına yol açacak şey ancak ödevdir. İnsan ancak kendi yasasını kendisi koruyabilirse özgür, yani ahlaklı olabilir. Özgürlük, evrensel ahlak yasalarına uygun yaşamakla ortaya çıkar. Hayatı, değişken olanın değil ebedi olanın üzerine inşa etmek, evrensel ahlak yasasına göre yaşamak demektir. İnsanın en büyük ödevinin kendisiyle ilgili cehaletini yenmek olduğunu ifade eder. Hakikatin araştırılmasını ve tüm insanların birlik içerisinde yaşayabilecekleri bir anlayış zemininde birleşebileceklerini savunur. Bu amaçla da çeşitli pratik çalışmalarda bulunmuş, eserler yayınlamış ve eğitimler vermiştir. Immanuel Kant’ın eserlerinden:
seçtiğimiz
-Arı Usun Eleştirisi -Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı -Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi -Etik Üzerine Dersler 1
23
RÖPORTAJ
2424
RÖPORTAJ
Arkeolog
ÇAĞDAŞ YILMAZ Tarihin gizemli yollarında idealist bir yaşam
1)Arkeolojiyi seçmenizin nedeni nedir? Benim kuzenim arkeolog tu. O sanat tarihi ve arkeoloji bölümü okurken ondan etkilenmiştim acaba ben de arkeolog olur muyum diye düşünmeye başladım ve sonra tutku oldu yani hakikaten çocukluk hayalimdi. 2)Türkiye’de arkeolojinin gidişatıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Bilimsel ve akademik olarak iyi gidiyor. Kaliteli arkeolog çok fazla yetişmez ama genç bir kuşak var akademik kadrodan bahsediyorum şu anda mütevazı olmaya gerek yok Türkiye’dekiler dün-
yada ilk sırada olmaya adaydır. Almanlar çok iyiydi ve Almanya’da birçok akademisyen yetiştirdik ve boynuz kulağı gecer mantığı… Çok başarılı akademisyenlerimiz var ve aklınıza gelebilcek tüm teknolojileri kullanmaktayız. 3)Kazılarda ne gibi sıkıntılarınız oluyor? Kazıların sıkıntısı şu ki ödenek yok, yabancı sponsorlar destekliyor Türkiye’den destekleyen pek olmuyor. Türklerin uzun soluklu kazı yapamamasının nedeni ödenek sıkıntısıdır. Agora mesela ödeneği olan bir kazı ve sistematik bir kazı.
3)Şu ana kadar çalıştığınız kazılar nelerdir? 2001’de mesleğe girdim, Klaros kazısında beş yıl görev aldım. Bir yıl Miletos’ta çalıştım Bergama ve Efes’te farklı projelerde de çalıştım, 2007’den beri de Agora’dayım. 5) Sizi en çok etkileyen kazı hangisiydi? Son günlerde epey ilgi çeken Göbeklitepe. İnsanlık tarihi altı bin mi sekiz bin mi diye tartışılırken birden oniki binlere çıktı ve ben de epey merak ediyorum şu anda.
25 25
RÖPORTAJ
6) Sizi en çok hangi medeniyetler etkiliyor? Mezopotamya, çünkü her şey ordadır o tarihe döndüğümüzde doğu uygarlığın merkezidir ki bence hala öyle. Yunanda her şeyi ordan almış yunanın özgün bir uygarlığı yok aslında. Şu an Agora’da gördüğünüz tüm bu portikoların sütünlu caddelerinin kökeni ya Mısır ya da Mezopotamya’dır, uygarlığın beşiği orasıdır. 7) Günümüz mimarisiyle antik dönemleri karşılaştırırsak o dönemdeki eserlerin 2626
daha kalıcı olduğunu görüyoruz. Kalıcı eser yapmalarındaki amaç nedir sizce? Günümüz mimarisiyle o yıllardaki tek farkı Yunan ve Romanın petrol ve elektriği kullanamamasıdır diğer her şey benziyor. Bence amaçları kalıcı olmak isteğidir hiç yok olmayacak ihtişamlı eserler bırakmak istediler. O dönem için güç çok önemli olduğundan gücü yansıtmanın yolu da budur hem geçmişi göstermek hem de imparatorluğun kendi ihtişamını göstermek amacıyla. Bir de dini açıdan
bakarsak, ölümden sonrası bilinmiyor ve eserlerde tanrısallaştırma olayı vardır, bunun iki yönü var acaba eserler kendini Tanrı’ya adayan kişiyi mi temsil ediyor ya da Tanrı’yı mı sembolize ediyor bu konu tam netlik kazanmadı. 8) Smyrna kazısında ilginizi çeken ne oldu? Her gün heyecanlanıyorum bu kazıda, çünkü gecen küçük bir dükkân kazdık bozulmamış eserler çıktı örneğin bir kandil
RÖPORTAJ
vardı ve dikkatli baktığımızda üstünde parmak izini gördük yanmış ve öyle kalmış. O an değişik bir duygu hissediyorum ilginç geliyor o döneme dönmek ve o yaşamı keşfetmek. Yine bir figur buldum çirkin bir heykel başı meğersem o bir çocuk oyuncağıymış. Mısır’da kolsuz, dilsiz, gözsüz, kulaksız bir heykelcik bulmuşlar ama bu kırık değilmiş böyle yapılmış sonradan altında yazısını okuyunca bunun bir beddua heykelciği olduğunu fark etmişler. Bu tür değişik şeyler beni etkiliyor ve meraklandı-
rıyor. Agora’daki grafitiler de günlük hayattan atışmalar içeriyor. Bunlar beni o zamana götürüyor dönemin sosyal yaşamının içine girmiş gibi hissediyorum kendimi.
yüzüne geliyor, kişi yüz felci geçiriyor. Arkeologların da başına gelmiştir o yüzden maske ve eldivenle, havalandıra havalandıra açarız kazıyı. Bilim ve arkeoloji bunu açıklıyor.
9) Kazılarda mezarları açan kişilerin başına gelen olaylarla ilgili ne söylemek istersiniz? Kazı sırasında yüzü çarpılmış kişiler gibi şeyler çok duyuyoruz ama onun aslı şudur toprak altında sıkışan gaz vardır mezarda birikir ve kazı açılınca da kişinin
10) Arkeolojide geleceğe dair planınız nedir? Arkeoloji Türkiye’de olcak iş değil parası pulu yok ve sıcakta özellikle işkence gibi dolayısıyla idealist değilseniz asla olmaz. Röportaj: Huriye ÇETİN 2727
GEZİ
28
GEZİ
SURİYE- LÜBNAN –ÜRDÜN İzmir Körfezi’nden Akabe Körfezi’ne Kutsal olana yolculuk….
A d ı m adım tarih, gizlenen bir m a s a l âlemidir; Kızıl krallık ÜRDÜN! AMMANAKABE yolundayız. Kızıl, sıcak, düşsel bir dünya görme duyusunu yanılsamaya uğratan sonsuz bir düzlük burası evet çöldeyiz uzun bir sürüş yine bizi bekliyor ve birden yağmur yağıyor altına saklanabileceğimiz hiçbir şey yok, uzun bir sürede olmayacağı belli. Sürmeye devam ediyoruz göz gözü görmüyor biz de kenara çekip bekliyoruz yağmur bir anda diniyor.
Akabe’ye yaklaştığımızda hava kararmıştı. Yemeğimizi yedikten sonra da Kızıldeniz sahilinde hoş bir akşam turuna çıktık. İçecek bir şeyler alıp odamıza çıkıyoruz sohbet koyu saat ilerliyor uykudan biraz fedakârlık edip geç saatlere kadar oturuyoruz daha sonra güzel bir uyku çekiyoruz.
Ürdün’ün Akabe kent i n d e n Kızıldeniz’e bakarken karşı kıyı da İsrail, hemen yanında Mısır topraklarını görmek, Suudi kıyılarının 5-10 kilometre öteden başladığını bilmek aslında “sınır”ların ne kadar da yapay ve saçma bir şey olduğunu anlamaya yetiyor. Sahilde dikili olan devasa Arapbirliği bayrağı İsrail’den görülecek büyüklükte yapılmış. Ertesi güne sabah 7’de başladık. Otelin bizim için ayarladığı Kızıldeniz’de dalış için otelin önüne gelecek servisi bekledik, oradan direkt dalış okuluna. 29
GEZİ
Hazırlanmış çardağın etrafına toplandık. Rehberimiz bize tek tek nerelerde dalış yapıldığını anlattı. Hava da hafif hafif ısırıyor, “girmesem mi acaba ” diye kafamda hala soru işaretlerim var. Tüm takımlarımızı giydikten sonra bodylere ayrılıyoruz, sırtımızda tüpler hatırı sayılır ağırlıkta ve denize kadar yürüyoruz burada ayrıntılı bir brifingten sonra Kızıldeniz’deyiz. Hava da güzel mi güzel. Ben zannediyorum ki, 30
buradan bir tekne bizi alacak ve açık denizde atlayacağız. Nerede! Meğer oracıkta dalış yapılıyormuş. Adımınızı atar atmaz mercanlar, envai çeşit balıklar ve üstelik sahilin beş metre ilerisinde 9-10 metrelik dalışa uygun çukur yerler var. Hatta etrafı işaretlenmiş yanlışlıkla, insanlar yürüyerek girip, boğulmasınlar diye de dubalar konmuş. Akabe’de 23 km lik sahil
şeridinde Kızıldeniz’in güzelliklerini sergileyecek pek çok dalış noktası bulunuyor. 1986 yılında, kendisi de bir dalıcı olan şimdiki Kral Abdullah’ın emriyle batırılmış bir batığa dalıyoruz. İki mercan tepesinin üzerinde yan yatmış olarak duran 81 metre uzunluğundaki gemi görkemli duruşuyla iyi bir dalış noktası. Batığın üst kısmı (sancak tarafı) 11-12 metreden başlarken, en derin noktası (iskele tarafı) 28 metre civarında. Dolayısıyla, dalışa yeni başlayanlar tarafından da keşfedilmeye uygun bir derinlikte, üzerindeki canlı yapısının zenginliği ile dikkat çekici. Bu arada döndükten sonra günübirlik Mısır tarafına dalmaya gidilebildiğini de öğrendik, bu açıdan da değerlendirilebilir. Dalış bittikten sonra otele dönüp eşyalarımızı topluyoruz Akabe’de yemek yedikten sonra yolumuz Wadi RUM. Wad-i Rum (İrem bahçeleri) Çölün sonsuzluğunda kaybolmak. Bugün artık gezinin başından beri özlemini çektiğimiz Wad-i Rum. Yani çöle yolculuk yapıyoruz.
GEZİ Wad-i Rum Kur’an da bahsedilen yer burası. Eskiden bir vaha iken şimdilerde çöl olmuş ve bilinmezliğe doğru bırakmış kendisini. Burası bilinen bir yer ve ziyaretçisi oldukça fazla. Çöl uçsuz bucaksız olduğu için sadece kendiniz varmışsınız gibi. Çöle girerken cüzi bir rakam ödeme yapıyorsunuz 3 kişi 15 JD 30 TL. Daha öncede çöl görmüştüm ama burası bir başka geliyor ruhuma. Kayaları mı, toprağı mı, havası mı anlayamadım ama yine de insanın içine huzur veriyor. Bugün çöldeyiz. Öğleye doğru girdik ve elimizde Wadi Rum a ait bir harita. Çölde yaban hayatıyla da karşılaşıyoruz. Çöl develeri ve çöl keçileri aralarından geçip gidiyoruz. Kampımıza doğru hava kararmaya başlıyor görüntü mükemmel önce tepenizde gökyüzü mavisinden, ufukta güneşin altın sarısına doğru değişen renkler, zaman
ilerledikçe tepenizde lacivertten ufukta kızıla doğru geçmeye başladı. Bu arada pembe çöl kumu ve k aya l a r ı n renk değişmeleri... Derken, hava karardı. Ben Çoban Yıldızı’nın dünyayı bu kadar aydınlatabileceğini düşünemezdim. Ve yıldızların bu kadar çok olduklarını bilmiyordum... Ve böyle bir sessizliğin olabileceğini... Ve böyle bir
boşluğun... Tıpkı Lawrence’ın tarif ettiği gibi “Uçsuz bucak-
31
GEZİ oluşm u ş vadilerden meydana gelen b i r bölge. Çöl de zaten, b u kaya-
Hayal gücünden daha yüce bir meydan okuma...” Çöl ay vadisi de denilen Wadi Rum, o zamana kadar neyle karşılaşacağımızı bilmediğimiz bedevi çadırlarında kalmaya gittiğimiz ama şık bir misafirperverlikle konforu, sıcak bir duşun ardından güzel bir yemeği bulduğumuz, kamp ateşinde kumun üzerine düşen alevlerin gölgesinde şarabımızı içerken Ürdünlü bir grupla tanışıyoruz. Bizim gibi kampta kalmaya gelmişler, tipik tanışma muhabbetinin ardından kendimizi şarkılar söylerken buluyoruz, ortak paylaştığımız kültür bize benzer melodiler tanıdık müzikler sunuyor. Çölün ortasında yaktığımız çalı çırpının kısa ömürlü ateşi bazen darbuka 32
ritimleriyle canlanırken bazen de duygusal bir aşk şarkısıyla sönmeye yüz tutuyor. Birbirimize bakıyoruz burada olmanın herhangi bir karşılığı olamaz, Lawrence haklıymış böyle bir gecede ay ışığında oturmuşken hayal edemezdik bu güzelliği diyoruz. Gizemli ay ışığının süslediği mükemmel bir gece hayal et içinde Ürdünlü arkadaşlarla geçireceğiniz bir geceyi içine ilave edin. Ürdün topraklarının % 80’i çöl. Bu çölün en güzel yeri ve belki de dünyadaki en güzel çöl ise Wadi Rum bölgesinde. Koruma bölgesi ilan edilmiş olan Wadi Rum, kum çölünü yırtarak çıkan kayalık dağlar arasında
ların milyonlarca yılda rüzgâr erozyonuna uğramasıyla oluşmuş. Ortalama rakımı 900m olan bölge aynı zamanda Ürdün’ün en yüksek noktası olan Jebel Ram’ı (1,754m) da içinde barındırıyor. Arkadaşlardan ayrılıp yolumuza devam ediyoruz. Bugün rotamız Petra, ardından Amman’da akşam yemeği ve benzin molası ve Ürdün-Suriye sınır geçişi sonrası Hums ve Şam’da konaklama. Bu araya Lut Gölü’nü de sıkıştıracaktık ama Tümay’ın motorunda akü problemi bizi biraz korkuttu ve geceye
GEZİ kalmak istemedik. PETRA “...zamanın yarısı kadar eski, gül rengi şehir...”Petra daima, sadece görülerek anlaşılabilecek bir mucize olarak kalmalı herkesin aklında. Mütavazi Gezgin kimliğimle dünyanın birçok köşesine motosikletli motosikletsiz geziler
gezginlerin kalbinde taht kurduğuna inanıyorum.
Peru’da yer alan Machu Picchu ile kardeş şehir.
Ne kadar yazılırsa yazılsın, ne kadar söylenirse söylensin, Petra, öyle sözle, fotoğraflarla, yazıyla anlatılabilecek bir şehir değil. Ortadoğu’nun geçmişine işaret eden, bu renkli geçmişi kendine özgü renkleriyle ziyaretçile-
7 Temmuz 2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası’ndan biri olarak seçilmiştir. Ticaretle yoğrulan, dinle şekillenen Ortadoğu’nun kadim topraklarında, pek çok uygarlık doğmuş, gelişmiş ve günümüze kadar ulaşmayı başarmış. Ancak, pek çok uygarlık da tarihin derinliklerinde yok olup gitmiştir. Uygarlıklar ortadan kalksa da onların kurduğu muhteşem kentlerden geriye kalanlar günümüze kadar gelebilmiş. Önceleri, bu yolları kullanan kervanları yağmalayarak yaşamlarını sürdüren göçebe Nabatiyanlar, zaman içinde kervanlara korumalık yapıp, vergi alarak daha çok para kazanmaya başlamışlar.
yapmış olmama rağmen hiçbiri bana göre geçmişimize açılan, geleceğe dair dersleri oluşturan büyüleyici bir pencere niteliği taşıyan Petra’nın etkisini bende bırakmamıştır. Nebatilerin kumtaşından yarattığı Petra, mimari alandaki mucizeleri ve doğal güzelliği gibi insanlığa sunduğu derslerin kalıcı olması nedeni ile bizim gibi tüm
rine anlatan Petra’nın ihtişamı ancak görüldüğünde anlaşılabilir. 19. yüzyılın İngiliz şairi J. W. Burgon nasıl anlatmaya çalışmış Petra’yı birkaç kelimeyle; “...zamanın yarısı kadar eski, gül rengi şehir...” 6 Aralık 1985 tarihinde UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine dâhil edilmiştir.
Uzun yıllar gözlerden uzak yaşamına devam eden kentin sessizliği, 1812 yılında İsviçreli ‘Seyyah’ Johann Ludwig Burckhardt tarafından bozulmuş. O yıllarda Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetinde olan bölgede Fiam ve Kahire arasında yolculuk yapan Burckhardt, Wadi Musa Dağları arasına gizlenmiş antik bir kentten söz edildiğini duyarak Petra’ya gider. 33
GEZİ ve anıtsal yapı bulunuyor. Ancak tüm bunları görmek uzun mesafeleri yürümeyi gerektiriyor. Yolun bir kısmını at binerek gitmeyi tercih ediyoruz. Kişi başı 4 TL gibi bir paraya. Petra’da bulunan Roma Tiyatrosu ülkemizde gördüğümüz pek çok örnekle benzer-
Petra’da yaptığı çizimler ve aldığı notlar daha sonra kitap haline getirilince Petra Avrupalıların da dikkatini çeker. Antik Yunanca’da ‘taş’ anlamına gelen Petra’ya, yüksekliği 200 metre, genişliği ise 5 metre olan dar bir kaya geçidinden giriliyor. Yaklaşık 700 metre uzunluğu olan bu geçit boyunca kayalara oyulmuş su kanalları, heykel nişleri ve çeşitli kabartmalar eşlik ediyor Petra ziyaretçilerine. Ama asıl çarpıcı sürpriz geçidin sonunda yaşanıyor. Geçit bittiğinde, Petra’nın simgesi sayılan ve ‘Hazine’ adı verilen yapı tüm ihtişamıyla ansızın çıkı34
veriyor karşınıza. Her ne kadar adı Hazine olsa da aslında burası kayalara oyulmuş devasa bir anıt mezar. Geçmişte burada define arayanların hayal gücünün ürünü olan bu isim günümüzde de kullanılıyor. Indiana Jones serisinin ‘Son Macera’ adını taşıyan filminin önemli sahneleri burada çekilmiş. Çok geniş bir alana yayılan Petra’nın tamamını gezmek için en az 1 tam gün gerekiyor. Bu nedenle zamanı ya da enerjisi az olan ziyaretçiler Hazine’yi görmekle yetiniyorlar. Oysa Petra da en az Hazine kadar güzel, daha onlarca kaya mezarı
likler gösterse de kayalara oyulmuş yapısıyla bizdekilerden ayrılıyor. Tiyatro’nun hemen arkasında yükselen kaya bloğuna oyulmuş mezar odalarının sayısı 40’ı buluyor. Burası kentin nekropolü, yani mezarlığı. O dönemin şartları göz önüne alındığında bu kayaların oyulması için nasıl bir emek harcandığını.
GEZİ Şam-DamascusDamas-Dimashq; Yaseminler Şehri, Suriye’de genel olarak bir Osmanlı toprağında olduğunu hissediyor insan. Mimarisinden insanına kadar bu atmosfer var. Rahat bir ülke, kadınlar on ikiye kadar sokaklarda özgürce do-
nedense güney ve doğu komşuları hep sarı renkli gösterilirdi Suriye de böyle bir ülke. Şam-Damascus Damas-Dimashq; Türkçe-İngilizce-Fransızca-Arapça ifadeleri ile yukarıda bahsettiğim bu şehir dünyadaki bilinen en eski şehir. Şam’ı ilk gördüğümde açıkçası biraz hayal kırıklığına uğramıştım. Eskimiş ve adeta tozla kaplanmış binalar, mantar gibi çıkmış çanak antenler, kırık dökük ticari taksiler, birkaç beden büyük üniforma giymiş komik görünümlü polisler ve tüm pencereleri panjurlu bir şehir.
laşabiliyor. Ne var ki ortalıkta fazla kadın yok. Mesela kadın kuaförü diye bir şey yok. Kadınlar evlerde toplanıyorlar kuaför eve geliyor. Çarşaf çok yaygın. Başı açık kadınlar da var tabi ama maksimum yüzde onunu oluşturur sanırım. Okul yıllarında duvarda asılı duran tüm coğrafya atlaslarında Türkiye ile beraber Avrupa renkli olarak gösterilir, ama
Şam’da beni en fazla şaşırtan şeylerden biri de belediye otobüslerinde sigara içen insanlar olmuştu. Sonra düşününce aslında bir kaç sene evveline kadar aynı durumun bizde de geçerli olduğunu hatırladım ve “insan ne de çabuk alışıyor fikri sabitlendi zihnimde. Şam’da o kadar çok görülmesi gereken yer var ki hangisinden bahsetsem bilmiyorum, en iyisi kısa ve fazla detaylara girmeden bir kolaj yapa-
yım. Emevi Camii: Benim için Şam Emevi Camii demek, gerçekten de buraya gelip de burayı görmeden gitmek çok büyük eksiklik olur. Olağanüstü bir mimarisi ve geniş bir avlusu var. Bu avlu tamamen mermerle kaplı ve ayakkabı ile girilemiyor. Bu arada hemen bir uyarıda bulunmak isterim. Suriye gezisine katılacaklara mutlaka yanlarında galoş bulundurmalarını bayanlara ise yanlarında başörtüsü bulundurmalarını şiddetle tavsiye ederim. Bunun sıkıntısı çok yaşanıyor çünkü. Caminin dört tane minaresi bulunmaktadır. Bu minareler İslam inancındaki 4 farklı mezhebi temsil etmektedir. Minare-i Beyza denilen beyaz minare, Hz İsa’nın yeryüzüne tekrar geleceği yer olarak biliniyor. Caminin mozaikleri ise görülmeye değer güzellikte. Hz.Yahya’nın türbesi de burada bulunmaktadır. Benim görmüş olduğum en ihtişamlı cami olduğunu söyleyebilirim. Osmanlının şehre kazandırdığı önemli yapılardan birisi bu. Çarşının içerisinde uzunca bir süre iki katlı dükkânların arasından yürüyorsunuz. Tavanı örten her neyse delikler oluşmuş.
35
GEZİ kınca Safranbolu’da, Beypazarı’nda, Mudurnu’da görebileceğiniz tarzda bir iki bina görebildik. Şaşmaya gerek yok. Son doksan yılı saymazsak bin yıldır canımızla, kanımızla bu topraklardayız.. Neyse sağda gene Osmanlıdan kalan üzerinde Abdülhamit’in mührünün olduğu birde çeşme var. Kadınlara ayrıca bir tür kapüşonlu elbise veriyorlar. Bunu giyen turistler caminin içinde ve avlusunda gizli ayinler yapan rahipleri andırıyorlar.
Kafanızı kaldırıp baktığınızda gökyüzündeki yıldızları görüyor gibi oluyorsunuz. O deliklerden içeri süzülen ince ışık huzmeleri özellikle çarşının loş bölümlerinde sihirli bir hava katıyor ortama. Envai çeşit mal satılmakta dükkânlarda. Ortada seyyar satıcılar dizilmiş başka şeyler satmaktalar. Bisikletler insanların arasından vızır vızır geçmekte. Hepsinin kontrollü, usta biniciler olduğunu gözlemledim. Başka bir hayatın başka 36
kurallarla oynandığı sevimli, küçük bir dünya burası. Şam yörenin en büyük kenti. Pek çok adı var. Damaskus, Dimaşk gibi adları da en az Şam kadar çok kullanılmakta. Yaseminlerin şehri diye de anılıyor. Zaten Nisan ayında şehirde yasemin festivali yapılmakta Çarşıdan çıkarken sizi dev sütunlar karşılıyor. Karşımızda Emevi Camii. Caminin ana kapısından girmeden durup sağımıza ba-
Avluya girdik. Sanki Venedik’te, San Marko meydanındayız. Fazlası var eksiği yok. Avluya girilen kapının etrafındaki duvarlar renkli mozaiklerle bezeli. Avlunun zeminindeki mermerler caminin ve dolanan insanların görüntülerini yansıtmakta. Camiyi yaparken Hz. Muhammed ‘in Medine’deki evi temel alınmış. Yapı, ibadetin yapıldığı, eğitimin verildiği, politik görüşmelerin ve tartışmaların yapılabileceği, evsiz ve kimsesizlerin yemek ihtiyaçlarının karşılanacağı bir külliye olarak inşa edilmiş.
GEZİ Suriye demek biz Türkler için biraz da Halep demek aslında. Sınırımıza bu kadar yakın olan bir yeri neden bu kadar geç gördüğüne hayıflanıyor insan. Halep Suriye’nin ticari başkenti ve aynı zamanda ülkenin ikinci büyük kenti. Halep şehrine gelen herkes kendini adeta alışveriş cennetine geldiğini hissediyor, fiyatlar Türkiye’ye göre çok ucuz ve ne ararsanız var. Bu şehirde çok miktarda Ermeni nüfusu var ve çok iyi Türkçe konuşmaktalar. Bu yüzden çok fazla şaşırmayın.Buradaki Ermeni nüfusu 1915 yılındaki tehcir ile buraya gelmiş insanların çocukları ve torunları. Suriye hakkında bir kaç tespit ve artı bilgi, -Şam dünyanın en eski şehri, -Dünyanın en büyük restoranı Şam’da, Türkiye’den ilk kez gelenler genelde çok pis buluyorlar, diğer Arap ülkelerini gördüklerinde ise mumla arıyorlar, - Türkleri çok seviyorlar, - Türk parası ile alışveriş yapabiliyorsunuz, - Türkiye’ye göre ucuz bir ülke, - Tam bir alış veriş cenneti, - Vergi yok, - Ülkede ikili hukuk
sistemi geçerli, dileyenler medeni kanuna göre dileyenler şeriat, kanunlarına göre yargılanabiliyorlar, - Bu kadar kurak bir ülkede insanlar ne içiyorlar diye düşünmeden geçemiyorsunuz, - Dünyada Arapçayı en iyi konuşanların Suriyeliler olduğu söyleniyor.
Haliyle biraz yorulmuşuz bir daha ki gezide görüşmek dileğiyle.
Biz sınır tabelası göremiyoruz herkese Türkiye diye sorup yol tarifi almak amacımız bir an önce Antakya’ya varmak birde bakmışız sınırdayız ama Antakya yerine Kilis’ten çıkmışız. Sınırda sigara içme yasağı var ama sadece sigara değil pipo puro ve en ilginci ayaklı nargile demek ki bununla dolaşan adamlar var.
Ayrıca hala yakamadığımız binlerce kalori daha var.
Gezi notları. Kaç paraya mal oldu sorusuna kısa cevap: Yurt dışı harcamamız kişi başı 800 dolar (benzin, yemek, dalış, çölde safari, küçük hediyelik eşyalar dahil yani her şey)
Halil KAYA
Fotograf: Halil KAYA
Antakya yerine geceyi Gaziantep’te geçiriyoruz. Sabah 9.30’ta kalkıp direk İzmir’e doğru yola çıkıyoruz. Çölde kalırsak lazım olur diye gezinin başında aldığım ve yaklaşık 4500 km taşıdığım benzin dolu bidon bizim imdadımıza Adana-Konya arasında lazım oldu inanılmaz. Yemek molasını Afyon’da verip oradan da İzmir 1200km yol bitmek bilmiyor. Trafikte bayramın son günü olmasından dolayı giderek artıyor. Akşam 19:00 gibi İzmir’deyiz. 37
SİNEMA
ÖLÜ OZANLAR. DERNEGI
‘
Yapım: 1989 - ABD, Tür: Aile, Dram, Gençlik, Süre: 128 dakika Yönetmen: Peter Weir, Oyuncular: Robin Williams, Ethan Hawke, Robert Sean Leonard, Jamie Kennedy, Lara Flynn Boyle, Josh Charles Seslendirenler : Sezai Aydın, Müzisyen : Maurice Jarre, Görüntü Y.: John Seale, M.r.olson, Senaryo: Tom Schulman, Senaryo (Kitap): N. H. Kleinbaum, Yapımcı: Duncan Henderson, Steven Haft, Tony Thomas, Paul Junger Witt,
38 38
SİNEMA
Tarihi eski ama içeriği hep yeni olan filmlerden biri de Robin Williams’ın Edebiyat Öğretmeni olarak başrolü oynadığı Ölü Ozanlar Derneği’dir. Tekrardan seyredince, gençliğimde aklımda kalan ve çoğunu kaçırmış olduğumu fark ettiğim bir sürü konuyu anımsadım. Bunları sizlerle de paylaşmak için içimde bir istek duydum ve şimdi parmaklarım tuş-
ların üzerinde kendiliğinden dolaşıyor. Film, bir tören ile başlıyor. Her tören gibi, mistik. Değerler ön planda tutulmaya çalışılıyor ama filmin süreci içerisinde bu değerlerin içinin boşalmış olduğunu, şeklin tekrarlandığını görüyoruz. Tören’de zihinsel ve kalben benimsenmemiş bu değerler; gelenek eskiyi/statükoyu korumak,
disiplin sertliği savunmak, mükemmellik ünvanı/prestiji ayakta tutmak ve onur ise gurur olarak içleri boşaltılmış. Öğretmenin “bilgelik ışığını” yakarak, çocuklara aktarması ve onlarında bu ışıkla kardeşlerinin ışığı yakmaları çok derin bir anlam taşırken, uygulamada bunun tersini yaptıklarını görmek hayal kırıklığı yaratıyor. 39 39
SİNEMA
40 40
SİNEMA Sevgili öğretmenimizin, bu klasik okula gelişiyle, sular kabarmaya ve coşkulu akmaya başlar. İlk olarak, öğrencileri tarih ile buluşturur, sadece sararmış bir fotoğraf ile değil ama fotoğraftaki kişilerin ruhları ile aralarında bir bağ kurmalarını sağlar. Onlara “vaktin varken tomurcukları yakala” diyerek, yaşam ile ölüm arasında hayat olduğunu, onu yakalamak gerektiğini, sonrasında sadece çiçekler için bir gübre olunacağı fikrini aktarır. Hayatını olağandışı yapmak isteyenler için CARPE DIEM (anı yaşa), tüm film boyunca, gençlerin kendilerini aşmak istedikleri noktalarda cesaret verici bir dize olarak tekrarlanır. Film, kabullenilen kuralların yıkılması ile devam eder, ta ki kendileri için düşünmeyi yeniden öğrenmeye başlayana dek… Öğretmen onları, hayat hakkında özgürce düşünmeye zorlar, hayal kurmalarını teşvik eder. Herşeye farklı açılardan bakmaya, kendi ritimlerini ve tarzlarını bulmaya davet eder. Henüz buluğ çağında olan ve duyguyu bilmeyen gençlere, içgüdü, heyecan ve tutkuların ötesinde duygu olduğunu öğretir ve onu yakalamaları için şiir sanatını kullanır. Sanatın, bir kez daha dünyadaki güzellikleri aktarmak için kullanılan
bir yöntem olduğu söze aktarılmayan, insanoğluna özgü bir gerçek olduğunuhatırlatır. Doğru ya, bir maymun sanat üretemez, çünkü metaforları anlamaz! Sadece sanat için, kalıcı olanı göstermez aynı zamanda sporun da insanın kendini aşmasına fırsat veren bir yöntem olduğunu söyler. “Az kullanılan yolu seçtim” diyerek zor olanın içerisinde tecrübelerin olduğunu belirtir. Ailelerin ilgisizliği, gereksiz sertliği, iletişimsizlik, beklentiler çocuklarda eksik olan kardeşlik, coşku, cesaret, zafer gibi değerlerle çatışır. Ama akıllarında hep bu şiirler… “Bilinçli yaşamak için ormana gittim, Hayatın iliğini emmek için. Yaşamla ilgisi olmayan herşeyi bozguna uğratmak için Uğratamasam bile öleceğim an yaşamadığımı görmemek için…” ileriye doğru atılırlar. Ama “iliği çekerken kemiği boğaza kaçırmadan” hareket etmeyi de yani ölçülü olmayı da öğrenirler.
idealisttir. Sevdiği kadın başka bir şehir de olsa da O, kendi ödevinin olduğu yerde yaşamaktan memnundur. Her idealist gibi, aktarmayı sever, öğrencilerin kalplerinde ateş yakmayı ve coşkuyu uyandırmayı da, ki bu da sadece nefes almanın ötesinde yaşadığının göstergesi olmaktadır. Bize düşen, ormanda öğretmenlerimizin ayak izlerini takip etmektir. Düşündüklerimiz bizim fikirlerimiz mi? Hissettiklerimiz onurdan, cesaretten veya diğer değerlerimizden mi beslendi? Çabamızı, hayatı yakalamak, olağandışı yapmak, tarih sayfasında izimizi bulmak için mi harcadık? Fiziğimizi kimin amaçlarını yerine getirmek için kullandık? Hadi durmayın, siz de içinizdeki güzellikleri şiire dökün, “hayatta benim dizem ne oldu” dememek için.
Orman yaşadığımız dünyadır ve bu dünya, uykudan uyanmak isteyen bizler için farkındalığımızı geliştirecek fırsatları tecrübe etmek için bir nimettir. Öğretmenimiz, mesleğini seven bir 41
ANİMASYON
42
ANİMASYON
HORTON Orijinal adı: Dr. Seuss’ Horton Hears a Who! Yapım:2008 - ABD Tür:Animasyon, Aile, Komedi, Macera Süre:86 dakika Yönetmen:Steve Martino, Jimmy Hayward Seslendirenler: Cinco Paul , Ken Daurio Senaryo:Cinco Paul, Ken Daurio Yapımcı: Bob Gordon
43
ANİMASYON Filleri hepimiz biliriz. Dikkatli, sosyal duyarlılıkları olan, büyük cüsselerine ters orantılı olarak naif ve ince oluşlarını da. Koca cüsseli, insan olsalar hümanist diyebileceğimiz duyarlı varlıklar. Horton da bu fillerden biri. Horton, fikir olarak büyüklere, görsellik olarak küçüklere hitap eden bir animasyon. Animasyon kalitesinin giderek arttığı günümüzde, çok özellikli bir yapım olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Popüler kültür içinde unutulmuş olan makrokozmos ve mikrolozmos ilişkisini bize hatırlatıyor. Bir toz zerresinin, hortumunda taşıdığı çiçeğe çarpması ile hayatında kelebek etkisi başlar ve küçük bir değişken hayatını tamamen değiştirir. Toz zerresinin içinde ayrı bir dünya keşfeder. O dünyanın seslerini duyuyor, yöneticisiyle konuşuyor. Toz zerresinin içinden Kimler ülkesinden gelen yardım çağrısına kulak verir ve onları kurtarmak için kahramanca atılır. Ne yazık ki toz zerresini de zerrenin içinde olup bitenler ile ilgili sadece kendisi inanmış ancak kimseyi inandıramamıştır. Horton’un, komşuları ile bu macerayı paylaşması tuz biber olacaktır. Kimse kendisine inanmayacak, kendisine çıldırmış gibi davranılmasına ve hat44 44
ta ormandaki çocuklara kötü örnek olarak gösterilmesine neden olacaktır. Kanguru komşusu bu konuda bol bol dedikodusunu yapacak ve bunu bütün komşulara yayma konusunda sürekli bir çalışma içine girecektir. Konsantrasyon doğu kültürlerinde evreni parçada, parçayı evrende görebilme ile ilişkilendirilmektedir. Bizim de belki bir zerre olduğumuz, zerrenin içindeki zerrelere de inanmak için ne kadar materyalist ve dirençli olduğumuz konusu ile yüzleşiyoruz. Ayrıca olayı fikirsel anlamda ele alırsak, zerrelerin arkasındaki sebepleri ve süreçleri görebilmek bilimsel ve sanatsal bir gizemdir. Bir yaprak bir bilim adamına çok şey söylerken, bizim için sadece bir yaprak olarak kalmaktadır. Bir bilim adamı, bir sanatçı veya bir filozofta mevcut olan bu ve benzeri duyarlılık Horton’da olduğu gibi merak, sezgi ve maceracı bir ruh ile açıklanabilir. Maceracı ruhu öldürmeye çalışan, zihni körebeye dönmüş kangurular da tarihte hep olageldi ve var olmaya da devam edecekler. Horton, Jim Carrey tarafından seslendirilmekte. Türkçe dublajın da oldukça başarılı olduğu muhakkak.
Semra ŞEN
ANİMASYON
45 45
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
CESARIA EVORA HÜZÜNLÜ OKYANUS RÜZGARI Kulaklarımın bu muhteşem sesle ilk tanışması 10 yıl öncesine kadar uzanmakta. Arkadaşlarımla “Besame mucho” yu dinlerken… “Sen bir de bu şarkıyı “Cesaria Evora’dan dinle ki gör” demişti bana biri… Ben de Cesaria Evora’nın bir albümünü aldım. İlk dinlediğimde, bu şarkıcının kadın olduğunu bile anlamakta güçlük çektim. Sesi kalın, bir o kadar da kadife gibi yumuşaktı. O günden sonra, Cesaria Evora benim kafamı
4646
dağıtmak için her zaman dinlediğim bir ses oldu. Yaklaşık 1 yıl önce, 47 yaşında ünü yakalayan nam-ı diğer “Çıplak Ayaklı Diva” 70 yaşında dünyamızdan ayrıldı. Tanıma fırsatı bulamadığım ama sesi bana her zaman huzur veren bir insanın kaybı çok tuhaf hisler uyandırdı bende. Mekanı cennet olsun. Eğer Cesaria Evora’yı hiç duymamışsanız sesini bir kez dinlemenizi öneririm. Grammy ödüllü folk şarkıcı Cesaria Evora,
27 Ağustos 1941 yılında Atlas Okyanusu’nda Mindelo’da hayata gözlerini açtı. Atlas Okyanusu’nda, Kuzey Batı Afrika açıklarındaki bir adalar ülkesi olan Cape Verde’de dünyaya gelen Evora ilk albümünü 1988’de çıkarmasına rağmen 50’li yaşlarında şöhreti yakalamıştı. Atlantik Okyanusu’nun maviliklerinde kaybolan çöl misali 10 küçük adacık son yıllarda Çıplak Ayaklı Diva sayesinde birden şöhrete kavuştu.
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN 47’sinde Cape Verde’de keşfedilen, 53’ünde Fransa’da uluslararası şöhret haline gelen Cesaria Evora’ın sekiz albümü bugüne kadar toplam 4 milyon adet sattı. Beş kez Grammy’ye aday gösterildi. Creole dışında dil bilmeyen, sahneye çıplak ayakla çıkan, Madonna’nın konser teklifini bile reddeden Evora yılın sekiz ayını turnede geçiriyor. Morna ve colodera’lar söylüyor dünyaya. Eski yaşam biçimini ısrarla koruyor, gazetecilerden hiç hoşlanmıyor...
hüzündü. Bir de Cesaria Evora’nın yürek burkan şarkılarında, yani “morna”larda, “coladera”larda acıyı tarif eden özel dil “Creole”yu bıraktılar geride. Afrika dilleriyle Portekizce karışımı bu özel lisan günümüzde Evora’nın konyak ve sigaradan çatallanmış melankolik sesiyle dünyayı dolaşıyor. Toplam satışları 4 milyonu bulan CD’leri girdikleri her mekana hasretleri, insan olmanın acısını, her şeye karşın korunan umudu, yaşama sevincini taşıyor.
La Diva Aux Pied Noir (Çıplak Ayaklı Diva) ismin nedeni sorulunca “Geldiğim yeri unutmamak, unutturmamak için sahneye çıplak ayakla çıkıyorum”. Çıplak ayakla dolaşmaya alışmışsan, ayakkabı giydiğinde özgürlüğünün müthiş şekilde kısıtlandığını hissediyorsun.” demişti. Şarkılarının çoğunu ülkesinin yerel dilinde söylemesine rağmen, sesinin sıcaklığı ile dünyanın her köşesinde geniş bir hayran kitlesi edindi. Portekizlilerden geriye kalan, acı dolu bir tarih, yoksulluk ve adaların toprağına sinen
Cesaria Evora şöhrete karşın hayatını değiştirmemeye kararlı. Konserler dışındaki zamanını çocukluk yıllarından kalma evin yerine yaptırdığı 10 odalı küçük konağında, dostlarıyla, çocukları ve torunlarıyla geçiriyor. Ve bir kelime olsun Fransızca ya da İngilizce öğrenmiyor. Bu nedenle Evora’yla röportaj yapmak için önce Creole konuşan birilerini bulmak gerek. Sonra “Çıplak Ayaklı Diva”yı ikna etmek. Çünkü röportajlardan fena halde sıkılıyor. En fazla 10 dakika konuşup ortadan kayboluyor. Söyledikle-
ri de çoğunlukla havadan, sudan şeyler. Gerçek duygularını herkesle paylaşmayan, kalbinin kapılarını çok ender açan fanilerden biri Cesaria. Daha sonraki yıllarda Dünyayı dolaşıp Türkiye de dahil bir çok ülkede yüzlerce konser veren Cesaria Evora, birçok ödül aldı. 2003 yılında Güncel Dünya Müziği kategorisinde Aşkın Sesi (Voz d’amor) adlı albümüyle aldığı Grammy ödülü bunlardan biridir. Cesaria Evora 17 Aralık 2011 tarihinde kalp yetmezliği ve hipertansiyon teşhisi ile kaldırıldığı Baptista de Sousa Hastanesinde, 70 yaşında hayatını kaybetti. Albümleri La Diva Aux Pieds Nus (1988) Distino di Belita (1990) Mar Azul (1991) Miss Perfumado (1992) Cesária (1995) Cabo Verde (1997) Café Atlantico (1999) São Vicente di Longe (2001) Voz d’Amor (2003) Rogamar (2006) Nha Sentimento (2009) Halil KAYA
47 47
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
Jessica Ellen Cornish Jessica Ellen Cornish (27 Mart 1988), İngiliz pop müzik sanatçısı, söz yazarı ve müzisyen. Londra’da dünyaya geldi. Son zamanlarda en ilgi çekici isimlerden biri. İlk albüm çalışması olan ‘Who You Are’ ile
4848
ilgi çekmiş, ‘Party in the U.S.A.’ ile birçok ülkede tanınırlığı artmıştır. “Price Tag” ile zirveye oynamış, daha sonra “Nobody’s Perfect” ile başarısını perçinlemiştir. ‘Who’s Laughing Now ‘, ‘Domino’, ‘Price Tag’
şarkıları kadar klipleri de ilgi çekici. 2010 BBC, 2011 BRIT ödüllerini kazanmıştır. Eğlenceli, hareketli, enerjik… öneriyoruz.
internet
http://www.ttk.org.tr Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır. M. K. Atatürk Tarihten ilham alma konulu sayımızda Türk Tarih Kurumu’nun sitesini tanıtmak istedik. Bu siteden tarih ile ilgili birçok yardımcı site ve kaynaklara ulaşma şansı bulunmakta. Dergiler kısmında Belleten (yılda üç kez yayınlanmakta) ve Belgeler (yılda bir kez
yayınlanmakta) isimli iki derginin sayılarına, makale özetlerine ulaşmak mümkün. Kütüphane başlığından arşive ulaşmakta, mevcut arşivden kaynaklardan fayadalanıbilmekte. Kütüphane kısmından katalog taraması yapılabilmekte, gelmekte olan süreli yayınlar takip edilebilmekte, belgeler dizini, elektronik dergiler, veri tabanları, istatistikler ve antlaşmalara tam metin olarak ulaşılabilmektedir. Tarihle ilgili toplantıları duyurular kısmında görülebilmektedir. Desteklenen kazı-
lar ile ilgili bilgilere erişilebilmektedir. Ayrıca belgeseller kısmında çok zengin olmamakla birlikte özgün belgeseller takip edilebilmekte. E mağazada seçkin ve özenle hazırlanmış araştırma kitaplarını çok uygun fiyatlara sipariş verebilirsiniz. Hicri, Miladi, Rumi tarihlerini birbirine çevirme takvimi bulunmakta. Birçok üniversitenin kütüphane linkleri de bu site içinde yer almakta. Tarihten ilham alanların tecrübelerini paylaşabileceğimiz bir site. 49 49
KÜLTÜR-SANAT
ocak-şubat-mart
şehir kültür rehberi DEVLET OPERA VE BALESİ
TİYATRO KARŞIYAKA ODA TİYATROSU KEÇİLER ADASI 16-17-23-24 EKİM. HUZUR ÇIKMAZI 30-31 EKİM. KARŞIYAKA RAGIP HAYKIR SAHNESİ BAĞDAT HATUN 7, 18,19,20,21 EKİM. DON KİŞOT’UN MACERALARININ... 11,12,13,14 EKİM. NORA - BİR BEBEK EVİ 26,27,28 EKİM. KONAK MELEK ÖKTE SAHNESİ KEÇİLER ADASI 10,11,12,13,14, 19,20,21 ,26,27,28 EKİM. KONAK SAHNESİ NORA - BİR BEBEK EVİ 7, 16,17,18,19,20,21 EKİM. SOĞUK BİR BERLİN GECESİ 9,10,11,12,13,14 EKİM. BAĞDAT HATUN 23,24,26,27,28,30,31 EKİM 50
EKİM PAMUK PRENSES:15-10 (BALE) LA SONNAMBULA 20,22,23-10 (OPERA) KASIM ZORBA 1,2-11 (BALE) PAMUK PRENSES 3,13,23-11(BALE) HAENDEL KONSERİ 3-11 (KONSER) ŞU ÇILGIN TÜRKLER10,12 (OPERA) IV.MURAT 16,17-10 (OPERA) ARALIK KELOĞLAN’IN SIRRI3,10,11,18,19 ÇOCUK MÜZİKALİ IV.MURAT 4,6 OPERA İSPANYOL GECESİ 5,21 KONSER AŞKIN MELODİLERİ 12 KONSER MUHTEŞEM SÜLEYMAN 15,17 SAHNE KANTATI KAMELYALI KADIN 22,28 BALE LA SONNAMBULA 24 OPERA
KÜLTÜR-SANAT
TÜRKİYE-AZERBAYCAN DOSTLUK KONSERİ 14 Aralık 2012 Saat:20:30Ege Üniversitesi Mötbe salonu SALİHLİ TURNESİ 25 Aralık 2012 Saat:20:30 Salihli Kültür Merkezi Salonu YENİ YIL ÖZEL KONSERİ 28 Aralık 2012 Saat:20:30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi DESEM SİNEMATEK(ÜCRETSİZ) ARKA PENCERE (1 KASIM ) BRIAN’IN HAYATI (15 KASIM) KAPIŞMA (6 ARALIK) KIZGIN BOĞA (20 ARALIK) DESEM GÜNCEL FİLMLER (TAM 6TL ÖĞRENCİ 4TL) İKİ KADIN BİR ERKEK (6-11 EKİM) YER ALTI (12-18 EKİM) TEHLİKELİ YOL (2-8 KASIM) OLMAK İSTEDİĞİM YER (9-15 KASIM) GİTMEK Mİ ZOR KALMAK MI (16-22 KASIM) YASAK AŞK (23-29 KASIM) İZMİR DEVLET SENFONİ ORKESTRASI
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER’İN KURULUŞUNUN 67.Yılına İtaf 19 Ekim 2012 Saat:20:30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi CUMHURİYET BAYRAMI KONSERİ 29 Ekim 2012 Saat:20:30 POLONYA-TÜRKİYE DOSTLUK HAFTASI 2 Kasım 2012 Saat:20:30 10 KASIM ATATÜRK’Ü ANMA KONSERİ 9 Kasım 2012 Saat:20:30 Karşıyaka Belediyesi Kapalı Spor Salonu MEHMET AKTUĞ ANISINA 30 Kasım 2012 Saat:20:30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi
KONSERLER ERKAN OĞUR& İ.HAKKI DEMİRCİOĞLU 16 EKİM Karşıyaka Opera Ve Tiyatro Sahnesi (34-40tl) KENT ORKESTRASI 16 EKİM İsmet İnönü Sanat Merkezi (Ücretsiz) SCORPİONS 17 EKİM İzmir Arena (67-225tl) HADİSE 21 EKİM İzmir Arena (20tl) CEM ADRİAN 25 EKİM İzmir Bios Bar (34 Tl) MOR VE ÖTESİ 29 EKİM Bornova Cumhuriyet Meydanı (Ücretsiz) DUMAN 2 KASIM Ooze Venue MFÖ & GRİPİN 9 KASIM İzmir Arena HAYKO CEPKİN 30 KASIM Ooze Venue (23tl) FANTASTİK TROMBON KONSERİ 7 KASIM İzmir Sanat 26 Ağustos Kapısı (Tlf (0232)483 56 52/ 483 63 34 ) İZMİR SANAT LİED AKŞAMI 9 KASIM NEUMA QUİNTET 22 KASIM CAZ TRİO 24 KASIM
51
52